DÖNEM: 23 CİLT: 75 YASAMA YILI: 4
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
134’üncü
Birleşim
14 Temmuz 2010 Çarşamba
(Bu Tutanak Dergisinde yer alan ve kâtip üyeler tarafından
okunmuş bulunan her tür belge ile
konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş
alıntı sözler aslına uygun olarak
yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L
E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN
KÂĞITLAR
III. - YOKLAMALAR
IV.- GÜNDEM DIŞI
KONUŞMALAR
A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI
1.- Batman
Milletvekili Mehmet Emin Ekmen’in, mevsimlik gezici
tarım işçilerinin sorunlarına ve bu konuda yayımlanan 2010/6 sayılı Başbakanlık
Genelgesi’ne ilişkin gündem dışı konuşması
2.- Muş
Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, Asuri-Süryanilerin
sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması
3.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, Türk dünyasının sorunlarına ve Türk dünyasıyla
ilişkilerin geliştirilmesi için yapılması gerekenlere ilişkin gündem dışı
konuşması
V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Batman
Milletvekili Ayla Akat Ata ve 19 milletvekilinin,
üniversite öğrencilerinin karıştığı saldırı olaylarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/829)
2.- Batman
Milletvekili Bengi Yıldız ve 19 milletvekilinin, PTT Genel Müdürlüğünde çalışan
taşeron işçilerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/830)
3.- Diyarbakır Milletvekili
Akın Birdal ve 19 milletvekilinin, Zonguldak havzası
taş kömürü ocaklarındaki taşeronlaşma ile iş ve işçi güvenliği sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/831)
4.- Van
Milletvekili Özdal Üçer ve 19 milletvekilinin,
üniversite öğrencilerinin barınma sorunlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/832)
VI.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- (10/694) esas
numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 14/7/2010 Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin
MHP Grubu önerisi
2.- (10/2) esas numaralı Meclis
Araştırması Önergesi’nin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 14/7/2010 Çarşamba
günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Türk Ticaret
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)
2.- Türk Borçlar
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)
3.-
Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak
İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana
Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/761) (S.
Sayısı: 458)
4.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında Türkiye
Cumhuriyetinde Akkuyu Sahasında Bir Nükleer Güç
Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ile Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/902) (S. Sayısı: 538)
5.- Uluslararası
Telekomünikasyon Birliği (ITU) Kuruluş Yasası ve Sözleşmesinde Değişiklik Yapan
Antalya Tam Yetkili Temsilciler Konferansı Sonuç Belgelerinin Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/673) (S.
Sayısı: 519)
6.- Uluslararası
Telekomünikasyon Birliği (ITU) 2003 Dünya Radyo Komünikasyon Konferansı Sonuç
Belgelerinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/333) (S. Sayısı: 306)
7.- Irak’a Komşu
Devletler Hükümetleri ile Irak Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Terörizm,
Sınırlardan Yasadışı Sızmalar ve Örgütlü Suçlarla Mücadele Konularında Güvenlik
İşbirliğine İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/347) (S. Sayısı: 73)
VIII.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.- TBMM Başkan
Vekili Sadık Yakut’un, 458 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi
üzerinde konuşan İstanbul Milletvekili Mithat Melen’in,
“Tümü üzerinde konuşmadığımız bir kanunu burada konuşuyoruz.” ifadelerine
ilişkin konuşması
IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Yalova
Milletvekili Muharrem İnce’nin, Ankara Milletvekili Haluk Özdalga’nın,
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
2.- Ankara
Milletvekili Haluk Özdalga’nın, Yalova Milletvekili
Muharrem İnce’nin, şahsına sataşması nedeniyle konuşması
3.- Ankara
Milletvekili Haluk Özdalga’nın, Yalova Milletvekili
Muharrem İnce’nin, şahsına sataşması nedeniyle konuşması
4.- Yozgat
Milletvekili Bekir Bozdağ’ın, Yalova Milletvekili
Muharrem İnce’nin, grubuna sataşması nedeniyle konuşması
5.- Yalova
Milletvekili Muharrem İnce’nin, Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ’ın,
grubuna sataşması nedeniyle konuşması
X.- OYLAMALAR
1.-
Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak
İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana
Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın oylaması
2.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında Türkiye
Cumhuriyetinde Akkuyu Sahasında Bir Nükleer Güç
Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı’nın oylaması
XI.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Antalya
Milletvekili Tunca Toskay’ın, öğretmen atamalarına ve
sözleşmeli öğretmenlerin durumuna ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun cevabı (7/14935)
2.- Antalya
Milletvekili Tunca Toskay’ın, şube müdürlüklerine
yapılan geçici görevlendirmelere ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun cevabı (7/14936)
3.- Van
Milletvekili Özdal Üçer’in, 4/6/2010
tarihli öğretmen atamasına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun cevabı (7/14938)
4.- Edirne
Milletvekili Cemaleddin Uslu’nun,
Hamzadere Barajı’na ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman
Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/14995)
5.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un, Adatepe ve Kavaktepe Barajı
projelerine ilişkin sorusu ve
Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/14996)
6.- Antalya
Milletvekili Tunca Toskay’ın, zorunlu hizmet
bölgelerinde çalışan öğretmenlerin iller arası tayinlerine ilişkin sorusu ve
Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun cevabı
(7/15009)
7.- Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, Çanakkale Şehitliği’ndeki bazı uygulamalara
ilişkin sorusu ve
Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/15066)
8.- Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, kadroya geçecek öğretmenlerin göreve
başlatılmalarına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun cevabı (7/15081)
9.- Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, geçici görevle çalıştırılan şube müdürlerine
ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun
cevabı (7/15082)
10.- Balıkesir
Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, TBMM Onur ve Üstün
Hizmet Ödüllerine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili
Nevzat Pakdil’in cevabı (7/15101)
11.- Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, Mevzuat Hazırlama Usul ve Esasları Hakkında
Yönetmelik çerçevesindeki uygulamalara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in
cevabı (7/15119)
12.- Van
Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, Bahçesaray’da meydana
geldiği iddia edilen bir olaya ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah
Ergin’in cevabı (7/15129)
13.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, destek primi kesintisi
uygulamasına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in cevabı (7/15137)
14.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, emekli aylıklarından
kesilen üyelik aidatlarına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Ömer Dinçer’in cevabı (7/15138)
15.- Isparta
Milletvekili Mevlüt Coşkuner’in,
prompter cihazı kullanımına ilişkin Başbakandan
sorusu ve Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in
cevabı (7/15234)
16.- İstanbul
Milletvekili Süleyman Yağız’ın, yapılan bazı ödemelere ilişkin sorusu ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Nevzat Pakdil’in
cevabı (7/15320)
17.- Samsun
Milletvekili Osman Çakır’ın, yurt dışında düzenlenen bazı faaliyetlere ilişkin
sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Nevzat Pakdil’in
cevabı (7/15503)
18.- Diyarbakır
Milletvekili Akın Birdal’ın, bazı ziyaretçilerin
TBMM’ye alınmadığı iddiasına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkan Vekili Nevzat Pakdil’in cevabı (7/15549)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu
saat 15.03’te açılarak sekiz oturum yaptı.
Bartın
Milletvekili Yılmaz Tunç’un, Dünya Hukuk Günü’ne,
Zonguldak
Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, Adalet Bakanlığının kamuoyuna yansıyan bazı
uygulamalarına,
İlişkin gündem
dışı konuşmalarına Adalet Bakanı Sadullah Ergin;
Manisa
Milletvekili Ahmet Orhan’ın, Manisa ilinin sorunlarına ilişkin gündem dışı
konuşmasına Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi
Eker;
Cevap verdi.
İstanbul
Milletvekili Sebahat Tuncel ve 19 milletvekilinin:
Kadın ve
çocuklara yönelik cinsel istismarın araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi (10/825),
İşçilerin
sendikalaşması konusunda yaşanan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi (10/826);
Batman
Milletvekili Ayla Akat Ata ve 19 milletvekilinin,
toplu mezar iddialarının araştırılması (10/827),
Diyarbakır
Milletvekili Akın Birdal ve 19 milletvekilinin, bazı
illerde yaşanan toplumsal olayların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi (10/828),
Amacıyla birer
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine
sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası
geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Gündemin “Genel
Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler”
kısmında yer alan:
(10/812) esas
numaralı, siyasi partiler ve seçim sistemindeki sorunların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergenin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 13/7/2010
Salı günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin BDP,
(10/79, 10/291)
esas numaralı, fındık ve tarım piyasasındaki sorunların araştırılarak ürünün
verimli değerlendirilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergelerin görüşmelerinin Genel
Kurulun 13/7/2010 Salı günkü birleşiminde yapılmasına
ilişkin MHP,
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kurulunun, 13 Temmuz 2010-30 Eylül 2010 tarihleri
arasında, TBMM İç Tüzüğü’nün 54’üncü maddesinin birinci fıkrasında belirtilen
gün ve saatlerde çalışmasına; belirtilen tarih aralığındaki birleşimlerde,
Genel Kurulun 3/10/2007 tarihli 3’üncü Birleşiminde
kabul edilen Danışma Kurulu önerisi doğrultusunda Genel Kurulun gündeminin
oluşturulmasına ilişkin CHP,
Grubu önerileri
yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.
Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler” kısmında yer alan 538, 519, 306, 73, 525, 522, 526, 536, 521, 523
ve 527 sıra sayılı kanun tasarılarının bu kısmın 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13,
14 ve 20’nci sıralarına alınmasına ve diğer işlerin sırasının buna göre
teselsül ettirilmesine; Genel Kurulun, haftalık olağan çalışma günlerinin
dışında 23 Temmuz 2010 Cuma günü de toplanmasına ve aşağıda belirtilen
saatlerde çalışmasına; bu birleşimde gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında yer alan işlerin görüşülmesine; 13
Temmuz 2010 Salı günkü birleşimde sözlü soruların görüşülmemesine; 20 Temmuz
2010 Salı günkü birleşimde sözlü sorular ve diğer denetim konularının
görüşülmeyerek bu birleşimlerde gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında yer alan işlerin görüşülmesine; 21
Temmuz 2010 Çarşamba günkü birleşimde sözlü soruların görüşülmemesine; Genel
Kurulun, 13 Temmuz 2010 Salı günü 506 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın bitimine
kadar, 14 Temmuz 2010 Çarşamba günü saat 14.00’te toplanması ve 73 sıra sayılı
Kanun Tasarısı’nın bitimine kadar, 15 Temmuz 2010 Perşembe günü saat 14.00’te
toplanması ve 525 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın bitimine kadar, 16 Temmuz 2010
Cuma günü 522 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın bitimine kadar, 20 Temmuz 2010
Salı günü 526 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın bitimine kadar, 21 Temmuz 2010
Çarşamba günü saat 14.00’te toplanması ve 536 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın
birinci bölümünün bitimine kadar, 22 Temmuz 2010 Perşembe günü saat 14.00’te
toplanması ve 536 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın ikinci bölümünün bitimine
kadar, 23 Temmuz 2010 Cuma günü saat 14.00’te toplanması ve 536 sıra sayılı
Kanun Tasarısı’nın üçüncü bölümünün bitimine kadar belirlenen günlük
çalışmalara devam edilmesine; ayrıca yukarıda belirtilen birleşimlerde gece
24.00’te günlük programların tamamlanamaması hâlinde günlük programların
tamamlanmasına kadar çalışmalara devam edilmesine; 526, 536, 523 ve 527 sıra
sayılı kanun tasarılarının İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun
olarak görüşülmesine ilişkin AK PARTİ Grubu önerisi yapılan görüşmelerden sonra
kabul edildi.
Yalova
Milletvekili Muharrem İnce, seçim barajı konusu tartışılırken zaman zaman örnek olarak verilen, Yunanistan’da uygulanmakta olan
yüzde 3 seçim barajının Türkiye’de uygulanmakta olan seçim barajından daha
adaletsiz olduğuna,
Ordu Milletvekili
Rıdvan Yalçın, MHP grup önerisine,
İstanbul
Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin,
konuşmasındaki “kendilerinin çalıştığı ama iktidar partisi ve Hükûmetin çalışmadığı” şeklindeki ifadelerini kabul
etmelerinin mümkün olmadığına,
İlişkin birer
açıklamada bulundular.
Tunceli
Milletvekili Şerafettin Halis’in, “Tunceli” Olarak Değiştirilen İlimize Yeniden
“Dersim” Adının Verilmesine İlişkin Kanun Teklifi’nin (2/404) İç Tüzük’ün
37’nci maddesine göre doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi, yapılan
görüşmelerden sonra, kabul edilmedi.
Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:
1’inci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),
2’nci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/499) (S. Sayısı: 321),
3’üncü sırasında
bulunan, Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına
Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para
Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun (1/761)
(S. Sayısı: 458),
Görüşmeleri
komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.
4’üncü sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında
değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen
ve görüşmelerine devam olunan, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş ve 4 Milletvekilinin
Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/845,
1/884, 2/701) (S. Sayısı: 506) üzerindeki görüşmeler tamamlanarak kabul edildi
ve kanunlaştı.
14 Temmuz 2010
Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat 14.00’te toplanmak üzere birleşime
00.56’da son verildi.
|
|
Sadık
YAKUT |
|
|
|
Başkan Vekili |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Harun
TÜFEKCİ |
|
Yaşar
TÜZÜN |
|
Konya |
|
Bilecik |
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
No.: 179
II.- GELEN KÂĞITLAR
14 Temmuz 2010 Çarşamba
Tezkereler
1.- Batman Milletvekili Ayla Akat
Ata’nın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
(3/1254) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 13.7.2010)
2.- Şanlıurfa
Milletvekili İbrahim Binici’nin Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1255) (Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 13.7.2010)
3.- Hakkari Milletvekili Hamit Geylani’nin
Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1256)
(Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 13.7.2010)
4.- Batman
Milletvekili Bengi Yıldız’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/1257) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.7.2010)
Sözlü Soru Önergeleri
1.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Kelkit
ve Yeşilırmak’a atık deşarjına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından sözlü soru
önergesi (6/2145) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/07/2010)
2.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Kelkit
vadisindeki HES projelerine ilişkin Çevre ve Orman Bakanından sözlü soru
önergesi (6/2146) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/07/2010)
3.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, bir köy
yolunun asfaltlanmasına ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi
(6/2147) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/07/2010)
4.- Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir’in,
kamulaştırma davalarına ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanından sözlü soru
önergesi (6/2148) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/07/2010)
5.- Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir’in,
Gaziantep’teki müze çalışmalarına ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından sözlü
soru önergesi (6/2149) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/07/2010)
6.- Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir’in,
Gaziantep’teki kırsal kalkınma projelerine ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından sözlü soru önergesi (6/2150) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/07/2010)
7.- Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir’in,
öğrenimlerine devam etmeyen öğrencilere ilişkin Milli Eğitim Bakanından sözlü
soru önergesi (6/2151) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/07/2010)
8.- Giresun Milletvekili Murat Özkan’ın, SBS
uygulamalarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/2152)
(Başkanlığa geliş tarihi: 02/07/2010)
Yazılı Soru Önergeleri
1.- Denizli Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, İşsizlik Sigortası Fonuna ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/15504) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/07/2010)
2.- Isparta Milletvekili Mevlüt
Coşkuner’in, Isparta’daki proje ve yatırımlara
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15505) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/07/2010)
3.- Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün,
ABD eski Büyükelçisine atfen yapılan iddialara ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/15506) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/07/2010)
4.- Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi’nin, ABD eski Büyükelçisine atfen yapılan
iddialara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15507) (Başkanlığa geliş
tarihi: 05/07/2010)
5.- Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün,
ADD Genel Başkanının dinlendiği iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/15508) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/07/2010)
6.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, bir gazetecinin yabancı bir radyoda yaptığı
iddia edilen açıklamalara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15509)
(Başkanlığa geliş tarihi: 05/07/2010)
7.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un,
Ankara İl Milli Eğitim Müdürlüğündeki yöneticilere ilişkin Milli Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/15510) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/07/2010)
8.- Giresun Milletvekili Murat Özkan’ın,
Giresun’un öğretmen ihtiyacına ve atamalara ilişkin Milli Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/15511) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/07/2010)
9.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, öğretmenlerin geçici görevlendirilmelerine
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/15512) (Başkanlığa
geliş tarihi: 02/07/2010)
10.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un,
il içi atamalarda yolluk ödenmesine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/15513) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/07/2010)
11.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un,
bir kişinin atanması ile ilgili iddialara ilişkin Milli Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/15514) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/07/2010)
12.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, bir öğretmen tayinine ilişkin Milli Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/15515) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/07/2010)
13.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, Milli Eğitim Festivali programına ilişkin Milli
Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/15516) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/07/2010)
14.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, öğretmenlere ödenecek banka promosyonlarına
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/15517) (Başkanlığa
geliş tarihi: 02/07/2010)
15.- Batman Milletvekili Ayla Akat
Ata’nın, Hasankeyf’teki bir yangın olayına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/15518) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/07/2010)
16.- Kırklareli Tansel Barış’ın, Kırklareli
Valisinin bazı sözlerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/15519) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/07/2010)
17.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal’ın, Eyüp’te
kamulaştırmaya konu bir bölgeye ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/15520) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/07/2010)
18.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, bir yol yapımı işindeki usulsüzlük iddialarına
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/15521) (Başkanlığa geliş
tarihi: 02/07/2010)
19.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, THY’de
yabancı pilot çalıştırıldığı iddiasına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru
önergesi (7/15522) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/07/2010)
20.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut’un,
Kozan-Marsurlu-Yahyalı yoluna ilişkin Ulaştırma
Bakanından yazılı soru önergesi (7/15523) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/07/2010)
21.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Ovit Tüneli projesine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı
soru önergesi (7/15524) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/07/2010)
22.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in,
Ankara-Çankırı karayolunun yapımına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru
önergesi (7/15525) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/07/2010)
23.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in,
Karaman’daki hastanelerin depreme dayanıklılığına ilişkin Sağlık Bakanından
yazılı soru önergesi (7/15526) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/07/2010)
24.- Tokat Milletvekili Orhan Ziya Diren’in,
Tokat’ta taşınan hastanelere ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi
(7/15527) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/07/2010)
25.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in,
Aksaray’daki hastanelerin depreme dayanıklılığına ilişkin Sağlık Bakanından
yazılı soru önergesi (7/15528) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/07/2010)
26.- Edirne Milletvekili Rasim Çakır’ın, İpsala’da
görülen bir çeltik hastalığına ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/15529) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/07/2010)
27.- Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir’in, Antep
fıstığı üreticilerinin desteklenmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/15530) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/07/2010)
28.- Denizli Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, Denizli’de yoğun yağış nedeniyle zarara uğrayan
çiftçilerin sorunlarına ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/15531) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/07/2010)
29.- Isparta Milletvekili Mevlüt
Coşkuner’in, Isparta’daki kırsal kalkınma yatırımlarının
desteklenmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/15532) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/07/2010)
30.- Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, elektriğe yapılan zama
ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/15533)
(Başkanlığa geliş tarihi: 02/07/2010)
31.- Zonguldak Milletvekili Ali Koçal’ın,
TKİ yönetimine yönelik bazı iddialara ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanından yazılı soru önergesi (7/15534) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/07/2010)
32.- İzmir Milletvekili Bülent Baratalı’nın,
elektrik birim fiyatına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı
soru önergesi (7/15535) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/07/2010)
33.- Giresun Milletvekili Murat Özkan’ın, elektrik
dağıtım fiyatlarına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru
önergesi (7/15536) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/07/2010)
34.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın,
Kestelek Bor İşletme Müdürlüğüne ilişkin Enerji ve
Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/15537) (Başkanlığa geliş
tarihi: 02/07/2010)
35.- Edirne Milletvekili Bilgin Paçarız’ın,
Edirne’de Selimiye Camii başta olmak üzere turizme yönelik projelere ilişkin
Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/15538) (Başkanlığa geliş
tarihi: 02/07/2010)
36.- Edirne Milletvekili Bilgin Paçarız’ın,
Kırkpınar Güreşlerinin desteklenmesine ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından
yazılı soru önergesi (7/15539) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/07/2010)
37.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal’ın, Sulukule Kentsel Yenileme projesine ilişkin Kültür ve
Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/15540) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/07/2010)
38.- İstanbul Milletvekili Bihlun
Tamaylıgil’in, Sulukule’deki
inşaat çalışmalarına ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi
(7/15541) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/07/2010)
39.- Balıkesir Milletvekili Hüseyin Pazarcı’nın, Havran’daki tarihi
bir konağın durumuna ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi
(7/15542) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/07/2010)
40.- İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, Bakanlıkta
Amerikalı bir savcının çalıştığı iddiasına ilişkin Adalet Bakanından yazılı
soru önergesi (7/15543) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/07/2010)
41.- Adana Milletvekili Tacidar
Seyhan’ın, İmralı Cezaeviyle ilgili bazı iddialara ilişkin Adalet Bakanından
yazılı soru önergesi (7/15544) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/07/2010)
42.- Isparta Milletvekili Mevlüt
Coşkuner’in, İşsizlik Sigortası Fonuna ilişkin
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/15545) (Başkanlığa
geliş tarihi: 02/07/2010)
43.- Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir’in,
Gaziantep’teki OSB’lerin desteklenmesine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından
yazılı soru önergesi (7/15546) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/07/2010)
44.- Adana Milletvekili Tacidar
Seyhan’ın, İmralı Cezaevine ziyaret yapıldığı iddialarına ilişkin Milli Savunma
Bakanından yazılı soru önergesi (7/15547) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/07/2010)
45.- Gaziantep Milletvekili Akif Ekici’nin,
TRT aleyhindeki bir tazminat kararına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısından (Bülent Arınç) yazılı soru önergesi
(7/15548) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/07/2010)
46.- Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’ın, bazı ziyaretçilerin TBMM'ye alınmadığı iddiasına
ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/15549)
(Başkanlığa geliş tarihi: 24/06/2010)
Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Batman
Milletvekili Ayla Akat Ata ve 19 Milletvekilinin,
üniversite öğrencilerinin karıştığı saldırı olaylarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/829) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.05.2010)
2.- Batman
Milletvekili Bengi Yıldız ve 19 Milletvekilinin, PTT Genel Müdürlüğünde çalışan
taşeron işçilerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/830) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.05.2010)
3.- Diyarbakır
Milletvekili Akın Birdal ve 19 Milletvekilinin,
Zonguldak Havzası taş kömürü ocaklarındaki taşeronlaşma ile iş ve işçi
güvenliği sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/831)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21.05.2010)
4.- Van
Milletvekili Özdal Üçer ve 19 Milletvekilinin,
üniversite öğrencilerinin barınma sorunlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/832) (Başkanlığa geliş tarihi: 25.05.2010)
14 Temmuz 2010 Çarşamba
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.00
BAŞKAN : Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 134’üncü Birleşimini açıyorum.
Toplantı yeter
sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden
önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk
söz, mevsimlik gezici tarım işçileri ve Başbakanlığın 2010/6 sayılı Genelgesi
hakkında söz isteyen Batman Milletvekili Mehmet Emin Ekmen’e
aittir.
Buyurun Sayın
Ekmen. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı
Konuşmaları
1.- Batman Milletvekili Mehmet Emin Ekmen’in,
mevsimlik gezici tarım işçilerinin sorunlarına ve bu konuda yayımlanan 2010/6
sayılı Başbakanlık Genelgesi’ne ilişkin gündem dışı konuşması
MEHMET EMİN EKMEN
(Batman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; mevsimlik gezici tarım
işçilerimizin sorunları ve bu konuda yayımlanan Başbakanlık genelgesi üzerine
söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Gözlemlere göre,
her yıl yaklaşık 1 milyon kişi, çoluk çocuk, ailecek Ege, Çukurova ve Karadeniz
bölgelerine çalışmak amacıyla göç etmektedirler. Kamuoyu bu işçileri ölümlü
trafik kazaları ve basına yansıyan sosyal sorunları ile tanısa da bu
işçilerimizin, çalışma şartları, ulaşım, sağlık, eğitim, sosyal güvence ve
sosyal barışa taalluk eden birçok sorunları bulunmaktadır.
İşçilerin
konakladığı bölgeler çoğunlukla insan sağlığını tehdit eden, altyapıdan yoksun
doğal alanlardır. Bu durum da salgın hastalık riskini artırmaktadır.
İşçilerin günlük
çalışma süresi, güneş altında ortalama on iki saati bulmaktadır. Ücrette
yeknesaklık yoktur. İş ayarlamadan giden işçiler her şartta çalışmaya razı
olmaktadırlar. İş bulmadaki aracılık sistemi çoğu zaman ücret ve emek
sömürüsünü de beraberinde getirmektedir.
Sosyal güvencesi
bulunmayan işçilerin önemli bir kısmının yeşil kartlı olduğu tahmin
edilmektedir.
Aileleriyle
birlikte çalışan yavrularımızın ruhsal ve fiziksel sorunları, eğitimlerinin
yarım kalması ve çocuk işçiliği, tespit edilen sorunların başında gelmektedir.
Bu işçilerimizin
kimi zaman adli veya siyasi potansiyel suçlu muamelesi görmesi, olaylara
sebebiyet verebilmektedir ve bu da basına yansımakta, bu olaylar, kardeşliği ve
sosyal barışı zedelemektedir.
Bu sorunları
tespit eden Hükûmetimiz, geçen yıl, Çalışma,
İçişleri, Millî Eğitim ve Sağlık bakanlıklarınca genelge yayınlamıştır. Bu yıl
da Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla yayınlanan Başbakanlık genelgesiyle
çözüm için gerekli talimatlar verilmiştir. 2010/6 sayılı Genelge ile bu
vatandaşlarımızın ulaşım, barınma, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, sosyal
çevreyle ilişkiler, çalışma bakımından mevcut sorunlarının tespiti ile bu
sorunların giderilmesi hedeflenmiştir. Bu amaçla, Çalışma Bakanlığı bünyesinde
ve ilgili her ilde bürokrasinin ve sivil toplumun katılımı ile Mevsimlik Gezici
Tarım İşçileri İzleme Kurulu oluşturulmuştur. Bu Kurul, yıl boyunca genelgenin
takibini yapacak ve yıl sonunda önümüzdeki yıla
ilişkin tespit edilen çözüm önerilerini Başbakanlık ile paylaşacaktır.
Genelge ile seyahate
ilişkin sorunların sıkı denetim ile azaltılması hedeflenmiş ve ucuz ulaşım
sağlanması için özel tren seferleri konulmuştur.
Ekmek ve yemek
pişirme, çamaşır ve bulaşık yıkama ile tuvalet ve banyo mahalleri gibi asgari
ihtiyaçlarının karşılandığı barınma yerlerinin işverenlerce karşılanmaması
hâlinde, uygun yerleşim yerleri ve altyapıları il özel idarelerince
oluşturulacaktır.
İşçilerin ve
ailelerinin düzenli sağlık taramaları, çocukların gelişimi ve gebelik takipleri
periyodik olarak yaptırılacak, bu hizmetler için gerekirse mobil sağlık
ekipleri oluşturulacaktır.
İşçi çocuklarının
eğitimlerini devam ettirmek üzere misafir öğrenci, taşımalı eğitim veya mobil
eğitim gibi imkânlardan faydalanmaları sağlanacak, ihtiyaç duyulan eğitim
malzemeleri ise valiliklerce temin edilecektir.
Ücret
anlaşmazlıklarında kamu idaresi taraf olacak ve aracılık kurumunun ve işçi
hareketliliğinin kayıt altına alınması sağlanacaktır.
Tüm bu
faaliyetler için ihtiyaç duyulan kaynak, valiliklerce hazırlanacak projeler
doğrultusunda İşsizlik Sigortası Fonu’ndan, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma
Vakfı ile il özel idaresi bütçelerinden karşılanacaktır. İhtiyaç duyulacak
projelerin finans sorununun bulunmaması şüphesiz ki uygulamacıları
rahatlatmıştır.
Genelge,
işçilerin ve yöre halkının birbirinin emek ve işlerine duydukları ihtiyaç,
kardeşlik ve dayanışma bilincini güçlendirmeye yönelik olarak meslek
teşekkülleri ve sivil toplum örgütlerinin de katkılarıyla alınacak tedbirleri
de içermektedir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Ekmen.
MEHMET EMİN EKMEN
(Devamla) – İstismara yol açacak sosyal ve siyasal sorunlara fırsat
verilmeyecek, özellikle devletin tarafsızlığına gölge düşürecek her türlü söz,
eylem ve uygulamadan kesinlikle kaçınılacaktır. Bu genelge, sosyal devlet
ilkesinin uygulanması açısından oldukça önemlidir, bir ilktir. Bu genelge,
devlet için küçük ama işçilerimiz için büyük bir adımdır. Siyasetçilerin ve
sivil toplumun katkısıyla uygulanacak bu genelgenin çok önemli bir sorunun
çözümünü sağlayacağı açıktır. Her partiden siyasetçilerimizin bu genelgenin
uygulanmasını takip etmesi anlamlı olacaktır.
Ben, göç veren
bir ilin vekili olarak bu genelgenin yayımını sağlayan Sayın Başbakanımıza ve
ilgili bürokratlara teşekkürü bir borç biliyor, Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ŞEVKET KÖSE
(Adıyaman) – Sayın Başkan, 60’a göre katkı vermek istiyorum.
BAŞKAN – Sayın
Köse, öyle bir usulümüz yok gündem dışı konuşmalarda.
ŞEVKET KÖSE
(Adıyaman) – Yok, ama ben rica ediyorum.
BAŞKAN – Yok
efendim, Tüzük’te olmayan…
ŞEVKET KÖSE
(Adıyaman) – Bir dakika efendim. Katkı vereceğim, eleştirmek amacıyla değil.
BAŞKAN – Gündem
dışı ikinci söz Süryanilerin sorunları hakkında söz isteyen Muş Milletvekili
Nuri Yaman’a aittir.
Buyurun Sayın
Yaman.
2.- Muş Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, Asuri-Süryanilerin
sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması
M. NURİ YAMAN
(Muş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’de yaşayan Asuri-Süryanilerin sorunlarıyla ilgili olarak gündem dışı
söz almış bulunmaktayım. Bu nedenle, hepinizi en içten duygularımla
selamlıyorum.
Yaklaşık beş bin
yıllık geçmişleriyle dünyanın en eski halklarından biri olan Süryaniler,
tarihte Mezopotamya olarak bilinen bölgede hüküm sürmüş olan Akad, Asur, Babil ve Aram
uygarlıklarının mirasçılarıdırlar. Asuri-Süryaniler,
bu dönemde kültür ve uygarlık gelişimine önayak olmuşlar, toplumsal kanunların
oluşturulması, ticaretin geliştirilip genişlemesi ve yazının
yaygınlaştırılmasıyla diğer birçok alanda, bulundukları bölgelere damgalarını
vurmuş olan bir ulustur.
Süryanilerin
dünya üzerindeki sayısının yaklaşık 6 milyon, Türkiye'de ise 15 bin ile 20 bin
arası olduğu tahmin edilmektedir; dünyada 28, Türkiye'de 4 tane
metropolitlikleri bulunmaktadır; Patriklik merkezleri 1932 yılında Türkiye'den
Şam'a taşınmak zorunda bırakılmıştır. Süryanilerin bu kadar dağınık
yaşamalarının en önemli nedenlerinden birini zorunlu göçler oluşturmaktadır.
Bu kadim halk,
Mezopotamya'nın en eski halkı olmasına rağmen, kendi ana vatanlarında yaşadıkları
zulüm, tehcir ve katliamlardan ve zoraki göçlerden ötürü bu topraklarda yok
olmak üzeredirler. “Kendi ana vatanlarında mülteci olmak” tabiri Süryani
halkının içinde bulunduğu durumu deyim yerindeyse en güzel şekilde
özetlemektedir.
Türkiye'nin bugünkü
sınırları kapsamında değerlendirildiğinde, Süryaniler, 1900'lü yılların
başlarında gayrimüslimlerin yaklaşık olarak yüzde 30'nu teşkil ediyordu, toplam
nüfusun ise yaklaşık olarak yüzde 8 ile 10'unu teşkil ediyordu. O dönemdeki
genel nüfusun 15 milyon olduğu düşünüldüğünde Süryanilerin nüfusu 1,5 milyon
civarındaydı.
Bilindiği üzere,
Osmanlı, Balkanlarda yaşadığı travmadan sonra
Anadolu'yu tek tipleştirmeye yönelmiştir. Bu proje, Türkleştirme harekâtına
direnen halkları yok etmeyi öngören bir projedir. Bu kapsamda, 1914'ten 1918'e
kadar yok edilen Süryanilerin sayısı 400 ile 500 bin arasında bilinmektedir.
1932 yılında
çıkartılan bir yasa ile 1915’ten sağ kalan azınlıkları asimile etmek için
"Türkçe konuş vatandaş" kampanyası ile özellikle askerlik nedeniyle
erkek çocuklarına Türkçe isim vermek zorunda bırakılmış bir halktır. 6-7 Eylül
1955 olaylarında ise, gayrimüslim olan bu halk, yaşatılan baskı ve korku
psikolojisiyle Avrupa'ya zorunlu göç etmek zorunda bırakılmıştır.
Daha sonra,
1974'te Kıbrıs Savaşı’nda özellikle Turabdin'de
"gayrimüslimleri öldürmek vaciptir" anlayışı ile hareket eden
birtakım gerici çevreler tarafından korku cenderesi ve akabinde 12 Eylül 1980
faşist darbesi yüzünden yine aynı baskılar ve zorbalıklar sistematik olarak
özellikle bölgede kendini ağır bir biçimde hissettirince ana yurtlarından
ayrılmak zorunda kalmışlardır.
Şimdi ise
Süryanilerin dinî merkezi olan ve 12 bin rahibin mezarı bulunan Mardin
Midyat'taki Mor Gabriel Manastırı üzerinde çok çirkin
oyunlar oynanmaktadır.
Cumhuriyet
dönemindeki ilk resmî sınırları 1938 tarihinde çizilmiştir. İl özel idaresi
Manastırın doğu, batı, kuzey ve güney hudutlarını tespit etmiş, mevki adları
tek tek yazılmıştır.
Midyat
Kaymakamlığı da krokilerin çizilip komşu köylerin onaylamasını istemiş ve
Eğlence, Yayvantepe, Güngören, Çandarlı
ve Tolgalı köyleri bu krokileri onaylayarak doğrulamıştır ancak 1950'de devlet
bu kez uçaktan fotoğraflayıp harita çizdirdiğinde 1938'de çizilen krokiyle
örtüştüğü ortaya çıkmıştır.
Manastır, bu
sınırlar içinde kalan gayrimenkulleri için yetmiş yıldır bu devlete vergi
ödüyor.
Manastır
arazisinin sınırları iki yıl öncesine kadar bir sorun yaratmamıştır, ta ki 2008
Ağustosunda Manastıra komşu Çandarlı, Eğlence ve Yayvantepe köylerine kadastrocular gelinceye kadar.
Önceden sınırları
tespit edilmiş olan ama kadastro çalışması ilk kez yapılıyor olması birtakım
sorunları yeniden gündeme taşımıştır.
Kadastronun
yaptığı paylaşıma göre Manastır, iki köye toplam 1.100 dönüm toprak verecekti,
bu da sahip olduğu arazinin yarısını yitirmesi anlamındadır.
Manastırın
itirazıyla olay kadastro mahkemesine gelmiş, mahkeme kadastro müdürlüğünün
çizdiği sınırları aynen onaylamıştır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen
tamamlayınız.
Buyurun.
M. NURİ YAMAN
(Devamla) – Ayrıca, kadastro yeni sınırları belirledikten sonra, hazine de
Manastırdan davacı olmuştur.
Hazine, Manastır
topraklarının bir bölümünün tarıma uygun olmadığını, bu nedenle devlet
tasarrufuna geçmesi gerektiğini belirterek buralara ihtiyati tedbir konulmasını
sağlamıştır.
Değerli
arkadaşlar, biz, bütün bu gelişmelerin arkasında yatan gerçekleri çok iyi
bilmekteyiz. Toprak tamamen bahanedir. Köylülerin arkasındaki gerçek gücü
herkes bilmelidir.
Manastırın
mahkemelik olduğu köylerden iki tanesi hâlen köy korucuları tarafından ve bu
araziler de bunlar tarafından kullanılmaktadır. Korucuların bölgede devletin
gücünü arkasına alarak neler yaptığını, nasıl yasa dışı işlere karışarak bölge
insanını korku ve baskı altında tuttuğunu hepimiz bilmekteyiz.
Mardin'de sadece
2.000-2.500 civarında Süryani kalmıştır. Asıl amaç, geriye kalan bir avuç
Süryani'yi de bu topraklardan kaçırmak ve bütün mallarına ve mülklerine el
koymak olduğunu belirtir, yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (BDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Yaman.
Gündem dışı
üçüncü söz Türk dünyasıyla ilişkilerin geliştirilmesi için yapılması gerekenler
hakkında söz isteyen Tokat Milletvekili Reşat Doğru’ya aittir.
Buyurun Sayın
Doğru. (MHP sıralarından alkışlar)
3.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Türk dünyasının
sorunlarına ve Türk dünyasıyla ilişkilerin geliştirilmesi için yapılması
gerekenlere ilişkin gündem dışı konuşması
REŞAT DOĞRU
(Tokat) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türk dünyası sorunları ve ilişkilerin
geliştirilmesiyle ilgili söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
“Türk dünyası”
denince, Türk soyundan gelen, Türkçe konuşan, ortak dile, ortak kültüre, ortak
değere sahip insan topluluğu anlaşılmaktadır.
“Türk dünyası”
kavramı oldukça geniş bir coğrafyayı ilgilendirmektedir. Kuzey Buz Denizi’nden
Afrika içlerine, Çin’in içlerinden Balkanların daha ötesine kadar uzanan
muazzam bir coğrafya, bu terimin ilgi alanına girmektedir.
Bu geniş
coğrafyada yaşayan Türk soyluların tamamı bağımsız kendi devletlerinde
yaşamamaktadır. Başta Türkiye olmak üzere, Azerbaycan, Türkmenistan,
Özbekistan, Kırgızistan, Kazakistan ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki
Türkler bağımsız devletlerinde yaşamaktadır. Buna karşılık, İran, Irak, Afganistan,
Yunanistan, Makedonya, Sırbistan, Karadağ, Bulgaristan, Romanya ve benzeri
ülkelerde yaşayan Türklerin ise ayrı bir idari bölgeleri yoktur. Daha küçük
Türk topluluklarının ise ne belli bir bölgeleri vardır ne de azınlık statüsüne
sahiptirler.
Sayın milletvekilleri,
Türk dünyasındaki devletler arasında da çok önemli
sorunlar vardır. Bu sorunlar Türkiye Cumhuriyeti devletini ilgilendirmeli ve
çözümlerinde de yardımcı olunmalıdır. Bakınız bunlardan bazıları olarak: Ahıska Türklerinin ana vatanı, malum olduğu üzere, günümüz
Gürcistan’ının Ahıska bölgesidir; Stalin tarafından
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkistan’a gönderilmişlerdir; nüfuslarının
yarısı bu sürgün sırasında kırılmıştır. Bugün, Kazakistan, Kırgızistan,
Özbekistan ve Rusya Federasyonu’nun değişik bölgelerinde dağınık olarak yaşayan
Ahıskalılar, ana vatanlarına dönme mücadelesi
veriyorlar.
Bununla ilgili
dernekler kurdular. Ne yazık ki, Gürcistan yönetimi “Türk” olarak dönüşlerine
izin vermemektedir. Ancak, “Müslümanlaşmış Gürcü” kimliğini kabul ederlerse
bölgeye dönebilecekleri konusunda bir teklifte bulunmuştur. Dönmüş olsalar da
başka bir problemle karşılaşacaklardır. O da şudur: Ahıska
bölgesine Sovyetler döneminde Ermeniler yerleştirilmişlerdir. Ermeniler,
Gürcistan’ın hemen her bölgesinde vardırlar ve çoğu da “Gürcü” kimliği
taşımaktadırlar.
Sayın
milletvekilleri, Ahıska Türklerinin eski topraklarına
geri dönmelerinde Türkiye Cumhuriyeti devletine de çok önemli görevler
düşmektedir.
Türk dünyasında
etnik sorunlara dikkat edilmelidir. Geçmişten bugüne kadar devam eden kardeş
kavgaları hâlen devam etmektedir. Bu kavgaların arkasında bu bölgelerde emeli
olan güçlerin olduğu bir gerçektir.
Sovyetlerin
dağılma sürecinde çoğunlukla Fergana Vadisi’nde
yaşayan Ahıska Türkleri ile Özbekler arasında
çatışmalar yaşanmıştı. Bu çatışmaların neticesinde Ahıska
Türkleri bölgeyi terk etmek zorunda kalmışlar ve çoğunlukla Rusya
Federasyonu’na yerleşmişlerdi. Ne yazık ki, yeni yerleştikleri bölgelerde de
Rusların baskılarıyla karşı karşıya kaldılar.
Kırgız Türkleri,
Özbekistan’ın Fergana Vadisi’nin Kırgızistan’a sınır
olan bölgelerinde yaşamaktadırlar. Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinde bu
bölgede Özbekler ile Kırgızlar arasında etnik çatışmalar yaşanmıştır.
Çatışmalar Kırgızistan’a da yayılmış ve oldukça zor önlenmişti. Hem
Kırgızistan’da hem de Özbekistan’da yakın zamanda yaşanan olaylar, ölümlere
varan sonuçlar meydana getirmiştir. Olaylar ne kadar siyasi gibi görünse de
arkasında etnik kızışma yatmaktadır. Bu bölgeye oldukça dikkat etmek ve Türkiye
Cumhuriyeti devleti olarak yardım etmek mecburiyetindeyiz.
Sayın
milletvekilleri, bunların yanında Karabağ sorunu çok önemlidir, çözümsüz bir
şekilde beklemektedir. Azerbaycan’la birlikte bu konu da bizim konumuz
olmalıdır. İşgal bitmeli ve Azeriler kendi öz topraklarına dönmelidir. Ayrıca,
Doğu Türkistan Türkü’nün yaşadıklarını, Kerkük, Musul ve Irak Türklerinin
yaşamış olduklarını da unutmamak gerekir.
Sayın
milletvekilleri, günümüzde Türk dünyası misyonerlerin cirit attığı bir bölge
hâline gelmiştir. Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte dünyanın hemen her Hristiyan ülkesinden misyonerler bölgeye akın etmiş ve
19’uncu yüzyıldaki Rus papazları gibi bölge insanını Hristiyanlaştırma
gayreti içine girmişlerdir. Bu misyonerler, özellikle Sibirya, İdil-Ural
bölgesi, Kazakistan ve Kırgızistan’da faaliyet içindedirler. Bu konuda Türkiye
Cumhuriyeti devletine ve Diyanet İşleri Başkanlığına çok önemli görevler düşmektedir.
Türklerin
yaşadığı ülkelerle ekonomik, siyasi ve kültürel iş birliğini kalıcı hâle
getirecek çalışmalar yapmak, ilgili ülkelerle Türkiye’yi ve Türk kültürünü
öğretecek kurumlar kurmamız gerekmektedir.
İsmail Gaspıralı’nın söylediği gibi, dilde, işte, fikirde birlik
en önemli konumuz olmalıdır. Bunun başı da dildir. Türk dünyasının bugünkü
bölünmüşlüğünün, ayrılığının temelinde ortak alfabe eksikliği yatmaktadır.
Alfabe sorununu çözmeden Türk dünyasının ruh birlikteliğini sağlamak mümkün
görünmemektedir. Türk dünyasının bütün sorunlarının, hatta ekonomik
sorunlarının bile temelinde alfabe ayrılığı yatmaktadır.
Sayın
milletvekilleri, Orta Asya ülkelerinde turizm potansiyeli çok yüksektir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun.
REŞAT DOĞRU
(Devamla) – Teşekkür ederim.
İlgili ülkelerle
turizm potansiyelini değerlendirmeli ve oraları turizme açarak onlara destek
olmalıyız.
Ayrıca, 1990’lı
yıllarda oluşturulan Büyük Öğrenci Projesi’nin çok büyük sorunları vardır.
Büyük Öğrenci Projesi Türk dünyasının geleceğidir, Büyük Öğrenci Projesi’ne
destek olmak mecburiyetindeyiz. Gençlik programları yaparak Türk dünyası
gençleri kaynaştırılmalıdır.
Avrupa Birliği
başta olmak üzere 3 milyonun üzerinde Türkiye Türkü yurt dışındadır. İlgili
ülke yöneticileriyle birlikte bu insanlarımızın eğitim, kültür, siyasal ve
sosyal hakları konusunda çalışmalar yapılmalıdır. Türk İşbirliği ve Kalkınma
Ajansı, TİKA kuruluşu kuruluş amaçlarına yönelmeli ve Türk dünyasına gözlerini
çevirmelidir. “Türk dünyası ortak pazarı” mutlaka kurulmalı, İpek Yolu
canlandırılmalıdır. Sonuçta da hepimizin istediği ve beklenen müstakil “Türk
dünyası bakanlığı” kurulmalıdır.
Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; unutmamalıyız ki bizlerin Türkiye olarak onların yanında
bulunmamız ve onlara destek olmamız, gelecekte dünya üzerinde söz sahibi ülke
olmamızın da yolunu açacaktır diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Doğru.
Gündeme
geçiyoruz.
Meclis
araştırması açılmasına ilişkin dört önerge vardır, ayrı ayrı
okutuyorum:
V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Batman Milletvekili Ayla Akat
Ata ve 19 milletvekilinin, üniversite öğrencilerinin karıştığı saldırı
olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/829)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Türkiye'de giderek artış gösteren ve kamuoyuna yansıyan üniversite
öğrencilerinin karşı karşıya kaldığı baskı ve saldırıların kimler tarafından ve
hangi amaçla gerçekleştirildiğinin açığa çıkarılması, olayda sorumluluğu
bulunan kişi ve kurumların tespit edilmesi ve öğrencilerin hiçbir can güvenliği
kaygısı taşımadan eğitimlerini tamamlayabilmeleri için gereken önlemlerin
belirlenebilmesi amacıyla Anayasa’nın 98'inci, İçtüzüğün 104 ve 105'inci
maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz.
1) Ayla Akat Ata (Batman)
2) Selahattin Demirtaş (Diyarbakır)
3) Gültan Kışanak (Diyarbakır)
4) Bengi Yıldız (Batman)
5) Akın Birdal (Diyarbakır)
6) Emine Ayna (Mardin)
7) Fatma Kurtulan (Van)
8) Hasip Kaplan (Şırnak)
9) Hamit Geylani (Hakkâri)
10) İbrahim
Binici (Şanlıurfa)
11) M. Nuri Yaman (Muş)
12) Mehmet Nezir
Karabaş (Bitlis)
13) Mehmet Ufuk
Uras (İstanbul)
14) Osman Özçelik (Siirt)
15) Özdal Üçer (Van)
16) Pervin Buldan (Iğdır)
17) Sebahat Tuncel (İstanbul)
18) Sevahir Bayındır (Şırnak)
19) Sırrı Sakık (Muş)
20) Şerafettin
Halis (Tunceli)
Gerekçe:
Toplumsal değişim
ve gelişim kurumları olan üniversiteler, bireylerin kendilerini özgürce ifade
ettiği alanlar olarak kabul edilmektedir. Ancak 1980 darbesiyle birlikte
üniversitelerde muhalif kimliğe sahip olan öğrenciler yoğun saldırı ve
baskılara maruz kalmıştır. Özellikle son günlerde üniversitelerde okuyan
muhalif kimliğe sahip öğrencilere yönelik saldırılar giderek artmış ve kaygı
verici düzeye ulaşmıştır. Son olarak, Muğla'da 11 Mayıs
tarihinde gözaltına alınan arkadaşlarının serbest bırakılması için Muğla Hamdi
Bey Polis Karakolu önünde toplanan Kürt öğrencilere yönelik saldırı
gerçekleşmiş, akabinde güvenlik güçlerinin gaz bombası ve ateşli silah
kullanarak müdahalesiyle gelişen olaylarda Şerzan
Kurt isimli 21 yaşındaki üniversite öğrencisi aldığı kurşun yarası sonucu ağır
yaralanmış, kısa bir süre sonra ise yaşamını yitirmiştir. 11 Mayıs
tarihinde başlayan olaylar, 12 Mayıs akşam saatlerinde daha da artmış ve
gelişen olaylar sonucu yaklaşık 10 kişi yaralanmış, 100’den fazla kişi
gözaltına alınmış, Kürt kökenli öğrencilerin evlerine yönelik baskınlar
gerçekleşmiştir. Yetkililer tarafından, "her şey kontrol altında"
şeklinde açıklama yapılmış olmasına karşın, çevre ilçelerden Muğla kent
merkezine geldiği belirtilen kalabalık gruplar nedeniyle Kürt öğrencilerin yeni
saldırılara maruz kalabilecekleri ve can güvenliklerinin bulunmadığı İnsan
Hakları Derneği tarafından ifade edilmiştir.
Kısa bir süre
öncesinde ise Manisa Demirci'de okuyan Kürt kökenli öğrencilerin evleri
basılarak tahrip edilmiş, öğrencilere yönelik ise fiziki saldırılar
gerçekleşmiştir. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi bahar şenliklerinde stand açan öğrencilere yönelik baskı uygulanmış, şenlik
sonrasında gerçekleştirilen saldırı sonucu 2 öğrenci yaralanmıştır. Yaşanan
saldırının ardından yurt önünde toplanan gençlere güvenlik güçlerinin
müdahalesi sonucu çok sayıda öğrenci gözaltına alınmıştır. Ege Üniversitesi
bahar şenlikleri kapsamında stand açan öğrencilere
yönelik gerçekleştirilen saldırıda yaralananlar olmuş, saldırıyı düzenleyen
kişilerin ise güvenlik güçleri tarafından korunduğu iddia edilmektedir. Harran
Üniversitesi Osman Bey Kampüsü'nde Kürt öğrencilerin
ülkücü olduğu belirtilen bir grup tarafından silahla taciz edildikleri
kamuoyuna yansımıştır. Saldırıyı düzenleyenler hakkında suç duyurusunda
bulunmak isteyen öğrencilere jandarma tarafından müdahale edildiği
belirtilmektedir. Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nde okuyan
öğrencilerin başka bir üniversiteden geldikleri belirtilen ülkücü bir grubun
saldırısına uğraması ile başlayan olaylar sonucu çok sayıda öğrenci gözaltına
alınmıştır. Yine Dicle Üniversitesi yönetimi tarafından öğrenciler üzerindeki
baskıların giderek arttığı, bu baskıların son örneği olarak da üniversite
öğrencilerinin gerçekleştirmek istediği bahar şenliklerine güvenlik güçlerince
aşırı güç kullanılarak müdahale edilmesidir. Gerçekleştirilen müdahale
sonucunda çok sayıda öğrencinin gözaltına alındığı kamuoyuna yansımıştır.
Son dönemlerde
üniversitelerde artarak devam eden ve çoğu üniversite öğrencisi olmayan kişiler
tarafından gerçekleştirilen saldırı ve provokasyonlara
güvenlik güçlerince gereken müdahalenin yapılmaması, saldırıya maruz kalan
kişilerin gözaltına alınması, saldırıların Türkiye genelinde eş zamanlı olarak
yoğunlaşması, Kürt öğrencilere yönelik bu saldırılar üzerinden toplumsal
gerginliğin yaratılmaya çalışıldığının göstergesidir. Yaşanan olaylar farklı
görüşteki küçük gruplar arasında çıkan çatışmaların büyümesi sonucu değil,
belli bir merkezden bilinçli olarak ülkenin tümünde kutuplaşmayı arttırmaya
yönelik provokatif girişimler olduğu açıkça
anlaşılmaktadır.
Nitekim
üniversite öğrencilerinin maruz kaldığı hak ihlalleri konusunda, insan hakları
alanında faaliyet yürüten kuruluşlar tarafından bir takım raporlar hazırlanarak
kamuoyuna sunulmuştur. Karabük Üniversitesi, Afyon Kocatepe Üniversitesi ve
Muğla Üniversitesi'nde yaşanan hak ihlalleri hakkında hazırlanan raporlarla
konuya dikkat çekilmeye çalışılmıştır.
2.- Batman Milletvekili Bengi Yıldız ve 19 milletvekilinin,
PTT Genel Müdürlüğünde çalışan taşeron işçilerin sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/830)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
PTT Genel
Müdürlüğü'nde çalışan "Taşeron İşçilerin" yaşadıkları sorunların
araştırılması amacıyla Anayasa'nın 98, İçtüzüğün 104 ve
1) Bengi Yıldız (Batman)
2) Selahattin Demirtaş (Diyarbakır)
3) Gültan Kışanak
(Diyarbakır)
4) Ayla Akat Ata (Batman)
5) Akın Birdal (Diyarbakır)
6) Emine Ayna (Mardin)
7) Fatma Kurtulan
(Van)
8) Hasip Kaplan (Şırnak)
9) Hamit Geylani (Hakkâri)
10) İbrahim
Binici (Şanlıurfa)
11) M. Nuri Yaman
(Muş)
12) Mehmet Nezir
Karabaş (Bitlis)
13) Mehmet Ufuk
Uras (İstanbul)
14) Osman Özçelik (Siirt)
15) Özdal Üçer (Van)
16) Pervin Buldan
(Iğdır)
17) Sebahat Tuncel (İstanbul)
18) Sevahir Bayındır (Şırnak)
19) Sırrı Sakık (Muş)
20) Şerafettin
Halis (Tunceli)
Gerekçe
Kamu
kuruluşlarında kamu hizmetlerinin taşeron firmalar aracılığıyla ucuz ve
güvencesiz işgücü ile yürütülmesi son zamanlarda giderek artan bir uygulama
olarak karşımıza çıkmaktadır. PTT Genel Müdürlüğü de başlangıçta sadece posta
ayrımı için taşeron işçi alırken, bugün adi posta, taahhütlü-iadeli, APS, koli
dağıtım hizmetleri için de taşeron işçi çalıştırmaktadır. Taşeron işçiler
asgari ücrete, iş güvencesiz, örgütlenememe ve herhangi bir sendikaya üye olma
haklarından yoksun olarak çalıştırılmaktadırlar. Sözleşmeleri sürekli
yenilendiği için yıllık izinlerini kullanmayı, ihbar ve kıdem tazminatını
kazanmayı da hak edemiyorlar. Kadrolu personeller gibi aynı işi yapan, aynı
kıyafeti giyen, aynı masalarda, aynı cihetlerde çalışan ve diğerleri gibi
"postacı" olarak adlandırılan firma çalışanları ne yazık ki aynı
ücreti almamakta aynı hak ve yetkilere sahip olamamaktadırlar.
Görev sırasında
kadrolu personeller belediyelerin toplu ulaşım araçlarından ücretsiz
yararlanırken firma çalışanlarına ücretsiz paso hakkı verilmediğinden aldıkları
asgari ücretin önemli bir kısmını ulaşıma harcamak zorunda kalmaktadırlar. PTT
Genel Müdürlüğü ise kendi işini yapan işçilere tanıması gereken en asgari
hakları dahi görmezden gelmektedir. PTT Genel Müdürlüğünde çalışan taşeron işçilerin
yaşadıkları sorunlar yalnızca ücret, iş güvencesiz çalışma, sosyal haklarının
olmaması ile sınırlı değil. Bu sorunlara ek olarak; yazlık ve kışlık olmak
üzere verilen elbiselerin yedeklerinin verilmemesi, kargo servisinde
görevlendirilen firma çalışanları günde ortalama 16 saat çalıştırılmaları ve
mesai ücreti ödenmemesi, bayram ve tatil günlerinde de çalıştırıldığı halde
mesai, yol, yemek ücreti ödenmemesi, kadrolu personele verilen banka promosyonlarının taşeron firma çalışanlarına verilmemesi sayılabilir.
Taşeron işçilerin yaşadıkları en önemli sorun ise firma çalışanları sorunlarını
dile getirdiklerinde işlerini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya
kalmaktadırlar. Taşeron işçiler bu kadar sorun yaşarken taşeron firmalar ise
PTT Genel Müdürlüğü'nün bütün ayrıcalıklarından kolaylıkla yararlanabildiği
dile getiriliyor.
PTT'de çalışan
taşeron işçilerinin sorunlarının tespiti ve acilen çözülmesi, yıllık
izinlerinin kullandırılması, çalışma saatlerinin sekiz saat olarak
düzenlenmesi, fazla çalışma ücretlerinin ödenmesi, banka promosyonlarından
yararlanabilmesi, yapılan sözleşmelerin şeffaf olması, iş güvencesinin
sağlanması, sendikalaşmalarının önündeki engellerin kaldırılması, eşit işe eşit
ücret ilkesine göre çalışmalarının sağlanabilmesi için bir araştırma
komisyonunun kurulması büyük önem arz etmektedir.
3.- Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal
ve 19 milletvekilinin, Zonguldak havzası taş kömürü ocaklarındaki taşeronlaşma
ile iş ve işçi güvenliği sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/831)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Zonguldak
havzasındaki taş kömürü ocaklarındaki taşeronlaştırmanın boyutlarının ortaya
çıkarılması, iş güvenliğini ve iş güvencesine olumsuz etkilerinin saptanması,
bir daha iş kazalarının yaşanmaması ve ölümlü kazalarla karşılaşmamak için
gerekli önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98'nci, İçtüzük'ün 104 ve
105'inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasını saygıyla dilerim.
21.05.2010
1) Akın Birdal (Diyarbakır)
2) Selahattin Demirtaş (Diyarbakır)
3) Gültan Kışanak (Diyarbakır)
4) Ayla Akat Ata (Batman)
5) Bengi
Yıldız (Batman)
6) Emine
Ayna (Mardin)
7) Fatma
Kurtulan (Van)
8) Hasip Kaplan (Şırnak)
9) Hamit Geylani (Hakkâri)
10) İbrahim
Binici (Şanlıurfa)
11) M. Nuri
Yaman (Muş)
12) Mehmet Nezir
Karabaş (Bitlis)
13) Mehmet Ufuk
Uras (İstanbul)
14) Osman Özçelik (Siirt)
15) Özdal Üçer (Van)
16) Pervin
Buldan (Iğdır)
17) Sebahat Tuncel (İstanbul)
18) Sevahir Bayındır (Şırnak)
19) Sırrı Sakık (Muş)
20) Şerafettin
Halis (Tunceli)
Gerekçe:
Sanayinin en
önemli girdilerinden olan taş kömürü ülkemizde sadece Zonguldak havzasında elde
edilmektedir. Havzada yaklaşık 150 yıldan beri taş kömürü ocağı
işletilmektedir. Havzadaki işletmeden sorumlu olan Türkiye Taş Kömürü Kurumu
1991 yılındaki "büyük madenci grevinden" sonra sendikanın etkisini
azaltmaya yönelik politikalar geliştirmiştir. Bu politikalar arasında işçi
sayısını azaltma, ocakları kapatma, ocakları taşeron firma eliyle işletme
sayılabilir. Dünyanın en zor işçiliği kabul edilen maden işçiliğinde birikim,
deneyim ve iş arkadaşına güvenme önde gelmektedir. Taşeron firmalar ise iş
güvenliğini tehlikeye düşürecek ölçüde deneyimsiz, sendikasız, güvencesiz işçi
çalıştırmayı yeğlemektedir. Bunun yanı sıra teknik açıdan gerekli sayıda
mühendis çalıştırmaktan da kaçınmaktadırlar.
2004 yılında
Maden Kanunu değiştirilmiştir. Bu değişiklikle beraber taşeronlaştırma ve bunun
sonucunda da iş kazaları ve kazalara bağlı ölümler artmıştır.
Maden
Mühendisleri Odasının verilerine göre taşeronlaşmanın arttığı 2004 yılında 2
İlde meydana gelen maden kazalarında yaşamını yitirenlerin sayısı 22'dir.
2005'de 1 İlde olan kazada yaşamını yitirenlerin sayısı 18 olmuştur. 2006 ve
2007'de 3 İlde olan kazalarda yaşamını yitirenlerin sayısı 21 ve 7'dir. 2008'de
22 ilde 43 işçi yaşamını yitirmiştir. 2009'da ise 24 İldeki 62 kazada 92 işçi
yaşamını yitirdi. 2010'nun ilk 4 ayında 15 İlde 25 ölümlü kaza oldu. Bu
kazalarda 37 kişi yaşamını yitirmiştir. Bu rakamlara Karadon'daki
kaza dahil değildir.
Havzada örgütlü
Genel Maden İşçileri Sendikasının verileri de bu istatistikleri doğrular niteliktedir.
Buna göre, özel işletmelerde 2009 yılı içinde 100 bin tona isabet eden ölüm
oranı 2.46 kat artmıştır. Zonguldak taş kömürü havzasında 2000-2009 yılları
arasında meydana gelen 25 bin 655 iş kazasının, 63'ü ölümle sonuçlanmıştır.
Bu
istatistiklerle Türkiye, Avrupa'da birinci, Dünyada üçüncü sıradadır.
Bilim insanları
yaptıkları açıklamalarla kömür madenciliğine yatırım yapılmadan
Bütün bunlar
Sayın Başbakan'ın söylediği gibi kader değildir. Yürütülen neo
liberal ekonomi politikalarının bir sonucudur.
Dünya
standartlarına göre maden ocaklarında:
-i ki
havalandırma grubu olmalı,
- yeraltı
çalışmalarında en az iki ayrı yoldan yerüstü bağlantısı olmalı,
-kurtarma
teşkilatı olmalı,
- ocak içindeki
makineler alev sızdırmaz özellikte olmalı,
- gazlar kontrol
altına alınmalı.
- Bütün bunların
yanı sıra etkin bir denetim olmalıdır.
Yurttaşlarımızın
yaşamı, iş güvenliği ve iş güvencesi maddi değerlerle karşılaştırılamayacak
kadar önemlidir. Son yaşanan kaza da göstermiştir ki, taşeronlaştırma iş
güvenliğini tehlikeye atmakta ve ölümlü kaza sayısı artmaktadır.
Bu çerçevede,
Zonguldak havzasındaki taş kömürü ocaklarındaki taşeronlaştırmanın boyutlarının
ortaya çıkarılması, iş güvenliğini ve iş güvencesine olumsuz etkilerinin
saptanması, bir daha böyle iş kazalarının yaşanmaması ve ölümlü kazalarla karşılaşmamak
için gerekli önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis Araştırma Komisyonu
kurulması yerinde olacaktır. 21.05.2010
4.- Van Milletvekili Özdal Üçer
ve 19 milletvekilinin, üniversite öğrencilerinin barınma sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/832)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığı'na
Kredi ve Yurtlar
Kurumu bağlı yurtların durumunun tespiti, öğrencilerinin yaşadıkları barınma ve
beslenme sorunlarının neler olduğunun belirlenmesi, öğrencilerin daha sağlıklı
bir ortamda üniversite eğitim öğretimlerini tamamlayabilmeleri için alınacak
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasa'nın 98, İçtüzüğün 104 ve 105'inci
Maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz ederim.
1) Özdal Üçer (Van)
2) Selahattin Demirtaş (Diyarbakır)
3) Gültan Kışanak (Diyarbakır)
4) Ayla Akat Ata (Batman)
5) Bengi Yıldız (Batman)
6) Akın Birdal (Diyarbakır)
7) Emine Ayna (Mardin)
8) Fatma Kurtulan (Van)
9) Hasip Kaplan (Şırnak)
10) Hamit Geylani (Hakkâri)
11) İbrahim
Binici (Şanlıurfa)
12) M. Nuri Yaman (Muş)
13) Mehmet Nezir
Karabaş (Bitlis)
14) Mehmet Ufuk
Uras (İstanbul)
15) Osman Özçelik (Siirt)
16) Pervin Buldan (Iğdır)
17) Sebahat Tuncel (İstanbul)
18) Sevahir Bayındır (Şırnak)
19) Sırrı Sakık (Muş)
20) Şerafettin
Halis (Tunceli)
Gerekçe
Türkiye'de 94'ü
devlet, 45'i vakıf olmak üzere toplam 139 üniversite bulunuyor. Bu
üniversitelerin 3'te 1’inden fazlası üç büyük ilde toplanıyor. Bu
üniversitelerde 2 milyon 924 bin 281 öğrenci eğitim-öğretim görmektedir.
Yoksulluk,
psikolojik sorunlar, ders yükü, aileye yük olmama, ideolojik baskı, parasızlık,
işsiz kalma kaygısı, sınav stresi gibi birçok sorunla mücadele ederek mesleğe
ve hayata hazırlanan üniversite öğrencilerinin en büyük problemlerinin başında
barınma ve beslenme sorunları gelmektedir.
Üniversite
gençliğinin büyük çoğunluğu öğrenim için ailesinin yanından ayrılmak zorunda
kalmaktadır. Son yıllarda artan üniversite sayısı, öğrenci kapasitelerinin
yükseltilmesi ve buna karşılık öğrenci yurt kapasitelerinin yetersiz kalması
üniversite öğrencilerinin barınma sorununu had safhaya ulaştırmıştır.
Bugün Kredi ve
Yurtlar Kurumuna bağlı toplam 236 yurt bulunmaktadır. Bu yurtların toplam
kapasitesi 215.717'dir. Bu kapasite toplam öğrenci sayısının yüzde 10'unu bile
karşılamamaktadır. Ayrıca bu yurtların ısınmadan temizliğe, güvenlikten
personel yetersizliğine kadar birçok sorunu bulunmaktadır. Yurtların büyük bir
bölümünde, odalar ranza sistemli olup tuvalet ve banyolar katlardaki tüm
öğrenciler tarafından ortak kullanılmaktadır. Yurtların sadece yüzde 0,68'inde
odalar karyola tipi olup, her bir odanın içinde tv-buzdolabı,
çalışma masası ve kitaplık bulunmakta ve tuvalet ile banyo oda içinde yer
almaktadır.
Yurtların aylık
ücretleri 90 TL ile 175 TL arasında değişmektedir. Bu yurtlarda öğle yemeği
hariç öğrenci başına kahvaltı ve akşam yemeği bedeli ortalama 4 TL'dir. Öğle
yemeği yemeyen bir öğrencinin sadece aylık yurt ücreti ve yemek bedeli en az
210 TL'dir. Devletin ise bir öğrenciye verdiği burs/öğrenim kredisi tutarı ise
200 TL'dir. Öğle yemeği, ulaşım, kırtasiye, giyim, sosyal yaşam masraflarını da
eklediğimizde bir öğrencinin aylık giderinin öğrenciye verilen burs/kredi
miktarının en az üç dört katını bulacağı aşikârdır.
Kredi ve Yurtlar
Kurumu'nun yurtlarında kalma olanağı bulamayan üniversite öğrencilerinin yüzde
90'nından fazlası ise uygun barınma ve sağlık koşullarından yoksun olarak özel
yurtlarda, kiralık apartman dairelerinde, pansiyonlarda ya da cemaatlerin ağına
düşerek cemaat evlerinde kalmakta ve çoğu zaman öğrenimlerini güç koşullarda
sürdürmektedirler.
Konuta yerleşen öğrencilerin yaşadıkları sorunların başında konut
sahiplerinin öğrenciye kiralık konut vermek istememesi, konut kiralarının
öğrenci için fazla yüksek olması, yüksek miktarda depozito istenmesi, uygun ev
arkadaşı bulmada güçlük yaşanması, ev eşyasının bulunmaması, ikinci el kırık
dökük eşyalar kullanılmak zorunda kalınması, konutun yetersiz gün ışığı alması,
rutubetli olması, konutların küçük olması, yeterince ısınmaması gelmektedir.
Özel yurtlara ya
da pansiyonlara yerleşmek zorunda olan öğrencilerden çok büyük miktarlarda ücret
talep edilmektedir. Bu da öğrencilerin çok ciddi ekonomik sorunlar yaşamasına
neden olmaktadır. Özel yurtların ve pansiyonların ücretleri yıllık 3 bin 500 TL
ile 10 bin TL arasında değişmektedir.
Ekonomik sorunlar
nedeni ile konuta, özel yurtlara ya da pansiyonlara yerleşemeyen öğrenciler ise
cemaatlerin ağlarına düşerek cemaat evlerine gitmek zorunda kalmaktadırlar. Çok
ciddi bir ideolojik baskıya maruz kalmakta ve özgürlükleri neredeyse tamamen kısıtlanmaktadır.
Barınma, beslenme
ve sağlık faktörleri birbiri ile oldukça ilişkilidir. Genç bireylerin barınma
ve beslenme alanındaki sorunları sağlığı etkilemekte, sağlıksız ortamlarda
yeterli ve dengeli beslenememesi öğrencilerin sağlığını bozmaktadır. Yapılan
araştırmalar, genel olarak üniversite gençlerinde yetersiz ve dengesiz
beslenmeye bağlı birçok rahatsızlığın görüldüğünü bunların başında zayıflık
veya tam tersi obezite sorununun geldiğini
belirtmektedirler.
Öğrenciler için
her şeyden önce sağlıklı barınma alanları oluşturulmalı, yurtların kapasitesi
arttırılmalı, var olan yurtlardaki yaşam koşulları bir an önce
iyileştirilmelidir. Öğrencilerin yeterli ve dengeli beslenebilmeleri,
ailelerine yük olmadan eğitim öğretimlerini tamamlayabilmeleri için burs ve
kredi miktarları arttırılmalıdır. İnsanların yaşadıkları yerler fiziksel ve
ruhsal sağlıkları açısından oldukça önemlidir ve bireyin sağlığına yaşam
kalitesine ve mutluluğuna doğrudan etki etmektedir. Kredi ve Yurtlar Kurumu
bağlı yurtların durumunun tespiti, öğrencilerinin yaşadıkları barınma ve
beslenme sorunlarının neler olduğunun belirlenmesi, öğrencilerin daha sağlıklı
bir ortamda üniversite eğitim öğretimlerini tamamlayabilmeleri için alınacak
önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılması büyük önem arz
etmektedir.
BAŞKAN –
Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler
gündemdeki yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki
görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir
önerisi vardır, okutup oylarınıza sunacağım:
VI.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- (10/694) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin
ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 14/7/2010 Çarşamba
günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu;
14.07.2010 Çarşamba günü (bugün) toplanamadığından Grubumuzun aşağıdaki
önerisinin İçtüzüğün 19 uncu Maddesi gereğince Genel Kurulun onayına
sunulmasını arz ederim.
Saygılarımla.
Mehmet
Şandır
Mersin
MHP
Grup Başkanvekili
Öneri:
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Gündeminin, Genel Görüşme ve
Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler
Kısmında yer alan 10/694 esas numaralı, “Çiftçilerin sulamada kullandıkları
elektrik borçları ile aylık fatura uygulamasının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla” Anayasanın 98. ve İçtüzüğün 104 ve 105.
Maddeleri Gereğince Meclis Araştırması önergelerinin görüşmelerinin Genel
Kurulun 14.07.2010 Çarşamba günlü birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN –
Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Hasan Çalış,
Karaman Milletvekili.
Buyurun Sayın
Çalış. (MHP sıralarından alkışlar)
HASAN ÇALIŞ
(Karaman) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime başlarken yüce
heyetinize saygı ve selamlarımı arz ediyorum.
Kıymetli
arkadaşlar, çiftçilerimizin sulama amaçlı kullandıkları elektrik borçları ve
yine bu kesime yönelik başlatılan aylık fatura uygulaması konusundaki araştırma
önergemizin bugün Genel Kurul gündemine alınmasıyla ilgili Milliyetçi Hareket
Partisi Grubumuzun önergesi üzerinde söz aldım. Bu vesileyle çiftçimizin bu
konudaki sıkıntılarını dile getireceğiz.
Değerli arkadaşlar, Sayın Tarım Bakanımız zaman zaman bu kürsüye çıkıyor, milletimizi tarımla ilgili
politikalar ve uygulamaları konusunda aydınlatıyor ama ne enteresan bir
durumdur ki Sayın Bakan ne zaman bu kürsüye çıksa ben yanımdaki arkadaşlarıma
“Sayın Bakan bizim çiftçiden mi bahsediyor, Sayın Bakan Türkiye'nin
çiftçisinden mi bahsediyor?” diye sormak zorunda kalıyorum.
Değerli
arkadaşlar, maalesef Sayın Bakanın ve sayın iktidarın uyguladığı tarım
politikaları sonucunda çiftçimizin, tarımın bugün içinde bulunduğu durum içler
acısıdır. Daha birkaç yıl öncesine kadar dünyada tarımda kendi kendine yeten
birkaç ülkeden birisiyken ülkemiz, bugün maalesef et ürünleri, canlı hayvan
ithal edilir duruma gelmiştir.
Yine bugün, ne
acıdır ki Türkiye yüz ülkeden tarım ürünü ithal etmektedir değerli arkadaşlar.
Bu, Ankara Ticaret Odasının bu konuda yapmış olduğu araştırmanın sonucudur,
raporudur. Arzu eden arkadaşlar, ilgi duyan arkadaşlar ilgili sayfalara girerek
bu konuyu inceleyebilirler. Maalesef, Türkiye gibi bir tarım ülkesi ABD’den
pamuk, Fransa’dan arpa, Rusya’dan buğday, Ukrayna’dan mısır, Meksika’dan nohut,
Kanada’dan mercimek ithal eder hâle gelmiştir.
Kıymetli
arkadaşlar, bugün çiftçimizin en güncel sorunu Toprak Mahsulleri Ofisi önünde
yaşadıkları dramdır. Sayın Bakan buğday, arpa ve diğer hububat ürünleriyle
ilgili taban fiyatları açıkladı. Bu fiyatları açıkladığı zaman ben
çiftçilerimizle görüştüm, ziraat odası temsilcilerimizle görüştüm: “Ne
diyorsunuz bu fiyata?” “Bu fiyat bizim maliyetimizi kurtarmaz.”
Bugün yaşadıkları
durum nedir? İlan edilen fiyatın 80 kuruş, 100 kuruş altında ürününü vermek
zorunda kalıyor. Çiftçimiz ofis kuyruğunda alın terinin, göz nurunun
karşılığını alabilmek için saatlerce beklemek zorunda kalıyor. Görevli eksperlerimizin çiftçinin ürününü almamak için âdeta
savsaklamakla görevlendirilmiş gibi bir durumu var. Eğer bunun aksini iddia
eden varsa ofislerin önündeki kuyruklara ve vatandaşımıza birazcık kulak
versin.
Kıymetli
arkadaşlar, çiftçi gerçekten zor durumdadır. Çiftçinin bugün düştüğü durum
nedir? Yerin altında su durmaktadır, tesis kurulmuştur, ürün tarladadır; bu
ürüne suyu vermek için şalteri çevirmesi gerekiyor, çevirememektedir. Niçin?
Elektrik borcunu ödeyemediği için. Bugün Türkiye genelinde yirmi yedi bölgedeki
2.500’den fazla sulama kooperatifi başkanının çok önemli bir kısmı sıkıntı
yaşamaktadır, bir kısmı hapis yatmakla karşı karşıya kalmış durumdadır.
Kıymetli
arkadaşlar, çiftçimizin bu durum karşısında tercihi ne olmaktadır? Çiftçi
giderek sulu tarımdan vazgeçmektedir, kuru tarıma geçmek zorunda kalıyor. Kuru
tarıma geçmek demek verimin düşmesi demektir, millî servetin heba olması
demektir değerli arkadaşlarım. Bugün gerçekten iki yıl öncesine göre 3
çiftçiden 2’si sulu tarımdan vazgeçmek zorunda kalmıştır. Niçin? Elektrik
borçlarının altından kalkamadığı için. Konya, Karaman Ovası’nda 1 ton hububat
ürününün üzerine arkadaşlar, 160 lira sadece sulamadan dolayı elektrik maliyeti
yüklenmektedir. Çiftçinin bunları taşıma şansı, bunları kaldırma şansı yoktur.
Çiftçimizin bu sıkıntısını gidermemiz gerekiyor. Türkiye gibi, tarımda önemli
bir istihdam sağlayan ülkemizin tarımını içine düştüğü bu sıkıntılı durumdan
kurtarmak için halletmemiz gereken pek çok problem vardır ama bu problemlerin
en önemlilerinden birisi elektrik borçlarıyla ilgili durumdur. Bugün, MEDAŞ’ın, TEDAŞ’ın kurumları
birer birer özelleştiriliyor, özelleştirilirken
şirketlere âdeta dikensiz gül bahçesi teslim ediliyor. Çiftçinin devlete olan
borçları, gözünün önünde bir korku malzemesi olarak duruyor. Bu birikmiş
borçların mutlaka halledilmesi gerekiyor. Bu birikmiş borçları halledemezsek,
yarın, çiftçinin kapısına bu borçlardan dolayı da sayın
Hükûmetimizin temsilcileri icra göndermenin yolunu
açarlarsa, bu çiftçilerimizin pek çoğu yine perişan olacaktır.
Kıymetli
arkadaşlar, yine, bu peşin elektrik faturası tahsilatıyla
ilgili uygulama, aylık tahsilattır. Aylık tahsilatı
bizim çiftçimiz kaldıramıyor çünkü çiftçimizin geliri aylık değil kıymetli
arkadaşlar, senenin belirli aylarında mahsulünü satıyor, senenin belirli
aylarında mahsulünün karşılığını alıyor. Yörelere göre, bu mahsul gelirine
uygun bir ödeme takvimi oluşturup, buna göre tahsilat
takvimi oluşturmak gerekiyor.
Arkadaşlar,
bugün, çiftçimiz, bankalar, TEDAŞ, tarım kredi ve tefecinin kıskacında
gerçekten zor durumdadır. Bugün, ülkemizde yüzde 23,7 istihdam sağlayan tarıma,
yüzde 21 istihdam sağlayan sanayiye verilen destekler, kurtarma paketleri
uygulanmalıdır. Tarıma bu paketler uygulanmazsa, yarın, ülkemizin çok önemli
girdilerinden biri tarım ürünleri ithali olacaktır.
Kıymetli
arkadaşlar, yine, çiftçimizin önemli sıkıntıları nedir? Özellikle yaş sebze ve
meyvede öngörülemeyen zararlar oluyor yılına göre, senesine göre. Bunlarla
ilgili çiftçimizi koruyucu tedbir almamız gerekiyor. Yine sel zararı, dolu
zararı, don zararından dolayı özellikle Çiftçi Kayıt Sistemi’nden kaynaklanan
sıkıntılar da bu zarara eklenince zarara uğrayan çiftçilerimizin ancak 4’ünden
1’i devletten yardım alabilmektedir. Çiftçimizin beklentisi şudur: Gerçekçi
tespit yapılarak çiftçinin zararının gerçek bir şekilde tazmin edilmesi,
yardımcı olunmasıdır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın
Çalış, lütfen tamamlayınız.
Buyurun.
HASAN ÇALIŞ
(Devamla) - Kıymetli arkadaşlar, tarımla uğraşan köylümüz, çiftçimiz sayın Hükûmetinizden, sayın
İktidarınızdan gündemine sahip olmanızı bekliyor. Kıymetli arkadaşlar, sizler
oluşturacağınız suni gündemlerle köylünün problemlerini, çiftçinin problemlerini
konuşturmayabilirsiniz ama problemler yerinde duruyor. Bu problemleri
çözmediğiniz sürece, döneceksiniz, dolaşacaksınız, bu vatandaşın, bu çiftçinin,
bu köylünün, bu tarım erbabının kapısına gideceksiniz. O gün, kendisinin sesini
duymayanlara çiftçinin sillesi çok ağır olacaktır. Yol yakınken tedbir almanızı
tavsiye ediyorum.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi problemlerin çözüm noktasıdır. Sizin, vatandaşın lehine
getireceğiniz her çözümde Milliyetçi Hareket Partisi yanınızda olacaktır
diyorum, saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum.(MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Çalış.
Önerinin aleyhinde söz isteyen Mehmet Erdoğan, Adıyaman
Milletvekili.
Buyurun Sayın
Erdoğan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET ERDOĞAN
(Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket
Partisinin araştırma önergesiyle ilgili söz almış bulunmaktayım. Yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye'nin sekiz yılda katettiği
mesafe, cumhuriyet tarihinin hiçbir dönemiyle kıyaslanamayacak başarılarla
doludur.
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Satışlardan bahset, satışlardan!
MEHMET ERDOĞAN
(Devamla) – Dış politikada, iç politikada, ekonomide, sosyal yaşamda, Türkiye
artık birinci lige taşınmıştır. Dünyada 16’ncı büyük ekonomi, Avrupa’da 6’ncı
büyük ekonomi hâline gelmiştir. 2002 yılında 36 milyar TL olan tarımsal
gayrisafi millî hasıla, 2009’da 80 milyar TL’ye
yaklaşmıştır.
TAYFUR SÜNER
(Antalya) – Borcun ne kadar, borcun?
MEHMET ERDOĞAN
(Devamla) – 2002 yılında 4 milyar dolar olan tarım ürünleri ihracatı, 2009
yılında 11,2 milyar dolara ulaşmıştır.
ALİM IŞIK (Kütahya) –
İthalattan da bahset, ithalattan da!
HÜSEYİN ÜNSAL
(Amasya) – Mercimek geldi, mercimek!
MEHMET ERDOĞAN
(Devamla) – 2002’de tarım sektörüne verilen destek 1,8 milyar TL iken…
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Yarım söyleme, ithalattan da bahset!
MEHMET ERDOĞAN
(Devamla) – …bugün bu rakam, tam 3 kat artışla, 3 katı da geçmiş, 5,6 milyar TL
olmuştur.
RECEP TANER
(Aydın) – Gayrisafi millî hasılaya oranı ne biliyor
musun?
MEHMET ERDOĞAN
(Devamla) – 2003 yılında ilk defa AK PARTİ döneminde başlayan mazot desteği
var.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen…
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Yanlış bilgilendiriyor Sayın Başkan.
MEHMET ERDOĞAN
(Devamla) – AK PARTİ’nin hizmetleri, AK PARTİ klasiği
oldu, tabii anlayamazsınız bunları, muhalefet bunları anlayamaz. Ben,
çiftçimize, milletimize hitap ediyorum.
RECEP TANER
(Aydın) – Çiftçi gereğini yapacak, hayırlı olacak bu iş!
MEHMET ERDOĞAN
(Devamla) – Değerli milletvekilleri, 2003 yılında ilk defa AK PARTİ döneminde
başlayan bir mazot desteği var. Ne kadar olmuş toplam mazot desteği ödemesi?
RECEP TANER
(Aydın) – Doğrudan gelir destekleri ne olmuş?
MEHMET ERDOĞAN
(Devamla) – 2010 yılı dâhil yaklaşık 3 milyar TL’dir. 2005 yılında
başlattığımız gübre desteklemeleri var, 2,2 milyar TL olmuş, 2010 yılı da
dâhil.
MUHARREM VARLI
(Adana) – Ya, gübreyi ne kadar artırdınız, mazotu ne kadar artırdınız? Verdiğin
destek sanki ne kadar? Ne konuşuyorsun ya!
MEHMET ERDOĞAN
(Devamla) – AK PARTİ İktidarı döneminde, çiftçilerimize toplam 36 milyar TL
destekleme ödemesini tamamlamışız. 2010 yılında 5,6 milyar TL olan toplam
tarımsal desteklemenin yaklaşık 5 milyar TL’sini haziran ayı sonu itibarıyla
ödemişiz.
Değerli
milletvekilleri, tarımsal sektörün gıda güvenliği ve ülkenin sosyoekonomik
kalkınmasında büyük bir rol oynadığının farkındayız. Tarımsal gelişmede su ve
sulama oldukça önemlidir. Su arzının giderek artan dünya nüfusunun taleplerini
karşılayamaz hâle gelmesiyle suyun stratejik öneminin arttığının farkındayız.
Onun için geleneksel sulama sistemlerine son verdik, modern sulama sistemlerini
yaygınlaştırıyoruz. Damla ve yağmurlama sulama sistemlerini destekliyoruz.
Yüzde 50 hibeli, sıfır faizli, beş yıl vadeli kredi desteğiyle üreticimizin
modern sulama teknikleriyle buluşmasını sağlıyoruz. Yaklaşık 2,2 milyon dekar
alanda bu desteklemeyi tamamlamış durumdayız.
Değerli
milletvekilleri, tarımsal sulama abonelerinin birikmiş borçlarının yeniden
yapılandırılması hususunda İktidarımız döneminde de önemli çalışmalar
yapılmıştır. 2003 yılında, borçlarını ödeyenlere yüzde 50 indirim ve
taksitlendirme imkânı getirildi. 2005 yılında, 2004 yılı sonuna kadar ödenmeyen
enerji tüketim bedelleriyle ilgili iyileştirmeler yapıldı. Tarımsal sulamada
borcu olmayanlara 1,70 kuruşluk destekleme yapıldı 2005’te. Mayıs 2009 tarihi
itibarıyla tarımsal sulamada kullanılan elektrik tüketiminden kaynaklanan her
türlü alacakların, yargıya intikal edip etmediğine bakmadan, daha önce herhangi
bir ödeme planına bağlanıp bağlanmadığına bakmadan, 10 Temmuz-10 Eylül 2009
tarihleri arasında borçların yeniden yapılandırılması imkânını getirdik. 2001
ve 2002’de çiftçilerimizin anapara borcunda yüzde 128 ve yüzde 109 oranında bir
artış vardı. 2003’teki yapılandırmadan sonra anapara borçlarında yüzde 52’lere
varan bir düşüşü izliyoruz. Bu, izleyen yıllarda yüzde 37, yüzde 26’ları
bulmuştur. Yani yapılandırma çiftçimiz tarafından olumlu karşılanıyor.
Değerli
milletvekilleri, artık Türkiye’de, gerçekleri gören, halkını iyi anlayan,
üretene değer veren bir iktidar işbaşındadır. Türk çiftçisini ekonomimiz içinde
vazgeçilmez bir aktör olarak görüyoruz. Türk çiftçisi ekonominin hayırlı
evladıdır. Bu insanlara bizim gönül borcumuz vardır. Bunu ödeme azmi ve
kararlılığı içindeyiz.
Tarım
politikalarını belirlerken ve uygularken popülist
yaklaşımlarda bulunma, tribünlere oynama, âdeta siyasi menfaatlerini memleket
menfaatlerinin önüne koyarak hareket etme lüksümüz yoktur. Bugün zamanımızı,
kaynaklarımızı, enerjimizi suistimal ederek
geleceğimizi kaybetmeyi göze alamayız. Her kuruşun hesabını iyi yapmak, bu
hesabı yaparken de aziz milletimizin tamamını, resmin tamamını görmek ve asla
bunu ihmal etmemek durumundayız.
Biz bunları
yaparken, çok gördük, “O ne veriyorsa 2 katını veriyorum.” diyenleri çok
gördük, “Çamurun üstüne oturmam.” diyenleri çok gördük, “Verdimse ben verdim.”
diyenleri çok gördük. İşte, biz bunların bozduğu dengeleri düzeltmek için, bu
dengeleri sağlam bir zemine oturtmak için buradayız.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Soyadı “Erdoğan” olanların işi bitiyor galiba bu memlekette, senin
de işin bitiyor!
MEHMET ERDOĞAN
(Devamla) – Değerli milletvekilleri, Türkiye fırsatların, umutların ülkesi
olmaya devam edecek. Doğrudur, siz kazanamadınız diye Türkiye kaybetmeyecek.
Siz iktidar olamıyorsunuz ve olamayacaksınız diye Türkiye sizin korku
siyasetinize esir düşmeyecek.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Soyadın “Erdoğan” değil mi? “Erdoğan” olanların işi bitti!
MEHMET ERDOĞAN
(Devamla) – Türkiye'nin yıllarını heba ettiniz. Her şey eskisi gibi devam
etsin, Türkiye yerinde saysın, Türkiye değişmesin diye düşünebilirsiniz.
Türkiye değişti kardeşim, Türkiye değişti.
AKİF AKKUŞ
(Mersin) – Seni görünce zaten değişmediğinin farkına varıyoruz, elli yıl önceki
politikacı gibi konuşuyorsun.
MEHMET ERDOĞAN
(Devamla) – Artık bunun farkına varın. Bunu anlamazsınız çünkü siz iktidarınız
döneminde milleti, memleketi krizden krize koşturan, memur maaşlarını ödemek
için on altı günlük borçlanamayan bir süreci bu millete yaşattınız.
Aziz milletimizi
saygılarımla selamlıyor, MHP önergesinin aleyhinde olduğumu arz ediyorum.
Saygılarımla. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
AKİF AKKUŞ
(Mersin) – Anca gidersin, hadi bakalım!
MUHARREM VARLI
(Adana) – Tarımı ne kadar bildiğiniz çiftçinin durumundan belli yani.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Erdoğan.
Önerinin lehinde
söz isteyen Vahap Seçer, Mersin Milletvekili.
Buyurun Sayın
Seçer. (CHP sıralarından alkışlar)
VAHAP SEÇER
(Mersin) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Milliyetçi
Hareket Partisinin sulama amaçlı elektrik borçları ile uygulanan aylık fatura
uygulaması konusunda araştırma yapılarak sorunların çözümüne yönelik alınacak
önlemlerin belirlenmesi amacıyla verdiği Meclis araştırması açılmasına dair
grup önerisi lehine söz almış bulunmaktayım.
Değerli
arkadaşlarım, Sayın Erdoğan konuşurken âdeta Türkiye’de değil, başka bir ülkede
tarımın değerlendirmesini yapıyor gibi bir izlenim edindim.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Seçer, o bir nutuktu.
VAHAP SEÇER
(Devamla) – Tabii iktidarın bakış açısı
ile bizlerin bakış açısı farklı, uygulamada çiftçilerin bugün karşı karşıya
bulunduğu sorunlar ve çektiği çileler de farklı.
Değerli
arkadaşlarım, Türkiye’de tarım her dönem önemli olmuştur. Türkiye’de her dönem
tarımın sorunları olmuştur. Tarımı -her zaman söylüyoruz- iktisadi bir sektör
olarak algılamayalım. Tarımın bir sosyal boyutu vardır. Bu ülkede yaşayan her 3
yurttaşımızdan 1 tanesi direkt ya da dolaylı olarak bu sektörden geçiniyor.
Dolayısıyla tarıma sağladığımız hükûmetler olarak
katkıları, destekleri burada ağzımızı doldura doldura
söylemenin bir anlamı yok, bir hikmeti yok. Bunu yapmak zorundasınız, zaten bu
sizin göreviniz.
Şimdi, Sayın Erdoğan, Sayın Bakan gibi ya da diğer iktidar mensubu
milletvekilleri gibi bu kürsüye çıktıkları zaman 2000 ile 2010 arası
mukayeseleri tarım sektörüyle ilgili yaparken sanki 2002 öncesi Türkiye yok,
2002 öncesi Türkiye’de tarım yok, 2002 öncesinde Türkiye’de çiftçiler açlıktan
ölmüş, sefil olmuşlar, hükûmetler hiç destek
vermemiş, o dönemlerde hiç destek primleri olmamış ya da gübre destekleri
olmamış, akaryakıt destekleri olmamış, doğrudan gelir desteği olmamış, 2002’de
Türkiye’de sanki çiftçi kendi kaderiyle baş başa bırakılmış.
Değerli
arkadaşlarım, kürsüye çıktığınız zaman doğruları konuşun, insanları
yanıltmayın. Az önce rakamlar verdi Sayın Erdoğan, dedi ki “2002 yılında biz
iktidara geldiğimiz zaman tarıma verdiğimiz destek merkezî bütçeden 1,8 milyar
liraydı, şu anda verdiğimiz destek 5,5 milyar liraya yükseldi.”
Şimdi, Sayın
Erdoğan’a sormak lazım: 2002’deki Türkiye'nin gayrisafi millî hasılasıyla 2010’daki Türkiye'nin gayrisafi hasılası bir mi?
2002 yılında 230 milyar dolar Türkiye'nin gayrisafi millî hasılası vardı ve 1,8
milyar, üreticiye destek veriyordu o dönemin hükûmetleri.
Bugün Türkiye'nin gayrisafi millî hasılası 750 milyar
dolarlara yükselmiş.
MEHMET ERDOĞAN
(Adıyaman) – Yükseldiğini kabul ediyorsunuz değil mi?
VAHAP SEÇER
(Devamla) – Elbette, elbette, elbette büyüdü.
MEHMET ERDOĞAN
(Adıyaman) – Güzel!
VAHAP SEÇER
(Devamla) – Bunu inkâr etmek mümkün mü, rakamlara aykırı bir şey söylememiz
mümkün mü? Ama konuya gelelim.
Şimdi, tarımsal
desteklerden bahsediyorsak nispi artış oranına bakmamız lazım. O gün verilen, o
dönemki hükûmetlerin tarıma sağladığı tarımsal
desteklerin gayrisafi millî hasılaya oranı neydi,
bugün, 2002’den bu yana AKP hükûmetlerinin tarıma
verdiği desteklerin gayrisafi millî hasılaya oranı ne?
Değerli
arkadaşlarım, o günlerde binde 6, binde 7 civarında gayrisafi millî hasılaya tarım desteklerinin oranı varken bugün binde 5
seviyelerinde. Tarım Kanunu sizin döneminizde çıktı.
MEHMET ERDOĞAN
(Adıyaman) – Kötü mü yaptık?
VAHAP SEÇER
(Devamla) – Ne dediniz Tarım Kanunu’nda? Vereceğimiz tarımsal destekler
gayrisafi millî hasılanın yüzde 1’inden az olamaz ama
bugün verdiğiniz, ağzınız dolu dolu konuştuğunuz,
övüne övüne söylediğiniz 5,5 katrilyon liranın
gayrisafi millî hasılaya oranı yüzde 1’i bulmuyor değerli arkadaşlarım. Siz
söylediklerinizle çelişiyorsunuz.
Değerli
arkadaşlarım, konuşmamın başında da söyledim, Türkiye’de tarımın sorunları
bitmiyor ama bu sorunlar AK PARTİ iktidarları döneminde maalesef azalacağına
artmış durumda. Avrupa Birliği sürecinde, Avrupa Birliğine
uyum çerçevesinde, müzakere sürecinde alınan birtakım tedbirler, çıkan yasalar
ki bunların bir kısmının elbette biz de altına imzamızı atıyoruz, olması
gerekenler diyoruz ama Türkiye'nin tarımsal üretim konusundaki ya da
çiftçilerin Türkiye toplumundaki yeri, durumu dikkate alınmadan, onların sosyal
sorunlara sebebiyet verecek yasalar çıkartılarak bunun sonucunun nereye
varacağı tahmin edilmeden ya da idrak edilmeden, fütursuzca bu Meclisten tarıma
yönelik yasalar çıkartıyorsunuz, damdan düşer gibi tedbirler alıyorsunuz. Bakınız,
bunları doğrulayan rakamlar var elimizde. Sizin 2002-2010 yılları arası
uyguladığınız politikalar neticesinde tarım sektöründen 1,5 milyon insan kopmak
zorunda kaldı.
Değerli
arkadaşlarım, o günden bugüne bu insanlar işsiz, aşsız kaldı, kırdan kente göç
etmek durumunda kaldı. İnşaat sektörünü sıkıntıya soktunuz, sanayi sektörünü
sıkıntıya soktunuz, hizmet sektörünü sıkıntıya soktunuz, turizm sektörünü
sıkıntıya soktunuz. Bu insanları tarımdan kopardınız, farklı sektörlerde de
onlara istihdam olanağı sağlayamadınız.
Bakın, yaş sebze
meyve dalında çürüyor, sokaklara döküyor üreticiler. Geçtiğimiz hafta
Mersin’de, üreticiler üzüm üretmişler, üzümlerini satamıyorlar; şeftali
üretmişler, satamıyorlar; erik üretmişler, satamıyorlar; ürünlerini sokaklara
döküyorlar, sizin Hükûmetinizi protesto ediyorlar.
Sizin gözünüz kapalı mı, kulağınız sağır mı? Siz üç maymunları oynamakla bu
ülkedeki tarım sektöründe yaşanan sorunları yok sayamazsınız.
SONER AKSOY
(Kütahya) – Salla, salla!
VAHAP SEÇER
(Devamla) – Bunlar realite, bunlar gerçek.
SONER AKSOY
(Kütahya) – Palavra, palavra!
VAHAP SEÇER
(Devamla) – Basını takip etmiyor musunuz? (CHP sıralarından alkışlar)
SONER AKSOY
(Kütahya) – Hadi oradan!
VAHAP SEÇER
(Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bu şekilde ülke tarımı yönetilmez. Bakın,
hayvancılığın geldiği noktaya bakın. Türkiye et ithal etmek zorunda kaldı.
Türkiye 42-43 milyon ton yaş sebze meyve üretiyor ama hâlâ yüzde 2, yüzde 3,
yüzde 4 seviyelerinde ihracat yapabiliyoruz. Sizin eliniz armut mu topluyor?
Niçin tedbir almıyorsunuz? Niçin ihracatı artırıcı tedbirler almıyorsunuz?
Niçin ihracata yeterli destek vermiyorsunuz, teşvik vermiyorsunuz? Yeterince
pazar araştırması yapamıyorsunuz. Tarımın içerisinde devlet eli olmazsa tarımı
geliştirmeniz, sürdürülebilirliğini sağlamanız mümkün mü? Hangi gelişmiş ülkede
tarım desteklenmiyor, Amerika Birleşik Devletleri’nde mi? Siz “5,5 katrilyon
destek veriyoruz.” diye övünüyorsunuz, 50-60 milyar dolar yıllık tarıma destek
veriyor ABD. İşte girme süreci içerisinde olduğumuz Avrupa Birliği, ortak
bütçesinin yüzde 40-45’ini tarıma destek olarak ayırıyor. Bu, rakamsal olarak
40 milyar avroya tekabül ediyor. Siz burada tarıma 5 milyar-5,5 milyar destek
verdik diye… Ki 72 milyon nüfuslu bir Türkiye, dünyanın 17’nci en büyük
ekonomisi.
SONER AKSOY
(Kütahya) – Siz ne veriyordunuz?
VAHAP SEÇER
(Devamla) - Böyle bir ülkede “5,5 katrilyon tarıma destek verdik.” diye burada
çıkıp övünüyorsunuz değerli arkadaşlarım.
SONER AKSOY
(Kütahya) – Hiç vermiyordunuz, hiç! Palavra yok! Palavra yok!
VAHAP SEÇER
(Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bakınız, hafta sonu siyasi çalışmalar
nedeniyle Karadeniz’e gittim. Artvin bölgesinde yol boyu gezerken orada çay
hasat eden çay üreticileriyle görüştüm. Buradan, Meclis kürsüsünden bunu
seslendirmek istiyorum. Devlet orada çay üreticisinden çay alır gibi yapıyor,
çay almamak için her türlü bahaneyi üreticinin karşısına bir dayatma olarak
koyuyor. Gözünün üzerinde kaşın var, kaşının üzerinde alnın var, bu çayın şu
kalitesi düşük, çeri var, çöpü var, sen bunu özel sektöre götür diye üreticiyi
sıkıntıya sokuyor. Bu, üreticinin bizatihi bizlere yaptığı şikâyettir. Burada
bunları dikkatinize sunmak istiyorum.
Değerli
arkadaşlarım, o bölgede ayrıca… Konu tarımken bunu da belirtmek istiyorum.
Zaten Türkiye son yıllarda -özellikle son üç dört yıl- hayvancılık sektöründe
çok ciddi hatalar yaptı, çok ciddi sorunlar yaşadı. Bugün et fiyatlarının
yükselmesinin ana sebebi de budur. O bölgede –Sayın Erdoğan, siz iyi dinleyin,
siz veterinersiniz- şap hastalığı görülmüş ve orada şap hastalığını önlemek
için yapılan aşılar aksi tesir yapmış -tekrar ediyorum, altını çiziyorum-
hastalığı önleyeceğine hastalığı depreştirmiş. Demek ki orada Bakanlığın
kullandığı aşılarda bir problem var. Ya süresi geçmiş ya eskimiş aşılar,
bilemiyorum, orada ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Bunu Hükûmetin
dikkatine sunmak istiyorum.
Değerli
arkadaşlarım, sulama amaçlı kullanılan elektrik borçları her zaman üreticinin,
çiftçinin büyük sıkıntıları olmuştur. Üreticilerimizin kullandığı elektrik
fiyatları, sanayide kullanılan elektrik fiyatlarından daha düşük olması
gerekirken Türkiye’de bunun tersini görmek mümkün. Üreticiler sulama amaçlı
kullandıkları elektriğin borçlarını ödeyemiyorlar, gününde ödeyemiyorlar. Tabii
ki bunların süresi geçtikçe üzerine faiz biniyor, süresi geçtikçe faiz biniyor,
bunlar ödenemeyecek, katlanamayacak düzeylere geliyor.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın
Seçer, buyurun, tamamlayınız.
VAHAP SEÇER
(Devamla) – Bitiriyorum Başkanım.
Ayrıca,
uygulamaya koyduğunuz her ay elektrik faturalarının tahsilatı
konusunda da üreticiler sıkıntı yaşıyorlar. Siz de takdir edersiniz ki tarımsal
üretimde belli hasat dönemleri vardır, üreticilerin ürettikleri ürünü her ay
hasat etmeleri ya da ürünlerinden her ay gelir elde etmeleri mümkün değildir,
bunların belli hasat periyotları vardır. Bu elektrik
faturalarının ödemeleri o hasat dönemlerine denk getirilirse bunun daha da
doğru olacağını düşünüyoruz.
Ben Milliyetçi
Hareket Partisinin verdiği grup önerisini, bu konuların araştırılması ve
alınacak tedbirlerin belirlenmesiyle ilgili grup önerisini desteklediğimizi ifade
etmek istiyorum. Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Seçer.
Önerinin
aleyhinde söz isteyen Afif Demirkıran, Siirt
Milletvekili.
Buyurun Sayın Demirkıran. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AFİF DEMİRKIRAN
(Siirt) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. Ben de Milliyetçi Hareket Partisinin İç Tüzük’ümüzün 104 ve
105’inci, Anayasa’mızın da 98’inci maddesine göre vermiş olduğu tarımsal sulama
elektrik borçlarıyla ilgili önergesi aleyhinde söz almış bulunuyorum.
Değerli Başkan,
değerli arkadaşlar; tabii ki AK PARTİ İktidarıyla beraber Türkiye'nin gerçekten
çehresi değişti. Türkiye artık dünyanın birinci liginde oynuyor. Sadece çiftçi
değil, sadece esnaf değil, sadece memur değil, ülkenin her kesimi AK PARTİ’nin yaptıklarından nasibini almaktadır. Çiftçilerimiz
de AK PARTİ’nin vermiş olduğu desteklerden, AK PARTİ’nin yapmış olduğu reformlardan, AK PARTİ’nin dünya konjonktürüne göre
geliştirdiği metotlardan, metodolojilerden, iyileştirmelerden nasibini
almaktadır…
YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) – Sistem yok, politika yok.
AFİF DEMİRKIRAN
(Devamla) – …ve çiftçilerimizin yaptıklarımızdan memnun olup olmadıklarının
göstergesi, bildiğiniz gibi sandıklardır, seçim dönemleridir. Sandığa
gittiğimizde eğer çiftçi, eğer köylü, eğer esnaf, eğer memur, toplumun her
kesimi AK PARTİ’ye ekseriyetle oy veriyor ve AK PARTİ’yi tek başına iktidar yapıyorsa…
YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) – Tarım politikanız var mı?
AFİF DEMİRKIRAN
(Devamla) – …bu, çiftçimizin de toplumun diğer kesimleri gibi AK PARTİ’nin politikaları, gerek tarım politikasını gerek
diğer politikalarını destekliyor anlamına gelmektedir.
Yapılması gereken
çok mu iş var? Evet, çok iş var. Çok mu şey yapıldı 2002’den bu yana? Evet, çok
iş yapıldı. Yeterli mi yapılanlar? Hayır, yeterli değildir. Destekler yeterli
midir? Hayır, değildir. Sulamalar yeterli midir? Hayır, değildir. Ama AK PARTİ
önüne katmış, götürüyor…
YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) – Neyi götürüyor, neyi?
AFİF DEMİRKIRAN
(Devamla) – …ve Allah’ın izniyle kısa bir zaman sonra çok daha iyi bir noktaya
getirecektir ülkeyi.
Bugün eğer
Avrupa’nın 6’ncı büyük ülkesi, dünyanın 17’nci büyük ülkesiysek bu AK PARTİ
İktidarı sayesinde, milletimizin AK PARTİ’ye vermiş
olduğu güven sayesindedir…
RAHMİ GÜNER
(Ordu) – Yahu, et ithal ediyoruz, hâlâ konuşuyorsun!
AFİF DEMİRKIRAN
(Devamla) – …ve yapmış olduğumuz planlama ve program doğrultusunda, 2023,
cumhuriyetimizin yüzüncü yılına geldiğimiz zaman, AK PARTİ, Allah’ın izniyle
Türkiye'yi dünyanın en gelişmiş on ekonomisi arasına sokacaktır. Bundan hiç
kimsenin şüphesi olmasın. Ha, burada talep ettiğimiz nedir? Herkesin ama
herkesin AK PARTİ’nin bu politikalarına destek
vermesidir çünkü bu ülke bizim, başka Türkiye yok. Bu ülkeyi hep beraber
kalkındırmak mecburiyetindeyiz.
Şimdi,
Türkiye'deki sulama alanlarına baktığımız zaman, hepinizin bildiği gibi 27
milyon hektar sulanabilir, daha doğrusu işletilebilir arazisi var Türkiye'nin.
Bunun 8,5 milyon civarında sulanabilir kısmı var. Bunun da 5 milyon hektarı
sulamaya açılmış bulunuyor. Bu 5 milyon hektarın aşağı yukarı 4 milyon hektarı
Devlet Su İşleri ve geçmişte Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından sulamaya
açılmıştır, 1 milyon hektarı da vatandaşlar tarafından, halk tarafından
sulamaya açılmıştır. Türkiye'nin en büyük sulama projesi, malumunuz olduğu
gibi, GAP bölgesindeki sulama projesidir.
YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) – Hani? Bitmedi ki daha.
AFİF DEMİRKIRAN
(Devamla) - 1,7-1,8 milyon hektarlık bir projedir ve GAP Eylem Planı’na göre
2012 yılında 1 milyon 100 bin hektara çıkacaktır sulanabilir alan. Bu çok
önemli bir rakamdır ve şu anda, bölgedeki arkadaşlar, hangi partiye mensup
olurlarsa olsun, çok iyi bilmektedirler ki sulama kanallarıyla ilgili yapılmış
olan ihalelerle, yürütülen işlerle ilgili ödenekte herhangi bir sıkıntı yok, ne
kadar iş yapılırsa o kadar ödenek var. Sayın Bakan, Devlet Bakanımız, bunu
açıkça her gittiği yerde söylüyor. Gerek GAP İdaresinden gerek Devlet Planlama
Teşkilatından gerek her ikisinden de sorumlu olan Devlet Bakanımız Sayın Cevdet
Yılmaz’a buradan şükranlarımı ifade etmek istiyorum. Her gittiğimiz GAP ilinde
ne kadar hizmet gerekiyorsa, ne kadar iş yapılabilirse, ne kadar ödenek
ihtiyacı varsa tamamını vermeye hazır olduğunu her vesileyle ifade etmektedir.
Yetmedi, buna Doğu Anadolu Projesi’ni de dâhil etmişiz. Yetmedi, biraz önce
arkadaşlarımızın vermiş olduğu önergede ağırlıklı olan Karaman, daha doğrusu
Meram elektrik bölgesini içermektedir, KOP (Konya Ovası Projesi) da yine çok
süratli bir şekilde eylem planı çerçevesinde gerekli hizmetleri almaktadır.
Değerli
arkadaşlar, şeye gelir isek…
YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) – GAP ne oldu? GAP bitti mi?
AFİF DEMİRKIRAN
(Devamla) – Evet, GAP’ın enerjisi bitti. Evet, GAP’ın sulaması 2012’de, biraz
önce ifade ettiğim gibi 1,1 milyon hektarı sulanacak ve GAP’ın gerçekten,
samimiyetimle ifade ediyorum…
Bakın, hangi
partiye mensup olursa olsun, hangi arkadaşım gelip dese ki: “GAP’ta şu proje
ödeneksizlik nedeniyle yürümemektedir.” Buyurun, beraberce Değerli Bakana
gidelim ve orayla ilgili ödeneği…
YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) – Tamam, beraber gidelim.
AFİF DEMİRKIRAN
(Devamla) - Çünkü hiçbir problemimiz yok. GAP’ta ödenekle ilgili herhangi bir
problemimiz yok ve gerçekten GAP, Türkiye’nin yüz akıdır ve dünya platformunda
Türkiye’ye çok ciddi şekilde itibar kazandıran bir projedir ve bu projeyle hep
beraber gurur duymamız gerekiyor.
Tabii ki su
potansiyelimize baktığımız zaman, su potansiyelimizin çok iyi ve verimli
kullanılması gerektiğini burada ifade etmek istiyorum. Türkiye’nin bütün su
potansiyeli, yer üstü 95 milyar metreküptür, yer altı 14 milyar metreküptür, 3
milyar metreküp de komşularımızdan gelen bir su, toplam 112 milyar metreküp
suyumuz var, su potansiyelimiz var. Bu potansiyelin şu anda sadece 40 milyar
metreküpünü kullanabiliyoruz. Bunun 30 milyar metreküpünü sulamada, 6 milyar
metreküpünü içme suyunda, 4 milyar metreküpünü de sanayide kullanmaktayız. Ama 2023, cumhuriyetimizin 100’üncü yılında -çünkü bütün
planlamamızı o tarihe göre oluşturmuş bulunuyoruz- 2023’e geldiğimiz zaman
Türkiye su potansiyelinin tamamını ekonominin hizmetine verecektir ve biraz
önce ifade ettiğim 6 milyar metreküp şu an için olan içme suyu tüketimi de
dünyadaki gelişime, modernleşmeye, nüfus artışına, vesaireye
paralel, bağlı olarak 18 milyar metreküpe çıkacaktır.
Ancak bütün bu
rakamlar büyük gibi görünmekle beraber fert başına düşen su miktarı -geçen gün
de yine bir konuşmamda ifade etmiş idim- maalesef ancak yılda kişi başına
Peki, nüfusumuz
artıyor, ihtiyaçlarımız artıyor ve şeye geldiğimiz zaman, yine 2030 yıllarına,
2023-2030 o civarlara geldiğimiz zaman bin metreküpün altına düşüyor, düşecek.
Hesaplamalar, varsayımlar bu şekildedir. Onun için değerli arkadaşlar, suyumuzu
çok iyi kullanmamız lazım.
Şimdi, buradan
tarımsal sulamaya geçmek istiyorum. Evet, su, özellikle kurak geçen yıllarda ve
yer altı sularının da derinleşmesi, daha derinlere gitmiş olması nedeniyle,
elektrik fiyatındaki -bütün dünyada olduğu gibi- artışlar nedeniyle -çünkü, petrol, doğal gaz vesaire bağımlılığı nedeniyle-
kullanılan elektrik miktarı yüksektir. Zaman zaman
çiftçilerimiz, gerçekten haklı olarak bundan büyük ıstırap duymaktadırlar,
özellikle pompaj ile sulama yapan…
REŞAT DOĞRU
(Tokat) – O zaman düşürün, niye düşürmüyorsunuz?
AFİF DEMİRKIRAN
(Devamla) – Ancak, Türkiye’deki sulamanın ağırlığı cazibeyledir. Yüzde 20
civarındadır pompajlı sulama, yüzde 80’i cazibelidir ve cazibeli sulamaları da
-bildiğiniz gibi- Devlet Su İşleri yapmaktadır. Kooperatiflerin de talepleri
doğrultusunda, Devlet Su İşleri kuyuyu açar, kanalı açar, pompayı koyar üzerine
ve belli bir taksitlendirmeyle çiftçiden geri almaktadır. Ama buna rağmen,
pompajla sulama yapan çiftçilerimizi rahatlatmamız gerekir.
Bunun çeşitli
yolları vardır. Bunun en önemlisini de geçen sene -yani 2009’un yanılmıyorsam
Haziran ayındaydı- 5917 sayılı bir torba Kanun’la bir madde ilave ettik, hem
yapılandırma yaptık, çiftçilerimizden gelen talepler doğrultusunda hem orada
cazibeyle pompaj arasındaki yüksek farkı ortadan kaldırmak için, birinden biraz
daha artırıp diğerine kompanze etmek üzere bir
mekanizma oluşturduk. Bununla ilgili çalışmalar yapılmaktadır. Zaten sulama
birlikleriyle ilgili kanun da Devlet Su İşlerinin, Bakanlığımızın gündeminde
olduğu için, bu sulama birlikleriyle ilgili kanun da Meclisimizden yüksek
oylarınızın sayesinde geçtikten sonra, çiftçilerimizin sulamayla ilgili
sıkıntılarını, sorunlarını daha rahat bir şekilde çözebilme imkânında
olabileceğiz.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Demirkıran, tamamlayınız lütfen.
AFİF DEMİRKIRAN
(Devamla) – Toparlıyorum Sayın Başkan.
Şimdi, arkadaşlarımız,
tabii, bu önergede bir araştırma talep etmektedirler. Gerçekten, üç dört
senedir esasen bununla ilgili bir çalışma var. Geçen sene genel merkezimizin
koordinasyonunda bir çalışma yapıldı. Ben bizzat daha önce bir çalışma yaptım
ve birçok arkadaşlarımız bunu biliyorlar. Dolayısıyla arkadaşlarımızın bu
benzer talepleri, bir şekilde, gerek Enerji Bakanlığımıza gerek Devlet Su
İşlerimiz ile TEDAŞ’a intikal ettiği takdirde,
beraberce de üzerinden geçebiliriz, bizim yapmış olduğumuz çalışmaları paylaşabiliriz.
Bu çalışmanın sonucunda önümüzdeki dönemlerde çiftçilerimizin elektrik
borçlarını biraz daha rahatlatabilecek bir seviyeye getirme imkânı vardır.
Sadece reaktif enerji çekmemek üzere kompanzasyon
koydukları takdirde üçte 1 kadar bir tasarruf yapabilme imkânı var. Bunu
çiftçilerimize anlatıyoruz ve bunun dışında başka türlü iyileştirmeler de söz
konusudur.
Bu vesileyle,
ben, bu şartlarda, önergenin aleyhinde oy kullanacağımı ifadeyle yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
III.- Y O K L A M A
(CHP sıralarından
bir grup milletvekili ayağa kalktı)
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Sayın Başkanım, yoklama talep ediyoruz.
BAŞKAN –
Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisini oylarınıza sunacağım, ancak bir
yoklama talebi var, yerine getireceğim.
Sayın İnce, Sayın
Durgun, Sayın Akıncı, Sayın Arifağaoğlu, Sayın Çöllü,
Sayın Güner, Sayın Tütüncü, Sayın Emek, Sayın Yıldız,
Sayın Genç, Sayın Seçer, Sayın Günday, Sayın Hacaloğlu, Sayın Paçarız, Sayın Ağyüz,
Sayın Diren, Sayın Öymen, Sayın Ersin, Sayın Topuz,
Sayın Ünlütepe, Sayın Öztürk
ve Sayın Özkan.
Yoklama için üç
dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, toplantı yeter sayısı yoktur.
Birleşime on
dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 15.27
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.39
BAŞKAN : Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 134’üncü Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
III.- Y O K L A M A
BAŞKAN - Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun İç
Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre vermiş olduğu önerisinin oylamasında istem
üzerine yapılan yoklamada toplantı yeter sayısı bulunamamıştı.
Bu nedenle
yeniden yoklama yapacağız.
Yoklama için üç
dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.
VI.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
1.- (10/694) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin
ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 14/7/2010 Çarşamba
günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi (Devam)
BAŞKAN - Öneriyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul
edilmemiştir.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi
vardır, okutup oylarınıza sunacağım.
Okutuyorum:
2.- (10/2) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin ön
görüşmelerinin, Genel Kurulun 14/7/2010 Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına
ilişkin CHP Grubu önerisi
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu;
14.07.2010 Çarşamba günü (Bugün) toplanamadığından Grubumuzun aşağıdaki
önerisinin İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına
sunulmasını saygılarımla arz ederim.
Muharrem
İnce
Yalova
Grup
Başkan Vekili
Öneri:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair
Öngörüşmeler Kısmında yer alan (İşsizlik sorunu ve
İşsizlik Sigortası Fonunun Daha Etkin Kullanımı Hakkında); (10/2) esas numaralı
Meclis Araştırması Önergesi görüşmesinin, Genel Kurul’un, 14.07.2010 Çarşamba
günlü birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN –
Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Algan
Hacaloğlu, İstanbul Milletvekili.
Buyurun Sayın Hacaloğlu. (CHP sıralarından alkışlar)
ALGAN HACALOĞLU
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; işsizlik sigortası araştırma
önergesi üzerinde grubum adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, işsizlik ülkemizin en vahim toplumsal yarasıdır. TÜİK verilerine
göre toplam işsizlik oranı yüzde 14 civarındadır; iş aramaktan bıkan umutsuz
işsizler ve mevsimlik çalışanlar da dâhil edildiği zaman bu rakam yüzde 20’nin
civarına, üzerine çıkmaktadır.
Mart 2010 sonu
itibarıyla, ülkemizde, 3 milyon 438 bin, iş bulma umudunu yitirenler de dâhil
edildiği zaman 5 milyon 839 bin işsiz bulunmaktadır, Mart 2010 sonu itibarıyla.
İster yüksek eğitim görmüş ister görmemiş olsun, gençlerimizin üçte 1’inde, iş
bulabilmek onlar için bir kâbusa dönüşmüştür.
2000’li yıllara
girilirken 4447 sayılı Yasa ile ülkemizde de işsizlik sigortası uygulaması
başlatıldı. Amaç, işsizliğin yarattığı maddi ve manevi çöküşü bir ölçüde
engellemek idi ancak AKP İktidarıyla, uygulama, kısa sürede kuşa dönüştürüldü.
Mart 2002’den Temmuz 2010 başına kadar İşsizlik Fonu’na, kesintiler ve nema
gelirleri de dâhil olmak üzere, toplam 56 milyar 100 milyon 457 bin lira kaynak
girişi oldu. Aynı dönemde fondan toplam 12 milyar 33 milyon 789 bin lira çıkış
oldu. Bu 12 milyar liralık çıkışın sadece 3 milyar 375 milyon lirası, yani
toplam gelirlerin sadece yüzde 6’sı işsizlere yâr oldu, onlara işsizlik
sigortası olarak ödendi. Oysa aynı dönemde, GAP yatırımlarına ise 7 milyar 126
milyon lira aktarıldı, yani işsizlere verilenin 2 katı.
Bilindiği gibi, Hükûmet, geçenlerde 4447 sayılı Yasa’ya yaptığı ek ilaveyle
hâlen 31 milyar 627 milyon lira olan nema, faiz gelirlerinin dörtte 1’inin
bütçeye kaydedilmesinin önünü açtı. Hükûmet, daha
evvel de, 2007, 2008, 2009’da, biraz evvel verdiğim toplam rakam çerçevesi
içinde, 7 milyarı aşan miktardaki kaynağı GAP’a aktarmıştı. Kısaca, işsizler
için, sekiz yılda 56 milyar liralık, Fon’dan sadece 3 milyar lira aktarıldı.
Bu durum,
ülkemizde sosyal devletin çökertilmiş olduğunun çok açık bir göstergesidir. Bu
durum, AKP İktidarının yüz karasıdır, işini kaybetmiş emekçilere büyük ayıbıdır
değerli arkadaşlarım.
Şu anda Fon’da
kâğıt üzerinde 44 milyar 62 milyon lira kaynak gözükmektedir. Hükûmet son sekiz yıldır bu kaynağı Hazinenin iç borçlanma
kaynağı olarak kullanmaktadır. Bu uygulama haksızdır, hukuksuzdur, çalışırken
işsiz kalanların hakkını gasptır. Kaldı ki ülkemizde uygulamada olan İşsizlik
Sigortası Fonu kuralları AB ülkelerine göre son derece geri ve yetersiz
düzeydedir. Örneğin, sigortadan yararlanabilmek için gerekli asgari istihdam
edilmiş olma süresi Yunanistan’da 4 ay, İsveç, Hollanda, Fransa’da 6 ay, AB
genelinde 12 ay, oysa Türkiye’de bu süre 20 aydır.
Keza işsizlik
sigortasından azami yararlanma süresi AB genelinde ortalama 20 aydan fazla,
Türkiye’de ise sadece 10 aydır.
Yapılacak
işsizlik sigortası ödemesinin kişinin istihdam edildiği dönemdeki net gelirine
oranı AB genelinde ortalama yüzde 70 düzeyindeyken, ülkemizde, asgari ücreti
geçmemek kaydıyla sadece yüzde 42 düzeyindedir. Yani, hem Türkiye’de kişi
başına gelir düzeyi AB ülkeleri ortalamasının sadece sekizde 1’i hem de
ülkemizde işsizlik sigortası ödemesinin ilgilinin çalışırken elde ettiği net
gelirine oranı AB ülkelerinde uygulanmakta olan oranın ancak yarısı
düzeyindedir.
Son yıllarda AB
ülkeleri işsizlik fonlarının yüklendiği rolleri genişleterek aktif iş gücünü
artırma çabası içine de girdiler, hatta işsizlere destek olabilmek için sigorta
fonuyla yetinmeyip tamamıyla vergi gelirleriyle karşılanan işsizlik yardımı
ödemelerini başlattılar. Bunun doğal sonucu olarak güçlü sosyal devlet yapıları
ile AB ülkelerinde sosyal harcamaların gayrisafi millî hasılaya
oranı yüzde 30,8’e tırmanırken ülkemizde bu oran hâlâ yüzde 17’ler düzeyinde
seyretmektedir.
Hükûmet, bu arada, son
günlerde “Ulusal İstihdam Stratejisi” konusunu ortaya attı. Bu strateji, bir
istihdam projesinden çok, emeğin mevcut kazanılmış haklarına yönelik İktidarın
bir saldırı ve gasp projesidir. Sanayi ve Ticaret Bakanının son günlerde
yapmakta olduğu “İşsizlik Sigortası Fonu ile kıdem tazminatını bir arada ele
alıp ortak bir formül bulmak lazım.” türünden açıklamaları da bu gasp
senaryosunun bir parçasıdır.
Değerli
arkadaşlarım, AKP İktidarıyla tarihî rekor düzeyine tırmanan işsizlik,
ülkemizde yaşam hakkına en büyük tehdide dönüşmüştür. Mevcut işsizliği sabit
düzeyde dahi tutabilmek için her yıl 600 bin yeni istihdam alanı açmak
gerekmektedir. İŞKUR, üstlenmesi gereken görevlerin çok uzağındadır. İş gücünün
eğitim ve beceri düzeyi genelde düşüktür. Kadınların iş gücüne katılma oranı
son derece yetersizdir. Çalışanların yüzde 43,8’i kayıt dışıdır. Bu hususların
düzeltilmesi ve koşulların iyileştirilmesi konularında sekiz yıldır hiçbir
ciddi çabanın ve projenin ortaya konmamış olması AKP İktidarının diğer bir
büyük ayıbıdır.
Ülkemizde
yeterince istihdam yaratılmamasının nedeni AKP İktidarının çarpık sosyal ve
ekonomik politikaları ve uygulamalarıdır. Ülkemizde yıllardır uygulanmakta olan
sıcak para, rant gelirlerine endeksli neoliberal ekonomi politikaları sonucu girişimcilik, üretim
gücü ve reel ekonomi yeterince gelişememektedir. Taşeronlaşan, yatay ve dikey
bağları zayıf, teknolojik yapısı yetersiz sanayi yapılanması ile yeterince
istihdam yaratamayan, kalitesiz büyüme koşulları iktidar tarafından ülkemize,
insanlarımıza insafsızca dayatılmaktadır.
Ekonomimizin
büyüme hızı yıllardır ortalama yüzde 4 ile yüzde 4,5 arasında sıkışıp
kalmıştır.
Kamu ve özel
kesimlerde toplam tasarruflar ve toplam sabit sermaye yatırımları yetersiz
düzeyde tıkanıp kalmıştır. Türkiye teknolojik yapılanma ARGE harcamaları ve
yenilikçilikte, teknik eğitimde, iş gücü planlamasında atılım yapamamıştır.
Ekonomimizin ve
toplumsal dokumuzun bu zaaf ve eksiklikleri, AKP İktidarının vizyonsuzluğu,
irade eksikliği ve pusulasının bozukluğundan kaynaklanmaktadır.
İşsizliğin hızla
azaltılması, yeni istihdam alanları yaratılması CHP’nin en öncelikli hedefidir.
Bu amaçla iktidarımızda, sosyal haklara duyarlı, örgütlü ve rekabetçi sosyal
piyasa ekonomisini hayata geçireceğiz. Hem üretim ve istihdamda artışı hem de
adil bölüşüm için dengeli, sürdürülebilir, dışa açık büyüme modelini temel
alacağız. Üretim ekonomisine geçeceğiz. Bu bilinçli yeni yapılanma ile on yıl
süreyle ekonominin ortalama yüzde 7 büyümesini hedef alacağız.
Tam istihdamı
hedef alan ulusal istihdam stratejisi uygulayacağız. Hâlen yüzde 20 düzeyinde
olan fiilî işsizlik oranını on yıl içinde yüzde 5’in altına indireceğiz. Bu
amaçla, etkin ve ileri vizyonlu iş gücü planlaması
gerçekleştireceğiz, girişimcilere ek istihdam için vergi, sigorta desteği
sağlayacağız.
Başta Doğu ve
Güneydoğu Anadolu’da ekonomiyi canlandırmak, sosyal ve ekonomik altyapıyı
yenilemek ve tamamlamak, ileri teknoloji alanlarında atılım yapmak için kamu
yatırımlarını yeniden başlatacağız.
AHMET YENİ
(Samsun) – Seçime çok var.
ALGAN HACALOĞLU
(Devamla) - Yeniden beceri kazandırma ve işbaşı eğitim faaliyetlerine yaygınlık
ve etkinlik kazandıracağız.
AHMET YENİ
(Samsun) – Seçime çok var Sayın Vekilim.
ALGAN HACALOĞLU
(Devamla) - Kayıt dışı istihdam oranını beş yıl içinde yarı yarıya azaltarak
kayıt altına alacağız.
AHMET YENİ
(Samsun) – Erken başladın, seçime çok var.
ALGAN HACALOĞLU
(Devamla) - Gençlerin işsizliğine çare üreteceğiz.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Hacaloğlu, lütfen tamamlayınız.
ALGAN HACALOĞLU
(Devamla) - Bu amaçla, genç işsizlere istihdam alanları ve mesleğe yönlendirme
olanakları sağlayacağız.
AHMET YENİ
(Samsun) – Bir sene sonra yaparsın bu konuşmaları.
ALGAN HACALOĞLU
(Devamla) - Kadınlarımızı eve hapseden AKP anlayışını kıracağız, kadınlarımızın
iş gücüne katılma oranını on yılda yüzde 40’a çıkartacağız. Kadınlarımıza
sigortalı, yarı zamanlı çalışma olanakları sağlayacağız.
Kırsal Kesimde
Süreli İstihdam Projesi’yle Doğu, Güneydoğu Anadolu’da beş yıl süreyle ortalama
300 bin yöre insanına iş olanağı sağlayacağız.
Hepsinden öte,
sosyal demokrat iktidarımızda, çalışma yaşamını demokratikleştireceğiz. 4/C’yi kaldıracağız, tüm kamu ve özel çalışanlara grevli
toplu sözleşme hakkını, güvenli ve onurlu çalışma koşullarını sağlayacağız ve
hepsinden öte, İşsizlik Sigortası Fonu’nu kesinlikle amacına, ilgili yasasına
uygun çerçevede kullanacağız.
Özetle,
gerçekleştireceğimiz sosyal demokrat iktidarımızda rantiyeci AKP İktidarının
sokağa bıraktığı tüm işsizlere -genç işsizlere, kadın işsizlere, eğitilmiş
işsizlere- kesinlikle
sahip çıkacağız.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ALGAN HACALOĞLU
(Devamla) – İlk genel seçimlerde gerçekleştireceğimiz sosyal demokrat
iktidarımızda bunlar bizim ilk önceliğimiz olacaktır.
BAŞKAN – Sayın Hacaloğlu, teşekkür ediyorum.
ALGAN HACALOĞLU
(Devamla) – Bu bizim, emekçilerimize sözümüzdür.
Hepinize
saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Hacaloğlu.
Önerinin
aleyhinde söz isteyen Rüstem Zeydan, Hakkâri
Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Zeydan.
RÜSTEM ZEYDAN
(Hakkâri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi sevgiyle, saygıyla
selamlıyorum. Cumhuriyet Halk Partisinin vermiş olduğu bu önergenin aleyhinde
söz almış bulunuyorum.
Değerli milletvekilleri,
dünya üzerinde yaşanan finansman krizinin olumsuz etkileri her geçen gün
artmakta ve çeşitlenmektedir. Dünyanın imalat sanayisinde önde gelen
ülkelerinde belirgin hâle gelen üretim düşüşüyle birlikte istihdam
olanaklarının daralmasıyla işsizlik yine dünyanın en önemli sorunları arasına
girmiştir. Bunu yaratan önemli bir neden talep yetersizliğidir. Üretim
azalışının kaçınılmaz sonucu, maalesef, işsizliktir. İstihdam olanağının
daralmasıyla birlikte ortaya çıkan talep yetersizliği işten çıkarmalara neden
olmakta ve bu oluşum giderek artmaktadır. Talebi azaltıcı faktörlerin çoğalması
sayesinde dünya işsizlik sorununu da beraber gözlemlemektedir.
Uluslararası
Çalışma Örgütünün verilerini kullanarak 2010 yılı Şubat ayı itibarıyla işsizlik
oranlarındaki yıllık değişime bakacak olur isek 51 ülkeden 38’inde işsizlik
oranlarının artmaya devam ettiğini ya da sabit kaldığını, sadece 13 ülkede
işsizlik oranının yıllık bazda gerilemekte olduğunu ve
Türkiye de bu 13 ülkenin içinde olup işsizlik oranının en hızlı gerilediği
ülkelerin başında gelmektedir. Sanayideki, ihracattaki, hizmetler sektöründeki
canlanmanın devam etmesiyle artık daha fazla vatandaşımızın iş sahibi olacağı
bir döneme girmiş bulunuyoruz. İşsizlik konusunda zaman zaman
bazı haksız eleştiriler yapılmaktadır. Özellikle her işsizlik verisi
açıklandıktan sonra genç nüfustaki işsizlik oranının sanki sadece Türkiye’de
yüksek seviyelerde olduğu gerek muhalefet gerekse bazı basın kuruluşları
tarafından dile getirilmekte ve maalesef karamsar bir tablo çizilmektedir.
Oysaki Avrupa’da,
dünyanın geri kalanında durum nedir diye baktığımızda çok da farklı bir tablo
olmadığını gözlemlemekteyiz. Avrupa Birliğinde genç nüfusta işsizlik oranı
geçtiğimiz yıl sonu itibarıyla yüzde 19’lar, yüzde
20’ler civarındadır. Bu oran gün geçtikçe maalesef artmaktadır, oralar için de
böyle bir sorun söz konusudur. Avrupa’da söz konusu rakam yıl
sonunda 19,7 iken nisan ayı itibarıyla yüzde 20’ye yükselmiş durumdadır.
Kısacası, Türkiye, genç nüfustaki işsizlik açısından da pek çok ülkeyle
kıyaslandığında nispeten iyi bir konumdadır.
İstihdam artırıcı
önlemler ve uygulamalar ekonomi politikalarımızın vazgeçilmez unsurlarıdır. 2004 yılından bu yana uyguladığımız aktif ve pasif iş gücü
programlarıyla, sigorta prim teşvikleriyle işverenlerimizin yeni istihdam
sağlamalarının önündeki engelleri kaldırmak, istihdam sağlamanın işverenler
üzerindeki maliyetlerini hafifletmek ve bu anlamda çeşitli yasal düzenlemeler
yaparak, örneğin 2004, 2005, 2007 yılları arasında yürürlüğe giren 5084, 5350,
5615 sayılı yasalar neticesinde kalkınmada öncelikli illerde binlerce işyerinin
sigorta primi işveren hissesinin önemli bir bölümünü karşılamış durumdayız ve
karşılamaya da devam ediyoruz.
Küresel ekonomik
krizin etkisini elbette ki biz de hissettik. Türkiye’de yüzde 10 civarında
seyreden işsizlik oranının 2008 yılında yüzde 11’e, 2009 yılında ise yüzde 14’e
yükselmiş, işsizliğin artışıyla birlikte, işsizlik sigortasından
yararlananların sayısında da ciddi bir artış olmuştur. 2009 yılında istihdam edilen
kişi sayısının dünya genelindeki seyrine baktığımızda, 67 ülkeden sadece
21’inde yıllık bazda istihdam artışı kaydedildiğini
görmekteyiz. İşte, Türkiye’nin de bu en yüksek istihdam artışının yaşandığı
dokuzuncu ülke olduğunu lütfen unutmayalım.
Uluslararası
Çalışma Örgütünün verilerine göre, krizin en şiddetli olduğu 2009 yılında
Türkiye’de istihdam edilen ortalama kişi sayısı 2008 yılına göre yaklaşık
olarak 96 bin kişi artmıştır. Öte yandan, gelişmiş ülkelerdeki fotoğrafa
baktığımızda, karşımızda böyle bir tabloyu nasıl göreceğiz? Çünkü bulamıyoruz,
göremiyoruz. Mesela, gelişmiş ülkelerden örnek verecek olursak, Kore’de, Çek
Cumhuriyeti’nde, Macaristan’da, Tayvan’da bu rakamlara baktığımızda, Kore’de
toplam istihdam yaklaşık 72 bin, Çek Cumhuriyeti’nde 68 bin, Macaristan’da 97
bin, Tayvan’da 124 bin kişi azalmıştır. Gene toplam istihdam Almanya’da 82 bin,
İsviçre’de 95 bin, Fransa’da 207 bin, İngiltere’de 445 bin, Japonya’da 1
milyonun üstünde, İspanya’da 1 milyon 400 bin civarında, Rusya Federasyonu’nda
1,5 milyon, Amerika Birleşik Devletleri’nde 5,5 milyon kişi azalmıştır.
Türkiye’deki gelişmelere yıllık değişim olarak bakacak olur isek; 2009 yılının
sonundan itibaren işsizlik oranı gerilemektedir ve şubat ayı itibarıyla bir
önceki senenin aynı ayına göre işsizlik oranındaki düşüş 1,7 puan olmuştur.
Mevsimsellikten arındırılmış verilerle toplam istihdamın seyrine de bakacak
olur isek; Türkiye’de istihdam geçtiğimiz yılın mayıs ayından bu yana kademeli
bir şekilde artmıştır ve şubat ayı itibarıyla toplam istihdam 2009 Şubatına
göre yaklaşık 1,5 milyon kişi artmıştır.
İşsizlik
ülkemizin öncelikli sorunlarından birisi olmaya devam etmektedir. Elbette ki
edecektir ama bu sadece Hükûmetimizin çabalarıyla
çözülebilecek bir sorun değildir. İstihdamın artması noktasında hemen herkesin
sorumluluk hissetmesi gerekmektedir. Bu yüzden, özel sektörle, sendikalarla,
sivil toplum kuruluşlarıyla el birliğiyle çalışarak oluşturduğumuz Ulusal
İstihdam Strateji Taslağı İktidarımız tarafından hazırlanmıştır. Bu, temelleri
sağlam, ayakları yere basan, işsizliği azaltmaya, istihdamı arttırmaya ve
istihdamın yapısını biçimlendirmeye yönelik olarak ortaya koyduğumuz bir
strateji bütünlüğüdür. Bu çerçevede uygulanacak politika ve tedbirlerle Türkiye
iş gücü piyasasındaki yapısal sorunların çözülmesini hedeflemektedir. Ulusal
istihdam stratejisi katılımcı bir anlayışla hazırlanmıştır. İşsizliğin
azaltılması için genç ve kadın istihdamını arttırma hedefine yönelik olarak
2008 yılında yürürlüğe giren 5763 sayılı Kanun’la işveren sigorta priminin ilk
beş yıl boyunca ve yıllar itibarıyla kademeli azalan bir şekilde karşılanması
teşviki uygulamasını getirdik. Bu çerçevede, ilk uygulama yılında sadece 9.931
iş yerinin bu teşvikten yararlandığını görmekteyiz. 2009 yılında bu rakam 19.534’e,
Mart ayı itibarıyla 22.082’ye çıkmıştır. Henüz yeni sayılabilecek bir teşvik
olmasına rağmen yaklaşık 60 bin kişi, vatandaşımız bundan istifade etmiştir ve
bu anlamda istihdamları sağlanmıştır. 5763 sayılı Kanun’da öngörülen yüzde
3’lük kota kapsamında çalıştırılan özürlü vatandaşın sigorta primine ait
işveren hissesinin tamamının, kota kapsamı dışında çalıştırılan özürlülerin ise
sigorta primine ait işveren hissesinin yarısının hazine tarafından karşılanması
imkânı getirilmiştir.
Sosyal Güvenlik
Kurumuna borcu olmayan özel sektör kuruluşlarının istihdam maliyetlerinin
hafifletilmesi kapsamında işveren sigorta priminde 5 puanlık indirime
gidilmiştir. Mart ayı itibarıyla bu prim indirimi kapsamında istihdam edilen
sigortalı sayısı 5,4 milyon kişi civarındadır. Genel sigortalı sayısının 8
milyon kişi olduğunu düşünürsek, bu rakamın çok anlamlı ve önemli olduğunu hep
birlikte göreceğiz.
Uygulamaya
geçirdiğimiz bir diğer önemli teşvik de işsizlik ödeneği alan işçileri işe alan
işverenlere getirdiğimiz prim teşvikidir. İşsizlik ödeneği alan bir kişiyi işe
alan iş yerinin işveren sigorta payı sigorta primleri ile işçi sigorta payı,
kalan işsizlik ödeneği süresince İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanmaktadır.
Bununla birlikte kriz nedeniyle geçici mali sıkıntı yaşayan iş yerlerinin
işçilerini çıkarmak yerine istihdam etmeleri hâlinde, işçilerin ücretlerinin
belli bir kısmını altı aya kadar ödedik.
2008, 2009 ve
2010 yıllarında yaptığımız düzenlemelerle kısa çalışma ödenek miktarını yüzde
50 oranında arttırdık.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Zeydan, lütfen tamamlayınız.
RÜSTEM ZEYDAN
(Devamla) – Teşekkür ediyorum.
Ülkemizde
işsizliğin en önemli nedenlerinden biri de işverenlerin aradığı vasıflarla iş
arayanların sahip olduğu becerilerin tam olarak örtüşememesinden
kaynaklanmaktadır. Bu yüzden, aktif iş gücü programlarıyla işsiz vatandaşlara
iş gücü uyum hizmetleri vererek istihdam edilebilirliklerinin arttırılmasını
hedefledik. Ayrıca, iş gücü piyasasının ihtiyaç duyduğu nitelikli elemanların
yetişmesi ve vasıflı iş gücü eksiğini azaltmak amacıyla, İŞKUR tarafından
düzenlenen aktif iş gücü piyasası programları oluşturduk. Bu çerçevede meslek
kuruluşlarını, iş eğitimlerini, staj, girişimcilik ve iş için başvuranlara
verilen rehberlik ve toplum yararına çalışma programlarını içeren aktif iş gücü
programları için ayrılabilir ödeneği 1 milyar liraya yükselttik. Hepinizin malumu
olduğu üzere, ilk çeyrekte 11,7 olarak büyüdük. Elbette ki büyürken sancılı
büyümeyi de birlikte yaşadık.
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Eksi 14,5’ten 11,7; yani yanlış bilgilendirmeyelim. Eksi, küçüldük, oradan
geldi bu şey, büyümedik.
RÜSTEM ZEYDAN
(Devamla) – Rakamlar yalan söylemez.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
RÜSTEM ZEYDAN
(Devamla) – Rakamların dili vardır.
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Eksi 14,5’tan, oradan buraya geldik.
BAŞKAN – Sayın Zeydan, teşekkür ediyorum.
RÜSTEM ZEYDAN
(Devamla) – Bu işin nasıl büyüdüğünü ifade ettim.
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Eksideyiz, milleti kandırmayalım.
RÜSTEM ZEYDAN
(Devamla) – Siz gelir, burada cevap verirsiniz. Biz halkın yaşadıklarını iyi
biliyoruz.
BAŞKAN – Sayın Zeydan, teşekkür ediyorum.
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Eksi 14,5’tan buraya geldik, daha hâlâ eksideyiz.
RÜSTEM ZEYDAN
(Devamla) – Bir yıl sonra seçim olduğunda, halkımız bunu tartıya çıkaracaktır,
bizi de sizi de yeniden değerlendirecektir. Halkımıza inancımız tamdır.
Türkiye Büyük
Millet Meclisini bu anlamda sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Hayır, biz burada doğruyu söyleyelim, halk değerlendirsin.
RÜSTEM ZEYDAN
(Devamla) – Sizin de iktidarınızın olacağı bir dönemde elbette ki
vatandaşlarımız değerlendirecek. Bunu siz o zaman değerlendirin.
Hepinizi
sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Önerinin
lehinde söz isteyen Emin Haluk Ayhan, Denizli Milletvekili.
Buyurun Sayın
Ayhan. (MHP sıralarından alkışlar)
EMİN HALUK AYHAN
(Denizli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin grup önerisinin lehinde söz
aldım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu arada, Sayın
Çalışma Bakanını gerçekten tebrik etmek istiyorum. Çalışma hayatı gibi, sosyal
güvenlik gibi, istihdam gibi, işsizlik gibi çok önemli hususları böyle bir
problem hiç yokmuş gibi idare ediyor; bu yönüyle takdir ettiğimi ifade etmek
istiyorum. Ancak, problemleri yok saymak problemin olmadığı anlamına gelmediği
gibi, problemin çözümü için gayret sarf etmek de problemin azaldığını
göstermez.
“Şunu yaptık,
bunu yaptık, şu engeller çıktı, problemler yapısaldı, finansman imkânları
kısıtlıydı, dünya konjonktürü uygun değildi,
demografik yapı problemin çözülmesini zorlaştırıyor, mümkün kılmıyor, sizin
zamanınızda oran şuydu, dünya işsizliğinde diğer ülkelerle karşılaştırıldığında
krize rağmen çok iyi sayılırız, dış değişkeni yok saymak mümkün değil…” Hülasa
“Bu iş bizim problemimiz değil.” de diyebilirsiniz ancak hiç kimse yukarıda saydığımız
bahaneleri yok sayıp problemin varlığını minimize etmeye çalışmasın.
Yaptıklarınıza teşekkür ediyoruz ama yapmadıklarınızı söylemez, yok sayarsanız
çarpılırsınız.
Sayın Başbakana
işsizlik oranı telaffuz ettiriyorsunuz geleceğe yönelik olarak. Sonra Sayın
Çalışma Bakanı televizyonlarda onun ne demek istediğini, onun söylediğinin ne
anlama geldiğini açıklamaya çalışıyor. Böyle bir şey dünyanın başka hiçbir
ülkesinde olmaz diye düşünüyorum. Bu işsizlik ne anlama geliyor? Neden oluyor?
Bunun yapısal olup olmadığı, hangi bölge ve illerde yoğunlaştığı, o illerde
özel nedeni olup olmadığı, varsa çözüm yollarının ne olduğu… Gelin, buralarda
bunları konuşalım. Şimdi siz bu iş memleketin tali meselesiymiş gibi bu
önergenin görüşülmesine “hayır” oyu vereceksiniz. Meseleye bakışınız zaten
baştan şaşı.
İşsizlik nasıl
önlenir? Yatırımla, ekonomik büyüme ile. “Ekonomi büyüyor.” diyorsunuz. Yüzde
kaç büyümüş? Birinci çeyrekte yüzde 11,7 değil mi? Rekormuş. Daha 2009 yılı ilk
çeyreğinde yüzde 14,5 küçülmüştü. Daha düşmeye başladığı yere gelemedi. Baz
etkisi olduğunu cihanı âlem ve ekonomik aktörler çok rahatlıkla ifade
ediyorlar. Büyüme, yatırımlarıyla mı olmuş, istihdam sağlasın, işsizliğe
katkısı olsun diye? Yok. Bakın, krizde cari fiyatlarla yüzde 9,2 artan kamu
yatırımları yüzde 23 azalmış. Geçen yıl krize rağmen yüzde 55,8 artan makine
teçhizat yatırımları bu yıl birinci çeyrekte yüzde 25 azalmış. Kamu inşaatları
yüzde 22,5 azalmış. Bunlarla mı istihdamı artırıp işsizliği önleyeceğinizi
sanıyorsunuz?
Övündüğünüz
ihracatın durumu meydanda, istihdam sağlıyor mu? Ne gezer! Birinci çeyrekte mal
ve hizmet ihracatı cari fiyatlarla yüzde 3,8 gerilemiş. O kapı da istihdam için
kapalı. İşsizliği önlemek için ortada bir şey yok.
Zaten
uyguladığınız politikalar Türkiye’de işsizliğin kaynağı, işsizliği teşvik
ediyor. Uyguladığınız ekonomi politikaları sayesinde ithalatsız ihracat ve
üretim yapılamaz hâle geldi. Bazı sektörlerde ithal girdi kullanımı yüzde
80’lere ulaşır hâlde.
AKP, istihdama,
dünyadaki iş bölümü sayesinde gerçekten katkı yapıyor, hakkını teslim ediyoruz,
insanlara iş buluyor, iş bulmak için düşündüğü politikalar var! Bunları kimin
için uyguluyor? Allah var, yalnız Türkiye’deki işsizler için değil. Peki kimin için? Çin’deki işsizler için uygulanıyor. El
âlem, Uzak Doğu’daki krizde AKP’nin uyguladığı politikalar sayesinde, onların
yaptığı katkılar sayesinde krizde yüzde 6-7 civarında büyüyor, AKP sayesinde
işsizine iş buluyor. AKP de oradaki çalışanların, oradakilerin sevabını alıyor.
AKP açısından Türk
halkına iş yok, istihdam yok. Türk halkı iş yerlerini kapatıyor, esnaf perişan,
KOBİ’ler sıkıntıda, onların işten çıkardıkları da sıkıntıda. Siz burada, bu
Parlamentoda bunların bu problemlerini görüşmeyeceksiniz de kiminkini
görüşeceksiniz Allah aşkına?
İşsiz sayısı
-resmî rakamlar- 3-4 milyon, “İşsiz olup da aramıyor.” dediklerimiz de 6
milyon, 7 milyon. Şimdi, bakın, işsizlik oranı yüzde 14’ler düzeyinde, tarımda
yüzde 17, genç nüfusta yüzde 25. Şimdi, bunları yok saymak mümkün mü? Daha
kadınlarda iş gücüne katılma oranı yüzde 23’ler düzeyinde. 2010 yılı Mart
döneminde kurumsal olmayan çalışma çağındaki nüfus geçen yılın aynı dönemine
göre 861 bin kişi artmış. Çalışanların yüzde 59’u 1 ila 9 arası işçi
çalıştıranların iş yerlerinde çalışıyor. İşsizlerden üçte 1’i eş dost
vasıtasıyla iş arıyor. Her gün, bize gelen onlarca işsiz oluyor. İktidar
grubundaki sayın milletvekillerine kuşkusuz daha fazlası geliyor. Çare kapısı
olamıyorsunuz, Hükûmet çare kapısı olamıyor. Şimdi,
bundan sizlerin yürekleri sızlamıyor mu? Yürekleriniz sızlamıyor mu? Eminim
sızlıyor. Netice itibarıyla bunların, bu durumun insanı etkilememesi mümkün
değil, siz de netice olarak insansınız.
Kentlerde
işsizlik oranı yüzde 16, gençlerde yüzde 27. Bu rakamların neresi iyi Allah
aşkına biri söylesin. İl düzeyinde bakın, Adana’da işsizlik yüzde 27;
Diyarbakır’da 20,6; Aydın’da 16,5; Antep’te 17,4; Hatay’da 19, Mersin’de 18,
İstanbul’da 17, İzmir’de 16, Eskişehir’de 15, Kocaeli’de
17. Bunlar sanayi şehirleri. Devam edelim: Her 3 gençten 1’i işsiz. Askerden
gelmiş çocuk, iş yok, moral bozuk; kız okulu bitirmiş, evde, iş arıyor.
Geçen, burada
emeklilerle ilgili konuşurken söyledim. Şimdi, emekliye bir de bu AKP ikramiye
verdi. Evde işsiz oturan kıza, oğlana, erkek evlada ilave olarak, evladı gelin
veya damatla birlikte geldi; bonusu da torun. Neden?
Geçinemiyorlar. Hepsi aynı eve doldu. Sosyal problemler artarak devam ediyor.
Bunlara siz çözüm aramıyorsunuz, aramak da istemiyorsunuz.
Şimdi, şunu
görüyor musunuz: Bakın, Sayın Babacan ülkemizin en önemli sorunlarından
birisinin işsizlik olduğunu söylüyor. Rapor burada. Başka ne diyor biliyor
musunuz, bunun sadece Hükûmetin çabalarıyla çözülecek
bir sorun olmadığının unutulmaması gerektiğini söylüyor. Günaydın! Problem
başkasının; kaynağı, Hükûmete göre Hükûmet değil, sorunu yaratan da Hükûmet
değil. Kim sorunun sahibi? Rivayet muhtelif.
Şimdi, Odalar
Birliğinin her mensubu birer kişi işe alsa 1 milyon 300 bin istihdam
sağlayacaktı. Peki, 1 milyon 300 bin mensubun 800 bini 1 ile 3 kişi arasında
işçi çalıştırıyor. Şimdi, baktığınız zaman, 800 bin kişinin istihdam maliyetini
otomatik olarak en az yüzde 30 artıracaksınız. Bunu Sayın Başbakana kim
söylettiriyor, hanginiz söylettiriyorsunuz, hangi amaçla söylettiriyorsunuz?
Herhâlde, dünyanın başka bir yerinde bunu ifade ettiğiniz zaman, en hafif
deyimiyle, gülerler; başka bir şey derlerse onu bilemem.
Şimdi, Ulusal
İstihdam Stratejisi Taslağı hazırlanmış, bunun temelleri sağlammış, ayakları
yere basıyormuş, işsizliği azaltacakmış, istihdamı artıracakmış, istihdam
yapısını biçimlendirecekmiş, iş gücü piyasasında yapısal problemleri
çözecekmiş. Şimdi, bunların hangisi var Allah aşkına?
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın
Ayhan, lütfen tamamlayınız.
EMİN HALUK AYHAN
(Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Kabine
toplantılarında sayın bakanlar bunları görüşmüyorlar mı? “Biz burada ayıp
ettik, haksızlık ettik, göz göre göre bu insanların
istihdam imkânlarını Uzak Doğu’ya, Çin’e, diğer ülkelere gönderdik.” demiyorlar
mı?
Şimdi, gelin,
istihdam konusuna da mali kural gibi bir yapı geliştirelim, aksi takdirde bu
problem Hükûmete göre zor çözülecek; sorumlusu Hükûmet dışında kim olacaksa, bu istihdam kuralına yazalım.
Hakikaten, seçimler esnasında da Hükûmet bu istihdam
kuralından muaf tutulsun, gelin, bunu yapalım. Yarın mali kuralı görüşeceğiz,
öbür gün de istihdam kuralını görüşelim. Bu memleketin en önemli meselesini
görüşmüyoruz. Yukarıda sayın bakanlar neyi görüşüyorlar? Birbirleriyle
yarışıyorlar “Benim teşkilatımın teşkilat yasası.” Personel rejimi bile kalmadı
ülkede. Yarın, bunların toplanmasında bile problemler çıkacak. Buraya
getirdiğiniz tasarıların her biri kurumlar arasında farklılık ortaya koyuyor,
insanları birbirine düşürüyorsunuz.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
EMİN HALUK AYHAN
(Devamla) – Ben bu vesileyle önergeyi desteklediğimi ifade ediyorum.
Teşekkür ediyor,
saygılar sunuyorum Sayın Başkan. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Ayhan.
Önerinin
aleyhinde söz isteyen Ünal Kacır, İstanbul
Milletvekili.
Buyurun Sayın Kacır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ÜNAL KACIR
(İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi grup
önerisi aleyhinde söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, biz burada bugün neyi görüşüyoruz? Dün üç saati aşkın bir süre hep
beraber konuştuk, çalıştık, tartıştık ve çalışma takvimimizi belirledik.
Önümüzdeki hafta sonuna kadar çalışma takvimimiz belli ama yeni baştan, bugün,
gerek Milliyetçi Hareket Partisi gerek Cumhuriyet Halk Partisi grupları “yok, o
dünkü konuştuğumuz, tartıştığımız, neticede karar vermiş olduğumuz programı
değil de, gelin, onu değil başka bir şey görüşelim, şunu görüşelim, öbürünü
görüşelim” diye yeni bir teklifle geliyorlar. Ben buradan aziz milletimizin
duymasını istediğim için söylüyorum, bu sadece Türkiye Büyük Millet Meclisinin
çalışmasını akamete uğratmak, çıkarılacak yasaların çıkmasını geciktirmek, yani
çalışmaya, tekere taş koymaktan başka bir şey değil aslında ama İç Tüzük’ün
kendilerine vermiş olduğu yetkiyi bu şekilde değerlendiriyor değerli arkadaşlarımız.
Şimdi, ben
baktım, bu öneriyi ne zaman vermiş Cumhuriyet Halk Partisi: 29/8/2007
tarihinde vermiş. Yani üç yıl olmuş bu öneriyi vereli…
ALGAN HACALOĞLU
(İstanbul) – Bakan katılmadı daha evvelki görüşmelere, görüşmelerden kaçtı.
ÜNAL KACIR
(Devamla) - …ama bugün, şimdi, temmuz ayının içerisinde, uzatmaları
çalıştığımız bir dönemde “Gelin, bunu görüşelim.” Neyi görüşelim diyorlar?
İşsizlik Sigortası Fonu’ndaki paraların değerlendirilmesini görüşelim. Aslında
bu işin şeyi o, işsizliği de konuşalım ama şu Sigorta Fonu’ndaki paraları nasıl
değerlendireceğiz, bunu konuşalım, asıl amaç bu.
Şimdi, ben de
merak ettim, baktım, AK PARTİ iktidara geldiğinde İşsizlik Sigortası Fonu’nda
ne varmış, kaç para varmış diye.
Değerli
arkadaşlar, 31 Ekim 2002 tarihi itibarıyla yani 3 Kasımdan üç gün önce, 4,4
milyar lira, 4 milyar 445 milyon lira, İşsizlik Sigortası Fonu’nda para varmış.
AK PARTİ döneminde yapılan bunca harcamaya rağmen, işsizler adına, işsizlere
ödeme adına yapılan harcamaya rağmen, şu anda Fon’da ne kadar para var diye
baktığımız zaman, bunun yaklaşık 11 katı ya da 10 katı diyelim, 11 katı değil
10 katı kadar para var. Fon’u 10 kat artırmışız, zenginleştirmişiz dönemimizde.
Ödemelerin haricinde geri kalan kısmını söylüyorum. Yani, geçmişteki sigorta
fonlarına bir baktığınız zaman, sigorta fonlarını bizden önceki iktidarlar
nasıl devralmışlar, sonra nasıl devretmişler, baktığınız zaman, Fon’u tamtakır
kuru bakır devretmişler. Ama, AK PARTİ İktidarı,
iktidara geldiğinde 4,4 milyar olan Fon’u, 44 milyar liraya çıkarmış. 44 milyar
062 milyon yeni parayla, Fon’da paramız var.
Evet, tabii, biz
bunları bir yandan biriktirirken Fon’da, çünkü her sıkışıklık döneminde
işsizlerimize ihtiyaç olduğunda, hazır olan o meblağ kullanılacak netice
itibarıyla. Bu parayı da sadece biriktirmeye çalışmamışız, işsizlerimize de
bunu yansıtmanın gayreti içerisinde olmuşuz. Kamuoyunda ilk istihdam paketi
olarak bilinen 5763 sayılı Kanun ile sosyal güvenlik primleri 5 puan
indirilerek buradan destek verilmiş. Sadece 2009 yılında toplam hazine teşviki
için 3,5 milyar oradan destek verilmiş.
Kadınlar ve on
sekiz-yirmi dokuz yaş arası gençlerin mevcut istihdama ilave olarak işe
alınmalarında prim indirimi yoluyla teşvik yapılmış dönemimizde. Sosyal
güvenlik primi işveren payını yine bu kapsamda ödemişiz.
ALİ KOÇAL
(Zonguldak) – Yani siz bilmiyorsunuz değil mi? “Ödemişiz, yapmışız, etmişiz…”
Başka yerden gelenleri okuyorsunuz.
ÜNAL KACIR
(Devamla) – Bir ay için bir örnek rakam söyleyeyim size: Kasım 2009 ayında
21.628 iş yerinde 58.882 sigortalı kadın ve genç için 7 milyon 72 bin lira
ödeme yapıldı.
ALİ KOÇAL
(Zonguldak) – Ünal Bey, başka yerden eline verilen yazıyı okuyorsun.
ÜNAL KACIR
(Devamla) – İşsizlik ödeneği miktarı yüzde 12 civarında artırılarak iyileştirme
yapıldı. Net ücretin alt sınırı yüzde 50, üst sınırı yüzde 100 iken, brüt
ücretin alt sınırı yüzde 40, üst sınırı yüzde 80 olarak yeniden belirlendi.
İşsizlik sigortasının uygulanmaya başlandığı Mart 2002 tarihinden 29 Ocak 2010
tarihine kadar sisteme 2 milyon 163 bin kişi başvurmuş, 1 milyon 843 bin kişiye
3 milyar ödeme yapılmıştır, küsuratını okumadım.
ZEKERİYA AKINCI
(Ankara) – Ünal Bey bakan gibi sanki gündem dışı konuşmaya cevap veriyor.
ÜNAL KACIR
(Devamla) – Özürlülerin istihdamına primlerin hazinece üstlenilmesi yoluyla
destekleme yapılmıştır.
ERTUĞRUL
KUMCUOĞLU (Aydın) – Dikkatli oku, dikkatli.
ÜNAL KACIR
(Devamla) – Kasım 2009 ayında 9.147 iş yerinde 39.161 sigortalı özürlü için 3
milyon 976 bin lira ödeme yapılmıştır.
ALİ KOÇAL
(Zonguldak) – Ünal Bey’i bakan yapacaklardı, bakan!
ZEKERİYA AKINCI
(Ankara) – Gündem dışı konuşmaya cevap veren bakan mısınız Ünal Bey?
ÜNAL KACIR
(Devamla) – Değerli arkadaşlar…
ALİ KOÇAL
(Zonguldak) – Ünal Bey tam bakan olacak adam ya!
ÜNAL KACIR
(Devamla) – Değerli arkadaşlar, ikinci istihdam paketi, Şubat 2009’da 5838
sayılı Kanun ile kısa çalışma ödeneği miktarı artırıldı, brüt ücretin yüzde
40’ından yüzde 60’ına yükseltildi; süresi uzatıldı, üç aydan altı aya
çıkarıldı. Bundan yararlanan işveren sayısı 3.077, talep edilen işçi sayısı 224.836,
hak kazanan işçi sayısı da 198 bin.
ALİ KOÇAL
(Zonguldak) – Yazıyı önceden okusaydın iyi olurdu.
ÜNAL KACIR
(Devamla) - Toplam ödeme tutarı 172 milyon 700 bin. Yani bu nedir? İşverenimize
demişiz ki: “Bak, bu sıkıntılı dönemde, dünyadaki krizden etkilenilen bu
dönemde işçini işten çıkarma, ben sana bu konuda destek olayım.” Buradan
çıkardığımız yasa çerçevesinde de bu destekler verilmiştir.
Değerli
arkadaşlar, 2009 yılı içinde çıkarılan 5921 sayılı Kanun ile de istihdamı
teşvik için Nisan 2009 ayı işçi sayısına ilave istihdam edilenlerin sosyal
güvenlik primlerinin işveren payı ödenmeye başlandı. Kasım 2009 ayını örnek
olarak verirsek: 16.746 iş yerinde 46.891 yeni sigortalı için 5 milyon 443 bin
727 lira bir ayda ödenen meblağdır. İşsizlik ödeneği alanların işe alınmaları
durumunda sosyal güvenlik primlerinin işveren payı da İşsizlik Fonu’ndan
ödenmeye başlandı, fonu da bu şekilde değerlendirdik. Toplum Yararına Çalışma
Programı’nda 2009 yılında 1.627 projede 45.467 kişi istihdam edildi.
Yine, değerli
arkadaşlar, iş gücü uyum çalışmaları kapsamında kullanılacak ödenek miktarları
artırılarak giderlerin yıllık miktarı işsizlik sigortası primi olarak bir
önceki yıl içinde fona aktarılan devlet payının yüzde 30’undan yüzde 50’sine
çıkarıldı. 2009 ve 2010 yılları içinde ayrılan toplam kaynak 1 milyar -yaklaşık
söylüyorum, küsuratını okumuyorum, söylemiyorum- 1 milyar lira buradan destek
verildi. Meslek eğitimi kurslarında 167.100 kursiyer, Toplum Yararına Çalışma
Programı’nda 45.467 kişi, staj programında da 1.285 kişi olmak üzere 213.852
kişi bundan yararlandı.
Değerli
arkadaşlar, bu aşamada, Türkiye’de işsizliğin aşırı arttığından bahsetti
arkadaşlarımız, ona da bir nebze değinmek istiyorum.
Şimdi, Avrupa
Birliği İstatistik Ofisi tarafından yayımlanan mevsim ve takvim etkilerinden
arındırma kılavuzuna göre iş gücü verilerinde güvenilir mevsim etkinliklerinden
arındırma çalışmaları yapılıyor bildiğiniz gibi ve şimdi elimdeki bülten TÜİK
bülteni 15 Haziran 2010 tarihli. Burada mevsim etkilerinden arındırılmış temel
iş gücü göstergelerinin rakamları yayınlanmış: Mart 2009’da işsizlik oranı
yüzde 14,8 iken her ay istikrarlı bir şekilde düşerek 14,6; 14,1; 13,9; 13,4.
Her ay istikrarlı bir şekilde düşmüş ve 2010 yılı Mart ayında yüzde 12,7 olarak
hesaplanmış. Az önce…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
M. CEVDET SELVİ
(Kocaeli) – O rakamlar yalan söylüyor.
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Kacır.
ÜNAL KACIR
(Devamla) – Sayın Başkan -az önce söylediğim gibi- bu, Avrupa Birliği
İstatistik Ofisi tarafından yayınlanan mevsim ve takvim etkilerinden arındırma
kılavuzuna göre Avrupa Birliği şartlarında hazırlanmış rakamlar.
İtiraz eden arkadaşlar için hatırlatırım, İnternet’e girip TÜİK rakamlarına
kolaylıkla ulaşabilirsiniz.
M. CEVDET SELVİ
(Kocaeli) – O rakamlar yalan söylüyor.
ÜNAL KACIR
(Devamla) – Değerli arkadaşlar, benden
önce konuşan arkadaşımızın dönemiyle ilgili ben bir baktım…
ZEKERİYA AKINCI
(Ankara) – Hangisi? Birkaç kişi konuştu.
ÜNAL KACIR
(Devamla) – …işsizliği yüzde 6,5’tan almışlar, yüzde 10,3’e çıkarmışlar
dönemlerinde yani yüzde 58,46 işsizliği artırmışlar. O zaman dünya çapında da
bir finansal kriz falan da yok ama Türkiye’de hiçbir konu yokken bütün dünyada
finansal krizin etkilerinden kaynaklanan bir ortamda elbette ki dünyayla
beraber ticaret yapan ülkemizin de bundan etkilenmemesi mümkün değil. Bizde de
yüzde 10’lardan…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ALİ KOÇAL
(Zonguldak) – Görüşmeye yeni başlamış.
ATİLA EMEK
(Antalya) – Başkan, fazla etkilendiniz herhâlde, süreyi dokuz dakika
uzattınız.
BAŞKAN – Sayın Kacır, teşekkür ediyorum.
ALİ KOÇAL
(Zonguldak) – Meclis Başkanımız çok
etkilendi. Çok etkili bir konuşma yaptınız Ünal Bey, tebrik ediyorum!
ERTUĞRUL
KUMCUOĞLU (Aydın) – Bir on dakika daha konuşsun Sayın Başkan.
ÜNAL KACIR
(Devamla) – Cümlemi tamamlayayım müsaade ederseniz.
Değerli
arkadaşlar, Amerika’da bile işsizlik yüzde 4,5’lardan yüzde 10’lara çıkmış bir
vaziyette, yüzde 100’leri aşan bir artış.
OKTAY VURAL
(İzmir) – Sesini açın Sayın Başkan, duyamıyoruz.
ALİ KOÇAL (Zonguldak)
– Sen Türkiye’yi konuş Türkiye’yi, Amerika’yı bırak.
ÜNAL KACIR
(Devamla) – Ama her geçen gün, az önce söylediğim gibi, her geçen gün işsizlik
azalmaktadır.
BİLGİN PAÇARIZ
(Edirne ) – Duyamıyoruz, mikrofonu açar mısınız?
ÜNAL KACIR
(Devamla) – Hepinizi bu duygularla saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
III.- YOKLAMA
(CHP sıralarından
bir grup milletvekili ayağa kalktı)
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Sayın Başkan, yoklama istiyoruz.
BAŞKAN –
Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisini oylarınıza sunacağım ancak bir yoklama
talebi var, yerine getireceğim.
Sayın İnce, Sayın
Koçal, Sayın Akıncı, Sayın Ersin, Sayın Çöllü, Sayın
Kaptan, Sayın Süner, Sayın Keleş, Sayın Selvi, Sayın Barış, Sayın Emek, Sayın Tütüncü, Sayın Güner, Sayın Tamaylıgil, Sayın
Paçarız, Sayın Küçük, Sayın İçli, Sayın Sönmez, Sayın Diren, Sayın Arifağaoğlu, Sayın Günday ve
Sayın Hacaloğlu.
Üç dakika süre
veriyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.
VI.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
2.- (10/2) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin ön
görüşmelerinin, Genel Kurulun 14/7/2010 Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına
ilişkin CHP Grubu önerisi (Devam)
BAŞKAN –
Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Grup
önerisi kabul edilmemiştir.
Alınan karar
gereğince, sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve
Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.
1’inci sırada yer
alan, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu
(1/324) (S. Sayısı: 96)
BAŞKAN –
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2'nci sırada yer
alan, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu
(1/499) (S. Sayısı: 321)
BAŞKAN -
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3'üncü sırada yer
alan, Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına
Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para
Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu'nun
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
3.- Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve
Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek
Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin
Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/761) (S. Sayısı: 458) (x)
BAŞKAN – Komisyon
ve Hükûmet yerinde.
73’üncü
Birleşimde tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştı.
Şimdi tasarının
maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
1’inci maddeyi
okutuyorum:
MİLLETLERARASI PARA FONU İLE MİLLETLERARASI İMAR VE
KALKINMA
BANKASINA KATILMAK İÇİN HÜKÜMETE YETKİ VERİLMESİNE DAİR
KANUNA
EK MİLLETLERARASI PARA FONU ANA SÖZLEŞMESİNDE DEĞİŞİKLİK
YAPILMASINA İLİŞKİN BELGELERİN ONAYLANMASININ UYGUN
BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1- (1) 19/2/1947 tarihli ve 5016 sayılı Kanunun eki Milletlerarası
Para Fonu Ana Sözleşmesinde değişiklik yapılmasına ilişkin belgelerin
onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN – 1’inci madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
söz isteyen Enis Tütüncü, Tekirdağ Milletvekili.
Buyurun Sayın
Tütüncü. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA
ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bir de bu konuda
bu madde üzerinde bir önergemiz var Sayın Başkan. Eğer uygun görürseniz,
birleştirilerek on beş dakikalık… Uygun görürseniz.
BAŞKAN – Sayın
Tütüncü, olmaz Tüzük gereği, ayrıca söz vereceğiz.
Buyurun.
ENİS TÜTÜNCÜ
(Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
IMF’yle ilgili bir konuda yetki istenmekte.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; IMF’nin Türkiye ekonomisindeki geçmiş dönemdeki
etkisini çok kısa olarak sizlere sunarak konuşmama başlamak istiyorum. İlk
anlaşma 1958 yılında yapıldı. 1958’le şu ana kadar, yani elli iki yıl içinde
yirmi ayrı anlaşma yapıldı. Son anlaşma biliyorsunuz 2008 Mayısında bitti, yani
1958 yılından bu yana elli iki yılın yirmi sekiz yılı IMF denetimi ve
gözetiminde geçmiştir. Yani, IMF tam yirmi sekiz yıl Türkiye’de ekonomi
yönetiminin, ekonomi politikalarının ana belirleyicisi olmuştur. Sonuç ne
olmuştur? Sonuç: Türkiye sanayileşmenin belirli bir aşamasında takılıp
kalmıştır.
(x)
458 S. Sayılı Basmayazı 16/3/2010
tarihli 73’üncü Birleşim Tutanağı’na eklidir.
Sanayileşme
evrelerini hemen anımsayalım, kalkınma planlamasına göre üç evre var: Tüketim
malları sanayisi, ara malları sanayisi ve yatırım malları sanayisi, yani
fabrika kuran fabrikalar sanayisi. Ama, ne yazık ki
Türkiye ara malları sanayisinin belirli bir aşamasında ve yatırım malları
sanayisinin, yani fabrika kuran fabrikalar sanayisinin daha başlangıcında
takılıp kalmıştır. Sanayileşmiş ülkeler sanayi ötesi toplum sürecine
geçmişlerdir, bilgi çağı sürecine geçmişlerdir. Yani, IMF gözetiminde yirmi sekiz
yıl Türkiye ne yazık ki ıskalamıştır, kalkınma
açısından, sanayileşme açısından ıskalamıştır. Öyle ıskalamıştır
ki, biz 1960’lı yılların başında planlı ekonomiye geçerken Güney Kore’nin millî
gelir düzeyi kişi başına 150 dolardı, bizim 300 dolara yakındı, Yunanistan 280
dolardı bizim 300 dolara yakındı, bugün Güney Kore almış başını gitmiştir,
Yunanistan almış başını gitmiştir, Portekiz almış başını gitmiştir ve IMF’li
yıllar Türkiye'yi bu duruma getirmiştir.
Tarımda ne
olmuştur? Tarım ve hayvancılık çökmüştür ve ne yazık ki tarımda Türkiye yüz
dolayında tarım ürününü dışarıdan ithal etmek mecburiyetinde kalmıştır. Ve 2009
yılı ihracat-ithalat gerçekleşmeleri kesinleşti, ne yazık ki Türkiye’mizin
tarımsal ürün ithalatı tarımsal ürün ihracatından çok fazla olmuştur. Oysa 1980
yılında 2-2,5 milyar dolar tarımsal ürün ihracatımız varken 50 milyon dolarlık
ithalatımız vardı, Türkiye nereden nereye getirilmiştir IMF politikalarının
esareti altında.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; üretim çökmüştür, istihdam çökmüştür. Şimdi,
Türkiye'nin şu andaki gündemi, üretimi nasıl ayağa kaldırabiliriz, istihdamı
nasıl ayağa kaldırabiliriz olmalıdır. IMF heyeti haziran
başında Türkiye ekonomisini değerlendirdikten sonra giderayak bir açıklama
yaptı, aslında bize göre yapması gereken açıklamayı yapmadı, yine sol gösterip
sağdan vurmaya çalıştı, ama dedi ki: “İçeride tüketim artışı başladı -yani
Türkiye ekonomisi için söylüyor- ama tüketim artışından yerli üretici
yararlanamıyor, ucuz döviz ve ucuz ithalat nedeniyle tüketim artışından
ithalatçı yararlanıyor.” Good morning! Günaydın! Günaydın IMF! Demek ki bunu itiraf
ettiniz yıllardan bu yana. Biz yıllardan bu yana, bunu, bu gerçeği, bu acı
gerçeği AKP’ye anlatmaya çalışıyoruz, yapmayın, etmeyin filan diye. Nihayet IMF
bunu söylüyor. Söylüyor ama, neden söylüyor biliyor
musunuz? İtibarı kalmadı IMF’nin, öyle bir itibar kaybına uğradı ki şimdi, bazı
konularda artık gerçeği yüksek sesle söyleme ihtiyacı içinde.
Evet, iki tane de
tavsiyede bulunuyor IMF giderayak, diyor ki: “Tüketim artışı için sıkı para
politikasına ihtiyaç var; faizleri yükseltmeniz lazım, döviz fiyatını artırıcı
önlemler almalısınız, yani TL’nin fazla değerlenmesini engellemelisiniz.”
Teşekkür ederiz, bunları biz biliyoruz. Biz, ucuz dövizin tarımda ve sanayide
üretim yapımızı nasıl bozduğunu, döviz açığını nasıl artırdığını çok iyi
biliyoruz. Cumhuriyet döneminde yapılan dış borcun 2 katını AKP Hükûmeti yaptı bu yanlış politika yüzünden.
Az önce söyledim,
AKP doğru bir şey söylüyor, itibar kazanmaya çalışıyor, ama bize göre yine sol
gösterip sağ vurmaya çalışıyor.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; neyi söylemek istiyorum? Konunun özüne, esasına
geleceğim. Düşük döviz fiyatı, yani IMF’nin “Müdahale edin, yükseltin.” dediği
ucuz döviz bir sonuçtur. Ucuz döviz fiyatı bir sonuçtur. Neyin sonucudur?
Türkiye’yi afyon bağımlısı gibi dış kaynağa bağımlı kılan neoliberal
ekonomik büyüme modeli uygulamasının bir sonucudur, yani vizyonu
olmayan, hedefi olmayan, amacı olmayan ekonomik büyüme modelinin bir sonucudur.
IMF bu konuda bir şey söylüyor mu? Söylemiyor, ama bir doğruya işaret ediyor.
Yani, konunun özünü, esasını IMF es geçiyor.
Biz Türkiye
olarak çöken istihdamımızı, çöken üretimimizi dış kaynağa en az ihtiyaç duyacak
şekilde nasıl ayağa kaldırabiliriz? Türkiye’deki ekonomik gündemin bir numaralı
konusu bu olmalıdır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; yeni bir sanayileşme stratejisine ihtiyaç var, artık
aklımızı başımıza toplayalım. Nihayet, IMF’siz de yapılabileceğini, Türkiye'nin
IMF’siz de yürüyebileceğini yıllar sonra sizler de gördünüz. Çok iyi bir karar
aldınız ama geç oldu. Bunun alternatif maliyeti çok ağır oldu. Öylesine ağır
oldu ki, işte cumhuriyet döneminde yapılan borcun 2 katı borç ve Türkiye’deki
istihdam yaratma, yatırım yapma, üretim yapma iddiası, azmi dumura
uğratıldı ve öylesine dışa bağımlı bir ekonomik kalkınma modeli oluşturuldu ki,
işte, IMF’nin işaret ettiği acı tablo “İç tüketim başladı.” diyor Türkiye’de
ama bu iç tüketimin karşılanması için dışarının istihdamına ihtiyacınız var,
dışarının üretimine ihtiyacınız var, ithalata ihtiyacınız var. İthalat nasıl
olacak? Dış borçla olacak ve Merkez Bankası Başkanı geçenlerde açıkça şunu
söyledi, dedi ki: “Dış finansman ihtiyacında kısıtlama olabilir.” Yani bu
modelin Türkiye’ye sosyal alternatif maliyeti çok ağır olmasına rağmen dış
finansman ihtiyacı karşılandığı sürece yürüdü. Ama önümüzdeki dönemde dış finansman
ihtiyacı da olmayacaktır. Bunun için Türkiye’nin bir an önce, bir an önce
teknolojiyi ileriye götürecek, ekonomiyi dışa bağımlılık açısından belirli bir
sürede disiplin altına alacak ve yaratılan katma değeri yurt içinde bırakacak
yeni bir sanayileşme stratejisine ihtiyacı var.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak şu anda iş başında
olmuş olsak derhâl bu konuda yola çıkarız ve yola çıktık.
Bu konuda beş
ayrı noktada harita, yol haritası hazırlanmalıdır:
Birinci yol
haritası, sanayileşme yol haritası.
İkinci yol
haritası, tarım ve hayvancılık yol haritası; nasıl ayağa kaldırabiliriz
tarımdaki üretim potansiyelini, istihdam potansiyelini.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Tütüncü.
ENİS TÜTÜNCÜ
(Devamla) – Ve üçüncü yol haritası, KOBİ ve esnaf-sanatkârlardaki potansiyeli
nasıl kullanabiliriz? Bununla ilgili yol haritası.
Dördüncü yol
haritası, enerji sektörü yol haritası. Türkiye, ucuz enerjiyle bundan sonra
yoluna devam etmek durumundadır. Dışa bağımlı bu enerji politikasını yeni bir
anlayışla gözden geçirmelidir.
Ve beşinci alan da hizmetler sektörü yol
haritası. Açayım, bankacılık, finans ve özellikle turizm. Merkez Bankası
Yasası’nı mutlaka ve mutlaka değiştirmemiz lazım. Merkez Bankası, enflasyon
odaklamasına ağırlık veren ve para politikasına ağırlık veren bu yanlış
politikayla artık Türkiye'nin kalkınmasına yardımcı olamaz. Ekonomiye, büyümeye
ve istihdama ağırlık veren Merkez Bankası politikalarına Türkiye’de ihtiyaç
vardır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ENİS TÜTÜNCÜ
(Devamla) – Sayın Başkan, sürem bitti.
Hayırlı uğurlu
olmasını diliyorum, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Tütüncü.
Madde üzerinde
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Pervin Buldan, Iğdır Milletvekili.
Buyurun Sayın
Buldan. (BDP sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA
PERVİN BULDAN (Iğdır)- Teşekkür ederim.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Uluslararası Para Fonu’nun en temel amacı, ekonomik
durumu iyi olmayan, az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelere yardımcı olmak
adı altında, bu ülkenin ekonomilerinin liberalleşmesini sağlamaktır. IMF’nin
elindeki güç de yaptığı anlaşmaları tek taraflı bozma hakkıdır. Dünya
ekonomisini elinde tutmak isteyen ülkeler, başta ABD ve İngiltere olmak üzere,
Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarıyla bunu yapmak istediler ancak paylaşım
savaşları sonucunda bunun, hem maddi hem de insani olarak maliyetinin çok
yüksek olduğunu gördüler, Orta Çağ sömürge modelinin maliyetinden kurtaracak
yeni sömürge modelleri arayışına girdiler. Yine, 30’ların ekonomik buhranı hâlâ
etkisini hissettiriyordu. Tüm bu arayışlar sonucunda, hem uluslararası ticareti
canlı tutacak ve süreklileştirecek hem de az gelişmiş ülkeleri de savaşlardan
veya işgal etmekten çok daha az bir maliyetle bağımlı hâle getirecek bir formül
buldular. Savaşlar sonucunda birçok ülke yıkıntılar altında kalmıştı. Yeniden
toparlanmaları ve ayağa kalkmaları çok zordu. Bu ülkelerin tamamen kendilerine
bağlanabilmesi için ikinci adım atıldı. 1944 yılında savaş sonrasında zor
durumda olan bu ülkelere ekonomilerini düzeltmeleri ve “uluslararası ekonominin
işlerliğinin sürekli kılınması” adı altında bir para sistemi, kredi sistemi
olarak Uluslararası Para Fonu kuruldu. Ülkeler, bu Fon’a sermayelerini katarak
birleşik bir sermaye oluşturdu. Her ülkenin katkısı o ülkenin kotası oldu.
Kotaların büyüklüğü o üye ülkenin oy gücünü belirledi. Bugün bu kurulun en
güçlü ülkeleri başta ABD olmak üzere İngiltere, Almanya, Fransa ve Japonya’dır.
Bu ülkeler artık paylaşım savaşları yerine, IMF aracılığı ile ülkeleri
kendilerine borçlandırarak bağlamaktadır, ülkelere borç para vermekte, bunun
karşılığında ise o ülkeleri kendi mallarını satacakları bir pazar olmaya
zorlamaktalar; böylece verilen para yerine kendi mallarını almak için kullanmış
oluyor. Borcu olan ülke kaynaklarını geliştirmek, üretmek şansına sahip
değildir.
Değerli
arkadaşlar, IMF’ye yüz seksen altı ülke üyedir. Türkiye, banka gibi çalışan bu
Fon’a 14 Şubat 1947 yılında katıldı. O tarihten bugüne 19 kez IMF ile stand-by anlaşması yapıldı. AKP Hükûmeti Türkiye’de ilk kez IMF anlaşmalarını yarıda
kesmeyip hem on sekizinci hem de on dokuzuncu IMF anlaşmalarını tamamlayan bir Hükûmet oldu. Daha önce, IMF ile yapılan on yedi anlaşma
tamamlanmamıştı. AKP Hükûmeti belki bununla
övünüyordur, ancak biz biliyoruz ki bunun anlamı IMF’nin tüm kurallarına uyan
ilk Hükûmet olarak anılmasıdır. IMF’nin tüm
kurallarına harfiyen uyan bu Hükûmet sayesinde, artık
ne yer altı kaynaklarımız olduğunu ne de yer üstü kaynaklarımız olduğunu
söyleyebiliyoruz. IMF’nin en önemli kurallarından ikisi, özelleştirme ve
yabancı sermayenin serbestisi oldu. AKP bir taşla iki
kuş vurdu; bu konuda ilgili tüm yasaları değiştirerek, özelleştirmeyi tamamen yabancı
sermayeyle yaptı.
Yine IMF’nin en
önemli kuralları işçiye, emekliye, memura zam yapmamaktı. AKP Hükûmeti bunu da alnının akıyla yerine getirdi. Bugün bir
işçi emeklisi 680 lira maaş alıyor. Ev kirasının en düşük 450-600 lira arası
olduğu bir ülkede 680 lira maaş almak ne demektir? Bunun vicdani borcunu AKP Hükûmeti kime ödeyecek? 680 lira maaş, sadece yoksulluk
sınırının değil açlık sınırının da altındadır. 680 lira maaş almak demek, en
kötü koşullarda küçücük bir evi kiralayarak içinde aç oturmak demektir. 680
lira maaş almak demek, başkalarına muhtaç olarak yaşamak demektir. AKP Hükûmeti, muhtaç hâline getirdiği insanlara makarna, kömür
dağıtarak kendini iyilik perisi yerine koymaya, bu çirkinliği perdelemeye
çalışmaktadır. Önce insanları fakirleştirerek, hakları olanı gasbederek muhtaç hâline getiriyor, sonra da kendine bağlı
yardım kuruluşları ve valilikler aracılığıyla yardım dağıtıp halkı dilenci
yerine koyuyor ve bundan siyasal olarak rant elde
ediyor. Aslında, perdelemeye çalıştığı, uymak zorunda kaldığı IMF’nin
kurallarıdır, bu kurallara gelişebilecek tepkilerdir.
Son zamanlarda Hükûmetin ve ilgili bakanların en çok ifade ettikleri şey,
yeni stand-by anlaşmasını
mecburiyetten değil istedikleri için yapacaklarıdır. Peki, mecbur değilsek,
yani ihtiyacımız yoksa neden borçlanıyoruz? Borç, yiğidin iş kurmak, üretmek,
geri ödemek için kamçısıdır. Ancak siz, borcu, kölelik kamçısı hâline
getiriyorsunuz. Yiğit, borcu, ihtiyacı olduğu, mecbur kaldığı için alır.
Uluslararası Para
Fonu, gelişmekte olan veya az gelişmiş ülkeleri sömürü aracıdır. Bu Fon
içerisinde muhtaç olan üye ülke olmak ekonomik anlamda sömürge olmaktır.
Tersine, bu Fon içerisinde konum sahibi olmak ise sömürgeci olmak demektir.
Bize şu öneriliyor: Ya kuklamız olursunuz ya da bizim gibi kukla oynatıcı.
Onurlu bir ülkenin ve onurlu bir halkın buna vereceği cevap “İkisine de hayır.”
olur.
Öyle bir ülke düşünün ki, bulunduğu coğrafya dünyanın en verimli
topraklarına sahip olsun; dört mevsimi de yaşasın; üç tarafı denizlerle çevrili olsun; güneşi,
karı, yağmuru, dağları, ovaları, nehirleri, ormanları olsun; toprağında her şey
yetişsin; bin yılların birikmiş kültürü ve tarihiyle zenginliği göz
kamaştırsın; en önemli geçim kaynağı tarım ve hayvancılık olsun. Böyle bir ülkenin bu kadar bağımlı bir ülke olması akla ve mantığa
sığar mı? Böyle bir ülkenin et ithal etmesi neyle açıklanabilir? Yoğunlaşmış
fiziksel ve zihinsel emeği ile çağlar açan, kentler kuran, medeniyetler yaratan
bu coğrafyanın insanının üretimden uzaklaşıp tüketici bir topluma dönüşmesine
ne demeli?
Demokrasisini
kurgulamayan, tekçiliğin kısırlığını çoğulculuğun zenginliğine tercih eden, bu
nedenle de savaşta ısrar eden, tutuklayan, orman yakan, hayvanları telef eden,
insanları göçe zorlayan bir yönetim anlayışı yukarıdaki soruların tek
cevabıdır. Bu yönetim anlayışıdır ki, Türkiye halklarını dışarıya bağımlı
kılıyor, IMF'ye zorunlu kılıyor. Bu bağımlılığın ve zorunluluğun bitmemesi için
de dışarısı Türkiye'nin iç sorunlarını çözmesini, esasta Kürt sorununu
çözmesini istemiyor.
Değerli
arkadaşlar, buradan Hükûmete önerimiz şudur: Bu
coğrafyayı peşkeş çekmekten vazgeçin; bu ülkenin ekonomik, sosyal, siyasal,
kültürel özgürlüğü önündeki tüm engelleri kaldırın; merkezî otoriteden
vazgeçin, yerellerin kendi kaynaklarını yaratmasını, korumasını, geliştirmesini
ve kullanmasını sağlayın; katı merkezî otoriter anlayışınız yüzünden hepimiz
kaybediyoruz.
Dün elitlerle, statükocularla mücadele ettiğinizi söylerken bugün siz
elitsiniz, statü sahibisiniz. Dün demokrasi için cezaevine girerken bugün siz
demokrasi, eşitlik ve özgürlük isteyenleri cezaevine koyuyorsunuz. Dün siz
IMF'ye, emperyalizme karşıyken bugün siz IMF’nin en iyi uygulayıcısısınız.
Bu halkı
yeterince yanıltmadınız mı? Artık bu halkın gerçeklerle yüzleşme zamanı geldi.
“Türkiye’nin bütünlüğü.” dediniz, bütün hakların önünü kestiniz, farklı
kimlikleri yasakladınız. “Türkiye’nin bütünlüğü.” dediniz, yeri geldi askerî
yeri geldi siyasi darbe yaptınız. Türkiye’yi öyle bir hâle getirdiniz ki, bugün
Türkiye halkı Türkiye’de bulunan hiçbir şeyin sahibi değil. Bu ülkeyi
paramparça ettiniz.
Değerli milletvekilleri,
ekonomi özgür değildir. Ekonomi özgürleşmek zorundadır ancak demokratik
katılımcı bir anlayış ve modelle ekonomiyi özgürleştirebiliriz. Bu da iki yolla
mümkündür: Bir yandan temel ihtiyaçları diğer yandan da çağımızın sosyal,
kültürel ihtiyaçlarını belirleyerek en büyük üretici olan doğaya asla zarar
vermeden bilimi ve teknolojiyi bu belirlenen ihtiyaçları gidermek üzerinden
üretim araçları hâline dönüştürmek. Bunu gerçekleştirmeme nedenimiz bireysel
çıkarları toplumsal çıkarların önüne koymamızdır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun.
PERVİN BULDAN
(Devamla) – Değerli arkadaşlar, son olarak,
toplumu oluşturan tüm bireylerin katılımını sağlayan, ortak çıkarları,
üretmeyi ve çağın ihtiyaçlarını karşılayan bir ekonomi modeli bizleri ne IMF'ye
ne de başka bir kuruma muhtaç ve mecbur bırakır. Elbette uluslar arası ticari
ilişkilerimiz olacaktır ama bu ilişkilerin esasını ekonomik sömürü
oluşturmayacaktır. Demokratik, katılımcı ekonomi modeli bir anlayışa
dönüştüğünde eğitim ona göre şekillenecek, sağlık sorunlarına yaklaşım ona göre
olacaktır diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Buldan.
Sayın
milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 17.00
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 17.14
BAŞKAN : Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 134’üncü Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum.
458 sıra sayılı
Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Şimdi, 1’inci
madde üzerinde söz sırası, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen
Mithat Melen, İstanbul Milletvekili.
Buyurun Sayın
Melen. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA
MİTHAT MELEN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 458 sıra
sayılı taslak üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunuyorum.
Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.
Önce bir noktaya
değinmek istiyorum. 73’üncü Birleşimin Üçüncü Oturumunda ilginç bir şey olmuş.
Yöneten Sayın Başkan demiş ki:
“Komisyon?
Burada.
Hükûmet? Burada.
Komisyon Raporu
458 sıra sayısıyla bastırılıp, dağıtılmıştır.
Tasarının tümü
üzerine söz isteyen? Tasarının tümü üzerine söz isteyen yok.
Soru-cevap yok.
Tasarının tümü
üzerinde görüşmeler bitmiştir.
Maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…”
Sonra Sayın Kemal
Anadol itiraz etmiş: “458 listede yok efendim,
nereden çıktı 458?”
Başkan demiş ki:
“Sayın milletvekilleri, on beş dakika ara veriyorum.”
Tekrar toplantı
başlamış. “Açılma saati:
“Başkan - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 73’üncü Birleşiminin Dördüncü
Oturumu’nu açıyorum.
458 sayılı
Tasarı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.”
Şimdi, ilginç bir
şey, tümü üzerinde konuşmadığımız bir kanunu burada konuşuyoruz. Nasıl olmuş
bu? Her kanun benim için önemli ama bu da daha önemli. Burada hakikaten bir
şeyi atlamışız. Hukuken belki yapacak pek bir şey yok ama atlamışız. Nasıl
olmuş bu?
Ayrıca da, belki
tümü üzerinde ilk defa bu kanunun lehine konuşacağız. Çünkü,
biraz önceden beri izliyorum, çok dikkatle izliyorum, yani, herkes, her kürsüye
çıkan arkadaşımız Türkiye'nin IMF’yle ilişkilerinden bahsetti ama bu kanunun
aslından bir türlü bahsetmedi. Bu kanun, belki tarihte ilk
defa IMF’nin Türkiye lehine bir şey yaptığı bir olay. Yani, onu biz de
yapamamışız, IMF kendi yapmış. Niye? Oylar temsil güçleri itibarıyla ülkelerin
gücünü de belirliyor, IMF’deki oylar. IMF’de 2006 yılından itibaren yeni bir
hareket başladı çünkü dünyada ekonomide dengeler değişti. IMF’deki oy gücü,
yani kota dediğimiz güç bir yerde ülke ekonomisinin dünya içindeki gücünü
gösteriyor, o çok önemli bir şey. Burada da öyle. Yani,
IMF de, bir adil kotaya doğru gitmek gereğini gördü. Mesela, bizim 964 özel
çekme hakkımız var, bu da 0,45 civarında bir pay demek. Yani, bunu önce 1
milyon 191 bine çıkarmak meselesi vardı, bu da 0,55’e çıkarılıyor, oy payımız
yani bu 2006’dan itibaren. Şimdi, 2008’deki bu değişiklikle kotamız 1 milyar
455’e çıkacak yani bu da 0,61 pay demek özel kotalarda. Bu özel kotalar da kota
kullanımı açısından hem daha fazla para almanızı sağlaması ve maliyeti de,
faizlerin maliyetini de belirlemesi açısından çok önemli. Türkiye, daha ucuz
bir faiz dilimine geçiyor.
Şimdi, biz, başka
şeyleri tartışıyoruz burada yani IMF’ye başvurmak, başvurmamak, hatta bunu bir
başarı meselesi hâline getirmek… Sayın Başbakanımız da aynı şeyleri söyledi:
“Biz IMF’ye başvurmuyoruz, başarılıyız.” Hayır
efendim, IMF, bir uluslararası kuruluş, dünya ekonomik politikasını
düzenlemekle, dünya parasına bekçilik etmekle görevli bir kuruluş, buna da siz
üyesiniz, onun işte ufacık bir maddesi değiştirilirse, siz de yasalarınızda
değiştiriyorsunuz ki Anayasa’nıza aykırı olmasın yaptığınız işlemler. Onun için
şimdiye kadar IMF’yle yaptığımız işlemler Türkiye’deki yasalara uygundur. Bunun
tartışması bir kere her şeyden önce çok gereksiz bir şey. IMF’yle ilişkilerimiz
ayrı, “IMF’ye başvurmamız başarısızlık, başvurmamamız başarı.” demek hele bu
kanun görüşülürken ilginç geldi bana. Niye? Çünkü ilk defa
tarihinde IMF kendi kendini tartışmaya başlamış; acaba dünyanın ekonomik
değişmesine yeterli miyim, gerçekten ben bu yapıyla dünyanın ekonomik
meselelerini çözebiliyor muyum… Bunları tartışırken ve bize de, bakın…
Neden bize önemi var bunun? Temel oyların artırılması için önemi var. IMF,
temel oyları, tüm sermayesini yani bizim dediğimiz, anlattığımız kotaların
yüzde 5,52’sine çekmeye çalışıyor. Niye? Yani bütün ülkelere, seksen iki ülkeye
önce bir pay dağıtmaya çalışıyor ve bunun da yüzde 95’ini ayırıyor, yüzde 5’i
olmasını istiyor. Çünkü ufak bir ülkeyi düşünün, bir Afrika ülkesini, çok az
pay alıyor, dolayısıyla yetkisi de az oluyor ve icra direktörü az
bulundurabiliyor ve icra direktörlerinin de yönetimde büyük etkisi var. Tabii
burada en büyük payın sahibi Amerika Birleşik Devletleri, onun yönetimde etkisi
var ama son yıllarda, dünyadaki değişimle birlikte bu paylar da yer
değiştiriyor. Yani gelişme yolundaki ülkelerle gelişen ülkeler veya yükselen pazar
ülkeleri –ki Türkiye de bunun içerisinde- önemli bir yere geliyor. Yani ilk
defa biz, kendimiz yapmadığımız bir işle IMF’yi eleştiriyoruz. Niye? 2011’de
Türkiye'nin payı –kotadaki- yüzde1’e çıkarılacak. Bu, çok önemli bir gelişme.
Niye? Aşağı yukarı, Türk ekonomisinin yıllardan beri dünya ekonomisi içerisinde
yüzde 1 pay almasını hep söylüyorduk. İşte, bu, yine biz yapmadan… Ama burada
hep, nedense, başka şey tartışıyoruz: “IMF onu yapmış, bunu yapmış, bilmem ne
yapmış…”
Efendim, IMF’ye
bundan yıllar önce üye olmuşsunuz ve -bu sistemi beğenmezseniz bu sistemin
dışına çıkarsınız, gayet açık bu yani- bu sistemin içinde olmanızdan kimse o
kadar da çok fazla memnun değil, hele IMF’nin kendi, çünkü kendi kendini
tartışmaya başladı IMF.
Yine ben burada
başka bir şeyin üzerinde durmak istiyorum. Mesela, komisyonu Dışişleri
Komisyonu temsil ediyor. Şimdi orada da bir sıkıntı var. Bu mesele Hazinenin
meselesi 1173 sayılı Kanun’da, yönetimiyle de o görevli ama Bütçe Komisyonu
tali komisyon sayılıyor, Dışişleri esas komisyon sayılıyor.
Evet, yurt
dışında vahdet prensibinden bunu böyle yapmak doğrudur belki ama bunda da bir
başka yere götürmemiz lazım işi yani Türkiye Büyük Millet Meclisinde ekonomiyle
ilgili bir komisyon kurmamız lazım. Ekonomi ve strateji konusunda bu
araştırmaları yapacak ve bu gibi konuların gerçekten buraya gelmesini
sağlayacak bir yapıya büründürmemiz lazım çünkü ekonomi hem az konuşuluyor hem
Bütçe Komisyonuna aşırı bir yük bindiği gibi, böyle bir önemli konu Dışişlerine
gidiyor. Tabii, Dışişlerinin burada esas komisyon olmasını eleştirmiyorum, yapı
öyle, yasa öyle ama burada da bir eksiklik var.
Şimdi, son
olarak, mesela, ne oldu? G20’ler toplantısı oldu. Orada da tabii, Hükûmet devamlı bu toplantılara katılıyor, katılması lazım,
mutlaka içinde olmamız lazım ama hiçbir bilgimiz yok Türkiye Büyük Millet
Meclisi olarak. Yani ne oluyor oralarda, ne konuşuluyor, dünya nereye doğru
götürülüyor, ne yapılmak isteniyor?
Hükûmetin bir numaralı
görevi, burada… Ki o toplantılara katılanlar içinde hem Dışişleri Bakanı var
hem ekonomiden sorumlu bakanlar var, hiç burada gelip bilgi vermediler çünkü
yapı değişiyor dünyada. Hep bunu ısrarla söylemek istiyorum. Yani yapı öyle bir
yapı ki IMF de kendi yapısını değiştirmeye çalışıyor. İşte, finansal vergiyi
tartıştılar, mali sektörde reformu tartıştılar. Mesela IMF krizde 200 milyar
dolar akıttı, son küresel krizde, dünyalar kadar para bu. Kaldı ki IMF batmak
üzereydi, ama öyle bir ipin ucu yakalandı ki IMF’nin başındaki adam Fransa
Cumhurbaşkanlığına oynuyor birdenbire şimdi. Yani, bütün bunlardan biz sanki
haberdar değilmişiz gibi, hatta bu kurumlara mümkün olduğu kadar daha fazla
insan yerleştirmek istemiyormuşuz gibi… Kimsenin, çünkü,
bu konuda bir fikri yok. Hakikaten Türkiye Büyük Millet Meclisi dâhil bu
kurumlar içerisinde temsil edilmemiz lazım. Çünkü dünya yönlendirilirken biz
farkında değiliz.
Biz geçen sene
İstanbul’da çok önemli bir toplantı yaptık. O toplantıda -hem IMF’nin hem Dünya
Bankasının yıllık toplantısını yaptık- bir tane başkanlık, bir tane başkan
yardımcılığı ne bileyim, G20’lerin bir genel sekreterliğini kapabilirdik
-Türkiye’de o kadar çok insan var ki, yetişmiş insan- onu da beceremedik. Niye
beceremedik? Çünkü burada bile oturup “IMF şunu yaptı, IMF bunu yaptı, IMF’ye
18 kere stand-by yaptık, 18
kere yapmadık” onları tartışıyoruz da ondan. Biz farkında değiliz dünyada ne
olup bittiğinin, hâlâ biz bunları tartışıyorsak… Yok, hakikaten farkındaysak da
bunları kendi kendimizi oyalamak için yapıyorsak o da ilginç. Ama artık
hakikaten… Mesela şu kanunun geçirilmesi bile bana biraz tuhaf geliyor. Şeyinde
görüşmüyorsunuz, aceleye getiriyorsunuz, işte “Başkan hata yaptı.” diyorsunuz.
Efendim, olabilir. Burada iktidar partisi var. Hakikaten tümü üzerinde
görüşmekte yarar vardı. Çünkü, belki tarihte ilk defa
IMF’nin geçirdiği, bizden geçirmesini istediği kanunlardan en önemlisi bu, en
de bize yararlı olanı bu. Çünkü biz istemesek de bizi bir yere sokmaya
çalışıyor yani bir üst sınıfa sokmaya çalışıyor, payımız da yüzde 1’e çıkacak
2011 yılında.
Onun için, bir
daha bunu düşünmemizde yarar olduğunu sanıyorum ve bu duygu, düşüncelerle yüce
heyeti saygıyla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –Teşekkür
ederim Sayın Melen.
VIII.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.- TBMM Başkan Vekili Sadık Yakut’un, 458 sıra sayılı
Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerinde konuşan İstanbul Milletvekili Mithat
Melen’in, “Tümü üzerinde konuşmadığımız bir kanunu
burada konuşuyoruz.” ifadelerine ilişkin konuşması
BAŞKAN - Sayın
Melen, konuşmanızın başlangıcındaki açıklamalardan dolayı teşekkür ediyorum.
16/3/2010 tarihli 73’üncü
Birleşimin Üçüncü Oturumunda bahsedilen konuyla ilgili açıklama getirmek
istiyorum: Bugün Genel Kurul açılmadan önce Kanunlar Dairesi tarafından konu
gündeme getirildi, görüştük. Yalnız Sayın Anadol’un
bahsettiği “458, listede yok.” sözünün Adalet ve Kalkınma Partisinin grup
listesinde olmadığını ifade ettiler. O günkü el gündemini de getirtiyorum. El
gündeminde olduğunu gördüm, şimdi getiriyorlar, onu da ayrıca açıklayacağım.
Teşekkür ederim.
OKTAY VURAL
(İzmir) – Sayın Başkan, tabii şöyle oldu: O gün neleri görüşeceğimiz konusunda
gruplar arasında bir mutabakat vardı ve takdir edersiniz ki görüşülmeyecek bir
konu hakkında da konuşmacının olmaması doğaldır. Konuşulmayacak bir konuda
Sayın Bakan oturunca, “Komisyon burada.” deyince mecburen o noktaya geldi.
Aslında bizim mutabakatımız dışında fiilen gelişmiş bir konudur. Gündemde vardı
ama “Görüşmeyeceğiz, komisyon oturmayacak.” dediler. Oturmayacak denilmesine
rağmen oturduğu için o işlem yapıldı.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Vural ama bu açıklamalarınızın ışığında da konu Başkanlık
Divanının problemi değil, grupların kendi arasındaki bir problem olduğu
anlaşılıyor.
OKTAY VURAL
(İzmir) – Bir problem olarak söylemedim. Sadece tutanaklara siz soktuğunuz gibi
ben de tutanaklara girsin diye ifade ettim.
BAŞKAN – Anladım,
teşekkür ediyorum.
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
3.- Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve
Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek
Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin
Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/761) (S. Sayısı: 458) (Devam)
BAŞKAN – Şimdi madde üzerinde şahsı adına söz isteyen Osman Demir,
Tokat Milletvekili.
Buyurun Sayın
Demir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
OSMAN DEMİR
(Tokat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milletlerarası Para Fonu Ana
Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı üzerine şahsım adına söz aldım. Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
Bilindiği gibi,
40’lı yılların başında bir dünya savaşı yaşandı yani İkinci Dünya Savaşı
yaşandı. İkinci Dünya Savaşı, dünya ölçeğinde büyük bir yıkıma ve finansman
darboğazına yol açtı. O güne gelinceye kadar yani -kastettiğim 1944 yılıdır-
1944 yılına gelinceye kadar uluslararası ödemelerde “altın standardı” diye bir
sistem uygulanıyordu. Yani uluslararası mal ve hizmet alım satımında karşılık
olarak altın ödeniyordu. Tabii, bir taraftan ekonomik ilişkiler artıyor, dünya
üretimi artıyor, uluslararası ticaret artıyor ama altın arzı uluslararası
ticaretteki artışla aynı paralelde artamıyor. Bu, dünya ticaretinde bir
daralmaya, bir baskıya yol açıyor ve uluslararası likidite sorunu dediğimiz
sorun ortaya çıkıyor.
Ne yapalım?
Dünyanın önde gelen teorisyenleri, özellikle ekonomi teorisyenleri Amerika
Birleşik Devletleri’nin Bretton Woods
kentinde 1944 yılında bir araya geliyor. Bretton Woods Konferansı diyoruz. Bu konferansın sonunda iki tane
önemli kurum ortaya çıkıyor: Birisi IMF, diğeri Dünya Bankası yani Uluslararası
İmar ve Kalkınma Bankası. Bu iki kurum ortaya çıkıyor yani uluslararası para
sistemini bu iki kurumun işletmesi kabul ediliyor.
Ne yapacak bu iki
kurum? Bu iki kurum önce, uluslararası ödemelerde likidite sorunu
yaşatmayacaklar üye olan ülkelere; ikinci olarak da, üye olan ülkeler eğer
ödemeler bilançosu açığı verirse, bu ödemeler bilançosu açığının finansmanını
sağlayacaklar. Bu iki kuruma biçilen rol bu.
Tabii, sistemin
bir ayağı daha var, o da şudur: O zamana kadar uluslararası ödemelerde altın
kullanılıyordu ve altın arzı yeterince arttırılamıyordu. Deniyor ki: “Yeni
sistemde, uluslararası ödemelerde altının yanı sıra Amerikan doları da
kullanılsın ama doları da bir şeye bağlayalım, sabitleyelim doların değerini
bir şeye. Neye sabitleyelim? Altına.” Deniyor ki: “Bir ons altın 35 dolardır.”
diye bir parite belirleniyor. Bir ons demek,
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun.
OSMAN DEMİR
(Devamla) – …üye ülkelerin ödemeler bilançosu açıklarının finansmanı amacıyla
kullanılıyor. Nereye kadar değerli arkadaşlarım? 1973 yılında petrol şokları
dediğimiz zamana kadar. 1973 yılında OPEC’in kartel
gücünü kullanarak petrol fiyatlarını ani arttırmasıyla Bretton
Woods sistemi tamamen çöküyor. Bugün artık Bretton Woods sistemi -işte dolar
altına endekslenecek, diğer ülke paraları da dolara endekslenecek- böyle bir
sistem artık yok, o sistem çökmüş durumda. Peki, Bretton
Woods sistemi çöktü de IMF ve Dünya Bankası
etkinliğini kaybetti mi, varlığını kaybetti mi? Hayır. Bu iki kurum hâlâ önemli
bir görevi sürdürüyorlar ama uyguladıkları politikanın içeriği değişti. Onu da
izninizle, 2’nci maddede tekrar şahsım adına sözüm var, orada açıklamak
istiyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Demir.
Madde üzerinde
şahsı adına söz isteyen Mehmet Yüksel, Denizli Milletvekili.
Buyurun Sayın
Yüksel. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET YÜKSEL
(Denizli) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 458 sıra sayılı
Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı hakkında şahsım adına söz
almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, Sayın
Melen gibi bir üstadın arkasından, Değerli Hocam Osman Demir gibi bir hocanın
arkasından benim konuşmam nasıl olur, bilmiyorum. Ben, iki değerli üstadın
çizdikleri açıya bakarak, anladığım kadarıyla yıllarca çok yanlış mecrada
tartışılan IMF konusunu, aslında burada tekrar gündeme getirmek belki yanlış.
Mithat Melen Hocam bunu çok doğru söyledi. Çünkü burada aslolan
yapılacak olan anlaşmalardır, aslolan zorla bizi
belli bir kategoriye yükseltmeye çalışan Uluslararası Para Fonu konusunda
yapılacak anlaşmalardır bence. Burada, ama biz yine de şuna
dikkat edelim: Biz, yıllarca IMF’nin ülkeleri sömürdüğü, IMF’nin ülkelere yarar
sağlamadığı, ülkelerin ekonomisini, sorununu dikkate almadığı, alsa da kısa
vadeli çözümler önerdiği ve sonuç itibarıyla yarar sağlamadığı görüşleri olduğu
gibi, bir taraftan da bazı görüş de, diğer bir görüş de IMF’yi, gelişmekte olan
ülkeler başta olmak üzere tüm dünya ekonomilerinin istikrarı için vazgeçilmez
bir örgüt olarak nitelemekte. Bu görüşleri objektif bir şekilde
değerlendirebilmek için de IMF’nin istikrar programlarının koşullarını ve
finansal kaynaklarının maliyetlerini incelemek gerekir. Bu doğrultuda, IMF’nin
kullanıma sunduğu kaynaklarının borçlanma maliyeti piyasa koşulları ile
karşılaştırılınca söz konusu maliyetlerin yüksek olmadığı görülmekte.
Biz, şu anda baktığımızda, tasarı ve gerekçeleri incelediğimizde,
Ana Sözleşme’de öngörülen değişiklikler içinde Milletlerarası Para Fonu’na üye
ülkelerin kota dağılımlarının yeniden ayarlanması, düşük gelir düzeyine sahip
ülkelerin IMF içerisindeki oy ve temsil güçlerinin korunması, Afrika
ülkelerinin İcra Direktörleri Kurulunda daha güçlü temsil edilebilmelerinin
sağlanması, Fon kaynaklarının yatırım amaçlı kullanımının önündeki
sınırlamaların hafifletilmesi gibi konular ve düzenlemeler var.
Onun yanında, Ana Sözleşme’de öngörülen değişikliklerin yürürlüğe
girmesiyle ülkemizin IMF’deki temsil gücünün daha da artacağı ve ülkemizin
IMF’deki oy gücünün yüzde 0,45’ten, öngörülen değişikliğin yürürlüğe girmesiyle
birlikte 0,61 seviyesine yükseleceği, yine bu değişikliklerin yapılanmasının
ardından 2011 yılı Ocak ayına kadar kota reformuna yeni formül çerçevesinde
devam edileceği ve ülkemizin payının yüzde 1 civarına yükseltileceği
öngörülmekte.
Burada, yine, 2006 yılında, IMF içerisinde adil bir kota
mekanizmasının tesis edilmesi ve kota dağılımlarının buna göre yeniden
ayarlanabilmesi, daha sağlıklı bir hâle getirilebilmesi için kapsamlı bir
çalışma başlatılmış, bu çalışmanın ilk aşamasında aralarında ülkemizin de
bulunduğu dört ülkeye münferit olarak kota artışı sağlanmış, daha sonra da,
2008 yılında yeni bir düzenlemeyle, ülkemize ikinci bir kota artışı imkânı
sağlanması ve kotamızın yine 1,455 milyon SDR seviyesine ulaşması
öngörülmüştür.
Kotaların IMF
kaynaklarının kullanımını, maliyetlerini belirleyen önemli bir unsur olduğu
dikkate alındığında kotamızda yapılan artışlar sayesinde IMF’ye yönelik faiz
yükümlülüklerimizde bir miktar tasarruf sağlanması da mümkün olabilecektir.
Bunlara ek olarak
Ana Sözleşme’deki değişiklikler ile Fon kaynaklarının altın satışından
sağlanacak gelirler de dâhil olmak üzere yatırım amaçlı kullanımının önündeki
sınırlamaların hafifletilmesi ve bu suretle de Fon varlıklarının yönetiminde
esnekliğin sağlanması amaçlanmaktadır. Ana Sözleşme’nin ilgili hükümlerinde
yapılan tadilatın üye ülkelerce onaylanmasının ardından kotalarla ilgili
düzenlemeler hayata geçirilecektir. Bugünkü uygulama, bugünkü yapılacak
oylamayla biz bunun birinci adımını atmış olacağız.
Umarım ve ümit
ederim ki, bu anlaşmaların ülkemize bundan sonraki ekonomik hayatında yararlar
getireceği düşüncesiyle hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Yüksel.
Madde üzerinde
bir adet önerge vardır, okutup işleme alıyorum.
TBMM Başkanlığına
458 sıra sayılı
kanun tasarısının 1. maddesindeki “ilişkin” kelimesinden sonra gelmek üzere
“tüm” kelimesinin ilave edilmesini bilgilerinize arz ederim.
|
Hüseyin Ünsal |
Enis Tütüncü |
Hüsnü Çöllü |
|
Amasya |
Tekirdağ |
Antalya |
|
Tayfur Süner |
Fevzi Topuz |
|
|
Antalya |
Muğla |
|
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
DIŞİŞLERİ
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ABDULLAH ÇALIŞKAN (Kırşehir) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım
BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?
DEVLET BAKANI
CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Enis Tütüncü, Tekirdağ
Milletvekili.
Buyurun Sayın
Tütüncü. (CHP sıralarından alkışlar)
ENİS TÜTÜNCÜ
(Tekirdağ) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Aslında yarıda
bıraktığım ya da tamamlayamadığım konuşma üzerine konuşmayı düşünmüştüm ancak
Milliyetçi Hareket Partisi Sözcüsü Sayın Melen’in
konuşmasından sonra konuşmamı farklı bir boyutta götürme ihtiyacını hissettim.
Şimdi, biz
konuşmamızda, daha doğrusu, ben konuşmamda bu tasarının özüne vurgu yapmaya
çalıştım, özü nedir? Sayın Melen konuşmasında -burada olmasını isterdim-
tasarının şekli üzerinde durdu. Şekli üzerinde durmuş olmasına rağmen, en
azından “Bu şekil neden acaba değiştiriliyor?” diye sorması ve o sorunun
yanıtını vermesi gerekiyordu. Şimdi, özü değişmemiştir, IMF politikalarının özü
değişmemiştir, bunu vurgulamak istiyorum; şimdi de sol gösteriyor, sağ vurmaya
çalışıyor, geçmişte ne yaptıysa, geleceğe dönük politikalarını da o çerçevede
revize etmeye çalışıyor. Yani şöyle bir anımsayalım: IMF, dünya finans krizini
okuyamamış, görememiş olmasının sıkıntısıyla, mahcubiyetiyle bir uzmanlar
komitesi topladı ve başına da ünlü iktisatçı Joseph Stiglitz’i
getirtti. Oraya bakarsak, işte Milletlerarası Para Fonu’na üye ülkelerin kota
dağıtımlarının neden ayarlanması gerektiği o uzmanlar komitesi raporunda
çıkıyor. Neden Fon kaynaklarının yatırım amaçlı kullanımının önündeki
sınırlamalar hafifletiliyor; orada çıkıyor. Neden? Çünkü dünya finans krizinin
merkez üssü Amerika Birleşik Devletleri’ydi ve daha
sonra da Avrupa’ya yayıldı. Kendi başlarına bu krizden kurtulamayacaklarını,
çıkamayacaklarını anladılar, onun için, bizim gibi yükselen ekonomilere ya da
gelişmekte olan ekonomilerin desteğine ihtiyacı var ve IMF’yle kotalar
artırılıyor ve bizler o ülkelerin, özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nin
mal ve hizmetlerine daha fazla talepkâr olalım; amaç
bu yani bu özü üzerinde biz durmaya çalıştık. Yoksa,
gelişmekte olan ülkelerin, yükselen piyasaların ya da Afrika ülkelerinin IMF
kotalarından daha fazla yararlanması, kotaların artırılması tabii ki güzel bir
şeydir ama konunun özünün anlaşılması gerekiyor.
Değerli
arkadaşlarımız, sayın milletvekilleri; konunun özünü, esasını kaçırır isek,
“Vay efendim, ne kadar güzel.” diye burada IMF’ye övgüler düzer isek, yine az
gideriz uz gideriz, dere tepe düz gideriz; bir bakmışız kalkınma planlaması
konusunda bir arpa boyu yol gitmemişiz; geçmiş dönemde başımıza ne gelmiş ise
yine o gelir. Zabıtlara geçirmek istedim. Keşke Sayın Melen burada olmuş
olsaydı… Konuşmamız demek ki yeterince anlaşılmamış. Özüdür, özü, özü.
Türkiye’nin bir an önce aklını başına devşirmesi gerekiyor. IMF kotasını
kullanırsın kullanmazsın, inşallah kullanmayız çünkü amaç değişmemiştir.
Türkiye inşallah cari işlemler açığına düşmez tekrar, tekrar cari işlemler
açığını kapatmak için IMF fonlarına düçar kalmaz,
inşallah kalmaz ve neden kalmaması gerektiğini anlatmaya çalıştık ve burada da
kalmaması için politikaları ortaya koymaya çalıştık.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bakınız, bu sistem, bu ekonomik model günümüzde yüksek
ithalata yol açıyor. IMF’nin hâlâ dayattığı, Hükûmetin
de hâlâ farkına varmadığı bu model, bu sistem günümüzde yüksek ithalatı
dayatıyor. Nitekim ithalat arttı, cari işlemler açığı yükselmeye başladı. 2010
yılında 45-50 milyar dolarlık bir dış ticaret açığıyla Türkiye karşılaşabilir.
Turizm gelirleri de düşüyor, cari işlemler açığı tekrar Türkiye'nin gündemine
oturacaktır. Buna dikkatinizi çekiyorum. Yüksek cari açık üretiyor, reel
ekonomiden kopuk, sanal bir büyüme üretiyor bu model. Yüksek ithalat vergileri
geliyor, tamam ama düşük bütçe açığıyla da bir şeyler yapmaya çalışıyoruz ama
bu model tıkandı.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın
Tütüncü, lütfen tamamlayınız.
ENİS TÜTÜNCÜ
(Devamla) – Tamamlıyorum.
Bu modelin
tıkandığını ve bu modelin artık götürülemeyeceğini Merkez Bankası Başkanı Sayın
Yılmaz dahi geçenlerde itiraf etmiştir. Bizim vurguladığımız olay budur. Tabii ki az gelişmiş ülkelerin ya da yükselmekte olan piyasaların
dünya ekonomik ticaretinde, ekonomik kalkınma uğraşında hakkına düşen, hakkı
olduğu yeri almasını isteriz ama Türkiye, lütfen, dışarıya bağımlı olmaktan
ekonomisini kurtarsın, yüksek büyüme hızlarını daha düşük cari açıklarla, daha
düşük dış ticaret açıklarıyla, daha yüksek teknolojili sektörlere yatırım
yaparak karşılasın. İşin özü, esası budur. Bu özü, esası görmek
mecburiyetindeyiz. Yoksa, şekil yönünden, bizim bu
yasa tasarısına bir olumsuz gözle bakmamız mümkün değildir. Konu sanırım
yeterince anlaşılmıştır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ENİS TÜTÜNCÜ
(Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sanırım, konu
yeterince anlaşılmıştır.
Hepinizi en iyi
dileklerimle sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Tütüncü.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
2’nci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 2- (1) Bu
Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN – Madde
üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Mustafa Özyürek, İstanbul Milletvekili.
Buyurun Sayın Özyürek.
CHP GRUBU ADINA
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri;
görüşmekte olduğumuz 458 sıra sayılı Tasarı hakkında Cumhuriyet Halk Partisi
adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlarım, bu tasarı vesilesiyle, Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu
sorunları, durumu tartışıyoruz. Ben de o noktada bazı görüşlerimi ifade etmek
istiyorum.
Şimdi, bugün
basında yer alan, dün Sayın Başbakanın bir açıklaması var, diyor ki: “Biz
büyümede rekor kırdık ama muhalefet bizim rekor kırmamızı içine sindiremiyor,
onun için de rekoru kabul etmiyor.” Ve gene, işte, “Ekonomi küçülseydi bunlar
çok memnun olurlardı.” diyor.
Değerli
arkadaşlarım, öncelikle şunu ifade etmek istiyorum: Türkiye Cumhuriyeti’nin bir
vatandaşı olarak, bir siyasetçi olarak Türkiye'nin büyümesinden, işsizliğin
azalmasından, çiftçinin, esnafın, emeklinin, memurun, işçinin gelirinin
artmasından biz ancak ve ancak mutluluk duyarız. Onun için, Başbakan o
bakışını, o zihniyetini değiştirsin. Ama öyle anlaşılıyor ki, Sayın Başbakan
önümüzdeki seçimde muhalefete geçtiğinde Türkiye'nin küçülmesinden mutlu
olacak, işsizliğin artmasından mutlu olacak.
Şimdi, rekordan
bahsediliyor. 2010 yılının ilk çeyreğinde ekonomi yüzde 11,17 büyüdü. Bu elbette
iyi bir şey ama sadece bu rakama bakarak bir değerlendirme yapmak son derece
yanıltıcıdır. Değerli arkadaşlarım, 2009 yılının ilk çeyreğinde ekonomi yüzde
14,5 küçülmüştü. Yani mukayese yaparken, ekonomi dibe vurmuş, o dipten biraz
çıkmaya başladı diye ekonominin düzeldiğini söylemek doğru değil. 2008 yılında
millî gelirimizi 100 olarak kabul ederseniz 2009 yılında bizim millî gelirimiz
85’e düşmüş, şu anda 2010 yılının ilk çeyreğinde de 95’e çıkmış. Yani 2008
yılının yüzde 5 daha altındayız. O bakımdan, mukayeseli olarak olaylara bakmak,
ona göre değerlendirme yapmak lazım. Türkiye İstatistik Kurumunun açıklamasında
da net olarak ifade edildiği gibi, 2009 yılının son çeyreğiyle
karşılaştırıldığında ekonomideki büyüme binde 1’den ibarettir.
Bunları görmeden,
bunları değerlendirmeden, sadece insanlara umut satarak, insanlara pembe
tablolar çizerek ekonomide doğru çözümler bulamayız. Önce gerçekçi olacağız.
Gerçekçilik nedir? Biz hâlâ 2008 yılının oldukça altındayız ve değerli
arkadaşlarım, bir ekonomide en önemli göstergelerden biri de işsizliktir.
Türkiye yüzde 13’ün üzerinde bir işsizlikle karşı karşıyadır ve bunu gerçek
işsizlik olarak hesaplarsanız yüzde 21’dir, gençlerin işsizliği olarak olaya
bakarsanız yüzde 25’tir. Böylesine olumsuz tablolara rağmen, Sayın Başbakan,
pembe tablolar çizerek insanları yanıltmaktadır. Bu doğru bir yaklaşım
değildir. Önce ekonomiyi gerçekçi olarak değerlendirmek, tespit etmek, teşhis
etmek ve ona göre önlemleri almak lazım.
Değerli
arkadaşlarım, Türkiye 2008, 2009 krizinde arka arkaya dört dönem küçülmüştür.
Oysa hepimizin ekonomide büyük tahribat yaptığını kabul ettiğimiz, AKP’lilerin
de sürekli eleştirdikleri o 2001 krizinde ekonomi arka arkaya üç dönem
küçülmüştür. Arada fark vardır ve değerli arkadaşlarım, AKP, geldiği günden
itibaren, 2002 krizinden sonra uygulanan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’nı -ki
IMF destekli bir programdır- Kemal Derviş’in öncülüğünde hazırlanmış olan,
durmadan eleştirdikleri o programı aynen uygulamaktadır. Uzunca bir süre
“IMF’yi gönderdik, gönderiyoruz.” hikâyeleri anlatılmış, buna rağmen IMF
programı aynen uygulanmıştır. Daha sonra IMF programı sona ermiş ama uygulanan
program değişmemiştir çünkü IMF programının özü, esası geniş kitlelere eziyet
çektirmek, onlardan fedakârlık istemek ama Türkiye’ye yatırım yapmış olan
kesimlerin yatırımlarını geliriyle birlikte, faiziyle birlikte, rantıyla birlikte dışarıya transfer etmelerini sağlamaktır.
Bunu öngören bir program IMF programı olarak uygulanmış ama daha sonra AKP bu
programı değiştirmemiştir. Mesela, memurlara ilk altı ayda yüzde 2,5; ikinci
altı ayda yüzde 2,5 gibi sembolik ve komik bir zam yapmıştır. Aynı zam
emeklilere de uygulanmıştır, enflasyon farkı olarak da yüzde 1’lik bir fark
emeklilere ve memurlara ödenmiştir.
Değerli
arkadaşlarım, bu kesimlerin, işçinin, memurun, emeklinin, özellikle tarım
kesiminin, esnafın karşı karşıya olduğu, kaldığı sorunları hep beraber
biliyoruz ve Türkiye yaşıyor. Bu, uygulanan programın bir nedenidir. Bir tercih
yapılmaktadır, bu tercihte denilmektedir ki: “Biz belli kesimlerin yani
zenginlerin lehine politikalar uygulayacağız, fedakârlığı, özveriyi dar
gelirlilerden bekleyeceğiz.” O nedenle de her yerde karşılaştığımız gibi,
emekli olduktan sonra ek bir iş yapmak için kapı kapı
dolaşan emekli memurlar ve perişan olan, evine ekmek götürmekte zorlanan
işsizler.
Değerli
arkadaşlarım, bir ekonomi büyüme olsa bile istihdam yaratmıyorsa yani insanlara
iş ve aş vermiyorsa o ekonominin büyümesi tek başına anlamlı değildir. O
nedenle büyüyen ekonomi aynı zamanda istihdam yaratırsa anlamlıdır. Uzunca bir
süre, 2003 yılından 2007 yılına kadar ekonomide, özellikle dışarıdaki konjonktürün de etkisiyle büyüme olmuş fakat istihdam düzeyi
düşmüş yani işsiz sayısı artmıştır. AKP, istihdamı artırmak, işsizlikle
mücadele etmek açısından hiçbir politika uygulamamıştır.
Değerli
arkadaşlarım “büyümede rekor” deniliyor. Mesela Çin, bizden daha çok
büyümüştür, aynı zamanda geçen dönem yani 2009’un ilk çeyreğinde de bizden daha
fazla büyümüştür. O bakımdan, ekonominin dibe vurduğu dönemin rakamlarıyla bir
ölçüde çıktığı dönemin rakamlarını karşı karşıya getirdiğinizde,
karşılaştırdığınızda son derece yanıltıcı olur. Ama Çin’in büyümesi son derece
anlamlıdır çünkü yüzde 6,1 2009’un ilk çeyreğinde büyümüştür, şimdi de yüzde
11,9 büyümüştür yani büyüme devam etmektedir. Bizde ise dibe vurmuşuz, dipten
çıkmak için şimdi bir hamle yapıyoruz ama gene de 2008 yılının hedeflerini
yakalayamıyoruz.
AKP’nin
uyguladığı politikalarla aynen devam edersek, ki aynen
devam edeceği anlaşılıyor çünkü Sayın Başbakan, ekonomide bir sorun olduğunu
kabul etmiyor…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Özyürek, tamamlayınız lütfen.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Devamla) – Önce sorunu kabul edeceksiniz, ona çözüm arayacaksınız. Ekonomide
sorun yoksa, aynen böyle devam edecekse başımıza
gelecek bellidir; gene yüzde 13-14’lerde bir işsizlik, gene açlığa, fakirliğe
mahkûm edilmiş emekliler, işçiler, memurlar, esnaf ve çiftçi. Böyle bir
ekonomide hâlâ “Rekor kırdık, Türkiye çok güzel günlere doğru gidiyor.” işte
“Muhaliflerimiz bizim rekorlarımızı anlayamıyor.” diyor Sayın Başbakan.
Gerçekten, mukayeseli olarak rakamlara baktığımızda, ortada bir rekor falan
yok, ortada 2008’in rakamlarını bile tutamayan kısmi iyileştirmeler var. Olayı bu şekilde görmek lazım.
Onun dışındaki
şeyler propagandadan ibarettir diyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Özyürek.
Madde üzerinde
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz isteyen Sebahat Tuncel,
İstanbul Milletvekili. (BDP sıralarından alkışlar)
Buyurun.
BDP GRUBU ADINA
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 458 sıra
sayılı Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına
Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanun Tasarısı’nın 2’nci maddesi
üzerine Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın
milletvekilleri, Türkiye'nin dışa bağımlı, ithalata dayalı bir ekonomisinin
olması ve üretimden uzaklaşan bir ekonomik yapısının oluşması en önemli ekonomik
problemleri beraberinde getirmiştir. 1980 sonrası artan neoliberal
politikalar ve serbest piyasa mantığının kapitalizmin ekonomik buhranlarını da
beraberinde getirdiğini söylemek çok yeni olmayacaktır.
Gelinen süreçte
kendi üretimi, sanayisi olmayan, bölgesel kalkınma ve ekonomik gelişme
politikalarından yoksun, sadece hizmet ve finans sektörünün geliştiği ya da
öyle gösterildiği bir ülke hâline gelmiş durumdayız. Elbette ki bu
uygulamalarda, ekonomide, sürekli emekten yana, insan haklarına saygılı ekonomik
ve sosyal politikaların ne bu Hükûmet tarafından ne
de geçmişteki hükûmetler tarafından uygulanmamış
olmasının etkisi büyüktür.
Günümüzde
kalkınmanın sadece ekonomik anlamda olmadığının anlaşıldığı, kalkınmanın,
ekonominin yanı sıra sosyal ve kültürel boyutlarının da olduğunun kabul
edildiği düşünüldüğünde, hâlen Türkiye’de kalkınma, ekonomik rakamların
artışlarıyla gösterilmeye çalışılmaktadır. 2008 yılında başlayan ekonomik
krizle birlikte ciddi toplumsal sorunlarla beraber işsizlik, eğitimden uzaklaşan,
işsizlikle beraber yoksulluk ve kadın ve çocuk işçiliği sorunlarındaki artış
kronik duruma ulaşmışken, Hükûmet hâlâ büyüme
rakamlarıyla, olumlu, dar bir çerçeve göstermektedir. Geçtiğimiz günlerde
2010’un ilk çeyrek büyüme oranı yüzde 11,7 olarak açıklandı ve AKP Hükûmeti henüz rakam açıklanmadan krizden çıkışta büyük bir
başarıya imza attıklarını -büyüme rakamının yüksek çıkacağından emin olmalarına
dayanarak- ilan ettiler. Bu rakamın elde edilmesindeki yöntemlere karşı
şüpheler dışında kalkınmayı sadece yüzde 11,7 rakamıyla ele alan Başbakan,
acaba bu rakamın toplumda nasıl bir karşılık bulduğunu görebilmekte midir?
İşte size gerçek
Türkiye’nin resmini birkaç rakamla kısmen de olsa ifade etmek istiyorum. Resmî
rakamlara göre 3 milyon 564 bin işsiz bulunurken, DİSK ve diğer emek
örgütlerinin yaptığı araştırmalara göre işsiz kişi sayısı 10 milyon kişiye
ulaşmıştır yani bir ülkenin nüfusu kadar işsiz toplumu oluşturulmuştur. Sadece
kriz döneminde 2 milyon 500 bin kişi işsiz kalmıştır. İş bulmaktan umudunu
kestiği için işsizler içerisinde bulunmayan bir o kadar kişinin olduğu ayrıca
araştırmanın diğer önemli bulgusudur. Diğer yandan, TÜİK, 2010 verilerine göre,
herhangi bir sosyal güvencesi olmadan çalışan kişi sayısını 8 milyon 874 bin
olarak açıklamıştır, emek kurumlarının raporlarına göre ise bu sayı 11 milyon
kişiyi bulmaktadır.
Türkiye iş
kazalarında dünyada 3’üncü sırada yer almaktadır. Son bir yıl içerisinde, Tuzla
ve Yalova tersanelerinde 135 işçi güvencesiz ve denetimsiz iş yeri
koşullarından kaynaklı hayatını kaybetmiştir.
Sayın
milletvekilleri, “G20 büyüme rekorunu kıl payı kaçırdık.” diyen Hükûmet yetkilileri büyümede büyük bir zafer kazandığımızı
ifade ederken, kriz döneminde artan işsiz sayısını, yoksullaşan vatandaşı ve iş
bulabilmekten uzaklaşan insanları ve kişilerin yaşam refahlarının düştüğünü
hiçe saymaktadır. Kriz öncesi normale dönmek için yani 2008’deki duruma dönüş
için hâlâ yüzde 4,5’lik bir eksiğimiz olmasına karşın, Hükûmet
bunu büyük bir zafer olarak göstererek kamuoyunu yanıltmaktadır.
Sayın
milletvekilleri, ABD merkezli çıkan 2008 krizi aslında dünya kapitalizminin,
kapitalist modernitenin kendisini yeniden
şekillendirmesine neden olmaktadır. Kapitalizm ve sermaye kendini yeniden
şekillendirmek için bu tip krizleri bahane ederek kendine yeni çıkarlar üretir,
sermaye krizlerinden kendini yeniden şekillendirerek çıkar, şirket birleşmeleri
ve sermaye yoğunlaşmaları çoğalır, küçük şirketler büyük sermayelere teslim
olmak zorunda kalır.
Üretime
dayanmadan sermaye piyasasının şişirmesiyle oluşan bu balon sonunda patlayarak
ABD’deki gibi büyük bir gücün de finans ve ekonomi piyasasını sarsabilmiştir ve
ABD’de yaşanan bu kriz sadece ABD’yle sınırlı kalmamış, başta Avrupa Birliği
ülkeleri olmak üzere bütün dünyayı sarsmıştır. Komşumuz Yunanistan ekonomik
krizin ağır faturasını yaşamaktadır. Dolayısıyla ABD’nin ve sermayenin kendi
politikalarını az gelişmiş ve yoksul ülkelerde yürütmesini sağlayan
Uluslararası Para Fonu da bu süreçte yeniden şekillenmeye başlamıştır.
Dikkat edilirse
artık G8’lerden değil G20’lerden konuşulmaya başlandı. IMF bu süreçte yeni
politikalar üreterek farklı yaklaşımlar geliştirmesi gerekliliğiyle, tam da bu
kanun tasarısının gerekçesinde belirtilen “yoksul” ya da “az gelişmiş ülke”
olarak tanımladıkları Türkiye gibi ülkelerin temsiliyetini
kota uygulamasıyla artırması hedeflenmiştir. Burada IMF bir politika
değişikliğine giderek daha önce neredeyse hiçbir hak sahipliği tanımadığı
üçüncü dünya ülkelerine kendi çizdiği çerçeve içerisinde IMF’ye dâhil olmasının
yolunu açmıştır. Bu karara göre, çalışmanın ilk aşamasında aralarında ülkemizin
de bulunduğu dört ülkeye münferit kota artışı sağlamış ve bu kapsamda 964
milyon özel çekme hakkı olan ülke kotamız 1.191,3 milyon SDR’ye,
yani özel çekme hakkına yükseltilmiştir.
2008 yılında
alınan kararla IMF içerisinde söz hakkı ve temsiliyeti
daha düşük olan Türkiye gibi ülkelerin temsiliyet
oranlarının kota uygulamasıyla artırılması öngörülmüştür. Türkiye için son
artış ile IMF kotası içerisinde oranı yüzde 0,55 iken, bunun yüzde 0,61’e
çıkarılması hedeflenmiştir. Hükûmet, bu kota artışını
IMF’den daha fazla faydalanmanın olanaklarının artışı olarak göstermesinden
dolayı da olumlu bir gelişme olarak görülmektedir ancak IMF, düşük gelirli
ülkelere verdiği bu kota artışını diğer yandan sınırlandırarak, en fazla belli
bir kotaya yükseltebileceğini söyleyerek kontrol altına almaktadır. IMF’nin bu
yeni stratejisi, elbette ki küresel ekonomik krizle şekillenen ve artık sadece
G8’lerin yetmediğini, kendi politikalarının devam ettirilmesi için Türkiye gibi
ülkelerin stratejik olarak bağımlı hâle getirilmesi gerekliliğini ortaya
koymaktadır.
Sayın
milletvekilleri, tasarıyla aynı zamanda Afrika ülkelerinin İcra Direktörleri
Kurulunda daha güçlü temsil edilebilmesinin sağlanması ve Fon kaynaklarının
yatırım amaçlı kullanımının önündeki sınırlamaların hafifletilmesi de
hedeflenmiştir yani IMF’nin ülkelerdeki yatırım yetkisi genişletilerek, mali
pozisyondaki uygulamalarda yetkisinin artırılması söz konusudur. Bu sayede
IMF’nin iç politikalara karışarak yürüttüğü politikada daha çok araç
bulundurması sağlanacaktır.
Sorun şu ki artık kendi üretimi olmayan, kendi ekonomisini
yaratmayan ve kendi işsizliğine karşı mücadelede sürekli bir politika
geliştirmeyen, ithalatın ihracat rakamlarından çok daha yüksek olduğu, yani
neredeyse her sektörde dışa bağımlı olduğumuz, tarım ve hayvancılığın tamamen
bitme noktasına geldiği, küçük esnafın kriz ortamlarında piyasa koşullarına
bırakılarak yok edildiği ve bölgesel eşitsizliğin giderek arttığı bir ekonomide
kalkınmadan, ilerlemeden bahsetmek düpedüz kandırmacadır.
Bu Hükûmetin işsizlikle savaşabilmek için ne gibi politikası
vardır? Birkaç kişiye meslek eğitimi veriyoruz diyerek işsizlikle mücadele
ettiğini söyleyenlere, üniversite mezunu binlerce işsiz gencimizi hatırlatmak
isterim. Gerçeklikten uzak, popülist yaklaşımların
sonuçları ne yazık ki halkımızın omuzlarına yüklenmektedir.
Hükûmet en son IMF
görüşmelerinde yeni bir gösteri yaparak, IMF’den destek alınmadığını, artık
IMF’ye bağımlı bir ülke olmadığımızı ifade etmiştir. IMF’nin ana politikası
olan devleti mali olarak küçültme politikası hızla devam ederken,
özelleştirmeler her alanda hızla uygulanırken, devlet elindeki tüm önemli
KİT’ler satılırken, bu satışlarda, Tekel işçilerinde gördüğümüz gibi, işçiler
tamamen ortada bırakılırken, Türkiye'nin IMF politikalarını uygulamadığını
söylemek sadece bir aldatmaca olacaktır. Artık kalkınma planlamalarımızda
üretim, üretmek, fabrika açmak adına hiçbir madde bulunmazken, memurların
birçoğu sözleşmeli hâle getirilerek devlet içindeki taşeronlaşma sistemi
oturtulmak istenmektedir. İşte en son, emeklilere olan zam yüzde 3,59;
memurlara ise sadece 1,12 olarak belirlendi ve işçi aylığı ortalama 800 TL
oldu. Bu gelire bakıldığında, açlık sınırının 912 TL olduğu düşünüldüğünde
aradaki farkı sizin takdirinize bırakıyoruz.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun.
SEBAHAT TUNCEL
(Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Yani bu Hükûmetin memuruna, işçisine öngördüğü açlık ve
yoksulluktur.
Değerli
milletvekilleri, IMF ile yapılan bu anlaşma ve bundan sonra yapılacak
anlaşmalar da olacaktır. Esas nokta şudur ki, IMF ile ister çeşitli anlaşmalara
gidilsin ister gidilmesin emekten, halktan yana bir ekonomi için politikalar
oluşturulmadığı sürece halk daha da yoksullaşacak, işsizlere istihdam
yaratılmayacak ve özelleştirme politikalarıyla her şey hızlıca piyasa
koşullarına terk edilecektir.
Bizce esas olan,
Türkiye'nin sürdürülebilir, bilimsel tarım ve hayvancılık politikalarının yerel
taleplere göre düzenlenmesi ve Türkiye'nin en büyük sorunlarından birisinin
işsizlik olduğu kabul edilerek işsizliğe karşı bir an önce önlemlerin alınması
gerekmektedir.
Aksi takdirde, bu
yapılan sözleşmelerin, anlaşmaların Türkiye’ye bir faydası olmayacaktır diyor,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Madde üzerinde
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Mehmet Günal,
Antalya Milletvekili.
Buyurun Sayın Günal. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA
MEHMET GÜNAL (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlarım, Uluslararası Para Fonu’na ilişkin bir anlaşmayı görüşüyoruz ama
ben bu vesileyle de olsa kısır gündemin dışında, ekonomiyle ilgili dolaylı
olarak da olsa bir şeylerin konuşuluyor olmasını olumlu bulduğumu, tasarının en
olumlu tarafının da bu olduğunu düşünüyorum. Çünkü uluslararası bir anlaşma,
normalde olduğu gibi burada, Türkiye Büyük Millet Meclisince onaylanması
gerekiyor ama son günlerde birtakım lüzumsuz işlerle fazla uğraşıldığı için
maalesef halkın gerçek gündeminden uzaklaşıyoruz.
Bazı
arkadaşlarımız gülüyor ama isterseniz gündemin 1’inci ve 2’nci sırasında
bekleyen iki tasarıyı size söyleyeyim: Türk Ticaret Kanunu Tasarısı 1’inci
sırada duruyor, 2’nci sırada Türk Borçlar Kanunu Tasarısı duruyor. Bunlar artık
ne kadar duracak? Yasama yılı bitince tekrar yenisinde de sıraya girip
girmeyeceği belli değil.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) – Kadük olacak, kadük.
MEHMET GÜNAL
(Devamla) – Ekonominin işleyişine ilişkin doğru dürüst bir kanun tasarısı,
teklifi burada görüşülmüyor. O vesileyle, IMF vesilesiyle en azından birtakım
şeyleri konuşmuş oluruz diye düşünüyorum.
Değerli
arkadaşlarım, burada arkadaşlarımız IMF’nin geçmişine, sistemin gelişimine,
sistemdeki değişikliklere ilişkin birçok şey söylediler. Ama özü itibarıyla, bu
kotaların artırılması, oy hakkı, hepsi olması gereken şeyler. Ama öncelikle
şunu da tartışmamız lazım: Ee, ne oldu? Yani üç dört
yıldır yapılan tartışmalar, “anlaşma yapıldı, yapılmadı” her gün gazeteciler,
televizyoncular peşinde koşarken bir anda boşa düştü. Ondan sonra gündemden
çıkıyor. Anlaşma ne oldu? Ortada yok. Gözden geçirmeler ne oldu? Onlar yok.
Sadece ara sıra Sayın Başbakan ve bazı bakanlar çıkıp diyorlar ki: “IMF’ye
borcu siz artırdınız, biz azalttık, ödedik.” Başka, IMF ile ilgili hiçbir şey elhak konuşulmuyor. Biz sizlere açıkça söylemiştik:
“IMF’den para almaya gerek yok, kendi kaynaklarımızı kullanalım. Arkasında
durun, buna da itirazımız yok.” demiştik. Ama arada sayın bakanların
konuşmalarında da cevap verdiklerini görünce bu hususun altını bir defa daha
sizlerin huzurunuzda çizmek istiyorum değerli arkadaşlarım.
Bakınız, daha
yeni, gelmeden önce IMF’nin web sitesinden tekrar baktım. En son yapılan stand-by anlaşmasının tarihi 11
Mayıs 2005. Bitme tarihi 10 Mayıs 2008. Onaylanan miktar 6 milyon 662 bin. Yani
6,7 milyar SDR; bu da bugünkü kurla 10 milyar dolara tekabül ediyor. Yanında
yazıyor, çekilen miktar, tamamı çekilmiş. Yani, “8 milyara düşürdük.” dediğiniz
şeyin zaten 10 milyarını siz kullanmışsınız 2005 Mayıs ayındaki anlaşmayla. Bir
kere, bunu, baştan bir tespit etmemiz lazım -isteyen arkadaşlara, taze, bugünün
print’idir- tamamı kullanılmış 2008 bitinceye kadar.
Öncelikle bunu bir düzeltmemiz lazım çünkü sayın bakanlar “Siz şöyle borç
aldınız, borç alan emir alır.” gibi -ayrıntısına girmiyorum- burada bir sürü
arkadaşlarımızın açıklamaları var, töhmet altında kalmasınlar diye düşünüyorum.
Onun için de…
Az önce Sayın Tütüncü konuşurken bir dilekte
bulundu: “Türkiye'nin inşallah cari işlemler açığı artmaz, biz de buna ihtiyaç
duymayız.” diye. “Amin” diyorum ama sanki olmayacak
duaya amin diyormuşuz gibi geliyor. Daha bu hafta içerisinde cari işlemler
rakamları açıklandı. Talepte hafifçe bir kıpırdanma olunca, yine yüksek
düzeylerde, 17 milyar dolarlık cari işlemler açığı hemen bu dönem içerisinde
geldi. Şimdiden böyle bir açığımız var ve sinyal vermeye başlıyor.
Bu vesileyle bir hususu daha dikkatinize sunmak istiyorum: Cari
açık tabii ki bir sonuç ama bununla beraber, bizim ne kadar dış kaynağa bağlı
hâle geldiğimizi, kendi kaynaklarımızla yeterli hâle gelemediğimizi, dışarıdan
borçlanmayla, kredilerle ekonomiyi döndürmeye başladığımızı gösteriyor ve bu
hususta, iki üç yıldır, yine daha çok tartıştığımız net hata ve noksan kalemi
var. Önceki yıllarda da Sayın Merkez Bankası
Başkanına da, sayın bakanlara da geldikleri zaman sorduk. Bir, “Varlık
barışından şu kadar geldi.” dediler; sorduk, onu da izah edemediler.
Dolayısıyla, ekonominin böyle bir sıcak paraya ve net hata noksan kaleminde
görülen… Nereden girdiği ya da nereye gittiği belli olmayan paraları işaret
eder net hata ve noksan kalemi, ödemeler dengesinde. Bizde de hep çıkış olduğu
için, daha önce bu şekliyle beklerdik. Şimdi, nereden girdiği belli olmayan
birtakım paralarla ekonomiyi ayakta tutmaya çalışıyoruz. Tabii burada, düşük
kur yüksek faiz politikasının da önemli etkisi var değerli arkadaşlarım.
Maalesef yapılan açıklamalar tatmin edici olmadı. Varlık barışından gelenlerin
bir kısmını sayın bakanlarımız ve Merkez Bankası Başkanımız izah etti ama
ortada hâlâ açıklanamayan, özellikle de 2008 Ekim ile 2009 Mayıs, Haziran
aylarına kadar devam eden, ciddi anlamda kaynağı belli olmayan para girişinin
olduğu tartışıldı.
İlginç bir şey,
sizlerin de bilgisine sunayım. Biz komisyonda bilgilendik, arkadaşlarımızla
zaman zaman sorduk ama maalesef yeterli olmadı.
Burada, Sayın Merkez Bankası Başkanımız, sorduğumuz zaman dedi ki: “Efendim,
geliş kaynağı, ne amaçla geldiği belli olmadığı için biz bunları rapor
edemedik, onun için görünmeyenler var.” Oysa ödemeler dengesinde bir çift kayıt
prensibi vardır, hem giren para hem çıkan para bir şekilde orada görünmek
zorunda. Eğer kaynağı belli değilse diğer kalem var, diğerin altında bir daha
diğer var, oralara girmiş olması gerekiyor hem de eğer beyan edildiyse varlık
barışı çerçevesinde zaten kayıtlara girmiş olması gerekiyor. Dolayısıyla bir
sıcak paraya dayalı olarak üretmeden tüketen, borçlanan bir ekonomik yapıda
bunlarla kavga etmeye devam ediyoruz. Maalesef bu sorunlar hiçbir şekilde
tartışılmıyor ve hafif kıpırdanma başlayınca, az önce söylediğim gibi, bu cari
işlemler dengesi sorunumuz, daha doğrusu açık sorunumuz yeniden baş göstermeye
başlıyor. Peki, nereden, o zaman, açığımızı karşılayacağız? Ya bu rezervlerdeki
azalışla karşılamamız lazım veya dışarıdan gelecek kaynaklarla karşılamamız
lazım. E, bakıyoruz bu konuda da zaman zaman yanlış
bilgilendirme sonucu veya bizi yanlış yönlendirme amacıyla yapıldığını hep
söylüyorum.
Sayın
Başbakanımız sıkça diyor ki: “Merkez Bankasının rezervlerini şu kadara
çıkardık.” Defalarca sizlere de söyledim, ekonomiden sorumlu bakanlarımıza da
söyledim ama ya uyarılmıyor Sayın Başbakan veya ısrarla o yanlışa devam ediyor.
“Efendim, Merkez Bankası rezervlerini biz 70 milyar doların üzerine çıkardık.”
E, buraya geldiği zaman, arkadaşlarımız da vardı, burada komisyon üyeleri de
var, sorduğumuz zaman “Merkez Bankası rezervlerini kim artırıyor, döviz alış
emirlerini?” Merkez Bankasının yönetimi veriyor. “Peki, Sayın Başbakanın bunda
bir dahli var mı?” dedik. Yok. “E, peki, neden o
zaman rezervin arttığı konusunda övünüyor?” diye defalarca sorduk. Merkez
Bankası Başkanımız boynunu büktü doğal olarak, o konuda yorum yapamadı. Şimdi,
tekrar soruyorum: Ya bu konularda Sayın Başbakanı danışmanları ve ekonomiden
sorumlu bakanlarımız uyarsınlar… Merkez Bankası bağımsızdır. Döviz alış ve
satış konularında Merkez Bankasına hükûmet karışamaz,
sadece kur rejimini belirlemede Merkez Bankasıyla hükûmet
beraber karar verir. Merkez Bankasının kur politikasına hükûmet
hiçbir şekilde karışamaz. Merkez Bankasının döviz rezervleri 50 bin de olsa 50
milyar da olsa onda hükûmetin doğrudan bir dahli yoktur.
Dolayısıyla, bir
de tabii bunun başka bir boyutu var değerli arkadaşlarım: O kadar rezerv
tutmanın bir maliyeti var. Ne kadar miktarda rezerv tutmak optimumdur,
onun üzeri doğru mudur, bize maliyeti nedir, o rezervleri nerelerde tutuyoruz?
Tabii, o ayrı konu. Ben, sadece bu söylemin yanlış olduğunu, bir; ikincisi,
“IMF’nin borcunu biz ödedik, siz çoğalttınız.” demenin de yanlış olduğunu
vurgulamak için söyledim. Mecbursunuz. Siz “Alınan borcun şu anda hiçbir
tanesini ödemedik.” dediniz mi? Burada önümüzde ödeme takvimi duruyor; 2010
yılında 964 anapara, 38 faiz; yine 2011’de 1.780 anapara, 41 küsur faiz
duruyor; bunları ödeyeceğiz. Hangi hükûmet gelirse
gelsin, Türkiye Cumhuriyeti devleti borcunu… Siz gideceksiniz öbür sene biz
geleceğiz, 2012’de de var, ödemek zorundayız. Öyle “ödemem” diye bir şey yok,
aldığınız borcu ödeyeceksiniz. Biz aldıysak siz ödeyeceksiniz. Sizin aldığınız
10 milyar duruyor, bizimkiler bitti, siz kendinizinkini ödüyorsunuz, gerçekten;
rakamlar burada, isteyen arkadaşlara verebilirim. 6,666 milyar SDR, yani 10
milyar dolar. Ee, geri kalan 8 milyar, şimdi 7 küsur
oldu, o da sizin aldığınız borçlar. Ama biz, hükûmete
geldiğimiz zaman mecburen ödeyeceğiz ve “Siz aldınız, biz ödüyoruz.”
demeyeceğiz, alınmış, “Türkiye Cumhuriyeti devletinin borcudur.” diyeceğiz.
Ben, bu konularda
Sayın Başbakanı doğru bilgilendirmek gerektiğini düşünüyorum, eğer devam ederse
o zaman art niyet aramaya başlayacağız bu konularda.
Bir de, IMF’nin
bu kanun tasarısı vesilesiyle, uluslararası sözleşmeyi, kurucu sözleşmeyi
onaylayacağız. IMF’nin rolünün de ciddi anlamda sorgulanması gerektiğini bu
vesileyle hatırlatmış olayım diyorum. Çünkü, öncelikle
IMF’nin kendisini bir yeniden yapılandırması lazım. Kendisi tahvil çıkararak,
buradan kaynak bularak, zaten kendisi sıkıntıya düşmüş bir kurumun uluslararası
düzende gelişmekte olan ülkelerin sıkıntılarına çare olması maalesef mümkün
değil.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen
tamamlayınız Sayın Günal.
MEHMET GÜNAL
(Devamla) – Öncelikle IMF’nin bir yeniden yapılandırılması lazım, sonra da
uluslararası sistemi uluslararası sistemi yavaş yavaş
diğer kurumlarla beraber yeniden yapılandırmaya sıra gelir.
Bu vesileyle, bir
an önce ekonomik konulara geri dönmemize bu kanun tasarısının vesile olmasını,
işsizliği ve üretimi, daha doğrusu üretememeyi konuşur olmayı diliyorum.
Önümüze gelen grup önerisinde, bir Gelir Vergisi Kanunu ve neye hizmet edeceği
belli olmayan göstermelik bir Mali Kural Kanunu Tasarısı’nın dışında, reel
ekonomiye ilişkin, üretime ilişkin, halkımızın işsizlik sorununun, istihdam
sorununun çözümüne ilişkin, maalesef hiçbir husus yok. İnşallah bunları gözden
geçirir, bu tasarıların yerine halkın gerçek gündemini ilgilendiren tasarı ve
teklifleri getirirsiniz diyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Günal.
Madde üzerinde şahsı adına söz isteyen Osman Demir, Tokat
Milletvekili.
Buyurun Sayın
Demir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
OSMAN DEMİR
(Tokat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2’nci madde üzerinde şahsım
adına tekrar söz aldım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Bir önceki
konuşmamda, 1944 yılında bir sistem kurulduğunu, Amerikan dolarının altına
endekslendiğini, diğer ülke paralarının da dolara endekslendiğini ifade
etmiştim ve bu sistemin 1973 yılında OPEC’in kartel
gücünü kullanarak petrol fiyatlarını ani artırmasına kadar, aksak da olsa,
aksaklıktan kastım, yanına SDR’yi ikame ederek aksak
da olsa yürüdüğünü ama o petrol şoklarıyla ortaya çıkan stagflasyon
problemiyle beraber bu sistemin çöktüğünü ifade etmiştim.
Şu an yürümekte
olan sistem: Bir dolar var, yine uluslararası rezerv para olarak kullanılıyor,
yanında bir avro çıktı. Avroyla beraber uluslararası ödemelerde en çok dolar
kullanılageliyor. Ama hâlâ her iki uluslararası rezerv paraya duyulan güven
problemi devam ediyor. Dolayısıyla, uluslararası likidite anlamında dünyada
güven bunalımı devam ediyor, bu problem çözülebilmiş değil.
Şimdi, IMF iyi midir, kötü müdür
konusu üzerine biraz söz söylemek istiyorum. Milliyetçi Hareket Partisinin
adına konuşan Değerli Hocam çıktı, biz burada üyeyiz dedi, doğal olarak bir
kotamız var, kotamız kadar biz buradan borç alırız, bu tabiidir; hatta IMF’den
alacağımız kredi dünyanın diğer finans araçlarına göre kısmen de uygundur,
burada bir iyi-kötü aramak doğru değil anlamında sözler ifade etti.
Söylenen doğru
değerli arkadaşlarım, teorik anlamda doğru ama pratikte maalesef IMF’nin
işleyişi böyle olmamıştır.
Değerli
arkadaşlar, pratikte genellikle ödeme darboğazına düşen ülkeler, üye ülkeler
IMF’nin kapısını çalmıştır son çare diye. Çünkü dünyanın diğer finans
kurumlarından borçlanması imkânsız hâle geliyor veya çok yüksek fiyatla
borçlanıyor, bunun altından kalkması mümkün değil, çare olarak IMF’nin kapısına
varmıştır.
Tabii, arada
müzakereler, hesaplar, pazarlıklar… IMF’nin bütün pazarlıkları kemer sıkma,
vergi artırma, kamu harcamalarını azaltma, kamu yatırımlarını azaltma ve devalüasyon üzerine olmuştur, her zaman böyle olmuştur. IMF
böyledir arkadaşlar, dün de böyleydi, bugün de böyledir, bunu kabul edelim. Ama
bu, IMF’nin kötü olduğu anlamına gelmez. Bunu ifade etmek durumundayız. Ne
yapacağız? Ekonomimizi IMF’ye muhtaç hâle getirmeyeceğiz. Bunu yapmamız lazım.
Sen ekonomini IMF’ye muhtaç hâle getir, IMF’nin heyeti gelsin size bazı
dayatmalarda bulunsun, siz de deyin ki yahu ne kötü kurumsun. Arkadaş, bu kurum
böyle çalışıyor. Bakın, bu
iyilik-kötülük nispidir. Eğer IMF senin savurgan hükûmetlerine aman bu kadar harcama yapma diye dayatmamış
olsa, senin savurgan hükûmetlerin bütçe açıklarını
daha fazla artırıyorsa, IMF’li bir anlaşma IMF’sizden çok daha iyidir çünkü
kontrol ediyor, savurgan hükûmetlerinizi belli bir
kalıba, belli bir harcama kalıbına sıkıştırıyor. Ama sizin iktidarınız, hükûmetiniz hakikaten kaynakları daha rasyonel
kullanacaksa, reel yatırımlara yönelecekse, ülkenin istikbaliyle son derece
önemli olan işler yapacaksa, IMF de bu iktidarın elini kolunu bağlıyor, o zaman
kötüdür. Demek ki bu IMF’nin iyiliği, kötülüğü tamamen izafidir. Siz kötüyseniz
IMF iyidir; siz iyiyseniz, iyinin elini kolunu -sizden kastım hükûmettir- bağlıyorsa IMF kötüdür. Ama,
burada asıl olan, bizim ne yapacak olduğumuzdur.
Bakın, IMF’nin
biz 19 kere kapısını çalmışız, bunun 18’i bizden önce olmuş. Mesela, son stand-by anlaşması, yani 18’inci
anlaşma 4 Şubat 2002’de yapılmış. Biz onu devam ettirmişiz, doğru. Sonra
2005’te… Bakın, BDP sözcüsü ”2 kez stand-by imzaladı AK PARTİ.” dedi. Hayır, 1 kez. Birini, yani
18’inciyi biz imzalanmış olarak bulduk, 19’uncuyu imzaladık, sürdürdük, doğru
ama 20’ncide, IMF, yine, kemer sıkma, bizim ekonomimizi büyütme yolunda bize
zarar verecek politikalar, ekonomimizin, ülkemizin geleceğini ilgilendiren
politikalara zarar verecek politikalar önerdiği için, “Kardeşim, yollarımız
ayrıldı, yolun açık olsun.” dedik.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun.
OSMAN DEMİR (Devamla) – Değerli arkadaşlar, dün ekonominiz kötüye
giderken, uluslararası finans kuruluşları size çok yüksek faizlerle kredi
önerirken, siz, IMF’nin kapısını çaldığınızda daha uygun maliyetle oradan
finansman temin ediyorsanız ve diğer uluslararası finans kuruluşları da “Bu
ülke IMF’yle anlaşma imzaladı, dolayısıyla artık belli ölçüde güvenilir bir
ülkedir.” diyorsa, o zaman stand-by
anlaşmasını imzalamak doğru olmuştur bugün de imzalamamak doğru olmuştur çünkü
bugün imzalamayarak, biz “Bizim ekonomimiz artık sağlıklıdır, IMF’ye muhtaç
durumda değiliz, biz kendi ayakları üzerinde durabilen bir ekonomiye sahibiz,
dolayısıyla IMF anlaşmasına ve IMF kaynaklarına bizim ihtiyacımız yok.” dedik. Hakikaten, anlaşmayı da imzalamadıktan sonra deprem de olmadı, yer
gök de yıkılmadı ve ekonomimizin sağlam olduğunu böylece göstermiş olduk.
Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Demir.
Madde üzerinde
şahsı adına söz isteyen Hasan Fehmi Kinay, Kütahya
Milletvekili.
Buyurun Sayın Kinay. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
HASAN FEHMİ KİNAY
(Kütahya) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; 458 sıra sayılı Tasarı
hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Şu ana kadar
birçok değerli konuşmacı aslında konuyu veciz bir şekilde, açıklayıcı şekilde
izah ettiler. Hemen hemen tüm gruplar esas itibarıyla
tasarının Uluslararası Para Fonu’yla Türkiye arasında yapılması öngörülen
anlaşmanın, kota artırımına ilişkin anlaşmanın yararlı olduğunu vurguladılar.
Bu nedenle çok fazla zamanınızı almak istemiyorum.
Ancak, iki
noktaya değinmek istiyorum. Bunlardan bir tanesi, burada yapılan
değerlendirmelerde de ortaya çıktı, biz, ülkemizde yaşanan olumlu gelişmeleri
hep birlikte sevinçle karşılamayı, maalesef, iktidar ve muhalefet olarak bir
türlü beceremiyoruz. Şimdi, Türkiye'nin ilk çeyrekte yüzde
11,7 oranında büyümesine ilişkin kaydettiğimiz olumlu gelişmeyi, bu tür bir
rekor diyebileceğimiz gelişmeyi, ben dilerdim ki, hep birlikte, aynı sevinçle,
ülkemize olumlu mesajlar vererek, özellikle de iş çevrelerine olumlu mesajlar
vererek paylaşmalıydık ama işte yüzde 11,7; Çin’in yüzde 11,9’unun gerisinde
kaldığına birtakım vurgular yapılarak, sözüm ona tavzih edilmeye çalışıldı.
Oysa, Türkiye ekonomisi, gerçekten, dünyanın da kabul ettiği bir şekilde
dinamik bir ekonomidir. Özel sektör öncülüğünde kalkınan bir ülkeyiz. Bu
doğrultuda önümüzdeki dönemde de, bundan sonraki yıllarda da, dünyada yaşanan
ekonomik krizin etkileri azaldıkça, bu gelişmeyi, bu büyüme hızını tutturmaya
devam edeceğiz, hedeflerine ulaşan bir ülke olarak devam edeceğiz.
Diğer taraftan,
IMF’ye olan borçlarımız 24 milyar dolardı, 2002 yılında iktidara geldiğimizde
24 milyar dolardı. Şu anda, almış olduğumuz borçla birlikte, bu yıl sonu itibarıyla bu 5 milyar dolar seviyesine
gerileyecek. Evet, AK PARTİ İktidarı IMF’ye olan yükümlülüklerin net olarak
ödemesini gerçekleştirmiştir ve 2013 yılında sıfırlanacaktır. Bu doğrultuda
yapılacak olan değerlendirmelerde bence biraz da iktidara gerçekleştirdiği bu
başarılar dolayısıyla takdir duygularını da, zımnen de olsa ifade etmekte yarar
görüyorum.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Kinay.
Sayın Işık,
sorunuz var galiba, buyurun.
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan,
2002’den bu yana yani AKP hükûmetleri döneminde Dünya
Bankasından ne kadar kredi kullanılmıştır? Bu krediler hangi şartlarda
alınmıştır? Bunların ne kadarı geri ödenmiş, ödenmemiş kredi borçlarının geri
ödeme süresi ve şartları nasıldır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Bakan,
buyurun.
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Yazılı olarak cevap vereceğiz Sayın
Başkanım.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Başka soru? Yok.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
3'üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 3 - Bu
Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN – Madde
üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Ertuğrul Kumcuoğlu, Aydın Milletvekili.
Buyurun Sayın Kumcuoğlu. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA
ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
458 sıra sayılı
Kanun Tasarısı üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi adına görüş ve
değerlendirmelerimizi ifade etmek için huzurlarınızdayım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, bu anlaşmayla Türkiye'nin IMF’deki kotası yüzde 1’e kadar
yükseltiliyor. Önemli bir gelişme. Bu arada da ne kadar olacağını bilmiyoruz
ama faizlerde de lehimize bir iyileşme olacağı iddia ediliyor fakat yakın bir
gelecekte -Hükûmetin iddiasına göre- IMF’den kredi
kullanmayacağımıza göre, yakın bir gelecekte de portföyümüze
olumlu bir katkı beklememiz mümkün değil ama olsun, bir kenarda dursun.
Şimdi, yalnız,
konuya girmeden önce bir hususu dikkatinize getirmekte yarar görüyorum. Gerçi
çok seyrek Genel Kurul salonunda oturanlar ama bazen ben şaşırıyorum, bu
Mecliste neler olup bitiyor diye. Hemen karşımda oturan bir AKP milletvekili
beyefendi, dün “Biz, efendim, Meclisi çalıştırmak için canla başla çalışırken
muhalefet kanadı engellemek için elinden geleni yapıyor.” diye, tam on dakika
burada verdi veriştirdi. Ondan sonra bakıyoruz, herkesin üzerinde mutabık
kaldığı bir kanun var şurada, elini kaldır, indir, kanun çıkacak; bütün şahsı
adına sözleri AKP milletvekili arkadaşlar alıyor. Niye? Bu engelleme değil mi?
Bu, prosesi geciktirme değil mi? Niye bu kürsüye
geldiğiniz vakit o arkadaşlara taân etmiyorsunuz da
bize ediyorsunuz? Çünkü buradan propaganda yapacaksınız.
Biraz önce burada
konuşan arkadaş diyor ki: “Ya, ne kadar sevindirici bir konuyla karşı
karşıyayız, niye sevinmiyoruz?” Doğru. Ben de şaşırdım. Niye Ankara Belediyesi
bir havai fişek gösterisi yapmıyor bu vesileyle? Çok sevindirici bir kanun var
önümüzde. Acaba, Ankara Belediyesinin depolarındaki fişekler mi bitti, yoksa
efendim, metroyu bitiremeyen Ankara Belediyesi metroyu
bitireyim diye para mı biriktiriyor?
Şimdi, değerli
arkadaşlar, konuştuğumuz konu IMF. IMF bir uluslararası kuruluş olarak son
derece önemli ama dikkatlerimizi sadece IMF’ye teksif edersek 1940’lardan beri
dünya ekonomisinin takip etmekte olduğu seyri kavramakta güçlükle karşı karşıya
kalırız.
IMF, böyle
kendiliğinden, birtakım Batılı ülkelerin “Ya, bugün biz ne yapalım? Bir banka
kuralım.” arayışı içinde oluşmuş bir müessese değildir. Bu, üçlü bir sistemin
bir ayağıdır. Bunlardan birincisi GAT’tı zamanında,
şimdi Dünya Ticaret Örgütüdür, öbürü IMF’dir, öbürü Dünya Bankasıdır. Bunlar
1929 buhranının insanlığa hediyeleridir. Çünkü 1929 buhranı
insanlık tarihinde görülmemiş derecede ciddi bir buhrana, ekonomik buhrana yol
açtıktan sonra veyahut da sebep olduktan sonra -ciddi yıkıma- dünya ekonomisi
bu buhrandan, bu krizden ancak İkinci Dünya Harbi’nde bu sefer hem mal varlığı
hem de insan varlığı olarak çok büyük zayiatlar vererek çıkmıştır ve bunun için
de daha savaş bitmeden Batılı birtakım güçler bir daha İkinci Dünya Savaşı gibi
bir felaketle karşılaşılmasın, dolayısıyla İkinci Dünya Harbi’ne sebep olan 29
buhranı kendisini tekrar etmesin mülahazasıyla bu üçlü yapıyı oluşturmuşlardır.
Bunlardan Dünya
Ticaret Örgütünün amacı, dünya ticaretinin sürekli olarak ve muntazaman dünya output’unun, yani dünya üretiminin, büyümesinin önünde
büyümesini sağlamaktır. Yani dünya ekonomisi yüzde 5’lik bir tempoda büyüyorsa
dünya ticaretindeki gelişme kesinlikle bunun altına düşmemeli, düştüğü takdirde
kırılma oluyor ve mekanizmalar tersine çalışmaya başlıyor, buhran oluyor. Bunu
garanti etmek için dünya ticaretinin önünü açacak, kolaylaştırılacak
mekanizmalar oluşturulmuş ve o gün GAT denilen, bugün Dünya Ticaret Örgütü
denilen kurum içinde bu müessese yürütülmektedir. Ama “Kazara bu sistemin
dışında bir ülkenin başına bir hâl gelirse bu nasıl karşılansın?” dendiğinde
“Bunun için bir fon oluşturalım ve bu fon o geçici kriz anında o özellikle
müstakil ülkeye yardımcı olsun.” diye IMF oluşturmuştur. Bunun için bir banka
gibi olmasına rağmen adı banka değil, fondur.
Bunun dışında,
yalnız, o zaman, bir şeyin de farkına varılmıştır, denmiştir ki: “Ya konjonktürel değil de yapısalsa sıkıntı -özellikle az
gelişmiş ülkeler açısından- bunların derdine nasıl çare bulacağız?” diye
düşünüldüğünde de Dünya Bankası kurulmuştur.
Şimdi,
dolayısıyla bu kurumlar önemlidir, bütün uluslararası kurumlar önemlidir fakat
ben şahsen AKP Hükûmetinin yedi sekiz yıllık
icraatına baktığım vakit bu uluslararası kurumlar yerine ikili ilişkilere
ağırlık verildiğini görüyorum. Yok efendim Obama ağabeyim,
yok efendim Berlusconi kardeşim, yok filanca
başbakan, falanca cumhurbaşkanı gibi devletler arası ikili anlaşmalara önem
veriyorsunuz iktidar olarak. Hâlbuki bu uluslararası kurumlar son derece
önemlidir, iki bakımdan önemlidir. Sadece bir ara Birleşmiş Milletler Daimi
Konseyinde temsilci bulundurmak konusunda belli bir mücadelenin içinde oldunuz.
Onun dışında uluslararası kurumlara biraz sırtınızı dönüyorsunuz. Dikkatleri buraya vermek lazım. Bu vesileyle bunu gündeme
getirmekte yarar görüyorum.
Fakat, tabii, bu
dikkatleri vermek, sadece bunlarla ilişkileri iyi tutmak anlamına gelmez. Ben
bugün Sayın Bakanın dikkatini çekiyorum. Bizim bütün bu uluslararası kurumlarda
çalışan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları var. Bu vatandaşların bu kurumlardaki
sayısının mutlak surette bizim o kurumdaki ağırlığımızla paralel olması lazım.
Mademki bu yeni düzenlemeyle bizim IMF’deki, efendim, payımız, sermayemiz,
sermaye ortaklığımız yüzde 1 düzeyine çıkıyor, neredeyse 2 katına ulaşıyor,
dolayısıyla IMF’de çalışan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı personelin sayısının
da buna paralel olarak yeniden artırılması lazım. Bunlara dikkat etmiyorsunuz
Sayın Bakan, kendi kendinize orada konuşuyorsunuz, bunlara dikkat etmek lazım.
IMF, Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi gibi uluslararası
kurumlarda Türkiye personel kontenjanını kullanmıyor biraz önce söylediğim
sebepten çünkü bu tür uluslararası kurumlara ilgisiz davranıyorsunuz. Sadece
ihtiyacınız olduğu vakit şöyle bir ilgileniyorsunuz, ondan sonra geçiştiriyorsunuz.
Değerli
arkadaşlarım, bu vesileyle, madem Türkiye’nin IMF’deki ağırlığı artıyor, buna
paralel olarak da siz ekonominizi güçlendirmek durumundasınız. Fakat Adalet ve
Kalkınma Partisinin son yedi sekiz yıllık icraatına baktığınız, özellikle
krizden bu yana izlediğiniz stratejilere, programlara ve yöntemlere baktığınız
zaman, Türkiye’nin uluslararası arenada hedeflediği büyüklüklere ulaşmasında
ciddi sıkıntılarla karşı karşıya olacağımız anlaşılıyor.
AHMET YENİ
(Samsun) – 11,7 büyüdük, 11,7.
ERTUĞRUL KUMCUOĞLU
(Devamla) - Nitekim, diyorsunuz ki: “2023 yılında
Türkiye dünyanın 10’uncu büyük ekonomisi olacak.” Bu hedefe ulaşmak için yüzde
8 ortalama büyümek durumundasınız. Bugünden itibaren on üç yıl boyunca,
muntazaman yüzde 8, en aşağı yüzde 7’lik bir tempoda büyümeniz lazım ama siz
daha bu seneki büyümeyle 2008’i yakalayamadınız. Dolayısıyla 2008’i
yakalayamadığınıza göre iki sene daha kaybettik, bu yüzde 8 muhtemelen yüzde 9
oldu. Sizin de Türkiye’yi yüzde 9 büyütecek bir arayış içinde olduğunuza dair
elimizde hiçbir gösterge yok. Yani biraz iş “saldım çayıra, Mevla’m kayıra”
anlayışı içinde gidiyor. Lütfen… Lütfen…
İşte, belli.
Bütçe müzakerelerinden beri ilk defa olarak bu çatının altında ekonomi
konuşuluyor. Sayın Başbakan Kanada’ya gidiyor. Ne için gidiyor? G20’ler
toplantısı için gidiyor. Allah için Sayın Başbakan, Sayın Başbakanın yanında
kocaman bir heyet, o kadar bakan, o kadar bürokrat, o kadar kamu görevlisi
oradan döndüğü vakit, G20’lerle ilgili olarak bırakın bu çatı altında, bu çatı
altında veya bu çatı dışında, Türk milletine üç cümlelik izahat verdiniz mi? Ne
olup bittiğini… Yok efendim, Obama’yla
konuşmuş Sayın Başbakan. Obama’yla konuşmak için
Kanada’ya gitmeye gerek yok. Amerika Cumhurbaşkanıyla konuşmak için
Washington’a gidilir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun.
ERTUĞRUL
KUMCUOĞLU (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Veyahut da -fazla
böbürleniyorsunuz da- Sayın Obama’ya dersiniz ki:
“Buralardan bir geçerken bize de uğrayıver de biraz seninle olan meselelerimizi
burada konuşalım.” dersiniz. Kanada’ya G8 toplantısı için gidiyorsunuz, ekonomi
konuşmaya gidiyorsunuz. Dolayısıyla orada ekonomi konuşacaksınız, G8’in
gündemini konuşacaksınız. Oraya Amerika Cumhurbaşkanı için, konuşmak için
gitmeyeceksiniz, dönüşte de dünya ekonomisinin nereye gittiği konusunda neler
yaptığınıza dair bize bilgi vereceksiniz, millete hesap vereceksiniz.
Demokrasinin temel kuralı budur. Biz hiçbir şey bilmiyoruz. Ne dediniz
Toronto’da? Türkiye’nin G20’lerde dünya ekonomisinin gelişmesiyle ilgili bir
tezi oldu mu? Hiç haberimiz yok. Dolayısıyla, lütfen, gündemi tekrar ekonomiye
çekelim, işi ciddiye alalım ve Türkiye’nin önünü açalım.
Bu duygu ve
düşüncelerle hepinizi saygıyla selamlıyorum. Teşekkür ediyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Kumcuoğlu.
Madde üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Algan
Hacaloğlu, İstanbul Milletvekili. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul)- Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; görüşülmekte
olan Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapan Belgenin
Onaylanmasına İlişkin Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesi üzerinde grubum adına
söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Evet, değerli
arkadaşlar, birdenbire kendimizi yoğun bir ekonomi tartışması içinde bulduk.
Gerçekten Türkiye’nin buna ihtiyacı var. IMF’yi bu kadar dar bir zaman içinde,
dar sınırlar içinde tartışamazsınız ama bu bir fırsattır, değerlendirmek
istiyorum.
IMF’ye üye
ülkelerin kota dağılımlarını dar sınırlar içinde düzenlemeyi temel alan bu tasarı eğer
kabul edilirse burada, Türkiye’nin IMF’den kotasının, kota payının yani oy
gücümüzün, sermaye payımızın yüzde 0,55’ten, yüzde 0,61’e çıkmasının önü
açılmış olacak. Bu çok mu fazla bir şey ifade ediyor? Hayır, değişen pek bir
şey yok ama zaten IMF’nin günümüzdeki konumu da Türkiye açısından ve diğer
ülkeler açısından eski konumunda değil, olmadığını biliyoruz. Eski bir
planlamacı olarak da yıllarca bunu yaşadık, gördük. Türkiye ekonomisinin
yapılanmasında, politikaların belirlenmesinde IMF’nin belirleyici rol oynadığı
dönemler oldu. Bu dönemler içinde, esasında son, işte 99-2000 yılı krizinden
sonra ortaya çıkan koşullarda AKP İktidarının izlediği politikaların temelinde
de IMF’nin üstlenmiş olduğu genel anlamdaki global
misyonu çerçevesinde Türkiye’ye önerdiği ekonomiyi daraltıcı, ekonomiyi, talebi
kontrol edici ve bir ölçüde istikrar sağlamaya yönelik politikalar önemli rol
oynadı.
Son krize
gelindiğinde gördük ki IMF ve hatta Dünya Bankası, krizin teşhisinde ve sonra
önlenmesinde kuruluş dönemlerinden günümüze en devre dışı kaldıkları, etkisiz
kaldıkları, sadece söylemlerle tespitler ve teşvikler yapmakla yetindikleri bir
süreç içine girdiler. Yaklaşık 1,5 trilyon dolarlık bir tahribat yaratan son
küresel krizde IMF’nin bu konumda kalmasının özünde ve hatta 2008 yılının
ortasından beri IMF’yle ilişkimiz sona erdi, bunu biliyoruz, iyi de olmuştur.
IMF’yle her zaman ilişkiye girilebilinir. Ben, burada AKP’li arkadaşımızın
söylediği bir şeye hak veriyorum. Sorun bence IMF’de değildir, sorun ülkenin
yönetiminde olanlardadır, ülkeyi yönetenlerin izledikleri politikalardadır.
Çünkü IMF’nin varlık nedeni, dünya ölçeğinde, mali piyasalarda global ölçekte istikrarın ve parasal iş birliğinin
geliştirilmesine katkıda bulunmaktır; onun gereğini yapmaktadır. Önemli olan,
ülkelerin kendi ulusal sanayileri, kendi ulusal üretim ekonomileri ve ülkeleri
için yararlı olan, halkı için yararlı olan, istikrar içinde büyümeyi temel alan
politikaları geliştirebilmeleridir.
Türkiye’nin bu
konuda, özellikle son AKP dönemi içinde başarılı olduğunu söyleyebilmek mümkün
değil. IMF, daha 2001 yılında, 2002 ve 2006 dönemini kapsayan ve her yıl yüzde
6,5 oranında faiz dışı fazla verilmesini öngören niyet mektubu anlaşması
çerçevesi içerisinde, kamu iç borçlanma reel faizlerinin o dönem boyunca yüzde
20 ile yüzde 18 arasında belirlenmesini, o hedefin korunmasını öngördü. Yüzde
20, yüzde 18 reel faizin öngörüldüğü dönemde Pakistan’da dahi reel faiz yüzde 6
dolaylarındaydı.
Türkiye’nin sıcak
para, yüksek reel faiz ve aşırı dış borçlanmaya dayalı izlediği neoliberal ekonomi politikaları, zaman zaman
IMF’nin verdiği destekle ve dünyadaki geçerli konjonktürel
nedenlerle zaman zaman belirli büyüme hedeflerine
ulaşsa dahi geneline bakıldığı zaman bir başarısızlık sürecidir, dönemidir.
Türkiye’de,
1962-1979 planlı karma ekonomi döneminde, ekonomi sabit fiyatlarla yılda
ortalama yüzde 6,5 oranında büyüdü. 2002-2009 AKP İktidarı döneminde ise yani o
süreç içinde gelişmekte olan ülkeler yüzde 6,4 büyür iken AKP İktidarı altında
Türkiye ancak yüzde 4,3 büyüyebildi. Hükûmetin tüm
şatafatlı büyüme edebiyatına rağmen, AKP İktidarının neoliberal
politikalar zemininde düşük kur, yüksek reel faiz, sınırsız sıcak para
zemininde sürdürülen bu politikalar Türkiye'yi beklenen, arzulanan bir gelişme
sürecine sokamadı, gerçekten Türkiye'nin büyümesi güdük kaldı, yetersiz kaldı.
Türkiye
ekonomisinin büyüme hızı 2002 yılının sonunda yani AKP’nin iktidara geldiği
aşamada 149 gelişmekte olan ülke arasında 29’uncu sırada idi değerli
arkadaşlarım. Ancak küresel krizin daha tesirini göstermediği 2007 yılında
Türkiye aynı ligde 100’üncü sıraya geriledi. 2009 yılından sonra ise yani Sayın
Başbakanın “Kriz Türkiye'yi teğet geçti.” söylemlerini yaptığı dönemde yani
krizin belirli şekilde dünya ölçeğinde etkisini azalttığı bir dönem sonunda
Türkiye'nin o ligde, 149 ülke arasında sırası daha da gerilemiş 132’nci sıraya
düşmüş bulunmaktaydı.
AKP’nin büyüme konusundaki
mesnetsiz iddia ve söylemlerini Türkiye'nin tarihinin çöplüğüne atma zamanı
gelmiştir. İnanıyorum ki halkımız bunun gereğini önümüzdeki ilk genel seçimde
yapacaktır. Bu düşük hızlı, içi kof, istihdam yaratmayan büyüme modelimiz ile
Türkiye’ye yerinde patinaj yaptırılmaktadır.
IMF Türkiye ile
hâlen ilişkilerini madde 4 konsültasyon süreci
çerçevesi içinde yürütmektedir. Bu süreç içinde –ki yakın zamanda bu yapıldı ve
rapor yayınlandı- Türk ekonomisinin orta ve uzun vadeli görünümü ile yapısal
reformlardaki gelişmenin durumu değerlendirildi. Çok enteresandır, son raporu
ilgilenenlere öneriyorum, İnternet’te vardır, IMF’nin şeyinde vardır, Hazine
Müsteşarlığında da vardır, indirip baksınlar. Genel değerlendirmeden sonra son
paragrafı şöyledir değerli arkadaşlarım: Türkiye’nin uyguladığı kıdem tazminatı
sistemini, OECD ülkeleri arasında en bonkör kıdem tazminatı sistemi olarak
nitelendiriyor. Yani bütün işleri bırakmış IMF, Türkiye’nin kıdem tazminatına
kafasını takmış. Yani Türkiye’nin istikrarının dünya istikrarına katkısını
kıdem tazminatına limit getirebilme arayışında bulmuş ve devam ediyor, asgari
ücret tutarının yeni AB üyesi olan ülkelerin hepsinden daha yüksek olduğunu bir
tespit olarak belirtiyor ve bunun belirli bölgelerde gelir düzeyinin artmasına
engel oluşturduğunu ifade ediyor.
Değerli
arkadaşlarım, bütün bu çerçeve içinde, IMF ile Türkiye’nin bir yeni ilişkiye
girmesine gerek yoktur. Biz IMF’nin üyesiyiz, doğal olarak belirli ilişkilerden
de…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Hacaloğlu, lütfen tamamlayınız.
ALGAN HACALOĞLU (Devamla) - ...ve IMF’nin bir ortak olarak
yarattığı bazı imkânlardan yararlanırız ama daha yeni yayınlanmış olan cari
açık rakamları göstermektedir ki son beş ayda Türkiye’nin cari açığı yüzde 258
düzeyinde artmıştır ve yıllardır, defaatle, ana
muhalefet partisi olarak ısrarla söylememize rağmen, Türkiye hiçbir dönemde
sıcak para girişlerini, çıkışlarını, Türkiye'de kalış sürelerini uzatmayı
özendirecek, sınırlı, çok sınırlı bir vergi düzenlemesini, Brezilya’nın Lula’yla Tobin olarak uyguladığı
uygulamanın benzerini Türkiye'de uygulamaya iktidarın eli varmadı çünkü o
iktidarı besleyen iç ve dış sermaye kaynakları bir şekilde buna el vermedi.
Hepinize
saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Hacaloğlu.
Şimdi soru-cevap
işlemine başlıyoruz.
Sayın Asil,
buyurun.
BEYTULLAH ASİL
(Eskişehir) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakan, bir
köşe yazarı “Amerika, Türkiye’yi tehdit mi etti?” alt başlığı ile yazdığı
yazıda, Amerika Birleşik Devletleri kaynaklarına dayandırarak Amerika Birleşik
Devletleri Dışişleri Bakanı Clinton’ın, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nu
arayarak “İran işinden uzak dur.” dediğini söylemekte. Bir başka köşe yazarı da
bu olayı bu şekilde aktarmakta ve Türkiye'nin nükleer meselenin dışında kalması
talebini kabul ettiğini yazıyor. Enerji Bakanı olarak sizin
bilgilendirildiğinizi düşünerek soruyorum: Konu doğru mudur? Görüşme
gerçekleşmiş midir? Dış politikamızda ne yapacağımız başka ülkelerin
çıkarlarına göre mi yoksa ülkemizin çıkarlarına göre mi oluşturuluyor?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Asil
Sayın Bakan,
buyurun.
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar;
eğer bahsedilen konu nükleer güvenlik zirvesiyle alakalı, Amerika Birleşik
Devletleri’nde yapılan ve yaklaşık kırk altı tane ülkenin katıldığı
toplantıdaki görüşme ise böyle bir görüşme gerçekleşmedi. Bizim, nükleer güç
santrallerinin kurulması veya nükleer güvenlikle alakalı konularda kendimize
has bir dış politikamız ve enerji politikamız vardır. Bununla zaman zaman bir kısım ülkelerin politikaları örtüşebilir veya
çakışmayabilir. O açıdan bununla alakalı herhangi bir telkin söz konusu
değildir.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
Tasarının tümü
açık oylamaya tabidir.
Açık oylamanın
elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Oylama için üç
dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, 458 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın açık oylama sonucu:
“Oy Sayısı |
: |
216 |
|
|||
Kabul |
: |
213 |
|
|||
Ret |
: |
3 |
|
|||
Çekimser |
: |
- |
|
|||
Boş |
: |
- |
|
|||
Geçersiz |
: |
-(x) |
|
|||
|
|
Kâtip Üye |
Kâtip Üye |
|||
|
|
Harun Tüfekci |
Yaşar Tüzün |
|||
|
|
Konya |
Bilecik” |
|||
Tasarı kabul
edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Sayın
milletvekilleri, birleşime 19.30’a kadar ara veriyorum.
Kapanma Saati: 19.02
(x)
Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 19.33
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ
(Konya), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 134’üncü Birleşiminin Dördüncü
Oturumunu açıyorum.
4’üncü sırada yer
alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında
Türkiye Cumhuriyetinde Akkuyu Sahasında Bir Nükleer
Güç Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ile Dışişleri Komisyonu
Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
4.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti
Arasında Türkiye Cumhuriyetinde Akkuyu Sahasında Bir
Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine İlişkin
Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ile Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/902) (S. Sayısı: 538)
(x)
BAŞKAN – Komisyon
ve Hükûmet yerinde.
Komisyon raporu
538 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Komisyon ve Hükûmet yerinde de
milletvekilleri yok Sayın Başkan.
VAHAP SEÇER
(Mersin) – Efendim, beş dakika ara verin, arkadaşlarımız yemekte henüz.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 19.34
(x)
538 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 19.39
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 134’üncü Birleşiminin Beşinci
Oturumunu açıyorum.
538 sıra sayılı
Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Tasarının tümü
üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Alim
Işık, Kütahya Milletvekili.
Buyurun Sayın
Işık. (MHP sıralarından alkışlar)
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Başkan, boş sıralara konuşmak bu konuya hakaret, haksızlık
yani buna itiraz etmemiz lazım.
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Doldurmamız lazım.
MHP GRUBU ADINA ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
öncelikle hepinize saygılarımı sunuyorum.
Türkiye'nin çok
önemli bir konusunu, maalesef çok boş bir Mecliste tartışmaktan dolayı utanç
duyduğumu ifade etmek istiyorum. Bir milletvekiline yarım saatlik yemek
molasını çok gören Divanı da bir kez de ben uyarıyorum: Lütfen milletvekiline
saygı duyalım ki bu millete saygı duymuş olalım. (MHP sıralarından alkışlar)
Ben koşa koşa yemeğimi yiyip geldim, burada kimse
yok.
Görüşülmekte olan
538 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti
Arasında Türkiye Cumhuriyetinde Akkuyu Sahasında Bir
Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine İlişkin
Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı üzerine
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Grubum adına
hepinize tekrar saygılar sunuyorum.
Değerli
milletvekilleri, bilindiği gibi enerji bir ülkenin geleceği ve gücüdür.
Dolayısıyla enerjide güçlü olanlar bugün 10 binlerce kilometre uzaklardan gelip
bu enerji uğruna birçok ülkenin topraklarını işgal edebilmekte ve milyonlarca
insanı acımadan katledebilmektedirler. Bu da göstermektedir ki dünya gelecekte
enerji üzerine kurulacak ve enerji üzerinden bu ilişkiler devam edecektir. Bu
bilinçle ve gerçekle gerek artan ülke nüfusumuz gerekse giderek yoğunlaşan
sanayimizin talepleri doğrultusunda artan enerji ihtiyacının karşılanması
amacıyla ülkemizin yeni, yenilenebilir ve alternatif enerji kaynaklarına
ihtiyacı kaçınılmazdır.
2007 yılında bu
konuyla ilgili ilk yasa tasarısı görüşmeleri sırasında da birçok
milletvekilinin dile getirdiği gibi enerjinin üretiminde ve çeşitlendirilmesinde
nükleer enerjinin de alternatiflerden birisi olduğu konusu herkes tarafından
mutabık kalınan bir konuydu. Milliyetçi Hareket Partisi olarak da nükleer
enerjiye ve nükleer enerjinin üretiminde kullanılacak santrallere, daha
sözlerimin başında, karşı olmadığımızı belirtmek istiyorum ama biraz sonra
değineceğim ve belirteceğim konular nedeniyle böyle bir santral anlaşmasına ve
böyle bir kanun tasarısına şiddetle karşı olduğumuzu ifade etmek istiyorum.
Yıl 2007, tarih 7
Kasım 2007 Çarşamba, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17’nci Birleşimi. O gün, bugünkü Sayın Bakanımız Taner Yıldız bizler gibi komisyon
üyesi ve gerçekten o gün için tartıştığımız 5710 sayılı Nükleer Güç
Santrallerinin Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji Satışına İlişkin Kanun
hakkında yaptığı bir konuşmada -Meclis tutanaklarından ifade ediyorum- “Burada
vatandaşlarımıza herhangi bir mesaj verirken net ve anlaşılabilir olmasına özen
göstermemiz gerekir. Nükleer santralleri kurmak mı lazım, kurmamak mı
lazım, nükleer santralleri kurduğumuzda ülkeye getirisi nedir, sektöre götürüsü nedir, vatandaşlarımız bundan ne kadar müstefit
olacak, bunların hepsini bu mesajı net bir şekilde buradan vermemiz lazım.”
demiştir. Aynen katılıyorum, harfiyen, şimdi de aynı cümlelerle kendisine ben
soruyorum: Bu paragrafta söylediğiniz cümlelerin bugün de arkasında mısınız,
cevaplarını bu Meclise ve yüce milletimize buradan açıklarsanız çok memnun
olurum diyorum.
Evet, gerçekten
net olmak lazım, santrali kurmak gerekiyorsa “kurulmalıdır” demek lazım,
nükleer enerjiye “evet” diyorsak burada net görüş belirtmemiz lazım,
katılıyorum Sayın Bakana.
Yine, aynı kanun
görüşmelerinde, zamanın Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Sayın Hilmi Güler Bey
-tutanaklardan okuyorum, ilk birkaç önemli ifadeleri var- “Burada ifade etmek
istediğim en temel nokta, nükleer santrallerde bildiğiniz gibi güvenlik
konusudur. (…) Ayrıca, bilgilendirmek açısından söylüyorum, Türkiye, aslında,
nükleer teknolojiyle ilk defa karşılaşmıyor. Türkiye’de, şu anda, 300’ün
üzerinde nükleer tesis var, 300’ün üzerinde. Bunların büyük
bir kısmı tıbbi nükleer. Yani bunların hepsinde nükleer ürünler
kullanılıyor. İki adet, küçük de olsa, reaktör var, bir atık tesisi var,
nükleer atık tesisi var ve aynı zamanda da yakıt tesisi var. Yani bununla ilk
defa karşılaşmıyoruz.” Sayın Güler söylüyor.
Ayrıca “Bunun
dışında şunu da ifade edeyim: Yani, bu Kanun’un peşinden -ki, tabii seyri de
budur- eğitim konusuyla ilgili, güvenlik ve denetlemeyle ilgili yasa tasarıları
da hazır, bunlar da peş peşe gelecek. Çünkü bunun bir zaman aralığı var. Yani,
bu zaman aralığında olayları yakından daha iyi inceleyelim diye bunları biz
bölüm bölüm aldık.” diyor Sayın Bakanımız.
Tarih ne zaman? 7
Kasım 2007. Yaklaşık üç yıl önce. Üç yıl geçti aradan, bugün, hâlâ bu konuyla
ilgili çok ciddi tartışmaları burada yapacağız. Maalesef, bir arpa boyu yol
alınamamış durumda.
Yine, Sayın
Bakanın o konuşmasından bir iki cümle daha aktarmak istiyorum, çünkü çok
önemli: “Rüzgârda da rüzgâr haritasını yaptık. Evet, göreve geldiğimizde 17
megavattı, rüzgâr santrallerinin toplamı 17 megavattı, biz onu 200’e çıkarttık,
12 kat. Bu, tabii, bizim için yeterli değil. 400 kattır iki buçuk-üç sene
içindeki hedefimiz. 8 bin megavatı hedefliyoruz.”
Yıl 2007, yıl
2010; üç yıl geçmiş. Hedef 400 kat, 8 bin megavat hedefliyoruz. Bugün bin
megavatı ancak bulabildik. Yüzde 800 sapma. Bir ülkenin Enerji Bakanını
düşününüz, iki buçuk yıl önce bir hedef çizmiş ve bu hedeften bugün yüzde 800
sapma göstermişiz. Takdiri yüce Meclise bırakıyorum.
Şimdi, o gün
tartıştığımız kanun bugün yürürlükte. 5710 sayılı Nükleer Güç
Santrallarının Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji
Satışına İlişkin Kanun’un ikinci bölümünden, özellikle “Güç Santrallarının
Kurulması ile Enerji Üretim ve Ticaretine İlişkin Usul ve Esaslar” bölümünden
birkaç maddeyi sizlerle paylaşıp bugünkü anlaşmanın bu yürürlükteki mevzuatla
ne kadar çelişkili, ne kadar birbiriyle zıt hükümler içerdiğini ifade etmek
istiyorum:
Madde 3, ikinci
fıkra: “TAEK, Kanunun yürürlük tarihinden itibaren nükleer santral kurup
işletecek şirketlerin karşılaması gereken ölçütleri bir ay içinde yayınlar.”
Fıkra üç: “Bu Kanuna göre yapılacak nükleer güç santralları için yarışmaya katılacaklarda aranacak şartlar,
şirketin seçimi, yer tahsisi, lisans bedeli, altyapıya yönelik teşvikler, seçim
süreci, yakıt temini, üretim kapasitesi, alınacak enerjinin miktarı, süresi ve
enerji birim fiyatını oluşturma usul ve esasları bu Kanunun yürürlüğe
girmesinden sonra iki ay içerisinde Bakanlık tarafından hazırlanacak ve
Bakanlar Kurulunun onayı ile yürürlüğe girecek bir yönetmelikle belirlenir.”
Ayrıca, yine
beşinci fıkrada: “Alınan tekliflerden, TAEK tarafından belirlenen ölçütleri
karşıladığı TAEK tarafından belgelenen şirketlerin teklifleri yarışmaya
sokulur, bu ölçütleri karşılamayan şirketlerin teklifleri yarışma dışı
bırakılır.” ve benzeri gibi ciddi hükümler içeren bölümler var.
Şimdi, değerli
milletvekilleri, bir tarafta, bu yüce Meclisin… Biz o zaman da uyarılarımızı
yaptık, katkılarımızı yaptık. Elimizden geldiğince bu Kanun’a katkı vermeye
çalıştık ve destekledik eksikleri olmasına rağmen. Nükleer teknolojiyle ilgili
herhangi bir girişimi önceden şart koşmamasına rağmen, gelsin yeter ki
kurulsun, daha sonra bu nükleer santralle birlikte alınacak eğitimler ileride
Türkiye’nin sahip olacağı nükleer teknolojiye katkı yapar düşüncesiyle “evet”
dedik ve maalesef o günden sonra gelişen olayları hep beraber yaşadık. Danıştay
bu yönetmeliklerle ilgili bazı hükümleri iptal etti; yarışma açıldı, sadece bir
Rus katılımlı firma dışında kimse buraya başvurmadı; o da olmadı ve arkasından bugünkü noktaya
gelindi.
Söz konusu
Kanun’la ilgili yürürlük işlemleri sürdürülürken 20 Kasım 2009 tarihli soru
önergemize Sayın Bakanın 4 Ocak 2010 tarihinde verdiği cevabı sizlerle
paylaşmak istiyorum. “Özellikle, Mersin’de yapılacak santral ve alternatif,
Sinop’ta yapılması düşünülen nükleer güç santralleriyle ilgili gelişmeler
nedir?” diye sorduğumuz soruya 2008 yılı Mart ayında ilgili yönetmeliğin
yürürlüğe konduğunu, bu yönetmeliğin Danıştay tarafından… 20 Kasım 2009
tarihinde TETAŞ Genel Müdürlüğünün Şartnamenin 31’inci maddesine dayanarak
yarışmayı iptal kararı aldığını… “Bakanlığımızda ilgili mevzuat çerçevesinde
değerlendirme devam etmekte olup nükleer enerjinin arz kaynaklarımıza entegrasyonu süreci yeniden başlayacak ve en kısa sürede
sonuçlandırılacaktır. Sinop sahasıyla ilgili olarak, Türkiye Atom Enerjisi
Kurumu koordinasyonunda ilgili kurum, kuruluş ve üniversitelerin katılımıyla,
jeolojik, mikro deprem, hidrojeoloji, tsunami,
jeofizik, çevresel etütler ile deniz suyu karakteristiğinin belirlenmesine
ilişkin çalışmalar tamamlanmak üzeredir.” diye cevap geldi.
Yine,
“Bakanlığınızın ‘Nükleer Enerji ve Nükleer Teknoloji Yasası’ hazırlığıyla
ilgili çalışması var mıdır? Varsa ne aşamadadır?” diye sorduğumuz soruya da
Sayın Bakan, “Nükleer enerji ve iyonlaştırıcı radyasyona ilişkin tüm
faaliyetleri düzenleyen, bu alanda düzenleyici kuruluş olarak görev yapacak
‘Türkiye Nükleer Düzenleme Kurumu’nu kuracak olan ve Türkiye Atom Enerjisi
Kurumu’nun görevlerini yeniden belirleyecek olan bir ‘Nükleer Kanun Tasarısı’
çalışması bulunmaktadır. Bu kanun tasarısı Avrupa Birliği ve Uluslararası Atom
Enerjisi Ajansının nükleer ve radyasyon güvenliği standartları çerçevesinde
hazırlanmış olup, 2010 yılı içerisinde Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine
getirilmesi öngörülmektedir.” şeklinde cevap vermiş. Önceki Sayın Bakanımızın
da ifadelerini biraz önce sizinle paylaştım, art arda gelecek üç beş tane
kanunumuzdan bahsetti. Sayın Bakanımızın da yeni Bakanımızın da ifadesi bu. Yıl
2010, inşallah bu kanunu bir an önce getiririz, nükleer kanun tasarısını önce
görüşürüz. Ondan sonra bu hükümlere uygun bir uluslararası sözleşmeyi buraya o
zaman getirebiliriz.
Şimdi, ben Sayın
Bakana burada açık yüreklilikle söylüyorum: Bu Kabinede en başarılı olmasını
istediğim bakanlardan birisi kendisidir çünkü onun başarılı olması Türkiye'nin
enerji arenasında başarılı olması demektir, Türkiye'nin dışa giden parasının
azalması demektir, Türkiye'nin başka ülkelere bağlılığının azalması demektir.
Ama gerek kendisi döneminde gerekse önceki Bakanımız döneminde, 23’üncü
Dönemde, maalesef, enerjiyle ilgili ciddi adımları atamayan bir Bakanlık
karşımızdadır.
Gece gündüz
demedik çalıştık, yenilenebilir enerji kaynaklarında teşvikle ilgili
düzenlemeleri öngören kanun teklifini, sonradan yapılan ilavelerle, Meclis
gündemine indirdik; bir yılı aşkın süredir bunun kanunlaşması bekleniyor. Bu
kanun önde dururken ve Türkiye'nin yerli, yenilenebilir ve alternatif birçok
kaynağının desteklemesini öngören bu teklif görüşülmezken, alelacele Rusya
Federasyonu’yla yapılan ülkeler arası anlaşmaya dayalı, ihalesiz, rakipsiz,
yarışmasız, “Ben verdim oldu.” mantığıyla kaleme alınmış bir anlaşmayı, burada
bugün kanunlaştırmaya çalışıyoruz.
Sayın Bakanım, size samimi tavsiyem: Önce bu anlaşmayı çekiniz,
gündemde bekleyen ve Türkiye'nin yararına olduğuna inandığımız ve tüm sektör
temsilcilerinin dört gözle çıkmasını bekledikleri yenilenebilir enerji
kaynaklarının desteklenmesiyle ilgili kanun teklifini çıkaralım, hemen
çıkaralım; arkasından bunu, hatta bundan önce sizin yazılı olarak söz
verdiğiniz nükleer kanun tasarısını getirelim, onu çıkaralım, ondan sonra bu
Anlaşmayı yeniden tartışalım; tartışmaya gerek kalmayacak çünkü siz o zaman
diyeceksiniz ki: Yürürlükteki mevzuata aykırı.
Burada yarışma
öngörüyor, rekabet öngörüyor, sizin getirdiğiniz -biraz sonra hükümlerini
okuyacağım- bu Anlaşmada hüküm yok, doğrudan alım garantisi verilmiş. On beş
yıl süreyle, 12,43 ile 15,33 dolar sent arasında kilovatsaat
başına değişen bir fiyat, dünya nükleer enerji fiyatları ortalamasının 2 katı.
Karşılığında Türkiye'nin alacağı hiçbir şey yok, ne alacağız belli değil.
Eğitim amaçlarıyla kullandırılabilecek ama onun da tüm şartlarını Rusya
Federasyonu belirleyecek.
Bu Anlaşmayı,
lütfen, geri çekiniz. Bu Anlaşma bu Meclise ve bu ülkeye yakışmıyor. Kesinlikle
ve kesinlikle bunun derhâl geri çekilmesi ve bu Mecliste bunun görüşülmemesi
gerekiyor.
Şimdi, söz konusu
ikili Anlaşmanın bazı maddeleri üzerinde -vakit dar kaldığı için- hızla geçmek
istiyorum.
Madde 2:
“Taraflar işbu Anlaşma’yı, tüm Türk lisans gereksinimleri de dahil
olmak üzere Türk ulusal kanunları, düzenlemeleriyle uyumlu olarak uygularlar.”
Madde 3, birinci
fıkra: “Taraflar Proje’yle ilgili olarak işbirliği yaparlar.”
“Söz konusu
işbirliği, belirtilenlerle sınırlı olmamak üzere, aşağıdaki hususları kapsar:”
Birçok hüküm
getirilmiş, arkasından diyor ki: ”Türkiye Cumhuriyeti’nde nükleer yakıt üreten
tesislerin kurulması ve işletimi de dahil olmak üzere
nükleer yakıt döngüsü hakkındaki işbirliği ve teknoloji transferi Taraflarca
mutabakata varılacak ayrı koşullar çerçevesinde yürütülecektir.” Nedir Sayın
Bakanım bu ayrı koşullar? Buradan başka yerde hangi koşullar görüşülecek? Nedir
bu ayrı koşullar? Bunu açıklamanız lazım. “…Taraflarca mutabakata varılacak
ayrı koşullar…” Burada yok. Bunlar gelecek.
Madde 4, Yetkili
Makamlar: Rus tarafı adına Rosatom şirketi, kuruluşu,
Türk tarafı adına Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı. Bir
tarafta bir kuruluş, Türkiye Cumhuriyeti devletinin tarafı Bakanlık.
Sayın Bakan,
uluslararası ilişkilerde bir eş değerlik kavramı var. Yani siz oradaki bir TAEK
benzeri kuruluşa Bakanlığınızı eş değer mi görüyorsunuz? Yapmayınız Allah
aşkına! Bunun mutlaka düzeltilmesi lazım.
Devam… Madde 5,
üçüncü fıkra: “Proje Şirketi, Rus Tarafı’nca yetkilendirilen şirketlerin
doğrudan veya dolaylı olarak başlangıçta % 100 (yüzde yüz) hisse payına sahip
olacak şekilde, Türkiye Cumhuriyeti kanunları ve düzenlemeleri kapsamında
anonim şirket şeklinde kurulur.”
Yani, benim
ülkemin topraklarında, benim denizim kirlenecek, çevrem kirlenecek, her türlü
zararı ben çekeceğim, Rusya yüzde 100 sahip olduğu bir şirket sahibi olacak.
Ah, ne güzel anlaşma! Keşke Rus tarafında olsaydı da bu Anlaşmaya biz de onun
adına imza atsaydık. Böyle bir şeye nasıl imza atabiliriz Sayın Bakanım! Yüzde
100 Rusya’nın sahip olduğu bir şirkete, Türkiye’de nükleer güç santralini
kuracağız ve buna dünya ortalamasının 2 katı fiyatlarda on beş yıl süreyle
garantili fiyat alım bedeli vereceğiz. Yok böyle bir
şey! Bunun karşılığında Türkiye ne aldığını mutlaka bu yüce Mecliste açıklamak
durumundadır, ilgililerimiz bunu bize açıklamak durumundadır.
Evet, “Yedi yıl
içerisinde tamamlanacak, bir yıl içerisinde işlemleri Türk tarafı bitirecek…”
Sayın Bakan,
önceki dönemde siz rekabete, yarışmaya girecek firmalara her türlü sıkıntıyı
Bakanlık olarak biz çözeceğiz garantisini verseydiniz, şimdiye kadar da Türkiye
9; 9,5; 10 dolar sente mal edebileceği bir nükleer enerji güç santraline
kavuşmuş olsaydı bu ülke ne kaybederdi? O gün vermediğiniz garantiyi şimdi
veriyorsunuz, diyorsunuz ki: Siz hiç karışmayın, biz her şeyinizi halledeceğiz.
Geleceksiniz siz bir yıl içerisinde bunu kurmaya başlayacaksınız, ilk üniteyi
de yedi yıl sonra bize teslim edeceksiniz. Yani 2017-18’de muhtemelen 1’inci
ünite devreye girecek, 4 ünite, her biri 1.200 megavatlık ve ardındaki üniteler
de birer yıl süreyle devam edecek, 2017 ile 2020 yıllarında nükleer enerjiyi
kullanmaya başlayacağız.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız.
ALİM IŞIK (Devamla) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Madde 10 ve 5’inci fıkra, geçen de bahsettim: “TETAŞ, proje
şirketinden, ESA’da belirtildiği gibi (Enerji Satın
Alma Sözleşmesi’nde belirtildiği şekilde) nükleer güç santralinde üretilmesi
planlanan elektriğin ünite 1 ve ünite 2 için yüzde 70’ine ve ünite 3 ve ünite 4
için yüzde 30’una tekabül eden sabit miktarlarını her bir güç ünitesinin ticari
işletmeye alınma tarihinden itibaren on beş yıl boyunca 12,35 Amerikan senti kilovatsaat ağırlıklı ortalama fiyattan (katma değer
vergisi dâhil değildir) satın almayı garanti eder.” KDV’yle beraber 14-15 dolar sent, dünya enerji fiyatının 2 katı.
Karşılığı nedir… Ceza puanı uygulanacak mı, belli değil. Bu garantiyi
sağlayamadığı takdirde, yeterli elektrik üretimini gerçekleştiremediği takdirde
nasıl cezalandıracak, belli değil.
Özetle, bu
Anlaşmanın Türkiye'nin yararına olmadığını düşünüyor, acilen Meclis gündeminden
çekilerek, diğer öncelikli gündemlere geçilmesini yüce Meclisin takdirlerine
sunuyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Işık.
Tümü üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Ali Rıza Öztürk,
Mersin Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye ile
Rusya arasında imzalanan Akkuyu’da Nükleer Santralin
Tesisine ve İşletilmesine İlişkin Anlaşmanın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı’nın tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, nükleer, eğer doğru ve ulusal bir stratejimiz varsa, gerçekten,
birazdan söyleyeceğim sakıncalar giderilebiliyorsa, o zaman, enerji tüketim profilinde belki tartışma konusu yapılabilinir. Maliyetlerin makul ve kabul edilebilir sınırlara çekilebildiği,
teknolojisi güvenli, teknoloji transferi sağlanmış, inşaatından işletmesine,
sökümünden atık yönetimine Türk teknik gücünün egemen olduğu, işletme güvenliği
tam, nihai atık sorunu çözümlenmiş, sadece bizler için değil gelecek nesiller
açısından da çevre riski ortadan kalkmış nükleer reaktörlerinden söz
edilebiliyorsa, buna makul çoğunluk da olumlu yaklaşabiliyorsa o zaman tartışma
konusu yapılabilinir.
Ancak, bugün, bu
“Nükleer santral” kelimesinden öncelikle alerji duymadığımı ifade etmek
istiyorum ancak nükleer santrallerin faydalı ya da zararlı ya da enerji tüketim
profili içerisinde gerekli ve gereksiz olduğu
tartışmalarını bir kenara bırakarak, bu onaylanmak istenen Anlaşmanın ve
nükleer santralin Akkuyu’ya etkilerini anlatmaya
çalışacağım.
Sayın Bakan,
ülkemizde gerçekten nükleer santraller ve nükleer enerji konusunda tek otorite,
hemen hemen tek otorite olan Profesör Doktor Tolga
Yarman diyor ki: “ Ben bugün Enerji Bakanı ya da Başbakan olsam, nükleer enerji
sevdalanmasını erteler, önce atom enerjisi merkezlerimizi, başta da TAEK'i, bu
kurumlarımıza hedefler göstererek, ihya eder, bu arada, çeşitli dünya
merkezlerinde, küçük ve iç yapısı itibariyle güvenli
nükleer santrallerin geliştirilmesi yolunda yapılan çalışmalara katılırdım.
Bu arada, bir
elin parmakları kadar, atom enerjisini gerçekten bilen, seçkin
akademisyenlerden ve teknokratlardan, çekirdek, öncü bir danışman kadrosu
oluşturur, onları tartıştırır, tartışmaya kendim de katılır, buradan oluşacak
yakınsamayı, ilgili kurumlara direktif olarak yöneltirdim.
Kanıtlanmış
durumdaki çok yüksek maliyetinden işletme güvenliğine, nihai atık sorununun
teknik çözümsüzlüğünden yüksek maliyetine, ihalesiz iş yapmanın çok yönlü
sakıncalarına, yer seçiminin yanlışlığından tek bir ülkeye aşırı
bağımlılığımıza kadar ve çoğaltılabilecek bu denli yaşamsal sorun ortada iken
Rusya ile nükleer santral inşasını savunmam mümkün değildir.”
Değerli arkadaşlarım, daha önce de bu konuda aynı şirkete, yani
bugün anlaşmayla ihalesiz bir şekilde kapkaçtı olarak verilmek istenilen aynı
Rus şirketine daha önce de göstermelik bir ihale yapılmış, on üç tane kurum
bilgi odasına girmiş, bilgiler almış ancak tek bu firma teklif vermişti;
verdiği teklif de o tarihte 21,16 sentti kilovatsaat
başına. Gözü kapalı nükleer yanlılarının bile
isyan ettiği bu fahiş fiyattan sonra aynı firma teklifini revize ederek 15,45
sent/kilovatsaate indirmiştir. Bakanlık, bunu iptal
etmesi gerekirken değerlendirmeye yanlış bir şekilde almıştır. Elektrik
mühendislerinin yaptığı hesaba göre iki teklif arasında yüzde 28 oranında
oluşan bir fark nedeniyle ülkemiz 26 milyar dolar civarında bir zarara
sokulacaktı. İhalenin Elektrik Mühendisleri Odasının açtığı dava sonunda İhale
Yönetmeliği’nin bazı maddelerinin Danıştay tarafından iptal edilmek zorunda
kalınmasının ardından bu ihale iptal edilmiş, şimdi de aynı firmaya
uluslararası anlaşmalar yoluyla yargı denetimi dışlanarak getirilmeye
çalışılmıştır.
Kamuoyu ve yargı
denetiminden uzak, şeffaflık anlayışına ve rekabet koşullarına aykırı böylesine
bir sürecin yürütülmesi, daha önce EMO’nun açtığı
davada bilirkişi raporuna konu olan hukuka aykırı davranışların temelinde
siyasal karar vericilerin etkili olduğunu göstermektedir. Nükleer santral gibi,
bir ülkenin geleceği açısından kritik bir konunun bu tür dolambaçlı yollarla gizli
saklı bir şekilde yürütülmesinin ardında başka ne tür çıkar ilişkilerinin
bulunduğunun ortaya çıkarılması gerekmektedir, Sayın Bakanın da bu ilişkileri
açıklaması gerekmektedir.
Değerli
arkadaşlarım, Türkiye, geleceğini ve enerjisini Rusya’ya teslim ediyor. Burada,
biz, bugün gerçekten, milletvekilleri olarak tarihsel bir karara imza atacağız.
Bu, sıradan bir uluslararası anlaşma değildir. Türkiye'nin gündeminde elli yılı
aşkın süredir tartışılan ve bundan önceki koalisyon hükûmeti
döneminde üç adet santral inşası için karar aşamasına gelen ancak diğer bazı
sorunların yanında özellikle rüşvet iddialarıyla vazgeçilen nükleer santral
inşası konusu Hükûmet tarafından yeniden, bu kez
ihalesiz yapılmak üzere huzurlarınıza getirilmiş bulunuyor. Anlaşma metnine
baktığınız zaman, bu Anlaşma buram buram Rus
hâkimiyeti kokmaktadır değerli arkadaşlarım. Hemen hemen,
tamamen Rus tarafının önerdiği ilk metne yakın bir metin hâline getirilmiştir.
Bu anlaşma metni
hazırlanırken Türk enerji uzmanlarının görüşleri alınmamıştır. Rusya, anlaşma
metnini âdeta kendisi hazırlamış, bizimkilerin önüne koymuş, “Alın bunu tercüme
edin, nereden geçirecekseniz oradan geçirin, sonunda da Türkiye Büyük Millet Meclisi
Genel Kuruluna indirin, oradan da yasa olarak geçirin.” demiştir. Ne yazık ki
çok hazindir, bizimkiler de aynen böyle yapmıştır değerli arkadaşlarım.
Öyleyse, en önce,
bürokratik kademelerde doğru dürüst millî bir nükleer anlaşma metni
hazırlayabilecek kadrolar yok mudur? Vardır da öylesi gerektiği için kızaklara alınmışlardır. Daha da
kötüsü, bilhassa iktidar saflarında, böylesi bir metinde yer almış olan fahiş
arızaları görebilecek, giderebilecek milletvekilleri yok mudur değerli
arkadaşlarım? Milletvekilleri, kanun yapma görevlerini savsaklamakta, otomatik
“el kaldır, el indir” idmanından ibaret bir etkinliğe sıkıştırılmaktadırlar.
Bu Anlaşma ile
Türkiye’ye nükleer teknolojisi gelecek midir? Hiçbir biçimde gelmeyecektir
değerli arkadaşlarım. Nasıl ki bundan önce termik santraller ithal ederek,
çalıştırarak, bugün termik santral teknolojisini kendimiz kuramamışsak aynı
şekilde nükleer santral satın almak vasıtasıyla nükleer teknolojiyi
getiremeyiz.
Bu Anlaşma bir
yap-işlet anlaşmasıdır değerli arkadaşlarım. Bu, yap-işlet-devret anlaşması
bile değildir, nükleerci lobicilere, nükleer elektrik alım garantisi verilmek
suretiyle bir ikramda bulunma anlaşmasıdır, Türkiye'nin çıkarlarını Rusya’ya
peşkeş çektirme anlaşmasıdır. Hani özelleştirme esastı, hani piyasa ekonomi
kuralları geçerliydi?
Peki, teknolojiyi
alıyoruz da onun için mi piyasa geriye, bir tarafa bırakılmıştır? Hiç böyle
değil. Nükleer lobi gelecek, göstereceğimiz yere tesisini kuracak, tıkır tıkır alım garantisiyle bize
nükleer elektrik satacak, nükleer pisliğini bile hazineye yıkabilecek, sonra da
çekip gidecektir.
Anlaşma metni: Ne
yazık ki bu Anlaşma metni, değerli arkadaşlarım, milletimizi aşağılama
metnidir, bu Anlaşma metni ihanet belgesidir. (CHP sıralarından alkışlar)
Beyler, değerli
milletvekilleri; aklınızı peynir ekmekle mi yediniz? Yediniz ki, şu güzelim
ülkemize böyle bir akıbeti reva görebiliyorsunuz. Bu yanlış Anlaşma yarın bir
gün mutlaka geri döner. Ama cumhuriyet savcılarının bu durumda haklarında
kovuşturma açacağı sözüm ona yetkililer ve siyasiler hesap vermeye gittikleri
mahkemelerden ve Yüce Divandan, korkarız, dönemezler.
Türkiye Enerji
Bakanlığı Elektrik Üretim AŞ, Türkiye Elektrik Ticaret AŞ, Türkiye Atom
Enerjisi Kurumu, Enerji İşleri Genel Müdürlüğü gibi kuruluşlarda uzman
seviyesinde çalışan pek çok kişi bu Anlaşma ve Anlaşma’da öngörülen model
hakkında önemli kaygılar taşımaktadırlar. Bu Anlaşma’yla ilgili Türk
tarafındaki uzman çalışanların onaylamadıkları en önemli husus, Akkuyu sahasının kontrolünün Rusya kamu sektörünün eline
bırakılacak bir model öngörülmüş bulunmasıdır. Dünyada nükleer santral alanında
böyle bir modelin benzeri var mıdır Sayın Bakan? Türkiye, doğal gaz
bağımlılığına yegâne alternatif olabilecek elindeki nükleer enerjide lisanslı
tek sahasını, doğal gaz açısından büyük oranda bağımlı olduğu Rusya’ya,
neredeyse süresiz bir şekilde peşkeş çekmiştir. Bunun, enerji stratejisi
açısından çok farklı, çok etkin etkileri olacaktır. Türklerin konumu, en basit
anlamda, Rus santralinden serbest piyasada elektrik satın almak olacaktır.
Böyle bir model için aslında Akkuyu sahasının Rus
kontrolüne teslim edilmesine ne gerek var? Benzer model Rusya’dan Türkiye’ye
çekilecek iletim hatları yardımıyla da gerçekleştirilebilir. Akkuyu sahası özelleştirme ve serbest piyasa mantığıyla Rus
kamu kurumlarına terk edilmektedir. Bu da aslında, Akkuyu
sahasının özelleştirilmesinden çok Türk devletinin elinden çıkıp Rus devletinin
hâkimiyeti alanına girmesi anlamı taşımaktadır. Rus tarafının özel sektör
olmaması nedeniyle Akkuyu sahasına salt ticari açıdan
bakmak mümkün değildir. Rus devletinin stratejik hedeflerini de saha üzerinde
uygulamaya çalışabileceği unutulmamalıdır.
Rus tarafının
santralin elli yıllık işletme ömrü boyunca 150 milyar ABD dolarından daha fazla
net kâr elde edecek ve bu kârını Rusya’ya taşıyacak olması, dış ticaret açığını
artıracak, dış ticaret açığında kalıcı ve çözümsüz bir unsur olacaktır. Bugün
Rusya’yla ilgili ticaret hacmimiz 36 milyar dolar; bu 36 milyar doların 6
milyar doları Türkiye’nin ihracatı, 31,5 milyar doları Rusya’nın Türkiye’ye
ihracatıdır. Hâlbuki Meclisten geçirilmeye çalışılan bu Anlaşma’da öngörülen
yöntem, açığı Rusya lehine daha da artıracak etkilere sahiptir.
Nükleer
santrallerin işletilmesi 150 bin ton yüksek radyoaktif seviyesine sahip
malzemeler içerdiğinden böyle tesislerin yabancı kontrolünde bırakılması uzun
vadede ulusal güvenlik sorunlarını ortaya çıkaracaktır. Bu kaygılar nedeniyle
bir ülke sınırları içerisinde bulunup da sahibinin başka bir ülke olduğu
nükleer santral dünyada bulunmamaktadır. Anlaşmayla Akkuyu
sahasında Türkiye Cumhuriyeti’nin gelecekte başka model nükleer reaktörler inşa
etme şansı tamamen ortadan kaldırılmıştır. Akkuyu
sahası, Ruslara kısmen tahsis edilmiş özel özerk bir bölge statüsüne
bürünecektir. Akkuyu gibi bir sahanın Ruslara tahsis
edilmesi ve Anlaşma’ya Türk tarafının buraya başka nükleer santral yapmasını
engelleyecek maddenin eklenmesi, gelecekte piyasada bulunabilecek ve çok
avantajlı olabilecek modelleri de bu sahaya kuramayacağımız anlamına gelmektedir.
Türkiye’nin projeye bir altyapı programı olarak bakmaması nedeniyle nükleer
teknoloji açısından hayati önem taşıyan fakat Türkiye’de henüz bulunmayan
altyapı ayakları, projeyi zaman içinde büyük oranda geciktirecektir.
Doğal gaz
bağımlılığımız ve petroldeki bağımlılığımız, Rusya’ya olan bağımlılığımız daha
da dikkate alındığında, bu nükleer anlaşmayla bunun o tarihteki Türkiye’nin
genel elektrik enerjisi tüketiminin yüzde 5’ini karşılayacağı düşünüldüğünde,
Rusya’ya bağımlılığımız yüzde 80 seviyelerine çıkacaktır.
Değerli
arkadaşlarım, Rus tarafı hiç kaygılara dikkat etmemektedir. Rus tarafı daha çok
“Sahayı kontrolümüze alalım da, sonrasını hele bir düşünürüz.” yaklaşımı
içerisindedir. Tek lisanslama kuruluşu TAEK’in karşısında Rus devletinin
bulunacak olması, santralin sahibi Rus kamusu olacağından ötürü, lisanslaşma
sürecinin sağlığını olumsuz şekilde etkileyecektir.
Değerli
arkadaşlarım, bu anlaşmada tek bir şirket kurulacak, proje şirketi. Bu proje
şirketi yüzde 100 Rusların olacak ve burası Türkiye tarafından, bu arazi
karşılıksız ve bedelsiz olarak Rusya’ya teslim edilecek. Bu Rusya buraya dört
tane 1.200 megavat, toplam 4.800 megavat gücünde santraller kuracak. Bu
santrallerden elde edilecek enerji, demin de söylediğim gibi, Türkiye’nin yüzde
5’i.
Bu nükleer
santrali savunan arkadaşlarımız bugüne kadar olduğu gibi hep şu sorulara yanıt
vermemişlerdir: Türkiye’nin enerji arz ve talep dengesi ne durumdadır, nasıl
gelişecektir? Türkiye’nin yakın, orta ve uzun vadede erişim talebini
karşılayacak kaynakları var mıdır? Reaktörün ve yakıtının alınacağı ülkenin
hangi ülke olduğunun stratejik veya ekonomik önemi var mıdır?
Bu soruları daha
çok çoğaltabiliriz ancak bu konuda fikir beyan edenlerin en azından bu
konularda bilgi sahibi olmaları ve daha sonra beyan ettikleri fikre dair
sorumluluk taşımalarında sonsuz yarar vardır. Görünen odur ki, bu konuda
yetkili yetkisiz, bilgili bilgisiz yorum yapanların ötesinde, ilgili Bakanlık
yetkililerinin de açık bir yanıtları yoktur. Varsa, bilmek her vatandaşımızın
hakkıdır. Yanıtlamanın yöntemi ise parmak çoğunluğu hesabıyla Türkiye Büyük
Millet Meclisinden yangından mal kaçırırcasına, yargı denetimini de dışlayarak
yasa geçirmek değildir değerli arkadaşlarım. Her soruya Sayın Bakan yalın,
anlaşılır yanıtlar vermek zorundadır.
Nükleer enerji
özellikle 1973-1974 dönemlerinde petrol krizinin arkasından yönelinen
bir enerji kaynağı olmuş, o tarihte petrol fiyatlarının aşırı yükselmesiyle bir
tepki olarak, bir yandan enerjinin verimli kullanılması, öte yandan da nükleer
enerji bir alternatif olarak görülmüştür ve deyim yerindeyse o yıllarda bir
patlama yapılmıştır. Bugün için devrede bulunan nükleer reaktörlerin büyük bir
çoğunluğu bu algılama sonrasında gerçekleşmiştir.
Değerli
arkadaşlarım, Uluslararası Enerji Ajansı ve ABD Enerji Bakanlığının verilerine
göre bugün dünya birincil enerji tüketiminde nükleer enerjinin payı yüzde
6’dır. Uluslararası Enerji Ajansı ve ABD Enerji Bakanlığı tahminlerine göre
2030 yılında bu oran bir miktar gerileyecektir. Nükleer enerjiden elektrik
enerjisi üretim payı ise hâlen yüzde 16 iken 2030 yılında yüzde 14’lere
gerileyecektir. Bunun gerilemesinin nedeni -aynı kuruluşun
raporunda- nükleer santrallerin ilk yatırım, bakım ve işletme maliyetlerinin
yüksek olması, işletmenin güvenliği konusunda dünya kamuoyunun tepkisinin
yüksek olması, nihai atık sorununun kalıcı olarak çözümlenmemiş olması, atık
yönetimi maliyetinin santral kuruluş maliyetinden çok fazla olması, son
yıllarda küresel ölçekte artan terör olayları nedeniyle nükleer atıkların terör
örgütlerinin eline geçebileceği kaygısıdır.
Değerli
arkadaşlarım, burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus, henüz ABD’de bile
çözümlenmemiş bir nihai atık sorunu bulunduğudur. Yucca
Dağı’nın altında yapılan depo bugüne kadar 11 milyar dolar harcanılmış olmasına
rağmen Obama tarafından durdurulmuştur sonuç alınamayacağı için. Değerli
arkadaşlarım, bizdeki yetkililer ise bu konuyu es geçmekte ve nedense ciddiye
almama ya da gözden kaçırtma eğilimindedirler.
Bugün, ülkemiz,
enerji kaynakları bakımından son derece zengindir. Gerçekten rüzgâr enerjisi,
biyokimya ve jeotermal konularında ve hidroelektrik kapasitesi bakımından çok
fazladır. Bugün Türkiye hidroelektrik konusunda sahip olduğu kapasitesinin
ancak üçte 1’ini kullanmaktadır, üçte 2’sini kullanamamaktadır. Yine Türkiye
bugün 12 milyar ton linyit rezervinden sadece 1 milyon tonunu, üçte 1’ini
kullanmakta, diğerini devreye alamamaktadır. 48 bin megavat rüzgâr potansiyeli
vardır. Ülkemizin elektrik kurulu gücünün 45 bin megavat olduğu
hesaplanıldığında rüzgâr potansiyelinin ülkemizin kurulu gücünden daha fazla
olduğu açıktır. Bu rakamlar, Elektrik İşleri Etüt İdaresinin açıkladığı
rakamlardır. Bunun 20 bin megavatı bile değerlendirmeye alınsa bunun kurulmak
istenilen nükleer santralden elde edilecek elektrik enerjisinin katbekat
üstünde olduğu anlaşılacaktır.
Öte yandan, bizim
kurulu gücümüzden sadece 192 milyar kilovatsaatini
elektrik olarak elde etmekteyiz. Oysa sahip olduğumuz kurulu gücümüzden bugün
verimli bir çalışmayla 220 milyar kilovatsaat
elektrik elde etme olanağımız vardır. Bu da yüzde 13 kayıp demektir değerli
arkadaşlar, eksik üretim demektir. Öbür taraftan, bu üretilen 192 milyar kilovatsaat elektriğin yüzde 16’sı daha tüketiciye
ulaşmadan bitmektedir. Bu yüzde 16 kayıp çağdaş bir ülkeye yakışmamaktadır.
OECD ülkelerinde bu kayıp oranı yüzde 4-5 civarındadır.
Değerli
arkadaşlarım, kayıp kaçak oranıyla eksik üretimi topladığınızda, bugün, kurulu
gücümüzün yüzde 28,7’sini kullanamamaktayız değerli arkadaşlarım.
Değerli
arkadaşlarım, gerçekten Akkuyu, nükleer santral
kurulumu bakımından da çok uygun olmayan bir yerdir. 1976’nın koşullarında
verilmiş olan bir lisansla aradan geçen otuz altı-otuz yedi yıl, hatta kırk
yıla yakın bir süre sonra aynı koşullarla burada nükleer santral lisansını hiç
gözden geçirmeden buraya nükleer santral kurmaya çalışmak çılgınlıktır değerli
arkadaşlarım. O zaman yer seçiminde imzası olan Tolga Yarman diyor ki: “O
tarihte bu bölge turizm bölgesi değildir. Bu turizmin etkilerini biz dikkate
almadık ve o zaman da yine nükleer enerjiye alternatif kaynaklar yoktu.”
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız.
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Devamla) - Değerli arkadaşlarım, Sayın Bakana buradan sesleniyorum: Neden,
Sayın Bakan, yenilenebilir enerji kaynaklarıyla ilgili yasa tasarısını buraya
getirmiyorsunuz? Neden bu ülkeyi gerçekten 12,35 sent, KDV’siyle birlikte 14,70
sent, pahalı bir nükleer enerjiye mahkûm ediyorsunuz? Bugün toptan elektrik
bedelinin 13 kuruş olduğu -kilovatsaat başına-
dikkate alınırsa bu nükleer enerjinin gerçekten insanları çıldırtacak kadar
yüksek olduğu çok açıktır değerli arkadaşlarım.
Ben konuşmama son verirken, gerçekten, Silifke’de oturan bir
vatandaş olarak, bu santralin bana
Bunun içerisinde,
Akkuyu’da nükleer santral kurulmasına karşı olan 175
bin tane imza vardır değerli arkadaşlarım. (CHP sıralarından alkışlar) Bunları
da Genel Kurulun dikkatine sunmak istiyorum. Ben, milletvekillerimizin,
gerçekten Türkiye’ye yakışmayan, çok alaturka duran, avanak bu anlaşmaya
“hayır” demelerini gönülden istiyorum.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Tümü üzerinde
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz isteyen Pervin Buldan, Iğdır
Milletvekili. (BDP sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA
PERVİN BULDAN (Iğdır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 541 sıra sayılı
Nükleer Enerjinin Barışçıl Amaçlarla Kullanımına Dair Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı hakkında konuşmak üzere
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Konuşmama
başlarken hepinizi saygıyla selamlarım.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkiye’de kırk yıldır süren nükleer heves, enerji
sektörünün en büyük handikaplarından birisi olan
kirlenme ile malum olarak bugüne gelmiştir. Enerji alanında gerek Türkiye
gerekse Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere, her yerde enerji ile
yolsuzluk ve kirli ilişkiler girift bir biçimde iç içe geçmiştir. Bu ilişkiler,
bir eski başbakanın nükleer lobilerle masraflarını ödemeyi teklif etmesine
varacak kadar, resmî ağızlardan çok da örtülü olmayan bir şekilde itiraf edilmiştir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; enerji, yolsuzluklar ve kirli ilişkilerle olduğu kadar
savaşlarla da beraber anılmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak ve
Afganistan işgalleri, Rusya-Gürcistan kapışması belleklerdedir. Bu bölgelerde farklı
biçimlerde gösterilmek istenen ancak artık dünya kamuoyundan gizlenemeyen bu
gerçek, işgal, savaş ve katliamlar, enerjiye sahip olma uğruna yapılmış
insanlık suçlarıdır.
Enerji bugün
yalnızca insanları ve toplumları değil, çok ciddi biçimde doğayı da tahrip eder
hâle gelmiştir. Termik santraller ile hava, hesapsız HES santraller ile
kültürel miras, doğa ve ormanlar, nükleer santraller ile de toplum yaşamı
tümüyle tehdit altına girmektedir. Enerji bir ihtiyaçtır ve üretilmelidir ancak
doğal yaşam alanlarını, tarımsal alanları, kültürel mirası, ekolojik
dengeleri, toplum yaşamını yani bugünümüzü ve geleceğimizi yok etmemeli,
yok etme tehlikesine atmamalıdır.
Türkiye de bu ekolojik tehdit ve katliamlardan fazlasıyla olumsuz
etkilenmektedir. Birkaç yıldır pıtrak gibi her su sesinin
olduğu yerden biten nehir tipi HES santralleri başta olmak üzere enerji üretim
alanının 4628 sayılı Yasa ile sadece özel sektöre bırakılması, enerji
bürokrasisinin de, hatta zaman zaman mülki idarenin
bile, bir köy halkını nehir tipi HES santraline karşı çıktığı için tehdit
etmesinde olduğu gibi, özel sektörün çıkarları için görev sınırlarını
zorladıkları kamuoyu tarafından bilinmektedir. Seçim yardımı yapan
valilerden sonra, şimdi de sermaye şirketlerinin santralleri için köylüleri
tehdit eden, hukuku hiçe sayan valiler türemiştir. Şimdi bir de bütün bu
hukuksuzluk, kirli ilişkiler, doğal yaşam alanlarının tahribatı, iklim
değişikliği gibi sorunların üstüne nükleer santral kurma histerisiyle yanıp
tutuşan bir Hükûmetle karşı karşıyayız.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; nükleer santral, bir veya daha fazla sayıda nükleer
reaktörün yakıt olarak radyoaktif maddeleri kullanarak elektrik enerjisinin
üretildiği tesistir. Radyoaktif maddeler kullanılmasından dolayı diğer santrallerden
farklı ve daha sıkı güvenlik önlemlerini, teknolojileri içerisinde barındırır.
Nükleer reaktör, zincirleme çekirdek tepkimesinin başlatılıp sürekli ve
denetimli bir biçimde sürdürüldüğü aygıtlardır.
Nükleer
santraller çalışmak için radyoaktif maddeler kullanırlar ve sonuçta gene
radyoaktif maddeler atık olarak çıkar. İşlemin normal seyri zincirleme olarak
çekirdek tepkimesi şeklindedir ve bu tepkime kontrol edilemez ise çok vahim
sonuçlar ortaya çıkar.
BAŞKAN – Sayın Öztürk, lütfen…
Sayın Bakan…
PERVİN BULDAN
(Devamla) – Gerek işletme gerek işlenme sonucu çıkan atıklar ve en önemlisi de
teknik ömür sonunda bütünüyle bir atık yığını hâline gelmiş olan santral ile
ilgili işlemler çok dikkatli bir şekilde yapılmalıdır. Nükleer santrallerde
sıklıkla sızıntı kazaları yaşanmakta, bu kazaların rapor edilmediği ve daha
sonradan ortaya çıktığı durumlara sıklıkla rastlanılmaktadır. Çernobil’e kadar
uzanan dört yüz kazanın daha gizlendiği ortaya çıkarılmıştır.
Nükleer santral
kazalarında rastlanılan kaza türleri, reaktör çekirdek erimesi, reaktörde
patlama, reaktör yangını, radyasyon sızıntısı, aşırı ısınma, radyoaktif buhar
kaçağı, atık sızıntısı ve reaktör patlaması gibi her biri ciddi tehlike içeren
kazalardır. Bu nedenle bir miktar enerji için bu kadar riskin göze alınması
mantıklı değildir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bizler Barış ve Demokrasi Partisi Grubu olarak
nükleerin doğru bir tercih olmadığını düşünüyoruz, çünkü bunun için birçok
haklı nedenimiz bulunmaktadır.
Başlangıç
itibarıyla nükleer santrallerden elektrik elde edilmesi pahalıdır, nitekim
kurulması planlanan santral için önerilen fiyat teklifi bunu doğrulamaktadır.
Nükleer santrallerin kurulum süreleri on beş yılı kapsayacak kadar uzun bir
süredir. Nükleer santrallerin ilk kurulum maliyetleri çok fazladır. Nükleer
santraller, hem teknik olarak hem de yetişmiş personel olarak dışa bağımlıdır.
Nükleer santraller en riskli elektrik üretim yöntemidir ve bu santralleri
hiçbir sigorta şirketi sigortalamamaktadır. Nükleer santrallerin atık sorunu
çözülememiştir. İşletim esnasında karbondioksit emisyonu
yoktur, ancak işlem öncesi süreçlerde madenlerin bulunması ve işlenmesi için
çok fazla karbon emisyonu oluşur. Nükleer santral kazaları sonucu oluşacak
tahribat kontrol edilemez ve çok geniş bir alana yayılabilir. Kaza olması
durumunda kaza maliyeti onarılmayacak kadar çok fazladır.
Diğer dünya
ülkeleri de bugün itibarıyla nükleerin bu olumsuzluklarının farkına
varmışlardır. Bu nedenle, dünya nükleerden hızla vazgeçmektedir.
1974 yılında Atom
Enerji Ajansının hazırladığı bir rapora göre, 2000 yılında dünyada en az 4.500
nükleer santral olması bekleniyordu, oysa 2005 yılı sonu itibarıyla 433’ü
işletmede olan, birçoğu on beş-yirmi beş yıldır yapımı devam eden 24 adet
nükleer santrali toplarsak, en fazla 467 nükleer santral olmuştur. Bu
sonuçlardan görülüyor ki nükleer santrallerin yaygınlaştırılmasına ilişkin
öngörülerde 10 misli bir yanılgı olmuştur.
ABD ve Kanada
1978’den beri nükleer santral siparişi vermemiştir. Almanya’da 1982’den beri
nükleer santral siparişi verilmemektedir. Fransa 1977 yılından itibaren 2010
yılına kadar nükleer programı askıya aldı. Avusturya, 1978 yılında biten
santralini referandum sonucu hiç çalıştırmadan kapattı. Brezilya, yapımı
bitmekte olan ikinci nükleer enerji santralinden -1,1 milyar dolar harcadı-
üçüncü santralinden vazgeçti. İsveç, 1980 yılında referandum yaptı ve 2010
yılında elektriğinin yüzde 46’sını elde edeceği tüm nükleer santralleri kapatma
kararı aldı. İtalya, Kasım 1978’de yapılan referandum sonucunda nükleer enerji
santralinden vazgeçti ve yüzde 70’i bitmiş olan Montalto
di Castro dâhil dört nükleer santralini kapattı.
Almanya, 1991’de bitirilen SNR-300 Kalkar Santralini ve Hanau
MOX tesisini işletmeden kapattı. İspanya, 1984’de yüzde 22’si biten iki
santralini kapattı. Danimarka, Yunanistan, İrlanda, Portekiz, Lüksemburg’da ise
nükleer santraller bulunmamaktadır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; nükleer facialar insanlığa çok acı deneyimler yaşatmıştır.
İşte yanı başımızda patlayan Çernobil felaketinin ne boyutlara vardığına
hepimiz tanıklık ettik.
Ukrayna Sağlık
Bakanlığının ve Birleşmiş Milletler Sekreterliğinin kazadan dokuz yıl sonra
yayımladıkları rapora göre, Ukrayna’da yaklaşık 125 bin kişi öldü, 400 bin kişi
zorunlu olarak göç ettirildi. 160 bin kilometrekareden fazla alan radyoaktif
kirlenmeye maruz kaldı. Kazadan tam olarak 9 milyon kişi etkilendi. Kazadan
sonra, sadece 1995 yılına kadar olan süreçte bölgede çalıştırılan Rus temizlik
işçilerinin 7 bin tanesi öldü. Beyaz Rusya’da tiroit kanserleri 100 kat arttı.
Dünyadaki ekonomik otoriteler tarafından hesaplanan zararın gelecek nesillere
maliyeti 350 milyar dolar olarak belirlendi. Tiroit kanseri, kan kanserleri,
doğumsal anormalliklerde büyük artışlar meydana geldi.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; hemen yanı başımızda, Iğdır iline
Ermenistan
topraklarında yer alan Metsamor Nükleer Santrali,
dünyada mevcut bulunan santraller içerisinde en geri teknolojiler ile
çalıştırılan santral durumundadır ve her an için patlama tehlikesiyle karşı
karşıya bulunmaktadır. Birinci derece fay hattı üzerinde kurulu olan santral
1988 Gümrü depremi sonunda iki reaktörü tehlike
nedeniyle devre dışı bırakıldı. Ancak bir süre sonra tekrar faaliyete sokulan
santral, bir deprem olması durumunda yer aldığı bölge için kelimenin tam
anlamıyla felaket getirecektir.
Yine geçen süre
içerisinde santralde meydana gelen ya da gelebilecek olan en ufak bir sızıntı
başta Iğdır, Kars ve Ardahan olmak üzere Doğu Anadolu’da binlerce kişinin
ölümüne ve sakat kalmasına yol açma tehlikesini taşımaktadır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; imzalanan devletlerarası anlaşma ile nükleer santralin
sahibi yüzde 100 hisseyle Rusya’nın reaktör inşa eden şirketinin olacak.
Türkiye, nükleer santral sahibi olmayacaktır. Nükleer teknolojinin Türkiye’ye
getirilmesi söz konusu değildir. Sadece Rusya’ya, Türkiye’de bedavaya tahsis
edilen arazi üzerinde on beş yıl boyunca yüksek fiyatlı satış garantisiyle
nükleer santral sahibi yapılacaktır. Bu hâliyle; Türkiye, doğal gazda bağımlı
olduğu Rusya’dan bir de nükleer enerji satın alan ülke durumunda olacaktır.
AKP Hükûmetinin aynı şirkete ihale yoluyla hukuka aykırı olarak
nükleer santral kurdurmaya çalıştığı kamuoyuna yansımıştır. Bu şekliyle, Türk
tarafı bedelsiz olarak Akkuyu sahasını Rus şirketine
devredecektir. Santralin yardımcı tesislerinin ve üretilecek elektriğin sahibi
Rus şirketi olacaktır.
Nükleer santralin
inşası için Rusya’dan kalifiye uzman işçiler ve personel getirilecek, nükleer
santral Rus personel tarafından işletilecektir. Santralin işletilmesinde
Türkiye’den temin edileceklerin sayı, oran ve nitelikleriyle ilgili bir şart
anlaşmada bulunmamaktadır. Ruslar, Akkuyu sahasında
10 bin kişilik işçi köyünün oluşturulmasını istemektedirler. Bu işçilerin hangi
oranda Türkiye’den sağlanacağı konusunda anlaşmada bir madde bulunmamaktadır.
Türkiye tarafı, Rus çalışanların ülkeye giriş çıkışı, Akkuyu
sahasına yerleşimi, çalışanların edindiği taşınır ve taşınmaz malların yönetimi
konusunda özel kolaylıklar sağlayacaktır. Ruslar Akkuyu’da
âdeta İncirlik gibi özerk bir üs elde etmiş olacaklardır.
Rus şirketi
Türkiye tarafına elektrik satmakla ve santral için gerekli lisans ve izinleri
almakla yükümlü olacaktır. Rus şirketi santralin hisselerini satmak isterse
Türkiye'nin hisseleri en fazla yüzde 49 olabilecektir. Santralin çoğunluk
hisseleri hep Rusya’nın elinde olacaktır.
Santrale yakıt
Rusya’nın TVEL şirketi tarafından sağlanacak, anlaşmanın bazı maddeleri süresiz
olacak.
Bir ülke
sınırları içinde bulunup da sahibinin başka bir ülke olduğu dünyanın ilk
nükleer santrali olacaktır.
Dört ünitelik
proje yaklaşık 20 milyar dolar maliyetle bitirilecek. Akkuyu
sahası için düşünülen VVER-1200 Modeli üniteler Rusya tarafından yeni
geliştirilmiş ve dünyada henüz işletme hâlinde bulunmamaktadır.
TEDAŞ, kurulacak
birinci ve ikinci ünitelerin yüzde 70’ini, üçüncü ve dördüncü ünitelerin yüzde
30’unu, on beş yıl boyunca kilovatı 12,35 sent olmak üzere alım garantisi
imzalayacak, geri kalan elektrik Rus şirket tarafından serbestçe
satılabilecektir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; nükleer santraller zorunluluk olmadığı gibi bir siyasi
tercihtir. Maliyetler ve diğer etkileri göz önüne alındığında kesinlikle
akıldışıdır. Nükleer santrallere “evet” diyen bilim insanları olduğu gibi, çok
fazla sayıda karşı çıkan bilim insanları da vardır. Bir kısım akademisyen
sadece kendilerini bilim insanı sayarken sermayeye teslim olmamış, iktidar ise
yaşamsal ve insan odaklı düşünen bilim insanını görmezden gelmektedir.
Nükleer santral
kurmaktan daha gerçekçi, akılcı, ekonomik ve risksiz yöntemler mevcuttur.
Dağıtım kayıplarını teknik sınırlara getirmek, enerjiyi daha etkin ve verimli
kullanma bilinci yaygınlaştırılabilinir. Yenilenebilir enerji kaynaklarına
yönelerek ülke gereksinimi için mevcut kaynak ve işletmelerin yanı sıra
yenilenebilir kaynaklardan yararlanılabilinir.
Bu politika
değişikliğinin yanı sıra yapılması gerekenler; toplumsal, ekonomik ve ekolojik anlamda fayda sağlayacak nitelikteki tercihleri
değerlendirmektir. Enerji sektörü kirli ilişkilerden ve rant
ilişkilerinden arındırılmalıdır. Sektördeki özelleştirme uygulamaları
durdurularak yapılmış özelleştirmeler yeniden kamulaştırılmalıdır. 4628 sayılı
Yasa iptal edilmeli ve enerji üretim, iletim ve dağıtımı merkezî olarak kamu
tarafından planlanmalı ve yönetilmelidir. Enerji alanı, sermaye şirketlerinin kâr
etmesi gereken bir alan olarak değil, insanlarımızın daha iyi yaşaması için
gerekli bir hak alanı olarak görülmelidir. Her şeye rağmen ve kâr amaçlı enerji
anlayışı terk edilerek doğayı, çevreyi, tarımsal alanları, insanları,
hayvanları, kültürel mirası koruyarak bir enerji üretimi tercih edilmelidir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; ülkemiz, enerji ihtiyacının karşılanması noktasında
alternatif enerji kaynaklarına sahiptir. Nükleer santraller tek çözüm değildir.
Bu tasarı ülkeye hiçbir fayda sağlamayacağı gibi, ekonomik ve ekolojik anlamda da ciddi riskler barındıran bir yatırıma
kaynaklık edecek ve milyar dolarlık düzeyde kamu zararı meydana gelecektir.
Bütün bu
nedenlerden ötürü bu yasa tasarısını Barış ve Demokrasi Partisi olarak
onaylamadığımızı belirtir, Genel Kurulu saygıyla selamlarım. (BDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.
Tümü üzerinde AK
PARTİ Grubu adına söz isteyen Nazmi Haluk Özdalga, Ankara Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
AK PARTİ GRUBU
ADINA HALUK ÖZDALGA (Ankara) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri;
hepinize hayırlı akşamlar diliyorum, sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
Hükûmetimizle Rusya
Federasyonu Hükûmeti arasında imzalanmış bulunan ve Akkuyu’da bir nükleer güç santrali, nükleer enerji santrali
kurulmasını öngören iş birliği anlaşmasının onaylanmasıyla ilgili kanun
tasarısı üzerine grubumuz adına, AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Tabii, şu anda
gerçekten önemli bir konuyu görüşüyoruz. Türkiye, 1960’lardan beri bir nükleer
enerji santrali kurma peşinde. Biliyorsunuz, 1960’ların başında Çekmece’de bir
küçük araştırma reaktörü kuruldu ve hemen ondan sonra 60’ların ortalarından
itibaren bir nükleer enerji santrali kurmak için etütlere, çalışmalara başladı.
Ardından, ilk ihale -yapıma dönük- 1970’lerde yapıldı, sonuçlandırılamadı. 80’lerde
tekrar ihale yapıldı, 90’larda tekrar, 2000’lerde tekrar ama bu ihaleler,
değişik nedenlerle, siyasi nedenlerle, ihale yöntemiyle ilgili teknik
nedenlerle sonuçlandırılamadı.
Şimdi, bugün
önümüzde duran anlaşmayı Türkiye Büyük Millet Meclisi onaylarsa yaklaşık elli
yıldır Türkiye'nin beslediği bir arzuyu gerçekleştirmeye dönük olarak çok
önemli bir adımı atmış olacağız ve bir yapım sözleşmesinin altına imza atarak
yürürlüğe koymuş olacağız.
Tabii, nükleer
enerji santralleri birçok bakımdan önem arz ediyor, bunların hepsini tek tek saymayacağım ama iki tanesine işaret etmek istiyorum:
Bir tanesi enerji arz güvenliği açısından taşıdığı önem, ikincisi ise nükleer
teknolojiye sahip olma açısından getirdiği imkânlar ve o doğrultudaki
faydaları, katkıları, önemleri.
Arz güvenliğiyle ilgili olarak şunu söyleyeyim ben: Tabii, her
enerji santralinin hem operasyonel anlamda hem fiziki
anlamda güvenliği önemlidir ama bir ülkenin aynı zamanda ihtiyacı olan enerjiyi
sağlayacak toplam arzın düşünülen, planlanan, öngörülen şekilde karşılanması da
enerji güvenliğini oluşturur ve o enerji güvenliğini sağlamanın, arz güvenliği
sağlamanın en önemli parametrelerinden, yöntemlerinden bir tanesi çeşitliliği
artırmaktır, yani hem kaynak çeşitliliğini hem coğrafi çeşitliliği hem de
teknolojik çeşitliliği artırmaktır.
Bu konuda Avrupa
Birliğinden bir örnek vermek istiyorum. Avrupa Birliğinin içinde bulunduğumuz
yıl nisan ayında açıkladığı, üzerinde tartıştığı önemli bir rapor var -çok
kalın, hacimli bir rapor- bu raporu çevre ve iklim değişikliği konularında
Avrupa’nın en itibarlı, sözü en çok dinlenen kuruluşlarından biri olan Avrupa
İklim Değişikliği Vakfı hazırladı. Nisan ayı içinde Avrupa Parlamentosuna
sunuldu, ardından üye ülkelerin millî parlamentolarına sunuluyor. Biz de AK
PARTİ Grubundan, CHP, MHP grubundan bazı milletvekili arkadaşlarımızla beraber
bu raporun İspanya Parlamentosuna sunumuna katılma fırsatı elde ettik. Tabii,
bu raporla ilgili burada bir özet dahi yapmak mümkün değil ama konumuz
açısından bu raporun ulaştığı iki önemli sonuca işaret etmek istiyorum.
Bunlardan birisi şu: Biliyorsunuz, 2050 hedefi olarak, Avrupa’daki başlıca
siyasi liderler, en üst düzeydeki siyasi liderler, emisyonları
1990 seviyesine göre en az yüzde 80 azaltma kararı aldılar. “Buna nasıl ulaşacağız”ın cevabını arıyor ve şunu söylüyor bu rapor: Bu
hedeflere, asgari yüzde 80 emisyon hedeflerine ulaşmak
için enerji üretimindeki emisyonların sıfıra veya sıfıra çok yakın bir düzeye
indirilmesi gerekiyor. Birinci önemli konu bu.
İkincisi de şu: Enerji üretiminde sadece birkaç teknolojiye bağlı
kalmamak fakat olabildiğince çok teknolojiyi, 2050’lere doğru giderken devreye
sokmak gerekiyor ve Avrupa Birliğinin 2050’ye doğru -ki raporun adı da
İngilizce olarak “Road Map
Özet olarak ifade
etmek gerekirse, enerji arz güvenliğinin ne kadar önemli olduğu ve bu arz
güvenliği içinde nükleer santrallerin de yeri olduğunu açıkça görüyoruz Avrupa
Birliğinin izleyeceği politikalarda. O bakımdan, yenilenebilir enerji
kaynaklarını elbette devreye sokacağız ama yenilenebilir enerji kaynakları ve
nükleer enerji, kesinlikle, akılcı bir yaklaşımla, birbirlerini dışlayan
seçenekler değildir.
Bana birkaç
arkadaşımız sordu bugün: “Çevre Komisyonu Başkanı olarak sen mi konuşacaksın?”
Bir kinaye gizliydi. “Çevre Komisyonu Başkanı olarak sen mi konuşacaksın, sen
mi savunacaksın?” demeye getirdi bazı arkadaşlarımız. Evet, Avrupa’nın çevre ve
iklim değişikliği konularında en saygın çevre vakfı zaten bunu öngörüyor,
nükleer santralleri Avrupa’nın geleceği için öngörüyor.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Dünyada bunun bir ikinci örneği yok. Nükleeri savunan bir çevre
komisyonu başkanının dünyada bir ikinci örneği yok!
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Sen oradan öyle konuşarak hiçbir yere gidemezsin, mesafe alamazsın.
BAŞKAN – Sayın Özdalga, lütfen, Genel Kurula hitap edin.
ATİLA EMEK
(Antalya) – Senin gittiğin yer belli zaten.
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) - Gelelim, buradaki öngördüğümüz anlaşmanın çerçevesiyle…
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Hayırlara vesile olur inşallah! Hayırlara vesile olur! Daha
başlarken bile “Hayırlı akşamlar” diye başlıyor.
BAŞKAN – Sayın
İnce, lütfen, Hatibe söz atmayalım.
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Boş laflarla
BAŞKAN – Sayın Özdalga, lütfen, Genel
kurula hitap eder misiniz.
YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) – Sen işine bak, işine! Satılmış! Dönek!
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Avrupa’daki aklı başındaki çevreciler de bunları savunuyor zaten…
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Sen CHP’ye laf söyleyecek adam mısın!
BAŞKAN – Sayın Ağyüz, lütfen…
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – …evet, iklim değişikliğini savunanlar da.
YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) – Sen kendi işine bak, sahtekâr!
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Bağır bağır, ne kadar sesin varsa bağır;
içeriksiz, boş laflarla bağır. Boş, boş…
YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) – Döneksin sen, dönek!
BAŞKAN – Sayın Ağyüz, lütfen…
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Dün solcu olmuşsun, bugün dinci; dün çevreci olmuşsun, bugün
nükleerci!
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Boş, söylediklerinizin hiçbir değeri yok.
BAŞKAN – Sayın Özdalga…
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Senin ne olduğun belli mi?
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Gelelim bu anlaşmaya, önümüzde duran anlaşmaya.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Pervane!
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Anlaşmanın ayrıntılarına girmek için burada çok fazla vakit yok ama
birkaç hususa işaret edeceğim burada, anlaşmayla ilgili olarak.
Bunlardan
birincisi, bildiğiniz gibi 4x1.200 megavatlık 4 üniteden oluşuyor, 4.800
megavat. Türkiye’deki kurulu gücün yaklaşık şu an için
yüzde 10’u.
Başka bir örnek
vermek istiyorum: Türkiye'nin en büyük 2 tane hidroelektrik santrali, Atatürk
ve Keban hidroelektrik santralleri. Bunlar ayrı ayrı
2.400 ve 1.800 megavat kapasiteye sahip, yani toplamları 4.200. Kurulması
planlanan Akkuyu’daki kapasitenin altındalar, bu
büyüklükle ilgili bir fikir vermek için söylüyorum bunu. Öngörülen süre yedi
yıl birinci ünitenin devreye girmesi için. İkinci, üçüncü, dördüncü üniteler de
birer yıl arayla devreye giriyorlar. Bugüne kadar bütün dünyada kurulan nükleer
santrallere baktığımız zaman inşaat süresi beş buçuk yıl ile on bir-on iki yıl
arasında değişiyor. Makul bir süre gibi görülüyor. Finansmanın tamamını
sağlayacak proje şirketinin bir an önce işletmeye almayı istemesini de
düşünürsek, bu yedi yıl içinde, belki yedi yıldan daha kısa bir süre içinde
herhâlde gerçekleşmesini beklememiz makul diye düşünüyorum.
Bu proje şirketi
Türkiye Cumhuriyeti kanunları çerçevesinde kurulacaktır, ancak hisselerinin
dağıtımı, yöneticilerinin seçimi, şirket yönetimi, finansmanla ilgili konular
dâhil hepsi Türk tarafının onayına bağlı olacaktır.
Tabii, bu
şirketin -hemen burada dile getirilen eleştirilerden bir tanesine de değineyim-
hissesi başlangıçta yüzde 100 Rus tarafına ait olacaktır, zaman içinde değişmek
kaydıyla. Zaten başka türlüsünü buradan talep etmeyi de ben doğrusu pek
anlayamadım. Eğer başlangıçta Türk tarafı da yüzde 30’una, 40’ına, 50’sine
sahip olsaydı, finansman dâhil, teknolojik konular dâhil bu şirkette hepsine de
aynı oranda ortak olması gerekirdi. O da tabii tamamen farklı bir durum, ona
işaret etmek istiyorum.
Ayrıca, bu proje
şirketinin sorumlulukları sözleşmenin madde 3’ünde ayrı ayrı
sıralanmış vaziyette, bütün yükümlülükleri kapsıyor. Gerekli etütlerin
yapılarak tasarımın gerçekleştirilmesi, inşaatın yapılması, işletme, bakım,
eğitim ve güvenlik konuları, nükleer yakıtın temini, Rusya’dan veya başka
kaynaklardan nükleer yakıtın temini ve kullanılmış yakıtların…
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Hayır, başka değil, Rusya’dan. Haluk Özdalga,
Rusya’dan. Rusya’dan TVEL şirketinden.
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Hayır, hayır, Rusya’dan değil, çok açık. Ben size sonra gösteririm.
BAŞKAN – Sayın Öztürk, lütfen, müdahale etmeyin.
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Hayır, bakın, “Rusya’dan veya başka bir yerden.” değil, Rusya’dan,
TVEL şirketinden. Şirketin adını da veriyorum.
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – “Nükleer yakıt proje şirketi tarafından Rusya’dan veya…”
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – “Veya” yok, TVEL şirketi. Sözleşmeyi oku. Yalan söylüyorsun!
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – “…başka kaynaklardan temin edilecektir.” Öyle yazıyor. Siz
okumamışınız. Ayrıca, kullanılmış yakıtın taşınması, sökümü dâhil bu kapsam
içindedir.
Şimdi, bir başka
önemli konu, konuşmamın başında değinmiştim, nükleer teknolojiye sahip olmakla
ilgili, onu da bir parçacık açayım.
KADİR URAL
(Mersin) – Bundan başka bir anlaşma mı var? Burada yok öyle bir şey!
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Gösteririm ben sonra size.
KADİR URAL
(Mersin) – Bundan başka bir anlaşma mı var?
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Nükleer yakıt üretim tesislerinin kurulup işletilmesiyle ilgili
bir…
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Buna sen de ortak mısın?
BAŞKAN – Sayın
Milletvekili, lütfen…
Sayın Özdalga, siz lütfen Genel Kurula
hitap eder misiniz.
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – …iş birliği de öngörülmektedir. (CHP ve MHP sıralarından
gürültüler)
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sayın Başkan, duyamıyoruz,
lütfen müdahale eder misiniz.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Anlaşma…
BAŞKAN – Sayın
Genç…
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – İşin burası teknolojik açıdan çok önemlidir.
KADİR URAL
(Mersin) – Yanlış bilgi veriyor.
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Bakın, konuşmamın başında değinmiştim “Nükleer teknolojiye sahip
olunması” diye.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Burada…
BAŞKAN – Sözcünüz
cevap verir.
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Bu nükleer teknolojinin hepsi, bu anlaşmada öngörülen, bir, bu
santralin tasarımı, yapımı, işletilmesi sırasında istihdam edilecek Türk
şirketleri, işçileri ve uzmanlarıyla ilgili bir yönü vardır…
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Bu, anlaşma falan değil ya!
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – …bir de bir başka yönü vardır -burada ayrıntıları gayet tabii bir
arkadaşımız eleştirdi, burada ayrıntılarına girmek zaten mümkün değildir- o da
yakıt üretim tesislerinin kurulup işletilmesi dâhil nükleer yakıt döngüsüyle
ilgili bir iş birliğidir.
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – O, Rusya’da yapıldı.
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Bunun başka bir ifadesi, Türkiye'nin nükleer zenginleştirme
programlarına adım atmaya başlamasıdır. Çünkü nükleer yakıtların temini,
nükleer yakıtların imal edilmesi bir nükleer zenginleştirme sürecidir. Türkiye'nin
de zaman içinde yavaş yavaş buna girmesi
gerekmektedir.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Senin savunacağın hiçbir şey yok bugün…
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Üretilen enerjinin satışıyla ilgili olarak şunu söyleyeyim: Birinci
ve ikinci ünitelerin ilk on beş yılla sınırlı olmak kaydıyla yüzde 70 üretimi
satın alınacaktır. İkinci, üçüncü ve dördüncü ünitelerin ise yine on beş yılla
sınırlı olmak üzere yüzde 30’u satın alınacaktır, garanti altında.
Yani özet olarak,
on beş yıllık bir süre için Akkuyu Santralinin
üreteceği enerjinin toplamda yüzde 50’si satın alınmış olacaktır. Kalanı ise
proje şirketi, piyasa koşullarında kendisi veya perakende enerji şirketleri
vasıtasıyla yine piyasa koşullarında belirlenecek şekillerde satabilecektir.
Ağırlıklı
ortalama fiyat 12,35 Amerikan sentidir. Tabii bu fiyat değişebilecektir.
Maksimum 15,33 sent olmak üzere artabilecek veya azalabilecektir fakat on beş
yıl boyunca ağırlıklı ortalama fiyat 12,35 olacaktır.
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Azalmayacaktır. 12,35’in altına düşmeyecek, azalmayacaktır.
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Eskalasyon yoktur. Bu fiyata eskalasyon yoktur.
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Yalan. Çünkü maliyetleri içine katılmış. Yalan… Yalan…
BAŞKAN – Sayın Öztürk, lütfen…
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – O yalan senin yalanların.
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Okumamışsın… Okumamışsın… Yalan!
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Sen okumadan konuşuyorsun.
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Yalan, yalan…
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sayın Başkan, sohbet mi ediyorlar?
BAŞKAN – Sayın Öztürk…
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Okumadan konuşuyorsun, senin yalanların…
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Yalan.
BAŞKAN – Sayın Öztürk, lütfen…
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Boş boş konuşuyorsun.
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Eskalasyon maliyetleri maliyetlerin içine
dâhil edilmiş kademeli olarak.
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Seni dinledik, geleceğim sana.
Ayrıca buradan 15
sent işletmeden çıkarılma hesabı için 15 sent de kilovatsaat
başına radyoaktif yönetim için ayrılacaktır arkadaşlarım. Şimdi…
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Benim konuşmalarım belgeye dayanıyor, o da konuşsun belgeyle!
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Evet, evet, burada gelen…
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Devamla) - Yalan söylüyor.
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Yalanı senin söylediğin… Sen okumadan konuşmuşsun…
BAŞKAN – Sayın Özdalga, lütfen.
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) –Sen okumamışsın.
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Burada bazı eleştirilere değinmek istiyorum, bakın…
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Senin kadar ben de enerjiyi biliyorum.
BAŞKAN – Sayın Öztürk…
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – “Teknoloji transferi koşulları belli değil.” dedi bazı
arkadaşlarımız.
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – İhanet belgesini savunuyorsun, yalanı savunuyorsun.
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Ben buradaki konuşmaları çok dikkatli bir şekilde ve iyi niyetle
izledim. Burada dediğim gibi teknoloji transferi konusu büyük önem taşıyor.
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Sabaha kadar tartışalım seninle.
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Bir tanesi yapım ve işletmeyle ilgili…
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Gel televizyona çıkalım, sabaha kadar tartışalım, hadi…
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Nereye istersen, nereye istersen… Alırsın boyunun ölçüsünü.
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Hadi…Nereye istiyorsan hadi!
BAŞKAN – Sayın Öztürk…
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Nerede istersen veririm sana.
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Gel çıkalım, hodri meydan hadi, tartışalım seninle!
Bu teknoloji
transferi yapım ve işletme safhasında gerçekleşecektir. Ama bir başkası ise,
tekrar ediyorum, bu yakıtların, nükleer yakıtların imal edilmesi konusunda
ayrıntılı koşulları daha sonra müzakere edilmek kaydıyla…
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Sen ne anlarsın nükleerden!
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – …ki zaten başka türlü olması mümkün değildir, bir arkadaşımız
eleştirdi bunu.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Tempo, Tempo Altyapı…
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Başka türlü olması zaten mümkün değildir…
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Tempo Altyapı kamudan ihale aldı mı?
BAŞKAN – Sayın
İnce…
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) - ...ve Türkiye'nin nükleer…
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Polatlı Belediyesinden ihale aldı mı, bunu bir açıklasın. Tempo
Altyapı…
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Bak, o da bir yalan…
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Yok ya!
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Siz ikiniz oturmuşsunuz oraya, devamlı yalan makinesi gibi yalan
söylüyorsunuz.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Öyle mi?
BAŞKAN – Sayın Özdalga, lütfen Genel Kurula hitap edin.
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Sen yalancısın… Sen yalancısın… (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Özdalga…
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Şerefsiz bir şekilde yalan söylüyor arkadaş. Yalancısın…
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Sen döneksin, dönek! Fırıldak…
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Ya, senin nasıl döndüğünü şimdi daha iyi anladım.
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Şirketin sermayesinin yüzde 100…
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Senin bu yeryüzünde savunamayacağın hiçbir şey yok.
HÜSEYİN
YILDIZ(Antalya) – Yalan makinesi bağlayalım.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Siyahı da savunursun sen, beyazı da savunursun!
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – …Rusların elinde olduğu eleştirilmişti.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Nükleeri savunan çevreci!
BAŞKAN – Sayın
İnce…
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Onun cevabını da verdim. Bu sermayenin zaten finansmanı ve her
türlü teknolojik bilgiyi sağlayacak tarafın elinde olması gerekiyor
başlangıçta.
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Senin yol arkadaşın ne demiş?
HALUK ÖZDALGA (Devamla)
– Bu santralin, bir arkadaşımızın dile getirdiği gibi zaten 2017’de devreye
girmesi de mümkün değil. Burada ifade edildiği gibi anlaşma okunursa
görülecektir. 2019’da devreye girecektir ve muhtemelen, geri ödeme devri
2019-2020 yılında başlayıp 2034-35’te bitecektir. Peki, bu on beş yıllık süre
içinde, bu da önemli, yeterli üretimi sağlayamazsa ne olacak?
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Hiçbir şey olmayacak, piyasa daralacak.
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Şimdi, bazı arkadaşlarımız maalesef okumadan veya okusalar bile
zihinlerinde yeterli analizleri yapmadan konuşuyorlar.
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Sen ne anlarsın ya!
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Bakın, arkadaşlar, proje şirketine…
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Sen ne anlarsın ya!
AHMET YENİ
(Samsun) – Dinleyelim arkadaşlar.
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Öztürk…
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Ben İstanbul Teknik mezunuyum. Sen ne anlarsın be, sen ne anlarsın!
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Sayın Başkan, bakın buradan sürekli olarak yakışıksız bir şekilde
laf atıyorlar.
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Yakışıksız sensin ya!
BAŞKAN – Sayın Öztürk…
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Her ne kadar o laflar kendilerine yapışıyorsa da…
BAŞKAN – Sayın Özdalga, siz lütfen Genel Kurula hitap edin.
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Arkadaşlar, proje şirketinin ilk on beş yıl boyunca yeterli üretimi
yapmadığını varsayalım…
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Sen beni nasıl kandırırsın ya?
BAŞKAN – Sayın Öztürk, lütfen…
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Sen, o anlaşma neyin karşılığında imzalandı onu anlat. Bu anlaşma
neyin karşılığı imzalandı?
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – …sözleşmede bunu karşılayacağı yazıyor başka şekilde enerji olarak.
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Karşılamazsa ne olacak?
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Ama onu da karşılamadığını varsayalım. O zaman ne olacak? Burada yazılı
fiyattan kendisine ödeme yapılmayacak ve her şeyden önce kendi zararına olan
bir durum ortaya çıkacak ve bu on beş yılın uzatılması…
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Nerede yazıyor?
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Öyle yazıyor.
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Öyle bir şey yok, o sizin yorumunuz.
BAŞKAN – Sayın
Işık…
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – On beş yılın uzatılması da söz konusu değil.
KADİR URAL
(Mersin) – Senin elinde başka bir anlaşma mı var?
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Eğer tasarlanan, hedeflenen toplam enerji üretiminden daha düşük
bir üretim olursa on beş yıl, kendisine yapılacak ödemelerden bire bir ve
doğrudan doğruya düşecek.
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Madde 10’un dördüncü fıkrası sadece “Yerine getirir.” diyor. Getirmezse ne
olacak?
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen… Maddeler üzerinde düşüncelerinizi ifade edersiniz.
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Sayın Başkan, yok öyle bir şey. Sözleşme burada, yok öyle bir şey. Yanlış
bilgilendiriyor.
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Şimdi, tabii, burada şunu da söyleyeyim. Tabii, hepsine tek tek değinemeyeceğim. Bazı arkadaşlarımızın nükleer
santralleri eleştirmesini ben tabii anlayışla karşılıyorum, öyle bakıyorum ama
buradan tabii, çok miktarda doğru da olmayan bilgiler verildi, örnekler
verildi. Mesela bir tanesini söyleyeyim, hepsine giremeyeceğim. “İsveç
referandum yaptı, nükleer santrallerden vazgeçme kararı aldı.” denildi. Şimdi bu doğru ama sadece kısmen doğru. Evet, öyle bir karar
aldı İsveç -zannedersem 70’lerin sonuydu, tam hatırlamıyorum- ama sonradan o
kararı değiştirdi.
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Şimdi nükleer yapıyor.
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Kapatacağı santrallerin şimdi yenisini kurma kararı aldı.
AHMET YENİ
(Samsun) – Haberleri yok.
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Bunun gibi gerçeklerle bağdaşmayan tabii birtakım fikirler ileri
sürülüyor burada.
“Teknoloji olarak
dünyada örneği yok.” deniliyor. Bu teknolojiyle çalışan, WWER teknolojisiyle
çalışan yani hem Rusçası hem İngilizcesi “Su - su - enerji” reaktörü olan bu
teknolojiyle çalışan santraller var.
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Nerede?
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) - Bütün dünyada.
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Yok ya!
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) - Ama bunun değişik bir versiyonu, VVER 1200
şu anda inşa ediliyor.
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Sadece Rusya’da inşa ediliyor.
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) - Ve şunu söyleyeyim, bakın arkadaşlar, şu anda bütün dünyada inşa
edilen nükleer santraller içinde eskiden basınçlı su reaktörleri bir
numaradaydı, şimdi bu teknolojiyle yani su, su, elektrik…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayın.
Buyurun.
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Haluk Özdalga, VVER 1200 Rusya’nın dışında
başka bir ülkede varsa istifa ediyorum milletvekilliğinden. İstifa ediyor musun
milletvekilliğinden?
BAŞKAN – Sayın Öztürk…
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) - ...enerjisiyle imal edilenler, imal sırasında bir numaradır.
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) - Milletvekilliğinden istifa
ediyor musun? Hadi… Hadi…
BAŞKAN – Sayın Öztürk…
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Tabii, ben bütün bu eleştirileri anlayışla karşılıyorum, katılmasam
da.
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) - Ben ediyorum. Bak, Rusya’nın dışında bir ülkede varsa istifa
ediyorum, hadi. Sen ezbere konuşuyorsun.
BAŞKAN – Sayın Öztürk…
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Yalnız, burada anlayışla karşılamadığım bazı -eleştiri değil-
seviyesiz ifadeler, ağır ithamlar kullanıldı. Yok
efendim, bu bir ihanet sözleşmesiymiş, avanakça yapılmış sözleşmeymiş gibi.
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – İhanet belgesi…
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) - Bunu söyleyenler kendisine yakışanları söylediler ve kendi fikir
fukarası olduklarını buradan ilan ettiler. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Hiçbir somut eleştiri dile getirmeden, kendi seviyesizliklerini ve kendilerine
yakışan üslubu buradan, milletimizin önünde ilan ettiler.
Ben konuşmamın
sonunda, son olarak, başta Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ve Türkiye Atom
Enerjisi Kurumlarının mevcut ve geçmişteki çalışanları olmak üzere, ülkemizin
ilk nükleer enerji santrallerini uygulama sözleşmesi aşamasına getiren…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Özdalga.
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) - ...emeği geçmiş tüm arkadaşlarımıza teşekkürlerimi ve şükranlarımı
sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
KADİR URAL
(Mersin) – Akkuyu’ya gittin mi sen hiç, Akkuyu’ya? Büyükeceli’ye gittin
mi? Büyükeceli’yi biliyor musunuz? Gittiniz mi hiç?
Çevre Komisyonu Başkanı olarak gittiniz mi oraya?
BAŞKAN – Sayın
Milletvekili, lütfen…
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Akkuyu’yu gördüm ben.
KADİR URAL
(Mersin) – Ya, nereye gittin ya! Gördün mü orayı ya!
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Haluk, sen oraya gelemezsin, orada seni döverler.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun
Sayın İnce.
KADİR URAL
(Mersin) – Ayın 18’inde davet edeceğim oraya.
MUHARREM İNCE
(Yalova) - Sayın Başkan, Sayın Özdalga bana doğru
bakarak açıkça “Yalancı” dedi, cevap vermek istiyorum.
CUMHUR ÜNAL
(Karabük) – “Yalancı” siz dediniz ya.
BAŞKAN – Yeni bir
sataşmaya mahal vermeden iki dakika süre veriyorum Sayın İnce, buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, Ankara
Milletvekili Haluk Özdalga’nın, şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli
arkadaşlarım…
KADİR URAL
(Mersin) – Nerede sizin Mersin Milletvekilleri ya?
AHMET YENİ
(Samsun) – Bağırma be kardeşim.
MUHARREM İNCE
(Devamla) – Kadir Bey, herhâlde beni sabote etmek gibi bir derdin olmaz,
biliyorum.
Şimdi, sekiz
yıldır milletvekiliyim, hiçbir AKP milletvekili bu kürsüye çıkıp da “hayırlı
akşamlar” demedi. Ancak bunu bir dönek diyebilir kendini iyi ispatlayabilmek
için. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın
İnce, lütfen.
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sayın Başkan, müdahale eder misiniz?
AHMET YENİ
(Samsun) – Ayıp be, ayıp!
CUMHUR ÜNAL
(Karabük) – Ayıp, ayıp!
BAŞKAN - Sayın
İnce, yeni bir sataşmaya mahal vermeden lütfen.
MUHARREM İNCE
(Devamla) – Ben bir söze bakarım söz mü diye, bir de adama bakarım adam mı
diye. Ben bunlara bakarım. (AK PARTİ sıralarında gürültüler)
CUMHUR ÜNAL
(Karabük) – Kendine bak.
YILMAZ TUNÇ
(Bartın) – Ayıp!
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen.
MUHARREM İNCE
(Devamla) – Bana, hayatında, siyasi çizgisinde…
BAŞKAN – Sayın
İnce…
MUHARREM İNCE
(Devamla) –…hiçbir kırığı olmayan birisine yalancı diyecek kadar dik duran bir
adam olması lazım, omurgalı olması lazım, beli plastikten yapılmamış olması
lazım. Senden öğreneceğim ne ahlak dersi var ne siyaset dersi var ne çevre
dersi var ne nükleer dersi var. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Lütfen,
Sayın İnce…
AHMET YENİ
(Samsun) - Ağzından çıkanı kulağın duymuyor. Bir de öğretmenlik yapmışsın be,
bir de öğretmenlik yapmışsın.
MUHARREM İNCE
(Devamla) – Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
YILMAZ TUNÇ
(Bartın) – Grup Başkan Vekili olacaksın bir de.
AHMET YENİ
(Samsun) – Sayın Başkan, çok ağır…
BAŞKAN – Sayın
Yeni, bir saniye.
HALUK ÖZDALGA
(Ankara) – Sayın Başkan, biraz önce konuşan milletvekillinin ifadelerini
dinlediniz, çok ağır sataşma var, 69’a göre söz istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Özdalga, yalnız, lütfen, yeni bir sataşmaya mahal
vermeyeceksiniz.
Buyurun. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
2.- Ankara Milletvekili Haluk Özdalga’nın,
Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, şahsına sataşması nedeniyle konuşması
HALUK ÖZDALGA
(Ankara) – Şimdi, öncelikle şunu ifade edeyim: Bakın, bu yakıt teminiyle ilgili
itiraz etti bazı arkadaşlarımız, sözleşme, madde 12, paragraf 1: “Nükleer
yakıt, proje şirketi ve tedarikçiler arasında yapılan uzun dönemli anlaşmalar
bazında tedarikçilerden temin edilir.” Tedarikçilerden, yani sadece belli bir
kaynaktan değil dünyanın değişik kaynaklarından temin edilir ve Türk tarafının
da bu konuda gene sözleşme gereği söz hakkı vardır. İyi okumalarını öneriyorum.
KADİR URAL
(Mersin) – 2’nci maddeyi oku, 2’nci maddeyi.
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Şimdi, benden önce çok ağır bir kelime kullandı. Şunu söyleyeyim…
BAŞKAN – Sayın Özdalga, lütfen yeni sataşmaya mahal vermeyin.
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Hayır, hayır, ben, hep bunu söylüyorum zaten, hep televizyonlarda,
medyada söylüyorum.
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Cevap veriyor efendim.
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Ben, her zaman için bir sosyal demokrat olarak gördüm kendimi, hâlâ
öyle görmeye devam ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ama asıl
dönekler, asıl dönekler, kendilerine sosyal demokrat, sol görüntüsü verip
askerlerin asker çizmelerinin peşinden giden, darbelere alkış tutanlar,
Ergenekon’un avukatlığını yapanlardır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu asıl
dönekler… (CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Özdalga…
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Darbelere alkış tutan şerefsizdir!
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Asıl dönekler Ergenekon avukatlarıdır, Ergenekon…
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Tutmadan tuttu diyen de şerefsizdir!
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) - …darbe avukatlarıdır, darbelerin avukatlarıdır.
BAŞKAN – Sayın Özdalga, teşekkür ediyorum.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Darbelere alkış tutan şerefsizdir, alkış tutmadan tuttu diyen de
şerefsizdir.
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 21.08
ALTINCI OTURUM
Açılma Saati: 21.21
BAŞKAN : Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Bayram ÖZÇELİK
(Burdur)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 134’üncü Birleşiminin Altıncı
Oturumunu açıyorum.
538 sıra sayılı
Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
4.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu
Hükümeti Arasında Türkiye Cumhuriyetinde Akkuyu
Sahasında Bir Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine
İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ile
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/902) (S. Sayısı: 538) (Devam)
BAŞKAN – Komisyon
ve Hükûmet yerinde.
Şimdi, tasarının
tümü üzerinde şahsı adına söz isteyen Bayram Ali Bayramoğlu,
Rize Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAYRAM ALİ
BAYRAMOĞLU (Rize) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 538 sıra sayılı
kanunun geneli üzerine şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi
saygılarımla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, az evvelki görüşmelerden de anlaşıldığı kadarıyla mevcut nükleer
konusunun, bilgilenme noktasında daha fazla bilgiye ihtiyacımız olduğu, dünyada
bu sektörün hangi konumda olduğu, teknolojisinin neresinde olduğu, faydaları ve
zararları konusunda biraz daha fazla bilgiye ihtiyaç olduğu ortaya çıkmıştır. O
nedenle, ben daha farklı bir konuda konuşacaktım ama bu en azından konuşmamın
belirli bir kısmını bu bilgilendirmeye ayırmakta fayda görüyorum.
Arkadaşlar, şu
anda dünya genelinde toplam 438 reaktörde 372.038 megavatlık elektrik enerjisi
üreten nükleer santral çalışıyor. Şu anda fiilî olarak dünya genelinde, 24
tanesi Çin’de olmak üzere, 11 tanesi Rusya Federasyonu’nda olmak üzere, 6
tanesi Güney Kore, 4 tanesi de Hindistan’da olmak üzere toplam 58.829
megavatlık, genel olarak reaktör olarak baktığımızda da 61 tane reaktörün fiilî
olarak imalat altında olduğunu görüyoruz.
Burada yine
çevrecilik açısından, özellikle dünyaya son derece önemli mesajlar veren Avrupa
ülkeleriyle ilgili nükleerde hangi konumlarda oldukları hakkında da size biraz
daha fazla bilgi vermekte fayda görüyorum. Bakın, Avrupa ülkelerinin
gelişmişlikleri, gelişmişlik seviyesinde ileri gelen ülkelerdeki bazı bilgilere
bakalım: Belçika toplam 7 reaktörde 5.934 megavat nükleerden enerji üretiyor ve
toplam enerji payı içerisinde nükleerin oranı yüzde 51,65 yani yarısından
fazlasını nükleerden oluşturuyor. Bulgaristan yüzde 36’sını, Çek Cumhuriyeti
yüzde 33,80’ini, Finlandiya yüzde 32,90’ını, hepsinden önemlisi -dikkatiniz
çekiyorum- en fazla çevreci olan ülke Fransa toplam enerji üretiminin yüzde
75,7’sini yani dörtte 3’ünü nükleer enerjiden üretiyor. Almanya yüzde 26,
Macaristan yüzde 43, Romanya yüzde 20, Rusya Federasyonu yüzde 18, Slovakya
vesaire hepsi yüzde 30’un üstünde. Peki, dünyada en çok, en yüksek megavat
üretimiyle hangi ülke birinci sırada? Amerika Birleşik Devletleri.
Toplam 104 reaktörde 100.683 megavat elektrik üretimini, yani
Türkiye'nin toplam kurulu gücünün 2,5 katını Amerika sadece nükleer enerjiden
üretiyor. Yani, bu çevrecilik konusu gündeme geldiğinde, bizde çevrecilik var
da bu ülkelerde çevrecilik yok mu? Var. Onların da hadiseye yaklaşımları
açısından bakmamız son derece önemlidir.
Yine
bilgilenmeniz açısından son derece önemli bir başka konuyu da sizlerle
paylaşmak istiyorum, o da…
HÜSEYİN YILDIZ
(Antalya) – Sayın Bayramoğlu, bir bilgiyi istesem… Bunu,
o dediğiniz nükleer santraları bu Rus firmaları mı
yapmış, yoksa…
BAYRAM ALİ
BAYRAMOĞLU (Devamla) – Geleceğim, geleceğim… Geleceğim Hüseyin Bey, oraya da
geleceğim.
HÜSEYİN YILDIZ
(Antalya) – Bilgilenmek için soruyorum.
BAYRAM ALİ
BAYRAMOĞLU (Devamla) – Şimdi, nükleerin en önemli problemi nedir? Olabilecek
bir kaza hâlinde çevreye verdiği ve insan sağlığına verdiği zarar açısından
önemlidir. Doğru, bu son derece önemli ama nükleerin hayatımıza girdiği, dünya
hayatına girdiğinden bu yana bütün dünya genelinde toplam yaşanmış kaza vakası
kaç tanedir? Toplam altı tanedir.
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Ölen…
BAYRAM ALİ
BAYRAMOĞLU (Devamla) – Altı tanedir. Ölen sayısı da… Bakın, ölen sayısını da
veriyorum size.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Bu bir ölçü olmaz Ali Bey ama.
BAYRAM ALİ
BAYRAMOĞLU (Devamla) – Geleceğim, oraya da geleceğim.
Şimdi,
arkadaşlar, teknoloji açısından eğer “Sonucunda ölüm var, o nedenle böyle bir
işi yapmayacağız.” diyorsak uçağa binmeyeceğiz, arabaya binmeyeceğiz, kara
yoluna çıkmayacağız. Teknoloji olarak bu uçağı kullanırsak her ihtimale karşı
düşebilir diye değerlendirmeye almayacağız. Vapur batabilir, tren devrilebilir.
E, teknolojik ürünlerin içerisinde yüzde 100 can güvenliği, yüzde 100
neticesinde insan sağlığı vardır deme şansımız yok ki. Her işin içerisinde
artılarla eksilerle bu işi değerlendirmek zorundayız.
Bizim nükleere
bakış açımızda, hadiseyi değerlendirdiğimizde bizi ilgilendiren çevre felaketi
açısından en büyük kaza Çernobil’dir. Bu doğru ama diğerlerinin içerisinde kaza
sonuçlarına çıkartılan raporlarda en önemli maddelerden birkaç tanesini size
okumakta fayda görüyorum, bakın: “Özellikle Amerika’da Three
Mile Island’da olan santral kazası normal bir işletim arızası, ekipman kaybı ve operatör hatasıyla kazaya dönüşmüş, kısmî
reaktör kalbi erimesi meydana gelmesine rağmen, reaktörü çevreleyen beton
koruyucu kabuğun sayesinde çevreye ciddi bir radyasyon sızıntısı olmadığı için
ölümle sonuçlanan vaka olmamıştır.” diyor.
Çernobil’deki en
büyük etki ise, bu bahsedilen özellikle beton çevreleme konusuyla ilgili
çevrelemenin olmamasıdır. Şimdi, dünya genelinde yaşanan ve
şu anda fiilî olarak devam etmekte olan 61 tane reaktörün 11 tanesi ile 24
tanesinin sadece Çin’de ve Rusya’da olduğunu, yani yüzde 60’ının sadece Çin ile
Rusya’da olduğunu düşünürsek ve Rus firmalarının, hem kendi ülkelerinde hem de
Çin’deki bu taahhüt işlerinin içerisinde fiilî olarak görev aldığını
düşünürsek, özellikle teknoloji geliştirme konusunda dünyadaki en iyi
teknolojiye sahip ülke ve firmalar olduğunu da mutlaka göz ardı etmememiz
gerekiyor.
Bu derslerden, bu
kazalardan çıkan derslerden, Türkiye'de kurulacak olan son teknolojiye yönelik
özellikle beton plakalama noktasında, dünyadaki en
iyi müteahhitlik hizmetlerini veren firmalara sahip
olmamıza rağmen, bu beton teknolojisi hâlâ ülkemizde maalesef yok. İşte, bu
teknolojileri Türkiye'ye getirirken, bunun yanında nükleeri sadece bir enerji
olarak değil, aynı zamanda onun geliştirecek olduğu yan sanayi, orta sanayi,
ilaveten ülkeye getirecek olduğu katma değer konusu hiç de göz ardı edilmemesi
gereken en önemli konulardan bir tanesidir. Dünyada yükte hafif, pahada ağır
ürünler üretebilmek için, Türkiye'nin nükleer teknolojisine sadece nükleer
enerji açısından değil diğer açılardan da ihtiyacı olduğunu göz ardı etmememiz
gerekir.
Peki, bunları
durup dururken mi öğreneceğiz, yoksa bu konuda öyle veya böyle ehliyetli,
liyakatli insanlarla bir araya gelerek, onlardan elde etmiş olduğumuz bilgileri
paylaşmak suretiyle mi yapacağız?
Şimdi, arkadaşlar
diyorlar ki: “Efendim, ülkeye yatırım yapılacak, işte, Türkiye'de denizler
kirletilecek, çevreye zarar verilecek.” Ve bu insanlar sanki ülkede bedava
tahsis edilmiş araziyi de sırtına koyup gidecek!
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Bedava, bedava!
BAYRAM ALİ
BAYRAMOĞLU (Devamla) – Bedava, evet, bedava tahsis ettik.
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Arazi bedava!
BAYRAM ALİ
BAYRAMOĞLU (Devamla) – Bedava tahsis ediyoruz. Neden? Çünkü bahsettiğimiz 4.800
megavatlık nükleer enerji santralinin yatırımı yaklaşık 20 milyar dolardır
arkadaşlar. 20 milyar dolar.
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Vereceğimiz para da 20 milyar dolar!
BAYRAM ALİ
BAYRAMOĞLU (Devamla) – Geleceğim, oraya da geleceğim. Rakamları doğru
yorumlayacağız, doğru bileceğiz rakamları.
20 milyar dolar
yatırımı Türkiye bir tek kuruş para koymadan, her türlü teknoloji transferi
dâhil olmak ve içindeki yatırımlarını, müteahhitlik
ağırlığını Türk firmalarıyla yaptırtmak, her türlü bilgiyi, eğitimi vermek
kaydı şartıyla taahhüt edecekler ve bunun karşılığında siz…
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Öyle bir taahhüt yok. Ali Bey, yanlış bilgilendirme.
BAYRAM ALİ
BAYRAMOĞLU (Devamla) – Alim Beyciğim, dinle lütfen.
Bakın, ben sizi sakin ve sabırlı bir şekilde dinledim.
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Ama Ali Bey, öyle bir taahhüt yok.
BAYRAM ALİ
BAYRAMOĞLU (Devamla) – Yanlışlık yok. Veriyorum bilgileri size.
Ve on beş sene
süreyle satın alacağız.
Peki, kaç paraya
satın alacağız? “Efendim, 12,33 sent ortalamasına alacağız, bugünkü dünya
fiyatlarının ortalamasına göre çok yüksek.” doğru. 2010 yılındayız, bugünden
başlayan yatırımların bitme süresi on yıl, yani 2020. 2020’den sonraki süre
içerisinde 2027’nin ortalamasını alırsanız 12,33 sent, o güne gelen yani on
yedi yıl sonraya gelen fiyattır, o güne gelen fiyattır ve eskale
ettiğinizde, yüzde 4’le eskale ettiğinizde bugünkü
fiyatı 6,33 senttir. Yani Türkiye 6,33 sente bugüne göre bu enerjiyi satın
almaktadır.
Şimdi, bu fiyat
çok yüksek bir fiyat ise size söylüyorum, açalım madde 3’ü, elektrik, madde
10’un beşinci maddesine bakalım.
Ne diyor beşinci
madde arkadaşlar?
Birinci ve ikinci
üniteden üretilecek elektriğin yüzde 70’ini, üçüncü ve dördüncü üniteden
üretilecek elektriğin yüzde 30’unu bu şartlarla satacak.
Peki, bir sonraki
maddede ne diyor, altıncı maddede:
“Proje Şirketi,
Ünite 1 ve Ünite 2’de üretilmesi planlanan elektriğin yüzde 30’unu, Ünite 3 ve
Ünite 4’te üretilmesi planlanan elektriğin yüzde 70’ini kendisi veya enerji
perakende tedarikçileri vasıtasıyla serbest elektrik piyasasına satacaktır.”
Bu ne demektir,
biliyor musunuz? O günkü fiyatın dünya genelindeki ekonomik konjonktüre
göre ucuz olabileceği düşüncesiyle diyor ki: “Yüzde yüz garanti verseniz dahi
ben yüzde 30’unu piyasaya satayım…”
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Bayramoğlu, lütfen tamamlayınız.
Buyurun.
BAYRAM ALİ
BAYRAMOĞLU (Devamla) – Bağlıyorum Sayın Başkan.
“…Üçüncü,
dördüncü ünitelerin yüzde 70’ini piyasaya satayım.” demektir.
Eğer bu fiyat çok yüksek bir fiyat olsa, ben bir yatırımcı olarak,
iş adamı olarak derim ki, hazır yüzde yüzünü garanti altına alıyorum, işte onun
için, onların yapmış olduğu fiyatlama tekniğine göre de o günlere geldiğimizde,
yani 2020’li, 2035’li yıllar arasındaki dönem içerisinde dünya genelindeki arz
güvenliği açısından enerji fiyatlarının ondan çok daha yukarıya çıkacağı beklentisinden
dolayı böyle olmuştur.
Dolayısıyla,
fiyatlar konusunu gündeme getirdiğimizde arkadaşlar, yanlış bir değerlendirme
yapmamamız lazım. Hele hele bu ifadeleri kullanırken
“Bu, bir ihanet belgesidir. Bir ahmaklık anlaşmasıdır.” gibi, ne ticarete ne
siyasete ne de ahlaka sığan ifadeleri kullanmamız son derece yanlıştır.
Türkiye’yi bütün
milletvekilleri ne kadar seviyorsa biz ondan daha çok seviyoruz. Bu sözleşmenin
altına imza atanların da en az onlar kadar sevdiğini sizlere hatırlatıyor; bu
anlaşmanın hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
HÜSEYİN YILDIZ
(Antalya) – Bayram Bey, beni bilgilendirmediniz!
BAŞKAN – Tümü
üzerinde şahsı adına söz isteyen Necati Özensoy,
Bursa Milletvekili.
Buyurun. (MHP
sıralarından alkışlar)
NECATİ ÖZENSOY
(Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 538 sıra sayılı Kanun
Tasarısı’nın tümüyle ilgili şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi
saygıyla selamlarım.
İktidar partisi
mensubu arkadaşlarımız burada bilgi verirken bir yanlış pencereden bizi ikna
etmeye çalışıyorlar. Burada tartıştığımız, bizim karşı çıktığımız nükleer
enerji teknolojisi değil. Burada nükleer enerji teknolojisini tartışmıyoruz.
Burada, Akkuyu’da bir nükleer santral yapılmasıyla
ilgili kanunu tartışıyoruz. Bizim karşı çıktığımız nedir? Nükleer enerji
teknolojisine sahip olmadan nükleer santralin kurulmasının yanlış olduğunu
söylüyoruz. Sebebi nedir? Bizim güzel atasözlerimiz vardır: “Başkasının ipiyle
kuyuya inilmez.” Ama biz Rusya’nın ipiyle Akkuyu’ya
ineceğiz şimdi.
Şimdi, bakın, bu
santral kurulduğunda teknoloji transferi yapılabilecek mi? İşte, anlaşmaya
bakıyoruz: Yapılan nedir? Sadeleştirerek size söyleyeyim: Buraya bir uçak
getirecek Rusya, pilotluğunu kendisi yapacak, biz de hostesliğini yapacağız,
Türk yolcuları taşıyacağız. Şimdi soruyorum size: Hosteslik yaparak pilotluk
veya uçak üretebilme teknolojisine sahip olabilir miyiz? Yani böyle bir şey,
böyle bir anlayış var mı? Şurada, teknoloji transferiyle alakalı hiçbir şey
yok.
Dolayısıyla,
bakın, sizin vicdanlarınıza şunu söylüyorum. Ben kimya mühendisiyim, nükleer
enerjiyi iyi bilirim, teknolojisini filan da anlatacak değilim burada ama daha
basit, sade birtakım şeyler söyleyeyim size, vatandaşların da anlayacağı,
sizlerin de anlayacağı: Nükleer santral nedir? Yani çok basit bir şeyle söylersek,
belli bir büyüklükte atom bombasını patlatırsınız, o patlattığınızda çıkan
enerjiyi kontrol altına alırsınız, o kontrol altına aldığınız enerjiyi de
düzenli bir şekilde kullanırsınız. Şimdi, bizim teknolojisine sahip
olmadığımız, hiçbir düğmesine müdahale edemediğimiz bir atom bombasını
getireceğiz Akkuyu’nun ortasına koyacağız. Yarın öbür
gün, işte, bir kaza olduğunda adamlar derler: “Ya, Çernobil’de de oldu, kazadır
bu.” Efendim, belki tam olarak örnek uymasa bile, biliyorsunuz Amerika’yla
yaptığımız tatbikatta Muavenet gemisine bir füze bacadan girdi, 5 subayımız
şehit oldu. Ne dediler adamlar? “Kaza oldu.” Aynı şeyi şimdi de yapabilirler
mi? Yapabilirler, gayet basit bu.
Bakın, ben size
şunu soruyorum: Baz istasyonları -işte, tartışmalar var- radyasyon yaydığından
dolayı vatandaşlar sıkıntılı. Baz istasyonu olan yerlerde bile evler kiraya
verilmekte zorlanıyor, evlerin fiyatları düşüyor. Allah rızası için
vicdanlarınıza sorun, Akkuyu’da bu santral
kurulduğunda siz Mersin’e çoluğunuzla çocuğunuzla
tatile gider misiniz? Ben, emin olun, Mersin’in sınırlarından içeri girmem yani
o tehlike sınırlarına yaklaşmam. Yani benim vicdanım, bu anlamda, piminin
başkasının elinde olduğu bir nükleer santralin yakınına yaklaştırmam çoluğumu çocuğumu. Yani bunun cevabını vicdanlarınızda
verin.
Bakın, bu nükleer
santralden önce burada tartışmamız gereken, konuşmamız gereken Türkiye'nin
enerji politikalarıyla ilgili çok daha önemli şeyler var diye düşünüyorum. Bu
da tasarının gerekçesinde şu şekilde ifade edilmiş: “…enerji ile ilgili konular
hükûmet politikası olarak değil, bir devlet
politikası olarak ele alınıp değerlendirilmektedir.” Şimdi, bu nükleer santral,
bir hükûmet politikasının gereği mi devlet
politikasının gereği mi?
Şimdi, bakın,
enerjide iki tane önemli konu var -biraz önce konuşmacılar da ifade ettiler-
birisi arz güvenliği, birisi de dışa bağımlılıktan kurtulmak. Şimdi, biraz önce
ifade ettiklerimin ışığında, düğmesinin tamamen başkasının elinde olduğu bir
santralden ne kadar arz güvenliği beklenir, ne kadar kaynak çeşitliği olduğu
beklenir? Peki, dışa bağımlılıktan kurtulabileceğiz mi bu santralle? Hayır.
Biraz önce
Hüseyin Bey, Ali Bey’e bir şey sordu. Doğru, dünyanın birçok yerinde nükleer
santraller var, buradan enerji elde ediliyor. Peki, bu nükleer santrallerin
yüzde kaçı teknoloji sahibi olmadan başka ülkelere yaptırılarak bu santraller
devreye alınmış? Bunun cevabını verin.
Bakın, şunu
söyleyeyim: Bu santral üzerinde çok fazla durmaya, çok fazla konuşmaya aslında
gerek bile yok, bir an önce Hükûmetin bunu geri
çekmesi lazım.
Bakın, Sayın Çevre Komisyonu Başkanı, KİT Komisyonuna enerji
koridorunda olan bütün kurumlar, kuruluşlar geliyor; lütfen tutanaklarına bakın
-çok daha önemli- bize ait olan, EÜAŞ’a ait olan
termik santrallerin hiçbirisinde baca gazı filtresi yok ve iktidar partisi
mensubu arkadaşlar da, işte Başkan da dâhil olmak üzere, bunun doğru olmadığını
orada ifade ediyoruz. Sebebi ne?
Sebebi, DPT onay vermiyormuş. Neden onay vermiyor? İşte bu santraller
satılacak. Ya iyi de özelleştirme kapsamına alınmış, ne zaman satılacağı belli
değil, biz hâlâ insanlarımızı zehirlemeye devam ediyoruz. O baca gazlarından
çıkan karbonmonoksit ve kükürtdioksit
gazlarıyla asit yağmurlarına ve hava kirliliğine, devlet eliyle zehirlemeye
devam ediyoruz. Lütfen, önce termik santrallerdeki bu sorunlara bir el atın.
KİT Komisyonundaki tutanaklara, muhalefet partisi milletvekillerinin değil,
iktidar partisi milletvekillerinin neler söylediğine de bakarak bu konularla
ilgili de lütfen tedbirler geliştirmeye çalışın.
Biraz önce ifade
ettim, enerji politikaları, gerçekten, millî politikalar olmalı. Alim Bey’in ifade ettiği gibi, enerji politikalarımızın iyi
olmasından, iyiye gitmesinden bizler de bu anlamda mutlu oluruz çünkü enerji
olmadan, istediğiniz kadar yüksek teknolojiye sahip olun hiçbir şey
yapamazsınız. Bunun herkes bilincinde. Ama size şunu ifade edeyim: Bu Hükûmetin sekiz yıllık icraatlarında en kötü politikaları
enerji politikaları olmuştur. Bunu söylerken yine bilgilere dayalı olarak ifade
edeceğim. Bakın, 2001 yılında 4646 sayılı Doğal Gaz Piyasası Kanunu ile
Elektrik Piyasası Kanunu’nda önemli değişiklikler yapılmış, önemli kanunlar
çıkmıştır. Ama bunun gereğini, maalesef, yine, bu Hükûmet
yerine getirememiştir.
Bakın, yine, bu
krizin yaradığı tek alan enerji alanı olmuştur. Size TEİAŞ’ın
projeksiyonundan şöyle ifade edeyim: Bakın, burada çok
bahsettiğiniz 2001 yılı krizinde elektrik sarfiyatında 1,1 azalma olmuştur ama
2009 yılında ise bu krizde 2,4 küçülme olmuştur. Eğer bu küçülme olmamış
olsaydı, yani elektrik sarfiyatındaki bu azalma olmamış olsaydı bu yıl yine projeksiyonlara göre ve buradaki rakamlara göre Türkiye’de
elektrik kesintileri başlayacaktı. Türkiye’de, 2010 yılında, eğer bu kriz
olmasaydı, normal bir artışla elektrik talebi devam etmiş olsaydı yaklaşık 220
milyar kilovatsaat elektriğe ihtiyacımız olacaktı ve
mevcut kurulu güçle bunu karşılamamız da mümkün olmayacaktı. Dolayısıyla bütün
bu rakamlara baktığımızda, bütün bu projeksiyonlara
baktığımızda maalesef sekiz yıldır, 58 ve 59’uncu hükûmetler
serbest piyasaya açılmasına rağmen, özel sektörün önü açılmasına rağmen
gerekeni yapmamış ve yine özel sektörün önünü açmakta gerekeni yapamamıştır.
Bakın, sayın
milletvekilleri, her yıl, geçtiğimiz yıllarda elektrik talebi yaklaşık yüzde 7
civarında -ortalama- artmasına rağmen, kurulu güçteki artış ortalaması sadece
yüzde 3’lerde kalmıştır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
NECATİ ÖZENSOY
(Devamla) – Eğer böyle giderse, özel sektörün önü gerekli şekilde açılmazsa,
yenilenebilir enerji kaynaklarıyla alakalı kanun bir an önce burada görüşülüp
kanunlaşmazsa…
Yine, Sayın Ali Bayramoğlu’nun yaptığı konuşma bugün yaptığı konuşmayla
çelişiyor çünkü yenilenebilir enerji kaynaklarıyla ilgili maliyetler düşmüş
dolayısıyla ondan geriye atmışız. Yani biz burada 15 sent veya 13 sentlik
ortalamalardan bahsediyoruz, kendi kaynaklarımıza, yenilenebilir enerji
kaynaklarımıza bu rakamları çok görüyoruz.
Yani daha enerji
politikalarıyla ilgili söylenecek çok şey var. Bir araştırma önergesi verdik,
madem devlet politikasıdır, lütfen bu araştırma önergelerini dikkate alarak
enerji politikalarının da bir komisyon kurulup tartışılmasına müsaade edin.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Yirmi dakika
süreyle soru-cevap işlemi yapılacaktır. On dakika soru sorma süresidir.
Sayın Seçer,
Sayın Susam, Sayın Genç, Sayın Yıldız, Sayın Şandır, Sayın Paksoy,
Sayın Varlı, Sayın Tankut, Sayın Bal, Sayın Uslu,
Sayın Ağyüz, Sayın Işık, Sayın Köse, Sayın Cengiz ve
Sayın Tütüncü sisteme girmişlerdir. Birer dakika süre vereceğim.
Sayın Seçer,
buyurun.
VAHAP SEÇER
(Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, 1976
yılında yer lisansı verilen Akkuyu’ya bugün nükleer
güç santrali yapmak ne derece doğrudur?
Türkiye'nin
elektrik enerjisinde arz sorunu var mıdır, açığı var mıdır?
Nükleer atık
sorunu nasıl çözülecek? Seçilen reaktör denenmiş bir teknoloji midir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Seçer.
Sayın Susam,
buyurun.
MEHMET ALİ SUSAM
(İzmir) – Sayın Bakan, 24 Eylül 2008 tarihinde yapılan ihaleye bir tek zarf
katılmış; on bir başvuru yapılmış olmasına rağmen, on kişi teşekkür mektubu,
bir kişi de ihaleye teklif vermiştir. Bir kişinin teklif
verdiği bir ihalenin, rekabet şartları oluşmadığına göre iptal edilmesi
gerekirken, iptal edilmeyip, bu devam ettirilip, TETAŞ tarafından 19 Ocak 2009
tarihinde bu katılımcının zarfı açılarak, 21,16 sent verilen fiyatın yüksek
olması, daha sonra da bu fiyatın -ihale şartlarında olmamasına rağmen-
düşürülerek yeni bir teklif alınmasının, bütün bu ihale sürecinin, vicdanen
düşündüğünüzde, doğru bir ihale süreci olduğuna inanıyor musunuz?
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Genç…
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan,
aslında, burada olay saptırılıyor. Burada Rusya ile doğal gaz anlaşmaları var.
Burada alınan doğal gazın fiyatı belli değil. Hükûmet
ile bunlar arasında bazı katakulliler yapılıyor.
Burada da yapılan şu: Gitmişler Ruslarla anlaşmışlar, bir ihale yapıyorlar. Bu
ihalede suistimal var, soygun var, Meclisi
kendilerine ortak etmek istiyorlar. Bunun daha evvel benzeri Mavi Akım
Projesi’nde vardı. Mavi Akım Samsun’dan Ankara’ya kadar normal maliyeti 220
milyon dolarken, 550 milyon dolara getirdiler Rusların tayin ettikleri şirkete
yaptırdılar. Burada da en büyük tuzak bu. Tamamen,
burada, Hükûmet veya ilgili kuruluşlar, Türkiye
Cumhuriyeti devletini soyan bir anlaşmaya ihale yapmışlar, bu ihaleye Meclisi
ortak etmek istiyorlar. Bunun başka bir şeyi yok.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın
Yıldız…
HÜSEYİN YILDIZ
(Antalya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, bir
nükleer santral düğmesinin başka ülkelerin elinde olmaması için Akkuyu’ya yapılacak nükleer enerji santralini niçin bir
Türk firmasına vermiyorsunuz?
Sayın
Başbakanımızın dediği gibi “Bizim Çalık”a ya da sizin bildiğiniz bir başka
“Yandaş Çalık”a devlet bankalarından da yeterli krediyi vererek yaptırsaydınız.
Mademki Türk milletine pahalı enerji satacaksınız, Ruslar kazanacağına bir Türk
kazanmış olsaydı. Bunu niye tercih etmediniz?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Şandır…
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakanım, bu
santralin yapılacağı Büyükeceli beldesini, Akkuyu koylarını gördünüz mü? Bu anlaşmayı imzalarken,
geleceğe dönük bir taahhüdün altına girerken içiniz rahat mıydı?
Tereddütlerinizi ve endişelerinizi aşabildiniz mi? Birinci sorum bu.
İkincisi, bu
santralde kaç Türk mühendisi, teknisyeni ve işçisi çalışacak?
Bir başka husus,
bu santrale Türkiye girebilecek mi? Güvenliğinin kim tarafından yapılacağı
anlaşmada çok açık ve net ortaya konulmamış.
Anlaşmazlıklar
hâlinde tahkim şartları belirtilmemiş. İleride muhtemel anlaşmazlıkların çözümü
Türkiye açısından bir dış politika handikabı olması
ihtimalinin…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Paksoy…
MEHMET AKİF
PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakanım,
nükleer enerjiye karşı değilim ancak dünyada nükleer enerjide ortalama
elektriğin kilovatsaati 6 sent, siz 12,5 sente on beş
yıllık alım garantisiyle 415 milyar kilovatsaat yani
52 milyar dolarlık elektrik alım garantisi verilmiş midir? Bu tesisin toplam
maliyeti 27 milyar dolar civarında iken 25 milyar dolar kâr garantisi nasıl
verilmiştir? Bu tesisin sökümü de kuruluş maliyeti kadardır. Sökümü anlaşmada
kim tarafından yapılacaktır?
İkinci sorum:
Kahramanmaraş Afşin-Elbistan (A) Termik Santrali’ne ne zaman baca gazı arıtma
cihazı takacaksınız? Bölge halkını zehir solumaktan ne zaman kurtaracağız? (A)
ve (B) çalışıyor, (C), (D) ve (E) santralleri ne zaman ihale edilecektir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Varlı…
MUHARREM VARLI
(Adana) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, Sarayköy
Proton Hızlandırıcı Tesisinin 15 milyon dolar olan ihalesini 2002’de iptal
ettiniz. İnşaat birim fiyatı 908 dolar iken 1.450 dolara çıkardınız. Tesis
fiyatı, artı, içerisindeki makinelerle birlikte 25 milyon dolara ihale ettiniz.
Bu ihale toplamda 15 milyon dolara mal olacakken neden 25 milyon dolara mal
ettiniz? Bu inşaatın yapımını YDA firmasına mı verdiniz? Bu inşaatın
makinelerini İBA firması mı almıştır? Bu inşaatın makineleri gelip şu anda
barakada, garanti süresi de başlamak kaydıyla, beklemekte midir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Tankut…
YILMAZ TANKUT
(Adana) – Teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan, bu
tasarı niçin uluslararası anlaşma çerçevesinde bir formata sokulmuş ve niçin
sizin de yıllarca üyeliğini yaptığınız Enerji Komisyonunda hiç tartışılmamış ve
Enerji Komisyonu raporu beklenmeden âdeta yangından mal kaçırırcasına Genel
Kurula getirilmiştir? Daha önce Enerji Komisyonunda çıkarılmış olan nükleer güç
santrallerine ilişkin kanun bu durumda boşa mı çıkarılmış olmaktadır? O kadar
emeği, o kadar tartışmayı biz Komisyonda boşuna mı yapmış olmaktayız? Bu
Anlaşma’yla Rus firmasına doğrudan santral yaptırılması sizin içinize sinmekte
midir?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Bal…
ŞENOL BAL (İzmir)
– Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan,
protokolün 13’üncü maddesi fikrî mülkiyet haklarıyla ilgili. Üçüncü fıkrasında
“Proje’nin gerçekleştirilmesine ilişkin kullanılan veya oluşturulan fikri
mülkiyete ilişkin tüm haklar; Proje Şirketi tarafından Proje’nin uygulanması
amacıyla Proje Şirketi’ne bu tür bir fikri mülkiyet hakkının kullanımı için
lisans verecek olan Rusya Federasyonu Devlet Atom Enerjisi kuruluşuna aittir.”
Bu durum Türkiye'nin zararına değil midir? Buna imza atarken rahatsız olmadınız
mı?
İkinci sorum:
Ülkenin kaynakları bu kadar rahat kullanılırken uluslararası bir protokol
imzalanarak hangi hukuki zemine oturtulmuştur bu imzalanma işi? Dünyada bu
şartlarda bir nükleer santral yaptırılmış mıdır? Bu neyin karşılığındadır,
samimi olarak öğrenmek istiyorum.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Uslu…
CEMALEDDİN USLU
(Edirne) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan,
anlaşmaya taraf Rus şirketi başlangıçta yüzde 100 sermaye yapısıyla kuruluş
finansmanını kendisi sağlayacaktır. Bu şirket kaç yılda başa baş seviyesine
gelecektir? Bu şirketin kimliğini neden yarışma usulüyle belirlemediniz?
Nükleer teknoloji alanında bilgi, birikim sahibi insan gücümüz nedir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Ağyüz…
YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) – Teşekkür ederim.
Sayın Bakan,
kurulacak proje şirketinde ortak olacak Türk katılımcılar belli midir, biliyor
musunuz?
Enerji
politikanızda enerji açığınız yüksek ama “HES’lerle
enerji açığını binde 2,5 oranında kapatacağım.” diyerek Karadeniz’in Meydancık’ında, Rize’sinde, Murgul’unda HES’lerle
çevre katliamı yaratıyorsunuz, insanları orada yaşamaya pişman ediyorsunuz. Bu
enerji politikanız neden bu kadar zikzak çiziyor, tutarsız?
“Elektrik
fiyatları düşecek.” diyorsunuz, elektrik fiyatları artıyor. Sanayiciler ne
yapacağını şaşırmış. HES’lerin baskısı altında
yaşayanlar şaşkın. Hükûmet olarak bunun üzerinde
sağlıklı düşünmeyi, durmayı düşünmüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Işık…
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan,
anlaşmanın 7’nci maddesinin ikinci fıkrasında, özel mülkiyete konu diğer tüm
arazilerin kamulaştırılmasında Türk tarafının kolaylık sağlayacağı ve bu
arazilere erişimi garanti edeceği hükmü yer almaktadır.
Şimdi, açık
yüreklilikle soruyorum: Bir özel mülkiyeti bir devlet nasıl garanti eder? Bu
anlaşma hükmü ne anlama geliyor?
İkincisi: Söz
konusu anlaşmayla ilgili Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK)’in resmî görüşü
alınmış mıdır? Alındıysa Kurumun resmî görüşü nasıldır?
Bir diğer konu
da: Bu santralle ilgili denetimi kim yapacaktır? Böyle bir kurumu ne zaman
kuracağız?
Teşekkürler.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Bakan,
buyurun.
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; ben
de heyetinizi saygıyla, hürmetle selamlayarak sözlerime başlamak istiyorum.
Konuşmacı
arkadaşlarıma teşekkür ediyorum, gerçekten son derece önemli ve Türkiye'nin
yaklaşık -projeyle beraber, izinleriyle beraber, lisanslarıyla beraber yaklaşık
yatırımını beraber hesaplarsak- on yıllık bir dönem, on beş yıllık bir alım
garantisi ve arkasından da toplam kırk beş yıllık bir işletme, yani yetmiş
yıllık bir süreçten bahsediyoruz.
Konuştuğumuz
konu, hepinizin de vurguladığı tarzda son derece önemli.
Bir kere, hemen hemen bütün partilerin -iktidarıyla, muhalefetiyle- nükleer
güç santrallerine karşı olmamasını bir kazanç olarak yorumluyorum.
MEHMET NEZİR
KARABAŞ (Bitlis) – Biz karşıyız Sayın Bakan.
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Tabii ki bunun usulüyle alakalı,
bunun yöntemiyle alakalı eleştiriler olacaktır. Bunları da vaktimiz elverdiği
kadar da açıklığa kavuşturacağız.
Öncelikle şunu
açıklıkla belirtmeliyim ki, yenilenebilir enerji kaynaklarıyla alakalı kanuna
-mevcut Genel Kuruldaki sıra sayısını alan ve bir buçuk aydan beri gündemde
olan yenilenebilir enerji kaynaklarının desteklenmesi ve çıkartılmasıyla
alakalı- en büyük istek Enerji Bakanlığına aittir. Bununla alakalı grupların
mutabık olması hâlinde -Danışma Kurulundan lütfen çıkartsınlar- yarın biz
yenilenebilir enerji kaynaklarını, hatta bu kanunun hemen arkasından veya fiziken yarın mümkün oluyorsa yarın görüşmeye hazır
olduğumuzu bir kez daha belirtiyorum.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Biz o yetkiyi size verdik, Hükûmet olarak
getirin.
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Tabii, yenilenebilir enerji
kaynakları, enerji politikalarında aynen bahsettiğimiz, belirttiğimiz gibi
bizim öncelikle yerli kaynaklarımızdır ve AK PARTİ hükûmetlerinin
hepsi de bunun öncelikle devreye alınmasıyla alakalı girişimlerde
bulunmuşlardır. Zamanlaması tartışılabilir, bunun süreci
tartışılabilir, usulü yine tartışılabilir ama Türkiye Cumhuriyeti’nin
kuruluşunun özellikle 100’üncü yıl dönümü olan 2023 yılına Türkiye’nin fizibıl ve gerçekleştirilebilir su kaynaklarını, rüzgâr
kaynaklarını, güneş kaynaklarını, biyokütle
kaynaklarını ve her bir yerli kaynağımızı, kömür de dâhil olmak üzere, hem
projelendirmiş hem de gerçekleştirmiş olarak inşallah girmemiz gerekiyor. Bunları
yalnızca bir yanlış bilgiyi düzeltmek adına söylüyorum.
Türkiye’nin
hedeflediği büyüme hızlarına karşılık gelebilecek bütün büyümeleri
karşılayabilecek durumda olmayabilir bütün yerli kaynaklar. Tartışmaların hemen
hemen başlangıcı bu bilgi yanlışlığından
kaynaklanmaktadır. Türkiye’de yenilenebilir ve yerli kaynakların her birinin
devreye alınmasında dahi Türkiye’nin büyüme hızı karşılanmayabilir enerji arzı
olarak. Bakın, bir örnek vereyim: Rüzgâr, Türkiye’nin yerli kaynaklarından ve
yenilenebilir kaynaklarından bir tanesidir ama rüzgârda 8.640 saatlik toplam
bir yıl içerisindeki saat miktarının bölgelerimize göre 1.800 saat, yerine göre
1.200 saat, yerine göre 2.200 saatlik esen yeri vardır. Bu, otomatikman şöyle
bir cümleyi gerektiriyor: Bizim 2 bin megavatlık bir nükleer santrali veya bir
kömür santralini veya bir gaz santralini -yerli veya ithal- devreye almamız
demek rüzgârda 8 bin megavatlık güce karşılık gelmektedir. Her bir enerji
kaynağının, birinin diğerine göre avantajları ve dezavantajları vardır; yer
açısından vardır, süre açısından vardır, fizibıl
olması açısından, yatırım miktarı açısından, finansmanı açısından birbirine
göre avantajları ve dezavantajları vardır. O yüzden AK PARTİ hükûmetleri yani Hükûmetimiz
enerji politikalarını ortaya koyarken birini tercih etmenin diğerinden
vazgeçmek anlamına gelmediğinin altını çizerek bunlara yanaşmıştır. Yani hem su
kaynaklarımızın hem rüzgârın hem güneşin hem nükleerin -nükleerden de
vazgeçmeyiz- bütün enerji kaynaklarıyla alakalı, başta yerli kömürlerimiz olmak
üzere, bunların değerlendirilmesine dayalıdır.
Şu anda doğal gaz
ve petrol bizim, dışarıdan yüzde 92’ler civarında, hatta doğal gazda yüzde
96-97’ler civarında ithal ettiğimiz bir primer enerji
kaynağıdır ama dediğim gibi, meskenlerde kullanılmasının, temiz hava olmasının,
çevre faktörlerinin her birini alt alta sıraladığımızda birbirine göre
avantajlarını ve dezavantajlarını rahatlıkla görüyoruz. O yüzden, bizim, YEK
Kanunu’yla alakalı, bir an önce çıkarılmasının sektöre fayda getireceğine
inanıyoruz.
Yalnız, şunun da
altını çizmem lazım ki, yenilenebilir enerji kaynaklarıyla alakalı, Avrupa
Birliği ortalamasının şu anda üzerindeyiz. Yüzde 19,5’lar civarında yerli
kaynaklarımızla beraber üretiyoruz. Bildiğiniz gibi, bu yüzde 16’lar civarında.
Sorular kısmında
şöyle bir şey söyleyeyim: Dışişleri Komisyonunda iktidar ve muhalefetten
arkadaşlarımızın yalnızca Komisyonda nükleer güç reaktörleriyle alakalı yirmi
beş tane sorusu oldu. Cuma günü saat 10.00’da başlayan toplantının, pazartesi
saat 11.00’de Komisyona bu cevapları teslim ettik. Bütün, iktidar ve
muhalefetteki, milletvekili arkadaşlarımızın, cevaplarıyla beraber bu kitapçığa
sahip olduğunu biliyorum. Bunu şunun için söyledim: 548 tane, şu ana kadar
iktidar ve muhalefet milletvekili arkadaşımın sorduğu soru önergeleri de dâhil
olmak üzere şu anda cevaplamadığımız hiçbir konu yoktur. Aynen burada süremiz
elverdiği kadar da tutanaklara geçen bütün soruları alıp bütün milletvekili
arkadaşlarımıza da bu manada cevaplar verilecektir.
Tabii, bir kısım
bilgi eksikliklerini ve yanlışlıklarını da burada gidermek zorundayız. Bunun
için, uzun bir müzakere süreci içerisinde arkadaşlarımızla beraber çalıştık.
Tabii ki, paranın olduğu yerde her zaman çıkar ilişkisinin olacağını kabul
etmek, aslında, dürüst çalışanlara da bir haksızlıktır diye düşünüyorum. Nerede
bir ihale var, nerede bir para hareketi var, demek ki burada bir şey var
mantığının ben biraz iyi niyetlerle bağdaşmadığı kanaatindeyim. Bizler -açıkça
buradan beyan ediyorum değerli arkadaşlar- bürokratlarım dâhil bu konuda görev
yapan bütün arkadaşlarımıza da ithafen söylüyorum:
Herhangi bir yanlış gördüğünüzde lütfen bize bunu söyleyin ama bunu söylemek
demek, zanlarda bulunmak demek değil, zanlarda bulunmayacağız. O yüzden,
bununla alakalı kimin elinde somut bir gösterge varsa, dürüst, ilkeli ve daima
prensipler dâhilinde çalışan bizler için bunların açıklıkla söylenmesi
gerektiği kanaatindeyim.
Şimdi, değerli
arkadaşlar, ülkelerin enerji politikalarıyla alakalı süreçleri farklı farklı zeminlerde gelişmektedir. Kiminin primer enerji kaynaklarıyla alakalı avantajları, kimi
ülkelerin teknolojiyle alakalı avantajları vardır. O yüzden, bir ülke için
yeknesak bir politikayı söylemek doğru olmayabilir. Uluslararası Enerji
Ajansı’nın nükleer güç santralleriyle alakalı 1998’de yayımladığı kitapçık
farklı politikalar içermektedir, 2005 yıllarında, 2006 yıllarında yayımladığı
kitapçık farklı politikalar içermektedir. Doğal gazın seyriyle alakalı olarak
ve bir kısım sıralamaları değiştirebilecek yapıları dikkate alarak şu anda
nükleer güç santralleriyle alakalı ülkeler tekrar enerji politikalarının
içerisine almışlardır.
Şimdi, ben, bilgi
eksikliklerini ve bir kısım yanlışlıkları gidermek açısından da bazı konulara
girmek istiyorum. Şimdi, değerli arkadaşlar, “Yüzde 100’ünü Rusya tarafı
yapıyor.” dendi. Evet, Rusya bize dedi ki opsiyonel
olarak: “İsterseniz bunun yüzde 100’ünü siz yapabilirsiniz.” Bakın, yüzde
100’ünü, evet, biz de yapabiliriz ancak teknoloji transferini yaptığınız ve
komple, bütün sorumluluğunu, bilgisini karşı taraftan beklediğiniz bir konuda…
O zaman şöyle bir soru sorarlar: “Yani bütün riski siz nasıl alıyorsunuz bu
durumda?” Biz, ileride, şu anda… “Türk tarafından hangi firmalar katılacak?”
dendi. Buraya Park Holdingle başlandı ama bununla alakalı bizim bir inisiyatifimiz olmadı. Devam edebilirler, başka firma
seçebilirler, bununla alakalı farklı inisiyatifler
kullanabilirler. Rusya’nın bize getirdiği teklife bakarız.
Şimdi, değerli
arkadaşlar “Rusya bağımlılığı yüzde 80’e çıkacak.” deniyor. Biz, bu santrali
tamamladığımızda, projelendirme, lisanslama ve inşaat süresi yedi yıl dâhil
olmak üzere ortalama 2020 yıllarında gerçekleştireceğimiz bu süre içerisinde
Türkiye'nin kurulu gücü yaklaşık 80 bin megavatlar civarında olacak, 80-85 bin
megavatlar civarında olacak. Toplam Rusya’nın o anda 4.800 megavatlık gücü
yüzde 5’ler civarındadır.
BAŞKAN – Sayın
Bakan, lütfen sözlerinizi tamamlayınız, süreniz doldu.
Buyurun.
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) - Şimdi düşünün, oraya 20-25 milyar
dolar civarında bir yatırım yapan firmanın veya ülkenin, sorumluluğu alan
ülkenin riski mi daha büyüktür, yoksa o ülkede yatırım için zeminini açmış
ülkenin riski mi daha büyüktür? Buradan elektrik üretilmek durumunda ve
üretilen elektrik de, arkadaşlarımızın tekrar ettiği gibi, birinci ve ikinci
ünitelerde yüzde 70 alım garantili, üçüncü ve dördüncü ünitelerde de yüzde 30
alım garantili yani dört üniteye beraber baktığımızda yarı yarıya alım
garantili bir sistem geliştirilmiştir.
O açıdan, ben
-birçok konu da var- bunları eğer söz hakkı verilmesi hâlinde, Sayın Başkanım,
cevaplamaya devam edeceğimi bildiriyor ve hepinizi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan.
Tasarının tümü
üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
III.- YOKLAMA
(CHP sıralarından
bir grup milletvekili ayağa kalktı)
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Sayın Başkan, yoklama talep ediyoruz.
BAŞKAN –
Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunacağım ancak bir yoklama talebi vardır,
yerine getireceğim.
Sayın İnce, Sayın
Öztürk, Sayın Aslanoğlu,
Sayın Çöllü, Sayın Köse, Sayın Susam, Sayın Sönmez, Sayın Tütüncü, Sayın Özbolat, Sayın Küçük, Sayın Tamaylıgil,
Sayın Seçer, Sayın Genç, Sayın Selvi, Sayın Keleş,
Sayın Arifağaoğlu, Sayın Dibek, Sayın Hacaloğlu, Sayın Öztürk, Sayın Ağyüz, Sayın Köktürk ve Sayın Topuz.
Yoklama için üç
dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
4.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu
Hükümeti Arasında Türkiye Cumhuriyetinde Akkuyu
Sahasında Bir Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine
İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ile
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/902) (S. Sayısı: 538) (Devam)
BAŞKAN –
Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
1’inci maddeyi
okutuyorum:
TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE RUSYA FEDERASYONU HÜKÜMETİ
ARASINDA TÜRKİYE CUMHURİYETİNDE AKKUYU SAHASINDA BİR
NÜKLEER
GÜÇ SANTRALİNİN TESİSİNE VE İŞLETİMİNE DAİR İŞBİRLİĞİNE
İLİŞKİN
ANLAŞMANIN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞU HAKKINDA KANUN
TASARISI
MADDE 1- (1) 12
Mayıs 2010 tarihinde Ankara’da imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında Türkiye Cumhuriyeti’nde Akkuyu
Sahası’nda Bir Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine
İlişkin Anlaşma”nın onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN – 1’inci
madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Vahap Seçer, Mersin Milletvekili. (CHP sıralarından
alkışlar)
Buyurun.
CHP GRUBU ADINA
VAHAP SEÇER (Mersin) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Türkiye
Cumhuriyeti Hükûmeti ile Rusya Federasyonu Hükûmeti Arasında, Akkuyu’da
Nükleer Güç Santrali Yapımına ve İşletilmesine Dair Anlaşma hakkında, Grubum
Cumhuriyet Halk Partisi adına söz almış bulunmaktayım.
Değerli
arkadaşlarım, Akkuyu’da nükleer güç santralinin yapım
ya da yer lisansı 1976 yılında verilmiş. Kaderin cilvesi olsa gerek, o günkü
siyasi konjonktür, dünya siyasi konjonktürü, güvenlik
paradigmaları, o günkü şartlar, koşullar, o günkü Sovyet Rusya’ya karşı bu güç
santrallerinin Karadeniz değil, Trakya değil ama en uzak noktaya, o günkü
Sovyet Rusya’ya en uzak noktaya, Akdeniz’e, Akkuyu’ya
yapılmasına karar vermiş ve bir gün, otuz altı yıl sonra o güvenlik kaygısıyla
güç santralinin yeri, Akkuyu’da tespit edilen güç
santralinin yapımını da o ülke yani bugünkü Rusya Federasyonu yapıyor.
Değerli
arkadaşlarım, nükleer güç santrallerini bütün gelişmiş ülkeler terk ediyor,
Avrupa ülkeleri terk ediyor ama ne hikmetse, biz bu konuda, elektrik arz
açığımızı giderebilmek ya da önümüzdeki süreçte bu konuda yaşanabilecek
sıkıntıları ortadan kaldırmak için mal bulmuş mağribî
gibi, nükleer güç santrallerinin yapımına 2010’lu yıllarda maalesef başlamış
durumdayız.
Değerli
arkadaşlarım, bir şeyi itiraf etmek istiyorum: Sayın Bakan lütfen alınmasın ama
bu konuda yani nükleer güç santrallerinin yapımı konusunda, bu meselenin bir
uluslararası anlaşma statüsüne sokulması konusunda kendisinin inisiyatifi olduğunu
ya da inisiyatif kullandığını düşünmüyorum. Bu, direkt
olarak Sayın Başbakanın talimatıyla yapılmış bir sözleşme, bir anlaşmadır.
Değerli
arkadaşlarım. Akkuyu nükleer güç santrali yapımı
niçin uluslararası anlaşma yöntemiyle gerçekleştirildi? Biliyorsunuz, kısa bir
süre önce bu konuda bir ihale açıldı, bu ihaleye tek bir firma teklif verdi.
Bir süre sonra bir meslek odası Danıştaya dava açtı
ve ihale gerekli şartlar yerine getirilemediği gerekçesiyle iptal edildi ve
tabii ki bu şekilde uluslararası sözleşme yöntemiyle hukukun arkasından
dolaşmak ya da bu konuda yargı yolunu tıkamak amacıyla bu uluslararası
sözleşmeyi yapıyoruz. Bu da sizin klasiğiniz, AKP klasiği.
Değerli
arkadaşlarım, bu anlaşma onaylanırsa Rusya Türkiye’de nükleer güç santrali
sahibi olacak. Dünyada bunun örneği yok. Finans ona ait, inşaatın yapımı ona
ait, teknoloji, işletme, yakıt, her şey Rusya’nın, sadece nükleer güç
santralinin olduğu ülke Türkiye.
Tabii az önce
Sayın Bakan da açıkladı, yüzde 100 bu hisse Rusya firmasının olacak ama isterse
burada bir konsorsiyum oluşturabilir Türk
firmalarıyla. Bu adres de bellidir, bu, kapalı kapılar ardında kesinlikle
belirlenmiştir. Hangi biraderin, hangi kardeşin, hangi ağabeyin bu ganimeti
paylaşacağı kapalı kapılar ardında tespit edilmiştir. Önümüzdeki günlerde
göreceğiz, oluşturulacak konsorsiyumda iktidara yakın,
Sayın Başbakana yakın holdingler, enerji şirketleri bu konsorsiyumun içerisinde
yer alacaktır. Kimse kimseyi kandırmasın.
AHMET YENİ
(Samsun) – Nereden biliyorsun? Belgen mi var elinde? Ezbere konuşuyorsun.
VAHAP SEÇER
(Devamla) – Tabii, göreceğiz. Belgem olmayabilir ama önümüzdeki günlerde
göreceğiz. Oturduğun yerden de konuşma.
Değerli
arkadaşlarım, tabii enerji arz güvenliği konusunda bütün ülkelerin olduğu gibi
Türkiye'nin de endişeleri var, bu konuda tedbirler almak gerekiyor. Ama
bakıyorsunuz Türkiye önemli miktarda petrol ithal ediyor, petrolün yüzde 92’si
ithal. Doğal gaz önemli miktarı, yüzde 98’i kullanılan doğal
gazın ithal. Bakıyorsunuz, bunların önemli bir kısmı, petrolün üçte
2’lik bir kısmı Rusya’dan ithal ediliyor, doğal gazın üçte 1’lik kısmı
Rusya’dan ithal ediliyor. Şimdi enerji güç santrallerini de onlara veriyoruz. Her şey onlara ait, teknoloji onlara ait, yakıt onlara ait. Zaten
yakıt teknolojimiz yok, zenginleştirilmiş uranyum çalışmalarımız yok, onlar
onlara ait. Bakıyorsunuz, gelecekte Türkiye'nin enerji arz güvenliğini
Rusya’nın insafına terk etmiş durumdayız.
Değerli arkadaşlarım,
en önemli konulardan biri, yapılacak olan nükleer enerji güç santralinin yer
tespitinde inanılmaz hata yapılmaktadır. Sözlerimin başında söylemiştim, bu yer
lisansı 1976 yılında alınmış, o günkü konjonktürel,
siyasi değerlendirmelere göre orada yapılmıştır, birtakım teknik veriler
alınmıştır, meteorolojik, oşinografik ya da zemin
etüdü, sismik, birtakım sosyoekonomik değerlendirmeler, veriler bundan ta kırk
yıl önceye aittir. Kırk yılda benim bölgem Mersin’de, Akkuyu
bölgesinde çok şey değişti. Orada en önemli olaylardan bir tanesi -tabii kırk
yıl önceki nüfus yok- en önemli olaylardan biri turizm gelişti. O günkü turizm
potansiyeli ile bugünkü turizm potansiyelini yan yana koyamazsınız. O zamanki
tarım potansiyeli ile bugünkü tarım potansiyelini yan yana koyamazsınız. O gün
tespit edilemeyen Ecemiş fay hattının o bölgenin
dibinden geçtiğini biliyor musunuz Sayın Bakan? Siz bu nükleer güç santralini
kurduğunuzda olası -Allah göstermesin diyelim- önümüzdeki yıllarda bir deprem
vuku bulursa, böyle bir tehlikenin doğuracağı sonuçları bilebiliyor musunuz?
Bakınız, 1976 yılında yer lisansı alınmış, siz o verilere göre hareket
ediyorsunuz. 98 Adana depremini bir aklınızdan geçirin, orada ne kadar
tahribatlar yaptığını bir düşünün.
Değerli
arkadaşlarım, yanlış işler yapılıyor, gerçekten Mersin’in göbeğine atom bombası
atılıyor. Orada -az önce de söyledim- birçok şey değişti. Mersin, her zaman
kürsüden bu konularda söz aldığımda söylerim, benim bölgemin farklı özellikleri
var, hatta daha da ileri gidiyorum, o bölgeye pozitif ayrımcılık yapılması
gerektiğini söylüyorum, hükûmetlerin bu konuda
Mersin’e ekonomik açıdan, sosyal açıdan, siyasal açıdan, her açıdan pozitif
ayrımcılık yapması gerekiyor. Diyorum ki o bölge çok ciddi göç alıyor, o
bölgede çok ciddi ekonomik sorunlar yaşanıyor, o bölgede çok ciddi asayiş
sorunları yaşanıyor, sosyal sorunlar yaşanıyor. Dolayısıyla, yek başına, tek
başına Mersin bunlarla mücadele etmek zorunda kalıyor.
Şimdi, orada, tabii ki, istihdam büyük bir oranda sıkıntı bizde. Türkiye’ye bakıyorsunuz, işsizlik oranı yüzde 12’lerde,
13’lerdeyse, benim o bölgemde resmî rakamlara göre her zaman yüzde 3-5 puan, 6
puan Türkiye ortalamasına göre çok daha fazla işsizlik var. Ne yapacağız?
İstihdam alanları yaratacağız. Bu konuda birçok meslek odası, sivil toplum
örgütleri, ticaret odası bir araya geldiler, bölgesel inovasyon
strateji projeleri, planları hazırladılar, dediler ki: Bizim bölgemizde
istihdam yaratacak en önemli sektörler turizm ve tarımdır. Dolayısıyla, bütün
yatırımlarımızı buna göre yapalım. Ne oldu? Hükûmetiniz
inşallah gerçekleştirir, uluslararası havaalanı projesini
gerçekleştiriyorsunuz, 150 trilyon para harcayacaksınız.
Diğer taraftan,
Tarsus-Kazanlı hattında turizmcilere yer tahsis ettiniz, milyonlarca dolar
yatırım yapılacak; 7.600 yataklı turistik tesisler yapılıyor. 20 bin kişi orada
istihdam olanağı bulacak diye burada seviniyoruz.
Siz ne
yapıyorsunuz? Turizmi geliştireceğiniz bölgeye, turizmden gelir elde edeceğiniz
bölgeye nükleer güç santrali kuruyorsunuz. Az önce Milliyetçi Hareket Partili
Bursa Milletvekili Arkadaşım burada söyledi: Ben bu şartlarda turist olsam
Mersin’in yanından geçmem, bırakın orada tatil yapmayı. Böyle bir anlayış
olabilir mi? Böyle bir tezat olabilir mi?
Bu nükleer güç
santrali projesinin hesabı, kitabı, tekniği yok. Bu, tamamen siyasi
mülahazalarla alınmış bir karardır. Kazan, kazan yöntemi kullanılmaktadır. Bir
taraftan Putin biraderinize bir şeyler veriyorsunuz,
diğer taraftan kendiniz bir şeyler almaya gayret ediyorsunuz. Burada açık ve
net konuşalım.
Türkiye'nin bu
kadar su kaynağı var, yüzde kaçını kullanabiliyorsunuz? Güneş kaynağı var,
yenilenebilir enerji kaynakları, termal kaynaklar, hangisini
kullanabiliyorsunuz?
Bakınız,
geçtiğimiz hafta Karadeniz Bölgesi’nde -içim sızladı- “HES’ler,
HES’ler” dediniz, doğayı katlettiniz, rezil ettiniz.
Gidin gözlerinizle görün Sayın Bakan. Böyle enerji politikaları olabilir mi? Hükûmetlerin enerji politikaları olmaz, akşamdan sabaha
politikalar olmaz, bir devlet politikası olur, on yıllık olur, yirmi yıllık
olur. Alırsınız, yüzde kaç büyüyoruz yıllık, on yılda, yirmi yılda yüzde kaç
büyüyeceğiz, ne kadar enerji açığımız olacak, arz açığımız olacak; bu hesapları
yaparsanız. Böyle kafakol ilişkileriyle getiriyorsunuz yüce Meclise, yargıdan
kaçıyorsunuz, milletvekillerini zan altında bırakıyorsunuz. İddia ediyorum,
alınmayın lütfen, yüzde 70’iniz bu Anlaşma’yı okumadınız bile. Haberiniz bile
yok. Yazıktır, günahtır değerli arkadaşlarım. Nükleer santral kuruyoruz. Bu, nükleer bomba. Olur mu böyle bir şey?
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız.
VAHAP SEÇER
(Devamla) – Yarın yirmi yıl sonra, otuz yıl sonra bir kaza bela orada meydana
gelse bunun torunlarımıza, çocuklarımıza vebalini kim ödeyecek? Lütfen
kendimize gelelim. Elinizi vicdanınıza koyun. Tüm samimiyetimle konuşuyorum,
Mersin’e bomba atıyorsunuz. Yazıktır oraya.
Bakın, orası
portakalı, limonu, doğası, güneşi, denizi ile anılıyordu, şimdi nükleer çöplüğe
dönüştüreceksiniz. Lütfen elinizi vicdanınıza koyun oylamada.
Teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Madde üzerinde
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Yılmaz Tankut,
Adana Milletvekili.
Buyurun. (MHP
sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA
YILMAZ TANKUT (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 538 sıra sayılı
Rusya Federasyonu ile Türkiye Arasında Akkuyu
Sahasında Bir Nükleer Güç Santralinin Kurulmasına İlişkin Kanun Tasarısı’nın
1’inci maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunuyorum.
Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, bugün dünyamızdaki bütün gelişmiş ülkeler toplumlarına refah düzeyi
yüksek bir yaşantı sağlamayı amaç edinmişlerdir. Bu amaç doğrultusunda, söz
konusu ülkelerin hemen hepsi enerji ihtiyaçlarını kesintisiz ve uzun yıllar
karşılayabilecek şekilde temin etmeyi de öncelikli hedefleri olarak
belirlemişlerdir.
İşte bu
çerçevede, ülkemizin enerji ihtiyacının kesintisiz ve yeterli bir şekilde
kaynak çeşitliliği sağlanarak temin edilmesi toplumumuzun refahı ve Türk
milletinin bekası için bir mecburiyet olarak hepimizin önünde durmaktadır. Buna
paralel olarak, ihtiyaç duyulan enerjinin düşük maliyetle, güvenli ve çevreye
duyarlı bir arz sistemi içinde karşılanarak sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması
da elbette ki esas olmalıdır.
Bu çerçevede,
kamu enerji yatırımları planlı ve istikrarlı bir şekilde devam ettirilmeli,
yerli ve yabancı sermayenin bu alandaki yatırımları da teşvik edilmelidir.
Ancak özellikle özel sektör veya yabancı ülkeler tarafından gerçekleşen
yatırımlar sonucu faaliyete geçen santral veya enerji tesisleri, arz
güvenliğinden verimliliğe, çevre duyarlılığından personele, yönetim miktarından
millî çıkarlara kadar hemen her konu ve safhada etkin bir denetim
mekanizmasıyla kontrol altında tutulmalıdır.
Değerli
arkadaşlar, enerji sektöründe özel ve kamu kesimi faaliyetlerini düzenleyerek
tüketici haklarını koruyan, rekabete açık, sağlıklı ve etkin işleyen bir
piyasanın oluşturulması için gerekli düzenlemelerin de sağlıklı yapılması bir
mecburiyettir. Ayrıca, enerji planlamasında ve yapılacak uluslararası
anlaşmalarda, özellikle de nükleer enerji anlaşmalarında ülke çeşitliğine
gereken önem verilerek tek bir kaynağa bağımlı olmanın mutlaka önüne
geçilmelidir.
Nükleer teknoloji
ve bu teknoloji ile elde edilecek enerji, elbette ülkemizin enerji açığının bir
bölümünü kapatabilecek bir imkândır. Fosil ve hidrolik kaynakların sınırlılığı
ve çevre etkileri de göz önüne alındığında, 2020 yılı için öngörülen enerji
açığının önemli bir kısmının nükleer enerjiden faydalanarak kapatılması bugün
için uygun bir çözüm gibi gözükmektedir. Türkiye, yüksek bir teknoloji olan
nükleer teknolojiye de mutlaka hâkim olmalıdır ve makul bir zaman dilimi içinde
kendi reaktörlerinin önemli bir bölümünü yapabilecek teknolojik düzeye de
mutlaka kavuşmalıdır.
Diğer taraftan,
Türkiye’de toryum rezervi oldukça yüksektir, bu manada da dünyanın 2’nci
ülkesidir. Bu olağanüstü büyük imkân kaybedilmeden değerlendirilmeli ve ülkenin
geleceği için de hayati bir mesele olduğu unutulmamalıdır. Toryumun gelecekte
önemli bir yakıt kaynağı olacağı göz önünde bulundurulduğunda, toryumlu
yakıtların ve reaktörlerin teknolojisine de mutlaka hâkim olmamız icap
etmektedir. Bu bakımdan, bu yönde kesin ve kararlı siyasi bir irade, hiçbir taassuba
kapılmadan ortaya konulmalıdır.
Diğer taraftan,
nükleer enerjinin tanıtımı için Millî Eğitim, Enerji ve Tabii Kaynaklar, Sağlık
ve Çevre bakanlıkları ile TAEK ve TEAŞ, ortak bir kamuoyu bilinçlendirme
stratejisini en kısa zamanda hazırlayıp kamuoyunu mutlaka tatmin etmelidir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi olarak çevreye ve doğaya en
ufak bir şekilde ziyan vermeden ve her türlü arz güvenliği sağlanarak, bilim ve
teknolojinin bütün kural ve imkânları kullanılarak nükleer enerji üretim
teknolojisine sahip olmak bizim enerji politikalarımızda öncelikli
hedeflerimizdir.
Sayın
milletvekilleri, 12 Şubat 2008 tarihinde nükleer güç santrallerinin kurulması
ve işletilmesiyle ilgili kanun tasarının görüşmeleri esnasında, nükleer enerji
konusundaki düşüncelerimizi buradan çok net bir şekilde söylemiş idik. Yine bu
kürsüden, AKP İktidarının nükleer santral yapımıyla ilgili olarak samimi,
şeffaf ve dürüst bir anlayışla ihale ve yapım aşamasını yürütmesi lazım
geldiğini de önemle hatırlatmış idik. Ancak, bugün, ne yazık ki, artık bir AKP
klasiği hâline gelen ve bütün akçeli işlerde şaibe ve iddialara muhatap olan
bir tasarıyla daha karşı karşıya bulunmaktayız.
Sayın
milletvekilleri, sekiz yıldan beri özelleştirme maskesi altında, kapalı kapılar
ardında Ögerlere, Oferlere
ve kendi yandaş ve yabancılara ülkenin devasa enerji tesis ve zenginliklerini
âdeta peşkeş çeken AKP İktidarının bu tasarıyla da benzer bir uygulaması, yine
yüce Meclis kullanılarak gerçekleştirilmek istenmektedir. Ve ne yazık ki, Sayın
Başbakan ve bakanları, hukuksuz ve haksız bir şekilde beytülmali, âdeta
gözlerini kapatarak, ehlisalibe ve yandaşlara, kapalı kapılar ardında, kayıt
dışı siyaset geleneklerine uygun bir şekilde peşkeş çekmeye devam etmektedirler.
Bütün bu yaptıklarının hesabını vermemek için de aziz milletimizi aldatıp
oyalayarak suni tartışma ve kutuplaşmalarla, toplumun temel sıkıntılarını çözme
yerine Anayasa değişiklik paketine vatandaşlarımıza “evet” dedirtmek için her
türlü istismarı da fütursuzca yapmaktadırlar.
Ancak, ne
yaparlarsa yapsınlar, Milliyetçi Hareket Partisi, milletimizin önceliklerine ve
taleplerine cevap vermeyen ve dışarıdan sipariş edilen Anayasa değişikliklerine
“hayır” oyu verecek ve verdirecektir. Milliyetçi Hareket Partisi, olgunlaşırken
katkısının sorulmadığı ve başkası tarafından dayatılmış kararlara katılmayarak
Anayasa değişikliklerine “hayır” diyecek ve dedirtecektir. Ve Milliyetçi
Hareket Partisi, toplumun huzursuz, devletin gergin, anayasal kurumların
kavgalı olduğu bu süreçte sağlıklı sonuç alınamayacağı için Anayasa
değişikliklerine aziz milletimizin topyekûn “hayır” demesini isteyecek ve
istetecektir.
Değerli
arkadaşlar, hepinizin malumu olduğu üzere, bugün Türkiye, enerji arz güvenliği
bakımından büyük sıkıntı ve sorunlar yaşamaktadır. Şayet Türkiye, özellikle de
son sekiz yıldır AKP'nin tek başına iktidarında uygulayageldiği
enerji politikalarını değiştirmediği ve yerli kaynaklarını harekete geçirmediği
takdirde, enerji arz güvenliği meselesi çok daha büyük boyutlara ulaşacaktır.
Ülkemizin enerji
konusunda ana sorunlarından birisi ithalat bağımlılığı, yani dışa
bağımlılıktır. Ülkemizde üretimin tüketimi karşılama oranı her geçen gün
azalmaktadır. Enerji Bakanlığı tahminlerine göre, enerji üretiminin tüketimi
karşılama oranının 2020 yılında yüzde 25'lerin altına düşmesi beklenmektedir.
Bunun anlamı, enerjide yüzde 75 oranının üzerine çıkan bir bağımlılık demektir.
Bu kapsamda,
bugün görüşmekte olduğumuz ve âdeta yangından mal kaçırırcasına, kapalı kapılar
ardında hangi pazarlıklar neticesinde imzalandığı belli olmayan bu anlaşma son
derece şaibeli ve manidardır.
Bu tasarının
sadece isminin, ülkemizde bir nükleer santralin kurulması ve nükleer santralin elektrik üretim
kompozisyonuna dâhil edilmesi bakımından
belki doğru olduğu söylenebilir ancak anlaşmanın içine baktığımızda beş yanlış
hemen göze çarpmaktadır:
1) Ülkemizin
birincil enerji kaynakları bakımından en fazla bağımlı olduğu ülke -doğal gazda
yüzde 60, petrolde yüzde 30- olan Rusya'ya ülkemizde nükleer santral yapmasının
sağlanması enerji arz güvenliğinin en temeli olan kaynak ülke çeşitliği
ilkesine açıkça aykırıdır ve kabul edilemez bir durumdur.
Burada Rusya’ya
karşı ön yargımız yoktur, hangi ülke olduğundan çok, bir ülkeye enerjide ne
oranda bağımlı olunduğu değerlendirilmektedir.
2) Rus nükleer
teknolojisi son yıllarda gelişme göstermekle birlikte basınçlı su reaktörü tipi
olduğundan, zenginleştirilmiş uranyum yakıtı gerektirmektedir. Dolayısıyla,
yerli uranyum kaynaklarının doğrudan değerlendirilmesi mevcut şartlar dâhilinde
de maalesef mümkün değildir.
3) Yapılan
anlaşmaların kapsamında ve nükleer santral anlaşmasının sonucunda alınacak
elektrik fiyatının tespitinde nükleer dışı sebeplerin etkin rol aldığı
hususunda kamuoyunda ciddi şüpheler uyanmaktadır. Çünkü on beş yıl alım
garantisi verilen 12,35 -15,33 sent fiyat aralığı, uluslararası fiyatlar ve
gelişmiş ülke fiyatları bir kenara, Türkiye elektrik piyasasında dahi asla
kabul edilebilecek rakamlar değildir.
Bu Anlaşma,
önümüzdeki on yıllarda Türkiye'de ucuz enerji sağlanmasını da engelleyecek
boyutta olan bir anlaşmadır.
4) Yapılan
anlaşmaya göre, nükleer santral tamamen Rusya tarafından finanse edilecek ve
Rusya’ya ait olacaktır. Türkiye sadece bu santralden çok pahalı fiyatla yılda
yaklaşık 5 milyar dolarlık elektrik satın alan yağlı bir müşteri konumunda
olacaktır.
5) Bu santralin
yapımından işletmesine kadar olan süreçte Türkiye'nin ne ölçüde projenin içinde
olacağı anlaşma metninde açık bir şekilde yer almamıştır. Anlaşmada bu hususlar
muğlâk ifadelerle geçiştirilmiştir.
Dolayısıyla
Türkiye'nin nükleer teknolojiye sahip olması ve geliştirmesinin bu model ile ne
ölçüde mümkün olacağı oldukça şüphelidir ve sıkıntılıdır.
Sonuç olarak bu
anlaşma “nükleer enerji” başlığı bakımından doğru gibi gözükmekle birlikte,
anlaşmada içerik bakımından en az beş yanlışın olduğu ve bu yanlışların,
ülkemiz için faydalı olacak bir konuyu ülke çıkarlarına ziyanlı hâle getireceği
endişesini taşıdığımızı buradan ifade etmek istiyorum.
Sayın
milletvekilleri, diğer taraftan Rusya ile imzalanan nükleer santral
anlaşmasının tasarısı, uzman komisyon olan Enerji Komisyonunda hiç görüşülmeden
direkt Dışişleri Komisyonuna gönderilmiştir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun.
YILMAZ TANKUT (Devamla) - Dolayısı ile benim de üyesi olduğum ve
konusunda uzman pek çok arkadaşımızın bulunduğu Enerji Komisyonunun raporu bile
alınmadan, ne yazık ki kapalı kapılar ardında yapılan ve kayıt dışı siyaset
anlayışının bir tezahürü olarak bu Santral Anlaşması alelacele Genel Kuruldan
bir oldubitti ile geçirilmek istenmektedir ki bizim, Milliyetçi Hareket Partisi
olarak böyle bir haksızlık, yolsuzluk ve hukuksuzluk dolu Anlaşma’ya evet
dememiz mümkün değildir diyor, hepinizi saygı ile selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Barış ve
Demokrasi Partisi Grubu adına söz isteyen Hamit Geylani,
Hakkâri Milletvekili. (BDP sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA
HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan
yasa tasarısının 1’inci maddesi üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına
söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, bilim çevreleri ve meslek odalarının da belirttiği gibi,
nükleer santrallerin zararları saymakla bitmiyor. Ancak, her nedense AKP Hükûmeti bu zararı ülkeye ve halka reva görmektedir.
Her nükleer
santral nükleer atık meydana getirmektedir. Nükleer atıkların ne yapılacağı
konusunda ise bugün dünyada hiçbir geçerli çözüm önerisi bulunmamıştır. Bu
atıklar gömülmekte veya denize atılmakta, sonuç olarak da büyük ve çözümsüz bir
ekolojik tahribat meydana gelmektedir.
Nükleer
santraller çok riskli ve tehlikelidir. Çernobil faciası ve ardından yaşanan
felaketle gelen acılar hâlen hafızalarımızdaki tazeliğini korumaktadır.
Bir nükleer
santralde sızıntı olması, çok geniş bir bölgedeki tüm canlıları radyoaktif
serpintiye maruz bırakması, insanların ölmesi, kanser gibi ölümcül hastalıklara
yakalanmaları, ekosistemlerinin yok olması anlamına gelmektedir.
Değerli
arkadaşlar, tüm olumsuzluklarına rağmen, dünyanın hiçbir yerinde kurulum modeli
olmayan bir modelle Akkuyu’da kurulacak bir nükleer
santral tamamen Rusya’ya ait olacaktır. Rusya’nın sahip olacağı bu nükleer
santralin tüm denetimi, ham maddesi, teknolojisi ve personeli Rusya’dan
sağlanacaktır. Rusya, Türkiye’de İncirlik Üssü gibi ikinci bir üs kurarak
uranyumu zenginleştirecek ve Akkuyu’yu nükleer çöplük
hâline dönüştürecektir, ayrıca, dünyada hiç denenmeyen sabıkalı teknolojisine
sahip olacak bir nükleer santral modelinin Türkiye’de kurulmasını da
sağlayacaktır.
Değerli
arkadaşlar, bir kez daha altını çizerek vurgulamak gerekirse bu Anlaşma’yla
Türkiye nükleer santral sahibi hiçbir zaman olmayacaktır. Nükleer teknolojinin
Türkiye’ye getirilmesi de söz konusu değildir. Yapılan iş, Rusya’dan hat çekip
Türkiye’ye elektrik satılmasıyla aynı anlamı taşımaktadır. Tek farklılık
Rusya’ya bedava arazi verilmesi ve satacağı elektriğe de alım garantisi
sunulmaktadır. Bununla Rusya, on beş yıl boyunca yüksek fiyatlı satış
garantisiyle nükleer santral sahibi yapılmaktadır.
Bu Anlaşma’da
ülkemiz açısından ekonomik ve toplumsal anlamda hiçbir yarar bulunmadığını
düşünüyoruz, tam aksine, milyarlarca dolarla ifade edilebilecek bir kamu zararı
oluşturulacaktır.
Bakınız, bunun
hukuka aykırı olduğu açılan davalarla da kanıtlanmıştır. TEK kurumunun
katılımcı ihale ile Rusya’ya nükleer santral kurdurma işlemi, TMMOB’un açtığı dava sonucunda, yargının verdiği kararla
adına ihale bile denilemeyecek yarışma iptal edilmiştir ama ne hazindir ki
hukuka aykırılığı saptanmış olan işlemler, ihale sürecinden veya yargı
denetiminden kaçırılarak devletler arası anlaşma
yoluyla AKP tarafından Parlamentoya dayatılmaktadır.
Değerli
milletvekilleri, bu Anlaşma Türkiye'nin enerji güvenliği açısından da ciddi bir
tehdit oluşturmaktadır. Nükleer enerji santralinin sahibi olan Rusya, enerji
kaynağını da istediği yerden temin edecektir.
Enerji alanında
dışa bağımlılık oranı ise yüzde 80’lere tırmanacak ve Rusya’ya olan bağımlılık
daha da giderek büyüyecektir.
Alım garantileri
nedeniyle bugüne kadar oluşan kamu zararları ortadayken böylesi bir anlaşmayla
nükleer santrallerden üretilecek pahalı enerjiye garanti verilmesini anlamak
mümkün değildir. Üstelik, garantinin kapsamı, nükleer
santralden öngörülen düzeyde elektrik üretilemezse Rusya’nın bir şekilde temin
edeceği elektriği de kapsamaktadır.
Değerli
arkadaşlar, daha da önemlisi Türkiye'nin yerli ve yenilenebilir enerji
kaynaklarının değerlendirilmediği noktada bu şekilde dışa bağımlı, pahalı ve
riskli bir teknolojiyle enerji üretimini kabul etmek ülkemizin yararına
değildir. Bunun aksini hiç kimse iddia edemez. Türkiye’de 150-180 milyar kilovatsaat olarak hesaplanan hidrolik potansiyelinin 2009
yılı sonu itibarıyla yüzde 24’ü kullanılabilmiştir. Rüzgâr enerjisine ilişkin
olarak 48 bin megavatlık potansiyel açıklanmış olmasına rağmen, 20 bin
megavatlık bölümünün ekonomik olduğu düşüncesi bile işletmeye alınan rüzgâr
enerji santrali kapasitesinin 1.030 megavat civarında olması önemli bir yerli
ve yenilenebilir kaynağımızın henüz değerlendirilmediğini de göstermektedir.
Değerli
arkadaşlar, güneş enerjisi potansiyeli de yıllık 380 milyar kilovatsaat
olarak açıklanmıştır. Jeotermal ve biyoyakıt da
önemli enerji kaynakları olarak sıralamada yer almaktadır. Baz yük santrali
olarak görev yapmak üzere 10 milyar tonluk linyit kömür rezervi de
değerlendirilmeyi beklemektedir.
Sayın
milletvekilleri, nükleer teknoloji, dünyada yenilenebilir enerji kaynakları,
temiz yakma teknolojisi ve pek çok çevre teknolojisinin gelişmediği dönemde
dünya ülkelerinin cazip gördüğü bir teknolojidir. Uluslararası Enerji Ajansı ve
ABD Enerji Bakanlığı tahminlerine göre 2030 yılında nükleer enerjinin elektrik
üretimindeki payının düşmesi de beklenmektedir.
Aslında, Türkiye
için enerji alanında ciddi çözüm olanakları bulunmaktadır. Nükleer enerji
santralinin alternatifsiz olarak sunulması doğru ve de etik değildir. Mevcut
enerji potansiyelinin değerlendirilmesi bir yana, öncelikle Türkiye’de enerji
verimliliği uygulamasıyla yüzde 25 düzeyinde enerji tasarrufu olanaklı
görülmektedir. Bu tasarruf gerçekleştirildiğinde, kurulacak nükleer santralden
elde edilecek enerjiden çok daha fazlası çok kolay ve ucuz bir yoldan elde
edilebilecektir.
Ülkemizdeki var
olan santrallerin ciddi bir yenileme ve bakımdan geçirilmesi sonucunda kapasite
kullanım oranlarının artırılması da enerji ihtiyacı için acil gündeme alınması
gereken çözüm yoludur. Bu çerçeveye, iletim ve dağıtım hatlarındaki kayıp
enerjinin azaltılmasına yönelik çalışmalar da eklenmelidir.
Değerli
arkadaşlar, Türkiye toprakları üzerinden enerji ithalatı anlamına
gelen Rusya Federasyonu ile yapılan Nükleer Güç Santrali Anlaşması’nın
onaylanması hiçbir şekilde kamu yararı içermemektedir. Ayrıca, yerli
yenilenebilir enerji kaynakları üzerinden bir enerji stratejisi geliştirmenin
de önüne geçilmektedir.
Özce anlattığımız
nedenlerden ötürü bu yasaya karşı olduğumuzu belirtiyor, Genel Kurulu bir kez
daha saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Madde üzerinde şahsı adına söz isteyen Şerafettin Halis, Tunceli
Milletvekili. (BDP sıralarından alkışlar)
ŞERAFETTİN HALİS
(Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de sizleri saygıyla
selamlıyorum.
Biraz önce Hükûmet partisinden nükleer enerjiyi savunan konuşmacının
Çevre Komisyonu Başkanı olduğunu öğrendik. Tabii esasında şaşırılması gereken
bir durum ama ben şaşırmadım. Bugüne kadar yaptıklarıyla alıştık, ciğeri
kediye, kuzuyu kurda teslim etme konusunda çok mahir politikalar geliştirdiler.
Çok daha ötesi, akçeli işlerde sicili en bozuk kişiyi hazineden sorumlu vezir
yaptılar ve hazinenin kilidini verdiler, anahtarını verdiler kendilerine.
Tabii, durum böyle olunca da bugün dünyada tehlike ve risk potansiyeli taşıyan
böyle bir enerjiye, dünyada gelişmiş ülkelerin günden güne vazgeçtiği böyle bir
enerjiye Türkiye’de ihtiyaç olduğunu sunarak böyle bir enerjiyi, nükleer
santralleri ülkeye taşımak bu ülkeye bir felaketi taşımaktan başka bir anlam
ifade etmez diye düşünüyorum.
Her ne kadar
nükleer enerji atom bombası yapmak için başlatılmışsa da esasında 1970’li
yıllarda petrol darboğazından dolayı bu enerjiye ihtiyaç duyulmuş ama akabinde
tek tek ülkeler bu enerji biçiminden vazgeçmiş.
Tabii, bugün, gelişmiş ülkeler bu nükleer enerji üretiminden vazgeçerken de
geri kalmış ülkelere kendi teknolojilerini satıyorlar ve kendi teknolojilerini
satarlarken de bilim adamı, bilim insanı adına insan eksenli değil, kapital
eksenli bakan bazı akademisyenleri de kendi politikalarının hizmetine
alıyorlar.
Tabii, burada
“nükleer enerji” derken Çernobil’i her şeyden önce hatırlamak gerekiyor. Her ne
kadar benden önce konuşan partili arkadaşım Çernobil’in ne olduğunu anlattıysa
da ben önemine binaen burada bir daha tekrarlamak istiyorum.
1986 yılında
Çernobil faciası patladığından dört gün sonra dünya olayı duydu. Akabinde 125
bin insan öldü, 9 milyon insan etkilendi ama o gün de yine Hükûmetin
sorumsuzluğu vardı. Hükûmetin Sanayi Bakanı,
Karadeniz baştan başa etkilenmiş olmasına rağmen,
televizyonlar karşısında “Radyasyon bize bir şey yapmaz, radyasyon bu ülkeyi
etkilemez.” diye çay yudumlamıştı ve bugün de aynı duyarsızlık var ve yine bu
ülkede koli basili taşıyan sular kullanılmaması dahi rapor edilmişken bir
belediye başkanı yine bardak bardak musluk suyu
olduğunu iddia ettiği bir su içiyordu ama aynı belediye başkanı -ne büyük
mahremiyetse- gazetecilerin bütün ısrarına rağmen kendi buzdolabının kapısını
bir türlü açmamıştı.
Şimdi Avrupa’ya
bakıyoruz. Avrupa’da en iyimser rakamlarla nükleer santrallerin yüzde 16 risk
taşıdığı söyleniyor, en sofistike teknolojilerde bile
risk oranı bunun altına düşmez diye görüşler bildiriliyor. Şimdi, böyle olunca
Türkiye’de Rusya’nın yapacağı bir nükleer santralin bir Çernobil’e yol
açmamasını bize kim söyleyebilir? İşte Avrupa Parlamentosunda Almanya kırk
yıllık, altmış yıllık politikaları dâhilinde, programları dâhilinde çalışıyor
ve “2050 yılında Almanya’da yenilenebilir enerjiye geçmek zorundayız.” diyor ve
2050 yılında mutlaka yenilenebilir enerjiye geçeceklerini programlamışlar.
Türkiye’ye
bakıyoruz, Türkiye bir güneş cenneti, Türkiye bir rüzgâr cenneti, sonsuza kadar
kullanılması mümkün. Bugün kaynağı tükenen enerjilere baktığımızda nükleer
enerjinin kaynağı olan uranyum da bir gün tükenecek çünkü doğada en az bulunan
maddelerden biri. Şimdi, kaynağı tükenen, bu kadar risk teşkil eden bir enerji
üretimi noktasında bu kadar ısrarlı olmanın nedenini ben doğrusu anlamış
değilim. Gelişen teknolojiler yenilenebilir enerjilerin artık daha ucuz
maliyetini sağlama noktasında olanak sunuyorken böyle bir ısrarda hâlâ bulunmak
çok doğru değil diye düşünüyorum.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun.
ŞERAFETTİN HALİS
(Devamla) – Kaldı ki nükleer santrallere elli yıllık bir ömür biçiliyor ve sonuçta,
kalan atıkların, radyasyon taşıyan atıkların iyi muhafaza edilmesi, korunması,
büyük külfetlere, büyük maliyetlere yol açıyor. Yani burada maliyeti, getirisi götürüsünden çok daha az olan, külfetli bir iş yapılmış
oluyor ve dünya içinde binlerce yıl, yüz binlerce yıl bela olabilecek bir
tehlikeyi bağrında barındıran bir dünya bırakıyor.
Ben nükleer
enerjiye karşı olma umudunu taşıyorum ve bu umudumu yaşatmaya devam etmeye
çalışıyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum tekrardan. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Şahsı adına söz isteyen Şaban Dişli, Sakarya Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ŞABAN DİŞLİ
(Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 538 sıra sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında Türkiye
Cumhuriyetinde Akkuyu Sahasında Bir Nükleer Güç
Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi
üzerine şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, konuyla ilgili daha önceki konuşmaları mümkün olduğunca
tekrarlamadan bazı tespitlerde bulunmak istiyorum. Öncelikle, Türkiye olarak bu
nükleer teknolojinin Türkiye’ye gelmesine uzun süredir gayret gösteriyoruz.
Yine, ülkemizin enerji arz güvenliği uzun yıllardır siyaset, akademi ve iş
dünyasında tartışılmaktadır. Enerji fiyatlarındaki artış, talepteki artış,
mevcut enerji üretimimizde doğal gaz bağımlılığı gibi sorunlar tüm dünyada
olduğu gibi Türkiye’de de enerji güvenliği konusunda kaygılarımızı artırmış ve
bizleri yeni arayışlara yönlendirmiştir. EPDK’ya göre
enerji fiyatları artışını hepimiz biliyoruz. Enerji talebindeki artış EPDK’ya göre 2000-2007 yılları arasına baktığımızda, bizi,
dünyada en hızlı talep artışı yaşanan Çin’den sonra ikinci ülke konumuna
getirmiştir. Elektrik kurulu gücümüze baktığımız zaman da mevcut kurulu
gücümüzün yüzde 32,4’ü doğal gaz, yüzde 32,5’i hidroelektrik, yüzde 18’i linyit
ve geri kalan yüzde 17 petrol türevi, fuel-oil, ithal kömür, rüzgâr gibi değişik enerji kaynaklarından
oluşmaktadır. Bu kapsamda, 18 Mayıs 2009 tarihli Yüksek Planlama Kurulu
kararında Elektrik Enerjisi Piyasası ve Arz Güvenliği Stratejisi Belgesi’nde
nükleer güç santrallerinin elektrik üretimi içerisindeki payının 2020 yılına
kadar en az yüzde 5 seviyesine ulaşması ve uzun dönemde daha da arttırılması
öngörülmüştür. Çünkü ülkemizin elektrik üretim kapasitesi projeksiyonuna
baktığımızda, talep ve arz gelişimi 2009-2018 yılları göz önüne alındığında,
2015’ten itibaren Türkiye’nin enerji darboğazına gireceği öngörülmektedir.
Dünyada nükleer
enerji teknolojisine sahip ve bu teknolojiyi ihraç edebilen az sayıda ülke
bulunmaktadır: Amerika, Fransa, Rusya, Kanada, Japonya, Güney Kore gibi. Rusya
bu alanda önemli üretici ve işleticiler arasındadır. Rusya nükleer teknolojisi
şu anda 10 ülkede 72 adet santralde kullanılmakta veya yeni santral inşasında
kullanılacaktır. Bildiğimiz gibi, dünyadaki tüm üreticiler davet edilmek
suretiyle başlatılan ihale sürecine sadece Rusya Federasyonu’na ait şirket
teklif vermiş, daha sonra ihale iptal edilence Rusya Federasyonu ile ikili
görüşmeler sonucu hükûmetler arası anlaşma
imzalanmasına karar verilmiştir.
Türkiye ile Rusya
Federasyonu arasındaki ilişkiler ve iş birliği 1990’lı yıllardan itibaren
önemli gelişmeler kaydetmiş, 2004 yılı Aralık ayında Türkiye Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanı ve Rusya Federasyonu Devlet Başkanı tarafından imzalanan ortak deklarasyonda belirlenen çok boyutlu güçlendirilmiş ortaklık
hedefi temelinde geliştirilmektedir. Ayrıca bu deklarasyonda
ilişkilerin yeni bir aşamaya doğru ilerlemesi ve dostluğun ve çok boyutlu
ortaklığın daha da derinleştirilmesi hususunda mutabakata varılmıştır.
Dış Ticaret
Müsteşarlığımızın son verilerine göre, Rusya’daki yatırımlar, Türk yatırımları
5,6 milyar doları, müteahhitlik projeleri ise 29
milyar doları aşmıştır.
Yine Dış Ticaret
Müsteşarlığının son verilerine göre, Rusya’ya ihracatımız 6,5 milyar doları,
Rusya’dan ithalatımız ise yaklaşık 32 milyar doları bulmaktadır. Rusya
Federasyonu yetkilileriyle ikili ilişkiler çerçevesinde yapılan son
görüşmelerde 100 milyar dolar ticaret hacmi hedeflenmiştir.
Sonuç olarak
Türkiye’de elektrik üretimi amacıyla kurulması tasarlanan nükleer santrallerle
ilgili ilk etütler 1967-1970 yılları arasında yapılmış, bu tarihten itibaren,
daha önce de söylendiği gibi, nükleer santral tesisine ilişkin çeşitli
yöntemler denenmiş ancak muvaffak olunamamıştır. Yarışma sürecinin iptali
akabinde, Rusya Federasyonuyla devam eden ilişkiler sonucunda nükleer anlaşma
iki ülke arasında imzalanmıştır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Sözlerinizi tamamlayınız lütfen.
ŞABAN DİŞLİ
(Devamla) – Teşekkür ederim Başkanım.
Dünyada nükleer
enerji teknolojisine sahip az sayıda ülke bulunduğunu söylemiştim. Rusya
Federasyonu, bu alanda önde gelen üretici ve işleticiler arasındadır, elektrik
üretimi tecrübesinde önemli bir pay sahibidir. Dünyadaki tüm tedarikçilere açık
olarak yapılan son yarışma sürecinde de tek teklifi veren Rusya Federasyonuna
ait şirket olmuştur.
Bu çerçevede bu
anlaşmanın ülkemize hayırlar getirmesini diliyor, bu duygu ve düşüncelerle yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Madde üzerinde on
dakika süreyle soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Beş dakika soru
sorma süresidir.
Sayın Köse, Sayın
Yıldız, Sayın Tütüncü, Sayın Ağyüz, Sayın Işık, Sayın
Yaman, Sayın Paksoy, Sayın Özbolat,
Sayın Akcan ve Sayın Şandır sisteme girmişlerdir.
Sayın Köse,
buyurun.
ŞEVKET KÖSE
(Adıyaman) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakanım,
kamuoyunun tüm tepkilerine rağmen yaptırmayı planladığınız nükleer santrallerin
işletilmesiyle ortaya çıkacak nükleer atıkların bertarafına
ve bu atıkların depolanmasına ilişkin planlamalar yapılmış mıdır? Ayrıca hangi
yöntemlerin uygulanması öngörülmektedir?
Sayın Bakanım,
ikinci olarak, size basit bir soru sormak istiyorum: Aynı santral için aynı
şirket, Türk tarafının hiçbir mali katkısı olmamasına karşın, ne olmuştur da
önce 21,16 sent/kilovatsaat, daha sonra 15,45 sent/kilovatsaat ve nihayet 12,35 sent/kilovatsaatlik
bir teklif vermiştir? Nedenini açıklar mısınız?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Yıldız…
HÜSEYİN YILDIZ
(Antalya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, Akkuyu’da yapılacak olan 4.800 megavat nükleer enerji
santralinin dünyadaki benzerlerinin maliyeti ne kadardır? Ülkemize kaça mal
olacaktır?
Kurulacak
santralden alınacak enerjinin kilovatsaati kaç sent
olacaktır? Avrupa’daki nükleer enerji santralleri enerjinin kilovatsaatini
kaça satmaktadır?
Mevzubahis
şirket, gelişmiş Avrupa ülkelerinde nükleer enerji santrali yapmış mıdır?
Nükleer enerji
santrali yapım ihalesine sizce niçin fazla katılım olmamıştır? Firmalar
Türkiye’deki nükleer enerji yapımı için neleri eksik bulmuştur da katılım az
olmuştur?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Tütüncü…
ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ)
– Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakanımız, Hükûmetiniz 2007 yılında nükleer santrallerle ilgili bir
yasa çıkardı, sanırım 5710 sayılı Yasa. Bu Yasa’ya göre, seçilecek, kurulması
düşünülen nükleer santral tipinin önce, kuracak şirketin ait olduğu ülkede
kurulması şartı ve en az beş yıl orada kullanılmış olması şartı getirildi.
Şimdi, bu anlaşmayla Türkiye’de kurulacak, seçilen santral tipi Rusya’da
kurulmuş mudur? Rusya’yı geçtik, herhangi bir ülkede kurulmuş mudur?
İkinci sorum da:
Proje şirketi, nükleer santralin söküm ve atık yönetiminden sorumlu
tutulmuştur…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Ağyüz…
YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) – Teşekkür ederim.
Nükleer santral
ihalesini daha önce süre uzatarak sürüncemede bıraktınız, sonra yargı kararı
çıkınca yeniden ihale etme kararı verdiniz. Şimdi, bu ihale sözleşmesinde Danıştayda iptal edilen gerekçeler yerine getirilmiş midir,
onlara uygun mudur?
Bir de adı geçen
reaktörlerin kurulduğu -aktif olan, çalışır vaziyette- hiçbir ülke var mıdır?
Bir de yüzde 5
için bu kadar büyük erozyon, bu kadar büyük tahribat, turizm alanının
mahvolması, HES’ler gibi tahribat yapmak, değer mi?
Onu bilmek istiyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Işık…
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan,
Anlaşma’nın proje finansmanıyla ilgili 9’uncu maddesinde, Rus tarafının projede
kullanılmak üzere Rus menşeli malların, iş ve hizmetlerin alınması için
tercihli şartlarıyla finansman sağlayacağı hükmü yer almaktadır. Yani burada
Rus menşeli mallar, iş ve hizmetler öne çıkarıldığına göre, bu projede Türk
şirketlerinden herhangi bir mal ya da hizmet alımı olabilecek midir bu hükme
göre?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Yaman…
M. NURİ YAMAN
(Muş) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım,
Nükleer Karşıtı Platformun bu santralin yapılmaması için size sundukları 170
bin imzaya karşın -bugün de tekrarlandı- buna ilişkin ne tür bir işlem
yapacaksınız?
İkincisi: Akkuyu ve Sinop’taki bu iki nükleer santral dışında, bu
projeler dışında Türkiye’nin başka bir yerinde alternatif bir nükleer santral
yapmayı, daha doğrusu başka bir yere de bir nükleer bomba koymayı düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Yaman.
Sayın Bakan,
buyurun.
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar;
isterseniz, müsaade ederseniz sondan başlayayım.
Biz Türkiye’nin
hiçbir yerine nükleer bomba koymayı düşünmüyoruz. Öncelikle nükleer
santrallerin yapımıyla nükleer bombanın eş değer olmadığını bir kısım tezat
cümlelerin de ışığı altında aktarmak istiyorum.
Şimdi,
partilerimiz, temel enerji politikalarında nükleer güç santrallerine karşı
olmadıklarını söylediler ve ben bunun sevindirici bir gelişme olduğunu
söyledim. Ancak, şimdi usulü ister hükûmetler arası
anlaşma isterse ihale isterse yarışma süreci, hangisi olursa olsun sonuçta bir
yere nükleer santral yapılacaksa bunun adını bomba koymak herhâlde bu temel
politikayla çelişir diye düşünüyorum. Öncelikle bunun kendi içinde bir vuzuha
kavuşturulması, bir açıklığa kavuşturulması gerektiği kanaatindeyim. Partilerin
kendi içerisinde bunu tekrar bir değerlendirmesi lazımdır diye düşünüyorum.
Şimdi, değerli
arkadaşlar, bakın, birkaç tane konuyu art arda işlemek istiyorum. Bunlardan bir
tanesi biz kıyılarımızda nerede bir enerjiyle alakalı yatırım yapmak istiyoruz,
bununla alakalı bir itiraz yükselmeye başladı. Bunların bir kısmının gerekçesi haklı
olabilir ama tamamının haklı olmadığını peşinen söyleyebilirim. Sebebi:
Türkiye’nin üç tarafı denizlerle çevrili diye her zaman övünürüz,
Bugün turizm
diyorsunuz -biraz sonra örneğini vereceğim- dünyada en fazla turist alan şehir
Paris ve Londra olarak belirlenmiş durumda turizm şirketleri tarafından.
Bunun dünyada
dört tane büyük örneği vardır turizm merkezlerinin yanında,
Şimdi, değerli
arkadaşlar, bilgi kirliliğine ihtiyaç hissetmeksizin de bu meseleleri
açıklayabiliriz, vatandaşlarımıza bunlarla alakalı doğru bilgiler verebiliriz.
Nükleer güç santrallerini yapmak yalnızca enerji üretimi yapmak anlamına
gelmez. Bakın, bugün bir şehirde bir traktör fabrikası kuruluyor, bir araçla
alakalı fabrika kuruluyor, gittim, sordum, kaç tane parçadan oluşuyor diye, en
gelişmiş araba, cıvataları, perçinleri dâhil 10.200 parçadan oluşuyor, nükleer
güç santralleri 515 bin parçadan oluşuyor. Bir şehirde kurulan traktör
fabrikasının 215 tane sanayi kuruluşunu tetiklediğini ve tahrik ettiğini
bilmemiz lazım. Bugün nükleer güç santralleriyle alakalı ne kadar yerlidir
derseniz, şu kadar yerlidir, ben ezbere bir şey söyleyeyim, ne kadar yapabiliyorsak
o kadar yerlidir. Bugün 550 tonluk tek parça malzemeden, tek parça dökümden
yapılan türbin jeneratör vardır, bunu 56’lık nervürlü malzemeden betonun
içerisine konulan demir donatı vardır. Güney Kore 1973 yılında buna
başladığında, iğneden ipliğe, perçinden cıvataya varıncaya kadar hepsini ithal
olarak aldı. 2 bin tane elemanını yurt dışına gönderdi, iki yıllığına gönderdi,
iki yıl sonra 2 bin elemanını tekrar geri çekti.
NECATİ ÖZENSOY
(Bursa) – Biz kaç kişi göndereceğiz?
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Bunları da anlatacağım.
Yani nükleer güç
santralleriyle alakalı konuşabilecek, muhatap olabilecek, o bilgilerin üzerine
bilgi oturtabilecek 2 bin kişi yetiştirdiler.
Ben, bununla
alakalı özellikle Hacettepe mezunlarından oluşan nükleer fizikçilerimizin bir
derneği var, o derneğin yöneticilerini toplantıya çağırdım, “Arkadaşlar, kaç
tane üyeniz var?” dedim, “250 tane üyemiz var.” dediler, “250 tane de üye
olmayan arkadaşımız var.” dediler. “Bu arkadaşlar ne yapıyorlar şu anda?”
dedim, bir kısmı, yalnızca meslekleriyle alakalı olanlar…
BAŞKAN – Sayın
Bakan, süreniz tamamlanmıştır, sözlerinizi toparlayınız.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Bilgi versin Sayın Başkan.
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Sayın Başkanım, bu konuda eğer biraz
müsamaha gösterirseniz birkaç şey anlatacağım.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Başkanım…
BAŞKAN – Buyurun.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) - Ama bunun bir usulü var. Bu konuda kürsüden bilgi versin efendim.
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Hay hay.
Geçeyim oraya.
BAŞKAN – Ben
uyarmak zorundayım sayın milletvekilleri.
Buyurun Sayın
Bakan.
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Sayın Başkanım, müsaade ederseniz
kürsüye de geçebilirim.
BAŞKAN – Hayır,
buyurun, yerinizden konuşun.
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – 500’e yakın nükleer fizikçi ve
nükleer mühendisimiz var. Sırf bu dalla alakalı yetiştiren bir tane
üniversitemiz var, Hacettepe. İstanbul Teknik Üniversitesi ve ODTÜ yüksek
lisans programları ve doktora programları veriyor. Bütün hepsini topladığımızda
dahi kendi meslekleriyle uğraşabilen nükleer fizikçi ve nükleer mühendis
sayımız son derece az. Ama ben şuna inanıyorum: Bundan önceki ihale
denemelerinde, yarışma denemelerinde birçok beynimiz… Çok önemli beyinler şu
anda yurt dışında bulunuyorlar, Kanada’da, Avusturya’da, Avrupa’da, Amerika’da
birçok yerde bulunuyorlar.
Ben şuna
inanıyorum değerli arkadaşlar: Eğer biz bunu harekete geçirirsek şu anda sosyal
faydasını, sosyal katkısını hesap etmediğimiz, açıkça söylüyorum, bunu fiyata
tahvil edemediğimiz birçok faydayı teknoloji atlayarak yaşayacağız.
Güney Kore
hikâyesine kısaca devam edeyim.
Güney Kore, 1973
yılında aldığı iğneden ipliğine kadar bütün nükleer güç santralleriyle alakalı
parçalarının şu anda yüzde yüzünü kendisinin yaptığı bir bölüme geçti ve sekiz
tane inşaatını devam ettirdiği nükleer güç santrali var.
Değerli
arkadaşlar, Türkiye'nin bütün zenginliği, arazisiyle, kıyısıyla, turizmiyle,
enerji kaynaklarıyla, hepsi bizim. Burada herhangi bir kıskançlığa, herhangi
bir kaygıya girmemize gerek yok. Nükleer güç santralleriyle alakalı… Nükleer
santralin oturduğu yer 10 dönüm, biliyor musunuz arkadaşlar? 10 dönüm, 10
dönüm.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Kapattığınız yer dört tane koy.
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Sayın Başkanım, bütün çevresiyle
beraber bizim Akkuyu’da 40 dönümden bahsediyoruz.
Bakın, ben bir
şey söyleyeceğim.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Bakanım…
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Müsaadenizle bir şey söyleyeceğim.
Değerli
arkadaşlar…
KADİR URAL
(Mersin) – Sayın Bakanım, siz bilmiyorsunuz o zaman orayı.
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Kusura bakmayın, bütün ayrıntılarıyla
biliyorum.
KADİR URAL
(Mersin) – Beraber gidelim Sayın Bakanım oraya.
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Bütün ayrıntılarıyla biliyorum.
Değerli
arkadaşlar, bakın bir şey anlatacağım.
8.500
kilometrelik kıyıda bir türlü …
KADİR URAL
(Mersin) – Gidelim beraber oraya o zaman Sayın Bakanım.
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Hep beraber gideceğiz tabii ki.
8.500
kilometrelik kıyıda Türkiye, enerji kaynaklarıyla alakalı ithal kömürde, yerli
kömürde, Akçakoca’da, Sinop’ta, Karadeniz’de bir türlü yer bulamamaktadır.
Değerli
arkadaşlar, bu doğru bir şey mi? Bakın, yerli kaynakları harekete geçireceğiz
diye her birimizin ortak fikri var ve bu doğru bir fikir, iktidarıyla
muhalefetiyle hepimiz destekliyoruz. Bırakın da kardeşim, orada 5 kilometrelik
yerde rahat çalışsın adam.
BAŞKAN – Sayın
Bakan, lütfen toparlayınız.
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Sayın Başkanım…
BAŞKAN – Diğer
maddelerde söz isteme hakkınız var efendim.
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Hoşgörünüze teşekkür ediyorum.
Yalnız, nükleerin geneliyle alakalı konuda daha geniş bilgi verebileceğim bir
süre bulursak müteşekkir olurum efendim.
BAŞKAN – Tamam,
teşekkür ederim.
KADİR URAL
(Mersin) – Sayın Bakanım, oranın Belediye Başkanı şu an telefonda “Sayın Bakan
bilmiyor.” diyor. Sayın Bakanım, Belediye Başkanı telefonda “Yanlış bilgi
veriliyor Sayın Bakana.” diyor. “Sayın Bakana yanlış bilgi veriliyor.” diyor.
Beraber gidelim Sayın Bakan…
BAŞKAN –
Soru-cevap işlemi tamamlanmıştır.
Sayın
milletvekilleri, 1’inci madde üzerinde aynı mahiyette 3 önerge vardır;
önergeleri birlikte işleme alacağım ve istemleri hâlinde önerge sahiplerine
ayrı ayrı söz vereceğim.
İlk önergeyi ve
aynı mahiyetteki diğer önergelerin imza sahiplerini okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
538 Sıra Sayılı Kanun Tasarısının 1 inci maddesinin tasarı metninden
çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.
|
Pervin Buldan |
Akın Birdal |
M. Nezir Karabaş |
|
Iğdır |
Diyarbakır |
Bitlis |
|
Hamit Geylani |
Hasip Kaplan |
Şerafettin Halis |
|
Hakkâri |
Şırnak |
Tunceli |
İkinci önergedeki imza sahipleri: |
|
|
|
|
Mehmet Ali Susam |
Şevket Köse |
Ali Koçal |
|
İzmir |
Adıyaman |
Zonguldak |
|
Suat Binici |
Hüsnü Çöllü |
|
|
Samsun |
Antalya |
|
Üçüncü önergedeki imza sahipleri:
|
Prof. Dr. Alim Işık |
Yılmaz Tankut |
Necati Özensoy |
|
Kütahya |
Adana |
Bursa |
|
Kadir Ural |
Behiç Çelik |
Akif Akkuş |
|
Mersin |
Mersin |
Mersin |
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
DIŞİŞLERİ
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ABDULLAH ÇALIŞKAN (Kırşehir) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Evet,
önerge üzerinde söz isteyen?..
Mehmet Ali Susam İzmir Milletvekili.
Buyurun Sayın
Susam.
MEHMET ALİ SUSAM
(İzmir) – Sayın Bakan, değerli milletvekilleri, beş dakikalık, önerge üzerine
konuşmada çok fazla şeye değinme fırsatımız yok. Ancak, bu kanun, gerçekten,
Enerji Komisyonundan pas geçilerek Dışişleri Komisyonunda uluslararası anlaşma
çerçevesi içerisinde önünüze getirildi. Bu anlamıyla ciddi bir eleştiriye tabi
tutmak hakkımızdır.
Değerli arkadaşlar, Türkiye’de -az önce konuşuldu- burada grubu
bulunan partilerden çoğunluğu nükleere karşı değil ama bunu şöyle
değerlendirmemek lazım: “Öncelikle Türkiye iyi bir enerji politikasına sahip ve
Türkiye’de sekiz yıldır ülkeyi yöneten AKP İktidarı enerjide Türkiye'nin var
olan kaynaklarını doğru kullandı, elektrik iletim kanallarındaki kayıp ve
kaçağı önledi, Türkiye’de acilen nükleer enerjiye ihtiyaç doğdu, bunu da bir
Rus firmasına yaptırması gerekiyor, hemen yaptırsın.” Böyle bir durum yok. Öncelikle, bir yanlışın altını çizelim.
Türkiye’de,
bakın, arkadaşlar, 10 bin megavat rüzgâr enerjisi kaynağı var, bin megavatlık
yatırım yaptınız; jeotermalin yüzde 4’ü kullanılıyor; hidrolik kaynakların
yüzde 30’u kullanılıyor ve Türkiye, devlet olarak bu kendi kaynaklarına yatırım
yapmıyor. Bu yatırımı yapmayan…
ERTEKİN ÇOLAK
(Artvin) – Karşı çıkıyorsunuz…
MEHMET ALİ SUSAM
(Devamla) - Hiç kimse karşı çıkmıyor.
Siz yatırım yapmıyorsunuz, kaçıyorsunuz nükleer enerjiye. Bu nükleerle elde
edeceğiniz toplam enerji miktarı, kayıp kaçakta yüzde 3 kazanç sağlayın, onu karşılayacak.
Bunu yapmak için de yatırım yapmaya, teknoloji geliştirmeye, enerjide
verimliliği sağlamaya ve teknolojik kullanımla enerji kullanımında tasarruf
yapmaya yeter.
Biz bu yasaya
niye karşıyız? Zamanım az olduğu için size okuyacağım. Bakın, arkadaşlar, 2007
yılında buraya nükleer enerjiyle ilgili nükleer güç santrallerinin kurulmasına
ilişkin bir kanun getirdiğinizde, size “Nükleer santral kurulma kanunu
getirmeyin, nükleer kanunu getirin, altyapısını sağlayın. Bu kanunla ilgili
altyapıyı sağlayıp bunun koşullarını getirdikten sonra, nükleer santrali de bu
ülkeye yapabiliriz.” dedik.
Niye karşı
olduğumuzu söyleyeyim: Nükleer santral yasası ve ikinci mevzuat yeterli teknik
hazırlığı yapılmadan bu yasa gündeme getirilmiştir; bir.
İki; Türkiye’de
nükleer santral yasası vardır 2007’de çıkardığımız, ama nükleer enerji yasası
yoktur. Ne demek nükleer enerji yasası olmaması? Nükleer santrale sahip olan
ülkelerde kamu kurumları tarafından yapılan ve işletilen nükleer santraller
için ciltler dolusu kural vardır, lisanslama ölçütleri vardır, işletici
kurumlarda bağımsız dış denetim mekanizmaları vardır, bir nükleer kazada neler
olacağı belirlenmiştir, insanlar eğitilmiştir, radyasyona karşı eğitimler
alınmıştır. Türkiye’de bunların hiçbiri yapılmadan “Ben illa ki Mersin Akkuyu’da bir nükleer santral yapacağım.”
Ne kadar tasarruf
yapacaksın, ne kadar enerji yapacaksın? Yapacağın şey, Türkiye’de kurulu güç
santralleri içerisinde, Akkuyu’daki santral sonucunda
4.800 megavat enerji elde edeceksin. Peki, Türkiye’deki hidrolik ve kömür
kaynaklarını kullandığın zaman toplam ne kadar megavat elektrik elde ediyorsun?
48 bin megavat. Bunları kullanmış mısın? Hayır, kullanmamışsın. Az önce
söyledim işte, daha hidroliğin yüzde 30’unu kullanıyorsun.
Değerli
arkadaşlar, o zaman bu acelecilik niye? Verilmiş bir sözünüz, girilmiş bir
taahhüdünüz mü var? Yaptığınız anlaşma…
LÜTFİ ÇIRAKOĞLU
(Rize) – Millete verilmiş sözümüz var: Memleketi kalkındırmak.
MEHMET ALİ SUSAM
(Devamla) – Millete verilmiş sözünüz, Türkiye’yi elektriksiz bırakmamak,
Türkiye'nin kaynaklarını kullanmak, Türkiye'nin doğal, yenilenebilir
enerjisinin kanununu çıkarmak. Niye yenilenebilir enerji kanununu buraya
getirmiyorsunuz? Neden bundan kaçıyorsunuz? Bir yıl önce çıkardık bu kanunu.
(CHP sıralarından alkışlar)
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız Sayın Susam.
MEHMET ALİ SUSAM
(Devamla) – Bir yıl önce, Komisyonda, yenilenebilir enerjiyle ilgili olarak
gece gündüz çalıştık, kanunu hazırladık, bir yıldır tutuyorsunuz. Petrol
lobilerinin korkusundan bu yasayı buraya getirmediniz, nükleeri getirmeye
çalışıyorsunuz. Kalkmış, ondan sonra da laf atıyorsunuz.
Değerli arkadaşlar, onun için, burada çok açık söylüyorum, Sayın
Bakanı da uyarıyorum: Sayın Bakan, enerji politikalarında dikkatle Türkiye'nin
yenilenebilir enerjisine, Türkiye'de enerji kayıp ve kaçağına, Türkiye'nin
hidrolik kaynaklarına, rüzgâr enerjisine, jeotermal enerjisine sahip çıkan bir
enerji politikasıyla ve enerji çeşitlendirilmesinde nükleerin altyapısını
oluşturan bir nükleer yasası çıkardıktan sonra, Türkiye'de devletin denetiminde
bir nükleer politikasını ve yatırımını yapmaya özen göstermek zorundasınız. Yoksa Rusya’ya teslim edilmiş, Türkiye topraklarında yüzde 100
Rusya’nın kurduğu bir şirketle nükleer santral yapmak…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Susam.
MEHMET ALİ SUSAM
(Devamla) – Bitti mi efendim?
BAŞKAN - Bitti efendim, heyecanınızdan bilemediniz,
bitti.
MEHMET ALİ SUSAM
(Devamla) – Peki, çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.
Önerge üzerinde Milliyetçi Hareket Partisinden söz isteyen Akif
Akkuş, Mersin Milletvekili.
Buyurun. (MHP
sıralarından alkışlar)
AKİF AKKUŞ
(Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti
ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında Akkuyu
Sahasında Bir Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine İlişkin
Anlaşma’nın 1’inci maddesi üzerine verdiğimiz önergeyle ilgili olarak söz almış
bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, günümüz dünyası, gerçekten, enerjiye çok büyük bir ihtiyaç
içerisinde. Bir ülkenin gelişip kalkınabilmesi için, ileriye doğru adımlar
atabilmesi için sanayinin geliştirilmesi lazım. Bunun için de enerji gerekli ve
on sene önce Türkiye'nin tükettiği enerjiye baktığımız zaman, bugünkünün aşağı
yukarı üçte 1’i kadardı ama bugün 200 milyar kilovatsaate
yaklaşmış bulunmaktadır. Dolayısıyla gün geçtikçe ülkemizin enerjiye olan
ihtiyacı artmaktadır. Bu yüzden de 1970’li yılların başında dünyanın her
tarafında klasik enerji üretim santrallerinin yerine nükleer santraller
düşünülmüş ve bu bağlamda da Akkuyu’da bir yer
tahsisi yapılmış ve ihaleye çıkartıldı bu, proje ihalesine çıkartıldı.
Dolayısıyla bir kısım arkadaşlarımız oraya tayin edildiler mühendis olarak,
işletmeci olarak ve bunların bugün bir kısmı maalesef herhangi bir görev
üstlenmeden, herhangi bir görev yapmadan emekli oldular, gittiler. Dolayısıyla
bu birkaç defa ihaleye çıkartıldı ama ihaleler her seferinde feshedildi ve işte
bugüne kadar gelmiş bulunuyoruz.
Şunu demek istiyorum değerli arkadaşlar: Yani dün gerçekten
Türkiye'nin ihtiyacı olan elektriği nükleer santrallerden elde etmek önemli bir
olaydı, bugün de mutlaka önemlidir, Türkiye'nin ihtiyacı çok ancak biraz önce
konuşan arkadaşlarımız belirttiler, ülkemizde aşağı yukarı 160 milyar kilovatsaat hidroelektrik enerjisinden istifade ile
elektrik üretilmesi mümkün ama bugün bunun tamamı kullanılmış değil. Dolayısıyla biz bir taraftan bunları kullanırken, bir taraftan da
nükleer santraller de olsa kendi elemanlarımızla, kendi yetiştirdiğimiz
mühendislerimizle bu santralleri kurma aşamasına gelmeliyiz.
Ben, gerçekten,
1974 yılında, Akkuyu’ya santral kurulması için bazı
tartışmalara, konuşmalara da katıldım, burada taraftar olduğumu da belirttim
ama bugün bakıyorum ki bu taraftarlığımı önemli ölçüde değiştirdim. Niçin
değiştirdim? Çünkü Akkuyu, o zamanlar tenha bir
yerdi, nüfus bakımından gerçekten fazla nüfus bulunmamakta idi ama bugün
bakıyoruz, o günkü nüfus ile bugünkü nüfus arasında 7 kat fark var artış
tarzında.
Yine, o bölgede
tarım alanları çok fazla değildi. Bugün tarım alanları da yine 5-6 misli artmış
durumda. Yani orada Türkiye'nin ihtiyacı olan birtakım ürünler üretiliyor ve
Türkiye'nin her tarafına gönderiliyor.
Bunun yanında,
turizm açısından da birtakım gelişmelerin yaşandığını görüyoruz bu bölgemizde.
Dolayısıyla bütün bunları bir araya getirdiğimiz zaman, bu santralin burada
kurulmasının bugün için uygun olmadığı kanaatindeyim.
Tabii, ben,
teknik konular üzerinde fazla da durmak istemiyorum, arkadaşlarım belirttiler,
o teknik konular üzerinde durdular ve neler olduğundan bahsettiler.
Ancak, iktidar
milletvekillerinden bir arkadaşımız konuşurken dedi ki: “20 milyar dolar para
yatıracak Rusya. Elbette ki bunu, tabii, faizlendirdiğimiz zaman, bu… On beş
sene sonra yahut en erken on sene sonra elektrik satmaya başlayacak. Neticede,
o zamana kadar bu paranın değeri de artacak.” Ancak burada bir hesap…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun.
AKİF AKKUŞ
(Devamla) – Diyor ki: “4.800 megavat gücündeki bir kurulu gücün…” 8 bin
saat/yıl olarak düşünüyor ve 12,35 sentten sattığında on beş yıl boyunca, tam
tamına 71 milyar dolar kazanıyor. Tabii, bu süre zamanla uzatılacak, yani
hemen, “On beş sene doldu, sen çekil git.” denmeyeceği için uzatılacak. Bu
defa, altmış yıla kadar uzadığını düşünelim bu zamanın, 285 milyar doları Rusya
cebine koyacak, götürecek.
Değerli
arkadaşlar, bundan dolayı da bu 1’inci maddenin, yani santral kurulma
ilkelerini belirleyen 1’inci maddenin tamamen kaldırılmasını istiyoruz ve yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Aynı mahiyetteki
önergeler üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi…
M. NURİ YAMAN
(Muş) – Gerekçe okunsun Sayın Başkan.
BAŞKAN –
Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Söz konusu
anlaşma ile Rusya, Türkiye’de bedavaya verilen arazi üzerinde, 15 yıl boyunca
yüksek fiyatlı satış garantisiyle nükleer santral sahibi yapılmaktadır. Bu
anlaşmanın ülkemiz açısından ekonomik ve toplumsal anlamda hiçbir yararı
bulunmadığı, tersine milyarlarca dolarla ifade edilebilecek bir kamu zararı
oluşacağı görülmektedir. Bu anlamda verilen alım garantisi, nükleer santralden
öngörülen düzeyde elektrik üretilemezse Rusya’nın herhangi bir şekilde temin
edeceği elektriği de kapsamaktadır. Alım garantileri nedeniyle bugüne kadar
oluşan büyük kamu zararları biliniyorken, nükleer santralden üretilecek pahalı
enerjiye böyle kapsamlı bir garanti veren bir anlaşma yapılmamalıdır. Enerji
güvenliği açısından da ciddi tehdit oluşturan bu anlaşmaya göre nükleer
enerjinin sahibi olan Rusya, enerji kaynağını istediği yerden temin
edebilecektir. Bunun neticesinde ülkemizin Rusya’ya olan bağımlılığı daha da
yükselecek ve enerji alanında dışa bağımlılık oranımız yüzde 80’lere
çıkacaktır. Ayrıca nükleer enerji üretiminde ortaya çıkan atıkların depolanması
ve yok edilmesi konusu da ciddi bir sorun olarak karşımızda durmaktadır.
Ülkemizde yerli
enerji kaynaklarının tamamı kullanılmıyorken veya yenilenebilir enerji
kaynaklarının değerlendirilmesi konusunda yeterli adımlar atılmamışken, bu
anlaşmayla dışa bağımlı, pahalı ve riskli bir teknolojiyle enerji üretimini
kabul etmek mümkün değildir.
BAŞKAN – Aynı
mahiyetteki önergeleri oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
KADİR URAL
(Mersin) – Karar yeter sayısı istiyorum.
BAŞKAN –
Arayacağım.
Kabul etmeyenler…
Sayın
milletvekilleri, karar yeter sayısı vardır, önerge kabul edilmemiştir.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
Birleşime on beş
dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 23.25
YEDİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 23.44
BAŞKAN : Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Harun TÜFEKCİ (Konya)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 134’üncü Birleşiminin Yedinci
Oturumunu açıyorum.
538 sıra sayılı
Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
2’nci maddeyi
okutuyorum:
Madde 2- (1) Bu Kanun yayımı tarihinde
yürürlüğe girer.
BAŞKAN – Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz
isteyen Hüsnü Çöllü, Antalya Milletvekili.
Buyurun Sayın
Çöllü. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA
HÜSNÜ ÇÖLLÜ (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 538 sıra sayılı Akkuya’da Rusya tarafından nükleer santral kurulmasını
öngören uluslararası anlaşmayla ilgili tasarının 2’nci maddesi üzerine CHP
Grubu adına söz aldım, sizleri saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, enerjinin toplumsal ve ekonomik gelişmenin en önemli unsurlarından
biri olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Kalkınmanın temelinde enerji vardır. Peki,
Türkiye'nin ulusal çıkarlarını önceleyen sürdürülebilir bir enerji politikası
var mı, soruyorum sizlere. Var olduğunu söylemek mümkün değildir. Enerjiyle
ilgili birtakım ölçütler vardır; enerjinin yerli olması istenir, kaliteli
olması istenir, sürekli olması istenir, maliyeti düşük olmalı ve çevreye
duyarlı, yani yenilenebilir, sürdürülebilir olmalıdır. Bizim için bu ölçütlerin
ne kadarı geçerlidir? Enerjide yüzde 70’i aşan oranda dışa bağımlıyız. Kendi
kaynaklarımızı, kömürümüzü, suyumuzu, rüzgârımızı, güneşimizi
değerlendiremiyoruz. İthalata dayalı, pahalı, verimsiz bir enerji politikası
sürdürüyoruz. Kömürde almamız gereken daha çok yol var. Hidrolik kaynaklarda
yüzde 30’lardayız, rüzgârda, güneşte, jeotermalde ve diğer yenilenebilir
kaynaklarda ise yüzde 1’ler düzeyindeyiz.
AKP sekiz yıldır
iktidardadır. Bu sekiz yılda bu yapıda bir değişiklik olmuş mudur? Ülke adına
olumlu bir gelişme sağlanabilmiş midir? Bunlara “evet” demek mümkün değildir.
Sekiz yılın sonunda, geldiğimiz nokta şudur değerli arkadaşlar: Dışa bağımlılık
azaltılamamıştır. Arz güvenliği sağlanamamıştır. Fiyat istikrarı
sağlanamamıştır. Ne sanayicimize ne çiftçimize ne de vatandaşlarımıza düşük
maliyetli elektrik verilememiştir. O zaman bu tablonun anlamı nedir? Ya
uyguladığınız politikalar yanlıştır ya da yönetim anlayışınız yanlıştır, bana
sorarsanız ikisi de yanlış.
Değerli
milletvekilleri, yerli ve yenilenebilir kaynakları bir tarafa bıraktık, şimdi
apar topar, yangından mal kaçırır gibi, akla mantığa aykırı bir yöntemle
nükleer santral kurulması için önümüze bu tasarı getirildi, bunu anlamak mümkün
değil. İki yıl önceki nükleer macerayı bir hatırlayalım: Türkiye’nin önümüzdeki
yüz yılını, belki de daha uzun bir dönemini etkileyecek çok ciddi bir konu var
önümüzde ama bu sürecin gerektirdiği ciddiyeti ben AKP İktidarında göremiyorum.
Önce bir kanun çıkardınız. Bunun böyle olmayacağını, yanlış yapıldığını
söyledik, dinlemediniz. Cumhurbaşkanı birkaç maddeyi geri gönderince bu kez
bambaşka bir yasa yaptınız, o da yetmedi, bir ihale yapıldı. Tek teklifle ihale
sürdürülmeye çalışıldı. İhale Komisyonu “Olmaz.” dedi, sonra baskılar devreye
girdi, ihale bitmiş ama yeni bir teklif alındı. “Komisyonun fiyatı
değerlendirme yetkisi yok.” denildi. Elle tutulacak bir tarafı olmayan, hukuk
dışı bir süreç işledi. Ben şimdi Sayın Enerji Bakanına sormak istiyorum: İhale
Komisyonu üyeleri bugün yargılanıyor mu, yargılanmıyor mu? Yargılanıyorsa
suçları nedir? O suç gerçekten onların suçu mudur? Gerçek durumu biz biliyoruz.
Hep şikâyetçi olduğunuz Danıştay iptal kararıyla sizleri Yüce Divandan
kurtarmış olabilir ama her zaman böyle kolay kurtuluşlar da mümkün olmayabilir
değerli arkadaşlar.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; nükleer santraller alternatif kaynakların olmadığı bir
dönemin çözümüdür. Birçok ülke bunları kapatıyor çünkü gelişen teknolojiyle
birlikte artık yenilenebilir kaynaklar en önemli çözüm kaynakları durumuna
gelmiştir. Enerji verimliliği yeni bir kavramdır. “Temiz yakma teknolojileri”
diye bir kavram gelişmektedir. Türkiye kayıp-kaçak oranını OECD düzeyine
çektiğinde, enerjisini verimli kullandığında, kurulacak santralden daha
fazlasını sağlayabilecektir.
Gelelim tasarıya.
Bu tasarıyla ne öngörülüyor? Rusya Akkuyu’da nükleer
santral kuracak. Peki, böyle bir model, yani bir ülkenin başka bir ülkede
nükleer santral sahibi olduğu başka bir model var mı? Yok. Peki, kurulacak
teknoloji denenmiş bir model mi? Hayır, ilk kez Türkiye’de kurulacak. Peki,
ucuz mu? Maliyet 20 milyar dolar olarak açıklanıyor. Birim maliyet 4.166 dolar.
Peki, Rusya’nın kendi ülkesinde 2008-2009’da kurmaya başladığı santrallerde
maliyet ne? 2.100-2.400 dolar düzeyinde, yani yarı fiyata. Demek ki ucuz değil.
Peki, dışa bağımlılığı azaltıyor mu? Hayır, tamamen Rusya’ya bağımlı olacak, bu
şekilde Rusya’ya bağımlılığımız yüzde 80’lere çıkacak. Peki, serbest piyasa ve
rekabet koşullarına uygun mu? Bunun yanıtı da hayır.
Sayın Enerji
Bakanına soruyorum: Teknoloji ve maliyetle ilgili alternatif çalışmalar yapıldı
mı? Başka ülkelere soruldu mu? Bunun yanıtı da hayır. Uluslararası anlaşma
yoluna gittiniz. Peki, uluslararası anlaşmada Türkiye’nin çıkar ve hakları
güvence altına alınıyor mu? Olası kazalar ve zararlarla ilgili bir hüküm var
mı? Hayır, yok. Atıklar ne olacak? Bu da belli değil. Türkiye teknoloji sahibi
oluyor mu bu Anlaşma’yla? Türk mühendisi, Türk işçisi çalışacak mı? Hayır.
Rusya isterse şayet bunlar olacak.
Bunlar işin bir
tarafı. Diğer tarafında ne var? 20 milyar dolarlık yatırım. Garanti altında mı?
Yani Ruslar alım garantisi döneminde maliyeti karşılayamazsa satış fiyatını
artıracak mı? Evet, artıracak. Alım garantisi döneminde 70 milyar dolar
düzeyinde bir satış olacak mı? Evet, olacak. Peki, altmış yıllık dönemde 280
milyar dolar Rusya’ya akacak mı, yani Rusya net 120 milyar dolarlık bir kâr
sağlayacak mı? Buna da evet.
Evetleri ve
hayırları dikkatinize sundum, değerlendirmesi Genel Kurulun ve sayın vatandaşlarımızın.
Değerli
milletvekilleri, bunları söylediğimiz için “CHP her şeye hayır diyor”
diyebilirsiniz ama bunları sadece ben ve Cumhuriyet Halk Partisi söylemiyor.
Bakın, nükleer enerjiyi savunan bir grup, İnternet’te bir sayfa hazırlamış:
“Dünyada nerede santral var? Kaçı çalışıyor, kaçı kapanmış? Nükleer neden
iyidir?” gibi, yani kendi düşünceleri doğrultusunda nükleeri savunuyorlar.
Nükleere “evet” diyorlar ama bu anlaşmaya “hayır” diyorlar. İlginizi çeksin
isterim, adresi veriyorum:”www.nukleer.web.tr”
adresine lütfen girin, “Sık sorulan sorular” bölümüne bakın, neden “hayır”
dediklerini bir inceleyin. “Kaygılıyız.” diyorlar. “İlk kez yapılacak bir model
olduğu için çıkacak sorunlarda her zaman Rusya’nın dediği olacak.” diyorlar.
“Yakıtta Rusya’daki TVEL Şirketinin dediği olacak.” diyorlar. “Akkuyu tamamen Rusların olacak, orada başka teknolojilerle
santral kurulması mümkün olmayacak.” diyorlar. Kısacası onlar da nükleere
“evet” ama bu tasarıya “hayır” diyorlar. Sadece biz sakınca görmüyoruz, biz yanlış
görmüyoruz, nükleerciler de “Bu işte yanlışlık var.” diyorlar değerli
arkadaşlar.
Peki, bu kadar
yanlış neden bu hızla yaşama geçirilmek isteniyor, ben bunu merak ediyorum.
Tasarı 29 Haziranda Meclise geliyor, on beş günde yasalaşacak. Nedir bu acele?
Ülkemizin enerji alanıyla ilgili, gelecek yüz yılımızın enerji alanına etki
edecek bir düzenleme Enerji Komisyonunda görüşülmüyor. O zaman Enerji Komisyonu
ne işe yarıyor? Sayın Komisyon Başkanımız buradaydı, ben ona soruyorum: Bizim
Komisyonumuz ne işe yarıyor? Bu yasayı görüşmeyecekse neyi görüşecek Enerji
Komisyonu? Bu acelenin gerekçesi nedir? Ben düşünüyorum, mantıklı ve makul bir
açıklama getiremiyorum değerli arkadaşlar. O zaman, ne gibi etkenler olabilir,
diye de düşünmeye başlıyorum.
Bilindiği üzere
-arkadaşlarımızın paylaşmadığı bir konuyu hatırlatmak istiyorum hepinize-
Adana’da bir rafineri kurulacak. Değerli arkadaşlar, lütfen, dikkatinizi
çekerim, kim kuracak bu rafineriyi? Başbakanın deyimiyle “Bizim Çalık” kuracak.
Çalık’a rafineri için 18 Mayısta yaklaşık 15 milyar TL’lik bir teşvik verildi
mi? Evet, verildi. Peki, bu rafineri Samsun-Ceyhan hattından gelecek petrolü mü
işleyecek? Evet. Peki, bu şirket, nükleer yakıt imalatı da yapacak mı? Bunun
yanıtı da evet. Şirketin sicil gazetesi ve iştigal konusu da
elimdeki notlarda. Nasıl yapacak?
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun.
HÜSNÜ ÇÖLLÜ
(Devamla) – Böyle bir teknolojiye sahip midir, böyle bir deneyimi var mıdır
bilmiyorum ama “nükleer yakıt imalatı” diye bir hüküm var. Burada üretilecek
nükleer yakıt ile Akkuyu’da kurulacak nükleer santral
arasında bir ilişki var mıdır?
Peki, Rusya’yla
nükleer anlaşma imzalanırken Samsun-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı Projesi
Anlaşması da imzalandı mı? Evet. Bu iki anlaşma neden birlikte imzalandı? Bunu
Rusya mı istedi, Türkiye mi istedi? İki anlaşma arasındaki bağ nedir?
Ben, bu soruları
Sayın Bakana sordum. Sayın Enerji Bakanı diyor ki: “Her ikisi de ülkemiz için
önemli. Birinin yapılması için diğerinin öne çıkarılması gibi bir durum söz
konusu değildir.” Böyle olmasına inanmak isterim ancak ben bu çakışmayı da dikkatlerinize
sunmak istedim. Bu konuda daha açıklayıcı bilgilere ihtiyaç olduğu açıktır.
Şeffaf, net bir açıklama yapılmadan bu soruları yok sayamayız.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye'nin kaynaklarını Rusya’ya akıtacak, dışa bağımlılığı
artıracak, sınanmamış, teknoloji transferi öngörmeyen, yerli ve yenilenebilir
kaynaklara yapılacak yatırımları tehdit edecek, enerji arz güvenliği için ciddi
riskler taşıyan, atık sorunu nedeniyle…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HÜSNÜ ÇÖLLÜ
(Devamla) – Bitiriyorum efendim, iki cümle…
…Türkiye’ye
katbekat fatura çıkabilecek hükümler öngören bu anlaşmaya, bu tasarıya
açıkladığım çekincelerim nedeniyle “hayır” diyor, Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
2’nci madde
üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Cemaleddin
Uslu, Edirne Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA
CEMALEDDİN USLU (Edirne) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte
olan 538 sıra sayılı Kanun Tasarısı hakkında söz aldım. Milliyetçi Hareket
Partisi Meclis Grubu ve şahsım adına sizleri saygılarımla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, bu tasarı 30/6/2010 tarihinde tali
olarak Enerji Komisyonuna, esas olarak da Dışişleri Komisyonuna havale edilmiştir.
Enerji Bakanı burada olduğuna göre ve tasarı esas olarak Enerji Bakanını
ilgilendirdiğine göre, neden Dışişleri Komisyonunda görüşüldüğü manidardır.
Değerli
milletvekilleri, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı verilerine göre, dünyada
elektrik enerjisi üretilen 438 adet mevcut, 54 adet inşaat hâlinde, 2’si
Türkiye’de olmak üzere 148 adet de planlanmış nükleer santral mevcuttur.
Dünyadaki nükleer santrallerin 370 gigavat üretim
kapasitesi için yılda yaklaşık 75 bin ton uranyum konsantresine
ihtiyaç duyulmaktadır.
Ülkemizde henüz
kurulu bir nükleer santral bulunmamaktadır. Geçmişte atılmış olan bazı adımlar
sonuçsuz kalmıştır. Nükleer santral kurulurken dışa bağımlı olmaktan
kaçınılmalıdır.
Yapılacak sözleşmelerde temel ilkeler şöyle sıralanabilir: Başlangıçta
yapılacak santrallerin inşasında Türk teknik elemanlarının yerini alması,
yapılacak santrallerin Türk mühendis ve teknisyenlerinin denetim ve kontrolünde
faaliyette bulunması, santrallerimizin yakıtını kendi kaynaklarımızdan üreterek
zenginleştirebileceğimiz teknolojinin ülkemizde kurulması -santral en yakın
teknolojiyle en doğru yerde kurulmalı- atık sorununun çözümlenmiş olması,
ülkemizin araştırmacılarının yapacakları nükleer araştırma ve çalışmalara engel
ve sınırlama getirilmemesi olmalıdır. Aksi takdirde,
nükleer teknolojide dışa bağımlı olmaktan kurtulmamız mümkün değildir.
Olayın diğer bir
boyutu da santral yapımında yer seçimi, proje yönetimi, mali yönetim, teknik
kontrol, işletme ve güvenlik altyapısı için kısır siyasi tercihler hiçbir zaman
gündeme gelmemelidir.
Devlet Planlama
Teşkilatı özel ihtisas komisyonu raporlarına göre, Türkiye’de nükleer
santrallerde yakıt olarak kullanılabilecek, Köprübaşı, Fakılı,
Küçükçavdar, Sorgun ve Demirtepe’de
9.129 ton uranyum rezervleri mevcuttur. Bu rezervler ve tenörleri
aranıp bulundukları yıllarda dünyaca kabul edilen ekonomik sınırlarda olmasına
karşın, bugün için bu sınırların altında kaldığı ifade edilmektedir. Ancak bir
ülke kendi nükleer yakıtını kendisi üretecekse maliyet unsurlarını da göz ardı
edebilmelidir.
Değerli
milletvekilleri, ülkenin kalkınması için dünyada gelişen teknolojilerin
karşısında durulması söz konusu değildir. Bu kapsamda, uygun şartlarda ülke
menfaatleri doğrultusunda kurulacak bir nükleer santrale kimsenin karşı çıkması
söz konusu olamaz. Ancak bu Hükûmetin Rusya’yla
yaptığı nükleer anlaşmaya karşı çıkmak da her vatansever Türk vatandaşının
boynunun borcudur.
Bu anlaşma metni
gündeme geldiğinde kamuoyu ile tam olarak paylaşılmamıştır. Anlaşma yeni yeni ortaya çıkmaktadır. Hükûmet
bu Anlaşma’yı âdeta yangından mal kaçırırcasına kamuoyunda saklamak
istemektedir.
Yapılacak anlaşma
çok ilginç hükümler içermektedir. Anlaşma’ya göre nükleer santral yüzde 100
hisseye sahip bir Rus şirketi tarafından kurulacaktır. Rus şirketi bir süre
sonra yüzde 51 hissesi kendisinde kalması koşuluyla isterse kalan yüzde 49
hissesini satabilecektir. Satın alacak şirket de büyük ihtimalle Hükûmete yakın bir Türk şirketi olacaktır. Çünkü bu
hisseleri satın alacak şirketler konusunda Türkiye’nin yani Hükûmetin
de onayı alınacaktır.
Bu santralde
ülkemiz insanının çalışabilmesi ya da istihdam sağlanabilmesiyle ilgili
bağlayıcı bir hüküm bulunmamasına karşın, nükleer santralde çalışacak Rus
vatandaşlarına her türlü kolaylık sağlanacağı Anlaşma’da yer almıştır. Nükleer
santralin kurulması için Rusya’dan işçiler gelecek, kurulacak nükleer santral
de Rus personel tarafından işletilecek.
Yine Türk tarafı,
Rus çalışanların ülkeye giriş-çıkışı, santral bölgesine yerleşimi, çalışanların
Türkiye’de edineceği taşınır ve taşınmaz mallarının yönetimi konusunda özel
kolaylıklar sağlayacaktır.
Türkiye, nükleer
santral kurulacak araziyi Rus şirketine bedelsiz olarak verecektir. Santralin
yardımcı tesislerinin ve üretilecek elektriğin sahibi Rus şirketi olacaktır.
Rusya projenin tek patronu durumunda olacaktır. Projedeki başarısızlık ve
gecikmeler ile ilgili, Anlaşma’da hiçbir yükümlülük ya da yaptırım yer
almamıştır. Nükleer santralde, elektrik satış anlaşmasında belirtilen miktardan
daha fazla üretim yapılırsa fazla üretilen miktarı da Türkiye satın alacaktır.
Şirket Türkiye’de oluşturulan elektrik piyasasında daha ucuza elektrik satın
alma olanağı bulursa üretim yapmak yerine elektrik alıp ülkemize
satabilecektir.
Rusya ülkemizde
dört üniteli nükleer santral kuracaktır. Kurulacak santralin üreteceği elektrik
enerjisine ilk iki ünitesi için yüzde 70, diğer iki ünitesi için yüzde 30’una
on beş yıl süreli alım garantisi verilmiştir. On beş yıldan sonra Rusya
kazancının yüzde 20’sini bize bırakacaktır. Daha doğru bir ifadeyle, alım
garantisi süresi sonunda Türkiye Cumhuriyeti devleti kâr ortağı hâline
getirilerek şirketin geleceği garanti altına alınmaktadır.
Rus şirketi,
Anlaşma’da, yapacağı yatırımın, alacağı kredilerin geri dönüşünü satış
fiyatlarını da belirleyerek garanti altına almıştır. Anlaşma’ya göre
Türkiye'nin nükleer santral üzerinde hiçbir hakkı bulunmayacaktır. Nükleer
yakıt temini konusunda Rusya’nın sahibi olduğu şirket yetkili olacaktır.
Peki, Türkiye Atom
Enerjisi Kurumu bu Anlaşma’nın neresinde olacaktır? Cevap: Hiçbir yerinde
olmayacaktır. Sonuç olarak, bu Anlaşma’da ülkemiz kendi topraklarımız üzerinde
figüranlık yapacak, kurulacak nükleer santrale uzaktan dürbünle bile
bakamayacak, baktırılmayacaktır.
Değerli
milletvekilleri, her santralde acil durumlar için eylem planları vardır. Böyle
bir santralde Çernobil gibi olası bir sızıntı karşısında çalışan yabancı
personelin alacağı önlemleri ve yapacakları işleri bile düşünmek insanın
tüylerini diken diken etmektedir.
Bu Anlaşma bir
nükleer tesis anlaşması değil, bir teslimiyet anlaşmasıdır. Osmanlı döneminde
Batılı devletlere verilen kapitülasyonlar bile bu Anlaşma’nın gölgesinde
kalmaktadır. Bu Anlaşma ile ülkemiz toprakları başkalarının tahakkümü altını
sokulmaktadır. Bu Anlaşma nasıl savunulabilir, bu Anlaşma’ya nasıl “evet”
denilebilir, biz anlamakta zorluk çekiyoruz.
Maden Tetkik ve
Arama Genel Müdürlüğünün ısrarları doğrultusunda Maden Kanunu’nda radyoaktif
mineralleri içeren ayrı bir ruhsat grubu oluşturulmuştu. Anlaşılıyor ki bu
Anlaşma’nın bir ucu da Maden Kanunu’na dayanıyor. Acaba bu ruhsat
gruplandırmasını birileri mi istedi? Bu Anlaşma’ya baktığımızda, bize uranyum
da lazım olmayacak, o zaman neden uranyum arayacağız? Bulduğu rezervleri
uluslararası tekellerin ellerine mi teslim edeceğiz?
Değerli
milletvekilleri, enerji sorunu ülkemizin gündeminden hiçbir zaman düşmemiş,
bundan sonra da düşmeyecektir. Bu sorunumuzu kısır bir çevre anlayışıyla,
ikincil enerji kaynaklarına dayalı olarak çözmek de olası değildir. Öncelikle
kömür ve hidrolik potansiyellerimizin kullanılması, nükleer santrallerde,
kurulacak enerjide arz çeşitliliğine gidilmelidir.
Enerji
gereksinimi ve çeşitliliği kadar, ülke savunması için de caydırıcı güç olarak
kullanılması açısından ülkemizin nükleer teknolojiye ihtiyacı vardır. Ülkemizde
kurulacak nükleer santral, çevre açısından bir tehlike oluşturmamalıdır. Önemli
olan doğru, ileri teknoloji seçimi ve sistemin uzman kişilerce yönetilmesidir
ama Hükûmetin yaptığı bu Anlaşma gibi değil. Görüyoruz
ki Rusya’yla yapılan Nükleer Anlaşma ülkemiz menfaatleriyle ilgili hiçbir hüküm
içermemektedir. Bu şartlarda ülkemizde nükleer enerji santrali kurulması ile
ülkemiz topraklarının yabancılara ipotek edilmesi arasında bir fark yoktur. Bu
noktada Hükûmete bir önerimiz olacak. Gelin, bu
sevdadan vazgeçin, bu şartlarda Rusya’ya ülkemiz topraklarında nükleer santral
kurduruncaya kadar Rusya’ya enerji hattı çekelim, bu hattın enterkonnekte
sisteme bağlantısını yapalım, Rusya da bu santrali kendi topraklarına yapsın,
bize de o santralden elektrik satsın, hiç değilse riski olmaz, en azından
ülkemiz insanları Çernobil gibi bir olayla karşı karşıya kalmaz.
Hepinizi,
özellikle de iktidar parti milletvekillerini düşünmeye davet ediyor, Genel
Kurulu saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Madde üzerinde
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz isteyen Nuri Yaman, Muş Milletvekili.
(BDP sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA
M. NURİ YAMAN (Muş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 538 sıra sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti arasında Akkuyu sahasında nükleer güç santralinin tesisine ilişkin
anlaşmanın onaylanmasının uygun bulunduğu hakkındaki kanunun 2’nci maddesiyle
ilgili olarak Barış ve Demokrasi Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Bu
nedenle, sizleri en içten duygularla selamlarım.
Bilindiği gibi,
Türkiye ile Rusya arasında 12 Mayıs 2010 tarihinde imzalanan Anlaşma’yla
Türkiye'nin ilk nükleer santralinin kurulması konusunda da bu suretle ilk adım
atılmış olacaktır. Bu kapsamda yapılmış olan 20 milyar dolarlık Anlaşma’da
Mersin’in Gülnar ilçesine bağlı Büyükeceli beldesi
yakınlarında 4.800 megavatlık kapasiteye sahip dört üniteden oluşan Akkuyu nükleer santrali kurulması amaçlanmaktadır.
Söz konusu bu
santralin inşası 1976 yılından beri sürekli olarak gündeme gelmiş, ancak çevre
örgütlerinin baskısıyla bugüne kadar gerçekleşmemiştir.
Nükleer
santrallerde atom çekirdekleri parçalanarak enerji sağlanmaktadır. Atomun
çıkardığı ısı enerjisi yüksektir, ama çıkardığı radyasyon ancak özel binalarda
veya kurşun mezarlarda saklanır ve uzun yıllar radyasyon yaymaya da devam
ederler.
Nükleer santrallerden
oluşabilecek radyoaktif etkiler iki farklı yolla çevreye ve insanlar dâhil tüm
canlılara ulaşmaktadır. Birinci yol, bacalardan çıkan emisyonların
atmosferde taşınımıyla yeryüzüne ve yer yüzeyindeki
canlılara ulaşması; ikinci yol, santralden çıkan sıvı ve katı atıkların
nehirler, göller veya denizlere ulaşmasıyla bu ortamlarda yaşayan canlıların ve
yer altı sularının bu atıklardan etkilenmesi yoludur.
Yeryüzünde
yaşayan insanların ve hayvanların doğal yaşamının sirkülasyonu
nedeniyle her iki yol ile nükleer santrallerden oluşabilecek
radyoaktivitelerden etkilenmesi mümkün olagelmektedir. Dolayısıyla
santrallerdeki ufak bir sızıntı milyonlarca canlının radyasyona maruz kalmasına
sebep olmaktadır. Örneğin, 1986 yılında Rusya’da Çernobil nükleer santralindeki
sızıntıdan dolayı 3 milyon insan radyasyona maruz kalmış ve olumsuz etkileri
Karadeniz kıyılarımıza kadar ulaşmıştır.
Nükleer
santrallerin kurulması diğer santrallerden daha pahalıdır. Üstelik otuz-kırk
yıl içinde yeniden sökülmesi gerekir. Oysa diğer tür santraller sürdürülebilir
enerji sağladıkları gibi, kurulmasından sonra düzenli bakımları sayesinde de
süreklilik kazanmaları mümkündür.
Yine, nükleer
santrallerin atıklarını yok edecek bir teknoloji henüz keşfedilmiş de değildir.
Nükleer santraller hem çalışmaları sırasında hem de sökülmelerinden sonra
yüzlerce yıl boyunca çevreleri için zararlı ve tehlikeli konumlarını da sürdüregelirler. Dolayısıyla daha atıklarının bile nasıl
bertaraf edileceği bilinmeyen ve Akkuyu’ya kurulmak
istenen nükleer santralin bölge insanına ve çevreye ihanetle aynı anlama
geleceğini herkes dile getirmektedir.
Gelişmiş ülkeler
bile nükleer santral kazalarını hâlâ önleyebilmiş değillerdir. Bırakın yirmi
altı yıl önce Çernobil kazasını, 2000’li yılların eşiğinde bile ABD ve Japonya
dâhil pek çok yerde önemli nükleer santral kazaları yaşanmıştır.
Bunların yanında,
santralin deprem riski taşımayan bir alanda inşa edilmesi önemli bir
zorunluluktur. Bilindiği gibi Türkiye, deprem kuşağı üzerinde bulunmaktadır.
Bunun yanı sıra, Akkuyu’yu depremsellik açısından
inceleyen yeni bir rapor da bugüne değin hazırlanmamıştır. Bu yerle ilgili saha
lisansı da otuz beş yıl önce verilmiş olan bir sahadır. Türkiye deprem haritası
ise yine bu yerle ilgili olarak otuz beş yılda birçok değişiklikler göstermiş
ve hâlen de bu değişiklikler devam etmektedir. Daha da ilginç olanı, Akkuyu’da kurulması planlanan santralin
Yine söz konusu
bölge Türkiye'nin önemli bir turizm alanıdır. Mersin’in Silifke ilçesinden
Antalya’nın Gazipaşa ilçesine kadar olan kıyı şeridi bu yatırımdan olumsuz bir
biçimde etkilenecek, yöre insanının en önemli geçim kaynağı bu şekilde
ellerinden de alınmış olacaktır. Bölge turizminin sekteye uğramasının yanında,
yine, tarım ve hayvancılık sektöründe de tam bir yıkım yaşanacak ve
nihayetinde, söz konusu yatırım, yörenin insansızlaştırılmasına da neden olacaktır.
Daha düne kadar Mersin’i turizm kenti ilan eden Hükûmet,
bugün, turizme en büyük darbeyi vuracak olan nükleer santrali yine Mersin’e
kurmak istemektedir. Bu nasıl bir turizmi geliştirme anlayışıdır ki bunda hâlen
ısrarla durulmakta ve bu konuyu anlamlaştırmak bir türlü mümkün olmamaktadır.
Değerli
arkadaşlar, bu santralle insanların üç önemli hakkı elinden alınmaktadır.
Bunlardan birincisi yaşama hakkıdır, ikincisi ticaret hakkı, üçüncüsü de çevre
hakkıdır. Bu temel hakları insanların elinden almak gerçekten bunlara büyük bir
darbe vurmak demektir.
Yine, Hükûmet, dünyada örneği olmayan bir ihaleyi de uluslararası
anlaşma kılıfına sokmak suretiyle birtakım şeyleri kamuoyunun gözünden
saklamaya çalışmaktadır. Güdülen amaç ise ihalenin bir bakıma yargı denetimi
dışına çıkarılması amacıdır. Çünkü uluslararası anlaşmaların yasal denetimi
mümkün değildir. AKP Hükûmeti, bu uygulamasıyla
dünyada örneği olmayan bir yetki tecavüzüne bu suretle imza atmış
bulunmaktadır. Bu işin bu şekilde yapılması hukuk devletinin bir anlamda hiçe
sayılması ve bunu önemsememek demektir. Bu durumda, anlaşmaya konu işlem
doğrudan doğruya yargıya götürülemeyecek ve bu suretle de yargıdan kaçırılmış
olunacaktır. Bu durumda, Anlaşma’nın Meclisteki oylanması sırasında yasalara
aykırı bir durum oluşursa, ancak o takdirde Anayasa Mahkemesine
gidilebilecektir. Anayasa Mahkemesi de bunu sadece usulden görüşebilecek,
Anlaşma’nın içeriğine giremeyecektir. Üstelik yapılan Anlaşma, pek çok açıdan
sorgulanmaya da muhtaç bir anlaşmadır. Öncelikle, ucuz enerji üretiminin söz
konusu olmadığı, bu Anlaşma’da açık ve net ortadadır.
Yine bu
Anlaşma’yla yurttaşların elektrik faturalarında artışa neden olacak bir yatırım
yapılmaktadır. Böylece yurttaşlar hem nükleer santral nedeniyle ciddi bir
riskle karşı karşıya bırakılmakta, bunun karşılığında ise ekonomik anlamda bir
faydadan söz etmek dahi mümkün olamayacaktır. Bütün bunların yanında yapılacak
nükleer santralde yetki ve kontrol tamamen karşı taraf olan Rusya’ya bırakılmış
bulunmaktadır.
AKP Hükûmeti, Rusya ile imzaladığı alım garantili Nükleer
Santral Anlaşması’yla yerli ve yenilenebilir kaynaklarını teşvik etmek yerine
Rusya’ya nükleer santral teşviki vermeyi tercih etmiş bulunmaktadır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız.
M. NURİ YAMAN
(Devamla) – Teşekkür ederim.
Oysaki hâlen Parlamentoda
bekleyen yenilenebilir enerji konusunda kanun teklifleri bulunmaktadır. Sormak
gerekir: Ülkemizde yenilenebilir enerji üretimine ilişkin bir sürü kapasite
varken bu konudaki ısrar acaba nedendir? Türkiye, güneş ve rüzgâr enerjisi
üretiminde çıkarılan haritalara göre oldukça zengin bir rezerve sahip
bulunmaktadır. Bu, tamamen siyasal bir tercih ise ve belli bir örtülü
ilişkilerin sonucu ise bunun bence açık ve net olarak da açıklanması gerekir
diyor, sözlerime son verirken yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
2’nci madde
üzerinde şahsı adına söz isteyen Mustafa Öztürk,
Hatay Milletvekili.
Buyurun Sayın Öztürk. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ÖZTÜRK
(Hatay) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben, özellikle bu nükleer
santrallerle ilgili iki konunun üzerinde duracağım. Birincisi, küresel
ısınmanın yaşandığı devrimizde, günümüzde özellikle nükleer enerjinin, nükleer
santrallerin faydaları üzerinde duracağım. İkincisi de, nükleer atıklar
üzerinde duracağım.
Dünyamızdaki sera
gazı salımı 2050 yılına kadar yüzde 50 oranında, 1990 yılı baz
alınarak, azaltılmak zorundadır. Bunun için de özellikle teknolojide 2012’den
itibaren enerji üretiminde ciddi yeniliklere gidilecektir. Bunlardan en
önemlilerinden biri de nükleer enerjidir. Çünkü 1 kilovatsaat
elektrik enerjisini fosil yakıtlardan üretmek istediğiniz zaman 100 ila
M. NURİ YAMAN
(Muş) – Ya radyasyon?
MUSTAFA ÖZTÜRK
(Devamla) - İkincisi, en önemli olaylardan biri de atık. Ben şu andan itibaren
“atık” kelimesini kullanmayacağım “kullanılmış yakıt” diyeceğim çünkü “atık”
diye bir tabir yok.
Eğer bilimsel
olarak bunu incelerseniz, kullandığınız yakıtın yüzde 1’ini
kullanabiliyorsunuz, yüzde 99’u yakıtın içerisinde devam ediyor. Bu yakıtı
alıyorsunuz, yanda havuzlara koyuyorsunuz, havuzlarda bunları
değerlendiriyorsunuz, götürüp bunu bir başka yerde değerlendirmiyorsunuz ve bu madde
gelecekte fevkalade önemli kullanılacak maddelerden biri olarak bu konularda
ciddi çalışmalar, önemli çalışmalar yapılmaktadır.
Bu, kıymetli bir
ham maddedir. Arkadaşlar hemen “Nereye gömülecek, nereye yapılacak?” diye bunun
burada çeşitli mesajlarını veriyorlar ama ben diyorum ki bu önemli bir ham
maddedir. Bununla ilgili olarak Japonya ve Fransa 2050 yılından itibaren
özellikle bu maddeyi, bu kullanılmış yakıtı ham madde olarak kullanacaklar.
Niye? Çünkü uranyum yakıtı önümüzdeki süreçte azalmaya başlayacak. Bu maddeleri
bir yana koyalım, atalım diye bir şey yok. Bu madde, özellikle bir stadyum
büyüklüğünde… 2020 yılında bu devreye girerse, 2060 yılına kadar biz bu maddeyi
orada emniyetli bir şekilde kullanırken bu teknolojiler de devreye girdiğinde
önemli bir ham madde olarak kullanacağız.
Arkadaşlarımızdan
biri özellikle nükleer enerjinin denizleri kirleteceğini söyledi, üzüldüm.
ŞERAFETTİN HALİS
(Tunceli) – Bilim insanları söylüyor Hocam, bilim insanları.
MUSTAFA ÖZTÜRK
(Devamla) – Belki nükleer enerjiden enerji üretirken ısınma meydana gelir.
Isınmanın olayı da ne biliyor musunuz? Denize verdiğiniz zaman, kuralı vardır
Türkiye’de, artı-eksi 4 dereceden fazla bu enerjiyi suya verdiğiniz zaman daha
fazla ısıtamazsınız, kuraldır bu. Türkiye’de uygulanıyor da bu. Dolayısıyla
böyle bir sadece “Isınma kirliliği” dediğiniz olay da söz konusu değildir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun.
MUSTAFA ÖZTÜRK
(Devamla) – Bu teknolojiye Türkiye'nin mutlaka ama mutlaka girmesi gerekiyor.
Bu teknolojiyi Türkiye'nin fevkalade iyi bir şekilde kullanması gerekiyor.
Çünkü özellikle önümüzdeki süreçte yenilenebilir enerji diyor arkadaşlar, güneş
enerjisini Allah rızası için araştırın. Yarım hoca dinden ediyor, yarım kasap
candan ediyor. Güneş enerjisi düz araziye kurulur. Güneş enerjisi özellikle düz
araziye kurulur. Tarım arazisini mi mahvetmek istiyorsunuz bazı yerlerde? Yarım
hoca gibi bazı konuları lütfen konuşmayın. Bunları doğru ve bilimsel olarak
ortaya koyalım. Nükleerle ilgili kısımlarda da bazı konuları sağlıklı olarak
değerlendirelim.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Madde üzerinde
şahsı adına söz isteyen Mehmet Şandır, Mersin Milletvekili. (MHP sıralarından
alkışlar)
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Değerli Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; öncelikle yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Gerçekten önemli
bir konuyu müzakere ediyoruz ama gecenin bu geç saatinde müzakere ediyoruz.
Biliyorsunuzdur
ki nükleer teknolojiye geçmek, nükleer santral sahibi olmak Türkiye'nin elli
yıllık hayali. 1956 yılında Türkiye Atom Araştırma Kurumu kuruldu. Türkiye hep
bu hayali görmüştür, “Bir santralimiz olsun, nükleer teknolojiye sahip olalım
ve bunun bilgisine sahip olalım, nükleer teknoloji bilgisine sahip olalım.”
hayalini görmüştür. Geç kalmış bir konu bu. Her hükûmet
bu işi düşünmüştür, konuşmuştur ama realize
edememiştir. Ümit ederiz ki bu defa olur.
Milliyetçi
Hareket Partisi olarak biz, nükleer teknolojinin kazanılmasına programımızda
yer verdik, iddia sahibiyiz. Gerçekten, Türkiye, bölgesel bir
güç olmak istiyorsa, küresel bir güç olmak istiyorsa bu teknolojiye sahip
olması lazım. Bu teknolojiye sahip olabilmenin yolu da böyle bir
santrale sahip olmaktan geçiyor. Bunu da biliyoruz, yoksa başka türlü bununla
mümkün olmadığını görüyoruz.
Burada,
Milliyetçi Hareket Partisi konuşmacılarının, Değerli Alim
Işık Hoca’nın, Cemaleddin Uslu, Yılmaz Tankut arkadaşımızın ve diğer arkadaşlarımızın
konuşmalarının, itirazlarının gerekçesi, iddialarının, hatta ithama ulaşan
iddialarının gerekçesi bu Sözleşme’yle ilgilidir.
Şimdi bir konuşma
daha yapacağım. Esas size Akkuyu’yu anlatmam lazım
Mersin Milletvekili olarak ama şimdi bir hususu sizin dikkatinize getirmek
istiyorum. Bu kadar önemli bir proje. Türk milletinin,
Türk devletinin bu kadar uzun yıllar devam eden bir hayali, Türkiye'nin
geleceği açısından da bu kadar önemli olan bir proje hakkında Sayın Bakanın
-AKP Grubu adına konuşan arkadaşınız da söyledi- maalesef, ben kamuoyuna da
bilgi verdiklerini hatırlamıyorum, Genel Kurula da bilgi vermediler. Değerli arkadaşlar, burada bir usuldür, geneli üzerindeki
konuşmaların, şahsı adına geçildiğinde, birinci ile ikinci şahsi konuşmaların
arasında Sayın Bakan çıkar yirmi dakika bu kürsüden bilgi verir ama bu kadar
önemli bir konuda, bu kadar ağır lafların da edildiği bir konuda, Sayın Bakan,
maalesef, buradan çıkıp da, bu konuyu anlatma gereğini duymadı. Grup
başkan vekilleri de uyarmadı, Sayın Başkan da uyarmadı. Sorulan sorular
var.
BAŞKAN – Sayın
Şandır, Başkanlığın görevi değil efendim.
MEHMET ŞANDIR
(Devamla) – Her konuda, her maddede, tümünde milletvekillerinin sorduğu sorular
var, Sayın Bakan bunlara da cevap vermedi. Değerli arkadaşlar, yani, bu kadar
önemli bir konuyu, bu kadar basit sebeplerle tartışılır hâle getirmek
noktasında gerçekten mahirsiniz. Bunu anlamakta zorlanıyoruz.
Bu sebeple, Milliyetçi Hareket Partisi olarak karşı olmadığımız,
Milliyetçi Hareket Partisi Mersin Milletvekili olarak, Mersin Gülnar Akkuyu bölgesinde Büyükeceli’de
yapılmasına karşı çıktığımız ama bu teknolojiye, bu santrale, bu teknolojinin
kazanılmasına ve bu santralin, nükleer santralin yapılmasına karşı olmadığımız
bir konuda, maalesef, böyle tartışmalı bir duruma düşmüş olmak da bizi üzüyor.
Değerli
milletvekilleri, biz, hatta, kapalı oturum isteyelim,
anlatamadığınız konular varsa bu sözleşmeyle ilgili, hiç olmazsa Genel Kurula
saygının gereği bu bilgiyi verin diye ısrarla da ifade ediyoruz.
Sayın
sözcülerinin konuştuğu bir talihsizlik, her 2 sözcü de çevreci, Çevre Komisyonu üyesi, onlar da bu konuyu
anlatmakta ve savunmakta yeterli olmadılar maalesef. Ama bu
konuda tüm istifhamların, özellikle bu Sözleşme’yle ilgili, Rusya’ya olan
enerji arzı bağımlılığını artıran bu Sözleşme’yle ilgili Hükûmetin
burada tatmin edici bir açıklama yapması zorunluluktur, çünkü dış politikada
Türkiye'nin tüm imkânlarını ortadan kaldıracak, bir tehdit ve tehlike şekline
getirecek, yüzde 80 bağımlılıkla Rusya Federasyonu’na böyle bir bağımlılığın
Türkiye'nin geleceğinde oynayacağı risklere nasıl tedbir geliştirdiklerini
burada anlatmaları lazım.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun,
tamamlayın.
MEHMET ŞANDIR
(Devamla) – Yoksa, bu kadar önemli bir konuda,
birtakım soruların, cevabı verilemeyen birtakım soruların altında Türkiye’ye
haksızlık yaparsınız ve bu üslupla gittiğiniz takdirde elli yıldır
gerçekleştirilemeyen bu santral yine bir başka bahara kalır.
Bu sebeple,
değerli milletvekilleri, bu kadar önemli olan bir konuda, teklif ediyoruz, daha
geniş bir zamanda, toplumun da izleyebileceği, halkımızın da izleyebileceği
daha rahat bir zaman diliminde Sayın Bakan geniş bir bilgi vererek bu
müzakerenin sonunun bağlanmasında fayda görüyoruz. Çok fazla bir şey kaybetmiş
olmazsınız, eğer yarınki oturumda bunun son görüşmelerini yapıp Sayın Bakanın
bilgi vermesini temin edebilirsek bu önemli projeye fayda sağlamış olursunuz,
katkı vermiş olursunuz. Bu bir taleptir, dikkate alırsanız memnun olurum.
Saygılar sunarım.
Teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Madde üzerinde on
dakika süreyle soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Soru sorma süresi
beş dakikadır. Sayın Paksoy, Sayın Şandır, Sayın Yalçınkaya, Sayın Yıldız, Sayın Işık, Sayın Tankut, Sayın Uslu, Sayın Öztürk,
Sayın Tütüncü, Sayın Özbolat sisteme girmişlerdir.
Sayın Paksoy, buyurun.
MEHMET AKİF
PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakanım,
dışa bağımlı enerji politikaları dikkat gerektirir, sorumluluk gerektirir diye
düşünüyorum. Buradan hareketle, Rusya’yla hâlihazırda doğal gazda yüzde 60
civarında, elektrik enerjisi üretiminde yüzde 50’ler düzeyindedir. Nükleer
santral tamamlandığında bu bağımlılık elektrik enerjisi ve yakıtları düzeyinde
yüzde 70’e kadar çıkacaktır. Bir ülkeye bu kadar çok bağımlılığın artması
ülkemiz açısından ciddi bir tehdit değil midir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Şandır…
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Daha önce de
sordum Sayın Bakan. Bu santralde Türk mühendis ve teknisyenleri, işçileri
çalışacak mıdır, kaç kişi çalışacaktır?
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Çalışacak.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – İkinci sorum: Bu santralin kurulması ve işletilmesinde Türkiye’ye
bir bilgi transferi olacak mıdır? Biz nükleer enerji veya nükleer teknolojiye
sahip olacak mıyız?
Bir başka şey:
Sayın Bakan, burada insanlar yaşıyor, bu Akkuyu
çevresinde insanlar yaşıyor. Büyükeceli beldesi, Koçaşlı, Yanışlı, Sipahili, çok sayıda köy var. Bu köylere
bir sormak gerekliliğini duydunuz mu? Bu santral bu köylere ne kazandıracaktır?
Bu konularda bir açıklamada bulunursanız…
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Yalçınkaya…
MUHAMMET RIZA
YALÇINKAYA (Bartın) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakan, enerjide dışa bağımlılık oranının yüzde 73, yerli
üretimin ise yüzde 27 olduğu Türkiye’de yerli, yeni ve yenilenebilir enerji
kaynaklarına yönelim tam da kamuoyunda benimsenmiş iken, ayrıca Sayıştay
raporlarında nükleer enerji en pahalı yatırım olarak tanımlanırken, neden dışa
böylesine bağımlı, çevreye zararlı, ulusal çıkarlara aykırı bir nükleer
santralde hâlâ ısrar ediyorsunuz? Bu tutumunuzun
arkasındaki hesaplar nedir, birilerine verilmiş sözünüz mü var?
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Yıldız…
HÜSEYİN YILDIZ
(Antalya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan,
Rusya’nın hangi teknolojik ürünü dünya tarafından kullanılmaktadır; otomobili
mi, cep telefonu mu, televizyonu mu, beyaz eşyası mı, bilgisayarı mı? Bunları
çoğaltabiliriz. Teknolojisi gelişmemiş Rusya’nın gelişmiş teknoloji gerektiren
nükleer enerji…
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI RECEP YILDIZ (Kayseri) – Başta da sormadınız mı?
HÜSEYİN YILDIZ
(Antalya) – O zaman sormayalım Sayın Bakan.
BAŞKAN – Lütfen
Sayın Yıldız, sorunuzu sorun.
Teşekkür
ediyorum.
Sayın Işık…
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan,
nükleer güç santralleri konusunda Bakanlığınızca teknik ve ekonomik bir
fizibilite raporu çalışması yaptırılmış mıdır? Yaptırıldıysa bu çalışmanın
“fayda-masraf oranı” ve “geri ödeme süresi” gibi ölçek değerleri ne çıkmıştır?
Bu konuda bir açıklama yaparsanız memnun olurum.
Tekrar soruyorum:
“Proje finansmanıyla ilgili Rus menşei malların iş ve hizmetlerin alınması için
tercihli şartlar ile finansman sağlar Rus tarafı…” Buna göre -Sayın Şandır da
sordu- Türkiye’den herhangi bir mal veya hizmet alımı yapılabilecek midir?
Herhangi bir işçimiz, mühendisimiz burada çalışabilecek midir? Bu hizmet
alımına girer mi?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Tankut…
YILMAZ TANKUT
(Adana) – Teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan, bu
tasarıyla kurulacak Ruslara ait nükleer santral ile Türkiye’ye nükleer teknoloji
gelecek midir? Gelecekse ne şekilde ve hangi zaman diliminde gelecektir?
Kurulacak olan bu santral ile yapılacak olan işin Rusya’dan hat çekip
Türkiye’ye elektrik satılmasından ne farkı vardır?
Santral çalışmaya
başladıktan sonra meydana gelecek nükleer atıkların depolanması ve yok
edilmesiyle ilgili hangi çözüm ve teminatlar alınmıştır?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Uslu…
CEMALEDDİN USLU
(Edirne) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, bu
proje kapsamında Türk tarafı proje şirketine ne kadar arazi tahsis edecektir?
Özel mülkiyete ait arazi var mıdır? “Kamulaştırma hususunda kolaylık sağlar.”
ifadesi ne anlama geliyor?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Öztürk…
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Sayın Bakan, referanduma çok meraklı ve çok seven bir siyasal
iradenin temsilcisi olarak insan yaşamını doğrudan ilgilendiren bu nükleer
santral kurulmasına ilişkin Anlaşma konusunda referandum yapmayı düşünüyor
musunuz?
İkincisi: Kurmayı
düşündüğünüz bu reaktörler Avrupa Birliği standartlarına uygun mudur? Yarın
Avrupa Birliği, görüşmeler sırasında, aynen Hırvatistan ve Bulgaristan’da
olduğu gibi engel olacak mıdır?
Üçüncü sorum da:
Nükleer santraller kurulmadan önce Uluslararası Atom Enerjisi on dokuz adet
farklı altyapı alanı belirlemiştir. Siz Türkiye’de Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanı olarak bu on dokuz tane başlıktaki altyapı konusundaki çalışmalarınızı
tamamladınız mı, hangisini tamamladınız?
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Bakan,
buyurun.
Süreniz beş
dakikadır.
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar;
tabii, bu soruların cevaplarını birer birer açmak
istiyorum, bir kısım tenakuzları ve tezatları da öncelikle bahsetmek üzere.
“Hangi ülke
teknolojisine sahip olmadığı nükleer santrali işletiyor, var mı dünyada böyle
bir ülke?” denildi. Arkadaşlar, yaklaşık 26 kadar ülke var yani “Böyle bir ülke
var mı?” diye dediniz. Şu anda dünyada bu nükleer teknolojiyi üreten yaklaşık 6
tane kadar ülke var. Bir kısım ülkelerde iki üç tane firma var, bir kısım
ülkelerde birer tane firma var. Şu anda nükleer güç santrallerini inşa ettirip
de işletmeye açan ülke sayısı da yaklaşık 32 tanedir.
“Hiçbir termik
santralde kükürt arıtma tesisi yok.” denildi. Milletvekilimizin ismini söylemeyeceğim,
tutanaklarda var. Kükürt arıtma tesisi olan santrallerimizi söylüyorum: Afşin
Elbistan (B) Santrali, Orhaneli Termik Santrali, Yatağan Termik Santrali,
Kemerköy Termik Santrali, Yeniköy Termik Santrali, Kangal Üçüncü Ünite, Çan
Termik Santrali. Kükürt arıtma tesisleri olmayan santrallerimiz de var,
bunlarla alakalı çalışmanın da tabii ki yapılması lazım. Ben şu yoruma
katılıyorum: Özelleştirme İdaresi ister altı ay sonra yapsın ister bir yıl
sonra yapsın, bu sürede bu çalışmaların gerek Devlet Planlama Teşkilatı gerekse
Enerji Bakanlığıyla beraber, yani EÜAŞ’la beraber
yapılması lazımdır, bu yoruma katılıyorum. Tunçbilek,
Seyitömer, Soma, Afşin Elbistan (A) ve Kangal. Afşin
(A) Santrali için baca gazı yapımıyla alakalı yorumlar üzerindeki fikrimi de
söylemiş oldum.
Biz burada, Afşin
Elbistan’la alakalı, Türkiye’deki 11,5 milyar tonluk toplam yerli kömürümüzün
değerlendirilmesiyle alakalı, en fazla rezervin olduğu ve Türkiye’nin hemen hemen yaklaşık yüzde 40-42’ler civarında yerli
kömürlerimizi kapsayan Afşin Elbistan havzasıyla alakalı müstakil bir
çalışmamız var. Bu çalışmada, yaklaşık 30-35 yıllık, 8 bin
megavatlık, yine yerli kömürden enerji elde etmeyle alakalı çalışmalarımız da
devam ediyor ama takdir edersiniz ki, bunun altyapısını sağlamlaştırmadan,
orada taşınmayı bekleyen köyler var, kamulaştırmalarla alakalı konular var,
höyükler var, sit alanları var; onların her birinin statüsünü netleştirmeden
böyle bir konuyu özel sektöre açmanın ona belli yükler oluşturduğu
kanaatindeyiz. O yüzden, bunlarla alakalı da çalışmalarımız devam
ediyor.
“Lisansı Rusya
verecek, bundan rahatsız olmadınız mı?” diye soru soruldu.
Değerli
arkadaşlar, lisansı Rusya falan vermeyecek. Lisansı buradaki TAEK’le beraber
Düzenleme Kurumu verecek. Bunun her türlü hakları… Bunların müzakereleri
sırasında olup bitenlerle alakalı o kadar çok fazla tartışmalar oldu ki, biz…
Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde bir nükleer tesise lisans verme hakkı
yalnızca TAEK’indir. Bu hak herhangi bir kuruma devredilmemiştir, herhangi bir
ülkeye de devredilmemiştir.
Şimdi, ben
bunları dinliyorum sakince ama o kadar rahatça söyleyebiliyorsunuz ki bu tür
cümleleri, neye dayanarak söylüyorsunuz, bilgiye dayanarak mı söylüyorsunuz,
koltuğa dayanarak mı söylüyorsunuz, ben bunları anlayamıyorum. Yani bu kadar rahat
nasıl edebiliyorsunuz bu cümleleri, hayret ediyorum yani!
Şimdi, eğer Rusya
reaktörünün Akkuyu’da kurulma ve işletilme
şartlarıyla alakalı, TAEK’in ve kurulacak düzenleme kurumuyla alakalı kurumun
haricinde herhangi bir yetkili yoktur. Ne olur verilmezse, lisans verilmezse ne
olur? Eğer o şartlar yerine getirilememişse ve lisans verilmezse bu tesis
kurulmaz. Bu kadar açık ve net. Siz, şimdi, farklı farklı anlamlar yüklüyorsunuz “Acaba biz esarete mi
girdik?” diyorsunuz. Kim kime bağımlı bir bakalım. Siz geleceksiniz, oraya 20
milyar dolar para yatıracaksınız “rate of return”leri
geri dönüşleri tutacak on yedi-on sekiz yıl, siz ondan sonra diyeceksiniz ki:
“Ben burada elektrik üretmeyim.” Nerede görülmüş bu, dünyanın neresinde
görülmüş böyle bir şey?
Yüzde 80 de bir
bağımlılıktan bahsediyorsunuz değerli arkadaşlar, bunun dibi, tabanı, aslı
filan yok. Nereden çıktı yüzde 80 bağımlılık? Ya bunları, yani bir rakam
söylüyorsunuz, dört dakika sonra bunun aslının olmayacağını bile bile nasıl bir cesaretle söylüyorsunuz ben hayret ediyorum.
BEHİÇ ÇELİK
(Mersin) – Siz doğrusunu söyleyin.
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Doğrusunu söylüyorum, doğrusu şu:
Değerli arkadaşlar, şu anda doğal gazla alakalı aldığımız, doğal gazın primer enerji kaynaklarıyla alakalı aldığımız gücün yüzde
50’nin altına inmiştir şu anda kullanım oranı olarak, yüzde 46’lar
civarındadır. Geçtiğimiz yıl, 2009 yılı içerisinde…
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Rusya’dan yüzde kaç alıyorsunuz?
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Sordunuz, dinleyelim o zaman lütfen.
2009 yılı
içerisinde…
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Sayın Başkanım, süre bitti.
BAŞKAN – Sayın
Bakan, süreniz tamamlandı.
AHMET YENİ
(Samsun) – Niye rahatsız oluyorsunuz cevaplardan?
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Ne rahatsız olacağım. Benim sürem bittiği zaman uzatıyor mu? Ne
rahatsız olacağım. Hayret bir şey ya!
Süre bitti Sayın
Başkan.
BAŞKAN – İkaz
ettim Sayın İnce.
ALİ İHSAN KÖKTÜRK
(Zonguldak) – Bakana gösterdiğiniz toleransı milletvekillerine de gösterin.
Kelimeyi tamamlatmıyorsunuz bize, bırakın cümleyi kelimeyi tamamlatmıyorsunuz.
BAŞKAN – Sayın
Bakan, 3’üncü maddede açıklarsınız.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Soru
cevap işlemi tamamlanmıştır.
Madde üzerinde
iki adet önerge vardır, geliş sıralarına göre okutup aykırılıklarına göre
işleme alıyorum.
İlk önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
538 Sıra sayılı
Kanun Tasarısının 2. Maddesinin “Bu kanun yayımı tarihinden 6 ay sonra
yürürlüğe girer” şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
|
Muharrem İnce |
Ali Koçal |
Hüsnü Çöllü |
|
Yalova |
Zonguldak |
Antalya |
|
Suat Binici |
Şevket Köse |
|
|
Samsun |
Adıyaman |
|
TBMM Başkanlığına
Görüşülmekte olan
538 Sıra Sayılı Kanun Tasarısının 2. maddesinin “Bu Kanun yayımı tarihinden 1
yıl sonra yürürlüğe girer” şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
|
Alim Işık |
Yılmaz Tankut |
Necati Özensoy |
|
Kütahya |
Adana |
Bursa |
|
Kadir Ural |
Akif Akkuş |
Behiç Çelik |
|
Mersin |
Mersin |
Mersin |
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
DIŞİŞLERİ
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ŞABAN DİŞLİ (Sakarya) – Katılmıyoruz Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Söz
isteyen?
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Kadir Ural efendim.
BAŞKAN – Kadir Ural, Mersin Milletvekili.
Buyurun Sayın
Ural.
KADİR URAL
(Mersin) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, Türk milletinin değerli milletvekilleri;
görüşülmekte olan 538 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya
Federasyonu Hükümeti Arasında Türkiye Cumhuriyetinde Akkuyu
Sahasında Bir Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine
İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı’nın
2’nci maddesi hakkında vermiş olduğumuz önerge üzerinde görüşlerimizi açıklamak
üzere söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi
ve ekranları başında bizi izleyen büyük Türk milletini saygıyla, sevgiyle
selamlıyorum.
Bugün gündüz
gözüyle sokak ortasında saldırıya uğrayan Osmaniyeli şehit uzman çavuşumuza
Allah’tan rahmet, acılı ailesine ve Türk milletine sabır ve başsağlığı
diliyorum.
Sayın milletvekilleri, Habur rezaletini
bir trafik kazasına benzeten Hükûmet, aslında halkın
gözünde sekizde 8 kusurlu olduğunu bilmeden –bilerek yapıyorsa ihanettir çünkü-
yine başka bir rezalete imza atmak için kolları sıvamış, birilerinin emri olan
bu Anlaşma’yı, Türk milletinin gözünün içine baka baka,
sekiz yıldır yaptığı gibi, kandırma politikasıyla yeni bir rezalet çıkarmak
üzeredir. Akşam söylediğini sabah söyleyemeyen,
gölgede söylediğini güneşte söylemeyen, terörden nemalanan, terörü tekrar
hortlatıp bu milletin başına bela eden, işin içinden çıkamayınca da kaka “Mesut
Ağabey”lerine yalvaran bir zihniyetten nükleer enerji için de başka bir şey
beklenmezdi zaten çünkü emir büyük yerden gelmişti ve bu Anlaşma Genel Kurulda
geçecekti. Ne acelesi var ise…
Buradan fırsat
bulmuş iken Sayın Tayyip Erdoğan’a bir çift sözüm var. Sayın Erdoğan, MHP gibi
tarihi şerefle dolu bir siyasi partiye “Terörden nemalanıyorlar.” derken aynaya
bakmasını tavsiye ediyorum çünkü terörün yoğun olduğu bölgelerde AKP’nin aldığı
oy oranı yüzde 40’ların üzerinde, MHP’nin ise yüzde 2-3’lerde. Demek ki
terörden sen nemalanıyorsun ve bu kadar oy alıyorsun yani işin kaymağını sen
götürüyorsun terörden dolayı. Bunu da kafanıza iyice koyun.
AHMET YENİ
(Samsun) – Yüzde 40 terörist mi yani?
KADİR URAL (Devamla) – Bilanço ortada.
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Vatandaşa “terörist” mi diyorsun sen?
KADİR URAL
(Devamla) – 800’e yakın şehit… Bu şehitlerin ahirette
elleri yakanızda olacak, şehit yakınlarının elleri de inşallah sandıkta
yakanızda olacaktır. Sayın AKP hükûmetleri, bunu da
unutmayın.
AHMET YENİ
(Samsun) – Vatandaşa “terörist” diyemezsiniz.
KADİR URAL
(Devamla) – “Terörist” falan demiyorum kimseye ben.
AHMET YENİ
(Samsun) – Sözünü geri al, sözünü!
KADİR URAL
(Devamla) – Bir kaptıkaçtı yöntemiyle Meclise getirilen bu Anlaşma nedir?
Türkiye’ye sağladığı yararlar nedir? Yüzde 100 hissesi Rusların olan, on beş
yıl alım garantisi verilmiş, 15,33 sentten elektrik satacak olan Rusya bunu
neyin karşılığında almış ya da ödüllendirilmiştir? Yani Rusya Hükûmeti geldi, “Ben Türkiye’de bir nükleer santrali
kuracağım.” dedi, AKP Hükûmeti de “Olur, kurabilirsiniz!”
dedi. Sayın milletvekilleri, bu kadar basit midir bu olay? Hepimizin de bildiği
gibi, almadan vermek Allah’a mahsustur. Neyin karşılığında? Ne için?
Türkiye'nin turizm cennetini yok edecek bu projeyi destekliyorsunuz ve bizden
destek vermemizi bekliyorsunuz. Bunun cevabını hem Sayın Bakan hem Dışişleri
Bakanı hem de Sayın Başbakanın Meclis Genel Kurulunda Türk milletine açıklaması
gerekir.
Yani, sayın
milletvekilleri, kısaca, Akkuyu Santrali’nin kurulu
olacağı Büyükeceli beldemdeki insanlar bile en pahalı
elektriği kullanacaklar. Diyelim ki enerjiye ihtiyacımız var. Allah’tan reva mı
Sayın Bakan? Ülkedeki kaçak elektriğe el atsanız, bilgisayarlardan silindiği
iddia edilen yüklü elektrik borçlarını engelleseniz, elektrik şirketlerini
biraz daha halk için kullansanız enerji açığımızı kapatamıyor muyuz? Siz,
mesela, Kayseri Elektriğin geçmişini iyi bilirsiniz; bu ülkede hem üretim yapan
hem iletim yapan hem de satan tek sükseli şirket. Sadece bu şirketimiz bile
halk için çalışmalar yapsa, bu bile elektrik ihtiyacımızın birçoğunu karşılar.
Sayın
milletvekilleri, sayın bakanlarıma soruyorum, size de soruyorum Çevre
Komisyonu: Gittiniz, gördünüz mü santral için Ruslara verdiğiniz orayı?
HALUK ÖZDALGA
(Ankara) – Defalarca gittim oraya.
KADİR URAL
(Devamla) – Aksaz’ı, Sarpdere’yi,
Kargılı Kilise’yi, Adainiönü’yü, Gökgedik’i,
Beşparmak Dağlarını ve Beşparmak Koylarını biliyor musunuz? Gördünüz mü hiç
orayı? Gittiniz mi?
HALUK ÖZDALGA
(Ankara) – Defalarca.
BAŞKAN – Lütfen
sayın milletvekilleri… Lütfen…
KADİR URAL
(Devamla) – Dünya üzerinde böyle bir doğa yok, denizle ormanın kucak kucağa
geldiği bir yer yok. Ama maalesef, siz yine Orman Bakanımızla beraber gelin,
bir orayı görün, Kültür Bakanımızla gelin, Turizm Bakanımızla gelin. Buradan
kazanacağınız parayı turizm cenneti yapacağımız o bölgede turizm bölgesi ilan
ederek kazanabilirsiniz. “Orada işçiler çalışacak.” diyorsunuz Sayın Bakanım,
keşke olsa öyle bir şey. Sayın Bakanım, orayı turizm cenneti hâline
getirdiğiniz zaman turizmde çalışacak olan işçilerimiz 10 binden çok daha fazla
olacak. “10 bin insan çalışacak.” diyorsunuz. O bölgeye, turizm cenneti olan o
bölgeye bir turizm yatırımı yapılsa, 10 binlerce, 20 bin, 30 bin, 50 bin
insanı…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız.
ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Ona da karşı gelirsiniz.
KADİR URAL
(Devamla) – Öyle bir şeye karşı gelmeyiz.
Tabii, orada 2-3
bin insan var, onlarla nasıl olsa uğraşırız diyorsunuz. İstanbul’a en uzak yer
orası, Kayseri’ye de en uzak, doğru. Ama “Altta kalanın canı çıksın.”
diyorsanız, böyle bir mantıkla da bakıyorsanız, başka bir yer bulamıyorsanız
siz bilirsiniz. O santral bu Hükûmetin üstüne
yıkılacak ve altından çıkamayacaksınız.
Tekrar ediyorum:
Bütün milletvekillerini bölgeye davet ediyorum. Bu güzellikleri feda
etmeyeceğinize inanıyorum. Özellikle Mersin AKP milletvekillerinin bu konuda
konuşmalarını beklerdim. En azından, bölge insanlarımız bu vekillerimizin
düşüncelerini öğrenmiş olurlardı ama maalesef onlarda da bu kürsüden çıkıp o nükleer
santrali savunma gücü maalesef bulunamamıştır.
Hepinize saygı ve
sevgiler sunuyorum, hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
Büyükeceli’deki arkadaşlarımı da
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
BENGİ YILDIZ
(Batman) – Sayın Başkan, bir konuya Sayın Hatibin açıklık getirmesini talep
ediyorum. Sayın Hatip, tahmin ediyorum, kastını aşan bir açıklama yaptı.
BAŞKAN – Sayın
Yıldız, öyle bir uygulamamız yok, usulümüz de yok, lütfen…
BENGİ YILDIZ
(Batman) – Sayın Başkan, bu önemli bir husustur.
BAŞKAN – Önerge
üzerinde konuşuluyor.
BENGİ YILDIZ
(Batman) – Meclisin itibarını ilgilendiren, bir bölge halkının tamamını töhmet
altında tutan…
BAŞKAN – Ne diye
töhmet altında tuttu?
YILMAZ TUNÇ
(Bartın) – Özür dilesin.
BENGİ YILDIZ (Batman)
– Sayın Başkan…
BAŞKAN – Hayır,
soruyorum Sayın Yıldız.
BENGİ YILDIZ
(Batman) – AKP’ye ve bizim partimize, yani Milliyetçi Hareket Partisi dışında
oy veren insanları bir terör örgütüyle özdeşleştirmek en büyük... (AK PARTİ ve
MHP sıralarından karşılıklı laf atmalar)
AHMET YENİ
(Samsun) – Terörle özdeşleştirdi, evet…
BAŞKAN – Lütfen
sayın milletvekilleri…
BENGİ YILDIZ
(Batman) – Bunun adı milliyetçilik değil.
BAŞKAN – Sayın
Yıldız, sözleriniz tutanaklara geçti, anlaşıldı konu.
BENGİ YILDIZ
(Batman) – Özellikle MHP Grup Başkan Vekili Sayın Şandır’dan
bu konuda hassasiyet göstermelerini istiyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Yıldız.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
538 Sıra sayılı
Kanun Tasarısının 2. Maddesinin “Bu kanun yayımı tarihinden 6 ay sonra
yürürlüğe girer” şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Muharrem
İnce (Yalova) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
DIŞİŞLERİ
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ŞABAN DİŞLİ (Sakarya) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Muharrem İnce, Yalova
Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Teşekkür ederim.
Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; önce Sayın Bakana bir şeyi hatırlatayım, az önce şöyle
diyor: “Ben yenilenebilir enerjiyle ilgili tasarıyı hazırladım, Başbakanlığa
sundum, Meclise geldi. Gruplar bir araya gelsin…”
Sayın Bakan, bu
nükleer enerjide gruplar bir araya geldi, anlaştık da mı bugün buraya
getirdiniz bunu? Şimdi bakın, insanları kandırmayın.
Şimdi, bak, ben
size Cumhuriyet Halk Partisi adına söz veriyorum. Yarın saat 13.30’da Danışma
Kurulu var. Yenilenebilir enerjiyi getirin, hiçbir engelleme yapmayacağız, tam
destek vereceğiz sonuna kadar. Okuyup geçeceksiniz, kabul edeceğiz. MHP
aynısını söyledi “Biz de varız.” dedi. Getirebiliyor musunuz?
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Biz varız.
MUHARREM İNCE
(Devamla) – Getiremezsiniz. Getiremezsiniz, petrol lobileri var. Petrol
lobilerinin desteğini alan Bakanlar Kurulu üyeleri var. Siz bunu
getiremezsiniz. (CHP sıralarından alkışlar) Varsa yüreğiniz, yarın getirin.
Yarın saat 13.30’da getirin, destekleyelim, Genel Kuruldan çıkaralım. Ben
buradayım. Yapamazsınız. Ama, burada değişiklikler
yok, alavere dalavere, Ali Cengiz oyunu, o önerge bu önerge yok…
BAŞKAN – Sayın İnce,
lütfen…
MUHARREM İNCE
(Devamla) – Bunların hiçbiri olmayacak.
BAŞKAN – Temiz
bir dille konuşur musunuz Sayın İnce.
MUHARREM İNCE
(Devamla) – Şimdi, bakın, değerli arkadaşlarım, yani bir Çevre Komisyonu
Başkanı nükleeri savunursa, bu denizcilikten sorumlu Bakanın minibüsleri
savunmasına benzer, Diyanetten sorumlu Bakanın alkolün faydalarını anlatmasına
benzer. Böyle bir şey olur mu? Çevre Komisyonu Başkanı… Yani ben bunları
anlayabilmiş değilim.
1983’ün Aralık
ayından sonra 2002 yılına kadar on dokuz yıl içerisinde Enerji Bakanlığını on
dört yıl Anavatan Partisi yönetmiş. On dokuz yılın on dört yılı. Sonra
yolsuzluklarla anılan bir parti hâline geldi. Bakın, unutmayın, Mavi Akım’ı
uluslararası bir anlaşma olarak geçiren zamanın bakanlarını siz Yüce Divana
gönderdiniz. Burada geldi, savunma yaptı. Sizin de akıbetiniz aynı olsun
istemiyorum. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Bakın, ben size
şunu söyleyeyim. Yıl 1986’nın Nisan ayı. Ben fizik bölümünde okuyan son sınıf
öğrencisi olarak, nükleer enerjiyle ilgili o gün konuştuklarımız:
“Çocuklarımıza süt içirecek miyiz?”, “İnekler otlarsa geçer mi?”, “Uranyum”,
“Uranyumun 238 izotopu, 239 izotopu”, “Yok, ne olacak?”, “Çernobil”, “Rüzgâr ne
olacak?” Hiçbirini hatırlamıyoruz, ama neyi hatırlıyoruz biliyor musunuz?
“Radyasyonlu çay yararlıdır.” diyen Bakanı hepimiz hatırlıyoruz.
ALİ İHSAN KÖKTÜRK
(Zonguldak) – Evet, hiç unutmadık!
MUHARREM İNCE
(Devamla) – Sizin böyle anılmanızı istemiyorum ben.
O günlerde şunu
konuşuyordu bütün Türkiye: “Geri kalmış, köhnemiş bir teknoloji kullanan
Rusya.” diyorduk hepimiz, yediden yetmişe hepimiz. Bugün ne oldu da, yirmi dört
yılda ne oldu da ileri teknoloji kullanan bir Rusya’ya geldik? O günleri
hatırlayın. O günlerde fındıklar elde kalmıştı, sütler elde kalmıştı, herkes meteorolojiyi
takip ediyordu. Ben o günlerde nükleer enerjiyle ilgili tez yazan bir
üniversite öğrencisi olarak çok net hatırlıyorum o günleri. Herkes
meteorolojiye bakıyordu, rüzgâr esecek mi esmeyecek mi? O günlerde, herkes,
nükleerle ilgili olan yarı ömür, ortalama ömür, yüz yıl, iki yüz yıl, üç yüz
yıl herkes yarı fizikçi olmuştu. O günleri unuttuk.
Sayın Bakan, otuz
yıl sonra bile, kırk yıl sonra bile, bunu sakın unutmayın, sizin torunlarınıza
hesap sorarlar; size değil, sizin torunlarınızın torunlarına hesap sorarlar.
Bakın, bence bu
tür yasalar… Niye sadece bakanlar yargılanıyor, onu anlayabilmiş değilim.
Bence, oradaki bürokratlar da yargılanmalı, burada oy kullanan milletvekilleri
de yargılanmalı, herkes yargılanmalı. (CHP sıralarından alkışlar) Bu, bakanlara
haksızlık, gerçekten haksızlık. Yani, burada dışarıda uyuklarken gelip “Ne
yapıyor bizim takım?”, “Evet”, “Haydi ben de ‘Evet’ vereyim.” Bunun bir
sorumluluğunun olması lazım. Bu sorumluluğun tümü bakana yüklenemez. O
bürokratlar, onların da sorumluluğu olmalı. Yüce Divana giderken, bence oy
verenler de gitmeli. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Değerli
arkadaşlarım, bakın, burada bir başka konu.
Bakın, ben size
okuyayım, 97 yılı, diyor ki: “Akkuyu kendi
aydınlarını, önderlerini yetiştirmiş. Akkuyu’da
nükleer santrale karşı halkın gücü oluşmuş, artık bu güce karşı çıkılamaz. Yöre
halkı nükleer santral değil yaşamak istiyor.”
HASAN KARA
(Kilis) – Cumhuriyet gazetesi mi?
MUHARREM İNCE (Devamla) – Radikal gazetesi, Radikal.
Yazan Kim? Mersin
Milletvekili Zafer Üskül. O zaman rektör yardımcısı.
(CHP sıralarından alkışlar)
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın
İnce, lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
MUHARREM İNCE
(Devamla) – O zaman rektör yardımcısı, şimdi milletvekili.
Değerli
arkadaşlarım, peki, şu kim? 21 Aralık 2006…
Şu kim?
“Ekonomide cari
açık, yüksek faiz, borç çemberi kırılamadı. Millî gelirin adaletsiz yapısı
sürüyor. İşsizlik ülkemizin birinci sorunu. Eğitimin
niteliği düşüyor. Sağlık ve sosyal güvenlikteki sıkıntılarımız çoğalıyor.
Yolsuzlukların önü kesilemedi.”
Bunu söyleyen
birisi, sonra gelip buraya AKP’yi savunursa, bana “Yalancı” derse -tutanaklarda
öyle diyor- ben buna dönek demem mi?
Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
HALUK ÖZDALGA
(Ankara) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Bir saniye.
Önergeyi kabul
edenler…
KAYHAN
TÜRKMENOĞLU (Van) – Hakaret var Sayın Başkan.
HALUK ÖZDALGA (Ankara)
– Sayın Başkan, sataşma dolayısıyla söz istiyorum.
BAŞKAN – Bir
saniye Sayın Milletvekilim, vereceğim, önergeyi oylamaya sunayım ondan
sonra.
Kabul etmeyenler…
Önerge kabul edilmemiştir.
ZEKERİYA AKINCI
(Ankara) – Bu sözler sana ait değil mi?
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Sana mı ait, değil mi?
BAŞKAN – Buyurun,
buyurun Sayın Milletvekili.
HALUK ÖZDALGA
(Ankara) – Sayın Başkan, 69’uncu maddeye göre, sataşma var, söz istiyorum.
MUHARREM İNCE
(Yalova) - Bak, bak… Bak burada ne demiş: “Şerefsiz bir şekilde yalan söylüyor
arkadaş.” diyor, tutanaklarda…
BAŞKAN – Lütfen Sayın İnce.
HALUK ÖZDALGA
(Ankara) – Hatibin sataşmalarıyla ilgili olarak 69’uncu maddeye göre söz
istiyorum.
BAŞKAN - Sayın Özdalga, bugün Sayın İnce ile karşılıklı sataşmayla mı
geçireceğiz vaktimizi?
HALUK ÖZDALGA
(Ankara) – Yok, karşılıklı değil.
BAŞKAN – Lütfen
yani!
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sayın Başkan, ağır hakaret var kendisine.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Buradaki hakaret ne?
HALUK ÖZDALGA
(Ankara) – Sayın Başkan, 69’a göre söz istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Özdalga, yeni bir sataşmaya mahal vermeden
yalnız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
İki dakika süre
veriyorum.
MUHARREM İNCE
(Yalova) - Bu sözler doğru mu, yanlış mı? Bunda imzan var mı yok mu? Var mı yok
mu?..
IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
3.- Ankara Milletvekili Haluk Özdalga’nın,
Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, şahsına sataşması nedeniyle konuşması
HALUK ÖZDALGA
(Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gerçekten önemli bir konuyu
konuşuyoruz ve tabii muhalefet sözcülerinin çok ilginç ve çelişkili
yaklaşımları var. İçeriğiyle ilgili kısmını bir tarafa bırakıyorum.
ZEKERİYA AKINCI
(Ankara) – Herkes senin kadar tutarlı olamıyor ne yaparsın!
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Bir sözcü, bir muhalefet sözcüsü kalkıyor “Sayın Bakan niye yeteri
kadar açıklama yapmadı?” diyor. Sayın Bakan konuşurken bir başka muhalefet
sözcüsü “Mikrofonunu kapatın.” diyor, konuşmasının engellenmesini istiyor.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Ya başka şey konuş!
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Tabii, bunlar önemli. Ama bakın, şimdi çevreyle ve iklim
değişikliğiyle ilgili olarak dünyadaki çevrecilerin çok büyük bir bölümü
nükleer santralleri savunur. Ben biraz önce yaptığım konuşmada buna değindim.
Mesela, Avrupa’nın en önemli kuruluşu Çevre Vakfı, Avrupa İklim Vakfı,
Avrupa’da nükleer santralleri savunmaktadır yüzde 30 oranında, yüzde 30
oranında.
AKİF AKKUŞ
(Mersin) – Doğru değil o.
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Ama biz bunları ne kadar anlatsak tabii, bazı kişilerin, bazı
arkadaşlarımızın anlama yeteneği sınırlı olacaktır, anlamayacaklardır bunu.
Zannederler ki, çevreciler hep bir istikamete giderler.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Bu AKP’ye söylediklerin doğru mu 2006’da?
BAŞKAN – Sayın
İnce, lütfen.
MUHARREM İNCE
(Yalova) - AKP’ye söylediklerin doğru mu?
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Döneklik konusuna gelince…
MUHARREM İNCE
(Yalova) - Altında imzan var mı?.. Var mı?
BAŞKAN – Sayın
İnce…
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Altında imzan var mı?
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Dönek kim biliyor musunuz, dönek? Gidin Yalova’da, Mersin’de halka
sorun “Türkiye’de postal partisi hangi partidir?” diye.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Ya geç bunları, geç!
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – İşte o parti, o parti döneklerin partisidir. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Postal yalayıcısı kimdir onu söyle, onu!
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Kendisine “sosyal demokrat, sol” deyip…
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Sen Tayyip Erdoğan’ın ayaklarını yalıyorsun!
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) - …evet, darbecilerin, Ergenekoncuların avukatlığını yapan partidir
dönek, onun mensuplarıdır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUHARREM İNCE
(Yalova) - AKP’ye küfrettin mi sen, etmedin mi? AKP’ye küfrettin mi onu söyle!
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – Gidin bir Türk milletine sorun…
ALGAN HACALOĞLU
(İstanbul) – Hasta mısın sen!
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Haluk Özdalga, benim başkanımın ayaklarını
yaladın, Tayyip Erdoğan’ın ayaklarını yalıyorsun!
HALUK ÖZDALGA
(Devamla) – …postal partisi hangi partidir, hangi partidir? Sorun. İşte, dönek
onlar! (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Özdalga.
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Deniz Baykal’ın ayaklarını yaladın, sonra Tayyip’in ayaklarını
yaladın! Sen döneksin, dönek!
MUHARREM İNCE
(Yalova) – AKP’ye küfrettin mi etmedin mi?
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
4.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu
Hükümeti Arasında Türkiye Cumhuriyetinde Akkuyu
Sahasında Bir Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine
İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ile
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/902) (S. Sayısı: 538) (Devam)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… (AK PARTİ ve MHP
sıralarından karşılıklı laf atmalar)
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Sen Deniz Baykal’ın ayaklarını yaladın mı yalamadın mı?
BAŞKAN – Kabul
etmeyenler…
HALUK ÖZDALGA
(Ankara) – Sen yaladın!
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) - Sen etrafında döndün, etrafında!
BAŞKAN – Madde
kabul edilmiştir.
Birleşime beş
dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati : 01.03
SEKİZİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 01.21
BAŞKAN : Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Harun TÜFEKCİ
(Konya)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 134’üncü Birleşiminin
Sekizinci Oturumunu açıyorum.
538 sıra sayılı
Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
3’üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 3- (1) Bu
Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN – Madde
üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat.
Buyurun Sayın Özbolat. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA
DURDU ÖZBOLAT (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşülmekte olan 538 sıra sayılı Kanun Tasarısı ile ilgili olarak Cumhuriyet
Halk Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye bugün
yine bir oldubitti ile karşı karşıya. Bu Mecliste yine bir AKP klasiği
yaşanacak. Muhalefetin karşı olduğu, meslek odalarının karşı olduğu, yöre
halkının karşı olduğu faturası çok ağır olacak bir kanun, öyle zannediyorum ki
AKP oylarıyla yine Meclisten geçecek.
Bazı konular var
ki -enerji de buna dâhildir- Hükûmet politikası
olarak değil, devlet politikası olarak ele alınmalıdır.
Bu ülke kırk
yıldır nükleer enerjiyi tartışıyor. Ancak ne hikmetse, ne üniversitelerimiz ne
de ilgili diğer kuruluşlarımız bu alanda istenilen duruma getirilememiştir.
Türkiye Atom Enerjisi Kurumu ne işe yarıyor? Onun cevabını aramak lazım.
Bugün, başta
Enerji Bakanlığıyla ilgili genel müdürlükler, meslek odaları, üniversiteler ve
sanayi kesimiyle birlikte yapılan her çalışma da aynı sonuca ulaşıyor: Enerjide
yüzde 70’leri geçen dışa bağımlılığı derhâl aşağıya çekmek gerekiyor. Bu
önlemlerin başında, yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarımızın enerji
içindeki payını artırmak geliyor. Böyle bir yaklaşım esas
alındığında, hâlen mevcut su ve kömür potansiyelinin üçte 1’inin kullanıldığı,
Avrupa’da potansiyel açısından birinci sırada olmasına rağmen jeotermal
kaynaklarımızın yüzde 4’ünün değerlendirilebildiği, 48 bin megavat olarak
açıklanan rüzgâr potansiyelinin sadece bin megavatının yapıldığı, güneş ve biyokütle konusunda sınıfta kalındığı, doğal gaz
anlaşmalarıyla pahalı elektriğe mahkûm olunduğu, özelleştirme mantığıyla kendi
kaderine terk edilen dağıtım şebekelerindeki kayıp ve kaçakların oranının yüzde
20’lere ulaştığı görülür.
Türkiye’de
kurulacak nükleer santrallerin yerleri nasıl belirlendi, size kısaca anlatayım:
Yaklaşık kırk yıl önce ruhsata bağlanmış, o zamanın klasik yöntemleriyle
belirlenmiş bir Akkuyu sahası var. Bu sahada tam kırk
yıldır hiçbir rüzgâr ölçümü yapılmamış, jeolojik etütleri uluslararası bir laboratuvarca yapılmamış, kırk yıl önce “Deprem riski yok.”
denmiş, son dönemlerde iki adet orta ölçekli deprem geçirmiş ve fay hattı
üzerinde olan bir bölgedir Akkuyu. Türkiye'nin en uç
noktalarını seçip proje alanı olarak belirlemek doğru değildir çünkü
santrallerde bir sızma olduğunda, rüzgâr yönü düşünüldüğünde, radyoaktif
döküntüler rüzgârla iç bölgelere kadar yayılabilir. Bunu TAEK bilmiyor mu,
biliyorsa Hükûmeti bu konuda neden yönlendirmiyor,
yoksa Hükûmet bu Kurumu da mı dinlemiyor?
Kırk yıl önce Akkuyu bölgesindeki deniz suyu sıcaklığı ile bugünkü
sıcaklık arasında 2-3 derecelik fark var. Soğutma suyunun denize deşarj
edilmesi sonrası deniz suyu sıcaklığının yükselmesi ciddi bir sorun teşkil
edecektir. Daha geçenlerde Ceyhan Termik Santrali’nde böyle bir durum ortaya
çıktı. İstanbul Boğazı’nda gemilerin deşarj ettiği sular nedeniyle yaşanan
balık ve canlı ölümleri de dikkatimizi çekiyor.
Akkuyu, bu kırk yıllık
sürede tam bir tatil cenneti olacakken nükleer santral yapılacak diye turizm
yatırımları yapılamıyor. Bu bölgenin çevresinde ne türden gelişmeler olduğunu,
lütfen, gidip bir görünüz. Türkiye'yi besleyen dev seraların kurulduğu bir
bölge, toprak çok verimli ama bunların tümüne dikkat edilmemiş.
Bakınız, tüm bunlar
yerin yanlış seçildiğinin göstergesidir. Biz nükleer teknolojiye karşı değiliz
ama seçilen yerlerin tamamının yanlış yerler olduğunu önemle belirtiyoruz. Bu
konuda uluslararası kuruluşlardan yardım almanız gerekiyor. Türkiye ciddi bir
deprem bölgesidir. Bu durumu es geçerek bir çalışma yapamazsınız. Bütün
bunlarla birlikte, Anlaşma metninin de ciddi bir biçimde elden geçirilmesi
gerektiğini, hatta yeniden yazılması gerektiğini öneriyorum.
Önceki Enerji ve
Tabii Kaynaklar Bakanı Sayın Hilmi Güler döneminde yapılan çalışmada teknoloji,
verimlilik, yer seçimi, kurulu güç ve satışı fiyatı gibi konularda yarışma
yapılacağı söyleniyordu. Ne oldu? Ne zaman bunlardan vazgeçtiniz? 5710 sayılı
Kanun’a göre en iyi teknolojiyi seçecektiniz. Bu işi yapacak olanlar daha evvel
bu tesisleri kendi ülkelerinde kurmuş ve beş yıl çalıştırmış olacaklardı. Ne
oldu? Bakan değişince bazı hükümler de mi değişti?
Şimdi, biz kendi
mühendislerimizi bu kuruma sokamayacağız, takip edemeyeceğiz, denetim
yapamayacağız, yaptırım uygulama şansımız olmayacak. Böyle çalakalem sözleşme
olmaz. Lehimize bir madde bile yok. Bunun hesabını veremezsiniz. Bu
Anlaşma’yla, her zaman yaptığınız gibi büyük bir diplomatik pot da kırdınız.
Anlaşma’nın, Enerji Bakanımızın mevkidaşı olan Rusya
Enerji Bakanıyla yapılması gerekiyordu. Siz ne yaptınız? Bizdeki Atom Enerjisi
Kurumuna eş değer olan Rus atom enerjisi kurumu Rosatom
ile sözleşme imzaladınız. Arkadaşlar, sizin için değerli olmayabilir ama bu
milletin bir itibarı var. Üstüne üstelik daha kurulmamış, yüzde 49 ortakları
belli olmayan ama yüzde 100'ü Rus olan bir şirket daha sonra bizim muhatabımız
olacak.
Taraf yok burada
Sayın Bakan, yüzde 51'in kime ait olduğu önemli değil, yüzde 49'u kimin olacak?
Burada bilmediğimiz gizli bir ortak mı var?
Bakın, Sözleşme
metnindeki eksik ve sakıncalı kısımlardan bir kaçını dikkatinize sunayım:
Teknolojik olarak VVER 1200 tipi reaktörlerden söz ediliyor ancak bu reaktörler
hiçbir ülke de kurulmamış. Bakınız, Almanya, Fransa ikinci, üçüncü jenerasyon nükleer santralleri söküyor. Bizde ise daha
uygulaması olmayan hangi jenerasyon olduğu sözleşmede
belirtilmeyen bir teknoloji seçilmiş durumda. Bu teknolojiyi kim inceledi Sayın
Bakan?
Rusya bize
Leningrad'da kurulamayan ve sorunları nedeniyle açılması sürekli ertelenmiş bir
santralin yapımcısı olan bir şirketin ünitelerini mi kuruyor? Sayın Bakan
lütfen bizi bu konularda bilgilendirsin.
Çernobil Nükleer
Santrali dolayısıyla yaşadığımız olumsuzluklar hepimizin hafızasında. Kazım Koyuncu'yu hatırlayın lütfen. Hayatının baharında kanserden
kaybettiğimiz türkülerinden de yoksun kaldığımız o güzel Karadeniz
delikanlısını.
Sözleşmede on beş
yıllık alım garantisi kapsamındaki ESA Anlaşması’nın metni sözleşmenin ekine
konulmamış. Demek ki bu Sözleşme’de en önemli dayanak olan ESA ortada yok. Ne
yazılacak oraya merak ediyorum doğrusu?
Sözleşme’ye göre
on beş yıllık alım garantisi miktarı 12,3 dolar/sent gibi yazsa da kaynak
maliyetleri, Türkiye'deki maliyetlerin artışı gibi maddelerle aslında 15,3
dolar/sent olarak tanımlanmıştır. Bu Sözleşme’ye göre yedi yıl sonra devreye
girecek ilk ünitenin elektrik alım bedeli 15,3 senttir.
Size soruyorum
Sayın Bakan bu rakamları TETAŞ ve EPDK nasıl kontrol edecek? Bu bedel, Türkiye
satış fiyatını ne kadar artıracak? Bunları bizimle neden paylaşmıyorsunuz?
Ruslar basına açıklama yapmış biz bu projeden 120 milyar dolar kazanacağız
diye. Demek ki bir bildikleri var.
"Yakıt atık
yönetimi” başlıklı 12’nci bölümde “Proje şirketi söküm ve atık yönetiminden
sorumludur.” denmesine rağmen, proje süresince atıkların ne olacağı sorumluluğa
bağlanmış ancak söküm sonrası ne olacağı konusunda bir açıklık getirilmemiş.
Böyle önemli bir hüküm nasıl olur da muğlak bırakılır?
Bu sözleşmenin derhâl Genel Kuruldan çekilip iptal edilmesi gerektiğini
düşünüyorum.
Partimizin bu
konuyla ilgili muhalefet şerhini dikkatle okuyunuz ve gereğini yapınız. Yoksa
bu Anlaşma’yı birileri iptal eder, birileri de gelir sizin yakanıza yapışır,
benden söylemesi!
Bu Sözleşme,
bizim EPDK gibi bir kurumun 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nu
katletmektedir. Gelir ve kâr payı yöntemiyle Gelir Vergisi Kanunu altüst
edilmektedir. Böyle bir sözleşme olamaz.
Sayın Bakan, size
bu kürsüden son olarak bir soru soruyorum, cevabını da lütfen kamuoyuyla
paylaşınız: Sürekli olarak basın yayın organlarında, fuarlarda ve özel
sohbetlerde bahsettiğiniz, iki yıldır Genel Kurula getirmeyi düşündüğünüz
Yenilenebilir Enerji Kaynakları Kanunu ne oldu? Bu kanunu neden
çıkartmıyorsunuz? Problem nedir, söyleyiniz. Yatırımcıları kandırmayınız,
kimseyi aldatmayınız. “Bizim önceliğimiz doğal gazdır, nükleerdir.” diyorsanız,
bunu da kamuoyuyla paylaşınız. Günlerdir ilgili bütün yerli ve yabancı kişi ve
kurumlar bu kanunu bekliyor. Çıkarmayacaksanız, bunu da kamuoyuyla paylaşınız.
Ben, buradan,
milletin kürsüsünden ilgili tüm kişi ve kuruluşlara çağrı yapıyorum:
Yenilenebilir Enerji Kaynakları Yasası’nı bu Hükûmet
çıkarmazsa, Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında çıkarılacak ilk kanunlardan
birisi bu olacaktır.
Bu dileklerimle
yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen
Behiç Çelik, Mersin Milletvekili. (MHP sıralarından
alkışlar)
MHP GRUBU ADINA
BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 538 sıra sayılı
Tasarı’nın 3’üncü maddesi üzerine söz aldım. Hepinizi bu vesileyle saygılarımla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
aslında nükleer enerji konusunda benden önceki hatiplerin doyurucu, teknik ve
çevreyi, toplumu olumlu ya da olumsuz yönde etkileyecek hususları burada
ayrıntılı olarak anlattıklarını hep birlikte görmüş bulunuyoruz.
Ben olaya farklı
yönden değinmek isterim. Biliyorsunuz, enerji günümüz dünyasının en önemli
gerçeğidir. Enerjiyi elinde tutan, enerjiye hükmedebilen devletler dünyada
insanlık üzerinde daha fazla söz sahibi olan devletlerdir. Bu itibarla,
politikanın özünde enerjinin olduğunu da özellikle vurgulamak isterim.
Türkiye’mizin
gerek Hazar Havzası’nın gerekse Orta Doğu bölgesinin ve gerekse tanker
taşımacılığıyla Karadeniz Bölgesi’nin ve en son Mavi Akım Projesi’nin hayata
geçirilmesiyle âdeta bir transfer alanı ve Avrupa’ya doğru uzanan önemli bir
geçiş noktası, bir kapı, bir koridor şeklinde, Anadolu coğrafyasını mütalaa
edebiliriz.
Nükleer enerjiye
değinirken burada benim dikkatinize sunmak istediğim konu, özellikle Rus doğal
gazının Türkiye’ye getirilmesi sürecinde Mavi Akım’ı eleştirenlere dikkatinizi
çekmek istiyorum. Mavi Akım o dönemde değişik siyasal görüşler ve partiler
tarafından eleştirilmişti. Bu eleştirilerin büyük çoğunluğunda tabiatıyla
haklılık payı vardı. Ancak, söylenenler şuydu: “Mavi Akım değil, mavi cerahat.”
Mavi Akım’a
burada kısaca değinerek geçerken, bu Mavi Akım Anlaşması’nın içerisinde yüzde
4,4’lük bir hisse vardı ve bu hamiline hissenin bugün nereye gittiği dahi henüz
ortaya çıkarılabilmiş değil. Beyaz Enerji Operasyonu gibi birçok operasyonlar
yapıldı, bunların sonuçları da ortada değil. Sekiz yıla yaklaşan AKP
İktidarının sanıyorum karnesinde enerjiyle ilgili yolsuzluk dosyalarının
sonuçları, eksileri bir hayli olsa gerek. AKP, bu konuda bir adım atabilmiş
değil ve tam tersi, yolsuzlukları önleme konusunda irade ortaya koymasından
geçtik, yolsuzlukların daha da artmasının âdeta müsebbibi olmuş durumda. Onun
için, AKP’nin Mavi Akım’daki 4,4’lük hamiline hisseyi bugün Türk kamuoyuyla
iktidar olarak paylaşmasını burada bir kez daha hatırlatma gereği duyuyorum.
Sayın Bakan da buradayken, “Lütfen bunları Türk kamuoyuyla paylaşın.” diye
hatırlatıyorum. Acaba 2004 yıllarında Soçi’de zamanın
Rusya Devlet Başkanı Putin’le Sayın Erdoğan neler
konuştu sekiz saat, dokuz saat baş başa? Bunlar karanlıkta kalacak, unutulacak
diye hiç kimse zannetmesin, zamanı gelince bir bir
açılacak.
Efendim,
biliyorsunuz, Stroytransgaz şirketi o dönemde Mavi
Akım’ı bu şekilde hayata geçirmek için uğraştı. Bugün nükleer enerji konusunda
bir adım atılıyor ve bu adım, burada hatiplerin de ifade ettiği gibi, sakat,
yanlış, eksik ve anlamsız ve bunun getirilip özellikle Mersin ili Gülnar ilçesi
Büyükeceli kasabasının bir mevkisi olan Akkuyu’da düşünülmesi hepten yanlış, hepten hatalı.
Mersin bugün
15.700 kilometrekare yüz ölçümüne sahip, 1 milyon 750 bin insanın yaşadığı ve
çok çalışkan insanlarının olduğu, taştan ekmeğini çıkaran insanların ili olduğu
bir bölge. Burada 55 belediye ve 505 civarında köy hâlen mevcut ve kendisini,
kendi hayatını idame ettirecek gelir kaynaklarına sahip bir il. Bu ilin -Antalya’yı
çoğumuz biliyoruz- Antalya’dan daha ileri ve üstün özelliklerinin olduğunu da
burada hatırlatmak isterim.
Nedir bunlar? Bir
kere, Çukurova’nın yarıya yakını veya yarıdan biraz azı Mersin iline ait.
Buranın çalışkan insanları bir şeyler üretiyor.
Ve Saint Paul’ün memleketi Tarsus. Tarsus, medeniyetlerin beşiği,
âdeta dünya kültürüne verecek çok şeyleri olan bir kent merkezi. Mersin de
öyle. Mersin bir liman kenti olarak –merkezi kastediyorum- fevkalade önemli bir
şehir.
Batıya doğru
gittikçe Erdemli… Çalışkan insanlarıyla dopdolu ve her türlü doğa turizminin
yapılabileceği imkânlara ve fırsatlara sahip, marinası var.
Silifke keza aynı
şekilde, çok önemli tarihî ve turistik bir kent ve batıya gittikçe, Selçukludan
kalma eserlerin yoğunlaştığı ve Anamur Kalesi gibi dünyada eşsiz tarihî
eserlerin olduğu önemli kent, bir il.
İşte böylesine önemli bir ilin doğası, tarihi, kültürü, tarımı,
sanayisi, ticareti, ulaştırması, yani bütün sektörleri hiç ele alınmadan,
değerlendirilmeden, Mersin kenarda iktidar tarafından atıl bırakılıyor,
Mersin’e adım attırılmıyor, hiçbir sektöründe ilerleme kaydedilmiyor ve
işsizlik oranının en yüksek olduğu il hâline getiriliyor, insanlar ekmeğe
muhtaç hâle getiriliyor ve ondan sonra “balık çiftlikleri” adı altında Mersin’in
o güzelim kıyılarını, denizlerini mahvedecek birtakım kararlar, yine iktidar ya
da iktidarın talimatıyla yerel iktidarlar tarafından veya yönetimler tarafından
kararlar alınabiliyor.
Biz balık
çiftlikleri için de tepki verdik, mitingler yaptık, “Bunları yapmayın.” dedik,
“Bu denizi turizm için kullanın.” dedik. Bunu da dinleyen olmadı. Ve Mersin,
bugün, turfanda sebze ve meyvenin en yoğun üretildiği bir kent, narenciyede
-özellikle limonun- Türkiye ihtiyacının yüzde 60’ını karşılayan bir il ama buna
rağmen, Hükûmetin tek bir çivi çakmadığı il de Mersin
olarak karşımıza çıkıyor.
Biz onun için,
sahillerimizi, denizimizi korumak istiyoruz, ormanlarımızı korumak istiyoruz ve
rızkımızı istiyoruz, iş istiyoruz, aş istiyoruz, bunlar verilmiyor. Ondan sonra
geliniyor, Akkuyu’ya Nükleer Santral Projesi’ni
getirip dayatıyorlar.
Yenilenebilir
enerji ya da “biyomas enerjisi” dediğimiz biyoatık enerjisi konusunda Hükûmetin
tek adım atmış durumu söz konusu değil.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen
tamamlayınız.
BEHİÇ ÇELİK
(Devamla) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Değerli
milletvekilleri, böyle bir tablo karşısındayız. Onun için, burada
bağırıyorsunuz, çağırıyorsunuz, birbirinizle postal yarışı yapıyorsunuz. Peki,
1982 Anayasası’nda yaşı tutan AKP milletvekillerinin neredeyse yüzde 92’si
“evet” dedi, “evet” dediniz.
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Nereden biliyorsunuz?
AHMET YENİ
(Samsun) – Nereden biliyorsun? Ezbere konuşuyorsun.
BEHİÇ ÇELİK
(Devamla) – Nereden çıktı o zaman yüzde 92 oy? Bunu bilin, bilin bunu, bilin!
Ondan sonra, postalın ne anlama geldiğini siz…
AHMET YENİ
(Samsun) – Kayıt mı var elinde? Ezbere konuşuyorsun.
BAŞKAN – Sayın
Yeni, lütfen…
BEHİÇ ÇELİK
(Devamla) – Kayıt var, ortada istatistikler var.
AHMET YENİ (Samsun) – Yok öyle şey.
BEHİÇ ÇELİK
(Devamla) – Böyle önemli konular konuşulurken böyle yapay ve düzeysiz
konuşmalara lüzum yok. Onun için, biz referanduma da “hayır” diyoruz, Akkuyu’ya
da “hayır” diyoruz.
Teşekkür ederim.
(MHP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Madde üzerinde
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz isteyen Nezir Karabaş, Bitlis
Milletvekili. (BDP sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA
MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; nükleer
enerji kanunuyla ilgili, 3’üncü madde üzerine Barış ve Demokrasi Partisi Grubu
adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, nükleer enerji istemi, talebi ve hayali Türkiye’de yeni değil,
elli yıllık bir hayal. Tabii o dönemler İkinci Dünya Savaşı sonrası nükleer
enerji ve nükleer silahlanma istemlerinin dorukta olduğu, nükleer enerjiyle
ilgili bugün gelinen noktadan farklı bakılan bir dönemdi. Türkiye nükleer
enerji talebini, istemini geçmiş hükûmetler döneminde
de muhalefetler döneminde de hep belli gerekçelere dayandırmış, çoğu zaman hem hükûmetler hem de nükleer enerjiyi savunan muhalefet
partileri demişler ki: İşte “Dışa bağımlılığı azaltma…” veya demişler ki: “Ucuz
enerji sağlama…” Şimdi de Sayın Çevre Komisyonu Başkanımız da, işte, “Çevre
dostu enerji.” diyor, öyle savunuyor.
Peki, dışa
bağımlılığı engelliyor mu? Siz bir taraftan doğal gazınızın yarısını, yine,
petrolü aldığınız Rusya’dan nükleer enerji santralini de topraklarınızda
kuruyorsunuz, her şey onun denetiminde, dışa bağımlı olmuyorsunuz! Üstelik tek
ülkeye bağımlı oluyorsunuz, bırakın dışa bağımlılığı, tek ülkeye bağımlı
oluyorsunuz, Rusya’ya bağımlı oluyorsunuz. Zaten enerjide Rusya’ya bağlısınız,
nükleeri de yapıp ona bağlı oluyorsunuz. Yani burada demek ki, dışarıya
bağımlılık gerekçesi yok ortada. Daha ucuz enerjiyi de, mevcut fiyata
baktığımız zaman, hem dünya fiyatlarının hem de Türkiye fiyatlarının üzerinde,
bunun da gerekçesi yok. Ha, geriye ne kalıyor? Güçlü ülke olma. Birçok hatip
dile getirdi, Türkiye’nin güçlü olabilmesi için nükleer enerjiye sahip olması
gerekiyor. Bu söylem, Türkiye’nin güçlü olabilmesi için nükleer silaha sahip
olmasıdır. Yani geçmiş hükûmetler döneminde de
muhalefet partileri de ve şu anda AKP Hükûmeti de
nükleer enerjiye sahip olma hayalini nükleer silaha sahip olma üzerine kuruyor.
Nitekim, Sayın Başbakanın İran’la ilgili söylemleri,
İran-İsrail karşılaştırması, “Eğer İsrail’in nükleer silahı varsa İran’ın da
nükleer silah üretme hakkı vardır.” söylemi bundan uzak değildir. Tam Rusya’yla
nükleer enerji ve nükleer santral kurma hazırlıklarının yapıldığı bir dönemde,
bu söylem ve bu hazırlık birbirinden bağımsız değil.
Değerli
milletvekilleri, nükleer silahın geçmişte yarattığı tahribatı hepimiz
biliyoruz. Bugün, hem o silahların üreticisi hem de kullanıcıları bile, bazen
ikiyüzlü politikalarla olsa bile nükleer silahların azaltılması ve uzun vadede
ortadan kaldırılması gibi söylemde bulunmak zorunda kalıyorlar. Yine, tüm
dünyada barıştan yana, dünyada çağdaş, çocuklarımıza, torunlarımıza sağlıklı
bir gelecek bırakma adına silahtan, özellikle nükleer silahtan arınmış bir dünyadan
bahsediyorlar; bizler de Türkiye’de üçüncü bin yılda güçlü olmak için nükleer
silaha sahip olma hayalleri kuruyoruz.
Değerli
milletvekilleri, Sayın Bakan; mevcut kapasite ve santral, bunun, 2-3 kat
büyüklüğünde bu gerçekleşip -ne zaman gerçekleşeceği, nasıl gerçekleşeceği
belli değil- bu kapasitedeki santraller kurulup, bunun 2-3 katı kadar,
Sinop’ta, başka bir yerde de santral kursanız Türkiye’nin enerji ihtiyacını
nükleerden karşılama veya dışarıya bağımlılıktan kurtulamazsınız. Nükleer
enerjiyi savunan hiç kimse beyninin arkasında nükleer silah yoktur diyemez.
Çünkü “Nükleer enerji olmalıdır, Türkiye nükleer enerjiye sahip olmalıdır.”
diyenlerin hiçbir gerekçesi şu ana kadar geçmiş hükûmetlerin
de şimdiki Hükûmetin de gerekçeleri, Türkiye’nin mevcut
kapasitesi, mevcut enerji üretimi, tüketimi ve gelecekteki enerji ihtiyacını
kıyasladığınız zaman bununla uyumlu değil.
Değerli
arkadaşlar, değerli milletvekilleri; Türkiye gibi bir ülkede nükleer çok daha
tehlikelidir. Biraz önce Sayın İnce dile getirdi, 1986 yılında Çernobil faciası
hepimizin hafızasındadır ve o dönem Sanayi Bakanı Cahit Aral, televizyon
ekranlarında canlı yayında çay içip “Biraz radyasyon iyidir.” demişti. O
dönemin Başbakanı rahmetli Sayın Özal’dı. O da “Radyoaktif çay daha lezzetlidir.”
demişti ve yine o dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren’di, ünlü Paşamız “Radyasyon
kemiklere yararlıdır.” demişti.
Şimdi, böyle bir
ülkeyiz ve yine bugün bizler, Tuzla’da her gün sapır sapır
ölen işçilerimizin sorunlarını çözmüyoruz, kot taşlama işçilerinin gözlerimizin
önünde ölmesine engel olamıyoruz. Madenlerde ölen işçilerimiz için, bunu nasıl
engelleyebiliriz, makul bir seviyeye, dünya standartlarına getirebiliriz deme
yerine “kader” diyoruz. Böyle bir ülkede nükleeri savunmak, faciayı savunmaktır.
Bu kadar…
Tabii ki Türkiye,
sonuçta, mevcut nüfusu, insan gücü, sanayi düzeyiyle yabana atılabilir bir ülke
değil ama bu ülkede iktidarıyla muhalefetiyle, mevcut, insana bakış mantığıyla,
çevreye bakış mantığıyla değerlendirdiğimiz zaman -bu ülkede nükleer- gerçekten
nükleeri savunmak faciayı savunmaktır. Bizler “Akkuyu’da
neden kuruluyor?” demiyoruz.
Peki, Sinop’ta
kurduğunuz zaman, daha iki gün önce, Sayın Ali Rıza Öztürk,
Bakana sunduğu için biz de almıştık, bizim de sunmamıza gerek yok, Akkuyu’da 170 bin imza toplayanlar gibi, Sinop’ta da 170
bin, 270 bin imza toplama hakları var. Ege’de de kurmaya kalksanız oradaki
insanların da “Ben nükleer istemiyorum.” deme hakları var yani önemli olan
nükleer.
Bugün gelişmiş
Avrupa ülkeleri ve Amerika başta, nükleeri… Ve bu ülkelerin birçoğu 1970’li
yılların sonunda, 1980’li yıllarda ve özellikle Çernobil faciasından sonra bir
taraftan nükleerin zararlarını, tehlikesini ve atıkları tümüyle zararsız hâle
getirmenin mümkün olmadığını görünce, bu teknolojiden, birçoğu yeniden santral
kurmaktan vazgeçtiği gibi, bu projeleri geliştirmediği gibi, mevcut projelerin
de birçoğu iptal edildi.
Peki, değerli milletvekilleri, enerji için Orta Doğu’dan Uzak
Asya’ya kadar her türlü riski göze alan, savaşlar yapan Amerika, bu teknolojiyi
üreten, en gelişkin teknoloji ve insan gücü kendisinde olan Amerika, eğer
nükleer iyiyse, her tarafı nükleerle donatmak gerekiyorsa, neden tüm enerji
ihtiyaçlarını kendi imkânlarıyla üreteceği nükleer santrallerle yapmıyor da
farklı kaynakları devreye sokuyor? Neden Amerika
otuz yıldır santral kurmuyor? Neden İngiltere otuz yıldır yeni santral
kurmuyor?
İBRAHİM HASGÜR
(İzmir) – İhtiyacı yok çünkü.
MEHMET NEZİR
KARABAŞ (Devamla) – Evet, ihtiyacı olmasaydı, Irak Savaşı’nı, Pakistan’daki
işgali, Afganistan’daki işgali, taa Uzak Asya’ya
kadar savaşları göze almazdı. Bunların çoğunun enerji savaşları olduğunu hepimiz
biliyoruz, hepiniz biliyorsunuz. Kalkıp burada, halkın karşısına da çıktığınız
zaman, işte…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun.
MEHMET NEZİR
KARABAŞ (Devamla) – …bunun, enerjinin, nükleer santralin kurulması gerektiği,
nükleer enerjinin olması gerektiği ama yasasının böyle olduğu ama Akkuyu böyle bir yerdir, turistiktir, Sinop’a veya Sinop
değil, başka bir yere kurulması… Üstelik birçok hatip dile getirdi, konuşan her
muhalefet milletvekili istisnasız dile getirdi. Siz bu santrali kendi
ülkenizde, kendi topraklarınızda, diğer bir ülkeye, şirketi, denetimi, hissesi
Rusya’ya ait olan, başka bir devlete ait olan bir santral kuruyorsunuz. Böyle
bir örnek var mı değerli milletvekilleri?
ZEKERİYA AKINCI (Ankara) – İncirlik Üssü.
MEHMET NEZİR
KARABAŞ (Devamla) – Yani ikinci bir örnek var mı? Gel, benim ülkemde ben sana
arazi sağlayacağım, yer vereceğim, sen gelip santral kuracaksın, tüm hisse
senin olacak, istediğin gibi çalıştıracaksın, elektriğini de ben alacağım,
üstelik dünyanın ve Türkiye’deki fiyatların üzerinde alacağım. Böyle bir mantık
yok. Ondan sonra da çıkıp “Türkiye’nin geleceği için, enerji geleceği için veya
ülkenin zenginliği için biz yatırım yapacağız…”
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Karabaş.
MEHMET NEZİR
KARABAŞ (Devamla) – Biz bu yasanın mantığına, nükleer enerjinin ruhuna,
mantığına karşıyız.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Madde üzerinde
şahsı adına söz isteyen Afif Demirkıran, Siirt
Milletvekili.
Buyurun. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
AFİF DEMİRKIRAN
(Siirt) – Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum öncelikle. Hayırlı sabahlar
diliyorum.
BENGİ YILDIZ
(Batman) – Bitlis’e kursunlar Nezir Bey!
MEHMET NEZİR
KARABAŞ (Bitlis) – Önce bir deniz getirelim Siirt’e, sonra nükleer santral
kurarız!
AFİF DEMİRKIRAN
(Devamla) - Vallahi Siirt’e kurarız. Eğer Fransa yüzde 75’ini nükleerden
karşılıyorsa, Amerika yüzde 20’sini karşılıyorsa, bütün dünya yüzde 17’sini
karşılıyorsa ben Siirt’e kurarım. Buyurun, Sayın Bakan gelsin, çalışma yapsın,
eğer müsait bir yer bulunabilirse Siirt’e kurarım.
Şimdi,
arkadaşlar, esasen ben bir selamlama yapıp inmek istiyordum, öyle de arzu
ediliyor. Fakat nükleer o kadar önemli bir konu ki kırk senedir bir şekilde
birileri başkalarının etkisinde kalarak -Bakan ve grubumuz itham ediliyor
sabahtan beri- ama birileri birilerinin etkisinde kalarak, yapılmış olan
ihaleleri iptal ettiler ve bunun en komiği de ne biliyor musunuz? Savunduğunuz
o 12 Eylül Anayasası var ya, o 12 Eylül Anayasası’nın mucitleri, o darbe
Anayasası’nın sahipleri zamanında ilk nükleer santral iptal edildi. Niçin?
Çünkü dünya kapılarını kapattı Türkiye’ye, Türkiye’ye kredi vermediler.
Türkiye’de eğer bir askerî darbe oluyorsa, Türkiye’ye hiç kimse herhangi bir
şekilde girmeyecek, ne teknolojik olarak ne başka türlü ve yapılmadı. Eğer
yapılmış olsaydı, bugün nükleer teknolojiye sahip olacaktık, bugün bambaşka bir
yerde olacaktı Türkiye. Dolayısıyla, değerli arkadaşlar, nükleer, yenilenebilirin
alternatifi değildir. Bakın “Yenilenebilir yapılsın, nükleer yapılmasın.”
diyoruz. Yenilenebilir ayrı bir olaydır, nükleer ayrı bir olaydır.
Daha bir iki
hafta önce Avrupa’da bir toplantıya katıldım Avrupa Parlamentosunda. Orada
Avrupa’nın enerji güvenliği için yeni bir Avrupa enerji birliği kuruluyor.
Şimdi, çok ciddi şekilde bunun üzerinde çalışılıyor ve oradaki müzakerelerde
hemen hemen hazırunun
tamamı -hem Avrupa Parlamentosu milletvekilleri vardı hem ulusal
parlamentoların milletvekilleri vardı- ortak varılan kanaat -ki raporlara
geçti- nükleere devam, Avrupa’da nükleere devam.
Şimdi, bu kadar
çok “nükleere devam” denen bir dünyada ve bizim de bu kadar çok enerjiye
ihtiyacımız olan bir ortamda eğer biz nükleere karşı gelir, eğer biz bu akşam
bu Anlaşma’yı imzalamazsak, inanın çocuklarımıza, torunlarımıza, gelecek
nesillere karşı görevimizi, sorumluluklarımızı yerine getirmemiş oluruz.
Onların vebali var sırtımızda.
Dolayısıyla ben
bu Anlaşma’nın hayırlara vesile olmasını diliyorum ve oyumun kabul olacağını
ifade ediyorum. Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Demirkıran.
Madde üzerinde
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız söz talep etmişlerdir.
Buyurun Sayın
Bakan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz on
dakika.
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; ben
de hepinizi saygıyla selamlayarak sözlerime başlamak istiyorum.
Tabii verilecek
çok bilgi var, özellikle nükleer güç santrallerinin yapımıyla alakalı hususları
irdelerken, incelerken, bunun yalnızca on dakikaya veya işte otuz dakikaya
sığdırılamayacağını herhâlde takdir edersiniz ama ben yalnızca sorular üzerine
bina ederek birkaç konuyu aydınlatma ihtiyacı hissetim.
Şimdi
“Yenilenebilir enerji kaynakları ile nükleer güç santralleri birbirinin rakibi
değil.” dedi Afif Bey. Doğru, hatta birbirinin tamamlayıcısı unsurlardır
bunlar. Bütün ülkelerde nükleer güç santrallerinden elde edilen enerji,
elektrik, o basic yük dediğimiz tabana oturtulur,
üzerine girip çıkan yükler monte edilir. Diyelim ki 8.100 saat civarında
çalışan nükleer güç santralinin ki yeni sistemlerde artık yakıt değiştirmek
için o aradaki 600 saatlik birimi de kaldırdılar, tamamen 8.640 saat
çalışabilecek bir teknoloji yakalandı. Bunun üzerine, ülkenin durumuna,
konumuna ve şartlarına uygun olarak rüzgâr girip çıkıyor, güneş girip çıkıyor, HES’ler, rezervuarsız dediğimiz 15 kilometrekarenin daha
altındaki nehir tipi santrallerde, düzensiz yağış rejimlerinden kaynaklanan
nehirlerde HES’ler girip çıkıyor. Bütün bunların her
birisi birbirinin tamamlayıcısı unsurlar oluyor.
Bu şu açıdan çok
önemli, Almanya’da, işte, İspanya’da, değişik ülkelerde gidip gördüğünüzde şunu
fark edersiniz: Zaman zaman yenilenebilir enerji
kaynakları, Almanya gibi altyapısını tamamlamış ülkelerde “50 milyar euroyu şuraya koyalım, bunları finanse edelim” diye yola
çıkılan işlerdir.
Yenilenebilir
enerji kaynaklarıyla alakalı, rüzgârın, güneşin, jeotermalin ve suyun, temel
olmak üzere -biyokütleyi de dâhil edelim- şu anda,
arkadaşlar, bu kanun çıkmadı diye şu anda piyasa da işlemiyor değil. Şu anda,
yaklaşık 33 bin megavatlık rüzgâr santralleri “Ahmet Bey’e vermeyin, bana
verin.” diye lisans çalışması için niçin yarışmaya giriyorlar? Şu anda cari,
işleyen bir kanun var, 2005 yılında çıkmış olan. Şu anda 13 bin megavata
tamamlayacağımız lisanslama çalışmalarının son üç dört ayına girildi. Bu kanun,
yenilenebilir enerji kaynaklarıyla alakalı rehabilite
edeceğimiz kanun çıkmadan önce, şimdi, her bir enerji kaynağının üzerinde
irdeleme yapmamız lazım.
Güneş diyoruz
değil mi? Değerli arkadaşlar, güneşte kimi finanse edeceğimize karar vermemiz
lazım. Türkiye'nin güneşiyle vatandaşımızı mı, Avrupa’daki know
how sahibini mi, yoksa yatırımcıyı mı?
Geçtiğimiz yıl
içerisinde verilen fiyat 28 euro sentti. Bu eder
yaklaşık 40 kuruş sent. Şu anda elde ettiğimiz rakamın tam 4 katı. Bizim
malzeme biliminin ilerlemesiyle beraber bu rakamları daha da hızla ilerleterek,
hızla düşürerek bunun üzerinden bir sübvansiyon yapmamız lazım. Kazanacak olan
vatandaşımız, kazanacak olan toplam havuzumuz.
Biz, güneşle
alakalı rakamlarda daha konservatif, daha muhafazakâr davranırken tabii ki
Avrupa’daki yatırımcıya hizmet etmiş olmuyoruz ama vatandaşımızın alacağı
elektriğin payına hizmet etmiş oluyoruz. Yani her söylediğimiz cümlenin sonunun
nereye varacağını çok iyi bilmemiz lazım. Kulağa çok hoş geliyor “Yenilenebilir
kaynakların hepsini destekleyelim.” deniyor.
Bakın, somut bir
örnek veriyorum. Geçtiğimiz yıl içerisinde, 26 Aralık 2009 tarihinde Almanya’da
6 bin megavatlık rüzgâr enerjisinin devlet garantisi altında alınarak kamuya
satışında bir sıkıntı çıktı. Ürettiğini almak zorunda havuz. Üretti
ama Paskalya, o gün alacak kimse yok. Dediler ki: Bunu lütfen alın, 90 sentten
başladılar, alan yok, 50 sent, alan yok, 20, alan yok. “Sıfır liraya
veriyoruz.” dediler 6 bin megavatı. Bir gün önceden rüzgârla alakalı
meteorolojik veriler diyor ki: Yarın 6 bin megavat civarında rüzgâr esecek.
Duyuru yaptılar. Dedi ki: “Ben Paskalya’dayım, ben şu anda fabrikamı açmıyorum.
Evde de sınırlı şekilde kullanacağım.” Filmin sonu şöyle bitti değerli
arkadaşlar: Üzerine 20 euro sent verdiler, bir kısmı
fabrikasını açtı, o günün kalemi, 50 milyon euro
ekside kapattı sistem.
Yani, bunların
her birinin… Müsaade edin de biz bunları hesap edelim.
Bir işi yaparken bir tarafı yıkmamak lazım. Biz sağlam, stabil, son derece
sürdürülebilir bir enerji politikası üzerinde uğraşıyoruz. Rüzgârı bu ülkeye
kazandırmamız lazım, güneşi de kazandırmamız lazım ama güneşte makul ve rekabet
edebilir fiyatlarla kazandırmamız lazım. Geldi yatırımcı “Niye açmıyorsunuz
güneşin önünü?” dedi. “Tabii, Almanya’da kaç saat güneş ışının var?” dedim,
“800 saat.” “Kaç paradan satıyorsunuz?” “28 euro
sentten.” “Türkiye’de kaç para istiyorsunuz?” “28 euro
sentten.” “Türkiye’de ne kadar güneş ışının var? “1.800 saat.” “Peki arkadaş, Almanya’da 9 yılda amorti ettiğin yatırımı
niçin Türkiye’de 4,2 yılda amorti etmeye çalışıyorsun?” “Haklısınız.” dedi,
“Doğru, çok doğru.” dedi. “Siz hele bir yarı fiyatını verin de ondan sonra bir
pazarlık yapalım.” dedik.
Bunlarla alakalı
konularda titiz ve son derece kamu düzenini de sağlayıcı ama aynı zamanda
liberal piyasayı destekleyici bir yapı içerisinde olmamız lazım. Bütün bunların
hepsini anlatma fırsatı bulamıyoruz diye bunları bilmiyor zannetmeyin
arkadaşlar. Enerji Bakanlığı olarak bütün bunlarla alakalı hassas
çalışmalarımız devam ediyor.
BENGİ YILDIZ
(Batman) – Sayın Bakan, sadece satmak üzerine konuşuyorsunuz, çevre yok bunun
içerisinde. Satmak, kâr etmek. Çevre yok.
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Devamla) – Gelelim, Akkuyu
sahasında ne kadarlık bir metrekare içerisinde biz
bunları yapıyoruz.
Değerli
arkadaşlar, 10 bin metreye bin metre sayalım. Genel, bu saatte çok detaylarına
girmeden söyleyeceğim. Yani 10 kilometreye 1 kilometrelik bir saha içerisinde, toplamı 11 milyon 147
bin 837 metrekaredir. Bunun içerisinde orman arazisi, EÜAŞ’ın
arazisi, hazine arazisi 306 bin metrekare olmak üzere ve Babadıl
Deresi olmak üzere 161 bin metrekaredir toplam.
“Biz bunlarla
alakalı istihdamı Türk tarafından mı yapacağız?” deniliyor.
Arkadaşlar,
Anlaşma o kadar açık ve net ki müsaade ederseniz buradan okuyacağım. 6’ncı
maddenin beşinci fıkrası: Taraflar, Türk vatandaşlarının ücretsiz olarak
eğitilmesi ve nükleer güç santralleri işletme gereksinimlerinde yaygın olarak
istihdam edilmesi hususlarında mutabakata varmışlardır. Söz konusu eğitim, Türk
tarafına mali yük getirmeden sahada tam donanımlı simülatör
kurulmasını, bununla sınırlı olmamak kaydıyla da kapsar.
Anlaşılmayan bir
taraf var mı burada? Çok açık bir şekilde…
ALİ İHSAN KÖKTÜRK
(Zonguldak) – Müeyyidesi ne?
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Devamla) – Devam ediyoruz. “Türk tarafı…”
KADİR URAL (Mersin) – 7’nci madde.
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Devamla) – 7’nci maddeyi okuyorum, arazi tahsisi
ve erişimle alakalı.
KADİR URAL
(Mersin) – İkinci bendi.
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Devamla) – Türk tarafı, yürürlükteki Türkiye
Cumhuriyeti kanun ve düzenlemeleri izin verdiği ölçüde, Proje’yle ilgili olarak
yabancıların çalışmasına ilişkin gerekli izinlerin verilmesini
kolaylaştıracaktır. Türk tarafı, ulusal güvenlik sebebiyle, belirli kişilerin
böyle arazilere erişimlerini reddetme hakkını saklı tutar.
Arkadaşlar,
herhâlde yanlış anlaşılacak bir şey yok değil mi burada?
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Öncesini de oku! Öbür cümleyi de oku Sayın Bakan!
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Devamla) – Peki, devam ediyoruz şimdi, devam
ediyoruz. Bakın, enerji arzıyla alakalı bir kısım sıkıntılardan bahsedildi.
Değerli arkadaşlar, bugün itibarıyla yaklaşık 244 milyar 562 milyon kilovatsaatlik arz edilebilir enerjimiz var. Kullanım, 202
milyar kilovatsaat civarında, yıllık. Eğer isteyen
varsa, şu anda bizim satabileceğimiz 38 milyar kilovatsaatlik
enerji fazlamız var. Eğer, 2014 ve 2015’ten sonrasıyla alakalı, arz
güvenliğiyle alakalı bir kısım tehditler söyleniyorsa… On yıl sonrasıyla
alakalı bir projeksiyondan bahsediyoruz, bugün konuştuğumuz,
on yıl sonrasının enerji arzıyla alakalı bir kalemden bahsediyoruz. Yani,
cümleleri kurarken bir önceki söylediğimiz cümlenin bir sonrakini naksetmemesi, eksiltmemesi lazım. Türkiye, 2023 yılına…
Bakın, geçtiğimiz
ay içerisinde enerjideki büyüme yüzde 9,72’ydi, bir önceki yılın kullanım ayına
oranla. Türkiye’deki büyüme hızları açıklandı. Dünyada 4’üncü, OECD’de 1’inci,
Avrupa’da 1’inci sırada bir büyüme hızı yakalandı. Bunlara karşılık gelebilecek
enerji arzını oluşturmamız lazım. Tabii ki yenilenebilir enerji kaynaklarından
bunları oluşturmamız birinci sırada önemli. Bunun için de zaten önünü açıyoruz.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın
Bakan, lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Devamla) – Sayın Başkanım, eğer müsaade
ederseniz bir dört beş dakika daha… Bazı soruları cevaplamak açısından müsaade
istiyorum.
BAŞKAN – Grup
başkanlarının müsaadesi…
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Devamla) – Bakın, çevreyle alakalı çok fazla
konu ettik. Ben size, sırf karşılaştırmalı bir kısım rakamlar vermek istiyorum:
Şu anda, dünyada yaşayan her insan, uzaydan gelen kozmik ışınlardan ve
topraktan kaynaklanan doğal radyasyona maruz kalmaktadır. Dedektörle
ölçtüğünüzde… Şu anda, gidin, dağda, kırda bayırda bunu ölçersiniz. Nükleer
santral yakınında yaşayan bir kişinin alacağı radyasyon miktarı -biraz sonra
turizm merkezlerinden de örnek vereceğim- doğadan kaynaklanan radyasyon
miktarının üç yüzde 1’i kadardır. Buyurun size bir rakam şimdi, üç yüzde 1’i
kadardır. Aynı zamanda bu değer bir göğüs röntgeninde çekilen radyasyon
miktarının da yüzde 1’ine denk gelmektedir.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Santrallerin içinde yaşamak geçiyor içimden, o kadar güzel
anlatıyorsunuz ki!
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI TANER YILDIZ (Devamla) – Özellikle biraz önce Mustafa Hocamın bahsettiği
“Siz buna ‘atık’ demeyin, aslında ‘nükleer atık’ deyin.” dediği konuda çok
önemli bir noktaydı bu. Nükleer atıkların nasıl yönetileceğiyle alakalı konuda
Türkiye Atom Enerjisi Kurumunun iznine bağlı olarak bunların sökümü, idare
edilmesi, alıkonması, depolanması, proje şirketinin mükellefiyetindedir, ancak
bunların izni TAEK’e bağlıdır. Her ülkenin içinde bu böyledir.
Değerli
arkadaşlar, dünyada ilk defa nükleer güç santralleri Türkiye’de yapılmayacak.
Şu anda yapılacak olan beş yüz küsuruncu santral Türkiye’de
yapılacak olan. O yüzden, Amerika’yı falan ilk defa keşfetmiyoruz. Bunlarla
alakalı çalışmaları Türkiye’de sıhhatli uygulamak açısından söylüyorum.
Bir sertifikadan
bahsedildi: “Bu sertifika ilk defa mı alınıyor, bir lisanslama ilk defa mı
alınıyor?” Şimdi, tabii ki Çernobil’le alakalı modellere biz de şu anda
karşıyız.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Yeter Sayın Başkanım, yeter. Yani bakın, milletvekillerine bir
dakika vermiyorsunuz…
BAŞKAN – Sayın
Genç, sizden soracak değilim. Lütfen…
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Efendim ama adaletsiz davranıyorsunuz.
BAŞKAN – Adaletli
davranıyoruz.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Tamam yani iki dakika fazla verdiniz.
BAŞKAN – Sayın
grup başkan vekillerinin talebi üzerine değerlendirdim, müsaadesi üzerine.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Hayır, ben demedim.
KAYHAN
TÜRKMENOĞLU (Van) - Şandır söyledi, Şandır.
BAŞKAN – Sayın
Bakan, lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Devamla) – Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar;
bugün dendi ki bu VVER 1200’le alakalı: “Başka ülkede uygulanıyor mu?” Bu, şuna
benziyor: Peugeot 504 başka tarafta üretiliyor mu? Aynı segmentte
olması önemlidir. Siz dersiniz ki: “2 bin cc motorlu
araç üreten firmalar kaç tanedir?”Dersiniz ki: “Dünyada yirmi yedi tane.” Ama
bu, aynı markayla, o markayla üretildiği anlamına gelmez. Bugün, Amerika’da da…
Bakın sayıyorum: Güney Kore tasarımı APR1400, EPR Fransa tasarımı -aynı segmenttir- ve EP1000 dediğimiz Amerika Birleşik Devletleri
tasarımıdır. Yani, bu, dünyada ilk defa uygulanan bir konu değildir.
Sayın Başkanım,
değerli arkadaşlar; verilecek çok fazla bilgi var. Bana süre verdiğiniz kadar,
yaklaşık burada bu anlattığımın 25 katı kadar daha bilgi var, bunları
aktarabilirim. Kamuoyunda da bunları hızlıca paylaşacağız.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Devamla) – Kamuoyunda bu bilgileri ne kadar
doğru anlatırsak vatandaşlarımızın da o kadar doğru anlayacağı kanaatindeyim.
Teşekkür
ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Bakanım.
Madde üzerinde şahsı adına söz isteyen Kayhan Türkmenoğlu, Van
Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Sayın Bakan, elinizde çok bilgi varsa uluslararası anlaşma
yapmazdınız, düzgün bir tasarı olarak getirirdiniz, madde madde
tartışırdık, konuşurduk, öyle yapardık.
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Vereyim ben size.
KAYHAN
TÜRKMENOĞLU (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 538 sıra sayılı
Tasarı’nın 3’üncü maddesi üzerine şahsım adına söz aldım.
3’üncü maddede
“Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.” diye belirtilmektedir. Başka
söze hacet yoktur değerli milletvekilleri. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın Bakanım,
konuşulacak çok söz var. Hakikaten ülkemiz için, milletimiz için çok hayırlı
bir kanundur. Biz konuyu biliyoruz, halkımız, vatandaşımız biliyor.
Bu vesileyle, bu
yasanın ülkemize, milletimize, geleceğimize, çoluk çocuklarımıza hayırlı
olmasını temenni ediyorum.
Tekrar tekrar emeği geçenleri kutluyor, yüce heyete saygı ve
sevgiler sunuyorum. Hayırlı sabahlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar )
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Türkmenoğlu.
Madde üzerinde on
dakika süreyle soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Sayın Tütüncü,
Sayın Özbolat, Sayın Şandır, Sayın İnan, Sayın Köse,
Sayın Özensoy, Sayın Öztürk,
Sayın Ağyüz, Sayın Işık, Sayın Tankut
sisteme girmişlerdir, birer dakika süre veriyorum.
Sayın Tütüncü…
Yok.
Sayın Özbolat…
DURDU ÖZBOLAT
(Kahramanmaraş) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın Bakan,
doğal gazda yüzde 64 oranında Rusya’ya bağımlıyız, yüzde 33 oranında petrolde
bağımlıyken yüzde 10’un üzerinde bir oranda nükleerde de, elektrik enerjisinde
Rusya’ya bağımlı olacağız. Türkiye'nin düne kadar büyük tehdit ve büyük tehlike
olarak gördüğü bu ülkeye göbekten bu kadar mecbur bağlanmamız sizi rahatsız
ediyor mu?
İki: Nükleer
santral için belirlediğiniz on beş yıl alım garantisi, 15,3 sent fiyatı, bedava
araziyi, tüm işletme masraflarını karşılamayı kabul ettiğiniz bu koşulları
yerli ve yenilenebilir enerjide de sağlayacak mısınız? İki saat önce “Yerli ve
yenilenebilir yasayı getirdiğinizde anlaşalım, yarın getirelim.” demiştiniz.
İki saat sonra fikriniz değişti mi?
Teşekkürler.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.
Sayın Şandır…
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan,
sözleşmenin 6’ncı maddesi 5’inci fıkrasında Türk vatandaşlarının ücretsiz
olarak eğitilmesi ve istihdam edilmesi konusunda mutabakata varıldığı
yazılıdır. Bunu siz de ifade ettiniz.
Şimdi, buradan
üçüncü defa tekrar soruyorum. Gecenin bu saatinde sizin cevabınızı bekleyen Büyükeceli kasabasının, Koçaşlı,
Yanışlı, Sipahili, Dedeler, Karatepe, Delikkaya, Kavakoğlu ve çevredeki tüm köylerde yaşayan insanlar bu
santralin kurulmasında, işletilmesinde istihdam edilecek mi, ne kadar edilecek,
kaç kişi edilecek? Bunu o bölgede yaşayan ve bu işin riskini en yakından
taşıyacak olan insanlarımız, vatandaşlarımız adına soruyorum. Lütfen bu defa
cevap veriniz.
Çok teşekkür
ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın İnan…
MÜMİN İNAN
(Niğde) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım,
buradaki konuşmacıların büyük bir çoğunluğunca Rus teknolojisinin çok geri
olduğu ve ileride tehlike arz edebileceği konuşuldu. Dünyada bu tür
teknolojilerin önünde, Rus teknolojisinin önünde yeni teknolojiler var mıdır?
Varsa bu tür şirketler bu işe neden ilgi göstermediler? Acaba önlerinde bir
engel mi vardı? Bugün yapılmakta olan işler bu Rus şirketinin önündeki
engelleri kaldırma girişimi midir? Buna teşekkür ediyorum cevap verirseniz.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Köse…
ŞEVKET KÖSE
(Adıyaman) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan,
Türkiye kendi hidroelektrik kapasitesinin ne kadarını kullanmaktadır?
Türkiye’de elektrik enerjisinden kayıp-kaçak oranı nedir? Yine, kurulacak
santralin ekonomik ömrü sona erdiğinde söküm maliyetini kim üstlenecektir?
Türkiye’de yapılması planlanan reaktör tipi dünyada herhangi bir ülkede işletme
hâlinde bulunmakta mıdır?
Son sorum olarak,
Akkuyu santralinin gerçekleşmesi hâlinde, bir ülke
sınırları içinde bulunup da sahibinin başka bir ülkede olduğu dünyanın ilk
santrali olacaktır. Bu durumu içinize sindirebiliyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Özensoy…
NECATİ ÖZENSOY
(Bursa) – Teşekkür ederim.
Sayın Bakan, TEİAŞ’ın projeksiyonuna göre 2010
yılında 202 milyar 730 milyon kilovatsaate karşılık
yüzde 5,9 yedeğimizin var olduğu burada ifade ediliyor. Ancak biraz önce siz
244 milyardan bahsettiniz. Sizin verdiğiniz rakama göre yüzde 20 yedekli
çalışıyor olmamız lazım. Sizin rakamınız mı doğru, TEİAŞ’ın
mı? Yani hangisi yanıltıyor bizi, onu öğrenmek istiyorum.
Bir de bu gaz
taşıma firmalarının EPDK tarafından iptal edilip daha sonra Danıştayda
kazanıp BOTAŞ’tan talep ettiği paraları da BOTAŞ OSB’lerden talep ediyor. Bu,
sadece Bursa’da 50 trilyonun üzerinde bir rakam. OSB’lerden taşınan, iş yeri
kapananların var olduğu da bir gerçek. OSB’ler bu işin içinden nasıl çıkacağını
bilemiyor. Siz bu işin içerisinden nasıl çıkacaklarını önerir misiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Özensoy.
Sayın Bakan,
buyurun.
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar;
öncelikle Sayın Şandır’ın sorusundan başlamak
istiyorum. Onun süre açısından herhangi bir sıkıntıya uğramaması lazım. Açık ve
net olarak söylüyorum: Bölge insanımız orada, inşallah gerçekleştirildiğinde,
hem inşaatta çalışacaklar, vasfı uyanlar işletmede çalışacaklar. Biz ne kadar
elemanla arz edeceğimizi bizim eğitim seviyemiz müsaade edecek, belirleyecek
olan o. Takdir edersiniz ki bir nükleer güç santralinin bu kadar ünitesi olan…
İkişer ünite, ikişer ünite yapılacak. 5 bin kişi civarında inşaatında
çalışıyor. Oradaki yöremizin insanı, bizim vatandaşımız yararlanmayacak da kim
yararlanacak bundan? Bunu açıkça buradan beyan ediyorum. Ben, fazlasıyla
anlaşıldı diye bunun üzerinde çok fazla durmamıştım ama bu kadar açık ifade
ediyorum bunu.
Değerli
arkadaşlar, Sayın Özbolat’ın sorusundan devam
ediyorum. “Rusya’ya bu kadar bağımlılık” dendi. Önce rakamları bir düzeltelim
isterseniz. Şu anda toplam elektrik üretimi içerisindeki doğal gaz
santrallerinin payı temmuz ayı itibarıyla yüzde 43’tür.
NECATİ ÖZENSOY
(Bursa) – Üretimde ne kadar, üretimde?
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) - Geçtiğimiz yıllar içerisinde yüzde
52’ler civarındaydı. Şu anda elektrik üretimindeki doğal gazın payı yüzde
43’tür. Rusya’dan aldığımız doğal gaz, toplam doğal gazın içerisindeki payı
yüzde 52’dir fiilî olan. Bunu çarparsanız yüzde 22,36’yı bulursunuz. Üzerine
nükleer santrallerden yüzde 5 ekleyin. Bakın, şu anda yüzde 22,6; 5 eklerseniz
27,6’dır.
Şimdi, biraz önce
bahsediyorsunuz ya… Değerli arkadaşlar, ben buna nasıl hayret etmeyeyim. “Yüzde
80’ler” dediğiniz rakamın aslı, Rusya’da primer enerji
kaynakları, nükleer güç santrallerini de dâhil ederek söylüyorum, yüzde 27
civarındadır. On yıl sonraki kaynağı da dâhil ederek söylüyorum. Dâhil
etmezsem, şu anda yüzde 22,36’dır. O yüzden, bu rakamları düzeltmemizde fayda
var.
Dikkatimi çeken
önemli bir madde oldu. Tekrar tekrar baktım, orada
ayrı, müstakil bir paragrafta şunu yazıyor: “Yatırım süresi yedi yıl. Alım
garantili on beş yıl, ondan sonra Türk tarafı yüzde 20 kârdan pay alır.” diye
bir ibare var orada. Nedense muhalefetten hiçbir arkadaşımız bu noktaya
değinmediler. Yüzde 20 pay demek ne demek biliyor musunuz arkadaşlar? Kırk beş
yıl süreyle bu santralin elde ettiği kârın yüzde 20’si kurumlar vergisine
verilecek, yüzde 20’si de Hükûmete, Türkiye
Cumhuriyeti’ne kârdan pay olarak verilecek. Bunu çok ufak bir
ayrıntıymışçasına… Sabırla bekledim, bir arkadaşım dürüstlüğü teslim etmek
adına, bize en azından “çok güzel yapmışsınız, helal olsun, bu Anlaşma’nın en
iyi paragraflarından biri” demesi adına bekledim ama söylemediniz. Kârın yüzde
20’sinden bahsediyorum değerli arkadaşlar, milyar dolarlardan bahsediyoruz. O
yüzden, ben bunu hatırlatmayı bir borç bildim. Bunun, belki sizin nükleer güç
santralleriyle alakalı finans bakışınıza önemli bir tesiri olacaktır diye
düşünüyorum.
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Sayın Bakan, var da kârı kim belirleyecek? Onunla ilgili bir hüküm yok.
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Şimdi devam ediyoruz. 15,3 sentten
bahsediliyor. Değerli arkadaşlar, bu santralden üretilecek elektriğin alım
fiyatı 12,35’tir. Bu, bir keep konarak en fazla hangi
rakamdan başlayarak azaltılacaktır, yani nakit akış diyagramlarıyla alakalı bir
konudur. Biz şunu dedik: Mesela 20 sentten başlayıp 5 sente kadar
indirilebilirdi. Hayır dedik. Bunun bir üst sınırı olması lazım, o üst sınırdan
daha fazla rakama çıkılmasın ki bizim havuzumuzdaki toplam dengeleri bozmasın.
O açıdan, 15 küsur sentlerden bahsediliyor, şu anda bu alım içerisinde 15 küsur
sentler diye bir rakam yoktur değerli arkadaşlar. Bu onun üst sınırıyla
alakalıdır. Ortalama, averaj fiyat, ortalama fiyat 12,35 senttir. Bunu da
düzeltme ihtiyacını hissettim.
Şimdi,
teknolojinin geri olup olmamasıyla alakalı… Mademki biz Uluslararası Atom
Enerji Ajansını referans alıyoruz, mademki dünya bunu refere
ediyor, Çin’deki Tayvan nükleer güç santrallerinde Rusya Federasyonu tarafından
yapılan iki tane nükleer reaktör inşa edildi, bitti ve işletmeye geçti. Bunun
bir alt modelidir bu, VVER-1000 modeli dediğimiz. Güvenlik testleri açısından,
uçak testi… Uçak testinden kastım, bunların beton kaplarına bir suikast olması
hâlinde bile ne tür bir reaksiyon gösterecek? İşte Boing uçağını vurduruyorlar, onda herhangi bir sıkıntı var
mı… Bunlar da dâhil olmak üzere, acil merkez soğutma sistemleri, merkez
hapsetme sistemleri de dâhil, oldukça gelişmiş bir özelliğe sahiptir. Bunu
nereden anlıyoruz?
BAŞKAN – Sayın
Bakan, lütfen, sözlerinizi tamamlayınız.
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Son cümlemi o zaman söyleyeyim. Söz
konusu santral, Uluslararası Atom Enerji Ajansı tarafından 2007 yılında
-değerli arkadaşlar, buraya dikkatinizi çekiyorum- dünyadaki en güvenli santral
olarak tanımlanmıştır. Bunu tanımlayan Uluslararası Atom
Enerji Ajansı.
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Üretildi mi Sayın Bakan? 1.000 modeli o.
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Şu anda işletmede olan bir santralden
bahsediyorum değerli arkadaşlar. Tekrar ediyorum, 1000 modelinin daha
gelişmişidir bu.
O yüzden,
Uluslararası Enerji Ajansı tarafından dünyadaki en güvenli santral olarak
seçilen bir santralle alakalı ve dünyadaki bütün santrallerin ömrünü toplasanız
-Sayın Başkanım, toparlıyorum- 12 bin yıl ediyor. 12 bin yılın 600 yılı Rusya
Federasyonu tarafından yapılan santraller tarafından şu anda işletiliyor, yani
yirmide 1’i yani yüzde 5’i. Dünyadaki her santralin, 12 bin yıl ömrü olan
santralin yani bunların hepsini bir santralin üzerine yığmış olsak ömürlerini,
12 bin yılın 600 yılı Rusya Federasyonu’nun yaptığı santraller. Ben, burada
Rusya Federasyonu’nun yaptığı santrallerin reklamını yapacak değilim ama
Türkiye’deki yapacağımız santralin hangi anlama geldiğini belirtmek açısından
bunları söyledim.
Hepinize hayırlı
akşamlar diliyorum.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Hayırlı sabahlar!
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan.
Soru-cevap işlemi
tamamlanmıştır.
Madde üzerinde
iki adet önerge vardır. Önergeleri geliş sırasına göre okutup aykırılıklarına
göre işleme alacağım.
Okutuyorum:
TBMM Başkanlığına
538 Sıra Sayılı
Kanun Tasarısının 3. Maddesinin “Bu kanun hükümlerini Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanı yürütür” şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
|
Ali Rıza Öztürk |
Muharrem İnce |
Ferit Mevlüt Aslanoğlu |
|
Mersin |
Yalova |
Malatya |
|
Ali Koçal |
Suat Binici |
Atila Emek |
|
Zonguldak |
Samsun |
Antalya |
TBMM Başkanlığına
Görüşülmekte olan 538 Sıra Sayılı Kanun Tasarısının 3. Maddesinin,
“Bu kanun hükümlerini Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı yürütür.” şeklinde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
|
Mehmet Şandır |
Alim Işık |
Yılmaz Tankut |
|
Mersin |
Kütahya |
Adana |
|
Necati Özensoy |
Kadir Ural |
Behiç Çelik |
|
Bursa |
Mersin |
Mersin |
|
|
Akif Akkuş |
|
|
|
Mersin |
|
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
DIŞİŞLERİ
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ABDULLAH ÇALIŞKAN (Kırşehir) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Önerge
üzerinde söz isteyen Mehmet Şandır, Mersin Milletvekili.
Buyurun Sayın
Şandır. (MHP sıralarından alkışlar)
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli
milletvekilleri, sabahın bu ilk saatlerinde sabrınıza da teşekkür ederek saygıyla
selamlıyorum.
Tabii tekrar
ifade ediyorum: Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz nükleer teknolojinin
kazanılmasına, bunun için de nükleer santral yapılmasına karşı değiliz ancak…
AFİF DEMİRKIRAN
(Siirt) – “Ancak”sız söyleyin.
MEHMET ŞANDIR
(Devamla) - …ancak, Mersin milletvekilleri olarak söylüyorum ve gerçekten sizi
oraya davet ediyorum. Ben oralarda 1970’li yıllarda orman yüksek mühendisi
olarak bölge şefliği yaptım. Sayın Bakan dâhil…
KAYHAN
TÜRKMENOĞLU (Van) – Akkuyu’da mı?
MEHMET ŞANDIR
(Devamla) – Evet, Mersin’in Gülnar Orman İşletmesinde, Silifke Orman
İşletmesinde, Akdere bölgesinde, Ovacık bölgesinde
bölge şefliği yaptım.
Değerli
arkadaşlar, Sayın Bakan dâhil, Sayın Çevre Komisyonu Başkanı “Gördüm.” diyen
arkadaş da dâhil, gelin, oraları bir görün.
HALUK ÖZDALGA
(Ankara) – Gördüm.
MEHMET ŞANDIR
(Devamla) – Bakana ilk sorum oydu “Bu sözleşmeyi imzalarken içiniz rahat
mıydı?” diye. Rahat olduğunu zannetmiyorum çünkü oralar cennetten yani
insanların kıyamadığı… Ege’de bulamazsınız, Muğla’da bulamazsınız, Akdeniz’in
bir başka yerinde de bulamazsınız ama ne yazık ki veya ne şans ki diyelim,
1970’li yıllardan başlayan o arazi incelemeleriyle, nükleer santral için en
uygun kriterlere uyan yer orası bulunmuş. Bu şanstır
veya talihsizliktir ama sonuç olarak, gerçekten ülkemizin cenneti. Dört tane
koy… Öyle, 10 dönüm… 10 bin dönüm bile değil, çok daha fazlası. Bir dağ, devasa bir bölge orası. Ormanlar ve deniz… İnsan
yok, köy yok, başka bir yerleşim yok, özel mülkiyet bile çok az. Dolayısıyla,
bu kadar güzel bir bölgeyi nükleer santrale tahsis etmeyi benim içim
kaldırmıyor, Mersin Milletvekili olarak ve bir insan olarak. Türkiye’mizin
zenginliklerine beraber sahip çıkmak adına söylüyorum ve burada bir
talihsizliği, birkaç talihsizliği de ifade etmek istiyorum sabahın bu
saatlerinde.
Bakınız Sayın
Başbakan, ne zamandı? 2007-2008’di zannediyorum, “İkinci turizm atağını,
seferberliğini Mersin’den başlatıyoruz.” dedi. Ama o günden bu yana Mersin’de
turizmle ilgili de bir adım atılmadı, bunu da söyleyeyim. Ama ne yazık ki,
turizm yatırımları için bir psikolojik eşik olan, bir menfilik olan nükleer
santral Mersin’de yapılıyor. İstediğiniz kadar deyiniz, turizm ve nükleer
santral bir arada düşünülmeyen, konuşulmayan psikolojik bir hadise ve çok daha
acısını söyleyeyim: Gözümüzün içine baka baka bu
bölgeyi balık çiftliklerine tahsis ettiniz, tahsis edildi. Tarım Bakanıyla
burada uzun tartışmalarımıza rağmen, o güzelim sahillerde şimdi balık
çiftlikleri…
Bir başka
çelişki: Sayın Bakan diyor ki: “Biz enerji politikalarımızın başına 3 tane
20’yi oturtturduk.” Neymiş bu 3 tane 20?
Birisi yenilenebilir enerjiden oluşacak yüzde 20’lik bir kapasite
oluşturacağız. Nerede Sayın Bakan?
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI RECEP YILDIZ (Kayseri) – Şu anda 19’da.
MEHMET ŞANDIR
(Devamla) – Nerede?
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI RECEP YILDIZ (Kayseri) –
19’da, şu anda 19’da.
MEHMET ŞANDIR
(Devamla) – Allah aşkına ya, hiç öyle bir şey yok.
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI RECEP YILDIZ (Kayseri) – Allah, Allah…
MEHMET ŞANDIR
(Devamla) – Ben yıllarca proje yaptım, Hatay’ın Belen ilçesindeki rüzgâr
santrali projesi sahibiyim, sonra da yapamadık vazgeçtik. Ama şimdi rüzgâr
santralcilerinin tamamı kapınızda bekliyorlar, birçok sorunları bulunuyor. Hani
yüzde 20’yi artıracaktınız? Bir başka çelişki.
Bir başka şey
daha söylüyorum. Bakın burada iki tane daha uluslararası sözleşme var,
kanunlaştırılması gerekiyor. Birincisi, nükleer tesisler hakkında bilgi
değişimine, Rusya’yla Türkiye arasındaki bilgi değişimine dayalı bir sözleşme,
bunu getirmiyorsunuz.
İkincisi, nükleer
teknolojiyle ilgili iş birliği anlaşması, bunu da getirmiyorsunuz ama
yaptığınız sözleşmeyi Genel Kurula onaylatıyorsunuz.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen,
sözlerinizi tamamlayınız.
MEHMET ŞANDIR
(Devamla) – Hani bilgi aktarımını sağlayacaktınız.
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Yarın devam edelim Sayın Başkan.
BAŞKAN – Lütfen
Sayın Bakanım… Sayın Bakanım, böyle bir usulümüz yok, lütfen.
MEHMET ŞANDIR
(Devamla) – Ama niye getirmiyorsunuz? Yani programınıza almıyorsunuz.
HALUK ÖZDALGA
(Ankara) – Hepsini aynı anda mı getirelim? Gelecek onlar.
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Sayın Başkanım, aynen devam edelim
ona, o iki anlaşmaya devam edelim.
BAŞKAN – Sayın Bakanım,
lütfen…
MEHMET ŞANDIR
(Devamla) – Ama yani bu hassasiyeti niye göstermiyorsunuz? Sözleşme’yi buraya
onaylatıyorsunuz ama bu konuda Türkiye’nin esas kazanımı olan bilgi aktarımıyla
ilgili anlaşmayı getirmiyorsunuz, iş birliğini de getirmiyorsunuz.
MEHMET EMİN TUTAN
(Bursa) – Onlara da karşı çıkarsınız.
MEHMET ŞANDIR
(Devamla) – Mehmet Bey, yakışmadı size.
Bir başka
çelişkiniz de şu: Mersin için çok önemli olan bir konuda ama çok önemli olan
bir konuda -şimdi Mersin bunu konuşuyor, tüm Mersin bunu dinliyor- maalesef
Adalet ve Kalkınma Partisinin Mersin milletvekilleri bu salonda yok. Niye?
Utanılacak bir şey mi çıkartıyorsunuz ki sizin milletvekilleriniz burada
bulunmuyorlar, bu konuda görüş ifade etmiyorlar?
Sayın Başkanım,
Sayın Bakanım, sayın milletvekilleri; bu çelişkileri aşmadan Türkiye’nin elli
yıllık bir iddiasını, bir projesini böyle iktidar-muhalefet çekişmesi, laf
yarışı olarak buradan geçirmeniz Türkiye adına bir talihsizlik olmuştur, Hükûmetiniz adına da bir talihsizlik olmuştur ama tüm sonuçlara
rağmen hayırlı olmasını diliyor, yüce heyete saygılar sunuyorum.
Teşekkür ederim.
(MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Şandır.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
TBMM Başkanlığına
538 Sıra Sayılı
Kanun Tasarısının 3. Maddesinin “Bu kanun hükümlerini Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanı yürütür” şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Muharrem
İnce (Yalova) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
DIŞİŞLERİ
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ ABDULLAH ÇALIŞKAN (Kırşehir)- Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Önerge üzerinde söz isteyen Muharrem İnce, Yalova
Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın
İnce.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Her kürsüye
çıktığında “postal yalayıcısı, postal destekçisi” diyerek Cumhuriyet Halk
Partisine hakaret eden bu sayın milletvekiline çok sakin bir dille biraz tarih
dersi vermek istiyorum.
BAŞKAN – Sayın
İnce, önergeyle ilgili konuşur musunuz lütfen.
HALUK ÖZDALGA
(Ankara) – Ben CHP’yle ilgili söyledim, siz niye üstünüze alınıyorsunuz?
MUHARREM İNCE
(Devamla) – Türkiye’de darbeler oldu, Türkiye’de muhtıralar verildi, Türkiye’de
işkenceler oldu, partiler kapatıldı. 12 Eylülde 650 bin kişi gözaltına alındı.
Bakın, bu
Parlamentoda dört grup var. BDP’lilere sorsam: “12
Eylülde hangi hapishaneyi simgeleştirirsiniz?” “Diyarbakır” derler. MHP’lilere
sorsam: “Hangi hapishane aklınıza gelir?” “Mamak” derler. CHP’lilere sorsam
“Metris” derler, “Selimiye” derler. Siz hiçbirini diyemezsiniz çünkü 12
Eylülden nemalanan sizsiniz. (AK PARTİ sıralarından gürültüler) 12 Eylül sizin
önünüzü açtı.
“1402 nedir?”
diye sorsam size, siz “Ankara Savaşı’dır, Timur ile Yıldırım Beyazıt” dersiniz
ama 1402’liklerin, o Sıkıyönetim Kanunu’yla insanların nasıl işlerinden
atıldığını ancak Cumhuriyet Halk Partililer hatırlar.
Darbeler bizi
kapattı, mallarımıza el koydu. Darbeler Atatürk’ün kurumlarına, Dil Kurumuna,
Tarih Kurumuna el koydu. Eğer siz demokratsanız, eğer siz darbelere
karşıysanız, hadi gelin, Dil Kurumunu, Tarih Kurumunu yeniden açalım, mallarını
yeniden geri verelim.
AHMET YENİ
(Samsun) – Evet diyecek misiniz? Evet diyecek misiniz?
VEYSİ KAYNAK
(Kahramanmaraş) – Siz darbe Anayasası’nın sahibisiniz, darbe Anayasası’nı
savunuyorsunuz.
MUHARREM İNCE
(Devamla) – Değerli arkadaşlarım, demokrasiden yana olanlar 12 Eylül paşasını
Çankaya’da, başköşede kim ağırladı, önce bunu söyleyin. Başbakan Yardımcısı
Sayın Bülent Arınç 12 Eylülün birinci Generali Evren
Paşa’yla açılışlara gitti mi, gitmedi mi, bunu söyleyin. Cumhuriyet Halk
Partisi önergesinde “12 Eylülcülerin yargılanmasında zaman aşımı kaldırılsın.”
dedi. AKP bunu reddetti. Gelmiş, şimdi, bizi, asker postalı yalamakla,
demokrasi karşıtı olmakla suçluyorsunuz.
VEYSİ KAYNAK
(Kahramanmaraş) – Cezalar geriye yürür mü?
KAYHAN
TÜRKMENOĞLU (Van) – Ne alakası var?
MUHARREM İNCE (Devamla)
- Sistemden beslenenler sistemi değiştiremezler. 12 Eylül sizi büyüttü,
yeşertti, önünüzü açtı, e-muhtıra oyunuzu arttırdı. Siz, e-muhtıra yapanlarla
paslaştınız, sırdaş oldunuz. E-muhtırayı verenlerle, 28 Şubat’ı yapanlarla,
Genelkurmay başkanlarıyla sırdaş olan sizsiniz, onlara trilyonluk araç alan
sizsiniz, paslaşan sizsiniz. (CHP sıralarından alkışlar) Ne demokrasisinden
bahsediyorsunuz siz. Sizi gidi postalcılar sizi. (AK PARTİ sıralarından
gürültüler) Siz… 12 Eylül Anayasası’na biz “ret” vermiştik 1982’de…
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Ee, şimdi ne yapıyorsunuz?
MUHARREM İNCE
(Devamla) - …siz “evet” vermiştiniz.
AHMET YENİ
(Samsun) – Şimdi ne?
MUHARREM İNCE
(Devamla) - 12 Eylül Anayasası’yla AKP Anayasası’nın ortak mantığı, ortak
felsefesi şudur: Her ikisi de yürütmeyi güçlendirmiştir, yürütme güçlenince
“yürütme” işleri de güçlendi. Sizinkinde de böyle olacak.
KAYHAN
TÜRKMENOĞLU (Van) – Ayıp ya!
MUHARREM İNCE
(Devamla) - Değerli arkadaşlarım, mademki referandum istiyorsunuz, mademki postal
sesine karşısınız, mademki demokrasi istiyorsunuz, mademki halk oylaması
istiyorsunuz, bakın, ben size yirmi yedi soruluk değil, dört soruluk bir paket
öneriyorum:
1)
Dokunulmazlıklar kaldırılsın mı, kaldırılmasın mı? (CHP sıralarından alkışlar)
AHMET YENİ
(Samsun) – Geçti, geçti. Geç kaldın.
MUHARREM İNCE
(Devamla) - 2) Nükleer enerji Türkiye’de olsun mu,
olmasın mı?
VEYSİ KAYNAK
(Kahramanmaraş) – Olsun, olsun.
MUHARREM İNCE
(Devamla) - 3) YÖK kaldırılsın mı, kaldırılmasın mı?
4) Darbecilerden
sonuna kadar hesap sorulsun mu, sorulmasın mı?
VEYSİ KAYNAK
(Kahramanmaraş)– Sorulacak bekle, sorulacak.
MUHARREM İNCE
(Devamla) - Hadi gel, yüreğin varsa gel bunun referandumunu yapalım. (AK PARTİ
sıralarından gürültüler) İnsanları kandırmayın.
VEYSİ KAYNAK
(Kahramanmaraş)– O maddeye oy bile vermediniz siz.
MUHARREM İNCE
(Devamla) - İnsanları kandırmayın.
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Senin yaran var, gocunuyorsun.
MUHARREM İNCE
(Devamla) - Engellilere pozitif ayrımcılık getiriyormuşsunuz, hadi canım sen
de! 53 bin engelli kadrosu boş, elini tutan mı var? Git doldur. Çocuklara
pozitif ayrımcılık getiriyormuşsunuz. 220 bin çocuk, ilköğretim çağındaki 220
bin çocuk okullara gidemiyor, 1 milyon çocuk sokaklarda yaşıyor. Elini tutan mı
var, Anayasa mı engel size?
ÖZKAN ÖKSÜZ
(Konya) – İyi şovmensin ya!
MUHARREM İNCE
(Devamla) – Bakın, ne kurnazlık, ne kurnazlık, getirmişler bir de tam 12 Eylül
gününe koyuyorlar. Niye? (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Niye?
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın
İnce, lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
MUHARREM İNCE
(Devamla) – 12 Eylülde 650 bin kişi gözaltına alındığında siz neredeydiniz?
ABDURRAHMAN
DODURGALI (Sinop) – Sen neredeydin?
MUHARREM İNCE
(Devamla) – Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanı 12 Eylülde Zincirbozan’da zorunlu ikamete tabi tutulduğunda sizin
Genel Başkanınız İETT’de futbol oynuyordu. (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Şimdi neredesiniz, şimdi neredesiniz, onu söyle
bana.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın İnce.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Sayın Başkan… Sayın Başkan…
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Konuşma bitti…
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Bozdağ.
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Sayın Başkan, Sayın Hatip konuşurken grubumuzu, baştan sona hepimizi
itham etmiştir. Sataşmadan dolayı söz talep ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Bozdağ, yeni bir sataşmaya mahal vermeden iki dakikalık
süre veriyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Lütfen, yeni bir
sataşma yok Sayın Bozdağ.
İki dakika…
Buyurun.
IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
4.- Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ’ın,
Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, grubuna sataşması nedeniyle konuşması
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabii, bu kürsüden bağıra bağıra konuşmak haklı olduğu anlamına gelmez.
ÜNAL KACIR
(İstanbul) – Sancısı var…
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) – Ben bağırmayacağım ama öyle sadece yorum da söylemeyeceğim.
ÜNAL KACIR
(İstanbul) – Sancısı var…
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) – Ben, sadece tarihi, bazı olayları hatırlatacağım, vicdan terazisine
koyacağım.
Peki, bu ülkede
darbe oldu mu? Oldu.
VEYSİ KAYNAK
(Kahramanmaraş) – Kaç kere…
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) – 27 Mayıs 1960 darbesi. Bu darbenin alkışçıları kimdi?
VEYSİ KAYNAK
(Kahramanmaraş) – CHP…
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) – Ben cevap vermiyorum.
VEYSİ KAYNAK
(Kahramanmaraş) – Teşvikçileri…
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) – İki: Bu ülkenin Başbakanı, bakanları idam sehpasına giderken
iktidar peşinde, darbecilerin yedeğinde iktidar peşinde koşan kimdi? Ben
bilmiyorum.
İki: Peki, 358
sayılı Kanun’u çıkarmak suretiyle 27 Mayıs 1960 darbesini yapanların aleyhinde
konuşanların hapis cezasına mahkûm edilmesine dair Kanun’u Türkiye Büyük Millet
Meclisinde kimler çıkardı? O kanun tasarısının altında kimin imzası var? (AK
PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) İnönü’nün imzası var, CHP’li
bakanların imzası var, buradan çıktı.
Peki, daha başka
şey söyleyeceğim: Bu ülkede 27 Mayıs darbesinin yapıldığı gün, yıllar yılı
bayram olarak kutlandı mı?
AHMET YENİ
(Samsun) – Kutlandı.
AHMET KÜÇÜK
(Çanakkale) – İktidarda kim vardı, kim? Yıllarca iktidarda kim vardı?
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) – Bu törenlere katılıp içine sindire sindire
bu bayramları kutlayanlar kimlerdi? (AK PARTİ sıralarından “CHP” sesleri)
Bir başka şey
daha söyleyeceğim: Bakın, 12 Mart 1971’de bir muhtıra yaşandı mı?
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Ziverbey Köşkü’nde solcular işkence gördü o zaman!
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) – O zaman bu Mecliste siyasetçiler var mıydı? Vardı. Hem CHP’si vardı
hem Adalet Partisi vardı hem de başkaları vardı; muhtıracılar geldiler, hükûmeti başkalarına kurdurdular. Burada oturanların hepsi
onların hükûmetine alkış verdiler, güvenoyu verdiler.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Bozdağ, teşekkür ediyorum.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Sayın Başkanım… Sayın Başkanım…
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) – Sonra da Mecliste Anayasa değiştirildi, hepsi yapıldı. Şimdi…
BAŞKAN – Sayın Bozdağ…
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Ben bir dakika söz istiyorum Sayın Başkanım. (AK PARTİ sıralarından
“Sataşma yok.” sesleri, gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Bozdağ, lütfen…
Teşekkür
ediyorum.
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) – Sayın Başkan, ben sözümü bitirmedim efendim. Müsaade buyurursanız…
BAŞKAN – E, süre
bitti Sayın Bozdağ.
MUHAMMET RIZA
YALÇINKAYA (Bartın) – Açıver, açıver Başkan, çaktırmadan açıver.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Ona da söz verin, bana da söz verin, her ikimize de söz verin.
AHMET YENİ
(Samsun) – Devam, devam, açıldı.
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Devam et, devam et!
BEYTULLAH ASİL
(Eskişehir) – Sayın Başkan süresi bitti.
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) – Peki, Sayın Başkan, süremi eklerseniz memnun olacağım.
BAŞKAN –
Sözlerinizi tamamlayınız lütfen.
BEYTULLAH ASİL (Eskişehir)
– Sayın Başkan, neye dayanarak mikrofonu açıyorsunuz?
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) – Şimdi, o dönemde bu onurlu bir davranış mı? Millî iradeye, milletin
haysiyetine, şerefine sahip çıkmak mı? Meclisin iradesini darbecilerin iradesi,
Meclisi de darbecilerin tasdikçisi hâline getirmek kimin onuruna yakıştı? Bu
milletin onuruna mı yakıştı, yoksa… Onları temsil edenler bunu nasıl içine
sindirdiler?
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Sırdaşlar kim, sırdaşlar? Elli sene öncesine gitme, bugüne gel.
Sırdaş kim? Trilyonluk aracı kim aldı? Paslaşan kim? Çankaya’da ağırlayan kim?
Bunları söyle.
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) – Öte yandan konuşuyorlar ama bu memlekette darbe yapmak isteyenlere
ses çıkaranlar oldu. 27 Mayıs Muhtırası verildiği zaman…
ZEKERİYA AKINCI
(Ankara) – Beri gel, beri gel…
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) - …televizyon televizyon koşup “Burada
asker haklıdır.” diye konuşanları da bu millet gördü ama herkese cevabını verip
haddini bilmesi gerektiğini söyleyen ilk iktidar AK PARTİ İktidarıdır. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Bozdağ, teşekkür ediyorum.
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) – Bu millet kimin darbe şakşakçısı olduğunu… (CHP sıralarından
gürültüler)
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
BAŞKAN – Sayın Bozdağ, lütfen…
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) - Sizin gibi uzun, ince arkadaşlar da çok iyi bilir bunu! (AK PARTİ
sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Bekir Bey, merak etme, yirmi dokuz tane davam var koçum. O davayı
kazanırsak sana o parayla yemek yedireceğim. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen…
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Sayın Başkan, sataşma…
BAŞKAN - Buyurun
Sayın İnce…
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Sayın Başkan, az önce… (CHP ve AK PARTİ sıralarından gürültüler)
MEHMET ALTAN
KARAPAŞAOĞLU (Bursa) – Sen bağırıyorsun, hakaret ediyorsun! Daha hâlâ
konuşuyorsun, deminden beri hakaret ediyorsun!
BAŞKAN – Niçin
söz talebiniz Sayın İnce?
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Sayın Başkan, az önce bana söz vermediniz, ara verdiniz.
BAŞKAN – Lütfen
Sayın İnce, söz talebiniz yoktu. Lütfen, o sözünüzü tekrar geri alınız.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Sayın Başkan, Cumhuriyet Halk Partisinin ikinci Genel Başkanına ağır
hakaretlerde bulundu.
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat)
– Ben hakarette bulunmadım Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun.
Bir dakika süre
istediniz Sayın İnce, buyurun. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
5.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, Yozgat
Milletvekili Bekir Bozdağ’ın, grubuna sataşması
nedeniyle konuşması
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu cumhuriyet kurulduğundan
beri bu yarış hep var. Atatürk Ankara Milletvekili olmak istediğinde bir kanun
çıkarmak istediler. Dediler ki “O ilden milletvekili olabilmek için en az beş
yıl o ilde ikamet etmek lazım.” Atatürk dedi ki “Sakin olun.” Kürsüye çıkıp
şunu dedi: “Ben hayatımın hiçbir bölümünde beş yıl bir şehirde yaşamadım.” Yani
bu Mecliste Atatürk’ü bile milletvekili seçtirmek istemeyenler vardı. Bu yarış
hep var. Şimdi, altmış yıl, yetmiş yıl öncesinin demokrasisiyle bugüne getirip,
bir de dinci bazı gazetelerde, sitelerde aleyhime yazılan bazı şeyleri burada
konuşup bana mesaj veriyorsun ya, o davaları kazandım, sana da onlarla yemek
yedireceğim Sayın Bozdağ. Onları anlamayacak kadar
saf değilim. Sizden korkuyor falan da değilim.
Bakın…
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Alakası yok!
MUHARREM İNCE
(Devamla) – Geç onları sen, geç… Masal anlatma bana, geç onları sen… Geç
onları… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Lütfen
Sayın İnce.
MUHARREM İNCE
(Devamla) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şunu söyleyeyim: Siz altmış
yıl öncesinin değil, üç yıl öncesinin hesabını verin. (AK PARTİ sıralarından
gürültüler) Dolmabahçe’de kimle konuştunuz? Kime trilyonluk araç aldınız?
Kiminle paslaştınız?
VEYSİ KAYNAK
(Kahramanmaraş) – Millet onun hesabını 22 Temmuzda gördü.
MUHARREM İNCE
(Devamla) – Postal yalayıcısı sizsiniz, onlardan nemalanan sizsiniz. (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Bozdağ, bunu böyle devam ettirecek miyiz?
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Sayın Başkan, hayır, hayır… Bir şey söyleyeceğim, söz istemiyorum.
(AK PARTİ ve CHP sıralarından karşılıklı laf atmalar, gürültüler)
BAŞKAN – Buyurun.
Sayın
milletvekilleri, bir saniye.
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Sayın Başkanım, ben konuşmamda hiç kimseye…
(AK PARTİ ve CHP
sıralarından karşılıklı laf atmalar, gürültüler)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen… Sayın Bozdağ’ın konuşmasını
dinleyelim.
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Sayın Başkanım, ben konuşmamda Cumhuriyet Halk Partililere “postal
yalayıcısı” falan demedim. Ben Cumhuriyet Halk Partisine veya Cumhuriyet Halk
Partililere “postal yalayıcısı” demedim.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Haluk Bey dedi, siz demediniz.
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Belli ki Sayın İnce kendisine öyle bir sıfatı layık gördü. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Ben “Sayın Bozdağ dedi.” demedim.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Bozdağ.
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
4.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu
Hükümeti Arasında Türkiye Cumhuriyetinde Akkuyu
Sahasında Bir Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine
İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ile
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/902) (S. Sayısı: 538) (Devam)
BAŞKAN – Maddeler
üzerinde görüşmeler tamamlanmıştır.
İç Tüzük 86’ncı
madde gereğince oyunun rengini belli etmek üzere ve lehte söz isteyen Durdu Özbolat, Kahramanmaraş
Milletvekili…
Aleyhte söz isteyen Kamer Genç, Tunceli Milletvekili.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 538 sıra sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Hükûmeti ile Rusya Federasyonu Arasında Akkuyu’da Nükleer Santral Kurulmasına İlişkin Anlaşma’nın
aleyhine söz almış bulunuyorum. Hepinize saygılar sunuyorum.
Şimdi, değerli
milletvekilleri, bakın, sekiz-on saattir -şimdi saat sabahın üçü- burada bir
anlaşma müzakere ediyoruz. Anlaşma mahsus rayından saptırılıyor. Bu Anlaşma
nedir? Akkuyu’da bir nükleer santral kurulmasını… Hükûmet eskiden normal olarak kurabilir, yani bir ihale
açabilir, bu ihaleye çeşitli firmalar katılır, bu ihaleyi yapar. Şimdi bu
ihaleyi yapmadı. Ne yaptı? Gitmiş Rusya’yla bir anlaşma yapmış. Neden yapmış
ama? Anayasa’mızın 90’ıncı maddesine göre uluslararası anlaşmalar kanun
hükmündedir ve iptali için Anayasa Mahkemesine gidemezsiniz.
Şimdi, geçmişte
bunun bir emsali vardır. Bizim, bu Moskova’yla, Gazprom’larla
bir uygulamalarımız vardır. Geçmişte ANAP iktidarda iken Mavi Akım Projesi, o
zaman Gazprom’un Genel Müdürüyle birtakım anlaşmalar,
fırıldaklar çevrildi, getirdiler, uluslararası bir anlaşma yaptılar. O
uluslararası anlaşma üzerine çok keyfî bir ihale yapıldı. Ankara ile Samsun
arasındaki Mavi Akım Projesi normal olarak 220 milyon dolar iken, 550 milyon
dolara yapıldı.
Şimdi, sizin
İktidarınız ne yapmış? Tabii, sizin İktidarınızın evvela Rusya’yla doğal gaz
anlaşmaları var. Eskiden de vardı, onlar da var. Şimdi, burada birtakım Ali
Cengiz oyunları dönüyor.
Şimdi, daha önce
bu nükleer santralle ilgili bir ihale yapılmış. Bu ihaleyi Danıştay iptal
etmiş. Bu Danıştayın iptalinden kaçmak için işte bu
Anlaşma’yı getirmişsiniz. Şimdi, bizim burada müzakere ettiğimiz konu nükleer
santrale gerek var mıdır, yok mudur, nükleer enerjiyi getirelim meselesi değil.
Sadece İktidarınız, devleti soymak için, hem de 25-30 milyar dolar soymak için
ve yargı denetiminden kaçmak için bu Anlaşma’yı getirmiş.
Arkadaşlar, ben
bu saate kadar bu lafı söylemek için burada kaldım. Bunu tarihe bir not olarak
düşüyorum ve burada, bana göre bu Anlaşma’ya “kabul” oyu vermek demek vatana
ihanet etmek demektir, bunu bilesiniz. (CHP sıralarından alkışlar) Bu anlaşmaya
“kabul” oyu vermek demek Türkiye Cumhuriyeti devletinin kaynaklarını
yabancılara peşkeş çektirmeye “evet” demektir ve burada, bakın, yarın öbür gün…
Bu Hükûmet niye bu Anlaşma’yı Meclise getiriyor, biliyor
musunuz arkadaşlar? Meclisi bu soyguna alet etmek için getiriyor. Normal
olarak, bir hükûmet bir anlaşma yapabilir, bir ihale
yapabilir değerli arkadaşlarım. Gider, bir ihale yapabilir. Niye anlaşma
yapıyor? Çünkü uluslararası anlaşmayı yapıyor ki yargı denetimine tabi olmasın
ve burada her şeyi belirlemiş, kâr haddini belirlemiş, yerini belirlemiş, ihale
şartlarını ve yabancı ülkenin alacağı avantajları belirlemiş. Bu Anlaşma’ya
karşı, buna dayalı olarak yapılacak ihalede ne yargıya gidebilirsiniz ne fiyat
indirebilirsiniz ne Türkiye'nin menfaatlerini koruyabilirsiniz. İşte çıksın,
bunların aksini söylesin.
Onun için, bakın,
on saattir bu Hükûmetin bakanları Parlamentoyu
yanıltıyorlar ve bu, hakikaten çok büyük bir acıdır.
Sayın
milletvekilleri, sizin gönlünüz, vicdanınız rahat ediyorsa “kabul” oyunu verin
(AK PARTİ sıralarından “Rahat, rahat.” sesleri) ama yarına çoluk çocuğunuz… En
azından buna “kabul” oyu verenler kendileri ve çoluk çocuğu bunun vebalini
çekecekler arkadaşlar. Bu paranın, burada Rusya’ya gidecek paranın içinde tüyü
yetmemiş yetimin hakkı da var. (AK PARTİ sıralarından gülüşmeler)
Ne gülüyorsun ya?
Tüyü bitmemiş yetimin de hakkı var. Ha, zaten siz ne yapıyorsunuz? Şimdi, sizin
Tayyip Erdoğan ne diyor?
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız.
KAMER GENÇ
(Devamla) - “Yargı benim ciğerimi kanatıyor.” diyor. “Yargı ciğerimi
kanatıyor.” diyor. Ee, niye kanatıyor? Çünkü yargı,
sizin devleti soymanıza engel olan kararları veriyor. Ee,
şimdi Tayyip Bey de diyor ki: “Ben istediğimi soyacağım ya. İstediğim yeri
satacağım. İstediğim ihaleyi işte şeyle yapacağım.” İşte, bu yargı memleketin
menfaatini korumak için var. İşte bu… Böyle bu Türkiye’yi soymanızı engellemek
için var. Ama siz buna karşı… Ben size doğrusunu söylüyorum.
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri)
- Senin doğrun sana kalsın. Bizim ihtiyacımız yok ona!
KAMER GENÇ
(Devamla) - Bu memleket yalnız benim değil beyler, bu memleket hepimizin. Yarın
bu memlekette hepimizin çocukları yaşayacak. Bu memleketin
kanını taşıyan, bu memleketin hakkını, vicdanını taşıyan insanların böyle bu
memleketi talan eden oyunlara gelmemesi lazım. Ne olur yani? Bu
memlekette, işte birileri 25-30 milyar lira para kazanıyor diye bizim Meclis olarak
bunlara alet etmemiz vicdana sığar bir şey midir? Bu saatlere
kadar bizi çalıştırmaları. Niye çalıştırıyorsunuz?
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Çalışmak ibadettir, ibadet!
KAMER GENÇ
(Devamla) – Arkadaşlar, ey milletvekilleri, vicdanınızın sesini dinleyin yahu!
Allah korkusu yok mu içinizde yahu? Yok mu Allah
korkusu içinizde? (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
KAMER GENÇ
(Devamla) – Yani bu devleti bu kadar, başkalarına peşkeş çekecek kadar çok mu
büyük şeref kazandırıyor?
Ben bu Anlaşma’ya
ret oyu veriyorum. Bu Anlaşma’ya kabul verenler bu memlekete ihanet eden
insanlardır.
Saygılar
sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Tasarının tümü açık oylamaya tabidir.
Açık oylamanın
elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Oylama için iki
dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, 538 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın açık oylama sonucunu arz
ediyorum:
“Oy sayısı |
: |
241 |
Kabul |
: |
215 |
Ret |
: |
26 |
Çekimser |
: |
- |
Boş |
: |
- |
Geçersiz |
: |
- (x) |
|
Kâtip Üye |
Kâtip Üye |
|
Bayram Özçelik |
Harun Tüfekci |
|
Burdur |
Konya” |
Böylece, tasarı
kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanı Sayın Taner Yıldız teşekkür konuşması yapacaklardır.
Buyurun.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Sayın Bakan, sizin grubunuz, grup başkan vekiliniz falan gittiler
ama biz dinleriz.
ENERJİ VE TABİİ
KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar;
sabahın bu vaktinde, aslında, inşallah geleceğimize, Türkiye'nin geleceğine,
yavrularımıza -bence bunu belki ileride daha iyi anlayacağız- iyi bir karar
çıkardığımız kanaatindeyim.
(x)
Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.
Bakın, her,
Türkiye’deki büyük değişim zaman zaman dirençle
karşılanmıştır. Ben, bunu çok yadırgamıyorum ama üç beş cümleyle bunu anlatmak
isterim. 1998 yılındaki yapılan ihalede bu ülkenin yöneticileri “En iyisini
değil, ben en kötüsünü seçiyorum.” deseydi, üç tane tekliften en kötüsünü
seçseydi şu anda Türkiye yüzde 40 daha kârlı durumdaydı. Nükleer güç
santralleri, yanında teknolojisiyle beraber gelecek olan direkt enerji
üretimiyle direkt alakalandırılamayacak kadar büyük bir iştir. Bunu hep beraber
göreceğiz ve bütün geleceğimizle beraber sanayimizin bir sınıf atlayarak
inşallah 2023 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100’üncü yıl dönümüne
girdiğini hep beraber göreceğiz ve ileride tarih bunu not düşecek.
Ben bütün emeği
geçen arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan.
Sayın
milletvekilleri, 5’inci sırada yer alan, Uluslararası Telekomünikasyon Birliği
(ITU) Kuruluş Yasası ve Sözleşmesinde Değişiklik Yapan Antalya Tam Yetkili
Temsilciler Konferansı Sonuç Belgelerinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
5.- Uluslararası Telekomünikasyon Birliği (ITU) Kuruluş
Yasası ve Sözleşmesinde Değişiklik Yapan Antalya Tam Yetkili Temsilciler
Konferansı Sonuç Belgelerinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/673) (S. Sayısı: 519)
BAŞKAN –
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
6’ncı sırada yer
alan, Uluslararası Telekomünikasyon Birliği 2003 Dünya Radyo Komünikasyon
Konferansı Sonuç Belgelerinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
6.- Uluslararası Telekomünikasyon Birliği (ITU) 2003 Dünya
Radyo Komünikasyon Konferansı Sonuç Belgelerinin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/333) (S.
Sayısı: 306)
BAŞKAN –
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
7’nci sırada yer
alan, Irak’a Komşu Devletler Hükûmetleri ile Irak
Cumhuriyeti Hükûmeti Arasında Terörizm, Sınırlardan
Yasadışı Sızmalar ve Örgütlü Suçlarla Mücadele Konularında Güvenlik İşbirliğine
İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
7.- Irak’a Komşu Devletler Hükümetleri ile Irak Cumhuriyeti
Hükümeti Arasında Terörizm, Sınırlardan Yasadışı Sızmalar ve Örgütlü Suçlarla
Mücadele Konularında Güvenlik İşbirliğine İlişkin Protokolün Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/347) (S.
Sayısı: 73)
BAŞKAN –
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
Böylece, kanun
tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek
için 15 Temmuz 2010 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 14.00’te
toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 03.03