Normal 44161 3 4 2010-08-23T11:23:00Z 2010-08-23T11:23:00Z 1 56407 321522 TBMM 2679 754 377175 11.9999 Clean Clean 0 0 nk 0 nk 0 0 false false false 0 nk 0 nk MicrosoftInternetExplorer4

DÖNEM: 23                            CİLT: 74                    YASAMA YILI: 4

 

 

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

131’inci Birleşim

8 Temmuz 2010 Perşembe

 

(Bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

 

   I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

  II. - GELEN KÂĞITLAR

 III.- YOKLAMALAR

 IV. - OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- TBMM Başkan Vekili Nevzat Pakdil’in, idrak etmiş olduğumuz Miraç Kandili’nin Türk milletine, İslam âlemine ve tüm insanlığa hayırlar getirmesini dileyen konuşması

V.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Edirne Milletvekili Cemaleddin Uslu’nun, köy ve mahalle muhtarlarının yaşadıkları sorunlara ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi’nin, yerel yönetimlerin işleyişine ilişkin gündem dışı konuşması ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı

3.- Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’ın, cezaevlerinde son günlerde yaşananlara ilişkin gündem dışı konuşması

VI.- AÇIKLAMALAR

1.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu milletvekilleri olarak muhtarlarla ilgili verdikleri kanun tekliflerinin gündeme alınmamasına ilişkin açıklaması

2.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, belediyelerin kurduğu şirketlerin sorun hâline geldiğine ilişkin açıklaması

3.- Eskişehir Milletvekili Beytullah Asil’in, Eskişehir için büyük önem arz eden raylı sistemin uzatılmasının iktidar tarafından engellendiğine ve muhalefet partilerine mensup ilçe ve belde belediyelerine yardım gönderilmediğine ilişkin açıklaması

4.- Eskişehir Milletvekili Emin Nedim Öztürk’ün, muhalefet milletvekillerinin “Büyükşehir Belediyesine yardım yapılmıyor” ifadelerinin doğru olmadığına ve Eskişehir’in raylı sistem konusunu çözeceklerine ilişkin açıklaması

5.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Edirne ili Keşan ilçesi Küçükdoğanca köyü yakınlarındaki, özel sektöre ait, yer altı kömür ocağında 7 Temmuz 2010 tarihinde meydana gelen yangına ilişkin açıklaması

 

VII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır ve 19 milletvekilinin, Şırnak’ta meydana gelen bazı ölüm olayları ile ilgili iddiaların araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi  (10/817)

2.- Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır ve 19 milletvekilinin, aile hekimliği uygulamasındaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/818)

3.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan ve 32 milletvekilinin, kırmızı et sektöründeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/819)

4.- Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü ve 34 milletvekilinin, balıkçılık ve su ürünleri sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/820)

B) Tezkereler

1.- Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Başkanı İstanbul Milletvekili Güldal Akşit’in, Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesindeki Türkiye 6’ncı Ülke Raporu Sunum Toplantısına katılmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1249)

2.- Meksika Temsilciler Meclisi Başkanı Francisco Javier Ramirez’in, Meksika’da gerçekleştirilecek olan Birinci Dünya Gençlik Forumuna davetine Türkiye Büyük Millet Meclisinden bir Parlamento heyetininin icabet etmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1250)

3.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mehmet Ali Şahin’in, Parlamentolararası Birlik (PAB) Başkanı Theo-Ben Gurırab’ın vaki davetine icabetle, Cenevre’de düzenlenecek olan Dünya Parlamento Başkanları III. Konferansına katılmak üzere İsviçre’ye resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1251)

4.- Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Meclisi Başkanı Hasan Bozer’in, KKTC’nin 20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramı kutlamalarına vaki davetine, Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen bir Parlamento heyetinin icabet etmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1252)

 

VIII.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- (10/627) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 8/7/2010 Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi

2.- (10/372) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 8/7/2010 Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi

3.- (10/515) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 8/7/2010 Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi

 

IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)

2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)

3.- Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/761) (S. Sayısı: 458)

4.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve 4 Milletvekilinin Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/845, 1/884, 2/701) (S. Sayısı: 506)

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 13.03’te açılarak on oturum yaptı.

Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak, kamu yönetimine,

İstanbul Milletvekili Esfender Korkmaz, memur zamlarına,

Konya Milletvekili Mustafa Kabakcı, Nasreddin Hoca ve Akşehir’de kutlanan 51’inci Uluslararası Nasreddin Hoca Festivaline,

İlişkin gündem dışı birer konuşma yaptılar.

Adana Milletvekili Hulusi Güvel, “kamu görevlilerinin herhangi bir parti, kişi veya zümrenin yararını veya zararını hedef alan bir davranışta bulunamayacakları” ilkesinin çiğnendiğine,

Aydın Milletvekili Recep Taner, kamu gücünü yanlı ve yandaşlarının talepleri doğrultusunda kullananları, bu emri verenleri ve uygulamaya alet olanları kınadığına,

Konya Milletvekili Orhan Erdem, Nasreddin Hoca şenliklerine ve gülen yüzlere çok ihtiyacımız olduğuna,

Tokat Milletvekili Reşat Doğru, Nasreddin Hoca şenliklerinin Kültür ve Turizm Bakanlığınca desteklenerek uluslararası boyutta bir kültür şenliğinin yapılmasının daha faydalı olacağına,

Aydın Milletvekili Mehmet Erdem, yetkileri artırılan il genel meclislerinin yetkilerini tarafsız kullanması gerektiğine,

Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, Nasreddin Hoca’nın mizahından siyasilerin ders çıkarması gerektiğine,

İlişkin birer açıklamada bulundular.

Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve 22 milletvekilinin, Kırım Kongo Kanamalı Ateşi Hastalığı konusunun (10/813),

Denizli Milletvekili Emin Haluk Ayhan ve 19 milletvekilinin, yaşlıların sorunlarının (10/814),

Adıyaman Milletvekili Şevket Köse ve 20 milletvekilinin, kırmızı et sektöründeki sorunların (10/815),

İzmir Milletvekili Selçuk Ayhan ve 24 milletvekilinin, yatılı ilköğretim bölge okullarındaki sorunların (10/816),

Araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

Gündemin “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler” kısmında yer alan:

(10/758) esas numaralı, etnik nüfus yapısının araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergenin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 7/7/2010 Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin BDP,

(10/542) esas numaralı, sigara fabrikalarından yaprak tütün işletmelerine geçen işçilerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergenin görüşmelerinin Genel Kurulun 7/7/2010 Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP,

2 Temmuz 2010 tarihinde, Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve arkadaşları tarafından, usta öğreticilerin sorunlarının araştırılması amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak 7/7/2010 Çarşamba günkü birleşimde sunuşlarda okunması ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşimde yapılmasına ilişkin CHP,

Grubu önerileri yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.

Muş Milletvekili Sırrı Sakık’a, yaralayıcı ifadeleri nedeniyle Oturum Başkanınca kınama cezası verilmesi teklif edildi; savunmasını müteakip yapılan oylamadan sonra kınama cezası verilmesi kabul edildi.

Batman Milletvekili Ayla Akat Ata, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın ve Eskişehir Milletvekili H. Tayfun İçli’nin, konuşmasındaki, BDP Grubuna yönelik “Etnik milliyetçilik yapıyorlar.” ifadelerine,

Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak, Suat Kılıç’ın, konuşmasındaki, bir hakkın suistimal edildiği yönündeki ifadelerine,

Samsun Milletvekili Suat Kılıç, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunu tehdit etmediğine, Meclise dayatmada bulunmadığına, sözlerinin çarpıtıldığına,

İlişkin birer açıklamada bulundular.

Mersin Milletvekili Mehmet Şandır,

Yalova Milletvekili Muharrem İnce,

Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan,

Samsun Milletvekili Suat Kılıç’ın, grubuna sataşması nedeniyle birer konuşma yaptılar.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:

1’inci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),

2’nci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/499) (S. Sayısı: 321),

3’üncü sırasında bulunan, Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun (1/761) (S. Sayısı: 458),

Görüşmeleri komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.

4’üncü sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen ve görüşmelerine devam olunan, Dışişleri Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/892) (S. Sayısı: 524) üzerindeki görüşmeler tamamlanarak elektronik cihazla yapılan açık oylamadan sonra kabul edildi ve kanunlaştı.

5’inci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve 4 Milletvekilinin Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun (1/845, 1/884, 2/701) (S. Sayısı: 506) görüşmelerine başlandı.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Adana Milletvekili Yılmaz Tankut’un, şahsına,

Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, şahsına,

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Muğla Milletvekili Metin Ergun’un, şahsına,

Batman Milletvekili Ayla Akat Ata, İstanbul Milletvekili Şükrü Mustafa Elekdağ’ın, grubuna,

Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi, Batman Milletvekili Ayla Akat Ata’nın, grubuna,

Sataşması nedeniyle birer konuşma yaptılar.

Yalova Milletvekili Muharrem İnce, Türkiye’de yalnızca Ayla Akat Ata’nın partisinin kapatılmadığına, CHP’nin de 2 defa kapatıldığına ve akan kanın durmasını kendilerinin de istediğine ancak “Operasyonlar dursun.” mantığını kabul etmediklerine ilişkin bir açıklamada bulundu.

Muhalefet partisi milletvekillerine ait, Bursa’da teknik üniversite kurulmasına ilişkin kanun teklifinin görüşülmemesi ve aynı mahiyetteki 506 sıra sayılı Kanun Tasarısı’yla birleştirilmemesi konusunda Oturum Başkanının tutumu hakkında usul görüşmesi yapıldı, usul görüşmesi sonucunda, Oturum Başkanı, tutumunda bir değişiklik olmadığını açıkladı.

8 Temmuz 2010 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşime 00.01’de son verildi.

                                                                   Nevzat PAKDİL

                                                                    Başkan Vekili

 

                     Fatih METİN                                                                         Murat ÖZKAN

                            Bolu                                                                                      Giresun

                       Kâtip Üye                                                                                Kâtip Üye

 

 

                 Harun TÜFEKCİ                                                                   Bayram ÖZÇELİK

                          Konya                                                                                     Burdur

                       Kâtip Üye                                                                                Kâtip Üye

 

                                                                                                                                                 No: 175

II.- GELEN KAĞITLAR

8 Temmuz 2010 Perşembe

Tasarılar

1.- 2009 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/905) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.06.2010)

2.- Güneydoğu Asyada Dostluk ve İşbirliği Andlaşması ile Andlaşmada Değişiklik Yapan Protokollere Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/906) (Dışişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 08.07.2010)

Teklif

1.- Karaman Milletvekili Hasan Çalış ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve İzmir Milletvekili Oktay Vural ile 1 Milletvekilinin; Tarım Sigortaları Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/733) (Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.06.2010)

Tezkereler

1.- Van Milletvekili Özdal Üçer’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1247) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 07.07.2010)

2.- Diyarbakır Milletvekili Gültan Kışanak’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1248) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 07.07.2010)

Sözlü Soru Önergesi

1.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, İstanbul-Kartal’daki bir arazinin kiralanmasına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/2144) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

Yazılı Soru Önergeleri

1.- Denizli Milletvekili Ali Rıza Ertemur’un, parçalanan ailelere ve korunmaya muhtaç çocuklara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15396) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)

2.- Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, Adana’daki işsizliğe ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15397) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)

3.- İstanbul Milletvekili Süleyman Yağız’ın, Elazığ Valisinin bazı ifadelerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15398) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

4.- Muş Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, bir erin ölümü ile ilgili iddialara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15399) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

5.- Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, ebeveyn iznine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15400) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

6.- Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, bir yönetmelikteki düzenlemelerin cinsiyet eşitsizliği içerdiği iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15401) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

7.- Muğla Milletvekili Fevzi Topuz’un, kural dışı taşımacılık hizmetlerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15402) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

8.- Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, Mavi Marmara gemisine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15403) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

9.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın, Burdur’da açılan ve kapanan kamu işletme ve tesisleri ile birimlere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15404) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

10.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın, Burdur’daki proje ve yatırımlara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15405) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

11.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın, Burdur’daki özürlü istihdamına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15406) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

12.- Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, Ulusal Program kapsamındaki yargıyla ilgili kanun tasarısı taslaklarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15407) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

13.- Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, Ulusal Program kapsamındaki yargıyla ilgili bazı hususlara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15408) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

14.- Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, bir protokolün onaylanmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15409) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

15.- Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, yolsuzlukla mücadele konusunda yapılanlara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15410) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

16.- Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, Ulusal Program kapsamında öngörülen bir yasal düzenlemeye ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15411) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

17.- Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, Ulusal Program kapsamındaki bazı çalışmalara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15412) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

18.- Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi’nin, Eskişehir’deki yapay plaja ve raylı sistemin uzatılmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15413) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

19.- Bartın Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya’nın, TTK işçileri arasındaki ücret farklılığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15414) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

20.- Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, İran’da özelleştirilen gübre fabrikasının Türk ortaklarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15415) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

21.- Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, Rize Belediye Başkanının bir açıklamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15416) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

22.- Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, İlaç Takip Sisteminde kişisel veri güvenliğine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15417) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

23.- İzmir Milletvekili Selçuk Ayhan’ın, eğlence mekanlarındaki müzik kapanış saati uygulamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15418) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

24.- İstanbul Milletvekili Ümit Şafak’ın, bir spor kulübünün Topkapı Sarayındaki tesislerinin yıkıldığı iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15419) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

25.- Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, şehit ailelerine ölüm haberini bildirme prosedürüne ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15420) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

26.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, şehit yakınlarının istihdamına ve askerlik hizmetine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15421) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

27.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Irak sınırındaki maden sahasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15422) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

28.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, TMSF yönetimindeki bir oteldeki yolsuzluk iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15423) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

29.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, bir sendikanın Öğretmenler Gününde yaptığı bir faaliyete ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15424) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

30.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’in, bir cezaevinde yaşandığı iddia edilen bir olaya ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/15425) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)

31.- Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, bazı kadın ölüm olaylarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/15426) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)

32.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’in, bazı cezaevlerinde yapıldığı iddia edilen uygulamalara ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/15427) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

33.- Batman Milletvekili Bengi Yıldız’ın, bir tutuklunun başka bir cezaevine nakledilmesine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/15428) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

34.- Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, yabancı danışman bulunduğu iddiasına karşı yapılan açıklamaya ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/15429) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

35.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, bir hakimle ilgili bazı bilgilerin basında çıkmasına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/15430) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

36.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, bir avukat hakkında açılan davaya ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/15431) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

37.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin, bazı illerdeki kayıt dışı istihdama ve çocuk işçiliğine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/15432) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)

38.- Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, Cinsiyet Eşitliği Şubesine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/15433) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)

39.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın, Burdur’da işsizlik Sigortası Fonunun kullanımına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/15434) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

40.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in, görevde yükselme sınavıyla ilgili iddialara ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/15435) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

41.- İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, kayıt dışı istihdama ve işçileri mağdur eden bazı uygulamalara ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/15436) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

42.- Trabzon Milletvekili M. Akif Hamzaçebi’nin, su kullanım hakkı anlaşmasıyla devredilen HES’lere ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/15437) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)

43.- Trabzon Milletvekili M. Akif Hamzaçebi’nin, özel sektöre devredilen HES’lere ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/15438) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)

44.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Kura Nehri Projesine ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/15439) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

45.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Ardahan’daki bazı bitki türlerinin korunmasına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/15440) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

46.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Ardahan’daki bitki çalışmalarına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/15441) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

47.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Ardahan’daki yan ürün veren bitkilere ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/15442) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

48.- Muğla Milletvekili Fevzi Topuz’un, bir balık çiftliğinin elektriğinin kesilmesine ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/15443) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

49.- Muğla Milletvekili Gürol Ergin’in, bir balık çiftliğinin elektriğinin kesilmesine ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/15444) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

50.- İstanbul Milletvekili Mustafa Özyürek’in, elektrik fiyatlarındaki indirimin geri alınmasına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/15445) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

51.- Siirt Milletvekili Osman Özçelik’in, bir etkinlikte güvenlik güçlerinin orantısız güç kullandığı iddialarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/15446) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)

52.- Batman Milletvekili Ayla Akat Ata’nın, canlı bomba olduğu şeklinde habere konu olan bir kadına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/15447) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

53.- Kayseri Milletvekili Mehmet Şevki Kulkuloğlu’nun, bir belediye başkanı hakkındaki bazı iddialara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/15448) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

54.- Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, Kırklareli Valisinin katıldığı bir toplantıdaki giderlerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/15449) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

55.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Ankara Büyükşehir Belediyesinin bir restorasyon işine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/15450) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

56.- Bursa Milletvekili Necati Özensoy’un, Bursa’daki belediyelerin araç kiralamalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/15451) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

57.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Reşadiye ve Ladik ilçelerindeki terör olaylarına yönelik iddialara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/15452) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

58.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, bir otelde gerçekleştirilen etkinliklere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/15453) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

59.- Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, Rize Belediye Başkanının bir ifadesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/15454) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

60.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, muhtarların sosyal güvenlik prim borçları ve yol giderlerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/15455) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

61.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, muhtarların desteklenmesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/15456) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

62.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Kütahya Belediyesinin katı atık bedeli uygulamasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/15457) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

63.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, bir yolsuzluk olayına adı karışan dernek ve vakıflara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/15458) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

64.- İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, Devlet Tiyatrolarında sahneleneceği iddia edilen bir oyuna ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/15459) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

65.- Balıkesir Milletvekili Hüseyin Pazarcı’nın, Ayvalık Soğan Adası’nın tarihi sit statüsünün değiştirilmesinin sonuçlarına ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/15460) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

66.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin, Adıyaman’daki Hazine arazilerine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/15461) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)

67.- Edirne Milletvekili Bilgin Paçarız’ın, motorlu araç ticaretindeki bir vergi sorununa ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/15462) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

68.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, öğretmenlerin iller arası yer değiştirme işlemlerine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/15463) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

69.- Sinop Milletvekili Engin Altay’ın, meslek yüksek okullarının işlevine ve akademik personeline ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/15464) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)

70.- İzmir Milletvekili Selçuk Ayhan’ın, eğitim sistemine ve yatırımlara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/15465) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)

71.- Batman Milletvekili Ayla Akat Ata’nın, Sakarya Üniversitesi Öğrenci Konseyinin bir açıklamasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/15466) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

72.- Gaziantep Milletvekili Akif Ekici’nin, Evliye Çelebi Seyahatnamesi’nin toplatılmasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/15467) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

73.- Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, Adana’daki öğretmen ihtiyacına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/15468) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

74.- Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat’ın, SBS uygulamalarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/15469) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

75.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, hatalı yapılan bir öğretmen atamasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/15470) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

76.- İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, öğretmen açığına ve sözleşmeli öğretmenlerin kadroya geçirilmesine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/15471) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

77.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, bir felsefe ders kitabının incelenmesine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/15472) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

78.- Zonguldak Milletvekili Ali Koçal’ın, SBS sınav kitapçıklarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/15473) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

79.- İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, sebzeciliği tehdit eden bir zararlıyla mücadeleye ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/15474) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)

80.- Isparta Milletvekili Mevlüt Coşkuner’in, Ereğli’deki dolu mağduru elma üreticilerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/15475) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)

81.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın, Burdur’daki kırsal kalkınma yatırımlarının desteklenmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/15476) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

82.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, TMO’nun bazı alımlarına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/15477) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

83.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, bazı tarım ürünlerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/15478) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

84.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, TMO’nun faaliyetlerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/15479) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

85.- Manisa Milletvekili Mustafa Enöz’ün, Akhisar’da aşırı yağış ve dolu nedeniyle çiftçilerin mağduriyetine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/15480) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

86.- Artvin Milletvekili Metin Arifağaoğlu’nun, Deriner Barajı kapsamındaki bir yol ve viyadük inşaatına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/15481) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

87.- Artvin Milletvekili Metin Arifağaoğlu’nun, Yusufeli-İspir yolundaki çalışmalara ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/15482) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

88.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Tavşanlı-Emet-Hisarcık-Simav karayolu projesine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/15483) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

89.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Zafer Havaalanı projesine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/15484) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

90.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Kütahya-Uşak karayolu çalışmalarına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/15485) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

91.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Kütahya-Simav karayolu çalışmalarına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/15486) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

92.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Emet-Hisarcık-Çavdarhisar karayoluna ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/15487) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

93.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Kütahya bağlantılı bazı karayolu çalışmalarına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/15488) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

94.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, sabit telefon aboneliğinin kapatılması işlemlerine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/15489) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

95.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Türk Telekom personeline nakil baskısı yapıldığı iddiasına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/15490) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

96.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Kütahya-Balıkesir arasındaki yol yapım çalışmalarına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/15491) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

97.- Sinop Milletvekili Engin Altay’ın, Boyabat Devlet Hastanesinin yeterliliğine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/15492) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)

98.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Karabük’teki hastanelerin depreme dayanıklılığına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/15493) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

99.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Çankırı’daki hastanelerin depreme dayanıklılığına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/15494) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

100.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Rize’deki hastanelerin depreme dayanıklılığına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/15495) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)

101.- İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun, ağız ve diş sağlığı merkezlerine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/15496) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

102.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, KOBİ’lerin sorunlarına ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/15497) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

103.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, sanayinin geliştirilmesine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/15498) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

104.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, sanayicilerin desteklenmesine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/15499) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

105.- Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, Madımak Otelinin müze yapılmasına ve Alevi açılımına ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Çelik) yazılı soru önergesi (7/15500) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

106.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, hac organizasyonu müracaat ve kayıt yenileme ücretlerine ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Çelik) yazılı soru önergesi (7/15501) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

107.- Batman Milletvekili Bengi Yıldız’ın, GAP kapsamındaki bazı hususlara ilişkin Devlet Bakanından (Cevdet Yılmaz) yazılı soru önergesi (7/15502) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)

108.- Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, yurtdışında düzenlenen bazı faaliyetlere ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/15503) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/06/2010)

Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır ve 19 Milletvekilinin, Şırnak’ta meydana gelen bazı ölüm olayları ile ilgili iddiaların araştırılması amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/817) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.05.2010)

2.- Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır ve 19 Milletvekilinin, aile hekimliği uygulamasındaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/818) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.05.2010)

3.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan ve 32 Milletvekilinin, kırmızı et sektöründeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/819) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.05.2010)

4.- Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü ve 34 Milletvekilinin, balıkçılık ve su ürünleri sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/820) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.05.2010)

Süresi İçinde Cevaplanmayan Yazılı Soru Önergeleri

1.- Hakkari Milletvekili Hamit Geylani’nin, kapatılan DTP yöneticileri hakkında yapılan soruşturmaya ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/14205)

2.- Hakkari Milletvekili Hamit Geylani’nin, yargının işleyişine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/14206)

3.- Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, bütçede çocuklara ayrılan miktara ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/14208)

4.- Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, çocuk mahkemesi bulunmayan illere ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/14209)

5.- Adana Milletvekili Recai Yıldırım’ın, Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısının Adana’ya yaptığı iddia edilen ziyarete ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/14264)

6.- Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, çocuk mahkemelerindeki yargılama sürelerine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/14276)

7.- Batman Milletvekili Ayla Akat Ata’nın, kadına yönelik şiddete ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/14277)

8.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, Adana’daki bazı yargı verilerine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/14278)

9.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, bazı yargı verilerine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/14279)

10.- Van Milletvekili Özdal Üçer’in, bazı cinayet olaylarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/14280)

11.- Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır’ın, çocuk yargısına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/14283)

12.- Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, bir suç duyurusunun savcılıkça değerlendirilmesine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/14284)

13.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, yatırım teşvik uygulamalarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/14765)

14.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, polis meslek yüksek okullarından ilişiği kesilen öğrencilere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/14769)

15.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, yeni istihdama ve taşeron şirket uygulamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/14771)

16.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, YÖK Başkanı hakkındaki bir iddiaya ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/14772)

17.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, uzman erbaşların özlük haklarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/14773)

18.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, özelleştirilen bir elektrik dağıtım şirketi çalışanlarının durumuna ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/14775)

19.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, lisans programlarına dikey geçiş kontenjanlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/14776)

20.- Muş Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, görme engellilerinin istihdam ve eğitimine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/14778)

21.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal’ın, İsrail’in Gazze’ye insani yardım taşıyan Türk gemilerine saldırmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/14779)

22.- Kocaeli Milletvekili Hikmet Erenkaya’nın, Çayırova Belediyesinin bazı arsalar üzerindeki tasarruflarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/14780)

23.- İzmir Milletvekili Selçuk Ayhan’ın, engellilerin eğitim ve istihdamına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/14781)

24.- İstanbul Milletvekili Bihlun Tamaylıgil’in, belediyelere yapılan yardımlara ve verilen desteklere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/14782)

25.- Bartın Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya’nın, YÖK Başkanının bazı yargı mensuplarına hediye gönderdiğine yönelik haberlere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/14783)

26.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Türk Şeker Fabrikalarının satışına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/14787)

27.- Giresun Milletvekili Murat Özkan’ın, sosyal yardımlara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/14792)

28.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Emniyet Teşkilatında görev yapan GİH sınıfındaki personelin sorunlarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/14812)

29.- Antalya Milletvekili Tayfur Süner’in, Akseki Belediyesinin bazı ihtiyaçlarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/14813)

30.- İstanbul Milletvekili Durmuşali Torlak’ın, ayakta yolcu alan minibüslere ceza uygulanmasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/14814)

31.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut’un, bir jandarma karakolunun nakledilmesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/14815)

32.- Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir’in, Gaziantep’teki belediye sosyal tesislerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/14816)

33.- İstanbul Milletvekili Ümit Şafak’ın, Ankara Spor A.Ş.’nin kayıtlarına almadığı bir gelirine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/14817)

34.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Simav Gölü arazisinin kullanımına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/14820)

35.- Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, Gaziantep’te mükelleflere baskı yapıldığı iddiasına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/14821)

36.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, TEDAŞ’a ait elektrik dağıtım şirketlerinin karlılık durumlarına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/14822)

37.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut’un, Hazineye ait taşınmazların satış ve kiralamasındaki duyuruya ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/14823)

38.- Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, Gevaş ilçesinde eğitim ve öğretimdeki duruma ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/14825)

39.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, öğretmenlik sertifikası alanların atanmalarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/14826)

40.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, Yaygın Eğitim Kurumları Yönetmeliğinde yapılan değişikliğe ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/14828)

41.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut’un, öğrenci kıyafetlerinin serbest bırakılacağı iddiasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/14829)

42.- Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, bir askeri kışla yakınında meydana gelen patlamaya ilişkin Milli Savunma Bakanından yazılı soru önergesi (7/14830)

43.- Muş Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, TSK’nın donanımına ilişkin Milli Savunma Bakanından yazılı soru önergesi (7/14831)

44.- İstanbul Milletvekili Durmuşali Torlak’ın, sanayi ve ticaret sektörlerinin desteklenmesine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/14835)

45.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin, TMO alımlarına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/14836)

46.- Eskişehir Milletvekili Fehmi Murat Sönmez’in, ithal canlı hayvanların GDO’lu yemlerle beslenip beslenmediğine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/14837)

47.- Adana Milletvekili Muharrem Varlı’nın, hayvancılıkta bazı iyileştirmeler yapılmasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/14838)

48.- Adana Milletvekili Muharrem Varlı’nın, TMO’nun buğday alımına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/14839)

49.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut’un, buğday müdahale fiyatına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/14840)

50.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut’un, kapatılan bir TMO ofisine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/14841)

51.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, tarımsal desteklemeye ayrılan kaynaklara ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/14842)

52.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, hayvancılık sektörünün geliştirilmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/14843)

53.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, hayvancılık stratejisi belgesinin uygulanmasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/14844)

54.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, süt tozu üretimine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/14845)

55.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, hayvancılıktaki teşvik uygulamasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/14846)

56.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, Hayvan Islahı Kanununun yürürlükten kaldırılacağı iddiasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/14847)

57.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, kuzu kesimine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/14848)

58.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, besideki hayvan sayısına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/14849)

59.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, ithalatın hayvancılığa etkilerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/14850)

60.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, hayvan kaçakçılığına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/14851)

61.- Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’ın, elektronik karıştırıcı aygıtının kullanımına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/14852)

62.- Bartın Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya’nın, Bartın-Karabük bölünmüş yol yapımında ağaçların korunmasına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/14853)

63.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Mersin Limanında hizmet ücretlerindeki artışa ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/14854)

64.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, ekonomik krizin etkilerine ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/14857)

65.- Bursa Milletvekili Necati Özensoy’un, protokol tribünlerindeki yer tahsisine ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Nafız Özak) yazılı soru önergesi (7/14858)

 

 

8 Temmuz 2010 Perşembe

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 13.04

BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu), Murat ÖZKAN (Giresun)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 131’inci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

IV.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- TBMM Başkan Vekili Nevzat Pakdil’in, idrak etmiş olduğumuz Miraç Kandili’nin Türk milletine, İslam âlemine ve tüm insanlığa hayırlar getirmesini dileyen konuşması

BAŞKAN – Gündeme geçmeden önce üç milletvekili arkadaşıma söz vereceğim.

Öncesinde, idrak etmiş olduğumuz mübarek Miraç Kandili’nin Türk milletine, İslam âlemine ve tüm insanlığa hayırlar getirmesini diliyorum.

Gündem dışı ilk söz, muhtarların yaşadığı sorunlar hakkında söz isteyen Edirne Milletvekili Cemaleddin Uslu’ya aittir.

Sayın Uslu, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

V.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Edirne Milletvekili Cemaleddin Uslu’nun, köy ve mahalle muhtarlarının yaşadıkları sorunlara ilişkin gündem dışı konuşması

CEMALEDDİN USLU (Edirne) – Teşekküre derim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, köy ve mahalle muhtarlarımızın yaşadıkları sorunları dile getirmek ve bu sorunları yüce Meclisin gündemine taşıyarak muhtarlarımızın yaşadığı sorunların çözümüne katkı sağlamak amacıyla gündem dışı söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, ekranları başında bizleri izleyen değerli vatandaşlarımızı ve sizleri saygılarımla selamlıyorum.

Türkiye’de 17 bini mahalle ve 36 bini köy olmak üzere toplam 53 bin yerleşim yerinde büyük fedakârlıklarla görev yapan muhtarlarımız, köylerde ve mahallelerde yaşayan insanlarımızın birçok sorununun ilk muhatabıdırlar. Mesai mevhumu olmaksızın kendi özel hayatlarından büyük fedakârlıklar yaparak köyünün ve mahallesinin sorunlarını çözmek için çaba harcadığı hepimizin bildiği bir gerçektir. Köyünün ve mahallesinin güvenilir insanları olan muhtarlarımız, aynı zamanda devletin ve kurumlarımızın sürekli irtibat kurduğu, köye gelen devlet görevlilerine yardımcı olan, onlara eşlik eden, mihmandarlık yapan seçilmiş ve saygın insanlardır. Köylerde herhangi bir olay olduğunda köydeki durumla ilgili bütün bilgileri aldığımız ve köylere dışarıdan biri geldiğinde onları karşılayan, ağırlayan, hep muhtarlardır. Tüm mesailerini köyünün ve köylülerinin sorunlarına çözüm arayarak geçiren muhtarlarımız, kendileri de birçok sorunla iç içe yaşamaktadırlar.

Değerli milletvekilleri, muhtarlarımızın yaşadığı başlıca sorunları kısaca özetlemek gerekirse maddi sorunlar, sosyal güvenlikle ilgili sorunlar, muhtarlık binası ve yer sorunu, eski muhtarların silah ruhsatı vergilerinin artırılması sorunu göze çarpmaktadır. Hepimizin bildiği gibi, muhtarlarımız zamanlarının büyük bölümünü, bütün mesaisini gerek köyünün, mahallesinin ve vatandaşlarının sorunlarıyla ilgilenerek gerekse resmî dairelerden ve köy dışından gelen misafirlere eşlik ederek geçirmektedir. Köye gelen her devlet görevlisi muhtar tarafından karşılanmakta ve ağırlanmaktadır. Dolayısıyla, muhtarların yaşadığı sorunlardan biri maddidir. Hepinizin bildiği gibi, muhtarlarımız 330 TL civarında maaş almakta ve sosyal güvenlik primlerini kendileri ödemektedir. Yaptıkları işler ve aldıkları 330 TL maaş dikkate alındığında aldıkları bu maaş sosyal güvenlik primlerini bile karşılamamaktadır. Birçok muhtar -sorun- sosyal güvenlik prim borcunu ödeyemediği için sağlık hizmetlerinden yararlanamamaktadır. Buna mutlaka bir çözüm bulunmalı, borcu olduğu gerekçesiyle muhtarlar ve yakınları sağlık hizmetlerinden mahrum bırakılmamalıdır. Bu konuda acilen bir düzenleme yapılarak yaşanmakta olan mağduriyetlerin önüne geçilmelidir. Muhtarlarımızın aldıkları maaşlar yükseltilmeli ve sosyal güvenlik primleri devlet tarafından ödenmelidir.

Değerli milletvekilleri, muhtarlarımızın bir diğer sorunu da birçok yerleşim yerinde halkımıza daha iyi hizmet sunabilecek, muhtarlıklara ait güzel bir mekânın, bir büronun bulunmamasıdır. Tek gayeleri mahallesine ve köylerine hizmet götürmek olan muhtarlarımıza bir yer temin edilmelidir. Özellikle büyük şehirlerde değişik sebeplerle halkımız tarafından atanan muhtarlarımıza kolay ulaşılabilmesi için muhtarlıklara ait belirli mekânların yapılması zaruridir. Bu nedenle kalıcı ve muhtarlıklara yakışır birer mekânın, binaların yapılması halkımıza daha güzel hizmet sunulması açısından da faydalı olacaktır.

Yine dile getirilen bir sorun da muhtarlık görevi sona eren muhtarlarımızın silah taşıma ruhsatlarının bulundurmaya dönüştürülmesi ve alınan vergilerin artmasıdır. En az iki dönem görev yapan eski muhtarlarımızın taşıma ruhsatları devam etmelidir.

Değerli milletvekilleri, herhangi bir siyasi görüşü olmayan muhtarlarımız, seçimlerde, bulundukları köy ve mahalle halkı tarafından kendi itibarları ve isimleriyle seçilmektedir. Muhtarlar tarafsızdır, köyüne ve mahallesine hangi siyasi partiden gelen olursa olsun herkese aynı mesafede bulunmaktadırlar. Bu nedenle, gece gündüz demeden, üç yüz altmış beş gün köyüne ve mahallesine daha iyi hizmet getirebilmek, köylünün ve mahallelinin sorunlarını çözmek için çalışan bu fedakâr ve saygın insanlarımızın dertlerine kulak verilerek çözüm üretilmelidir.

Değerli milletvekilleri, muhtarlarımız, yaşadıkları bu sorunları sadece muhalefet milletvekillerine değil, iktidar milletvekillerine de ifade etmişlerdir. Bu konuda Milliyetçi Hareket Partisi Meclis Grubu olarak verilen kanun tekliflerimiz vardır ve komisyonlarda beklemektedir. Muhtarlarımızın bu sorunlarına bir an evvel Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından çözüm bulunmalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Uslu.

CEMALEDDİN USLU (Devamla) – Teşekkür ediyorum Başkan.

Muhtarlarımız bizlerden çözüm beklemektedir. Milliyetçi Hareket Partisi, muhtarlarımızın sorunlarının çözümü için her türlü desteği vermeye hazırdır.

Sözlerime son verirken, ekranları başında bizleri izleyen değerli vatandaşlarımızı ve sizleri tekrar saygılarımla selamlıyorum. Bu vesileyle mübarek Miraç Kandili’nizi tebrik ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Uslu.

Sayın Aslanoğlu

VI.- AÇIKLAMALAR

1.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu milletvekilleri olarak muhtarlarla ilgili verdikleri kanun tekliflerinin gündeme alınmamasına ilişkin açıklaması

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkanım, bir konuyu, müsaade ederseniz, hatırlatmak isterim: Geçen dönem bir Meclis iradesi muhtarların sorunlarının doğrudan gündeme alınmasını kabul etmesine rağmen, maalesef, iktidar partisi, Meclis gündeminde olmasına rağmen, bir türlü getirmedi. Muhtarların diz boyu sorunu vardır. Biz, bu dönemde hep çözüm önerilerimizi getirdik ama her ne hikmetse bir türlü çözüm bulunamıyor. Bizim, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak da bu konuda bir sürü kanun teklifimiz var ama ne hikmetse gündeme alınmıyor. Ben buradan iktidar partisine şunu söylüyorum: Muhtarların sorunlarını hep birlikte çözelim. Onlar hepimizin muhtarı. Bu konuda, iktidar partisine, bir an önce muhtarların sorunlarını Meclise getirmesini ben öneriyorum.

Teşekkür ediyorum Başkanım.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Gündem dışı ikinci söz, yerel yönetimlerin işleyişleri hakkında söz isteyen Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi’ye aittir.

Sayın Erçelebi, buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

V.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR (Devam)

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları(Devam)

2.- Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi’nin, yerel yönetimlerin işleyişine ilişkin gündem dışı konuşması ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı

HASAN ERÇELEBİ (Denizli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi Demokratik Sol Parti ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Bugünkü Miraç Kandili’nin bütün İslam âlemine hayırlı olmasını diliyorum.

Değerli milletvekilleri, yerel yöneticiler halkla her gün yüz yüze olan yöneticilerdir; ürettikleri hizmetleri her gün halkla paylaşan yöneticilerdir. O yüzden, yerel yönetimler hizmetin hem ucundadır hem de en yakınındadır.

Bugün, sizlere, Türkiye'nin her yerinde bütün siyasi partiler tarafından örnek gösterilen Eskişehir Büyükşehir Belediyesinin hizmetleri ve başına gelen bürokratik oligarşinin olayları üzerinde söz edeceğim.

Sayın Başbakanımız 2009 yerel seçimlerinden sonra “Bütün yerel yönetimler, bütün belediyeler bizim belediyemizdir, hepsine hizmet edeceğiz.” demişti. Sayın Başbakanın bu sözlerine inanmak istiyoruz. Eskişehir Büyükşehir Belediyesi şehrin içerisinde bir raylı sistem çalıştırıyor. Bu raylı sistemden bugün günde 90 bin yurttaşımız yararlanıyor ve üç yıldır bu raylı sisteme 16 kilometre ek isteniyor. Devlet Planlama Teşkilatı ve Yüksek Planlama Teşkilatı üç yıldır bu raylı sisteme yapılacak 16 kilometrelik eke izin vermiyor. Eğer bu ek yapılsa, o zaman günde 120 bin yurttaşımız bundan yararlanacak. Aynı şekilde hizmet yapan Kayseri, Samsun, Gaziantep, Bursa, Konya belediyelerine bu ek verildi, sadece Eskişehir Büyükşehir Belediyesine verilmedi. Bu Belediyemizin Demokratik Sol Partili olması ve hazineye bir kuruş borcunun olmaması suç mudur? Yani bir ek almak için, Devlet Planlama Teşkilatından, Yüksek Planlama Kurulundan onay almak için illa AKP’li mi olmak lazım?

Değerli milletvekilleri, bir de Eskişehir’de olmazı olmaz yapan Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Yılmaz Büyükerşen, bildiğiniz gibi, Eskişehir’e deniz getirdi, plaj getirdi ve bütün dünyaya örnek oldu ama ne oldu, plajın başına neler geldi bakın.

Evet, Eskişehir Valiliği İl Sağlık Müdürlüğünün yazdığı bir yazı:  “19 Ağustos 2009. …Yüzme Havuzlarının Denetimi Hakkındaki Genelgesine göre kimyasal analiz sonuçlarında klor miktarı yüksek ancak diğer kimyasal parametreler uygun, bakteriyolojik analiz sonuçları temiz bulunmuştur. Aynı tarihte giriş, orta ve çıkış kısmı olmak üzere yapay plaj suyundan alınan numunelerin ise kimyasal analiz sonuçlarında klor ve pH miktarı yüksek, ancak diğer kimyasal parametreler uygun, bakteriyolojik analiz sonuçları giriş, orta ve çıkış kısmında Yüzme Havuzlarının Denetimi Hakkındaki Genelgeye göre temiz bulunmuştur.” Peki, bu havuzlardaki, bu plajdaki su temiz de ne istiyorsunuz Allah aşkına, yani ne istiyorsunuz? Ondan sonra da diyorsunuz ki: “Büyükşehir Belediyesi tarafından yapay plajın kullanımını engelleyecek tedbirlerin alınması gerekmekte olup, sezon başında yapılacak olan denetim sonucunda tespit edilen uyumsuzluklar için 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ve 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun ve diğer bazı kanunlar çerçevesinde…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Erçelebi, buyurun konuşmanızı tamamlayınız.

HASAN ERÇELEBİ (Devamla) - …müeyyideler uygulanacaktır.” deniyor. Gerçekten bu zulüm değil de nedir Allah aşkına?

Bir de, Eskişehir Büyükşehir Belediyesi son zamanlarda Türkiye’nin her yerinde olan sel baskınlarını gidermek için yağmur sularının bağlanacağı bir drenaj kanalına bağlantı yapmak istiyor. Sayın Bakanım, bunu da siz engelliyorsunuz. Allah aşkına yağmur sularının drenaj kanalına bağlanmasında ne hata olabilir? Yani Eskişehir’i sel götürse bayram mı edeceğiz? Yağmur suyu drenaj kanalına bağlanmayacak da nereye bağlanacak? Yani gökyüzüne uçuracak mıyız bunları?

O nedenle, değerli milletvekilleri, sürem içerisinde Eskişehir’de olup bitenleri anlatmaya çalıştım. Belediyeler arasında ayrımcılık yapılıyor. Bakınız bu mübarek günde eziyet Müslüman’a haramdır diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, size söz vereceğim ama önce arkadaşlardan bir talep var.

Sayın Güvel buyurun efendim.

VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)

2.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, belediyelerin kurduğu şirketlerin sorun hâline geldiğine ilişkin açıklaması

HULUSİ GÜVEL (Adana) – Teşekkür ediyorum Başkanım.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; belediyelerin işleyişine ilişkin bir sorun kaynağı da belediyelerin kurduğu ve ortak olduğu şirketlerdir. Belediye şirketleri kuruluş amaçlarının dışına taşarak istismara, hak ihlallerine ve haksız rekabete sebep olmaktadırlar. Bu şirketler birer hizmet aracı olarak değil, birer kadrolaşma aracı olarak kullanılmaktadır. Siyasi kayırmacılığa ve akrabalık ilişkilerine dayalı bir istihdam politikası bu şirketlerin genel karakteristiği olmuştur. Şirket olanaklarının menfaat dağıtma aracı olarak kullanılmaları sık rastlanan bir durum hâline gelmiştir. Bu nedenle çoğu zarar etmektedir. Bunun en büyük nedeni, şirketler üzerinde yeterli kamu denetimi olmamasıdır.

Birer çiftlik gibi yönetilen bu kuruluşların bir düzene sokulması ve bunlar üzerinde ciddi bir kamu denetim mekanizmalarının kurulması gerekliliği vardır diyor, teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Asil, buyurun efendim.

3.- Eskişehir Milletvekili Beytullah Asil’in, Eskişehir için büyük önem arz eden raylı sistemin uzatılmasının iktidar tarafından engellendiğine ve muhalefet partilerine mensup ilçe ve belde belediyelerine yardım gönderilmediğine ilişkin açıklaması

BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Hatibe de Eskişehir’le ilgili çok önemli sorunların üzerinde durduğu için teşekkür ediyorum.

Sayın Hatibin bahsettiği raylı sistem Eskişehir için büyük önem arz etmektedir. Raylı sistemin uzatılması, Eskişehir halkının en büyük beklentilerinin içerisindedir ancak bunun İktidar tarafından engelleniyor görüntüsü verilmesi büyük bir hata ve yanlıştır.

Aynı şekilde, Eskişehir’de geçen yıl ilçe belediyelerine 100’er bin lira, belde belediyelerine 50’şer bin lira para gönderilmesine rağmen muhalefet belediyelerine 1 lira dahi gönderilmemiştir. Bu yıl da yine bütün uyarılarımıza, tenkitlerimize rağmen AKP’li ilçe belediyelerine 35’er bin lira, muhalefet belediyelerine ise yine ayrım yapılmış, 20’şer bin lira gönderilmiş. Belde belediyelerine de AKP’li belde belediyelerine de…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Öztürk, buyurun efendim.

4.- Eskişehir Milletvekili Emin Nedim Öztürk’ün, muhalefet milletvekillerinin “Büyükşehir Belediyesine yardım yapılmıyor” ifadelerinin doğru olmadığına ve Eskişehir’in raylı sistem konusunu çözeceklerine ilişkin açıklaması

EMİN NEDİM ÖZTÜRK (Eskişehir) – Değerli Başkanım, teşekkür ediyorum.

Eskişehir’le ilgili hem Genel Kurulu hem de yüce milletimizi doğru bilgilendirmek istiyorum. Bir defa, muhalefetin söylediği gibi burada “Büyükşehir Belediyesine yardım edilmiyor.” şeklinde bir ibare doğru değildir çünkü biz her ay, bazen de iki ayda bir bütün milletvekilleri ve Büyükşehir Belediye Başkanı olarak toplantı yapıyoruz ve bu toplantılarda aldığımız kararı da uyguluyoruz.

İki sefer Sayın Bakanımız Eskişehir’e bütün Bakanlığın bürokratlarını getirdi -Veysel Eroğlu- ve toplantı yaptı. Bu iki toplantıda, geçen hafta pazar günü yapılan toplantıda da yine yardım edildi, ondan önceki toplantıda da -Eskişehir’in ciddi bir çöp sorunu vardı Büyükşehir Belediyesinin- 590 bin liralık bir katkı yapıldı. İstediği bütün her şey verilmektedir.

Son olarak da yine, biz, Eskişehir milletvekilleri olarak kendisine “Devlet Planlamada rayların uzatılmasıyla ilgili olarak yapılacak olan toplantıya mutlaka bizlerin de katılması Eskişehir’in yararınadır.” dedik ama bu teknik bir konu, bizim dışımızda gelişmiş bir konu… Biz de müdahale ettik. İnşallah bu konuyu da Eskişehir için çözeceğimize inanıyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

HASAN MACİT (İstanbul) – Bakan cevap veremiyor da mı sen veriyorsun?

EMİN NEDİM ÖZTÜRK (Eskişehir) – Bakan da verecek, merak etme.

HASAN MACİT (İstanbul) – Bakan versin, Bakan.

EMİN NEDİM ÖZTÜRK (Eskişehir) – Bakan da verecek, Bakan da.

 V.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR (Devam)

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları (Devam)

2.- Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi’nin, yerel yönetimlerin işleyişine ilişkin gündem dışı konuşması ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (Devam)

BAŞKAN – Gündem dışı konuşmayla ilgili olarak, Çevre ve Orman Bakanı Sayın Veysel Eroğlu konuşacaklardır.

Buyurun Sayın Bakan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Çok Değerli Başkanım, değerli milletvekillerim; hepinizi saygıyla selamlıyorum efendim. Özellikle gündem dışı konuşma yapan Sayın Vekilim Hasan Erçelebi Beyefendi’nin Eskişehir’le alakalı birtakım konuşmasına cevap vermek üzere söz almış bulunuyorum.

Efendim, özellikle şunu belirteyim: Biz belediyecilikte… Ben de belediyecilikten gelen bir elemanım, bir Bakanım. Dolayısıyla belediyecilerin sorunlarını biliyorum ve inanın bütün belediyelere, biz, hiçbir parti ayrımı gözetmeden destek veriyoruz, yardım veriyoruz. Bütün paraların dağıtımı tamamen nüfusa bağlı olarak dağıtılıyor. Bunu özellikle belirtmek istiyorum.

Eskişehir’e gelince: Ben Eskişehir’e geçen sene kasım ayında sadece ben değil, Bakanlığımın bütün yatırımcı genel müdürleri, bölge müdürleri ve il müdürleriyle birlikte toplantı yaptık. O zaman Sayın Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanımız ve ilçe belediye başkanları da oradaydı, taleplerini dile getirdiler. Hatta biz hiçbir büyükşehir belediye başkanlığına katı atık bertaraf tesisiyle alakalı bir destek vermedik ama orada katı atık bertaraf tesisinin tamamlanması gerekiyordu, 590 milyarlık, yani yeni parayla 590 bin TL’lik bir desteğe ihtiyacı oldu. Biz hakikaten prensibimizi bozarak -Eskişehir önemli bir şehir, Anadolu’nun göbeğinde gerçekten çok önemli bir ilimiz- bu desteği hemen derhâl gönderdik.

Ayrıca Eskişehir’le ilgili gerek ağaçlandırma, erozyon kontrolü, sulama, barajlar, göletler konusunda geçen sene aldığımız kararları… Geçen pazar günü tekrar aynı şekilde toplantı yaptık, hepsinin, tamamının yapıldığını, oradaki bütün toplantıya katılan valimizden tutunuz, il müdürlerine, belediye başkanlarına kadar herkes bunu gördü. Hatta biz, biliyorsunuz, Aşağıkuzfındık Barajı vardı. Eskişehir’de önemli bir sulama alanı sağlayacak olan bu barajı yıldırım hızıyla tamamladık. Şu anda sulama tesisleri yapılıyor. Ayrıca Beylikova’da bir depolama tesisi vardı. Bu tesisin bitirilmesini sağladık, şu anda sulamasıyla ilgili kararlar aldık. Bunun dışında Sakarya Nehri’nden oradaki ovaların sulanmasıyla ilgili kararlar alındı ve bu sulamaların tamamının da bu yıl içinde bitirilmesi konusunda talimat verildi, bu konuda zabıtlar tutuldu, özellikle ifade etmek istiyorum.

Ayrıca Eskişehir’in taşkınlardan korunması için Porsuk’un yan kollarından olan Sarısu Deresi üzerinde dikkatli bir çalışma yapılarak gerekse bir firmaya yaptırılarak Eskişehir’in taşkından korunması konusunda da talimat verdim. Hatta geçen sefer İnönü Belediye Başkanı -ki kendisi de CHP’li bir belediye başkanımızdır- kendisi derenin ıslah edilmediğini ifade etmişti. Ben de müteakip toplantıya kadar bu dere ıslah edilsin diye talimat verdim. İnönü’den geçen dere dahi ıslah edildi.

Bir defa şunu ifade edeyim: Biz asla ayrım yapmayız çünkü bütün vatandaşa hizmet götürüyoruz. Biz sadece AK PARTİ’li belediyelerin Bakanı değiliz, bütün Türkiye’nin Bakanıyız ve bu konuda, adil olmak konusunda azami hassasiyet gösteriyoruz. Hatta bazen de pozitif ayrımcılık yaptığımızı da özellikle muhalefet lehine ifade etmek istiyorum, çok açık bir şekilde ifade ediyorum.

Geçenlerde mesela Sayın Grup Başkanvekili gelmişti MHP’den. Erdemli’yle ilgili talepte bulunmuştu. Hakikaten baktık çok lüzumlu, hemen o talebi de gönderdik. Bunu şunun için ifade ediyorum: Ayrımcılık söz konusu değildir, nüfusa göre paralar gönderiliyor ve Eskişehir için de yapılması gereken bütün talepler gerek Bakanlığımla ilgili ağaçlandırma, erozyon kontrolü, dere ıslahları, taşkın koruma, bunların hepsi yerine getirilmiştir.

Gelelim Sayın Vekilimizin bahsettiği, bir mahalledeki yağmur sularının DSİ’nin drenaj kanalına bağlanmasıyla ilgili bir talep. Efendim, bu konuda bir inceleme yapılmadan Devlet Su İşleri karar veremez ancak ben kendilerine şu talimatı verdim Sayın Vekilim, dedim ki: Hakikaten burada herhangi kapasite açısından bir problem yoksa, bir sıkıntı doğmayacaksa bununla ilgili en geç on beş gün içinde çalışmaları tamamlayın, bağlanması gerekiyorsa bu da bağlanacak diye talimat verdim. On beş gün içinde… Bu, pazar günü bize intikal etti Sayın Vekilim, pazar günü de talimat verdik. Bizzat ben takip ediyorum. Bağlanması gerekiyorsa teknik olarak, kesinlikle bağlanacaktır, bundan emin olun.

Ben bu duygularla hepinizi tekrar saygıyla, sevgiyle selamlıyorum efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakanım.

Gündem dışı üçüncü söz, cezaevlerinde son günlerde yaşananlar hakkında söz isteyen Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’a aittir.

Sayın Birdal, buyurun efendim.

3.- Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’ın, cezaevlerinde son günlerde yaşananlara ilişkin gündem dışı konuşması

AKIN BİRDAL (Diyarbakır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yaklaşık üç yıldır insan hakları diye diye buraya geldik; demokrasi diye diye, barış diye diye, emek ve özgürlük diye diye, bıkmadan usanmadan bu kürsüden söyledik, siz de eksik olmayın, bıkmadan usanmadan dinlediniz. Ama bugün yaşam hakkı herkes için kutsaldır ve insanın doğuşta kazandığı bir haktır, devredilmez, vazgeçilmez ve yok edilmez ve herkes için geçerlidir. Bunlardan biri de gerçekten, insan haklarının en ağır, son günlerde de sayısı hızla artan cezaevlerindeki düzenlemeler ve uygulamalardır.

Şimdi, kimi eylemlerde, gün gelecek devran dönecek, kimin kime hesap vereceği belli olmaz. Bugün dışarıda olanlar yarın içeride, bugün içeride olanlar yarın  dışarıda olabilir ve Türkiye tarihi buna da çok tanıktır, yabancı değildir ve hâlâ…

MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – İçeri giren de dışarıda…

AKIN BİRDAL (Devamla) - Evet ama ister içeride olsun ister dışarıda olsun, demokratik hukuk devletinde insan haklarına dayalı, insanlık onuruna bağlı düzenleme yapılmalıdır. Yani bunun için kaygılanmayın. Demokrasiye, hukuka, adalete bağlılık gerçekten herkesin yerini sağlamlaştırır. O nedenle kaygılanmamak gerekir. Ama demokratik hukuk devleti -bizim için- cezaevlerinde uygulamaların ne olması gerektiğine dair referanslar vardır. Nedir bu? Birleşmiş Milletler tutuklu ve hükümlülere uygulanması gereken minimum standart kuralların ne olması gerektiğini belirlemiştir. Avrupa Konseyi tutuklu ve hükümlülere uygulanması gereken minimum standart kuralların ne olması gerektiğini belirlemiştir ve bunu bir hukuk belgesine dönüştürmüştür. Türkiye de bunu kabul etmiş ve onaylamıştır ve bu Anayasa’nın 90’ıncı maddesi uyarınca da “Kabul edilen ulusal üstü belge ve sözleşmeler iç hukuk niteliği kazanır” der ve hatta eğer bir anlaşmazlık olursa “iç hukukun üstündedir.” der. Ama ne yazık ki biz bunları yapamadık.

Bakın, şu anda, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, ki AKP Hükûmeti geldikten sonra, sekiz yıldır, ki son üç yıldır, ilk kez bu kadar tutuklu ve hükümlü sayısı artmıştır. Örneğin 119.363. Şimdi, arkadaşlar, bunu her bir mahkûmun, tutuklu ve hükümlünün annesi, babası, kardeşi, ailesiyle on kişiyle doğrudan acısını yaşadığını varsaysak 1,5 milyona yakın insan şu anda cezaevlerinde insan haklarına dayalı bir düzenleme istemektedir ve elbette ki bir genel af da beklemektedir.

Şimdi, eğer, zaten toplumsal bir barış olacaksa bizim olmazsa olmaz dediğimiz koşullar vardır: Operasyonlar dursun, silahlar sussun, Kürt sorunu silahlı yolla değil demokratik yolla çözülsün, barışçıl olsun ve bunun için de dağlardan insanları indirecek, cezaevlerini boşaltacak siyasi bir irade gösterilsin. Bu da toplumsal barışın ilk adımını oluşturacak diyoruz; yoksa, dağın yolunu gösteren bir anlayışla değil. Yani çok ilginçtir, bizde bir gelenek var, biri görevden ayrılırken, -ki, kırk beş gün sonra bu Genelkurmay Başkanı görevden ayrılacak- giderken silah arkadaşlarıyla, kamu kesimiyle, halkla helalleşir, günahıyla sevabıyla, iyisiyle kötüsüyle helalleşir ve öyle gider ama tam tersine, savaşı kışkırtarak gidiyor ve dağın yolunu göstererek gidiyor. Şimdi, böyle bir ülkede, ister dışarıda olun ister içeride olun... Emin olun -içeride yatanlar bilir- bazen içeride yatanlar dışarıda olanlardan kendilerini daha özgür hissederler. Çünkü, konuşurken kaygı duymaz, korkmaz, özgürce her şeyi ifade eder ve içindedir özgürlük. Bazıları dışarıdadır ama özgür değildir, cezaevi çünkü onun içindedir.

Şimdi, bu nedenle bütün siyasi mahkûmları, içinde gerçekten özgür olan, kendisini cezaevinde hissetmeyen bütün siyasi mahkûmları, buradan tabii selamlıyorum.

Şimdi, son günlerde cezaevlerinde ciddi bir sorun var.

Bir sorun var galiba. Nedir?

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Başkan yanlışlıkla on dakika verdi. Siz devam edin.

AKIN BİRDAL (Devamla) – Olsun, çok teşekkür...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Birdal, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun efendim.

AKIN BİRDAL (Devamla) – Bir yasama döneminin de sonuna geldik. Gerçekten bu özgürlük... Çünkü herkes özgür olduğu zaman... Emin olun, birileri tutsaksa, diliyle, kimliğiyle, inancıyla, kültürüyle özgür değilse o ülkede hiç kimse özgür değildir arkadaşlar. Çok ünlü bir söz vardır Marx’ın da: “Eğer bir ülkede toplumun bir kesimi özgür değilse başkaları da özgür değildir.” O nedenle, örneğin, hadi bunu da söyleyelim: Kürtler özgür değilse Türkler de özgür değildir. Eğer başka azınlıklar özgür değilse Türkler de özgür değildir. O nedenle, özgür, demokratik, barışçıl bir toplumu inşa etmek, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, yüce Meclisin iradesindedir ve biz -örneğin dün siyasi bir karar çıktı- hâlâ umut ediyoruz ki 1982 darbe Anayasası’nı bütünüyle değiştirecek bir siyasi irade ortaya konulur ve hep birlikte, yeni bir Türkiye’nin, özgür, sivil bir Türkiye’nin inşasını hep birlikte mümkün kılabiliriz.

Değerli arkadaşlar, biz…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Birdal, son cümlenizi alayım efendim.

Buyurun.

AKIN BİRDAL (Devamla) – Teşekkürler Sayın Başkan.

... birkaç kez Yüce Meclise, Genel Kurula getirdik hasta mahkûmların durumunu ve buradaki bürokratik, geciken prosedürün kolaylaştırılması gerektiğini…

Bakın daha bir hafta önce, adli tıbbın da olumlu raporuna karşın, bürokratik birtakım yazışmaların gecikmesi sonucu, tahliye edilmesine karar verilen bir mahkûm yaşamını yitirdi. Şimdi, örneğin, Fatma Tokmak 1996 yılında, iki buçuk yaşındaki oğlu Azat’la gözaltına alındı. Oğluyla birlikte ağır işkence gördü. Türkçe bilmediği için ifade veremedi. Cezaevinde kalp hastası oldu. 2006 yılında tahliye oldu. Yargıtayın cezasını onaylaması üzerine şimdi yeniden cezaevine girmesi söz konusu. Bunu hangi vicdan kabul eder? Yani hukuk önce vicdandadır ve akıldadır.

O nedenle, hep birlikte, bu hasta mahkûmların son günlerini evlerinde geçirecek ve…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Birdal, ikinci dakikanızı da kullandırdım. Onun için teşekkür ediyorum size.

AKIN BİRDAL (Devamla) – …tedavilerini mümkün kılacak ve -Sayın Cumhurbaşkanının da bir imzası gerekiyorsa atsınlar- tahliyelerini mümkün kılacak bir düzenleme yapılmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin dört önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:

VII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır ve 19 milletvekilinin, Şırnak’ta meydana gelen bazı ölüm olayları ile ilgili iddiaların araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi  (10/817)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Şırnak ilinde, kaçakçılık yaptıkları gerekçesiyle güvenlik güçlerinin açmış olduğu ateş sonucu yaşanan ölüm olaylarının araştırılarak, alınacak önlemlerin belirlenmesi için Anayasanın 98. İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz.

1) Sevahir Bayındır                         (Şırnak)

2) Selahattin Demirtaş                     (Diyarbakır)

3) Gültan Kışanak                           (Diyarbakır)

4) Ayla Akat Ata                             (Batman)

5) Bengi Yıldız                                (Batman)

6) Akın Birdal                                 (Diyarbakır)

7) Emine Ayna                                                (Mardin)

8) Fatma Kurtulan                           (Van)

9) Hasip Kaplan                              (Şırnak)

10) Hamit Geylani                           (Hakkâri)

11) İbrahim Binici                           (Şanlıurfa)

12) M. Nuri Yaman                         (Muş)

13) Mehmet Nezir Karabaş             (Bitlis)

14) Mehmet Ufuk Uras                   (İstanbul)

15) Osman Özçelik                          (Siirt)

16) Özdal Üçer                                (Van)

17) Pervin Buldan                           (Iğdır)

18) Sebahat Tuncel                          (İstanbul)

19) Sırrı Sakık                                 (Muş)

20) Şerafettin Halis                          (Tunceli)

Gerekçe:

Şırnak ilinde şubat ayından bugüne kadar güvenlik güçleri tarafından, kaçakçılık yaptıkları gerekçesi ile Hecer Uslu ve Kerim Gün son olarak da Hüseyin Artuç isimli vatandaşlar, açılan ateş sonucu yaşamlarını kaybetmişlerdir. Bu olaylardan ilki; 07.02.2010 tarihinde saat 23.00 sıralarında Şırnak'ın Uludere İlçesi Ortasu köyünden Ortabağ Köyüne giden 73 M 00 49 plakalı minibüsün, Şırnak Hakkari karayolu üzerinde askerler tarafından dur ihtarı verilmediği belirtilen aracın tarandığı olaydır. Olay sırasında araç şoförü Hecer Uslu ağır yaralanıp ve hastaneye kaldırıldığı sırada aşırı kan kaybı nedeniyle hayatını kaybetmiştir.

Yine diğer bir olay ise, 12.03.2010 tarihinde saat 18.30 sularında Şırnak Uludere ilçesine bağlı Şenoba beldesinde 7 kişilik bir ailenin Milli Askeri Tabura yakın mesafede minibüsten inerek, bir kayanın dibinde sigara paketini hazırladıkları esnada karakoldan aydınlatma fişeklerinin atıldığı olaydır. Olay esnasında, karakoldan sürekli aydınlatma fişeklerinin atıldığı ve grubun üzerine ateş açıldığı belirtilmiştir. Bu esnada grupta bulunan Kerim Gün adlı kişinin yaralanıp, sonrasında yaşamını yitirmiştir.

Son olarak da, 05.05.2010 tarihinde gece saatlerinde, Şırnak ilinin Balveren beldesinde yine kaçakçılık yaptığı gerekçesiyle Milli Taburuna bağlı askerler tarafından açılan ateş sonucu 18 yaşındaki Hüseyin Artuç yaşamını kaybetmiştir. Şubat ayından bu zamanda kadar geçen süreçte, Şırnak ilinde sivil üç vatandaşın, askeri personelin açtığı ateş sonucu hayatını kaybettiği belirtilmektedir. Olayın Milli Taburu ve Milli Jandarma Karakolu'na yaklaşık 1 km mesafede gerçekleştiği, tabura bağlı askerler tarafından üzerlerine ateş açılan vatandaşların, sigara kaçakçıları olduğunun bilindiği ve dur ihtarı verilmeden üzerlerine ateş edildiği ileri sürülmektedir.

Şırnak ilinde çok yakın zaman aralıklarıyla, kaçakçılık yaptıkları gerekçesiyle güvenlik güçleri tarafından açılan ateş sonucu üç sivil vatandaş hayatını kaybetmiştir. Bu bağlamda, güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucunda yaşanan ölüm olaylarının araştırılarak, alınacak önlemlerin belirlenmesi için bir meclis araştırma komisyonunun kurulması gerekmektedir.

2.- Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır ve 19 milletvekilinin, aile hekimliği uygulamasındaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/818)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na

Sağlıkta Dönüşüm Programı adı altında başlayan Aile Hekimliği uygulamasının başlandığı günden bugüne kadar sonuçlarının değerlendirilmesi, yaşanan mevcut sorunların tespiti ve giderilmesi için Anayasanın 98. İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz.

1) Sevahir Bayındır                         (Şırnak)

2) Selahattin Demirtaş                     (Diyarbakır)

3) Gültan Kışanak                           (Diyarbakır)

4) Ayla Akat Ata                             (Batman)

5) Bengi Yıldız                                (Batman)

6) Akın Birdal                                 (Diyarbakır)

7) Emine Ayna                (                               Mardin)

8) Fatma Kurtulan                           (Van)

9) Hasip Kaplan                              (Şırnak)

10) Hamit Geylani                           (Hakkâri)

11) İbrahim Binici                           (Şanlıurfa)

12) M. Nuri Yaman                         (Muş)

13) Mehmet Nezir Karabaş             (Bitlis)

14) Mehmet Ufuk Uras                   (İstanbul)

15) Osman Özçelik                          (Siirt)

16) Özdal Üçer                                (Van)

17) Pervin Buldan                           (Iğdır)

18) Sebahat Tuncel                          (İstanbul)

19) Sırrı Sakık                                 (Muş)

20) Şerafettin Halis                          (Tunceli)

Gerekçe:

Sağlıkta Dönüşüm Programı adı altında birinci basamak sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi ve birey ihtiyaçları doğrultusunda koruyucu sağlık hizmetlerine ağırlık verilmesi amacıyla Aile Hekimliği Pilot Uygulamasına 2005 yılında başlanmış ve Aile Hekimliği uygulanması, ilk olarak Düzce İli pilot seçilip uygulanmıştır. Fakat Aile hekimliği pilot uygulaması yeterince tartışılmadan ve değerlendirilmesi yapılmadan ülke geneline yaygınlaştırılmaktadır. Aile hekimliği uygulaması sağlık hizmetine ulaşmayı zorlaştırdığı gibi sağlık çalışanlarının özlük haklarını ortadan kaldırabilecek durumları da ortaya koyduğu ifade edilmektedir. Birinci basamak sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi amacını taşıyan bu model, var olan modelleri de yok edeceği ve herkese ulaşılabilir ve eşit, ücretsiz bir sağlık hizmeti sağlamak temel amaçken sağlık alanında bir çöküşü de beraberinde getireceği belirtilmektedir. Bir sistem önerisinin makul bir süre içinde ve objektif, ölçülebilir kriterler üzerinden test edilmesi, buna göre revizyonlar ya da öneriden vazgeçilmesini amaçlanan pilot uygulamalar yerine beşinci yılını tamamlayan aile hekimliği pilot uygulamasında, her il için ayrı hatta aynı il içinde ayrı ayrı uygulamaların olması, hâlâ uygulamanın bağımsız, bilimsel kurumlar, sendika ve meslek örgütlerince değerlendirilmesine yeterli izin verilmemesi ve daha ne kadar pilot uygulamada ısrar edileceğinin kamuoyu ile paylaşılması gerekmektedir.

Sağlık Bakanlığının Sağlıkta dönüşüm adı altında başlatmış olduğu aile hekimliği uygulaması vatandaşlarda hasta memnuniyetini azalttığı ve verilmesi gereken koruyucu sağlık hizmetleri başta olmak üzere tedavi ve rehabilite edici sağlık hizmetlerinin kalitesinde de düşüşe sebebiyet verdiği belirtilmektedir. Aile Hekimliği uygulaması ile sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi/ toplum yararına sunulması anlayışından vazgeçileceği ifade edilmektedir.

Türkiye'de sağlık göstergeleri, kır/kent ve bölgeler arasında eşitsizliklere işaret etmektedir. Özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesinde sağlık göstergelerinin halen ülke ortalamasının altında olduğu bilinmektedir. Bebek ve anne ölüm oranları, bazı hastalıkların sıklığı, sağlık kurumlarının durumu, sağlık personeline düşen nüfus, sağlık hizmetlerine erişim gibi verilere baktığımızda diğer bölgelerden kötü durumdadır. Bu bölgelerde Aile Hekimliği uygulaması ile sağlık ocaklarının kaldırılacağı ve ulaşılabilir sağlık hizmetlerinin alımını olumsuz etkileyeceği belirtilmektedir.

Bu bağlamda, 2005 yılında uygulamaya konulan Aile Hekimliği uygulamasının mevcut uygulama sonuçlarının kamuoyu ile paylaşılıp değerlendirilmesi ve mevcut sorunların tespiti ve çözümleri için bir meclis araştırma komisyonu kurulması gerekmektedir.

3.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan ve 32 milletvekilinin, kırmızı et sektöründeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/819)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Kırmızı et sektörünün sorunları, çözüm yolları ve son yıllarda çok büyük oranlarda artan et ithalatının ülkemiz hayvancılık sektörüne ve milli ekonomimize verdiği zararların belirlenmesi amacıyla Anayasa'nın 98. ve İçtüzüğün 104. ve 105. maddeleri gereğince ekte yer alan gerekçeye istinaden bir Meclis Araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.

1)     Ergün Aydoğan                       (Balıkesir)

2)     Yaşar Ağyüz                           (Gaziantep)

3)     Birgen Keleş                           (İstanbul)

4)     Enis Tütüncü                           (Tekirdağ)

5)     Mehmet Şevki Kulkuloğlu      (Kayseri)

6)     Mevlüt Coşkuner                    (Isparta)

7)     Rasim Çakır                            (Edirne)

8)     Faik Öztrak                             (Tekirdağ)

9)     Şahin Mengü                           (Manisa)

10)   Ali Rıza Ertemür                     (Denizli)

11)   Ahmet Küçük                          (Çanakkale)

12)   Ali Koçal                                 (Zonguldak)

13)   Ahmet Ersin                            (İzmir)

14)   İlhan Kesici                             (İstanbul)

15)   Muhammet Rıza Yalçınkaya  (Bartın)

16)   Mehmet Sevigen                     (İstanbul)

17)   Hüseyin Ünsal                        (Amasya)

18)   Bülent Baratalı                         (İzmir)

19)   Rahmi Güner                           (Ordu)

20)   Hikmet Erenkaya                     (Kocaeli)

21)   Ahmet Haluk Koç                   (Samsun)

22)   Vahap Seçer                            (Mersin)

23)   Ali İhsan Köktürk                   (Zonguldak)

24)   Nesrin Baytok                         (Ankara)

25)   Hulusi Güvel                           (Adana)

26)   Mehmet Fatih Atay                 (Aydın)

27)   Esfender Korkmaz                  (İstanbul)

28)   Tayfur Süner                           (Antalya)

29)   Malik Ecder Özdemir              (Sivas)

30)   Sacid Yıldız                             (İstanbul)

31)   Ramazan Kerim Özkan           (Burdur)

32)   Mehmet Ali Özpolat                (İstanbul)

33)   Durdu Özbolat                        (Kahramanmaraş)

Gerekçe:

Kırmızı et yüksek biyolojik değere sahip olan iyi bir protein kaynağıdır. Ülkemiz coğrafi özellikleriyle her türlü hayvansal üretim açısından uygun ortam ve önemli bir potansiyele sahiptir. Ancak son yıllarda uygulanan yanlış tarım ve hayvancılık politikaları nedeniyle ülkemiz hayvan gelişiminde çok ciddi düzeyde azalmalar olmuştur. İhracatçı konumunda olan Türkiye bütün bu gelişmelerden sonra ithalatçı ülke konumuna gelmiştir. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan son verilere göre Türkiye'de 2009 yılının ilk 6 aylık döneminde, 2008 yılının ilk 6 aylık dönemine göre et ve sakatat ithalatı % 555.9 artmıştır. Bu normal olmayan artış, ülke hayvancılığında yaşanan sıkıntıların daha da artmasına neden olmakta ve millî ekonomimizde büyük ölçekte kayıplara yol açmaktadır.

En önemli geçim kaynakları arasında tarım ve hayvancılığın bulunduğu ülkemizde son yıllarda özellikle hayvan yetiştiriciliğinde yaşanan sorunlar beraberinde kırmızı et sektöründe önemli sıkıntıları da gündeme getirmiştir.

Kırmızı et sektörünün önündeki en önemli engeller ürün maliyetinin yüksekliği ve kayıt dışı üretimdir. Ham madde yetersizliği, besi ırkı ıslah çalışmalarında gereken çalışmaların yetersizliği, zaman zaman gündeme gelen hayvan hastalıklarının tüketiciyi olumsuz yönde etkilemesi, yem bitkilerinde son yıllardaki büyük artışlar, üreticinin tarımsal sanayi sektörü ile entegrasyonunun gelişememesi, yetersiz denetim, haksız rekabet ve ticari engellerdir.

Üretim maliyetlerinin yüksekliği, ürün fiyatlarına yansımakta ve dolayısıyla tüketici yüksek reyon fiyatı ve alım gücü yetersizliği nedeniyle hijyen ve sağlık koşullarının bilinmediği, güvenilir olmayan ve denetlenmeyen merdiven altı kesimlere yönelmek zorunda kalmaktadır. Bu durum da sektörün gelişmesini engelleyen bir kısır döngü yaratmaktadır.

Ayrıca kırmızı et sektörü, ülkemizin mevcut potansiyeline rağmen arzu edilen seviyeye gelememiştir. AB ülkelerinde kişi başına yaklaşık 20 kilogram kırmızı et tüketilirken bu ülkemizde 12 kilogram civarındadır. Bunun en önemli nedeni, kırmızı etin reyon fiyatlarının yüksekliğidir. Oysa besi hayvanı yetiştiricileri ve et üreticileri fiyatlardaki bu yüksekliğe rağmen zarar etmekte ve mevcut işlerini terk ederek başka sektörlere yönelmektedir. Bu nedenle ülkemiz hayvancılık sektöründe büyük ölçülerde düşüş görülmektedir. Şöyle ki 1982 yılından bu güne kadar sığır mevcudu, 14.4 milyondan, 10.5 milyona, koyun mevcudu, 49.6 milyondan 25 milyona gerilemiştir. Aynı zamanda çayır ve mera alanlarımız ise 21 milyon hektardan 12 milyon hektara inmiş durumdadır. Bu tablo ülkemiz hayvancılığına verilen önemi tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır. Dolayısıyla ülke hayvancılığı her geçen gün ciddi boyutlarda kayıplara uğramaktadır. Bunun da doğal sonucu olarak ülkemizde hayvancılıkla geçimini sağlayan önemli çoğunluk maddi ve manevi sıkıntı içerisindedir.

Besi hayvancılığı ve kırmızı et sektörünün sorunları ülkemizde hem ciddi anlamda istihdam sağlaması hem de milli ekonomimize önemli katma değer sağlaması açısından ülke sorunu olarak algılanmalıdır. Bu sorunların aşılabilmesi, et sektörünün bir çatı altında toplanmasına ve AB ülkelerinde olduğu gibi reel anlamda teşvik ve desteklenmesine bağlıdır. Bugün ülkemizde hayvancılık tamamen dışlanmış bir konumdadır. Hayvan yetiştiricileri devletin ilgi ve desteğinden yoksun olarak kaderleriyle baş başa bırakılmıştır. Desteklemeler günü kurtarma adına yapılmakta olup tamamen yetersizdir. Hayvan yetiştiricisi işini terk edip şehirlere göç etmektedir. Dolayısıyla ülke kırmızı et üretiminde çok hızlı düşüşler ortaya çıkmaktadır. Bu düşüşü ithalatla karşılamak mantıklı değildir. Bu düşüşün nedenleri araştırılmalı, kaçakçılık mutlaka önlenmeli ve kayıt dışı kesimlere engel olunmalıdır.

4.- Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü ve 34 milletvekilinin, balıkçılık ve su ürünleri sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/820)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ülkemizde balıkçılık ve su ürünleri sektöründe yaşanan sorunların ve çözüm yollarının belirlenmesi amacıyla Anayasa’nın 98’inci ve TBMM İç Tüzüğü’nün 104 ve 105’inci maddeleri uyarınca Meclis Araştırması açılması için gereğini arz ve talep ederiz. 05.05.2010

1) Hüsnü Çöllü                                (Antalya)

2) Ergün Aydoğan                           (Balıkesir)

3) Birgen Keleş                               (İstanbul)

4) Enis Tütüncü                               (Tekirdağ)

5) Muhammet Rıza Yalçınkaya       (Bartın)

6) Mevlüt Coşkuner                        (Isparta)

7) Şahin Mengü                               (Manisa)

8) Rasim Çakır                                (Edirne)

9) İlhan Kesici                                 (İstanbul)

10) Faik Öztrak                               (Tekirdağ)

11) Ali Koçal                                   (Zonguldak)

12) Ahmet Ersin                              (İzmir)

13) Mehmet Şevki Kulkuloğlu        (Kayseri)

14) Ahmet Küçük                            (Çanakkale)

15) Mehmet Sevigen                       (İstanbul)

16) Ali Rıza Ertemür                       (Denizli)

17) Hüseyin Ünsal                          (Amasya)

18) Bülent Baratalı                           (İzmir)

19) Rahmi Güner                             (Ordu)

20) Hikmet Erenkaya                       (Kocaeli)

21) Ahmet Haluk Koç                     (Samsun)

22) Vahap Seçer                              (Mersin)

23) Ali İhsan Köktürk                     (Zonguldak)

24) Nesrin Baytok                           (Ankara)

25) Hulusi Güvel                             (Adana)

26) Yaşar Ağyüz                             (Gaziantep)

27) Mehmet Fatih Atay                   (Aydın)

28) Esfender Korkmaz                    (İstanbul)

29) Tayfur Süner                             (Antalya)

30) Malik Ecder Özdemir                (Sivas)

31) Sacid Yıldız                               (İstanbul)

32) Şevket Köse                              (Adıyaman)

33) Durdu Özbolat                          (Kahramanmaraş)

34) Mehmet Ali Özpolat                  (İstanbul)

35) Ramazan Kerim Özkan             (Burdur)

Ülkemiz, gerek kıyı uzunluğu, gerekse de akarsu, doğal ve baraj gölleri ile önemli bir su potansiyeline sahiptir. Farklı doğal özelliklerdeki Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz kıyıları, 178 bin kilometre uzunluğundaki akarsular, yaklaşık 1 milyon hektar düzeyindeki doğal göller, 3 bin 500 kilometrekareye yakın baraj gölleri, 1500'e yakın balık türü ile Türkiye, balıkçılık ve su ürünleri açısından kaynak zengini durumundadır. Ancak, bu zenginliğin, potansiyelin sürdürülebilir politikalarla tam olarak değerlendirilebildiğini söylemek mümkün değildir.

Gıda açığının kapatılması, ulusal ekonomiye olumlu katkı sağlaması, istihdam yaratması gibi avantajlarına karşın balıkçılık, bilimsel, sürdürülebilir ve çağdaş politikalarla yönlendirilememiştir. Bunun sonucu olarak da balıkçılık sektöründe her aşamada ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Balıkçılarımız geçimlerini sağlamakta zorlanmakta, vatandaşlarımız bu sağlıklı besin kaynağına ulaşamamakta, bilinçsiz avlanma, denetim eksikliği ve plansızlık ile kültür balıkçılığında yaşanan sorunlar, kaynaklarımızın yok olmasına yol açmaktadır.

TÜİK'in 2008 yılı verilerine göre, ülkemizde avcılık yoluyla 494 bin ton, yetiştiricilik yoluyla da 152 bin ton olmak üzere 646 bin ton su ürünleri üretilmiştir. Türkiye bu dönemde, 54 bin 526 ton ihracat, 63 bin 222 ton ithalat gerçekleştirmiştir. Kişi başına balık tüketimi 7,1 kilogram olarak belirlenmiştir. Su ürünlerinin parasal değeri 2004 yılında 1,4 milyar TL düzeyinde iken, 2008 yılında 870 milyon TL düzeyine gerilemiştir. Tekne sahipleri ve tayfa olarak yaklaşık 50 bin kişi bu alanda çalışmaktadır. Yine TÜİK'in verilerine göre balıkçı gemisi sayısında son yıllarda bir gerileme yaşanmaktadır. Tekne sayısı 2004 yılında 18 bin 542 iken, 2008 yılına bu sayı 17 bin 161'e gerilemiştir.

Balıkçılık, avlanma, avlanan ürünün muhafazası, nakliye, işleme ve pazarlama gibi bir dizi sektöre entegre olmuş ve bu sektörlerde binlerce kişiye istihdam sağlar durumdadır. Ancak, bu süreçlerin sağlıklı ve bilimsel planlanamaması nedeniyle istenilen düzeyde katma değer yaratılamamaktadır. Bu yapıdaki verimsizlik nedeniyle de yine TÜİK verilerine göre son 5 yılda 40 bin ton su ürünü hiç değerlendirilemeden çöpe atılmıştır.

Balıkçılıkta gelişmiş ülkeler, fabrika gemilerle yakalanan ürünlerin neredeyse tamamını tüketime sunabilirken, Türkiye'deki balıkçı gemilerden soğutma ve dondurucu bulanan gemi sayısı çok azdır.

Bilinçsiz avlanma nedeniyle, ülkemiz denizlerinde yaşayan birçok balık türünün nesli tükenmiştir. Avlanma dönemlerinin belirlenmesinde, balıkların yumurtlama ve gelişme dönemlerine ilişkin bilimsel uyarıların dikkate alınmaması nedeniyle her yıl avlanan balık miktarında bir gerileme yaşanmaktadır.

Balık çiftlikleri son yıllarda önemli gelişmeler sağlamıştır. Ancak bu çiftliklerin de AB mevzuatına uygun bir şekilde kurulması ve faaliyetlerinin sürdürülmesini sağlamak üzere denetimlerin gerçekleştirilmesi gerekmektedir.

Balık ticareti büyük oranda balıkçı halleri vasıtası ve komisyoncu aracılığıyla gerçekleşmektedir. Burada da bir takım sorunlar yaşanmaktadır. Emekleri ile bu sektörü ayakta tutan balıkçılarımızın, emeklerinin karşılığını tam olarak alabildiklerini söylemek mümkün değildir. Ayrıca birçok balıkçı barınağının altyapı eksiklikleri bulunmaktadır. Uzun bir kıyı şeridine sahip olmasına karşın Antalya'da yıllardır bir balıkçı barınağı yapılamamıştır.

Balıkçılık sektörünün sorunları uzun yıllardır gündeme getirilmesine karşın hiçbir adım atılmamıştır. Ülkemizde halen, balıkçılık alanında kaynak kullanımı, denetim ve kontrol, yapısal eylemler, pazar politikası, devlet yardımları ve balıkçılarımızın sosyal sorunları konusunda ciddi bir boşluk yaşanmaktadır. Balıkçılık ile birlikte denizcilik sektörünün bütün yönleri ile doğal denge de gözetilerek yeniden organize edilmesi gerekliliği tüm kesimler tarafından dile getirilmektedir. Bu yeniden yapılanmanın gerçekleştirilememesi durumunda, büyük bir ihracat potansiyeline sahip balıkçılığımızın ağır bir krize girmesi kaçınılmazdır.

Balıkçılık ve su ürünlerinin ülkemize daha fazla katma değer yaratabilmesi, vatandaşlarımızın sağlıklı gıdaya erişiminin sağlanması, balıkçılığın ihtiyaç duyduğu verimli ve sürdürülebilir işleyiş yapısının oluşturulabilmesi için bu alanda yaşanan sorunların ve çözüm önerilerinin belirlenmesi amacıyla Anayasa'nın 98'inci ve Meclis İç Tüzüğü'nün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının dört tezkeresi vardır, ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım:

B) Tezkereler

1.- Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Başkanı İstanbul Milletvekili Güldal Akşit’in, Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesindeki Türkiye 6’ncı Ülke Raporu Sunum Toplantısına katılmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1249)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Başkanı İstanbul Milletvekili Güldal Akşit’in, 21 Temmuz 2010 tarihinde Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi’ndeki Türkiye 6. Ülke Raporu Sunum toplantısına katılımı hususu Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanun’un 9. Maddesi uyarınca Genel Kurul’un tasviplerine sunulur.

                                                                                                         Mehmet Ali Şahin

                                                                                                Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                                 Başkanı

BAŞKAN – Kabul edenler…. Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Buyurun.

2.- Meksika Temsilciler Meclisi Başkanı Francisco Javier Ramirez’in, Meksika’da gerçekleştirilecek olan Birinci Dünya Gençlik Forumuna davetine Türkiye Büyük Millet Meclisinden bir Parlamento heyetininin icabet etmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1250)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Meksika Temsilciler Meclisi Başkanı Francisco Javier Ramirez tarafından, Meksika'da 25-27 Ağustos 2010 tarihleri arasında, Dünya Gençlik Konferansı çerçevesinde gerçekleştirilecek olan "Birinci Dünya Gençlik Forumu"na TBMM'nden bir parlamento heyeti davet edilmektedir.

Söz konusu konferansa icabet edilmesi hususu, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanunun 9. Maddesi uyarınca Genel Kurul'un tasviplerine sunulur.

                                                                                                         Mehmet Ali Şahin

                                                                                                Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                                 Başkanı

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

3.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mehmet Ali Şahin’in, Parlamentolararası Birlik (PAB) Başkanı Theo-Ben Gurırab’ın vaki davetine icabetle, Cenevre’de düzenlenecek olan Dünya Parlamento Başkanları III. Konferansına katılmak üzere İsviçre’ye resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1251)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mehmet Ali Şahin'in, Parlamentolararası Birlik (PAB) Başkanı Theo-Ben Gurırab'ın vaki davetine icabetle Cenevre'de düzenlenecek olan Dünya Parlamento Başkanları III. Konferansı’na katılmak üzere, İsviçre'ye resmi ziyarette bulunması hususu Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanun'un 9. Maddesi uyarınca Genel Kurul’un tasviplerine sunulur.

                                                                                                         Mehmet Ali Şahin

                                                                                                Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                                 Başkanı

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

4.- Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Meclisi Başkanı Hasan Bozer’in, KKTC’nin 20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramı kutlamalarına vaki davetine, Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen bir Parlamento heyetinin icabet etmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1252)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhuriyet Meclisi Başkanı Sayın Hasan Bozer'in vaki davetlerine icabetle, "KKTC'nin 20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramı Kutlamaları"na, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni temsilen bir parlamento heyetinin icabet etmesi hususu "Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 Sayılı Kanun'un 6. Maddesi" uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.

                                                                                                         Mehmet Ali Şahin

                                                                                                Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                                 Başkanı

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, Barış ve Demokrasi Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım.

Buyurun.

VIII.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- (10/627) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 8/7/2010 Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi

                                                                                                                        08.07.2010

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu'nun 08.07.2010 Perşembe günü (Bugün) toplantısında, Toplanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisinin, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurul'un onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                            Ayla Akat Ata

                                                                                                                  Batman

                                                                                                         Grup Başkanvekili

Öneri:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Ön Görüşmeler Kısmının 513 üncü sırasında yer alan 10/627 Ana Dilde Eğitim konusunun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis Araştırması açılmasına ilişkin önergelerin görüşülmesini, Genel Kurulun 08.07.2010 Perşembe günlü birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Grup önerisinin lehinde Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan. (BDP sıralarından alkışlar)

Sayın Kaplan, buyurun.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aslında üç yılı aşkın bir süredir Mecliste beraber görev yapıyoruz ve şunu gördük, araştırma komisyonları kurduğumuz zaman tüm partilerin üyelerinin katıldığı araştırma komisyonlarıyla, hem bilim hem uzmanlık hem ilgili resmî ve sivil toplum kuruluşlarını dinleyerek çok önemli çalışmaları, raporları hazırlayıp Meclise sunabiliyoruz.

Ana dilde eğitim yasağı, çocukların zekâ gelişimi, dersler, sınavlar, başarı, anlama yeteneği, iletişim kurma yeteneği, zihinsel dünyalar üzerinde yaratılan olumsuz etkiler, bunların bütün boyutlarıyla araştırılması yönündeki talebimizin nedeni, Türkiye'de sayıları milyonlarca olan Kürt yurttaşımızın çocuklarının kendi ana dillerinde eğitim yapabilme, aynı şekilde resmî dilde de zaten mecburi eğitim söz konusu olduğundan, kendi eğitim konularında gelişimlerini sağlamak, çünkü eğitimciler dünyada yaptıkları araştırmalarda şunu tespit ederler ki ana dili dışındaki bir dili öğrenen bir kişinin anlama kapasitesi, ne kadar o öğrendiği ana dilin dışındaki dille ilgili gelişim sağlarsa bile mutlaka yüzde 10’luk bir boşluk bırakırmış, bilimsel veriler bunu gösteriyor, çünkü daha anne karnında sesler, yaşadığı çevre, algı, bunlar hep zihinlere yerleşiyor.

Baktığımız zaman, zaten cumhuriyetin kuruluş yıllarında Meclisin kürsüsünde Kürtçe konuşmalara, Zazaca konuşmalara da tanık oluruz o dönemin tutanaklarını çıkardığımız zaman ve şu an, 12 Eylül askerî darbesinin getirdiği bir yasakçı Anayasa’yla -Anayasa’nın 42’nci maddesi- “Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez.” hükmünün getirildiğini görüyoruz.

21’inci yüzyılda yaşıyoruz. Avrupa Birliğinin projesi kapsamında uzun yol aldık. Ancak, bu konuda çok fazla yol almadığımızı söylemek istiyoruz. 2001 yılında, RTÜK’te yapılan bir değişiklikle, ilk kez koalisyon hükûmetleri döneminde Kürtçe televizyon yayını kırk beş dakika olarak başlamıştı. Yakın zamanda da TRT’nin Şeş kanalından ve diğer özel televizyonlardan ve radyolardan yayın yapılması söz konusu. Ancak ana dilde eğitim konusuna geldiğimiz zaman, Kürtçe kurslarına ancak belirli bir yaş kategorisi, on beş yaş üzeri insanların gidebildiği, ondan küçüklerin ise yasaklandığı Kürtçe kurslar Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde yapılabiliyor.

Tabii ki, ana dilde eğitim yasağı ÖSS’de ve benzer sınavlarda Kürt kökenli öğrencilerin çoğunlukta olduğu illerin alt sıralamalarda olmaları bir tesadüf değil. Örneğin, Şırnak’ta, Hakkâri’de, Muş’ta olumsuz eğitim koşulları tek başına değil, aynı zamanda önemli nedenlerden birisi de.

Yine araştırmalar gösteriyor ki, ana dil konusunda algılama ve sınavda kapasite artırma konusunda da çok ciddi zorluklar var. Türkiye'nin taraf olduğu sözleşmeleri bir kenara bırakıyoruz, Lozan’da azınlıklara, gayrimüslim azınlıklara şu an eğitim olanakları verildi, biliniyor. Lozan’dan beri Ermeni, Yahudi, Rum cemaatlerinin… Ancak Lozan’ın 39’uncu maddesinin çok açık hükmüne rağmen bugüne kadar bir yasakçı anlayışın sürdüğünü görüyoruz.

Ben aslında biraz da dünya örneklerine değinerek, bu konuda yaşanan yasağın Türkiye’nin bir ayıbı olarak mutlak kaldırılması gerektiği noktasına vurgu yapmak istiyorum.

Eğitimde Ayrımcılığa Karşı UNESCO Sözleşmesi örneğin, kültürel haklar konusunda uluslararası standartları oluşturma çalışmaları sonucunda kültürel hayata katılma hakkı, bilimsel gelişmeye katılma hakkı, bilgi edinme hakkı, herhangi bir sanat ya da edebiyat yapıtının maddi ya da manevi ürününün korunması hakkı, kimlik hakkı, kültürel kimlik hakkı, silahlı çatışmalarda dünya ve kültür ve doğa mirasının korunması hakkı önemli verilerdendir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde de benzer hükümler var. Kişinin istediği dili kullanma hakkı yer alıyor. UNESCO’nun (MOST) Sosyal Değişimlerin Yönetimi Programı çerçevesinde de belirlenmiş ki, çok kültürlü ülkelerde farklı kültürleri tanıyan, tanımayan ülkeler olduğu bir gerçek. Ancak 21’inci yüzyılda dil yasakları gibi ayıplardan hızlı bir arınma var. Üniter devlet yapısı modeli olarak gördüğümüz Fransa’da Oksitanca, Bretonca, Baskça, Flamanca, Korsikaca; İtalya’da Sardca, Almanca, Fransızca; Avusturya’da Slovence, Hırvatça, Çekçe; Finlandiya’da İsveççe; Yunanistan’da Türkçe ki, yeni Avrupa Birliği süreci ile başladı, Bulgaristan’da yine Türkçe başladı. Çok kültürlülük içinde yine toprağa bağlı özerklik, eyalet sistemleri uygulamalarında, İspanya’da özellikle Katalan, Galiçya, Bask, Aragon veya Belçika’da Flamanca, Fransızca veya Volanca, Almanca dilleri; İsrail’de de hem Arapça hem İbranice dilleri. Yine, Çin, Rusya, Hindistan, Filipinler, Pakistan gibi ülkelerde çok fazla dil konularının olduğu biliniyor. Buralarda, ona özgün, oranın özelliklerine özgün eğitimler var. Tabii ki üniter yapı bu tür bir dil eğitimine engel değildir.

 Sayın Muharrem İnce “Millî maça gitmek ister miyiz?” diye, dün sormuştu. Elbette ki, dün seslenmiştim “İspanya favorimiz.” diye. İspanya gibi gitmek istiyoruz, vallahi gönlümüzden de geçiyor, birlikte... Çünkü, oradaki Katalanlar da, Basklar da, Endülüs’te Arapça konuşanlar da kendi dillerini, kimliklerini yaşıyor, konuşabiliyor ama üniter yapıyı da, üniter yapının simgelerini de onur ve gururla taşıyor. Biz de bunu, inşallah, Mecliste beraber hayata geçirip yapacağız.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Türk millî maçına çağıracağım sizi.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Evet, “İspanya gibi” dedim ve beraber, İspanya gibi bir demokrasiye kavuşma ve Anayasa yapma dileğiyle.

Biliyorsunuz, İsrail’de iki resmî dil var: Arapça ve İbranice. Yine, farklı diller var.  Bugün, dil sayısı 6 bin, devlet sayısı 197. Bu da çok ülkenin çok kültürlü olduğunu gösteriyor, azınlık ve insan hakları sorunlarıyla ilgili.

Yine, Katılım Ortaklığı Belgesi’nde, 2005’te ana dilde yayın, eğitim önündeki engellerin kaldırılması sözü vermişti Hükûmet ama bunu yapamadı. Bu çok kültürlülükle ilgili, dille ilgili konuların toplumumuzda, halkımızda bir antipati yaratmadığı, bir terslik yaratmadığı… Zaman zaman, bu acılı süreçler nedeniyle -işte Ahmet Kaya’nın müziğine de tahammül olmadığını biliyoruz- bir Kürtçe şarkının kavga nedeni olduğunu da ancak bunların istisna olarak, aşılabileceğini düşünüyoruz.

Indigenous” halkların haklarına ilişkin deklarasyona baktığımız zaman da yine yerli halkların, ki özellikle Kızılderililer için, Amerika kıtasında konulan sert determinasyonel hakkın, spesifik biçimde, kültür, din eğitimi, iletişim, dil konularını nasıl belirlediğini de biliyoruz. Türkiye’de de gerçekten inanıyoruz ki farklı kültürler, farklı diller… Ki, Kürtçe zaten dört lehçe. Türkiye’de de Zazaca, Dersim, Malatya, Adıyaman, Diyarbakır, Elazığ yörelerinde, ama Kırmançi lehçesinin daha yaygın olduğunu biliyoruz. Hint-Avrupa dil ailesi grubunda olmakla beraber, hukuk devleti, insan hakları çerçevesinde taleplere göre, ihtiyaca göre, bu, konuşularak, örneğin ülkenin her yerinde bu talebin olacağı…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Kaplan, buyurun efendim.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Bağlıyorum Sayın Başkanım.

Ve ben, tabii, bu konuda yine Dışişleri Bakanlığımızın sıkça üzerinde en çok çalıştığı Fransa modelinden bir örnek vermek istiyorum, çünkü “üniter devlet” deyince Fransa devleti akla geliyor. Üniter devlet yapısı içindeki Fransa, uyguladığı dil politikaları sonucu karma dil sistemini geliştirmiş, bazı dillere Fransızcadan başka hukuki bir statü tanınırken bazı yörelerde özerk bölge statüsü politikası uygulanmaktadır. Fransa, dil konusunda 11 yasa, 18 kararname, 36 adet idari genelge yayınlamıştır. Bunlardan en önemlisi 11 Ocak 1951 tarihli diksiyon yasasıdır, meşhur diksiyon yasası. Bu yasayla yerel dil ve diyalektlerin öğretimi belirlenmektedir. Bu yasanın iki amacı vardır: Fransızca ve yerel dilleri korumaktır.

Şimdi, böyle bir araştırmayla Türkiye'nin ihtiyaçlarının belirlenmesinin yararlı olacağını, bilimin buna el atmasını düşünüyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Grup önerisinin aleyhinde Yılmaz Tunç, Bartın Milletvekili.

Buyurun Sayın Tunç.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisinin grup önerisinin aleyhinde söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Barış ve Demokrasi Partisinin grup önerisiyle, ana dilde eğitim yasağının, çocukların zekâ gelişimi, derslerdeki ve sınavlardaki başarısı, anlama yeteneği, iletişim kurma yeteneği, zihinsel dünyaları üzerinde yarattığı olumsuz etkilerin bütün boyutlarıyla araştırılarak alınacak önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasa’nın 98’inci, İç Tüzük’ün 104’üncü ve 105’inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasına dair araştırma önergesinin Türkiye Büyük Millet Meclisinin  bugünkü gündeminde görüşülmesi talep edilmektedir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi  Genel Kurulunun kararıyla belirlenen gündeme geçen haftadan bu yana devam ediyoruz. Ülkemiz ve milletimiz için çıkarılması önem arz eden birçok kanun tasarısını ve teklifini gündemimize aldık. Meclisin 1 Temmuzda çalışmalarına ara vermesi gerekirken önemli yasa tasarılarının çıkarılması için tatil kararını uzattık, Meclisin çalışma saatlerini gece 24.00’e çıkardık. Aldığımız karara göre, 16 Temmuz tarihine kadar Türkiye Büyük Millet Meclisi fazla mesai yapmaya devam edecek. Bu tarihe kadar da planladığımız yasa tasarısı ve tekliflerini görüşeceğiz.

Dün görüşmelerine başladığımız 506 sıra sayılı YÖK Teşkilat Kanunu’nda değişiklik yapan Tasarı’yla, Ankara’da Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Bursa’da Bursa Teknik Üniversitesi, İstanbul’da İstanbul Medeniyet Üniversitesi, İzmir’de İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi, Konya’da Konya Teknik Üniversitesi, Kayseri’de Kayseri Abdullah Gül Üniversitesi, Erzurum’da Erzurum Üniversitesi ve Antalya’da Uluslararası Antalya Üniversitelerinin kuruluşlarını gerçekleştirmiş olacağız. Bu üniversitelerimizin kurulmasına dair yasa tasarılarının görüşmelerini tamamlamadan, bunları yarım bırakarak başka konulara geçilmesini Meclisin çalışma sistemi açısından doğru bulmadığımı öncelikle belirtmek istiyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan üç muhalefet partimiz de Türkiye Büyük Millet Meclisi çalışmalarını engellemek, milletimiz için önemli olan yasaların çıkarılmasını geciktirmek için her gün grup önerisi vermektedirler. Bugünkü gündemde, Ankara, Bursa, İstanbul, İzmir, Konya, Kayseri, Erzurum ve Antalya illerimiz bizlerden yeni üniversitelerinin bir an önce kurulmasını beklemektedirler. Bu üniversitelerin kuruluşunu geciktirmenin muhalefete ne faydası olabilir, bunu anlamak mümkün değil!

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisinin grup önerisinin konusu olan araştırma önergesi Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündeminde bulunmaktadır. Bizler, ülkemizde yaşayan tüm vatandaşlarımızın ana dillerini öğrenmesini, bu dilde eser üretmesini demokrasi açısından çok önemsiyoruz. AK PARTİ İktidarında ana dilin öğrenilmesi ve kullanılması yönünde çok önemli adımlar atılmıştır. Anneler, babalar hapisteki çocuklarıyla kendi dilleriyle konuşamazken bu sorun AK PARTİ İktidarıyla çözüme kavuşmuştur. Ana dilde öğretim için özel kurslar açılabilmesine imkân tanınmıştır. Ana dilde seçim propagandası yapılması mümkün değilken ana dilde seçim propagandası yapılabilmesinin önü açılmıştır. Üniversitelerimizde farklı dil ve lehçeler üzerine enstitüler kurulmasının önü açılmıştır. TRT Şeş kurulmuş, TRT Arapça kurulmuş; özel kanallarda farklı dil ve lehçelerde yayın yapılmasının önü açılmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; araştırma önergesinde belirtilen hususlara katılmak mümkün değildir. Ana dilin öğrenilmesi ile ana dilde eğitimin farklı kavramlar olduklarını unutmamamız gerekiyor. Anayasa’mızın 42’nci maddesinin son fıkrası “Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez.” şeklindedir. Bu hükümler karşısında, araştırma önergesinde belirtilen hususların kabul edilmesi mümkün değildir ancak ana dilin öğrenilmesi ve kullanılabilmesi için, bu Hükûmet, yapılması gereken ne varsa da yapmıştır.

Barış ve Demokrasi Partisinin araştırma önergesinin bugünkü gündeme alınması, dün görüşmelerine başladığımız sekiz ilde kurulacak üniversitelerimizin kurulmasını geciktirecek bir öneri olduğundan, grup önerisinin aleyhinde olduğumu belirtiyor, Miraç Kandili’nizi tebrik ediyor, hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Grup önerisinin lehinde, Iğdır Milletvekili Sayın Pervin Buldan, buyurun. (BDP sıralarından alkışlar)

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce tüm halkımızın Miraç Kandili’ni ben de partim adına kutlamak istiyorum.

Görüşülmekte olan araştırma önergesinin lehinde söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, dil, insanlar arasında iletişimi, duygu ve düşüncelerini, kültürünü aktarmasını sağlayan, yaşayan, gelişen, bazen de ölen; sözel, yazılı ve görsel biçimleri olan bir sistem olarak hayati önem taşımaktadır.

İnsan bilinçli bir toplumsal varlıktır. Bilinci edinme, aktarma ve geliştirmenin temel unsuru dildir. Dil olmaksızın insandan söz etmek mümkün değildir. Bireyin toplumsallaşmasını toplumla ilişkilenme temelinde gerçekleştirir.

Ana dil, başlangıçta anneden ve yakın aile çevresinden daha sonra da ilişkili bulunan çevrelerden öğrenilen, insanın bilinç altına inen ve bireyin bir toplumla en güçlü bağlarını oluşturan dildir. Her insan ilk öğrendiği dil ile düşünür, tasarımlar yaratır. Dolayısıyla ana dili, herhangi bir kişinin geçmişinden geleceğine geçen en anlamlı kültürel öğedir. Ana dil kullanımı ve ana dilde eğitim engellendiğinde ya da farklı dillerin kullanımına yönelik ayrımcı uygulamalara gidildiğinde farklı ulusal ya da etnik topluluklara mensup kesimlerin insani gelişimleri engellenmiş olur.

Değerli milletvekilleri, kültürel haklar, bir halkın hayatlarının kültürlerine uygun şekilde devamını ve dillerini yaşatmalarını da içerisine dâhil eder. Yani, ana dilini yaşatmak bir demokratik ve kültürel haktır. Uluslararası Ana Dili Eğitim Örgütü her ülkenin kendi ana dili eğitimine uluslararası bir sınır kazandırıp, tartışma olanağı yaratarak bu eğitimi iş birliği içinde geliştirme amacını güden bir kuruluştur. Bu örgüt kurulduktan sonra 8 Kasım 1982 tarihli sirkülerle şu ülkeleri iş birliğine çağırmıştır: Belçika, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Macaristan ve Türkiye. Bu ülkeler seçilirken başlıca kriter, seçilen ülkelerde ana dili eğitiminde ülkenin bir iç sorunu bulunması ve bunun uluslararası bir önem taşımakta olmasıydı. Şu anda bu ülkelerin içinde hâlâ bu sorunu çözmemiş ve çözmeye yanaşmamış tek ülke ne yazık ki Türkiye’dir.

Değerli milletvekilleri, günümüz dünyasında ülkeler arasında çok az ülkede homojen bir ulusal etnik ve kültürel yapı söz konusudur. Devletlerin ülkelerindeki etnik ve kültürel sorunları çözebildikleri oranda gönüllü birlikteliği sağlayacakları ve demokratikleşmeyi yaşamış olacakları, aksi hâlde dar milliyetçi çizgide yürütecekleri politikaların ülkelerini çıkmaza sürükleyecekleri bir gerçektir. Bu konuda Türkiye, yıllardan beri bu sınırlar içinde yaşayan herkesi tek tipleştiren bir yaklaşım sergilemiştir. Bu durum, çok kültürlülük anlayışına ters düşerken inkâr ve asimile eden baskıcı bir yaklaşıma denk düşer. Oysa, kültürel çeşitlilik aynı zamanda taraflara yarayacak bir kültürel diyalogun ve barışın da önünü açar. Farklı sanatsal, edebî, müzikal, ahlaki ve diğer gelenekler birbirlerini sorgular, araştırır, birbirlerinden fikirler ödünç alır, bunları kendinde dener ve sık sık hiçbirinin kendi başına üretemediği yepyeni fikirler ve duyarlılıklar ortaya koyar.

Türkiye'nin kültür ve kimlik politikalarını en bariz biçimiyle 1982 Anayasası’nda görüyoruz. Anayasa’nın 42’nci maddesi “Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez. Eğitim ve öğretim kurumlarında okutulacak diller ile yabancı dille eğitim ve öğretim yapan okulların tabi olacağı esaslar kanunla düzenlenir. Milletlerarası anlaşma hükümleri saklıdır.” demektedir. Anadolu topraklarını Türkleştirme çabalarının en önemlisi bu maddede saklıdır. Uluslararası metinlere baktığımızda ana dili eğitimi konusu artık çok kültürlü toplumlar oluşturmanın temel vazgeçilmez haklarından biri olarak görülmektedir. Türkiye, uluslararası sözleşmelerin birçoğunu imzalamış ancak etnik ve dilsel olarak Türkiye’de farklılıkları çağrıştıran veya farklılıklara çeşitli haklar sağlayabilecek olan maddelere çekince koymuştur. Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda 20 Kasım 1989’da kabul edilen Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni Türkiye 1990 yılında bazı maddelerine çekince koyarak imzalamıştır. Çekince koyduğu maddelerdeki hükümlerin en önemlileri şunlardır: 17’nci madde (d) bendi; “Kitle iletişim araçlarını azınlık grubu veya bir yerli ahaliye mensup çocukların dil gereksinimlerine özel önem göstermeleri konusunda teşvik edilmesi.” 29’uncu madde (c) bendi; “Eğitimin çocuğun ana babasına, kültürel kimliğine dil ve değerlerine, çocuğun yaşadığı veya geliştiği menşe ülkenin ulusal değerlerine ve kendisininkinden farklı uygarlıklara saygısının geliştirilmesi.” 30’uncu madde; “Soya, dine ya da dile dayalı azınlıkların ya da yerli halkların var olduğu devletlerde böyle bir azınlığa mensup olan ya da yerli halktan olan çocuk ait olduğu azınlık topluluğun diğer üyeleriyle birlikte kendi kültürlerinden yararlanma, kendi dinine inanma, uygulama ve kendi dilini kullanma hakkından yoksun bırakılamaz.”

Değerli milletvekilleri, Türkiye gerçek olarak tek bir etnik kökene dayalı insan topluluğundan meydana gelmemiş olmasına karşın yurttaşlar, yurttaşlık hakları söz konusu edildiğinde Türk etnik kimliğinden olan ya da olmayan herkesi Türk olarak nitelemiştir. Oysa Türkiye’de 1927-1965 yılları arasında yapılan nüfus sayımında konuşulan ana dil istatistikleri yayımlanmıştır. Daha sonraları nüfus sayımlarında bu tür istatistiki bilgilere yer verilmemesine karşın Türkiye’de Türkçe, Kürtçe, Arapça, Abhazca, Arnavutça, Çerkezce, Ermenice, Gürcüce, Kıptice, Lazca, Pomakça, Rumca, Süryanice, Tatarca, İbranice gibi dillerin konuşulmakta olduğu bir gerçektir.

Ana dili Türkçe olmayan etnik grupların Türk olduğunu iddia etmek asimilasyoncu bir yaklaşımdır. Kültürel farklılıkların bir zenginlik değil çatışma nedeni hâline gelmesinin nedenlerinden birisi de Türkiye Cumhuriyeti devlet geleneğinin, ülkenin kültürel zenginliğini görmezden gelmesidir.

Değerli milletvekilleri, hiçbir kültür dayatma yoluyla korunamaz ve ötekilere benimsetilemez. Kültürel çeşitlilik kendi ekolojik dengesi içinde evrilerek kendisini sürdürür. “Tek kültür, tek kimlik” yaklaşımı da insanın doğasına aykırıdır ve yapaydır. Ülkemizdeki bu tip yaklaşımlar gelişmenin ve değişimin önündeki en ciddi engellerdir. Bu engellerin kalkması için bu Parlamentoda bulunan herkesin daha sorumlu davranması gerektiğini düşünüyoruz.

Özgürlüklerin ve kültürel çeşitliliğin önündeki bütün barikatların kalktığı bir Türkiye dileğiyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Grup önerisinin aleyhinde Konya Milletvekili Sayın Ali Öztürk.

Buyurun Sayın Öztürk. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ALİ ÖZTÜRK (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisinin ana dilde eğitim konusunun araştırılmasıyla ilgili vermiş olduğu Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergenin Türkiye Büyük Millet Meclisinin bugünkü gündemine alınmasına ilişkin grup önerisinin aleyhinde söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün büyük bir coşkuyla manevi atmosferine girdiğimiz Miraç Kandili’nin tüm İslam âlemi ve milletimiz için hayırlara vesile olmasını temenni eder, bu kutlu gecenin ülkemizin ufkunu aydınlatmasını diliyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; ana dilde konuşma ve ifade özgürlüğü, aslında, İnsan Hakları Sözleşmesi’yle de korunan bir insanlık hakkıdır. Bu amaçla Ceza Muhakemesi Kanunu’nda ana dilde ifade verme hakkı getirilmiş, bu konuda ana dilde ifade verme hakkının yanında bu amaçla tercüman bulundurulması sağlanmış, bunun için ayrıca mahkeme masrafı istenmeyeceği yasada hüküm altına alınmıştır.

AK PARTİ döneminde ana dilde konuşma özgürlüğüne önem verilmiş ve cesaretle uygulamalara geçilmiştir. TRT-6, ana dilde kurslar, cezaevlerinde ana dilde konuşma bunlardan bazılarıdır. Ülkemizdeki farklı dil ve lehçeleri aslında sosyal, kültürel zenginlik olarak görmek gerekir, folklorik bir yapı olarak görmek gerekir. Bu ülkede hangi dilde konuşursa konuşsun herkesin amacı güçlü ve demokratik Türkiye olmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti devletinin üniter yapısına zarar verecek taleplerden herkes kaçınmalıdır. Bu nedenle, zaten demokrasiye önem veren ülkemizde böyle bir grup önerisine lüzum olmadığı ve grup önerisinin aleyhine olduğumu bildirir, yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun, İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım.

Buyurun:

2.- (10/372) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 8/7/2010 Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu; 08.07.2010 Perşembe günü (bugün) toplanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisini, İçtüzüğün 19 uncu Maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim. Saygılarımla.

                                                                                                            Mehmet Şandır

                                                                                                                  Mersin

                                                                                                    MHP Grup Başkanvekili

Öneri: Türkiye Büyük Millet Meclisinin Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler Kısmında yer alan 10/372 esas numaralı, “Engellilerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlem-lerin belirlenmesi amacıyla” Anayasanın 98. ve İçtüzüğün 104 ve 105. Madde-leri Gereğince Meclis Araştırması önergelerinin görüşmelerinin Genel Kurulun 08.07.2010 Perşembe günkü birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Grup önerisinin lehinde, Trabzon Milletvekili Sayın Süleyman Lâtif Yunusoğlu.

Sayın Yunusoğlu, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

SÜLEYMAN LÂTİF YUNUSOĞLU (Trabzon) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde sayıları milyonları bulan engelli ve yakınlarının fiziki zorluklarının, maddi imkânsızlıklarının, içinde bulundukları sosyal ve psikolojik sorunların tespiti ve çözümlerini gerçekleştirmek amacıyla Milliyetçi Hareket Partisi olarak verdiğimiz Meclis araştırma önergemiz üzerinde söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle bütün vatandaşlarımızın Miraç Kandillerini kutluyor, hayırlara vesile olması dileğiyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bu hafta zihinsel engelli çocuklar ve aileleri Meclis grubumuzu ziyaret ederek, gerek sosyal gerek sağlık gerek eğitim konularında karşılaştıkları zorlukları dile getirerek aracılığımızla bu problemlerinin çözümünde yardım talebinde bulunmuşlardır. Daha önce de bu kürsüden engelli vatandaşlarımızın sorunlarını dile getirmiş, yapılması gerekenler hususunda görüşlerimizi aktarmıştım. Bu vesileyle bir daha engellilerimizin sorunlarını yüce Meclisimize aktarıp çözüm önerilerimizi sıralayarak Sayın Hükûmetimizi uyarmayı bir görev addediyorum. Dolayısıyla da bütün engellilerimize ve ailelerine saygı ve sevgilerimi sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, Dünya Sağlık Örgütü tarafından yayınlanan bir raporda ülkemizdeki engelli vatandaşların sayısı 7,5 milyon, Hükûmet tarafından hazırlanan kanun gerekçesinde ise 8,5 milyon olarak ifade edilmektedir. Bu oran ülke nüfusumuzun yüzde 12,29’una tekabül etmektedir. Engellilerimizin birçoğu eğitim, sağlık, istihdam, sosyal, ekonomik ve gelişen teknolojinin imkânlarından maalesef yeterince yararlanamamaktadırlar. Sosyal hayat standartları oldukça kötü olan engellilerimizin, problemlerinin çözülmesiyle, kendilerine fırsat tanındığında her türlü başarıya imza atabilecekleri bilinmektedir. Böylece engellilerimiz hayatlarını, tüketen değil, üreten vatandaşlar olarak devam ettirebilme imkânına kavuşacaklardır.

Türkiye’de 1889 yılında başlayan özürlülerle ilgili çalışmalardan günümüze kadar geçen yüz on sekiz yılda birçok yasalar, yönetmelikler çıkartılıp uygulanmasına rağmen, maalesef, engellilerimizin problemlerinin hâlâ çözüme kavuşturulabildiğini söylemek mümkün değildir. Hâlâ ülkemizde kaç engelli vatandaşımızın var olduğunu tespit edebilmiş değiliz.

Günümüzde engelli vatandaşlarımız fiziki, mimari engellerle evlerine hapsolunmaktadırlar. İş bulup üretken olabilmeleri sadece çalışma kotasıyla sınırlı kalmaktadır. Asgari eğitim seviyesinin ilerisine çıkamadıkları için iş bulmaları da güçleşmiştir.

Vatandaşlarının bugününü ve yarınını güvence altına almakla sorumlu olan devletimiz, özürlü olma sebeplerini ortadan kaldırmayı ya da asgari seviyeye indirmeyi maalesef başaramamıştır. Alınan tedbirlerin yetersiz oluşu sebebiyle, her yıl binlerce insan trafik kazalarıyla engelli hâle gelmektedir. Her yıl tam olarak kaç çocuğumuzun engelli olarak doğduğunu dahi bilmiyoruz!

Engellilerimizin sosyal hayatın, eğitim hayatının, çalışma hayatının içinde olmaları gerekmektedir. Kamu kurumlarının yüzde 3 özürlü personel çalıştırma kriterinin uygulanmadığı, Devlet Personel Dairesi Başkanlığı verilerine dayanılarak tespit edilmektedir. Hatta bazı kurumların hiç özürlü personel çalıştırmadığı da ortadadır. Devlet kurumlarında çalıştırılması gereken özürlü personelin sadece yüzde 18’inin istihdam edilebilmesi engellilerimize yapılan en büyük haksızlıktır. Oysa sosyal devlet anlayışının gereği olarak kamunun öncelikle engelli vatandaşlarımıza sahip çıkması gerektiğini düşünüyoruz.

Okuma yazma bilen engelli oranının yüzde 36 civarında olduğu ülkemizde, bu vatandaşlarımızın eğitim görecekleri okul, rehabilitasyon merkezleri ve benzeri kurumların artırılması bir ihtiyaç hâlini almıştır. Ayrıca, engellilerimizin özür derecelerinin tespitinde zaman zaman yaşanan sorunların giderilebilmesi için tıbbi standartların yeniden gözden geçirilmesinde fayda mülahaza ediyoruz. Engellilere yönelik mesleki rehabilitasyonların gerçekleştirilerek yerel yönetimlerin bu konudaki hizmetlerinde etkinlik sağlanmalıdır. Engellilerin günlük hayatını kolaylaştıran araç gereç ve ortez, protez temininde destek sağlanmalı, sağlık kuruluşları engelliler için ulaşılabilir olmalı, engelli bakım hizmetleri sosyal bir hak olarak kabul edilmelidir. Engellilere çeşitli kamu kurum ve kuruluşları için sağlanan sosyal yardım ve hizmetler için aranan muhtaçlık ölçütleri gerçekçi ve objektif esaslara dayandırılmalıdır. İmar mevzuatının engelliler ile ilgili hükümleri etkin biçimde mutlaka uygulanmalıdır. Engellilerin karşılaştıkları hastalıkların teşhis ve tedavisi koruyucu sağlık hizmetleri kapsamında ücretsiz yapılmalıdır. Engelli gençlerin eğitimlerine normal olarak devam edebilmeleri için, fiziki ve sosyal çevrelerin oluşturduğu engeller ortadan kaldırılarak gerekli eğitimin altyapısı ve teknolojik imkânlar arttırılmalıdır. Engelli ve korunmaya muhtaç çocukların öncelikle aile yanında yetişmelerini sağlayacak şekilde muhtaç durumdaki ailelere sosyal destek verilmelidir.

Değerli milletvekilleri, soruyorum size: Sayısını dahi net bilemediğimiz insanlarımız için ne yapabiliriz? Burada Hükûmete sesleniyorum: Gelin, Türkiye Sakatlar Konfederasyonu temsilcilerinin içinde bulunacağı bir komisyon kurularak bu işi bitirelim; bitirelim ki engelli vatandaşlarımızın hak ettikleri insanca yaşama haklarını kendilerine verelim. Şimdiye kadar gasbedilmiş olan bu haklarını vermek sosyal sorumluluk çerçevesinde ele alınmalıdır.

Ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler, devletin bireylerine eğitim, sağlık, istihdam gibi konularda fırsat eşitliği yaratılmasını ve ayrımcılığın kesin olarak yasaklanması konusunda yükümlü kılmıştır. Bu sebeple, kendisini demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olarak tanımlayan modern Türkiye Cumhuriyeti devletinin özürlü vatandaşlarına her alanda diğer vatandaşlarıyla fırsat eşitliği sunması ve ayrımcılığı engellemesi çağdaş demokrasinin ve insan hak ve özgürlüklerinin de bir gereğidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; engelli vatandaşlarımızın tespit edilen başka sorunları da vardır; bunları kısaca sıralamak istiyorum: Özürlü kişi istihdam, eğitim ve binalara erişim, mal ve hizmetlerin sağlanması gibi kamu hayatının birçok alanında özürlü olmayan kişilere göre mağdur durumdadır. Bu mağduriyetin giderilmesi gerekmektedir.

Sağlık kurulu raporlarında, Dünya Sağlık Örgütü tarafından yayınlanan işlevsellik, yeti yitimi ve sağlığın uluslararası sınıflandırılması kriterleri esas alınmalıdır.

Özürlülerde mesleki eğitim de yetersizdir. Dolayısıyla mesleki eğitim sadece kurslarla değil, temel eğitimden başlamak üzere eğitim sürecinin bütün aşamalarında yeniden ele alınmalıdır.

Bütün iş yerlerinde özürlü çalışanların kariyer yükseltilmesine fırsat eşitliğinin sağlanması için gerekli düzenlemeler yapılmalı, yeterlilik ve liyakat esas alınmalıdır.

Ayrımcılık konusunda iş verenlerin, işe alan kişilerin, özürlülerin ve son olarak da toplumun yaygın biçimde eğitilmesi gerekmektedir.

Özürlülerin istihdamı konusunda acilen çalışmalar yapılarak daha çok özürlünün iş ve meslek sahibi olması sağlanmalıdır. Ayrıca zihinsel özürlülerin istihdamı konusunda da çalışmalar yapılmalı, görme özürlüler meslekleriyle ilgili alanlarda çalıştırılmalıdırlar.

Özürlüler Yasası’nda işitme engellilerle yine en büyük kazınım işaret dilinin resmî olarak tanınması olmuştur. Ancak aradan geçen süre içinde, Türk işaret dilinin konulması hususunda çıkan yönetmelikler hayata geçirilemediği için, Türk işaret dili uygulaması gerçekleşememiştir. İşaret dili hakkında materyal ve doküman eksikliği, işaret dilini bilen öğretmen yetiştirilememesini, öğretmensizlik de işitme engelli bireylerin eğitimini engellemektedir. Borçlar Yasası’nda 15’inci madde tasarı metninde “Usulüne göre onaylanmadıkça veya imza ettikleri sırada metnin içeriğini bildikleri ispatlanmadıkça körlerin imzaları onları bağlamaz.” hükmü görme engelli kardeşlerimizin...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Yunusoğlu, buyurun efendim.

SÜLEYMAN LÂTİF YUNUSOĞLU (Devamla) – ...imzalarının iki tanık huzurunda tanımlanıp kanıtlanması çağrıştırmasının, endişe duyulduğundan görme özürlü kardeşlerimizin haklarının geri alınması şeklinde yorumlanmaktadır.

Mevcut sistem içinde özürlüler araç edinebilmekte, ÖTV’den muaf sayılmaktadırlar ancak sağ ayağı özürlü olan ÖTV’den yararlanabilirken sol ayağı özürlü olan yararlanamamaktadır. Bu basit durum, fiilî bir soruna dönüştürülerek eşitsizlik yaratmaktadır. Bu eşitsizliğin de mutlaka ortadan kaldırılması gereğine inanıyoruz.

İş yerlerinin fiziksel ortamının özürlü bireylere göre düzenlenmesi, araç ve gereçlerin ergonomik tasarımları hususunda çalışmalar bir an önce tamamlanmalı ve uygulamaya geçilmelidir. Fiziksel çevrenin özürlülere yönelik düzenlenmesinde araştırma, planlama, tasarım ve uygulama aşaması, Konfederasyonun, federasyonların ve bağlı derneklerin de görüşü alınarak acilen çözümlenmelidir. Dolayısıyla Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir konu...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SÜLEYMAN LÂTİF YUNUSOĞLU (Devamla) – Bitiriyorum Başkanım.

BAŞKAN – Buyurun.

SÜLEYMAN LÂTİF YUNUSOĞLU (Devamla) – Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir komisyon kurularak araştırma yapılması gerekliliğine işaret etmek istiyoruz. Son on yılda sorunu yeni keşfetmeye başlayan toplumumuz için özürlülerin taleplerinin gündeme taşınması, sorunun insan hakları, örgütlenme ve mücadele düzleminde ele alınması çağdaş demokrasinin bir gereğidir.

Sözlerime burada son verirken yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yunusoğlu.

Grup önerisinin aleyhinde, Kocaeli Milletvekili Sayın Azize Sibel Gönül.

Buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AZİZE SİBEL GÖNÜL (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisinin, engellilerin içinde bulundukları sosyal ve psikolojik sorunların tespiti ve bu sorunların çözümü amacıyla, Anayasa’nın 98’inci, İç Tüzük’ün 104’üncü ve 105’inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesinin Türkiye Büyük Millet Meclisinin bugünkü gündemine alınmasına ilişkin grup önerisinin aleyhinde söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, engelli vatandaşlarımız başımızın tacıdır. Onların hak ettiği standartlarda bir yaşam kalitesi sunmak da en önemli görevlerimizdendir. Bu bilinçledir ki AK PARTİ iktidarları döneminde engelli vatandaşlarımıza yönelik çok önemli çalışmalar gerçekleştirilmiş, onların daha rahat bir yaşam sürdürebilmesi için gerekli maddi ve manevi destekler verilmiştir ve verilmeye de devam edecektir çünkü Türkiye, uluslararası planda, engelli haklarına yönelik değişen politikaların parçası olma iradesini göstermiştir. Bu umut verici değişiklik sonucu Türkiye, Avrupa Birliğinin engelli haklarına yönelik düzenleme ve uygulamalarını benimsemiş hem de Birleşmiş Milletlerin Engelli Kişilerin Hakları Sözleşmesi’ni imzalayarak, engellilerle ilgili uluslararası düzeydeki kapsamlı engelli hakları konusundaki politika değişikliklerine taraf olmuştur.

Bugün ülkemizde, özürlü evladına evde bakan ailelerimize aylık para desteği ve erken emekli olma hakkı verilmektedir. Yine, özürlü çocuklarımıza aylık eğitim desteği ödemesi yapılmaktadır. Ağır özürlü olup da okula gidemeyen çocuklarımız okullarına ücretsiz olarak taşınmaktadır. Keza, çeşitli alanlarda birtakım düzenlemeler yine yapılmıştır; Vergi Kanunu’nda engelliler lehine yapılan çeşitli düzenlemeler bulunmaktadır ve bunlar, emlak vergisinden, gümrük vergisinden, gelir vergisine kadar çeşitlenmektedir.

Bugün Türkiye’de yapılı çevrede bulunan engellerin özürlülerin var olan hizmetlere ulaşmasını kısıtladığını gözlemlemekteyiz. Bu durumun özürlülerimizin istihdama yeteri kadar katılamamasına, sağlık, eğitim hizmetlerinden etkin bir şekilde faydalanamamasına, sosyal ve kültürel hayatta yer alamamasına, sonuçta evine kapanarak toplumsal yaşamdan dışlanmasına neden olduğu gözlenmiştir. Bu nedenle, Özürlüler İdaresi Başkanlığınca, özürlüler için yapılacak çevresel düzenlemelere bir standart getirilerek bu, seksen bir il valiliklerine ve yerel yönetimlere ulaştırılmıştır. Demin de konuşmacı arkadaşımızın bahsettiği gibi, mimari yapılanmadan, okullardan, hastanelerden, kamu yapılarından, yollardan taşıtlara kadar bu noktada bütüncül bir standart getirildiğini burada sizlerle paylaşmak istiyorum.

Geçen aylarda Ankara’da toplanan 4. Özürlüler Şûrasının ana temasının da istihdam olduğunu burada bir kere daha hatırlatıyorum ve Şûrada alınan kararların da birer birer hayata geçirildiğini anımsatmak isterim.

Değerli milletvekilleri, bugün bu öneriyi veren Milliyetçi Hareket Partisi, ne kadar ilginçtir ki daha çok kısa bir süre önce Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülen Anayasa değişiklik paketinde özürlü vatandaşlarımıza yönelik pozitif ayrımcılık yapılmasıyla ilgili maddede blok hâlinde “hayır” oyu vermişti. Gönül isterdi ki o maddenin görüşmelerinde de bu hassasiyeti, bu duyarlılığı gösterselerdi. Ben bu konuyu milletimizin takdirine bırakıyorum.

Milliyetçi Hareket Partisinin vermiş olduğu araştırma önergesinin konusunun bizim her zaman gündemimizde olduğunu belirtiyorum ancak Büyük Millet Meclisinin daha önceden belirlenen bir gündemi bulunmaktadır ve yoğun gündemi itibarıyla öncelikli olarak çıkarılması gereken kanun tasarı ve teklifleri olduğunu ve bunların Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu tarafından belirlendiğini belirtmek istiyorum.

Araştırma önergesinin bugünkü gündeme alınması, yasalaştırılması, planlanan önemli kanun tasarı ve teklifleriyle ilgili gündemin aksamasına neden olacağından Milliyetçi Hareket Partisinin grup önerisinin aleyhinde olduğumu belirtiyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Kandilinizi tebrik ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu! Bu nasıl tutarlılık oldu şimdi Sibel Hanım?

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Grup önerisinin lehinde İstanbul Milletvekili Sayın Sacid Yıldız.

Buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

SACİD YILDIZ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisinin vermiş olduğu -tam bir yıl evvel, bir yılı da geçmiş, 2009’un Mayıs ayında vermişler- engellilerle ilgili önergesi üzerine söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi sevgiyle selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, özürlülük günlük yaşama katılmayı engelleyen fiziksel işlevlerdeki bir sınırlılık hâlidir. Özürlülük doğuştan ya da sonradan meydana gelebilen bir durumdur. Elimde bir liste var benim. Buna göre, Türkiye'de özürlüler ayrılmış, dünyada da böyle, bu şekilde; genellikle ortopedik özürlüler yani bacağı, kolu sakat olanlar, görme özürlüler, işitme özürlüler, dil ve konuşma özürlü ve zihinsel özürlüler diye ayrılmış.

Bunlardan, özürlülerin çoğu doğuştan değil, sonradan olmadır değerli arkadaşlar. Mesela, örnek vereyim: Ortopedik özürlülerin yüzde 73’ü sonradan, yüzde 23’ü doğuştan, yüzde 3 kadarı da bilinmeyen nedenlerle oluyor. Bu, tüm kadın ve erkeklerdeki rakamlar; ayrı ayrı kadınlarda, erkeklerde de rakamlar var ama onları vermek istemiyorum. Görme özürlülerin gene yüzde 76’sı sonradan, yüzde 20’si doğuştan; işitme özürlülerin yüzde 67’si sonradan, yüzde 29’u doğuştan, yüzde 3 kadarı bilinmeyen nedenlerle; dil ve konuşma özürlülerinde ve zihinsel özürlülerde, aşağı yukarı, sonradan olma biraz daha, az değil ama öbürlerine göre az; mesela dil ve konuşmada sonradan özürlü yüzde 50, doğuştan yüzde 46; zihinsel özürlülerde de sonradan yüzde 40, doğuştan yüzde 47 oluyor.

Bu demektir ki, bu doğuştan değil, sonradan oluyor.

Sonradan olan özürlülükler engellenebilir, azaltılabilir, doğuştan da azaltılabilir, ona da konuşmamda değineceğim. Sonradan özürlü olma hâli, kazalar ve kronik hastalıklar neticesinde meydana gelmekte iken doğuştan özürlülüğün nedenleri ise öncelikle genetik ve kalıtsal hastalıklar ve bunlara bağlı bozukluklardır, gebelik süresince geçirilen bazı hastalıklar, ilaç ve madde kullanımı ve yetersiz beslenmedir. Mesela, bundan otuz-kırk sene evvel bir ilaç alınmıştı –Almanya’da meşhur- buna bağlı kol, bacak sakatlıkları ortaya çıkmıştı. Doğuştan özürlülük nedenleri önlenebilir nedenlerdir, sonradan özürlülük nedenleri ise azaltılabilir nedenlerdir. Ülkemizde özellikle akraba evliliklerini düşünürsek bu akraba evlilikleri ülkemizde yüzde 29 oranındadır, Güneydoğu’da yüzde 37’lere kadar çıkmaktadır ve bu akraba evliliklerinden sonra doğan çocuklarda büyük oranda, bunların üçte 1’i özürlü olmaktadır. Bunlar, basit, önlenebilir nedenlerdir. Oysaki mesela trafik kazaları, deprem, terör, silahlanma sonucunda sonradan olan şeyler de oldukça engellenebilir, azaltılabilir.

Ülkemizde 8,5 milyon özürlü yaşamaktadır. Türkiye, özürlüler sorununu en yoğun yaşayan ülkelerin başında gelmektedir. Bunun tartışılmaz bir gerçek olduğu, bu gerçeğe rağmen, özürlü yurttaşlarımızın büyük bir kısmının eğitim ve sosyal açıdan karşılaştıkları sorunların çözüme kavuşturulmadığı da bilinen bir gerçektir. Ülkemizde yaşayan özürlü vatandaşlarımız ne yazık ki bu gerçekler bilindiği hâlde hâlâ hak ettikleri yaşamı sürdürememektedirler ve oldukça ihmal edilmektedirler. Özürlülük, sadece bu sorunu yaşayan kişiyi değil, ailesini, yakın çevresini, tüm toplumu ekonomik, sosyal ve psikolojik olarak etkileyen bir sorundur. Özürlü yurttaşlarımız bu ülkenin ikinci sınıf yurttaşı değillerdir. Onları anlayarak, yaşadıkları sorunları içselleştirerek sorunlarına kalıcı çözümler bulabilirsek ancak o zaman sosyal devlet olabiliriz çünkü özürlü yurttaşlarımızın sorunları bir insan hakları sorunudur değerli arkadaşlar. Türkiye’de yaşayan emeklilerin sorunları, yoksulların sorunları, işsizlerin sorunları, yaşlıların sorunları nasıl bu ülkenin ortak sorunu ise özürlülerin sorunları da bu anlayışla ele alınmalıdır.

Sayın Lokman Ayva da salonumuza geldi, inşallah bunları dinliyordur. Aynı komisyonda çalışıyoruz ama Lokman Bey’in görme özürlü olmadığı, her şeyi gördüğü söyleniyor arkadaşları arasında. İnşallah, bizi de dinler. Bu konularda çözüm arayışları da var, yoğun çalışmaları da var kendisinin. Kendisine teşekkür ediyoruz.

Özürlüler, yasal haklarını kullanırken birçok sıkıntıyla karşılaşmaktadırlar. Çıkarılan yasalar, kâğıt üzerinde önemli hak ve kazanımlar getirmiş gibi görünse de bunlar, yasa sayfalarında kalmaktadır. 3 Aralık 2008’de, Dünya Özürlüler Günü’nde, uluslararası anlaşmayı burada onayladık fakat bunlar günlük yaşama geçmedi değerli milletvekilleri. Onayladık ama, bunu en iyi belki Lokman Ayva arkadaşımız bilir, günlük yaşama geçmedi. Çok iyi yasalar çıkarıyoruz, uluslararası uyum yasaları çıkarıyoruz ama bunları ne yazık ki yaşama geçiremiyoruz.

Özel eğitim ve rehabilitasyon hizmetleri de Anayasa’ya göre devletin asli yükümlülüğü iken son yıllarda hızla özel sektöre devredilmiş ve bu alanda acımasız bir rekabetin doğmasına neden olmuştur. Özel eğitim merkezlerinde verilen eğitim, özürlülerin gelişimine yetmemektedir.

Değerli arkadaşlar, özürlüler için eğitim çok önemlidir. Bu nedenle, eğitimlerinin -benden evvelki konuşmacılar da değindi zaten bu konuya- desteklenmesi gerekmektedir çünkü özürlülerin en önemli sorunu, eğitimsizlik, yoksulluk, işsizlik ve bu nedenle istihdam edilememe, üretken olamama durumlarıdır. Bunlar, kısır döngü hâlinde şey yapmaktadır; eğitimsizse iş bulamamaktadır, iş bulamayınca yoksullaşmaktadır, yoksul olunca rehabilitasyon yapamamaktadır, kendisini geliştirememektedir. Zaten özürlü bir kimse, engelli bir kimse, eğitilmemişse, dediğim gibi, bu kısır döngü içine girmektedir değerli arkadaşlar.

Özürlülerle ilgili sivil toplum kuruluşları, bu hizmetleri özel sektöre devrederek, özelleştirerek, engelliler üzerinden rant sağlanmasına son verilmesini istemektedirler. Ayrıca, devletin körler okullarını kapatması da özürlülerimizi oldukça mağdur etmiştir. Ülkemizde –yanlışım varsa Lokman Bey düzeltir- 700 bin civarında görme engelli kişi var.

Değerli arkadaşlar, bunların 48 bin tanesi çocuk ve bunların ancak 3.500 kadarı özel eğitim alabilmekte yani bunları eğitemiyoruz, 48 bin çocuğu eğitemiyoruz.

Özürlüler için, fiziksel çevrenin, kamu binalarının ve kamusal kullanım alanlarının kendilerine uyumlu hâle getirilmesi büyük önem taşımaktadır. Mesela, önümüzde gene referandum var, iki ay sonra referandum var. Ben, daha evvel konuşmamda da söyledim, bu engellilerin 1’inci katta oy vermeleri, sandıkların o şekilde ayarlanması lazım ama maalesef, engellilerin 1’inci, 2’nci, 3’üncü katta sandıkları olmakta, oy verememektedirler, siyasal haklarını kullanamamaktadırlar.

Engellilerle ilgili bir toplantı düzenleniyor. Bu toplantı her nedense Harbiye Kültür Merkezi’nde düzenleniyor. Orada, televizyonlarda da gördük, engelliler oraya girip çıkamıyorlar. Engelliler adliyeden hakkını alacak, adaletten, mahkemeden hakkını alacak; oraya girip çıkamıyor. Hatta bu vesileyle bir engelli, arabası harap olduğu için Adalet Bakanına dava açmıştı. Engellilerle ilgili, metrobüs kuruyoruz, onların ulaşımını sağlayamıyoruz. Tiyatro ve diğer, bale, opera sahnelerinde her zaman engellilere uygun alanlar yok. Bunu da ben Kültür Bakanına sormuştum, cevabı da bu şekilde: “Bir kısmında var ama hepsinde yok.”

Fiziki çevre koşulları özürlülere uygun olmadığından binlerce özürlü evlerinde hapis hayatı yaşamaya mahkûm edilmektedirler. Trafik lambaları görme engelliler için kullanılabilir hâle getirilmeli, tüm kamu binalarında görme engellilerin alfabesiyle işaretlenme yapılmalıdır.

Anayasa’nın 61’inci maddesinde “Devlet, sakatların korunmaları ve toplum hayatına intibaklarını sağlayıcı tedbirler alır.” ifadesi yer almaktadır. Bu hüküm mutlaka en kısa zamanda yerine getirilmelidir.

Ülkemizde ağır bir şekilde yaşanan ekonomik kriz, istihdam alanında onarılması güç sorunların doğmasına neden olmuştur. İstihdam alanında ortaya çıkan bu sorunlardan özürlü yurttaşlarımız da olumsuz etkilenmektedir. O nedenle, özel gerekçeleri nedeniyle istihdam sorununu daha ağır yaşadıkları gerçeği göz ardı edilmeden, özürlülerin istihdamına dönük olarak yaşadığı sorunlara kalıcı çözümler bulunmalıdır.

Özürlülüğü yalnızca engellilerin ya da ailelerinin karşı karşıya bulunduğu bir sağlık sorunu olarak değil, sosyal boyutlarıyla toplumu yakından ilgilendiren bir konu olarak ele almak onlara yapılmış en büyük iyilik olacaktır. Bu sorunları çözmede siyasi iradeye büyük görevler düşmektedir ve her milletvekili bu konuyu titizlikle ele almak zorundadır. Herkesin bir gün kendisinin de özürlü olabileceği gerçeğini akıldan çıkarmaması ve özürlülerimize bu şekilde yaklaşması gerekmektedir.

Cumhuriyet Halk Partisi olarak her ortamda özürlülerin sorunlarını dile getirdik ve getirmeye de devam edeceğiz. Onların bu ülkede hangi sıkıntılarla karşı karşıya olduklarını çok iyi bilmekteyiz. Özürlü yurttaşlarımızın daha iyi bir yaşam düzeyine kavuşturulmasının toplumsal bir sorumluluk olduğunun bilincindeyiz. Parti programımızda da özürlülere ilişkin geniş yer vardır, geniş yer ayırdık. Cumhuriyet Halk Partisi olarak konuyla ilgili çok sayıda soru önergesi, araştırma önergesi ve kanun teklifi verdik. Bu araştırma önergelerinden bir kısmını izninizle söyleyeyim: Mesela Ali Rıza Ertemür’ün, Denizli Milletvekilimiz; Rıza Yalçınkaya’nın, Bartın Milletvekilimiz; Hulusi Güvel’in, Adana Milletvekilimiz; Çetin Soysal’ın, İstanbul Milletvekilimiz, araştırma önergeleri vardır. Çok sayıda hepimizin soru önergesi vardır. Benim engellilerle ilgili yasa teklifim var.

Sayın Aliye Kavaf’a sorduğumda “Niye kamuda engelliler çalışmıyor?” diye… Çünkü kamuda 48.549 kadronun 38.192’si boş yani yüzde 79’u boş ve bu kamuda boş olan kadrolar, bunların çoğunu söyleyeyim: Mesela Adalet Bakanlığında –verilen cevapta bana- İçişleri Bakanlığında…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Yıldız, konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

SACİD YILDIZ (Devamla) – Teşekkür ediyorum.

…Sanayi ve Ticaret Bakanlığında, Ulaştırma Bakanlığında, Sağlık Bakanlığında hiç özürlü çalıştırılmadığı bildirilmekteydi. Sayın Aliye Kavaf’ın resmî yazısı elimde, bunlar var ayrı ayrı bakanlıklarla ilgili. Bu konuda, istihdam konusunda “Niye çalıştırılmıyor?” diye sorduğumda, Sayın Aliye Kavaf, 25 Aralık 2009’da verdiği cevapta kamu kurum ve kuruluşlarının bu konuda, özürlü çalıştırılması konusunda gerekli hassasiyet ve özeni göstermedikleri, özürlüler için açılacak sınavların kamu kurum ve kuruluşlarınca ayrı ayrı yapılması gerektiğinden özürlülerin istihdamında sorunlar yaşandığını söylemişti. Yani iki sorun söylemişti: Bir “Kamu kurum ve kuruluşları gerekli hassasiyeti göstermiyor.” diyordu Sayın Aliye Kavaf ve siz İktidarsınız, Hükûmetsiniz, kamu kurum ve kuruluşlarını siz çalıştıracaksınız değerli arkadaşlar, biz çalıştırmayacağız, bunları denetleyeceksiniz.

İkinci sorun ise merkezî sınavın olmamasından yakınıyordu. Bunu da getireceksiniz ama ben bu yakınma, bu cevaptan sonra bir yasa teklifi hazırladım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SACİD YILDIZ (Devamla) – Çok önemli, bir dakika daha rica ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Hocam.

SACİD YILDIZ (Devamla) – Sayın Aliye Kavaf’ın ve Hükûmetin işini kolaylaştırır diye bu yasa teklifinin Bakanlığın projelerine yardımcı olacak bir çalışma olarak algılanmasını, daha da önemlisi bu teklifin yasalaşması sonucunda işe girecek özürlü yurttaşlarımıza ve ailelerine maddi, sosyal ve psikolojik açıdan getireceği olumlu etkilerin göz önünde bulundurulmasını ve AKP Hükûmetinin de konuya bu açıdan bakmasını dilemiştim. Bu yasa teklifinde iki şey söylemiştim değerli arkadaşlar, bu yasa teklifi de önümde var, 657 sayılı Yasa’nın 53’üncü maddesinin birinci fıkrasında değişiklik önermiştik. Bunu da vereli yedi sekiz ay oldu. Sayın Aliye Kavaf’la da görüştüm, gündeme alacağını söylemişti.

“Devlet memurluğuna alınmada yapılacak olan merkezî sınavın hangi şekilde ve nasıl yapılacağı hususları, konuyla ilgili sivil toplum örgütlerinin, meslek odalarının, sendikaların ve derneklerin de görüşleri alınarak…” demiştim, bir değişiklik bu.

İkinci değişiklik -fazla uzatmak istemiyorum, Başkanın hoşgörüsüne teşekkür ediyorum- ikinci konu da: Kamu kurum ve kuruluşlarının özürlü çalıştırmamaları nedeniyle onlara bir maddi yükümlülük, onlara bir ücret ve bu olacak maddi yükümlülüğün de gene özürlüler için kullanılmasını önermiştim.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Bu konuda söylenecek çok şey var. İnşallah gündeme alınır. İnşallah bizim araştırma önergeleri, yasa teklifimiz de gündeme alınır ve özürlülere bir çare bulmuş oluruz.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

Başkanım, çok teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yıldız.

Grup önerisinin aleyhinde İstanbul Milletvekili Sayın Lokman Ayva. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Lokman Bey, buyurun.

LOKMAN AYVA (İstanbul) – Sayın Başkanım, aziz milletimin kıymetli vekilleri; hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Bütün vatandaşlarımızın kandilini Meclisimizdeki sizler nezdinde tebrik ediyorum.

Efendim, aslında yanlış adam gibi bir şey oldu ama doğru yer çünkü başka bir önerim var özürlülerin meselelerinin araştırma önerisiyle gündeme gelmesi hususunda.

Öncelikle MHP Grubuna çok teşekkür ediyorum böyle bir konuyu gündeme getirdikleri için. Bu vesileyle bu görüşlerimizi de paylaşmış olacağız.

İkincisi, CHP’den arkadaşımız, Hocamız Sacid Yıldız Bey’e tespitleri ve katkıları için çok teşekkür ediyorum. Tabii ki Sibel Hanım’a, Kocaeli Milletvekilimize de özel olarak teşekkürlerimi ifade etmek istiyorum.

Burada şöyle bir gündeme gelmemiz gerektiğini müsaadenizle arz etmek istiyorum: Memleketimizde, biliyorsunuz, yüzyıllardır değişik faaliyetler, hizmetler yapıldı. Son yıllarda, son belki kırk elli yıldır hizmetten ziyade sözün, lafın çok olduğu bir dönem yaşandı. Şimdi artık sözün bitip hizmetin başlaması, insanların mutlu olması için bir şeylerin yapılması gerektiği dönem. Bu anlamda, bu dönemi başlatan, Belediye Başkanlığından beri başlatan kişilerin başında Sevgili Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan geliyor. 94’te başlattığı çok önemli bir hamle oldu Türkiye’de, yerel yönetimlerde başlattı. Daha sonra bu merkezî hükûmette de aynen devam etti, AK PARTİ’nin kuruluşu ve seçimlerden sonra Hükûmetin kuruluşundan sonra büyük bir şekilde devam etti.

Burada şunu çok önemli bir şekilde arz etmek istiyorum: Hakikaten hem geçen dönem yani 22’nci Dönemde hem de bu 23’üncü Dönemde gördüğünüz gibi, bu konu olduğunda ne kavga çıkıyor ne tartışma ne ciddi kalp kırma, hiçbir şey olmuyor. Yani Meclisimizin, siz değerli milletvekillerimizin hem geniş hoşgörüsü hem yardımseverliği hem de hamiyetperverliği bu konuyla örtüşen bir vaziyette. Bu anlamda, bu fırsatın Türkiye için çok önemli bir imkân olduğunu düşünüyorum ve bu imkânı da değerlendirmek lazım. Bu güzelliği bütün ülkemizin her iline, her ilçesine, her kasabasına, her köyüne yaymak ve insanlarımızı bu noktada mutlu etmek gerektiğini düşünüyorum.

Bu anlamda, şöyle bir genel olarak baktığımız zaman çok büyük değişiklikler olmuş son on yılda, inanılmaz değişiklikler olmuş. Şu anda Avrupa Konseyinde –işte, bendeniz de ülkemizi temsilen Konseye katılıyorum- özürlülere karşı ayrımcılığın suç olduğu yegâne birkaç ülkeden birisi Türkiye’dir. Bu çok önemli bir gelişme, dünya açısından da önemli bir gelişme. Körlerin imzasının geçerli olduğu birkaç Avrupa ülkesinden birisi Türkiye’dir. Bu çok önemli bir gelişmedir ve insanımız bu noktada, ülkemizle, sizlerle, Türkiye Büyük Millet Meclisimizin çıkardığı bu kanunlarla ve bu hizmetleri veren Hükûmetimizle iftihar ediyor ve iftihar etmekte de son derece haklıdır.

Geçen pazar Türkiye’de çok önemli bir olay oldu, özürlüler bağlamında söylüyorum. Ülkemiz kuruldu kurulalı, cumhuriyetimiz kuruldu kurulalı bir anda 5 bin özürlünün istihdam edildiği, devlet memuru olarak istihdam edildiği yaşanmamıştır, bu çok büyük bir olay. Yani ben siyasi dar kalıplara girip de birbirimizin bu güzelliklerini görmezden gelmenin doğru olduğunu düşünmüyorum. Bu, hepimizin iftihar edeceği bir olay, Türkiye’yi biz bu duruma getirdik.

Biliyor musunuz, şu anda bu 5 bin insandan bini öğretmen olarak görevlendirilecek. Daha çok yakın zamana kadar özürlülerin öğretmen olması bu memlekette yasaktı. Bu çok önemli bir değişimdir. Buna, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki bütün partilerimizin Hükûmetimizin arkasında durarak katkıda bulunduğunu kabul etmeliyiz ve bence bu icraatla hepimiz iftihar etmeliyiz.

Daha da güzel bir tarafı şu: Millî Eğitim Bakanlığımıza, Sayın Bakanımıza ve ekibine çok teşekkür ediyorum, özürlülerle ilgili sınav organizasyonu yapmak çok zordur, görme özürlüye okuyucu bulacaksınız, tekerlekli sandalyenin girebileceği yer ayarlayacaksınız, sağır dilsiz arkadaşımıza işaret dili tercümanı bulacaksınız, bütün bunların organizasyonu çok zordur. Biliyor musunuz, danışmanlarım Mecliste nöbet tuttular, çağrı merkezi, bu 444 60 00’ı görevlendirdik, cumartesi pazar çalıştılar ama bir tane şikâyet gelmedi ve pazartesi günü ben bir özürlü annesinden, Amerika’da yaşarken Türkiye’ye gelmiş bir özürlü annesinden bir mail aldım, gerçekten duygulandım. O mektubu da aslında sizlere arz etmek istiyorum, yani anne diyor ki: “Ben ülkemle gurur duyuyorum. Amerika’da da yok, Avrupa’da da yok bu kadar kolay ve çabuk imkâna erişebilme durumu, şartları.” Bu çok önemli bir fırsat ve bizim, hepimizin gurur duyacağı bir ülkemiz var özürlüler açısından.

Peki, mimari engeller, fiziksel çevrenin uyumlanması, insanların bakış açıları, her şey bitti mi? Hayır, elbette ki bitmedi ve şu anda benim çağrıda bulunmak istediğim nokta burası. Bizim sizden şöyle bir talebimiz var özürlüler olarak: Gelin, partilerimize mensup belediyelerimize rica edelim, baskı yapalım ve fiziksel çevreyi düzeltme konusunda yarışa girsinler. AK PARTİ’li belediye başkanları, Cumhuriyet Halk Partili belediye başkanları, MHP’li belediye başkanları, BDP’li belediye başkanları, DSP, Demokrat Parti, neyse, bütün Türkiye’deki belediyelerimiz özürlüler noktasında fiziksel çevreyi düzeltmeyle ilgili yarışa girsinler. Bu konuda ben, özel olarak, yani oturup toplantılar yapmaktan, birbirimizin zamanını almaktansa bu tür bir çalışmaya girmenin çok daha faydalı, çok daha iyi sonuç vereceğini düşüyorum.

Bir başka talebim de şu: Eğer sizlerce de uygunsa partilerimiz, okula devam etmemiş özürlü kardeşlerimizi eğitime yönlendirsinler. Bu çok önemli bir şeydir. Çok büyük sivil toplum hareketleri sayılırız aynı zamanda biz partiler olarak. Dolayısıyla özürlü insanları eğitime yönlendirmek, mesleki eğitim kazanmaları noktasında teşvik etmek son derece etkili. Nasıl Tayyip Bey’in konuşması her konuda etkili olabildiği gibi özürlüler konusunda da tavsiyeleri etkili olacaktır, Devlet Bey’in de etkili olacaktır, Deniz Bey’in ve Kemal Bey’in de tavsiyeleri, Selahattin Bey’in de tavsiyeleri bütün sevenlerini etkileyecek ve eğitime, mesleki eğitime, altın bileziğe yönlendirecektir. Bu noktada çaba, gayret, tavsiye ve teşvik talep ediyorum. Bu anlamda, Türkiye'nin çok önemli bir değişimi de yaşayacağını düşünüyorum.

Özürlüler bağlamında, ülkemizde şöyle bir yeni bakış açısı doğmaya başladı: Yani farklı insanları tolere etmek. Hepimiz zaten farklıyız. Malumunuz, parmak izimizden tutun göz şeklimize kadar farklıyız ama bu farkımızın birbirimizin yok edileceği, yani bu farkları yok etmeye yönelik bir yapının, bir tasarımın olması doğru değil. Bu anlamda bu farklılıkların doğal olduğunu da artık anlamaya başlayacağız.

Ben, Türkiye’de bu farklılıkların tolere edilmesi, hatta farklılıklardan fayda üretilmesi, faydaya dönüştürülmesi noktasında da bu tür çalışmaların güzel bir vesile olacağını düşünüyorum.

Ben şu ana kadar bütün milletvekillerimizin yaptıkları katkıdan dolayı, Hükûmetimizin yaptığı katkıdan, hatta bütün kamu kuruluşlarında çalışan görevlilerimizin yaptığı katkıdan dolayı şükranlarımı sunuyorum.

Bence zaman aksiyon zamanı, eylem zamanı, hizmet zamanı, hizmette yarışma, hayırda, güzel şeylerde yarışma zamanı diye düşünüyorum ve bunu da şahsen kim ipi göğüslerse bu yarışta yani hizmet yarışında zaferin de başarının da taltifin, ödülün de onun olması gerektiğini düşünüyorum. Yani bu başarıyı yani AK PARTİ’li belediyeler kazanırsa AK PARTİ’li belediyeler seçmeninden ödülünü alacaktır, MHP’li belediyelerimiz kazanırsa onlar ödülünü alacaktır, Cumhuriyet Halk Partili veya BDP’li belediyeler kazanırsa ödüllerini alacaktır. Bu anlamda, çok önemli bir fırsatı verirsek milletimize, özürlü kardeşlerimize, özürlü vatandaşlarımıza çok önemli bir sorunu aşmış olacağız.

Ben tekrar teşekkür ediyor, şükranlarımı sunuyorum. Hepimize hayırlı uğurlu olsun diyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Ayva, teşekkür ediyorum.

Grup önerisini oylarınıza sunuyorum…

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Karar yeter sayısı istiyoruz çünkü engellilerin sorunlarının araştırılmasına kimin karşı çıktığını görmek istiyoruz.

BAŞKAN – Tamam, grup önerisini oylarınıza sunacağım, karar yeter sayısı arayacağım.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkanım, elektronik yapılsa ihtilaf olmaz.

BAŞKAN – Evet, elektronik cihazla oylama yapacağım. İki dakika süre veriyorum ve oylamayı başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, karar yeter sayısı yoktur.

Birleşime beş dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 15.08

 

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.20

BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu), Murat ÖZKAN (Giresun)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 131’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

MHP grup önerisinin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.

Şimdi öneriyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısını arayacağım.

Oylama için iki dakika süre veriyorum ve oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Karar yeter sayısı vardır, grup önerisi reddedilmiştir.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup oylarınıza sunacağım:

3.- (10/515) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 8/7/2010 Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi

                                                                                                                        08.07.2010

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu; 08.07.2010 Perşembe günü (Bugün) toplanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisini, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasına saygılarımla arz ederim.

                                                                                                            Muharrem İnce

                                                                                                                  Yalova

                                                                                                         Grup Başkanvekili

Öneri:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler Kısmında yer alan (TRT yönetimine yönelik çeşitli iddiaların araştırılması amacıyla); (10/515) esas numaralı Meclis Araştırma Önergesinin görüşmesinin, Genel Kurul’un 08.07.2010 Perşembe günlü birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Grup önerisinin lehinde Yalova Milletvekili Sayın Muharrem İnce.

Buyurun Sayın İnce. (CHP sıralarından alkışlar)

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum ve on dakikalık konuşmamın on saniyede bir özetini yapıyorum:

Değerli milletvekilleri, TRT ile ilgili elimde yolsuzluk belgeleri var, ciddi yolsuzluk belgeleri var. Ben bu belgeleri Meclisimizin değerli üyeleriyle paylaşmak istiyorum. Eğer siz bugün oylarınızla komisyonu kurarsanız, desteklerseniz, ben bu belgeleri medyadan önce değerli milletvekillerine vermek istiyorum. Ama siz çoğunluğunuza güvenerek reddederseniz, önümüzdeki hafta basın toplantısıyla bunu kamuoyuna duyuracağım, bunu önce medyayla paylaşacağım.

Sayın Başbakan şöyle diyordu: “Kimin elinde ne varsa getirsin.” Şimdi sizi göreceğim ne kadar samimisiniz? Önümüzdeki hafta bu belgeleri medyayla mı paylaşayım, yoksa şimdi oylarınızla destekleyin, komisyon kurun, gelin sizlerle mi paylaşayım? Takdir sizin.

VAHİT KİRİŞCİ (Adana) – Yargıyla paylaş, götür yargıya!

MUHARREM İNCE (Devamla) – TRT, gerçek anlamda kamu hizmeti yayıncılığı yapacaksa, önce bu Genel Müdürden kurtulmalıdır.

Sayın milletvekilleri, “Ben bu kadar personelle kırk kanal yönetirim.” diye başladı, sonra dedi ki… Personeli fazla buldu, teşvik vererek yüzde 30’dan fazla para ödendi, binden fazla kişi işten çıkarıldı -yüzde 30 fazlası teşvik edildiği için kamu zararı vardır burada- sonra bir baktık, 1.500 kişiyi işe aldı. Önce “Personel fazlası var.” dedi, bin kişiyi çıkardı, sonra 1.500 kişiyi aldı. Akrabalarını, hemşehrilerini buraya doldurdu. Bakınız, Maliye Bakanının, Millî Eğitim Bakanının, Sayın Bülent Arınç’ın, Sayın Mehmet Aydın’ın, Sayın Kültür Bakanının, Sayın Faruk Özak’ın, hepsinin basın müşavirleri TRT’de kadroya geçirildi.

TRT’de 72 milyon insanın hakkı var. Bu ülkede elektrik kullanan herkes, işçi, işsiz, emekli, zengin, yoksul, herkes TRT için bir yayın bedeli ödüyor. 72 milyonun hakkını bu şekilde dağıtmaya hakkınız yok. Mangalda kül bırakmazsınız, yetim hakkından söz edersiniz, kul hakkından söz edersiniz, ben şimdi size diyorum ki: “Bu 72 milyonun hakkının olduğu bu yerde yetim hakkı yiyorsunuz, kul hakkı yiyorsunuz.”

TRT’nin bütçesi 1,2 milyar lira. İbrahim Şahin’in sülalesinin kontrolündedir burası. Selami Karanfil, akrabasıdır, Satın Alma Daire Başkanıdır. Ömer Avcı, satın almada, bu daire başkanlığında müdürdür. Yani, bu kadar bütçe, Sayın Genel Müdürün sülalesine emanet edilmiştir. Özel Kalem Müdürü Hakan Kutlu, muhabir Ali Güney, Oğuz Darçın, hepsi İbrahim Şahin’in köylüleridir ve İbrahim Şahin işe başladıktan sonra buraya yerleştirilmiştir. Şakir Özbek, Tuncay Yürekli, bunlar müdürdür, hayatlarında bir gün yayıncılıkla, televizyonla ilgili bir iş yapmamışlardır; tek bir ortak özellikleri vardır, AKP’den milletvekili aday adayıdırlar.

TRT tarihinde ilkler yaşanıyor. Cumhuriyet tarihinde ilk kez, TRT, PKK’yı aklama çabasına girdi ve Reşadiye baskınıyla ilgili olarak Genelkurmay ilk defa TRT’ye dava açtı. Yine TRT’yle ilgili ilk defa ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi, TRT’den 60 milyar lira tazminat kazandı. Bana açmıştı 50 milyarlık dava, onu kaybetti. TRT tarihinde ilk defa, bir TRT dergisinde ana muhalefet partisinin Genel Başkanına hakaret edildi. Bu olay sonucunda, artık TRT AKP’nin borazanı olmaktan çıkmıştır, TRT AKP’nin vuvuzelasıdır. Bizim Genel Başkanımızla ilgili ipe sapa gelmez iddiaları gündeme getiren TRT, acaba Mecliste bekleyen kalpazanlık, naylon fatura, ihaleye fesat karıştırma, evrakta sahtecilik, cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak dosyalarını haber yapabilir mi? Bunu sizin vicdanlarınıza bırakıyorum.

Bakınız, bir şey okuyacağım, çok ilginç. TRT’nin Vizyon dergisinin bu ayki sayısı. Astrolog, falcı Sevda Dorkip, TRT’nin dergisinde şöyle yazmış: “CHP’liler fazla umutlanmasın. Tayyip Erdoğan çok güçlü bir karakter, zor günleri atlatmış görünüyor, şansı sürecek.” TRT’nin de, Tayyip Erdoğan’ın da, İbrahim Şahin’in de artık umudu kala kala bir falcıya kalmış. Siz milletten umudunuzu kesmişsiniz, umudunuz falcılarda. Alın o dergiyi Allah aşkına bir okuyun, devletin parasıyla böyle bir dergide bir falcı bunu yazıyorsa “Yazıklar olsun!” derim, başka bir şey demem.

Benim bu Genel Müdüre bir tavsiyem olacak: Bence gitsin bir kendi falına baktırsın. O kendi falında, Cumhuriyet Halk Partisinin iktidarında, yükselen burcunun yanında başka şeyler görülüyor mu, mesela böyle kapılar, demir parmaklıklar görülüyor mu? Yükselen burcunun yanında Cumhuriyet Halk Partisinin iktidarında, falına baktırsın, belki bunlar görülüyordur.

Size sesleniyorum sayın milletvekilleri, bu belgeleri önümüzdeki hafta basınla paylaşmayayım, sizlerle paylaşayım, gereğini hep birlikte yapalım. Ama karar sizin. Siz, araştırılmasın, böyle bir komisyon kurulmasın derseniz benim buna yapacak bir şeyim yok. Gelin, reyting, reklam, verici, stüdyo ve cihaz alım ihalelerini birlikte inceleyelim. Siz bunu kuracaksınız diye düşünüyorum. Sürekli olarak “Yolsuzlukların üzerine gideceğiz.” , “Hortumları keseceğiz.” , “Hortumları kestik.” diyenlerin burada ikircikli davranacağına hiç ihtimal vermiyorum. Sonucu biraz sonra göreceğiz. Ben, kul hakkını, yetim hakkını, garip gurebanın hakkını önce Meclis sorsun diyorum.

Değerli arkadaşlar, bakınız, TRT’nin bu dergisi, akıl almaz bir şekilde, son sayısında Genel Başkanımıza hakaretler yağdırmış. TRT tarihinde bu bir ilktir ama Sayın Genel Müdür bunu sürekli yapar, ya TRT’den yapar ya yandaş medyadan yapar ya da hemşehrisi bazı İnternet sitelerinde, Avea destekli, yönetim kurulu üyesi olduğu yerlerden destekli, telefon destekli -ayrıntılarını kendisi anlıyordur- insanlara hakaret eder, iftira eder. Ama bu ülkede mahkemeler var, yargı var, bunun hesabı hep birlikte sorulacaktır.

Değerli arkadaşlarım, sayın milletvekilleri, sizlere şunu söylüyorum: TRT’de hepimizin hakkı var. Biz hakkımızı istiyoruz. TRT’de Hükûmet var, muhalefet yok; TRT’de işverenler var, işçiler, emekçiler yok; TRT’de cemaatler var, demokratik kitle örgütleri, sendikalar, meslek odaları yok. TRT’nin ilkesi bağımsızlık, ahlakı dürüstlük, çizgisi tarafsızlıktı. Şimdi TRT, bir borazanlığın ötesinde AKP’nin vuvuzelası oldu. Buna son vermek gereklidir. Bunun için -konuşmalarımızı kısa yapacağımıza da söz vermiştik, bir dakika da sürem var- son sözüm olarak şunu söyleyeyim, Türk halkına çağrımız şudur: Bu borazan niteliğindeki, bu vuvuzela niteliğindeki TRT’yi izlemeyin, izlettirmeyin. Önümüzdeki hafta yolsuzluk belgelerini açıkladığımda mahcup olmayacağınızı düşünüyorum, oraya bırakmayacağınızı düşünüyorum. Büyük Millet Meclisinin değerli milletvekillerinin kuracağı o komisyona bu belgeleri teslim etmek istiyorum. Sizi vicdanınızla baş başa bırakıyorum. Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Grup önerisinin aleyhinde Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Veysi Kaynak, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, sizin ve milletimizin, bütün İslam dünyasının Miraç Kandili’ni kutluyorum, bu kandilin dünyaya ve İslam âlemine barış ve huzur getirmesini temenni ediyorum.

Çok değerli milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisinin, TRT ile ilgili araştırma önergesinin görüşülmesi konusunda verdiği grup önerisinin aleyhinde söz almış bulunuyorum.

Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu, özerk statüde kamusal yayıncılık yapan bir kurumumuzdur. Özel yasayla 1964 senesinde kurulan bu kurum, kırk iki sene içerisinde çok önemli hamleler yapmıştır. Bugün, TRT, dünya coğrafyasının büyük bölümüne ulaşan, büyük bölümüne sesimizi duyuran bir kurum hâline gelmiştir.

1990’lı yıllarda özel televizyon kanallarının açılması nedeniyle TRT’nin de kendisini çağın gereklerine uydurması gerekmiştir. Bu nedenle, özellikle son yıllarda TRT de büyük bir açılımın içine girmiştir.

Türkiye'nin içinde bulunduğu coğrafya nedeniyle stratejik önem arz eden bir bölgede yer alması, TRT’nin bu coğrafyada komşularımızla ve bütün dünyayla doğru bir şekilde iletişimimizi sağlama gayreti içerisinde olması önemli bir sorumluluk üstlenmesine sebep olmuştur.

Anayasa’mızın 133’üncü maddesi ile 2954 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu’nun 1’inci maddesinde TRT Kurumunun özerkliği hükme bağlanmıştır. TRT Kurumu, bugün itibarıyla, 13 televizyon kanalı, 6 ulusal, 6 bölgesel, 1 yerel, 2 uluslararası radyo, 30 ilde web yayını, teleteks yayını ve dergisiyle Türkiye ve uluslararası yayın kuruluşları ile yarışırken, kendi bünyesinde oluşturduğu yeni kanallarla da kendisiyle rekabet edebilen bir yapıya kavuşmuştur.

Cumhuriyet Halk Partisinin Meclis araştırması önergesi aslında üç önemli iddiayı içeriyor. Bunlardan birincisi, az önce değerli Grup Başkan Vekilinin de ifade ettiği gibi, TRT’de kadrolaşma iddiası. İkincisi taraflı yayın yapıldığı iddiası. Üçüncüsü de TRT’nin alımlarında yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarıdır.

Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu şimdiki Genel Müdür Sayın İbrahim Şahin’in göreve atandığı tarihten, yani 23/11/2007 tarihinden itibaren bugüne kadar kurumun hizmet ihtiyaçları göz önünde bulundurularak asgari düzeyde açıktan ve naklen personel almıştır. 2008, 2009, 2010 yıllarında Kamu Personeli Seçme Sınavı çerçevesinde giriş sınavları sonucu açıktan ve/veya naklen 611 kişinin atanması yapılmıştır. Bu dönemde 30 dilde web yayınına başlanmış, TRT 6, TRT Avaz, TRT TÜRK, TRT Çocuk, TRT Müzik, TRT Belgesel, TRT Arapça gibi yeni kanallar hizmete girmiş, kurumsal hizmetlerde artış olurken, 1.236 kişinin emeklilik, vefat, istifa gibi nedenlerle TRT’den ayrılması sonucu personel sayısı önemli ölçüde azaldığından, azalan personel, hizmet alımı suretiyle giderilmiştir. Ancak bu dönemde götürü bedel hizmet alımı sözleşmesiyle çalıştırılmakta olan kişilerin sosyal güvenlik ve statüleri açısından ortaya çıkan sorunlar da giderilmiştir. Bununla birlikte gerek mahkeme kararı ve gerekse Terörle Mücadele Kanunu gereğince yapılan atamalar da söz konusu olmuştur.

TRT’de siyasi partilere, aldıkları oy oranına ve Meclisteki sandalye sayılarına göre yer verilmektedir. Haber bültenlerinde hükûmet icraatları dışında bütün partilerin, Mecliste grubu bulunan partilerin haberleri yapılmaktadır. TRT’nin mal ve hizmet alımları da gerek yargı gerek Kamu İhale Kurumu denetimine tabidir.

Saygıdeğer milletvekilleri, bu hususta sözlerimi fazla uzatmadan şunu arz ediyorum: Bütün bu konularda elinde belgesi olan, elinde suç delili olan bunları götürüp cumhuriyet başsavcılıklarına versin. Bizzat parti grubu olarak, AK PARTİ camiası olarak ve AK PARTİ Hükûmeti olarak hiçbir kirli işin arkasında olmayız, kirli işe bulaşanları da korumayız.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Kur o zaman komisyonu.

VEYSİ KAYNAK (Devamla) – Savcılıklara gidin. Hangi savcılığa verdiniz belgelerinizi? Onların dokunulmazlıkları mı var?

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Var, var. Başbakan izin vermiyor, izin.

MUHARREM İNCE (Yalova) – İzin vermiyorsunuz yargılanmasına.

VEYSİ KAYNAK (Devamla) - Ayrıca, TRT’nin dergisinde falcının falcı haberini gerçekten şahıs olarak ben de onaylamadım ama falcının kehanetinden alınganlık gösterenler umudunu da falcıya bağlamış demektir.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Devletin bir dergisinde falcının ana muhalefet partisiyle ilgili yorumu…

VEYSİ KAYNAK (Devamla) – Biz umudumuzu falcıya değil, millete bağladık; bizim beklentimiz falcıdan değil, milletimizdendir; rehberimiz falcılar değil, milletimizdir diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Grup önerisinin lehinde Antalya Milletvekili Mehmet Günal.

Sayın Günal, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Tüm Türk milletinin ve Türk-İslam âleminin Miraç Kandili’ni kutluyor, hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, TRT’yle ilgili araştırma önergesi üzerinde söz aldım. Daha önce de bu konuları tartışmıştık, TRT Kanunu geçerken de tartışmıştık ama o günden bugüne çok fazla bir değişiklik maalesef olmadı.

TRT, Türkiye için çok önemli bir kurum. Kamu kurumu niteliğinde ve kamu hizmeti görüyor. Dolayısıyla belli şartlara uyması gerekiyor. Kanunda, Anayasa’da belirtilen hususlara riayet etmesi gerekiyor çünkü bizim ödediğimiz vergilerle çalışmalarını yürütüyor. Çalıştırdığı kişilerin de yine ücretlerini bizim ödediğimiz vergilerden veriyor. Onun için, bu önergenin hiçbir şekilde dikkate alınmadan bir iktidar taassubu içerisinde reddedilmesi gelenek hâline geldi. Daha önce de yine TRT’yle ilgili önergeler vardı, yine reddedilmişti.

Değerli arkadaşlarım, TRT’nin, kuruluşundan bugüne Türk kültür hayatına önemli katkıları olmuştur. Özellikle müzik, sanat, dil, diğer bütün kültür alanlarında biz çocukluğumuzdan itibaren TRT’nin programlarıyla hem radyoda hem televizyonda beynimizin arka planında sürekli olarak bunları izleyerek, dinleyerek büyüdük. Birçok şeyde müzik toplulukları, korolar vardı.

Şimdi, özet itibarıyla, kuruluş amacına uygun bir şekilde TRT’nin Türk milletine bu anlamda, Türk milletinin geleceği için yetişecek nesillere bilgi aktarması, ilgili programlar yapması gerekiyor. Maalesef bunları yapamadığını görüyoruz değerli arkadaşlarım.

TRT görevleri, sorumluluğu Anayasa’da ve TRT Kanunu’nda belirlenmiş. Anayasa’nın 133’üncü maddesinde “Devletçe kamu tüzelkişiliği olarak kurulan tek radyo ve televizyon kurumu ile  kamu tüzelkişilerinden yardım gören haber ajanslarının özerkliği ve yayınlarının tarafsızlığı esastır.” denilmektedir.

Şimdi, TRT Kanunu’nda ne deniyor bu konuda? “Bu Kanunun amacı, radyo ve televizyon ile tüm medya araçlarından yapılan yayınların düzenlenmesine ve özerkliği ve tarafsızlığı Anayasada hükme bağlanan Türkiye Radyo-Televizyon Kurumunun kuruluş, görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir.”

Dolayısıyla, bir değerlendirmeye geçmeden önce, yine bu konuda Anayasa Mahkemesinin daha önce almış olduğu bir karardaki kısa bir hususu sizlere aktarmak istiyorum değerli arkadaşlarım.

Deniliyor ki: “Siyasal iktidarların müdahalelerine açık olan kurumlar, çalışmalarında başarılı olamaz ve hızlı bir bozulmaya uğrarlar. Hukuksal gereklerin yerini siyasal istemlerin alması durumunda bu sonuç kaçınılmazdır. Hukuk devletinde ise adaletin, hak ve özgürlüklerin gereklerine uyulması savsaklanamayacağı gibi yöneticilerin kişisel tutumlarına, gelişigüzel isteklerine de bırakılamaz. Anayasa’nın radyo-televizyon yayınlarının çok yönlü etkinliği gereği sağladığı güvencenin anlamına ters düzenlemeler uygun karşılanamaz. Burada temel amaç, radyo-televizyon yönetiminin siyasal iktidarın etkisinden uzak tutulmasıdır.”

Burayı bir daha dikkatlerinize sunuyorum arkadaşlarımız konuşmaya daldığı için: “…temel amaç, radyo-televizyon yönetiminin siyasal iktidarın etkisinden uzak tutulmasıdır. Dışlanan etki, yalnız siyasal iktidarla sınırlı olmayıp tüm yönetim makamlarının, siyasal partilerin, gerçek ve tüzelkişilerin de yansızlığı gölgeleyecek tutum ve davranışlarına kapalılığı anlatır.” diyor ve bu şekliyle devam ediyor daha önce Anayasa Mahkemesinin almış olduğu bir karar.

Değerli arkadaşlarım, daha önce de burada bu konuyu tartıştığımız zaman Grup Başkan Vekiliniz Sayın Suat Kılıç demişti ki: “Biz herkesin haberlerini adaletli olarak veriyoruz.” Maalesef, hâlâ… Ben tutanaklara baktım, aradan dört ay geçmiş…

 SUAT KILIÇ (Samsun) – Biz vermiyoruz, bizimle alakası yok, orası TRT.

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Aynı cümleyi yine kullanmışsınız. Dün “Prompter’den mi okuyorsunuz?” demiştim, yine “Biz vermiyoruz.” demişsiniz. Hükûmete bağlı olarak bir kurum. 

SUAT KILIÇ (Samsun) – Hükümete değil, TRT devlete bağlı.

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Devletin televizyonu olmadığı için zaten tartışıyoruz, devletin televizyonu olsa… Şunu söylemiştik, verdiğimiz soru önergeleri var, şunu söylemiştim Sayın Kılıç, tekrar ediyorum talebimi: Bir aylık programların dökümünü, bir aylık, periyodik olarak haber programlarında, hangi partiye, hangi şahsa, kaçar dakika yer verildiğini… Siz bunu yapabilirsiniz, biz soruyoruz… Sayın Şahin’den de sizden de hâlâ gelmedi. 8 Nisan -bugün 8’i yine- 8 Temmuz, üç ay geçmiş bunu konuştuğumuzdan bu yana. İstirham ediyorum, bana getirin, ben de gerçekten şu kadar varmış, haksızlık etmişiz Sayın Kılıç’a diyeceğim veya Sayın İbrahim Şahin’e diyeceğim. 

SUAT KILIÇ (Samsun) – Tamam. Genel Müdüre…

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Siz söylediğiniz için size söylüyorum. O gün dediniz ki: “MHP en azından geliyor, veriyoruz.” diye.

Şimdi, burada, değerli arkadaşlarım, öyle programlar var ki, TRT kanalı bir yönlendirme ve manipülasyon kanalı hâline gelmiş. Onlara da cevap gelmedi. Bakın, arka arkaya bunları söyledik, dedik ki: Bu süre içerisinde yapılan yayınlarda, efendim habercilik yapıyoruz diye Sayın Genel Müdür açıklamıştı biliyorsunuz. E, peki, arkasından geldiği zaman düzeltme yapıyor musunuz? Hayır. E, şimdi, bu ilginç bir şey. Özellikle manipülasyonun en önemli örneği de daha önceki Reşadiye olaylarında ve yine buradaki kamyonlu haberde gelmişti. E, bakıyoruz, şimdi, Genelkurmay Başkanlığı gibi bir kurum TRT’ye dava açmış. Nasıl olur da devletin iki kurumu, devletin olması gereken kurum bu şekliyle davalı hâle gelebilir? Peki, ne diyor Sayın Genel Müdür? Bu konuda bir açıklama yok. Sayın Bakandan da o tip, bizim sorularımıza yazılı bir bilgi gelmiyor. Ne yapıyorlar? Efendim, bu arada, sürekli olarak dışarıya program yaptırmaya devam ediyorlar. Vallahi, ben, izlemekten artık imtina ediyorum. Eskiden sürekli TRT 2 açık olurdu, TRT Habere bakardık, şimdi bakıyoruz sürekli olarak birileri program yapıyor. Bunların hepsi de yorumcu. Belli kanallardan gelmişler, TRT’ye dışarıdan program yapıyorlar.

Değerli arkadaşlarım, sürekli olarak TRT’de şu şu kadrolar açıldı deniyor. TRT’nin teknik kadroları var, yeterli elemanları da var. Nedense sürekli olarak dışarıya bir kaynak aktarımı var, sürekli olarak dışarıdan program satın alınması var “danışmanlık hizmeti” adı altında da sürekli olarak hizmet satın alma var. Bu durumun baştan sona bir araştırılması ve TRT’nin etkin bir şekilde işletilmesi gerekiyor.

Burada çok ilginç bir şey vardı, Sayın Genel Müdürden de, Hükûmet kanadından da maalesef bu konuda bir açıklama gelmedi. Daha önce, malum, bu manipülasyonlar yapılırken Tuncay Güney’le ilgili röportajlar yayınlanmıştı. Onun üzerine Sayın Genel Müdüre röportajında sordular, “Falancayı da ekrana çıkarır mısınız?” diye. Kendisi gülerek cevap veriyor: “Efendim, bizim Osman Öcalan’la da yapılmış röportajımız var.” “Nerede?” diyorlar. “Kasamda duruyor, zamanı geldiğinde açıklarım.” diyor. Ben şimdi soruyorum: Ne zaman zamanı gelecek? Açılım işleri yolunda gitseydi gelecek miydi? Sayın Genel Müdür hâlâ bu programın kasetini kasasında tutuyor mu? Bunun içerisinde ne var ben merak ediyorum. Bir taraftan şehit haberleri gelmeye devam ediyor, bir taraftan Genel Müdürün kasasında hâlâ Öcalan röportajı duruyor. Böyle bir şeyi yapmış olsanız bile röportaj sırasında “Kasamda duruyor.” demeyi ben anlayamıyorum. Bir de zamanı ne zaman gelecek, ne zaman yayınlanacak bunlar?

 İşte bunlar TRT’nin bir yönlendirme, manipülasyon aracı olarak, iktidarı aklama aracı olarak kullanıldığını gösteriyor. Maalesef hâlen daha burada bize söylenenlerin hiçbirisinde tutarlı bir cevap, tutarlı bir bilgi gelmemiş durumda. Tekraren söylüyorum, eğer varsa bununla ilgili, üç ay geçti, o gün yine hatırlatmıştım TRT Şeş’le ilgili soruşturma açılmış diye. Ne Bakandan ne Genel Müdürden herhangi bir bilgi, AKP grubundaki yetkili arkadaşlarımızdan da maalesef gelmedi. Soru önergeleri soruldu, onlara da verilen cevaplarda doğru dürüst bir cevap yok. Bir soruşturma açılmışsa sonuçlarının -ama olumlu ama olumsuz- şunlar şunlar oldu, şu suçlar sabit bulundu, bunlar bulunmadı diye gelmiş olması gerekiyor.

Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumunun önemini, rolünü yerine getiremediğini, maalesef iktidarın borazanı hâline geldiğini ve bu çerçevede de Türk milletinin geleceğine hizmet etmesinin mümkün olmadığını düşünüyoruz. Burada bir taraftan TRT Şeş kurarken, bir taraftan Arapça yayınlar yaparken maalesef Türkçe kısmının çok zayıf kaldığını ve sadece yönlendirmeye yönelik haber programları ve paket programların dışarıya yaptırıldığını görüyoruz ve bundan hicap duyuyoruz. Net bir şekilde, bu söylediğimiz hususlarda bilgi bekliyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Toparlıyorum Başkanım, teşekkür ederim.

Üç ay geçmesine rağmen henüz bir bilgi maalesef gelmemiştir. Ben söylediğim zaman sizler gülmüştünüz, “Burası AK-RT oldu” demiştim TRT yerine ama maalesef giderek bu şey devam ediyor. AK-RT olmanın ötesinde aklama televizyonu hâline gelmiş bulunuyor. Başarısızlıklarının üstünü örtmek üzere ve Hükûmetin icraatlarını pembe tablolarla millete sunmak üzere birtakım programlarla manipülasyonlar yapılmaya devam ediliyor. Devletin bu güzide kurumunun yapmış olduğu çalışmaların araştırılması, yolsuzlukların araştırılması ve nitelikli kadroların buraya istihdam edilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Bu duygu ve düşüncelerle CHP grup önerisinin lehinde oy kullanacağımızı bildiriyor, sizlerden de destek talep ediyor, saygılar sunuyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Günal.

Grup önerisinin aleyhinde Trabzon Milletvekili Safiye Seymenoğlu, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

SAFİYE SEYMENOĞLU (Trabzon) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; CHP Grubunun TRT ile ilgili araştırma önergesinin görüşülmesi amacıyla verdiği grup önerisinin aleyhinde söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, eskiden TRT’yi çiftliğe çevirenler şimdi kurumu hedef tahtasına koymakta, birbiri ardına yaptığı atılımlarla yayıncılıkta söz sahibi olan kurum asılsız iddialarla yıpratılmaya çalışılmaktadır.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Haftaya görürsün iddiaları.

SAFİYE SEYMENOĞLU (Devamla) - Bugün CHP’nin gündeme alınmasını istediği araştırma önergesine konu TRT, yakın tarihimizin en önemli kurumlarından biridir.

TRT devlet adına radyo ve televizyon yayınlarını gerçekleştirmek amacıyla 1964 yılında özel yasayla, özerk, tüzel bir kişiliğe sahip olarak kurulmuş bir kurumdur. 1972 senesinde Anayasa’da yapılan değişiklikle TRT tarafsız kamu iktisadi kuruluşu olarak tanımlanmış, 1993 yılında özel televizyonlara izin verilmesiyle birlikte TRT’nin özerkliği yeniden tesis edilmiştir. Özel televizyonların artması rekabeti de beraberinde getirmiş, TRT daha kaliteli, hızlı ve aktif yayıncılık yapabilmek için sürekli yeni hamlelerde bulunmuştur. Özellikle son iki yılda TRT hem Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde hem de dünya coğrafyasında izlenebilirlik adına birbiri ardına önemli hamlelerde bulunmuştur.

1 Kasım 2008’de faaliyete geçen TRT Çocuk Türkiye’nin ilk çocuk kanalı olmuştur. 1 Ocak 2009 itibarıyla ise TRT 6 Kürtçe, farklı dil ve lehçelerde yayın yapan kanal olarak yayın hayatına başlamıştır. Bunu da 250 milyon nüfuslu coğrafyaya seslenmesi amaçlanan TRT Avaz takip etmiştir. Türkçe haber kanalı TRT Türk, bölgesel yayınlar alanında TRT Anadolu, müzik alanında yayın yapan TRT Müzik, belgesel kanalı TRT Belgesel ve Arapça, TRT Arap kanalları izleyicilerle buluşmuştur.

Değerli milletvekilleri, TRT, bugün 14 televizyon kanalı, 6’sı ulusal, 6’sı bölgesel, 1 yerel, 2 uluslararası radyo kanalı, 32 dil ve lehçede yayın, ayrıca dergileriyle gerek ülkemize gerekse dünyaya yayıncılık yapmaktadır. Ülkemiz için böyle önemli görevler ifa eden TRT Kurumunu dünyaya sesimizi duyurduğu için tebrik ediyor, başarılı çalışmalarının artarak devam etmesini diliyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminin belirlenen takvimi ve yoğunluğu dolayısıyla CHP’nin grup önerisine “Hayır” oyu vereceğimizi belirtiyor, bütün Müslüman âleminin Miraç Kandili’ni kutluyorum, hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Öztürk, buyurun efendim.

VI.- AÇIKLAMALAR (Devam)

5.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Edirne ili Keşan ilçesi Küçükdoğanca köyü yakınlarındaki, özel sektöre ait, yer altı kömür ocağında 7 Temmuz 2010 tarihinde meydana gelen yangına ilişkin açıklaması

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkanım, Edirne Keşan ilçesi Küçükdoğanca köyü yakınlarında, Kale Madencilik adlı özel sektöre ait yer altı kömür ocağında 7 Temmuz 2010 tarihinde saat on civarında meydana gelen yangınla oluşan göçükte 3 kişi mahsur kalmıştır. Bu kişilerin kurtarılma çalışmaları hâlen devam etmekte olup şu an itibarıyla henüz kurtarılmamışlardır. Umuyorum ve diliyorum ki, bu insanlarımız sağ salim yer altından çıkarılırlar, acı bir haberle karşılaşmayız. Ben bu vesileyle söz aldım. Artık bu madenlerde özellikle meydana gelen ve adına “kaza” denilen bu tip cinayetlerin bir an önce önlenmesi ve özellikle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımızın elimizdeki yasal mevzuatın uygulanıp uygulanmadığını denetlemesi ve görevini yapması gerektiğini düşünüyorum. Madencilik camiasına geçmiş olsun diyorum.

BAŞKAN – Biz de maden işçilerimize geçmiş olsun diyoruz. Ümit ediyorum, inşallah, sağ salim kurtarılırlar.

VIII.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

3.- (10/515) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 8/7/2010 Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi (Devam)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1’inci sırada yer alan, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2’nci sırada yer alan, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

3’üncü sırada yer alan, Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

3.- Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/761) (S. Sayısı: 458)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

4’üncü sırada yer alan, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve 4 Milletvekilinin Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

4.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve 4 Milletvekilinin Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/845, 1/884, 2/701) (S. Sayısı: 506) (x)

BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.

Hükûmet? Yerinde.

Komisyon raporu 506 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince bu tasarı İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında görüşülecektir. Bu nedenle tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.

Tasarının tümü üzerinde ilk söz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Necla Arat’a aittir.

Sayın Arat, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA NECLA ARAT (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına İlişkin 506 sıra sayılı Kanun Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, bu kanun tasarısıyla Ankara, Bursa, İstanbul, İzmir, Konya, Kayseri ve Erzurum’da 7’si devlet, 1’i de Antalya’da vakıf üniversitesi olmak üzere 8 yeni üniversite daha kurulmak istenmektedir. Böylece tüm üniversitelerin sayısı 146’ya yükselecektir. 2002 yılında 53’ü devlet, 23’ü vakıf olmak üzere 76 üniversitemiz bulunmaktaydı. AKP “Her ile bir üniversite açacağız.” sloganıyla yola çıkarak 2003’ten bu yana 42’si devlet, 28’i vakıf olarak toplam 70 yeni üniversite kurmuştur. Yani AKP’nin her yılına 14 üniversite sığdırılmaya çalışılmıştır.

Biz, Cumhuriyeti Halk Partisi Grubu olarak defalarca, üniversite kuruluşlarına karşı olmadığımızı ama yangından mal kaçırırcasına kurulan ya da resmî işlemleri kâğıt üzerinde tamamlandığı hâlde binaları, öğretim üyeleri, vizyon ve misyonu belirsiz, eksik yapılanmalara, ayrıca bu yapıları oluşturmadaki çarpık ideolojik nedenlere ve yandaşlık ilişkilerine dayanan antidemokratik yönteme hep karşı çıktık. Altyapıları tamamlanmadan, öğretim üyesi ihtiyacını karşılamaya yönelik hazırlıklar yapılmadan ve ekonominin ihtiyacı olan iş gücü göz önüne alınmadan, lise standardında üniversite kurmanın bir yararı olmayacağını bıkmadan, usanmadan yineledik.

                              

(x) 506 S. Sayılı Basmayazı 07/07/2010 tarihli 130’uncu Birleşim Tutanağı’na eklidir.

Muhalefet olarak, mezunlarının istihdam oranı düşük ya da olanaksız fakültelerin açılmaması gerektiği üzerinde de önemle durduk. Örneğin, 250 binin üzerinde eğitim fakültesi mezunu öğretmen atanma beklerken yeni üniversitelerde artık eğitim fakültelerinin açılmaması gerektiğini, vakıf üniversitelerinde eğitim fakültelerine yer verilmemesi gerektiğini dile getirdik. Bu süreç içinde, iktidarın, planlamasını yaptığı üniversitelerin kuruluşlarını hızla yasalaştırırken uyguladığı antidemokratik yönteme her defasında karşı çıktık.  Üniversitelerin iktidarın güdümünde, yani siyasetin vesayetinde olmaması gerektiğini savunduk. Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu üyeleri olarak emrivakiler karşısında kalmak istemediğimizi, özellikle vakıf üniversiteleri kurulurken ayrıntılı bilgilendirme yapılmasını beklediğimizi vurguladık ama çok kez bu taleplerimize karşılık verilmedi.

Örneğin, bu son tasarı görüşülürken Plan ve Bütçe Komisyonunda da muhalefetin Kayseri Abdullah Gül Üniversitesi ve Uluslararası Antalya Üniversitesine ilişkin ayrıntılı bilgi isteğine, Millî Eğitim Bakanı Sayın Çubukçu’nun, vakıf üniversitelerin kurulmasına ilişkin evrakların altı yüz ile iki bin sayfa arasında değiştiği ve her şeylerinin YÖK tarafından araştırılıp uygun görülerek Bakanlığa sunulduğu türünden ilginç bir yanıt verdiğine tanık olduk.

Sayın milletvekilleri, eğer üniversite kurma yöntemi ahbap çavuş ilişkileri içinde bu şekilde işleyecekse kanun tasarısının Plan ve Bütçe Komisyonuna, Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonuna ve sonunda Meclis Genel Kuruluna getirilmesinin bir anlam taşıyıp taşımadığını, millî iradenin gerçekte nerede tecelli ettiğini tartışmamız gerekecektir.

Öte yandan, bu tür hızlı üniversitelerin teknolojik yenilikler yaratmak, bilgi üretmek, bulundukları şehir ve bölgenin ekonomik ve sosyal kalkınmasına katkı sağlamak bir tarafa, öğrencilere de çekici gelmediklerini bilmekteyiz. Nitekim, ÖSYM verilerine göre 2009 ÖSS tercih listesinde yeni kurulan üniversiteler pek rağbet görmemiştir. Yeni açılmış üniversiteler adayların ilk tercihlerinde en az yer verdikleri kurumlar olarak göze çarpmaktadır. Örneğin, Şırnak Üniversitesini 857, Tunceli Üniversitesini 699, Iğdır Üniversitesini 621, Gebze İleri Teknoloji Enstitüsünü 118 aday ilk tercih olarak yazmıştır.

Hükûmet, bu tasarının genel gerekçesinde ülkemizdeki teknik ve sosyal gelişmeler ile nüfus artışı sonucunda mevcut üniversitelerin var olan ihtiyaçları karşılamada yetersiz kalmasının yeni devlet üniversitelerinin kurulmasını gerektirdiğini öne sürmektedir.

AKP, nüfus artışını azaltacak, istihdamı artıracak rasyonel yöntemler bulup uygulamak yerine, sayıca daha fazla ve daha niteliksiz üniversite kurarak bu problemin üstesinden geleceğini ummaktadır ama çok yanılmaktadır. Nitekim, Üniversite Konseyleri Derneği de son yıllardaki bu hızlı üniversite kurma furyasını ağır şekilde eleştirmekte ve akademiyi sonlandırma atağı olarak niteleyip üniversitelerin hem gericileştirildiklerini hem de ticarileştirildiklerini öne sürmektedir. Konseye göre üniversiteler üniversite olmaktan çıkartılmakta ve bilenen anlamıyla akademik kurumlara son verilmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; eleştirilerimize ve yerine getirilmeyen haklı isteklerimize karşın AKP’nin her zamanki gibi, yani oy çokluğu ile tasarıdaki yeni yedi devlet üniversitesi ile yeni bir vakıf üniversitesini kuracağını hepimiz biliyoruz ama Gaye Eğitim, Sağlık, Spor ve Çevre Vakfının Antalya’da kurmayı istediği vakıf üniversitesinin öyküsüne geçmeden önce bir iki önemli noktaya daha değinmek istiyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak Bilkent Üniversitesinin adının gerçek kurucusu Profesör Doktor İhsan Doğramacı’nın adını alarak “İhsan Doğramacı Bilkent Üniversitesi” şeklinde değiştirilmesine hiçbir itirazımız yoktur ama öteden beri, kurumlara yaşayan kişilerin adlarının verilmesini teamüle aykırı gördüğümüz için Kayseri’de kurulacak olan devlet üniversitesinin adının “Kayseri Üniversitesi” olarak öngörülmüşken bazı AKP milletvekillerinin teklifleri ile “Kayseri Abdullah Gül Üniversitesi” olarak değiştirilmesini ciddi devlet yönetimi anlayışıyla bağdaştıramıyoruz. Çünkü bir kuruma adı verilecek kişinin o kuruma gerçek anlamda katkısının ne olduğu ve hangi başarıları ile bu kuruma adının verildiği objektif nedenlerle gerekçelendirilmeden, yaşayan, makam sahibi kimselerin adlarını kamu yatırımlarına, tesislere, üniversitelere vermenin doğru olmadığını düşünüyoruz.

Öte yandan, bir devlet üniversitesinin bulunduğu bir kentte ikinci bir devlet üniversitesinin kurulması yerine, üniversitesi bulunmayan kentlere kaynak aktarımının daha rasyonel olduğunu düşünüyoruz.

Esasen Kayseri Üniversitesi tam anlamında bir devlet üniversitesi olmayıp bir melez üniversite görünümündedir çünkü arsası Melikgazi ilçesinde hazır olan bu projenin altyapısını Anakent Belediyesi, binalarını ise odalar, kamu kurum ve kuruluşları, sivil toplum örgütleri ve hayırseverler yapacakmış, devletten beklenen yalnızca kadro tahsisiymiş.

Sayın milletvekilleri, üzerinde önemle durduğumuz bir başka konu da ister devlet ister vakıf olsun yeni kurulan üniversitelerde öğrencilerin barınma, yani yurt sorunlarının öncelikle çözülmesi gerektiğidir. Bunu her defasında vurguluyoruz çünkü 2009 yılında da üniversiteli 500 bin öğrenciden yalnız 90 binine barınma hizmeti verilebilmiştir ve yaklaşık 400 bin öğrencinin pek çoğu tarikat ve cemaatler tarafından kurulan dernek ve vakıfların elindeki özel yurtların kucağına itilmiştir.

Sayın milletvekilleri, bu kanun tasarısına Hükûmet tarafından 2010 tarihinde sevk edilen ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığınca 24 Mayıs 2010 tarihinde, on gün sonra, esas komisyon olarak Millî Eğitim Komisyonumuza havale edilen “Uluslararası Antalya Üniversitesi” adlı vakıf üniversitesinin tasarıya alınması için ne yazık ki özel ve ayrıcalıklı bir işlem yapılmıştır. Şimdi size bu özel ve ayrıcalıklı işlemin öyküsünü anlatacağım.

Antalya’da üniversite kurmak için çalışmalarını üç yıl önce başlatan Akdeniz Eğitim Vakfı AKEV’e 2007 yılında Antalya Defterdarlığı tarafından Serik ilçesi Kadriye beldesinde 107.053 metrekare yüz ölçümüne sahip bir alan kırk dokuz yıllığına tahsis edilmişti. Yine aynı yıl, Döşemealtı ilçesi Çıplaklı beldesinde bulunan, mülkiyeti hazineye ait 341.909 metrekarelik bir arazinin de üniversite kurulması amacıyla ön ihalesi yapılarak Gaye Eğitim, Sağlık, Spor ve Çevre Vakfına tahsis edilmesine ön izin verilmişti. AKEV Vakfı, yıllar önce “Antalya Üniversitesi” tescilini almış olduğu, çalışmalarını ve Kadriye’deki bina yapımını üç yıl önce başlatıp 40 milyon liralık kampüs ve bina yatırımı gerçekleştirdiği, binalardan bir bölümünü bitirdiği ve Antalya’da uzun zamandır eğitim hizmetleri veren, Atatürk ilkelerine bağlı, başarılı bir vakıf olarak tanındığı hâlde YÖK, her nedense, özel üniversite talebini Bakanlar Kuruluna göndermemiştir AKEV’in. Buna karşılık, kuruluşu çok daha yeni olan ve üniversite izni başvurusunu bir yıl önce yapıp siyasi ilişkileri güçlü olduğu için Döşemealtı’ndan üniversite kampüs alanı tahsis ettirmeyi başaran ve bir bankaya 100 milyon liralık bloke sağladığını belgeleyen ama henüz her şeyi kâğıt üzerinde olan Gaye Vakfı’nın Uluslararası Antalya Üniversitesi izin dosyasını YÖK bu kez hemen Bakanlar Kuruluna sunmuş ve izni geçirmiştir. Kuşkusuz bu durum yerel ve ulusal basında yer almış ve Başbakan Erdoğan’a yakınlığıyla bilinen, Star gazetesi ile Kanal 24’ün ortaklarından, Rixos oteller zincirinin sahibi Fettah Tamince’nin, Gaye Eğitim, Sağlık, Çevre ve Spor Vakfının yönetiminde bulunmasının ve kurulacak üniversitesinin mütevelli heyetinde yer almasının rol oynadığı dile getirilmiştir. Özelikle de Tamince’nin, gerek Cumhurbaşkanı gerek Başbakan ve de Fethullah Gülen ile yakınlığı vurgulanmış, hatta “Uluslararası Antalya Üniversitesi Fethullah Gülen’in mi?” türünden başlıklar bile atılmıştır.

Sayın milletvekilleri, işte “ahbap çavuş ilişkileri ile üniversite kurmak” derken bu gibi örnekleri kastetmekteyiz.

Gaye Eğitim, Sağlık, Çevre ve Spor Vakfının daha önceki eğitim ve benzeri gibi, sağlık, çevre, spor gibi etkinliklerine ilişkin elimizde herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Bu bilgiler istendiğinde de Sayın Bakanın tutumunun bu isteği reddetme biçiminde olduğundan söz etmiştim. İnternet’e bilgi için başvurduğumuzda, bu Vakfa ait üç ayrı yerde bilgiye rastlayabildik. Bunlardan bir tanesi, bu Vakfın 28 Nisan 2005’te Kutlu Doğum Haftası etkinliği düzenlediğini söyleyen bir haber.

Bir ikincisi, 11 Şubat 2010 tarihli Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi Rektörlüğünün 421 no.lu Toplantısı’nda alınan Yönetim Kurulu kararları arasında Vakfın adının geçmesi. Nasıl geçiyor Vakfın adı? “İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Profesör Doktor Hasan İbicioğlu’nun Gaye Eğitim Vakfı tarafından Antalya’da kurulmakta olduğu bildirilen vakıf üniversitesinin kurulma ve organizasyon yapısının planlanmasında ve sunulmasında eğitim ve danışmanlık hizmeti vermek üzere görevlendirilmesine ilişkin teklif kabul edilmiştir.” diye geçiyor.

Şimdi, adı geçen Sayın Profesör Doktor Hasan İbicioğlu ise Türbana Özgürlük Bildirisi’ni imzalayan öğretim üyelerinden olup Şubat 2008’de imzacılar arasında yer almış, Ağustos 2008’de ise dekanlığa atanmış olan bir öğretim üyesidir.

Sayın milletvekilleri, üniversite sistemimizin kanayan bir yarası da rektör ve dekan seçimlerinde adayların kurumlarında yapılan eğilim yoklamalarında aldıkları oylardan çok, Başbakan ve Cumhurbaşkanına ya da tarikatlara yakınlıklarının ve Türbana Özgürlük Bildirisi’ne imza atıp atmamış olmalarının rol oynamasıdır. Örnek vermeyeceğim, hepiniz günlerdir köşe yazarlarının bu konudaki ağır eleştirilerini zaten okumaktasınız. Marmara Üniversitesi ve Giresun Üniversitesi örnekleri bile nasıl bir durumun yaşandığını gayet güzel bir şekilde sergilemektedir.

Yine, üçüncü haber nasıl geçiyor Gaye Vakfıyla ilgili? Bir Yönetim Kurulu kararı, yine Süleyman Demirel Üniversitesinin bu Vakfa bir mütevelli heyet üyesi görevlendirdiğini söyleyen bir haber bu ama tarihlere dikkat ettiğinizde -yani 11 Şubat 2010 ve 29 Nisan 2010’da- bu üniversitenin kuruluş işlemleri henüz tamamlanmamış olduğu hâlde lehte tamamlanacağının önceden kesin olarak bilindiğini bize göstermekte bu tarihler. İşte konuşmamın başlangıcında emrivakilerden söz ederken bu türden örnekleri kastetmiştim.

Sayın milletvekilleri, vakıf üniversitesi kurabilmek için pek çok koşul arasında öncelikle neler gerekli, şimdi kısaca anımsayalım. Her şeyden önce, bina, araç gereç ve diğer eğitim öğretim tesis ve malzemelerinin hazır bulunduğunu, hazır olmayanların sağlanması için yeterli kaynağın tahsis edildiğini, bu mal varlığının kurulacak yükseköğretim kurumuna kuruluşundan sonra -eğitim öğretim faaliyetine başlamadan önce- en geç üç yıl içerisinde özgülenmesini, mülkiyeti devredileceklerin devredileceğine ilişkin yetkili organların noter onaylı kararları ve bununla ilgili belgelerin gerekli olduğunu biliyoruz. İkinci olarak, taahhütleri arasında bir üniversite kurulması için mülkiyeti devredilecek asgari düzeyde yeterli mal varlığı dışında emlak ve mallar varsa bunlara ilişkin kira, aidat ve her türlü ödemelerin kurucu vakıf tarafından taahhüt edilmesi ve bu ödemelerin kurucu vakfın uhdesinde kalan taşınır taşınmaz mal varlığı ile karşılanabilecek durumda olması gerekli. Ayrıca, vakıf yönetim organı dışında yükseköğretim kurumunun mütevelli heyetinin 7’den az olmamak üzere kaç kişiden oluşacağını, mali ve idari konularda mütevelli heyet ve dışındaki organlardan hangisinin karar vermeye yetkili olduğunu belirten Vakfın yetkili organlarının kararının ve mütevelli heyet üyelerinin öz geçmişlerini belirten belgelerin gerekli olduğunu da biliyoruz ama Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, vakıflarla ilgili gerekli olan bu belgeleri bilmemize rağmen, kurulmak istenen Uluslararası Antalya Üniversitesi niçin uluslararasıdır, bilmiyoruz; hangi dilde öğretim yapacaktır, bilmiyoruz; bloke ettiği 100 milyon ve hazine arazisinden tahsis edilen arsa dışında mal varlığı, emlak, arsa, finansman kaynakları nedir, bilmiyoruz; basından öğrendiğimiz bir ikisi dışında vakıf yönetim kurulu üyeleri kimlerdir, mütevelli heyet kimlerden oluşacak, bilmiyoruz; bu vakıf üniversitesi parasız mı olacak, bilmiyoruz; Vakfın eğitim, sağlık, spor ve çevre konusunda bugüne kadar Antalya ilimize ne gibi katkıları olduğunu da bilmiyoruz.

Bu nedenle, sayın milletvekilleri, kurulması önerilen Uluslararası Antalya Üniversitesine bugün oy verirken bildiklerimizi bilmediklerimizle karşılaştırarak anlamlı bir şekilde “evet” ya da “hayır” diyeceğinizi ummak istiyor, Genel Kurula saygılar sunarak sözlerime son veriyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Arat.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Samsun Milletvekili Sayın Osman Çakır.

Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA OSMAN ÇAKIR (Samsun) – Sayın Başkan, değerli üyeler; öncelikle yüce milletimizin kandilini kutlamak istiyorum ve maden işçilerimize de geçmiş olsun diyorum. Bu vesileyle Türk yükseköğretimine hizmet etmiş ve önemli başarılar sağlamış Sayın İhsan Doğramacı’yı da minnet ve şükranla anmak istiyorum. Ayrıca Türk yükseköğretimine hizmet etmiş olan bütün yöneticilere de burada teşekkürlerimi iletmek istiyorum.

Dün akşam bir tartışma yaşadık. Bursa milletvekillerimizin vermiş olduğu Bursa Teknik Üniversitesi konusunda kanun teklifi maalesef iki yıl sonra verilen bir kanun teklifiyle birleştirilmemiş, iki yıl önceki kanun teklifi yok sayılarak daha sonra AKP Grubunun vermiş olduğu teklif gündeme alınarak Plan ve Bütçe Komisyonundan geçirilerek tartışılmıştır. Bu fevkalade yanlıştır. Her ne kadar İç Tüzük’te yapılabilir, edilebilir deniyorsa da teamüllere aykırıdır. Bir kere, fikrî mülkiyet haklarına da aykırıdır. Eğer Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak biz burada fikrî mülkiyet haklarına saygı göstermezsek, iki yıl önce arkadaşlarımızın düşündüğü dikkate alınarak kanun teklifi hâline getirdiği bu teklifi yok sayarsak ve onların fikri üzerine kendimiz gasbederek -bir nevi kopyalama ve intihal teşebbüsünden farkı yoktur- kendi kanun teklifimizi verip de sanki bunu çoğunluğumuza, Millet Meclisindeki çoğunluğa dayanarak biz kuruyormuş gibi davranırsak fevkalade yanlış yapmış oluruz. Bu yanlış yapılmıştır. Akşam da bütün itirazlar yok sayılmıştır. Keşke bugün, bu sabah o konu halledilerek, bu teklif birleştirilerek burada bu kanunun görüşülmesine geçseydik daha iyi olurdu.

Değerli milletvekilleri, zaman, insanlığın gelişimini ve çağı iyi analiz edememiş toplumların geriye düştüğü ve diğerleriyle aralarındaki mesafenin giderek açıldığı bir süreçte ilerlemektedir çünkü biliyoruz ki yeni gelişme ve dinamikleri kavrayamayanlar bunun için ihtiyaç duyulan gerekli atılım ve dönüşümleri de başaramayacak olanlardır. Dünya coğrafyası, ayakta duramamış, varlığını sürdürememiş ve saman alevi gibi parlayıp sönmüş yüzlerce toplumun bugün enkaz ve harabe hâline gelmiş kalıntılarıyla doludur.

Bu nedenle, Türkiye, kendi rotasını kendisi çizen, kendi stratejilerini kendisi uygulayan bir ülke olmak zorundadır. Bunun gereği ve temel şartı, büyük devlet geleneğimizi ve tecrübe birikimlerimizi yeni yüzyılın şartlarında yeniden yorumlayarak kalkınma ve gelişme sürecimizi bir an önce tamamlamaktır. Bu yönde kararlı bir siyasi iradenin oluşması hâlinde, Türkiye'nin muhteşem konumu, milletimizin millî ve manevi birikimleri ve zorlukları aşmada gerekli, yeterli ivme bize bunu sağlayacaktır.

Bu ilerleyişin öncüsü ise milletin değerlerini taşıyan ve millî kimliğinin farkında olan eğitimli ve donanımlı aydınlarımız olmalıdır çünkü millî kimliğimizin farkında olan aydınlar devlet ile millet arasındaki rabıtayı da sağlayacak olanlardır. Millî Mücadele sürecimizde de Türk aydınlarının sadece kahramanlıklarıyla değil, toplumun değerlerini bütünüyle kavrayıp temsiliyle başarılmış ve cumhuriyetimiz de bunun üzerine kurulmuştur.

Böyle bir bakışın gereği olarak bugün üniversitelerimizin mensuplarının milletimize karşı büyük bir hizmet sorumluluğu bulunmaktadır. Türk üniversitelerinin kendi içlerine kapanmışlığını terk ederek 21’inci yüzyılın gerektirdiği her türlü hizmeti Türk insanına sunmak mecburiyeti vardır. Ancak millet olarak bugün yaşadıklarımızın karşısında Türk üniversitelerinin suskun kaldığı, yaşadığımız problemlere ve ihanetlere karşı gereken tepkiyi ve cevabı vermekte çok yetersiz kaldığı açıkça görülmektedir. Bu durumu olağan veya normal olarak kabul etmek mümkün değildir çünkü aksi durum üniversitelerimizi yok kabul etmekten başka bir şey değildir. Üniversitesi konuşmayan veya konuşmaktan korkan bir ülkenin sonunun ne olacağı meçhuldür. Hele üniversitesi adına birtakım üniversiteli meczupların arzı endam ettiği görsel sahnelerin arkasında millete yönelik hain oyunların tezgâhlandığı da ortayken bu durum giderek daha da büyük önem kazanmaktadır. Şimdi, bu durum üzerine, herkesin üzerine düşen görevi kusursuz yerine getirmesi gereken bir dönem gelmiştir. Çünkü bugün bütün insanlık, çevre sorunlarından enerjiye, bulaşıcı hastalıklardan adalete, güvenlik meselelerinden ham madde ihtiyaçlarına, açlıktan, işsizlikten, ekonomik krizlere kadar karşı karşıya bulunduğu tehlikelerle bütün insanlık aynı ortak kaderi paylaşacaktır. Teknolojinin, finansın, bilginin ve bilgiye ulaşımın yani enformasyonun demokratikleşmesi, küresel dünyada uluslararası ve devletler üstü kuruluşların yanında ülkeler üzerinde yepyeni denetim ve yaptırım mekanizmalarının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Türk üniversiteleri maalesef bunları iyi takip edememektedir ve ülkemizin bu şartlara uygun hangi tedbirleri alacağı ve hangi tedbirleri gerçekleştireceği konusunda gerekli uyarıları yapmamaktadır, yol gösterici olamamaktadır. Günümüzde artık bilim adamlarımız, sporcularımız, sanatçılarımız, sanayicilerimiz, iş adamlarımız, çiftçilerimiz, işçilerimizle her alanda dünyanın saygın ve seçkin bir üyesi olmak durumundayız. Bu, Türk insanının hem hakkı hem en önemli görevi hem de tarihî sorumluluğunun ve tarihinden gelen kaçınılmaz bir kaderidir.

Türkiye Cumhuriyeti, Türk milletinin kendi azmi, kendi gayreti ve iradesiyle kurduğu ve hak ettiği bir devlettir. Bu büyük mücadeleyi, bu muhteşem mücadeleyi kazanmayı başaran ve bu uğurda binlerce şehit vererek büyük fedakârlık gösteren büyük Türk milletine Türkiye Cumhuriyeti üniversitelerinin çok büyük hizmet borcu vardır, şükran borcu vardır. Bu nedenle, Türk yükseköğretim sistemi bunun şuurunda ve idrakinde olmak zorundadır.

Yükseköğretim sistemini tümüyle değiştirmek elbette ki zordur ama bundan önce bazı özel acil önlemler alınarak bu sistemin rehabilite edilmesi lazımdır. Üniversitelerde var olan sorunlar kısmen de olsa çözülüp daha sonra bütünüyle esasa geçilebilmelidir.

Özellikle üniversitelerde rektörlerin seçimle iş başına gelmesi demokratik açıdan cazibeli görünmesine rağmen, yapılan uygulamalar sistemin demokrasiyle bir alakası olmadığını açıkça göstermiş, üniversitelere popülist anlayışı getirmiş, öğretim üyelerini kamplara ayırmış, aralarında uzlaşılmaz, verimsiz, anlamsız, gereksiz bir kavganın içine sokulmuştur. Liyakat, çalışkanlık, başarı kriterleri yerini yandaşlık kriterlerine terk etmiş, siyasi otorite ve erk bundan alabildiğince faydalanma imkânını bulmuştur. Bu durum üniversitelere önemli ölçüde darbe vurmuştur. Seçmenlerin seçilenler tarafından atandığı bu sistemde üniversitelerin reel ve gerçek kadro ihtiyaçları, verimlilik, bilimsel yeterlilik, akademik başarı tamamen yerini siyasi ve kişisel çıkar yandaşlığına veya menfaat dalkavukluğuna bırakmıştır.

Bu nedenle, öncelikle rektör seçimleri olmak üzere, bu konu ve üniversitelerin denetim mekanizmaları olmak üzere acil düzenlemeler hemen yapılmalıdır. Üniversitelerimize tabana kadar yayılmış güven kaybından kaynaklanan tek taraflı yapılanma gayretlerini boşa çıkaracak düzenlemelerin yapılması artık çok acil ihtiyaç hâline gelmiştir. Üniversiteler, ülkemizin ihtiyaç duyduğu insan gücünü yetiştiren, araştırma yapan, toplumsal gelişmeye önderlik eden, bilimsel yöntemlerle meselelere çözüm üreten, esnaf, sanatkâr ve sanayicilere bilimin ışığında iş birliği imkânları sunan ve dünya üniversiteleriyle yarışan eğitim kurumları hâline gelmelidir.

Yükseköğretim kurumlarının idari ve mali özerkliğe sahip olması esas olmalıdır. YÖK, standart belirleyici, koordinasyon, denetleme ve planlamadan sorumlu bir üst kuruluş olarak devam etmelidir. Yükseköğretim sisteminin daha demokratik ve üretken bir yapıya kavuşturulması sağlanmalı, öğrenci, kurum ve akademik kadrolar arasında iş birliği ve uyumu artıracak düzenlemeler yapılmalıdır.

Etkin bir kalite değerlendirme ve denetim sistemi oluşturulmalı, özel üniversite kurulması teşvik edilmeli, üniversitelere giriş sınavı kaldırılmalı, bunun yerine ilköğretim ve ortaöğretimde etkili bir yönlendirmeye bağlı olarak uygulanacak müfredat ile ortaöğretim başarısının ve ortaöğretim sonunda yapılacak olgunlaşma sınavını esas alan, fırsat eşitliğini gözeten üniversiteye geçiş sistemi uygulamaya konulmalıdır.

Üniversite öğretim elemanı ve bilim adamının yurt içinde yetiştirilmesi için üniversitelerin, yüksek lisans ve doktora programlarında özellikle ihtisaslaşması sağlanmalı ve gerekli teknik, akademik altyapı mutlaka büyük üniversitelerde oluşturulmalıdır.

Çağın bilgileriyle donatılmış öğretmen ve öğretim üyesi yetiştirilerek bu mesleklerde çalışma şartları, özlük ve sosyal haklar itibarıyla cazip hâle getirilmelidir. Bugün üniversite öğretim üyeliği en az cazip olan meslekler arasındadır. Özellikle akademik yaşama yeni adım atan öğretim elemanlarının çok düşük düzeyde gelir elde ettikleri, bu nedenle de genç beyinlerin artık üniversiteleri çok çekici bir yer olarak görmedikleri sürekli ifade edilen bir gerçektir.

Üniversite öğretim üyeleri ailelerine ve çocuklarına belli bir yaşam standardı sağlayabilmek için akademik gelişmelerine katkıda bulunmayacak işler yapmak durumunda kalmaktadır. Öğretmenlerin, üniversite öğretim üyelerinin özlük hakları ve istihdam şartları çağdaş standartlar düzeyine mutlaka çıkarılmalıdır. Hem lisansüstü eğitim yapmak isteyenlerin hem de akademik hayata öğretim üyesi olarak devam etmek ve kayırmacılık anlayışına fırsat vermeyecek sınav ve seçme sistemleri hayata geçirilmelidir. Sağlıklı bir tartışma ortamı oluşturulup yükseköğretim konusu bütün yönleriyle ilgililerince tartışılabilmeli, sistem tümüyle masaya yatırılmalı, bütün tarafların bir araya geleceği platformlar kurulmalı ve yükseköğretim şûrası toplanarak ortak uzlaşma sağlanılmasına çalışılmasında yarar vardır.

Üniversite özerkliği mutlaka korunmalıdır. Bu kavram, başına buyruk olmak anlamına da gelmemelidir. Üniversite özerkliği üniversitenin ihtiyacı olan mali kaynakları sağlayan kamunun kurum üzerinde hesap sorma ve denetim hakkı ile bilimsel araştırma, hür düşünce, eğitim ve öğretim faaliyetlerinin gerektirdiği özgürlük alanını, dokunulmazlık ve hoşgörü ortamı arasındaki çok hassas ve keskin olan önemli bir dengeye dayanır.

Ayrıca bütün üniversitelerin arasında koordinasyonu sağlayacak bir üst kurumun varlığına da ihtiyaç vardır. Koordinasyon, planlama, organizasyon, destek ve denetim konularında yetkili olan ve öğretim üyeleri ve istihdam sağlayan kuruluşların yüksek derecede temayüz etmiş kişileri arasından seçilen bir Yükseköğretim Kurulunun gevşek ve genel gözetim ve denetimi altında devlet üniversitelerinde de vakıf üniversiteleri gibi mütevelli heyeti veya benzeri yönetim sisteminin kurulması yararlı olabilir ancak mütevelli heyet üyelerinin aranacak özellikler ve nitelikleri son derece dikkatle belirlenmelidir.

Dünyayı ve ülkemizi iyi bilen, tanıyan akademik iş çevrelerinin oluşturduğu bağımsız akademik değerlendirme ve kalite kontrol sistemlerinin kurumlaştırılması ve kurulması, işletilmesi, üniversiteler arasında rekabetin sağlanması şarttır. Üniversitelerin yıllık idari ve mali denetimleri yapılarak sonuçları her yıl kamuoyuna açıklanmalı, başarılar taltif edilmeli, başarısızlıklar ve olumsuzluklara da cezai yaptırımlar getirilmelidir.

Gelişmenin ve iyi yönetimin ve performansın sağlanabilmesi için üniversitelerin tekdüzelikten ve aynilikten kurtarılması, birbiriyle ve dünyadaki benzerleriyle rekabete sokulması şarttır. Bunun için sağlıksız ve yanlış bir uygulama olan diplomaya ve okula dayalı meslek sahibi olma sistemi artık terk edilmelidir. Eğitim, istihdama ve mesleğe dayalı olmalıdır. Diploma meslek kazandırmamalıdır.

Yükseköğretim kademesinde pek çok sorun vardır. Elbette ki bu sorunları burada sıralamakla uzun zamanınızı almak istemiyorum ancak özellikle bir konuya da parmak basmak istiyorum. Hükûmet kurulduktan sonra Millî Eğitim Bakanlığınca Yükseköğretim Kurulunda reform çalışmalarına başlanmış, beş yıl tartışmalarla geçmiş ama bir sonuç elde edilememiştir. 58’inci, 59’uncu, 60’ıncı Hükûmetlerin programlarında ve aynı zamanda AKP’nin Parti Programı’nda ve Acil Eylem Planı’nda yükseköğretim konusunda verilen sözlerin hiçbirisi gerçekleştirilememiştir.

Aynı şekilde, yükseköğretime ayrılan bütçenin 2002’den bu yıla kadar arttığı doğrudur ancak 2002’den bu yana yeni açılan üniversite sayısı, yükseköğretimde okuyan öğrenci sayılarından o günden bu yana oluşan artışlar, öğretim elemanı sayısındaki artış, idari eleman sayısındaki artış ve 2002’den bu yana gerçekleşen enflasyon dikkate alındığında, gerçekte yükseköğretime ayrılan ödeneklerde iyileştirme yapılmadığı ve bu noktada bir gelişme sağlanamadığı ortadadır. Zaten öğretim üyelerimize, profesör, doçent, yardımcı doçent ve araştırma görevlilerimize sorduğunuzda, sekiz yıldır gelirlerinde hiçbir gelişme olmadığı çok açık ve net bir şekilde ortadadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ayrıca yükseköğretim konusunda önümüzdeki en önemli handikaplardan birisi de yurtlardır. Yurtlar fevkalade üniversite için önemli olan kurumlardır. Evet, Yükseköğretim Kurumunun yurt sayısında 2002 yılından bu yana artış olmuştur, yaklaşık 20 bin civarında yatak sayısında artış olmuştur ama öğrenci sayısında, üniversiteye alınan öğrenci sayısında veya daha üzeri artış dikkate alındığında öğrenci sayısındaki artışla orantılı olarak yurt yatak kapasitesinin artmadığı ve öğrencilerin Kredi Yurtlar hizmetleri yerine çeşitli vakıf, cemaat ve teşekküllerin yurtlarında kalmak zorunda kaldıkları, ayrıca Kredi ve Yurtlar Kurumunun sahip olduğu yurt imkânlarıyla bu özel yurtların yurt imkânlarının farkı, Kredi ve Yurtlar Kurumu yurtlarının cezbedici, cazibe oluşturucu olmadığı da çok açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bunun derhâl düzeltilmesi, devletin çok sayıda yurt yaparak gençlerimizi çeşitli şekilde nitelenebilecek  tuzaklardan da kurtarması şarttır.

2002 yılında AKP iktidara geldiğinde YÖK ile AKP arasında beş yıl boyunca yaşanan kavgalar süregelmiştir. Sürekli bunlar kamuoyunu meşgul etmiş, büyük zaman kaybına sebep olmuştur. Başbakan, her gittiği yerde, özellikle üniversitelerde sürekli YÖK’e çatmış ancak ortaya bir çözüm koyamamıştır. Genellikle bu konuda önemli bazı iç ve dış olaylarla ilgili başarısızlıkları gözden kaçırmak için de YÖK ve rektörlere çatma konusu paravan olarak kullanılmıştır.

Sonuç olarak, AKP yükseköğretimde tutarlı bir temele dayanmayan, bol keseden attığı ancak yerine bir türlü getiremediği vaatlerini YÖK’ün arkasına saklanarak milletimizi oyalamıştır. Sekiz yıl burada hep oyalama ve ertelemeyle geçirilmiştir. YÖK Yasası’nda, bütün vaatlere rağmen, hiçbir düzenleme yapılamamıştır. Kamuoyu da şimdi AKP’nin vaatlerini bekliyor, Acil Eylem Planı’nda söz verdiklerini, parti programında yazdıklarını, Hükûmet programlarında yazdıklarını ne zaman Meclise getireceğini beklemektedir.

Yükseköğretim Milliyetçi Hareket Partisi için fevkalade önemlidir. Niçin önemlidir? Çünkü yükseköğretim Türkiye için fevkalade önemlidir. Dolayısıyla, biz bu konunun takipçisi olacağız. AKP’nin gerçekleştirmediği bu vaatler Hükûmetin başarısızlıkları arasında en önemlileridir. Çünkü yükseköğretim düzeltilmeden, yükseköğretim konusunda başarı sağlanmadan Türkiye'nin, ülkemizin doğru ve mükemmel hedeflere ulaşması mümkün değildir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi bir başka konuyu burada dile getirmek istiyorum.

Yasalarımıza göre vakıflar kazanç amacına yönelik olarak yükseköğretim kurumları kuramazlar ve 2547 sayılı Yasa’ya göre vakıf üniversitelerinin kurulması, yönetimi, denetimi ve görevlerini Yükseköğretim Kurulu yapar. Ancak Yükseköğretim Kurulunun bugünkü durumda yaklaşık 95 devlet, 51 vakıf olmak üzere 146’ya ulaşan üniversiteleri bu yapıyla nasıl denetleyeceği meçhuldür. Çünkü şu anda Yükseköğretim Denetleme Kurulunun sayısı 9 civarındadır. Bu sayıyla, 146 veya 150, bugün kuracaklarımızla yaklaşık 153’e ulaşıyor; bu 153 üniversiteyi nasıl denetleyeceğiz? Bunların altından bu Denetleme Kurulunun bu sayıyla nasıl kalkacağı büyük bir tartışma konusudur.

Onun için, özellikle ve öncelikle yükseköğretim konusunda acil düzenleme yapmalı. Öncelikle, rektör seçimi olmak üzere denetleme konusunun dikkate alınarak yeniden düzenlenmesi, hele bu vakıf üniversite sayısının 51’e yükseldiği bu durumda bu vakıf üniversitelerinin görevlerini ne şekilde icra ettikleri ve bu konuda eğitim sistemimize hangi katkılarda bulundukları ve bu noktada öğrencilerini nasıl yetiştirdikleri konusu çok yakından izlenmeli ve değerlendirilmelidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Çakır, konuşmanızı tamamlayınız.

OSMAN ÇAKIR (Devamla) – Çünkü Türkiye’de bağımsız denetim kuruluşları yoktur, bağımsız akademik değerlendirme kuruluşları bulunmamaktadır ve öğrencilerimizin de üniversite tercihi konusunda maalesef çok fazla seçenekleri de yoktur. 50 milyar dolarlık bir pastanın söz konusu olduğu, her yıl 1,5 milyon öğrencinin sınava girerek üniversitede okumak istediği ve Batılı birçok yükseköğretimden para kazanan şirketlerin bu uğurda yatırım yapmak istedikleri ve mevcut vakıf üniversitelerini satın almak için peşinde dolandıkları bir dönemde bu yükseköğretim pastası, yükseköğretim sistemi denetimsiz, kontrolsüz bırakılamaz ve burada çok sakıncalı, ileride telafisi güç zararlar ortaya çıkabilir. Bir an önce bu konuda da tedbir alınması gerekir.

Hepinize saygılar sunuyorum, yüce Meclise teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çakır.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Bitlis Milletvekili Nezir Karabaş.

Buyurun.

BDP GRUBU ADINA MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yükseköğretim Kurumları Teşkilat Kanunu’nda değişiklikle ilgili tasarıyla ilgili Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, bu tasarıda, 8 tane üniversitenin, 7’si devlet, 1’i vakıf üniversitesinin kuruluşu var. Ancak, bu tasarıyı değerlendirirken üniversiteyi, üniversitelerin Türkiye’deki durumunu, üniversite eğitiminin durumunu ve bizim, üniversitelere, eğitime nasıl baktığımızı, dünyada “çağdaş, gelişmiş” dediğimiz ülkelerle Türkiye’deki üniversitelerin kıyaslamasını yapmamız gerekiyor.

Değerli milletvekilleri, bir ülkenin gelişmişliği, bir ülkenin geleceği, bir ülkenin sosyal, toplumsal, kültürel ve ekonomik durumu ve geleceği, o ülkenin üniversitelerine, üniversitelerinin düzeyine, üniversitelerde özgür ve demokratik bir yapının oluşmuş olmasına ve üniversitelerde her türlü düşünceye açık, düşüncesini açıkça söyleyebilen, her türlü bilimsel düşüncenin özgürce tartışılabileceği bir yapı olup olmadığına bağlıdır. Eğer bunlar yoksa, bir ülkenin bugününün iyi olması, geleceğinin de aydınlık olması mümkün değil.

Her zaman, Türkiye’de genç nüfusumuzla övünürüz. Nitekim, Türkiye’de “üniversite yaşı” dediğimiz on sekiz ile yirmi dört yaş arasında 9 milyon nüfus var. Bugün, 2009 yılı verilerine göre üniversiteye yeni kayıt yapan öğrenci sayısı 900 bine yaklaşmış, 869 bini bulmuş. Yine, 2009 yılında üniversitelerde okuyan öğrenci sayısı 3 milyona yaklaşmış. Şimdi, sürekli üniversite açıyorken -nitekim, devlet, kamu üniversiteleri sayısı 95, vakıf üniversiteleri sayısı da 51, toplam 146 üniversite var- mevcut üniversitelerimizde eğitim ne düzeydedir, mevcut üniversitelerimiz ne kadar özerktir, ne kadar demokratiktir, mevcut üniversitelerimizde eğitim ne kadar bilimsel yöntemlerle yapılıyor; mevcut üniversitelerimizde öğretim üyelerimiz, oradaki idari personel ve öğrenciler çağdaş dünyadaki demokratik, özgür bir ortamı ne kadar paylaşabiliyorlar? Onlara bakmamız gerekiyor. Öğrenci sayısını belirttik. Özellikle, AKP, her zaman 2002 ile bugünü değerlendirir, biz de o verileri değerlendirelim. 2002 ile 2009 arasında üniversiteye yeni kayıt yapan öğrenci sayısında yüzde 100’e yakın ve yine 2002 ile 2009 arasında üniversitede okuyan toplam öğrenci sayısında yüzde 75’e varan bir artış sağlanmış ancak öğretim üyesi sayısı artışında yüzde 41’lik bir gelişme sağlanmış. Yani yeni öğretime başlayan öğrenci sayısı 2 kat artıyor, üniversitelerde okuyan öğrenci sayısı yüzde 75 artıyor ancak üniversite öğretim üyesi sayısı yüzde 41 artıyor.

Şimdi, mevcut, Batı, girmeyi planladığımız, girme hazırlığı yaptığımız, üyesi olduğumuz Avrupa  Birliği, yine üyesi olduğumuz OECD ülkeleri ve  diğer gelişmiş dünya ülkelerini değerlendirdiğimizde her yıl öğrenci sayısına düşen öğretim üyesi sayısı, profesör sayısı, doçent sayısı, yardımcı doçent sayısı artırılıyorken Türkiye'de bu geriliyor ve bizler, açtığımız üniversite sayısıyla övünüyoruz.

Diğer taraftan, bir üniversitenin gelişmesi, bir üniversitenin gelişmesinin önündeki engellerin kaldırılmasında en önemli faktör, o üniversitenin özerk olması, demokratik olmasıdır. Bir üniversitenin özerk olması, demokratik olması, kendi yönetimini, idari yapısını belirlemesi ve kendi kararlarını kendisi almasıdır ve Türkiye'deki gibi de demokratiklik, özerklik denildiği zaman, kendi yapısını belirleme kararı almalı denildiği zaman sadece öğretim üyesini de kapsamayan -ki bu da yok, öğretim üyeleriyle bunu belirleyemiyor- öğretim üyesiyle, öğrencisiyle ve orada diğer yardımcı personeliyle demokratik bir yapıyı oluşturan, demokratik bir ortamı oluşturan, her şeyin demokratik bir şekilde bir teneffüs edildiği bir ortamı sağlayan bir yapıdır. Eğer bunu sağlayamazsanız… Şu anda YÖK zaten bu hakkı öğretim üyesine de oradaki rektörün atanmasına da demokratik bir şekilde öğretim üyeleri tarafından atanmasına da izin vermiyor. Ancak bunun olduğu dönemlerde de ve bugün demokratikleşme denildiği zaman öğretim üyeleri sayılıyor ancak öğrenci hiç kimsenin aklına gelmiyor. Türkiye'de öğrenci denildiği zaman, özellikle üniversite öğrencisine, tehlikeli, kentten uzaklaştırılması gereken, JİTEM’cisiyle, jandarmasıyla, polisiyle ve üniversitenin özel güvenlik görevlisiyle hem içeride hem dışarıda denetlenmesi gereken, her zaman tehlikelere açık, her zaman yanlış yapabilecek bir kesim olarak bakılıyor. Nitekim, 12 Eylülden bu yana, başta 12 Eylül darbe mantığı ve sonrasında da Türkiye’de yaşamın her alanında güvenlik penceresinden bakan, süren çatışma, şiddet ve savaş ortamı mantığıyla bakan ve her yeri denetim altına almayı düşünen bir mantıkla üniversiteler bir taraftan daha iyi ortam adıyla… Doğrudur, bazı üniversitelerin kent merkezinde, kent ortasında uygunsuz fiziki koşulları vardı ama kent dışına taşınmasında esas mantık mümkün olduğunca toplumsal yapıyla üniversite öğrencisinin diyalogunu kesecek mesafelere taşıma ve orada da hangi üniversitemize gidersek gidelim yüksek duvarlarla çevrilmiş, bazı yerlerde tel örgülerle çevrilmiş, kapısında jandarmanın, polisin, özel güvenlik görevlilerinin nöbet tuttuğu, öğrencinin bazen birden fazla güvenlik çemberini aşarak içeri girdiği bir yapı. Peki, bu mantıkla nasıl çağdaş bir topluluğu yaratırız? Üniversitesine böyle bakan, üniversite öğrencisine, gencine böyle bakan bir devlet mantığı nasıl çağdaş bir toplumu yaratır?

Değerli milletvekilleri, OECD’nin belirlediği bir ülkenin özerk ve demokratik olmasını belirleyen kıstaslar var. Bu kıstaslar sekiz maddeden oluşuyor.

1) Kendi binaları ve tesislerinin sahibi olmak.

2) Kaynak edinme özgürlüğüne sahip olmak.

3) Bütçesini kendi belirlediği amaçlara ulaşabilme doğrultusunda özgürce kullanabilmek.

4) Akademik yapıyı düzenlemek; ders konularını, içeriklerini kendi inisiyatifiyle oluşturabilmek.

5) Akademik personeli atama ve atma yetkisine sahip olmak.

6) Çalıştırdığı personelin ücretlerini serbestçe belirleyebilmek.

7) Programlarına kabul edeceği öğrenci sayılarını serbestçe belirleyebilmek.

8) Öğrencilerin ödeyeceği öğrenim harçlarını bağımsız olarak belirleyebilmek.

Bunlar OECD’nin belirlediği ve tüm dünyada kabul gören kıstaslardır. Bir üniversitenin bunu ne kadar gerçekleştirdiğini ölçmek için her kıstasa, her maddeye 1 puan verilerek o ülkenin veya o üniversitenin ne kadar özerk ve demokratik olduğu belirleniyor.

Bu kıstaslara göre Türkiye hangi dilimde biliyor musunuz sayın milletvekilleri? Beş kıstasın hiçbirini yerine getirmemiş, hiçbiri taşınmıyor, diğer üç kıstasta da nispeten bir uygunluk var yani bir buçuk puan, üç kıstasta yarımşar puan ile bir buçuk puan. Ha, bizler de, Sayın Başbakanımız, Bakanımız, yetkililerimiz, üniversite hocalarımız, koca koca profesörlerimiz her çıktığında Türkiye'nin üniversitelerinin ne kadar demokratik olduğunu, ne kadar özerk olduğunu, mevcut üniversitelerde ne kadar gelişme sağladığımızı, dünyayla bütünleştiğimizi söylüyoruz. Bizler şu anda dünyanın en büyük 16’ncı ekonomisi olduğumuzu ve 2013 yılında 10’uncu en büyük ekonomi arasına girmeyi hedeflediğimizi söylüyoruz; dünyada her yönüyle, bilimsel, akademik, demokratik, özerk yapısıyla en iyi beş yüz üniversite arasına giren tek bir üniversitemiz yok ve bizler 16’ncı büyük ekonomiyiz, dünyanın 10’uncu büyük ekonomisi olmayı hedefliyoruz.

Peki, Türkiye’de, evet, doğrudur, ekonomik anlamda Türkiye'nin mevcut üretimi, kapasitesi, insan sayısı değerlendirildiğinde bazı kıstaslarda ileri olduğumuz söylenebilir ama bu neyin göstergesidir? Eğer ekonomik olarak, eğer üretim anlamında, eğer dünya ekonomilerinin büyüklüğü anlamında belli bir sırada yer alıyorsak ve kişi başına düşen millî gelirde gelirin demokratik ve eşit bölüşümünde, eğer eğitimde üniversitedeki mevcut özerk demokratik yapımız ve gelişmişliğimiz anlamında çok geriysek, demek biz de Türkiye Cumhuriyeti devleti şimdiye kadarki hükûmetler ve şu anda AKP bu tür konuları önemsemiyor. Demek bizler güvenliği önemsiyoruz. Türkiye Cumhuriyeti devletinin devleti ve milletiyle bölünmez bir bütün olması ve bu mantık altında herkesin tek bir potada eritilmesinin dışında, bilimi önemsemiyoruz, demokrasiyi önemsemiyoruz, çağdaş dünyayla bütünleşmeyi önemsemiyoruz, bilimi önemsemiyoruz. Eğer bunları önemseseydik mevcut bu kriterlerde, bu konulardaki mevcut düzeyimiz ekonomik düzeyimizle, ekonomimizin büyüklüğüyle orantılı olurdu. NATO’nun üyesi olan, şu anda Avrupa Birliğine üye çalışması yapan, elli yıldır AET’yle birlikte Avrupa Birliğine girmeyi, altmış yıldır NATO üyesi olmayı sürdüren bir devlet eğer bugün dünyanın en iyi beş yüz üniversitesi arasında yoksa bilimi önemsemediğinin göstergesidir.

FATMA NUR SERTER (İstanbul) – Ama var yani, doğru söyle.

MEHMET NEZİR KARABAŞ (Devamla) - Biz bilimi önemsemiyoruz, biz çağdaş gelişmeyi, bilimsel özerkliği önemsemiyoruz. Şimdi bir Anayasa değişikliği yaptık. Bununla ilgili aylardır Mecliste tartışıldı, Anayasa Mahkemesine gitti. En sonunda dün Anayasa Mahkemesi bu konuda kararını açıkladı ve 12 Eylülde de referanduma gideceğiz. AKP Hükûmeti işte “12 Eylül askerî Anayasası’nı değiştirme, demokratik bir Anayasa oluşturma, çağdaş bir anlayışla toplumu yönetme” iddiasıyla iktidar oldu ve bunu her söyleminde dile getiriyor. Nitekim bu Anayasa hazırlanırken de yarın da meydanlarda bunları dile getirecek.

Peki, değerli milletvekilleri, bu ülkede 12 Eylülle birlikte en büyük darbe bu ülkenin eğitimine, üniversitesine, bilim adamına, profesörüne, doçentine ve gençliğine vurulmadı mı? Her parti, o günden bugüne kadar, 12 Eylülün en büyük garabetlerinden ve toplumu baskı altına alan en önemli kurumlarından birinin YÖK kurumu olduğunu söylemedi mi? AKP Hükûmeti, İktidarı, yetkilileri ve öncüleri, onlardan önce, mevcut başka partiler de düşünüp şu anda AKP’nin içinde olan diğer partiler de hep bunu dillendirmedi mi?

Peki, bu Anayasa değişikliği yapılıyorken ve Meclise gelmişken YÖK’le ilgili neden tek bir düzenleme yok? Çünkü Türkiye’de şu ana kadar mevcut diğer iktidarlar ve şu anda da tek başına iktidar olan AKP şu mantıkla hareket ediyor: Bir kurumun demokratik olup olmaması, bir kurumun ülkeyi aydınlık yarınlara taşıyıp taşımamasından daha çok o kurumun benim denetimimde olup olmaması mantığıyla hareket etmiştir. Geçmişteki siyasi partiler de daha önce eleştirdikleri, karşı çıktıkları, toplumun benimsemediği kurumları kendi denetimlerine aldıkları zaman, iktidar oldukları zaman onlardan yararlanmayı düşünmüş, AKP de bugün aynı mantıkla hareket ediyor ve bizler, açtığımız üniversite sayısıyla övünüyorken, üniversiteye gönderdiğimiz öğrenci sayısıyla övünüyorken dünyanın hiçbir yerinde kabul edilmeyen YÖK’le yönetiliyoruz ve YÖK hâlâ devam ediyor. Mevcut İktidar da en çok eleştirdiği, değiştirme sözü verdiği YÖK’ün “Y”sine bile dokunmamıştır.

Değerli milletvekilleri, üniversitenin en önemli ögesi, en önemli ayağı ve zaten tüm yatırımların yapılma nedeni onun öğrencisidir. Üniversitelerde geleceğimizi yetiştiriyoruz. Üniversitelerde, hem bilimsel anlamda hem sanayi ve teknoloji anlamında hem de idari anlamda yarın bu ülkenin sosyal, toplumsal, kültürel, ekonomik ve idari yapısını geliştirecek kadrolar yetiştiriyoruz. Ancak, hem üniversiteyle ilgili kararlar alınıyorken, yeni üniversiteler açılıyorken, üniversitelerin demokratikleşmesi tartışılıyorken, herkes, öğretim üyesinden, orada ne kadar özerk ve özgür olmalarından bahsediyor. Bu doğru çünkü öğretim üyesi -profesörü, doçenti- özgür olmayan bir üniversitenin özgür olması mümkün değil ama hiç kimse öğrenciyle ilgili bir değerlendirme yapmıyor. Defalarca buraya getirdik, bazen diğer siyasi partiler de getirdiler. Birçok zaman insan hakları kuruluşları, sendikalar, bu konuda, hem Mecliste taleplerde bulundular hem de defalarca tepkilerini basın açıklamalarıyla mitinglerde dile getirdiler.

Değerli milletvekilleri, her yıl üniversitede binlerce öğrenci tutuklanıyor. Her yıl üniversitelerde on binlerce öğrenci soruşturmalara tabi tutuluyor, okuldan uzaklaştırma cezası alıyor ve özellikle bunlar da sınav dönemlerinde yapılıyor. Peki, biz özgür üniversitenin, demokratik üniversitenin her türlü düşüncenin özgürce ifade edilebildiği alanlar olduğunu söylüyoruz ama bir öğrencinin herhangi bir etkinliği, düşüncesi doğrultusunda Türkiye'nin her tarafında, hatta Türkiye'nin dışında yaşayan Türk ve Kürt insanlarının yaptığı etkinliklere benzer bir etkinlik üniversite içinde veya dışında yapıldığı zaman hakkında soruşturmalar açılıyor, emniyetin, JİTEM’in, jandarmanın yaptığı soruşturmalar ve açılan mahkeme davalarının dışında üniversitede idari dava açılıyor ve üniversiteden atılıyor.

Örneğin, bir üniversitede öğrenciler Halepçe katliamının yıl dönümünü kutlamak istiyor, dünyanın birçok ülkesinin -ve Türkiye benzeri birkaç ülkeyi çıkarırsanız- yüksek sesle soykırım kabul ettiği bir günün anmasını yapıyor veya Türkiye’de artık geçmişte sorun olan ama resmî anlamda kabul edilen “Nevroz”la ilgili bir etkinlik yapıyor veya dünyada işçi ve emekçinin bayramı kabul edilen, Türkiye’de de resmî bayram kabul edilen 1 Mayıs veya başka bir etkinlik.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Karabaş, konuşmanızı tamamlayın.

MEHMET NEZİR KARABAŞ (Devamla) – Tamamlıyorum Başkan.

Bakıyorsunuz, bir olay yaşanmamış; bakıyorsunuz, orada şikâyetçi olan hiç kimse yok ama öğrencilerle ilgili okul idaresi soruşturma açmış, birçok öğrenciyi özellikle sınav dönemi geldiğinde üç ay, altı ay, bir yıl okuldan uzaklaştırmış; bunlar okulda yapılanlar. Bakıyorsunuz, öğrenciler okul dışında, herhangi bir kentin herhangi kamuya açık bir meydanında bir etkinlik yapıyor, bir açıklama yapıyor; bir basın açıklaması, bir miting yapıyor. Orada bir olay yaşanmıyor, emniyet yetkililerinin bir müdahalesi olmuyor, savcıların açtığı bir dava yok ama üniversite idaresi kendi alanının dışında yapılan bu etkinliğe soruşturma açıyor ve öğrencileri okuldan uzaklaştırıyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET NEZİR KARABAŞ (Devamla) – Bizler bu mantığı değiştirmediğimiz sürece üniversite sayısını 146 değil, 1460’a da çıkarsak üniversite sorununu ve bilimsel, çağdaş bir eğitimi yakalamamız mümkün değil.

Başta iktidar olmak üzere tüm siyasi partilerin, çağdaşlıktan yana, gelişmeden yana, demokrasiden yana olan tüm kesimlerin üniversitelerin özerkliğini, özgürlüğünü, öğrencilerin özgürce kendilerini ifade edebildiği, özgür olduğu, irade sahibi olduğu bir gelecek yaratmak amacıyla bir çabanın içinde olmamız gerekiyor. Bunu yaratmadığımız sürece kendine ait düşüncesi olmayan, ezberci, üniversite diplomasını almış, emir eri gibi davranan ve sonuçta -örnekleri var- bulunduğu alanda veya siyaset yaparsa da, geldiği bu kürsülerde başbakanın veya genel başkanının sözünü veya emrini dinleyen insanlar yetiştiririz, çağdaşlaşmayı da yakalamamız mümkün olmaz diyorum.

Saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Karabaş, konuşmanızın ifadesi içerisinde, yani öyle bir noktaya getirdiniz ki, vekilleri, yetişme şeyini, hepsini söylediniz. Ben dikkat ettim “Günde binlerce öğrenci tutuklanıyor.” dediniz. Ben de hafızamı yokladım, bu ülkede mi yaşıyorum…

MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis) – Yılda… Gün ile yılı karıştırmışım.

BAŞKAN – “On binlerce öğrenci soruşturma…” dediniz. Arkadaşlar, ülkemizi…

MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis) – Gün ile yılı karıştırmışım. Her yıl -Sayın Bakanım burada, Sayın YÖK Başkanına da ilettim defalarca- binlerce öğrenciye davalar açılıyor.

BAŞKAN - Üniversite yönetimini eleştirin ama ülkemizi bu kadar kötülemeyelim, bu kadar şeye… Hakşinas olmamız lazım.

Vekillere de fazla haksızlık etmeyelim.

MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis) – Şimdi -Bakana da ileteceğim zaten- Ağrı Üniversitesinde 150 öğrenciyle ilgili soruşturma açılmış.

BAŞKAN - Bu bahsettiğiniz vekillerin içinde Barış Demokrasi Grubu da var mı? “Milletvekilleri genel başkanlarının emrinde parmak kaldırıyor” diyorsunuz da, Barış Demokrasi Grubu da var mı bu vekillerin içinde?

MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis) – Sonuçta, eğer bir zihniyet bir yerde oturmuşsa, o herkese…

AYLA AKAT ATA (Batman) – Sayın Başkan, böyle bir usul var mı?

BAŞKAN - Bir empati yapmakta fayda vardır yani.

Buyurun Sayın Sami Güçlü, AK PARTİ Grubu adına. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AYLA AKAT ATA (Batman) – Nasıl yani? Hatip konuşuyor… Hayret bir şey!

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Sorgu hâkimisiniz galiba Başkan. Yeterince sorgu hâkimi var burada.

AK PARTİ GRUBU ADINA SAMİ GÜÇLÜ (Konya) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; 506 sıra sayılı Kanun Tasarısı’yla Yükseköğretim Kanunu’nda yapılacak değişiklikle, yedi devlet ve bir vakıf üniversitesinin kurulmasıyla ilgili tasarı üzerinde grubum adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün Türkiye’nin en önemli gündem maddesini konuştuğumuzu düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin geleceğini, bilgi toplumunu, teknolojiyi, küreselleşmeyi, rekabeti ve bütün bu alanlar içerisinde en etkili kurum olan üniversite anlayışını, kavramını, Türkiye’deki gelişmesini ve yedi yeni devlet üniversitesinin ne anlama geldiğini, ne anladığımızı ve ne yapmak istediğimizi konuşacağız. Ve konuşmamın başında bir hususu ifade ederek konuya giriş yapmak istiyorum. Bazen konunun önemi detaylarda kayboluyor. Sekiz yıla yaklaşan iktidar dönemimizde, AK PARTİ’nin bu ülkede yaptığı en önemli iş, yükseköğretim alanındaki hamlesidir ama bu büyük hamleyi görmeden onun altında detaylara inerek yurtlar, vakıflar, öğrenciler ve benzeri hususlardaki sorunları, ki bunlar elbette var, Yükseköğretim Yasası’yla ilgili düzenlemelerdeki gecikmelerimiz öne çıkarılarak, bu, Türkiye Cumhuriyeti hükûmetlerinin bugüne kadar yaptığı ve bizim de büyük bir hamle göstererek devam ettiğimiz bu önemli gelişmeyi değerlendirmek istiyorum sizlerle ve dolayısıyla bundan önceki günlerde gündemin çok yoğun, sert geçen konuşmaları arasında, zaman zaman bu Meclisin ruhunu da inciten tutumların dışında, bugün, Türkiye’nin bu en önemli meselesini iktidar ve muhalefet olarak gerçekten, sorunlarını, yapılanları ve geleceğe yönelik olarak yapılması gerekenleri birlikte konuşarak birbirimizi anlamaya çalışmamız gerektiğini düşünüyorum.

Türkiye’nin çok önemli sorunları var, arkadaşlarımız zaman zaman bunları hep dile getirdiler:Yani, siz, bu vakıf üniversitelerini getiriyorsunuz, devlet üniversitelerini getiriyorsunuz ama bunlar işsizliğe çare olmuyor, Türkiye’nin başka sorunlarına çare olmuyor. Değerli arkadaşlarım, bu o kadar olayın aksi bir düşünce ki Türkiye bütün sorunlarına çözüm aramak için yükseköğretim kurumunda hamle yapıyor, bütün sorunlarına. Geleceğini kurtarmak için bunu yapıyor. Dolayısıyla Türkiye’nin bu konudaki gayretlerini ve çabalarını iyi algılamamız lazım. Türkiye Cumhuriyeti hükûmetleri cumhuriyet kurulduğu günden itibaren -hepimizin gözündedir- bazı konulara önem vermiştir. Elbette kuruluş döneminde yeni bir siyasal ve hukuki sistemin oluşturulması, daha sonra yine cumhuriyet döneminin 1933’lerde ilk sanayi hamlesi, Demokrat Parti döneminde bayındırlık, Adalet Partisi döneminde enerji, Anavatan Partisi döneminde iletişim ve AK PARTİ döneminde eğitim başta olmak üzere sağlık ve ulaştırma alanındaki hamleler hepimizin, objektif olarak düşündüğümüzde, kabul etmesi gereken hamlelerdir ve Türkiye işte bu dönemde bu büyük hamleyi yapmıştır.

Üniversiteyle ilgili konuya niye bu kadar önem verdiğimi size birkaç cümleyle şöyle açıklayabilirim ve uluslararası bir kuruluşun da bu konudaki temel ilkesini, “üniversite” kavramında yer alması gereken ilkelerinden bahsederek açıklayabilirim.

1) Evvela üniversite bilgiyi bilgi için üreten bir kurumdur yani başka bir amaç için değil.

2) Farklı görüş ve düşüncelere hoşgörülü olan bir ortamdır. Doktrinlerden ve ideolojilerden etkilenmez, etkilenmemelidir ve en önemlisi de şudur: Özgürlük ve adalet duygusunu, insan onurunu ve dayanışmayı eğitim ve araştırma yoluyla ilerletme yükümlülüğüne sahip olmak ve uluslararası düzeyde yardımlaşmayı geliştirmek için kurulmuş kurumlardır. Bu ilkelerden vazgeçemez. “Üniversite” dediğimizde, bünyesinde yer alması gereken hususlar bunlardır. Eğer bunlar yoksa, onlar yüksekokullardır. Ve bu konuda dünyadaki gelişmelerden de biraz bahsetmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, dünyanın küreselleştiğini, teknolojinin çok önemli hâle geldiğini, rekabetin sadece üretimde değil hayatın her alanında, yükseköğretimde de çok ileriye gittiğini biliyoruz. İşte üniversitelerle ilgili dünyadaki gelişmeler, bir bakıma bu temel değişkenlerden hareketle dünyanın gelişmiş ülkelerini de harekete geçiriyor. Amerika yaklaşık elli sene önce üniversitelerin bünyesinde bir değişiklik yaparak öncülüğünü ele geçiriyor ve bugün dünyanın ilk 12 üniversitesinden 10’unun Amerikan üniversiteleri olduğunu biliyoruz. İlk 75 üniversiteden 45’i bu ülkenindir. Avrupa, yıllarca öncülük yapmış olduğu bu üniversite konusunda bayrağı kaptırmış ve Amerikan üniversitelerini taklit etmeye başlamıştır. Bologna süreci bunun bir sonucudur. Glasgow Deklarasyonu’nda kullandığı slogan şudur: “Güçlü Avrupa için güçlü üniversiteler kurmak” kavramını benimsemiştir.

Japonya, dünyada yükseköğretimdeki rekabetten geri kalmamak için bütçeden ayırdığı kaynaklarını seçilmiş üniversitelerine daha yüksek oranda tahsis etmiştir. Sadece ülkeler değil, kurumlar da, UNESCO, Dünya Bankası, araştırma kuruluşları yükseköğretim alanındaki gelecekle ilgili görüşlerini ortaya koymuşlar ve dünyaya rehberlik etmek istemişlerdir.

Peki, cumhuriyet dönemi içerisinde Türkiye’deki gelişme nedir diye baktığımızda, değerli arkadaşlarım, çok özetle söylemek gerekirse, 1 üniversite devraldık 1923’te cumhuriyeti kurarken, 1933’te İstanbul Üniversitesine çevirdik, 1981’de 19 üniversitemiz vardı, 2010’da 146 üniversiteye ulaştık. 1981-2010 arasındaki gelişmenin ana değerleri şunlardır: Üniversite sayımızda 8 kat, öğrenci sayımızda 12 kat, öğretim elemanı sayısında ise 5 kat bir artış olmuştur. Bu dönem içerisinde vakıf üniversitelerimiz 1984 yılından itibaren kurulmaya başlandı. Özellikle 1996-1997’de yeni çok sayıda vakıf üniversitesi kuruldu. 2001’de bu sayı 23’e ulaşmıştı. Bugün bu sayı 51’dir. Dolayısıyla toplam 146 üniversitemiz mevcuttur. Bu 146 üniversitemizin, değerli arkadaşlarım, 38’i İstanbul’dadır, 12’si Ankara, 7’si İzmir, 3’ü Antep, 3’ü Kayseri, 3’ü Konya, 3’ü Mersin, 2’si Eskişehir, 2’si Kocaeli, 2’si Samsun ve diğer 71 ilimizde de birer üniversitemiz vardır.

Değerli arkadaşlarım, burada kısa bir bilgi daha vermek istiyorum sizlere. 1981’den itibaren YÖK sistemiyle yükseköğretim alanımız koordine edilirken 5 başkanımız görev almıştır. Bunların içinde Sayın İhsan Doğramacı’nın döneminde 34 üniversite kurulmuştur, 32 tanesi devlet üniversitesidir. Sayın Mehmet Sağlam’ın döneminde 3 üniversite, Kemal Gürüz’ün döneminde 21 üniversite, Erdoğan Teziç’in döneminde 38, Yusuf Ziya Özcan’ın döneminde de 31 üniversite kurulmuştur.

Burada iki hususa dikkat çekmek istiyorum.

Birincisi: Türkiye’de yükseköğretimin özelleştirilmesine, vakıf üniversitesinin kurulmasına öncülük eden Sayın Doğramacı Bilkenti kurmuştur, Bilkentin akabinde de Koç Üniversitesi kurulmuştur. Bu iki üniversite onun döneminde kurulmuştur  ama 32 devlet üniversitesine imza atmıştır. Yani kaderin bir cilvesi, özel üniversiteleri kurma konusunda büyük bir gayret içindedir ama 32 devlet üniversitesine de imza atmıştır.

Kurduğu üniversite sayısı itibarıyla ikinci sırada gelen Sayın Kemal Gürüz’dür. 21 üniversite kurmuştur. Yalnız, Sayın Kemal Gürüz devletçi bir anlayışın, otoriter bir anlayışın temsilcisidir. Türk yükseköğretimine önemli katkıları olduğunu da ifade etmek isterim. 21 vakıf üniversite kurmuştur ama bir tek devlet üniversitesi ona nasip olmamıştır. Çok ilginçtir ve kaderin bir cilvesi olarak da ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, esas belirtmek istediğim husus şudur: Türk yükseköğretimi, biraz önce söylediğim bu akış teması içerisinde, aslında Türkiye’de bizim farkına varmadığımız güzelliklerden birisini oluşturmuştur. Çok önemli gelişmeler ortaya koyduğu hâlde, biz, olayın sorun kısmını daha çok gören, bardağın yarım kısmını görme konusunda çok aşırı dikkat sarf eden belki de toplum, belki de kesimler olarak, bu konuda iyi olanları görmekten hep biraz imtina etmişiz.

Ben bu hususta birkaç ana başlık söylemek istiyorum.

Birincisi: Evvela, Türkiye’nin bugün dünyada ulaşmış olduğu ekonomik, sosyal, siyasi, bölgesel etkisini dikkate aldığımızda, bunu sağlayan unsur yetişmiş insan gücüdür ve bu yetişmiş insan gücünü sağlayan kaynak Türk yükseköğretiminde yer alan üniversitelerimizdir. Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu, sanayisinde, ticaretinde, hizmet sektöründe çalışan insanlar bu yükseköğretim kurumlarından yetişmiştir.

İkincisi: Biz bu yükseköğretimin her alanında (Sağlıkta, sosyal alanda ve teknik alanda) dünyada yeni gelişen bütün alanlar dâhil olmak üzere kendi diliyle eğitim yapan bir öğretim üyesi kadrosuna sahip olmuşuz. Bunu başarmış bir toplumuz, milletiz.

Üçüncüsü: Türkçe bugün bir bilim dili, bir edebiyat, düşünce dili hâline gelmiştir. Düşüncelerimizi kendi dilimizle ifade edebilmenin bir rahatlığını, özgürlüğünü ve onurunu yaşıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, size, bunların sonucunda daha önemli olan bir hususu söylemek istiyorum. O da şudur: Türk yükseköğretimi, özellikle eleştirdiğimiz bu 1980 sonrasındaki yapılanma içerisinde, özellikle yöneldiği alan itibarıyla bilimsel faaliyetler ve araştırma, geliştirme konusunda çok büyük bir hamle yapmıştır ve bu büyük hamlenin sonucunda, Türk üniversiteleri, dünyada atıf indekslerinde 17’nci sıraya kadar yükselmiştir. Bununla ilgili olarak, UNESCO’nun bu değerlendirmeye yönelik olan raporundan size birkaç cümle söylemek istiyorum. UNESCO’nun raporu 2005 yılında yayınlanan bir rapordur: “Türk bilim adamlarınca atıf indekslerince taranan, dünyaca tanınmış bilimsel dergilerde yayınlanan makale sayısı 1997-2002 yılları arasında 3 kat artmıştır. Bunun sonucunda milyon nüfus başına düşen bilimsel makale sayısı, göz kamaştırıcı bir artış oranıyla 148’e yükselmiştir. Türkiye on yıllık bir dönem içinde 5 kata varan bu artış oranıyla dünya ülkeleri arasında -2002 için söylüyor bu oranı- 22’nci sıraya yükselmiştir.”

Benzer değerlendirmeleri konuyla ilgili uzmanlar da yapıyor. Bu uzmanlardan birisi diyor ki: “1991-2007 yılları arasında ortalama yıllık bilimsel yayın sayısı artış hızı yüzde 14,4’tür.” Bu, Türk biliminin yükselişi olarak nitelendirilmiştir.

Bir grup bilim adamı -bunlar bu konuda dünyaca uzman insanlardır- diyor ki:  “Çin, Kore, Tayvan, Brezilya ve Türkiye yükselen bilim ülkeleridir.” Değerli arkadaşlarım, bunlar hepimizin onur duyacağı, memnuniyet duyacağı çok önemli gelişmelerdir. Türk yükseköğretiminin sorunları vardır ama gelişmeler gerçekten kıvanç vericidir.

Değerli arkadaşlarım, ben 2003-2010 dönemindeki, bu iktidar dönemimizde yapmış olduğumuz yükseköğretimle ilgili hamleden de kısaca bir değerlendirme yapmak istiyorum. Değerli arkadaşlarım, bu dönem içerisinde 42 devlet, 28 vakıf üniversitesi olmak üzere 70 üniversiteyi kurduk. Bugün görüşeceğimiz tasarılarla bu sayı 7 devlet ve 1 vakıf üniversitesiyle 78’e çıkacak ve toplam üniversite sayımız da 154 olacak. Yani bir başka ifadeyle 2002’ye nispetle 2010’da Türkiye yükseköğretimdeki üniversite sayısını yüzde 100’ün üzerine çıkarmış olacak.

Peki, Türkiye niçin yapıyor bu hamleyi? Türkiye bu kadar sorunu varken, teşvik için kaynak ararken, işsizlik sorunu ile boğuşurken, güvenlikle ilgili mücadelesini sürdürürken niçin yapıyor? Değerli arkadaşlarım, Türkiye dünyadaki değişmeden etkileniyor, gelişmeyi takip ediyor ve kopmak istemiyor. Uluslararası kriterlerde mevcut oranını daha ileriye götürmek istiyor ve kısaca, bir bakıma yükseköğrenim temel kriterleri, yükseköğretim talebinin karşılanması ve bu alana verdiği önemden dolayı bunu yapıyor.

Ben yükseköğretimle ilgili, yine uluslararası kuruluşların, UNESCO’nun bu husustaki iki önerisini, milletlere önerisini sunmak istiyorum. Küreselleşen dünyada bilgi toplumuna ulaşılabilmesi için brüt okullaşma oranının yüzde 50’nin üzerinde olması gerektiğini tavsiye ediyor ve OECD ülkelerinde bu oranın yüzde 60’ın üzerinde olduğunu belirtiyor ve gelişmiş ülkelerde yapılan bir çalışmada ise 500 bin nüfusa bir üniversitenin düştüğünü ortaya koyuyor.

Türkiye bu standartlara ulaşmak için bunu yapıyor. Türkiye’nin yükseköğretimde brüt okullaşma oranı 2005’te yüzde 37’dir. Yani çağ nüfusunun içerisinde ancak yüzde 37’sine biz, yükseköğretim imkânı sunabiliyoruz ama 2005’ten sonraki gelişmelerde bu oran yüzde 44,2’ye yükselmiştir ama değerli arkadaşlarım, burada üzerinde çok önemle durulması gereken bir ayrıntı vardır, o da şu: Açık öğretim ve iki yıllık meslek yüksekokulları dâhildir. Lisans seviyesinde örgün öğretimi aldığımızda bu oran yüzde 16,8’dir 2009 öğretim yılında ve 16,8, Türkiye'nin bugün ulaşmış olduğu seviye itibarıyla kabul edilebilir değildir ve dolayısıyla yükseltilmek durumundadır. Elbette, toplam brüt okullaşma oranının 44,2 olması çok sevindirici bir oran ama örgün öğretimdeki lisans öğrencisi sayısının bu seviyesinin artırılması şarttır.

Bir başka kıyaslama, öğretim elemanı başına düşen öğrenci sayısıdır. Yine 2005 yılında UNESCO’nun yaptığı bir araştırmada Türkiye’de bu oran 26’dır, Amerika Birleşik Devletleri’nde 14, Hindistan’da 26, Kore’de 18 ve dolayısıyla bizden çok sayıda ülke daha düşük sayıda bir öğrenciyle öğretim elamanı oranı arasında bir ilgi kurmaktadır ve Türkiye bu hedefini de makul bir seviyeye çekmek durumundadır.

Bunun dışında, belirtilmesi gereken bir husus şudur: Dünyada bu konuya önem vermek, esas sebep olarak daha somut ifadelerle söyleyecek olursak yükseköğretime… Bunun hepimizin bildiği ve zaman zaman tekrarladığımız iki kaynağı vardır, Japonya ve Almanya örneği: “İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra nasıl kalkındılar?” sorusunun cevabı, yetişmiş insan gücüdür ve eğitim sisteminin varlığıdır. Güney Kore-Türkiye arasında 1960’larda yaptığımız mukayeselerde birçok alanda aynı seviyedeydik ama Güney Kore’nin daha büyük bir hamle yaptığını biliyoruz. Temel farklılığı, yine eğitim sistemidir ve insan gücünü iyi yetiştirmesidir. Çin, Hindistan ve Doğu Asya ülkelerinin bugün yükselen değerlerinin arkasında yine eğitim sisteminin varlığı vardır. Avrupa Birliği 2009’da dünya krizinden etkilenerek bir mücadele vermekte ama onun hedefi şuydu: Yükseköğretimde bir hamle yaparak dünyanın en rekabetçi ülkeleri hâline gelmekti ve bunu, üniversitelerindeki reforma bağlıyordu. Ve daha başka önemli bir husus, Amerika –biraz önce söyledim- dünyanın en gelişmiş üniversitelerine sahip ama brüt okullaşma oranında dünyada 1’inci sırada değil. 2020 hedefi olarak Başkanlarının hedefi odur, 2020’de dünyada brüt okullaşma oranında 1’inci sıraya gelmektir.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye Cumhuriyeti hükûmetleri, bugüne kadar, 2003-2010 döneminde de AK PARTİ İktidarı, dünya bilgi toplumunun üyesi bir ülke olmak, temel ekonomik sorunlarını çözmek, sosyal bünyesini güçlendirmek, teknoloji üretmek, bölgesel ve küresel sorunlarda etkili bir aktör olmak için, kültür dünyası ve coğrafyasında yaşayan insanların hak ve hukukunu korumak için, insanların öz güven sahibi olmasını sağlamak için, kültürünü yaşamak ve korumak için, yükseköğretim konusuna önem vermektedir ve üniversitelerimizin sayısının ve niteliğinin artması vazgeçilmezdir.

Esas konunun önemli olan bir hususunu, başlığını belirtip konuşmamı tamamlayacağım.

Değerli arkadaşlarım, yükseköğretimde konuyla özellikle ilgili olanlar, komisyonda çalışan arkadaşlarımız, hep bir noktaya dikkat çektik biz, Yükseköğretim Kurulunu da defalarca bu konuda uyardık: Evet, üniversite kurmak önemli ve çok önemli ama yükseköğretimde, yükseköğretim alanında, bir öğretim elemanı planlamasının yapılmasına ihtiyaç var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Güçlü, konuşmanızı tamamlayınız lütfen.

Buyurun.

SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) – Biz bu üniversiteleri kurarken yarın eğitimin kalitesinde bir düşme olmamalı. Bu üniversitelerde öğretim üyesi açığı çok kısa sürede giderilmeli. Bununla ilgili olarak Yükseköğretim Kurulu bir hazırlık yapmalı. Bu hususta hep kaygılar taşıdık, biz ve muhalefet partisine mensup milletvekillerimiz.

Değerli arkadaşlarım, şahsım adına görüşmede bu hususta açıklamalar yapacağım, o da şudur: Türk yükseköğretimi öyle bir kapasiteye gelmiştir ki bu bizim var diye korktuğumuz sorunun aslında sistemin kendi tarafından büyük ölçüde çözüldüğünü gördük. Dolayısıyla, Türk yükseköğretimiyle ilgili eleştirilerimizi yaparken onu incitmeden, üniversitelerimizi örselemeden, morallerini bozmadan, geleceğimizi aydınlatacak bu kurumlarımızı yüceltmeye, geliştirmeye, sorunlarını çözmeye devam etmeliyiz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Güçlü.

Sayın milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati : 17.26

 

 

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 17.46

BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu), Murat ÖZKAN (Giresun)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 131’inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

506 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Tasarının tümü üzerinde şahsı adına Durdu Özbolat, Kahramanmaraş Milletvekili.

Sayın Özbolat, buyurun efendim.

DURDU ÖZBOLAT (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 506 sıra sayılı Kanun Tasarısı hakkında şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Tasarı kanunlaşırsa 7’si devlet, 1’i vakıf olmak üzere toplam 8 yeni üniversite kurmuş olacağız. AKP iktidara geldiğinde 53 devlet, 23 vakıf olmak üzere toplam 76 adet üniversite bulunmaktaydı. Bugün ise 95’i devlet, 51’i vakıf olmak üzere toplam 146 üniversitemiz var. Yani AKP İktidarı döneminde 70 üniversite, 382 fakülte, 115 yüksekokul, 193 enstitü kurulmuştur.

Değerli milletvekilleri, üniversite açalım, hiç itirazımız yok buna. Peki ama kalite… En az miktar kadar kalite de önemlidir. Dershane açmıyorsunuz, üniversite kuruyorsunuz. Kaldı ki dershane açılırken bile kurucular gerekli fizibiliteleri yaparlar, kararlarını öyle verirler. Üzülerek belirteyim ki her zaman yaptığınız gibi yine “dediğim dedik” dediniz.

Üniversite açıyorsanız açalım ancak açmayı düşündüğünüz üniversite ve fakülteler, ekonominin ihtiyaç duyduğu iş gücünü sağlamaya yönelik olmalıdır. Akademik çevreler böyle diyor. Buna hiç dikkat ettiniz mi? Kurduğunuz ve kurmayı düşündüğünüz üniversitelerin fiziki ve beşerî altyapılarını yeterince güçlendirdiniz mi? Bu üniversiteleri yurt geneline dengeli bir biçimde dağıttınız mı, yoksa belirli illerde mi yoğunlaştırdınız? Özellikle vakıf üniversitelerinin kâr amacı gütmeden, kâr getiren bölüm, kâr getirmeyen bölüm ayrımı yapmadan; nüfus yoğunluğu az, nüfus yoğunluğu çok il ayrımı yapmadan kurulması gerekiyordu. Bu kurala uyuldu mu uyulmadı mı? Bu vakıf üniversitelerinden kaçı daha önce kurulmuş vakıflarca açıldı, kaç tanesi bir vakıf kurup akabinde üniversite kurma müracaatı yapıp izin aldı? Kafalarımızı karıştıran, ikna olmadığımız soru ve sorunlar çok.

Değerli milletvekilleri, YÖK Başkanı üniversite sayısıyla ilgili 200 hedefini koymuş. AKP Grubu da doğal olarak buna uyacak. Bu, sağlıklı bir söylem değil. YÖK Başkanı ve onu göreve getiren Hükûmet övünülecek işler yapsın önce.

Öğretim üyelerinin tam olduğu, derslerin boş geçmediği üniversiteler oluşturun. Akademik çalışmaların etkin bir biçimde yapıldığı, yayın endekslerine giren bilimsel eserlerin yayınlandığı araştırma merkezlerine sahip üniversiteler oluşturun. Bilimsel açıdan donanımlı, ürettiği malzemeyi kullanabilen, ürettiği binada oturabilen, mühendislerin, yazdığı makalelerin referans kabul edildiği gençlerin yetiştiği üniversiteler oluşturun.

YÖK Başkanı dünyada ilk 100 üniversite içine kaç tane Türk üniversitesini sokmuş, onunla övünsün. Üniversitelerimizde üretilen, uluslararası camiada ödüle layık görülmüş kaç projemiz var, bu oran Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki üniversitelerle kıyaslandığında tablo ne, onunla övünsün. Gelişmiş ülkelerden kaç öğrenci bizim üniversitelerimize okumak için geliyor, bizden kaç öğrenci bu ülkelerdeki üniversitelere gidiyor, bunda bir denge var mı, onunla övünsün.

Açtığınız üniversitelerle övünüyorsunuz. Peki, övünün. Peki bu üniversitelerde ders veren hocalarla, buralarda okuyan öğrencilerle hiç konuştunuz mu? Sayın Başbakan anket yaptırmayı çok seviyor. YÖK Başkanına yakın araştırma kuruluşları da var. Bir sorsanıza işin taraflarına, memnunlar mı hâllerinden.

Ben Kahramanmaraş Milletvekiliyim. Şehrimde Sütçü İmam Üniversitesi var. Şehrimin nüfusu 1 milyonun üzerinde. Üniversitemizdeki öğrenci sayısı ise yaklaşık 17 binin üzerinde. Şehrimde Kredi ve Yurtlar Kurumuna ait yurtlarda kalabilen öğrenci sayısı ise 1.500 civarında. Kahramanmaraş Üniversitesi 1992 yılında kurulmuş, eksikleri on sekiz yıldır giderilememiş. Hâlâ devam eden ve çözülemeyen kadro sorunları yüzünden üniversitemiz, özellikle tıp fakültemiz, hizmet veremez hâle gelmiş.

Bütün bunları dikkate almadan, yeni açılan üniversitelerde durum ne diye baktığımızda, sayın bakanlar cevap versinler, cevap verirken de biraz empati yapsınlar, bu üniversitelere okumaya giden çocukları kendi çocuklarının yerine koysunlar. Üniversite sınavını kazanmış, üniversitenin bulunduğu şehre gitmiş, yurt bulamamış gençlerin anne ve babalarının yerine koyun kendinizi. Özel yurtlara çeşitli nedenlerle gidemeyen ya da parası yetmediği için buralara gidemeyen gençlerin anne babalarının yerine koyun kendinizi. Zira bu çocukların, Sayın Başbakanın çocukları kadar şanslı olmadıklarını hatırlayın.

Üniversite açmakla övünüyorsunuz, hep beraber övünelim ama açtığınız üniversitelerin kütüphanelerini, araştırma merkezlerini, öğretim elemanı kadrolarını gelişmiş üniversitelerin standartlarına getirelim ve hep beraber övünelim. Bu ülkede yaşayan vatandaşlarımızın yüzde 99’unun çocuklarını yurt dışında okutma imkânı yok, onların çocuklarının masraflarını karşılayacak sponsorları, babalarının arkadaşları da yok. Ülkemin üniversitelerinde okuyacaklar, okumalılardır da. Bu üniversitelerimize destek olalım, imkânlarını artıralım, bütçelerini artıralım ama yönetimlerine siyaseti bulaştırmayalım.

Değerli arkadaşlarım, kurduğunuz ve kuracağınız üniversitelerde epey yandaş kayırdınız, kayıracaksınız da öyle anlaşılıyor; zira şu ana kadarki uygulamalarınız bunu gösterdi. Benim burada, millete karşı sorumluluğu olan bir milletvekili olarak bir isteğim var: Bu üniversitelere, fakültelere rektör, dekan seçerken mutlaka dikkat etmemiz gereken bilimsel yeterliliğe, idarecilik vasfına, dürüstlük ve bilimsel etiğe, üniversiteyi geliştirmek için ne türden projeleri olduğuna da dikkat edelim; dikkat etmemiz gerekir, çünkü üniversiteler siyasetin dışında bilimsel çalışmalar, araştırmalar yapan kuruluşlar. Eğer dünyada toplumumuz bir saygınlık kazanacaksa mutlaka üniversitelerimiz son derece gelişmiş, bilgi ve birikimi öğrencilerine veren kuruluşlar olmalı.

Bakınız, bırakınız dünyadaki ilk 100 üniversiteyi, 500 üniversite içerisinde dahi bir Türk üniversitesi yok. Bunun sebeplerini araştıralım, bunların sayısını artıralım.

OSMAN KILIÇ (Sivas) – Şimdiye kadar oldu mu?

DURDU ÖZBOLAT (Devamla) – Evet, bugüne kadar olmamış olması olmayacağı anlamına gelmemeli, olması için çaba sarf etmeliyiz. Biz de sorumlu muhalefet olarak yapılması gereken olumlu çalışmalara bütün gücümüzle katkı vereceğiz.

Bu çocuklar, bu gençler bizim. Dünyanın en genç nüfusuna sahibiz, ne yazık ki bu genç, dinamik insanlarımızı yeteri kadar koruyamıyoruz. Gençlerimiz üniversite sınavlarına hazırlanırken bir yarış atı gibi koşturuyor, sınavdan sınava koşturuyor hem de. İlkokuldan itibaren, ortaöğretimde ve lisede sayısız sınava girdikten sonra üniversiteye giriyor. Üniversiteye girdikten sonra da o okulu bitirene kadar zaten dar gelirli vatandaşlarımızın bir evladı olarak bin bir türlü sıkıntılarla yaşıyor, sonra üniversiteyi bitiriyor, bitirdikten sonra da ne yazık ki iş bulamıyor.

Bu planlamaların geleceğimiz olan gençlerimize bir aydınlık Türkiye yaratması, bırakması için iktidar ve muhalefet olarak hepimiz elimizden gelen bilimsel, akılcı, doğru projelere destek verelim.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Özbolat, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

DURDU ÖZBOLAT (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Bunun gerçekleşebilmesi için üniversitelerin önünde YÖK’ün bir engel olduğunu düşünüyorum ve bütün bunları gerçekleştirmemiz için -mevcut YÖK’le yapmamız mümkün değil- onun için, gelin, YÖK’ü hep birlikte kaldıralım, Üniversitelerarası Kurulu daha etkin hâle getirip bu sorunları daha kolay çözelim ama öyle görünüyor ki bu sorunun çözümü bize nasip olacak.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Özbolat.

Hükûmet adına Millî Eğitim Bakanı Sayın Nimet Çubukçu.

Buyurun Sayın Bakanım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 7’si devlet, 1’i vakıf üniversitesi olmak üzere 8 üniversitemizin kuruluş kanunlarını görüşmeye geçmeden önce yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.

Sizlerin de bildiği gibi 1980’li yıllardan itibaren çok hızlı bir küresel değişim sürecine giren dünyamızda öne çıkan iki önemli unsurdan bir tanesi insan, diğeri de bilgidir. İçinde bulunduğumuz yüzyılda ekonominin en önemli girdileri de bilgi ve bilgili insan kapasitesidir. Bu doğrultuda, tüm dünyada yükseköğretimde okullaşma oranlarının artan bir seyir izlediği gözlemlenmektedir. Memnuniyetle ifade etmek isterim ki son on yılda ülkemizde de yükseköğretim nicelik ve nitelik açısından büyük ilerleme kaydetmiştir.

2002 yılında 53’ü devlet, 23’ü vakıf olmak üzere üniversite sayısı 76 iken, bugün itibarıyla 95’i devlet, 51’i vakıf olmak üzere 146 üniversiteye ulaşmış durumdayız. Yeni üniversiteler kurulurken mevcut üniversitelerimizin bünyelerinde 2002 tarihinden itibaren 398 yeni fakülte, 119 yüksekokul ve 193 de enstitü kurulmuştur.

Bu kapsamda 2002 yılında yükseköğretimde toplam 1 milyon 916 bin öğrenci var iken, 2010 yılında 3 milyon 529 bin 334 öğrenci sayısına ulaşılmıştır. Yükseköğretimde 2002 yılından bu yana toplam öğrenci sayısındaki artış yüzde 184’tür.

Ülkemizin genç nüfusu ve üniversitelerimizde üretilen bilginin teknolojiye ve katma değere dönüştüğü dikkate alındığında bugün attığımız adımların çok geç kalmış adımlar olduğunu bir kez daha vurgulamak isterim. Dolayısıyla, son üç dört yılda devlet ve vakıf üniversitelerinin sayısındaki patlama güçlü bir küresel aktör olma yolunda hızla ilerleyen ülkemizin gelecek adına yaptığı en anlamlı ve en önemli yatırımlardan birisidir. Bu aynı zamanda hükümetimizin eğitime, nitelikli insan gücüne, bilgi toplumuna ve gençlerimize verdiği önemin de somut bir ifadesidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Dokuzuncu Kalkınma Planı’nda ortaöğretimdeki okullaşma oranı yüzde 100 olarak hedeflenmiştir 2013 yılına kadar. Ortaöğretimdeki okullaşma oranlarındaki artış yükseköğretime olan talebi de artırmaktadır. Yükseköğrenime yönelik olarak, bu talebin karşılanmasına yönelik olarak yükseköğretimdeki okullaşma oranı 2012-2013 örgün yükseköğretimde yüzde 33, toplamda yüzde 48 olarak hedeflenmiştir. Ülkemizde yüksek öğrenime olan yoğun talebin karşılanmasının ve bu hedefe ulaşılmasının mevcut üniversite ve üniversitelere bağlı yükseköğretim birimleriyle birlikte gerçekleştirilmesinin mümkün olmadığı dikkate alınarak yükseköğretimde rekabet, kalite ve taze bir kan getiren yeni üniversitelerin kurulmasını destekliyoruz.

Bunun yanında yükseköğretim birimlerine öğretim elemanı sağlanması da önem verdiğimiz hususların başında geliyor. 2002-2003 yıllarında üniversitelerimizdeki öğretim elemanı sayısı 74.134 iken bugün itibarıyla bu sayı 97.923’e ulaşmıştır ancak bunun da yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir. Buradan hareketle öğretim elemanı ihtiyacının karşılanabilmesi için 5 Yılda 5 Bin Öğrenci Projesi kapsamında yurt dışına lisansüstü öğrenim amacıyla öğrenci gönderiyoruz. 2006 yılından bu yana yürütülmekte olan proje kapsamında 1.463 öğrenci hâlen yurt dışında lisansüstü eğitim görüyor.

Ayrıca üniversitelerimizdeki kadro ihtiyacının giderilmesi amacıyla 9.529’u akademik, 6.151’i de idari olmak üzere toplam 15.680 kadronun ihdas edilmesi için hazırlanan kanun tasarısının bir an önce kanunlaşması için de çabalar devam etmektedir.

Öte yandan her ilimize bir üniversite kurarak ve vakıf üniversitelerini destekleyerek yükseköğrenime olan talebi önemli ölçüde karşılamış olsak da Türkiye'nin yükseköğrenim talebi sistemin arzına göre hâlâ çok yüksektir. Dolayısıyla, çağın gereklerine uygun, kaliteli, bilim ve teknik ve sanat alanında ülkenin kapasitesine katkı sağlayabilecek bugünün nitelikli öğrencilerini, geleceğin öğretim üyelerini yetiştirmesi amacıyla, bugün görüşülmekte olan kanun tasarısıyla Ankara, Bursa, Erzurum, İstanbul, İzmir, Kayseri ve Konya illerinde devlet üniversitesi ve Antalya’da bir vakıf üniversitesi kurulması öngörülmektedir.

Bu üniversitelerden Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Ankara’da, Bursa Teknik Üniversitesi Bursa’da, İstanbul Medeniyet Üniversitesi İstanbul’da, İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi İzmir’de, Konya Teknik Üniversitesi Konya’da, Kayseri Abdullah Gül Üniversitesi Kayseri’de, Erzurum Üniversitesi de Erzurum’da, Uluslararası Antalya Üniversitesinin de Antalya’da kurulması planlanmıştır.

Toplamda 56 fakülte, 11 yüksekokul ve 23 enstitüden oluşacak olan bu üniversitelerin öğretim elemanı ihtiyacının karşılanması amacıyla 13.248 akademik, döner sermaye dâhil 4.940 idari kadronun tahsis edilmesi öngörülmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gerek devlet gerekse vakıflar tarafından kurulan üniversitelerimiz, hem ülkemiz hem de gençlerimizin geleceği bakımından büyük öneme sahiptir, bu nedenle de üniversite kuruluşlarının desteklenmesi gerekmektedir.

Ayrıca, tasarıda, hayatını ülkemizin bilim, sanat, kültür, eğitim ve sağlık alanındaki gelişimine adayan ve bu uğurda çok büyük mücadeleler vermiş olan Profesör Doktor İhsan Doğramacı’nın kişisel mal varlığını kullanarak kurduğu, maddi ve manevi desteğini, bilgi ve tecrübesini aktardığı Bilkent Üniversitesi adının da “İhsan Doğramacı Bilkent Üniversitesi” olarak değiştirilmesi de bu kanun tasarısında yer alan hususlardan biridir.

Ülkemizin ilk vakıf üniversitesinin, köklü devlet üniversitelerinin ve tıp fakültesinin kurulmasına önderlik eden değerli bilim insanının adının Bilkent Üniversitesinin başında yer alması, onun değerli hatırasını yaşatmak adına önemli ve anlamlı olduğunu düşünüyoruz.

Bu duygu ve düşüncelerle, bugün görüşülecek olan ve yükseköğrenim sistemimize yepyeni bir soluk ve katkı sağlayacak olan üniversitelerimizin küresel rekabete katılabilen, dünyaya açık, toplumun beklentilerini karşılayan kurumlar olarak topluma hizmet edecekleri inancıyla, şimdiden katkı sağlayacak tüm milletvekillerimize teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakanım.

Şahsı adına Konya Milletvekili Sayın Sami Güçlü.

OSMAN ÇAKIR (Samsun) – Başkanım, şahsı adına konuşma bizim değil miydi?

BAŞKAN – Yok, daha tamamı üzerindeki görüşmeler devam ediyor, sizinki birinci bölümde.

Buyurun Sayın Güçlü.

SAMİ GÜÇLÜ (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Grup adına konuşmamda geldiğim noktadan devam etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, Türk yükseköğretimiyle ilgili en önemli sorunlardan birinin öğretim üyesi teminiyle ilgili duyulan kaygı ve eğitim kalitesinin düşebileceği endişesiydi. Bununla ilgili olarak kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum.

2008-2009 öğretim yılında yüksek-öğretim sistemimizde 2,8 milyon öğrencimiz var. Aynı dönemde öğretim elemanı sayısı 100 bin, öğretim üyesi sayısı ise 40 bindir. Bu rakamlara göre, Türk yükseköğretiminde öğretim elemanı başına düşen öğrenci sayısı 27, öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı 70, örgün öğretimde öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı ise 47’dir, lisans öğretiminde.

Yeni kurulan üniversitelerimizin öğrenci/öğretim üyesi ortalamasını çok düşürmemesi ve makul bir seviyede bu ortalamaya yakın değerlere ulaşabilmesi konusunda bir durum tahlili yapmak için kendi üniversitelerimizden örnek aldım. 13 üniversiteyi seçtim. Bu 13 üniversitenin içerisinde 5’i yaklaşık otuz beş yıl önce kurulmuş, 3’ü yirmi beş, son 5’i de on beş yılda kurulmuş üniversiteler.

Bu üniversitelerle ilgili yaptığımız öğretim elemanı, öğretim üyesi ve öğrenci sayılarıyla ilgili kriterler şöyle; özellikle iki gruba indirerek hatırda kalmasını kolaylaştırmak için söylüyorum:

Yaklaşık on beş yıl önce kurulan üniversitelerimizde ortalama 500 öğretim üyesi, bin öğretim elemanı vardır ve bu üniversitelerimizde yaklaşık da 25 bin civarında öğrenci okumaktadır. Yirmi beş yıllık bir dönemde, önce kurulmuş olan üniversitelerimizde ise öğretim üyesi sayısı ortalama bin, öğretim elemanı sayısı ise 2.200 seviyesindedir. Dolayısıyla 13 üniversitenin ortalamasını aldığımızda ve bunların içerisinde on beş yıl önce kurulanları dikkate aldığımızda, öğretim elemanı başına düşen öğrenci sayısı 30, üyesi başına düşen 70 ve öğretim üyeleri başına örgün öğretimdeki lisans öğrencisi sayısı 37’dir ve dolayısıyla bunlar, on beş yıl önce kurulan üniversitelerimizdeki ortalama Türkiye ortalamasına çok yakındır. Yani on beş yıl içerisinde üniversitelerimiz bir bakıma Türkiye ortalamasına yakın bir öğretim üyesi/ öğrenci oranına ve yaklaşık 500 öğretim üyesine, bin öğretim elemanı sayısına ulaşabilmektedirler.

Değerli arkadaşlarım, bununla ilgili olarak, yeni kurulan 70 üniversiteyi kastederek değerlendiriyorum, bunların içerisinde 42’si devlet, 28’i vakıf üniversitesi. Bu üniversitelerin on beş yıl içerisinde gelişmelerini tamamlayarak olgunluk dönemine doğru yaklaşmaları durumunda meydana gelecek gelişme, yani öğretim üyesi ihtiyacının nasıl karşılanabileceği hususudur.

Bununla ilgili olarak, bu üniversitelerimizde bu sayıları hedef aldığımızda, yani 2025 yılında bu üniversitelerimizde bin öğretim elemanı ve 500 öğretim üyesi olacağından hareketle toplam olarak baktığımızda 35 bin yeni öğretim üyesine ihtiyaç vardır. Bugünkü 40 bin sayısını düşündüğümüzde, yüzde 90’a varan bir artışa ihtiyaç var bu üniversitelerimizde öğretim üyesinin kalitesinin kabul edilebilir bir seviyede olması için. Öğretim elemanı sayısının ise yüzde 70 oranında artarak 70 bine ulaşması gerekiyor, bu yeni üniversiteler için.

Değerli arkadaşlarım, bu konuda iki önemli kaynak var elimizde:

1) Kendi yükseköğretimimizdeki doktora ve tıpta uzmanlık konusundaki kadrolarımız, mevcut potansiyelimiz.

2’ncisi ise, yurt dışı gönderilen, YÖK ve Millî Eğitim aracılığıyla gönderdiğimiz lisansüstü programlara katılan öğrencilerimizdir.

Evvela sizlere, grup adına konuşmamın içerisinde ifade ettiğim husus; Türk yükseköğretiminin ulaşmış olduğu kapasitenin hepimizi memnun edecek noktası işte buradadır: Değerli arkadaşlarım, 1985-1986 yılında, Türk yükseköğretiminde, tıpta uzmanlık hariç, doktora programlarında kayıtlı öğrenci sayısı 5.443’tür. 2008-2009 öğretim yılında bu rakam 36 bine ulaşmıştır. Tıpta uzmanlığı katacak olursak, tıpta uzmanlıkta, 1987-1988 öğretim yılında 6.183’tür, 2008-2009 öğretim yılında ise kayıtlı öğrenci sayısı 21 bindir. Türkiye, 36 bin öğrenciye doktora yaptıracak bir kapasiteye ulaşmıştır. Bu, Türkiye'nin bugün çok farkına varmadığımız ve bir öğretim üyesi kaygısı taşıdığımız bir durumun bir bakıma gereksiz olduğunu, endişenin bu çapta duyulmasının gerekli olmadığının bir ifadesidir. Çünkü şu anlama gelmektedir, değerli arkadaşlarım: Bu süre içerisinde, gerek kapasitede gerekse mezuniyet sayılarında çok önemli gelişmeler vardır. 1985’te 504 mezun verirken Türk yükseköğretimi, doktora seviyesinde, bugün, bu rakam 3.600’e ulaşmıştır. Tıpta uzmanlıkta ise mezuniyet sayısı yaklaşık 1987’de binken bugün 4 bindir.

Değerli arkadaşlarım, yeni üniversitelerimize baktığımızda, bu yeni üniversitelerimizin ihtiyaçlarına baktığımızda şöyle bir tablo karşımıza çıkıyor: On beş yılda 500 öğretim üyesinin çıkması demek… Her yıl, 2.350 civarında bir öğretim üyesi ve 2016’dan itibaren de -yine aynı rakamı ifade ediyorum- 2.350 civarında öğretim üyesine ihtiyaç var ve bunlar toplam olarak 35 bin civarında öğretim üyesine ulaşıyor on beş yıllık bir süre içerisinde.

Değerli arkadaşlarım, bu mezunlarla ilgili konuda çok hassas bir nokta var: Bu mezunların tamamının yükseköğretime alınacağını elbette düşünmüyoruz, doktora programlarından. Mevcut doktora programında yer alanların sadece yüzde 35’inin, yani 4 bin mezunun 1.225’inin, tıpta uzmanlıkta barajı aşanların ise yüzde 20’sinin yükseköğretim sistemine katılması hâlinde, toplam arz, üniversitelere gidecek doktora yapmış öğretim üyesi ve tıpta uzman sayısı 2.350 oluyor ki bu, bizim bir bakıma ihtiyaç duyduğumuz sayıya ulaşıyor. Her yıl, 2011’den itibaren sisteme katılacak olan, her yıl yurt dışına gönderdiğimiz bin elemanın da doktora yapıp dönmeleri durumunda, ki YÖK’ün bir çalışmasına göre bunların 650’si dönmeye başlayacaktır, sisteme katılmaya başlayacaktır, biz de bunun yüzde 50’sini yine sisteme katacak olursak buradan da gelecek olanlarla beraber, 325’le beraber, 2011-2015 yılları arasında Türk yükseköğretiminde yeni kurulan üniversiteler için bir öğretim üyesi açığının olmayacağı ortaya çıkıyor.

Yükseköğretimde bu yurt dışı doktoralıların 2015 yılında sonuçlanacak, daha sonra oradan bir kaynak aktarışı olmayacak ama mevcut kapasitemizde bir gelişme olacak. Çünkü yaklaşık on yılda, 10 binin üzerinde doktora kapasitesinde bir artış olduğu gözleniyor. 2016-2025 yılları arasında ise doktora kapasitesinin 45 bine ulaşacağını düşünürsek 4.500 civarında yılda doktoralarını tamamlayan bir öğretim üyesi potansiyeline ulaşacağız. Yine bunlardan da yüzde 35’ini, tıpta uzmanlık kazananların da daha düşük bir oranını, yüzde 15’ini üniversitelere aldığımızı farz edecek olursak bu defa 2.415 civarında bir eleman yükseköğretime katılabilmektedir. Her yıl ihtiyaç duyulan sayıyı bu üniversite ortalamalarına böldüğümüzde bir problemin olmadığı, Türk yükseköğretiminde bu üniversitelerin, on beş yıllık süre içerisinde, bu gelişmeyi kendi bünyemizde kazanacağımız elemanlarla takviye edebileceğini gösteriyor. Bu büyük potansiyeli gerçekleştiren Yükseköğretim Kurumu mensuplarına, üniversitelerimize, emeği geçenlere teşekkürü borç biliyoruz.

Esas bu noktada söylemek istediğim husus şu: Yedi devlet üniversitesi, 2016’dan sonra, 2020’lere yaklaşırken, esas, sisteme öğretim üyesi katkısını çok büyük ölçüde yapacaklardır. Niçin böyle düşünüyorum? Çünkü 2003-2010 yılları arasında kurmuş olduğumuz yükseköğretimle ilgili bu yüksek artışın esas taç eseri yedi devlet üniversitesidir. Bunu böyle algılıyoruz. Bu yedi devlet üniversitesini biz Türkiye'nin kültürel olarak en gelişmiş, altyapı olarak, şehircilik olarak ve çok seçkin bir üniversite öğretim üyesi kadrosunu seçebilecek merkezlerde kuruyoruz. Yedi üniversitemiz bir bakıma bu şekilde dağılmış durumda.

 (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN -  Sayın Güçlü, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurunuz.

SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Burada esas, yedi devlet üniversitesini kurarken biz lisansı hedef almadan, yüksek lisans ağırlıklı bir yapıya, çok ayrıcalıklı bir yönetim anlayışına, öğretim üyesi seçerken eleştirdiğimiz, zaman zaman karşı çıktığımız, zaman zaman şahit olduğumuz sistemlerin dışında çok objektif kriterlerle üniversitelerimizin mevcut bünyesinde olumsuz olarak gördüğümüz bir kısım eksiklikleri ve hastalıkları bünyesine taşımadan, araştırma ağırlıklı bir üniversite kurmak ve bu üniversiteleri yirmi yıl sonra dünya üniversitelerinin hâline getirebilecek gibi kurmak. İşte bunu -bizim Hükûmetimiz döneminde kurulmuş olup olmaması önemli değildir değerli arkadaşlarım- Yüksek Öğretim Kurumu, Parlamento, hükûmetlerimiz, eğer bu üniversiteleri böyle bir anlayışla kurma konusunda bir irade ortaya koyabilirsek bu, Türkiye'nin 21’inci yüzyıldaki temel büyük hamlesinin, geleceğinin de en büyük kaynağı ve güvencesi olacaktır. Dolayısıyla, bu büyük hamlenin, bu yedi devlet üniversitesinin kuruluşuyla ilgili…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN -  Sayın Güçlü, teşekkür cümlenizi alayım, bağlayın konuşmanızı.

SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Yedi devlet üniversitesinin, dünya çapında üniversite kurmak iddiasıyla ortaya çıkmak… Bunu sadece de bu yedi üniversiteyi katarak da düşünmememiz gerekiyor. Mevcut üniversitelerimiz içerisinde çok başarılı olan İstanbul Teknik, Orta Doğu, İstanbul Üniversitesi, Ankara Üniversitesi ve başkaları içerisinde, seçerek, üç dört tanesini de oradan seçerek, bu üniversiteleri de farklılaştırarak, bunlarla ilgili kaynak sorununu çözerek, bu üniversitelerin yönetim anlayışlarını değiştirerek… Ama bunları yaparken –hiçbirisinin- bununla ilgili düşüncelerimize siyasi bir mülahaza katmadan, Türkiye'nin geleceğini düşünerek yapma konusunda bir iddia taşımamız lazım.

Bununla ilgili konuda, arkadaşlarım da ifade etti, Türkiye’de yükseköğretimle ilgili bir düzenlemeyi yapmanın da bu iktidarın görevi olduğunu düşünüyorum. Yani arkadaşlarımızın eleştirisine katılıyorum, Türk yükseköğretiminde bir yasal düzenlemeyi en normal zamanda yapmamız lazım. Üniversitelerle ilgili bu hamleleri yaparken bu yasal düzenlemelere ihtiyaç olduğu fikrine de katılıyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Güçlü.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, soru-cevap işlemini gerçekleştireceğiz. Yalnız dün sisteme giren arkadaşlarım vardı, ben onların okuyacağım isimlerini, eğer buradalarsa, sisteme girerlerse, öncelikli olarak onlara söz vereceğim.

Sayın Asil burada mı efendim? Siz sisteme girmişsiniz, evet, şu anda 8’inci sırada görünüyorsunuz.

Ahmet Duran Bulut Bey? Burada, 16’ncı sırada girmiş.

Sacid Yıldız Bey? Burada. Girmiş.

Sayın Aslanoğlu, girdiniz mi efendim? Tamam.

Sayın Serter? Giriyorsunuz.

Sayın Köse? Şevket Bey yok galiba.

Sayın Çakır, Hocam girdiniz mi sisteme? Dünden olan haklarınızı biz not aldık, hayır soru sormak istemiyorsanız ayrı, ona bir şey demiyorum.

Sayın Rıdvan Yalçın? Rıdvan Bey de yok galiba.

Sayın Akif Paksoy? Yok.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Başkan, ben de sisteme girmiştim, beni de ekleyin.

BAŞKAN – Efendim, dünkü listede sizin isminiz yok.

Sayın Yıldız, buyurun efendim.

SACİD YILDIZ (İstanbul) – Teşekkür ederim efendim.

Geçen yıl Polis Meslek Yüksekokulları Öğrenci Adaylığı Sınavı’nda bir skandal yaşanmıştı çünkü sınav sorularının “deneme sınavları” adı altında bazı dershaneler tarafından özel olarak seçilen öğrencilere iletildiği ortaya çıkmıştı. 2007’de de benzer bir olay Kemal Serhatlı Polis Meslek Yüksek Okulunda yaşanmış, bazı öğrencilere soruların yanıtları verilmişti. Bu yıl da yirmi il merkezimizde yapılacak bu sınav için aday öğrenciler artan söylentiler karşısında büyük bir kaygı ve stres altındadırlar. Bu konuda Bakanlığınızca gerekli önlemler alınmış mıdır?

İkinci sorum: Üniversitelerde son yıllarda idari görevlere, genel sekreter, genel sekreter yardımcısı, daire başkanı gibi üniversitedeki akademik kadroda görev yapan yardımcı doçentler ve öğretim görevlileri atanmaktadır. Üniversitelere göre bunların dökümü nedir? Bu akademik kadrodaki personelin bu kadrolara atanmasını uygun bulmakta mısınız?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Asil, buyurun.

BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakan, Almanya’da yaşayan Türk soydaşlarımızın çocuklarının yüzde 11’inin okulu terk durumda yani diplomasız oldukları, yüzde 46’sının ilk ve ortaokul mezunu oldukları, yüzde 25’inin orta dereceli lise, yüzde 12’sinin yüksek dereceli lise ve yüzde 7’sinin de ancak üniversite muzunu olabildikleri bilinmektedir. Alman eğitim sisteminin fakir, göçmen, mülteci ve engelli çocuklara ayrımcılık uygulamasına yol açtığı Birleşmiş Milletlerin insan hakları raporuna da yansımıştır. Buradaki soydaşlarımızın daha düzgün bir eğitime kavuşabilmeleri için Bakanlığınızın ne gibi  çalışması vardır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bulut…

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Sayın Bakan, 2009 iç denetim raporunda Bakanlığınızın öğretmen açığı 133.317 olarak gösteriliyor. 24 Mayıs 2010 tarihinde de açık norm kadro sayısı ise 141.293 olarak ilan edildi. Siz ise 24 Aralık 2009 tarihinde yaptığınız açıklamada “76.721 öğretmen ihtiyacımız var.” dediniz. 2010 yılı için ise öğretmen açığının 78.321 olduğunu söylediniz. Dört farklı rakam, bunlardan hangisi doğru? Biz Bakanlığın açıkladığı norm kadrosunu, iç denetim raporundakini baz alırsak 141 bin. Bu sene kaç öğretmen alacaksanız? Bu açığı nasıl kapatacaksınız?

İkincisi efendim: Zorunlu eğitim çağındaki engelli öğrenci…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Aslanoğlu

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Bakan, yeni kurulan Yıldırım Beyazıt, İstanbul Medeniyet ve Turgut Reis Üniversitelerine 2.500’er kadro veriyorsunuz. 2.500’er tane (1) ve (2) sayılı cetveldeki kadro var ve bunların fakülte sayısı altı veya yedi. Bugün on dört, on beş, on altı fakültesi olan hâlâ 1.100, 1.200 tane öğretim görevlisi olan fakülteler var. Bu diğer üniversiteler için bir haksızlık değil mi? Yani otuz yıllık üniversitelerimizde 1.100 kadro olmasına rağmen, 1.200 kadro olmasına rağmen siz yeni kurulan altı, yedi fakülteli bir okula 2.500 kadro ihdas ediyorsunuz. Bir kere bu bir haksızlık. Öbür üniversiteleri de aynı seviyeye getirecek misiniz?

İki: Maliye Bakanlığından talep ettiğiniz 16 bin yeni kadronun akıbeti nedir? Acaba vize veriyor mu Maliye Bakanlığı? Bu konudaki son görüşmeleriniz nedir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Serter

FATMA NUR SERTER (İstanbul) – Sayın Bakan, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yeni kurulan üniversitelerin bazılarında rektörlerin etnik esaslı bir kadrolaşma içine girdiğine ilişkin birtakım duyumlar alıyoruz. Üniversitenin adını vereyim size: Örneğin, Siirt Üniversitesinde Arap kökenli olan çalışanların işten çıkarıldığı duyumları alıyoruz. Bu konuda bir bilginiz var mı, bu konuyu araştırmayı ve incelemeyi düşünür müsünüz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

 Sayın Tankut

YILMAZ TANKUT (Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Kayseri’de kurulan Abdullah Gül Üniversitesiyle ilgili isim acaba Cumhurbaşkanının kendisinden mi gelmiştir yoksa siz, Cumhurbaşkanlığı makamına hürmeten bir gelenek mi oluşturmak amacıyla o ismi düşünüp koymuş bulunmaktasınız?

Diğer bir sorum: Bu tasarıyla yedi yeni devlet üniversitesi kurulacak iller belirlenirken söz konusu illerin hangi özellikleri dikkate alınmıştır? Mesela o ilin nüfusu, coğrafi konumu, sosyoekonomik özellikleri mi dikkate alınmaktadır yoksa farklı istek ve talepler mi etkili olmaktadır?

2 milyon nüfusa sahip olan ve bugün yüzde 26’yla Türkiye'nin en büyük işsizlik oranına sahip olan Adana niçin bu iller arasında düşünülmemiştir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Akkuş…

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Başkan, Sayın Bakan; kurulması teklif edilen yeni üniversiteler, genellikle üniversite mevcut olan illerimize ikinci veya bilmem kaçıncı üniversite olarak kurulmaktadır. Özellikle “teknik üniversite” adı altında kurulacak olan üniversitelerin bulunduğu yerlerdeki üniversitelerimizde birer mühendislik fakültesi bulunmakta idi. Acaba bu mevcut fakültelerdeki akademik kadrolar bu yeni üniversitelere yeterli gelecek mi yahut da mevcut fakültelerdeki öğretim üyeleri yeni üniversiteye geçtiğinde bu fakülte kadroları boşalmayacak mı? Bunların envanteri yapıldı mı, yapıldıysa durum nedir?

İki: Tarsus’ta bir üniversite kurulması isteğimiz, “Her ile bir üniversite” projesi anlayışıyla, Tarsus’un il olmaması sonucu reddedilmişti. Şimdi birçok ile yeni üniversiteler kuruluyor. Tarsus ve Tarsus gibi nüfusu birkaç il merkezinden birkaç kat fazla olan ilçelere…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Taner…

RECEP TANER (Aydın) – Sayın Bakan, kurulmakta olan yeni üniversitelere baktığımızda hepsi o illerin 2’nci üniversiteleri, 3’üncü üniversiteleri. Üniversiteleri olmayan il kalmadığına göre ve birçok ilde de birden fazla üniversite kurulduğuna göre,

Bir: Nüfus bakımından üniversite kurulan birçok ilden büyük olan ilçelere “İlçe olduğu için üniversite kurulamaz.” kotasını kaldırmayı düşünüyor musunuz?

İki: Örnek olarak 110 bin nüfuslu Aydın ili Nazilli ilçesinde kurulması için 2009 yılı Mart ayında kanun teklifi verdiğimiz Nazilli Sümer Üniversitesinin kurulmasına nasıl bakıyorsunuz? Ki bu aynı zamanda Sayın Müsteşarımızın kendi ilçesi, o konuda kendisinin desteklerini bekliyoruz.

Son olarak, millî eğitimde tüm liselerin Anadolu lisesi hâline çevrilmesini nasıl buluyorsunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Işık…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, hâlen üniversitelerimizde akademik yükselme şartlarını yerine getirdikleri hâlde hak ettikleri kadrolara atanamayan öğretim elemanlarının unvanlarına göre dağılımları nasıldır? Bu öğretim elemanlarının kadrolara atanmaları için daha önceki dönemlerde atanmış rektörlerin değiştirilmesinin beklendiği iddiaları ne derece doğrudur? Bu konuda ne tür tedbirler alınmış ya da alınmaktadır?

İki: Van Yüzüncü Yıl Üniversitesinde bazı fakültelerde terör örgütü yanlıları ya da sempatizanları tarafından derslerin boykot ettirilerek  öğrencilerin derslere sokulmadığı ve Kredi Yurtlar Kurumunda kalan Anadolu çocukları, bazı öğrencilerin yurtlardan dövülerek atıldığı iddialarına karşılık Bakanlığınızca nasıl bir işlem yapılmış ve üniversite yönetiminde ne tür uygulamalar sergilenmiştir.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Ağyüz

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Teşekkür ederim.

Sayın Bakanım, usta öğreticiler yıllardır geleceğinin ne olacağını bilmeden çalışıyorlar. Sayısız kere gündeme geldi, Meclisi de ziyaret ediyorlar ama sorunlarına bir türlü çare bulamıyorlar. Bu konu sizin gündeminizde mi?

Gaziantep’e Millî Eğitim Bakanlığı olarak çok önem verdiğinizi söylüyorsunuz ama şu anda bir gelişme yok, okul açığı, derslik açığı, öğretmen açığı aynen devam ediyor.

Gaziantep’teki kamu arazilerini eğitim kampüsü olarak almayı planlayacaktınız. Niye bir adım atılmıyor bu konuda? 2.500 öğretmen açığı için 84 tayinle bu açık ne zamana kadar devam edecek ve 60’ıncı sıradan Gaziantep ne zaman kurtulacak?

Bunları öğrenmek istiyorum, teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Doğru? Yok.

Sayın Bakanım, süremiz doldu, buyurun efendim.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Yıldız’ın sorusuyla başlamak istiyorum. Geçtiğimiz yıl basına da yansıyan ve Bakanlığıma da defaatle soru önergeleriyle soru olarak iletilen ve yazılı olarak da cevaplandırdığımız bir sorunun yeniden iletilmiş olması hasebiyle tekrar cevaplandırma ve hem Parlamentoyu hem de kamuoyunu bir kez daha aydınlatma gereği hasıl olmuştur. Geçen yıl yapılan polis meslek yüksekokulu sınavları ÖSYM tarafından yapıldı, hepinizin de bildiği gibi. Daha sonra ortaya çıkan iddialar üzerine bu sınav iptal edildi ve yenilendi.

Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezimiz sınav sistematiği açısından ülkemizin en güvenilir kurumlarından birisidir. Dolayısıyla çok uzun yıllardır hem kurumsal kapasitesi itibarıyla hem de yaptığı sınavlar itibarıyla toplumumuzda geniş kesimlerde güven oluşturan bir kurumdur. Tabii ki istenmese de bazen arzu edilmeyen yanlış işler olabilir ama bunun karşısında bu sınav yenilendi ve yeniden bu yıl yapılan sınavlarda da sanıyorum gereken tedbir alınmıştır diye düşünüyorum.

Sayın Asil Almanya’da yaşayan Türk çocuklarının eğitim durumlarına ilişkin bazı istatistiki verileri paylaştı. Doğrusunu isterseniz, Almanya’da yaşayan Türk çocuklarının göçmen olarak topluma entegrasyonu konusunda… Evet, Alman Hükûmetinin izlediği politikalar bu anlamda çok da tasvip edilecek politikalar değil. Yaklaşık otuz kırk yıl önce göç eden bir toplumun yaklaşık üçüncü jenerasyonu eğitim sistemi içerisinde ve özellikle eğitim sisteminin, ilk yaşlarında yönlendirme şeklinde, ilkokul dördüncü sınıftan itibaren yapılan yönlendirmelerde, yeteri kadar Almancaya hâkim olamadıkları için çocuklarımız maalesef, eğitim kurumları içerisinde daha akademik başarıyı elde etme imkânları olmayan okullara yönlendiriliyorlar. Bu yıl içerisinde hem Alman Eğitim Bakanıyla hem de Merkel’in Türkiye ziyareti çerçevesinde ele alınan en önemli konulardan bir tanesi de “Eğitim” başlığı altındaydı. Almanya’da yaklaşık 500 bine yakın Türk kökenli öğrencimiz var ve bu öğrencilerin eğitimleri ve iyi bir eğitim almaları, topluma entegrasyonu bizim açımızdan da çok önemli. Atılan bazı adımlar var. Bunların kapsamlı çalışmaları… Ben geri kalanını -Sayın Asil’in- yazılı cevaplandırayım, bu konuda yapılan anlaşmalar ve yürütülen çalışmaları.

Sayın Bulut’un sorusu: 2009 İç Denetim Raporu’na göre öğretmen açığının 133 bin olduğunu, daha sonra 141 bin olarak açıklandığını -norm kadro açığının- daha sonra benim 76 bin öğretmen olarak ve 2010 yılı için de 78 bin öğretmen açığı olarak açıkladığımı ilettiler.

Şimdi, her şeyden önce İç Denetim Raporu’nda yer alan, norm kadro açığına göre belirlenen bir kıstas. Öğretmen açığı yıl içerisinde de çeşitli zamanlarda azalan çoğalan… Birkaç bin oranında azalıp çoğalma ihtimali var. Bu rakamlar, her telaffuz ettiğimizde gün itibarıyla doğruluk arz eden bilgiler. Biz norm kadro dışında, şu anda ders anlatacak öğretmen açığı açısından değerlendirdiğimizde, bugün itibarıyla, 2010 yılı için 78 bin öğretmen açığımız var. Bu yıl itibarıyla 41 bin atama yapılacak. 10 bin atamayı haziran ayında gerçekleştirdik, diğer atamayı da ağustos ayı içinde gerçekleştireceğiz.

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Geri kalanını ne yapacaksınız?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Sayın Aslanoğlu’nun sorusu: “Yeni kurulan üniversitelere verilen kadrolar eski üniversitelere verilmiyor.” dedi. Bugün burada kurulması düşünülen üniversiteler yeni ve sıfırdan üniversiteler olduğu için, hâliyle daha önce kurulmuş ve kadrosu olan üniversitelere eksik kadrolarının ancak verilmesi söz konusu olabilir. Bugün itibarıyla…

Sayın Serter’in sorusu: Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bazı üniversitelerin etnik tutum içerisinde oldukları ve Siirt Üniversitesinde Arap kökenlilerin işten çıkarıldığına dair duyumlar aldığınızı… Şu an itibarıyla YÖK Başkan Vekilimizin bana ilettiğine göre, bu konuda kendilerine ulaşmış herhangi bir şikâyet söz konusu değilmiş. Eğer, bu konuda şikâyet edenler varsa, her şeyden önce yetkili birimlere ulaştırırlarsa bu konuda Yükseköğretim Kurulumuz gerekli incelemeleri gerçekleştirecektir.

Sayın Tankut’un sorusu: “Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül kendi isminin koyulmasını kendisi mi istemiştir?” diye sordu. Ne Sayın Cumhurbaşkanımız böyle bir talepte bulunmuştur ne de Hükûmet tasarısı olarak böyle gelmiştir. Plan-Bütçe Komisyonunda milletvekillerimizin önergesiyle kurulmuştur.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Kanun teklifiyle Sayın Bakan. Sonradan önerge, önce kanun teklifi.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Ayrıca, şu ana kadar cumhurbaşkanlarımızın isminin bir üniversiteye verilmesi de âdeta teamül hâline gelmiştir. Şu ana kadar tüm cumhurbaşkanlarımız, bir önceki cumhurbaşkanımız hariç olmak üzere, adına üniversite kurulmuştur. Dolayısıyla, bu konuda Sayın Cumhurbaşkanımızın bir talebi olmadığı gibi böyle bir konuyu isteyecek birisi de değildir.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Onu da dâhil etmeyi düşünüyor musunuz? Arada hariç kalan cumhurbaşkanımızı da dâhil edecek misiniz? Yani bekleyen varken mevcuduna vermek…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Üniversitelerin kuruluşuna ilişkin olarak bir diğer konu da, özellikle üniversitelerin kurulduğu illerin bir üniversiteden fazla olduğunu, iki veya daha fazla üniversite olan illerde kurulduğunu söylediler. Doğrusu, üniversitelerin kurulduğu iller yükseköğrenim talebinin de en yüksek olduğu iller. Birtakım kriterlerle hareket edildi; Ankara, İstanbul, İzmir ve diğer büyük şehirleri baz aldığımızda en fazla yükseköğrenim öğrencisinin bulunduğu şehirler. Bugün nüfusun zaten yüzde 17,8’i İstanbul’da yaşıyor ve dolayısıyla yükseköğrenim talebinin karşılanması açısından bu arzın, yani yükseköğrenim talebinde bulunan genç nüfusun yoğun olduğu büyük şehirlerde yeniden üniversitelerin kurulması bir zorunluluk açıkçası. Yeni üniversiteler kurulurken Yükseköğretim Kurulu belli kriterler kullandı. Bu kriterlerden en önemlisi de o şehrin nüfus büyüklüğü değil yükseköğrenim öğrencilerinin sayısını baz almaktı.

“Adana niye yok?” diye bir soru soruldu. Adana’nın nüfusu, evet çok yüksek ama Çukurova Üniversitesinin öğrenci sayısı 30 bin civarında. Bu üniversitelerin, bugün üniversite kurulan şehirlerin birçoğunun yükseköğrenim öğrenci sayısı 80 binin üzerinde. Dolayısıyla ölçü alınırken biraz daha fazla yüksek sayıda öğrencisi olan, öğrenci potansiyeli olan iller tercih edildi.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Bu ölçü olamaz. İsterse de 300 bin olsun. Anadolu Üniversitesinin 350 bin öğrencisi var.

YILMAZ TANKUT (Adana) – Erzurum’da, Kayseri’de kaç acaba?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Bunun dışında, “Niye ilçelere üniversite kurulmuyor?” diye bir soru soruldu. Üniversitelerin kuruluşuna ilişkin olarak, ilçelere kurulması konusunda daha önceki izlenen politikalar çerçevesinde iller bazında üniversite kurulması ve her ile bir üniversite kurulması politikamız söz konusuydu. Bugün ilçelerimizin nüfusu ne kadar büyük olursa olsun henüz bir devlet üniversitesi kurulması konusunda bir görüş birliğine varılmış değil. Ama daha önceki görüşmelerde de bana iletildi, bu büyük nüfusu olan ilçelerde vakıf üniversitesi kurulması konusunda bir talep olursa Yükseköğretim Kurulu bunu değerlendirecektir ama devlet üniversitesi kurulması konusunda henüz atılmış bir adım, verilmiş bir karar söz konusu değil.

İkinci soru da buna benzerdi Sayın Taner’in sorusu: Yeni kurulan ikinci üniversitelerin büyük şehirlere kurulmasını eleştiriyor. “Büyük ilçelere neden kurulmuyor?” denmişti. “Nazilli ilçesine kurulması düşünülüyor mu?” denmişti. Aynı gerekçelerle, Tarsus ilçesine verdiğim cevapları tekrar etmek isterim.

Tüm liselerin Anadolu liselerine dönüşmesine ilişkin bir soru vardı. Ülkemizde özellikle ortaöğretim kurumlarının yeniden yapılandırılması çalışmaları çerçevesi içerisinde ortaöğretim kurumlarımızı akademik eğitime hazırlayan liseler ve mesleki eğitim olmak üzere tür olarak azaltmayı, alan çeşitliliğini artırmayı, okul çeşitliliğini azaltmayı hedefliyoruz.

Diğer taraftan, daha iyi yabancı dil öğreten ve daha iyi akademik eğitim veren liselerimizin de sayısını artırmayı düşünüyoruz. Dolayısıyla bugün eğitim sistemimiz içerisinde “genel lise” diye tanımladığımız liselerin hem akademik başarılarının düşüklüğü hem de mesleki eğitime yönlendirme konusundaki eksik anlayışı ortadan kaldırmak amacıyla bu yönde yönlendirmeler yapıyoruz ve bu yıl itibarıyla büyük bir bölümünü ama dört yıla yayılmak suretiyle bütün ortaöğretim kurumlarının Anadolu liseleri, sosyal bilimler lisesi, fen lisesi ve mesleki eğitim liseleri olmak üzere belli sınırlılıklar içerisinde ayrılmasını düşünüyoruz.

Sayın Başkanım, cevap veremediğim soruları yazılı olarak cevaplandırayım. Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, şimdi birinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.

Birinci bölüm, ek madde 125, 126, 127, 128, 129, 130, 131 ve 132 dâhil olmak üzere 1 ila 2’nci maddeleri kapsamaktadır.

Birinci bölüm üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi adına İstanbul Milletvekili Sayın Sebahat Tuncel.

Buyurun efendim. (BDP sıralarından alkışlar)

BDP GRUBU ADINA SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 506 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın birinci bölümü üzerine Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tasarıyla, arkadaşlarımızın da belirttiği gibi 7 devlet üniversitesi, 1 vakıf üniversitesi açılması tartışılıyor. Tabii, burada, yeni üniversiteler tartışılırken doğal olarak Türkiye’nin eğitim sistemini yeniden mercek altına almak gerekiyor. Doğal olarak buradaki hiçbir grup yeni üniversitelerin açılmasına karşı çıkmıyor.  Evet, yeni üniversiteler açılmalı, Türkiye’de eğitim ihtiyacı, gençliğin eğitim ihtiyacı karşılanmalı ancak bu üniversitelerin koşulları uygun mu değil mi, hangi nedenlerle bu üniversiteleri açıyoruz, bunlar önemli, bunların tartışılması gerekiyor. Başta da Türkiye'nin temel sorunu olan aslında demokratikleşmenin eğitim sistemi açısından da önemli olduğunu düşünüyoruz. Bunun çok çeşitli örneklerini de Türkiye’de görüyoruz.

Bir yandan üniversiteler açılırken diğer yandan üniversitelerin koşulları hazırlanmış değil. Sadece, AKP İktidarı, her ile bir üniversite açma üzerinden bir yarışa girmiş durumda. Bunun ne akademik olarak koşullarının hazırlanması durumu var ne de bunun kadrosu yeterince hazırlanmış durumda değil. Biraz da bu döneme denk getirilmesi, sanırım seçim öncesi olması itibarıyla da “Biz her ile bir üniversite açtık.” iddiasında…

Şimdi, tabii ki bu üniversitelerde verilen eğitimin nasıl olduğu meselesi de önemli. İki durum var; bir, üniversitelerde görevli olan öğretim görevlileri, akademik çalışma yürütenler; bir de öğrenciler açısından bu durumu ele almak, belki Türkiye’de üniversite gerçeğini anlamak açısından iyi olacaktır diye düşünüyoruz.

Türkiye’de ne yazık ki bilimsel bir eğitim sistemi yok, demokratik bir eğitim sistemi yok. Bütün üniversiteler iktidar kimdeyse aslında, o iktidara göre şekillenmek durumunda veya ona göre düşünmek durumunda kalmıştır. Özellikle 1980 darbesiyle birlikte, eğitim sistemi özgür olması gereken, düşünce üretmesi gereken, fikirleri geniş tartışması gereken bu kurum, ne yazık ki YÖK gibi bir kurumla denetim altına alınmıştır ve tek tip insan yetiştirilmiştir. Türkiye'nin de temel problemi ne yazık ki budur. Dolayısıyla, kendisi gibi düşünmeyen, sistem gibi düşünmeyen, ona muhalif olan herkes bir şekilde ya bertaraf edilmiştir ya sesi kesilmiştir ya da kariyer yapmasının önünde engel olunmuştur.

Bunlara birkaç örnek vermek istiyorum: Özellikle son dönemde, Bilgi Üniversitesinde sendikalaşma mücadelesi verenlerin, Bilgi Üniversitesinde çalışanların sendikal mücadele hakları üniversite yönetimi tarafından gasbedilmek istenmiştir ve Profesör Nevin Ateş, Nisan 2010 tarihinde, sendikalaşmayı desteklediği için, Bilgi Üniversitesindeki sendikal mücadelenin önemli olduğunu söylediği, “Bilgi üretiyoruz, bilgiyi birlikte üretiyoruz, o zaman bilgiyi birlikte paylaşalım.” dediği için işten atıldı ve tazminatı da ödenmedi. Hâlâ bu tazminatı ödenmiş değil.

Yine Diyarbakır Üniversitesinde benzer bir durum yaşanıyor. Cemaat örgütlenmesinin çok yoğun olarak yapıldığı üniversitelerden birisi Dicle Üniversitesi. Orada da, Sayın Cumhurbaşkanı, üçüncü sırada seçilmiş olmasına rağmen üçüncü sıradaki kişiyi rektör olarak atadı. Dolayısıyla bu, oradaki öğretim görevlilerinin, 40’a yakın öğretim görevlisinin işten istifa etmesini ya da işten çıkartılmasını, işine son verilmesini beraberinde getirdi. Orada yine öğrencilere yönelik çok yoğun saldırılar gerçekleştirildi bizzat okul yönetimi tarafından, alternatif bahar şenlikleri yapan öğrenciler gözaltına alındı, bir kısmı tutuklandı.

İlginçtir, bu yıl Dicle Üniversitesi 100 tane tıp mezunu verdi, okulun düzenlediği, rektörün düzenlediği resmî törene, diploma alma törenine 26 öğrenci katılırken 74 öğrenci alternatif bir tören düzenledi ve buradan “Biz üniversitenin mevcut yapısını kabul etmiyoruz.” dediler. Bence bu düşündürücüdür. AKP Hükûmeti, bu tip olaylarda, aslında, Türkiye’deki eğitim sisteminin hangi düzeyde olduğunu, Türkiye’de gerçek anlamda demokratik bir eğitim sistemi olup olmadığını ortaya koymalıdır, en azından bu konuda sorumluluğu var diye düşünüyorum.

Değerli milletvekilleri, AKP Hükûmeti döneminde vakıf üniversitesi sayısı hızla artıyor, şimdilik 51 oldu. Anlaşılan o ki bu sayı her geçen gün biraz daha artacak. Toplam üniversite sayısı 146 bu yıl itibarıyla. “Her ilde, koşullar ne olursa olsun, üniversite açacağız.” iddiası devam etmektedir ancak AKP Hükûmetinin izlediği politika, ölçüsüzce artırılan üniversite sayısı ve dağınık yapı ciddi sorunları beraberinde getirmektedir. Yani bu, demokratik ve özgürlükçü bir eğitimi, Türkiye’nin gerçekten bilim insanı yetiştirmesini beraberinde getirmemektedir. Türkiye'de üniversiteler ne yazık ki işçi yetiştiren kurumlardır, bilim insanı yetiştirmiyor.

AKP Hükûmeti iktidarının ilk altı yılında kaynak ve kadro bakımından talep edilen ihtiyaçlara kayıtsız kalarak üniversitelerin gelişmelerinde frenleyici etki yapmıştır. Yani bir yandan burada iktidar mensupları hani “Biz şu kadar üniversite açtık, üniversite için şu kadar kaynak hazırladık.” derken aslında ilk altı yıllık pratiklerine baktığınızda bütçe ayırmayarak, bu üniversitelerin ihtiyaçlarına kayıtsız kalarak bir şekilde bu dönemi böyle atlatmışlardır. Bu süreç içerisinde üniversitelerin hem kadro ihtiyacını, hem teknik ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak bir politika izlemişlerdir. Bu politikanın başlıca nedeni Hükûmetin, dönemin YÖK yönetimi ve rektörlere karşı olan tutumu olmuştur. Yani o dönem YÖK yönetimiyle arasında sorun olan Hükûmet, o dönem üniversitelerin ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak bir politika izlemiştir. Daha sonra YÖK’teki kadrolaşmasını tamamlayınca üniversitelerle ilgili, yeni üniversiteler açma ve bu konuda bir çaba içerisine girmiştir. Bu çok düşündürücüdür diye düşünüyoruz. Hem üniversitelerdeki cemaatleşmenin hem de aslında üniversitelerde bilimsel eğitimin açığa çıkmamasının temel şeyidir çünkü iktidara göre düşünen bir yönetim, iktidara göre düşünen bir YÖK dolayısıyla bilimsel olmaktan çok uzaktır.

O yüzden ki bugün üniversitelerdeki hocaların akademik kariyerlerine baktığınızda ya da kendi alanlarına ilişkin ürettiği materyale baktığınızda dünya ölçeğinden, hatta Avrupa Birliği ölçeğinden çok geridir. Bugün iktidar bu sürecin, yeni üniversitelerin, Avrupa Birliği süreci açısından önemli olduğunu söylüyor ama öğretim görevlilerinin, profesörlerin ürettikleri bilim materyalleri açısından, toplumu yönlendirecek şey açısından baktığınızda bu çok yetersiz bir durumdadır.

Dolayısıyla mesele sadece şey açmak olmamalıdır. Sonuçta biz orada kendi geleceğimiz ve çocuklarımızın geleceğini bir şekilde belirliyoruz. Yani üniversitelerde gerçekten bilim insanı olacak, Türkiye'deki  gelişmelere yön verecek, demokratik bir Türkiye için çalışma yürütecek, her alanda çalışma yürütecek insanları yetiştirirken ortamın da demokratik olması önemlidir diye düşünüyorum. Bu demokratik ortam olmadığı için üniversitelerde öğretim görevlileri bir şekilde sistemin devam ettiricisi bir konumda olurken öğrenciler de, muhalif olan öğrenciler de baskıyla karşı karşıya kalmaktadır. O açıdan -buradan biraz önce bir milletvekilimiz de sordu- işte üniversitelerde karşıt görüşlü öğrencilerin çatışması çok sık rastlanan bir durum hâline gelmiştir çünkü üniversitelerde bilimsel tartışmalar yoktur. Üniversitelerde insanlar fikirlerini ne kadar karşıt olsa da birbiriyle paylaşamamaktadır. Bu paylaşma olmadığı için yönetimin de baskıcı bir şeyi, güvenlikle, polisle anlaşması sonucu muhalif olan öğrenciler her zaman için gözaltına alınmakla, tutuklanmakla karşı karşıya kalmıştır. Biraz önce, Sayın Başkan, Sayın Milletvekilimiz Nezir Karabaş’ın söylediği şeye ilişkin ifade etti, evet, belki binlerce değil ama yüzlerce öğrenci muhalif olduğu için, farklı düşündüğü için gözaltına alınmakta, tehdit edilmekte, hatta tutuklanmaktadır. Birçoğu, bu baskıdan kaynaklı, üniversiteyi bırakma durumunda kalmaktadır. Bunu da bir kez daha hatırlatmak isteriz. Bu iyi olduğu için söylemiyoruz, tabii ki bu kötüdür.

Türkiye’de gerçekten üniversitelerin bilim insanı yetiştireceği, farklı görüş ve önerileri tartışabileceği, insanların bilim üreteceği, karşıt görüşlüleri de bir araya getiren bir kurum hâline gelmesi önemlidir, aksi takdirde ne üreteceğiz orada? Kendimize göre düşünen, kendimize göre şekil vereceğimiz ya da iktidarın isteğine göre bir eğitim sisteminin kabul edilmesi mümkün değildir. O yüzden de bu ülkede yaşanan sorunlardan biri de bu eğitim sistemidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Tuncel, konuşmanızı tamamlayınız.

SEBAHAT TUNCEL (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.

Dolayısıyla, yeni üniversiteler açılırken öncelikle Türkiye’de belki de kapsamlı olarak bir şeye ihtiyaç var. Üniversiteler açıp tabelalar asmak değil, üniversitenin içeriği önemli; bilim emekçileriyle birlikte gerçekten demokratik, özerk bir yapılanmaya kavuşacak mı kavuşmayacak mı bu önemli; YÖK gibi bir kurul kaldırılacak mı bu önemli çünkü YÖK gerçekten baskı unsuru üniversiteler üzerinde, bilimsel ve demokratik olmasını engelleyen bir nokta. Diğeri, diyelim ki rektörlerin atanması üniversitelerin yetkisine bırakılacak mı? Bunlar önemlidir çünkü. Mesela, Cumhurbaşkanı, istediği kişiyi atıyor. Dolayısıyla, üniversitenin önerdiği kişi tercih edilmiyor. Diğer bir nokta, bu yönetimlere öğrenciler katılacak mı? Bunlar önemlidir. Şimdi, gerçekten demokratik bir eğitim sistemi olacaksa sadece öğretim görevlilerinin değil aynı zamanda öğrencilerin de bu sürece katılması gerekir. Öğrencinin rektörü seçme hakkı olacak mı, olmayacak mı?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Tuncel, tamamlandı mı efendim konuşmanız?

SEBAHAT TUNCEL (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun, son cümlenizi alayım.

SEBAHAT TUNCEL (Devamla) – Cumhurbaşkanındansa, rektörün seçiminde öğrencilerin daha çok söz sahibi olması, gerçekten okulda yaşanan sorunların çözümü açısından da demokratikleşme açısından da önemli olur diye düşünüyorum ve bundan sonra da muhtemelen üniversiteler açılacaktır, bu üniversiteler açılmadan önce fizibilite çalışması yapılması, ihtiyaçlarının karşılanması, ona göre bir yaklaşım olması önemli.

Son olarak da belki yeni bir üniversiteyi de Kürtçe eğitim konusunda açarız, Kürtçe eğitim yapılabilmesi için öğretim görevlilerinin yetiştirilmesi konusunda açarız diye umuyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Tuncel.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Kütahya Milletvekili Alim Işık.

Sayın Işık, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 506 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın birinci bölümü üzerine Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini aktarmak için söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle, hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Bu kanun ile Ankara’da Yıldırım Beyazıt, Bursa’da Bursa Teknik, İstanbul’da İstanbul Medeniyet, İzmir’de İzmir Kâtip Çelebi, Konya’da Konya Teknik, Kayseri’de Kayseri Abdullah Gül, Erzurum’da Erzurum ve Antalya’da Uluslararası Antalya üniversitelerinin kurulması amaçlanmakta. Öncelikle bu üniversitelerin adı geçen illerimize ve ülkemize hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Sözlerimin başında, Sayın Başkanın dünkü tutumuyla ilgili birkaç cümleyi söylemeden geçemeyeceğim. Şimdi, bu kanun tasarısına baktığımızda, üç kanun teklifi ya da tasarısının birleşiminden oluştuğu görülüyor ama ne yazık ki, elimizdeki metinde (1/845) sayılı Tasarı yok. Yani bu üniversiteler kim tarafından önerildi, nasıl kuruldu, bunlar belli değil. Bu metin içerisinde sadece Antalya’daki Uluslararası Antalya Üniversitesi ve Kayseri’deki Kayseri Abdullah Gül Üniversitesinin kurulmasıyla ilgili teklif veya tasarılar var. Ortada bir tane tasarı kayıp. Bir tarafta Bursa Teknik Üniversitesinin kurulmasıyla ilgili milletvekilleri tarafından verilmiş teklif yok, bunun buraya getirilmesinde özellikle Komisyon tarafından imtina edilmiş, öbür tarafta Hükûmetin tasarısı kayıp değerli milletvekilleri. Bu gösteriyor ki, bu Meclis ve bu komisyonlar hakkıyla çalıştırılmıyor. Bu tasarı içerisinde (1/845) kayıp, buna özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum, Komisyonu da buradan uyarıyorum. İyi ki Komisyondan çıkan son, düzeltilmiş metinde bu üniversitenin adı unutulmamış; 7’si devlet, 1’i de vakıf olmak üzere 8 üniversiteyi bu tasarıda görüşüyoruz.

Dolayısıyla, Meclisin daha ciddi çalışması gerektiğini düşünüyor, özellikle de Milliyetçi Hareket Partisi mensubu 3 milletvekilimizin 2008 yılında Bursa Teknik Üniversitesinin kurulmasıyla ilgili kanun teklifinin bu görüşülen metin içerisine alınmamış olmasını milletvekilleri adına kınıyor, buna engel olanları da millete şikâyet ediyorum. Milletin iradesinin burada engellenmesi söz konusu değildir.

Değerli milletvekilleri, tabii ki üniversitelerimizin kurulmasına hepimiz “Evet.” diyoruz ama var olan üniversitelerin sorunlarıyla ilgili bu Hükûmet şimdiye kadar ne yaptı, ne yapıyor? Sayın  Bakan şimdiye kadar hangi sorunu çözdüğünü burada açık yüreklilikle gelip bizlerle paylaşabildi? Üniversitelerimizin ve üniversite çalışanlarının sorunlarının araştırılmasıyla ilgili burada grubu bulunan partiler tarafından verilmiş Meclis araştırması önergeleri iki üç yıldır gündemde bekliyor, gündeme dahi alınması maalesef gerçekleştirilemedi.

Diğer taraftan, son günlerde üniversitelerimizde gerçekleştirilen rektör adayı seçimlerinde üniversite öğretim üyelerinin iradelerini hiçe sayan bir YÖK uygulaması vardır. Eğer siz bunlara “dur” diyemez iseniz, demokrasiyi üniversitelerde dahi yerleştiremez iseniz bu toplumda birçok sorunun çözümünü de maalesef gerçekleştiremeyiz. Üniversitelerimizde öğretim üyelerinin oylarıyla ilk sıralara gelmiş rektör adaylarının YÖK tarafından budanmasının bir gerekçesi olması lazım. Böyle bir gerekçe olmadan, sadece “Benim anlayışıma daha yakın olanları ben Sayın Cumhurbaşkanına gidecek listeye koyarım.” anlayışını bu ülkenin çoktan geride bırakmış olması lazım.

Bir başka konu: Teknik eğitim fakültelerimiz vardı bir zamanlar. İçimizde oralarda idarecilik yapmış, hocalık yapmış, oralarda birçok değerli öğrenci yetiştirmiş insanlar var. Bunlar tarihe karıştı ama bunların yerine kurulacak teknoloji fakültelerinin ne olacağı henüz YÖK tarafından belirlenemedi. Bu sene öğrenci alınacak mı alınmayacak mı? Alınacaksa hangi bölümlere alınacak? Bunların unvanı ne olacak? Mezunların durumu ne olacak? YÖK Başkanımız, sağ olsun, birçok konuyla uğraşıyor ama asıl konusuyla uğraşmaktan uzak.

Döner sermaye gelirleriyle ilgili, Döner Sermaye Kanunu’ndaki değişiklik bir türlü gerçekleştirilemedi. Üniversite öğretim üyelerinin potansiyelini bu ülke değerlendiremiyor. Üniversite-sanayi iş birliği önündeki bu engellerin kaldırılması yönünde bir adım dahi atılmış değildir.

Diğer taraftan, üniversitelerimizde yayın sayılarının artırıldığı yönünde son dönemde gerek TÜBİTAK tarafından yapılan yayınlarda gerekse burada benden önce konuşan değerli milletvekilleri tarafından gelişmelerin iyi olduğu söylendi ama şu söylenmedi: Yayın sayısında artış var fakat yayının etki değerinde dünya ortalamasının üçte 1’i düzeyinde olan bir Türkiye’yiz. Yani yayın kalitesi gittikçe düştü. Sebep: Akademik yükseltmelerde yayınlara sayıyla orantılı puan verilmesi. Eğer siz öğretim üyelerinin yükseltilmesi için yayın sayısına bağlı bir gösterge uygular da bu yayınların rafta kalmasına yol açacak çok sayıda yayın ama kalitesiz yayının önünü açarsanız bu sıkıntıyı çözme şansımız maalesef olmayacaktır.

Diğer taraftan, kadrolar konusu bir muammadır. Sayın Bakana sormuşum yazılı soru önergesiyle: Üniversite öğretim elemanlarının kadro sıkışıklığının çözülmesiyle ilgili ne tür çalışmalarınız var? Biraz önce de sordum, cevabını alamadım. 15/1/2010 tarihli önergeme gelen 9/4/2010 tarihli, dört ay sonra gelen bir cevapta, üniversitelerin ihtiyacı olan akademik kadroların ihdas edilmesi için teklifte bulunulduğu belirtilmiş. Bundan iki ay sonra tekrarladığım benzer bir soru önergesine gelen 8 Haziran 2010 tarihli cevapta ise maalesef, üniversitelerimizde akademik ve idari kadro sıkışıklığının bulunmadığı, önümüzdeki yıllarda olacak gelişmeye göre ihtiyaç duyulacak kadrolar için kadro ihdas teklifinde bulunulduğu yönünde, birbiriyle çelişen, sadece iki ay arayla verilmiş iki tane cevap. El insaf diyorum Sayın Bakanım!

Bir tarafta üniversite öğretim elemanları, doktorasını bitirmiş, yardımcı doçent olamıyor. Yardımcı doçent, doçentlik sınavını geçmiş, doçent unvanını almış, kadroya atanamıyor. Profesörlüğü gelmiş, bir yıl, iki yıl geçmiş, kadro olmadığı için profesör olamıyor. Bir tarafta diyorsunuz ki: “Bu sıkışıklığın önlenmesi için teklifte bulunduk.”, iki ay sonra da “Bunların hepsini çözdük, hiçbir problem yok.” diyorsunuz. Böyle bir üniversite yönetimi, böyle bir Millî Eğitim Bakanlığı bu ülkeye yakışmıyor. Lütfen bu konuları daha ciddi bir anlayışla yönetmemiz gerekiyor.

11/10/2009 tarihinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu milletvekilleri tarafından verilen, üniversitelerimizin ve üniversitelerimizde çalışan personelin sorunlarının araştırılmasıyla ilgili araştırma önergemiz, maalesef, daha önce de birkaç kez dile getirmiş olmamıza rağmen, bu Meclisin gündemine alınıp alınmayacağı yönünde bir tartışmaya dahi değer bulunmadı. O zaman, bu anlayış “Üniversitelerin sayısını artıralım. İşte, bizden önce, cumhuriyet tarihi boyunca 70 küsur üniversite vardı, biz geldik ikiye katladık…” Evet, ikiye katladınız. Peki, üniversitelerdeki akademik personel ve idari personel sayısını aynı oranda, yüzde 100 artırabildiniz mi?

SAMİ GÜÇLÜ (Konya) – Kapasiteden bahsettik Hocam.

ALİM IŞIK (Devamla) – Hayır, size sözüm yok, siz söylediniz.

Ben de Sayın Bakana şimdi diyorum ki: Bu orana, bu sayıya göre, siz, altyapıyı da aynı oranda artırabildiniz mi? Artıramadıysanız, o zaman, kalite düşüklüğünün önünü siz açmış oluyorsunuz. Bu üniversitelerden kaliteli öğrenci ve kaliteli yayın beklemek sadece hayal olur. Bu gelişmeleri paralel yapmamız lazım.

Başka ne var üniversitelerimizde kadro sıkışıklığının dışında? Özellikle kadrolardaki araştırma görevlisi kadrolarının yeni kurulan üniversitelere tahsis edilip, eski kurulan üniversitelerde artık uygulamayı yaptıracak araştırma görevlisinin kalmadığı bir üniversite ortamını yaşıyoruz.

Yardımcı doçent kadrolarının diğer öğretim üyesi kadroları gibi daimî kadroya dönüştürülmesi ve bu insanlarımızın ek gösterge problemini ve 1’inci dereceye kadar yükseltme problemini üç yıldır, her yıl birkaç kez dile getirmeme rağmen ve hepsinde de sözünü almış olmamıza rağmen, her defasında da söz verilmesine rağmen, bir türlü çözemedik.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) 

BAŞKAN – Buyurun Sayın Işık, konuşmanızı tamamlayınız.

ALİM IŞIK (Devamla) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım, tamamlayacağım.

Bugün, üniversitelerimizde, maalesef, yardımcı doçent unvanlı öğretim üyelerinin mezun ettiği lisans mezunları 1’inci dereceden emekli olabiliyor ama bu insanlar 1’inci dereceden emekli olamıyor. Bu, çözülemeyecek kadar zor bir problem değil.

Yardımcı doçentlikten doçentliğe geçişte uygulanan yabancı dil sınavı bir muammadır. Bir ülkenin evlatlarını başka bir ülkenin diliyle sınav eden başka bir ülke yoktur Türkiye'nin dışında. Bununla ilgili yeniden bir düzenleme kaçınılmazdır.

Aynı şekilde, biraz önce soruda da sordum, üniversitelerdeki Kredi Yurtlar Kurumunda öğrenciler arası kavgalar ve bu yurtlara baskılar, etnik bölünmeler bu dönemde had safhaya çıkmıştır. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesinde öğrenciler pencereden aşağıya atılmaktadır Sayın Bakanım. Bunu yazılı iki defa sormama rağmen cevabını alamadım. Bu üniversiteye el atmanız gerekiyor ve benzeri birçok üniversitede çok ciddi sıkıntı var.

OKTAY VURAL (İzmir) – Çevre ve Orman Bakanı var şu anda.

ALİM IŞIK (Devamla) – Ama Sayın Bakan yok, evet, maalesef…

Bu duygu ve düşüncelerle ben kurulan üniversitelerin hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Işık.

AK PARTİ Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Tekelioğlu.

Buyurun Sayın Tekelioğlu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET S. TEKELİOĞLU (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu söz konusu kanun Türkiye’de eğitilmiş insan gücünü yetiştirmeyi amaçladığı için fevkalade önemli çünkü bizim ufkumuzda eğitilmiş insan gücümüz ne kadar yüksekse burada elde edeceğimiz sonuçlar o anlamda önemli olacaktır.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de, tabii ki, yükseköğretim çok önemli. Bu bakımdan, yükseköğretimde okullaşma oranını artırmamız gerekiyor. Bizim, 2012-2013 Dokuzuncu Kalkınma Planı’na göre örgün öğretimde, örgün yükseköğretimde okullaşma oranını yüzde 33’e, toplamda yüzde 48’e çıkarmamız gerekiyor. Dolayısıyla, bu bakımdan, aldığımız karar bugün fevkalade önemlidir.

Şimdi, Türkiye’de yükseköğretimde tabii ki ele alınacak bir sürü konu var, işte kredi var, yükseköğretim harçları var, krediler var, öğretim üyesi yetiştirme var, bilimsel araştırmaya verilecek destek var, bir sürü konu var. Ben, bunlar içerisinde bilhassa birkaç noktayı öne çıkarmak istiyorum. Bunlardan bir tanesi, ulusal ARGE harcamalarında elde ettiğimiz sonuçlar fakat buraya geçmeden önce Türkiye Bilimler Akademisinin bir notunu, bir değerlendirmesini sizlere aktarmak istiyorum.

Türkiye Bilimler Akademisi tarafından yapılan bu değerlendirme fevkalade önemli çünkü Türkiye Bilimler Akademisinin bir yayını var, o yayında söylenen husus şu: Mevcut Hükûmetin bilimsel araştırmalara verdiği önem, bu toplantılara Sayın Başbakan başta olmak üzere Hükûmetin katılması, bu çok fevkalade önemli bir değerlendirme. Şimdi, onları ele aldığımız zaman şöyle bir sonucu sizlere aktarmak istiyorum:

Türkiye’de ulusal ARGE harcaması 2002 yılında 2,354 milyar TL iken 2008 yılında bu 6 milyar 893 milyon TL’ye çıkmış. Söylediğim bu rakamlar 2008 sabit fiyatlarıyla. Yani 3 kat artmış. Dolayısıyla ulusal ARGE harcaması bu bakımdan, üniversitelerin gelişmesi, Türkiye’de bilimsel araştırmaların gelişmesi bakımından fevkalade önemli. Bunlar içerisinde kamunun payı 2002 yılında 1,858 milyar TL iken 2008 yılında bu 3 milyar 845 milyona çıkmış. Dolayısıyla burada da 2 kat bir artış söz konusu. Kamu harcamaları içerisinde sanayi kuruluşlarının ARGE projelerine verilen hibe destek 2002 yılında 71 milyon TL iken -gene 2008 sabit fiyatlarıyla- 2008 yılında bu 413 milyon TL’ye çıkmış, yani 6 kat artış sağlanmış. Üniversitelerin araştırma projelerine verilen fonlar ise 2002 yılında 11,5 milyon TL iken 2009 yılında 135 milyon TL’ye  çıkmış. Burada da 12 katlık bir artış söz konusu. Bütün bunlar bilimsel araştırmaya verilen önemi ortaya koymaktadır. Bu bakımdan bu değerlendirme fevkalade önemlidir. Buna bir de çalışan sayısı itibarıyla bakabiliriz, tam zaman eşdeğeri olarak ARGE personeli 2002 yılında 27 bin iken, 2008 yılında bu 2,5 kat artarak 67 bin olmuş. Dolayısıyla bu, Türkiye’de bilimsel araştırmaya verilen önem bunların önümüzdeki dönemde önümüze çıkaracağı çok faydalı şeyler olacak.

Değerli arkadaşlarım, tabii ki bu konularda çok fazla rakam var, bunların hepsini ayrı yarı zikredebiliriz. Ancak, ben bu birinci bölüm içerisinde yer alan birkaç konuya temas etmek istiyorum. Bunlardan bir tanesi İzmir’de kurulan İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesinin ismine ilişkin tartışmadır. Şimdi, birçok akademisyen İzmir’de Kâtip Çelebi ismiyle bir üniversite kurulmasını fevkalade olumlu bulurken, bazıları da eleştiri konusu yapmış. Niçin İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi ismine sahip oldu, Kâtip Çelebi’nin ne özelliği var, bunu birkaç noktada toparlamak istiyorum.

Şimdi, bir defa, Türkiye’de evet bir üniversiteye verilen isim o beldeyi, o mevkiyi yansıtabilir, o mevkinin özellikleriyle ilgili olabilir ancak İzmir gibi büyük bir yer, büyük bir şehir sadece İzmir’le yetinemez. Dolayısıyla İzmir, Türk kültürünü, Türk dünyasını kucaklayan bir isme de ev sahipliği yapmak durumundadır. Bu anlamda Kâtip Çelebi zaten Türkçenin Batı’ya açılan kapısıdır. İzmir de Türkiye’nin Batı’ya açılan kapısıdır. Kâtip Çelebi Türkiye’de bilgi üzerine vurgu yapan, bilgi eksikliği dolayısıyla devletin zaaf içerisinde olduğunu söyleyen ve her anlamda bilgiyi öne çıkaran bizim tarihimizde çok büyük bir entelektüeldir. Dolayısıyla bizim tarihimizin en iyi ilk örneklerinden bir tanesi bu anlamda Kâtip Çelebi’dir. Dolayısıyla ülkenin Batı’ya açılan kapısı nasıl İzmir’se, modernleşmenin simgesi nasıl İzmir’se, bilim dünyamızı Batı’ya açan kapı da Kâtip Çelebi’dir. Bu anlamda Kâtip Çelebi ismini fevkalade önemsiyoruz.

Arkadaşlar, bir başka önemli nokta şu: Bir üniversiteye isim verirken acaba otoriter dünyadan, hükmedenler dünyasından birinin ismini mi vermek daha uygun, yoksa bilimle uğraşmış, sanatla uğraşmış, kültür dünyasından birisinin ismini mi vermek daha uygun? Bu anlayışla baktığımız zaman, Kâtip Çelebi bizim tarihimizde Mevlânâ kadar, Yunus kadar önemli bir simadır ve bu ismin İzmir gibi bir yerde yaşatılması da fevkalade önemlidir. Ben bunu çok anlamlı buluyorum. Bu bakımdan da Kâtip Çelebi isminin İzmir’e çok yakışacağını düşünüyorum.

Üstelik, Kâtip Çelebi, Türkiye’de bilim dünyasına eleştirel bakışı getiren, her şeyi eleştirebilen, otoriteye karşı çıkabilen bir isimdir. Bu anlamda da Kâtip Çelebi ismine gene vurgu yapmak istiyorum.

Pozitif bilimlerle uğraşmış, matematik, tarih, coğrafya ile uğraşmış, Batı dünyasından ilk tercümeleri yapmış büyük bir isim olan Kâtip Çelebi’nin bu hâliyle İzmir’deki üniversiteye fevkalade yakışacağını düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, burada tabii ki “Turgut Reis” ismine bizim bir itirazımız olamaz ama üniversiteye isim verirken mümkünse kültür dünyasından bir isim olsun gayretiyle Kâtip Çelebi’yi söyledik. Başka isimler de olabilirdi elbette ki. Bundan sonra kurulacak üniversitelerimizde de bu isimleri üniversite adında yaşatmak tabii ki güzel olur.

Değerli arkadaşlarım, İzmir’de bu üniversite kurulurken şöyle bir çıkış noktamız vardı: İzmir’de büyük bir öğretim üyesi potansiyeli var, özellikle sağlık bilimleri alanında. Bu arkadaşlarımız bize uzun zamandır İzmir’de bir sağlık bilimleri üniversitesi kurulması yolunda talepler iletiyorlardı. Biz de bunları zaman zaman Millî Eğitim Bakanımıza, Sağlık Bakanımıza ilettik, Yükseköğretim Kurulundaki arkadaşlarımıza ilettik ve bu şekilde, bir sağlık bilimleri üniversitesi kurulması yolunda bir çalışmamız oldu, çeşitli raporlar hazırlandı. Gördük ki Türkiye'nin doktor açığını gidermenin yollarından bir tanesi bu atıl kapasiteyi değerlendirmek şeklinde olabilirdi. Bu anlamda İzmir’de kurulacak bu üniversitenin öncelikle sağlık bilimleri alanında hemen faaliyete geçebileceğini umuyorum ben. Böyle bir potansiyel var. Üstelik de Sağlık Bakanı “Eğer doktor yetiştirmek üzere bir faaliyet olursa devlet hastanelerinden birkaçını bu üniversiteye tahsis edebilirim.” dedi. Dolayısıyla, bu anlayıştan da yola çıkarak bizim böyle bir gayretimiz oldu. Bu gayretlerimiz, neticede, yedi yeni devlet üniversitesi kurulmasıyla da sonuçlandığı için tabii ki ayrıca bu konudan bir memnuniyet duyduğumuzu ifade etmek istiyorum.

Benden önce konuşan arkadaşlarım öğretim üyesi yetiştirmeyle ilgili güzel şeyler söylediler ancak ben şunu ilave etmek istiyorum: Türkiye’deki vakıf üniversitelerinin öğretim üyesi yetiştirmeye mutlaka bir katkısının olması gerekir. Bu katkının şeklini ben şimdi bilemiyorum. Ama bu mutlaka tayin edilmeli, Yükseköğretim Kurulu bu konuda mutlaka bir çalışma yapmalı ve vakıf üniversitelerinin öğretim üyesi yetiştirmeye katkısını mutlaka temin etmelidir. Çünkü yetişen öğretim üyelerinden, bugün, devlet katkısıyla yetişen öğretim üyelerinden, doktora yapanlardan, yardımcı doçent, doçent, profesör seviyesinde…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Tekelioğlu, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

MEHMET S. TEKELİOĞLU (Devamla) - …pek çok arkadaşımız bu vakıf üniversitelerinde ders veriyorlar, orada faaliyet gösteriyorlar. O hâlde, vakıf üniversitelerinin mutlaka bu öğretim üyesi yetiştirme işine dâhil edilmeleri gerekir diye düşünüyorum.

Şu anda yüz elliye yaklaşmış olan Türkiye’deki üniversite sayısının, yükseköğretimdeki, örgün öğretimdeki okullaşma oranını ne ölçüde karşıladığını tabii ki ayrıca tartışabiliriz. Ancak bu konu fevkalade önemlidir ve yetiştireceğimiz eğitilmiş insan gücü her zaman için Türkiye’de bizim bir potansiyelimizdir. Bu potansiyeli elde tutmamız gerekir.

Değerli arkadaşlarım, bir küçük konuya daha temas etmek istiyorum.

Bu kurulacak üniversitelerde orman fakültesi, ziraat fakültesi gibi fakülteleri gereksiz gören arkadaşlarımız var. Eğer bütün zirai üniteleri, eğer bütün ormanları devletin elinde tutacaksak ve orman mühendislerini sadece devlet istihdam edecekse bu dediğimiz doğru. Ancak eğer ormanları başka türlü işletme fikrimiz varsa, o zaman bizim daha da çok orman mühendisine, daha da çok ziraat mühendisine ihtiyacımız olacağı muhakkaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Onları da özelleştirin, özelleştirin, satın!

BAŞKAN – Sayın Tekelioğlu, lütfen konuşmanızı tamamlayınız.

MEHMET S. TEKELİOĞLU (Devamla) – Özelleştirme,  evet, gerekirse özelleştirme.

Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

AKİF AKKUŞ (Mersin) - Babanız büyüttü, satın!

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ve şahsı adına İstanbul Milletvekili Sayın Nur Serter, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA FATMA NUR SERTER (İstanbul) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün kabul edilecek olan yasayla birlikte 7 devlet ve 1 vakıf üniversitesi daha açılmakta ve devlet üniversitelerimizin sayısı 102’ye, vakıf üniversitelerimizin sayısı 52’ye çıkarak toplam 154 üniversiteye ulaşmaktayız. Tabii ben önce, hayırlı olsun demek istiyorum ama hayırlı olup olmayacağından kuşku duyduğumu da ifade etmek istiyorum.

Öncelikle altını çizmek istediğim bir konu var. Ben Millî Eğitim Komisyonu üyesiyim. Bir vakıf üniversitesi kuruluyor. En azından, vakıf üniversitesinin kuruluşuyla ilgili kararın Millî Eğitim Komisyonunda alınması gerekiyordu. Biz üniversitenin kuruluşundan ancak yasa odalarımıza gönderildiğinde haberdar oluyoruz. Tabii, devlet üniversitelerinin kuruluşuyla ilgili kararın Bütçe-Plan Komisyonunda alınması doğaldır ama en azından eğer gerçekten Millî Eğitim Komisyonu diye bir komisyon varsa bu Komisyonun da bu konuda görüşünün alınmasına ihtiyaç vardır.

Ancak bütün bunlara AKP bizi alıştırdı çünkü zaten vakıf üniversiteleriyle ilgili teklifler Komisyona geldiğinde de kurucu vakıflarla ilgili bilgi alamamaya alıştık. Kurucu vakıflarla ilgili bilgi istendiğinde bu bilginin verilmemesine alıştık, hatta o kadar çok alıştık ki artık millî eğitimle ilgili istatistiksel bilgiye erişebilmek için bile çok zorlanıyoruz. Eskiden Millî Eğitim Bakanlığının web sitesinde yer alan ya da TÜİK’in sitelerinde yer alan ya da TÜİK’in istatistik yıllıklarında yer alan bilgileri elde etmek için şimdi genel müdürleri arayıp özel ricalarda bulunmak zorunda bırakılıyoruz çünkü bunun sebebi de çok açık, bir yıllıkta verilen bir rakam ve oranın bir sonra çıkarılan yıllıkta tamamıyla değiştirildiğine de sıklıkla tanık oluyoruz. Önce, bilgi edinme hakkımızın engellendiğinin altını çizmek istiyorum. Bilgi edinme hakkımızın, bir milletvekili olarak konuşmuyorum, bir vatandaş olarak engellendiğinin altını özenle çizmek istiyorum. Sağlıklı bilgiye ulaşmak engellenince, tabii eleştirilerden uzak durmak da mümkün olabiliyor.

Şimdi, yeni üniversiteler açıyoruz, hayırlı olsun diyoruz ama AKP hiç kuşkusuz, iktidarı döneminde açtığı üniversite sayısı itibarıyla değerlendirildiğinde, bu önemli, büyük bir başarı olarak nitelendirilebilir. Hatta, Sayın Güçlü daha önce konuşurken de vurguladı, “Her siyasi partinin, her iktidarın anılacağı bir çalışma vardır.” dedi. Evet, AKP çok sayıda üniversite açmak ve eğitim konusundaki çalışmalarıyla da hiç kuşkusuz anılacaktır, hatta tarihe de geçecektir ama bu tarihe geçiş biçimi hızlı, plansız, özensiz, programsız ve keyfî üniversite açmanın tarihini yazmak olacaktır diye düşünüyorum. Şimdi, bu özellikleri, bu sıfatları çok dikkatle seçerek kullanıyorum. Hızlıya itirazınız yoktur çünkü hızlı olmakla zaten övünüyorsunuz ama özensiz, programsız, plansız ve keyfî olduğu konusunda da ısrar ediyorum.

Şimdi, bakınız değerli milletvekilleri, bir kere, herhangi bir planlama var mı, bir insan gücü planlaması? Yok. Bu üniversitelerin nerelerde, hangi fakültelerle faaliyete geçeceğine yönelik ciddi bir bilimsel çalışma var mı? Yok. Örneğin ben soruyorum, YÖK temsilcisine de sordum: Neden turizm fakültesi diye bir fakültenin aniden üniversiter yaşama böyle hızlı bir dalış yaptığını ve üç tane birden turizm fakültesinin neden kurulduğunu, hangi esaslara dayalı olarak kurulduğunu soruyorum, bir cevap alamıyorum. Multidisipliner bir alan olan turizm alanında bir ayrı fakülte yapılanmasına ihtiyaç var mıdır Türkiye’de -bu, zaten iktisadi idari bilimler fakültelerinde okutuluyor, bu konuda zaten açılmış meslek yüksekokulları var, turizm ve otelcilik meslek okulları var, yüksekokulları var- bunun da cevabını alabilmiş değilim. Yani aniden birilerinin canı bir şey istiyor, canım bir de turizm fakültesi kuralım, adı da şık durur, e, bu batı bölgelerinde de olursa iyi iş yaparız, vakıf üniversiteleriyle de iyi rekabet ederiz. Çünkü eğitim artık tamamen rekabete odaklı bir hâle getirilmiştir, ilkesiz bir hâle getirilmiştir, eğitim fakültesi açmanın, hukuk fakültesi açmanın ilkesizliği geçmişte bunu ortaya koymuştur. Bir bakıyorsunuz, birden hayatımıza bir turizm fakültesi giriyor.

Başka bir şey daha giriyor, eskiden edebiyat fakültesi diye bir fakülte vardı biliyorsunuz, çok temel bir fakülteydi, hatta bir üniversitenin kurulabilmesinin ön koşuluydu, devlet üniversitesinin. Şimdi, bakıyorum ben, edebiyat fakülteleri kıyafet değiştirmiş, daha böyle albenili olacağı düşünülen kıyafetlere bürünmüş. Bir üniversite açıyoruz bugün, adı -Erzurum- edebiyat fakültesi açtığımız fakültenin. İstanbul Medeniyet Üniversitesine bakıyorsunuz, edebiyat fakültesi ama bakıyorsunuz Konya’daki açılan fakültenin adı sosyal ve beşerî bilimler fakültesi. Bakıyorsunuz Bursa’da açılan fakültenin adı insan ve toplum bilimleri fakültesi. Yıldırım Beyazıt Üniversitesine bakıyorsunuz insan ve toplum bilimleri fakülteleri. Allah, Allah. Yani, şimdi ben kendimi bir öğrencinin yerine koyuyorum, seçim yapacağım, bakıyorum, fakülte isimleri bana hiçbir şey ifade etmiyor. Neye göre seçeceğim? Bu kafa karışıklığını yaratmanın sebebi nedir? Rekabet etmek efendim. Bu karışıklığın sebebi, albenili isimlerle eski malları farklı kıyafetlere büründürüp, paketleyip satmak, pazarlamak. Eğitim buna açık değildir. Eğitimde doğruyu söyleyeceksiniz, doğru bilgi aktaracaksınız. Öğrencinin seçme hakkını özgürce kullanabilmesine olanak sağlayacaksınız. Üniversitenizi paketleyip pazarlamayacaksınız. Eğitim bu pazarlama anlayışıyla sunulduğu zaman hiçbir zaman gerçek kaliteye ulaşmaz.

Şimdi, bu pazarlama anlayışı her yerde devam ediyor. “AKP şu kadar üniversite kurdu.” diyoruz. Ben soruyorum: Sıfırdan kaç üniversite kurdunuz sayın milletvekilleri, sıfırdan? Yani alt yapısı hiç olmadan kaç üniversite kurdunuz, kaç devlet üniversitesi kurdunuz? Ben size sıfırdan hiç üniversite kurmadığınız iddiasıyla yola çıkarak söylüyorum. Örnek de vereyim. Bundan önceki konuşmalarımda da pek çok örnek verdim.

Şimdi, siz, mesela bir üniversite kuruyorsunuz Karadeniz Bölgesi’nde. Üç tane fakültesini almış Karadeniz Teknik Üniversitesinden, iki tanesini almış Erzurum’dan, Erzincan’dan. Mesela örnek vereyim. Çoğunu buraya aslında söylemek istemediğim için almadım ama mesela Artvin Çoruh Üniversitesi ya da Giresun Üniversitesi. Bakıyorsunuz 1992 yılında kurulmuş meslek yüksekokulları, 1992 yılında kurulmuş eğitim fakültesi. Almışsınız bunları, üç dört tane fakülteyi, dört tane, beş tane meslek yüksekokulunu, yanına kurmuşsunuz tek bir tane fakülte, üstüne de koymuşsunuz bir tabela, yeni bir üniversite açtık, artı bir puan daha diye yazmışsınız listenize. İstatistiksel olarak artı bir. Hanenize bir yıldızı eklemişsiniz.

Değerli arkadaşlar, kimi kandırıyoruz Allah aşkınıza? Var olan meslek okullarının, fakültelerin yanına bir tane ekleme yapıyorsunuz, veriyorsunuz kampüsünün inşaatını bir müteahhide, bir iş adamına, ona da satıyorsunuz üniversitenin tabelasını, diyorsunuz ki: “Senin adını da veririz, yap şu üniversitenin kampüsünü.” Ya üniversiteye adını veriyorsunuz ya fakültesine adını veriyorsunuz. Bir üniversite daha kurduk diye ondan sonra övünüyorsunuz.

Kurula kurula üniversite adı bulamaz hâle geldiniz. Bakın, o kadar bulamaz hâle geldiniz ki, artık herkesin adını bir üniversiteye vereceksiniz. Değerli arkadaşlar, ben bu kadar çok üniversite kurarken bir konuda dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu ülkenin nüfusunun yarısı kadın. Bu ülkeye hizmet vermiş, katkı yapmış hiç kadın yok mu da kadın adını verecek, tarihî kadınlarımızın adını verecek bir üniversite bulamadınız mı bugüne kadar? Tutuyorsunuz kuyunun derinliklerinden ne kadar isim varsa çıkarıyorsunuz ya da daha yaşamının başında, ileride çok yıllar yaşayacak olup adını verebilme fırsatını bu topluma sağlayacak olan kişilerin adlarıyla üniversite açıyorsunuz ama bir Zübeyde Hanım’ın adını ya da bir Nene Hatun’un adını ya da tarihe mal olmuş kadınların adını vermeyi aklınıza bile getiremiyorsunuz. Ondan sonra da kadın-erkek eşitliği, Anayasa değişikliklerinde kadın-erkek eşitliğinden söz edip duruyorsunuz. Sadece hatırlatmak istedim.

Şimdi gelelim bu yeni açılan üniversitelere, bu yeni açtığınız, geçmişte açılan üniversitelerin kadro durumuna. Değerli milletvekilleri, bakın, şimdi, açmışsınız, ben size vereyim: Artvin Çoruh. Bir örnekleme yaptım. Yoksa o kadar çok ki bunlar. Mesela Artvin Çoruh, Karadeniz Teknik Üniversitesinden iki meslek yüksekokulunu almışsınız, bir de eğitim fakültesi almışsınız, Kafkas Üniversitesinden bir orman fakültesi, bir sağlık yüksekokulu, bir meslek yüksekokulunu da almışsınız, bunlara fen ve edebiyat fakültesi eklemişsiniz, tamam, olmuş bir üniversite. Peki, bu fen ve edebiyat, yeni eklediğiniz fen-edebiyat fakültesinin, şimdi ben bakıyorum, kimya bölümü -önemli bir bölüm değil mi, itiraz eden var mı?- öğretim üyesi, öğretim elemanı dahil sıfır, sıfır arkadaşlar. Türk dili edebiyatı, doktorasız araştırma görevlisi; Batı dilleri, bölüm açmışsınız, doktorasız araştırma görevlisi; istatistik, sıfır öğretim üyesi. Şimdi, buna siz üniversite açmak mı diyorsunuz? Yani eskileri toplamışsınız, adına bir tabela, bir de yanına fen-edebiyat, öğretim üyesi filan yok, araştırma görevlisi 2 tane yazmışsınız, öğretim üyesi vermemişsiniz, ondan sonra da tutmuşsunuz üniversite açmakla övünüyorsunuz.

Şimdi, bir örnek daha vereyim: Osmaniye. Yeni de değil bunlar, 2007 yılında kuruldu. Ekonometri bölümü, öğretim üyesi sayısı sıfır; uluslararası ilişkiler, tek bir araştırma görevlisi var. İktisat, 2 tane araştırma görevlisi var. Siz, bunlarla eğitim yaptırdığınızı insanlara anlatıp onları aldatıyorsunuz. Siz, eğer araştırma görevlisine, doktora yapmamış araştırma görevlisine bir fakültenin asli öğretim elemanı olarak bakıyorsanız ve ona ders verdiriyorsanız siz üniversite açmıyorsunuz, siz lise açıyorsunuz. Neden lise açıyorsunuz, onu da söyleyeyim: Çünkü lise öğretmenleri bile bir formasyon eğitimi alıyorlar, eğitim fakültesinde yetişiyorlar ama üniversiteden bugün mezun olmuş olan bir genci, daha doktorasını, yüksek lisansını yapmadan siz alıp bir fakülteye hoca olarak koyarsanız, yegâne hoca olarak onun yetiştirdiği öğrencileri mezun ederseniz siz üniversite açmıyorsunuz, siz lise açıyorsunuz ve ne yazık ki yaptığınız, üniversite diplomasını değersizleştirmektir arkadaşlar.

Bakınız, Türkiye Bilimler Akademisi 2009 yılında bir rapor yayımladı ve bu raporda üniversitelerin bugünkü durumunu değerlendirdi. Diyor ki bu raporunda: “Yeni açılan üniversitelerin kabul edilebilir seviyede eğitim veren yüksekokul olma niteliğinden bile uzak oldukları saptanmıştır.” Yani meslek okulu bile değil, fakülte hiç değil de meslek okulu bile değil. “Bundan bile uzak oldukları saptanmıştır.” diyor. Yani üniversite açmak işporta tezgâhı açmak gibi kolaycı bir hâle getirilmemelidir. Üniversite açıyorsanız onun gerçek üniversite biçiminde yapılanmasını sağlayacaksınız. Sadece eskileri bir araya getirip birleştirmek… Sadece onu da değil, bunların binalarını alıyorsunuz kullanıyorsunuz, kadrolarını alıyorsunuz kullanıyorsunuz -memur kadrolarını, sözleşmeli personel kadrolarını- hatta bütçe ödeneklerini alıyorsunuz, aktarıyorsunuz yani var olan bir üniversitenin içinden bir parçayı koparıyorsunuz, yanına bir şey ekleyip bir tabelayla üniversite diye sunuyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, gerçekçi olalım, aldatmayalım. Bu üniversitelerle sürdürülen bir yükseköğretim projesi değildir, bu bir işsizlik erteleme projesidir. Üniversitelere doldurduğunuz öğrencilerin dört yıl, beş yıl daha işsizliğini ertelemenin ötesine geçemeyecek, ne yazık ki bir yapılanmanın içerisine girilmiştir.

Bakın, bu kadar çok üniversite açılıyor. Ben size “plansız, programsız ve özensiz” dedim. Neden böyle söyledim? Geçen yıl yükseköğrenime yerleşen ve boş kalan kadrolara bir bakın. 88.605 kadro boş kalmıştır. Bu 88.605 kadronun 22-23 binden fazlası, galiba 26 bini lisans öğretimi kadrosudur. Yani plansız, programsız bir yükseköğretimin bizi getireceği nokta budur. Bir yandan üniversiteleri açacaksınız, öğrencileri davet edeceksiniz ama öğrenciler beğenip o üniversitelerde, o sınavlarda yerleşmeyi arzu etmeyecekler çünkü üniversitelerin bir kâğıt parçası niteliğinde olan, gerçek değer arz etmeyen bir diplomasıyla bu toplumda kendilerine yer edinemeyeceklerini artık öğrendiler, artık bununla aldatamayız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Serter, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

FATMA NUR SERTER (Devamla) – Teşekkür ediyorum.

O nedenle YÖK Başkanı bir şey söylemişti, -doğru bir şey, hakikaten doğruydu- demişti ki: “Artık bu üniversite açmaktan vazgeçelim.” Yani YÖK Başkanı bile, o sizin YÖK Başkanınız bile “Yeter artık, bu işin altından kalkamıyoruz.” dedi ama anladığım kadarıyla hız kesilemedi, anladığım kadarıyla hâlâ siyasi oy kaygısıyla ya da milletvekillerinin kendi bölgelerini kalkındırma projesinin bir parçası olarak üniversitelerin açılmasına devam ediliyor ama şuna inanın: Bunun sonunda bu acıları biz hep birlikte çekeceğiz. O üniversitelerden mezun olan doktorlara muayene olmak, ameliyat olmak istemeyeceksiniz, o üniversitelerden mezun olan mühendislerin inşa ettiği binalarda oturmak istemeyeceksiniz.

Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Şahsı adına Samsun Milletvekili Sayın Osman Çakır, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

OSMAN ÇAKIR (Samsun) – Sayın Başkan, değerli üyeler; ben de bu arada bir noktayı dikkatinize sunmak istiyorum. Anayasa’nın 130’uncu maddesi ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu “Vakıflar kazanç amacına yönelik yükseköğretim kurumu kuramaz.” der ve vakıfların kurduğu yükseköğretim kurumlarının ancak devletin gözetim ve denetimine tabi, kâr amacı gütmeyen yükseköğretim kurumları olması gerektiğini ifade eder.

Şimdi, yüksek bilgilerinize bir konuyu sunmak istiyorum: İstanbul Bilgi Üniversitesi bir vakıf üniversitesi olarak kurulmuştur. Ancak 2006 yılının Kasım ayının son günlerinde “Laureate Education İnternational Corporation” yani Türkçesi “Laureate Uluslararası Eğitim Şirketi” kendi web sitesinde Bilgi Üniversitesiyle uluslararası stratejik ortaklık kurduğunu belirtmiştir. Söz konusu bu şirketin eski adı “Sylvan” ve merkezi Baltimore’da olan Nasdaq’a kote kâr amaçlı bir yükseköğretim şirketidir. 22 Kasım 2006’da Laureate bu konuyu kendi web sitesinden duyurmuş ve Türkiye'nin önde gelen özel üniversitelerinin biriyle ortaklık kurduğunu belirtmiştir. Hâlbuki Anayasa’mız ve kanunlarımız da ortadadır. Laureate’in Bilgi Üniversitesinin eğitsel, yönetsel ve öğrenci hizmetleri alanlarında hizmet sağlayan bir şirkete yatırım yaptığını da yine aynı şekilde ifade etmiştir.

Şimdi, çok iyi bilinmektedir ki Türk yükseköğretim pazarının büyüklüğü önemli ölçüde yabancı yükseköğretim şirketinin iştahını kabartmıştır. Bu duyuruya müteakip Bilgi Eğitim ve Kültür Vakfı 10 üyeli Mütevelli Heyetinin aniden 5 üyesini değiştirmiş ve bu 5 tanesine Laureate şirketinin CEO’su ve şirketin başkanı Ralph Appadou, yine Laureate’in sahip olduğu enstitünün okulunun müdürü, yine Laureate Eğitim Şirketinin sahip olduğu Univesidad Europea’nın Başkanı ve yine Laureate Education şirketinin Senior Vice President’ı yani rektör yardımcısı, Bilgi Üniversitesinin Mütevelli Heyeti üyeliğine -5 kişi birden- gelmişlerdir.

Hani Anayasa’mızda ve yasalarımızda kâr amaçlı vakıf üniversitesi kurulamıyordu? Şimdi merak ediyoruz, Laureate Education şirketinin Bilgi Üniversitesine veya bu üniversitenin bağlı olduğu vakfa yaptığı yatırım miktarı ne kadardır? Bu ticari bir yatırım mıdır, hisse devri midir yoksa hibe midir? Eğer yatırım ticariyse bu yatırım ne şekilde geri dönecektir? Eğer Laureate Education şirketinin web sitesinde sözü edilen yatırımın dışında başka bir şeyler varsa bunlar nelerdir? Bu konuda, üç yıldır sorduğumuz sorulara hiçbir cevap verilmemektedir ne Millî Eğitim Bakanlığından ne de Yükseköğretim Kurulundan.

OKTAY VURAL (İzmir) – Laureate acaba birilerine fahri doktora vermiş mi?

OSMAN ÇAKIR (Devamla) – Laureate, Sayın Başbakana Uluslararası Madrid Üniversitesinden de geçenlerde “fahri doktora” unvanı vermiştir. Şimdi, bu ilişkilerin nasıl yürüdüğü de ortadadır. Yükseköğretim kurulları, yükseköğretimin denetim kurulları bu olayı incelemekte midir, bunun üzerinde durmakta mıdır? Bu iyi izlenmediği, gerekli tedbirler alınmadığı takdirde önümüzdeki günlerde, kurulmuş bulunan elli bir tane vakıf üniversitesinin yine bu şekilde yabancılara devri söz konusu olduğunda ne yapılacaktır? Acaba, vakıf üniversitesi kurulması zorlaştırıldığında bu kurulan vakıf üniversiteleri haksız bir değer kazanacak ve sonra da bazı uluslararası eğitim kuruluşlarına satılacak mıdır? Bunlar fevkalade önemli sorulardır. Bu konularda yasalar çıkarıp düzenleme yapılmalıdır çünkü kâr amacı güden yükseköğretim şirketleri bu kampanyanın doğal olarak baş destekçisidir. Türkiye, dünyanın en büyük yükseköğretim pazarlarından biridir. Laureate şirketi kendi açısından haklı nedenlerle ülkemize girmek istemektedir ve bunu da ilan etmektedir. Şimdi, bu konuda gerekli tedbirleri almak, bu konuda yükseköğretim şirketlerinin Türkiye’deki bu pazarı belli bir düzen içerisinde kullanabilmesinin önüne geçmek yine Yükseköğretim Kurulunun, denetleme kurullarının görevi içerisindedir. Bu noktada geçerli tedbirlerin alınmasını ve dünyanın en büyük ticari üniversitelerinden biri olan bu şirketin çok sayıda üniversitenin sahibi ve ortağı konumunda olmasından çıkarak yarın, kurduğunuz elli bir tane vakıf üniversitesinin belirli şirketlerin eline geçmesinin nasıl önleneceği konusunda gerekli tedbiri almasını yüksek takdirlerinize sunuyorum.

Saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çakır.

Sayın milletvekilleri, şimdi soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz.

SAMİ GÜÇLÜ (Konya) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Işık, buyurun efendim.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, her ne kadar Millî Eğitim Bakanımız yok ama Hükûmet adına orada oturmanız nedeniyle size sorularımı yönelteceğim.

İki buçuk yıldır, Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi kadro kanunu çıkmış olmasına rağmen, bugüne kadar ısrarlı taleplerimize karşılık bir tane dahi kadronun YÖK tarafından serbest bırakılmadığı bilinmektedir. Bu kadro bırakılmaması nedeniyle, Kütahya’da Kütahyalılara hizmet veren 30’un üzerinde yardımcı doçent unvanlı doktor Kütahya’yı terk etmek zorunda kalmıştır. Bu konuda artık Hükûmet nasıl bir çözüm yapacaktır? Kütahya’nın arkasından Fatiha okumaya Sayın Millî Eğitim Bakanımız yemin mi etmiştir? Bunu öğrenmek istiyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Işık.

Sayın Taner…

RECEP TANER (Aydın) – 1) Sayın Bakan, son bir yıl içinde, yaptığı iş ve işlemlerden dolayı, Millî Eğitim Bakanlığı hakkında kaç dava açılmıştır?

2) Bu davalardan kaçı Millî Eğitim Bakanlığı lehine, kaçı aleyhinize sonuçlanmıştır?

3) Aleyhinize sonuçlanan kararların kaçının mahkeme kararlarını uyguladınız?

4) Bakanlığın mahkeme kararlarını uygulamadığı için uğradığı zararın miktarı ne kadardır?

5) Aydın ilinde görev yapan idarecilerden kaç tanesi kadrolu, kaçı ise görevlendirme ile iş yapmaktadır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Tankut

YILMAZ TANKUT (Adana) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, az önce, üniversite açılmasıyla ilgili kriterlerde en önemli unsurun o ildeki yüksekokul öğrenci potansiyeli olduğunu, sizin yerinizde oturan Millî Eğitim Bakanı ifade etmiş idi.

Şimdi sormak istiyorum: Adana Çukurova Üniversitenin öğrenci sayısı 33 bindir. Erzurum Atatürk Üniversitenin öğrencisi sayısı 33.810’dur. Kayseri Erciyes Üniversitesinin öğrenci sayısı ise 29.250’dir. Buna mukabil, Adana’nın nüfusu bu illerin 2 katından fazladır. Sayın Bakanın ifadesiyle, öğrenci sayısı dikkate alındığı takdire bile bu durumda Adana’ya büyük bir haksızlık yapılmış olunmamakta mıdır? Böyle bir savunma yerine “Evet, Adana’ya haksızlık var, onu da en kısa zamanda gidermemiz gerekir.” şeklinde bir cevap verilmesi daha uygun olmaz mıydı?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bulut…

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Sayın Bakan, OECD ülkelerindeki normla Türkiye’dekini kıyaslarsak, ilköğretimde derslik başına düşen öğrenci sayısı Türkiye’de 33, OECD ülkelerinde 21, Türkiye’de yüzde 56 daha fazla. Ortaöğretimde Avrupa ülkelerinde sayı 23, bizde 35. Şimdi, yine aynı şekilde öğrenci başına düşen harcamayı kıyaslarsak, biz ilköğretimde 1.130 dolar ödüyoruz, OECD ülkeleri 6.437 dolar ödüyor, bizden 6 kat fazla harcama yapıyor. Ortaöğretimde ise biz 1.834 dolar ödüyoruz, onlar 8 bin dolar ödüyor. Aradaki bu fark -Hükûmetin Millî Eğitim Bakanlığına en fazla ödeneği verdiğini ifade ettiler- nasıl kapanacak?

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Akkuş, buyurun efendim.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Efendim, demin yarım kalmıştı sorum.

Tarsus’ta bir üniversite kurulması isteğimiz, “her ile bir üniversite projesi” anlayışıyla Tarsus’un il olmaması sonucu reddedilmişti. Şimdi birçok ile yeni üniversiteler kuruluyor. Tarsus ve Tarsus gibi nüfusu birkaç il merkezinden birkaç kat fazla olan ilçelere sanki bir yasak konuldu. Üniversite açılmaması konusunda koyduğunuz yasağın süresi henüz dolmadı mı? Ne zaman dolacak?

İki: Büyük şehirlerimize kurulacak olan bu üniversitelerin mevcut üniversiteleri böleceği tartışmaları dikkati çekmektedir. Bir üniversitenin öğrenci sayısının çok fazla olması onun bölünmesi için bir sebep olmamalı. Çünkü üniversite alt birimleri ile idare edilmektedir. Bu yüzden, bundan böyle yeni üniversiteleri büyük illerde açmayı düşünmekte misiniz?

BAŞKAN – Sayın Özkan, buyurun efendim.

MURAT ÖZKAN (Giresun) – Efendim, ben bu 12 Eylül Anayasası’nın bir ürünü olan YÖK’ün, özellikle rektör seçimi konusunda bilimi değil ideolojiyi, liyakati değil sadakati önemseyen modelinden vazgeçmeyi düşünüp düşünmediklerini…

Diğer bir husus da: Dünyanın ilk 500 üniversitesinde acaba rektör seçimleri hangi usulle yapılıyor? Bu 500 üniversitede rektör seçiminin tüm öğretim üyelerinin katıldığı bir modelle yapılanı var mıdır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Özkan.

ZEKERİYA AKINCI (Ankara) – Sayın Bakan otursaydı iyi olurdu.

BAŞKAN - Sayın Paksoy

ZEKERİYA AKINCI (Ankara) – Sayın Eroğlu erken kapatıyor ya.

MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

ZEKERİYA AKINCI (Ankara) – Düğün salonlarını 24.00’te kapatıyorlar, bizi sabaha kadar çalıştırıyorsunuz! Burada otursaydınız erken kapatırdınız belki.

BAŞKAN – Sayın Akıncı, Sayın Paksoy’a müsaade edelim.

MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Sayın Bakan, bu kadar yeni üniversite açılırken 1988 yılından beri Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesinin kadrosu hâlen verilmemiştir. On üç seneden beri kadrosu verilmeyen başka bir üniversite var mıdır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Paksoy.

Sayın Güçlü, buyurun.

SAMİ GÜÇLÜ (Konya) – Sayın Başkan, ben İç Tüzük 60’a göre bir söz almak istiyorum, kısa bir açıklama yapmak istiyorum.

BAŞKAN – Ama şimdi soru-cevap yapıyoruz. İsterseniz soru-cevaptan sonra alınız.

SAMİ GÜÇLÜ (Konya) – Olabilir efendim. Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Tamam. Teşekkür ederim.

Sayın Bakanım, buyurun efendim.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Işık, Kütahya Dumlupınar Üniversitesinde, zannediyorum Maraş Üniversitesinde kadrolara ilişkin olarak…

OKTAY VURAL (İzmir) – Ses gelmiyor Sayın Bakan, biraz yaklaştırırsanız mikrofonu…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Yeni istenen üniversitelerimize ilişkin kadrolar da Maliye Bakanlığında son aşamadadır.

Sayın Taner “Millî  Eğitim Bakanlığına kaç dava açıldı?”  şeklinde bir soru sormuş. Genel bir soru zannediyorum, sorunun baş kısmını anlamadığım için.

MUHARREM İNCE (Yalova) – 18.500, son dört yılda 18.500.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Açılan bu davalar ve onların ayrıntılarına ilişkin de… Soru önergelerine konu olmuştu Sayın Başkan, çoğunu cevaplandırdık soru önergeleri şeklinde. Açılan davaların büyük bir bölümü de, açılmış olmasına rağmen mahkeme kararlarının büyük bir bölümü de Bakanlığımız lehine sonuçlanmıştır.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Aleyhine!

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Bunları cevaplandırmıştık.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Bakan, isterseniz açıklayabilirim kaç tanesini kaybettiğinizi: 18.500!

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Tekrar, ilçelerde üniversite kurulmasına ilişkin sorular var. Az önce cevaplandırdığım gibi, Sayın Başkan, özellikle devlet üniversitelerinin kurulması konusunda, il merkezlerinde kurulması konusunda şimdilik alınmış ve kesinleşmiş bir karar olmamasına rağmen Yükseköğretim Kurulumuz üniversitelerin kuruluşunu öğrenci talepleri, arz-talep dengesi çerçevesinde yerine getiriyor. Bunu söylemiştim.

İlçelerde üniversite kurulması konusunda: Vakıf üniversitelerinin bu yönde bir talebi olursa bunları da karşılayacağız.

Adana’ya yeni bir üniversite kurulması: Hükûmetimiz özellikle ortaöğretimdeki okullaşma oranlarının yüzde 100’e yaklaştırılması hedefine doğru ilerlerlerken yükseköğrenim talebi de konuşmamda söylediğim gibi son derece artmış durumda. Bizim hedefimiz 2013-2014 yıllarında yükseköğrenim öğrenci potansiyelinin Avrupa Birliği ortalamasına uygun olarak yüzde 48 oranında gerçekleşmesidir. Bunu gerçekleştirmek için de hepinizin bildiği gibi öncelikle Türkiye'nin hemen her ilinde üniversite kurulması. Yükseköğrenim sistemimizin bir parçası olarak gördüğümüz vakıf üniversitelerinin de koyduğumuz kriterler çerçevesinde potansiyelleri olanların kurulmasına izin vermek suretiyle yükseköğrenime yönelik olarak genç nüfusumuzun taleplerini karşılamaya çalışıyoruz.

Elbette Adana da büyük illerimizden bir tanesi, bundan sonraki safhada kurulacak devlet üniversiteleri içerisinde elbette Adana da yer alabilir.

Sayın Başkanım, diğer soruları yazılı cevaplandırayım.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Varlı, buyurun efendim.

MUHARREM VARLI (Adana) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Tabii, Sayın Bakan az evvel Yılmaz Bey’in sorusunda burada yoktu herhâlde, “Kayseri ve Erzurum’a göre Adana 2 misli nüfusa sahip ama üniversitelerindeki öğrenci sayısı daha az.” diye yöneltmişti soruyu. Yani biz bu kapsamda neden alınmadığını soruyoruz, bir.

İkincisi: Ceyhan enerji merkezi olacak diyorsunuz her konuşmanızda, Rotterdam olacak diyorsunuz. Ceyhan’da, Tarsus’ta -az önce hocam söyledi- Ceyhan ve Tarsus gibi büyük ilçelerde neden kimya mühendisliği, inşaat mühendisliği gibi fakültelerin olacağı bir üniversite kurmayı planlamıyorsunuz? Çünkü buralar ileride enerjiyle ilgili, petrolle ilgili çok büyük yatırımların olacağı yerler. Buralarda mutlaka bir üniversitenin ve fakültelerin olması gerekir diye düşünüyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Varlı.

Sayın Taner, buyurun.

RECEP TANER (Aydın) – Sayın Bakan, biraz önceki soruma, soru önergelerine cevap olarak verdiğinizden bahsettiniz ama o soru önergeleri milletvekillerinin şahıslarına veriliyor. Dolayısıyla bizim o soru önergelerinin neticelerini bilmemiz pek mümkün değil. Yani, onları biz sizden tekrar alabilirsek memnun oluruz.

Artı, benim ikinci bir sorum daha vardı: Görevlendirmeyle ve kadroyla görev yapan personel sayısını, Aydın ilindeki görevlendirmeyle çalışan idareciler ile kadrolu olarak çalışan idarecilerin sayılarını da sormuştum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Vural…

OKTAY VURAL (İzmir) – Teşekkür ederim.

Ben, yine, Sayın Komisyonun çalışmalarıyla ilgili ifade edeceğim. Daha önce, dün söylemiştim, bir milletvekilinin hasıraltı edilen teklifi… Üzülerek, yine bunu görüşüyoruz.

Şimdi, iki tane komisyon raporu var. Şimdi, bu yükseköğrenim, 506 ve… Sayın Başbakanın imzasıyla üniversitelerin kurulmasını havi altı maddelik bir kanun teklifinin gerekçeleri var, maddeleri yok, yani maddeleri buraya yazılmamış. Burada yine 536, gelir vergisi var. Burada gerekçeleri ve maddeleriyle birlikte kanun teklifinin kendisi var. Yani, komisyonlar yaptığı işi ciddiye almalı. Bir rapor gelirken gerekçeleri olan ama maddesi olmayan, bir diğerinde de gerekçeleri ile maddeleri olan raporlar. Dolayısıyla Meclis Başkanlığı olarak komisyonlara raporun düzenlenmesi için yapılması gereken hususlarla ilgili gerekli uyarının yapılmasını istirham ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Vural.

Bir açıklama yapacak mısınız, Komisyona yöneltilmiş ve dolayısıyla Başkanlığa da yöneltilmiş bir soru vardı.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ RECAİ BERBER (Manisa) – Evet.

BAŞKAN – Buyurun.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ RECAİ BERBER (Manisa) – Sayın Başkan, ben kısa bir cevap vereyim.

Dün de tabii, Komisyonun çalışması ve raporlarıyla ilgili soruldu. Burada, gelen kanun tasarısı ile komisyonda görüşülen kanun teklifleri ayrı ayrı olarak değerlendirildiği için, burada madde gerekçeleri olarak belirtilen, birleştirilme sonucunda görüşülen Kayseri Abdullah Gül Üniversitesi ve daha sonra Millî Eğitim Komisyonunda görüşülmeyip bizim Komisyonda görüşülen Akdeniz Üniversitesiyle ilgilidir. Diğer maddelerin tamamı kanun tasarısı içinde vardır ve burada hem Hükûmetten gelen teklif metni hem de Plan ve Bütçe Komisyonunun kabul ettiği metin olduğu gibi yer almaktadır. Ancak gerekçelerle ilgili olarak dediğiniz gibi gerekçeler buraya alınmamış. Zannediyorum bu Meclis Başkanlığının yazım, yani burada atlanmasından söz konusu olabilir, Komisyonumuzdan bu rapor…

OKTAY VURAL (İzmir) – Gerekçeler var da maddeler yok.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ RECAİ BERBER (Manisa) - Madde de var. Maddelere biraz sonra bakarsanız…

BAŞKAN – Sayın Berber…

OKTAY VURAL (İzmir) – En sonda var da, diğer raporlarda maddeler de var, esas olarak bir şablon olması gerekiyor.

BAŞKAN – Sayın Vural, arkadaşlarımız not aldı, onu biz daha sonra değerlendireceğiz, gerekçenin başa alındığını falan söylediler.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ RECAİ BERBER (Manisa) - Evet, takdim tehir olmuş gibi görünüyor. Evet, teşekkür ederim uyarınız için.

BAŞKAN- Evet, soru-cevap işlemi tamamlanmıştır.

Teşekkür ediyorum.

Sayın Güçlü’ye bir dakikalık bir süre vereceğim.

Buyurun Sayın Güçlü.

SAMİ GÜÇLÜ (Konya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Biraz önce şahsı adına konuşan Sayın Sertel’in açıklamalarında “Dönemimizde sıfırdan üniversite kurulmadı.” şeklinde bir ifadesi olmuştu. Ben, geçmişte kurulan üniversitelerle ilgili birkaç örnek vermek istiyorum: 1946 Ankara, 1973 Çukurova, 1973 Anadolu, 1982 Marmara, 1987 Süleyman Demirel, 1992 Kocaeli, Sakarya. Bütün bu üniversitelerin hepsi, daha önceden orada olan akademi, iktisadi ilimler akademisi, eğitim enstitüsü gibi oluşumların üzerine inşa edildi.

Elimde kısa bir örnek var. Karadeniz Teknik Üniversitesi 1955’te kurulduğunda 1 profesör, 1 doçent var, bugün 251 profesör, 146 doçent var, 90 öğrenci varken 36 bin öğrenciye ulaştı. Erciyes üniversitesi 2 profesör, 3 doçentle…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Güçlü, teşekkür ediyorum, siz de daha önce de bu tip benzeri örnekler olduğunu ifade ediyorsunuz.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkanım, 1955’te 1 profesörü varmış, 2010 da 1 profesör olmayan üniversite var, merak etmeyin.

BAŞKAN - Evet, bu akademisyenlerin kendi aralarında değerlendirecekleri husus olsun. Saygıdeğer bilim adamı arkadaşlarım, Genel Kurulda milletvekili olarak görev yapan arkadaşlarımız kendi aralarında da bunu görüşebilirler, Yükseköğretim Kurulumuz da bu hususta gerekli notları almıştır.

Evet, birinci bölüm üzerindeki görüşmelerin tamamlandığını söylemiştim. Şimdi, birinci bölümde yer alan maddeleri, varsa o madde üzerindeki önerge işlemlerini yaptıktan sonra ayrı ayrı oylarınıza sunacağım.

Madde 1’e bağlı ek madde 125 üzerinde üç adet önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 506 Sıra Sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 1 inci maddesine bağlı Ek Madde 125’in ikinci fıkrasının (a) bendinde yer alan “İşletme Fakültesi” ibaresinin “İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi” şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                    Pervin Buldan                         İbrahim Binici                       M. Nezir Karabaş

                            Iğdır                                     Şanlıurfa                                     Bitlis

                                              Hasip Kaplan                              Akın Birdal

                                                    Şırnak                                     Diyarbakır

TBMM Başkanlığına

506 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 1. maddesine ek 125. maddesinin, bu üniversite başlığı altında bulunan ve a) bendinde yer alan …Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi tabirinin, Mühendislik Fakültesi ve Doğa Bilimleri Fakültesi… olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                      Akif Akkuş                             Behiç Çelik                       Emin Haluk Ayhan

                          Mersin                                     Mersin                                     Denizli

                                                 Şenol Bal                              Mustafa Kalaycı

                                                     İzmir                                         Konya

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 506 Sıra Sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Ya-pılmasına Dair Kanun Tasarısının 1. maddesine bağlı Ek Madde 125’in 2. fıkrasının a bendinde yer alan “İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi” ibare-sinden sonra gelmek üzere “Havacılık ve Uzay Bilimleri Fakültesi” ibaresi-nin, 2. fıkrasının b bendinde yer alan “kurulan” ibaresinden sonra gelmek üzere “Sivil Havacılık Yüksekokulu ile” ibaresinin eklenmesini arz ve talep ederiz.

                     Vahap Seçer                            Şevket Köse                       Mehmet Ali Susam

                          Mersin                                  Adıyaman                                    İzmir

             Ferit Mevlüt Aslanoğlu                 Zekeriya Akıncı                            Ali Koçal

                         Malatya                                    Ankara                                  Zonguldak

                                          Ali İhsan Köktürk                        Abdullah Özer

                                                Zonguldak                                     Bursa

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ RECAİ BERBER (Manisa) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın İnce?

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Akıncı konuşacak.

BAŞKAN - Sayın Akıncı konuşacak.

Buyurun efendim.

ZEKERİYA AKINCI (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi sevgiyle saygıyla selamlıyorum. Ankara’da birisi olmak üzere yeni üniversiteler açıyoruz. Önce hayırlı olsun demek istiyorum. Daha önce de bildiğiniz üzere Hükûmetiniz döneminde çok çeşitli üniversiteler açılmıştı, kurulmuştu ve o yasa düzenlemeleri sırasında da Cumhuriyet Halk Partisinin çok değerli sözcüleri bu konulardaki görüşlerini ifade etmişlerdi. Ben bugünkü beş dakikalık konuşmamda hiç özel bir şey söylemeden, farklı bir şey söylemeden, Cumhuriyet Halk Partisi sözcüleri daha önceki üniversite kuruluş yasa tasarılarında, tekliflerinde hangi düşünceleri ortaya koymuşlar, onları size yeniden aktarmak biçiminde konuşmamı sürdürmek istiyorum. Özellikle hiç YÖK ve rektör tartışmasına girmeyeceğiz. Oradaki operasyonlarınızın tam gaz gittiğini biliyoruz. Kutluyoruz, üniversiteleri susturdunuz, rektörleri sindirdiniz ama o kadar hızlı gittiniz ki en son Giresun Üniversitesindeki rektör atamasında Sevgili Dostumuz Şamil Tayyar’ı bile isyan ettirdiniz.

Peki Cumhuriyet Halk Partisinin üniversitelerin kurulmasına dönük düşüncesi nedir? 13 Nisan 2000 Salı, yapılan görüşmede Değerli Hocamız, Sevgili Milletvekilimiz Nur Serter demiş ki: “Değerli milletvekilleri, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak yeni üniversitelerin -ister devlet ister vakıf üniversitesi olsun- kurulmasına kesinlikle karşı değiliz.” Arkadaşlarımız biraz önce yine düşüncelerini çok veciz bir biçimde sergilediler. Önce bunu belirtmek istiyorum. Ancak AKP ve YÖK iş birliğiyle âdeta ışık hızıyla birbirinin ardı sıra kurulan bu üniversitelerin, ister devlet ister vakıf üniversitesi olsun, gerekli altyapıya, gerekli donanıma ve öğretim üyesi kadrosuna sahip olmaksızın kuruluyor olmasının Türk yükseköğretimine vermiş olduğu zararları da Türkiye’nin yakın gelecekte çekeceğinin altını bir kez daha önemle çizmek istiyorum ki AKP sözcüleri bile öğretim üyesi yoksunluğuna vurgu yapmak zorunda kaldılar. Devlet üniversitelerinin çok ciddi bir öğretim üyesi yetersizliğiyle karşı karşıya bulunmaları yetmedi, şimdi dörder dörder kurduğunuz vakıf üniversiteleriyle, devlet üniversitelerinde zaten yetersiz olan öğretim elemanlarını bir de vakıf üniversitelerine çekerek devlet üniversitelerinin içini büyük bir hızla boşaltmakta olduğunuzu sayın milletvekillerinin dikkatine sunmak istiyorum, demiş.

Aynı görüşmeler sırasında, yine üniversiteler kurulurken, 18 Haziran 2008’de yine Milletvekilimiz Sayın Necla Arat, Cumhuriyet Halk Partisinin üniversitelere hangi bakış açısıyla yaklaştığını ortaya koymuş. Demiş ki: “Sayın milletvekilleri, ülkemizde üniversite sayısının artırılmasının olumlu bir gelişme olarak sayılabilmesi için rasyonel bir planlamanın yapılmasını, altyapının öncelikle sağlanmasının yanı sıra eğitimin niteliğinin yükseltilmesini zorunlu, ön koşulu olarak görülmesini istiyoruz. Bu bağlamda, nüfusa odaklı üniversitenin kurulmamasını, bu konuda Hükûmetimizin gerekli duyarlılığı göstermesini bekliyoruz. Yeni kurulan üniversiteler bölgelerinin gereksinmelerine uygun bir vizyona sahip olmalıdırlar, mutlaka yeterli kadroları ve bütçeleri bulunmalıdır çünkü öğretim üyesiz, kütüphanesiz, binasız, yurt imkânları, sportif ve kültürel tesisleri sağlanamayan kurumlara üniversite denilemez.”

Şimdi denilebilir ki, elbette Türkiye'nin ihtiyaçları var. Dolayısıyla, kurduğumuz üniversiteler bu ihtiyaçların giderilmesi ve Türkiye'nin sorunlarının çözülmesi konusunda da çok önemli katkılar vermektedirler.

Peki, ne akla gelebilir? Diyelim ki Türkiye'nin en temel sorunlarından bir tanesi işsizlik. Peki, bu üniversitelerin kuruluyor olması, yeni yeni yüz binlerce mezun veriyor olması Türkiye'nin işsizlik sorununun çözümüne dönük bir katkı koymuş mu, bir yarar getirmiş mi?

Hemen söyleyeyim: 13 Nisan 2010’da yine Sayın Nur Serter bir değerlendirme yapmış ve demiş ki: “Şimdi, bir üniversite açılıyor. Bu üniversite hangi eğitim dallarında eğitim-öğretim yapacak, bununla ilgili bir çalışma yapılıyor mu? Hayır, yapılmıyor. O yükseköğretim kurumu, o vakıf üniversitesi, öğrenci maliyetinin en düşük olduğu alanları fakülteler olarak belirliyor. Bu fakülteler yine ışık hızıyla açılıyor.”

Arkasından işsizlikle ilişkisini kurmuş. Devam ediyor: “Tabii, bu üniversiteleri açarken bir başka ciddi sorumluluğumuz da var. Bu üniversitelerin eğer verdikleri gerçekten diplomaysa bu gençlerimizi istihdam edilebilme koşullarına uygun yetiştirmekle yükümlüdürler. Ama iktidarlar da gençlere iş yaratmak gibi ciddi bir yükümlülüğü taşımaktadırlar. Türkiye’de genç işsizliği oranı yüzde 25,3, o da resmî rakamlarla. 500 bine yakın üniversite mezunu diplomalı işsiz var.” demiş ve Sayın Başbakanın da “Her üniversiteyi bitiren iş bulacak diye bir şart yok.” değerlendirmesine atıfta bulunmuş.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Akıncı, konuşmanızı tamamlayınız.

ZEKERİYA AKINCI (Devamla) – Tamamlıyorum.

İşsizliğe de bir çare olmamış yeni üniversitelerin açılması, yeni mezunların verilmesi.

Bir başka şey, hep konuşuyoruz ama çok önemli olduğuna inanmama rağmen, ne yazık ki üzerinde çok fazla durmadığımız bir konu: Bu öğrenciler nasıl barınacaklar? Onunla ilgili olarak da bakın 5 Kasım 2009’da Sayın Muharrem İnce demiş ki: “Bu kürsüde çok şey konuştuk yükseköğretimle ilgili. Her şeyi konuştuk ama ne yazık ki bu Mecliste yükseköğrenime giden gençlerimizin nerelerde, nasıl barındıklarını, nasıl beslendiklerini, nasıl kahvaltı yaptıklarını bile ne yazık ki hiç tartışamadık.” Arkasından bir tespit yapmış “2002 yılındaki yükseköğretimdeki öğrenci sayımız toplamı 1 milyon 232 bin, bugün yükseköğretimdeki öğrenci sayımız 1 milyon 747 bin, 515 bin öğrencimiz artmış.” demiş. Ama buna karşılık yurtlardaki açığın sürekli büyüdüğünü ve neredeyse 1 milyon gencimizin yurt bulmaktan yoksun olduğunu ortaya koymuş.

Demek ki üniversite açmak yetmiyor, bu gençlerimizin özellikle barınma sorununa çözüm bulmak zorundayız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Akıncı, teşekkür ediyorum.

ZEKERİYA AKINCI (Devamla) – Tamamlıyorum.

BAŞKAN – Ek sürenizi vermiştim.

ZEKERİYA AKINCI (Devamla) – Selamlamak için…

BAŞKAN – Selamlamak için ama her selamlama yaklaşık bir dakika sürünce işler karışıyor. Lütfen…

ZEKERİYA AKINCI (Devamla) – Bir cümle…

BAŞKAN - Buyurun.

ZEKERİYA AKINCI (Devamla) – Özellikle bu konuşmamda arkadaşlarımızın yapmış olduğu değerlendirmeleri bir kez daha dikkatinize sunmak istedim çünkü AKP İktidarının bize hangi gözle baktığını ve bizi nasıl dinlediğini biliyoruz.

Onun için, sözlerimi bir atasözümüze atfen ve Dünya Kupasının o mucize aletine atfen söylüyorum: Anlayana sivri sinek saz, anlamayan AKP’ye vuvuzela bile az.” (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Akıncı, beni doğruladınız, bak otuz saniyeyi buldu görüyorsunuz yani, bir cümleniz otuz saniye demek ki.

Saygıdeğer milletvekilleri, önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Birleşime bir saat ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 20.06

 

 

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 21.09

BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu), Murat ÖZKAN (Giresun)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 131’inci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

506 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Ek 125’inci madde üzerinde, sıradaki önergeyi okutuyorum:

TBMM Başkanlığına

506 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 1. maddesine ek 125. maddesinin, bu üniversite başlığı altında bulunan ve a) bendinde yer alan …Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi tabirinin, Mühendislik Fakültesi ve Doğa Bilimleri Fakültesi… olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                                                                                        Akif Akkuş (Mersin) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Gerekçe…

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Buyurun

Gerekçe: Mühendislik Bilimleri ve Doğa Bilimlerinin birbirinden farklı kavramlar olmasından dolayı.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 506 Sıra Sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 1 inci maddesine bağlı Ek Madde 125’in ikinci fıkrasının (a) bendinde yer alan “İşletme Fakültesi” ibaresinin “İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi” şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                                                                                        Pervin Buldan (Iğdır) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Kaplan.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün Miraç Kandili; halkımızın, tüm İslam âleminin kandilini kutluyorum. Ve elbette ki böylesi bir günde, elbette, okul açmak, üniversite açmak da en büyük sevaplardan birisidir. Onun için, bu sevabı hak edebilmek için yeni üniversitelerimizin de altyapısını, niteliğini ve bütün donanımını da tamamlamak gerekiyor. Nüfusu en genç olan devlet ve ülke biziz. Avrupa yaşlanıyor, yaşlanan bir Avrupa karşısında nüfusu en genç olan bir ülke var: Türkiye. Dünya ekonomisinde 16’ncı sırada ve gerçekten bölgesinde stratejik olarak çok önemli. O zaman, eğitilmiş insan olayı çok önemli ama işsizlik oranlarına baktığımız zaman üniversite mezunları içinde en yüksek orana çıkıyor işsizlik oranı. Bunun da belli bir planlama ve stratejisinin olmayışından kaynaklanıyor.

Tabii sıkıntılar çok. 12 Eylül askerî darbesinin getirdiği YÖK sistemi başlı başına bir sorun ve günlerdir yazıyor: İşte Giresun Üniversitesiyle Marmara Üniversitesinde bir rektörlük seçimi olayı. Birkaç gazetede rastladım. Köşe yazarları da dikkat çekiyor. Deniliyor ki, seçim sonucunda 4 tane adaydan en düşük oyu alan, hatta birisi için 4 oy alan birisinin aday gösterilmesinden bahsediliyor. Şimdi bu sistem dehşet verici bir sistem. Seçim niçin yapılır, demokrasi niçindir? Demokrasinin bir anlamı vardır, seçimin bir anlamı vardır, seçimde oy kullananların iradesiyle seçilenlerin gösterilmesi için. Sayın Millî Eğitim Bakanımız bu konuda umuyorum bir açıklama yapma gereğini duyacaklar. Bu YÖK’te herhâlde bir reforma ciddi ihtiyaç vardır diyemeyeceğim çünkü bunu reforme etmenin bir anlamı yok. YÖK’ü tümden kaldırmak gerekiyor. Kenan Evren’e de iade etmek lazım. 1 liralık posta puluyla aynen iade etmek lazım. Bu kurumdan kurtulmak lazım. Yeni bir yapılanma sürecini başlatmak lazım.

Şimdi, böyle baktığımız zaman öğrenci sayısına bakıyoruz. Doğru, Sayın Bakan 2002-2003 verilerini alıyor. Milattan önce, milattan sonra diye. Böyle bir iktidar dönemi. Sayı, 1 milyon 916 binden yüzde 184 artışla 3 milyon 529 bine yükselen bir öğrenci sayısı. Peki, bu 4 katına denk gelen, son üç dört yılda açılan vakıf üniversiteleri, 75 bine denk gelen eğitim öğretim kadrosu, üniversitelerdeki öğretim elemanı sayısı ve bu üniversitelere şimdilik ekleyeceğimiz yeni üniversiteler, Ankara’ya, Bursa’ya, Erzurum’a, Kayseri’ye, İzmir’e, İstanbul’a ve Konya’ya devlet üniversiteleri hayırlı olsun diyoruz biz de elbette ve yine Antalya’daki vakıf üniversitesi konusunda da  aynı dileklerimizi de söylüyoruz ve şunu söylemek istiyoruz: 13.248 akademik kadro alınacak. Bu ara Millî Eğitim Bakanlığı 100 bini aştı herhâlde kadro sayısıyla. Emniyete, jandarmaya alınan kadro sayısı 30 binlerin üstünde, yeni çıkan geçen haftaki yasalarla 200 bin kadro. Bu arada bu hafta, önümüzdeki hafta yasalarıyla da bir 100 bin daha kadro ihdası söz konusu olacak, 300 bin. Yani seçime de bu kadar yeter size diye düşünüyoruz.

Ama, yani şunu gerçekten ifade etmek istiyorum: Evet, 4 milyona yakın üniversite öğrencimiz hangi koşullarda yaşıyor, onunla ilgili bilimsel bir araştırma yapıldı mı? Kaç lirayla geçiniyorlar? Kaç tanesi yurtlarda barınıyor? Kaç tanesi beslenme, gıda, spor, sosyal etkinlik sorunlarını çözebiliyor. Üniversite kampüsleri, özellikle devlet üniversitelerinin kurulduğu yerlerde hangi tür vakıflar, derneklerde bu öğrencilerle iletişim kuruluyor ve bu öğrencilerin barınma, yurt sorunlarına, ihtiyaçlarına, hatta burs, kredi ihtiyaçlarına kadar hangi kurumlardan ne kadar veriliyor? Sayın Bakandan böyle bir veri istiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN- Buyurun Sayın Kaplan, konuşmanızı tamamlayınız.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Bu veriyi isterken, gerçekten geleceğimiz olan gençlerimizin içinde yaşadığı durumun bir kere sosyolojik, gelir tabakası olarak işçi, memur kesimi, yoksul halk çocuklarının... Zaten yoksul olmayan halk çocukları devlet üniversitesine gitmiyor. Kaç tane Bakan çocuğu devlet üniversitesinde okuyor, kaç tanesi yurt dışında? Niye Amerika’yı tercih ediyorlar? Ben acemi miyim, bilmiyor muydum? Benim çocuklarım başka yerde okuyor. Mesela Amerika’ya yolu bilmedik mi, ondan mı gidemedi veya gerçekten burada bir şey farkı mı var? Yani o konuda bizi aydınlatırlarsa seviniriz. Bu öğrenci kredilerine ve yurt kampüsleriyle beraber öğrenci sayısı kadar yurt ve konut yaptırma sorununa nasıl bir çözüm getirecekler? Bu konuda, gençliğin talepleri konusunda bir açıklamada bulunurlarsa sevineceğiz.

Teşekkür ediyorum.

Önergeyi zaten kabul etmeyeceğinizi biliyoruz ama Sayın Abdullah Gül’ün de…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Ne biliyorsun canım?

HASİP KAPLAN (Devamla) – … kendi ilinde bir üniversiteye isminin verilmesine böyle fanatik karşı çıkanlardan değiliz. Kim ki bu ülkeye hizmet etmişse adını da versin, yazdırsın da.  Doğrusu da budur zaten.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Erciyes Dağı’na da ismini vereceğiz şimdi.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kaplan.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Madde 1’e bağlı ek madde 126’nın üç adet önergesi vardır, önergeleri okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 506 Sıra Sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 1. maddesine bağlı Ek Madde 126’nın 2. fıkrasının a bendinde yer alan “Denizcilik Fakültesi” ibaresinden sonra gelmek üzere “Havacılık ve Uzay Bilimleri Fakültesi, Bilgisayar Bilimleri Fakültesi ile Gemi Mühendisliği Fakültesi” ibaresinin eklenmesini arz ve talep ederiz.

                     Vahap Seçer                            Şevket Köse                       Mehmet Ali Susam

                          Mersin                                  Adıyaman                                    İzmir

                        Ali Koçal                          Ali İhsan Köktürk                      Abdullah Özer

                       Zonguldak                               Zonguldak                                   Bursa

                                      Ferit Mevlüt Aslanoğlu                    Kemal Demirel

                                                  Malatya                                       Bursa

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 506 Sıra Sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 1 inci maddesine bağlı Ek Madde 126’nın ikinci fıkrası (c) bendinde yer alan “Sosyal Bilimler Enstitüsü” ibaresinden sonra gelmek üzere “Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü” ibaresinin getirilmesini arz ve teklif ederiz.

                 M. Nezir Karabaş                      İbrahim Binici                         Pervin Buldan

                           Bitlis                                     Şanlıurfa                                     Iğdır

                                              Hasip Kaplan                              Akın Birdal

                                                    Şırnak                                     Diyarbakır

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 506 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 1 inci maddesi ile 2809 sayılı Kanuna ilave edilen Ek 126 ncı maddenin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                  Mustafa Kalaycı                       Necati Özensoy                          Oktay Vural

                          Konya                                      Bursa                                       İzmir

                                              Mustafa Enöz                        Ahmet Duran Bulut

                                                   Manisa                                     Balıkesir

“Bursa Teknik Üniversitesi

Ek Madde 126 – Bursa’da Bursa Teknik Üniversitesi adıyla bir üniversite kurulmuştur. Bu üniversite, Rektörlüğe bağlı olarak kurulan;

a) Mühendislik, Mimarlık ve Fen-Edebiyat, Doğa Bilimleri, Sanat ve Tasarım, Denizcilik fakültelerinden,

b) Fen Bilimleri Enstitüsünden,

c) Bilgisayar Teknolojisi ve Programlama, Harita ve Kadastro, İnşaat, Makine, Seramik, Restorasyon, Tasarım ve Basım Yayımcılık, Doğalgaz ve Tesisat yüksekokullarından,

oluşur.”

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Necati Özensoy

BAŞKAN – Sayın Özensoy, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tüm Türk milletinin, İslam âleminin ve sizlerin kandilini kutluyor, hepinize saygılar sunuyorum.

Verdiğimiz önergeyle ilgili söz almış bulunuyorum. Tabii, dün akşam burada bir usul tartışması açtık Bursa’daki teknik üniversitenin kurulmasıyla alakalı. Bu usul tartışmasındaki maksadımız, 2008 yılı Nisan ayında verdiğimiz Bursa’da bir teknik üniversite kurulmasıyla alakalı kanun teklifiyle ilgili Mecliste milletvekilleri olarak görevimiz olan yasama görevinin bir anlamda yok sayılmasıydı.

Tabii, bu tartışma belki şu şekilde yanlış da anlaşılmış olabilir: Komisyona çekilmiş olsaydı, bugün hemen sabahtan bu hata yarım saat içerisinde düzeltilip bu kanun teklifini veren isimler de bu tasarıya eklenerek bu hata, bu nezaketsizlik de bir anlamda düzeltilmiş olurdu. Tabii, bizler, dün akşam da ifade ettim -Bursa’da teknik üniversite kurulmasını herhangi bir kamuoyu oluşmasından dolayı değil- 2007’den önce, daha benim İl Başkanlığım döneminde Bursa’yla ilgili ortaya bir vizyon konulması gerektiğinde neler yapılması gerektiğini ilan ederken bunu basınla da paylaşarak, sanayi kenti olan Bursa’da artık, bir teknik üniversitenin kurulması gerektiğini ifade ederek -aynı zamanda seçim beyannamemize de koyduk- bunun gereğini de burada kanun teklifi olarak da vermiş bulunuyoruz. Ama ifade ettiğim gibi, olabilir, iktidar partisi mensubu yetkililer bizim ismimizin bu kanunda geçmesini arzu etmemiş olabilirler ama Bursa kamuoyu bu konuda kimin ne şekilde çaba gösterdiğini iyi biliyor. Bizler Bursa kamuoyunda bu tartışmayı başlatarak, daha sonra yer seçimiyle, vesaireyle bu kamuoyunda ikinci üniversitenin gündeme gelmesiyle bugünlere geldik. Ama bütün bunlara rağmen, bütün bu yanlışlara rağmen bugün burada, 23’üncü Dönem Mecliste bir milletvekili olarak bulunup bu kanunla ilgili bir konuşma yapmaktan ve bu kanunla Bursa’daki teknik üniversitenin kurulmasından dolayı da son derecede memnun olduğumuzu da ifade etmek istiyorum. Bu üniversitenin de Bursa’ya hayırlı olmasını diliyorum.

Tabii, önergemizde aslında bu üniversite kurulurken, Komisyonda tartışılırken eğer haberimiz olmuş olsaydı zaten bizim bu gündemimizde olan konuda katkılarımız da mutlaka olacaktı. İşte bakın, burada iki yıllık yüksekokulların kurulmasıyla alakalı bu maddeyi ilave ettik ama tabii, bu önergenin kabul görmeyeceği kanaatindeyim.

Bakın, Bursa’da bütün sanayicilere sorun, Bursa’da en önemli sorun ara eleman sorunudur. Mühendis, teknik eleman açığı olduğu kadar, 2 bin civarında mühendis açığı olduğu kadardan çok daha fazlası, bir 10 katı, 20 katı, Bursa’da ara eleman açığı vardır yani teknisyen açığı vardır. Dolayısıyla, bu açığın kapanması hususunda da bu önerge belki dikkate alınabilir ama en azından Komisyonda bu konular gündeme gelmiş olsaydı bunu da belki düzeltme şansımız da olabilirdi.

Sayın milletvekilleri, Bursa bu üniversiteyi –ifade ettiğim gibi- çok uzun zamandan beri hak eden bir şehir. Bursa, Türkiye’nin 4’üncü büyük vilayeti, 2,5 milyon nüfusa ulaşmış bir şehir ve ekonomiye katkısı da yine aynı sırada, ihracatta 2’nci büyüklükteki bir şehir. Dolayısıyla, Bursa maalesef –şunu ifade ediyorum- geçmiş dönem hükûmetlerce zaman zaman ihmal edilmiş bir şehir ama hiç bu dönemdeki kadar, şu sekiz yıldaki kadar mahzun kalmadı. Bakın, Bursa tam 5 milyar lira vergi veriyor, bu yıllarda verdiği vergi 5 milyar lira.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Özensoy, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

NECATİ ÖZENSOY (Devamla) – Teşekkür ederim.

Ama 2009 bütçesinde Bursa’ya ayrılan, merkezî hükûmetin yatırımlara ayırdığı pay ne kadar biliyor musunuz? Sadece 50 milyon lira. Bu yıl ne kadar, 2010 yılında ne kadar? Ama büyük başarı göstermiş arkadaşlar, 2 katına çıkarmışlar, 100 milyon lira. Yani 5 milyar lira vergi veren bir kente, yani iki yılda 10 milyar lira vergi veren bir kente layık görülen hizmet 150 milyon lira, yani verilenin yüzde 1,5’u. Yani bunu arkadaşlarımız içine sindirebiliyorlarsa söyleyecek bir şeyim yok. Bursa, Osmanlıya payitahtlık yapmış; İznik, Selçukluya payitahtlık yapmış, kültür ve tarih kenti olan ve aynı zamanda bugün sanayi vizyonuyla, yine kültür, tarih vizyonuyla Türkiye’nin en önemli şehirlerinden. Bu şehre hizmet ederken bu özelliklerini ve Bursa insanının üretime katkısını da göz önünde bulundurarak…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

NECATİ ÖZENSOY (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.

…bu hizmetleri yapmak lazım, bu katkıları böyle göz önünde bulundurarak sağlamak lazım.

Ben, bu üniversitenin kurulmasından dolayı tekrar, mutlu olduğumuzu, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak, Bursa milletvekilleri olarak mutlu olduğumuzu ifade ediyor, bu mübarek akşamda da hayırlara vesile olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özensoy.

Önergeyi oylarınıza…

III.- YOKLAMA

(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, yoklama talebi.

BAŞKAN – Önergenin oylamasından önce bir yoklama talebi vardır, onu yerine getireceğim:

Sayın İnce, Sayın Yıldız, Sayın Güvel, Sayın Özkan, Sayın Güner, Sayın Köktürk, Sayın Emek, Sayın Süner, Sayın Ünlütepe, Sayın Sönmez, Sayın Susam, Sayın Arslan, Sayın Seçer, Sayın Ağyüz, Sayın Demirel, Sayın Ersin, Sayın Tan, Sayın Yalçınkaya, Sayın Kart, Sayın Baratalı.

Sayın milletvekilleri, yoklama için üç dakika süre veriyorum ve yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı yoktur.

Birleşime on beş dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati : 21.33

 

 

BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 21.49

BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu), Murat ÖZKAN (Giresun)

BAŞKAN – Saygıdeğer milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 131’inci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

İstem üzerine yapılan yoklamada toplantı yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi yoklama işlemini tekrarlayacağım.

III.- YOKLAMA

BAŞKAN – Yoklama için üç dakika süre veriyorum ve yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Saygıdeğer milletvekilleri, pusula gönderen arkadaşlarımızı arayacağım.

Sayın Lokman Ayva? Burada.

Sayın Bakanımız Selma Aliye Kavaf? Burada.

Sayın Gönül Bekin Şahkulubey? Burada.

Sayın Fatma Şahin? Yok.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, ikinci yoklamada da toplantı yeter sayısı bulunamamıştır.

Alınan karar gereğince kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için 9 Temmuz 2010 Cuma günü saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati: 21.56