DÖNEM: 23 CİLT: 74 YASAMA YILI: 4
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
131’inci
Birleşim
8 Temmuz 2010 Perşembe
(Bu
Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür
belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş
alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L
E R
I. -
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III.- YOKLAMALAR
IV. - OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.- TBMM Başkan
Vekili Nevzat Pakdil’in, idrak etmiş olduğumuz Miraç
Kandili’nin Türk milletine, İslam âlemine ve tüm insanlığa hayırlar getirmesini
dileyen konuşması
V.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Edirne
Milletvekili Cemaleddin Uslu’nun,
köy ve mahalle muhtarlarının yaşadıkları sorunlara ilişkin gündem dışı
konuşması
2.- Denizli
Milletvekili Hasan Erçelebi’nin, yerel yönetimlerin
işleyişine ilişkin gündem dışı konuşması ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı
3.- Diyarbakır
Milletvekili Akın Birdal’ın, cezaevlerinde son
günlerde yaşananlara ilişkin gündem dışı konuşması
VI.-
AÇIKLAMALAR
1.- Malatya
Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu milletvekilleri olarak muhtarlarla ilgili
verdikleri kanun tekliflerinin gündeme alınmamasına ilişkin açıklaması
2.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, belediyelerin kurduğu
şirketlerin sorun hâline geldiğine ilişkin açıklaması
3.- Eskişehir
Milletvekili Beytullah Asil’in, Eskişehir için büyük
önem arz eden raylı sistemin uzatılmasının iktidar tarafından engellendiğine ve
muhalefet partilerine mensup ilçe ve belde belediyelerine yardım
gönderilmediğine ilişkin açıklaması
4.- Eskişehir
Milletvekili Emin Nedim Öztürk’ün, muhalefet
milletvekillerinin “Büyükşehir Belediyesine yardım yapılmıyor” ifadelerinin
doğru olmadığına ve Eskişehir’in raylı sistem konusunu çözeceklerine ilişkin
açıklaması
5.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Edirne ili Keşan
ilçesi Küçükdoğanca köyü yakınlarındaki, özel sektöre
ait, yer altı kömür ocağında 7 Temmuz 2010 tarihinde
meydana gelen yangına ilişkin açıklaması
VII.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Şırnak
Milletvekili Sevahir Bayındır ve 19 milletvekilinin,
Şırnak’ta meydana gelen bazı ölüm olayları ile ilgili iddiaların araştırılması
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/817)
2.- Şırnak
Milletvekili Sevahir Bayındır ve 19 milletvekilinin,
aile hekimliği uygulamasındaki sorunların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/818)
3.- Balıkesir
Milletvekili Ergün Aydoğan ve 32 milletvekilinin,
kırmızı et sektöründeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/819)
4.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllü ve 34 milletvekilinin, balıkçılık ve su ürünleri
sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/820)
B) Tezkereler
1.- Kadın-Erkek
Fırsat Eşitliği Komisyonu Başkanı İstanbul Milletvekili Güldal
Akşit’in, Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her
Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesindeki Türkiye 6’ncı Ülke Raporu Sunum
Toplantısına katılmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1249)
2.- Meksika
Temsilciler Meclisi Başkanı Francisco Javier Ramirez’in, Meksika’da gerçekleştirilecek olan Birinci
Dünya Gençlik Forumuna davetine Türkiye Büyük Millet Meclisinden bir Parlamento
heyetininin icabet etmesine ilişkin Başkanlık
tezkeresi (3/1250)
3.- Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanı Mehmet Ali Şahin’in, Parlamentolararası
Birlik (PAB) Başkanı Theo-Ben Gurırab’ın
vaki davetine icabetle, Cenevre’de düzenlenecek olan Dünya Parlamento
Başkanları III. Konferansına katılmak üzere İsviçre’ye resmî ziyarette
bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1251)
4.- Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti Meclisi Başkanı Hasan Bozer’in,
KKTC’nin 20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramı kutlamalarına vaki davetine,
Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen bir Parlamento heyetinin icabet
etmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1252)
VIII.-
ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- (10/627) esas
numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 8/7/2010 Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin BDP
Grubu önerisi
2.- (10/372) esas
numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 8/7/2010 Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP
Grubu önerisi
3.- (10/515) esas
numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 8/7/2010 Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP
Grubu önerisi
IX.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Türk Ticaret
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)
2.- Türk Borçlar
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)
3.-
Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak
İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana
Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/761) (S. Sayısı:
458)
4.- Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet ve Kalkınma
Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş
ve 4 Milletvekilinin Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/845, 1/884, 2/701) (S. Sayısı: 506)
I.-
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu
saat 13.03’te açılarak on oturum yaptı.
Aydın
Milletvekili Ali Uzunırmak, kamu yönetimine,
İstanbul
Milletvekili Esfender Korkmaz, memur zamlarına,
Konya
Milletvekili Mustafa Kabakcı, Nasreddin
Hoca ve Akşehir’de kutlanan 51’inci Uluslararası Nasreddin
Hoca Festivaline,
İlişkin gündem
dışı birer konuşma yaptılar.
Adana
Milletvekili Hulusi Güvel, “kamu görevlilerinin
herhangi bir parti, kişi veya zümrenin yararını veya zararını hedef alan bir
davranışta bulunamayacakları” ilkesinin çiğnendiğine,
Aydın
Milletvekili Recep Taner, kamu gücünü yanlı ve yandaşlarının talepleri
doğrultusunda kullananları, bu emri verenleri ve uygulamaya alet olanları
kınadığına,
Konya
Milletvekili Orhan Erdem, Nasreddin Hoca şenliklerine
ve gülen yüzlere çok ihtiyacımız olduğuna,
Tokat
Milletvekili Reşat Doğru, Nasreddin Hoca
şenliklerinin Kültür ve Turizm Bakanlığınca desteklenerek uluslararası boyutta
bir kültür şenliğinin yapılmasının daha faydalı olacağına,
Aydın
Milletvekili Mehmet Erdem, yetkileri artırılan il genel meclislerinin
yetkilerini tarafsız kullanması gerektiğine,
Şırnak
Milletvekili Hasip Kaplan, Nasreddin
Hoca’nın mizahından siyasilerin ders çıkarması gerektiğine,
İlişkin birer
açıklamada bulundular.
Tokat
Milletvekili Reşat Doğru ve 22 milletvekilinin, Kırım Kongo Kanamalı Ateşi
Hastalığı konusunun (10/813),
Denizli
Milletvekili Emin Haluk Ayhan ve 19 milletvekilinin, yaşlıların sorunlarının
(10/814),
Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse ve 20 milletvekilinin, kırmızı et sektöründeki
sorunların (10/815),
İzmir
Milletvekili Selçuk Ayhan ve 24 milletvekilinin, yatılı ilköğretim bölge
okullarındaki sorunların (10/816),
Araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla birer Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin
gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı
açıklandı.
Gündemin “Genel
Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler”
kısmında yer alan:
(10/758) esas
numaralı, etnik nüfus yapısının araştırılması amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergenin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 7/7/2010
Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin BDP,
(10/542) esas
numaralı, sigara fabrikalarından yaprak tütün işletmelerine geçen işçilerin
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergenin görüşmelerinin Genel Kurulun 7/7/2010 Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin
MHP,
2 Temmuz 2010
tarihinde, Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve
arkadaşları tarafından, usta öğreticilerin sorunlarının araştırılması amacıyla
Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin,
Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne
alınarak 7/7/2010 Çarşamba günkü birleşimde sunuşlarda
okunması ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşimde yapılmasına ilişkin CHP,
Grubu önerileri
yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.
Muş Milletvekili
Sırrı Sakık’a, yaralayıcı ifadeleri nedeniyle Oturum
Başkanınca kınama cezası verilmesi teklif edildi; savunmasını müteakip yapılan
oylamadan sonra kınama cezası verilmesi kabul edildi.
Batman
Milletvekili Ayla Akat Ata, Adıyaman Milletvekili
Ahmet Aydın ve Eskişehir Milletvekili H. Tayfun İçli’nin,
konuşmasındaki, BDP Grubuna yönelik “Etnik milliyetçilik yapıyorlar.”
ifadelerine,
Aydın
Milletvekili Ali Uzunırmak, Suat Kılıç’ın,
konuşmasındaki, bir hakkın suistimal edildiği
yönündeki ifadelerine,
Samsun
Milletvekili Suat Kılıç, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunu tehdit
etmediğine, Meclise dayatmada bulunmadığına, sözlerinin çarpıtıldığına,
İlişkin birer
açıklamada bulundular.
Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır,
Yalova
Milletvekili Muharrem İnce,
Şırnak
Milletvekili Hasip Kaplan,
Samsun
Milletvekili Suat Kılıç’ın, grubuna sataşması nedeniyle birer konuşma yaptılar.
Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:
1’inci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),
2’nci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/499) (S. Sayısı: 321),
3’üncü sırasında
bulunan, Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına
Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para
Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun (1/761)
(S. Sayısı: 458),
Görüşmeleri
komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.
4’üncü sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında
değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen
ve görüşmelerine devam olunan, Dışişleri Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri
Hakkında Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/892) (S. Sayısı: 524)
üzerindeki görüşmeler tamamlanarak elektronik cihazla yapılan açık oylamadan
sonra kabul edildi ve kanunlaştı.
5’inci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında
değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen,
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı; Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve 4 Milletvekilinin Benzer Mahiyetteki Kanun
Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun (1/845, 1/884, 2/701) (S.
Sayısı: 506) görüşmelerine başlandı.
Dışişleri Bakanı
Ahmet Davutoğlu, Adana Milletvekili Yılmaz Tankut’un, şahsına,
Trabzon
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi, Dışişleri Bakanı
Ahmet Davutoğlu’nun, şahsına,
Dışişleri Bakanı
Ahmet Davutoğlu, Muğla Milletvekili Metin Ergun’un, şahsına,
Batman
Milletvekili Ayla Akat Ata, İstanbul Milletvekili
Şükrü Mustafa Elekdağ’ın, grubuna,
Trabzon
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi, Batman
Milletvekili Ayla Akat Ata’nın, grubuna,
Sataşması
nedeniyle birer konuşma yaptılar.
Yalova
Milletvekili Muharrem İnce, Türkiye’de yalnızca Ayla Akat
Ata’nın partisinin kapatılmadığına, CHP’nin de 2 defa kapatıldığına ve akan
kanın durmasını kendilerinin de istediğine ancak “Operasyonlar dursun.”
mantığını kabul etmediklerine ilişkin bir açıklamada bulundu.
Muhalefet partisi
milletvekillerine ait, Bursa’da teknik üniversite kurulmasına ilişkin kanun
teklifinin görüşülmemesi ve aynı mahiyetteki 506 sıra sayılı Kanun Tasarısı’yla
birleştirilmemesi konusunda Oturum Başkanının tutumu hakkında usul görüşmesi
yapıldı, usul görüşmesi sonucunda, Oturum Başkanı, tutumunda bir değişiklik
olmadığını açıkladı.
8 Temmuz 2010
Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşime
00.01’de son verildi.
Nevzat PAKDİL |
Başkan
Vekili |
|
Fatih
METİN Murat
ÖZKAN |
Bolu Giresun |
Kâtip
Üye Kâtip
Üye |
|
|
Harun
TÜFEKCİ Bayram
ÖZÇELİK |
Konya Burdur |
Kâtip
Üye Kâtip
Üye |
No:
175
II.-
GELEN KAĞITLAR
8
Temmuz 2010 Perşembe
Tasarılar
1.- 2009 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/905) (Plan ve Bütçe Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 29.06.2010)
2.- Güneydoğu Asyada Dostluk ve İşbirliği Andlaşması
ile Andlaşmada Değişiklik Yapan Protokollere
Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/906) (Dışişleri
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 08.07.2010)
Teklif
1.- Karaman
Milletvekili Hasan Çalış ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri
Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve İzmir Milletvekili Oktay Vural ile 1
Milletvekilinin; Tarım Sigortaları Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi (2/733) (Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan
ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.06.2010)
Tezkereler
1.- Van
Milletvekili Özdal Üçer’in Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1247) (Anayasa ve Adalet
Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi:
07.07.2010)
2.- Diyarbakır
Milletvekili Gültan Kışanak’ın
Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1248)
(Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 07.07.2010)
Sözlü
Soru Önergesi
1.- Tunceli
Milletvekili Kamer Genç’in, İstanbul-Kartal’daki bir arazinin kiralanmasına
ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/2144) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
Yazılı
Soru Önergeleri
1.- Denizli
Milletvekili Ali Rıza Ertemur’un, parçalanan ailelere
ve korunmaya muhtaç çocuklara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/15396) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)
2.- Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, Adana’daki
işsizliğe ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15397) (Başkanlığa geliş
tarihi: 29/06/2010)
3.- İstanbul
Milletvekili Süleyman Yağız’ın, Elazığ Valisinin bazı ifadelerine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15398) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
4.- Muş
Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, bir erin ölümü ile ilgili iddialara ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15399) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
5.- Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, ebeveyn iznine
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15400) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
6.- Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, bir
yönetmelikteki düzenlemelerin cinsiyet eşitsizliği içerdiği iddiasına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15401) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
7.- Muğla
Milletvekili Fevzi Topuz’un, kural dışı taşımacılık hizmetlerine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15402) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
8.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, Mavi Marmara gemisine
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15403) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
9.- Burdur
Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın, Burdur’da açılan ve kapanan kamu işletme
ve tesisleri ile birimlere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15404)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
10.- Burdur
Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın, Burdur’daki proje ve yatırımlara ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15405) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
11.- Burdur
Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın, Burdur’daki özürlü istihdamına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15406) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
12.- Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, Ulusal Program kapsamındaki yargıyla ilgili kanun
tasarısı taslaklarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15407)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
13.- Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, Ulusal Program kapsamındaki yargıyla ilgili bazı
hususlara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15408) (Başkanlığa geliş
tarihi: 30/06/2010)
14.- Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, bir protokolün onaylanmasına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/15409) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
15.- Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, yolsuzlukla mücadele konusunda yapılanlara ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15410) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
16.- Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, Ulusal Program kapsamında öngörülen bir yasal
düzenlemeye ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15411) (Başkanlığa
geliş tarihi: 30/06/2010)
17.- Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, Ulusal Program kapsamındaki bazı çalışmalara
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15412) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
18.- Denizli
Milletvekili Hasan Erçelebi’nin, Eskişehir’deki yapay
plaja ve raylı sistemin uzatılmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15413)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
19.- Bartın
Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya’nın, TTK
işçileri arasındaki ücret farklılığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/15414) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
20.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, İran’da özelleştirilen gübre
fabrikasının Türk ortaklarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/15415) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
21.- Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, Rize Belediye Başkanının bir açıklamasına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15416) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
22.- Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, İlaç Takip
Sisteminde kişisel veri güvenliğine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/15417) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
23.- İzmir
Milletvekili Selçuk Ayhan’ın, eğlence mekanlarındaki müzik kapanış saati
uygulamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15418) (Başkanlığa
geliş tarihi: 01/07/2010)
24.- İstanbul
Milletvekili Ümit Şafak’ın, bir spor kulübünün Topkapı Sarayındaki tesislerinin
yıkıldığı iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15419)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
25.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, şehit ailelerine ölüm haberini bildirme
prosedürüne ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15420) (Başkanlığa
geliş tarihi: 01/07/2010)
26.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, şehit yakınlarının istihdamına
ve askerlik hizmetine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15421)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
27.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Irak sınırındaki maden
sahasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15422) (Başkanlığa geliş
tarihi: 01/07/2010)
28.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, TMSF yönetimindeki bir
oteldeki yolsuzluk iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/15423) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
29.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, bir sendikanın Öğretmenler
Gününde yaptığı bir faaliyete ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/15424) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
30.- İstanbul
Milletvekili Sebahat Tuncel’in, bir cezaevinde
yaşandığı iddia edilen bir olaya ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi
(7/15425) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)
31.- Van
Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, bazı kadın ölüm
olaylarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/15426) (Başkanlığa
geliş tarihi: 29/06/2010)
32.- İstanbul
Milletvekili Sebahat Tuncel’in, bazı cezaevlerinde
yapıldığı iddia edilen uygulamalara ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru
önergesi (7/15427) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
33.- Batman
Milletvekili Bengi Yıldız’ın, bir tutuklunun başka bir cezaevine nakledilmesine
ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/15428) (Başkanlığa geliş
tarihi: 30/06/2010)
34.- Zonguldak
Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, yabancı danışman bulunduğu iddiasına karşı
yapılan açıklamaya ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/15429)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
35.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, bir hakimle ilgili bazı bilgilerin basında çıkmasına ilişkin
Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/15430) (Başkanlığa geliş tarihi:
30/06/2010)
36.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, bir avukat hakkında
açılan davaya ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/15431)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
37.- Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse’nin, bazı illerdeki kayıt dışı istihdama ve çocuk
işçiliğine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi
(7/15432) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)
38.- Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, Cinsiyet Eşitliği
Şubesine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi
(7/15433) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)
39.- Burdur
Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın, Burdur’da işsizlik Sigortası Fonunun
kullanımına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi
(7/15434) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
40.- Kırklareli
Milletvekili Turgut Dibek’in, görevde yükselme sınavıyla ilgili iddialara
ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/15435)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
41.- İstanbul
Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, kayıt dışı
istihdama ve işçileri mağdur eden bazı uygulamalara ilişkin Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/15436) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
42.- Trabzon
Milletvekili M. Akif Hamzaçebi’nin, su kullanım hakkı
anlaşmasıyla devredilen HES’lere ilişkin Çevre ve Orman
Bakanından yazılı soru önergesi (7/15437) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)
43.- Trabzon
Milletvekili M. Akif Hamzaçebi’nin, özel sektöre
devredilen HES’lere ilişkin Çevre ve Orman Bakanından
yazılı soru önergesi (7/15438) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)
44.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Kura Nehri Projesine
ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/15439) (Başkanlığa
geliş tarihi: 30/06/2010)
45.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Ardahan’daki bazı bitki
türlerinin korunmasına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi
(7/15440) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
46.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Ardahan’daki bitki
çalışmalarına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/15441)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
47.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Ardahan’daki yan ürün
veren bitkilere ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi
(7/15442) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
48.- Muğla
Milletvekili Fevzi Topuz’un, bir balık çiftliğinin elektriğinin kesilmesine
ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/15443)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
49.- Muğla
Milletvekili Gürol Ergin’in, bir balık çiftliğinin elektriğinin kesilmesine
ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/15444)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
50.- İstanbul
Milletvekili Mustafa Özyürek’in, elektrik
fiyatlarındaki indirimin geri alınmasına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanından yazılı soru önergesi (7/15445) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
51.- Siirt
Milletvekili Osman Özçelik’in, bir etkinlikte
güvenlik güçlerinin orantısız güç kullandığı iddialarına ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/15446) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)
52.- Batman
Milletvekili Ayla Akat Ata’nın, canlı bomba olduğu
şeklinde habere konu olan bir kadına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/15447) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
53.- Kayseri
Milletvekili Mehmet Şevki Kulkuloğlu’nun, bir
belediye başkanı hakkındaki bazı iddialara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/15448) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
54.- Zonguldak
Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, Kırklareli Valisinin katıldığı bir
toplantıdaki giderlerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/15449)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
55.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Ankara Büyükşehir
Belediyesinin bir restorasyon işine ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/15450) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
56.- Bursa
Milletvekili Necati Özensoy’un, Bursa’daki belediyelerin
araç kiralamalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/15451)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
57.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Reşadiye ve Ladik
ilçelerindeki terör olaylarına yönelik iddialara ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/15452) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
58.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, bir otelde gerçekleştirilen
etkinliklere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/15453)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
59.- Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, Rize Belediye
Başkanının bir ifadesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/15454) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
60.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, muhtarların sosyal
güvenlik prim borçları ve yol giderlerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/15455) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
61.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, muhtarların
desteklenmesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/15456)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
62.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Kütahya Belediyesinin katı
atık bedeli uygulamasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/15457) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
63.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, bir yolsuzluk olayına adı
karışan dernek ve vakıflara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/15458) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
64.- İzmir
Milletvekili Oktay Vural’ın, Devlet Tiyatrolarında sahneleneceği iddia edilen
bir oyuna ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/15459)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
65.- Balıkesir
Milletvekili Hüseyin Pazarcı’nın, Ayvalık Soğan
Adası’nın tarihi sit statüsünün değiştirilmesinin sonuçlarına ilişkin Kültür ve
Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/15460) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
66.- Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse’nin, Adıyaman’daki Hazine arazilerine ilişkin Maliye
Bakanından yazılı soru önergesi (7/15461) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)
67.- Edirne
Milletvekili Bilgin Paçarız’ın, motorlu araç ticaretindeki bir vergi sorununa
ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/15462) (Başkanlığa geliş
tarihi: 30/06/2010)
68.- Yalova
Milletvekili Muharrem İnce’nin, öğretmenlerin iller arası yer değiştirme
işlemlerine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/15463)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
69.- Sinop
Milletvekili Engin Altay’ın, meslek yüksek okullarının işlevine ve akademik
personeline ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/15464)
(Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)
70.- İzmir
Milletvekili Selçuk Ayhan’ın, eğitim sistemine ve yatırımlara ilişkin Milli
Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/15465) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)
71.- Batman
Milletvekili Ayla Akat Ata’nın, Sakarya Üniversitesi
Öğrenci Konseyinin bir açıklamasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/15466) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
72.- Gaziantep
Milletvekili Akif Ekici’nin, Evliye Çelebi
Seyahatnamesi’nin toplatılmasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/15467) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
73.- Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, Adana’daki
öğretmen ihtiyacına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/15468) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
74.-
Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat’ın, SBS
uygulamalarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/15469)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
75.- Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, hatalı yapılan bir öğretmen atamasına
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/15470) (Başkanlığa
geliş tarihi: 01/07/2010)
76.- İstanbul
Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, öğretmen açığına
ve sözleşmeli öğretmenlerin kadroya geçirilmesine ilişkin Milli Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/15471) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
77.- Yalova
Milletvekili Muharrem İnce’nin, bir felsefe ders kitabının incelenmesine
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/15472) (Başkanlığa
geliş tarihi: 01/07/2010)
78.- Zonguldak
Milletvekili Ali Koçal’ın, SBS sınav kitapçıklarına
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/15473) (Başkanlığa
geliş tarihi: 01/07/2010)
79.- İstanbul
Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, sebzeciliği tehdit
eden bir zararlıyla mücadeleye ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/15474) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)
80.- Isparta
Milletvekili Mevlüt Coşkuner’in,
Ereğli’deki dolu mağduru elma üreticilerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/15475)
(Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)
81.- Burdur
Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın, Burdur’daki kırsal kalkınma yatırımlarının
desteklenmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/15476) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
82.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, TMO’nun bazı alımlarına
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/15477) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
83.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, bazı tarım ürünlerine
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/15478) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
84.- Ardahan Milletvekili
Ensar Öğüt’ün, TMO’nun faaliyetlerine ilişkin Tarım
ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/15479) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
85.- Manisa
Milletvekili Mustafa Enöz’ün, Akhisar’da aşırı yağış
ve dolu nedeniyle çiftçilerin mağduriyetine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/15480)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
86.- Artvin
Milletvekili Metin Arifağaoğlu’nun, Deriner Barajı kapsamındaki bir yol ve viyadük
inşaatına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/15481)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
87.- Artvin
Milletvekili Metin Arifağaoğlu’nun, Yusufeli-İspir
yolundaki çalışmalara ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi
(7/15482) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
88.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın,
Tavşanlı-Emet-Hisarcık-Simav karayolu projesine ilişkin Ulaştırma Bakanından
yazılı soru önergesi (7/15483) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
89.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Zafer Havaalanı projesine
ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/15484) (Başkanlığa geliş
tarihi: 01/07/2010)
90.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Kütahya-Uşak karayolu
çalışmalarına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/15485)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
91.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Kütahya-Simav karayolu
çalışmalarına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/15486)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
92.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Emet-Hisarcık-Çavdarhisar
karayoluna ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/15487) (Başkanlığa
geliş tarihi: 01/07/2010)
93.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Kütahya bağlantılı bazı
karayolu çalışmalarına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi
(7/15488) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
94.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, sabit telefon aboneliğinin
kapatılması işlemlerine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi
(7/15489) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
95.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Türk Telekom personeline
nakil baskısı yapıldığı iddiasına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru
önergesi (7/15490) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
96.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Kütahya-Balıkesir
arasındaki yol yapım çalışmalarına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru
önergesi (7/15491) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
97.- Sinop
Milletvekili Engin Altay’ın, Boyabat Devlet Hastanesinin yeterliliğine ilişkin
Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/15492) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)
98.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Karabük’teki hastanelerin depreme
dayanıklılığına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/15493)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
99.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Çankırı’daki hastanelerin depreme
dayanıklılığına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/15494)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
100.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Rize’deki hastanelerin depreme dayanıklılığına
ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/15495) (Başkanlığa geliş
tarihi: 30/06/2010)
101.- İzmir
Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun, ağız ve diş
sağlığı merkezlerine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/15496)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
102.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, KOBİ’lerin sorunlarına
ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/15497) (Başkanlığa
geliş tarihi: 01/07/2010)
103.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, sanayinin
geliştirilmesine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi
(7/15498) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
104.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, sanayicilerin
desteklenmesine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi
(7/15499) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
105.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, Madımak Otelinin müze
yapılmasına ve Alevi açılımına ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Çelik) yazılı
soru önergesi (7/15500) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
106.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, hac organizasyonu müracaat
ve kayıt yenileme ücretlerine ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Çelik) yazılı
soru önergesi (7/15501) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
107.- Batman
Milletvekili Bengi Yıldız’ın, GAP kapsamındaki bazı hususlara ilişkin Devlet
Bakanından (Cevdet Yılmaz) yazılı soru önergesi (7/15502) (Başkanlığa geliş
tarihi: 01/07/2010)
108.- Samsun
Milletvekili Osman Çakır’ın, yurtdışında düzenlenen bazı faaliyetlere ilişkin
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/15503)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22/06/2010)
Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- Şırnak
Milletvekili Sevahir Bayındır ve 19 Milletvekilinin,
Şırnak’ta meydana gelen bazı ölüm olayları ile ilgili iddiaların araştırılması
amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/817)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10.05.2010)
2.- Şırnak
Milletvekili Sevahir Bayındır ve 19 Milletvekilinin,
aile hekimliği uygulamasındaki sorunların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/818) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.05.2010)
3.- Balıkesir
Milletvekili Ergün Aydoğan ve 32 Milletvekilinin,
kırmızı et sektöründeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/819) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.05.2010)
4.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllü ve 34 Milletvekilinin, balıkçılık ve su ürünleri
sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/820)
(Başkanlığa geliş tarihi: 11.05.2010)
Süresi
İçinde Cevaplanmayan Yazılı Soru Önergeleri
1.- Hakkari Milletvekili Hamit Geylani’nin,
kapatılan DTP yöneticileri hakkında yapılan soruşturmaya ilişkin Adalet
Bakanından yazılı soru önergesi (7/14205)
2.- Hakkari Milletvekili Hamit Geylani’nin,
yargının işleyişine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/14206)
3.- Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, bütçede çocuklara
ayrılan miktara ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/14208)
4.- Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, çocuk mahkemesi
bulunmayan illere ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/14209)
5.- Adana
Milletvekili Recai Yıldırım’ın, Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısının
Adana’ya yaptığı iddia edilen ziyarete ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/14264)
6.- Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, çocuk
mahkemelerindeki yargılama sürelerine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru
önergesi (7/14276)
7.- Batman
Milletvekili Ayla Akat Ata’nın, kadına yönelik
şiddete ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/14277)
8.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, Adana’daki bazı yargı
verilerine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/14278)
9.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, bazı yargı verilerine
ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/14279)
10.- Van
Milletvekili Özdal Üçer’in, bazı cinayet olaylarına
ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/14280)
11.- Şırnak
Milletvekili Sevahir Bayındır’ın, çocuk yargısına
ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/14283)
12.- Van
Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, bir suç duyurusunun
savcılıkça değerlendirilmesine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi
(7/14284)
13.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, yatırım teşvik
uygulamalarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/14765)
14.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, polis meslek yüksek
okullarından ilişiği kesilen öğrencilere ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/14769)
15.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, yeni istihdama ve taşeron
şirket uygulamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/14771)
16.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, YÖK Başkanı hakkındaki bir
iddiaya ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/14772)
17.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, uzman erbaşların özlük
haklarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/14773)
18.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, özelleştirilen bir elektrik
dağıtım şirketi çalışanlarının durumuna ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/14775)
19.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, lisans programlarına dikey
geçiş kontenjanlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/14776)
20.- Muş
Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, görme engellilerinin istihdam ve eğitimine
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/14778)
21.- İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal’ın, İsrail’in Gazze’ye
insani yardım taşıyan Türk gemilerine saldırmasına ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/14779)
22.- Kocaeli
Milletvekili Hikmet Erenkaya’nın, Çayırova
Belediyesinin bazı arsalar üzerindeki tasarruflarına ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/14780)
23.- İzmir Milletvekili
Selçuk Ayhan’ın, engellilerin eğitim ve istihdamına ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/14781)
24.- İstanbul
Milletvekili Bihlun Tamaylıgil’in,
belediyelere yapılan yardımlara ve verilen desteklere ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/14782)
25.- Bartın
Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya’nın, YÖK
Başkanının bazı yargı mensuplarına hediye gönderdiğine yönelik haberlere
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/14783)
26.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Türk Şeker Fabrikalarının
satışına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/14787)
27.- Giresun
Milletvekili Murat Özkan’ın, sosyal yardımlara ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/14792)
28.- Kütahya Milletvekili
Alim Işık’ın, Emniyet Teşkilatında görev yapan GİH
sınıfındaki personelin sorunlarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/14812)
29.- Antalya
Milletvekili Tayfur Süner’in, Akseki Belediyesinin
bazı ihtiyaçlarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/14813)
30.- İstanbul
Milletvekili Durmuşali Torlak’ın, ayakta yolcu alan
minibüslere ceza uygulanmasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/14814)
31.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut’un, bir jandarma karakolunun
nakledilmesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/14815)
32.- Gaziantep
Milletvekili Hasan Özdemir’in, Gaziantep’teki belediye sosyal tesislerine
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/14816)
33.- İstanbul
Milletvekili Ümit Şafak’ın, Ankara Spor A.Ş.’nin
kayıtlarına almadığı bir gelirine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/14817)
34.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Simav Gölü arazisinin
kullanımına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/14820)
35.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, Gaziantep’te
mükelleflere baskı yapıldığı iddiasına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru
önergesi (7/14821)
36.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, TEDAŞ’a
ait elektrik dağıtım şirketlerinin karlılık durumlarına ilişkin Maliye
Bakanından yazılı soru önergesi (7/14822)
37.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut’un, Hazineye ait
taşınmazların satış ve kiralamasındaki duyuruya ilişkin Maliye Bakanından
yazılı soru önergesi (7/14823)
38.- Van
Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, Gevaş ilçesinde
eğitim ve öğretimdeki duruma ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/14825)
39.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, öğretmenlik sertifikası
alanların atanmalarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/14826)
40.- Bursa
Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, Yaygın Eğitim
Kurumları Yönetmeliğinde yapılan değişikliğe ilişkin Milli Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/14828)
41.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut’un, öğrenci kıyafetlerinin
serbest bırakılacağı iddiasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/14829)
42.- Van
Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, bir askeri kışla
yakınında meydana gelen patlamaya ilişkin Milli Savunma Bakanından yazılı soru
önergesi (7/14830)
43.- Muş Milletvekili
M. Nuri Yaman’ın, TSK’nın donanımına ilişkin Milli
Savunma Bakanından yazılı soru önergesi (7/14831)
44.- İstanbul
Milletvekili Durmuşali Torlak’ın, sanayi ve ticaret
sektörlerinin desteklenmesine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru
önergesi (7/14835)
45.- Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse’nin, TMO alımlarına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/14836)
46.- Eskişehir
Milletvekili Fehmi Murat Sönmez’in, ithal canlı
hayvanların GDO’lu yemlerle beslenip beslenmediğine
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/14837)
47.- Adana
Milletvekili Muharrem Varlı’nın, hayvancılıkta bazı
iyileştirmeler yapılmasına ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/14838)
48.- Adana
Milletvekili Muharrem Varlı’nın, TMO’nun buğday
alımına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/14839)
49.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut’un, buğday müdahale
fiyatına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/14840)
50.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut’un, kapatılan bir TMO
ofisine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/14841)
51.- Manisa
Milletvekili Erkan Akçay’ın, tarımsal desteklemeye ayrılan kaynaklara ilişkin
Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/14842)
52.- Manisa
Milletvekili Erkan Akçay’ın, hayvancılık sektörünün geliştirilmesine ilişkin
Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/14843)
53.- Manisa
Milletvekili Erkan Akçay’ın, hayvancılık stratejisi belgesinin uygulanmasına
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/14844)
54.- Manisa
Milletvekili Erkan Akçay’ın, süt tozu üretimine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/14845)
55.- Manisa
Milletvekili Erkan Akçay’ın, hayvancılıktaki teşvik uygulamasına ilişkin Tarım
ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/14846)
56.- Manisa
Milletvekili Erkan Akçay’ın, Hayvan Islahı Kanununun yürürlükten kaldırılacağı
iddiasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/14847)
57.- Manisa
Milletvekili Erkan Akçay’ın, kuzu kesimine ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/14848)
58.- Manisa
Milletvekili Erkan Akçay’ın, besideki hayvan sayısına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/14849)
59.- Manisa
Milletvekili Erkan Akçay’ın, ithalatın hayvancılığa etkilerine ilişkin Tarım ve
Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/14850)
60.- Manisa
Milletvekili Erkan Akçay’ın, hayvan kaçakçılığına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/14851)
61.- Diyarbakır
Milletvekili Akın Birdal’ın, elektronik karıştırıcı
aygıtının kullanımına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi
(7/14852)
62.- Bartın
Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya’nın, Bartın-Karabük
bölünmüş yol yapımında ağaçların korunmasına ilişkin Ulaştırma Bakanından
yazılı soru önergesi (7/14853)
63.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Mersin Limanında
hizmet ücretlerindeki artışa ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi
(7/14854)
64.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, ekonomik krizin etkilerine
ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru
önergesi (7/14857)
65.- Bursa
Milletvekili Necati Özensoy’un, protokol
tribünlerindeki yer tahsisine ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Nafız Özak) yazılı soru önergesi
(7/14858)
8
Temmuz 2010 Perşembe
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 13.04
BAŞKAN:
Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER: Fatih METİN (Bolu), Murat ÖZKAN (Giresun)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 131’inci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yeter
sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
IV.-
OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.-
TBMM Başkan Vekili Nevzat Pakdil’in, idrak etmiş
olduğumuz Miraç Kandili’nin Türk milletine, İslam âlemine ve tüm insanlığa
hayırlar getirmesini dileyen konuşması
BAŞKAN – Gündeme
geçmeden önce üç milletvekili arkadaşıma söz vereceğim.
Öncesinde, idrak
etmiş olduğumuz mübarek Miraç Kandili’nin Türk milletine, İslam âlemine ve tüm
insanlığa hayırlar getirmesini diliyorum.
Gündem dışı ilk
söz, muhtarların yaşadığı sorunlar hakkında söz isteyen Edirne Milletvekili Cemaleddin Uslu’ya aittir.
Sayın Uslu,
buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
V.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.-
Edirne Milletvekili Cemaleddin Uslu’nun,
köy ve mahalle muhtarlarının yaşadıkları sorunlara ilişkin gündem dışı
konuşması
CEMALEDDİN USLU
(Edirne) – Teşekküre derim Sayın Başkan.
Değerli
milletvekilleri, köy ve mahalle muhtarlarımızın yaşadıkları sorunları dile
getirmek ve bu sorunları yüce Meclisin gündemine taşıyarak muhtarlarımızın
yaşadığı sorunların çözümüne katkı sağlamak amacıyla gündem dışı söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle, ekranları başında bizleri izleyen değerli
vatandaşlarımızı ve sizleri saygılarımla selamlıyorum.
Türkiye’de 17
bini mahalle ve 36 bini köy olmak üzere toplam 53 bin yerleşim yerinde büyük
fedakârlıklarla görev yapan muhtarlarımız, köylerde ve mahallelerde yaşayan
insanlarımızın birçok sorununun ilk muhatabıdırlar. Mesai mevhumu olmaksızın
kendi özel hayatlarından büyük fedakârlıklar yaparak köyünün ve mahallesinin
sorunlarını çözmek için çaba harcadığı hepimizin bildiği bir gerçektir. Köyünün
ve mahallesinin güvenilir insanları olan muhtarlarımız, aynı zamanda devletin
ve kurumlarımızın sürekli irtibat kurduğu, köye gelen devlet görevlilerine
yardımcı olan, onlara eşlik eden, mihmandarlık yapan seçilmiş ve saygın
insanlardır. Köylerde herhangi bir olay olduğunda köydeki durumla ilgili bütün
bilgileri aldığımız ve köylere dışarıdan biri geldiğinde onları karşılayan,
ağırlayan, hep muhtarlardır. Tüm mesailerini köyünün ve köylülerinin
sorunlarına çözüm arayarak geçiren muhtarlarımız, kendileri de birçok sorunla
iç içe yaşamaktadırlar.
Değerli
milletvekilleri, muhtarlarımızın yaşadığı başlıca sorunları kısaca özetlemek
gerekirse maddi sorunlar, sosyal güvenlikle ilgili sorunlar, muhtarlık binası
ve yer sorunu, eski muhtarların silah ruhsatı vergilerinin artırılması sorunu
göze çarpmaktadır. Hepimizin bildiği gibi, muhtarlarımız zamanlarının büyük
bölümünü, bütün mesaisini gerek köyünün, mahallesinin ve vatandaşlarının
sorunlarıyla ilgilenerek gerekse resmî dairelerden ve köy dışından gelen
misafirlere eşlik ederek geçirmektedir. Köye gelen her devlet görevlisi muhtar
tarafından karşılanmakta ve ağırlanmaktadır. Dolayısıyla, muhtarların yaşadığı
sorunlardan biri maddidir. Hepinizin bildiği gibi, muhtarlarımız 330 TL
civarında maaş almakta ve sosyal güvenlik primlerini kendileri ödemektedir.
Yaptıkları işler ve aldıkları 330 TL maaş dikkate alındığında aldıkları bu maaş
sosyal güvenlik primlerini bile karşılamamaktadır. Birçok muhtar -sorun- sosyal
güvenlik prim borcunu ödeyemediği için sağlık hizmetlerinden
yararlanamamaktadır. Buna mutlaka bir çözüm bulunmalı, borcu olduğu
gerekçesiyle muhtarlar ve yakınları sağlık hizmetlerinden mahrum
bırakılmamalıdır. Bu konuda acilen bir düzenleme yapılarak yaşanmakta olan
mağduriyetlerin önüne geçilmelidir. Muhtarlarımızın aldıkları maaşlar
yükseltilmeli ve sosyal güvenlik primleri devlet tarafından ödenmelidir.
Değerli
milletvekilleri, muhtarlarımızın bir diğer sorunu da birçok yerleşim yerinde
halkımıza daha iyi hizmet sunabilecek, muhtarlıklara ait güzel bir mekânın, bir
büronun bulunmamasıdır. Tek gayeleri mahallesine ve köylerine hizmet götürmek
olan muhtarlarımıza bir yer temin edilmelidir. Özellikle büyük şehirlerde
değişik sebeplerle halkımız tarafından atanan muhtarlarımıza kolay
ulaşılabilmesi için muhtarlıklara ait belirli mekânların yapılması zaruridir.
Bu nedenle kalıcı ve muhtarlıklara yakışır birer mekânın, binaların yapılması halkımıza
daha güzel hizmet sunulması açısından da faydalı olacaktır.
Yine dile
getirilen bir sorun da muhtarlık görevi sona eren muhtarlarımızın silah taşıma
ruhsatlarının bulundurmaya dönüştürülmesi ve alınan vergilerin artmasıdır. En
az iki dönem görev yapan eski muhtarlarımızın taşıma ruhsatları devam
etmelidir.
Değerli
milletvekilleri, herhangi bir siyasi görüşü olmayan muhtarlarımız, seçimlerde,
bulundukları köy ve mahalle halkı tarafından kendi itibarları ve isimleriyle
seçilmektedir. Muhtarlar tarafsızdır, köyüne ve mahallesine hangi siyasi
partiden gelen olursa olsun herkese aynı mesafede bulunmaktadırlar. Bu nedenle,
gece gündüz demeden, üç yüz altmış beş gün köyüne ve mahallesine daha iyi
hizmet getirebilmek, köylünün ve mahallelinin sorunlarını çözmek için çalışan
bu fedakâr ve saygın insanlarımızın dertlerine kulak verilerek çözüm
üretilmelidir.
Değerli
milletvekilleri, muhtarlarımız, yaşadıkları bu sorunları sadece muhalefet
milletvekillerine değil, iktidar milletvekillerine de ifade etmişlerdir. Bu
konuda Milliyetçi Hareket Partisi Meclis Grubu olarak verilen kanun
tekliflerimiz vardır ve komisyonlarda beklemektedir. Muhtarlarımızın bu
sorunlarına bir an evvel Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından çözüm
bulunmalıdır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Uslu.
CEMALEDDİN USLU
(Devamla) – Teşekkür ediyorum Başkan.
Muhtarlarımız
bizlerden çözüm beklemektedir. Milliyetçi Hareket Partisi, muhtarlarımızın
sorunlarının çözümü için her türlü desteği vermeye hazırdır.
Sözlerime son
verirken, ekranları başında bizleri izleyen değerli vatandaşlarımızı ve sizleri
tekrar saygılarımla selamlıyorum. Bu vesileyle mübarek Miraç Kandili’nizi tebrik ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Uslu.
Sayın Aslanoğlu…
VI.-
AÇIKLAMALAR
1.-
Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu milletvekilleri olarak muhtarlarla ilgili
verdikleri kanun tekliflerinin gündeme alınmamasına ilişkin açıklaması
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkanım, bir konuyu, müsaade ederseniz, hatırlatmak
isterim: Geçen dönem bir Meclis iradesi muhtarların sorunlarının doğrudan
gündeme alınmasını kabul etmesine rağmen, maalesef, iktidar partisi, Meclis
gündeminde olmasına rağmen, bir türlü getirmedi. Muhtarların diz boyu sorunu
vardır. Biz, bu dönemde hep çözüm önerilerimizi getirdik ama her ne hikmetse
bir türlü çözüm bulunamıyor. Bizim, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak da bu
konuda bir sürü kanun teklifimiz var ama ne hikmetse gündeme alınmıyor. Ben
buradan iktidar partisine şunu söylüyorum: Muhtarların sorunlarını hep birlikte
çözelim. Onlar hepimizin muhtarı. Bu konuda, iktidar partisine, bir an önce
muhtarların sorunlarını Meclise getirmesini ben öneriyorum.
Teşekkür ediyorum
Başkanım.
BAŞKAN – Teşekkür
ederim.
Gündem dışı
ikinci söz, yerel yönetimlerin işleyişleri hakkında söz isteyen Denizli
Milletvekili Hasan Erçelebi’ye aittir.
Sayın Erçelebi, buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
V.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR (Devam)
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları(Devam)
2.-
Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi’nin, yerel
yönetimlerin işleyişine ilişkin gündem dışı konuşması ve Çevre ve Orman Bakanı
Veysel Eroğlu’nun cevabı
HASAN ERÇELEBİ
(Denizli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi Demokratik
Sol Parti ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.
Bugünkü Miraç
Kandili’nin bütün İslam âlemine hayırlı olmasını diliyorum.
Değerli
milletvekilleri, yerel yöneticiler halkla her gün yüz yüze olan yöneticilerdir;
ürettikleri hizmetleri her gün halkla paylaşan yöneticilerdir. O yüzden, yerel
yönetimler hizmetin hem ucundadır hem de en yakınındadır.
Bugün, sizlere,
Türkiye'nin her yerinde bütün siyasi partiler tarafından örnek gösterilen
Eskişehir Büyükşehir Belediyesinin hizmetleri ve başına gelen bürokratik oligarşinin
olayları üzerinde söz edeceğim.
Sayın
Başbakanımız 2009 yerel seçimlerinden sonra “Bütün yerel yönetimler, bütün
belediyeler bizim belediyemizdir, hepsine hizmet edeceğiz.” demişti. Sayın
Başbakanın bu sözlerine inanmak istiyoruz. Eskişehir Büyükşehir Belediyesi
şehrin içerisinde bir raylı sistem çalıştırıyor. Bu raylı sistemden bugün günde
90 bin yurttaşımız yararlanıyor ve üç yıldır bu raylı sisteme
Değerli milletvekilleri,
bir de Eskişehir’de olmazı olmaz yapan Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın
Yılmaz Büyükerşen, bildiğiniz gibi, Eskişehir’e deniz
getirdi, plaj getirdi ve bütün dünyaya örnek oldu ama ne oldu, plajın başına
neler geldi bakın.
Evet, Eskişehir
Valiliği İl Sağlık Müdürlüğünün yazdığı bir yazı: “19 Ağustos 2009. …Yüzme Havuzlarının
Denetimi Hakkındaki Genelgesine göre kimyasal analiz sonuçlarında klor miktarı
yüksek ancak diğer kimyasal parametreler uygun, bakteriyolojik analiz sonuçları
temiz bulunmuştur. Aynı tarihte giriş, orta ve çıkış kısmı olmak üzere yapay
plaj suyundan alınan numunelerin ise kimyasal analiz sonuçlarında klor ve pH miktarı yüksek, ancak diğer kimyasal parametreler uygun,
bakteriyolojik analiz sonuçları giriş, orta ve çıkış kısmında Yüzme
Havuzlarının Denetimi Hakkındaki Genelgeye göre temiz bulunmuştur.” Peki, bu
havuzlardaki, bu plajdaki su temiz de ne istiyorsunuz Allah aşkına, yani ne
istiyorsunuz? Ondan sonra da diyorsunuz ki: “Büyükşehir Belediyesi tarafından
yapay plajın kullanımını engelleyecek tedbirlerin alınması gerekmekte olup,
sezon başında yapılacak olan denetim sonucunda tespit edilen uyumsuzluklar için
1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ve 4077
sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun ve diğer bazı kanunlar
çerçevesinde…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Erçelebi, buyurun konuşmanızı tamamlayınız.
HASAN ERÇELEBİ
(Devamla) - …müeyyideler uygulanacaktır.” deniyor. Gerçekten bu zulüm değil de
nedir Allah aşkına?
Bir de, Eskişehir
Büyükşehir Belediyesi son zamanlarda Türkiye’nin her yerinde olan sel
baskınlarını gidermek için yağmur sularının bağlanacağı bir drenaj kanalına
bağlantı yapmak istiyor. Sayın Bakanım, bunu da siz engelliyorsunuz. Allah aşkına
yağmur sularının drenaj kanalına bağlanmasında ne hata olabilir? Yani
Eskişehir’i sel götürse bayram mı edeceğiz? Yağmur suyu drenaj kanalına
bağlanmayacak da nereye bağlanacak? Yani gökyüzüne uçuracak mıyız bunları?
O nedenle,
değerli milletvekilleri, sürem içerisinde Eskişehir’de olup bitenleri anlatmaya
çalıştım. Belediyeler arasında ayrımcılık yapılıyor. Bakınız bu mübarek günde
eziyet Müslüman’a haramdır diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (DSP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Bakanım,
size söz vereceğim ama önce arkadaşlardan bir talep var.
Sayın Güvel buyurun efendim.
VI.-
AÇIKLAMALAR (Devam)
2.-
Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, belediyelerin
kurduğu şirketlerin sorun hâline geldiğine ilişkin açıklaması
HULUSİ GÜVEL
(Adana) – Teşekkür ediyorum Başkanım.
Sayın Başkan,
değerli arkadaşlar; belediyelerin işleyişine ilişkin bir sorun kaynağı da belediyelerin
kurduğu ve ortak olduğu şirketlerdir. Belediye şirketleri kuruluş amaçlarının
dışına taşarak istismara, hak ihlallerine ve haksız rekabete sebep
olmaktadırlar. Bu şirketler birer hizmet aracı olarak değil, birer kadrolaşma
aracı olarak kullanılmaktadır. Siyasi kayırmacılığa ve akrabalık ilişkilerine
dayalı bir istihdam politikası bu şirketlerin genel karakteristiği olmuştur.
Şirket olanaklarının menfaat dağıtma aracı olarak kullanılmaları sık rastlanan
bir durum hâline gelmiştir. Bu nedenle çoğu zarar etmektedir. Bunun en büyük
nedeni, şirketler üzerinde yeterli kamu denetimi olmamasıdır.
Birer çiftlik
gibi yönetilen bu kuruluşların bir düzene sokulması ve bunlar üzerinde ciddi
bir kamu denetim mekanizmalarının kurulması gerekliliği vardır diyor, teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Asil,
buyurun efendim.
3.-
Eskişehir Milletvekili Beytullah Asil’in, Eskişehir
için büyük önem arz eden raylı sistemin uzatılmasının iktidar tarafından
engellendiğine ve muhalefet partilerine mensup ilçe ve belde belediyelerine
yardım gönderilmediğine ilişkin açıklaması
BEYTULLAH ASİL
(Eskişehir) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Hatibe de
Eskişehir’le ilgili çok önemli sorunların üzerinde durduğu için teşekkür
ediyorum.
Sayın Hatibin
bahsettiği raylı sistem Eskişehir için büyük önem arz etmektedir. Raylı
sistemin uzatılması, Eskişehir halkının en büyük beklentilerinin içerisindedir
ancak bunun İktidar tarafından engelleniyor görüntüsü verilmesi büyük bir hata
ve yanlıştır.
Aynı şekilde,
Eskişehir’de geçen yıl ilçe belediyelerine 100’er bin lira, belde
belediyelerine 50’şer bin lira para gönderilmesine rağmen muhalefet
belediyelerine 1 lira dahi gönderilmemiştir. Bu yıl da yine bütün
uyarılarımıza, tenkitlerimize rağmen AKP’li ilçe belediyelerine 35’er bin lira,
muhalefet belediyelerine ise yine ayrım yapılmış, 20’şer bin lira gönderilmiş.
Belde belediyelerine de AKP’li belde belediyelerine de…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Öztürk, buyurun efendim.
4.-
Eskişehir Milletvekili Emin Nedim Öztürk’ün,
muhalefet milletvekillerinin “Büyükşehir Belediyesine yardım yapılmıyor”
ifadelerinin doğru olmadığına ve Eskişehir’in raylı sistem konusunu
çözeceklerine ilişkin açıklaması
EMİN NEDİM ÖZTÜRK
(Eskişehir) – Değerli Başkanım, teşekkür ediyorum.
Eskişehir’le
ilgili hem Genel Kurulu hem de yüce milletimizi doğru bilgilendirmek istiyorum.
Bir defa, muhalefetin söylediği gibi burada “Büyükşehir Belediyesine yardım
edilmiyor.” şeklinde bir ibare doğru değildir çünkü biz her ay, bazen de iki
ayda bir bütün milletvekilleri ve Büyükşehir Belediye Başkanı olarak toplantı
yapıyoruz ve bu toplantılarda aldığımız kararı da uyguluyoruz.
İki sefer Sayın
Bakanımız Eskişehir’e bütün Bakanlığın bürokratlarını getirdi -Veysel Eroğlu- ve toplantı yaptı. Bu iki toplantıda, geçen hafta
pazar günü yapılan toplantıda da yine yardım edildi, ondan önceki toplantıda da
-Eskişehir’in ciddi bir çöp sorunu vardı Büyükşehir Belediyesinin- 590 bin
liralık bir katkı yapıldı. İstediği bütün her şey verilmektedir.
Son olarak da
yine, biz, Eskişehir milletvekilleri olarak kendisine “Devlet Planlamada
rayların uzatılmasıyla ilgili olarak yapılacak olan toplantıya mutlaka bizlerin
de katılması Eskişehir’in yararınadır.” dedik ama bu teknik bir konu, bizim
dışımızda gelişmiş bir konu… Biz de müdahale ettik. İnşallah bu konuyu da
Eskişehir için çözeceğimize inanıyorum.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
HASAN MACİT
(İstanbul) – Bakan cevap veremiyor da mı sen veriyorsun?
EMİN NEDİM ÖZTÜRK
(Eskişehir) – Bakan da verecek, merak etme.
HASAN MACİT
(İstanbul) – Bakan versin, Bakan.
EMİN NEDİM ÖZTÜRK
(Eskişehir) – Bakan da verecek, Bakan da.
V.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR (Devam)
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları (Devam)
2.-
Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi’nin, yerel
yönetimlerin işleyişine ilişkin gündem dışı konuşması ve Çevre ve Orman Bakanı
Veysel Eroğlu’nun cevabı (Devam)
BAŞKAN – Gündem
dışı konuşmayla ilgili olarak, Çevre ve Orman Bakanı Sayın Veysel Eroğlu konuşacaklardır.
Buyurun Sayın
Bakan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Çok Değerli
Başkanım, değerli milletvekillerim; hepinizi saygıyla selamlıyorum efendim.
Özellikle gündem dışı konuşma yapan Sayın Vekilim Hasan Erçelebi
Beyefendi’nin Eskişehir’le alakalı birtakım konuşmasına cevap vermek üzere söz
almış bulunuyorum.
Efendim,
özellikle şunu belirteyim: Biz belediyecilikte… Ben de belediyecilikten gelen
bir elemanım, bir Bakanım. Dolayısıyla belediyecilerin sorunlarını biliyorum ve
inanın bütün belediyelere, biz, hiçbir parti ayrımı gözetmeden destek
veriyoruz, yardım veriyoruz. Bütün paraların dağıtımı tamamen nüfusa bağlı
olarak dağıtılıyor. Bunu özellikle belirtmek istiyorum.
Eskişehir’e
gelince: Ben Eskişehir’e geçen sene kasım ayında sadece ben değil, Bakanlığımın
bütün yatırımcı genel müdürleri, bölge müdürleri ve il müdürleriyle birlikte
toplantı yaptık. O zaman Sayın Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanımız ve ilçe
belediye başkanları da oradaydı, taleplerini dile getirdiler. Hatta biz hiçbir
büyükşehir belediye başkanlığına katı atık bertaraf tesisiyle alakalı bir
destek vermedik ama orada katı atık bertaraf tesisinin tamamlanması
gerekiyordu, 590 milyarlık, yani yeni parayla 590 bin TL’lik bir desteğe
ihtiyacı oldu. Biz hakikaten prensibimizi bozarak -Eskişehir önemli bir şehir,
Anadolu’nun göbeğinde gerçekten çok önemli bir ilimiz- bu desteği hemen derhâl
gönderdik.
Ayrıca
Eskişehir’le ilgili gerek ağaçlandırma, erozyon kontrolü, sulama, barajlar,
göletler konusunda geçen sene aldığımız kararları… Geçen pazar günü tekrar aynı
şekilde toplantı yaptık, hepsinin, tamamının yapıldığını, oradaki bütün
toplantıya katılan valimizden tutunuz, il müdürlerine, belediye başkanlarına
kadar herkes bunu gördü. Hatta biz, biliyorsunuz, Aşağıkuzfındık
Barajı vardı. Eskişehir’de önemli bir sulama alanı sağlayacak olan bu barajı
yıldırım hızıyla tamamladık. Şu anda sulama tesisleri yapılıyor. Ayrıca
Beylikova’da bir depolama tesisi vardı. Bu tesisin bitirilmesini sağladık, şu
anda sulamasıyla ilgili kararlar aldık. Bunun dışında Sakarya Nehri’nden
oradaki ovaların sulanmasıyla ilgili kararlar alındı ve bu sulamaların
tamamının da bu yıl içinde bitirilmesi konusunda talimat verildi, bu konuda
zabıtlar tutuldu, özellikle ifade etmek istiyorum.
Ayrıca
Eskişehir’in taşkınlardan korunması için Porsuk’un yan kollarından olan Sarısu
Deresi üzerinde dikkatli bir çalışma yapılarak gerekse bir firmaya yaptırılarak
Eskişehir’in taşkından korunması konusunda da talimat verdim. Hatta geçen sefer
İnönü Belediye Başkanı -ki kendisi de CHP’li bir belediye başkanımızdır-
kendisi derenin ıslah edilmediğini ifade etmişti. Ben de müteakip toplantıya
kadar bu dere ıslah edilsin diye talimat verdim. İnönü’den geçen dere dahi
ıslah edildi.
Bir defa şunu
ifade edeyim: Biz asla ayrım yapmayız çünkü bütün vatandaşa hizmet götürüyoruz.
Biz sadece AK PARTİ’li belediyelerin Bakanı değiliz,
bütün Türkiye’nin Bakanıyız ve bu konuda, adil olmak konusunda azami hassasiyet
gösteriyoruz. Hatta bazen de pozitif ayrımcılık yaptığımızı da özellikle
muhalefet lehine ifade etmek istiyorum, çok açık bir şekilde ifade ediyorum.
Geçenlerde mesela
Sayın Grup Başkanvekili gelmişti MHP’den. Erdemli’yle
ilgili talepte bulunmuştu. Hakikaten baktık çok lüzumlu, hemen o talebi de
gönderdik. Bunu şunun için ifade ediyorum: Ayrımcılık söz konusu değildir,
nüfusa göre paralar gönderiliyor ve Eskişehir için de yapılması gereken bütün
talepler gerek Bakanlığımla ilgili ağaçlandırma, erozyon kontrolü, dere
ıslahları, taşkın koruma, bunların hepsi yerine getirilmiştir.
Gelelim Sayın
Vekilimizin bahsettiği, bir mahalledeki yağmur sularının DSİ’nin
drenaj kanalına bağlanmasıyla ilgili bir talep. Efendim, bu konuda bir inceleme
yapılmadan Devlet Su İşleri karar veremez ancak ben kendilerine şu talimatı
verdim Sayın Vekilim, dedim ki: Hakikaten burada herhangi kapasite açısından
bir problem yoksa, bir sıkıntı doğmayacaksa bununla
ilgili en geç on beş gün içinde çalışmaları tamamlayın, bağlanması gerekiyorsa
bu da bağlanacak diye talimat verdim. On beş gün içinde… Bu, pazar günü bize
intikal etti Sayın Vekilim, pazar günü de talimat verdik. Bizzat ben takip
ediyorum. Bağlanması gerekiyorsa teknik olarak, kesinlikle bağlanacaktır,
bundan emin olun.
Ben bu duygularla
hepinizi tekrar saygıyla, sevgiyle selamlıyorum efendim. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Bakanım.
Gündem dışı
üçüncü söz, cezaevlerinde son günlerde yaşananlar hakkında söz isteyen
Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’a aittir.
Sayın Birdal, buyurun efendim.
3.-
Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’ın, cezaevlerinde
son günlerde yaşananlara ilişkin gündem dışı konuşması
AKIN BİRDAL
(Diyarbakır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yaklaşık üç yıldır insan
hakları diye diye buraya geldik; demokrasi diye diye, barış diye diye, emek ve
özgürlük diye diye, bıkmadan usanmadan bu kürsüden
söyledik, siz de eksik olmayın, bıkmadan usanmadan dinlediniz. Ama bugün yaşam
hakkı herkes için kutsaldır ve insanın doğuşta kazandığı bir haktır, devredilmez,
vazgeçilmez ve yok edilmez ve herkes için geçerlidir. Bunlardan biri de
gerçekten, insan haklarının en ağır, son günlerde de sayısı hızla artan
cezaevlerindeki düzenlemeler ve uygulamalardır.
Şimdi, kimi
eylemlerde, gün gelecek devran dönecek, kimin kime hesap vereceği belli olmaz.
Bugün dışarıda olanlar yarın içeride, bugün içeride olanlar yarın dışarıda olabilir ve Türkiye tarihi
buna da çok tanıktır, yabancı değildir ve hâlâ…
MEHMET SAĞLAM
(Kahramanmaraş) – İçeri giren de dışarıda…
AKIN BİRDAL
(Devamla) - Evet ama ister içeride olsun ister dışarıda olsun, demokratik hukuk
devletinde insan haklarına dayalı, insanlık onuruna bağlı düzenleme
yapılmalıdır. Yani bunun için kaygılanmayın. Demokrasiye, hukuka, adalete
bağlılık gerçekten herkesin yerini sağlamlaştırır. O nedenle kaygılanmamak
gerekir. Ama demokratik hukuk devleti -bizim için- cezaevlerinde uygulamaların
ne olması gerektiğine dair referanslar vardır. Nedir bu? Birleşmiş Milletler
tutuklu ve hükümlülere uygulanması gereken minimum standart kuralların ne
olması gerektiğini belirlemiştir. Avrupa Konseyi tutuklu ve hükümlülere
uygulanması gereken minimum standart kuralların ne olması gerektiğini
belirlemiştir ve bunu bir hukuk belgesine dönüştürmüştür. Türkiye de bunu kabul
etmiş ve onaylamıştır ve bu Anayasa’nın 90’ıncı maddesi uyarınca da “Kabul
edilen ulusal üstü belge ve sözleşmeler iç hukuk niteliği kazanır” der ve hatta
eğer bir anlaşmazlık olursa “iç hukukun üstündedir.” der. Ama ne yazık ki biz
bunları yapamadık.
Bakın, şu anda,
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, ki AKP Hükûmeti geldikten sonra, sekiz yıldır, ki son üç yıldır,
ilk kez bu kadar tutuklu ve hükümlü sayısı artmıştır. Örneğin 119.363. Şimdi,
arkadaşlar, bunu her bir mahkûmun, tutuklu ve hükümlünün annesi, babası,
kardeşi, ailesiyle on kişiyle doğrudan acısını yaşadığını varsaysak 1,5 milyona
yakın insan şu anda cezaevlerinde insan haklarına dayalı bir düzenleme
istemektedir ve elbette ki bir genel af da beklemektedir.
Şimdi, eğer,
zaten toplumsal bir barış olacaksa bizim olmazsa olmaz dediğimiz koşullar
vardır: Operasyonlar dursun, silahlar sussun, Kürt sorunu silahlı yolla değil
demokratik yolla çözülsün, barışçıl olsun ve bunun için de dağlardan insanları
indirecek, cezaevlerini boşaltacak siyasi bir irade gösterilsin. Bu da toplumsal
barışın ilk adımını oluşturacak diyoruz; yoksa, dağın
yolunu gösteren bir anlayışla değil. Yani çok ilginçtir, bizde bir gelenek var,
biri görevden ayrılırken, -ki, kırk beş gün sonra bu
Genelkurmay Başkanı görevden ayrılacak- giderken silah arkadaşlarıyla, kamu
kesimiyle, halkla helalleşir, günahıyla sevabıyla, iyisiyle kötüsüyle
helalleşir ve öyle gider ama tam tersine, savaşı kışkırtarak gidiyor ve dağın
yolunu göstererek gidiyor. Şimdi, böyle bir ülkede, ister dışarıda olun ister
içeride olun... Emin olun -içeride yatanlar bilir- bazen içeride yatanlar
dışarıda olanlardan kendilerini daha özgür hissederler. Çünkü,
konuşurken kaygı duymaz, korkmaz, özgürce her şeyi ifade eder ve içindedir
özgürlük. Bazıları dışarıdadır ama özgür değildir, cezaevi çünkü onun
içindedir.
Şimdi, bu nedenle
bütün siyasi mahkûmları, içinde gerçekten özgür olan, kendisini cezaevinde
hissetmeyen bütün siyasi mahkûmları, buradan tabii selamlıyorum.
Şimdi, son
günlerde cezaevlerinde ciddi bir sorun var.
Bir sorun var
galiba. Nedir?
PERVİN BULDAN
(Iğdır) – Başkan yanlışlıkla on dakika verdi. Siz devam edin.
AKIN BİRDAL
(Devamla) – Olsun, çok teşekkür...
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Birdal, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun efendim.
AKIN BİRDAL
(Devamla) – Bir yasama döneminin de sonuna geldik. Gerçekten bu özgürlük...
Çünkü herkes özgür olduğu zaman... Emin olun, birileri tutsaksa, diliyle,
kimliğiyle, inancıyla, kültürüyle özgür değilse o ülkede hiç kimse özgür
değildir arkadaşlar. Çok ünlü bir söz vardır Marx’ın
da: “Eğer bir ülkede toplumun bir kesimi özgür değilse başkaları da özgür
değildir.” O nedenle, örneğin, hadi bunu da söyleyelim: Kürtler özgür değilse
Türkler de özgür değildir. Eğer başka azınlıklar özgür değilse Türkler de özgür
değildir. O nedenle, özgür, demokratik, barışçıl bir toplumu
inşa etmek, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, yüce Meclisin iradesindedir ve biz
-örneğin dün siyasi bir karar çıktı- hâlâ umut ediyoruz ki 1982 darbe
Anayasası’nı bütünüyle değiştirecek bir siyasi irade ortaya konulur ve hep
birlikte, yeni bir Türkiye’nin, özgür, sivil bir Türkiye’nin inşasını hep
birlikte mümkün kılabiliriz.
Değerli
arkadaşlar, biz…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Birdal, son cümlenizi alayım efendim.
Buyurun.
AKIN BİRDAL
(Devamla) – Teşekkürler Sayın Başkan.
... birkaç kez Yüce Meclise, Genel Kurula getirdik hasta
mahkûmların durumunu ve buradaki bürokratik, geciken prosedürün
kolaylaştırılması gerektiğini…
Bakın daha bir
hafta önce, adli tıbbın da olumlu raporuna karşın, bürokratik birtakım
yazışmaların gecikmesi sonucu, tahliye edilmesine karar verilen bir mahkûm
yaşamını yitirdi. Şimdi, örneğin, Fatma Tokmak 1996 yılında, iki buçuk
yaşındaki oğlu Azat’la gözaltına alındı. Oğluyla birlikte ağır işkence gördü. Türkçe
bilmediği için ifade veremedi. Cezaevinde kalp hastası oldu. 2006 yılında
tahliye oldu. Yargıtayın cezasını onaylaması üzerine
şimdi yeniden cezaevine girmesi söz konusu. Bunu hangi vicdan kabul eder? Yani
hukuk önce vicdandadır ve akıldadır.
O nedenle, hep
birlikte, bu hasta mahkûmların son günlerini evlerinde geçirecek ve…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Birdal, ikinci dakikanızı da kullandırdım. Onun için
teşekkür ediyorum size.
AKIN BİRDAL
(Devamla) – …tedavilerini mümkün kılacak ve -Sayın Cumhurbaşkanının da bir
imzası gerekiyorsa atsınlar- tahliyelerini mümkün kılacak bir düzenleme
yapılmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim.
Gündeme
geçiyoruz.
Başkanlığın Genel
Kurula sunuşları vardır.
Meclis
araştırması açılmasına ilişkin dört önerge vardır, ayrı ayrı
okutuyorum:
VII.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.-
Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır ve 19
milletvekilinin, Şırnak’ta meydana gelen bazı ölüm olayları ile ilgili
iddiaların araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/817)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Şırnak ilinde,
kaçakçılık yaptıkları gerekçesiyle güvenlik güçlerinin açmış olduğu ateş sonucu
yaşanan ölüm olaylarının araştırılarak, alınacak önlemlerin belirlenmesi için
Anayasanın 98. İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince Meclis Araştırması
açılmasını arz ederiz.
1) Sevahir Bayındır (Şırnak)
2) Selahattin Demirtaş (Diyarbakır)
3) Gültan Kışanak (Diyarbakır)
4) Ayla Akat Ata (Batman)
5) Bengi Yıldız (Batman)
6) Akın Birdal (Diyarbakır)
7) Emine Ayna (Mardin)
8) Fatma Kurtulan (Van)
9) Hasip Kaplan (Şırnak)
10) Hamit Geylani (Hakkâri)
11) İbrahim
Binici (Şanlıurfa)
12) M. Nuri Yaman (Muş)
13) Mehmet Nezir
Karabaş (Bitlis)
14) Mehmet Ufuk
Uras (İstanbul)
15) Osman Özçelik (Siirt)
16) Özdal Üçer (Van)
17) Pervin Buldan (Iğdır)
18) Sebahat Tuncel (İstanbul)
19) Sırrı Sakık (Muş)
20) Şerafettin
Halis (Tunceli)
Gerekçe:
Şırnak ilinde
şubat ayından bugüne kadar güvenlik güçleri tarafından, kaçakçılık yaptıkları
gerekçesi ile Hecer Uslu ve Kerim Gün son olarak da
Hüseyin Artuç isimli vatandaşlar, açılan ateş sonucu
yaşamlarını kaybetmişlerdir. Bu olaylardan ilki; 07.02.2010 tarihinde saat
23.00 sıralarında Şırnak'ın Uludere İlçesi Ortasu
köyünden Ortabağ Köyüne giden
Yine diğer bir
olay ise, 12.03.2010 tarihinde saat 18.30 sularında Şırnak Uludere ilçesine
bağlı Şenoba beldesinde 7 kişilik bir ailenin Milli
Askeri Tabura yakın mesafede minibüsten inerek, bir kayanın dibinde sigara
paketini hazırladıkları esnada karakoldan aydınlatma fişeklerinin atıldığı
olaydır. Olay esnasında, karakoldan sürekli aydınlatma fişeklerinin atıldığı ve
grubun üzerine ateş açıldığı belirtilmiştir. Bu esnada grupta bulunan Kerim Gün
adlı kişinin yaralanıp, sonrasında yaşamını yitirmiştir.
Son olarak da,
05.05.2010 tarihinde gece saatlerinde, Şırnak ilinin Balveren
beldesinde yine kaçakçılık yaptığı gerekçesiyle Milli Taburuna bağlı askerler
tarafından açılan ateş sonucu 18 yaşındaki Hüseyin Artuç
yaşamını kaybetmiştir. Şubat ayından bu zamanda kadar geçen süreçte, Şırnak
ilinde sivil üç vatandaşın, askeri personelin açtığı ateş sonucu hayatını
kaybettiği belirtilmektedir. Olayın Milli Taburu ve Milli Jandarma Karakolu'na
yaklaşık
Şırnak ilinde çok
yakın zaman aralıklarıyla, kaçakçılık yaptıkları gerekçesiyle güvenlik güçleri
tarafından açılan ateş sonucu üç sivil vatandaş hayatını kaybetmiştir. Bu
bağlamda, güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucunda yaşanan ölüm olaylarının araştırılarak,
alınacak önlemlerin belirlenmesi için bir meclis araştırma komisyonunun
kurulması gerekmektedir.
2.-
Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır ve 19
milletvekilinin, aile hekimliği uygulamasındaki sorunların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/818)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı'na
Sağlıkta Dönüşüm
Programı adı altında başlayan Aile Hekimliği uygulamasının başlandığı günden
bugüne kadar sonuçlarının değerlendirilmesi, yaşanan mevcut sorunların tespiti
ve giderilmesi için Anayasanın 98. İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince
Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz.
1) Sevahir Bayındır (Şırnak)
2) Selahattin Demirtaş (Diyarbakır)
3) Gültan Kışanak (Diyarbakır)
4) Ayla Akat Ata (Batman)
5) Bengi Yıldız (Batman)
6) Akın Birdal (Diyarbakır)
7) Emine Ayna ( Mardin)
8) Fatma Kurtulan (Van)
9) Hasip Kaplan (Şırnak)
10) Hamit Geylani (Hakkâri)
11) İbrahim
Binici (Şanlıurfa)
12) M. Nuri Yaman (Muş)
13) Mehmet Nezir
Karabaş (Bitlis)
14) Mehmet Ufuk
Uras (İstanbul)
15) Osman Özçelik (Siirt)
16) Özdal Üçer (Van)
17) Pervin Buldan (Iğdır)
18) Sebahat Tuncel (İstanbul)
19) Sırrı Sakık (Muş)
20) Şerafettin
Halis (Tunceli)
Gerekçe:
Sağlıkta Dönüşüm
Programı adı altında birinci basamak sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi ve
birey ihtiyaçları doğrultusunda koruyucu sağlık hizmetlerine ağırlık verilmesi
amacıyla Aile Hekimliği Pilot Uygulamasına 2005 yılında başlanmış ve Aile
Hekimliği uygulanması, ilk olarak Düzce İli pilot seçilip uygulanmıştır. Fakat
Aile hekimliği pilot uygulaması yeterince tartışılmadan ve değerlendirilmesi
yapılmadan ülke geneline yaygınlaştırılmaktadır. Aile hekimliği uygulaması
sağlık hizmetine ulaşmayı zorlaştırdığı gibi sağlık çalışanlarının özlük
haklarını ortadan kaldırabilecek durumları da ortaya koyduğu ifade
edilmektedir. Birinci basamak sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi amacını
taşıyan bu model, var olan modelleri de yok edeceği ve herkese ulaşılabilir ve
eşit, ücretsiz bir sağlık hizmeti sağlamak temel amaçken sağlık alanında bir
çöküşü de beraberinde getireceği belirtilmektedir. Bir sistem önerisinin makul
bir süre içinde ve objektif, ölçülebilir kriterler
üzerinden test edilmesi, buna göre revizyonlar ya da öneriden vazgeçilmesini
amaçlanan pilot uygulamalar yerine beşinci yılını tamamlayan aile hekimliği
pilot uygulamasında, her il için ayrı hatta aynı il içinde ayrı ayrı uygulamaların olması, hâlâ uygulamanın bağımsız,
bilimsel kurumlar, sendika ve meslek örgütlerince değerlendirilmesine yeterli
izin verilmemesi ve daha ne kadar pilot uygulamada ısrar edileceğinin kamuoyu
ile paylaşılması gerekmektedir.
Sağlık
Bakanlığının Sağlıkta dönüşüm adı altında başlatmış olduğu aile hekimliği
uygulaması vatandaşlarda hasta memnuniyetini azalttığı ve verilmesi gereken
koruyucu sağlık hizmetleri başta olmak üzere tedavi ve rehabilite
edici sağlık hizmetlerinin kalitesinde de düşüşe sebebiyet verdiği
belirtilmektedir. Aile Hekimliği uygulaması ile sağlık hizmetlerinin
sosyalleştirilmesi/ toplum yararına sunulması anlayışından vazgeçileceği ifade
edilmektedir.
Türkiye'de sağlık
göstergeleri, kır/kent ve bölgeler arasında eşitsizliklere işaret etmektedir.
Özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesinde sağlık göstergelerinin halen ülke
ortalamasının altında olduğu bilinmektedir. Bebek ve anne ölüm oranları, bazı
hastalıkların sıklığı, sağlık kurumlarının durumu, sağlık personeline düşen
nüfus, sağlık hizmetlerine erişim gibi verilere baktığımızda diğer bölgelerden
kötü durumdadır. Bu bölgelerde Aile Hekimliği uygulaması ile sağlık ocaklarının
kaldırılacağı ve ulaşılabilir sağlık hizmetlerinin alımını olumsuz etkileyeceği
belirtilmektedir.
Bu bağlamda, 2005
yılında uygulamaya konulan Aile Hekimliği uygulamasının mevcut uygulama sonuçlarının
kamuoyu ile paylaşılıp değerlendirilmesi ve mevcut sorunların tespiti ve
çözümleri için bir meclis araştırma komisyonu kurulması gerekmektedir.
3.-
Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan ve 32
milletvekilinin, kırmızı et sektöründeki sorunların araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/819)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Kırmızı et
sektörünün sorunları, çözüm yolları ve son yıllarda çok büyük oranlarda artan
et ithalatının ülkemiz hayvancılık sektörüne ve milli ekonomimize verdiği
zararların belirlenmesi amacıyla Anayasa'nın 98. ve İçtüzüğün 104. ve 105.
maddeleri gereğince ekte yer alan gerekçeye istinaden bir Meclis Araştırması
açılmasını arz ve teklif ederiz.
1) Ergün Aydoğan (Balıkesir)
2) Yaşar Ağyüz (Gaziantep)
3) Birgen Keleş (İstanbul)
4) Enis Tütüncü (Tekirdağ)
5) Mehmet Şevki Kulkuloğlu (Kayseri)
6) Mevlüt Coşkuner (Isparta)
7) Rasim Çakır
(Edirne)
8) Faik Öztrak (Tekirdağ)
9) Şahin Mengü (Manisa)
10) Ali Rıza Ertemür (Denizli)
11) Ahmet Küçük
(Çanakkale)
12) Ali Koçal (Zonguldak)
13) Ahmet Ersin (İzmir)
14) İlhan Kesici
(İstanbul)
15) Muhammet Rıza Yalçınkaya (Bartın)
16) Mehmet Sevigen (İstanbul)
17) Hüseyin Ünsal
(Amasya)
18) Bülent Baratalı (İzmir)
19) Rahmi Güner (Ordu)
20) Hikmet Erenkaya (Kocaeli)
21) Ahmet Haluk Koç (Samsun)
22) Vahap Seçer (Mersin)
23) Ali İhsan Köktürk (Zonguldak)
24) Nesrin Baytok (Ankara)
25) Hulusi Güvel (Adana)
26) Mehmet Fatih Atay (Aydın)
27) Esfender
Korkmaz (İstanbul)
28) Tayfur Süner (Antalya)
29) Malik Ecder
Özdemir (Sivas)
30) Sacid Yıldız (İstanbul)
31) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
32) Mehmet Ali Özpolat (İstanbul)
33) Durdu Özbolat (Kahramanmaraş)
Gerekçe:
Kırmızı et yüksek
biyolojik değere sahip olan iyi bir protein kaynağıdır. Ülkemiz coğrafi
özellikleriyle her türlü hayvansal üretim açısından uygun ortam ve önemli bir
potansiyele sahiptir. Ancak son yıllarda uygulanan yanlış tarım ve hayvancılık
politikaları nedeniyle ülkemiz hayvan gelişiminde çok ciddi düzeyde azalmalar
olmuştur. İhracatçı konumunda olan Türkiye bütün bu gelişmelerden sonra
ithalatçı ülke konumuna gelmiştir. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından
açıklanan son verilere göre Türkiye'de 2009 yılının ilk 6 aylık döneminde, 2008
yılının ilk 6 aylık dönemine göre et ve sakatat ithalatı % 555.9
artmıştır. Bu normal olmayan artış, ülke hayvancılığında yaşanan sıkıntıların
daha da artmasına neden olmakta ve millî ekonomimizde büyük ölçekte kayıplara
yol açmaktadır.
En önemli geçim
kaynakları arasında tarım ve hayvancılığın bulunduğu ülkemizde son yıllarda
özellikle hayvan yetiştiriciliğinde yaşanan sorunlar beraberinde kırmızı et
sektöründe önemli sıkıntıları da gündeme getirmiştir.
Kırmızı et
sektörünün önündeki en önemli engeller ürün maliyetinin yüksekliği ve kayıt
dışı üretimdir. Ham madde yetersizliği, besi ırkı ıslah çalışmalarında gereken
çalışmaların yetersizliği, zaman zaman gündeme gelen
hayvan hastalıklarının tüketiciyi olumsuz yönde etkilemesi, yem bitkilerinde
son yıllardaki büyük artışlar, üreticinin tarımsal sanayi sektörü ile entegrasyonunun gelişememesi, yetersiz denetim, haksız
rekabet ve ticari engellerdir.
Üretim
maliyetlerinin yüksekliği, ürün fiyatlarına yansımakta ve dolayısıyla tüketici
yüksek reyon fiyatı ve alım gücü yetersizliği nedeniyle hijyen
ve sağlık koşullarının bilinmediği, güvenilir olmayan ve denetlenmeyen merdiven
altı kesimlere yönelmek zorunda kalmaktadır. Bu durum da sektörün gelişmesini
engelleyen bir kısır döngü yaratmaktadır.
Ayrıca kırmızı et
sektörü, ülkemizin mevcut potansiyeline rağmen arzu edilen seviyeye
gelememiştir. AB ülkelerinde kişi başına yaklaşık
Besi hayvancılığı
ve kırmızı et sektörünün sorunları ülkemizde hem ciddi anlamda istihdam
sağlaması hem de milli ekonomimize önemli katma değer sağlaması açısından ülke
sorunu olarak algılanmalıdır. Bu sorunların aşılabilmesi, et sektörünün bir
çatı altında toplanmasına ve AB ülkelerinde olduğu gibi reel anlamda teşvik ve
desteklenmesine bağlıdır. Bugün ülkemizde hayvancılık tamamen dışlanmış bir
konumdadır. Hayvan yetiştiricileri devletin ilgi ve desteğinden yoksun olarak
kaderleriyle baş başa bırakılmıştır. Desteklemeler günü kurtarma adına
yapılmakta olup tamamen yetersizdir. Hayvan yetiştiricisi işini terk edip
şehirlere göç etmektedir. Dolayısıyla ülke kırmızı et üretiminde çok hızlı
düşüşler ortaya çıkmaktadır. Bu düşüşü ithalatla karşılamak mantıklı değildir.
Bu düşüşün nedenleri araştırılmalı, kaçakçılık mutlaka önlenmeli ve kayıt dışı
kesimlere engel olunmalıdır.
4.-
Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü ve 34 milletvekilinin, balıkçılık ve su
ürünleri sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/820)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Ülkemizde
balıkçılık ve su ürünleri sektöründe yaşanan sorunların ve çözüm yollarının
belirlenmesi amacıyla Anayasa’nın 98’inci ve TBMM İç Tüzüğü’nün 104 ve 105’inci
maddeleri uyarınca Meclis Araştırması açılması için gereğini arz ve talep
ederiz. 05.05.2010
1) Hüsnü Çöllü (Antalya)
2) Ergün Aydoğan (Balıkesir)
3) Birgen Keleş (İstanbul)
4) Enis Tütüncü (Tekirdağ)
5) Muhammet Rıza Yalçınkaya (Bartın)
6) Mevlüt Coşkuner (Isparta)
7) Şahin Mengü (Manisa)
8) Rasim Çakır (Edirne)
9) İlhan Kesici (İstanbul)
10) Faik Öztrak (Tekirdağ)
11) Ali Koçal (Zonguldak)
12) Ahmet Ersin (İzmir)
13) Mehmet Şevki Kulkuloğlu (Kayseri)
14) Ahmet Küçük (Çanakkale)
15) Mehmet Sevigen (İstanbul)
16) Ali Rıza Ertemür (Denizli)
17) Hüseyin Ünsal (Amasya)
18) Bülent
Baratalı (İzmir)
19) Rahmi Güner (Ordu)
20) Hikmet Erenkaya (Kocaeli)
21) Ahmet Haluk
Koç (Samsun)
22) Vahap Seçer (Mersin)
23) Ali İhsan
Köktürk (Zonguldak)
24) Nesrin Baytok (Ankara)
25) Hulusi Güvel (Adana)
26) Yaşar Ağyüz (Gaziantep)
27) Mehmet Fatih
Atay (Aydın)
28) Esfender Korkmaz (İstanbul)
29) Tayfur Süner (Antalya)
30) Malik Ecder Özdemir (Sivas)
31) Sacid Yıldız (İstanbul)
32) Şevket Köse (Adıyaman)
33) Durdu Özbolat (Kahramanmaraş)
34) Mehmet Ali Özpolat (İstanbul)
35) Ramazan Kerim
Özkan (Burdur)
Ülkemiz, gerek
kıyı uzunluğu, gerekse de akarsu, doğal ve baraj gölleri ile önemli bir su
potansiyeline sahiptir. Farklı doğal özelliklerdeki Karadeniz, Marmara, Ege ve
Akdeniz kıyıları, 178 bin kilometre uzunluğundaki akarsular, yaklaşık 1 milyon
hektar düzeyindeki doğal göller, 3 bin 500 kilometrekareye yakın baraj gölleri,
1500'e yakın balık türü ile Türkiye, balıkçılık ve su ürünleri açısından kaynak
zengini durumundadır. Ancak, bu zenginliğin, potansiyelin sürdürülebilir
politikalarla tam olarak değerlendirilebildiğini söylemek mümkün değildir.
Gıda açığının
kapatılması, ulusal ekonomiye olumlu katkı sağlaması, istihdam yaratması gibi
avantajlarına karşın balıkçılık, bilimsel, sürdürülebilir ve çağdaş
politikalarla yönlendirilememiştir. Bunun sonucu olarak da balıkçılık
sektöründe her aşamada ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Balıkçılarımız geçimlerini
sağlamakta zorlanmakta, vatandaşlarımız bu sağlıklı besin kaynağına
ulaşamamakta, bilinçsiz avlanma, denetim eksikliği ve plansızlık ile kültür
balıkçılığında yaşanan sorunlar, kaynaklarımızın yok olmasına yol açmaktadır.
TÜİK'in 2008 yılı verilerine göre, ülkemizde avcılık yoluyla 494 bin ton,
yetiştiricilik yoluyla da 152 bin ton olmak üzere 646 bin ton su ürünleri
üretilmiştir. Türkiye bu dönemde, 54 bin 526 ton ihracat, 63 bin 222 ton
ithalat gerçekleştirmiştir. Kişi başına balık tüketimi
Balıkçılık,
avlanma, avlanan ürünün muhafazası, nakliye, işleme ve pazarlama gibi bir dizi
sektöre entegre olmuş ve bu sektörlerde binlerce
kişiye istihdam sağlar durumdadır. Ancak, bu süreçlerin sağlıklı ve bilimsel
planlanamaması nedeniyle istenilen düzeyde katma değer yaratılamamaktadır. Bu
yapıdaki verimsizlik nedeniyle de yine TÜİK verilerine göre son 5 yılda 40 bin
ton su ürünü hiç değerlendirilemeden çöpe atılmıştır.
Balıkçılıkta
gelişmiş ülkeler, fabrika gemilerle yakalanan ürünlerin neredeyse tamamını
tüketime sunabilirken, Türkiye'deki balıkçı gemilerden soğutma ve dondurucu
bulanan gemi sayısı çok azdır.
Bilinçsiz avlanma
nedeniyle, ülkemiz denizlerinde yaşayan birçok balık türünün nesli tükenmiştir.
Avlanma dönemlerinin belirlenmesinde, balıkların yumurtlama ve gelişme
dönemlerine ilişkin bilimsel uyarıların dikkate alınmaması nedeniyle her yıl
avlanan balık miktarında bir gerileme yaşanmaktadır.
Balık çiftlikleri
son yıllarda önemli gelişmeler sağlamıştır. Ancak bu çiftliklerin de AB
mevzuatına uygun bir şekilde kurulması ve faaliyetlerinin sürdürülmesini
sağlamak üzere denetimlerin gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
Balık ticareti
büyük oranda balıkçı halleri vasıtası ve komisyoncu aracılığıyla
gerçekleşmektedir. Burada da bir takım sorunlar yaşanmaktadır. Emekleri ile bu
sektörü ayakta tutan balıkçılarımızın, emeklerinin karşılığını tam olarak
alabildiklerini söylemek mümkün değildir. Ayrıca birçok balıkçı barınağının
altyapı eksiklikleri bulunmaktadır. Uzun bir kıyı şeridine sahip olmasına karşın
Antalya'da yıllardır bir balıkçı barınağı yapılamamıştır.
Balıkçılık
sektörünün sorunları uzun yıllardır gündeme getirilmesine karşın hiçbir adım
atılmamıştır. Ülkemizde halen, balıkçılık alanında kaynak kullanımı, denetim ve
kontrol, yapısal eylemler, pazar politikası, devlet yardımları ve
balıkçılarımızın sosyal sorunları konusunda ciddi bir boşluk yaşanmaktadır.
Balıkçılık ile birlikte denizcilik sektörünün bütün yönleri ile doğal denge de
gözetilerek yeniden organize edilmesi gerekliliği tüm kesimler tarafından dile
getirilmektedir. Bu yeniden yapılanmanın gerçekleştirilememesi durumunda, büyük
bir ihracat potansiyeline sahip balıkçılığımızın ağır bir krize girmesi
kaçınılmazdır.
Balıkçılık ve su
ürünlerinin ülkemize daha fazla katma değer yaratabilmesi, vatandaşlarımızın
sağlıklı gıdaya erişiminin sağlanması, balıkçılığın ihtiyaç duyduğu verimli ve
sürdürülebilir işleyiş yapısının oluşturulabilmesi için bu alanda yaşanan
sorunların ve çözüm önerilerinin belirlenmesi amacıyla Anayasa'nın 98'inci ve
Meclis İç Tüzüğü'nün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis araştırması
açılmasını arz ederiz.
BAŞKAN –
Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler
gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki
görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığının dört tezkeresi vardır, ayrı ayrı
okutup oylarınıza sunacağım:
B) Tezkereler
1.-
Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Başkanı İstanbul Milletvekili Güldal Akşit’in, Birleşmiş
Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesindeki
Türkiye 6’ncı Ülke Raporu Sunum Toplantısına katılmasına ilişkin Başkanlık
tezkeresi (3/1249)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kuruluna
Kadın-Erkek
Fırsat Eşitliği Komisyonu Başkanı İstanbul Milletvekili Güldal
Akşit’in, 21 Temmuz 2010 tarihinde Birleşmiş
Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi’ndeki
Türkiye 6. Ülke Raporu Sunum toplantısına katılımı hususu Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanun’un 9.
Maddesi uyarınca Genel Kurul’un tasviplerine sunulur.
Mehmet
Ali Şahin
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN – Kabul
edenler…. Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Buyurun.
2.-
Meksika Temsilciler Meclisi Başkanı Francisco Javier Ramirez’in, Meksika’da gerçekleştirilecek olan Birinci
Dünya Gençlik Forumuna davetine Türkiye Büyük Millet Meclisinden bir Parlamento
heyetininin icabet etmesine ilişkin Başkanlık
tezkeresi (3/1250)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kuruluna
Meksika
Temsilciler Meclisi Başkanı Francisco Javier Ramirez tarafından, Meksika'da 25-27 Ağustos 2010 tarihleri
arasında, Dünya Gençlik Konferansı çerçevesinde gerçekleştirilecek olan
"Birinci Dünya Gençlik Forumu"na TBMM'nden bir parlamento heyeti
davet edilmektedir.
Söz konusu
konferansa icabet edilmesi hususu, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Dış
İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanunun 9. Maddesi uyarınca
Genel Kurul'un tasviplerine sunulur.
Mehmet
Ali Şahin
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN – Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3.-
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mehmet Ali Şahin’in, Parlamentolararası
Birlik (PAB) Başkanı Theo-Ben Gurırab’ın
vaki davetine icabetle, Cenevre’de düzenlenecek olan Dünya Parlamento
Başkanları III. Konferansına katılmak üzere İsviçre’ye resmî ziyarette
bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1251)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kuruluna
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanı Mehmet Ali Şahin'in, Parlamentolararası
Birlik (PAB) Başkanı Theo-Ben Gurırab'ın
vaki davetine icabetle Cenevre'de düzenlenecek olan Dünya Parlamento Başkanları
III. Konferansı’na katılmak üzere, İsviçre'ye resmi ziyarette bulunması hususu
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620
sayılı Kanun'un 9. Maddesi uyarınca Genel Kurul’un tasviplerine sunulur.
Mehmet
Ali Şahin
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN – Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
4.-
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Meclisi Başkanı Hasan Bozer’in,
KKTC’nin 20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramı kutlamalarına vaki davetine,
Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen bir Parlamento heyetinin icabet
etmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1252)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kuruluna
Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti Cumhuriyet Meclisi Başkanı Sayın Hasan Bozer'in
vaki davetlerine icabetle, "KKTC'nin 20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramı
Kutlamaları"na, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni temsilen bir parlamento
heyetinin icabet etmesi hususu "Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Dış
İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 Sayılı Kanun'un 6. Maddesi"
uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.
Mehmet
Ali Şahin
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN – Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, Barış ve Demokrasi Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu
maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım.
Buyurun.
VIII.-
ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.-
(10/627) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmelerinin, Genel
Kurulun 8/7/2010 Perşembe günkü birleşiminde
yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi
08.07.2010
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Danışma
Kurulu'nun 08.07.2010 Perşembe günü (Bugün) toplantısında, Toplanamadığından
Grubumuzun aşağıdaki önerisinin, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel
Kurul'un onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.
Ayla
Akat Ata
Batman
Grup
Başkanvekili
Öneri:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair
Ön Görüşmeler Kısmının 513 üncü sırasında yer alan 10/627 Ana Dilde Eğitim
konusunun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir
Meclis Araştırması açılmasına ilişkin önergelerin görüşülmesini, Genel Kurulun
08.07.2010 Perşembe günlü birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN – Grup
önerisinin lehinde Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan.
(BDP sıralarından alkışlar)
Sayın Kaplan,
buyurun.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aslında üç yılı aşkın bir
süredir Mecliste beraber görev yapıyoruz ve şunu gördük, araştırma komisyonları
kurduğumuz zaman tüm partilerin üyelerinin katıldığı araştırma komisyonlarıyla,
hem bilim hem uzmanlık hem ilgili resmî ve sivil toplum kuruluşlarını
dinleyerek çok önemli çalışmaları, raporları hazırlayıp Meclise sunabiliyoruz.
Ana dilde eğitim
yasağı, çocukların zekâ gelişimi, dersler, sınavlar, başarı, anlama yeteneği,
iletişim kurma yeteneği, zihinsel dünyalar üzerinde yaratılan olumsuz etkiler,
bunların bütün boyutlarıyla araştırılması yönündeki talebimizin nedeni,
Türkiye'de sayıları milyonlarca olan Kürt yurttaşımızın çocuklarının kendi ana
dillerinde eğitim yapabilme, aynı şekilde resmî dilde de zaten mecburi eğitim
söz konusu olduğundan, kendi eğitim konularında gelişimlerini sağlamak, çünkü
eğitimciler dünyada yaptıkları araştırmalarda şunu tespit ederler ki ana dili
dışındaki bir dili öğrenen bir kişinin anlama kapasitesi, ne kadar o öğrendiği
ana dilin dışındaki dille ilgili gelişim sağlarsa bile mutlaka yüzde 10’luk bir
boşluk bırakırmış, bilimsel veriler bunu gösteriyor, çünkü daha anne karnında
sesler, yaşadığı çevre, algı, bunlar hep zihinlere yerleşiyor.
Baktığımız zaman,
zaten cumhuriyetin kuruluş yıllarında Meclisin kürsüsünde Kürtçe konuşmalara, Zazaca konuşmalara da tanık oluruz o dönemin tutanaklarını
çıkardığımız zaman ve şu an, 12 Eylül askerî darbesinin getirdiği bir yasakçı
Anayasa’yla -Anayasa’nın 42’nci maddesi- “Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve
öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve
öğretilemez.” hükmünün getirildiğini görüyoruz.
21’inci yüzyılda
yaşıyoruz. Avrupa Birliğinin projesi kapsamında uzun yol aldık. Ancak, bu
konuda çok fazla yol almadığımızı söylemek istiyoruz. 2001 yılında, RTÜK’te
yapılan bir değişiklikle, ilk kez koalisyon hükûmetleri
döneminde Kürtçe televizyon yayını kırk beş dakika olarak başlamıştı. Yakın
zamanda da TRT’nin Şeş kanalından ve diğer özel televizyonlardan ve radyolardan
yayın yapılması söz konusu. Ancak ana dilde eğitim konusuna geldiğimiz zaman,
Kürtçe kurslarına ancak belirli bir yaş kategorisi, on beş yaş üzeri insanların
gidebildiği, ondan küçüklerin ise yasaklandığı Kürtçe kurslar Avrupa Birliği
uyum yasaları çerçevesinde yapılabiliyor.
Tabii ki, ana
dilde eğitim yasağı ÖSS’de ve benzer sınavlarda Kürt kökenli öğrencilerin
çoğunlukta olduğu illerin alt sıralamalarda olmaları bir tesadüf değil.
Örneğin, Şırnak’ta, Hakkâri’de, Muş’ta olumsuz eğitim koşulları tek başına
değil, aynı zamanda önemli nedenlerden birisi de.
Yine araştırmalar
gösteriyor ki, ana dil konusunda algılama ve sınavda kapasite artırma konusunda
da çok ciddi zorluklar var. Türkiye'nin taraf olduğu sözleşmeleri bir kenara
bırakıyoruz, Lozan’da azınlıklara, gayrimüslim azınlıklara şu an eğitim olanakları
verildi, biliniyor. Lozan’dan beri Ermeni, Yahudi, Rum cemaatlerinin… Ancak
Lozan’ın 39’uncu maddesinin çok açık hükmüne rağmen bugüne kadar bir yasakçı
anlayışın sürdüğünü görüyoruz.
Ben aslında biraz
da dünya örneklerine değinerek, bu konuda yaşanan yasağın Türkiye’nin bir ayıbı
olarak mutlak kaldırılması gerektiği noktasına vurgu yapmak istiyorum.
Eğitimde
Ayrımcılığa Karşı UNESCO Sözleşmesi örneğin, kültürel haklar konusunda
uluslararası standartları oluşturma çalışmaları sonucunda kültürel hayata katılma
hakkı, bilimsel gelişmeye katılma hakkı, bilgi edinme hakkı, herhangi bir sanat
ya da edebiyat yapıtının maddi ya da manevi ürününün korunması hakkı, kimlik
hakkı, kültürel kimlik hakkı, silahlı çatışmalarda dünya ve kültür ve doğa
mirasının korunması hakkı önemli verilerdendir.
Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nde de benzer hükümler var. Kişinin istediği dili kullanma
hakkı yer alıyor. UNESCO’nun (MOST) Sosyal Değişimlerin Yönetimi Programı
çerçevesinde de belirlenmiş ki, çok kültürlü ülkelerde farklı kültürleri
tanıyan, tanımayan ülkeler olduğu bir gerçek. Ancak 21’inci yüzyılda dil
yasakları gibi ayıplardan hızlı bir arınma var. Üniter
devlet yapısı modeli olarak gördüğümüz Fransa’da Oksitanca,
Bretonca, Baskça, Flamanca, Korsikaca;
İtalya’da Sardca, Almanca, Fransızca; Avusturya’da
Slovence, Hırvatça, Çekçe; Finlandiya’da İsveççe; Yunanistan’da Türkçe ki, yeni
Avrupa Birliği süreci ile başladı, Bulgaristan’da yine Türkçe başladı. Çok
kültürlülük içinde yine toprağa bağlı özerklik, eyalet sistemleri uygulamalarında,
İspanya’da özellikle Katalan, Galiçya, Bask, Aragon veya Belçika’da Flamanca, Fransızca veya Volanca,
Almanca dilleri; İsrail’de de hem Arapça hem İbranice dilleri. Yine, Çin,
Rusya, Hindistan, Filipinler, Pakistan gibi ülkelerde çok fazla dil konularının
olduğu biliniyor. Buralarda, ona özgün, oranın özelliklerine özgün eğitimler
var. Tabii ki üniter yapı bu tür bir dil eğitimine
engel değildir.
Sayın Muharrem İnce “Millî maça gitmek ister
miyiz?” diye, dün sormuştu. Elbette ki, dün seslenmiştim “İspanya favorimiz.”
diye. İspanya gibi gitmek istiyoruz, vallahi gönlümüzden de geçiyor,
birlikte... Çünkü, oradaki Katalanlar da, Basklar da,
Endülüs’te Arapça konuşanlar da kendi dillerini, kimliklerini yaşıyor,
konuşabiliyor ama üniter yapıyı da, üniter yapının simgelerini de onur ve gururla taşıyor. Biz
de bunu, inşallah, Mecliste beraber hayata geçirip yapacağız.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Türk millî maçına çağıracağım sizi.
HASİP KAPLAN
(Devamla) – Evet, “İspanya gibi” dedim ve beraber, İspanya gibi bir demokrasiye
kavuşma ve Anayasa yapma dileğiyle.
Biliyorsunuz,
İsrail’de iki resmî dil var: Arapça ve İbranice. Yine, farklı diller var. Bugün, dil sayısı 6 bin, devlet sayısı 197.
Bu da çok ülkenin çok kültürlü olduğunu gösteriyor, azınlık ve insan hakları
sorunlarıyla ilgili.
Yine, Katılım
Ortaklığı Belgesi’nde, 2005’te ana dilde yayın, eğitim önündeki engellerin
kaldırılması sözü vermişti Hükûmet ama bunu yapamadı.
Bu çok kültürlülükle ilgili, dille ilgili konuların toplumumuzda, halkımızda bir
antipati yaratmadığı, bir terslik yaratmadığı… Zaman zaman, bu acılı süreçler nedeniyle -işte Ahmet Kaya’nın
müziğine de tahammül olmadığını biliyoruz- bir Kürtçe şarkının kavga nedeni
olduğunu da ancak bunların istisna olarak, aşılabileceğini düşünüyoruz.
“Indigenous” halkların haklarına ilişkin deklarasyona
baktığımız zaman da yine yerli halkların, ki özellikle Kızılderililer için,
Amerika kıtasında konulan sert determinasyonel
hakkın, spesifik biçimde, kültür, din eğitimi,
iletişim, dil konularını nasıl belirlediğini de biliyoruz. Türkiye’de de
gerçekten inanıyoruz ki farklı kültürler, farklı diller… Ki,
Kürtçe zaten dört lehçe. Türkiye’de de Zazaca,
Dersim, Malatya, Adıyaman, Diyarbakır, Elazığ yörelerinde, ama Kırmançi lehçesinin daha yaygın olduğunu biliyoruz.
Hint-Avrupa dil ailesi grubunda olmakla beraber, hukuk devleti, insan hakları
çerçevesinde taleplere göre, ihtiyaca göre, bu, konuşularak, örneğin ülkenin
her yerinde bu talebin olacağı…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın
Kaplan, buyurun efendim.
HASİP KAPLAN
(Devamla) – Bağlıyorum Sayın Başkanım.
Ve ben, tabii, bu
konuda yine Dışişleri Bakanlığımızın sıkça üzerinde en çok çalıştığı Fransa
modelinden bir örnek vermek istiyorum, çünkü “üniter
devlet” deyince Fransa devleti akla geliyor. Üniter
devlet yapısı içindeki Fransa, uyguladığı dil politikaları sonucu karma dil
sistemini geliştirmiş, bazı dillere Fransızcadan başka hukuki bir statü
tanınırken bazı yörelerde özerk bölge statüsü politikası uygulanmaktadır.
Fransa, dil konusunda 11 yasa, 18 kararname, 36 adet idari genelge
yayınlamıştır. Bunlardan en önemlisi 11 Ocak 1951 tarihli diksiyon yasasıdır,
meşhur diksiyon yasası. Bu yasayla yerel dil ve diyalektlerin öğretimi
belirlenmektedir. Bu yasanın iki amacı vardır: Fransızca ve yerel dilleri
korumaktır.
Şimdi, böyle bir
araştırmayla Türkiye'nin ihtiyaçlarının belirlenmesinin yararlı olacağını,
bilimin buna el atmasını düşünüyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim.
Grup önerisinin
aleyhinde Yılmaz Tunç, Bartın Milletvekili.
Buyurun Sayın
Tunç.
YILMAZ TUNÇ
(Bartın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisinin
grup önerisinin aleyhinde söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, yüce heyetinizi
saygılarımla selamlıyorum.
Barış ve
Demokrasi Partisinin grup önerisiyle, ana dilde eğitim yasağının, çocukların
zekâ gelişimi, derslerdeki ve sınavlardaki başarısı, anlama yeteneği, iletişim
kurma yeteneği, zihinsel dünyaları üzerinde yarattığı olumsuz etkilerin bütün
boyutlarıyla araştırılarak alınacak önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Anayasa’nın 98’inci, İç Tüzük’ün 104’üncü ve 105’inci maddeleri gereğince
Meclis araştırması açılmasına dair araştırma önergesinin Türkiye Büyük Millet Meclisinin bugünkü
gündeminde görüşülmesi talep edilmektedir.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun kararıyla belirlenen
gündeme geçen haftadan bu yana devam ediyoruz. Ülkemiz ve milletimiz için
çıkarılması önem arz eden birçok kanun tasarısını ve teklifini gündemimize
aldık. Meclisin 1 Temmuzda çalışmalarına ara vermesi gerekirken önemli yasa
tasarılarının çıkarılması için tatil kararını uzattık, Meclisin çalışma
saatlerini gece 24.00’e çıkardık. Aldığımız karara göre, 16 Temmuz tarihine
kadar Türkiye Büyük Millet Meclisi fazla mesai yapmaya devam edecek. Bu tarihe
kadar da planladığımız yasa tasarısı ve tekliflerini görüşeceğiz.
Dün görüşmelerine
başladığımız 506 sıra sayılı YÖK Teşkilat Kanunu’nda değişiklik yapan
Tasarı’yla, Ankara’da Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Bursa’da Bursa
Teknik Üniversitesi, İstanbul’da İstanbul Medeniyet Üniversitesi, İzmir’de
İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi, Konya’da Konya Teknik Üniversitesi, Kayseri’de
Kayseri Abdullah Gül Üniversitesi, Erzurum’da Erzurum Üniversitesi ve
Antalya’da Uluslararası Antalya Üniversitelerinin kuruluşlarını gerçekleştirmiş
olacağız. Bu üniversitelerimizin kurulmasına dair
yasa tasarılarının görüşmelerini tamamlamadan, bunları yarım bırakarak başka
konulara geçilmesini Meclisin çalışma sistemi açısından doğru bulmadığımı öncelikle
belirtmek istiyorum.
Türkiye Büyük
Millet Meclisinde grubu bulunan üç muhalefet partimiz de Türkiye Büyük Millet
Meclisi çalışmalarını engellemek, milletimiz için önemli olan yasaların
çıkarılmasını geciktirmek için her gün grup önerisi vermektedirler. Bugünkü
gündemde, Ankara, Bursa, İstanbul, İzmir, Konya, Kayseri, Erzurum ve Antalya
illerimiz bizlerden yeni üniversitelerinin bir an önce kurulmasını
beklemektedirler. Bu üniversitelerin kuruluşunu geciktirmenin muhalefete ne
faydası olabilir, bunu anlamak mümkün değil!
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisinin grup önerisinin konusu
olan araştırma önergesi Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündeminde
bulunmaktadır. Bizler, ülkemizde yaşayan tüm vatandaşlarımızın ana dillerini
öğrenmesini, bu dilde eser üretmesini demokrasi açısından çok önemsiyoruz. AK
PARTİ İktidarında ana dilin öğrenilmesi ve kullanılması yönünde çok önemli
adımlar atılmıştır. Anneler, babalar hapisteki çocuklarıyla kendi dilleriyle
konuşamazken bu sorun AK PARTİ İktidarıyla çözüme kavuşmuştur. Ana dilde
öğretim için özel kurslar açılabilmesine imkân tanınmıştır. Ana dilde seçim
propagandası yapılması mümkün değilken ana dilde seçim propagandası
yapılabilmesinin önü açılmıştır. Üniversitelerimizde farklı dil ve lehçeler
üzerine enstitüler kurulmasının önü açılmıştır. TRT Şeş kurulmuş, TRT Arapça
kurulmuş; özel kanallarda farklı dil ve lehçelerde yayın yapılmasının önü
açılmıştır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; araştırma önergesinde belirtilen hususlara katılmak
mümkün değildir. Ana dilin öğrenilmesi ile ana dilde eğitimin farklı kavramlar
olduklarını unutmamamız gerekiyor. Anayasa’mızın 42’nci maddesinin son fıkrası
“Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına
ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez.” şeklindedir. Bu hükümler
karşısında, araştırma önergesinde belirtilen hususların kabul edilmesi mümkün
değildir ancak ana dilin öğrenilmesi ve kullanılabilmesi için, bu Hükûmet, yapılması gereken ne varsa da yapmıştır.
Barış ve
Demokrasi Partisinin araştırma önergesinin bugünkü gündeme alınması, dün
görüşmelerine başladığımız sekiz ilde kurulacak üniversitelerimizin kurulmasını
geciktirecek bir öneri olduğundan, grup önerisinin aleyhinde olduğumu
belirtiyor, Miraç Kandili’nizi tebrik ediyor,
hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim.
Grup önerisinin
lehinde, Iğdır Milletvekili Sayın Pervin Buldan, buyurun. (BDP sıralarından
alkışlar)
PERVİN BULDAN
(Iğdır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce tüm
halkımızın Miraç Kandili’ni ben de partim adına kutlamak istiyorum.
Görüşülmekte olan
araştırma önergesinin lehinde söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, dil, insanlar arasında iletişimi, duygu ve düşüncelerini,
kültürünü aktarmasını sağlayan, yaşayan, gelişen, bazen de ölen; sözel, yazılı
ve görsel biçimleri olan bir sistem olarak hayati önem taşımaktadır.
İnsan bilinçli
bir toplumsal varlıktır. Bilinci edinme, aktarma ve geliştirmenin temel unsuru
dildir. Dil olmaksızın insandan söz etmek mümkün değildir. Bireyin
toplumsallaşmasını toplumla ilişkilenme temelinde gerçekleştirir.
Ana dil,
başlangıçta anneden ve yakın aile çevresinden daha sonra da ilişkili bulunan
çevrelerden öğrenilen, insanın bilinç altına inen ve
bireyin bir toplumla en güçlü bağlarını oluşturan dildir. Her insan ilk
öğrendiği dil ile düşünür, tasarımlar yaratır. Dolayısıyla ana dili, herhangi
bir kişinin geçmişinden geleceğine geçen en anlamlı kültürel öğedir. Ana dil
kullanımı ve ana dilde eğitim engellendiğinde ya da farklı dillerin kullanımına
yönelik ayrımcı uygulamalara gidildiğinde farklı ulusal ya da etnik
topluluklara mensup kesimlerin insani gelişimleri engellenmiş olur.
Değerli milletvekilleri,
kültürel haklar, bir halkın hayatlarının kültürlerine uygun şekilde devamını ve
dillerini yaşatmalarını da içerisine dâhil eder. Yani, ana dilini yaşatmak bir
demokratik ve kültürel haktır. Uluslararası Ana Dili Eğitim Örgütü her ülkenin
kendi ana dili eğitimine uluslararası bir sınır kazandırıp, tartışma olanağı
yaratarak bu eğitimi iş birliği içinde geliştirme amacını güden bir kuruluştur.
Bu örgüt kurulduktan sonra 8 Kasım 1982 tarihli sirkülerle şu ülkeleri iş
birliğine çağırmıştır: Belçika, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Macaristan
ve Türkiye. Bu ülkeler seçilirken başlıca kriter,
seçilen ülkelerde ana dili eğitiminde ülkenin bir iç sorunu bulunması ve bunun
uluslararası bir önem taşımakta olmasıydı. Şu anda bu ülkelerin içinde hâlâ bu
sorunu çözmemiş ve çözmeye yanaşmamış tek ülke ne yazık ki Türkiye’dir.
Değerli
milletvekilleri, günümüz dünyasında ülkeler arasında çok az ülkede homojen bir
ulusal etnik ve kültürel yapı söz konusudur. Devletlerin ülkelerindeki etnik ve
kültürel sorunları çözebildikleri oranda gönüllü birlikteliği sağlayacakları ve
demokratikleşmeyi yaşamış olacakları, aksi hâlde dar milliyetçi çizgide
yürütecekleri politikaların ülkelerini çıkmaza sürükleyecekleri bir gerçektir.
Bu konuda Türkiye, yıllardan beri bu sınırlar içinde yaşayan herkesi tek
tipleştiren bir yaklaşım sergilemiştir. Bu durum, çok kültürlülük anlayışına
ters düşerken inkâr ve asimile eden baskıcı bir yaklaşıma denk düşer. Oysa, kültürel çeşitlilik aynı zamanda taraflara yarayacak
bir kültürel diyalogun ve barışın da önünü açar. Farklı sanatsal, edebî,
müzikal, ahlaki ve diğer gelenekler birbirlerini sorgular, araştırır,
birbirlerinden fikirler ödünç alır, bunları kendinde dener ve sık sık hiçbirinin kendi başına üretemediği yepyeni fikirler ve
duyarlılıklar ortaya koyar.
Türkiye'nin
kültür ve kimlik politikalarını en bariz biçimiyle 1982 Anayasası’nda
görüyoruz. Anayasa’nın 42’nci maddesi “Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve
öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve
öğretilemez. Eğitim ve öğretim kurumlarında okutulacak diller ile yabancı dille
eğitim ve öğretim yapan okulların tabi olacağı esaslar kanunla düzenlenir.
Milletlerarası anlaşma hükümleri saklıdır.” demektedir. Anadolu topraklarını
Türkleştirme çabalarının en önemlisi bu maddede saklıdır. Uluslararası
metinlere baktığımızda ana dili eğitimi konusu artık çok kültürlü toplumlar
oluşturmanın temel vazgeçilmez haklarından biri olarak görülmektedir. Türkiye,
uluslararası sözleşmelerin birçoğunu imzalamış ancak etnik ve dilsel olarak
Türkiye’de farklılıkları çağrıştıran veya farklılıklara çeşitli haklar
sağlayabilecek olan maddelere çekince koymuştur. Birleşmiş Milletler Genel
Kurulunda 20 Kasım 1989’da kabul edilen Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni Türkiye
1990 yılında bazı maddelerine çekince koyarak imzalamıştır. Çekince koyduğu
maddelerdeki hükümlerin en önemlileri şunlardır: 17’nci madde (d) bendi; “Kitle
iletişim araçlarını azınlık grubu veya bir yerli ahaliye mensup çocukların dil
gereksinimlerine özel önem göstermeleri konusunda teşvik edilmesi.” 29’uncu
madde (c) bendi; “Eğitimin çocuğun ana babasına, kültürel kimliğine dil ve
değerlerine, çocuğun yaşadığı veya geliştiği menşe ülkenin ulusal değerlerine
ve kendisininkinden farklı uygarlıklara saygısının geliştirilmesi.” 30’uncu
madde; “Soya, dine ya da dile dayalı azınlıkların ya da yerli halkların var
olduğu devletlerde böyle bir azınlığa mensup olan ya da yerli halktan olan
çocuk ait olduğu azınlık topluluğun diğer üyeleriyle birlikte kendi
kültürlerinden yararlanma, kendi dinine inanma, uygulama ve kendi dilini
kullanma hakkından yoksun bırakılamaz.”
Değerli
milletvekilleri, Türkiye gerçek olarak tek bir etnik kökene dayalı insan
topluluğundan meydana gelmemiş olmasına karşın yurttaşlar, yurttaşlık hakları
söz konusu edildiğinde Türk etnik kimliğinden olan ya da olmayan herkesi Türk
olarak nitelemiştir. Oysa Türkiye’de 1927-1965 yılları arasında yapılan nüfus
sayımında konuşulan ana dil istatistikleri yayımlanmıştır. Daha sonraları nüfus
sayımlarında bu tür istatistiki bilgilere yer
verilmemesine karşın Türkiye’de Türkçe, Kürtçe, Arapça, Abhazca,
Arnavutça, Çerkezce, Ermenice, Gürcüce, Kıptice,
Lazca, Pomakça, Rumca, Süryanice, Tatarca, İbranice gibi dillerin konuşulmakta
olduğu bir gerçektir.
Ana dili Türkçe
olmayan etnik grupların Türk olduğunu iddia etmek asimilasyoncu bir
yaklaşımdır. Kültürel farklılıkların bir zenginlik değil çatışma nedeni hâline
gelmesinin nedenlerinden birisi de Türkiye Cumhuriyeti devlet geleneğinin,
ülkenin kültürel zenginliğini görmezden gelmesidir.
Değerli
milletvekilleri, hiçbir kültür dayatma yoluyla korunamaz ve ötekilere
benimsetilemez. Kültürel çeşitlilik kendi ekolojik dengesi
içinde evrilerek kendisini sürdürür. “Tek kültür, tek
kimlik” yaklaşımı da insanın doğasına aykırıdır ve yapaydır. Ülkemizdeki bu tip
yaklaşımlar gelişmenin ve değişimin önündeki en ciddi engellerdir. Bu
engellerin kalkması için bu Parlamentoda bulunan herkesin daha sorumlu
davranması gerektiğini düşünüyoruz.
Özgürlüklerin ve
kültürel çeşitliliğin önündeki bütün barikatların kalktığı bir Türkiye
dileğiyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Grup önerisinin
aleyhinde Konya Milletvekili Sayın Ali Öztürk.
Buyurun Sayın Öztürk. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ALİ ÖZTÜRK
(Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisinin
ana dilde eğitim konusunun araştırılmasıyla ilgili vermiş olduğu Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergenin Türkiye Büyük Millet Meclisinin
bugünkü gündemine alınmasına ilişkin grup önerisinin aleyhinde söz almış
bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün büyük bir
coşkuyla manevi atmosferine girdiğimiz Miraç Kandili’nin tüm İslam âlemi ve
milletimiz için hayırlara vesile olmasını temenni eder, bu kutlu gecenin
ülkemizin ufkunu aydınlatmasını diliyorum.
Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; ana dilde konuşma ve ifade özgürlüğü, aslında,
İnsan Hakları Sözleşmesi’yle de korunan bir insanlık hakkıdır. Bu amaçla Ceza
Muhakemesi Kanunu’nda ana dilde ifade verme hakkı getirilmiş, bu konuda ana
dilde ifade verme hakkının yanında bu amaçla tercüman bulundurulması sağlanmış,
bunun için ayrıca mahkeme masrafı istenmeyeceği yasada hüküm altına alınmıştır.
AK PARTİ
döneminde ana dilde konuşma özgürlüğüne önem verilmiş ve cesaretle uygulamalara
geçilmiştir. TRT-6, ana dilde kurslar, cezaevlerinde ana dilde konuşma
bunlardan bazılarıdır. Ülkemizdeki farklı dil ve lehçeleri aslında sosyal,
kültürel zenginlik olarak görmek gerekir, folklorik bir yapı olarak görmek
gerekir. Bu ülkede hangi dilde konuşursa konuşsun herkesin amacı güçlü ve
demokratik Türkiye olmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti devletinin üniter yapısına zarar verecek taleplerden herkes
kaçınmalıdır. Bu nedenle, zaten demokrasiye önem veren ülkemizde böyle bir grup
önerisine lüzum olmadığı ve grup önerisinin aleyhine olduğumu bildirir, yüce
Meclisi saygıyla selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Grup önerisini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul
edilmemiştir.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubunun, İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir
önerisi vardır, okutup işleme alacağım.
Buyurun:
2.-
(10/372) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmelerinin, Genel
Kurulun 8/7/2010 Perşembe günkü birleşiminde
yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Danışma Kurulu;
08.07.2010 Perşembe günü (bugün) toplanamadığından Grubumuzun aşağıdaki
önerisini, İçtüzüğün 19 uncu Maddesi gereğince Genel Kurulun onayına
sunulmasını arz ederim. Saygılarımla.
Mehmet
Şandır
Mersin
MHP
Grup Başkanvekili
Öneri: Türkiye
Büyük Millet Meclisinin Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis Araştırması
Yapılmasına Dair Öngörüşmeler Kısmında yer alan
10/372 esas numaralı, “Engellilerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken
önlem-lerin belirlenmesi amacıyla” Anayasanın 98. ve
İçtüzüğün 104 ve 105. Madde-leri Gereğince Meclis
Araştırması önergelerinin görüşmelerinin Genel Kurulun 08.07.2010 Perşembe
günkü birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN – Grup
önerisinin lehinde, Trabzon Milletvekili Sayın Süleyman Lâtif Yunusoğlu.
Sayın Yunusoğlu, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
SÜLEYMAN LÂTİF
YUNUSOĞLU (Trabzon) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde sayıları
milyonları bulan engelli ve yakınlarının fiziki zorluklarının, maddi
imkânsızlıklarının, içinde bulundukları sosyal ve psikolojik sorunların tespiti
ve çözümlerini gerçekleştirmek amacıyla Milliyetçi Hareket Partisi olarak
verdiğimiz Meclis araştırma önergemiz üzerinde söz almış bulunuyorum. Bu
vesileyle bütün vatandaşlarımızın Miraç Kandillerini kutluyor, hayırlara vesile
olması dileğiyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, bu hafta zihinsel engelli çocuklar ve aileleri Meclis
grubumuzu ziyaret ederek, gerek sosyal gerek sağlık gerek eğitim konularında
karşılaştıkları zorlukları dile getirerek aracılığımızla bu problemlerinin
çözümünde yardım talebinde bulunmuşlardır. Daha önce de bu kürsüden engelli
vatandaşlarımızın sorunlarını dile getirmiş, yapılması gerekenler hususunda
görüşlerimizi aktarmıştım. Bu vesileyle bir daha engellilerimizin sorunlarını
yüce Meclisimize aktarıp çözüm önerilerimizi sıralayarak Sayın Hükûmetimizi uyarmayı bir görev addediyorum. Dolayısıyla da
bütün engellilerimize ve ailelerine saygı ve sevgilerimi sunuyorum.
Değerli
milletvekilleri, Dünya Sağlık Örgütü tarafından yayınlanan bir raporda
ülkemizdeki engelli vatandaşların sayısı 7,5 milyon, Hükûmet
tarafından hazırlanan kanun gerekçesinde ise 8,5 milyon olarak ifade
edilmektedir. Bu oran ülke nüfusumuzun yüzde 12,29’una tekabül etmektedir.
Engellilerimizin birçoğu eğitim, sağlık, istihdam, sosyal, ekonomik ve gelişen
teknolojinin imkânlarından maalesef yeterince yararlanamamaktadırlar. Sosyal
hayat standartları oldukça kötü olan engellilerimizin, problemlerinin çözülmesiyle,
kendilerine fırsat tanındığında her türlü başarıya imza atabilecekleri
bilinmektedir. Böylece engellilerimiz hayatlarını, tüketen değil, üreten
vatandaşlar olarak devam ettirebilme imkânına kavuşacaklardır.
Türkiye’de 1889
yılında başlayan özürlülerle ilgili çalışmalardan günümüze kadar geçen yüz on
sekiz yılda birçok yasalar, yönetmelikler çıkartılıp uygulanmasına rağmen,
maalesef, engellilerimizin problemlerinin hâlâ çözüme kavuşturulabildiğini
söylemek mümkün değildir. Hâlâ ülkemizde kaç engelli vatandaşımızın var
olduğunu tespit edebilmiş değiliz.
Günümüzde engelli
vatandaşlarımız fiziki, mimari engellerle evlerine hapsolunmaktadırlar. İş
bulup üretken olabilmeleri sadece çalışma kotasıyla sınırlı kalmaktadır. Asgari
eğitim seviyesinin ilerisine çıkamadıkları için iş bulmaları da güçleşmiştir.
Vatandaşlarının
bugününü ve yarınını güvence altına almakla sorumlu olan devletimiz, özürlü
olma sebeplerini ortadan kaldırmayı ya da asgari seviyeye indirmeyi maalesef
başaramamıştır. Alınan tedbirlerin yetersiz oluşu sebebiyle, her yıl binlerce
insan trafik kazalarıyla engelli hâle gelmektedir. Her yıl tam olarak kaç
çocuğumuzun engelli olarak doğduğunu dahi bilmiyoruz!
Engellilerimizin
sosyal hayatın, eğitim hayatının, çalışma hayatının içinde olmaları gerekmektedir.
Kamu kurumlarının yüzde 3 özürlü personel çalıştırma kriterinin
uygulanmadığı, Devlet Personel Dairesi Başkanlığı verilerine dayanılarak tespit
edilmektedir. Hatta bazı kurumların hiç özürlü personel çalıştırmadığı da
ortadadır. Devlet kurumlarında çalıştırılması gereken özürlü personelin sadece
yüzde 18’inin istihdam edilebilmesi engellilerimize yapılan en büyük
haksızlıktır. Oysa sosyal devlet anlayışının gereği olarak kamunun öncelikle
engelli vatandaşlarımıza sahip çıkması gerektiğini düşünüyoruz.
Okuma yazma bilen
engelli oranının yüzde 36 civarında olduğu ülkemizde, bu vatandaşlarımızın
eğitim görecekleri okul, rehabilitasyon merkezleri ve
benzeri kurumların artırılması bir ihtiyaç hâlini almıştır. Ayrıca,
engellilerimizin özür derecelerinin tespitinde zaman zaman
yaşanan sorunların giderilebilmesi için tıbbi standartların yeniden gözden
geçirilmesinde fayda mülahaza ediyoruz. Engellilere yönelik mesleki rehabilitasyonların gerçekleştirilerek yerel yönetimlerin bu
konudaki hizmetlerinde etkinlik sağlanmalıdır. Engellilerin günlük hayatını
kolaylaştıran araç gereç ve ortez, protez
temininde destek sağlanmalı, sağlık kuruluşları engelliler için ulaşılabilir
olmalı, engelli bakım hizmetleri sosyal bir hak olarak kabul edilmelidir.
Engellilere çeşitli kamu kurum ve kuruluşları için sağlanan sosyal yardım ve
hizmetler için aranan muhtaçlık ölçütleri gerçekçi ve objektif esaslara
dayandırılmalıdır. İmar mevzuatının engelliler ile ilgili hükümleri etkin
biçimde mutlaka uygulanmalıdır. Engellilerin karşılaştıkları hastalıkların
teşhis ve tedavisi koruyucu sağlık hizmetleri kapsamında ücretsiz yapılmalıdır.
Engelli gençlerin eğitimlerine normal olarak devam edebilmeleri için, fiziki ve
sosyal çevrelerin oluşturduğu engeller ortadan kaldırılarak gerekli eğitimin
altyapısı ve teknolojik imkânlar arttırılmalıdır. Engelli ve korunmaya muhtaç
çocukların öncelikle aile yanında yetişmelerini sağlayacak şekilde muhtaç
durumdaki ailelere sosyal destek verilmelidir.
Değerli
milletvekilleri, soruyorum size: Sayısını dahi net bilemediğimiz insanlarımız
için ne yapabiliriz? Burada Hükûmete sesleniyorum:
Gelin, Türkiye Sakatlar Konfederasyonu temsilcilerinin içinde bulunacağı bir
komisyon kurularak bu işi bitirelim; bitirelim ki engelli vatandaşlarımızın hak
ettikleri insanca yaşama haklarını kendilerine verelim. Şimdiye kadar gasbedilmiş olan bu haklarını vermek sosyal sorumluluk
çerçevesinde ele alınmalıdır.
Ülkemizin taraf
olduğu uluslararası sözleşmeler, devletin bireylerine eğitim, sağlık, istihdam
gibi konularda fırsat eşitliği yaratılmasını ve ayrımcılığın kesin olarak
yasaklanması konusunda yükümlü kılmıştır. Bu sebeple, kendisini demokratik,
laik, sosyal bir hukuk devleti olarak tanımlayan modern Türkiye Cumhuriyeti
devletinin özürlü vatandaşlarına her alanda diğer vatandaşlarıyla fırsat
eşitliği sunması ve ayrımcılığı engellemesi çağdaş demokrasinin ve insan hak ve
özgürlüklerinin de bir gereğidir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; engelli vatandaşlarımızın tespit edilen başka
sorunları da vardır; bunları kısaca sıralamak istiyorum: Özürlü kişi istihdam,
eğitim ve binalara erişim, mal ve hizmetlerin sağlanması gibi kamu hayatının
birçok alanında özürlü olmayan kişilere göre mağdur durumdadır. Bu mağduriyetin
giderilmesi gerekmektedir.
Sağlık kurulu
raporlarında, Dünya Sağlık Örgütü tarafından yayınlanan işlevsellik, yeti
yitimi ve sağlığın uluslararası sınıflandırılması kriterleri
esas alınmalıdır.
Özürlülerde
mesleki eğitim de yetersizdir. Dolayısıyla mesleki eğitim sadece kurslarla
değil, temel eğitimden başlamak üzere eğitim sürecinin bütün aşamalarında
yeniden ele alınmalıdır.
Bütün iş
yerlerinde özürlü çalışanların kariyer yükseltilmesine fırsat eşitliğinin
sağlanması için gerekli düzenlemeler yapılmalı, yeterlilik ve liyakat esas
alınmalıdır.
Ayrımcılık
konusunda iş verenlerin, işe alan kişilerin,
özürlülerin ve son olarak da toplumun yaygın biçimde eğitilmesi gerekmektedir.
Özürlülerin
istihdamı konusunda acilen çalışmalar yapılarak daha çok özürlünün iş ve meslek
sahibi olması sağlanmalıdır. Ayrıca zihinsel özürlülerin istihdamı konusunda da
çalışmalar yapılmalı, görme özürlüler meslekleriyle ilgili alanlarda
çalıştırılmalıdırlar.
Özürlüler
Yasası’nda işitme engellilerle yine en büyük kazınım işaret dilinin resmî
olarak tanınması olmuştur. Ancak aradan geçen süre içinde, Türk işaret dilinin
konulması hususunda çıkan yönetmelikler hayata geçirilemediği için, Türk işaret
dili uygulaması gerçekleşememiştir. İşaret dili hakkında materyal ve doküman
eksikliği, işaret dilini bilen öğretmen yetiştirilememesini, öğretmensizlik de
işitme engelli bireylerin eğitimini engellemektedir. Borçlar Yasası’nda 15’inci
madde tasarı metninde “Usulüne göre onaylanmadıkça veya imza ettikleri sırada
metnin içeriğini bildikleri ispatlanmadıkça körlerin imzaları onları bağlamaz.”
hükmü görme engelli kardeşlerimizin...
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yunusoğlu, buyurun efendim.
SÜLEYMAN LÂTİF
YUNUSOĞLU (Devamla) – ...imzalarının iki tanık huzurunda tanımlanıp
kanıtlanması çağrıştırmasının, endişe duyulduğundan görme özürlü
kardeşlerimizin haklarının geri alınması şeklinde yorumlanmaktadır.
Mevcut sistem
içinde özürlüler araç edinebilmekte, ÖTV’den muaf
sayılmaktadırlar ancak sağ ayağı özürlü olan ÖTV’den
yararlanabilirken sol ayağı özürlü olan yararlanamamaktadır. Bu basit durum,
fiilî bir soruna dönüştürülerek eşitsizlik yaratmaktadır. Bu eşitsizliğin de
mutlaka ortadan kaldırılması gereğine inanıyoruz.
İş yerlerinin
fiziksel ortamının özürlü bireylere göre düzenlenmesi, araç ve gereçlerin ergonomik
tasarımları hususunda çalışmalar bir an önce tamamlanmalı ve uygulamaya
geçilmelidir. Fiziksel çevrenin özürlülere yönelik düzenlenmesinde araştırma,
planlama, tasarım ve uygulama aşaması, Konfederasyonun, federasyonların ve
bağlı derneklerin de görüşü alınarak acilen çözümlenmelidir. Dolayısıyla
Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir konu...
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SÜLEYMAN LÂTİF
YUNUSOĞLU (Devamla) – Bitiriyorum Başkanım.
BAŞKAN – Buyurun.
SÜLEYMAN LÂTİF
YUNUSOĞLU (Devamla) – Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir komisyon kurularak
araştırma yapılması gerekliliğine işaret etmek istiyoruz. Son on yılda sorunu
yeni keşfetmeye başlayan toplumumuz için özürlülerin taleplerinin gündeme
taşınması, sorunun insan hakları, örgütlenme ve mücadele düzleminde ele
alınması çağdaş demokrasinin bir gereğidir.
Sözlerime burada
son verirken yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Yunusoğlu.
Grup önerisinin
aleyhinde, Kocaeli Milletvekili Sayın Azize Sibel Gönül.
Buyurun. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
AZİZE SİBEL GÖNÜL
(Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket
Partisinin, engellilerin içinde bulundukları sosyal ve psikolojik sorunların
tespiti ve bu sorunların çözümü amacıyla, Anayasa’nın 98’inci, İç Tüzük’ün
104’üncü ve 105’inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesinin Türkiye Büyük Millet Meclisinin bugünkü gündemine alınmasına
ilişkin grup önerisinin aleyhinde söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, engelli vatandaşlarımız başımızın tacıdır. Onların hak ettiği
standartlarda bir yaşam kalitesi sunmak da en önemli görevlerimizdendir. Bu
bilinçledir ki AK PARTİ iktidarları döneminde engelli vatandaşlarımıza yönelik
çok önemli çalışmalar gerçekleştirilmiş, onların daha rahat bir yaşam
sürdürebilmesi için gerekli maddi ve manevi destekler verilmiştir ve verilmeye
de devam edecektir çünkü Türkiye, uluslararası planda, engelli haklarına yönelik
değişen politikaların parçası olma iradesini göstermiştir. Bu umut verici
değişiklik sonucu Türkiye, Avrupa Birliğinin engelli haklarına yönelik
düzenleme ve uygulamalarını benimsemiş hem de Birleşmiş Milletlerin Engelli
Kişilerin Hakları Sözleşmesi’ni imzalayarak, engellilerle ilgili uluslararası
düzeydeki kapsamlı engelli hakları konusundaki politika değişikliklerine taraf
olmuştur.
Bugün ülkemizde,
özürlü evladına evde bakan ailelerimize aylık para desteği ve erken emekli olma
hakkı verilmektedir. Yine, özürlü çocuklarımıza aylık eğitim desteği ödemesi
yapılmaktadır. Ağır özürlü olup da okula gidemeyen çocuklarımız okullarına
ücretsiz olarak taşınmaktadır. Keza, çeşitli alanlarda birtakım düzenlemeler
yine yapılmıştır; Vergi Kanunu’nda engelliler lehine yapılan çeşitli
düzenlemeler bulunmaktadır ve bunlar, emlak vergisinden, gümrük vergisinden,
gelir vergisine kadar çeşitlenmektedir.
Bugün Türkiye’de
yapılı çevrede bulunan engellerin özürlülerin var olan hizmetlere ulaşmasını
kısıtladığını gözlemlemekteyiz. Bu durumun özürlülerimizin istihdama yeteri
kadar katılamamasına, sağlık, eğitim hizmetlerinden etkin bir şekilde
faydalanamamasına, sosyal ve kültürel hayatta yer alamamasına, sonuçta evine
kapanarak toplumsal yaşamdan dışlanmasına neden olduğu gözlenmiştir. Bu
nedenle, Özürlüler İdaresi Başkanlığınca, özürlüler için yapılacak çevresel
düzenlemelere bir standart getirilerek bu, seksen bir il valiliklerine ve yerel
yönetimlere ulaştırılmıştır. Demin de konuşmacı arkadaşımızın bahsettiği gibi,
mimari yapılanmadan, okullardan, hastanelerden, kamu yapılarından, yollardan
taşıtlara kadar bu noktada bütüncül bir standart getirildiğini burada sizlerle
paylaşmak istiyorum.
Geçen aylarda
Ankara’da toplanan 4. Özürlüler Şûrasının ana temasının da istihdam olduğunu
burada bir kere daha hatırlatıyorum ve Şûrada alınan kararların da birer birer hayata geçirildiğini anımsatmak isterim.
Değerli milletvekilleri,
bugün bu öneriyi veren Milliyetçi Hareket Partisi, ne kadar ilginçtir ki daha
çok kısa bir süre önce Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülen
Anayasa değişiklik paketinde özürlü vatandaşlarımıza yönelik pozitif ayrımcılık
yapılmasıyla ilgili maddede blok hâlinde “hayır” oyu vermişti. Gönül isterdi ki
o maddenin görüşmelerinde de bu hassasiyeti, bu duyarlılığı gösterselerdi. Ben
bu konuyu milletimizin takdirine bırakıyorum.
Milliyetçi
Hareket Partisinin vermiş olduğu araştırma önergesinin konusunun bizim her
zaman gündemimizde olduğunu belirtiyorum ancak Büyük Millet Meclisinin daha
önceden belirlenen bir gündemi bulunmaktadır ve yoğun gündemi itibarıyla
öncelikli olarak çıkarılması gereken kanun tasarı ve teklifleri olduğunu ve bunların
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu tarafından belirlendiğini belirtmek
istiyorum.
Araştırma
önergesinin bugünkü gündeme alınması, yasalaştırılması, planlanan önemli kanun
tasarı ve teklifleriyle ilgili gündemin aksamasına neden olacağından Milliyetçi
Hareket Partisinin grup önerisinin aleyhinde olduğumu belirtiyor, yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Kandilinizi
tebrik ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu! Bu nasıl tutarlılık oldu şimdi
Sibel Hanım?
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Grup önerisinin
lehinde İstanbul Milletvekili Sayın Sacid Yıldız.
Buyurun efendim.
(CHP sıralarından alkışlar)
SACİD YILDIZ
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket
Partisinin vermiş olduğu -tam bir yıl evvel, bir yılı da geçmiş, 2009’un Mayıs
ayında vermişler- engellilerle ilgili önergesi üzerine söz almış bulunuyorum.
Yüce heyetinizi sevgiyle selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, özürlülük günlük yaşama katılmayı engelleyen fiziksel
işlevlerdeki bir sınırlılık hâlidir. Özürlülük doğuştan ya da sonradan meydana
gelebilen bir durumdur. Elimde bir liste var benim. Buna göre, Türkiye'de
özürlüler ayrılmış, dünyada da böyle, bu şekilde; genellikle ortopedik
özürlüler yani bacağı, kolu sakat olanlar, görme özürlüler, işitme özürlüler,
dil ve konuşma özürlü ve zihinsel özürlüler diye ayrılmış.
Bunlardan,
özürlülerin çoğu doğuştan değil, sonradan olmadır değerli arkadaşlar. Mesela,
örnek vereyim: Ortopedik özürlülerin yüzde 73’ü sonradan, yüzde 23’ü doğuştan,
yüzde 3 kadarı da bilinmeyen nedenlerle oluyor. Bu, tüm kadın ve erkeklerdeki
rakamlar; ayrı ayrı kadınlarda, erkeklerde de
rakamlar var ama onları vermek istemiyorum. Görme özürlülerin
gene yüzde 76’sı sonradan, yüzde 20’si doğuştan; işitme özürlülerin yüzde 67’si
sonradan, yüzde 29’u doğuştan, yüzde 3 kadarı bilinmeyen nedenlerle; dil ve
konuşma özürlülerinde ve zihinsel özürlülerde, aşağı yukarı, sonradan olma
biraz daha, az değil ama öbürlerine göre az; mesela dil ve konuşmada sonradan
özürlü yüzde 50, doğuştan yüzde 46; zihinsel özürlülerde de sonradan yüzde 40,
doğuştan yüzde 47 oluyor.
Bu demektir ki,
bu doğuştan değil, sonradan oluyor.
Sonradan olan
özürlülükler engellenebilir, azaltılabilir, doğuştan da azaltılabilir, ona da
konuşmamda değineceğim. Sonradan özürlü olma hâli, kazalar ve kronik
hastalıklar neticesinde meydana gelmekte iken doğuştan özürlülüğün nedenleri
ise öncelikle genetik ve kalıtsal hastalıklar ve bunlara bağlı bozukluklardır,
gebelik süresince geçirilen bazı hastalıklar, ilaç ve madde kullanımı ve
yetersiz beslenmedir. Mesela, bundan otuz-kırk sene evvel bir ilaç alınmıştı
–Almanya’da meşhur- buna bağlı kol, bacak sakatlıkları ortaya çıkmıştı.
Doğuştan özürlülük nedenleri önlenebilir nedenlerdir, sonradan özürlülük
nedenleri ise azaltılabilir nedenlerdir. Ülkemizde özellikle akraba
evliliklerini düşünürsek bu akraba evlilikleri ülkemizde yüzde 29 oranındadır,
Güneydoğu’da yüzde 37’lere kadar çıkmaktadır ve bu akraba evliliklerinden sonra
doğan çocuklarda büyük oranda, bunların üçte 1’i özürlü olmaktadır. Bunlar,
basit, önlenebilir nedenlerdir. Oysaki mesela trafik kazaları, deprem, terör,
silahlanma sonucunda sonradan olan şeyler de oldukça engellenebilir,
azaltılabilir.
Ülkemizde 8,5
milyon özürlü yaşamaktadır. Türkiye, özürlüler sorununu en yoğun yaşayan
ülkelerin başında gelmektedir. Bunun tartışılmaz bir gerçek olduğu, bu gerçeğe
rağmen, özürlü yurttaşlarımızın büyük bir kısmının eğitim ve sosyal açıdan
karşılaştıkları sorunların çözüme kavuşturulmadığı da bilinen bir gerçektir.
Ülkemizde yaşayan özürlü vatandaşlarımız ne yazık ki bu gerçekler bilindiği
hâlde hâlâ hak ettikleri yaşamı sürdürememektedirler ve oldukça ihmal
edilmektedirler. Özürlülük, sadece bu sorunu yaşayan kişiyi değil, ailesini,
yakın çevresini, tüm toplumu ekonomik, sosyal ve psikolojik olarak etkileyen
bir sorundur. Özürlü yurttaşlarımız bu ülkenin ikinci sınıf yurttaşı
değillerdir. Onları anlayarak, yaşadıkları sorunları içselleştirerek
sorunlarına kalıcı çözümler bulabilirsek ancak o zaman sosyal devlet olabiliriz
çünkü özürlü yurttaşlarımızın sorunları bir insan hakları sorunudur değerli arkadaşlar.
Türkiye’de yaşayan emeklilerin sorunları, yoksulların sorunları, işsizlerin
sorunları, yaşlıların sorunları nasıl bu ülkenin ortak sorunu ise özürlülerin
sorunları da bu anlayışla ele alınmalıdır.
Sayın Lokman Ayva
da salonumuza geldi, inşallah bunları dinliyordur. Aynı komisyonda çalışıyoruz
ama Lokman Bey’in görme özürlü olmadığı, her şeyi gördüğü söyleniyor
arkadaşları arasında. İnşallah, bizi de dinler. Bu konularda çözüm arayışları
da var, yoğun çalışmaları da var kendisinin. Kendisine teşekkür ediyoruz.
Özürlüler, yasal
haklarını kullanırken birçok sıkıntıyla karşılaşmaktadırlar. Çıkarılan yasalar,
kâğıt üzerinde önemli hak ve kazanımlar getirmiş gibi görünse de bunlar, yasa
sayfalarında kalmaktadır. 3 Aralık 2008’de, Dünya Özürlüler Günü’nde, uluslararası
anlaşmayı burada onayladık fakat bunlar günlük yaşama geçmedi değerli
milletvekilleri. Onayladık ama, bunu en iyi belki
Lokman Ayva arkadaşımız bilir, günlük yaşama geçmedi. Çok iyi yasalar
çıkarıyoruz, uluslararası uyum yasaları çıkarıyoruz ama bunları ne yazık ki
yaşama geçiremiyoruz.
Özel eğitim ve rehabilitasyon hizmetleri de Anayasa’ya göre devletin asli
yükümlülüğü iken son yıllarda hızla özel sektöre devredilmiş ve bu alanda
acımasız bir rekabetin doğmasına neden olmuştur. Özel eğitim merkezlerinde
verilen eğitim, özürlülerin gelişimine yetmemektedir.
Değerli
arkadaşlar, özürlüler için eğitim çok önemlidir. Bu nedenle, eğitimlerinin
-benden evvelki konuşmacılar da değindi zaten bu konuya- desteklenmesi
gerekmektedir çünkü özürlülerin en önemli sorunu, eğitimsizlik, yoksulluk,
işsizlik ve bu nedenle istihdam edilememe, üretken olamama durumlarıdır.
Bunlar, kısır döngü hâlinde şey yapmaktadır; eğitimsizse iş bulamamaktadır, iş
bulamayınca yoksullaşmaktadır, yoksul olunca rehabilitasyon
yapamamaktadır, kendisini geliştirememektedir. Zaten özürlü bir kimse, engelli
bir kimse, eğitilmemişse, dediğim gibi, bu kısır döngü içine girmektedir
değerli arkadaşlar.
Özürlülerle
ilgili sivil toplum kuruluşları, bu hizmetleri özel sektöre devrederek, özelleştirerek,
engelliler üzerinden rant sağlanmasına son verilmesini
istemektedirler. Ayrıca, devletin körler okullarını kapatması da özürlülerimizi
oldukça mağdur etmiştir. Ülkemizde –yanlışım varsa Lokman Bey düzeltir- 700 bin
civarında görme engelli kişi var.
Değerli
arkadaşlar, bunların 48 bin tanesi çocuk ve bunların ancak 3.500 kadarı özel
eğitim alabilmekte yani bunları eğitemiyoruz, 48 bin çocuğu eğitemiyoruz.
Özürlüler için,
fiziksel çevrenin, kamu binalarının ve kamusal kullanım alanlarının kendilerine
uyumlu hâle getirilmesi büyük önem taşımaktadır. Mesela, önümüzde gene
referandum var, iki ay sonra referandum var. Ben, daha evvel konuşmamda da
söyledim, bu engellilerin 1’inci katta oy vermeleri, sandıkların o şekilde
ayarlanması lazım ama maalesef, engellilerin 1’inci, 2’nci, 3’üncü katta
sandıkları olmakta, oy verememektedirler, siyasal haklarını
kullanamamaktadırlar.
Engellilerle
ilgili bir toplantı düzenleniyor. Bu toplantı her nedense Harbiye Kültür
Merkezi’nde düzenleniyor. Orada, televizyonlarda da gördük, engelliler oraya
girip çıkamıyorlar. Engelliler adliyeden hakkını alacak, adaletten, mahkemeden
hakkını alacak; oraya girip çıkamıyor. Hatta bu vesileyle bir engelli, arabası
harap olduğu için Adalet Bakanına dava açmıştı. Engellilerle ilgili, metrobüs kuruyoruz, onların ulaşımını sağlayamıyoruz.
Tiyatro ve diğer, bale, opera sahnelerinde her zaman engellilere uygun alanlar
yok. Bunu da ben Kültür Bakanına sormuştum, cevabı da bu şekilde: “Bir kısmında
var ama hepsinde yok.”
Fiziki çevre koşulları
özürlülere uygun olmadığından binlerce özürlü evlerinde hapis hayatı yaşamaya
mahkûm edilmektedirler. Trafik lambaları görme engelliler için kullanılabilir
hâle getirilmeli, tüm kamu binalarında görme engellilerin alfabesiyle
işaretlenme yapılmalıdır.
Anayasa’nın
61’inci maddesinde “Devlet, sakatların korunmaları ve toplum hayatına
intibaklarını sağlayıcı tedbirler alır.” ifadesi yer almaktadır. Bu hüküm
mutlaka en kısa zamanda yerine getirilmelidir.
Ülkemizde ağır
bir şekilde yaşanan ekonomik kriz, istihdam alanında onarılması güç sorunların
doğmasına neden olmuştur. İstihdam alanında ortaya çıkan bu sorunlardan özürlü
yurttaşlarımız da olumsuz etkilenmektedir. O nedenle, özel gerekçeleri
nedeniyle istihdam sorununu daha ağır yaşadıkları gerçeği göz ardı edilmeden,
özürlülerin istihdamına dönük olarak yaşadığı sorunlara kalıcı çözümler
bulunmalıdır.
Özürlülüğü
yalnızca engellilerin ya da ailelerinin karşı karşıya bulunduğu bir sağlık
sorunu olarak değil, sosyal boyutlarıyla toplumu yakından ilgilendiren bir konu
olarak ele almak onlara yapılmış en büyük iyilik olacaktır. Bu sorunları
çözmede siyasi iradeye büyük görevler düşmektedir ve her milletvekili bu konuyu
titizlikle ele almak zorundadır. Herkesin bir gün kendisinin de özürlü olabileceği
gerçeğini akıldan çıkarmaması ve özürlülerimize bu şekilde yaklaşması
gerekmektedir.
Cumhuriyet Halk
Partisi olarak her ortamda özürlülerin sorunlarını dile getirdik ve getirmeye
de devam edeceğiz. Onların bu ülkede hangi sıkıntılarla karşı karşıya
olduklarını çok iyi bilmekteyiz. Özürlü yurttaşlarımızın daha iyi bir yaşam
düzeyine kavuşturulmasının toplumsal bir sorumluluk olduğunun bilincindeyiz.
Parti programımızda da özürlülere ilişkin geniş yer vardır, geniş yer ayırdık.
Cumhuriyet Halk Partisi olarak konuyla ilgili çok sayıda soru önergesi,
araştırma önergesi ve kanun teklifi verdik. Bu araştırma önergelerinden bir
kısmını izninizle söyleyeyim: Mesela Ali Rıza Ertemür’ün,
Denizli Milletvekilimiz; Rıza Yalçınkaya’nın, Bartın
Milletvekilimiz; Hulusi Güvel’in, Adana
Milletvekilimiz; Çetin Soysal’ın, İstanbul Milletvekilimiz, araştırma
önergeleri vardır. Çok sayıda hepimizin soru önergesi vardır. Benim
engellilerle ilgili yasa teklifim var.
Sayın Aliye
Kavaf’a sorduğumda “Niye kamuda engelliler çalışmıyor?” diye… Çünkü kamuda
48.549 kadronun 38.192’si boş yani yüzde 79’u boş ve bu kamuda boş olan
kadrolar, bunların çoğunu söyleyeyim: Mesela Adalet Bakanlığında –verilen
cevapta bana- İçişleri Bakanlığında…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın
Yıldız, konuşmanızı tamamlar mısınız.
Buyurun.
SACİD YILDIZ
(Devamla) – Teşekkür ediyorum.
…Sanayi ve
Ticaret Bakanlığında, Ulaştırma Bakanlığında, Sağlık Bakanlığında hiç özürlü
çalıştırılmadığı bildirilmekteydi. Sayın Aliye Kavaf’ın resmî yazısı elimde,
bunlar var ayrı ayrı bakanlıklarla ilgili. Bu konuda,
istihdam konusunda “Niye çalıştırılmıyor?” diye sorduğumda, Sayın Aliye Kavaf,
25 Aralık 2009’da verdiği cevapta kamu kurum ve kuruluşlarının bu konuda,
özürlü çalıştırılması konusunda gerekli hassasiyet ve özeni göstermedikleri,
özürlüler için açılacak sınavların kamu kurum ve kuruluşlarınca ayrı ayrı yapılması gerektiğinden özürlülerin istihdamında
sorunlar yaşandığını söylemişti. Yani iki sorun söylemişti: Bir “Kamu kurum ve
kuruluşları gerekli hassasiyeti göstermiyor.” diyordu Sayın Aliye Kavaf ve siz
İktidarsınız, Hükûmetsiniz, kamu kurum ve
kuruluşlarını siz çalıştıracaksınız değerli arkadaşlar, biz çalıştırmayacağız,
bunları denetleyeceksiniz.
İkinci sorun ise
merkezî sınavın olmamasından yakınıyordu. Bunu da getireceksiniz ama ben bu
yakınma, bu cevaptan sonra bir yasa teklifi hazırladım.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SACİD YILDIZ
(Devamla) – Çok önemli, bir dakika daha rica ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Hocam.
SACİD YILDIZ
(Devamla) – Sayın Aliye Kavaf’ın ve Hükûmetin işini
kolaylaştırır diye bu yasa teklifinin Bakanlığın projelerine yardımcı olacak
bir çalışma olarak algılanmasını, daha da önemlisi bu teklifin yasalaşması
sonucunda işe girecek özürlü yurttaşlarımıza ve ailelerine maddi, sosyal ve
psikolojik açıdan getireceği olumlu etkilerin göz önünde bulundurulmasını ve
AKP Hükûmetinin de konuya bu açıdan bakmasını
dilemiştim. Bu yasa teklifinde iki şey
söylemiştim değerli arkadaşlar, bu yasa teklifi de önümde var, 657 sayılı
Yasa’nın 53’üncü maddesinin birinci fıkrasında değişiklik önermiştik. Bunu da
vereli yedi sekiz ay oldu. Sayın Aliye Kavaf’la da görüştüm, gündeme alacağını
söylemişti.
“Devlet
memurluğuna alınmada yapılacak olan merkezî sınavın hangi şekilde ve nasıl
yapılacağı hususları, konuyla ilgili sivil toplum örgütlerinin, meslek
odalarının, sendikaların ve derneklerin de görüşleri alınarak…” demiştim, bir
değişiklik bu.
İkinci değişiklik
-fazla uzatmak istemiyorum, Başkanın hoşgörüsüne teşekkür ediyorum- ikinci konu
da: Kamu kurum ve kuruluşlarının özürlü çalıştırmamaları nedeniyle onlara bir
maddi yükümlülük, onlara bir ücret ve bu olacak maddi yükümlülüğün de gene
özürlüler için kullanılmasını önermiştim.
Hepinizi
saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Bu konuda
söylenecek çok şey var. İnşallah gündeme alınır. İnşallah bizim araştırma
önergeleri, yasa teklifimiz de gündeme alınır ve özürlülere bir çare bulmuş
oluruz.
Teşekkür ederim.
(CHP sıralarından alkışlar)
Başkanım, çok
teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Yıldız.
Grup önerisinin
aleyhinde İstanbul Milletvekili Sayın Lokman Ayva. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Lokman Bey,
buyurun.
LOKMAN AYVA
(İstanbul) – Sayın Başkanım, aziz milletimin kıymetli vekilleri; hepinizi sevgi
ve saygıyla selamlıyorum. Bütün vatandaşlarımızın kandilini Meclisimizdeki
sizler nezdinde tebrik ediyorum.
Efendim, aslında
yanlış adam gibi bir şey oldu ama doğru yer çünkü başka bir önerim var
özürlülerin meselelerinin araştırma önerisiyle gündeme gelmesi hususunda.
Öncelikle MHP
Grubuna çok teşekkür ediyorum böyle bir konuyu gündeme getirdikleri için. Bu
vesileyle bu görüşlerimizi de paylaşmış olacağız.
İkincisi, CHP’den
arkadaşımız, Hocamız Sacid Yıldız Bey’e tespitleri ve
katkıları için çok teşekkür ediyorum. Tabii ki Sibel Hanım’a, Kocaeli
Milletvekilimize de özel olarak teşekkürlerimi ifade etmek istiyorum.
Burada şöyle bir
gündeme gelmemiz gerektiğini müsaadenizle arz etmek istiyorum: Memleketimizde,
biliyorsunuz, yüzyıllardır değişik faaliyetler, hizmetler yapıldı. Son
yıllarda, son belki kırk elli yıldır hizmetten ziyade sözün, lafın çok olduğu
bir dönem yaşandı. Şimdi artık sözün bitip hizmetin başlaması, insanların mutlu
olması için bir şeylerin yapılması gerektiği dönem. Bu anlamda, bu dönemi
başlatan, Belediye Başkanlığından beri başlatan kişilerin başında Sevgili
Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan geliyor. 94’te başlattığı çok önemli
bir hamle oldu Türkiye’de, yerel yönetimlerde başlattı. Daha sonra bu merkezî hükûmette de aynen devam etti, AK PARTİ’nin
kuruluşu ve seçimlerden sonra Hükûmetin kuruluşundan
sonra büyük bir şekilde devam etti.
Burada şunu çok
önemli bir şekilde arz etmek istiyorum: Hakikaten hem geçen dönem yani 22’nci
Dönemde hem de bu 23’üncü Dönemde gördüğünüz gibi, bu konu olduğunda ne kavga
çıkıyor ne tartışma ne ciddi kalp kırma, hiçbir şey olmuyor. Yani Meclisimizin,
siz değerli milletvekillerimizin hem geniş hoşgörüsü hem yardımseverliği hem de
hamiyetperverliği bu konuyla örtüşen bir vaziyette. Bu anlamda, bu fırsatın
Türkiye için çok önemli bir imkân olduğunu düşünüyorum ve bu imkânı da
değerlendirmek lazım. Bu güzelliği bütün ülkemizin her iline, her ilçesine, her
kasabasına, her köyüne yaymak ve insanlarımızı bu noktada mutlu etmek
gerektiğini düşünüyorum.
Bu anlamda, şöyle
bir genel olarak baktığımız zaman çok büyük değişiklikler olmuş son on yılda,
inanılmaz değişiklikler olmuş. Şu anda Avrupa Konseyinde –işte, bendeniz de
ülkemizi temsilen Konseye katılıyorum- özürlülere karşı ayrımcılığın suç olduğu
yegâne birkaç ülkeden birisi Türkiye’dir. Bu çok önemli bir gelişme, dünya
açısından da önemli bir gelişme. Körlerin imzasının geçerli olduğu birkaç
Avrupa ülkesinden birisi Türkiye’dir. Bu çok önemli bir gelişmedir ve insanımız
bu noktada, ülkemizle, sizlerle, Türkiye Büyük Millet Meclisimizin çıkardığı bu
kanunlarla ve bu hizmetleri veren Hükûmetimizle
iftihar ediyor ve iftihar etmekte de son derece haklıdır.
Geçen pazar Türkiye’de
çok önemli bir olay oldu, özürlüler bağlamında söylüyorum. Ülkemiz kuruldu
kurulalı, cumhuriyetimiz kuruldu kurulalı bir anda 5 bin özürlünün istihdam
edildiği, devlet memuru olarak istihdam edildiği yaşanmamıştır, bu çok büyük
bir olay. Yani ben siyasi dar kalıplara girip de birbirimizin bu güzelliklerini
görmezden gelmenin doğru olduğunu düşünmüyorum. Bu, hepimizin iftihar edeceği
bir olay, Türkiye’yi biz bu duruma getirdik.
Biliyor musunuz,
şu anda bu 5 bin insandan bini öğretmen olarak görevlendirilecek. Daha çok
yakın zamana kadar özürlülerin öğretmen olması bu memlekette yasaktı. Bu çok
önemli bir değişimdir. Buna, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki bütün
partilerimizin Hükûmetimizin arkasında durarak
katkıda bulunduğunu kabul etmeliyiz ve bence bu icraatla hepimiz iftihar
etmeliyiz.
Daha da güzel bir
tarafı şu: Millî Eğitim Bakanlığımıza, Sayın Bakanımıza ve ekibine çok teşekkür
ediyorum, özürlülerle ilgili sınav organizasyonu yapmak çok zordur, görme
özürlüye okuyucu bulacaksınız, tekerlekli sandalyenin girebileceği yer
ayarlayacaksınız, sağır dilsiz arkadaşımıza işaret dili tercümanı bulacaksınız,
bütün bunların organizasyonu çok zordur. Biliyor musunuz, danışmanlarım
Mecliste nöbet tuttular, çağrı merkezi, bu 444 60 00’ı görevlendirdik, cumartesi
pazar çalıştılar ama bir tane şikâyet gelmedi ve pazartesi günü ben bir özürlü
annesinden, Amerika’da yaşarken Türkiye’ye gelmiş bir özürlü annesinden bir
mail aldım, gerçekten duygulandım. O mektubu da aslında sizlere arz etmek
istiyorum, yani anne diyor ki: “Ben ülkemle gurur duyuyorum. Amerika’da da yok,
Avrupa’da da yok bu kadar kolay ve çabuk imkâna erişebilme durumu, şartları.”
Bu çok önemli bir fırsat ve bizim, hepimizin gurur duyacağı bir ülkemiz var
özürlüler açısından.
Peki, mimari
engeller, fiziksel çevrenin uyumlanması, insanların
bakış açıları, her şey bitti mi? Hayır, elbette ki bitmedi ve şu anda benim
çağrıda bulunmak istediğim nokta burası. Bizim sizden şöyle bir talebimiz var
özürlüler olarak: Gelin, partilerimize mensup belediyelerimize rica edelim,
baskı yapalım ve fiziksel çevreyi düzeltme konusunda yarışa girsinler. AK PARTİ’li belediye başkanları, Cumhuriyet Halk Partili
belediye başkanları, MHP’li belediye başkanları, BDP’li
belediye başkanları, DSP, Demokrat Parti, neyse, bütün Türkiye’deki
belediyelerimiz özürlüler noktasında fiziksel çevreyi düzeltmeyle ilgili yarışa
girsinler. Bu konuda ben, özel olarak, yani oturup toplantılar yapmaktan,
birbirimizin zamanını almaktansa bu tür bir çalışmaya girmenin çok daha
faydalı, çok daha iyi sonuç vereceğini düşüyorum.
Bir başka talebim
de şu: Eğer sizlerce de uygunsa partilerimiz, okula devam etmemiş özürlü
kardeşlerimizi eğitime yönlendirsinler. Bu çok önemli bir şeydir. Çok büyük
sivil toplum hareketleri sayılırız aynı zamanda biz partiler olarak.
Dolayısıyla özürlü insanları eğitime yönlendirmek, mesleki eğitim kazanmaları
noktasında teşvik etmek son derece etkili. Nasıl Tayyip Bey’in konuşması her
konuda etkili olabildiği gibi özürlüler konusunda da tavsiyeleri etkili
olacaktır, Devlet Bey’in de etkili olacaktır, Deniz Bey’in ve Kemal Bey’in de
tavsiyeleri, Selahattin Bey’in de tavsiyeleri bütün sevenlerini etkileyecek ve
eğitime, mesleki eğitime, altın bileziğe yönlendirecektir. Bu noktada çaba,
gayret, tavsiye ve teşvik talep ediyorum. Bu anlamda, Türkiye'nin çok önemli
bir değişimi de yaşayacağını düşünüyorum.
Özürlüler
bağlamında, ülkemizde şöyle bir yeni bakış açısı doğmaya başladı: Yani farklı
insanları tolere etmek. Hepimiz zaten farklıyız.
Malumunuz, parmak izimizden tutun göz şeklimize kadar farklıyız ama bu
farkımızın birbirimizin yok edileceği, yani bu farkları yok etmeye yönelik bir
yapının, bir tasarımın olması doğru değil. Bu anlamda bu farklılıkların doğal
olduğunu da artık anlamaya başlayacağız.
Ben, Türkiye’de
bu farklılıkların tolere edilmesi, hatta
farklılıklardan fayda üretilmesi, faydaya dönüştürülmesi noktasında da bu tür
çalışmaların güzel bir vesile olacağını düşünüyorum.
Ben şu ana kadar
bütün milletvekillerimizin yaptıkları katkıdan dolayı, Hükûmetimizin
yaptığı katkıdan, hatta bütün kamu kuruluşlarında çalışan görevlilerimizin
yaptığı katkıdan dolayı şükranlarımı sunuyorum.
Bence zaman
aksiyon zamanı, eylem zamanı, hizmet zamanı, hizmette yarışma, hayırda, güzel
şeylerde yarışma zamanı diye düşünüyorum ve bunu da şahsen kim ipi göğüslerse
bu yarışta yani hizmet yarışında zaferin de başarının da taltifin, ödülün de
onun olması gerektiğini düşünüyorum. Yani bu başarıyı yani AK PARTİ’li belediyeler kazanırsa AK PARTİ’li
belediyeler seçmeninden ödülünü alacaktır, MHP’li belediyelerimiz kazanırsa
onlar ödülünü alacaktır, Cumhuriyet Halk Partili veya BDP’li
belediyeler kazanırsa ödüllerini alacaktır. Bu anlamda, çok önemli bir fırsatı
verirsek milletimize, özürlü kardeşlerimize, özürlü vatandaşlarımıza çok önemli
bir sorunu aşmış olacağız.
Ben tekrar
teşekkür ediyor, şükranlarımı sunuyorum. Hepimize hayırlı uğurlu olsun diyorum.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
Ayva, teşekkür ediyorum.
Grup önerisini
oylarınıza sunuyorum…
MEHMET GÜNAL
(Antalya) – Karar yeter sayısı istiyoruz çünkü engellilerin sorunlarının
araştırılmasına kimin karşı çıktığını görmek istiyoruz.
BAŞKAN – Tamam,
grup önerisini oylarınıza sunacağım, karar yeter sayısı arayacağım.
SUAT KILIÇ
(Samsun) – Sayın Başkanım, elektronik yapılsa ihtilaf olmaz.
BAŞKAN – Evet,
elektronik cihazla oylama yapacağım. İki dakika süre veriyorum ve oylamayı
başlatıyorum.
(Elektronik
cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, karar yeter sayısı yoktur.
Birleşime beş
dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 15.08
İKİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 15.20
BAŞKAN:
Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER: Fatih METİN (Bolu), Murat ÖZKAN (Giresun)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 131’inci Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
MHP grup
önerisinin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi öneriyi
tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısını arayacağım.
Oylama için iki
dakika süre veriyorum ve oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik
cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Karar
yeter sayısı vardır, grup önerisi reddedilmiştir.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi
vardır, okutup oylarınıza sunacağım:
3.-
(10/515) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmelerinin, Genel
Kurulun 8/7/2010 Perşembe günkü birleşiminde
yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi
08.07.2010
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Danışma Kurulu;
08.07.2010 Perşembe günü (Bugün) toplanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki
önerisini, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına
sunulmasına saygılarımla arz ederim.
Muharrem
İnce
Yalova
Grup
Başkanvekili
Öneri:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair
Öngörüşmeler Kısmında yer alan (TRT yönetimine
yönelik çeşitli iddiaların araştırılması amacıyla); (10/515) esas numaralı
Meclis Araştırma Önergesinin görüşmesinin, Genel Kurul’un 08.07.2010 Perşembe
günlü birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN – Grup
önerisinin lehinde Yalova Milletvekili Sayın Muharrem İnce.
Buyurun Sayın
İnce. (CHP sıralarından alkışlar)
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum
ve on dakikalık konuşmamın on saniyede bir özetini yapıyorum:
Değerli
milletvekilleri, TRT ile ilgili elimde yolsuzluk belgeleri var, ciddi yolsuzluk
belgeleri var. Ben bu belgeleri Meclisimizin değerli üyeleriyle paylaşmak
istiyorum. Eğer siz bugün oylarınızla komisyonu kurarsanız, desteklerseniz, ben
bu belgeleri medyadan önce değerli milletvekillerine vermek istiyorum. Ama siz
çoğunluğunuza güvenerek reddederseniz, önümüzdeki hafta basın toplantısıyla
bunu kamuoyuna duyuracağım, bunu önce medyayla paylaşacağım.
Sayın Başbakan
şöyle diyordu: “Kimin elinde ne varsa getirsin.” Şimdi sizi göreceğim ne kadar
samimisiniz? Önümüzdeki hafta bu belgeleri medyayla mı paylaşayım, yoksa şimdi
oylarınızla destekleyin, komisyon kurun, gelin sizlerle mi paylaşayım? Takdir
sizin.
VAHİT KİRİŞCİ
(Adana) – Yargıyla paylaş, götür yargıya!
MUHARREM İNCE
(Devamla) – TRT, gerçek anlamda kamu hizmeti yayıncılığı yapacaksa, önce bu
Genel Müdürden kurtulmalıdır.
Sayın
milletvekilleri, “Ben bu kadar personelle kırk kanal yönetirim.” diye başladı,
sonra dedi ki… Personeli fazla buldu, teşvik vererek yüzde 30’dan fazla para
ödendi, binden fazla kişi işten çıkarıldı -yüzde 30 fazlası teşvik edildiği
için kamu zararı vardır burada- sonra bir baktık, 1.500 kişiyi işe aldı. Önce
“Personel fazlası var.” dedi, bin kişiyi çıkardı, sonra 1.500 kişiyi aldı.
Akrabalarını, hemşehrilerini buraya doldurdu.
Bakınız, Maliye Bakanının, Millî Eğitim Bakanının, Sayın Bülent Arınç’ın, Sayın Mehmet Aydın’ın, Sayın Kültür Bakanının,
Sayın Faruk Özak’ın, hepsinin basın müşavirleri
TRT’de kadroya geçirildi.
TRT’de 72 milyon
insanın hakkı var. Bu ülkede elektrik kullanan herkes, işçi, işsiz, emekli,
zengin, yoksul, herkes TRT için bir yayın bedeli ödüyor. 72 milyonun hakkını bu
şekilde dağıtmaya hakkınız yok. Mangalda kül bırakmazsınız, yetim hakkından söz
edersiniz, kul hakkından söz edersiniz, ben şimdi size diyorum ki: “Bu 72
milyonun hakkının olduğu bu yerde yetim hakkı yiyorsunuz, kul hakkı
yiyorsunuz.”
TRT’nin bütçesi
1,2 milyar lira. İbrahim Şahin’in sülalesinin kontrolündedir burası. Selami
Karanfil, akrabasıdır, Satın Alma Daire Başkanıdır. Ömer Avcı, satın almada, bu
daire başkanlığında müdürdür. Yani, bu kadar bütçe, Sayın Genel Müdürün
sülalesine emanet edilmiştir. Özel Kalem Müdürü Hakan Kutlu, muhabir Ali Güney,
Oğuz Darçın, hepsi İbrahim Şahin’in köylüleridir ve
İbrahim Şahin işe başladıktan sonra buraya yerleştirilmiştir. Şakir Özbek, Tuncay Yürekli, bunlar müdürdür, hayatlarında
bir gün yayıncılıkla, televizyonla ilgili bir iş yapmamışlardır; tek bir ortak
özellikleri vardır, AKP’den milletvekili aday adayıdırlar.
TRT tarihinde
ilkler yaşanıyor. Cumhuriyet tarihinde ilk kez, TRT, PKK’yı aklama çabasına
girdi ve Reşadiye baskınıyla ilgili olarak Genelkurmay ilk defa TRT’ye dava
açtı. Yine TRT’yle ilgili ilk defa ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk
Partisi, TRT’den 60 milyar lira tazminat kazandı. Bana açmıştı 50 milyarlık
dava, onu kaybetti. TRT tarihinde ilk defa, bir TRT dergisinde ana muhalefet
partisinin Genel Başkanına hakaret edildi. Bu olay sonucunda, artık TRT AKP’nin
borazanı olmaktan çıkmıştır, TRT AKP’nin vuvuzelasıdır.
Bizim Genel Başkanımızla ilgili ipe sapa gelmez iddiaları gündeme getiren TRT,
acaba Mecliste bekleyen kalpazanlık, naylon fatura, ihaleye fesat karıştırma,
evrakta sahtecilik, cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak dosyalarını haber
yapabilir mi? Bunu sizin vicdanlarınıza bırakıyorum.
Bakınız, bir şey
okuyacağım, çok ilginç. TRT’nin Vizyon dergisinin bu ayki
sayısı. Astrolog, falcı Sevda Dorkip, TRT’nin
dergisinde şöyle yazmış: “CHP’liler fazla umutlanmasın. Tayyip Erdoğan çok
güçlü bir karakter, zor günleri atlatmış görünüyor, şansı sürecek.” TRT’nin de,
Tayyip Erdoğan’ın da, İbrahim Şahin’in de artık umudu kala kala
bir falcıya kalmış. Siz milletten umudunuzu kesmişsiniz, umudunuz falcılarda.
Alın o dergiyi Allah aşkına bir okuyun, devletin parasıyla böyle bir dergide
bir falcı bunu yazıyorsa “Yazıklar olsun!” derim, başka bir şey demem.
Benim bu Genel
Müdüre bir tavsiyem olacak: Bence gitsin bir kendi falına baktırsın. O kendi
falında, Cumhuriyet Halk Partisinin iktidarında, yükselen burcunun yanında
başka şeyler görülüyor mu, mesela böyle kapılar, demir parmaklıklar görülüyor
mu? Yükselen burcunun yanında Cumhuriyet Halk Partisinin iktidarında, falına
baktırsın, belki bunlar görülüyordur.
Size sesleniyorum
sayın milletvekilleri, bu belgeleri önümüzdeki hafta basınla paylaşmayayım,
sizlerle paylaşayım, gereğini hep birlikte yapalım. Ama karar sizin. Siz,
araştırılmasın, böyle bir komisyon kurulmasın derseniz benim buna yapacak bir
şeyim yok. Gelin, reyting, reklam, verici, stüdyo ve cihaz alım ihalelerini
birlikte inceleyelim. Siz bunu kuracaksınız diye düşünüyorum. Sürekli olarak
“Yolsuzlukların üzerine gideceğiz.” , “Hortumları keseceğiz.” , “Hortumları
kestik.” diyenlerin burada ikircikli davranacağına hiç ihtimal vermiyorum.
Sonucu biraz sonra göreceğiz. Ben, kul hakkını, yetim hakkını, garip gurebanın hakkını önce Meclis sorsun diyorum.
Değerli
arkadaşlar, bakınız, TRT’nin bu dergisi, akıl almaz bir şekilde, son sayısında
Genel Başkanımıza hakaretler yağdırmış. TRT tarihinde bu bir ilktir ama Sayın
Genel Müdür bunu sürekli yapar, ya TRT’den yapar ya yandaş medyadan yapar ya da
hemşehrisi bazı İnternet sitelerinde, Avea destekli, yönetim kurulu üyesi olduğu yerlerden
destekli, telefon destekli -ayrıntılarını kendisi anlıyordur- insanlara hakaret
eder, iftira eder. Ama bu ülkede mahkemeler var, yargı var, bunun hesabı hep
birlikte sorulacaktır.
Değerli
arkadaşlarım, sayın milletvekilleri, sizlere şunu söylüyorum: TRT’de hepimizin
hakkı var. Biz hakkımızı istiyoruz. TRT’de Hükûmet
var, muhalefet yok; TRT’de işverenler var, işçiler, emekçiler yok; TRT’de
cemaatler var, demokratik kitle örgütleri, sendikalar, meslek odaları yok.
TRT’nin ilkesi bağımsızlık, ahlakı dürüstlük, çizgisi tarafsızlıktı. Şimdi TRT,
bir borazanlığın ötesinde AKP’nin vuvuzelası oldu.
Buna son vermek gereklidir. Bunun için -konuşmalarımızı kısa yapacağımıza da
söz vermiştik, bir dakika da sürem var- son sözüm olarak şunu söyleyeyim, Türk
halkına çağrımız şudur: Bu borazan niteliğindeki, bu vuvuzela
niteliğindeki TRT’yi izlemeyin, izlettirmeyin. Önümüzdeki hafta yolsuzluk
belgelerini açıkladığımda mahcup olmayacağınızı düşünüyorum, oraya
bırakmayacağınızı düşünüyorum. Büyük Millet Meclisinin değerli milletvekillerinin
kuracağı o komisyona bu belgeleri teslim etmek istiyorum. Sizi vicdanınızla baş
başa bırakıyorum. Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Grup önerisinin
aleyhinde Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Veysi
Kaynak, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
VEYSİ KAYNAK
(Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; sözlerime
başlamadan önce, sizin ve milletimizin, bütün İslam dünyasının Miraç Kandili’ni
kutluyorum, bu kandilin dünyaya ve İslam âlemine barış ve huzur getirmesini
temenni ediyorum.
Çok değerli
milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisinin, TRT ile ilgili araştırma
önergesinin görüşülmesi konusunda verdiği grup önerisinin aleyhinde söz almış
bulunuyorum.
Türkiye
Radyo-Televizyon Kurumu, özerk statüde kamusal yayıncılık yapan bir kurumumuzdur.
Özel yasayla 1964 senesinde kurulan bu kurum, kırk iki sene içerisinde çok
önemli hamleler yapmıştır. Bugün, TRT, dünya coğrafyasının büyük bölümüne
ulaşan, büyük bölümüne sesimizi duyuran bir kurum hâline gelmiştir.
1990’lı yıllarda
özel televizyon kanallarının açılması nedeniyle TRT’nin de kendisini çağın
gereklerine uydurması gerekmiştir. Bu nedenle, özellikle son yıllarda TRT de
büyük bir açılımın içine girmiştir.
Türkiye'nin
içinde bulunduğu coğrafya nedeniyle stratejik önem arz eden bir bölgede yer
alması, TRT’nin bu coğrafyada komşularımızla ve bütün dünyayla doğru bir
şekilde iletişimimizi sağlama gayreti içerisinde olması önemli bir sorumluluk
üstlenmesine sebep olmuştur.
Anayasa’mızın
133’üncü maddesi ile 2954 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu’nun 1’inci
maddesinde TRT Kurumunun özerkliği hükme bağlanmıştır. TRT Kurumu, bugün
itibarıyla, 13 televizyon kanalı, 6 ulusal, 6 bölgesel, 1 yerel, 2 uluslararası
radyo, 30 ilde web yayını, teleteks yayını ve dergisiyle Türkiye ve uluslararası
yayın kuruluşları ile yarışırken, kendi bünyesinde oluşturduğu yeni kanallarla
da kendisiyle rekabet edebilen bir yapıya kavuşmuştur.
Cumhuriyet Halk
Partisinin Meclis araştırması önergesi aslında üç önemli iddiayı içeriyor.
Bunlardan birincisi, az önce değerli Grup Başkan Vekilinin de ifade ettiği
gibi, TRT’de kadrolaşma iddiası. İkincisi taraflı yayın yapıldığı iddiası.
Üçüncüsü de TRT’nin alımlarında yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarıdır.
Türkiye
Radyo-Televizyon Kurumu şimdiki Genel Müdür Sayın İbrahim Şahin’in göreve
atandığı tarihten, yani 23/11/2007 tarihinden itibaren
bugüne kadar kurumun hizmet ihtiyaçları göz önünde bulundurularak asgari
düzeyde açıktan ve naklen personel almıştır. 2008, 2009, 2010 yıllarında Kamu
Personeli Seçme Sınavı çerçevesinde giriş sınavları sonucu açıktan ve/veya
naklen 611 kişinin atanması yapılmıştır. Bu dönemde 30 dilde
web yayınına başlanmış, TRT 6, TRT Avaz, TRT TÜRK, TRT Çocuk, TRT Müzik, TRT
Belgesel, TRT Arapça gibi yeni kanallar hizmete girmiş, kurumsal hizmetlerde
artış olurken, 1.236 kişinin emeklilik, vefat, istifa gibi nedenlerle TRT’den
ayrılması sonucu personel sayısı önemli ölçüde azaldığından, azalan personel,
hizmet alımı suretiyle giderilmiştir. Ancak bu dönemde götürü bedel
hizmet alımı sözleşmesiyle çalıştırılmakta olan kişilerin sosyal güvenlik ve
statüleri açısından ortaya çıkan sorunlar da giderilmiştir. Bununla birlikte
gerek mahkeme kararı ve gerekse Terörle Mücadele Kanunu gereğince yapılan
atamalar da söz konusu olmuştur.
TRT’de siyasi
partilere, aldıkları oy oranına ve Meclisteki sandalye sayılarına göre yer
verilmektedir. Haber bültenlerinde hükûmet icraatları
dışında bütün partilerin, Mecliste grubu bulunan partilerin haberleri
yapılmaktadır. TRT’nin mal ve hizmet alımları da gerek yargı gerek Kamu İhale
Kurumu denetimine tabidir.
Saygıdeğer
milletvekilleri, bu hususta sözlerimi fazla uzatmadan şunu arz ediyorum: Bütün
bu konularda elinde belgesi olan, elinde suç delili olan bunları götürüp
cumhuriyet başsavcılıklarına versin. Bizzat parti grubu olarak, AK PARTİ
camiası olarak ve AK PARTİ Hükûmeti olarak hiçbir
kirli işin arkasında olmayız, kirli işe bulaşanları da korumayız.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Kur o zaman komisyonu.
VEYSİ KAYNAK
(Devamla) – Savcılıklara gidin. Hangi savcılığa verdiniz belgelerinizi? Onların
dokunulmazlıkları mı var?
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Var, var. Başbakan izin vermiyor, izin.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – İzin vermiyorsunuz yargılanmasına.
VEYSİ KAYNAK
(Devamla) - Ayrıca, TRT’nin dergisinde falcının falcı haberini gerçekten şahıs
olarak ben de onaylamadım ama falcının kehanetinden alınganlık gösterenler
umudunu da falcıya bağlamış demektir.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Devletin bir dergisinde falcının ana muhalefet partisiyle ilgili
yorumu…
VEYSİ KAYNAK
(Devamla) – Biz umudumuzu falcıya değil, millete bağladık; bizim beklentimiz
falcıdan değil, milletimizdendir; rehberimiz falcılar değil, milletimizdir
diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Grup önerisinin
lehinde Antalya Milletvekili Mehmet Günal.
Sayın Günal, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
MEHMET GÜNAL
(Antalya) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Değerli
milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Tüm Türk milletinin ve
Türk-İslam âleminin Miraç Kandili’ni kutluyor, hayırlara vesile olmasını
temenni ediyorum.
Değerli
arkadaşlarım, TRT’yle ilgili araştırma önergesi üzerinde söz aldım. Daha önce
de bu konuları tartışmıştık, TRT Kanunu geçerken de tartışmıştık ama o günden
bugüne çok fazla bir değişiklik maalesef olmadı.
TRT, Türkiye için
çok önemli bir kurum. Kamu kurumu niteliğinde ve kamu hizmeti görüyor.
Dolayısıyla belli şartlara uyması gerekiyor. Kanunda, Anayasa’da belirtilen
hususlara riayet etmesi gerekiyor çünkü bizim ödediğimiz vergilerle
çalışmalarını yürütüyor. Çalıştırdığı kişilerin de yine ücretlerini bizim
ödediğimiz vergilerden veriyor. Onun için, bu önergenin hiçbir şekilde dikkate
alınmadan bir iktidar taassubu içerisinde reddedilmesi gelenek hâline geldi.
Daha önce de yine TRT’yle ilgili önergeler vardı, yine reddedilmişti.
Değerli
arkadaşlarım, TRT’nin, kuruluşundan bugüne Türk kültür hayatına önemli
katkıları olmuştur. Özellikle müzik, sanat, dil, diğer bütün kültür alanlarında
biz çocukluğumuzdan itibaren TRT’nin programlarıyla hem radyoda hem
televizyonda beynimizin arka planında sürekli olarak bunları izleyerek,
dinleyerek büyüdük. Birçok şeyde müzik toplulukları, korolar vardı.
Şimdi, özet
itibarıyla, kuruluş amacına uygun bir şekilde TRT’nin Türk milletine bu
anlamda, Türk milletinin geleceği için yetişecek nesillere bilgi aktarması,
ilgili programlar yapması gerekiyor. Maalesef bunları yapamadığını görüyoruz
değerli arkadaşlarım.
TRT görevleri,
sorumluluğu Anayasa’da ve TRT Kanunu’nda belirlenmiş. Anayasa’nın 133’üncü
maddesinde “Devletçe kamu tüzelkişiliği olarak kurulan tek radyo ve televizyon
kurumu ile kamu
tüzelkişilerinden yardım gören haber ajanslarının özerkliği ve yayınlarının
tarafsızlığı esastır.” denilmektedir.
Şimdi, TRT
Kanunu’nda ne deniyor bu konuda? “Bu Kanunun amacı, radyo ve televizyon ile tüm
medya araçlarından yapılan yayınların düzenlenmesine ve özerkliği ve
tarafsızlığı Anayasada hükme bağlanan Türkiye Radyo-Televizyon Kurumunun
kuruluş, görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin esas ve usulleri
belirlemektir.”
Dolayısıyla, bir
değerlendirmeye geçmeden önce, yine bu konuda Anayasa Mahkemesinin daha önce
almış olduğu bir karardaki kısa bir hususu sizlere aktarmak istiyorum değerli
arkadaşlarım.
Deniliyor ki:
“Siyasal iktidarların müdahalelerine açık olan kurumlar, çalışmalarında
başarılı olamaz ve hızlı bir bozulmaya uğrarlar. Hukuksal gereklerin yerini
siyasal istemlerin alması durumunda bu sonuç kaçınılmazdır. Hukuk devletinde
ise adaletin, hak ve özgürlüklerin gereklerine uyulması savsaklanamayacağı gibi
yöneticilerin kişisel tutumlarına, gelişigüzel isteklerine de bırakılamaz.
Anayasa’nın radyo-televizyon yayınlarının çok yönlü etkinliği gereği sağladığı
güvencenin anlamına ters düzenlemeler uygun karşılanamaz. Burada temel amaç,
radyo-televizyon yönetiminin siyasal iktidarın etkisinden uzak tutulmasıdır.”
Burayı bir daha
dikkatlerinize sunuyorum arkadaşlarımız konuşmaya daldığı için: “…temel amaç,
radyo-televizyon yönetiminin siyasal iktidarın etkisinden uzak tutulmasıdır.
Dışlanan etki, yalnız siyasal iktidarla sınırlı olmayıp tüm yönetim makamlarının,
siyasal partilerin, gerçek ve tüzelkişilerin de yansızlığı gölgeleyecek tutum
ve davranışlarına kapalılığı anlatır.” diyor ve bu şekliyle devam ediyor daha
önce Anayasa Mahkemesinin almış olduğu bir karar.
Değerli
arkadaşlarım, daha önce de burada bu konuyu tartıştığımız zaman Grup Başkan
Vekiliniz Sayın Suat Kılıç demişti ki: “Biz herkesin haberlerini adaletli
olarak veriyoruz.” Maalesef, hâlâ… Ben tutanaklara baktım, aradan dört ay
geçmiş…
SUAT KILIÇ (Samsun) – Biz vermiyoruz, bizimle
alakası yok, orası TRT.
MEHMET GÜNAL
(Devamla) – Aynı cümleyi yine kullanmışsınız. Dün “Prompter’den
mi okuyorsunuz?” demiştim, yine “Biz vermiyoruz.” demişsiniz. Hükûmete bağlı olarak bir kurum.
SUAT KILIÇ
(Samsun) – Hükümete değil, TRT devlete bağlı.
MEHMET GÜNAL
(Devamla) – Devletin televizyonu olmadığı için zaten tartışıyoruz, devletin
televizyonu olsa… Şunu söylemiştik, verdiğimiz soru önergeleri var, şunu
söylemiştim Sayın Kılıç, tekrar ediyorum talebimi: Bir aylık programların
dökümünü, bir aylık, periyodik olarak haber programlarında, hangi partiye,
hangi şahsa, kaçar dakika yer verildiğini… Siz bunu yapabilirsiniz, biz
soruyoruz… Sayın Şahin’den de sizden de hâlâ gelmedi. 8 Nisan -bugün 8’i yine-
8 Temmuz, üç ay geçmiş bunu konuştuğumuzdan bu yana. İstirham ediyorum, bana
getirin, ben de gerçekten şu kadar varmış, haksızlık etmişiz Sayın Kılıç’a
diyeceğim veya Sayın İbrahim Şahin’e diyeceğim.
SUAT KILIÇ
(Samsun) – Tamam. Genel Müdüre…
MEHMET GÜNAL
(Devamla) – Siz söylediğiniz için size söylüyorum. O gün dediniz ki: “MHP en
azından geliyor, veriyoruz.” diye.
Şimdi, burada,
değerli arkadaşlarım, öyle programlar var ki, TRT kanalı bir yönlendirme ve manipülasyon kanalı hâline gelmiş. Onlara da cevap gelmedi.
Bakın, arka arkaya bunları söyledik, dedik ki: Bu süre içerisinde yapılan
yayınlarda, efendim habercilik yapıyoruz diye Sayın Genel Müdür açıklamıştı
biliyorsunuz. E, peki, arkasından geldiği zaman düzeltme yapıyor musunuz?
Hayır. E, şimdi, bu ilginç bir şey. Özellikle manipülasyonun
en önemli örneği de daha önceki Reşadiye olaylarında ve yine buradaki kamyonlu
haberde gelmişti. E, bakıyoruz, şimdi, Genelkurmay Başkanlığı gibi bir kurum
TRT’ye dava açmış. Nasıl olur da devletin iki kurumu, devletin olması gereken
kurum bu şekliyle davalı hâle gelebilir? Peki, ne diyor Sayın Genel Müdür? Bu
konuda bir açıklama yok. Sayın Bakandan da o tip, bizim sorularımıza yazılı bir
bilgi gelmiyor. Ne yapıyorlar? Efendim, bu arada, sürekli olarak dışarıya
program yaptırmaya devam ediyorlar. Vallahi, ben, izlemekten artık imtina
ediyorum. Eskiden sürekli TRT 2 açık olurdu, TRT Habere bakardık, şimdi
bakıyoruz sürekli olarak birileri program yapıyor. Bunların hepsi de yorumcu.
Belli kanallardan gelmişler, TRT’ye dışarıdan program yapıyorlar.
Değerli
arkadaşlarım, sürekli olarak TRT’de şu şu kadrolar
açıldı deniyor. TRT’nin teknik kadroları var, yeterli elemanları da var.
Nedense sürekli olarak dışarıya bir kaynak aktarımı var, sürekli olarak
dışarıdan program satın alınması var “danışmanlık hizmeti” adı altında da
sürekli olarak hizmet satın alma var. Bu durumun baştan sona bir araştırılması
ve TRT’nin etkin bir şekilde işletilmesi gerekiyor.
Burada çok ilginç
bir şey vardı, Sayın Genel Müdürden de, Hükûmet
kanadından da maalesef bu konuda bir açıklama gelmedi. Daha önce, malum, bu manipülasyonlar yapılırken Tuncay Güney’le ilgili
röportajlar yayınlanmıştı. Onun üzerine Sayın Genel Müdüre röportajında
sordular, “Falancayı da ekrana çıkarır mısınız?” diye. Kendisi gülerek cevap
veriyor: “Efendim, bizim Osman Öcalan’la da yapılmış röportajımız var.”
“Nerede?” diyorlar. “Kasamda duruyor, zamanı geldiğinde açıklarım.” diyor. Ben
şimdi soruyorum: Ne zaman zamanı gelecek? Açılım işleri yolunda gitseydi
gelecek miydi? Sayın Genel Müdür hâlâ bu programın kasetini kasasında tutuyor mu?
Bunun içerisinde ne var ben merak ediyorum. Bir taraftan şehit haberleri
gelmeye devam ediyor, bir taraftan Genel Müdürün kasasında hâlâ Öcalan
röportajı duruyor. Böyle bir şeyi yapmış olsanız bile röportaj sırasında
“Kasamda duruyor.” demeyi ben anlayamıyorum. Bir de zamanı ne zaman gelecek, ne
zaman yayınlanacak bunlar?
İşte bunlar TRT’nin bir yönlendirme, manipülasyon aracı olarak, iktidarı aklama aracı olarak
kullanıldığını gösteriyor. Maalesef hâlen daha burada bize söylenenlerin
hiçbirisinde tutarlı bir cevap, tutarlı bir bilgi gelmemiş durumda. Tekraren
söylüyorum, eğer varsa bununla ilgili, üç ay geçti, o gün yine hatırlatmıştım
TRT Şeş’le ilgili soruşturma açılmış diye. Ne Bakandan ne Genel Müdürden
herhangi bir bilgi, AKP grubundaki yetkili arkadaşlarımızdan da maalesef
gelmedi. Soru önergeleri soruldu, onlara da verilen cevaplarda doğru dürüst bir
cevap yok. Bir soruşturma açılmışsa sonuçlarının -ama olumlu ama olumsuz-
şunlar şunlar oldu, şu suçlar sabit bulundu, bunlar
bulunmadı diye gelmiş olması gerekiyor.
Biz, Milliyetçi
Hareket Partisi olarak Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumunun önemini, rolünü
yerine getiremediğini, maalesef iktidarın borazanı hâline geldiğini ve bu
çerçevede de Türk milletinin geleceğine hizmet etmesinin mümkün olmadığını
düşünüyoruz. Burada bir taraftan TRT Şeş kurarken, bir taraftan Arapça yayınlar
yaparken maalesef Türkçe kısmının çok zayıf kaldığını ve sadece yönlendirmeye
yönelik haber programları ve paket programların dışarıya yaptırıldığını
görüyoruz ve bundan hicap duyuyoruz. Net bir şekilde, bu söylediğimiz
hususlarda bilgi bekliyorum.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET GÜNAL
(Devamla) – Toparlıyorum Başkanım, teşekkür ederim.
Üç ay geçmesine
rağmen henüz bir bilgi maalesef gelmemiştir. Ben söylediğim zaman sizler
gülmüştünüz, “Burası AK-RT oldu” demiştim TRT yerine ama maalesef giderek bu
şey devam ediyor. AK-RT olmanın ötesinde aklama televizyonu hâline gelmiş
bulunuyor. Başarısızlıklarının üstünü örtmek üzere ve Hükûmetin
icraatlarını pembe tablolarla millete sunmak üzere birtakım programlarla manipülasyonlar yapılmaya devam ediliyor. Devletin bu güzide
kurumunun yapmış olduğu çalışmaların araştırılması, yolsuzlukların
araştırılması ve nitelikli kadroların buraya istihdam edilmesi gerektiğini
düşünüyoruz.
Bu duygu ve
düşüncelerle CHP grup önerisinin lehinde oy kullanacağımızı bildiriyor,
sizlerden de destek talep ediyor, saygılar sunuyorum. (MHP ve CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Günal.
Grup önerisinin
aleyhinde Trabzon Milletvekili Safiye Seymenoğlu,
buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
SAFİYE SEYMENOĞLU
(Trabzon) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; CHP Grubunun TRT ile ilgili
araştırma önergesinin görüşülmesi amacıyla verdiği grup önerisinin aleyhinde
söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, eskiden TRT’yi çiftliğe çevirenler şimdi kurumu hedef
tahtasına koymakta, birbiri ardına yaptığı atılımlarla yayıncılıkta söz sahibi
olan kurum asılsız iddialarla yıpratılmaya çalışılmaktadır.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Haftaya görürsün iddiaları.
SAFİYE SEYMENOĞLU
(Devamla) - Bugün CHP’nin gündeme alınmasını istediği araştırma önergesine konu
TRT, yakın tarihimizin en önemli kurumlarından biridir.
TRT devlet adına
radyo ve televizyon yayınlarını gerçekleştirmek amacıyla 1964 yılında özel
yasayla, özerk, tüzel bir kişiliğe sahip olarak kurulmuş bir kurumdur. 1972
senesinde Anayasa’da yapılan değişiklikle TRT tarafsız kamu iktisadi kuruluşu
olarak tanımlanmış, 1993 yılında özel televizyonlara izin verilmesiyle birlikte
TRT’nin özerkliği yeniden tesis edilmiştir. Özel televizyonların artması
rekabeti de beraberinde getirmiş, TRT daha kaliteli, hızlı ve aktif yayıncılık
yapabilmek için sürekli yeni hamlelerde bulunmuştur. Özellikle son iki yılda
TRT hem Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde hem de dünya coğrafyasında
izlenebilirlik adına birbiri ardına önemli hamlelerde bulunmuştur.
1 Kasım 2008’de
faaliyete geçen TRT Çocuk Türkiye’nin ilk çocuk kanalı olmuştur. 1 Ocak 2009
itibarıyla ise TRT 6 Kürtçe, farklı dil ve lehçelerde yayın yapan kanal olarak
yayın hayatına başlamıştır. Bunu da 250 milyon nüfuslu coğrafyaya seslenmesi
amaçlanan TRT Avaz takip etmiştir. Türkçe haber kanalı TRT Türk, bölgesel
yayınlar alanında TRT Anadolu, müzik alanında yayın yapan TRT Müzik, belgesel
kanalı TRT Belgesel ve Arapça, TRT Arap kanalları izleyicilerle buluşmuştur.
Değerli
milletvekilleri, TRT, bugün 14 televizyon kanalı, 6’sı ulusal, 6’sı bölgesel, 1
yerel, 2 uluslararası radyo kanalı, 32 dil ve lehçede yayın, ayrıca
dergileriyle gerek ülkemize gerekse dünyaya yayıncılık yapmaktadır. Ülkemiz
için böyle önemli görevler ifa eden TRT Kurumunu dünyaya sesimizi duyurduğu
için tebrik ediyor, başarılı çalışmalarının artarak devam etmesini diliyorum.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi gündeminin belirlenen takvimi ve yoğunluğu dolayısıyla CHP’nin
grup önerisine “Hayır” oyu vereceğimizi belirtiyor, bütün Müslüman âleminin
Miraç Kandili’ni kutluyorum, hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Öztürk, buyurun efendim.
VI.-
AÇIKLAMALAR (Devam)
5.-
Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Edirne ili
Keşan ilçesi Küçükdoğanca köyü yakınlarındaki, özel
sektöre ait, yer altı kömür ocağında 7 Temmuz 2010
tarihinde meydana gelen yangına ilişkin açıklaması
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Sayın Başkanım, Edirne Keşan ilçesi Küçükdoğanca
köyü yakınlarında, Kale Madencilik adlı özel sektöre ait yer altı kömür ocağında 7 Temmuz 2010 tarihinde saat on civarında meydana
gelen yangınla oluşan göçükte 3 kişi mahsur kalmıştır. Bu kişilerin kurtarılma
çalışmaları hâlen devam etmekte olup şu an itibarıyla henüz
kurtarılmamışlardır. Umuyorum ve diliyorum ki, bu insanlarımız sağ salim yer
altından çıkarılırlar, acı bir haberle karşılaşmayız. Ben bu vesileyle söz
aldım. Artık bu madenlerde özellikle meydana gelen ve adına “kaza” denilen bu
tip cinayetlerin bir an önce önlenmesi ve özellikle Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığımızın elimizdeki yasal mevzuatın uygulanıp uygulanmadığını denetlemesi
ve görevini yapması gerektiğini düşünüyorum. Madencilik camiasına geçmiş olsun diyorum.
BAŞKAN – Biz de
maden işçilerimize geçmiş olsun diyoruz. Ümit ediyorum, inşallah, sağ salim
kurtarılırlar.
VIII.-
ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
3.-
(10/515) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmelerinin, Genel
Kurulun 8/7/2010 Perşembe günkü birleşiminde
yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi (Devam)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.
Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.
1’inci sırada yer
alan, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
IX.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.-
Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)
BAŞKAN –
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2’nci sırada yer
alan, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.-
Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı:
321)
BAŞKAN –
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3’üncü sırada yer
alan, Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına
Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para
Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
3.-
Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak
İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana
Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/761) (S.
Sayısı: 458)
BAŞKAN –
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
4’üncü sırada yer
alan, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı; Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve 4 Milletvekilinin Benzer Mahiyetteki Kanun
Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden
devam edeceğiz.
4.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun
ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı;
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili
Mustafa Elitaş ve 4 Milletvekilinin Benzer
Mahiyetteki Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/845, 1/884,
2/701) (S. Sayısı: 506) (x)
BAŞKAN –
Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
Komisyon raporu
506 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Sayın
milletvekilleri, alınan karar gereğince bu tasarı İç Tüzük’ün 91’inci maddesi
kapsamında görüşülecektir. Bu nedenle tasarının tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra bölümler hâlinde
görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı
oylanacaktır.
Tasarının tümü
üzerinde ilk söz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili
Sayın Necla Arat’a aittir.
Sayın Arat,
buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA
NECLA ARAT (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına İlişkin 506 sıra sayılı Kanun Tasarısı üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum.
Sayın
milletvekilleri, bu kanun tasarısıyla Ankara, Bursa, İstanbul, İzmir, Konya,
Kayseri ve Erzurum’da 7’si devlet, 1’i de Antalya’da vakıf üniversitesi olmak
üzere 8 yeni üniversite daha kurulmak istenmektedir. Böylece tüm
üniversitelerin sayısı 146’ya yükselecektir. 2002 yılında 53’ü devlet, 23’ü
vakıf olmak üzere 76 üniversitemiz bulunmaktaydı. AKP “Her ile bir üniversite
açacağız.” sloganıyla yola çıkarak 2003’ten bu yana 42’si devlet, 28’i vakıf
olarak toplam 70 yeni üniversite kurmuştur. Yani AKP’nin her yılına 14
üniversite sığdırılmaya çalışılmıştır.
Biz, Cumhuriyeti
Halk Partisi Grubu olarak defalarca, üniversite kuruluşlarına karşı olmadığımızı
ama yangından mal kaçırırcasına kurulan ya da resmî işlemleri kâğıt üzerinde
tamamlandığı hâlde binaları, öğretim üyeleri, vizyon
ve misyonu belirsiz, eksik yapılanmalara, ayrıca bu yapıları oluşturmadaki
çarpık ideolojik nedenlere ve yandaşlık ilişkilerine dayanan antidemokratik
yönteme hep karşı çıktık. Altyapıları tamamlanmadan, öğretim üyesi ihtiyacını
karşılamaya yönelik hazırlıklar yapılmadan ve ekonominin ihtiyacı olan iş gücü
göz önüne alınmadan, lise standardında üniversite kurmanın bir yararı olmayacağını
bıkmadan, usanmadan yineledik.
(x) 506 S. Sayılı
Basmayazı 07/07/2010 tarihli
130’uncu Birleşim Tutanağı’na eklidir.
Muhalefet olarak,
mezunlarının istihdam oranı düşük ya da olanaksız fakültelerin açılmaması
gerektiği üzerinde de önemle durduk. Örneğin, 250 binin üzerinde eğitim
fakültesi mezunu öğretmen atanma beklerken yeni üniversitelerde artık eğitim
fakültelerinin açılmaması gerektiğini, vakıf üniversitelerinde eğitim
fakültelerine yer verilmemesi gerektiğini dile getirdik. Bu süreç içinde,
iktidarın, planlamasını yaptığı üniversitelerin kuruluşlarını hızla
yasalaştırırken uyguladığı antidemokratik yönteme her defasında karşı
çıktık. Üniversitelerin iktidarın
güdümünde, yani siyasetin vesayetinde olmaması gerektiğini savunduk. Millî
Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu üyeleri olarak emrivakiler karşısında
kalmak istemediğimizi, özellikle vakıf üniversiteleri kurulurken ayrıntılı
bilgilendirme yapılmasını beklediğimizi vurguladık ama çok kez bu taleplerimize
karşılık verilmedi.
Örneğin, bu son
tasarı görüşülürken Plan ve Bütçe Komisyonunda da muhalefetin Kayseri Abdullah
Gül Üniversitesi ve Uluslararası Antalya Üniversitesine ilişkin ayrıntılı bilgi
isteğine, Millî Eğitim Bakanı Sayın Çubukçu’nun,
vakıf üniversitelerin kurulmasına ilişkin evrakların altı yüz ile iki bin sayfa
arasında değiştiği ve her şeylerinin YÖK tarafından araştırılıp uygun görülerek
Bakanlığa sunulduğu türünden ilginç bir yanıt verdiğine tanık olduk.
Sayın
milletvekilleri, eğer üniversite kurma yöntemi ahbap çavuş ilişkileri içinde bu
şekilde işleyecekse kanun tasarısının Plan ve Bütçe Komisyonuna, Millî Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonuna ve sonunda Meclis Genel Kuruluna
getirilmesinin bir anlam taşıyıp taşımadığını, millî iradenin gerçekte nerede
tecelli ettiğini tartışmamız gerekecektir.
Öte yandan, bu
tür hızlı üniversitelerin teknolojik yenilikler yaratmak, bilgi üretmek, bulundukları
şehir ve bölgenin ekonomik ve sosyal kalkınmasına katkı sağlamak bir tarafa,
öğrencilere de çekici gelmediklerini bilmekteyiz. Nitekim,
ÖSYM verilerine göre 2009 ÖSS tercih listesinde yeni kurulan üniversiteler pek
rağbet görmemiştir. Yeni açılmış üniversiteler adayların ilk tercihlerinde en
az yer verdikleri kurumlar olarak göze çarpmaktadır. Örneğin, Şırnak
Üniversitesini 857, Tunceli Üniversitesini 699, Iğdır Üniversitesini 621, Gebze
İleri Teknoloji Enstitüsünü 118 aday ilk tercih olarak yazmıştır.
Hükûmet, bu tasarının genel gerekçesinde ülkemizdeki teknik ve sosyal
gelişmeler ile nüfus artışı sonucunda mevcut üniversitelerin var olan
ihtiyaçları karşılamada yetersiz kalmasının yeni devlet üniversitelerinin
kurulmasını gerektirdiğini öne sürmektedir.
AKP, nüfus
artışını azaltacak, istihdamı artıracak rasyonel yöntemler bulup uygulamak
yerine, sayıca daha fazla ve daha niteliksiz üniversite kurarak bu problemin
üstesinden geleceğini ummaktadır ama çok yanılmaktadır. Nitekim,
Üniversite Konseyleri Derneği de son yıllardaki bu hızlı üniversite kurma
furyasını ağır şekilde eleştirmekte ve akademiyi sonlandırma atağı olarak
niteleyip üniversitelerin hem gericileştirildiklerini hem de
ticarileştirildiklerini öne sürmektedir. Konseye göre üniversiteler üniversite
olmaktan çıkartılmakta ve bilenen anlamıyla akademik kurumlara son
verilmektedir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; eleştirilerimize ve yerine getirilmeyen haklı
isteklerimize karşın AKP’nin her zamanki gibi, yani oy çokluğu ile tasarıdaki
yeni yedi devlet üniversitesi ile yeni bir vakıf üniversitesini kuracağını
hepimiz biliyoruz ama Gaye Eğitim, Sağlık, Spor ve Çevre Vakfının Antalya’da
kurmayı istediği vakıf üniversitesinin öyküsüne geçmeden önce bir iki önemli
noktaya daha değinmek istiyorum.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu olarak Bilkent Üniversitesinin adının gerçek kurucusu Profesör
Doktor İhsan Doğramacı’nın adını alarak “İhsan
Doğramacı Bilkent Üniversitesi” şeklinde değiştirilmesine hiçbir itirazımız
yoktur ama öteden beri, kurumlara yaşayan kişilerin adlarının verilmesini teamüle
aykırı gördüğümüz için Kayseri’de kurulacak olan devlet üniversitesinin adının
“Kayseri Üniversitesi” olarak öngörülmüşken bazı AKP milletvekillerinin
teklifleri ile “Kayseri Abdullah Gül Üniversitesi” olarak değiştirilmesini
ciddi devlet yönetimi anlayışıyla bağdaştıramıyoruz. Çünkü bir kuruma adı verilecek kişinin o kuruma gerçek anlamda
katkısının ne olduğu ve hangi başarıları ile bu kuruma adının verildiği
objektif nedenlerle gerekçelendirilmeden, yaşayan, makam sahibi kimselerin
adlarını kamu yatırımlarına, tesislere, üniversitelere vermenin doğru
olmadığını düşünüyoruz.
Öte yandan, bir
devlet üniversitesinin bulunduğu bir kentte ikinci bir devlet üniversitesinin
kurulması yerine, üniversitesi bulunmayan kentlere kaynak aktarımının daha
rasyonel olduğunu düşünüyoruz.
Esasen Kayseri
Üniversitesi tam anlamında bir devlet üniversitesi olmayıp bir melez üniversite
görünümündedir çünkü arsası Melikgazi ilçesinde hazır olan bu projenin
altyapısını Anakent Belediyesi, binalarını ise odalar, kamu kurum ve
kuruluşları, sivil toplum örgütleri ve hayırseverler yapacakmış, devletten
beklenen yalnızca kadro tahsisiymiş.
Sayın
milletvekilleri, üzerinde önemle durduğumuz bir başka konu da ister devlet
ister vakıf olsun yeni kurulan üniversitelerde öğrencilerin barınma, yani yurt
sorunlarının öncelikle çözülmesi gerektiğidir. Bunu her defasında vurguluyoruz
çünkü 2009 yılında da üniversiteli 500 bin öğrenciden yalnız 90 binine barınma
hizmeti verilebilmiştir ve yaklaşık 400 bin öğrencinin pek çoğu tarikat ve
cemaatler tarafından kurulan dernek ve vakıfların elindeki özel yurtların
kucağına itilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, bu kanun tasarısına Hükûmet
tarafından 2010 tarihinde sevk edilen ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığınca 24 Mayıs 2010 tarihinde, on gün sonra, esas komisyon olarak Millî
Eğitim Komisyonumuza havale edilen “Uluslararası Antalya Üniversitesi” adlı
vakıf üniversitesinin tasarıya alınması için ne yazık ki özel ve ayrıcalıklı
bir işlem yapılmıştır. Şimdi size bu
özel ve ayrıcalıklı işlemin öyküsünü anlatacağım.
Antalya’da
üniversite kurmak için çalışmalarını üç yıl önce başlatan Akdeniz Eğitim Vakfı AKEV’e 2007 yılında Antalya Defterdarlığı tarafından Serik
ilçesi Kadriye beldesinde
Sayın
milletvekilleri, işte “ahbap çavuş ilişkileri ile üniversite kurmak” derken bu
gibi örnekleri kastetmekteyiz.
Gaye Eğitim,
Sağlık, Çevre ve Spor Vakfının daha önceki eğitim ve benzeri gibi, sağlık,
çevre, spor gibi etkinliklerine ilişkin elimizde herhangi bir bilgi
bulunmamaktadır. Bu bilgiler istendiğinde de Sayın Bakanın tutumunun bu isteği
reddetme biçiminde olduğundan söz etmiştim. İnternet’e bilgi için
başvurduğumuzda, bu Vakfa ait üç ayrı yerde bilgiye rastlayabildik. Bunlardan
bir tanesi, bu Vakfın 28 Nisan 2005’te Kutlu Doğum Haftası etkinliği
düzenlediğini söyleyen bir haber.
Bir ikincisi, 11
Şubat 2010 tarihli Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi Rektörlüğünün 421
no.lu Toplantısı’nda alınan Yönetim Kurulu kararları arasında Vakfın adının
geçmesi. Nasıl geçiyor Vakfın adı? “İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı
Profesör Doktor Hasan İbicioğlu’nun Gaye Eğitim Vakfı
tarafından Antalya’da kurulmakta olduğu bildirilen vakıf üniversitesinin
kurulma ve organizasyon yapısının planlanmasında ve sunulmasında eğitim ve
danışmanlık hizmeti vermek üzere görevlendirilmesine ilişkin teklif kabul
edilmiştir.” diye geçiyor.
Şimdi, adı geçen
Sayın Profesör Doktor Hasan İbicioğlu ise Türbana
Özgürlük Bildirisi’ni imzalayan öğretim üyelerinden olup Şubat 2008’de
imzacılar arasında yer almış, Ağustos 2008’de ise dekanlığa atanmış olan bir
öğretim üyesidir.
Sayın
milletvekilleri, üniversite sistemimizin kanayan bir yarası da rektör ve dekan
seçimlerinde adayların kurumlarında yapılan eğilim yoklamalarında aldıkları
oylardan çok, Başbakan ve Cumhurbaşkanına ya da tarikatlara yakınlıklarının ve
Türbana Özgürlük Bildirisi’ne imza atıp atmamış olmalarının rol oynamasıdır.
Örnek vermeyeceğim, hepiniz günlerdir köşe yazarlarının bu konudaki ağır
eleştirilerini zaten okumaktasınız. Marmara Üniversitesi ve Giresun Üniversitesi
örnekleri bile nasıl bir durumun yaşandığını gayet güzel bir şekilde
sergilemektedir.
Yine, üçüncü
haber nasıl geçiyor Gaye Vakfıyla ilgili? Bir Yönetim Kurulu kararı, yine
Süleyman Demirel Üniversitesinin bu Vakfa bir mütevelli heyet üyesi görevlendirdiğini
söyleyen bir haber bu ama tarihlere dikkat ettiğinizde -yani 11 Şubat 2010 ve
29 Nisan 2010’da- bu üniversitenin kuruluş işlemleri henüz tamamlanmamış olduğu
hâlde lehte tamamlanacağının önceden kesin olarak bilindiğini bize göstermekte
bu tarihler. İşte konuşmamın başlangıcında emrivakilerden söz ederken bu türden
örnekleri kastetmiştim.
Sayın
milletvekilleri, vakıf üniversitesi kurabilmek için pek çok koşul arasında
öncelikle neler gerekli, şimdi kısaca anımsayalım. Her şeyden
önce, bina, araç gereç ve diğer eğitim öğretim tesis ve malzemelerinin hazır
bulunduğunu, hazır olmayanların sağlanması için yeterli kaynağın tahsis
edildiğini, bu mal varlığının kurulacak yükseköğretim kurumuna kuruluşundan
sonra -eğitim öğretim faaliyetine başlamadan önce- en geç üç yıl içerisinde
özgülenmesini, mülkiyeti devredileceklerin devredileceğine ilişkin yetkili
organların noter onaylı kararları ve bununla ilgili belgelerin gerekli olduğunu
biliyoruz. İkinci olarak, taahhütleri arasında bir üniversite kurulması
için mülkiyeti devredilecek asgari düzeyde yeterli mal varlığı dışında emlak ve
mallar varsa bunlara ilişkin kira, aidat ve her türlü ödemelerin kurucu vakıf
tarafından taahhüt edilmesi ve bu ödemelerin kurucu vakfın uhdesinde kalan
taşınır taşınmaz mal varlığı ile karşılanabilecek durumda olması gerekli. Ayrıca, vakıf yönetim organı dışında yükseköğretim kurumunun
mütevelli heyetinin 7’den az olmamak üzere kaç kişiden oluşacağını, mali ve
idari konularda mütevelli heyet ve dışındaki organlardan hangisinin karar
vermeye yetkili olduğunu belirten Vakfın yetkili organlarının kararının ve
mütevelli heyet üyelerinin öz geçmişlerini belirten belgelerin gerekli olduğunu
da biliyoruz ama Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, vakıflarla ilgili
gerekli olan bu belgeleri bilmemize rağmen, kurulmak istenen Uluslararası
Antalya Üniversitesi niçin uluslararasıdır, bilmiyoruz; hangi dilde öğretim
yapacaktır, bilmiyoruz; bloke ettiği 100 milyon ve hazine arazisinden tahsis
edilen arsa dışında mal varlığı, emlak, arsa, finansman kaynakları nedir,
bilmiyoruz; basından öğrendiğimiz bir ikisi dışında vakıf yönetim kurulu üyeleri
kimlerdir, mütevelli heyet kimlerden oluşacak, bilmiyoruz; bu vakıf
üniversitesi parasız mı olacak, bilmiyoruz; Vakfın eğitim, sağlık, spor ve
çevre konusunda bugüne kadar Antalya ilimize ne gibi katkıları olduğunu da
bilmiyoruz.
Bu nedenle, sayın
milletvekilleri, kurulması önerilen Uluslararası Antalya Üniversitesine bugün
oy verirken bildiklerimizi bilmediklerimizle karşılaştırarak anlamlı bir
şekilde “evet” ya da “hayır” diyeceğinizi ummak istiyor, Genel Kurula saygılar
sunarak sözlerime son veriyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Arat.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Samsun Milletvekili Sayın Osman Çakır.
Buyurun efendim.
(MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA
OSMAN ÇAKIR (Samsun) – Sayın Başkan, değerli üyeler; öncelikle yüce
milletimizin kandilini kutlamak istiyorum ve maden işçilerimize de geçmiş olsun
diyorum. Bu vesileyle Türk yükseköğretimine hizmet etmiş ve önemli başarılar
sağlamış Sayın İhsan Doğramacı’yı da minnet ve
şükranla anmak istiyorum. Ayrıca Türk yükseköğretimine hizmet etmiş olan bütün
yöneticilere de burada teşekkürlerimi iletmek istiyorum.
Dün akşam bir
tartışma yaşadık. Bursa milletvekillerimizin vermiş olduğu Bursa Teknik
Üniversitesi konusunda kanun teklifi maalesef iki yıl sonra verilen bir kanun
teklifiyle birleştirilmemiş, iki yıl önceki kanun teklifi yok sayılarak daha
sonra AKP Grubunun vermiş olduğu teklif gündeme alınarak Plan ve Bütçe
Komisyonundan geçirilerek tartışılmıştır. Bu fevkalade yanlıştır. Her ne kadar
İç Tüzük’te yapılabilir, edilebilir deniyorsa da teamüllere aykırıdır. Bir
kere, fikrî mülkiyet haklarına da aykırıdır. Eğer Türkiye
Büyük Millet Meclisi olarak biz burada fikrî mülkiyet haklarına saygı
göstermezsek, iki yıl önce arkadaşlarımızın düşündüğü dikkate alınarak kanun
teklifi hâline getirdiği bu teklifi yok sayarsak ve onların fikri üzerine
kendimiz gasbederek -bir nevi kopyalama ve intihal
teşebbüsünden farkı yoktur- kendi kanun teklifimizi verip de sanki bunu
çoğunluğumuza, Millet Meclisindeki çoğunluğa dayanarak biz kuruyormuş gibi
davranırsak fevkalade yanlış yapmış oluruz. Bu yanlış yapılmıştır. Akşam
da bütün itirazlar yok sayılmıştır. Keşke bugün, bu sabah o konu halledilerek,
bu teklif birleştirilerek burada bu kanunun görüşülmesine geçseydik daha iyi
olurdu.
Değerli
milletvekilleri, zaman, insanlığın gelişimini ve çağı iyi analiz edememiş
toplumların geriye düştüğü ve diğerleriyle aralarındaki mesafenin giderek
açıldığı bir süreçte ilerlemektedir çünkü biliyoruz ki yeni gelişme ve
dinamikleri kavrayamayanlar bunun için ihtiyaç duyulan gerekli atılım ve
dönüşümleri de başaramayacak olanlardır. Dünya coğrafyası, ayakta duramamış,
varlığını sürdürememiş ve saman alevi gibi parlayıp sönmüş yüzlerce toplumun
bugün enkaz ve harabe hâline gelmiş kalıntılarıyla doludur.
Bu nedenle,
Türkiye, kendi rotasını kendisi çizen, kendi stratejilerini kendisi uygulayan
bir ülke olmak zorundadır. Bunun gereği ve temel şartı, büyük devlet
geleneğimizi ve tecrübe birikimlerimizi yeni yüzyılın şartlarında yeniden
yorumlayarak kalkınma ve gelişme sürecimizi bir an önce tamamlamaktır. Bu yönde
kararlı bir siyasi iradenin oluşması hâlinde, Türkiye'nin muhteşem konumu,
milletimizin millî ve manevi birikimleri ve zorlukları aşmada gerekli, yeterli
ivme bize bunu sağlayacaktır.
Bu ilerleyişin
öncüsü ise milletin değerlerini taşıyan ve millî kimliğinin farkında olan
eğitimli ve donanımlı aydınlarımız olmalıdır çünkü millî kimliğimizin farkında
olan aydınlar devlet ile millet arasındaki rabıtayı da sağlayacak olanlardır.
Millî Mücadele sürecimizde de Türk aydınlarının sadece kahramanlıklarıyla
değil, toplumun değerlerini bütünüyle kavrayıp temsiliyle başarılmış ve
cumhuriyetimiz de bunun üzerine kurulmuştur.
Böyle bir bakışın
gereği olarak bugün üniversitelerimizin mensuplarının milletimize karşı büyük
bir hizmet sorumluluğu bulunmaktadır. Türk üniversitelerinin kendi içlerine
kapanmışlığını terk ederek 21’inci yüzyılın gerektirdiği her türlü hizmeti Türk
insanına sunmak mecburiyeti vardır. Ancak millet olarak bugün yaşadıklarımızın
karşısında Türk üniversitelerinin suskun kaldığı, yaşadığımız problemlere ve
ihanetlere karşı gereken tepkiyi ve cevabı vermekte çok yetersiz kaldığı açıkça
görülmektedir. Bu durumu olağan veya normal olarak kabul etmek mümkün değildir
çünkü aksi durum üniversitelerimizi yok kabul etmekten başka bir şey değildir.
Üniversitesi konuşmayan veya konuşmaktan korkan bir ülkenin sonunun ne olacağı
meçhuldür. Hele üniversitesi adına birtakım üniversiteli meczupların arzı endam
ettiği görsel sahnelerin arkasında millete yönelik hain oyunların tezgâhlandığı
da ortayken bu durum giderek daha da büyük önem kazanmaktadır. Şimdi, bu durum
üzerine, herkesin üzerine düşen görevi kusursuz yerine getirmesi gereken bir
dönem gelmiştir. Çünkü bugün bütün insanlık, çevre sorunlarından enerjiye,
bulaşıcı hastalıklardan adalete, güvenlik meselelerinden ham madde
ihtiyaçlarına, açlıktan, işsizlikten, ekonomik krizlere kadar karşı karşıya
bulunduğu tehlikelerle bütün insanlık aynı ortak kaderi paylaşacaktır.
Teknolojinin, finansın, bilginin ve bilgiye ulaşımın yani enformasyonun
demokratikleşmesi, küresel dünyada uluslararası ve devletler üstü kuruluşların
yanında ülkeler üzerinde yepyeni denetim ve yaptırım mekanizmalarının ortaya
çıkmasına yol açmıştır. Türk üniversiteleri maalesef bunları iyi takip
edememektedir ve ülkemizin bu şartlara uygun hangi tedbirleri alacağı ve hangi
tedbirleri gerçekleştireceği konusunda gerekli uyarıları yapmamaktadır, yol
gösterici olamamaktadır. Günümüzde artık bilim adamlarımız, sporcularımız,
sanatçılarımız, sanayicilerimiz, iş adamlarımız, çiftçilerimiz, işçilerimizle
her alanda dünyanın saygın ve seçkin bir üyesi olmak durumundayız. Bu, Türk
insanının hem hakkı hem en önemli görevi hem de tarihî sorumluluğunun ve
tarihinden gelen kaçınılmaz bir kaderidir.
Türkiye
Cumhuriyeti, Türk milletinin kendi azmi, kendi gayreti ve iradesiyle kurduğu ve
hak ettiği bir devlettir. Bu büyük mücadeleyi, bu muhteşem mücadeleyi kazanmayı
başaran ve bu uğurda binlerce şehit vererek büyük fedakârlık gösteren büyük
Türk milletine Türkiye Cumhuriyeti üniversitelerinin çok büyük hizmet borcu
vardır, şükran borcu vardır. Bu nedenle, Türk yükseköğretim sistemi bunun
şuurunda ve idrakinde olmak zorundadır.
Yükseköğretim
sistemini tümüyle değiştirmek elbette ki zordur ama bundan önce bazı özel acil
önlemler alınarak bu sistemin rehabilite edilmesi
lazımdır. Üniversitelerde var olan sorunlar kısmen de olsa çözülüp daha sonra
bütünüyle esasa geçilebilmelidir.
Özellikle
üniversitelerde rektörlerin seçimle iş başına gelmesi demokratik açıdan cazibeli
görünmesine rağmen, yapılan uygulamalar sistemin demokrasiyle bir alakası
olmadığını açıkça göstermiş, üniversitelere popülist
anlayışı getirmiş, öğretim üyelerini kamplara ayırmış, aralarında uzlaşılmaz,
verimsiz, anlamsız, gereksiz bir kavganın içine sokulmuştur. Liyakat,
çalışkanlık, başarı kriterleri yerini yandaşlık
kriterlerine terk etmiş, siyasi otorite ve erk bundan alabildiğince faydalanma
imkânını bulmuştur. Bu durum üniversitelere önemli ölçüde darbe vurmuştur.
Seçmenlerin seçilenler tarafından atandığı bu sistemde üniversitelerin reel ve
gerçek kadro ihtiyaçları, verimlilik, bilimsel yeterlilik, akademik başarı
tamamen yerini siyasi ve kişisel çıkar yandaşlığına veya menfaat dalkavukluğuna
bırakmıştır.
Bu nedenle,
öncelikle rektör seçimleri olmak üzere, bu konu ve üniversitelerin denetim
mekanizmaları olmak üzere acil düzenlemeler hemen yapılmalıdır.
Üniversitelerimize tabana kadar yayılmış güven kaybından kaynaklanan tek
taraflı yapılanma gayretlerini boşa çıkaracak düzenlemelerin yapılması artık
çok acil ihtiyaç hâline gelmiştir. Üniversiteler, ülkemizin ihtiyaç duyduğu
insan gücünü yetiştiren, araştırma yapan, toplumsal gelişmeye önderlik eden,
bilimsel yöntemlerle meselelere çözüm üreten, esnaf, sanatkâr ve sanayicilere
bilimin ışığında iş birliği imkânları sunan ve dünya üniversiteleriyle yarışan
eğitim kurumları hâline gelmelidir.
Yükseköğretim
kurumlarının idari ve mali özerkliğe sahip olması esas olmalıdır. YÖK, standart
belirleyici, koordinasyon, denetleme ve planlamadan sorumlu bir üst kuruluş
olarak devam etmelidir. Yükseköğretim sisteminin daha demokratik ve üretken bir
yapıya kavuşturulması sağlanmalı, öğrenci, kurum ve akademik kadrolar arasında
iş birliği ve uyumu artıracak düzenlemeler yapılmalıdır.
Etkin bir kalite
değerlendirme ve denetim sistemi oluşturulmalı, özel üniversite kurulması
teşvik edilmeli, üniversitelere giriş sınavı kaldırılmalı, bunun yerine
ilköğretim ve ortaöğretimde etkili bir yönlendirmeye bağlı olarak uygulanacak
müfredat ile ortaöğretim başarısının ve ortaöğretim sonunda yapılacak
olgunlaşma sınavını esas alan, fırsat eşitliğini gözeten üniversiteye geçiş
sistemi uygulamaya konulmalıdır.
Üniversite
öğretim elemanı ve bilim adamının yurt içinde yetiştirilmesi için
üniversitelerin, yüksek lisans ve doktora programlarında özellikle
ihtisaslaşması sağlanmalı ve gerekli teknik, akademik altyapı mutlaka büyük
üniversitelerde oluşturulmalıdır.
Çağın
bilgileriyle donatılmış öğretmen ve öğretim üyesi yetiştirilerek bu mesleklerde
çalışma şartları, özlük ve sosyal haklar itibarıyla cazip hâle getirilmelidir.
Bugün üniversite öğretim üyeliği en az cazip olan meslekler arasındadır.
Özellikle akademik yaşama yeni adım atan öğretim elemanlarının çok düşük
düzeyde gelir elde ettikleri, bu nedenle de genç beyinlerin artık
üniversiteleri çok çekici bir yer olarak görmedikleri sürekli ifade edilen bir
gerçektir.
Üniversite
öğretim üyeleri ailelerine ve çocuklarına belli bir yaşam standardı
sağlayabilmek için akademik gelişmelerine katkıda bulunmayacak işler yapmak
durumunda kalmaktadır. Öğretmenlerin, üniversite öğretim üyelerinin özlük
hakları ve istihdam şartları çağdaş standartlar düzeyine mutlaka
çıkarılmalıdır. Hem lisansüstü eğitim yapmak isteyenlerin hem de akademik
hayata öğretim üyesi olarak devam etmek ve kayırmacılık anlayışına fırsat
vermeyecek sınav ve seçme sistemleri hayata geçirilmelidir. Sağlıklı bir
tartışma ortamı oluşturulup yükseköğretim konusu bütün yönleriyle ilgililerince
tartışılabilmeli, sistem tümüyle masaya yatırılmalı, bütün tarafların bir araya
geleceği platformlar kurulmalı ve yükseköğretim şûrası toplanarak ortak uzlaşma
sağlanılmasına çalışılmasında yarar vardır.
Üniversite
özerkliği mutlaka korunmalıdır. Bu kavram, başına buyruk olmak anlamına da
gelmemelidir. Üniversite özerkliği üniversitenin ihtiyacı olan mali kaynakları
sağlayan kamunun kurum üzerinde hesap sorma ve denetim hakkı ile bilimsel
araştırma, hür düşünce, eğitim ve öğretim faaliyetlerinin gerektirdiği özgürlük
alanını, dokunulmazlık ve hoşgörü ortamı arasındaki çok hassas ve keskin olan
önemli bir dengeye dayanır.
Ayrıca bütün
üniversitelerin arasında koordinasyonu sağlayacak bir üst kurumun varlığına da
ihtiyaç vardır. Koordinasyon, planlama, organizasyon, destek
ve denetim konularında yetkili olan ve öğretim üyeleri ve istihdam sağlayan
kuruluşların yüksek derecede temayüz etmiş kişileri arasından seçilen bir
Yükseköğretim Kurulunun gevşek ve genel gözetim ve denetimi altında devlet
üniversitelerinde de vakıf üniversiteleri gibi mütevelli heyeti veya benzeri
yönetim sisteminin kurulması yararlı olabilir ancak mütevelli heyet üyelerinin
aranacak özellikler ve nitelikleri son derece dikkatle belirlenmelidir.
Dünyayı ve
ülkemizi iyi bilen, tanıyan akademik iş çevrelerinin oluşturduğu bağımsız
akademik değerlendirme ve kalite kontrol sistemlerinin kurumlaştırılması ve
kurulması, işletilmesi, üniversiteler arasında rekabetin sağlanması şarttır.
Üniversitelerin yıllık idari ve mali denetimleri yapılarak sonuçları her yıl
kamuoyuna açıklanmalı, başarılar taltif edilmeli, başarısızlıklar ve
olumsuzluklara da cezai yaptırımlar getirilmelidir.
Gelişmenin ve iyi
yönetimin ve performansın sağlanabilmesi için üniversitelerin tekdüzelikten ve
aynilikten kurtarılması, birbiriyle ve dünyadaki benzerleriyle rekabete
sokulması şarttır. Bunun için sağlıksız ve yanlış bir uygulama olan diplomaya
ve okula dayalı meslek sahibi olma sistemi artık terk edilmelidir. Eğitim,
istihdama ve mesleğe dayalı olmalıdır. Diploma meslek kazandırmamalıdır.
Yükseköğretim
kademesinde pek çok sorun vardır. Elbette ki bu sorunları burada sıralamakla
uzun zamanınızı almak istemiyorum ancak özellikle bir konuya da parmak basmak
istiyorum. Hükûmet kurulduktan sonra Millî Eğitim
Bakanlığınca Yükseköğretim Kurulunda reform çalışmalarına başlanmış, beş yıl
tartışmalarla geçmiş ama bir sonuç elde edilememiştir. 58’inci, 59’uncu,
60’ıncı Hükûmetlerin programlarında ve aynı zamanda
AKP’nin Parti Programı’nda ve Acil Eylem Planı’nda yükseköğretim konusunda
verilen sözlerin hiçbirisi gerçekleştirilememiştir.
Aynı şekilde,
yükseköğretime ayrılan bütçenin 2002’den bu yıla kadar arttığı doğrudur ancak
2002’den bu yana yeni açılan üniversite sayısı, yükseköğretimde okuyan öğrenci
sayılarından o günden bu yana oluşan artışlar, öğretim elemanı sayısındaki
artış, idari eleman sayısındaki artış ve 2002’den bu yana gerçekleşen enflasyon
dikkate alındığında, gerçekte yükseköğretime ayrılan ödeneklerde iyileştirme
yapılmadığı ve bu noktada bir gelişme sağlanamadığı ortadadır. Zaten öğretim üyelerimize, profesör, doçent, yardımcı doçent ve
araştırma görevlilerimize sorduğunuzda, sekiz yıldır gelirlerinde hiçbir
gelişme olmadığı çok açık ve net bir şekilde ortadadır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; ayrıca yükseköğretim konusunda önümüzdeki en önemli handikaplardan birisi de yurtlardır. Yurtlar fevkalade
üniversite için önemli olan kurumlardır. Evet, Yükseköğretim
Kurumunun yurt sayısında 2002 yılından bu yana artış olmuştur, yaklaşık 20 bin
civarında yatak sayısında artış olmuştur ama öğrenci sayısında, üniversiteye
alınan öğrenci sayısında veya daha üzeri artış dikkate alındığında öğrenci
sayısındaki artışla orantılı olarak yurt yatak kapasitesinin artmadığı ve öğrencilerin
Kredi Yurtlar hizmetleri yerine çeşitli vakıf, cemaat ve teşekküllerin
yurtlarında kalmak zorunda kaldıkları, ayrıca Kredi ve Yurtlar Kurumunun sahip
olduğu yurt imkânlarıyla bu özel yurtların yurt imkânlarının farkı, Kredi ve
Yurtlar Kurumu yurtlarının cezbedici, cazibe
oluşturucu olmadığı da çok açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bunun
derhâl düzeltilmesi, devletin çok sayıda yurt yaparak gençlerimizi çeşitli
şekilde nitelenebilecek
tuzaklardan da kurtarması şarttır.
2002 yılında AKP
iktidara geldiğinde YÖK ile AKP arasında beş yıl boyunca yaşanan kavgalar
süregelmiştir. Sürekli bunlar kamuoyunu meşgul etmiş, büyük zaman kaybına sebep
olmuştur. Başbakan, her gittiği yerde, özellikle üniversitelerde sürekli YÖK’e
çatmış ancak ortaya bir çözüm koyamamıştır. Genellikle bu konuda önemli bazı iç
ve dış olaylarla ilgili başarısızlıkları gözden kaçırmak için de YÖK ve
rektörlere çatma konusu paravan olarak kullanılmıştır.
Sonuç olarak, AKP
yükseköğretimde tutarlı bir temele dayanmayan, bol keseden attığı ancak yerine
bir türlü getiremediği vaatlerini YÖK’ün arkasına saklanarak milletimizi
oyalamıştır. Sekiz yıl burada hep oyalama ve ertelemeyle geçirilmiştir. YÖK
Yasası’nda, bütün vaatlere rağmen, hiçbir düzenleme yapılamamıştır. Kamuoyu da
şimdi AKP’nin vaatlerini bekliyor, Acil Eylem Planı’nda söz verdiklerini, parti
programında yazdıklarını, Hükûmet programlarında
yazdıklarını ne zaman Meclise getireceğini beklemektedir.
Yükseköğretim
Milliyetçi Hareket Partisi için fevkalade önemlidir. Niçin önemlidir? Çünkü
yükseköğretim Türkiye için fevkalade önemlidir. Dolayısıyla, biz bu konunun
takipçisi olacağız. AKP’nin gerçekleştirmediği bu vaatler Hükûmetin
başarısızlıkları arasında en önemlileridir. Çünkü yükseköğretim düzeltilmeden,
yükseköğretim konusunda başarı sağlanmadan Türkiye'nin, ülkemizin doğru ve
mükemmel hedeflere ulaşması mümkün değildir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; şimdi bir başka konuyu burada dile getirmek istiyorum.
Yasalarımıza göre
vakıflar kazanç amacına yönelik olarak yükseköğretim kurumları kuramazlar ve
2547 sayılı Yasa’ya göre vakıf üniversitelerinin kurulması, yönetimi, denetimi
ve görevlerini Yükseköğretim Kurulu yapar. Ancak Yükseköğretim Kurulunun
bugünkü durumda yaklaşık 95 devlet, 51 vakıf olmak üzere 146’ya ulaşan
üniversiteleri bu yapıyla nasıl denetleyeceği meçhuldür. Çünkü şu anda
Yükseköğretim Denetleme Kurulunun sayısı 9 civarındadır. Bu sayıyla, 146 veya
150, bugün kuracaklarımızla yaklaşık 153’e ulaşıyor; bu 153 üniversiteyi nasıl
denetleyeceğiz? Bunların altından bu Denetleme Kurulunun bu sayıyla nasıl
kalkacağı büyük bir tartışma konusudur.
Onun için,
özellikle ve öncelikle yükseköğretim konusunda acil düzenleme yapmalı. Öncelikle,
rektör seçimi olmak üzere denetleme konusunun dikkate alınarak yeniden
düzenlenmesi, hele bu vakıf üniversite sayısının 51’e yükseldiği bu durumda bu
vakıf üniversitelerinin görevlerini ne şekilde icra ettikleri ve bu konuda
eğitim sistemimize hangi katkılarda bulundukları ve bu noktada öğrencilerini
nasıl yetiştirdikleri konusu çok yakından izlenmeli ve değerlendirilmelidir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Çakır, konuşmanızı tamamlayınız.
OSMAN ÇAKIR
(Devamla) – Çünkü Türkiye’de bağımsız denetim kuruluşları yoktur, bağımsız
akademik değerlendirme kuruluşları bulunmamaktadır ve öğrencilerimizin de
üniversite tercihi konusunda maalesef çok fazla seçenekleri de yoktur. 50 milyar dolarlık bir pastanın söz konusu olduğu, her yıl 1,5
milyon öğrencinin sınava girerek üniversitede okumak istediği ve Batılı birçok
yükseköğretimden para kazanan şirketlerin bu uğurda yatırım yapmak istedikleri
ve mevcut vakıf üniversitelerini satın almak için peşinde dolandıkları bir
dönemde bu yükseköğretim pastası, yükseköğretim sistemi denetimsiz, kontrolsüz
bırakılamaz ve burada çok sakıncalı, ileride telafisi güç zararlar ortaya
çıkabilir. Bir an önce bu konuda da tedbir alınması gerekir.
Hepinize saygılar
sunuyorum, yüce Meclise teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Çakır.
Barış ve
Demokrasi Partisi Grubu adına Bitlis Milletvekili Nezir Karabaş.
Buyurun.
BDP GRUBU ADINA
MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Yükseköğretim Kurumları Teşkilat Kanunu’nda değişiklikle ilgili tasarıyla
ilgili Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Tabii, bu
tasarıda, 8 tane üniversitenin, 7’si devlet, 1’i vakıf üniversitesinin kuruluşu
var. Ancak, bu tasarıyı değerlendirirken üniversiteyi, üniversitelerin
Türkiye’deki durumunu, üniversite eğitiminin durumunu ve bizim, üniversitelere,
eğitime nasıl baktığımızı, dünyada “çağdaş, gelişmiş” dediğimiz ülkelerle
Türkiye’deki üniversitelerin kıyaslamasını yapmamız gerekiyor.
Değerli
milletvekilleri, bir ülkenin gelişmişliği, bir ülkenin geleceği, bir ülkenin
sosyal, toplumsal, kültürel ve ekonomik durumu ve geleceği, o ülkenin
üniversitelerine, üniversitelerinin düzeyine, üniversitelerde özgür ve
demokratik bir yapının oluşmuş olmasına ve üniversitelerde her türlü düşünceye
açık, düşüncesini açıkça söyleyebilen, her türlü bilimsel düşüncenin özgürce
tartışılabileceği bir yapı olup olmadığına bağlıdır. Eğer bunlar yoksa, bir ülkenin bugününün
iyi olması, geleceğinin de aydınlık olması mümkün değil.
Her zaman,
Türkiye’de genç nüfusumuzla övünürüz. Nitekim,
Türkiye’de “üniversite yaşı” dediğimiz on sekiz ile yirmi dört yaş arasında 9
milyon nüfus var. Bugün, 2009 yılı verilerine göre üniversiteye yeni kayıt
yapan öğrenci sayısı 900 bine yaklaşmış, 869 bini bulmuş. Yine, 2009 yılında üniversitelerde
okuyan öğrenci sayısı 3 milyona yaklaşmış. Şimdi, sürekli üniversite açıyorken
-nitekim, devlet, kamu üniversiteleri sayısı 95, vakıf
üniversiteleri sayısı da 51, toplam 146 üniversite var- mevcut
üniversitelerimizde eğitim ne düzeydedir, mevcut üniversitelerimiz ne kadar
özerktir, ne kadar demokratiktir, mevcut üniversitelerimizde eğitim ne kadar
bilimsel yöntemlerle yapılıyor; mevcut üniversitelerimizde öğretim üyelerimiz,
oradaki idari personel ve öğrenciler çağdaş dünyadaki demokratik, özgür bir
ortamı ne kadar paylaşabiliyorlar? Onlara bakmamız gerekiyor. Öğrenci sayısını
belirttik. Özellikle, AKP, her zaman 2002 ile bugünü değerlendirir, biz de o
verileri değerlendirelim. 2002 ile 2009 arasında üniversiteye yeni kayıt yapan
öğrenci sayısında yüzde 100’e yakın ve yine 2002 ile 2009 arasında üniversitede
okuyan toplam öğrenci sayısında yüzde 75’e varan bir artış sağlanmış ancak
öğretim üyesi sayısı artışında yüzde 41’lik bir gelişme sağlanmış. Yani yeni
öğretime başlayan öğrenci sayısı 2 kat artıyor, üniversitelerde okuyan öğrenci
sayısı yüzde 75 artıyor ancak üniversite öğretim üyesi sayısı yüzde 41 artıyor.
Şimdi, mevcut,
Batı, girmeyi planladığımız, girme hazırlığı yaptığımız, üyesi olduğumuz Avrupa Birliği, yine
üyesi olduğumuz OECD ülkeleri ve diğer
gelişmiş dünya ülkelerini değerlendirdiğimizde her yıl öğrenci sayısına düşen
öğretim üyesi sayısı, profesör sayısı, doçent sayısı, yardımcı doçent sayısı
artırılıyorken Türkiye'de bu geriliyor ve bizler, açtığımız üniversite
sayısıyla övünüyoruz.
Diğer taraftan,
bir üniversitenin gelişmesi, bir üniversitenin gelişmesinin önündeki engellerin
kaldırılmasında en önemli faktör, o üniversitenin özerk olması, demokratik
olmasıdır. Bir üniversitenin özerk olması, demokratik olması,
kendi yönetimini, idari yapısını belirlemesi ve kendi kararlarını kendisi
almasıdır ve Türkiye'deki gibi de demokratiklik, özerklik denildiği zaman,
kendi yapısını belirleme kararı almalı denildiği zaman sadece öğretim üyesini
de kapsamayan -ki bu da yok, öğretim üyeleriyle bunu belirleyemiyor- öğretim
üyesiyle, öğrencisiyle ve orada diğer yardımcı personeliyle demokratik bir
yapıyı oluşturan, demokratik bir ortamı oluşturan, her şeyin demokratik bir
şekilde bir teneffüs edildiği bir ortamı sağlayan bir yapıdır. Eğer bunu
sağlayamazsanız… Şu anda YÖK zaten bu hakkı öğretim üyesine de oradaki rektörün
atanmasına da demokratik bir şekilde öğretim üyeleri tarafından atanmasına da
izin vermiyor. Ancak bunun olduğu dönemlerde de ve bugün demokratikleşme
denildiği zaman öğretim üyeleri sayılıyor ancak öğrenci hiç kimsenin aklına
gelmiyor. Türkiye'de öğrenci denildiği zaman, özellikle üniversite öğrencisine,
tehlikeli, kentten uzaklaştırılması gereken, JİTEM’cisiyle,
jandarmasıyla, polisiyle ve üniversitenin özel güvenlik görevlisiyle hem
içeride hem dışarıda denetlenmesi gereken, her zaman tehlikelere açık, her
zaman yanlış yapabilecek bir kesim olarak bakılıyor. Nitekim,
12 Eylülden bu yana, başta 12 Eylül darbe mantığı ve sonrasında da Türkiye’de
yaşamın her alanında güvenlik penceresinden bakan, süren çatışma, şiddet ve
savaş ortamı mantığıyla bakan ve her yeri denetim altına almayı düşünen bir
mantıkla üniversiteler bir taraftan daha iyi ortam adıyla… Doğrudur,
bazı üniversitelerin kent merkezinde, kent ortasında uygunsuz fiziki koşulları
vardı ama kent dışına taşınmasında esas mantık mümkün olduğunca toplumsal
yapıyla üniversite öğrencisinin diyalogunu kesecek mesafelere taşıma ve orada
da hangi üniversitemize gidersek gidelim yüksek duvarlarla çevrilmiş, bazı
yerlerde tel örgülerle çevrilmiş, kapısında jandarmanın, polisin, özel güvenlik
görevlilerinin nöbet tuttuğu, öğrencinin bazen birden fazla güvenlik çemberini
aşarak içeri girdiği bir yapı. Peki, bu mantıkla nasıl çağdaş bir
topluluğu yaratırız? Üniversitesine böyle bakan, üniversite öğrencisine,
gencine böyle bakan bir devlet mantığı nasıl çağdaş bir toplumu yaratır?
Değerli
milletvekilleri, OECD’nin belirlediği bir ülkenin özerk ve demokratik olmasını
belirleyen kıstaslar var. Bu kıstaslar sekiz maddeden oluşuyor.
1) Kendi binaları
ve tesislerinin sahibi olmak.
2) Kaynak edinme
özgürlüğüne sahip olmak.
3) Bütçesini
kendi belirlediği amaçlara ulaşabilme doğrultusunda özgürce kullanabilmek.
4) Akademik
yapıyı düzenlemek; ders konularını, içeriklerini kendi inisiyatifiyle
oluşturabilmek.
5) Akademik
personeli atama ve atma yetkisine sahip olmak.
6) Çalıştırdığı
personelin ücretlerini serbestçe belirleyebilmek.
7) Programlarına
kabul edeceği öğrenci sayılarını serbestçe belirleyebilmek.
8) Öğrencilerin
ödeyeceği öğrenim harçlarını bağımsız olarak belirleyebilmek.
Bunlar OECD’nin
belirlediği ve tüm dünyada kabul gören kıstaslardır. Bir üniversitenin bunu ne
kadar gerçekleştirdiğini ölçmek için her kıstasa, her maddeye 1 puan verilerek
o ülkenin veya o üniversitenin ne kadar özerk ve demokratik olduğu
belirleniyor.
Bu kıstaslara
göre Türkiye hangi dilimde biliyor musunuz sayın milletvekilleri? Beş kıstasın
hiçbirini yerine getirmemiş, hiçbiri taşınmıyor, diğer üç kıstasta da nispeten
bir uygunluk var yani bir buçuk puan, üç kıstasta yarımşar puan ile bir buçuk
puan. Ha, bizler de, Sayın Başbakanımız, Bakanımız, yetkililerimiz, üniversite
hocalarımız, koca koca profesörlerimiz her çıktığında
Türkiye'nin üniversitelerinin ne kadar demokratik olduğunu, ne kadar özerk
olduğunu, mevcut üniversitelerde ne kadar gelişme sağladığımızı, dünyayla
bütünleştiğimizi söylüyoruz. Bizler şu anda dünyanın en büyük
16’ncı ekonomisi olduğumuzu ve 2013 yılında 10’uncu en büyük ekonomi arasına
girmeyi hedeflediğimizi söylüyoruz; dünyada her yönüyle, bilimsel, akademik,
demokratik, özerk yapısıyla en iyi beş yüz üniversite arasına giren tek bir
üniversitemiz yok ve bizler 16’ncı büyük ekonomiyiz, dünyanın 10’uncu büyük
ekonomisi olmayı hedefliyoruz.
Peki, Türkiye’de,
evet, doğrudur, ekonomik anlamda Türkiye'nin mevcut üretimi, kapasitesi, insan
sayısı değerlendirildiğinde bazı kıstaslarda ileri olduğumuz söylenebilir ama
bu neyin göstergesidir? Eğer ekonomik olarak, eğer üretim
anlamında, eğer dünya ekonomilerinin büyüklüğü anlamında belli bir sırada yer
alıyorsak ve kişi başına düşen millî gelirde gelirin demokratik ve eşit bölüşümünde, eğer eğitimde üniversitedeki mevcut özerk
demokratik yapımız ve gelişmişliğimiz anlamında çok geriysek, demek biz de
Türkiye Cumhuriyeti devleti şimdiye kadarki hükûmetler
ve şu anda AKP bu tür konuları önemsemiyor. Demek bizler güvenliği önemsiyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti devletinin devleti ve milletiyle bölünmez bir bütün olması
ve bu mantık altında herkesin tek bir potada eritilmesinin dışında, bilimi
önemsemiyoruz, demokrasiyi önemsemiyoruz, çağdaş dünyayla bütünleşmeyi
önemsemiyoruz, bilimi önemsemiyoruz. Eğer bunları önemseseydik mevcut bu kriterlerde, bu konulardaki mevcut düzeyimiz ekonomik
düzeyimizle, ekonomimizin büyüklüğüyle orantılı olurdu. NATO’nun üyesi olan, şu
anda Avrupa Birliğine üye çalışması yapan, elli yıldır AET’yle birlikte Avrupa
Birliğine girmeyi, altmış yıldır NATO üyesi olmayı sürdüren bir devlet eğer
bugün dünyanın en iyi beş yüz üniversitesi arasında yoksa bilimi
önemsemediğinin göstergesidir.
FATMA NUR SERTER
(İstanbul) – Ama var yani, doğru söyle.
MEHMET NEZİR KARABAŞ
(Devamla) - Biz bilimi önemsemiyoruz, biz çağdaş gelişmeyi, bilimsel özerkliği
önemsemiyoruz. Şimdi bir Anayasa değişikliği yaptık. Bununla ilgili aylardır
Mecliste tartışıldı, Anayasa Mahkemesine gitti. En sonunda dün Anayasa
Mahkemesi bu konuda kararını açıkladı ve 12 Eylülde de referanduma gideceğiz.
AKP Hükûmeti işte “12 Eylül askerî Anayasası’nı
değiştirme, demokratik bir Anayasa oluşturma, çağdaş bir anlayışla toplumu
yönetme” iddiasıyla iktidar oldu ve bunu her söyleminde dile getiriyor. Nitekim
bu Anayasa hazırlanırken de yarın da meydanlarda bunları dile getirecek.
Peki, değerli
milletvekilleri, bu ülkede 12 Eylülle birlikte en büyük darbe bu ülkenin
eğitimine, üniversitesine, bilim adamına, profesörüne, doçentine ve gençliğine
vurulmadı mı? Her parti, o günden bugüne kadar, 12 Eylülün en
büyük garabetlerinden ve toplumu baskı altına alan en önemli kurumlarından
birinin YÖK kurumu olduğunu söylemedi mi? AKP Hükûmeti,
İktidarı, yetkilileri ve öncüleri, onlardan önce, mevcut başka partiler de
düşünüp şu anda AKP’nin içinde olan diğer partiler de hep bunu dillendirmedi
mi?
Peki, bu Anayasa
değişikliği yapılıyorken ve Meclise gelmişken YÖK’le ilgili neden tek bir
düzenleme yok? Çünkü Türkiye’de şu ana kadar mevcut diğer iktidarlar ve şu anda
da tek başına iktidar olan AKP şu mantıkla hareket ediyor: Bir kurumun
demokratik olup olmaması, bir kurumun ülkeyi aydınlık yarınlara taşıyıp
taşımamasından daha çok o kurumun benim denetimimde olup olmaması mantığıyla
hareket etmiştir. Geçmişteki siyasi partiler de daha önce
eleştirdikleri, karşı çıktıkları, toplumun benimsemediği kurumları kendi
denetimlerine aldıkları zaman, iktidar oldukları zaman onlardan yararlanmayı
düşünmüş, AKP de bugün aynı mantıkla hareket ediyor ve bizler, açtığımız
üniversite sayısıyla övünüyorken, üniversiteye gönderdiğimiz öğrenci sayısıyla
övünüyorken dünyanın hiçbir yerinde kabul edilmeyen YÖK’le yönetiliyoruz ve YÖK
hâlâ devam ediyor. Mevcut İktidar da en çok eleştirdiği, değiştirme sözü
verdiği YÖK’ün “Y”sine bile dokunmamıştır.
Değerli
milletvekilleri, üniversitenin en önemli ögesi, en
önemli ayağı ve zaten tüm yatırımların yapılma nedeni onun öğrencisidir.
Üniversitelerde geleceğimizi yetiştiriyoruz. Üniversitelerde, hem bilimsel
anlamda hem sanayi ve teknoloji anlamında hem de idari anlamda yarın bu ülkenin
sosyal, toplumsal, kültürel, ekonomik ve idari yapısını geliştirecek kadrolar
yetiştiriyoruz. Ancak, hem üniversiteyle ilgili kararlar alınıyorken, yeni
üniversiteler açılıyorken, üniversitelerin demokratikleşmesi tartışılıyorken,
herkes, öğretim üyesinden, orada ne kadar özerk ve özgür olmalarından bahsediyor.
Bu doğru çünkü öğretim üyesi -profesörü, doçenti- özgür olmayan bir
üniversitenin özgür olması mümkün değil ama hiç kimse öğrenciyle ilgili bir
değerlendirme yapmıyor. Defalarca buraya getirdik, bazen diğer siyasi partiler
de getirdiler. Birçok zaman insan hakları kuruluşları, sendikalar, bu konuda,
hem Mecliste taleplerde bulundular hem de defalarca tepkilerini basın
açıklamalarıyla mitinglerde dile getirdiler.
Değerli
milletvekilleri, her yıl üniversitede binlerce öğrenci tutuklanıyor. Her yıl
üniversitelerde on binlerce öğrenci soruşturmalara tabi tutuluyor, okuldan
uzaklaştırma cezası alıyor ve özellikle bunlar da sınav dönemlerinde yapılıyor.
Peki, biz özgür üniversitenin, demokratik üniversitenin her
türlü düşüncenin özgürce ifade edilebildiği alanlar olduğunu söylüyoruz ama bir
öğrencinin herhangi bir etkinliği, düşüncesi doğrultusunda Türkiye'nin her
tarafında, hatta Türkiye'nin dışında yaşayan Türk ve Kürt insanlarının yaptığı
etkinliklere benzer bir etkinlik üniversite içinde veya dışında yapıldığı zaman
hakkında soruşturmalar açılıyor, emniyetin, JİTEM’in,
jandarmanın yaptığı soruşturmalar ve açılan mahkeme davalarının dışında
üniversitede idari dava açılıyor ve üniversiteden atılıyor.
Örneğin, bir
üniversitede öğrenciler Halepçe katliamının yıl
dönümünü kutlamak istiyor, dünyanın birçok ülkesinin -ve Türkiye benzeri birkaç
ülkeyi çıkarırsanız- yüksek sesle soykırım kabul ettiği bir günün anmasını
yapıyor veya Türkiye’de artık geçmişte sorun olan ama resmî anlamda kabul
edilen “Nevroz”la ilgili bir etkinlik yapıyor veya dünyada işçi ve emekçinin
bayramı kabul edilen, Türkiye’de de resmî bayram kabul edilen 1 Mayıs veya
başka bir etkinlik.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Karabaş, konuşmanızı tamamlayın.
MEHMET NEZİR
KARABAŞ (Devamla) – Tamamlıyorum Başkan.
Bakıyorsunuz, bir
olay yaşanmamış; bakıyorsunuz, orada şikâyetçi olan hiç kimse yok ama
öğrencilerle ilgili okul idaresi soruşturma açmış, birçok öğrenciyi özellikle
sınav dönemi geldiğinde üç ay, altı ay, bir yıl okuldan uzaklaştırmış; bunlar
okulda yapılanlar. Bakıyorsunuz, öğrenciler okul dışında, herhangi bir kentin
herhangi kamuya açık bir meydanında bir etkinlik yapıyor, bir açıklama yapıyor;
bir basın açıklaması, bir miting yapıyor. Orada bir olay yaşanmıyor, emniyet
yetkililerinin bir müdahalesi olmuyor, savcıların açtığı bir dava yok ama
üniversite idaresi kendi alanının dışında yapılan bu etkinliğe soruşturma
açıyor ve öğrencileri okuldan uzaklaştırıyor.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET NEZİR
KARABAŞ (Devamla) – Bizler bu mantığı değiştirmediğimiz sürece üniversite
sayısını 146 değil, 1460’a da çıkarsak üniversite sorununu ve bilimsel, çağdaş
bir eğitimi yakalamamız mümkün değil.
Başta iktidar
olmak üzere tüm siyasi partilerin, çağdaşlıktan yana, gelişmeden yana,
demokrasiden yana olan tüm kesimlerin üniversitelerin özerkliğini, özgürlüğünü,
öğrencilerin özgürce kendilerini ifade edebildiği, özgür olduğu, irade sahibi
olduğu bir gelecek yaratmak amacıyla bir çabanın içinde olmamız gerekiyor. Bunu
yaratmadığımız sürece kendine ait düşüncesi olmayan, ezberci, üniversite
diplomasını almış, emir eri gibi davranan ve sonuçta -örnekleri var- bulunduğu
alanda veya siyaset yaparsa da, geldiği bu kürsülerde başbakanın veya genel başkanının
sözünü veya emrini dinleyen insanlar yetiştiririz, çağdaşlaşmayı da yakalamamız
mümkün olmaz diyorum.
Saygılar
sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Karabaş,
konuşmanızın ifadesi içerisinde, yani öyle bir noktaya getirdiniz ki,
vekilleri, yetişme şeyini, hepsini söylediniz. Ben dikkat ettim “Günde binlerce
öğrenci tutuklanıyor.” dediniz. Ben de hafızamı yokladım, bu ülkede mi
yaşıyorum…
MEHMET NEZİR
KARABAŞ (Bitlis) – Yılda… Gün ile yılı karıştırmışım.
BAŞKAN – “On
binlerce öğrenci soruşturma…” dediniz. Arkadaşlar, ülkemizi…
MEHMET NEZİR
KARABAŞ (Bitlis) – Gün ile yılı karıştırmışım. Her yıl -Sayın Bakanım burada,
Sayın YÖK Başkanına da ilettim defalarca- binlerce öğrenciye davalar açılıyor.
BAŞKAN -
Üniversite yönetimini eleştirin ama ülkemizi bu kadar kötülemeyelim, bu kadar
şeye… Hakşinas olmamız lazım.
Vekillere de
fazla haksızlık etmeyelim.
MEHMET NEZİR
KARABAŞ (Bitlis) – Şimdi -Bakana da ileteceğim zaten- Ağrı Üniversitesinde 150
öğrenciyle ilgili soruşturma açılmış.
BAŞKAN - Bu
bahsettiğiniz vekillerin içinde Barış Demokrasi Grubu da var mı?
“Milletvekilleri genel başkanlarının emrinde parmak kaldırıyor” diyorsunuz da,
Barış Demokrasi Grubu da var mı bu vekillerin içinde?
MEHMET NEZİR
KARABAŞ (Bitlis) – Sonuçta, eğer bir zihniyet bir yerde oturmuşsa, o herkese…
AYLA AKAT ATA
(Batman) – Sayın Başkan, böyle bir usul var mı?
BAŞKAN - Bir empati yapmakta fayda vardır yani.
Buyurun Sayın
Sami Güçlü, AK PARTİ Grubu adına. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AYLA AKAT ATA
(Batman) – Nasıl yani? Hatip konuşuyor… Hayret bir şey!
SEBAHAT TUNCEL
(İstanbul) – Sorgu hâkimisiniz galiba Başkan. Yeterince sorgu hâkimi var
burada.
AK PARTİ GRUBU
ADINA SAMİ GÜÇLÜ (Konya) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; 506 sıra
sayılı Kanun Tasarısı’yla Yükseköğretim Kanunu’nda yapılacak değişiklikle, yedi
devlet ve bir vakıf üniversitesinin kurulmasıyla ilgili tasarı üzerinde grubum
adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün Türkiye’nin
en önemli gündem maddesini konuştuğumuzu düşünüyorum.
Değerli
arkadaşlarım, Türkiye’nin geleceğini, bilgi toplumunu, teknolojiyi,
küreselleşmeyi, rekabeti ve bütün bu alanlar içerisinde en etkili kurum olan
üniversite anlayışını, kavramını, Türkiye’deki gelişmesini ve yedi yeni devlet
üniversitesinin ne anlama geldiğini, ne anladığımızı ve ne yapmak istediğimizi
konuşacağız. Ve konuşmamın başında bir hususu ifade ederek konuya giriş yapmak
istiyorum. Bazen konunun önemi detaylarda kayboluyor. Sekiz yıla yaklaşan
iktidar dönemimizde, AK PARTİ’nin bu ülkede yaptığı
en önemli iş, yükseköğretim alanındaki hamlesidir ama bu büyük hamleyi görmeden
onun altında detaylara inerek yurtlar, vakıflar, öğrenciler ve benzeri
hususlardaki sorunları, ki bunlar elbette var,
Yükseköğretim Yasası’yla ilgili düzenlemelerdeki gecikmelerimiz öne
çıkarılarak, bu, Türkiye Cumhuriyeti hükûmetlerinin
bugüne kadar yaptığı ve bizim de büyük bir hamle göstererek devam ettiğimiz bu
önemli gelişmeyi değerlendirmek istiyorum sizlerle ve dolayısıyla bundan önceki
günlerde gündemin çok yoğun, sert geçen konuşmaları arasında, zaman zaman bu Meclisin ruhunu da inciten tutumların dışında,
bugün, Türkiye’nin bu en önemli meselesini iktidar ve muhalefet olarak
gerçekten, sorunlarını, yapılanları ve geleceğe yönelik olarak yapılması
gerekenleri birlikte konuşarak birbirimizi anlamaya çalışmamız gerektiğini
düşünüyorum.
Türkiye’nin çok
önemli sorunları var, arkadaşlarımız zaman zaman
bunları hep dile getirdiler:Yani, siz, bu vakıf
üniversitelerini getiriyorsunuz, devlet üniversitelerini getiriyorsunuz ama
bunlar işsizliğe çare olmuyor, Türkiye’nin başka sorunlarına çare olmuyor.
Değerli arkadaşlarım, bu o kadar olayın aksi bir düşünce ki Türkiye bütün
sorunlarına çözüm aramak için yükseköğretim kurumunda hamle yapıyor, bütün
sorunlarına. Geleceğini kurtarmak için bunu yapıyor. Dolayısıyla Türkiye’nin bu
konudaki gayretlerini ve çabalarını iyi algılamamız lazım. Türkiye Cumhuriyeti hükûmetleri cumhuriyet kurulduğu günden itibaren -hepimizin
gözündedir- bazı konulara önem vermiştir. Elbette kuruluş
döneminde yeni bir siyasal ve hukuki sistemin oluşturulması, daha sonra yine cumhuriyet
döneminin 1933’lerde ilk sanayi hamlesi, Demokrat Parti döneminde bayındırlık,
Adalet Partisi döneminde enerji, Anavatan Partisi döneminde iletişim ve AK
PARTİ döneminde eğitim başta olmak üzere sağlık ve ulaştırma alanındaki
hamleler hepimizin, objektif olarak düşündüğümüzde, kabul etmesi gereken
hamlelerdir ve Türkiye işte bu dönemde bu büyük hamleyi yapmıştır.
Üniversiteyle
ilgili konuya niye bu kadar önem verdiğimi size birkaç cümleyle şöyle
açıklayabilirim ve uluslararası bir kuruluşun da bu konudaki temel ilkesini,
“üniversite” kavramında yer alması gereken ilkelerinden bahsederek
açıklayabilirim.
1) Evvela
üniversite bilgiyi bilgi için üreten bir kurumdur yani başka bir amaç için
değil.
2) Farklı görüş
ve düşüncelere hoşgörülü olan bir ortamdır. Doktrinlerden ve ideolojilerden
etkilenmez, etkilenmemelidir ve en önemlisi de şudur: Özgürlük ve adalet
duygusunu, insan onurunu ve dayanışmayı eğitim ve araştırma yoluyla ilerletme
yükümlülüğüne sahip olmak ve uluslararası düzeyde yardımlaşmayı geliştirmek
için kurulmuş kurumlardır. Bu ilkelerden vazgeçemez. “Üniversite” dediğimizde,
bünyesinde yer alması gereken hususlar bunlardır. Eğer bunlar yoksa, onlar yüksekokullardır. Ve bu konuda dünyadaki
gelişmelerden de biraz bahsetmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
dünyanın küreselleştiğini, teknolojinin çok önemli hâle geldiğini, rekabetin
sadece üretimde değil hayatın her alanında, yükseköğretimde de çok ileriye
gittiğini biliyoruz. İşte üniversitelerle ilgili dünyadaki gelişmeler, bir
bakıma bu temel değişkenlerden hareketle dünyanın gelişmiş ülkelerini de
harekete geçiriyor. Amerika yaklaşık elli sene önce üniversitelerin bünyesinde
bir değişiklik yaparak öncülüğünü ele geçiriyor ve bugün dünyanın ilk 12
üniversitesinden 10’unun Amerikan üniversiteleri olduğunu biliyoruz. İlk 75
üniversiteden 45’i bu ülkenindir. Avrupa, yıllarca öncülük yapmış olduğu bu
üniversite konusunda bayrağı kaptırmış ve Amerikan üniversitelerini taklit
etmeye başlamıştır. Bologna süreci bunun bir sonucudur. Glasgow
Deklarasyonu’nda kullandığı slogan şudur: “Güçlü Avrupa için güçlü
üniversiteler kurmak” kavramını benimsemiştir.
Japonya, dünyada
yükseköğretimdeki rekabetten geri kalmamak için bütçeden ayırdığı kaynaklarını
seçilmiş üniversitelerine daha yüksek oranda tahsis etmiştir. Sadece ülkeler
değil, kurumlar da, UNESCO, Dünya Bankası, araştırma kuruluşları yükseköğretim
alanındaki gelecekle ilgili görüşlerini ortaya koymuşlar ve dünyaya rehberlik
etmek istemişlerdir.
Peki, cumhuriyet
dönemi içerisinde Türkiye’deki gelişme nedir diye baktığımızda, değerli
arkadaşlarım, çok özetle söylemek gerekirse, 1 üniversite devraldık 1923’te
cumhuriyeti kurarken, 1933’te İstanbul Üniversitesine çevirdik, 1981’de 19
üniversitemiz vardı, 2010’da 146 üniversiteye ulaştık. 1981-2010 arasındaki
gelişmenin ana değerleri şunlardır: Üniversite sayımızda 8 kat, öğrenci
sayımızda 12 kat, öğretim elemanı sayısında ise 5 kat bir artış olmuştur. Bu
dönem içerisinde vakıf üniversitelerimiz 1984 yılından itibaren kurulmaya
başlandı. Özellikle 1996-1997’de yeni çok sayıda vakıf üniversitesi kuruldu.
2001’de bu sayı 23’e ulaşmıştı. Bugün bu sayı 51’dir. Dolayısıyla toplam 146
üniversitemiz mevcuttur. Bu 146 üniversitemizin, değerli arkadaşlarım, 38’i
İstanbul’dadır, 12’si Ankara, 7’si İzmir, 3’ü Antep, 3’ü Kayseri, 3’ü Konya,
3’ü Mersin, 2’si Eskişehir, 2’si Kocaeli, 2’si Samsun ve diğer 71 ilimizde de
birer üniversitemiz vardır.
Değerli
arkadaşlarım, burada kısa bir bilgi daha vermek istiyorum sizlere. 1981’den
itibaren YÖK sistemiyle yükseköğretim alanımız koordine edilirken 5 başkanımız
görev almıştır. Bunların içinde Sayın İhsan Doğramacı’nın
döneminde 34 üniversite kurulmuştur, 32 tanesi devlet üniversitesidir. Sayın
Mehmet Sağlam’ın döneminde 3 üniversite, Kemal Gürüz’ün
döneminde 21 üniversite, Erdoğan Teziç’in döneminde
38, Yusuf Ziya Özcan’ın döneminde de 31 üniversite kurulmuştur.
Burada iki hususa
dikkat çekmek istiyorum.
Birincisi:
Türkiye’de yükseköğretimin özelleştirilmesine, vakıf üniversitesinin
kurulmasına öncülük eden Sayın Doğramacı Bilkenti
kurmuştur, Bilkentin akabinde de Koç Üniversitesi
kurulmuştur. Bu iki üniversite onun döneminde kurulmuştur ama 32 devlet üniversitesine imza
atmıştır. Yani kaderin bir cilvesi, özel üniversiteleri kurma konusunda büyük
bir gayret içindedir ama 32 devlet üniversitesine de imza atmıştır.
Kurduğu
üniversite sayısı itibarıyla ikinci sırada gelen Sayın Kemal Gürüz’dür. 21 üniversite kurmuştur. Yalnız, Sayın Kemal
Gürüz devletçi bir anlayışın, otoriter bir anlayışın temsilcisidir. Türk
yükseköğretimine önemli katkıları olduğunu da ifade etmek isterim. 21 vakıf
üniversite kurmuştur ama bir tek devlet üniversitesi ona nasip olmamıştır. Çok
ilginçtir ve kaderin bir cilvesi olarak da ifade etmek istiyorum.
Değerli
arkadaşlarım, esas belirtmek istediğim husus şudur: Türk yükseköğretimi, biraz
önce söylediğim bu akış teması içerisinde, aslında Türkiye’de bizim farkına
varmadığımız güzelliklerden birisini oluşturmuştur. Çok önemli gelişmeler
ortaya koyduğu hâlde, biz, olayın sorun kısmını daha çok gören, bardağın yarım
kısmını görme konusunda çok aşırı dikkat sarf eden belki de toplum, belki de
kesimler olarak, bu konuda iyi olanları görmekten hep biraz imtina etmişiz.
Ben bu hususta
birkaç ana başlık söylemek istiyorum.
Birincisi:
Evvela, Türkiye’nin bugün dünyada ulaşmış olduğu ekonomik, sosyal, siyasi,
bölgesel etkisini dikkate aldığımızda, bunu sağlayan unsur yetişmiş insan
gücüdür ve bu yetişmiş insan gücünü sağlayan kaynak Türk yükseköğretiminde yer
alan üniversitelerimizdir. Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu, sanayisinde,
ticaretinde, hizmet sektöründe çalışan insanlar bu yükseköğretim kurumlarından
yetişmiştir.
İkincisi: Biz bu
yükseköğretimin her alanında (Sağlıkta, sosyal alanda ve teknik alanda) dünyada
yeni gelişen bütün alanlar dâhil olmak üzere kendi diliyle eğitim yapan bir
öğretim üyesi kadrosuna sahip olmuşuz. Bunu başarmış bir toplumuz, milletiz.
Üçüncüsü: Türkçe
bugün bir bilim dili, bir edebiyat, düşünce dili hâline gelmiştir.
Düşüncelerimizi kendi dilimizle ifade edebilmenin bir rahatlığını, özgürlüğünü
ve onurunu yaşıyoruz.
Değerli
arkadaşlarım, size, bunların sonucunda daha önemli olan bir hususu söylemek
istiyorum. O da şudur: Türk yükseköğretimi, özellikle eleştirdiğimiz bu 1980
sonrasındaki yapılanma içerisinde, özellikle yöneldiği alan itibarıyla bilimsel
faaliyetler ve araştırma, geliştirme konusunda çok büyük bir hamle yapmıştır ve
bu büyük hamlenin sonucunda, Türk üniversiteleri, dünyada atıf indekslerinde
17’nci sıraya kadar yükselmiştir. Bununla ilgili olarak, UNESCO’nun bu
değerlendirmeye yönelik olan raporundan size birkaç cümle söylemek istiyorum.
UNESCO’nun raporu 2005 yılında yayınlanan bir rapordur: “Türk bilim adamlarınca
atıf indekslerince taranan, dünyaca tanınmış bilimsel dergilerde yayınlanan
makale sayısı 1997-2002 yılları arasında 3 kat artmıştır. Bunun sonucunda
milyon nüfus başına düşen bilimsel makale sayısı, göz kamaştırıcı bir artış
oranıyla 148’e yükselmiştir. Türkiye on yıllık bir dönem içinde 5 kata varan bu
artış oranıyla dünya ülkeleri arasında -2002 için söylüyor bu oranı- 22’nci
sıraya yükselmiştir.”
Benzer
değerlendirmeleri konuyla ilgili uzmanlar da yapıyor. Bu uzmanlardan birisi
diyor ki: “1991-2007 yılları arasında ortalama yıllık bilimsel yayın sayısı
artış hızı yüzde 14,4’tür.” Bu, Türk biliminin yükselişi olarak
nitelendirilmiştir.
Bir grup bilim
adamı -bunlar bu konuda dünyaca uzman insanlardır- diyor ki: “Çin, Kore, Tayvan, Brezilya ve Türkiye
yükselen bilim ülkeleridir.” Değerli arkadaşlarım, bunlar hepimizin onur
duyacağı, memnuniyet duyacağı çok önemli gelişmelerdir. Türk yükseköğretiminin
sorunları vardır ama gelişmeler gerçekten kıvanç vericidir.
Değerli
arkadaşlarım, ben 2003-2010 dönemindeki, bu iktidar dönemimizde yapmış
olduğumuz yükseköğretimle ilgili hamleden de kısaca bir değerlendirme yapmak
istiyorum. Değerli arkadaşlarım, bu dönem içerisinde 42 devlet, 28 vakıf
üniversitesi olmak üzere 70 üniversiteyi kurduk. Bugün görüşeceğimiz
tasarılarla bu sayı 7 devlet ve 1 vakıf üniversitesiyle 78’e çıkacak ve toplam
üniversite sayımız da 154 olacak. Yani bir başka ifadeyle 2002’ye nispetle
2010’da Türkiye yükseköğretimdeki üniversite sayısını yüzde 100’ün üzerine
çıkarmış olacak.
Peki, Türkiye
niçin yapıyor bu hamleyi? Türkiye bu kadar sorunu varken, teşvik için kaynak
ararken, işsizlik sorunu ile boğuşurken, güvenlikle ilgili mücadelesini
sürdürürken niçin yapıyor? Değerli arkadaşlarım, Türkiye dünyadaki değişmeden
etkileniyor, gelişmeyi takip ediyor ve kopmak istemiyor. Uluslararası kriterlerde mevcut oranını daha ileriye götürmek istiyor ve
kısaca, bir bakıma yükseköğrenim temel kriterleri, yükseköğretim talebinin
karşılanması ve bu alana verdiği önemden dolayı bunu yapıyor.
Ben yükseköğretimle
ilgili, yine uluslararası kuruluşların, UNESCO’nun bu husustaki iki önerisini,
milletlere önerisini sunmak istiyorum. Küreselleşen dünyada bilgi toplumuna
ulaşılabilmesi için brüt okullaşma oranının yüzde 50’nin üzerinde olması
gerektiğini tavsiye ediyor ve OECD ülkelerinde bu oranın yüzde 60’ın üzerinde
olduğunu belirtiyor ve gelişmiş ülkelerde yapılan bir çalışmada ise 500 bin
nüfusa bir üniversitenin düştüğünü ortaya koyuyor.
Türkiye bu
standartlara ulaşmak için bunu yapıyor. Türkiye’nin yükseköğretimde brüt
okullaşma oranı 2005’te yüzde 37’dir. Yani çağ nüfusunun içerisinde ancak yüzde
37’sine biz, yükseköğretim imkânı sunabiliyoruz ama 2005’ten sonraki
gelişmelerde bu oran yüzde 44,2’ye yükselmiştir ama değerli arkadaşlarım,
burada üzerinde çok önemle durulması gereken bir ayrıntı vardır, o da şu: Açık
öğretim ve iki yıllık meslek yüksekokulları dâhildir. Lisans seviyesinde örgün
öğretimi aldığımızda bu oran yüzde 16,8’dir 2009 öğretim yılında ve 16,8,
Türkiye'nin bugün ulaşmış olduğu seviye itibarıyla kabul edilebilir değildir ve
dolayısıyla yükseltilmek durumundadır. Elbette, toplam brüt okullaşma oranının
44,2 olması çok sevindirici bir oran ama örgün öğretimdeki lisans öğrencisi
sayısının bu seviyesinin artırılması şarttır.
Bir başka kıyaslama,
öğretim elemanı başına düşen öğrenci sayısıdır. Yine 2005 yılında UNESCO’nun
yaptığı bir araştırmada Türkiye’de bu oran 26’dır, Amerika Birleşik
Devletleri’nde 14, Hindistan’da 26, Kore’de 18 ve dolayısıyla bizden çok sayıda
ülke daha düşük sayıda bir öğrenciyle öğretim elamanı oranı arasında bir ilgi
kurmaktadır ve Türkiye bu hedefini de makul bir seviyeye çekmek durumundadır.
Bunun dışında,
belirtilmesi gereken bir husus şudur: Dünyada bu konuya önem vermek, esas sebep
olarak daha somut ifadelerle söyleyecek olursak yükseköğretime… Bunun hepimizin
bildiği ve zaman zaman tekrarladığımız iki kaynağı
vardır, Japonya ve Almanya örneği: “İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra nasıl
kalkındılar?” sorusunun cevabı, yetişmiş insan gücüdür ve eğitim sisteminin
varlığıdır. Güney Kore-Türkiye arasında 1960’larda yaptığımız mukayeselerde
birçok alanda aynı seviyedeydik ama Güney Kore’nin daha büyük bir hamle
yaptığını biliyoruz. Temel farklılığı, yine eğitim sistemidir ve insan gücünü
iyi yetiştirmesidir. Çin, Hindistan ve Doğu Asya ülkelerinin bugün yükselen
değerlerinin arkasında yine eğitim sisteminin varlığı vardır. Avrupa Birliği
2009’da dünya krizinden etkilenerek bir mücadele vermekte ama onun hedefi
şuydu: Yükseköğretimde bir hamle yaparak dünyanın en rekabetçi ülkeleri hâline
gelmekti ve bunu, üniversitelerindeki reforma bağlıyordu. Ve daha başka önemli
bir husus, Amerika –biraz önce söyledim- dünyanın en gelişmiş üniversitelerine
sahip ama brüt okullaşma oranında dünyada 1’inci sırada değil. 2020 hedefi
olarak Başkanlarının hedefi odur, 2020’de dünyada brüt okullaşma oranında
1’inci sıraya gelmektir.
Değerli
arkadaşlarım, Türkiye Cumhuriyeti hükûmetleri, bugüne
kadar, 2003-2010 döneminde de AK PARTİ İktidarı, dünya bilgi toplumunun üyesi
bir ülke olmak, temel ekonomik sorunlarını çözmek, sosyal bünyesini
güçlendirmek, teknoloji üretmek, bölgesel ve küresel sorunlarda etkili bir
aktör olmak için, kültür dünyası ve coğrafyasında yaşayan insanların hak ve
hukukunu korumak için, insanların öz güven sahibi olmasını sağlamak için,
kültürünü yaşamak ve korumak için, yükseköğretim konusuna önem vermektedir ve
üniversitelerimizin sayısının ve niteliğinin artması vazgeçilmezdir.
Esas konunun
önemli olan bir hususunu, başlığını belirtip konuşmamı tamamlayacağım.
Değerli arkadaşlarım,
yükseköğretimde konuyla özellikle ilgili olanlar, komisyonda çalışan
arkadaşlarımız, hep bir noktaya dikkat çektik biz, Yükseköğretim Kurulunu da
defalarca bu konuda uyardık: Evet, üniversite kurmak önemli ve çok önemli ama
yükseköğretimde, yükseköğretim alanında, bir öğretim elemanı planlamasının
yapılmasına ihtiyaç var.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın
Güçlü, konuşmanızı tamamlayınız lütfen.
Buyurun.
SAMİ GÜÇLÜ
(Devamla) – Biz bu üniversiteleri kurarken yarın eğitimin kalitesinde bir düşme
olmamalı. Bu üniversitelerde öğretim üyesi açığı çok kısa sürede giderilmeli.
Bununla ilgili olarak Yükseköğretim Kurulu bir hazırlık yapmalı. Bu hususta hep
kaygılar taşıdık, biz ve muhalefet partisine mensup milletvekillerimiz.
Değerli
arkadaşlarım, şahsım adına görüşmede bu hususta açıklamalar yapacağım, o da
şudur: Türk yükseköğretimi öyle bir kapasiteye gelmiştir ki bu bizim var diye
korktuğumuz sorunun aslında sistemin kendi tarafından büyük ölçüde çözüldüğünü
gördük. Dolayısıyla, Türk yükseköğretimiyle ilgili eleştirilerimizi yaparken
onu incitmeden, üniversitelerimizi örselemeden, morallerini bozmadan,
geleceğimizi aydınlatacak bu kurumlarımızı yüceltmeye, geliştirmeye,
sorunlarını çözmeye devam etmeliyiz.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Güçlü.
Sayın
milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati : 17.26
ÜÇÜNCÜ
OTURUM
Açılma
Saati: 17.46
BAŞKAN:
Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER: Fatih METİN (Bolu), Murat ÖZKAN (Giresun)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 131’inci Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum.
506 sıra sayılı
Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Tasarının tümü
üzerinde şahsı adına Durdu Özbolat,
Kahramanmaraş Milletvekili.
Sayın Özbolat, buyurun efendim.
DURDU ÖZBOLAT
(Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 506
sıra sayılı Kanun Tasarısı hakkında şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Bu
vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Tasarı
kanunlaşırsa 7’si devlet, 1’i vakıf olmak üzere toplam 8 yeni üniversite kurmuş
olacağız. AKP iktidara geldiğinde 53 devlet, 23 vakıf olmak üzere toplam 76
adet üniversite bulunmaktaydı. Bugün ise 95’i devlet, 51’i vakıf olmak üzere
toplam 146 üniversitemiz var. Yani AKP İktidarı döneminde 70 üniversite, 382
fakülte, 115 yüksekokul, 193 enstitü kurulmuştur.
Değerli
milletvekilleri, üniversite açalım, hiç itirazımız yok buna. Peki
ama kalite… En az miktar kadar kalite de önemlidir. Dershane açmıyorsunuz,
üniversite kuruyorsunuz. Kaldı ki dershane açılırken bile kurucular gerekli
fizibiliteleri yaparlar, kararlarını öyle verirler. Üzülerek belirteyim ki her
zaman yaptığınız gibi yine “dediğim dedik” dediniz.
Üniversite
açıyorsanız açalım ancak açmayı düşündüğünüz üniversite ve fakülteler,
ekonominin ihtiyaç duyduğu iş gücünü sağlamaya yönelik olmalıdır. Akademik
çevreler böyle diyor. Buna hiç dikkat ettiniz mi? Kurduğunuz ve kurmayı
düşündüğünüz üniversitelerin fiziki ve beşerî altyapılarını yeterince
güçlendirdiniz mi? Bu üniversiteleri yurt geneline dengeli bir biçimde
dağıttınız mı, yoksa belirli illerde mi yoğunlaştırdınız? Özellikle vakıf
üniversitelerinin kâr amacı gütmeden, kâr getiren bölüm, kâr getirmeyen bölüm
ayrımı yapmadan; nüfus yoğunluğu az, nüfus yoğunluğu çok il ayrımı yapmadan
kurulması gerekiyordu. Bu kurala uyuldu mu uyulmadı mı? Bu vakıf
üniversitelerinden kaçı daha önce kurulmuş vakıflarca açıldı, kaç tanesi bir
vakıf kurup akabinde üniversite kurma müracaatı yapıp izin aldı? Kafalarımızı
karıştıran, ikna olmadığımız soru ve sorunlar çok.
Değerli
milletvekilleri, YÖK Başkanı üniversite sayısıyla ilgili 200 hedefini koymuş.
AKP Grubu da doğal olarak buna uyacak. Bu, sağlıklı bir söylem değil. YÖK
Başkanı ve onu göreve getiren Hükûmet övünülecek
işler yapsın önce.
Öğretim
üyelerinin tam olduğu, derslerin boş geçmediği üniversiteler oluşturun.
Akademik çalışmaların etkin bir biçimde yapıldığı, yayın endekslerine giren
bilimsel eserlerin yayınlandığı araştırma merkezlerine sahip üniversiteler
oluşturun. Bilimsel açıdan donanımlı, ürettiği malzemeyi kullanabilen, ürettiği
binada oturabilen, mühendislerin, yazdığı makalelerin referans kabul edildiği
gençlerin yetiştiği üniversiteler oluşturun.
YÖK Başkanı
dünyada ilk 100 üniversite içine kaç tane Türk üniversitesini sokmuş, onunla
övünsün. Üniversitelerimizde üretilen, uluslararası camiada ödüle layık
görülmüş kaç projemiz var, bu oran Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik
Devletleri’ndeki üniversitelerle kıyaslandığında tablo ne, onunla övünsün.
Gelişmiş ülkelerden kaç öğrenci bizim üniversitelerimize okumak için geliyor,
bizden kaç öğrenci bu ülkelerdeki üniversitelere gidiyor, bunda bir denge var
mı, onunla övünsün.
Açtığınız
üniversitelerle övünüyorsunuz. Peki, övünün. Peki bu
üniversitelerde ders veren hocalarla, buralarda okuyan öğrencilerle hiç
konuştunuz mu? Sayın Başbakan anket yaptırmayı çok seviyor. YÖK Başkanına yakın
araştırma kuruluşları da var. Bir sorsanıza işin taraflarına, memnunlar mı
hâllerinden.
Ben Kahramanmaraş
Milletvekiliyim. Şehrimde Sütçü İmam Üniversitesi var. Şehrimin nüfusu 1
milyonun üzerinde. Üniversitemizdeki öğrenci sayısı ise yaklaşık 17 binin
üzerinde. Şehrimde Kredi ve Yurtlar Kurumuna ait yurtlarda kalabilen öğrenci
sayısı ise 1.500 civarında. Kahramanmaraş Üniversitesi 1992 yılında kurulmuş,
eksikleri on sekiz yıldır giderilememiş. Hâlâ devam eden ve çözülemeyen kadro
sorunları yüzünden üniversitemiz, özellikle tıp fakültemiz, hizmet veremez hâle
gelmiş.
Bütün bunları
dikkate almadan, yeni açılan üniversitelerde durum ne diye baktığımızda, sayın
bakanlar cevap versinler, cevap verirken de biraz empati
yapsınlar, bu üniversitelere okumaya giden çocukları kendi çocuklarının yerine
koysunlar. Üniversite sınavını kazanmış, üniversitenin bulunduğu şehre gitmiş,
yurt bulamamış gençlerin anne ve babalarının yerine koyun kendinizi. Özel
yurtlara çeşitli nedenlerle gidemeyen ya da parası yetmediği için buralara
gidemeyen gençlerin anne babalarının yerine koyun kendinizi. Zira bu
çocukların, Sayın Başbakanın çocukları kadar şanslı olmadıklarını hatırlayın.
Üniversite
açmakla övünüyorsunuz, hep beraber övünelim ama açtığınız üniversitelerin
kütüphanelerini, araştırma merkezlerini, öğretim elemanı kadrolarını gelişmiş
üniversitelerin standartlarına getirelim ve hep beraber övünelim. Bu ülkede
yaşayan vatandaşlarımızın yüzde 99’unun çocuklarını yurt dışında okutma imkânı
yok, onların çocuklarının masraflarını karşılayacak sponsorları,
babalarının arkadaşları da yok. Ülkemin üniversitelerinde okuyacaklar,
okumalılardır da. Bu üniversitelerimize destek olalım, imkânlarını artıralım,
bütçelerini artıralım ama yönetimlerine siyaseti bulaştırmayalım.
Değerli
arkadaşlarım, kurduğunuz ve kuracağınız üniversitelerde epey yandaş kayırdınız,
kayıracaksınız da öyle anlaşılıyor; zira şu ana kadarki uygulamalarınız bunu
gösterdi. Benim burada, millete karşı sorumluluğu olan bir
milletvekili olarak bir isteğim var: Bu üniversitelere, fakültelere rektör,
dekan seçerken mutlaka dikkat etmemiz gereken bilimsel yeterliliğe, idarecilik
vasfına, dürüstlük ve bilimsel etiğe, üniversiteyi geliştirmek için ne türden
projeleri olduğuna da dikkat edelim; dikkat etmemiz gerekir, çünkü
üniversiteler siyasetin dışında bilimsel çalışmalar, araştırmalar yapan
kuruluşlar. Eğer dünyada toplumumuz bir saygınlık kazanacaksa mutlaka
üniversitelerimiz son derece gelişmiş, bilgi ve birikimi öğrencilerine veren
kuruluşlar olmalı.
Bakınız,
bırakınız dünyadaki ilk 100 üniversiteyi, 500 üniversite içerisinde dahi bir
Türk üniversitesi yok. Bunun sebeplerini araştıralım, bunların sayısını
artıralım.
OSMAN KILIÇ
(Sivas) – Şimdiye kadar oldu mu?
DURDU ÖZBOLAT
(Devamla) – Evet, bugüne kadar olmamış olması olmayacağı anlamına gelmemeli,
olması için çaba sarf etmeliyiz. Biz de sorumlu muhalefet olarak yapılması
gereken olumlu çalışmalara bütün gücümüzle katkı vereceğiz.
Bu çocuklar, bu
gençler bizim. Dünyanın en genç nüfusuna sahibiz, ne yazık ki bu genç, dinamik
insanlarımızı yeteri kadar koruyamıyoruz. Gençlerimiz üniversite sınavlarına
hazırlanırken bir yarış atı gibi koşturuyor, sınavdan sınava koşturuyor hem de.
İlkokuldan itibaren, ortaöğretimde ve lisede sayısız sınava girdikten sonra
üniversiteye giriyor. Üniversiteye girdikten sonra da o okulu bitirene kadar
zaten dar gelirli vatandaşlarımızın bir evladı olarak bin bir türlü
sıkıntılarla yaşıyor, sonra üniversiteyi bitiriyor, bitirdikten sonra da ne
yazık ki iş bulamıyor.
Bu planlamaların
geleceğimiz olan gençlerimize bir aydınlık Türkiye yaratması, bırakması için
iktidar ve muhalefet olarak hepimiz elimizden gelen bilimsel, akılcı, doğru
projelere destek verelim.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Özbolat, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
DURDU ÖZBOLAT
(Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Bunun
gerçekleşebilmesi için üniversitelerin önünde YÖK’ün bir engel olduğunu
düşünüyorum ve bütün bunları gerçekleştirmemiz için -mevcut YÖK’le yapmamız
mümkün değil- onun için, gelin, YÖK’ü hep birlikte kaldıralım,
Üniversitelerarası Kurulu daha etkin hâle getirip bu sorunları daha kolay
çözelim ama öyle görünüyor ki bu sorunun çözümü bize nasip olacak.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Özbolat.
Hükûmet adına Millî Eğitim Bakanı Sayın Nimet Çubukçu.
Buyurun Sayın
Bakanım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 7’si
devlet, 1’i vakıf üniversitesi olmak üzere 8 üniversitemizin kuruluş
kanunlarını görüşmeye geçmeden önce yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.
Sizlerin de
bildiği gibi 1980’li yıllardan itibaren çok hızlı bir küresel değişim sürecine
giren dünyamızda öne çıkan iki önemli unsurdan bir tanesi insan, diğeri de
bilgidir. İçinde bulunduğumuz yüzyılda ekonominin en önemli girdileri de bilgi
ve bilgili insan kapasitesidir. Bu doğrultuda, tüm dünyada yükseköğretimde
okullaşma oranlarının artan bir seyir izlediği gözlemlenmektedir. Memnuniyetle
ifade etmek isterim ki son on yılda ülkemizde de yükseköğretim nicelik ve
nitelik açısından büyük ilerleme kaydetmiştir.
2002 yılında 53’ü
devlet, 23’ü vakıf olmak üzere üniversite sayısı 76 iken, bugün itibarıyla 95’i
devlet, 51’i vakıf olmak üzere 146 üniversiteye ulaşmış durumdayız. Yeni
üniversiteler kurulurken mevcut üniversitelerimizin bünyelerinde 2002
tarihinden itibaren 398 yeni fakülte, 119 yüksekokul ve 193 de enstitü
kurulmuştur.
Bu kapsamda 2002
yılında yükseköğretimde toplam 1 milyon 916 bin öğrenci var iken, 2010 yılında
3 milyon 529 bin 334 öğrenci sayısına ulaşılmıştır. Yükseköğretimde 2002
yılından bu yana toplam öğrenci sayısındaki artış yüzde 184’tür.
Ülkemizin genç
nüfusu ve üniversitelerimizde üretilen bilginin teknolojiye ve katma değere
dönüştüğü dikkate alındığında bugün attığımız adımların çok geç kalmış adımlar
olduğunu bir kez daha vurgulamak isterim. Dolayısıyla, son üç dört yılda devlet
ve vakıf üniversitelerinin sayısındaki patlama güçlü bir küresel aktör olma
yolunda hızla ilerleyen ülkemizin gelecek adına yaptığı en anlamlı ve en önemli
yatırımlardan birisidir. Bu aynı zamanda hükümetimizin eğitime, nitelikli insan
gücüne, bilgi toplumuna ve gençlerimize verdiği önemin de somut bir ifadesidir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Dokuzuncu Kalkınma Planı’nda ortaöğretimdeki okullaşma
oranı yüzde 100 olarak hedeflenmiştir 2013 yılına kadar. Ortaöğretimdeki
okullaşma oranlarındaki artış yükseköğretime olan talebi de artırmaktadır.
Yükseköğrenime yönelik olarak, bu talebin karşılanmasına yönelik olarak
yükseköğretimdeki okullaşma oranı 2012-2013 örgün yükseköğretimde yüzde 33,
toplamda yüzde 48 olarak hedeflenmiştir. Ülkemizde yüksek öğrenime olan yoğun
talebin karşılanmasının ve bu hedefe ulaşılmasının mevcut üniversite ve
üniversitelere bağlı yükseköğretim birimleriyle birlikte gerçekleştirilmesinin
mümkün olmadığı dikkate alınarak yükseköğretimde rekabet, kalite ve taze bir
kan getiren yeni üniversitelerin kurulmasını destekliyoruz.
Bunun yanında
yükseköğretim birimlerine öğretim elemanı sağlanması da önem verdiğimiz
hususların başında geliyor. 2002-2003 yıllarında üniversitelerimizdeki öğretim
elemanı sayısı 74.134 iken bugün itibarıyla bu sayı 97.923’e ulaşmıştır ancak
bunun da yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir. Buradan hareketle öğretim
elemanı ihtiyacının karşılanabilmesi için 5 Yılda 5 Bin Öğrenci Projesi
kapsamında yurt dışına lisansüstü öğrenim amacıyla öğrenci gönderiyoruz. 2006
yılından bu yana yürütülmekte olan proje kapsamında 1.463 öğrenci hâlen yurt
dışında lisansüstü eğitim görüyor.
Ayrıca
üniversitelerimizdeki kadro ihtiyacının giderilmesi amacıyla 9.529’u akademik,
6.151’i de idari olmak üzere toplam 15.680 kadronun ihdas edilmesi için
hazırlanan kanun tasarısının bir an önce kanunlaşması için de çabalar devam
etmektedir.
Öte yandan her
ilimize bir üniversite kurarak ve vakıf üniversitelerini destekleyerek
yükseköğrenime olan talebi önemli ölçüde karşılamış olsak da Türkiye'nin
yükseköğrenim talebi sistemin arzına göre hâlâ çok yüksektir. Dolayısıyla,
çağın gereklerine uygun, kaliteli, bilim ve teknik ve sanat alanında ülkenin
kapasitesine katkı sağlayabilecek bugünün nitelikli öğrencilerini, geleceğin
öğretim üyelerini yetiştirmesi amacıyla, bugün görüşülmekte olan kanun
tasarısıyla Ankara, Bursa, Erzurum, İstanbul, İzmir, Kayseri ve Konya illerinde
devlet üniversitesi ve Antalya’da bir vakıf üniversitesi kurulması
öngörülmektedir.
Bu
üniversitelerden Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Ankara’da, Bursa Teknik
Üniversitesi Bursa’da, İstanbul Medeniyet Üniversitesi İstanbul’da, İzmir Kâtip
Çelebi Üniversitesi İzmir’de, Konya Teknik Üniversitesi Konya’da, Kayseri
Abdullah Gül Üniversitesi Kayseri’de, Erzurum Üniversitesi de Erzurum’da,
Uluslararası Antalya Üniversitesinin de Antalya’da kurulması planlanmıştır.
Toplamda 56 fakülte,
11 yüksekokul ve 23 enstitüden oluşacak olan bu üniversitelerin öğretim elemanı
ihtiyacının karşılanması amacıyla 13.248 akademik, döner sermaye dâhil 4.940
idari kadronun tahsis edilmesi öngörülmektedir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; gerek devlet gerekse vakıflar tarafından kurulan
üniversitelerimiz, hem ülkemiz hem de gençlerimizin geleceği bakımından büyük
öneme sahiptir, bu nedenle de üniversite kuruluşlarının desteklenmesi
gerekmektedir.
Ayrıca, tasarıda,
hayatını ülkemizin bilim, sanat, kültür, eğitim ve sağlık alanındaki gelişimine
adayan ve bu uğurda çok büyük mücadeleler vermiş olan Profesör Doktor İhsan Doğramacı’nın kişisel mal varlığını kullanarak kurduğu,
maddi ve manevi desteğini, bilgi ve tecrübesini aktardığı Bilkent Üniversitesi
adının da “İhsan Doğramacı Bilkent Üniversitesi” olarak değiştirilmesi de bu
kanun tasarısında yer alan hususlardan biridir.
Ülkemizin ilk
vakıf üniversitesinin, köklü devlet üniversitelerinin ve tıp fakültesinin
kurulmasına önderlik eden değerli bilim insanının adının Bilkent
Üniversitesinin başında yer alması, onun değerli hatırasını yaşatmak adına
önemli ve anlamlı olduğunu düşünüyoruz.
Bu duygu ve
düşüncelerle, bugün görüşülecek olan ve yükseköğrenim sistemimize yepyeni bir
soluk ve katkı sağlayacak olan üniversitelerimizin küresel rekabete
katılabilen, dünyaya açık, toplumun beklentilerini karşılayan kurumlar olarak
topluma hizmet edecekleri inancıyla, şimdiden katkı sağlayacak tüm
milletvekillerimize teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Bakanım.
Şahsı adına Konya
Milletvekili Sayın Sami Güçlü.
OSMAN ÇAKIR
(Samsun) – Başkanım, şahsı adına konuşma bizim değil miydi?
BAŞKAN – Yok,
daha tamamı üzerindeki görüşmeler devam ediyor, sizinki birinci bölümde.
Buyurun Sayın
Güçlü.
SAMİ GÜÇLÜ
(Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Grup adına
konuşmamda geldiğim noktadan devam etmek istiyorum.
Değerli
arkadaşlarım, Türk yükseköğretimiyle ilgili en önemli sorunlardan birinin
öğretim üyesi teminiyle ilgili duyulan kaygı ve eğitim kalitesinin düşebileceği
endişesiydi. Bununla ilgili olarak kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum.
2008-2009 öğretim
yılında yüksek-öğretim sistemimizde 2,8 milyon öğrencimiz var. Aynı dönemde
öğretim elemanı sayısı 100 bin, öğretim üyesi sayısı ise 40 bindir. Bu
rakamlara göre, Türk yükseköğretiminde öğretim elemanı başına düşen öğrenci
sayısı 27, öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı 70, örgün öğretimde
öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı ise 47’dir, lisans öğretiminde.
Yeni kurulan
üniversitelerimizin öğrenci/öğretim üyesi ortalamasını çok düşürmemesi ve makul
bir seviyede bu ortalamaya yakın değerlere ulaşabilmesi konusunda bir durum
tahlili yapmak için kendi üniversitelerimizden örnek aldım. 13 üniversiteyi
seçtim. Bu 13 üniversitenin içerisinde 5’i yaklaşık otuz beş yıl önce kurulmuş,
3’ü yirmi beş, son 5’i de on beş yılda kurulmuş üniversiteler.
Bu
üniversitelerle ilgili yaptığımız öğretim elemanı, öğretim üyesi ve öğrenci
sayılarıyla ilgili kriterler şöyle; özellikle iki
gruba indirerek hatırda kalmasını kolaylaştırmak için söylüyorum:
Yaklaşık on beş
yıl önce kurulan üniversitelerimizde ortalama 500 öğretim üyesi, bin öğretim
elemanı vardır ve bu üniversitelerimizde yaklaşık da 25 bin civarında öğrenci
okumaktadır. Yirmi beş yıllık bir dönemde, önce kurulmuş olan
üniversitelerimizde ise öğretim üyesi sayısı ortalama bin, öğretim elemanı
sayısı ise 2.200 seviyesindedir. Dolayısıyla 13 üniversitenin
ortalamasını aldığımızda ve bunların içerisinde on beş yıl önce kurulanları
dikkate aldığımızda, öğretim elemanı başına düşen öğrenci sayısı 30, üyesi
başına düşen 70 ve öğretim üyeleri başına örgün öğretimdeki lisans öğrencisi
sayısı 37’dir ve dolayısıyla bunlar, on beş yıl önce kurulan
üniversitelerimizdeki ortalama Türkiye ortalamasına çok yakındır. Yani
on beş yıl içerisinde üniversitelerimiz bir bakıma Türkiye ortalamasına yakın
bir öğretim üyesi/ öğrenci oranına ve yaklaşık 500 öğretim üyesine, bin öğretim
elemanı sayısına ulaşabilmektedirler.
Değerli
arkadaşlarım, bununla ilgili olarak, yeni kurulan 70 üniversiteyi kastederek
değerlendiriyorum, bunların içerisinde 42’si devlet, 28’i vakıf üniversitesi.
Bu üniversitelerin on beş yıl içerisinde gelişmelerini tamamlayarak olgunluk
dönemine doğru yaklaşmaları durumunda meydana gelecek gelişme, yani öğretim
üyesi ihtiyacının nasıl karşılanabileceği hususudur.
Bununla ilgili
olarak, bu üniversitelerimizde bu sayıları hedef aldığımızda, yani 2025 yılında
bu üniversitelerimizde bin öğretim elemanı ve 500 öğretim üyesi olacağından
hareketle toplam olarak baktığımızda 35 bin yeni öğretim üyesine ihtiyaç
vardır. Bugünkü 40 bin sayısını düşündüğümüzde, yüzde 90’a varan bir artışa
ihtiyaç var bu üniversitelerimizde öğretim üyesinin kalitesinin kabul
edilebilir bir seviyede olması için. Öğretim elemanı sayısının ise yüzde 70
oranında artarak 70 bine ulaşması gerekiyor, bu yeni üniversiteler için.
Değerli
arkadaşlarım, bu konuda iki önemli kaynak var elimizde:
1) Kendi
yükseköğretimimizdeki doktora ve tıpta uzmanlık konusundaki kadrolarımız,
mevcut potansiyelimiz.
2’ncisi ise, yurt
dışı gönderilen, YÖK ve Millî Eğitim aracılığıyla gönderdiğimiz lisansüstü
programlara katılan öğrencilerimizdir.
Evvela sizlere,
grup adına konuşmamın içerisinde ifade ettiğim husus; Türk yükseköğretiminin
ulaşmış olduğu kapasitenin hepimizi memnun edecek noktası işte buradadır:
Değerli arkadaşlarım, 1985-1986 yılında, Türk yükseköğretiminde, tıpta uzmanlık
hariç, doktora programlarında kayıtlı öğrenci sayısı 5.443’tür. 2008-2009
öğretim yılında bu rakam 36 bine ulaşmıştır. Tıpta uzmanlığı katacak olursak,
tıpta uzmanlıkta, 1987-1988 öğretim yılında 6.183’tür, 2008-2009 öğretim
yılında ise kayıtlı öğrenci sayısı 21 bindir. Türkiye, 36 bin öğrenciye doktora
yaptıracak bir kapasiteye ulaşmıştır. Bu, Türkiye'nin bugün çok farkına
varmadığımız ve bir öğretim üyesi kaygısı taşıdığımız bir durumun bir bakıma
gereksiz olduğunu, endişenin bu çapta duyulmasının gerekli olmadığının bir
ifadesidir. Çünkü şu anlama gelmektedir, değerli arkadaşlarım: Bu süre
içerisinde, gerek kapasitede gerekse mezuniyet sayılarında çok önemli
gelişmeler vardır. 1985’te 504 mezun verirken Türk yükseköğretimi, doktora
seviyesinde, bugün, bu rakam 3.600’e ulaşmıştır. Tıpta uzmanlıkta ise mezuniyet
sayısı yaklaşık 1987’de binken bugün 4 bindir.
Değerli
arkadaşlarım, yeni üniversitelerimize baktığımızda, bu yeni üniversitelerimizin
ihtiyaçlarına baktığımızda şöyle bir tablo karşımıza çıkıyor: On beş yılda 500
öğretim üyesinin çıkması demek… Her yıl, 2.350 civarında bir öğretim üyesi ve
2016’dan itibaren de -yine aynı rakamı ifade ediyorum- 2.350 civarında öğretim
üyesine ihtiyaç var ve bunlar toplam olarak 35 bin civarında öğretim üyesine
ulaşıyor on beş yıllık bir süre içerisinde.
Değerli
arkadaşlarım, bu mezunlarla ilgili konuda çok hassas bir nokta var: Bu
mezunların tamamının yükseköğretime alınacağını elbette düşünmüyoruz, doktora
programlarından. Mevcut doktora programında yer alanların sadece yüzde 35’inin,
yani 4 bin mezunun 1.225’inin, tıpta uzmanlıkta barajı aşanların ise yüzde
20’sinin yükseköğretim sistemine katılması hâlinde, toplam arz, üniversitelere
gidecek doktora yapmış öğretim üyesi ve tıpta uzman sayısı 2.350 oluyor ki bu,
bizim bir bakıma ihtiyaç duyduğumuz sayıya ulaşıyor. Her yıl, 2011’den itibaren
sisteme katılacak olan, her yıl yurt dışına gönderdiğimiz bin elemanın da
doktora yapıp dönmeleri durumunda, ki YÖK’ün bir
çalışmasına göre bunların 650’si dönmeye başlayacaktır, sisteme katılmaya
başlayacaktır, biz de bunun yüzde 50’sini yine sisteme katacak olursak buradan
da gelecek olanlarla beraber, 325’le beraber, 2011-2015 yılları arasında Türk
yükseköğretiminde yeni kurulan üniversiteler için bir öğretim üyesi açığının
olmayacağı ortaya çıkıyor.
Yükseköğretimde
bu yurt dışı doktoralıların 2015 yılında sonuçlanacak, daha sonra oradan bir
kaynak aktarışı olmayacak ama mevcut kapasitemizde bir gelişme olacak. Çünkü
yaklaşık on yılda, 10 binin üzerinde doktora kapasitesinde bir artış olduğu
gözleniyor. 2016-2025 yılları arasında ise doktora kapasitesinin 45 bine
ulaşacağını düşünürsek 4.500 civarında yılda doktoralarını tamamlayan bir
öğretim üyesi potansiyeline ulaşacağız. Yine bunlardan da yüzde 35’ini, tıpta
uzmanlık kazananların da daha düşük bir oranını, yüzde 15’ini üniversitelere
aldığımızı farz edecek olursak bu defa 2.415 civarında bir eleman
yükseköğretime katılabilmektedir. Her yıl ihtiyaç duyulan sayıyı bu üniversite
ortalamalarına böldüğümüzde bir problemin olmadığı, Türk yükseköğretiminde bu
üniversitelerin, on beş yıllık süre içerisinde, bu gelişmeyi kendi bünyemizde
kazanacağımız elemanlarla takviye edebileceğini gösteriyor. Bu büyük
potansiyeli gerçekleştiren Yükseköğretim Kurumu mensuplarına,
üniversitelerimize, emeği geçenlere teşekkürü borç biliyoruz.
Esas bu noktada
söylemek istediğim husus şu: Yedi devlet üniversitesi, 2016’dan sonra,
2020’lere yaklaşırken, esas, sisteme öğretim üyesi katkısını çok büyük ölçüde
yapacaklardır. Niçin böyle düşünüyorum? Çünkü 2003-2010 yılları arasında kurmuş
olduğumuz yükseköğretimle ilgili bu yüksek artışın esas taç eseri yedi devlet
üniversitesidir. Bunu böyle algılıyoruz. Bu yedi devlet üniversitesini biz
Türkiye'nin kültürel olarak en gelişmiş, altyapı olarak, şehircilik olarak ve
çok seçkin bir üniversite öğretim üyesi kadrosunu seçebilecek merkezlerde
kuruyoruz. Yedi üniversitemiz bir bakıma bu şekilde dağılmış durumda.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Güçlü, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurunuz.
SAMİ GÜÇLÜ
(Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Burada esas, yedi
devlet üniversitesini kurarken biz lisansı hedef almadan, yüksek lisans
ağırlıklı bir yapıya, çok ayrıcalıklı bir yönetim anlayışına, öğretim üyesi
seçerken eleştirdiğimiz, zaman zaman karşı
çıktığımız, zaman zaman şahit olduğumuz sistemlerin
dışında çok objektif kriterlerle üniversitelerimizin
mevcut bünyesinde olumsuz olarak gördüğümüz bir kısım eksiklikleri ve
hastalıkları bünyesine taşımadan, araştırma ağırlıklı bir üniversite kurmak ve
bu üniversiteleri yirmi yıl sonra dünya üniversitelerinin hâline getirebilecek
gibi kurmak. İşte bunu -bizim Hükûmetimiz döneminde
kurulmuş olup olmaması önemli değildir değerli arkadaşlarım- Yüksek Öğretim
Kurumu, Parlamento, hükûmetlerimiz, eğer bu
üniversiteleri böyle bir anlayışla kurma konusunda bir irade ortaya
koyabilirsek bu, Türkiye'nin 21’inci yüzyıldaki temel büyük hamlesinin,
geleceğinin de en büyük kaynağı ve güvencesi olacaktır. Dolayısıyla, bu büyük
hamlenin, bu yedi devlet üniversitesinin kuruluşuyla ilgili…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Güçlü, teşekkür cümlenizi alayım,
bağlayın konuşmanızı.
SAMİ GÜÇLÜ
(Devamla) - Yedi devlet üniversitesinin, dünya çapında üniversite kurmak
iddiasıyla ortaya çıkmak… Bunu sadece de bu yedi üniversiteyi katarak da
düşünmememiz gerekiyor. Mevcut üniversitelerimiz içerisinde çok başarılı olan
İstanbul Teknik, Orta Doğu, İstanbul Üniversitesi, Ankara Üniversitesi ve
başkaları içerisinde, seçerek, üç dört tanesini de oradan seçerek, bu
üniversiteleri de farklılaştırarak, bunlarla ilgili kaynak sorununu çözerek, bu
üniversitelerin yönetim anlayışlarını değiştirerek… Ama bunları yaparken
–hiçbirisinin- bununla ilgili düşüncelerimize siyasi bir mülahaza katmadan,
Türkiye'nin geleceğini düşünerek yapma konusunda bir iddia taşımamız lazım.
Bununla ilgili
konuda, arkadaşlarım da ifade etti, Türkiye’de yükseköğretimle ilgili bir
düzenlemeyi yapmanın da bu iktidarın görevi olduğunu düşünüyorum. Yani
arkadaşlarımızın eleştirisine katılıyorum, Türk yükseköğretiminde bir yasal
düzenlemeyi en normal zamanda yapmamız lazım. Üniversitelerle ilgili bu
hamleleri yaparken bu yasal düzenlemelere ihtiyaç olduğu fikrine de
katılıyorum.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Güçlü.
Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, soru-cevap işlemini gerçekleştireceğiz. Yalnız dün
sisteme giren arkadaşlarım vardı, ben onların okuyacağım isimlerini, eğer buradalarsa, sisteme girerlerse, öncelikli olarak onlara
söz vereceğim.
Sayın Asil burada
mı efendim? Siz sisteme girmişsiniz, evet, şu anda 8’inci sırada
görünüyorsunuz.
Ahmet Duran Bulut
Bey? Burada, 16’ncı sırada girmiş.
Sacid Yıldız Bey? Burada. Girmiş.
Sayın Aslanoğlu, girdiniz mi efendim? Tamam.
Sayın Serter? Giriyorsunuz.
Sayın Köse?
Şevket Bey yok galiba.
Sayın Çakır,
Hocam girdiniz mi sisteme? Dünden olan haklarınızı biz not aldık, hayır soru
sormak istemiyorsanız ayrı, ona bir şey demiyorum.
Sayın Rıdvan
Yalçın? Rıdvan Bey de yok galiba.
Sayın Akif Paksoy? Yok.
AKİF AKKUŞ
(Mersin) – Sayın Başkan, ben de sisteme girmiştim, beni de ekleyin.
BAŞKAN – Efendim,
dünkü listede sizin isminiz yok.
Sayın Yıldız,
buyurun efendim.
SACİD YILDIZ
(İstanbul) – Teşekkür ederim efendim.
Geçen yıl Polis
Meslek Yüksekokulları Öğrenci Adaylığı Sınavı’nda bir skandal yaşanmıştı çünkü
sınav sorularının “deneme sınavları” adı altında bazı dershaneler tarafından
özel olarak seçilen öğrencilere iletildiği ortaya çıkmıştı. 2007’de de benzer
bir olay Kemal Serhatlı Polis Meslek Yüksek Okulunda yaşanmış, bazı öğrencilere
soruların yanıtları verilmişti. Bu yıl da yirmi il merkezimizde yapılacak bu
sınav için aday öğrenciler artan söylentiler karşısında büyük bir kaygı ve
stres altındadırlar. Bu konuda Bakanlığınızca gerekli önlemler alınmış mıdır?
İkinci sorum:
Üniversitelerde son yıllarda idari görevlere, genel sekreter, genel sekreter
yardımcısı, daire başkanı gibi üniversitedeki akademik kadroda görev yapan
yardımcı doçentler ve öğretim görevlileri atanmaktadır. Üniversitelere göre
bunların dökümü nedir? Bu akademik kadrodaki personelin bu kadrolara atanmasını
uygun bulmakta mısınız?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın
Asil, buyurun.
BEYTULLAH ASİL
(Eskişehir) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakan,
Almanya’da yaşayan Türk soydaşlarımızın çocuklarının yüzde 11’inin okulu terk
durumda yani diplomasız oldukları, yüzde 46’sının ilk ve ortaokul mezunu
oldukları, yüzde 25’inin orta dereceli lise, yüzde 12’sinin yüksek dereceli
lise ve yüzde 7’sinin de ancak üniversite muzunu olabildikleri bilinmektedir.
Alman eğitim sisteminin fakir, göçmen, mülteci ve engelli çocuklara ayrımcılık
uygulamasına yol açtığı Birleşmiş Milletlerin insan hakları raporuna da
yansımıştır. Buradaki soydaşlarımızın daha düzgün bir eğitime kavuşabilmeleri
için Bakanlığınızın ne gibi
çalışması vardır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Bulut…
AHMET DURAN BULUT
(Balıkesir) – Sayın Bakan, 2009 iç denetim raporunda Bakanlığınızın öğretmen
açığı 133.317 olarak gösteriliyor. 24 Mayıs 2010 tarihinde de açık norm kadro
sayısı ise 141.293 olarak ilan edildi. Siz ise 24 Aralık 2009 tarihinde
yaptığınız açıklamada “76.721 öğretmen ihtiyacımız var.” dediniz. 2010 yılı
için ise öğretmen açığının 78.321 olduğunu söylediniz. Dört farklı rakam, bunlardan
hangisi doğru? Biz Bakanlığın açıkladığı norm kadrosunu, iç denetim
raporundakini baz alırsak 141 bin. Bu sene kaç
öğretmen alacaksanız? Bu açığı nasıl kapatacaksınız?
İkincisi efendim:
Zorunlu eğitim çağındaki engelli öğrenci…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Aslanoğlu…
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Bakan, yeni kurulan Yıldırım Beyazıt, İstanbul
Medeniyet ve Turgut Reis Üniversitelerine 2.500’er kadro veriyorsunuz. 2.500’er
tane (1) ve (2) sayılı cetveldeki kadro var ve bunların fakülte sayısı altı
veya yedi. Bugün on dört, on beş, on altı fakültesi olan hâlâ 1.100, 1.200 tane
öğretim görevlisi olan fakülteler var. Bu diğer üniversiteler için bir
haksızlık değil mi? Yani otuz yıllık üniversitelerimizde 1.100 kadro olmasına
rağmen, 1.200 kadro olmasına rağmen siz yeni kurulan altı, yedi fakülteli bir
okula 2.500 kadro ihdas ediyorsunuz. Bir kere bu bir
haksızlık. Öbür üniversiteleri de aynı seviyeye getirecek misiniz?
İki: Maliye
Bakanlığından talep ettiğiniz 16 bin yeni kadronun akıbeti nedir? Acaba vize
veriyor mu Maliye Bakanlığı? Bu konudaki son görüşmeleriniz nedir?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Serter…
FATMA NUR SERTER
(İstanbul) – Sayın Bakan, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yeni kurulan
üniversitelerin bazılarında rektörlerin etnik esaslı bir kadrolaşma içine
girdiğine ilişkin birtakım duyumlar alıyoruz. Üniversitenin adını vereyim size:
Örneğin, Siirt Üniversitesinde Arap kökenli olan çalışanların işten çıkarıldığı
duyumları alıyoruz. Bu konuda bir bilginiz var mı, bu konuyu araştırmayı ve
incelemeyi düşünür müsünüz?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Tankut…
YILMAZ TANKUT
(Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan,
Kayseri’de kurulan Abdullah Gül Üniversitesiyle ilgili isim acaba
Cumhurbaşkanının kendisinden mi gelmiştir yoksa siz, Cumhurbaşkanlığı makamına
hürmeten bir gelenek mi oluşturmak amacıyla o ismi düşünüp koymuş
bulunmaktasınız?
Diğer bir sorum:
Bu tasarıyla yedi yeni devlet üniversitesi kurulacak iller belirlenirken söz
konusu illerin hangi özellikleri dikkate alınmıştır? Mesela o ilin nüfusu,
coğrafi konumu, sosyoekonomik özellikleri mi dikkate alınmaktadır yoksa farklı
istek ve talepler mi etkili olmaktadır?
2 milyon nüfusa
sahip olan ve bugün yüzde 26’yla Türkiye'nin en büyük işsizlik oranına sahip
olan Adana niçin bu iller arasında düşünülmemiştir?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ederim.
Sayın Akkuş…
AKİF AKKUŞ
(Mersin) – Sayın Başkan, Sayın Bakan; kurulması teklif edilen yeni
üniversiteler, genellikle üniversite mevcut olan illerimize ikinci veya bilmem
kaçıncı üniversite olarak kurulmaktadır. Özellikle “teknik üniversite” adı
altında kurulacak olan üniversitelerin bulunduğu yerlerdeki üniversitelerimizde
birer mühendislik fakültesi bulunmakta idi. Acaba bu mevcut fakültelerdeki
akademik kadrolar bu yeni üniversitelere yeterli gelecek mi yahut da mevcut
fakültelerdeki öğretim üyeleri yeni üniversiteye geçtiğinde bu fakülte
kadroları boşalmayacak mı? Bunların envanteri yapıldı
mı, yapıldıysa durum nedir?
İki: Tarsus’ta
bir üniversite kurulması isteğimiz, “Her ile bir üniversite” projesi
anlayışıyla, Tarsus’un il olmaması sonucu reddedilmişti. Şimdi birçok ile yeni
üniversiteler kuruluyor. Tarsus ve Tarsus gibi nüfusu birkaç il merkezinden
birkaç kat fazla olan ilçelere…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Taner…
RECEP TANER
(Aydın) – Sayın Bakan, kurulmakta olan yeni üniversitelere baktığımızda hepsi o
illerin 2’nci üniversiteleri, 3’üncü üniversiteleri. Üniversiteleri olmayan il
kalmadığına göre ve birçok ilde de birden fazla üniversite kurulduğuna göre,
Bir: Nüfus
bakımından üniversite kurulan birçok ilden büyük olan ilçelere “İlçe olduğu
için üniversite kurulamaz.” kotasını kaldırmayı düşünüyor musunuz?
İki: Örnek olarak
110 bin nüfuslu Aydın ili Nazilli ilçesinde kurulması için 2009 yılı Mart
ayında kanun teklifi verdiğimiz Nazilli Sümer Üniversitesinin kurulmasına nasıl
bakıyorsunuz? Ki bu aynı zamanda Sayın Müsteşarımızın kendi ilçesi, o konuda
kendisinin desteklerini bekliyoruz.
Son olarak, millî
eğitimde tüm liselerin Anadolu lisesi hâline çevrilmesini nasıl buluyorsunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın
Işık…
ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan,
hâlen üniversitelerimizde akademik yükselme şartlarını yerine getirdikleri
hâlde hak ettikleri kadrolara atanamayan öğretim elemanlarının unvanlarına göre
dağılımları nasıldır? Bu öğretim elemanlarının kadrolara atanmaları için daha
önceki dönemlerde atanmış rektörlerin değiştirilmesinin beklendiği iddiaları ne
derece doğrudur? Bu konuda ne tür tedbirler alınmış ya da alınmaktadır?
İki: Van Yüzüncü
Yıl Üniversitesinde bazı fakültelerde terör örgütü yanlıları ya da
sempatizanları tarafından derslerin boykot ettirilerek öğrencilerin derslere sokulmadığı ve
Kredi Yurtlar Kurumunda kalan Anadolu çocukları, bazı öğrencilerin yurtlardan
dövülerek atıldığı iddialarına karşılık Bakanlığınızca nasıl bir işlem yapılmış
ve üniversite yönetiminde ne tür uygulamalar sergilenmiştir.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Ağyüz…
YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) – Teşekkür ederim.
Sayın Bakanım,
usta öğreticiler yıllardır geleceğinin ne olacağını bilmeden çalışıyorlar.
Sayısız kere gündeme geldi, Meclisi de ziyaret ediyorlar ama sorunlarına bir
türlü çare bulamıyorlar. Bu konu sizin gündeminizde mi?
Gaziantep’e Millî
Eğitim Bakanlığı olarak çok önem verdiğinizi söylüyorsunuz ama şu anda bir
gelişme yok, okul açığı, derslik açığı, öğretmen açığı aynen devam ediyor.
Gaziantep’teki
kamu arazilerini eğitim kampüsü olarak almayı
planlayacaktınız. Niye bir adım atılmıyor bu konuda? 2.500 öğretmen açığı için
84 tayinle bu açık ne zamana kadar devam edecek ve 60’ıncı sıradan Gaziantep ne
zaman kurtulacak?
Bunları öğrenmek
istiyorum, teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın
Doğru? Yok.
Sayın Bakanım,
süremiz doldu, buyurun efendim.
MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Yıldız’ın
sorusuyla başlamak istiyorum. Geçtiğimiz yıl basına da yansıyan ve Bakanlığıma
da defaatle soru önergeleriyle soru olarak iletilen
ve yazılı olarak da cevaplandırdığımız bir sorunun yeniden iletilmiş olması
hasebiyle tekrar cevaplandırma ve hem Parlamentoyu hem de kamuoyunu bir kez
daha aydınlatma gereği hasıl olmuştur. Geçen yıl
yapılan polis meslek yüksekokulu sınavları ÖSYM tarafından yapıldı, hepinizin
de bildiği gibi. Daha sonra ortaya çıkan iddialar üzerine bu sınav iptal edildi
ve yenilendi.
Öğrenci Seçme ve
Yerleştirme Merkezimiz sınav sistematiği açısından ülkemizin en güvenilir
kurumlarından birisidir. Dolayısıyla çok uzun yıllardır hem kurumsal kapasitesi
itibarıyla hem de yaptığı sınavlar itibarıyla toplumumuzda geniş kesimlerde
güven oluşturan bir kurumdur. Tabii ki istenmese de bazen arzu edilmeyen yanlış
işler olabilir ama bunun karşısında bu sınav yenilendi ve yeniden bu yıl
yapılan sınavlarda da sanıyorum gereken tedbir alınmıştır diye düşünüyorum.
Sayın Asil
Almanya’da yaşayan Türk çocuklarının eğitim durumlarına ilişkin bazı istatistiki verileri paylaştı. Doğrusunu isterseniz,
Almanya’da yaşayan Türk çocuklarının göçmen olarak topluma entegrasyonu
konusunda… Evet, Alman Hükûmetinin izlediği
politikalar bu anlamda çok da tasvip edilecek politikalar değil. Yaklaşık otuz
kırk yıl önce göç eden bir toplumun yaklaşık üçüncü jenerasyonu
eğitim sistemi içerisinde ve özellikle eğitim sisteminin, ilk yaşlarında
yönlendirme şeklinde, ilkokul dördüncü sınıftan itibaren yapılan
yönlendirmelerde, yeteri kadar Almancaya hâkim olamadıkları için çocuklarımız
maalesef, eğitim kurumları içerisinde daha akademik başarıyı elde etme
imkânları olmayan okullara yönlendiriliyorlar. Bu yıl içerisinde hem Alman
Eğitim Bakanıyla hem de Merkel’in Türkiye ziyareti
çerçevesinde ele alınan en önemli konulardan bir tanesi de “Eğitim” başlığı
altındaydı. Almanya’da yaklaşık 500 bine yakın Türk kökenli öğrencimiz var ve
bu öğrencilerin eğitimleri ve iyi bir eğitim almaları, topluma entegrasyonu bizim açımızdan da çok önemli. Atılan bazı
adımlar var. Bunların kapsamlı çalışmaları… Ben geri kalanını -Sayın Asil’in-
yazılı cevaplandırayım, bu konuda yapılan anlaşmalar ve yürütülen çalışmaları.
Sayın Bulut’un
sorusu: 2009 İç Denetim Raporu’na göre öğretmen açığının 133 bin olduğunu, daha
sonra 141 bin olarak açıklandığını -norm kadro açığının- daha sonra benim 76
bin öğretmen olarak ve 2010 yılı için de 78 bin öğretmen açığı olarak
açıkladığımı ilettiler.
Şimdi, her şeyden
önce İç Denetim Raporu’nda yer alan, norm kadro açığına göre belirlenen bir
kıstas. Öğretmen açığı yıl içerisinde de çeşitli zamanlarda azalan çoğalan…
Birkaç bin oranında azalıp çoğalma ihtimali var. Bu rakamlar, her telaffuz
ettiğimizde gün itibarıyla doğruluk arz eden bilgiler. Biz norm kadro dışında,
şu anda ders anlatacak öğretmen açığı açısından değerlendirdiğimizde, bugün
itibarıyla, 2010 yılı için 78 bin öğretmen açığımız var. Bu yıl itibarıyla 41
bin atama yapılacak. 10 bin atamayı haziran ayında gerçekleştirdik, diğer
atamayı da ağustos ayı içinde gerçekleştireceğiz.
AHMET DURAN BULUT
(Balıkesir) – Geri kalanını ne yapacaksınız?
MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Sayın Aslanoğlu’nun
sorusu: “Yeni kurulan üniversitelere verilen kadrolar eski üniversitelere
verilmiyor.” dedi. Bugün burada kurulması düşünülen üniversiteler yeni ve
sıfırdan üniversiteler olduğu için, hâliyle daha önce kurulmuş ve kadrosu olan
üniversitelere eksik kadrolarının ancak verilmesi söz konusu olabilir. Bugün
itibarıyla…
Sayın Serter’in sorusu: Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bazı
üniversitelerin etnik tutum içerisinde oldukları ve Siirt Üniversitesinde Arap
kökenlilerin işten çıkarıldığına dair duyumlar aldığınızı… Şu an itibarıyla YÖK
Başkan Vekilimizin bana ilettiğine göre, bu konuda kendilerine ulaşmış herhangi
bir şikâyet söz konusu değilmiş. Eğer, bu konuda şikâyet edenler varsa, her
şeyden önce yetkili birimlere ulaştırırlarsa bu konuda Yükseköğretim Kurulumuz
gerekli incelemeleri gerçekleştirecektir.
Sayın Tankut’un sorusu: “Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül
kendi isminin koyulmasını kendisi mi istemiştir?” diye sordu. Ne Sayın
Cumhurbaşkanımız böyle bir talepte bulunmuştur ne de Hükûmet
tasarısı olarak böyle gelmiştir. Plan-Bütçe Komisyonunda milletvekillerimizin
önergesiyle kurulmuştur.
MEHMET GÜNAL
(Antalya) – Kanun teklifiyle Sayın Bakan. Sonradan önerge,
önce kanun teklifi.
MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Ayrıca, şu ana kadar cumhurbaşkanlarımızın
isminin bir üniversiteye verilmesi de âdeta teamül hâline gelmiştir. Şu ana
kadar tüm cumhurbaşkanlarımız, bir önceki cumhurbaşkanımız hariç olmak üzere,
adına üniversite kurulmuştur. Dolayısıyla, bu konuda Sayın Cumhurbaşkanımızın
bir talebi olmadığı gibi böyle bir konuyu isteyecek birisi de değildir.
MEHMET GÜNAL
(Antalya) – Onu da dâhil etmeyi düşünüyor musunuz? Arada hariç kalan
cumhurbaşkanımızı da dâhil edecek misiniz? Yani bekleyen varken mevcuduna
vermek…
MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Üniversitelerin kuruluşuna ilişkin olarak bir
diğer konu da, özellikle üniversitelerin kurulduğu illerin bir üniversiteden
fazla olduğunu, iki veya daha fazla üniversite olan illerde kurulduğunu
söylediler. Doğrusu, üniversitelerin kurulduğu iller yükseköğrenim talebinin de
en yüksek olduğu iller. Birtakım kriterlerle hareket edildi; Ankara, İstanbul,
İzmir ve diğer büyük şehirleri baz aldığımızda en
fazla yükseköğrenim öğrencisinin bulunduğu şehirler. Bugün nüfusun zaten yüzde
17,8’i İstanbul’da yaşıyor ve dolayısıyla yükseköğrenim talebinin karşılanması
açısından bu arzın, yani yükseköğrenim talebinde bulunan genç nüfusun yoğun
olduğu büyük şehirlerde yeniden üniversitelerin kurulması bir zorunluluk
açıkçası. Yeni üniversiteler kurulurken Yükseköğretim Kurulu belli kriterler kullandı. Bu kriterlerden en önemlisi de o şehrin
nüfus büyüklüğü değil yükseköğrenim öğrencilerinin sayısını baz
almaktı.
“Adana niye yok?”
diye bir soru soruldu. Adana’nın nüfusu, evet çok yüksek ama Çukurova
Üniversitesinin öğrenci sayısı 30 bin civarında. Bu üniversitelerin, bugün
üniversite kurulan şehirlerin birçoğunun yükseköğrenim öğrenci sayısı 80 binin
üzerinde. Dolayısıyla ölçü alınırken biraz daha fazla yüksek sayıda öğrencisi
olan, öğrenci potansiyeli olan iller tercih edildi.
AKİF AKKUŞ (Mersin)
– Bu ölçü olamaz. İsterse de 300 bin olsun. Anadolu Üniversitesinin 350 bin
öğrencisi var.
YILMAZ TANKUT
(Adana) – Erzurum’da, Kayseri’de kaç acaba?
MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Bunun dışında, “Niye ilçelere üniversite
kurulmuyor?” diye bir soru soruldu. Üniversitelerin kuruluşuna ilişkin olarak,
ilçelere kurulması konusunda daha önceki izlenen politikalar çerçevesinde iller
bazında üniversite kurulması ve her ile bir üniversite kurulması politikamız
söz konusuydu. Bugün ilçelerimizin nüfusu ne kadar büyük olursa olsun henüz bir
devlet üniversitesi kurulması konusunda bir görüş birliğine varılmış değil. Ama
daha önceki görüşmelerde de bana iletildi, bu büyük nüfusu olan ilçelerde vakıf
üniversitesi kurulması konusunda bir talep olursa Yükseköğretim Kurulu bunu
değerlendirecektir ama devlet üniversitesi kurulması konusunda henüz atılmış
bir adım, verilmiş bir karar söz konusu değil.
İkinci soru da
buna benzerdi Sayın Taner’in sorusu: Yeni kurulan ikinci üniversitelerin büyük
şehirlere kurulmasını eleştiriyor. “Büyük ilçelere neden kurulmuyor?” denmişti.
“Nazilli ilçesine kurulması düşünülüyor mu?” denmişti. Aynı gerekçelerle,
Tarsus ilçesine verdiğim cevapları tekrar etmek isterim.
Tüm liselerin
Anadolu liselerine dönüşmesine ilişkin bir soru vardı. Ülkemizde özellikle
ortaöğretim kurumlarının yeniden yapılandırılması çalışmaları çerçevesi
içerisinde ortaöğretim kurumlarımızı akademik eğitime hazırlayan liseler ve
mesleki eğitim olmak üzere tür olarak azaltmayı, alan çeşitliliğini artırmayı,
okul çeşitliliğini azaltmayı hedefliyoruz.
Diğer taraftan,
daha iyi yabancı dil öğreten ve daha iyi akademik eğitim veren liselerimizin de
sayısını artırmayı düşünüyoruz. Dolayısıyla bugün eğitim
sistemimiz içerisinde “genel lise” diye tanımladığımız liselerin hem akademik
başarılarının düşüklüğü hem de mesleki eğitime yönlendirme konusundaki eksik
anlayışı ortadan kaldırmak amacıyla bu yönde yönlendirmeler yapıyoruz ve bu yıl
itibarıyla büyük bir bölümünü ama dört yıla yayılmak suretiyle bütün ortaöğretim
kurumlarının Anadolu liseleri, sosyal bilimler lisesi, fen lisesi ve mesleki
eğitim liseleri olmak üzere belli sınırlılıklar içerisinde ayrılmasını
düşünüyoruz.
Sayın Başkanım,
cevap veremediğim soruları yazılı olarak cevaplandırayım. Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Tasarının tümü
üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, şimdi birinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.
Birinci bölüm, ek
madde 125, 126, 127, 128, 129, 130, 131 ve 132 dâhil olmak üzere 1 ila 2’nci
maddeleri kapsamaktadır.
Birinci bölüm
üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi adına İstanbul Milletvekili Sayın Sebahat Tuncel.
Buyurun efendim.
(BDP sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 506 sıra
sayılı Kanun Tasarısı’nın birinci bölümü üzerine Barış ve Demokrasi Partisi
Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tasarıyla,
arkadaşlarımızın da belirttiği gibi 7 devlet üniversitesi, 1 vakıf üniversitesi
açılması tartışılıyor. Tabii, burada, yeni üniversiteler tartışılırken doğal
olarak Türkiye’nin eğitim sistemini yeniden mercek altına almak gerekiyor.
Doğal olarak buradaki hiçbir grup yeni üniversitelerin açılmasına karşı
çıkmıyor. Evet, yeni üniversiteler
açılmalı, Türkiye’de eğitim ihtiyacı, gençliğin eğitim ihtiyacı karşılanmalı
ancak bu üniversitelerin koşulları uygun mu değil mi, hangi nedenlerle bu
üniversiteleri açıyoruz, bunlar önemli, bunların tartışılması gerekiyor. Başta
da Türkiye'nin temel sorunu olan aslında demokratikleşmenin eğitim sistemi
açısından da önemli olduğunu düşünüyoruz. Bunun çok çeşitli örneklerini de
Türkiye’de görüyoruz.
Bir yandan
üniversiteler açılırken diğer yandan üniversitelerin koşulları hazırlanmış
değil. Sadece, AKP İktidarı, her ile bir üniversite açma üzerinden bir yarışa
girmiş durumda. Bunun ne akademik olarak koşullarının hazırlanması durumu var
ne de bunun kadrosu yeterince hazırlanmış durumda değil. Biraz da bu döneme
denk getirilmesi, sanırım seçim öncesi olması itibarıyla da “Biz her ile bir
üniversite açtık.” iddiasında…
Şimdi, tabii ki
bu üniversitelerde verilen eğitimin nasıl olduğu meselesi de önemli. İki durum
var; bir, üniversitelerde görevli olan öğretim görevlileri, akademik çalışma
yürütenler; bir de öğrenciler açısından bu durumu ele almak, belki Türkiye’de
üniversite gerçeğini anlamak açısından iyi olacaktır diye düşünüyoruz.
Türkiye’de ne
yazık ki bilimsel bir eğitim sistemi yok, demokratik bir eğitim sistemi yok.
Bütün üniversiteler iktidar kimdeyse aslında, o iktidara göre şekillenmek
durumunda veya ona göre düşünmek durumunda kalmıştır. Özellikle 1980 darbesiyle
birlikte, eğitim sistemi özgür olması gereken, düşünce üretmesi gereken,
fikirleri geniş tartışması gereken bu kurum, ne yazık ki YÖK gibi bir kurumla
denetim altına alınmıştır ve tek tip insan yetiştirilmiştir. Türkiye'nin de
temel problemi ne yazık ki budur. Dolayısıyla, kendisi gibi düşünmeyen, sistem
gibi düşünmeyen, ona muhalif olan herkes bir şekilde ya bertaraf edilmiştir ya
sesi kesilmiştir ya da kariyer yapmasının önünde engel olunmuştur.
Bunlara birkaç
örnek vermek istiyorum: Özellikle son dönemde, Bilgi Üniversitesinde
sendikalaşma mücadelesi verenlerin, Bilgi Üniversitesinde çalışanların sendikal
mücadele hakları üniversite yönetimi tarafından gasbedilmek
istenmiştir ve Profesör Nevin Ateş, Nisan 2010 tarihinde, sendikalaşmayı
desteklediği için, Bilgi Üniversitesindeki sendikal mücadelenin önemli olduğunu
söylediği, “Bilgi üretiyoruz, bilgiyi birlikte üretiyoruz, o zaman bilgiyi
birlikte paylaşalım.” dediği için işten atıldı ve tazminatı da ödenmedi. Hâlâ bu tazminatı ödenmiş değil.
Yine Diyarbakır
Üniversitesinde benzer bir durum yaşanıyor. Cemaat
örgütlenmesinin çok yoğun olarak yapıldığı üniversitelerden birisi Dicle
Üniversitesi. Orada da, Sayın Cumhurbaşkanı, üçüncü sırada seçilmiş
olmasına rağmen üçüncü sıradaki kişiyi rektör olarak atadı. Dolayısıyla bu,
oradaki öğretim görevlilerinin, 40’a yakın öğretim görevlisinin işten istifa
etmesini ya da işten çıkartılmasını, işine son verilmesini beraberinde getirdi.
Orada yine öğrencilere yönelik çok yoğun saldırılar gerçekleştirildi bizzat
okul yönetimi tarafından, alternatif bahar şenlikleri yapan öğrenciler
gözaltına alındı, bir kısmı tutuklandı.
İlginçtir, bu yıl
Dicle Üniversitesi 100 tane tıp mezunu verdi, okulun düzenlediği, rektörün
düzenlediği resmî törene, diploma alma törenine 26 öğrenci katılırken 74
öğrenci alternatif bir tören düzenledi ve buradan “Biz üniversitenin mevcut
yapısını kabul etmiyoruz.” dediler. Bence bu düşündürücüdür. AKP Hükûmeti, bu tip olaylarda, aslında, Türkiye’deki eğitim
sisteminin hangi düzeyde olduğunu, Türkiye’de gerçek anlamda demokratik bir
eğitim sistemi olup olmadığını ortaya koymalıdır, en azından bu konuda
sorumluluğu var diye düşünüyorum.
Değerli
milletvekilleri, AKP Hükûmeti döneminde vakıf
üniversitesi sayısı hızla artıyor, şimdilik 51 oldu. Anlaşılan o ki bu sayı her
geçen gün biraz daha artacak. Toplam üniversite sayısı 146 bu yıl itibarıyla.
“Her ilde, koşullar ne olursa olsun, üniversite açacağız.” iddiası devam
etmektedir ancak AKP Hükûmetinin izlediği politika,
ölçüsüzce artırılan üniversite sayısı ve dağınık yapı ciddi sorunları
beraberinde getirmektedir. Yani bu, demokratik ve özgürlükçü bir eğitimi,
Türkiye’nin gerçekten bilim insanı yetiştirmesini beraberinde getirmemektedir.
Türkiye'de üniversiteler ne yazık ki işçi yetiştiren kurumlardır, bilim insanı
yetiştirmiyor.
AKP Hükûmeti iktidarının ilk altı yılında kaynak ve kadro
bakımından talep edilen ihtiyaçlara kayıtsız kalarak üniversitelerin
gelişmelerinde frenleyici etki yapmıştır. Yani bir yandan burada iktidar
mensupları hani “Biz şu kadar üniversite açtık, üniversite için şu kadar kaynak
hazırladık.” derken aslında ilk altı yıllık pratiklerine baktığınızda bütçe
ayırmayarak, bu üniversitelerin ihtiyaçlarına kayıtsız kalarak bir şekilde bu
dönemi böyle atlatmışlardır. Bu süreç içerisinde üniversitelerin hem kadro
ihtiyacını, hem teknik ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak bir politika
izlemişlerdir. Bu politikanın başlıca nedeni Hükûmetin,
dönemin YÖK yönetimi ve rektörlere karşı olan tutumu olmuştur. Yani o dönem YÖK
yönetimiyle arasında sorun olan Hükûmet, o dönem
üniversitelerin ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak bir politika izlemiştir. Daha
sonra YÖK’teki kadrolaşmasını tamamlayınca üniversitelerle ilgili, yeni
üniversiteler açma ve bu konuda bir çaba içerisine girmiştir. Bu çok
düşündürücüdür diye düşünüyoruz. Hem üniversitelerdeki cemaatleşmenin hem de
aslında üniversitelerde bilimsel eğitimin açığa çıkmamasının temel şeyidir
çünkü iktidara göre düşünen bir yönetim, iktidara göre düşünen bir YÖK
dolayısıyla bilimsel olmaktan çok uzaktır.
O yüzden ki bugün
üniversitelerdeki hocaların akademik kariyerlerine baktığınızda ya da kendi
alanlarına ilişkin ürettiği materyale baktığınızda dünya ölçeğinden, hatta
Avrupa Birliği ölçeğinden çok geridir. Bugün iktidar bu sürecin, yeni
üniversitelerin, Avrupa Birliği süreci açısından önemli olduğunu söylüyor ama öğretim
görevlilerinin, profesörlerin ürettikleri bilim materyalleri açısından, toplumu
yönlendirecek şey açısından baktığınızda bu çok yetersiz bir durumdadır.
Dolayısıyla
mesele sadece şey açmak olmamalıdır. Sonuçta biz orada kendi geleceğimiz ve
çocuklarımızın geleceğini bir şekilde belirliyoruz. Yani üniversitelerde
gerçekten bilim insanı olacak, Türkiye'deki gelişmelere yön verecek, demokratik
bir Türkiye için çalışma yürütecek, her alanda çalışma yürütecek insanları
yetiştirirken ortamın da demokratik olması önemlidir diye düşünüyorum. Bu
demokratik ortam olmadığı için üniversitelerde öğretim görevlileri bir şekilde
sistemin devam ettiricisi bir konumda olurken öğrenciler de, muhalif olan
öğrenciler de baskıyla karşı karşıya kalmaktadır. O açıdan -buradan biraz önce
bir milletvekilimiz de sordu- işte üniversitelerde karşıt görüşlü öğrencilerin
çatışması çok sık rastlanan bir durum hâline gelmiştir çünkü üniversitelerde
bilimsel tartışmalar yoktur. Üniversitelerde insanlar fikirlerini ne kadar
karşıt olsa da birbiriyle paylaşamamaktadır. Bu paylaşma olmadığı için
yönetimin de baskıcı bir şeyi, güvenlikle, polisle anlaşması sonucu muhalif
olan öğrenciler her zaman için gözaltına alınmakla, tutuklanmakla karşı karşıya
kalmıştır. Biraz önce, Sayın Başkan, Sayın Milletvekilimiz Nezir Karabaş’ın
söylediği şeye ilişkin ifade etti, evet, belki binlerce değil ama yüzlerce
öğrenci muhalif olduğu için, farklı düşündüğü için gözaltına alınmakta, tehdit
edilmekte, hatta tutuklanmaktadır. Birçoğu, bu baskıdan kaynaklı, üniversiteyi
bırakma durumunda kalmaktadır. Bunu da bir kez daha hatırlatmak isteriz. Bu iyi
olduğu için söylemiyoruz, tabii ki bu kötüdür.
Türkiye’de
gerçekten üniversitelerin bilim insanı yetiştireceği, farklı görüş ve önerileri
tartışabileceği, insanların bilim üreteceği, karşıt görüşlüleri de bir araya
getiren bir kurum hâline gelmesi önemlidir, aksi takdirde ne üreteceğiz orada?
Kendimize göre düşünen, kendimize göre şekil vereceğimiz ya da iktidarın
isteğine göre bir eğitim sisteminin kabul edilmesi mümkün değildir. O yüzden de
bu ülkede yaşanan sorunlardan biri de bu eğitim sistemidir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Tuncel, konuşmanızı tamamlayınız.
SEBAHAT TUNCEL
(Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.
Dolayısıyla, yeni
üniversiteler açılırken öncelikle Türkiye’de belki de kapsamlı olarak bir şeye
ihtiyaç var. Üniversiteler açıp tabelalar asmak değil, üniversitenin içeriği
önemli; bilim emekçileriyle birlikte gerçekten demokratik, özerk bir
yapılanmaya kavuşacak mı kavuşmayacak mı bu önemli; YÖK gibi bir kurul
kaldırılacak mı bu önemli çünkü YÖK gerçekten baskı unsuru üniversiteler
üzerinde, bilimsel ve demokratik olmasını engelleyen bir nokta. Diğeri, diyelim
ki rektörlerin atanması üniversitelerin yetkisine bırakılacak mı? Bunlar
önemlidir çünkü. Mesela, Cumhurbaşkanı, istediği kişiyi atıyor. Dolayısıyla,
üniversitenin önerdiği kişi tercih edilmiyor. Diğer bir nokta, bu yönetimlere
öğrenciler katılacak mı? Bunlar önemlidir. Şimdi, gerçekten demokratik bir
eğitim sistemi olacaksa sadece öğretim görevlilerinin değil aynı zamanda
öğrencilerin de bu sürece katılması gerekir. Öğrencinin rektörü seçme hakkı
olacak mı, olmayacak mı?
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Tuncel, tamamlandı mı efendim konuşmanız?
SEBAHAT TUNCEL
(Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun,
son cümlenizi alayım.
SEBAHAT TUNCEL
(Devamla) – Cumhurbaşkanındansa, rektörün seçiminde öğrencilerin daha çok söz
sahibi olması, gerçekten okulda yaşanan sorunların çözümü açısından da
demokratikleşme açısından da önemli olur diye düşünüyorum ve bundan sonra da
muhtemelen üniversiteler açılacaktır, bu üniversiteler açılmadan önce
fizibilite çalışması yapılması, ihtiyaçlarının karşılanması, ona göre bir
yaklaşım olması önemli.
Son olarak da
belki yeni bir üniversiteyi de Kürtçe eğitim konusunda açarız, Kürtçe eğitim
yapılabilmesi için öğretim görevlilerinin yetiştirilmesi konusunda açarız diye
umuyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Tuncel.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Kütahya Milletvekili Alim
Işık.
Sayın Işık,
buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşülmekte olan 506 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın birinci bölümü üzerine
Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini aktarmak için söz almış
bulunmaktayım. Bu vesileyle, hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Bu kanun ile
Ankara’da Yıldırım Beyazıt, Bursa’da Bursa Teknik, İstanbul’da İstanbul
Medeniyet, İzmir’de İzmir Kâtip Çelebi, Konya’da Konya Teknik, Kayseri’de
Kayseri Abdullah Gül, Erzurum’da Erzurum ve Antalya’da Uluslararası Antalya
üniversitelerinin kurulması amaçlanmakta. Öncelikle bu üniversitelerin adı
geçen illerimize ve ülkemize hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Sözlerimin
başında, Sayın Başkanın dünkü tutumuyla ilgili birkaç cümleyi söylemeden
geçemeyeceğim. Şimdi, bu kanun tasarısına baktığımızda, üç kanun teklifi ya da
tasarısının birleşiminden oluştuğu görülüyor ama ne yazık ki, elimizdeki
metinde (1/845) sayılı Tasarı yok. Yani bu üniversiteler kim tarafından
önerildi, nasıl kuruldu, bunlar belli değil. Bu metin içerisinde sadece
Antalya’daki Uluslararası Antalya Üniversitesi ve Kayseri’deki Kayseri Abdullah
Gül Üniversitesinin kurulmasıyla ilgili teklif veya tasarılar var. Ortada bir tane tasarı kayıp. Bir tarafta Bursa Teknik
Üniversitesinin kurulmasıyla ilgili milletvekilleri tarafından verilmiş teklif
yok, bunun buraya getirilmesinde özellikle Komisyon tarafından imtina edilmiş,
öbür tarafta Hükûmetin tasarısı kayıp değerli
milletvekilleri. Bu gösteriyor ki, bu Meclis ve bu komisyonlar hakkıyla
çalıştırılmıyor. Bu tasarı içerisinde (1/845) kayıp, buna özellikle dikkatinizi
çekmek istiyorum, Komisyonu da buradan uyarıyorum. İyi ki Komisyondan çıkan
son, düzeltilmiş metinde bu üniversitenin adı unutulmamış; 7’si devlet, 1’i de
vakıf olmak üzere 8 üniversiteyi bu tasarıda görüşüyoruz.
Dolayısıyla,
Meclisin daha ciddi çalışması gerektiğini düşünüyor, özellikle de Milliyetçi
Hareket Partisi mensubu 3 milletvekilimizin 2008 yılında Bursa Teknik
Üniversitesinin kurulmasıyla ilgili kanun teklifinin bu görüşülen metin
içerisine alınmamış olmasını milletvekilleri adına kınıyor, buna engel olanları
da millete şikâyet ediyorum. Milletin iradesinin burada engellenmesi söz konusu
değildir.
Değerli
milletvekilleri, tabii ki üniversitelerimizin kurulmasına hepimiz “Evet.”
diyoruz ama var olan üniversitelerin sorunlarıyla ilgili bu Hükûmet
şimdiye kadar ne yaptı, ne yapıyor? Sayın Bakan şimdiye kadar hangi sorunu
çözdüğünü burada açık yüreklilikle gelip bizlerle paylaşabildi?
Üniversitelerimizin ve üniversite çalışanlarının sorunlarının araştırılmasıyla
ilgili burada grubu bulunan partiler tarafından verilmiş Meclis araştırması
önergeleri iki üç yıldır gündemde bekliyor, gündeme dahi alınması maalesef
gerçekleştirilemedi.
Diğer taraftan,
son günlerde üniversitelerimizde gerçekleştirilen rektör adayı seçimlerinde
üniversite öğretim üyelerinin iradelerini hiçe sayan bir YÖK uygulaması vardır.
Eğer siz bunlara “dur” diyemez iseniz, demokrasiyi üniversitelerde dahi
yerleştiremez iseniz bu toplumda birçok sorunun çözümünü de maalesef
gerçekleştiremeyiz. Üniversitelerimizde öğretim üyelerinin oylarıyla ilk
sıralara gelmiş rektör adaylarının YÖK tarafından budanmasının bir gerekçesi
olması lazım. Böyle bir gerekçe olmadan, sadece “Benim anlayışıma daha yakın
olanları ben Sayın Cumhurbaşkanına gidecek listeye koyarım.” anlayışını bu
ülkenin çoktan geride bırakmış olması lazım.
Bir başka konu:
Teknik eğitim fakültelerimiz vardı bir zamanlar. İçimizde oralarda idarecilik
yapmış, hocalık yapmış, oralarda birçok değerli öğrenci yetiştirmiş insanlar
var. Bunlar tarihe karıştı ama bunların yerine kurulacak teknoloji
fakültelerinin ne olacağı henüz YÖK tarafından belirlenemedi. Bu sene öğrenci
alınacak mı alınmayacak mı? Alınacaksa hangi bölümlere alınacak? Bunların
unvanı ne olacak? Mezunların durumu ne olacak? YÖK Başkanımız, sağ olsun,
birçok konuyla uğraşıyor ama asıl konusuyla uğraşmaktan uzak.
Döner sermaye
gelirleriyle ilgili, Döner Sermaye Kanunu’ndaki değişiklik bir türlü
gerçekleştirilemedi. Üniversite öğretim üyelerinin potansiyelini bu ülke
değerlendiremiyor. Üniversite-sanayi iş birliği önündeki bu engellerin
kaldırılması yönünde bir adım dahi atılmış değildir.
Diğer taraftan,
üniversitelerimizde yayın sayılarının artırıldığı yönünde son dönemde gerek
TÜBİTAK tarafından yapılan yayınlarda gerekse burada benden önce konuşan
değerli milletvekilleri tarafından gelişmelerin iyi olduğu söylendi ama şu
söylenmedi: Yayın sayısında artış var fakat yayının etki değerinde dünya
ortalamasının üçte 1’i düzeyinde olan bir Türkiye’yiz. Yani yayın kalitesi
gittikçe düştü. Sebep: Akademik yükseltmelerde yayınlara
sayıyla orantılı puan verilmesi. Eğer siz öğretim üyelerinin
yükseltilmesi için yayın sayısına bağlı bir gösterge uygular da bu yayınların
rafta kalmasına yol açacak çok sayıda yayın ama kalitesiz yayının önünü
açarsanız bu sıkıntıyı çözme şansımız maalesef olmayacaktır.
Diğer taraftan,
kadrolar konusu bir muammadır. Sayın Bakana sormuşum yazılı soru önergesiyle:
Üniversite öğretim elemanlarının kadro sıkışıklığının çözülmesiyle ilgili ne
tür çalışmalarınız var? Biraz önce de sordum, cevabını alamadım. 15/1/2010 tarihli önergeme gelen 9/4/2010 tarihli, dört ay
sonra gelen bir cevapta, üniversitelerin ihtiyacı olan akademik kadroların
ihdas edilmesi için teklifte bulunulduğu belirtilmiş. Bundan iki ay sonra
tekrarladığım benzer bir soru önergesine gelen 8 Haziran 2010 tarihli cevapta
ise maalesef, üniversitelerimizde akademik ve idari kadro sıkışıklığının
bulunmadığı, önümüzdeki yıllarda olacak gelişmeye göre ihtiyaç duyulacak
kadrolar için kadro ihdas teklifinde bulunulduğu yönünde, birbiriyle çelişen,
sadece iki ay arayla verilmiş iki tane cevap. El insaf diyorum Sayın Bakanım!
Bir tarafta
üniversite öğretim elemanları, doktorasını bitirmiş, yardımcı doçent olamıyor.
Yardımcı doçent, doçentlik sınavını geçmiş, doçent unvanını almış, kadroya
atanamıyor. Profesörlüğü gelmiş, bir yıl, iki yıl geçmiş, kadro olmadığı için
profesör olamıyor. Bir tarafta diyorsunuz ki: “Bu sıkışıklığın önlenmesi için
teklifte bulunduk.”, iki ay sonra da “Bunların hepsini çözdük, hiçbir problem
yok.” diyorsunuz. Böyle bir üniversite yönetimi, böyle bir Millî Eğitim Bakanlığı
bu ülkeye yakışmıyor. Lütfen bu konuları daha ciddi bir anlayışla yönetmemiz
gerekiyor.
11/10/2009 tarihinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu milletvekilleri
tarafından verilen, üniversitelerimizin ve üniversitelerimizde çalışan
personelin sorunlarının araştırılmasıyla ilgili araştırma önergemiz, maalesef,
daha önce de birkaç kez dile getirmiş olmamıza rağmen, bu Meclisin gündemine
alınıp alınmayacağı yönünde bir tartışmaya dahi değer bulunmadı. O zaman, bu
anlayış “Üniversitelerin sayısını artıralım. İşte, bizden önce, cumhuriyet
tarihi boyunca 70 küsur üniversite vardı, biz geldik ikiye katladık…” Evet,
ikiye katladınız. Peki, üniversitelerdeki akademik personel ve idari personel
sayısını aynı oranda, yüzde 100 artırabildiniz mi?
SAMİ GÜÇLÜ (Konya)
– Kapasiteden bahsettik Hocam.
ALİM IŞIK (Devamla) – Hayır, size sözüm yok, siz söylediniz.
Ben de Sayın
Bakana şimdi diyorum ki: Bu orana, bu sayıya göre, siz, altyapıyı da aynı
oranda artırabildiniz mi? Artıramadıysanız, o zaman, kalite düşüklüğünün önünü
siz açmış oluyorsunuz. Bu üniversitelerden kaliteli öğrenci ve kaliteli yayın
beklemek sadece hayal olur. Bu gelişmeleri paralel yapmamız lazım.
Başka ne var
üniversitelerimizde kadro sıkışıklığının dışında? Özellikle kadrolardaki
araştırma görevlisi kadrolarının yeni kurulan üniversitelere tahsis edilip,
eski kurulan üniversitelerde artık uygulamayı yaptıracak araştırma görevlisinin
kalmadığı bir üniversite ortamını yaşıyoruz.
Yardımcı doçent
kadrolarının diğer öğretim üyesi kadroları gibi daimî kadroya dönüştürülmesi ve
bu insanlarımızın ek gösterge problemini ve 1’inci dereceye kadar yükseltme
problemini üç yıldır, her yıl birkaç kez dile getirmeme rağmen ve hepsinde de
sözünü almış olmamıza rağmen, her defasında da söz verilmesine rağmen, bir türlü
çözemedik.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Işık, konuşmanızı tamamlayınız.
ALİM IŞIK (Devamla) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım,
tamamlayacağım.
Bugün,
üniversitelerimizde, maalesef, yardımcı doçent unvanlı öğretim üyelerinin mezun
ettiği lisans mezunları 1’inci dereceden emekli olabiliyor ama bu insanlar
1’inci dereceden emekli olamıyor. Bu, çözülemeyecek kadar zor bir problem
değil.
Yardımcı
doçentlikten doçentliğe geçişte uygulanan yabancı dil sınavı bir muammadır. Bir
ülkenin evlatlarını başka bir ülkenin diliyle sınav eden başka bir ülke yoktur
Türkiye'nin dışında. Bununla ilgili yeniden bir düzenleme kaçınılmazdır.
Aynı şekilde,
biraz önce soruda da sordum, üniversitelerdeki Kredi Yurtlar Kurumunda
öğrenciler arası kavgalar ve bu yurtlara baskılar, etnik bölünmeler bu dönemde
had safhaya çıkmıştır. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesinde öğrenciler pencereden
aşağıya atılmaktadır Sayın Bakanım. Bunu yazılı iki defa sormama rağmen
cevabını alamadım. Bu üniversiteye el atmanız gerekiyor ve benzeri birçok
üniversitede çok ciddi sıkıntı var.
OKTAY VURAL
(İzmir) – Çevre ve Orman Bakanı var şu anda.
ALİM IŞIK (Devamla) – Ama Sayın Bakan yok, evet, maalesef…
Bu duygu ve
düşüncelerle ben kurulan üniversitelerin hayırlı olmasını diliyor, saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Işık.
AK PARTİ Grubu
adına İzmir Milletvekili Sayın Tekelioğlu.
Buyurun Sayın Tekelioğlu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU
ADINA MEHMET S. TEKELİOĞLU (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu söz konusu
kanun Türkiye’de eğitilmiş insan gücünü yetiştirmeyi amaçladığı için fevkalade
önemli çünkü bizim ufkumuzda eğitilmiş insan gücümüz ne kadar yüksekse burada
elde edeceğimiz sonuçlar o anlamda önemli olacaktır.
Değerli
arkadaşlarım, Türkiye’de, tabii ki, yükseköğretim çok önemli. Bu bakımdan,
yükseköğretimde okullaşma oranını artırmamız gerekiyor. Bizim, 2012-2013
Dokuzuncu Kalkınma Planı’na göre örgün öğretimde, örgün yükseköğretimde
okullaşma oranını yüzde 33’e, toplamda yüzde 48’e çıkarmamız gerekiyor.
Dolayısıyla, bu bakımdan, aldığımız karar bugün fevkalade önemlidir.
Şimdi, Türkiye’de
yükseköğretimde tabii ki ele alınacak bir sürü konu var, işte kredi var,
yükseköğretim harçları var, krediler var, öğretim üyesi yetiştirme var,
bilimsel araştırmaya verilecek destek var, bir sürü konu var. Ben, bunlar
içerisinde bilhassa birkaç noktayı öne çıkarmak istiyorum. Bunlardan bir
tanesi, ulusal ARGE harcamalarında elde ettiğimiz sonuçlar fakat buraya
geçmeden önce Türkiye Bilimler Akademisinin bir notunu, bir değerlendirmesini
sizlere aktarmak istiyorum.
Türkiye Bilimler
Akademisi tarafından yapılan bu değerlendirme fevkalade önemli çünkü Türkiye
Bilimler Akademisinin bir yayını var, o yayında söylenen husus şu: Mevcut Hükûmetin bilimsel araştırmalara verdiği önem, bu
toplantılara Sayın Başbakan başta olmak üzere Hükûmetin
katılması, bu çok fevkalade önemli bir değerlendirme. Şimdi, onları ele
aldığımız zaman şöyle bir sonucu sizlere aktarmak istiyorum:
Türkiye’de ulusal
ARGE harcaması 2002 yılında 2,354 milyar TL iken 2008 yılında bu 6 milyar 893
milyon TL’ye çıkmış. Söylediğim bu rakamlar 2008 sabit fiyatlarıyla. Yani 3 kat
artmış. Dolayısıyla ulusal ARGE harcaması bu bakımdan, üniversitelerin
gelişmesi, Türkiye’de bilimsel araştırmaların gelişmesi bakımından fevkalade
önemli. Bunlar içerisinde kamunun payı 2002 yılında 1,858 milyar TL iken 2008
yılında bu 3 milyar 845 milyona çıkmış. Dolayısıyla burada da 2 kat bir artış
söz konusu. Kamu harcamaları içerisinde sanayi kuruluşlarının ARGE projelerine
verilen hibe destek 2002 yılında 71 milyon TL iken -gene 2008 sabit
fiyatlarıyla- 2008 yılında bu 413 milyon TL’ye çıkmış, yani 6 kat artış
sağlanmış. Üniversitelerin araştırma projelerine verilen fonlar ise 2002
yılında 11,5 milyon TL iken 2009 yılında 135 milyon TL’ye çıkmış. Burada da 12 katlık bir artış
söz konusu. Bütün bunlar bilimsel araştırmaya verilen önemi ortaya koymaktadır.
Bu bakımdan bu değerlendirme fevkalade önemlidir. Buna bir de çalışan sayısı
itibarıyla bakabiliriz, tam zaman eşdeğeri olarak ARGE personeli 2002 yılında
27 bin iken, 2008 yılında bu 2,5 kat artarak 67 bin olmuş. Dolayısıyla bu,
Türkiye’de bilimsel araştırmaya verilen önem bunların önümüzdeki dönemde
önümüze çıkaracağı çok faydalı şeyler olacak.
Değerli
arkadaşlarım, tabii ki bu konularda çok fazla rakam var, bunların hepsini ayrı
yarı zikredebiliriz. Ancak, ben bu birinci bölüm içerisinde yer alan birkaç
konuya temas etmek istiyorum. Bunlardan bir tanesi İzmir’de kurulan İzmir Kâtip
Çelebi Üniversitesinin ismine ilişkin tartışmadır. Şimdi, birçok akademisyen
İzmir’de Kâtip Çelebi ismiyle bir üniversite kurulmasını fevkalade olumlu
bulurken, bazıları da eleştiri konusu yapmış. Niçin İzmir Kâtip Çelebi
Üniversitesi ismine sahip oldu, Kâtip Çelebi’nin ne özelliği var, bunu birkaç
noktada toparlamak istiyorum.
Şimdi, bir defa,
Türkiye’de evet bir üniversiteye verilen isim o beldeyi, o mevkiyi
yansıtabilir, o mevkinin özellikleriyle ilgili olabilir
ancak İzmir gibi büyük bir yer, büyük bir şehir sadece İzmir’le yetinemez.
Dolayısıyla İzmir, Türk kültürünü, Türk dünyasını kucaklayan bir isme de ev
sahipliği yapmak durumundadır. Bu anlamda Kâtip Çelebi zaten Türkçenin Batı’ya
açılan kapısıdır. İzmir de Türkiye’nin Batı’ya açılan kapısıdır. Kâtip Çelebi
Türkiye’de bilgi üzerine vurgu yapan, bilgi eksikliği dolayısıyla devletin zaaf
içerisinde olduğunu söyleyen ve her anlamda bilgiyi öne çıkaran bizim
tarihimizde çok büyük bir entelektüeldir. Dolayısıyla bizim tarihimizin en iyi
ilk örneklerinden bir tanesi bu anlamda Kâtip Çelebi’dir. Dolayısıyla ülkenin
Batı’ya açılan kapısı nasıl İzmir’se, modernleşmenin simgesi nasıl İzmir’se,
bilim dünyamızı Batı’ya açan kapı da Kâtip Çelebi’dir. Bu anlamda Kâtip Çelebi
ismini fevkalade önemsiyoruz.
Arkadaşlar, bir
başka önemli nokta şu: Bir üniversiteye isim verirken acaba otoriter dünyadan,
hükmedenler dünyasından birinin ismini mi vermek daha uygun, yoksa bilimle
uğraşmış, sanatla uğraşmış, kültür dünyasından birisinin ismini mi vermek daha
uygun? Bu anlayışla baktığımız zaman, Kâtip Çelebi bizim tarihimizde Mevlânâ kadar, Yunus kadar önemli bir simadır ve bu ismin
İzmir gibi bir yerde yaşatılması da fevkalade önemlidir. Ben bunu çok anlamlı
buluyorum. Bu bakımdan da Kâtip Çelebi isminin İzmir’e çok yakışacağını
düşünüyorum.
Üstelik, Kâtip Çelebi, Türkiye’de bilim dünyasına eleştirel bakışı
getiren, her şeyi eleştirebilen, otoriteye karşı çıkabilen bir isimdir. Bu
anlamda da Kâtip Çelebi ismine gene vurgu yapmak istiyorum.
Pozitif
bilimlerle uğraşmış, matematik, tarih, coğrafya ile uğraşmış, Batı dünyasından
ilk tercümeleri yapmış büyük bir isim olan Kâtip Çelebi’nin bu hâliyle
İzmir’deki üniversiteye fevkalade yakışacağını düşünüyorum.
Değerli
arkadaşlarım, burada tabii ki “Turgut Reis” ismine bizim bir itirazımız olamaz
ama üniversiteye isim verirken mümkünse kültür dünyasından bir isim olsun
gayretiyle Kâtip Çelebi’yi söyledik. Başka isimler de olabilirdi elbette ki.
Bundan sonra kurulacak üniversitelerimizde de bu isimleri üniversite adında
yaşatmak tabii ki güzel olur.
Değerli
arkadaşlarım, İzmir’de bu üniversite kurulurken şöyle bir çıkış noktamız vardı:
İzmir’de büyük bir öğretim üyesi potansiyeli var, özellikle sağlık bilimleri
alanında. Bu arkadaşlarımız bize uzun zamandır İzmir’de bir sağlık bilimleri
üniversitesi kurulması yolunda talepler iletiyorlardı. Biz de bunları zaman zaman Millî Eğitim Bakanımıza, Sağlık Bakanımıza ilettik,
Yükseköğretim Kurulundaki arkadaşlarımıza ilettik ve bu şekilde, bir sağlık
bilimleri üniversitesi kurulması yolunda bir çalışmamız oldu, çeşitli raporlar
hazırlandı. Gördük ki Türkiye'nin doktor açığını gidermenin yollarından bir
tanesi bu atıl kapasiteyi değerlendirmek şeklinde olabilirdi. Bu anlamda
İzmir’de kurulacak bu üniversitenin öncelikle sağlık bilimleri alanında hemen
faaliyete geçebileceğini umuyorum ben. Böyle bir potansiyel var. Üstelik de
Sağlık Bakanı “Eğer doktor yetiştirmek üzere bir faaliyet olursa devlet
hastanelerinden birkaçını bu üniversiteye tahsis edebilirim.” dedi.
Dolayısıyla, bu anlayıştan da yola çıkarak bizim böyle bir gayretimiz oldu. Bu
gayretlerimiz, neticede, yedi yeni devlet üniversitesi kurulmasıyla da
sonuçlandığı için tabii ki ayrıca bu konudan bir memnuniyet duyduğumuzu ifade
etmek istiyorum.
Benden önce
konuşan arkadaşlarım öğretim üyesi yetiştirmeyle ilgili güzel şeyler söylediler
ancak ben şunu ilave etmek istiyorum: Türkiye’deki vakıf üniversitelerinin
öğretim üyesi yetiştirmeye mutlaka bir katkısının olması gerekir. Bu katkının
şeklini ben şimdi bilemiyorum. Ama bu mutlaka tayin edilmeli, Yükseköğretim
Kurulu bu konuda mutlaka bir çalışma yapmalı ve vakıf üniversitelerinin öğretim
üyesi yetiştirmeye katkısını mutlaka temin etmelidir. Çünkü yetişen öğretim
üyelerinden, bugün, devlet katkısıyla yetişen öğretim üyelerinden, doktora
yapanlardan, yardımcı doçent, doçent, profesör seviyesinde…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Tekelioğlu, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
MEHMET S.
TEKELİOĞLU (Devamla) - …pek çok arkadaşımız bu vakıf üniversitelerinde ders
veriyorlar, orada faaliyet gösteriyorlar. O hâlde, vakıf üniversitelerinin
mutlaka bu öğretim üyesi yetiştirme işine dâhil edilmeleri gerekir diye
düşünüyorum.
Şu anda yüz
elliye yaklaşmış olan Türkiye’deki üniversite sayısının, yükseköğretimdeki,
örgün öğretimdeki okullaşma oranını ne ölçüde karşıladığını tabii ki ayrıca
tartışabiliriz. Ancak bu konu fevkalade önemlidir ve yetiştireceğimiz eğitilmiş
insan gücü her zaman için Türkiye’de bizim bir potansiyelimizdir. Bu
potansiyeli elde tutmamız gerekir.
Değerli
arkadaşlarım, bir küçük konuya daha temas etmek istiyorum.
Bu kurulacak
üniversitelerde orman fakültesi, ziraat fakültesi gibi fakülteleri gereksiz
gören arkadaşlarımız var. Eğer bütün zirai üniteleri, eğer bütün ormanları
devletin elinde tutacaksak ve orman mühendislerini sadece devlet istihdam
edecekse bu dediğimiz doğru. Ancak eğer ormanları başka türlü işletme fikrimiz
varsa, o zaman bizim daha da çok orman mühendisine, daha da çok ziraat
mühendisine ihtiyacımız olacağı muhakkaktır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AKİF AKKUŞ
(Mersin) – Onları da özelleştirin, özelleştirin, satın!
BAŞKAN – Sayın Tekelioğlu, lütfen konuşmanızı tamamlayınız.
MEHMET S.
TEKELİOĞLU (Devamla) – Özelleştirme,
evet, gerekirse özelleştirme.
Teşekkür
ediyorum, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim.
AKİF AKKUŞ
(Mersin) - Babanız büyüttü, satın!
BAŞKAN –
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ve şahsı adına İstanbul Milletvekili Sayın
Nur Serter, buyurun efendim. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA
FATMA NUR SERTER (İstanbul) – Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bugün kabul edilecek olan yasayla birlikte 7 devlet ve
1 vakıf üniversitesi daha açılmakta ve devlet üniversitelerimizin sayısı
102’ye, vakıf üniversitelerimizin sayısı 52’ye çıkarak toplam 154 üniversiteye
ulaşmaktayız. Tabii ben önce, hayırlı olsun demek istiyorum ama hayırlı olup
olmayacağından kuşku duyduğumu da ifade etmek istiyorum.
Öncelikle altını
çizmek istediğim bir konu var. Ben Millî Eğitim Komisyonu üyesiyim. Bir vakıf
üniversitesi kuruluyor. En azından, vakıf üniversitesinin kuruluşuyla ilgili
kararın Millî Eğitim Komisyonunda alınması gerekiyordu. Biz üniversitenin
kuruluşundan ancak yasa odalarımıza gönderildiğinde haberdar oluyoruz. Tabii,
devlet üniversitelerinin kuruluşuyla ilgili kararın Bütçe-Plan Komisyonunda
alınması doğaldır ama en azından eğer gerçekten Millî Eğitim Komisyonu diye bir
komisyon varsa bu Komisyonun da bu konuda görüşünün alınmasına ihtiyaç vardır.
Ancak bütün
bunlara AKP bizi alıştırdı çünkü zaten vakıf üniversiteleriyle ilgili teklifler
Komisyona geldiğinde de kurucu vakıflarla ilgili bilgi alamamaya alıştık. Kurucu
vakıflarla ilgili bilgi istendiğinde bu bilginin verilmemesine alıştık, hatta o
kadar çok alıştık ki artık millî eğitimle ilgili istatistiksel bilgiye
erişebilmek için bile çok zorlanıyoruz. Eskiden Millî Eğitim
Bakanlığının web sitesinde yer alan ya da TÜİK’in
sitelerinde yer alan ya da TÜİK’in istatistik
yıllıklarında yer alan bilgileri elde etmek için şimdi genel müdürleri arayıp
özel ricalarda bulunmak zorunda bırakılıyoruz çünkü bunun sebebi de çok açık,
bir yıllıkta verilen bir rakam ve oranın bir sonra çıkarılan yıllıkta tamamıyla
değiştirildiğine de sıklıkla tanık oluyoruz. Önce, bilgi edinme
hakkımızın engellendiğinin altını çizmek istiyorum. Bilgi edinme hakkımızın,
bir milletvekili olarak konuşmuyorum, bir vatandaş olarak engellendiğinin
altını özenle çizmek istiyorum. Sağlıklı bilgiye ulaşmak engellenince, tabii
eleştirilerden uzak durmak da mümkün olabiliyor.
Şimdi, yeni
üniversiteler açıyoruz, hayırlı olsun diyoruz ama AKP hiç kuşkusuz, iktidarı
döneminde açtığı üniversite sayısı itibarıyla değerlendirildiğinde, bu önemli,
büyük bir başarı olarak nitelendirilebilir. Hatta,
Sayın Güçlü daha önce konuşurken de vurguladı, “Her siyasi partinin, her
iktidarın anılacağı bir çalışma vardır.” dedi. Evet, AKP çok sayıda üniversite
açmak ve eğitim konusundaki çalışmalarıyla da hiç kuşkusuz anılacaktır, hatta
tarihe de geçecektir ama bu tarihe geçiş biçimi hızlı, plansız, özensiz,
programsız ve keyfî üniversite açmanın tarihini yazmak olacaktır diye
düşünüyorum. Şimdi, bu özellikleri, bu sıfatları çok dikkatle seçerek
kullanıyorum. Hızlıya itirazınız yoktur çünkü hızlı olmakla zaten övünüyorsunuz
ama özensiz, programsız, plansız ve keyfî olduğu konusunda da ısrar ediyorum.
Şimdi, bakınız
değerli milletvekilleri, bir kere, herhangi bir planlama var mı, bir insan gücü
planlaması? Yok. Bu üniversitelerin nerelerde, hangi fakültelerle faaliyete
geçeceğine yönelik ciddi bir bilimsel çalışma var mı? Yok. Örneğin ben
soruyorum, YÖK temsilcisine de sordum: Neden turizm fakültesi diye bir
fakültenin aniden üniversiter yaşama böyle hızlı bir
dalış yaptığını ve üç tane birden turizm fakültesinin neden kurulduğunu, hangi
esaslara dayalı olarak kurulduğunu soruyorum, bir cevap alamıyorum. Multidisipliner bir alan olan turizm alanında bir ayrı
fakülte yapılanmasına ihtiyaç var mıdır Türkiye’de -bu, zaten iktisadi idari
bilimler fakültelerinde okutuluyor, bu konuda zaten açılmış meslek yüksekokulları
var, turizm ve otelcilik meslek okulları var, yüksekokulları var- bunun da
cevabını alabilmiş değilim. Yani aniden birilerinin canı bir şey istiyor, canım
bir de turizm fakültesi kuralım, adı da şık durur, e, bu batı bölgelerinde de
olursa iyi iş yaparız, vakıf üniversiteleriyle de iyi rekabet ederiz. Çünkü
eğitim artık tamamen rekabete odaklı bir hâle getirilmiştir, ilkesiz bir hâle
getirilmiştir, eğitim fakültesi açmanın, hukuk fakültesi açmanın ilkesizliği
geçmişte bunu ortaya koymuştur. Bir bakıyorsunuz, birden hayatımıza bir turizm
fakültesi giriyor.
Başka bir şey
daha giriyor, eskiden edebiyat fakültesi diye bir fakülte vardı biliyorsunuz,
çok temel bir fakülteydi, hatta bir üniversitenin kurulabilmesinin ön
koşuluydu, devlet üniversitesinin. Şimdi, bakıyorum ben, edebiyat fakülteleri
kıyafet değiştirmiş, daha böyle albenili olacağı düşünülen kıyafetlere
bürünmüş. Bir üniversite açıyoruz bugün, adı -Erzurum- edebiyat fakültesi
açtığımız fakültenin. İstanbul Medeniyet Üniversitesine bakıyorsunuz, edebiyat
fakültesi ama bakıyorsunuz Konya’daki açılan fakültenin adı sosyal ve beşerî
bilimler fakültesi. Bakıyorsunuz Bursa’da açılan fakültenin adı insan ve toplum
bilimleri fakültesi. Yıldırım Beyazıt Üniversitesine bakıyorsunuz insan ve
toplum bilimleri fakülteleri. Allah, Allah. Yani, şimdi ben kendimi bir öğrencinin
yerine koyuyorum, seçim yapacağım, bakıyorum, fakülte isimleri bana hiçbir şey
ifade etmiyor. Neye göre seçeceğim? Bu kafa karışıklığını yaratmanın sebebi
nedir? Rekabet etmek efendim. Bu karışıklığın sebebi, albenili isimlerle eski
malları farklı kıyafetlere büründürüp, paketleyip satmak, pazarlamak. Eğitim
buna açık değildir. Eğitimde doğruyu söyleyeceksiniz, doğru bilgi
aktaracaksınız. Öğrencinin seçme hakkını özgürce kullanabilmesine olanak
sağlayacaksınız. Üniversitenizi paketleyip pazarlamayacaksınız. Eğitim bu
pazarlama anlayışıyla sunulduğu zaman hiçbir zaman gerçek kaliteye ulaşmaz.
Şimdi, bu
pazarlama anlayışı her yerde devam ediyor. “AKP şu kadar üniversite kurdu.”
diyoruz. Ben soruyorum: Sıfırdan kaç üniversite kurdunuz sayın milletvekilleri,
sıfırdan? Yani alt yapısı hiç olmadan kaç üniversite kurdunuz, kaç devlet
üniversitesi kurdunuz? Ben size sıfırdan hiç üniversite kurmadığınız iddiasıyla
yola çıkarak söylüyorum. Örnek de vereyim. Bundan önceki konuşmalarımda da pek
çok örnek verdim.
Şimdi, siz,
mesela bir üniversite kuruyorsunuz Karadeniz Bölgesi’nde. Üç tane fakültesini
almış Karadeniz Teknik Üniversitesinden, iki tanesini almış Erzurum’dan,
Erzincan’dan. Mesela örnek vereyim. Çoğunu buraya aslında söylemek istemediğim
için almadım ama mesela Artvin Çoruh Üniversitesi ya da Giresun Üniversitesi.
Bakıyorsunuz 1992 yılında kurulmuş meslek yüksekokulları, 1992 yılında kurulmuş
eğitim fakültesi. Almışsınız bunları, üç dört tane fakülteyi, dört tane, beş
tane meslek yüksekokulunu, yanına kurmuşsunuz tek bir tane fakülte, üstüne de
koymuşsunuz bir tabela, yeni bir üniversite açtık, artı bir puan daha diye
yazmışsınız listenize. İstatistiksel olarak artı bir. Hanenize
bir yıldızı eklemişsiniz.
Değerli
arkadaşlar, kimi kandırıyoruz Allah aşkınıza? Var olan meslek okullarının,
fakültelerin yanına bir tane ekleme yapıyorsunuz, veriyorsunuz kampüsünün inşaatını bir müteahhide, bir iş adamına, ona da
satıyorsunuz üniversitenin tabelasını, diyorsunuz ki: “Senin adını da veririz,
yap şu üniversitenin kampüsünü.” Ya üniversiteye
adını veriyorsunuz ya fakültesine adını veriyorsunuz. Bir üniversite daha
kurduk diye ondan sonra övünüyorsunuz.
Kurula kurula üniversite adı bulamaz hâle geldiniz. Bakın, o kadar
bulamaz hâle geldiniz ki, artık herkesin adını bir üniversiteye vereceksiniz.
Değerli arkadaşlar, ben bu kadar çok üniversite kurarken bir konuda dikkatinizi
çekmek istiyorum. Bu ülkenin nüfusunun yarısı kadın. Bu
ülkeye hizmet vermiş, katkı yapmış hiç kadın yok mu da kadın adını verecek,
tarihî kadınlarımızın adını verecek bir üniversite bulamadınız mı bugüne kadar?
Tutuyorsunuz kuyunun derinliklerinden ne kadar isim varsa
çıkarıyorsunuz ya da daha yaşamının başında, ileride çok yıllar yaşayacak olup
adını verebilme fırsatını bu topluma sağlayacak olan kişilerin adlarıyla
üniversite açıyorsunuz ama bir Zübeyde Hanım’ın adını ya da bir Nene Hatun’un
adını ya da tarihe mal olmuş kadınların adını vermeyi aklınıza bile
getiremiyorsunuz. Ondan sonra da kadın-erkek eşitliği, Anayasa
değişikliklerinde kadın-erkek eşitliğinden söz edip duruyorsunuz. Sadece
hatırlatmak istedim.
Şimdi gelelim bu
yeni açılan üniversitelere, bu yeni açtığınız, geçmişte açılan üniversitelerin
kadro durumuna. Değerli milletvekilleri, bakın, şimdi, açmışsınız, ben size
vereyim: Artvin Çoruh. Bir örnekleme yaptım. Yoksa o kadar çok ki bunlar.
Mesela Artvin Çoruh, Karadeniz Teknik Üniversitesinden iki meslek yüksekokulunu
almışsınız, bir de eğitim fakültesi almışsınız, Kafkas Üniversitesinden bir
orman fakültesi, bir sağlık yüksekokulu, bir meslek yüksekokulunu da
almışsınız, bunlara fen ve edebiyat fakültesi eklemişsiniz, tamam, olmuş bir
üniversite. Peki, bu fen ve edebiyat, yeni eklediğiniz fen-edebiyat
fakültesinin, şimdi ben bakıyorum, kimya bölümü -önemli bir bölüm değil mi, itiraz
eden var mı?- öğretim üyesi, öğretim elemanı dahil
sıfır, sıfır arkadaşlar. Türk dili edebiyatı, doktorasız araştırma görevlisi;
Batı dilleri, bölüm açmışsınız, doktorasız araştırma görevlisi; istatistik,
sıfır öğretim üyesi. Şimdi, buna siz üniversite açmak mı diyorsunuz? Yani
eskileri toplamışsınız, adına bir tabela, bir de yanına fen-edebiyat, öğretim
üyesi filan yok, araştırma görevlisi 2 tane yazmışsınız, öğretim üyesi
vermemişsiniz, ondan sonra da tutmuşsunuz üniversite açmakla övünüyorsunuz.
Şimdi, bir örnek
daha vereyim: Osmaniye. Yeni de değil bunlar, 2007 yılında kuruldu. Ekonometri
bölümü, öğretim üyesi sayısı sıfır; uluslararası ilişkiler, tek bir araştırma
görevlisi var. İktisat, 2 tane araştırma görevlisi var. Siz, bunlarla eğitim
yaptırdığınızı insanlara anlatıp onları aldatıyorsunuz. Siz, eğer araştırma
görevlisine, doktora yapmamış araştırma görevlisine bir fakültenin asli öğretim
elemanı olarak bakıyorsanız ve ona ders verdiriyorsanız siz üniversite
açmıyorsunuz, siz lise açıyorsunuz. Neden lise açıyorsunuz, onu da söyleyeyim:
Çünkü lise öğretmenleri bile bir formasyon eğitimi
alıyorlar, eğitim fakültesinde yetişiyorlar ama üniversiteden bugün mezun olmuş
olan bir genci, daha doktorasını, yüksek lisansını yapmadan siz alıp bir
fakülteye hoca olarak koyarsanız, yegâne hoca olarak onun yetiştirdiği
öğrencileri mezun ederseniz siz üniversite açmıyorsunuz, siz lise açıyorsunuz
ve ne yazık ki yaptığınız, üniversite diplomasını değersizleştirmektir arkadaşlar.
Bakınız, Türkiye
Bilimler Akademisi 2009 yılında bir rapor yayımladı ve bu raporda
üniversitelerin bugünkü durumunu değerlendirdi. Diyor ki bu raporunda: “Yeni
açılan üniversitelerin kabul edilebilir seviyede eğitim veren yüksekokul olma
niteliğinden bile uzak oldukları saptanmıştır.” Yani meslek okulu bile değil,
fakülte hiç değil de meslek okulu bile değil. “Bundan bile uzak oldukları
saptanmıştır.” diyor. Yani üniversite açmak işporta tezgâhı açmak gibi kolaycı
bir hâle getirilmemelidir. Üniversite açıyorsanız onun gerçek üniversite biçiminde
yapılanmasını sağlayacaksınız. Sadece eskileri bir araya getirip birleştirmek…
Sadece onu da değil, bunların binalarını alıyorsunuz kullanıyorsunuz,
kadrolarını alıyorsunuz kullanıyorsunuz -memur kadrolarını, sözleşmeli personel
kadrolarını- hatta bütçe ödeneklerini alıyorsunuz, aktarıyorsunuz yani var olan
bir üniversitenin içinden bir parçayı koparıyorsunuz, yanına bir şey ekleyip
bir tabelayla üniversite diye sunuyorsunuz.
Değerli
arkadaşlarım, gerçekçi olalım, aldatmayalım. Bu üniversitelerle sürdürülen bir
yükseköğretim projesi değildir, bu bir işsizlik erteleme projesidir.
Üniversitelere doldurduğunuz öğrencilerin dört yıl, beş yıl daha işsizliğini
ertelemenin ötesine geçemeyecek, ne yazık ki bir yapılanmanın içerisine
girilmiştir.
Bakın, bu kadar
çok üniversite açılıyor. Ben size “plansız, programsız ve özensiz” dedim. Neden
böyle söyledim? Geçen yıl yükseköğrenime yerleşen ve boş kalan kadrolara bir
bakın. 88.605 kadro boş kalmıştır. Bu 88.605 kadronun 22-23 binden fazlası,
galiba 26 bini lisans öğretimi kadrosudur. Yani plansız, programsız bir
yükseköğretimin bizi getireceği nokta budur. Bir yandan üniversiteleri
açacaksınız, öğrencileri davet edeceksiniz ama öğrenciler beğenip o
üniversitelerde, o sınavlarda yerleşmeyi arzu etmeyecekler çünkü
üniversitelerin bir kâğıt parçası niteliğinde olan, gerçek değer arz etmeyen
bir diplomasıyla bu toplumda kendilerine yer edinemeyeceklerini artık
öğrendiler, artık bununla aldatamayız.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Serter, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
FATMA NUR SERTER
(Devamla) – Teşekkür ediyorum.
O nedenle YÖK
Başkanı bir şey söylemişti, -doğru bir şey, hakikaten doğruydu- demişti ki:
“Artık bu üniversite açmaktan vazgeçelim.” Yani YÖK Başkanı
bile, o sizin YÖK Başkanınız bile “Yeter artık, bu işin altından kalkamıyoruz.”
dedi ama anladığım kadarıyla hız kesilemedi, anladığım kadarıyla hâlâ siyasi oy
kaygısıyla ya da milletvekillerinin kendi bölgelerini kalkındırma projesinin
bir parçası olarak üniversitelerin açılmasına devam ediliyor ama şuna inanın:
Bunun sonunda bu acıları biz hep birlikte çekeceğiz. O üniversitelerden
mezun olan doktorlara muayene olmak, ameliyat olmak istemeyeceksiniz, o
üniversitelerden mezun olan mühendislerin inşa ettiği binalarda oturmak
istemeyeceksiniz.
Saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim.
Şahsı adına
Samsun Milletvekili Sayın Osman Çakır, buyurun efendim. (MHP sıralarından
alkışlar)
OSMAN ÇAKIR
(Samsun) – Sayın Başkan, değerli üyeler; ben de bu arada bir noktayı
dikkatinize sunmak istiyorum. Anayasa’nın 130’uncu maddesi ve 2547 sayılı
Yükseköğretim Kanunu “Vakıflar kazanç amacına yönelik yükseköğretim kurumu
kuramaz.” der ve vakıfların kurduğu yükseköğretim kurumlarının ancak devletin
gözetim ve denetimine tabi, kâr amacı gütmeyen yükseköğretim kurumları olması
gerektiğini ifade eder.
Şimdi, yüksek
bilgilerinize bir konuyu sunmak istiyorum: İstanbul Bilgi Üniversitesi bir
vakıf üniversitesi olarak kurulmuştur. Ancak 2006 yılının Kasım ayının son
günlerinde “Laureate Education
İnternational Corporation”
yani Türkçesi “Laureate Uluslararası Eğitim Şirketi”
kendi web sitesinde Bilgi Üniversitesiyle uluslararası stratejik ortaklık
kurduğunu belirtmiştir. Söz konusu bu şirketin eski adı “Sylvan”
ve merkezi Baltimore’da olan Nasdaq’a
kote kâr amaçlı bir yükseköğretim şirketidir. 22
Kasım 2006’da Laureate bu konuyu kendi web sitesinden
duyurmuş ve Türkiye'nin önde gelen özel üniversitelerinin biriyle ortaklık
kurduğunu belirtmiştir. Hâlbuki Anayasa’mız ve kanunlarımız da ortadadır. Laureate’in Bilgi Üniversitesinin eğitsel, yönetsel ve
öğrenci hizmetleri alanlarında hizmet sağlayan bir şirkete yatırım yaptığını da
yine aynı şekilde ifade etmiştir.
Şimdi, çok iyi
bilinmektedir ki Türk yükseköğretim pazarının büyüklüğü önemli ölçüde yabancı
yükseköğretim şirketinin iştahını kabartmıştır. Bu duyuruya
müteakip Bilgi Eğitim ve Kültür Vakfı 10 üyeli Mütevelli Heyetinin aniden 5
üyesini değiştirmiş ve bu 5 tanesine Laureate
şirketinin CEO’su ve şirketin başkanı Ralph Appadou, yine Laureate’in sahip
olduğu enstitünün okulunun müdürü, yine Laureate
Eğitim Şirketinin sahip olduğu Univesidad Europea’nın Başkanı ve yine Laureate
Education şirketinin Senior
Vice President’ı yani
rektör yardımcısı, Bilgi Üniversitesinin Mütevelli Heyeti üyeliğine -5 kişi
birden- gelmişlerdir.
Hani
Anayasa’mızda ve yasalarımızda kâr amaçlı vakıf üniversitesi kurulamıyordu?
Şimdi merak ediyoruz, Laureate Education
şirketinin Bilgi Üniversitesine veya bu üniversitenin bağlı olduğu vakfa
yaptığı yatırım miktarı ne kadardır? Bu ticari bir yatırım mıdır, hisse devri
midir yoksa hibe midir? Eğer yatırım ticariyse bu yatırım ne şekilde geri
dönecektir? Eğer Laureate Education
şirketinin web sitesinde sözü edilen yatırımın dışında başka bir şeyler varsa
bunlar nelerdir? Bu konuda, üç yıldır sorduğumuz sorulara hiçbir cevap
verilmemektedir ne Millî Eğitim Bakanlığından ne de Yükseköğretim Kurulundan.
OKTAY VURAL
(İzmir) – Laureate acaba birilerine fahri doktora
vermiş mi?
OSMAN ÇAKIR
(Devamla) – Laureate, Sayın Başbakana Uluslararası
Madrid Üniversitesinden de geçenlerde “fahri doktora” unvanı vermiştir. Şimdi,
bu ilişkilerin nasıl yürüdüğü de ortadadır. Yükseköğretim kurulları,
yükseköğretimin denetim kurulları bu olayı incelemekte midir, bunun üzerinde
durmakta mıdır? Bu iyi izlenmediği, gerekli tedbirler alınmadığı takdirde
önümüzdeki günlerde, kurulmuş bulunan elli bir tane vakıf üniversitesinin yine
bu şekilde yabancılara devri söz konusu olduğunda ne yapılacaktır? Acaba, vakıf
üniversitesi kurulması zorlaştırıldığında bu kurulan vakıf üniversiteleri
haksız bir değer kazanacak ve sonra da bazı uluslararası eğitim kuruluşlarına
satılacak mıdır? Bunlar fevkalade önemli sorulardır. Bu konularda yasalar
çıkarıp düzenleme yapılmalıdır çünkü kâr amacı güden yükseköğretim şirketleri
bu kampanyanın doğal olarak baş destekçisidir. Türkiye, dünyanın en büyük
yükseköğretim pazarlarından biridir. Laureate şirketi
kendi açısından haklı nedenlerle ülkemize girmek istemektedir ve bunu da ilan
etmektedir. Şimdi, bu konuda gerekli tedbirleri almak, bu konuda yükseköğretim
şirketlerinin Türkiye’deki bu pazarı belli bir düzen içerisinde
kullanabilmesinin önüne geçmek yine Yükseköğretim Kurulunun, denetleme
kurullarının görevi içerisindedir. Bu noktada geçerli tedbirlerin alınmasını ve
dünyanın en büyük ticari üniversitelerinden biri olan bu şirketin çok sayıda
üniversitenin sahibi ve ortağı konumunda olmasından çıkarak yarın, kurduğunuz
elli bir tane vakıf üniversitesinin belirli şirketlerin eline geçmesinin nasıl
önleneceği konusunda gerekli tedbiri almasını yüksek takdirlerinize sunuyorum.
Saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Çakır.
Sayın
milletvekilleri, şimdi soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz.
SAMİ GÜÇLÜ
(Konya) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın
Işık, buyurun efendim.
ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, her
ne kadar Millî Eğitim Bakanımız yok ama Hükûmet adına
orada oturmanız nedeniyle size sorularımı yönelteceğim.
İki buçuk yıldır,
Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi kadro kanunu çıkmış olmasına rağmen,
bugüne kadar ısrarlı taleplerimize karşılık bir tane dahi kadronun YÖK
tarafından serbest bırakılmadığı bilinmektedir. Bu kadro bırakılmaması
nedeniyle, Kütahya’da Kütahyalılara hizmet veren 30’un üzerinde yardımcı doçent
unvanlı doktor Kütahya’yı terk etmek zorunda
kalmıştır. Bu konuda artık Hükûmet nasıl bir çözüm
yapacaktır? Kütahya’nın arkasından Fatiha okumaya Sayın Millî Eğitim Bakanımız
yemin mi etmiştir? Bunu öğrenmek istiyorum.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Işık.
Sayın Taner…
RECEP TANER
(Aydın) – 1) Sayın Bakan, son bir yıl içinde, yaptığı
iş ve işlemlerden dolayı, Millî Eğitim Bakanlığı hakkında kaç dava açılmıştır?
2) Bu davalardan
kaçı Millî Eğitim Bakanlığı lehine, kaçı aleyhinize sonuçlanmıştır?
3) Aleyhinize
sonuçlanan kararların kaçının mahkeme kararlarını uyguladınız?
4) Bakanlığın
mahkeme kararlarını uygulamadığı için uğradığı zararın miktarı ne kadardır?
5) Aydın ilinde
görev yapan idarecilerden kaç tanesi kadrolu, kaçı ise görevlendirme ile iş
yapmaktadır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Tankut…
YILMAZ TANKUT
(Adana) – Teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan, az
önce, üniversite açılmasıyla ilgili kriterlerde en
önemli unsurun o ildeki yüksekokul öğrenci potansiyeli olduğunu, sizin
yerinizde oturan Millî Eğitim Bakanı ifade etmiş idi.
Şimdi sormak
istiyorum: Adana Çukurova Üniversitenin öğrenci sayısı 33 bindir. Erzurum
Atatürk Üniversitenin öğrencisi sayısı 33.810’dur. Kayseri Erciyes
Üniversitesinin öğrenci sayısı ise 29.250’dir. Buna mukabil, Adana’nın nüfusu
bu illerin 2 katından fazladır. Sayın Bakanın ifadesiyle, öğrenci sayısı
dikkate alındığı takdire bile bu durumda Adana’ya büyük bir haksızlık yapılmış
olunmamakta mıdır? Böyle bir savunma yerine “Evet, Adana’ya haksızlık var, onu
da en kısa zamanda gidermemiz gerekir.” şeklinde bir cevap verilmesi daha uygun
olmaz mıydı?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Bulut…
AHMET DURAN BULUT
(Balıkesir) – Sayın Bakan, OECD ülkelerindeki normla Türkiye’dekini
kıyaslarsak, ilköğretimde derslik başına düşen öğrenci sayısı Türkiye’de 33,
OECD ülkelerinde 21, Türkiye’de yüzde 56 daha fazla. Ortaöğretimde Avrupa
ülkelerinde sayı 23, bizde 35. Şimdi, yine aynı şekilde öğrenci başına düşen
harcamayı kıyaslarsak, biz ilköğretimde 1.130 dolar ödüyoruz, OECD ülkeleri
6.437 dolar ödüyor, bizden 6 kat fazla harcama yapıyor. Ortaöğretimde ise biz
1.834 dolar ödüyoruz, onlar 8 bin dolar ödüyor. Aradaki bu fark -Hükûmetin Millî Eğitim Bakanlığına en fazla ödeneği
verdiğini ifade ettiler- nasıl kapanacak?
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Akkuş,
buyurun efendim.
AKİF AKKUŞ
(Mersin) – Efendim, demin yarım kalmıştı sorum.
Tarsus’ta bir
üniversite kurulması isteğimiz, “her ile bir üniversite projesi” anlayışıyla
Tarsus’un il olmaması sonucu reddedilmişti. Şimdi birçok ile yeni üniversiteler
kuruluyor. Tarsus ve Tarsus gibi nüfusu birkaç il merkezinden birkaç kat fazla
olan ilçelere sanki bir yasak konuldu. Üniversite açılmaması konusunda
koyduğunuz yasağın süresi henüz dolmadı mı? Ne zaman dolacak?
İki: Büyük
şehirlerimize kurulacak olan bu üniversitelerin mevcut üniversiteleri böleceği
tartışmaları dikkati çekmektedir. Bir üniversitenin öğrenci sayısının çok fazla
olması onun bölünmesi için bir sebep olmamalı. Çünkü üniversite alt birimleri
ile idare edilmektedir. Bu yüzden, bundan böyle yeni üniversiteleri büyük
illerde açmayı düşünmekte misiniz?
BAŞKAN – Sayın
Özkan, buyurun efendim.
MURAT ÖZKAN
(Giresun) – Efendim, ben bu 12 Eylül Anayasası’nın bir ürünü olan YÖK’ün,
özellikle rektör seçimi konusunda bilimi değil ideolojiyi, liyakati değil
sadakati önemseyen modelinden vazgeçmeyi düşünüp düşünmediklerini…
Diğer bir husus
da: Dünyanın ilk 500 üniversitesinde acaba rektör seçimleri hangi usulle
yapılıyor? Bu 500 üniversitede rektör seçiminin tüm öğretim üyelerinin
katıldığı bir modelle yapılanı var mıdır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Özkan.
ZEKERİYA AKINCI
(Ankara) – Sayın Bakan otursaydı iyi olurdu.
BAŞKAN - Sayın Paksoy…
ZEKERİYA AKINCI
(Ankara) – Sayın Eroğlu erken kapatıyor ya.
MEHMET AKİF
PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
ZEKERİYA AKINCI
(Ankara) – Düğün salonlarını 24.00’te kapatıyorlar, bizi sabaha kadar
çalıştırıyorsunuz! Burada otursaydınız erken kapatırdınız belki.
BAŞKAN – Sayın
Akıncı, Sayın Paksoy’a müsaade edelim.
MEHMET AKİF
PAKSOY (Kahramanmaraş) – Sayın Bakan, bu kadar yeni üniversite açılırken 1988
yılından beri Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesinin kadrosu
hâlen verilmemiştir. On üç seneden beri kadrosu verilmeyen başka bir üniversite
var mıdır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Paksoy.
Sayın Güçlü,
buyurun.
SAMİ GÜÇLÜ
(Konya) – Sayın Başkan, ben İç Tüzük 60’a göre bir söz almak istiyorum, kısa
bir açıklama yapmak istiyorum.
BAŞKAN – Ama
şimdi soru-cevap yapıyoruz. İsterseniz soru-cevaptan sonra alınız.
SAMİ GÜÇLÜ
(Konya) – Olabilir efendim. Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Tamam.
Teşekkür ederim.
Sayın Bakanım,
buyurun efendim.
MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Işık,
Kütahya Dumlupınar Üniversitesinde, zannediyorum Maraş Üniversitesinde
kadrolara ilişkin olarak…
OKTAY VURAL
(İzmir) – Ses gelmiyor Sayın Bakan, biraz yaklaştırırsanız mikrofonu…
MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Yeni istenen üniversitelerimize ilişkin
kadrolar da Maliye Bakanlığında son aşamadadır.
Sayın Taner “Millî Eğitim
Bakanlığına kaç dava açıldı?” şeklinde
bir soru sormuş. Genel bir soru zannediyorum, sorunun baş kısmını anlamadığım
için.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – 18.500, son dört yılda 18.500.
MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Açılan bu davalar ve onların ayrıntılarına
ilişkin de… Soru önergelerine konu olmuştu Sayın Başkan, çoğunu cevaplandırdık
soru önergeleri şeklinde. Açılan davaların büyük bir bölümü de, açılmış
olmasına rağmen mahkeme kararlarının büyük bir bölümü de Bakanlığımız lehine
sonuçlanmıştır.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Aleyhine!
MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Bunları cevaplandırmıştık.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Sayın Bakan, isterseniz açıklayabilirim kaç tanesini kaybettiğinizi:
18.500!
MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Tekrar, ilçelerde üniversite kurulmasına
ilişkin sorular var. Az önce cevaplandırdığım gibi, Sayın Başkan, özellikle
devlet üniversitelerinin kurulması konusunda, il merkezlerinde kurulması
konusunda şimdilik alınmış ve kesinleşmiş bir karar olmamasına rağmen
Yükseköğretim Kurulumuz üniversitelerin kuruluşunu öğrenci talepleri, arz-talep
dengesi çerçevesinde yerine getiriyor. Bunu söylemiştim.
İlçelerde
üniversite kurulması konusunda: Vakıf üniversitelerinin bu yönde bir talebi
olursa bunları da karşılayacağız.
Adana’ya yeni bir
üniversite kurulması: Hükûmetimiz özellikle
ortaöğretimdeki okullaşma oranlarının yüzde 100’e yaklaştırılması hedefine
doğru ilerlerlerken yükseköğrenim talebi de konuşmamda söylediğim gibi son
derece artmış durumda. Bizim hedefimiz 2013-2014 yıllarında yükseköğrenim
öğrenci potansiyelinin Avrupa Birliği ortalamasına uygun olarak yüzde 48
oranında gerçekleşmesidir. Bunu gerçekleştirmek için de hepinizin bildiği gibi
öncelikle Türkiye'nin hemen her ilinde üniversite kurulması. Yükseköğrenim
sistemimizin bir parçası olarak gördüğümüz vakıf üniversitelerinin de
koyduğumuz kriterler çerçevesinde potansiyelleri
olanların kurulmasına izin vermek suretiyle yükseköğrenime yönelik olarak genç
nüfusumuzun taleplerini karşılamaya çalışıyoruz.
Elbette Adana da
büyük illerimizden bir tanesi, bundan sonraki safhada kurulacak devlet
üniversiteleri içerisinde elbette Adana da yer alabilir.
Sayın Başkanım,
diğer soruları yazılı cevaplandırayım.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Varlı,
buyurun efendim.
MUHARREM VARLI
(Adana) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Tabii, Sayın
Bakan az evvel Yılmaz Bey’in sorusunda burada yoktu herhâlde, “Kayseri ve Erzurum’a
göre Adana 2 misli nüfusa sahip ama üniversitelerindeki öğrenci sayısı daha
az.” diye yöneltmişti soruyu. Yani biz bu kapsamda neden alınmadığını
soruyoruz, bir.
İkincisi: Ceyhan
enerji merkezi olacak diyorsunuz her konuşmanızda, Rotterdam olacak diyorsunuz.
Ceyhan’da, Tarsus’ta -az önce hocam söyledi- Ceyhan ve Tarsus gibi büyük
ilçelerde neden kimya mühendisliği, inşaat mühendisliği gibi fakültelerin
olacağı bir üniversite kurmayı planlamıyorsunuz? Çünkü buralar ileride
enerjiyle ilgili, petrolle ilgili çok büyük yatırımların olacağı yerler.
Buralarda mutlaka bir üniversitenin ve fakültelerin olması gerekir diye
düşünüyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Varlı.
Sayın Taner,
buyurun.
RECEP TANER
(Aydın) – Sayın Bakan, biraz önceki soruma, soru önergelerine cevap olarak
verdiğinizden bahsettiniz ama o soru önergeleri milletvekillerinin şahıslarına
veriliyor. Dolayısıyla bizim o soru önergelerinin neticelerini bilmemiz pek
mümkün değil. Yani, onları biz sizden tekrar alabilirsek memnun oluruz.
Artı, benim
ikinci bir sorum daha vardı: Görevlendirmeyle ve kadroyla görev yapan personel
sayısını, Aydın ilindeki görevlendirmeyle çalışan idareciler ile kadrolu olarak
çalışan idarecilerin sayılarını da sormuştum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Vural…
OKTAY VURAL
(İzmir) – Teşekkür ederim.
Ben, yine, Sayın
Komisyonun çalışmalarıyla ilgili ifade edeceğim. Daha önce, dün söylemiştim,
bir milletvekilinin hasıraltı edilen teklifi… Üzülerek, yine bunu görüşüyoruz.
Şimdi, iki tane
komisyon raporu var. Şimdi, bu yükseköğrenim, 506 ve… Sayın Başbakanın
imzasıyla üniversitelerin kurulmasını havi altı maddelik bir kanun teklifinin
gerekçeleri var, maddeleri yok, yani maddeleri buraya yazılmamış. Burada yine
536, gelir vergisi var. Burada gerekçeleri ve maddeleriyle birlikte kanun
teklifinin kendisi var. Yani, komisyonlar yaptığı işi ciddiye almalı. Bir rapor
gelirken gerekçeleri olan ama maddesi olmayan, bir diğerinde de gerekçeleri ile
maddeleri olan raporlar. Dolayısıyla Meclis Başkanlığı olarak komisyonlara
raporun düzenlenmesi için yapılması gereken hususlarla ilgili gerekli uyarının
yapılmasını istirham ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Vural.
Bir açıklama
yapacak mısınız, Komisyona yöneltilmiş ve dolayısıyla Başkanlığa da yöneltilmiş
bir soru vardı.
PLAN VE BÜTÇE
KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ RECAİ BERBER (Manisa) – Evet.
BAŞKAN – Buyurun.
PLAN VE BÜTÇE
KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ RECAİ BERBER (Manisa) – Sayın Başkan, ben kısa bir
cevap vereyim.
Dün de tabii,
Komisyonun çalışması ve raporlarıyla ilgili soruldu. Burada, gelen kanun
tasarısı ile komisyonda görüşülen kanun teklifleri ayrı ayrı
olarak değerlendirildiği için, burada madde gerekçeleri olarak belirtilen,
birleştirilme sonucunda görüşülen Kayseri Abdullah Gül Üniversitesi ve daha
sonra Millî Eğitim Komisyonunda görüşülmeyip bizim Komisyonda görüşülen Akdeniz
Üniversitesiyle ilgilidir. Diğer maddelerin tamamı kanun tasarısı içinde vardır
ve burada hem Hükûmetten gelen teklif metni hem de
Plan ve Bütçe Komisyonunun kabul ettiği metin olduğu gibi yer almaktadır. Ancak
gerekçelerle ilgili olarak dediğiniz gibi gerekçeler buraya alınmamış.
Zannediyorum bu Meclis Başkanlığının yazım, yani burada atlanmasından söz
konusu olabilir, Komisyonumuzdan bu rapor…
OKTAY VURAL
(İzmir) – Gerekçeler var da maddeler yok.
PLAN VE BÜTÇE
KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ RECAİ BERBER (Manisa) - Madde de var. Maddelere biraz
sonra bakarsanız…
BAŞKAN – Sayın
Berber…
OKTAY VURAL
(İzmir) – En sonda var da, diğer raporlarda maddeler de var, esas olarak bir
şablon olması gerekiyor.
BAŞKAN – Sayın
Vural, arkadaşlarımız not aldı, onu biz daha sonra değerlendireceğiz,
gerekçenin başa alındığını falan söylediler.
PLAN VE BÜTÇE
KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ RECAİ BERBER (Manisa) - Evet, takdim tehir olmuş gibi
görünüyor. Evet, teşekkür ederim uyarınız için.
BAŞKAN- Evet,
soru-cevap işlemi tamamlanmıştır.
Teşekkür
ediyorum.
Sayın Güçlü’ye bir dakikalık bir süre vereceğim.
Buyurun Sayın
Güçlü.
SAMİ GÜÇLÜ
(Konya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Biraz önce şahsı
adına konuşan Sayın Sertel’in açıklamalarında
“Dönemimizde sıfırdan üniversite kurulmadı.” şeklinde bir ifadesi olmuştu. Ben,
geçmişte kurulan üniversitelerle ilgili birkaç örnek vermek istiyorum: 1946
Ankara, 1973 Çukurova, 1973 Anadolu, 1982 Marmara, 1987 Süleyman Demirel, 1992
Kocaeli, Sakarya. Bütün bu üniversitelerin hepsi, daha önceden orada olan
akademi, iktisadi ilimler akademisi, eğitim enstitüsü gibi oluşumların üzerine
inşa edildi.
Elimde kısa bir
örnek var. Karadeniz Teknik Üniversitesi 1955’te kurulduğunda 1 profesör, 1
doçent var, bugün 251 profesör, 146 doçent var, 90 öğrenci varken 36 bin
öğrenciye ulaştı. Erciyes üniversitesi 2 profesör, 3 doçentle…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın
Güçlü, teşekkür ediyorum, siz de daha önce de bu tip benzeri örnekler olduğunu
ifade ediyorsunuz.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Sayın Başkanım, 1955’te 1 profesörü varmış, 2010 da 1 profesör
olmayan üniversite var, merak etmeyin.
BAŞKAN - Evet, bu
akademisyenlerin kendi aralarında değerlendirecekleri husus olsun. Saygıdeğer
bilim adamı arkadaşlarım, Genel Kurulda milletvekili olarak görev yapan
arkadaşlarımız kendi aralarında da bunu görüşebilirler, Yükseköğretim Kurulumuz
da bu hususta gerekli notları almıştır.
Evet, birinci
bölüm üzerindeki görüşmelerin tamamlandığını söylemiştim. Şimdi, birinci
bölümde yer alan maddeleri, varsa o madde üzerindeki önerge işlemlerini
yaptıktan sonra ayrı ayrı oylarınıza sunacağım.
Madde 1’e bağlı
ek madde 125 üzerinde üç adet önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan
506 Sıra Sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 1
inci maddesine bağlı Ek Madde 125’in ikinci fıkrasının (a) bendinde yer alan
“İşletme Fakültesi” ibaresinin “İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi” şeklinde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Pervin Buldan İbrahim Binici M. Nezir Karabaş |
Iğdır Şanlıurfa Bitlis |
Hasip Kaplan Akın
Birdal |
Şırnak Diyarbakır |
TBMM Başkanlığına
506 sıra sayılı
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 1. maddesine ek
125. maddesinin, bu üniversite başlığı altında bulunan ve a) bendinde yer alan …Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi tabirinin,
Mühendislik Fakültesi ve Doğa Bilimleri Fakültesi… olarak
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Akif Akkuş Behiç Çelik Emin Haluk Ayhan |
Mersin Mersin Denizli |
Şenol
Bal Mustafa
Kalaycı |
İzmir Konya |
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan
506 Sıra Sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Ya-pılmasına
Dair Kanun Tasarısının 1. maddesine bağlı Ek Madde 125’in 2. fıkrasının a
bendinde yer alan “İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi” ibare-sinden sonra
gelmek üzere “Havacılık ve Uzay Bilimleri Fakültesi” ibaresi-nin, 2. fıkrasının b bendinde yer alan “kurulan”
ibaresinden sonra gelmek üzere “Sivil Havacılık Yüksekokulu ile” ibaresinin
eklenmesini arz ve talep ederiz.
Vahap
Seçer Şevket
Köse Mehmet Ali
Susam |
Mersin Adıyaman İzmir |
Ferit Mevlüt
Aslanoğlu Zekeriya
Akıncı Ali Koçal |
Malatya Ankara Zonguldak |
Ali
İhsan Köktürk Abdullah
Özer |
Zonguldak Bursa |
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE
KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ RECAİ BERBER (Manisa) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın
İnce?
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Sayın Akıncı konuşacak.
BAŞKAN - Sayın
Akıncı konuşacak.
Buyurun efendim.
ZEKERİYA AKINCI
(Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi sevgiyle saygıyla
selamlıyorum. Ankara’da birisi olmak üzere yeni üniversiteler açıyoruz. Önce
hayırlı olsun demek istiyorum. Daha önce de bildiğiniz üzere Hükûmetiniz döneminde çok çeşitli üniversiteler açılmıştı,
kurulmuştu ve o yasa düzenlemeleri sırasında da Cumhuriyet Halk Partisinin çok
değerli sözcüleri bu konulardaki görüşlerini ifade etmişlerdi. Ben bugünkü beş
dakikalık konuşmamda hiç özel bir şey söylemeden, farklı bir şey söylemeden,
Cumhuriyet Halk Partisi sözcüleri daha önceki üniversite kuruluş yasa
tasarılarında, tekliflerinde hangi düşünceleri ortaya koymuşlar, onları size
yeniden aktarmak biçiminde konuşmamı sürdürmek istiyorum. Özellikle hiç YÖK ve
rektör tartışmasına girmeyeceğiz. Oradaki operasyonlarınızın tam gaz gittiğini
biliyoruz. Kutluyoruz, üniversiteleri susturdunuz, rektörleri sindirdiniz ama o
kadar hızlı gittiniz ki en son Giresun Üniversitesindeki rektör atamasında
Sevgili Dostumuz Şamil Tayyar’ı bile isyan ettirdiniz.
Peki Cumhuriyet Halk Partisinin üniversitelerin kurulmasına dönük
düşüncesi nedir? 13 Nisan 2000 Salı, yapılan görüşmede Değerli Hocamız, Sevgili
Milletvekilimiz Nur Serter demiş ki: “Değerli
milletvekilleri, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak yeni üniversitelerin -ister
devlet ister vakıf üniversitesi olsun- kurulmasına kesinlikle karşı değiliz.”
Arkadaşlarımız biraz önce yine düşüncelerini çok veciz bir biçimde
sergilediler. Önce bunu belirtmek istiyorum. Ancak AKP ve YÖK
iş birliğiyle âdeta ışık hızıyla birbirinin ardı sıra kurulan bu
üniversitelerin, ister devlet ister vakıf üniversitesi olsun, gerekli
altyapıya, gerekli donanıma ve öğretim üyesi kadrosuna sahip olmaksızın
kuruluyor olmasının Türk yükseköğretimine vermiş olduğu zararları da
Türkiye’nin yakın gelecekte çekeceğinin altını bir kez daha önemle çizmek
istiyorum ki AKP sözcüleri bile öğretim üyesi yoksunluğuna vurgu yapmak zorunda
kaldılar. Devlet üniversitelerinin çok ciddi bir öğretim üyesi
yetersizliğiyle karşı karşıya bulunmaları yetmedi, şimdi dörder dörder kurduğunuz vakıf üniversiteleriyle, devlet
üniversitelerinde zaten yetersiz olan öğretim elemanlarını bir de vakıf
üniversitelerine çekerek devlet üniversitelerinin içini büyük bir hızla
boşaltmakta olduğunuzu sayın milletvekillerinin dikkatine sunmak istiyorum,
demiş.
Aynı görüşmeler
sırasında, yine üniversiteler kurulurken, 18 Haziran 2008’de yine
Milletvekilimiz Sayın Necla Arat, Cumhuriyet Halk Partisinin üniversitelere
hangi bakış açısıyla yaklaştığını ortaya koymuş. Demiş ki: “Sayın
milletvekilleri, ülkemizde üniversite sayısının artırılmasının olumlu bir
gelişme olarak sayılabilmesi için rasyonel bir planlamanın yapılmasını,
altyapının öncelikle sağlanmasının yanı sıra eğitimin niteliğinin
yükseltilmesini zorunlu, ön koşulu olarak görülmesini istiyoruz. Bu bağlamda,
nüfusa odaklı üniversitenin kurulmamasını, bu konuda Hükûmetimizin
gerekli duyarlılığı göstermesini bekliyoruz. Yeni kurulan üniversiteler
bölgelerinin gereksinmelerine uygun bir vizyona sahip
olmalıdırlar, mutlaka yeterli kadroları ve bütçeleri bulunmalıdır çünkü öğretim
üyesiz, kütüphanesiz, binasız, yurt imkânları, sportif ve kültürel tesisleri
sağlanamayan kurumlara üniversite denilemez.”
Şimdi denilebilir
ki, elbette Türkiye'nin ihtiyaçları var. Dolayısıyla, kurduğumuz üniversiteler
bu ihtiyaçların giderilmesi ve Türkiye'nin sorunlarının çözülmesi konusunda da
çok önemli katkılar vermektedirler.
Peki, ne akla
gelebilir? Diyelim ki Türkiye'nin en temel sorunlarından bir tanesi işsizlik.
Peki, bu üniversitelerin kuruluyor olması, yeni yeni
yüz binlerce mezun veriyor olması Türkiye'nin işsizlik sorununun çözümüne dönük
bir katkı koymuş mu, bir yarar getirmiş mi?
Hemen söyleyeyim:
13 Nisan 2010’da yine Sayın Nur Serter bir
değerlendirme yapmış ve demiş ki: “Şimdi, bir üniversite açılıyor. Bu
üniversite hangi eğitim dallarında eğitim-öğretim yapacak, bununla ilgili bir
çalışma yapılıyor mu? Hayır, yapılmıyor. O yükseköğretim kurumu, o vakıf
üniversitesi, öğrenci maliyetinin en düşük olduğu alanları fakülteler olarak
belirliyor. Bu fakülteler yine ışık hızıyla açılıyor.”
Arkasından
işsizlikle ilişkisini kurmuş. Devam ediyor: “Tabii, bu üniversiteleri açarken
bir başka ciddi sorumluluğumuz da var. Bu üniversitelerin eğer verdikleri
gerçekten diplomaysa bu gençlerimizi istihdam edilebilme koşullarına uygun
yetiştirmekle yükümlüdürler. Ama iktidarlar da gençlere iş yaratmak gibi ciddi
bir yükümlülüğü taşımaktadırlar. Türkiye’de genç işsizliği oranı yüzde 25,3, o
da resmî rakamlarla. 500 bine yakın üniversite mezunu diplomalı işsiz var.”
demiş ve Sayın Başbakanın da “Her üniversiteyi bitiren iş bulacak diye bir şart
yok.” değerlendirmesine atıfta bulunmuş.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın
Akıncı, konuşmanızı tamamlayınız.
ZEKERİYA AKINCI
(Devamla) – Tamamlıyorum.
İşsizliğe de bir
çare olmamış yeni üniversitelerin açılması, yeni mezunların verilmesi.
Bir başka şey,
hep konuşuyoruz ama çok önemli olduğuna inanmama rağmen, ne yazık ki üzerinde
çok fazla durmadığımız bir konu: Bu öğrenciler nasıl barınacaklar? Onunla
ilgili olarak da bakın 5 Kasım 2009’da Sayın Muharrem İnce demiş ki: “Bu
kürsüde çok şey konuştuk yükseköğretimle ilgili. Her şeyi konuştuk ama ne yazık
ki bu Mecliste yükseköğrenime giden gençlerimizin nerelerde, nasıl
barındıklarını, nasıl beslendiklerini, nasıl kahvaltı yaptıklarını bile ne
yazık ki hiç tartışamadık.” Arkasından bir tespit yapmış “2002 yılındaki
yükseköğretimdeki öğrenci sayımız toplamı 1 milyon 232 bin, bugün
yükseköğretimdeki öğrenci sayımız 1 milyon 747 bin, 515 bin öğrencimiz artmış.”
demiş. Ama buna karşılık yurtlardaki açığın sürekli büyüdüğünü ve neredeyse 1
milyon gencimizin yurt bulmaktan yoksun olduğunu ortaya koymuş.
Demek ki
üniversite açmak yetmiyor, bu gençlerimizin özellikle barınma sorununa çözüm
bulmak zorundayız.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın
Akıncı, teşekkür ediyorum.
ZEKERİYA AKINCI
(Devamla) – Tamamlıyorum.
BAŞKAN – Ek
sürenizi vermiştim.
ZEKERİYA AKINCI
(Devamla) – Selamlamak için…
BAŞKAN –
Selamlamak için ama her selamlama yaklaşık bir dakika sürünce işler karışıyor.
Lütfen…
ZEKERİYA AKINCI
(Devamla) – Bir cümle…
BAŞKAN - Buyurun.
ZEKERİYA AKINCI
(Devamla) – Özellikle bu konuşmamda arkadaşlarımızın yapmış olduğu
değerlendirmeleri bir kez daha dikkatinize sunmak istedim çünkü AKP İktidarının
bize hangi gözle baktığını ve bizi nasıl dinlediğini biliyoruz.
Onun için,
sözlerimi bir atasözümüze atfen ve Dünya Kupasının o mucize aletine atfen
söylüyorum: Anlayana sivri sinek saz, anlamayan AKP’ye
vuvuzela bile az.” (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
Akıncı, beni doğruladınız, bak otuz saniyeyi buldu görüyorsunuz yani, bir
cümleniz otuz saniye demek ki.
Saygıdeğer
milletvekilleri, önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Birleşime bir saat
ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 20.06
DÖRDÜNCÜ
OTURUM
Açılma
Saati: 21.09
BAŞKAN:
Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER: Fatih METİN (Bolu), Murat ÖZKAN (Giresun)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 131’inci Birleşiminin Dördüncü
Oturumunu açıyorum.
506 sıra sayılı
Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Ek 125’inci madde
üzerinde, sıradaki önergeyi okutuyorum:
TBMM Başkanlığına
506 sıra sayılı
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 1. maddesine ek
125. maddesinin, bu üniversite başlığı altında bulunan ve a) bendinde yer alan …Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi tabirinin,
Mühendislik Fakültesi ve Doğa Bilimleri Fakültesi… olarak
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Akif
Akkuş (Mersin) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Gerekçe…
BAŞKAN –
Gerekçeyi okutuyorum:
Buyurun
Gerekçe:
Mühendislik Bilimleri ve Doğa Bilimlerinin birbirinden farklı kavramlar
olmasından dolayı.
BAŞKAN – Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan
506 Sıra Sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 1
inci maddesine bağlı Ek Madde 125’in ikinci fıkrasının (a) bendinde yer alan
“İşletme Fakültesi” ibaresinin “İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi” şeklinde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Pervin
Buldan (Iğdır) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Kaplan.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün Miraç Kandili; halkımızın,
tüm İslam âleminin kandilini kutluyorum. Ve elbette ki böylesi bir günde,
elbette, okul açmak, üniversite açmak da en büyük sevaplardan birisidir. Onun
için, bu sevabı hak edebilmek için yeni üniversitelerimizin de altyapısını,
niteliğini ve bütün donanımını da tamamlamak gerekiyor. Nüfusu en genç olan
devlet ve ülke biziz. Avrupa yaşlanıyor, yaşlanan bir Avrupa karşısında nüfusu
en genç olan bir ülke var: Türkiye. Dünya ekonomisinde 16’ncı
sırada ve gerçekten bölgesinde stratejik olarak çok önemli. O zaman,
eğitilmiş insan olayı çok önemli ama işsizlik oranlarına baktığımız zaman
üniversite mezunları içinde en yüksek orana çıkıyor işsizlik oranı. Bunun da
belli bir planlama ve stratejisinin olmayışından kaynaklanıyor.
Tabii sıkıntılar
çok. 12 Eylül askerî darbesinin getirdiği YÖK sistemi başlı başına bir sorun ve
günlerdir yazıyor: İşte Giresun Üniversitesiyle Marmara Üniversitesinde bir
rektörlük seçimi olayı. Birkaç gazetede rastladım. Köşe yazarları da dikkat
çekiyor. Deniliyor ki, seçim sonucunda 4 tane adaydan en düşük oyu alan, hatta
birisi için 4 oy alan birisinin aday gösterilmesinden bahsediliyor. Şimdi bu sistem dehşet verici bir sistem. Seçim niçin
yapılır, demokrasi niçindir? Demokrasinin bir anlamı vardır, seçimin bir anlamı
vardır, seçimde oy kullananların iradesiyle seçilenlerin gösterilmesi için.
Sayın Millî Eğitim Bakanımız bu konuda umuyorum bir açıklama yapma gereğini
duyacaklar. Bu YÖK’te herhâlde bir reforma ciddi ihtiyaç vardır diyemeyeceğim
çünkü bunu reforme etmenin bir anlamı yok. YÖK’ü
tümden kaldırmak gerekiyor. Kenan Evren’e de iade etmek lazım. 1 liralık posta
puluyla aynen iade etmek lazım. Bu kurumdan kurtulmak lazım. Yeni
bir yapılanma sürecini başlatmak lazım.
Şimdi, böyle
baktığımız zaman öğrenci sayısına bakıyoruz. Doğru, Sayın Bakan 2002-2003
verilerini alıyor. Milattan önce, milattan sonra diye. Böyle
bir iktidar dönemi. Sayı, 1 milyon 916 binden yüzde 184 artışla 3 milyon
529 bine yükselen bir öğrenci sayısı. Peki, bu 4 katına denk gelen, son üç dört
yılda açılan vakıf üniversiteleri, 75 bine denk gelen eğitim öğretim kadrosu,
üniversitelerdeki öğretim elemanı sayısı ve bu üniversitelere şimdilik
ekleyeceğimiz yeni üniversiteler, Ankara’ya, Bursa’ya, Erzurum’a, Kayseri’ye,
İzmir’e, İstanbul’a ve Konya’ya devlet üniversiteleri hayırlı olsun diyoruz biz
de elbette ve yine Antalya’daki vakıf üniversitesi konusunda da aynı dileklerimizi de söylüyoruz ve
şunu söylemek istiyoruz: 13.248 akademik kadro alınacak. Bu ara Millî Eğitim
Bakanlığı 100 bini aştı herhâlde kadro sayısıyla. Emniyete, jandarmaya alınan
kadro sayısı 30 binlerin üstünde, yeni çıkan geçen haftaki yasalarla 200 bin
kadro. Bu arada bu hafta, önümüzdeki hafta yasalarıyla da bir 100 bin daha
kadro ihdası söz konusu olacak, 300 bin. Yani seçime de bu kadar yeter size
diye düşünüyoruz.
Ama, yani şunu gerçekten ifade etmek istiyorum: Evet, 4 milyona yakın
üniversite öğrencimiz hangi koşullarda yaşıyor, onunla ilgili bilimsel bir
araştırma yapıldı mı? Kaç lirayla geçiniyorlar? Kaç tanesi yurtlarda barınıyor?
Kaç tanesi beslenme, gıda, spor, sosyal etkinlik sorunlarını çözebiliyor.
Üniversite kampüsleri, özellikle devlet
üniversitelerinin kurulduğu yerlerde hangi tür vakıflar, derneklerde bu
öğrencilerle iletişim kuruluyor ve bu öğrencilerin barınma, yurt sorunlarına,
ihtiyaçlarına, hatta burs, kredi ihtiyaçlarına kadar hangi kurumlardan ne kadar
veriliyor? Sayın Bakandan böyle bir veri istiyorum.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN- Buyurun
Sayın Kaplan, konuşmanızı tamamlayınız.
HASİP KAPLAN
(Devamla) – Bu veriyi isterken, gerçekten geleceğimiz olan gençlerimizin içinde
yaşadığı durumun bir kere sosyolojik, gelir tabakası olarak işçi, memur kesimi,
yoksul halk çocuklarının... Zaten yoksul olmayan halk çocukları devlet
üniversitesine gitmiyor. Kaç tane Bakan çocuğu devlet üniversitesinde okuyor,
kaç tanesi yurt dışında? Niye Amerika’yı tercih ediyorlar? Ben acemi miyim,
bilmiyor muydum? Benim çocuklarım başka yerde okuyor. Mesela Amerika’ya yolu
bilmedik mi, ondan mı gidemedi veya gerçekten burada bir şey farkı mı var? Yani
o konuda bizi aydınlatırlarsa seviniriz. Bu öğrenci kredilerine ve yurt kampüsleriyle beraber öğrenci sayısı kadar yurt ve konut
yaptırma sorununa nasıl bir çözüm getirecekler? Bu konuda, gençliğin talepleri
konusunda bir açıklamada bulunurlarsa sevineceğiz.
Teşekkür
ediyorum.
Önergeyi zaten
kabul etmeyeceğinizi biliyoruz ama Sayın Abdullah Gül’ün de…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Ne biliyorsun canım?
HASİP KAPLAN
(Devamla) – … kendi ilinde bir üniversiteye isminin
verilmesine böyle fanatik karşı çıkanlardan değiliz. Kim ki bu ülkeye hizmet
etmişse adını da versin, yazdırsın da.
Doğrusu da budur zaten.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Erciyes Dağı’na da ismini vereceğiz şimdi.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Kaplan.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…Kabul etmeyenler…
Önerge kabul edilmemiştir.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
Madde 1’e bağlı
ek madde 126’nın üç adet önergesi vardır, önergeleri okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan
506 Sıra Sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 1.
maddesine bağlı Ek Madde 126’nın 2. fıkrasının a bendinde yer alan “Denizcilik
Fakültesi” ibaresinden sonra gelmek üzere “Havacılık ve Uzay Bilimleri
Fakültesi, Bilgisayar Bilimleri Fakültesi ile Gemi Mühendisliği Fakültesi”
ibaresinin eklenmesini arz ve talep ederiz.
Vahap
Seçer Şevket
Köse Mehmet Ali
Susam |
Mersin Adıyaman İzmir |
Ali Koçal Ali
İhsan Köktürk Abdullah
Özer |
Zonguldak Zonguldak Bursa |
Ferit
Mevlüt Aslanoğlu Kemal Demirel |
Malatya Bursa |
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan
506 Sıra Sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 1
inci maddesine bağlı Ek Madde 126’nın ikinci fıkrası (c) bendinde yer alan
“Sosyal Bilimler Enstitüsü” ibaresinden sonra gelmek üzere “Deniz Bilimleri ve
Teknolojisi Enstitüsü” ibaresinin getirilmesini arz ve teklif ederiz.
M. Nezir Karabaş İbrahim Binici Pervin Buldan |
Bitlis Şanlıurfa Iğdır |
Hasip Kaplan Akın
Birdal |
Şırnak Diyarbakır |
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan
506 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 1
inci maddesi ile 2809 sayılı Kanuna ilave edilen Ek 126 ncı
maddenin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Mustafa Kalaycı Necati Özensoy Oktay
Vural |
Konya Bursa İzmir |
Mustafa
Enöz Ahmet
Duran Bulut |
Manisa Balıkesir |
“Bursa Teknik
Üniversitesi
Ek Madde 126 –
Bursa’da Bursa Teknik Üniversitesi adıyla bir üniversite kurulmuştur. Bu
üniversite, Rektörlüğe bağlı olarak kurulan;
a) Mühendislik,
Mimarlık ve Fen-Edebiyat, Doğa Bilimleri, Sanat ve Tasarım, Denizcilik
fakültelerinden,
b) Fen Bilimleri
Enstitüsünden,
c) Bilgisayar
Teknolojisi ve Programlama, Harita ve Kadastro, İnşaat, Makine, Seramik,
Restorasyon, Tasarım ve Basım Yayımcılık, Doğalgaz ve Tesisat
yüksekokullarından,
oluşur.”
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Necati Özensoy…
BAŞKAN – Sayın Özensoy, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
NECATİ ÖZENSOY
(Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tüm Türk milletinin, İslam
âleminin ve sizlerin kandilini kutluyor, hepinize saygılar sunuyorum.
Verdiğimiz
önergeyle ilgili söz almış bulunuyorum. Tabii, dün akşam burada bir usul tartışması
açtık Bursa’daki teknik üniversitenin kurulmasıyla alakalı. Bu usul
tartışmasındaki maksadımız, 2008 yılı Nisan ayında verdiğimiz Bursa’da bir
teknik üniversite kurulmasıyla alakalı kanun teklifiyle ilgili Mecliste
milletvekilleri olarak görevimiz olan yasama görevinin bir anlamda yok
sayılmasıydı.
Tabii, bu
tartışma belki şu şekilde yanlış da anlaşılmış olabilir: Komisyona çekilmiş
olsaydı, bugün hemen sabahtan bu hata yarım saat içerisinde düzeltilip bu kanun
teklifini veren isimler de bu tasarıya eklenerek bu hata, bu nezaketsizlik de
bir anlamda düzeltilmiş olurdu. Tabii, bizler, dün akşam da ifade ettim
-Bursa’da teknik üniversite kurulmasını herhangi bir kamuoyu oluşmasından
dolayı değil- 2007’den önce, daha benim İl Başkanlığım döneminde Bursa’yla
ilgili ortaya bir vizyon konulması gerektiğinde neler
yapılması gerektiğini ilan ederken bunu basınla da paylaşarak, sanayi kenti
olan Bursa’da artık, bir teknik üniversitenin kurulması gerektiğini ifade
ederek -aynı zamanda seçim beyannamemize de koyduk- bunun gereğini de burada
kanun teklifi olarak da vermiş bulunuyoruz. Ama ifade ettiğim gibi, olabilir,
iktidar partisi mensubu yetkililer bizim ismimizin bu kanunda geçmesini arzu
etmemiş olabilirler ama Bursa kamuoyu bu konuda kimin ne şekilde çaba gösterdiğini
iyi biliyor. Bizler Bursa kamuoyunda bu tartışmayı başlatarak, daha sonra yer
seçimiyle, vesaireyle bu kamuoyunda ikinci
üniversitenin gündeme gelmesiyle bugünlere geldik. Ama bütün bunlara rağmen,
bütün bu yanlışlara rağmen bugün burada, 23’üncü Dönem Mecliste bir
milletvekili olarak bulunup bu kanunla ilgili bir konuşma yapmaktan ve bu
kanunla Bursa’daki teknik üniversitenin kurulmasından dolayı da son derecede
memnun olduğumuzu da ifade etmek istiyorum. Bu üniversitenin de Bursa’ya
hayırlı olmasını diliyorum.
Tabii,
önergemizde aslında bu üniversite kurulurken, Komisyonda tartışılırken eğer
haberimiz olmuş olsaydı zaten bizim bu gündemimizde olan konuda katkılarımız da
mutlaka olacaktı. İşte bakın, burada iki yıllık yüksekokulların kurulmasıyla alakalı
bu maddeyi ilave ettik ama tabii, bu önergenin kabul görmeyeceği kanaatindeyim.
Bakın, Bursa’da
bütün sanayicilere sorun, Bursa’da en önemli sorun ara eleman sorunudur.
Mühendis, teknik eleman açığı olduğu kadar, 2 bin civarında mühendis açığı olduğu
kadardan çok daha fazlası, bir 10 katı, 20 katı, Bursa’da ara eleman açığı
vardır yani teknisyen açığı vardır. Dolayısıyla, bu açığın kapanması hususunda
da bu önerge belki dikkate alınabilir ama en azından Komisyonda bu konular
gündeme gelmiş olsaydı bunu da belki düzeltme şansımız da olabilirdi.
Sayın
milletvekilleri, Bursa bu üniversiteyi –ifade ettiğim gibi- çok uzun zamandan
beri hak eden bir şehir. Bursa, Türkiye’nin 4’üncü büyük vilayeti, 2,5 milyon
nüfusa ulaşmış bir şehir ve ekonomiye katkısı da yine aynı sırada, ihracatta
2’nci büyüklükteki bir şehir. Dolayısıyla, Bursa maalesef –şunu ifade ediyorum-
geçmiş dönem hükûmetlerce zaman zaman
ihmal edilmiş bir şehir ama hiç bu dönemdeki kadar, şu sekiz yıldaki kadar
mahzun kalmadı. Bakın, Bursa tam 5 milyar lira vergi veriyor, bu yıllarda
verdiği vergi 5 milyar lira.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Özensoy, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
NECATİ ÖZENSOY
(Devamla) – Teşekkür ederim.
Ama 2009
bütçesinde Bursa’ya ayrılan, merkezî hükûmetin
yatırımlara ayırdığı pay ne kadar biliyor musunuz? Sadece 50 milyon lira. Bu
yıl ne kadar, 2010 yılında ne kadar? Ama büyük başarı göstermiş arkadaşlar, 2 katına
çıkarmışlar, 100 milyon lira. Yani 5 milyar lira vergi veren bir kente, yani
iki yılda 10 milyar lira vergi veren bir kente layık görülen hizmet 150 milyon
lira, yani verilenin yüzde 1,5’u. Yani bunu arkadaşlarımız içine
sindirebiliyorlarsa söyleyecek bir şeyim yok. Bursa, Osmanlıya payitahtlık
yapmış; İznik, Selçukluya payitahtlık yapmış, kültür ve tarih kenti olan ve
aynı zamanda bugün sanayi vizyonuyla, yine kültür,
tarih vizyonuyla Türkiye’nin en önemli şehirlerinden. Bu şehre hizmet ederken
bu özelliklerini ve Bursa insanının üretime katkısını da göz önünde
bulundurarak…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
NECATİ ÖZENSOY
(Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.
…bu hizmetleri
yapmak lazım, bu katkıları böyle göz önünde bulundurarak sağlamak lazım.
Ben, bu
üniversitenin kurulmasından dolayı tekrar, mutlu olduğumuzu, Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu olarak, Bursa milletvekilleri olarak mutlu olduğumuzu ifade
ediyor, bu mübarek akşamda da hayırlara vesile olmasını diliyor, saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Özensoy.
Önergeyi
oylarınıza…
III.-
YOKLAMA
(CHP sıralarından
bir grup milletvekili ayağa kalktı)
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Sayın Başkan, yoklama talebi.
BAŞKAN –
Önergenin oylamasından önce bir yoklama talebi vardır, onu yerine getireceğim:
Sayın İnce, Sayın
Yıldız, Sayın Güvel, Sayın Özkan, Sayın Güner, Sayın Köktürk, Sayın Emek, Sayın Süner,
Sayın Ünlütepe, Sayın Sönmez, Sayın Susam, Sayın Arslan, Sayın Seçer, Sayın Ağyüz,
Sayın Demirel, Sayın Ersin, Sayın Tan, Sayın Yalçınkaya,
Sayın Kart, Sayın Baratalı.
Sayın
milletvekilleri, yoklama için üç dakika süre veriyorum ve yoklama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, toplantı yeter sayısı yoktur.
Birleşime on beş
dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati : 21.33
BEŞİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 21.49
BAŞKAN:
Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER: Fatih METİN (Bolu), Murat ÖZKAN (Giresun)
BAŞKAN –
Saygıdeğer milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 131’inci
Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.
İstem üzerine
yapılan yoklamada toplantı yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi yoklama işlemini
tekrarlayacağım.
III.-
YOKLAMA
BAŞKAN – Yoklama
için üç dakika süre veriyorum ve yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN –
Saygıdeğer milletvekilleri, pusula gönderen arkadaşlarımızı arayacağım.
Sayın Lokman
Ayva? Burada.
Sayın Bakanımız
Selma Aliye Kavaf? Burada.
Sayın Gönül Bekin
Şahkulubey? Burada.
Sayın Fatma
Şahin? Yok.
Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, ikinci yoklamada da toplantı yeter sayısı
bulunamamıştır.
Alınan karar
gereğince kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri
sırasıyla görüşmek için 9 Temmuz 2010 Cuma günü saat 14.00’te toplanmak üzere
birleşimi kapatıyorum.
Kapanma
Saati: 21.56