DÖNEM: 23 YASAMA
YILI: 4
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
CİLT : 74
127’nci Birleşim
1 Temmuz 2010 Perşembe
(Bu Tutanak
Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür
belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş
alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.-
GELEN KÂĞITLAR
III.-
YOKLAMA
IV.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A)
MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI
1.- İstanbul
Milletvekili Sacid Yıldız’ın, 30 Haziran Emekliler Günü’ne ilişkin gündem dışı
konuşması
2.- Sivas Milletvekili Selami Uzun’un, 2 Temmuz 1993’te
Sivas Madımak Oteli’nde meydana gelen olayların 17’nci yıl dönümüne ilişkin
gündem dışı konuşması ve Devlet Bakanı Faruk Çelik’in cevabı
3.- Konya
Milletvekili Faruk Bal’ın, Konya ilindeki tarım ve hayvancılık sektörünün
durumuna ve dolu yağışının neden olduğu zararlara ilişkin gündem dışı konuşması
V.-
AÇIKLAMALAR
1.- İzmir
Milletvekili Oktay Vural’ın, Siirt ili Pervari ilçesi Doğanköy’de askerî
birliğe yapılan saldırıya ilişkin açıklaması
2.- Şırnak Milletvekili
Hasip Kaplan’ın, 2 Temmuz 1993’te Sivas Madımak Oteli’nde
yaşanan katliama ilişkin açıklaması
3.- Konya
Milletvekili Özkan Öksüz’ün, Konya’da ve ilçelerinde meydana gelen şiddetli
yağış nedeniyle uğradıkları zarara ve çiftçilere verilen desteğe ilişkin
açıklaması
4.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır’ın, dolu ve yağmur nedeniyle zarar gören çiftçimizin
durumunu dile getiren milletvekillerinin gündem dışı konuşmalarına Tarım ve Köyişleri Bakanının cevap
vermediğine ilişkin açıklaması
5.- Tunceli Milletvekili
Kamer Genç’in, 2 Temmuz 1993’te Sivas Madımak Oteli’nde
yaşanan katliama ilişkin açıklaması
6.- Yozgat
Milletvekili Bekir Bozdağ’ın, Tarım ve Köyişleri Bakanının yurt dışında
bulunduğu için gündem dışı konuşmalara cevap veremediğine ilişkin açıklaması
7.- Konya Milletvekili Faruk Bal’ın, Tarım ve
Köyişleri Bakanının yağmur ve doludan zarar gören çiftçinin hâliyle uğraşması
gerekirken, Türk-İsrail ilişkilerini görüşmek üzere İsviçre’de bulunduğuna
ilişkin açıklaması
8.- Mersin Milletvekili Behiç
Çelik’in, 1 Temmuz
Denizcilik ve Kabotaj Bayramı’na
ilişkin açıklaması
9.- Siirt
Milletvekili M. Yılmaz Helvacıoğlu’nun, Siirt’te vuku bulan menfur terör
saldırısına ilişkin açıklaması
10.- Adıyaman
Milletvekili Mehmet Erdoğan’ın, Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in,
Brüksel’de olması nedeniyle gündem dışı konuşmalara cevap veremediğine ilişkin
açıklaması
11.- Trabzon
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Siirt’te vuku bulan menfur
terör saldırısına ve Tarım ve Köyişleri Bakanının Mecliste olmayışını
yadırgamadığına ilişkin açıklaması
12.- İstanbul
Milletvekili D. Ali Torlak’ın, kamyoncu esnafı ile İstanbul’da hizmet
veren minibüsçüler ve
taksicilerin sorunlarına ilişkin açıklaması
13.- Muş
Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, çiftçilere yapılan sübvansiyon desteğine
benzer uygulamaların kamyoncu esnafı ile
şehirler arası otobüs firmaları ve şehir içi taşımacılığı yapan esnafa da
yapılmasına ilişkin açıklaması
14.- Gaziantep
Milletvekili Hasan Özdemir’in, kamyoncuların sorunlarını gündeme getiren
Meclis araştırması önergesine
katıldığına ilişkin açıklaması
15.- Amasya
Milletvekili Hüseyin Ünsal’ın, tıp fakültesi olacak alanların kentsel dönüşüm
projeleri adı altında AK PARTİ’li Büyükşehir Belediye Başkanınca konut alanına
çevrildiğine ilişkin açıklaması
16.- Samsun
Milletvekili Ahmet Yeni’nin, Atatürk Orman Çiftliği’nin 2007 yılı bilançosuna
ilişkin açıklaması
17.- Trabzon
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in
Anayasa’nın ilgili maddesine göre ileri sürdüğü görüşün, Devlet Bakanı Faruk
Çelik tarafından farklı bir anlama dönüştürüldüğüne ilişkin açıklaması
18.- Kırklareli
Milletvekili Tansel Barış’ın, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “Kudüs’te,
Bağdat’ta, Bişkek’te var olacağız” ifadesine karşı, Tahran’da ve Kuzey Irak’ta
var olup olmayacağımızın açıklanmasına ilişkin açıklaması
VI.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1.- İstanbul
Milletvekili Sacid Yıldız ve 28 milletvekilinin, SHÇEK’e bağlı çocuk yuvaları
ve yetiştirme yurtlarındaki sorunların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/801)
2.- Çorum Milletvekili
Derviş Günday ve 21
milletvekilinin, 1980 yılındaki Çorum olaylarının araştırılması amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/802)
3.- Adana Milletvekili
Hulusi Güvel ve 28 milletvekilinin, 1978 yılındaki Maraş olaylarının
araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/803)
4.- İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal ve 27 milletvekilinin, Siirt’te meydana gelen cinsel
istismar olayının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/804)
B)
TEZKERELER
1.- Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanı
Mehmet Ali Şahin’in, Moğolistan
Parlamento Başkanı Damdin Demberel’in vaki davetine, beraberinde bir Parlamento
heyetiyle icabet etmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1246)
VII.-
ÖNERİLER
A)
SİYASİ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ
1.- (10/730) esas
numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun
1/7/2010 Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi
2.- (10/159,
10/419) esas numaralı Meclis Araştırması önergelerinin ön görüşmelerinin, Genel
Kurulun 1/7/2010 Perşembe günkü birleşiminde birlikte yapılmasına ilişkin MHP
Grubu önerisi
3.- TBMM
Başkanlığına verilen “Atatürk Orman Çiftliği’nde hukuksuzluk, usulsüzlük ve
yolsuzlukların açığa çıkarılması ve çözüme kavuşturulması” ile ilgili Meclis
araştırması önergesinin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 1/7/2010 Perşembe
günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi
VIII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A)
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
1.- Türk Ticaret
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)
2.- Türk Borçlar
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)
3.-
Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak
İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana
Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/761) (S. Sayısı:
458)
4.- Diyanet
İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı; 633 Sayılı Diyanet İşleri
Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinin
Değiştirilmesi Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ve Kastamonu Milletvekili
Mehmet Serdaroğlu’nun, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununa Bir Madde Eklenmesi
Hakkında Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/833, 1/162, 2/443)
(S. Sayısı: 507)
5.- Dışişleri
Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/892) (S. Sayısı: 524)
IX.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- İstanbul
Milletvekili Şükrü Mustafa Elekdağ’ın, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
2.- Aydın
Milletvekili Ertuğrul Kumcuoğlu’nun, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
X.-
OYLAMALAR
1.- Diyanet
İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın oylaması
XI.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- İzmir
Milletvekili Bülent Baratalı’nın, banka kredilerini ödeyemeyen üreticilere ilişkin
Başbakandan sorusu ve
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın cevabı (7/14705)
2.- Mersin
Milletvekili Behiç Çelik’in, Mersin’deki işsizliğe ilişkin sorusu ve Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in cevabı (7/14713)
3.- Adana Milletvekili
Hulusi Güvel’in, Ziraat Bankası yönetimine ilişkin sorusu ve
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın cevabı (7/14717)
4.- Antalya
Milletvekili Tayfur Süner’in, bir tur otobüsünün karıştığı trafik kazasına
ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/14818)
5.- Bursa Milletvekili
İsmet Büyükataman’ın, seyahat acentelerinin denetimine ve bir tur otobüsü kazasına ilişkin sorusu ve
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/14819)
6.- Antalya
Milletvekili Tayfur Süner’in, Sakarya-Akyazı’da fay hattı ile ilgili imar değişikliğine ilişkin Başbakandan sorusu
ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/14964)
7.- Manisa Milletvekili
Şahin Mengü’nün, bir açıklamasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent
Arınç’ın cevabı (7/15043)
I.
- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu
saat 13.03’te açılarak altı oturum yaptı.
İzmir
Milletvekili Kamil Erdal Sipahi, son günlerde artan terör olaylarına,
Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu, tütün
üreticilerinin sorunlarına,
Kahramanmaraş
Milletvekili Mehmet Akif Paksoy, GDO’lu ürünlerle ilgili mevzuat değişiklikleri
ve uygulamalarına,
İlişkin gündem
dışı birer konuşma yaptılar.
Edirne
Milletvekili Cemaleddin Uslu, bölücü terör örgütünün saldırılarına,
Tokat
Milletvekili Reşat Doğru, Tokat ili Erbaa ilçesinde yetiştirilen tütün ürününe
ve tütün üreticilerinin sorunlarına,
Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse, tütün üreticilerinin sorunlarına,
Niğde
Milletvekili Mümin İnan, Niğde ilindeki çiftçilerin sorunlarına,
İzmir
Milletvekili Oktay Vural, 30 Haziran Emekliler Günü’ne,
Niğde
Milletvekili Muharrem Selamoğlu, Niğdeli çiftçilerin elektrik borçlarına,
İlişkin birer
açıklamada bulundular.
Tunceli
Milletvekili Şerafettin Halis ve 19 milletvekilinin, yakın tarihimizde yaşanmış
bazı toplumsal olayların (10/797),
Ordu Milletvekili
Rıdvan Yalçın ve 25 milletvekilinin, boşanma davalarındaki artışın nedenlerinin
(10/798),
Adana
Milletvekili Nevingaye Erbatur ve 29 milletvekilinin, yatılı ilköğretim bölge
okullarının sorunlarının (10/799),
İstanbul
Milletvekili Sacid Yıldız ve 21 milletvekilinin, üniversite hastanelerinin
sorunlarının (10/800),
Araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla birer Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin
gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı
açıklandı.
Gündemin, “Genel
Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler” kısmının:
577’nci sırasında
yer alan (10/692) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin görüşmelerinin,
30/6/2010 Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi,
674’üncü
sırasında yer alan (10/788) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin
görüşmelerinin, Genel Kurulun 30/6/2010 Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına
ilişkin MHP Grubu önerisi,
648’inci
sırasında yer alan (10/762) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin
görüşmelerinin, Genel Kurulun 30/6/2010 Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına
ilişkin CHP Grubu önerisi,
Yapılan
görüşmelerden sonra kabul edilmedi.
Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında yer alan
524, 506 ve 525 sıra sayılı kanun tasarılarının bu kısmın 5, 6 ve 7’nci
sıralarına alınması ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine;
524, 506 ve 525 sıra sayılı kanun tasarılarının İç Tüzük’ün 91’inci maddesine
göre temel kanun olarak görüşülmesi ve bölümlerinin ekteki cetvellerdeki
şekliyle olmasına ilişkin AK PARTİ Grubu önerisi, yapılan görüşmelerden sonra
kabul edildi.
Yalova
Milletvekili Muharrem İnce, Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ’ın, grubuna,
Yozgat
Milletvekili Bekir Bozdağ, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, şahsına ve
grubuna,
İzmir
Milletvekili Oktay Vural, Samsun Milletvekili Cemal Yılmaz Demir’in, grubuna,
Yozgat
Milletvekili Bekir Bozdağ, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, AK PARTİ Grup
Başkanına,
Sataşması
nedeniyle birer konuşma yaptılar.
İç Tüzük’ün
60’ıncı maddesine göre yerinden yapılacak açıklamalarda söz süresinin bir
dakikayla sınırlandırılması ve bir milletvekilinin söz talebinin yerine
getirilmediği nedeniyle Oturum Başkanının tutumu hakkında açılan usul
tartışması sonucunda, Oturum Başkanı söz talebini sehven görmediğini ve
tutumunda bir aykırılık olmadığını açıkladı.
Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:
1’inci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),
2’nci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/499) (S. Sayısı: 321),
3’üncü sırasında
bulunan, Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına
Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para
Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun (1/761)
(S. Sayısı: 458),
Görüşmeleri
komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.
4’üncü sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen ve görüşmelerine devam olunan
Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı; 633 Sayılı Diyanet İşleri
Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinin
Değiştirilmesi Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ve Kastamonu Milletvekili
Mehmet Serdaroğlu’nun, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununa Bir Madde Eklenmesi
Hakkında Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun (1/833, 1/162,
2/443) (S. Sayısı: 507) ikinci bölümünün 21’inci maddesine kadar kabul edildi.
Samsun
Milletvekili Suat Kılıç, Rize Belediye Başkanının sarf ettiği iddia edilen
sözlere ilişkin,
Samsun
Milletvekili Suat Kılıç, Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, AK PARTİ Grup
Başkanına sataşması nedeniyle,
Konya
Milletvekili Atilla Kart, Samsun Milletvekili Suat Kılıç’ın, sözlerini yanlış
değerlendirdiğine ilişkin,
Devlet Bakanı
Faruk Çelik, Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, Put Adam kitabı ve Rabıta
örgütüne ilişkin sözleri nedeniyle,
Bir açıklamada
bulundu.
1 Temmuz 2010
Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşime
00.05’te son verildi.
|
Meral
AKŞENER |
|
|
|
|
Başkan Vekili |
|
|
Gülşen
ORHAN |
|
Bayram
ÖZÇELİK |
|
Van |
|
Burdur |
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
|
|
Yusuf
COŞKUN |
|
|
|
Bingöl |
|
|
|
Kâtip Üye |
|
No.:
171
II. - GELEN KÂĞITLAR
1 Temmuz 2010 Perşembe
Meclis Araştırması Önergeleri
1.- İstanbul
Milletvekili Sacid Yıldız ve 28 Milletvekilinin, SHÇEK’e bağlı çocuk yuvaları
ve yetiştirme yurtlarındaki sorunların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/801) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.04.2010)
2.- Çorum
Milletvekili Derviş Günday ve 21 Milletvekilinin, 1980 yılındaki Çorum
olaylarının araştırılması amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/802) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.04.2010)
3.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel ve 28 Milletvekilinin, 1978 yılındaki Maraş
olaylarının araştırılması amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/803) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.04.2010)
4.- İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal ve 27 Milletvekilinin, Siirt’te meydana gelen cinsel
istismar olayının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/804)
(Başkanlığa geliş tarihi: 03.05.2010)
1 Temmuz 2010 Perşembe
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 13.00
BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Gülşen ORHAN (Van)
BAŞKAN – Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 127’nci Birleşimini açıyorum.
III.- YOKLAMA
BAŞKAN – Elektronik cihazla yoklama yapacağız.
Yoklama için üç
dakika süre vereceğim.
Sayın
milletvekillerinin oy düğmelerine basarak salonda bulunduklarını
bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen
milletvekillerinin salonda hazır bulunan teknik personelden yardım
istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise yoklama pusulalarını,
görevli personel aracılığıyla üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Yoklama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Toplantı
yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden
önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk
söz, 30 Haziran Emekliler Günü münasebetiyle söz isteyen İstanbul Milletvekili
Sayın Sacid Yıldız’a aittir.
Buyurun Sayın
Yıldız. (CHP sıralarından alkışlar)
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI
1.- İstanbul
Milletvekili Sacid Yıldız’ın, 30
Haziran Emekliler Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması
SACİD YILDIZ
(İstanbul) – Teşekkür ederim.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 30 Haziran Emekliler Günü nedeniyle gündem dışı söz
almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi ve ekranları başında bizi izlemekte olan tüm
emeklilerimizi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime
başlamadan evvel, bugün Siirt’te 5 şehit daha verdik; bu şehitlere Allah’tan
rahmet diliyorum, ailelerine sabırlar ve başsağlığı diliyorum.
Değerli
milletvekilleri, emekli, gençliğinde yıllarca çalışarak devletine hizmet eden,
çalışırken de vergisini ve primini ödeyen, zamanı geldiğinde ise emekli olan
kişidir. Emekliler yaşlılığında sevdikleriyle beraber kaliteli vakit geçirmesi
gereken, çalıştıkları dönemde yapamadıkları şeyleri bu dönemde yapmak isteyen
kişilerdir.
Ülkemize
baktığımızda emekli aylıklarının yüzde 80’i açlık, tamamı ise yoksulluk
sınırının altındadır. AKP Hükûmeti döneminde getirilen politikalar nedeniyle 9
milyonu aşkın emekli “Emekliler Günü”nü sıkıntı içinde karşılamaktadırlar.
Oysaki emeklilerin ve bakmakla yükümlü oldukları ailelerinin rahat bir yaşam
sürmelerine imkân sağlamak sosyal devlet olmanın gereğidir ve Hükûmetin öncelikli
görevleri arasında olmalıdır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 30 Haziran Emekliler Günü Millî Eğitim Bakanlığının
resmî İnternet sitesinde bile önemli gün ve haftalar listesine alınmamıştır.
Hükûmetin emeklilere ne kadar önem verdiği buradan da anlaşılmaktadır. Hükûmet
emeklilerin sorunlarını kendi sorunları olarak görmemekte ve “en iyi emekli ölü
emeklidir” mantığıyla hareket etmektedir. Sekiz yıldır emeklilere verilen
sözlerin hiçbiri yerine getirilmemiştir.
Geçim sıkıntısı
çeken emekliler temel ihtiyaçlarını karşılamakta bile zorlanmaktadırlar. Hatta
çoğu emekli bu ihtiyaçlarını karşılayamadığı gibi sosyal harcamalarını da
yapamamaktadır. Çalışan birçok insan günlük işlerden ve yoğun iş temposundan
dolayı bu etkinliklere zaman ayıramamakta, “şimdi yapamadık, ileride
emekliliğimizde yaparız” düşüncesini yaşamaktadırlar fakat emekliliklerinde de
bunu yapamamaktadırlar.
Her seçim
döneminde çok sayıda vaatle oy uğruna kandırılan emeklilerimiz, verilen
sözlerin tutulmaması nedeniyle ülke ve dünya gündeminden bihaber yaşamakta,
âdeta ötekileştirilerek bir yaşam sürdürmek zorunda bırakılmaktadırlar. Gazete
ve dergi bile alıp, okuyamamaktadırlar.
Emeklilerimiz
yaşadıkları ekonomik olumsuzluklar nedeniyle birçok şeyden mahrum kalmakta,
mutsuz ve gelecekten umutsuz yaşamaktadırlar.
Emeklilerimize
2010 yılının ilk altı ayında TÜİK enflasyonuna bağlı olarak yüzde 4,6 zam
yapılmıştır. Oysa kuru soğanda bir yıllık artış yüzde 150, patateste yüzde 57,
dana etinde yüzde 44, mutfaktaki enflasyon ise yüzde 30,6’dır. Bu zammın kayda
değer bir artışı karşılamadığı görülmektedir.
AKP politikaları
sonucu gerçekleştirilen sosyal güvenlik reformu kapsamında, emeklinin on sekiz
yaşını doldurmuş evlenmemiş kız çocuğu sigorta kapsamından çıkarılmıştır.
Üstelik 1950’den beri bu kız çocukları sigorta kapsamında idi değerli
milletvekilleri.
Emeklilerle
ilgili bir sıkıntı da aynı kurumda aynı işi yapmış olan eski ve yeni
emeklilerin çok farklı emekli maaşı almalarıdır. Yüzde 85 üzerinden emekli
olanlar içinde 2000 yılı öncesinde emekli olanlar 2009 yılı sonunda 959 lira
maaş alırken, 2000 yılı sonrasında emekli olanlar 1.977 lira maaş almaktadırlar.
En düşük maaşı alan her üç kurum emeklisinin maaşları arasında da ciddi
uçurumlar vardır. BAĞ-KUR emeklisi 380, SSK emeklisi 683, Emekli Sandığı
emeklisi ise 810 lira almaktadır.
Değerli
arkadaşlar, dün yeni bir gelişme olmuştur ve Anayasa Mahkemesi işçi ve BAĞ-KUR
emeklilerinin maaş adaletsizliğini Yüksek Mahkemeye taşıyan 5. İş Mahkemesini
yetkisiz bularak başvurusunu iptal etmiştir. Bu da emekliler için büyük bir
hayal kırıklığı olmuştur. Böylelikle 6 milyon emeklinin maaşlarının yükseleceği
hayalleri suya düşmüş, yani AKP Hükûmeti döneminde İntibak Yasası’nın çıkması
da hayal olmuştur. Devlete yıllarca hizmet eden emeklilerimiz bu hizmetlerin
karşılığını unutularak almaktadırlar. Oysaki daha huzur dolu bir yaşamı hak
eden emeklilerimiz, belediyelerin dağıttığı yardımlara muhtaç hâle
gelmişlerdir. Önümüzde ramazan dönemi var, gene iftar çadırları evinde orucunu
açamayan emeklilerle dolup taşacaktır.
Tüm bu sorunlarla
baş etmeye çalışan emeklilerimiz bir de ekonomik kriz nedeniyle işsiz kalan
çocuklarına ve torunlarına bakmak zorunda bırakılmaktadırlar. Çoğu emekli,
çalıştığı bunca yıla rağmen emekli olduktan sonra bir ev sahibi bile
olamamaktadır. En önemlisi ise emeklilerimiz dengeli beslenememekte, bu nedenle
yaşlandıklarında ortaya çıkan sağlık problemleriyle mücadele edememektedirler.
Emeklilerimizin durumunun bir an önce düzeltilmesi gerekmektedir. Meclis çatısı
altında bu konuda bir komisyon toplanmalı ve her partiden üye alınmalı ve bu
sorunlara sahip çıkmalıyız. Buna Meclis sahip çıkamıyor fakat emeklilerimizin…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
SACİD YILDIZ
(Devamla) – Teşekkür ederim.
…Cumhuriyet Halk
Partisi nezdindeki yeri çok ayrıdır, çünkü Cumhuriyet Halk Partisi, emeklilerin
ülkemizin kalkınmasında ne kadar önemli bir yere sahip olduğunun bilincindedir.
Genel Başkanımız da her grup toplantısında emeklilerimizin sorunlarını ve CHP
iktidarında bu sorunların nasıl çözüleceğine değinerek bu önemi göstermektedir,
her hafta emeklilerimize seslenerek, 9 milyon emeklimize millî gelir artışından
emekli maaşlarına yansıma olacağını, emekli aylığından çalışırken kesilen
sosyal güvenlik destek priminin aşamalı olarak kaldırılacağını, intibak
yasasının çıkarılacağını ve emeklinin evlenmemiş kız çocuğunun ölünceye kadar
anne ve babasının sağlık güvencesinden yararlanacağını belirtmektedir.
Sözlerime son
verirken, ülkemizde bin bir zorlukla karşılaşan, her geçen gün hakları biraz
daha kısıtlanmasına rağmen ayakta kalmaya çalışan tüm emeklilerimizi Emekliler
Günü’nde saygıyla anıyor ve selamlıyorum. Genel Başkanımızın da dediği gibi,
önümüzdeki seçimde emeklilerin sandıkta Hükûmeti malulen emekli edeceğine ve
emeklilerimiz için daha güzel günler geleceğine olan inancımla yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ederim.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Yıldız.
Gündem dışı
ikinci söz, Sivas Madımak Oteli hakkında söz isteyen Sivas Milletvekili Sayın
Selami Uzun’a aittir.
Buyurun Sayın
Uzun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
2.- Sivas
Milletvekili Selami Uzun’un, 2 Temmuz 1993’te Sivas Madımak Oteli’nde
meydana gelen olayların 17’nci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması ve
Devlet Bakanı Faruk Çelik’in cevabı
SELAMİ UZUN
(Sivas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Sayın
milletvekilleri, yarın, 2 Temmuz 93 yılında Sivas Madımak Oteli önünde meydana
gelen üzücü olayların 17’nci yıl dönümü. Elbette ki o gün orada can veren 37 insanı
rahmetle anıyor, ailelerine, Sivas halkına ve ülkemiz insanlarına başsağlığı
diliyor, bir daha böyle olayların olmaması için elimizden gelen gayreti ülke
olarak göstermemiz gerektiğini biliyoruz.
Böyle bir olayın
Sivas’ta olması Sivas ve Sivas halkı için de talihsizlik olarak ortaya
çıkmaktadır. Bu olaydan dersler çıkararak, olayı unutmak, unutturmak yerine
herkesin geleceğe umutla yaklaşması için tedbirler yumağı oluşturma gayreti
içinde olmak istiyoruz. Elbette ki 2 Temmuz 93’te neler oldu, olaylar nasıl
gelişti, sebepleri nelerdir, müsebbipleri kimlerdir, araştırılmalıdır. Ama biz
burada yaşayan bir Sivas’ı göz önüne alarak, bugün ne yapıyoruz ve ne yapmamız
gerekiyor, onun gayreti içerisindeyiz.
Olayın ibreti
açısından unutturulmasının doğru olmadığı gibi, her yıl, hiçbir suçu ve
kabahati olmayan Sivas halkını suçluymuş gibi göstermenin, onları aşağılamanın
anlamsızlığını ve gereksizliğini de burada vurgulamalıyız. Dün Sivas’ta yaşanan
olaylara bugün değişik gözle ve ibretle bakabiliyoruz. Bizim amacımız Sivas’ın
yaralarını iyileştirme gayreti olmalıdır. Yoksa yaraları deşip kanatmak
kimsenin yararına olmayacaktır.
Sivas, canlı bir
şehirdir, insanların özgürce yaşadığı, kimsenin inancından, düşüncesinden,
kıyafetinden dolayı aşağılanmadığı, hor görülmediği, sevimli ve aynı zamanda
tarihiyle iç içe yaşayan bir barış şehridir. Bu barış şehrinde geçtiğimiz Şubat
ayının 24’ünde Devlet Bakanı Faruk Çelik’in başkanlığında toplandık.
Milletvekilleri, resmî kurumlarıyla, sivil toplum örgütleriyle, siyasi
partileriyle, belediye, baro, ticaret ve sanayi odaları, esnaf temsilcileri,
üniversite, sendikalar, ziraat odaları, gazeteler, televizyonlar ve Sivas
eşrafının bulunduğu bir toplantı gerçekleştirildi. Hedefimiz şu idi: Komşuları
ile, dünya ile sorunlarını çözen bir Türkiye'nin içeride kendi kronik
sorunlarını çözmesi gerekir ve bunların üstesinden gelmesi gerekir. İşte, bu
toplantıda, gerçekten, Sivas’ta yaşayan herkes Madımak Oteli konusunda asgari
müşterekte birleşmeye gayret gösterdi, birleşmeye çalıştı. Kimse kimseyi
kırmadı, kırmamaya azami gayret gösterdi, ama her şey konuşuldu. Madımak
Oteli’nin öncelikle özel idare tarafından satın alınması ve orasının kamu
binası olarak, belki de daha çok bir kütüphane olarak kullanılması dile
getirildi. Bu amaçla istimlak çalışmaları başlatıldı. Ama üzülerek söyleyeyim,
bu 2 Temmuza yani yarına yetişemedi. Ama en kısa sürede bunun tamamlanacağını
ümit ediyoruz. Mahkeme 15 Temmuz tarihine gün vererek değer tespitinde
bulunacak. Parası Özel İdare hesabına Bakanlık tarafından aktarıldı, sonra
istimlaki yapılacak.
Madımak’ın otel
olarak kullanılmasından vazgeçilmesi bir nebze olsun acıları dindirir
ümidindeyim. Bu olayı bir mezhebe bağlamak, bir inanca, düşünceye, ideolojiye
bağlamak yanlış olacaktır. Bu olay Sivas’ta olmuştur, Sivaslıyı incitmektedir;
bizleri üzmekte, yaralamaktadır. Olay bizimdir. Sorumluluk makamındakiler bu
olayı çözmek üzere yola çıkmıştır. Biz bu konuda gayret gösteriyoruz. Herkesten
hem anlayış hem destek bekliyoruz.
Herkesin barış ve
kardeşlik içinde yaşadığı bir ülke dileğiyle saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Uzun.
Sayın Bakan
gündem dışı konuşmaya cevap vermek istemişlerdir.
Hükûmet adına Sayın
Bakan Faruk Çelik, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
DEVLET BAKANI
FARUK ÇELİK (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 2 Temmuz
1993 tarihinde Sivas’ta Madımak Oteli’nde meydana gelen müessif olay
neticesinde, bildiğiniz gibi, 37 vatandaşımızı kaybetmiştik. 17’nci yıl dönümü
vesilesiyle burada söz alan Sivas Milletvekili Sayın Selami Uzun Bey’in
konuşmalarına katkı sağlamak babından söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, Anadolu coğrafyası yüzlerce yıl hoşgörünün, kardeşliğin
havzası olmuş bir coğrafyadır. Çeşitli dil, din, ırklara mensup insanlar bu
coğrafyada huzur içerisinde yaşamışlardır. Sevgi ve hoşgörü önderleri Mevlânâ,
Yunus Emre, Hacı Bektaşı Veli bu coğrafyada filizlenmiş ve dünya onları örnek
almaktadır. Böyle bir iklimin insanlarıyız.
Zaman içinde
farklılıklarımız istismar edilmiş ve kardeşlik bağlarımız kanla, gözyaşıyla
sınanmıştır. 1 Mayıs 1977 olayları gibi, Sivas, Maraş, Çorum ve benzer birçok
olay gibi, kardeşliğimiz ne yazık ki sınanmıştır.
Bütün bu olaylar
milletimizin birliğini, bütünlüğünü, beraberliğini bozamamıştır. Neden diye
sorulursa, nedeni gayet açık: Toplumun hamurunu yukarıda ifade ettiğim abide
şahsiyetler yoğurmuşlardır da ondan, şer güçler, bu milletin düşmanları
emellerine ulaşamamışlardır.
Bu olayların arka
planının aydınlatılması, toplumun tüm kesimlerinin ortak talebidir. Nitekim
biz, Alevi vatandaşlarımızın talepleri doğrultusunda yaptığımız çalıştaylarda
yoğun bir şekilde, geçmişteki bu karanlık noktaların, bu olayların
aydınlatılmasıyla ilgili, çalıştaya katılan tüm çevreler ortak talepte
bulunmuşlardır. AK PARTİ Grubuna mensup 115 milletvekilimiz bu konuların
aydınlatılmasıyla ilgili araştırma önergesi vermiş. Bilemiyorum, diğer
gruplardan böyle bir talep geldi mi ama gelmesi veya gelmemesi çok önemli
değildir. Bütün grupların, bütün kesimlerin, bütün sivil örgütlerin ortak
talebidir, bu geçmişteki karanlık noktaların aydınlatılması.
Yine bu
çalıştaylarda ikinci talep olarak bize ifade edilen, Madımak Oteli’nin
geleceğiyle ilgili taleplerdi. Bildiğiniz gibi, Hükûmet olarak Madımak
Oteli’nin giriş katında bulunan kebapçı dükkânının ortadan kaldırılması birinci
adımdı. Çalıştaylarda yaptığımız çalışmalar neticesinde bu otelin
kamulaştırılması konusunda bir uzlaşı sağlandı ve geçtiğimiz ay itibarıyla
kamulaştırma bedeli yatırıldı. Mal sahibiyle yargıdaki süreç kısa sürede
umuyorum ki neticelenecek ve bu şekilde, tüm taraflara verdiğimiz sözü, yani
Madımak Oteli’nin kamulaştırılması konusu bu şekilde gerçekleşmiş olacak ve bu
sorun da gündemden kalkmış olacak. Ne olacağı konusunda…
Tabii ki
öncelikle Sivas’ta huzur var, barış var, kardeşlik var, dostluk var. Bunu
bizzat, az önce milletvekili arkadaşımın da ifade ettiği gibi bizzat gördüm ve
yerinde müşahede ettim. Esas bu yönü dikkate alınmalı, yeni gerilimlere, yeni
çatışmalara, yeni sıkıntı alanlarını oluşturmayacak şekilde bu sorunun
çözülmesinin yanında, tabii ki 2 Temmuz 93 tarihinde yaşanan olayların
unutturulması gibi bir sorun, bir konu da kesinlikle söz konusu olmayacaktır,
olmamalıdır. İşte, sorunlarıyla yüzleşen Türkiye, demokrasi çıtasını yükselten
Türkiye, özgürlük taleplerine duyarlı Türkiye inanıyoruz ki geçmişin bu
karanlık noktalarını aydınlatacak, geleceğe daha bir huzur içerisinde, güven
içerisinde yürüme imkânını bulacaktır.
Değerli
milletvekilleri, Madımak’ta yaşanan olay bir Alevi-Sünni olayı değildir. Yine
tüm katılımcılar, tüm kesimler çalıştaylarda net bir şekilde, açık bir şekilde
ifade etmişlerdir, bu olay bir mezhep konusu kesinlikle değildir. Çalıştayların
zaten amacı ve çözüme doğru bizler giderken bu istismar alanlarını ortadan
kaldırmaya dönüktür bütün bu çalışmalarımız, bütün bu çabalarımız. Ama ne
acıdır ki 2 Temmuz 1993’ten bugüne, yani o müessif olay yaşandıktan bugüne
kadar tüm kesimler bu olaya yaklaşırlarken taraf olarak yaklaşmışlardır.
ALGAN HACALOĞLU
(İstanbul) – Sayın Bakan, açıklayın, bu olay nedir? (AK PARTİ sıralarından
“Dinle, dinle!” sesleri) Yobazların katliamıdır.
ÖZKAN ÖKSÜZ
(Konya) – Hükûmet sizdiniz o zaman.
DEVLET BAKANI
FARUK ÇELİK (Devamla) – Bu olay müessif bir olaydır. Konuşmamın başında ifade
ettim, bu müessif olayın tarafının olamayacağını ifade ediyorum. Milletimiz tek
yürek, bu olaya birlik ve bütünlük içerisinde bakmaktadır, bir ayrışma bakışı
kesinlikle söz konusu değildir. Neden? Madımak olayından üç gün sonra da ne
acıdır ki Başbağlar olayı yaşanmıştır. Bu işin tarafı kesinlikle olamaz
arkadaşlar. Bu işin tarafı olunamaz. “Senin acın, benim acım” diye bir şey
kesinlikle düşünülemez. Milletimiz de bunu düşünmemektedir.
Sorun, insanlık
sorunudur ve yaşanan bu müessif olay herkes tarafından kınanmaktadır. Ben de
yüce Meclisin çatısı altında tüm bu olayları ve faillerini nefretle ve şiddetle
kınıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Az önce ifade
ettim. Olay, Sivas’ta cereyan ediyor ve Sivas’a gittiğinizde gerçekten tüm
kesimler barış içerisinde yaşıyor. Sivaslı yeni bir huzursuzluk istemiyor.
Ülkemizin hiçbir yöresinde bulunan vatandaşımız huzursuzluktan yana değil,
barıştan yana, kardeşlikten yana. O hâlde yasama organı olarak, yürütme organı
olarak üzerimize düşenleri yerine getirmek durumundayız. İşte bütün çabalarımız
bu istikamettedir.
Bugüne kadar on
yedi yıl geçmesine rağmen bu insanlık ayıbına karşı devlet düzeyinde bir
katılım olamamış. Yarın, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini temsilen Sivas’taki bu
anma gününe kısmet olur ise katılacağım. Ayrıca diğer, tüm yaşanan bu müessif
olayların mekânlarını da fırsat buldukça ziyaret edeceğim. Üç gün sonra da
Başbağlar’da, bildiğiniz gibi, bu müessif olay yaşanmıştı. Başbağlar’a da
gideceğiz ve ülkemizin birliği, bütünlüğü, var olan birliği, bütünlüğünü
güçlendirmek için elimizden ne geliyorsa, sosyal tarafların, sosyal kesimlerin
taleplerini de dikkate alarak, onları da çözüme kavuşturarak inanıyorum ki
birliğimize, bütünlüğümüze, gücümüze güç katacağız diyorum.
Tekrar, bu
müessif olaylarda ve özellikle Madımak Oteli’nde hayatını kaybedenlere
Allah’tan rahmet diliyorum, onları saygıyla anıyorum, yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Bakan.
Gündem dışı üçüncü
söz, Konya ilindeki tarım ve hayvancılık sektörünün durumu ve dolu yağışının
neden olduğu zararlar hakkında söz isteyen Konya Milletvekili Sayın Faruk Bal’a
aittir.
Buyurun Sayın
Bal. (MHP sıralarından alkışlar)
3.- Konya Milletvekili Faruk Bal’ın, Konya ilindeki tarım
ve hayvancılık sektörünün durumuna ve dolu yağışının neden olduğu zararlara
ilişkin gündem dışı konuşması
FARUK BAL (Konya)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, bugün yine şehitlerimiz ve onların
anaları milletimizin yüreğini dağladı. Bugün şehit düşen kahraman evlatlarımıza
Cenabı Allah’tan rahmet diliyorum; milletimize ve kederli ailesine başsağlığı
diliyorum.
Değerli
arkadaşlar, 15 milletvekili arkadaşımla birlikte Konya’nın 11 tane ilçesinin
tüm köy ve beldelerini teker teker ziyaret ettik. Bu süreç içerisinde
gördüğümüz ve AKP’nin tarım politikasında yaratmış olduğu felaketi bir kez daha
müşahede ettiğimiz durum aynen şudur: 2000 yılı fiyatıyla arpa, buğday, yulaf,
fasulye, nohut, pancar, kiraz, elma gibi ürünlerin fiyatları yerinde
saymaktadır. Ancak 2002 yılından 2010 yılına geldiğimiz sekiz yıllık süre
içerisinde, enflasyon farkını bir kenara bırakırsak, gübre fiyatı 4 ila 7
oranında, mazot fiyatı 3 kat oranında, ilaç fiyatı 3 kat oranında, yem fiyatı
da 4 ila 6 kat oranında artmıştır. Bunun anlamı şudur: Bir, çiftçi 2002 yılına
göre fakirleşmiştir. İki, çiftçi borçlanmıştır; Ziraat Bankasına, tarım kredi kooperatifine,
esnafa, tefeciye ve yüksek faizli banka kredi kartlarına borçlanmıştır.
Türkiye’deki çiftçinin onda 9’u icralık hâle düşmüştür ve ikinci maddede durumu
ifade etmek gerekirse, çiftçimiz 2002 yılından itibaren üretimini düşürmüştür.
Hububat rekoltesinde düşüklük vardır. Hububat ürünlerinde kalite düşüklüğü
bulunmaktadır. Bundan dolayıdır ki 1 milyon 100 bin çiftçi hayvancılıktan ve
ziraat alanındaki faaliyetinden uzaklaşmış, 1 milyon 100 bin kişi sekiz yıllık
devri AKP İktidarında işsizler ordusuna katılmıştır. Bu bir sosyal felakettir.
Bu sosyal felaketi yaratan AKP’nin sekiz yıllık tarım politikasıdır.
Şimdi ikinci bir
felaket ile karşı karşıyayız. Bu sosyal felaketin üzerine bir tabii felaket
eklenmiştir. Hububat mevsimi, biçim zamanı Konya yöresinde haziran ayının
başında gerçekleşmektedir. Bu yıl haziran ayında beklenmedik seviyede yoğun bir
yağmur ve dolu yağışı hububatı ve meyvecilik ile sebzeciliği çok ağır bir
biçimde etkilemiştir. Dolayısıyla Konya’nın Akşehir, Doğanhisar, Hüyük, Beyşehir,
Seydişehir, Bozkır, Ereğli, Halkapınar, Cihanbeyli, Kulu, Yunak, Çeltik ve
Tuzlukçu ilçelerinde hem hububat ürünleri hem de meyvecilikle, sebzecilikle
ilgili olmak üzere tarımsal faaliyetlerden elde edilen ürünler ağır bir hasara
uğramıştır. Özellikle kiraz üretimi Konya’nın en önemli ihraç maddelerinden bir
tanesidir. Konya Akşehir Gölçayır beldesi de önemli kiraz üretimini
gerçekleştiren ve ihraç eden beldelerimizden bir tanesidir.
Değerli
milletvekilleri, 2002 yılında 5 lira olan kiraz, bugün Konya’nın Akşehir ilçesi
Gölçayır beldesinde uğranılan zarar nedeniyle 30 kuruşa, 50 kuruşa satılır hâle
gelmiştir. İhracat tamamen durmuş durumdadır. Hasarlı ürünlerin içerisinden
hasar görmeyen kirazların ayıklanması suretiyle hasarsız bir şekilde elde
edilen kirazın fiyatı ise 2 lira civarındadır.
Bunun anlamı da
şudur: Çiftçi 2002 yılında 5 liraya sattığı kirazı, sekiz yıllık enflasyona ve
üretim maliyetlerine rağmen şimdi onun yarısından daha az bir fiyata satmaya
mahkûm olmuştur.
AKP’nin yarattığı
üçüncü felaket ise MEDAŞ’ın özelleştirilmesiyle ortaya çıkan sorundur.
Değerli
arkadaşlarım, çiftçi hasat zamanında gelir elde eden bir kitledir dolayısıyla
MEDAŞ’ın yeni sahibi olan şirketin aylık fatura kesmesi, elektrik ücretini
peşin tahsil ederek sonradan şalteri açması, kırk dokuz yıllığına, çiftçinin
kendisinin kurmuş olduğu sulamayla ilgili trafoyu 1 lira karşılığında kendisine
devre mecbur bırakması, sulama alanında…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
FARUK BAL
(Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
…çiftçinin düşmüş
olduğu mağduriyeti ortaya koymaktadır. AKP Hükûmetinin yapması gereken; bir,
derhal bu özelleştirilen MEDAŞ’la ilgili şirketle temasa geçerek çiftçinin
ödeme kabiliyetine uygun bir şekilde faturalarına tanzim etmesine imkân
sağlayacak tedbirler alması; ikincisi, doludan ve yağmurdan ağır zarar gören
Türk çiftçisine özellikle kiraz, meyve ve sebze üreticilerin, kayısı
üreticilerine sağlanan imkân gibi, Ziraat Bankasına olan kredi borçlarının bir
yıl süreyle faizsiz ertelenmesi ve dekar başına da 150 lira bir desteğin,
yardımın sağlanmasına imkân sağlamasıdır. Tabii, bunu yapması gereken Tarım
Bakanıdır. Tarım Bakanı, Türk çiftçisinin sanki bir züccaciye dükkânına fil
girmiş gibi bütün dengelerini, değerlerini altüst etmiş, bu defa da kendisini
dün akşam itibarıyla Zürih’te görmekteyiz, sanıyorum, Türkiye’nin tarımına
verdiği tahribatı, bir kez de İsrail’le ilişkilere vermek suretiyle Türkiye’nin
dış politikasına da bir züccaciye dükkânına girmiş fil görüntüsü vermek
istemektedir.
Değerli
milletvekillerini saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bal.
60’ıncı maddeye
göre, söz talepleri vardır. Şimdi onları yerine getireceğim.
Sayın Vural…
V.- AÇIKLAMALAR
1.- İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, Siirt ili Pervari
ilçesi Doğanköy’de askerî birliğe yapılan saldırıya ilişkin açıklaması
OKTAY VURAL
(İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Bugün, maalesef,
yine Siirt ili Pervari ilçesi Doğanköy’de askerî birliğe hain bir saldırı oldu.
1 üsteğmenimiz, 1 Mehmetçiğimiz, 3 geçici köy korucumuz şehit olmuştur, 1
astsubayımız ve 1 Mehmetçik yaralıdır. Öncelikle, bu hain saldırıyı, bölücü
saldırıyı kınıyorum. Şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum, Türk milletinin
başı sağ olsun, gazilerimize de acil şifalar diliyorum.
Bölücü terör
örgütünün hain saldırıları, birlik ve bütünlüğümüzü, bin yılık kardeşliğimizi
bozamayacak, hain projeler gerçekleşmeyecektir. Türk milletinin kararı budur.
Güvenlik güçlerimizin meşru, haklı ve kutsal bu iradeye büyük bir kararlılıkla
sahip çıkması bütün oyunları bozacaktır. Milletvekilleri olarak, terörle ve
bölücülükle mücadelede azimli ve kararlıyız. Milletimiz ve devletimiz, bu
belayı, fitneyi ve tuzakları bozacak güce sahiptir. Hiç kimse yanlış bir zehaba
ve beklentiye kapılmasın, hesaplar kursaklarında bırakılacaktır.
BAŞKAN – Sayın
Kaplan…
2.- Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, 2 Temmuz 1993’te
Sivas Madımak Oteli’nde yaşanan katliama ilişkin açıklaması
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Ben de 2 Temmuz
1993 Sivas Madımak’ta yaşanan katliamla ilgili söz aldım. Orada aydınlarımızın,
sanatçılarımızın, seçkin şahsiyetlerimizin arasında benim de avukatlığını
yaptığım değerli sanatçılar vardı. Gerçekten, bugün saygıyla anmak yetmiyor;
geçmişle, gerçeklerle yüzleşmek gerekiyor. Ülkemizde, Kahramanmaraş’ta,
Çorum’da, Sivas’ta Alevi yurttaşlarımıza karşı yükseltilen, bu insanlığa
yönelmiş suç ve katliamlar karşısında sivil toplum hafızasının oluşturulması ve
seçilmiş travmaların önüne geçilmesi için mutlaka devletin resmî bir özür borcu
olduğunu ve bu konuda bir daha aynısının yaşanmaması için çok etkin önlemler
alınması gerektiğini düşünüyorum. Yaşamını yitirenleri, tüm sanatçılarımızı,
aydınlarımızı saygıyla anıyor, Allah’tan rahmet diliyorum.
Yarın 2 Temmuz,
partimizden milletvekillerimiz de orada olacaklardır. Ben umuyorum ki Meclisin
bütün grupları temsilen orada olsunlar.
Saygılar
sunuyorum.
BAŞKAN – Sayın
Öksüz…
3.- Konya Milletvekili Özkan Öksüz’ün, Konya’da ve
ilçelerinde meydana gelen şiddetli yağış nedeniyle uğradıkları zarara ve
çiftçilere verilen desteğe ilişkin açıklaması
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya)
– Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Şehitlerimize
Allah’tan rahmet diliyorum, ailelerine başsağlığı diliyorum.
Demin Faruk Bal
bazı rakamlar ve Konya’yla ilgili bazı bilgiler verdi, katkıda bulunmak
istiyorum: İlk başta, bir defa, Kulu, Cihanbeyli, Kadınhanı, Yunak, Çeltik ve
Tuzlukçu’da afetler olmuştur, oralardaki çiftçilerimizle yakından
ilgileniyoruz, inşallah dertlerine derman olacağız. Şunu belirtmek istiyorum:
2002 ile 2010’u
karşılaştırırsak -demin Faruk Bey karşılaştırdı- 2002 yılında çiftçilere
verilen destek 1 milyar 868 milyondu, şu anda çiftçilere verilen destek 5
milyar 605 milyondur.
FARUK BAL (Konya)
– Çiftçinin cebine gitmiyor.
ÖZKAN ÖKSÜZ
(Konya) - 2003-2010 yılları arasında Konya’daki çiftçilerimize verilen destek 2
milyar 209 milyondur. Mazot desteği ilk bizim zamanımızda başlatılmış olup
2003-2010 yılları arasında Konya’daki çiftçilerimize 245 milyon mazot desteği
verilmiştir.
Yine…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın
Şandır…
4.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, dolu ve yağmur
nedeniyle zarar gören çiftçimizin durumunu dile getiren milletvekillerinin
gündem dışı konuşmalarına Tarım ve Köyişleri Bakanının cevap vermediğine
ilişkin açıklaması
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) - Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Ben dün de
söyledim. Gündem dışı konuşmalar, milletvekillerinin kendi bölgeleriyle ilgili
sorunları Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda dile getirmesidir.
Hükûmetin de bunlara cevap vermesi gerekir. Bugün, Türkiye, hemen hemen her
bölgesinde tabii afet yaşamaktadır. Çiftçimizin mahsulü hasat döneminde
yağmurlarla, dolularla zayi olmaktadır ve çok zor durumlar yaşanmaktadır.
Bunları dile getiren milletvekillerine karşı, Hükûmetin Tarım Bakanının, burada
bilgi vermesi, düşündükleri, aldıkları tedbirleri anlatması gerekir ki
çiftçiler bu zor günlerinde, dar günlerinde Hükûmeti yanlarında, devleti
yanlarında görebilsinler ama bütün ısrarımıza rağmen, Tarım Bakanı veya onun
adına bir sayın bakan, burada yaşanan afetlerle ilgili bilgi vermeye tenezzül
etmemektedir. Bunu şiddetle kınıyorum, bunu Türkiye Büyük Millet Meclisi adına
kınıyorum.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Teşekkür ederim.
OKTAY VURAL (İzmir)
– Hükûmet yok efendim 1 tane…
FARUK BAL (Konya)
– Sayın Başkanım…
BAŞKAN – Sisteme
giremediniz, girenlere söz vereceğim.
Sayın Genç…
5.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, 2 Temmuz 1993’te
Sivas Madımak Oteli’nde yaşanan katliama ilişkin açıklaması
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Başkanım,
efendim, AKP’liler, devamlı, öteden beri bu Madımak’tan bahsediyorlar. Evvela,
bugün, şehitlerimize Tanrı’dan rahmet diliyorum, yerlerinin cennet olmasını
diliyorum.
Şimdi, bu Madımak
katillerinin hapishanelerde imtiyazlı bir statüyle yaşadıkları belli. Daha önce
soru soruldu, buna cevap vermediler. Ayrıca da Avrupa’da ellerini kollarını
sallayarak geziyorlar, bunlar Türkiye’ye getirilmiyor. Bir de ikide bir
AKP’liler bu Başbağlar katliamını öne sürüyorlar. Başbağlar katliamı ile
Madımak katillerinin ne ilgisi var? Türkiye’deki masum insanları kim
katlediyorsa hepsini kınıyoruz ve lanetliyoruz. Hükûmet, bu konuda aralarında
bir bağ varsa bunu çıksın söylesin. Yani Madımak’la ilgili bir şey ortaya
atıldığı zaman “Efendim Başbağlar… ” Varsa orada, Hükûmet sensin, ortaya çıkar.
O bakımdan, Sayın
Başkanım, burada Hükûmet bazı şeyleri geveliyor ama ne olduğu belli değil.
Evvela açık olmak lazım. Yani sen Madımak Oteli…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın
Bozdağ…
6.- Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ’ın, Tarım ve Köyişleri
Bakanının yurt dışında bulunduğu için gündem dışı konuşmalara cevap
veremediğine ilişkin açıklaması
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Sayın Başkanım, gündem dışı konuşmalar yapılırken genelde Hükûmet
burada bulunuyor, cevapları da veriyor. İki gündür, tarım politikalarıyla
ilgili gündem dışı konuşmalarla yerelde, genelde bazı konular dile getirildi,
Tarım Bakanımızın burada olmayışı da tabii eleştiri konusu yapıldı. En fazla
gündem dışı konuşmalara cevap veren Sayın Bakandır. Kendisi dün ve bugün yurt
dışında bulunduğu için Genel Kurulu takip edememiş ve bunlara cevap verme
imkânı bulamamıştır.
Durumu
bilgilerinize sunmak için söz aldım. Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın
Bal…
7.- Konya Milletvekili Faruk Bal’ın, Tarım ve Köyişleri
Bakanının yağmur ve doludan zarar gören çiftçinin hâliyle uğraşması gerekirken,
Türk-İsrail ilişkilerini görüşmek üzere İsviçre’de bulunduğuna ilişkin
açıklaması
FARUK BAL (Konya)
– Sayın Başkan, teşekkür ederim.
Tabii Konya’da
meydana gelen yağmur ve dolu felaketiyle ilgili milletvekili sıfatıyla yaptığım
konuşmanın muhatabı Tarım Bakanıdır.
Tarım Bakanı,
sekiz yıllık AKP uygulamasında çiftçiyi 2,80 bir şekilde yere uzatmış, açlığa,
perişanlığa, sefalete mahkûm etmiştir. Tarım Bakanı, çiftçinin hâliyle
uğraşması gerekirken İsviçre’de Türk-İsrail ilişkilerini görüşmek üzere
gitmiştir.
ÖZKAN ÖKSÜZ
(Konya) – “Gıda” başlığı açılıyor, “tarım” başlığı açılıyor…
FARUK BAL
(Devamla) – Sanıyoruz ki o gizli toplantıda da Türkiye'nin tarım alanında
yaşamış olduğu felaketi bir de dış ilişkiler alanına yaymak için oraya
görevlendirildi.
Diğer taraftan,
Sayın Özkan Öksüz’ün bana cevap vermeye hakkı yoktur. Burada cevap verecek kişi
Bakandır. Sayın Özkan Öksüz’ün dediği doğru ise 10 tane Konya ilçesinin 300’e
yakın köy ve beldesini 15 milletvekiliyle, arkadaşımla gezdim, gördüm. Eğer
Özkan Öksüz Bey’in dediği doğru ise bu çiftçi 2,80 niçin yatıyor, niçin fakir,
niçin icralık?
BAŞKAN – Sayın
Çelik…
8.- Mersin Milletvekili Behiç Çelik’in, 1 Temmuz Denizcilik
ve Kabotaj Bayramı’na ilişkin açıklaması
BEHİÇ ÇELİK
(Mersin) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Ben de
şehitlerimiz için Allah’tan rahmet diliyorum ve bütün yakınlarına ve Türk
milletine başsağlığı diliyorum.
Bugün 1 Temmuz ve
bu Denizcilik ve Kabotaj Bayramı’nı kutluyoruz. İlk kez Türk tarihinde Avrupai
anlamda kendi kara sularımızda kendi egemenliğimizi kanıtladığımız, cumhuriyet
dönemiyle birlikte kanıtladığımız bir işi, bir eylemi, bir sektörü bugün
itibarıyla kutluyoruz. Bu itibarla ben, cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal
Atatürk’ü, onun denizcilik sektörüne katkı yapan yakın çalışma arkadaşlarını
burada rahmetle ve minnetle anıyorum. Türk denizciliği daima egemen…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın
Helvacıoğlu…
9.- Siirt Milletvekili M. Yılmaz Helvacıoğlu’nun, Siirt’te
vuku bulan menfur terör saldırısına ilişkin açıklaması
M. YILMAZ
HELVACIOĞLU (Siirt) – Bugün ilim Siirt’te vuku bulan menfur saldırıyı
kınıyorum. Ülkesi için şehit olan tüm vatandaşlarımıza rahmet, gazilerimize
sağlık diliyorum.
Pervari ilçemiz
Doğan köyünde bulunan ay yıldızlı bayrağın altında yatan şehitlerimiz birer
kahramandır ve de ülkemizin bölünmez bütünlüğünü sağlayan bu kahramanları
rahmetle anıyorum tekrar. Ülkemizin bölünmez bütünlüğü için şehit olmuşlardır,
ruhları şad olsun. Onların şahadeti bölünmez bütünlüğümüzün bir göstergesidir.
Ulusumuzun başı sağ olsun.
Saygılar
sunuyorum.
BAŞKAN – Sayın
Erdoğan…
10.- Adıyaman Milletvekili Mehmet Erdoğan’ın, Tarım ve
Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in, Brüksel’de olması nedeniyle gündem dışı
konuşmalara cevap veremediğine ilişkin açıklaması
MEHMET ERDOĞAN
(Adıyaman) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Tarım Bakanımız
Mehdi Eker Bey’in Brüksel’de olma sebebi, gıda güvenliği, veterinerlik ve bitki
sağlığı faslının açılmasıyla ilgilidir. Bunun bir kere düzeltilmesini özellikle
istiyorum. Arkadaşlarımız bilmiyorlarsa da bu konuyu bilmeleri önemlidir.
OKTAY VURAL
(İzmir) – Vekâlet eden bakan nerede?
MEHMET ERDOĞAN
(Adıyaman) – Tarım Bakanımızın tarım politikalarımızda yaptığı çalışmalar
takdire şayandır. 2002 yılında hayvancılık destekleri 83 milyon TL iken…
OKTAY VURAL
(İzmir) – Bir bakan nezaket gösterip buraya bile gelmiyor. Milletvekillerini
nasıl hafife alır böyle?
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Cevap veren bakan…
MEHMET ERDOĞAN
(Adıyaman) – …1 milyar TL’yi geçen bir yaklaşım içerisindeyiz. Ayrıca, kuraklık
desteği, mera ıslahı, suni tohumlama desteği…
OKTAY VURAL (İzmir) – Burada bulunması
gerekiyordu.
MEHMET ERDOĞAN
(Adıyaman) - …bunlar hep AK PARTİ döneminde yapılan çalışmalardır.
OKTAY VURAL
(İzmir) – Siz üzülmüyor musunuz burada bir bakanın olmamasına?
MEHMET ERDOĞAN
(Adıyaman) - Adıyaman’da -az evvel çiftçilerimizle görüştüm- Adıyaman Ofisine
gelen, buğday ve arpa getiren hiçbir çiftçimiz geri çevrilmemiş…
OKTAY VURAL
(İzmir) – Bir bakan olsun burada. Hükûmet nerede? Rixos’ta tatilde mi?
MEHMET ERDOĞAN
(Adıyaman) - …yaklaşık 13 bin ton alım yapılmış. Çiftçilerimiz, hem fiyattan
hem de Bakanlık ve Ofisin yaptığı
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın
Hamzaçebi…
11.- Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin,
Siirt’te vuku bulan menfur terör saldırısına ve Tarım ve Köyişleri Bakanının
Mecliste olmayışını yadırgamadığına ilişkin açıklaması
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Öncelikle,
Siirt’in Pervari ilçesinde terör örgütünün saldırısı sonucu hayatını kaybeden
Silahlı Kuvvetler mensuplarımıza ve köy korucularına Allah’tan rahmet
diliyorum. Şehitlerimiz nedeniyle tüm milletimize, yakınlarına başsağlığı
diliyorum. Terör örgütünü kınıyorum. Türkiye Cumhuriyeti’nin terör örgütünü yok
edecek güçte olduğuna inanıyorum.
Biraz önce,
gündem dışı konuşmalarda, Tarım Bakanını ilgilendiren bir konuşma yapıldı ama
Sayın Tarım Bakanı, Türkiye Büyük Millet Meclisinde değildi. Sayın Tarım Bakanının
burada olmayışını yadırgamıyorum. Zira, burada olsaydı da vereceği cevap
bizleri hiçbir zaman tatmin etmeyecekti. Örneğin, 2004 yılında Karadeniz’de don
afeti nedeniyle zarara uğrayan üreticilerimizin o tarihten bu yana 169 milyon
TL’lik alacağı devlet tarafından ödenmemiştir. Sayın Tarım Bakanı, bugüne kadar
bu soruya cevap vermemiştir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Gündeme
geçiyoruz.
“Başkanlığın
Genel Kurula Sunuşları” vardır.
Meclis
araştırması açılmasına ilişkin dört önerge vardır; ayrı ayrı okutuyorum:
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1.- İstanbul Milletvekili Sacid Yıldız ve 28
milletvekilinin, SHÇEK’e bağlı çocuk yuvaları ve yetiştirme yurtlarındaki
sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/801)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Çocuğun
güvenliğini sağlamak öncelikle ailenin görevidir. Fakat anne-baba yoksa ya da
görevlerini yerine getiremiyorlarsa bu görevi bazı kurum ve kuruluşlar
aracılığıyla devlet üstlenmektedir. Bu, Anayasa ile de düzenlenmiştir.
Anayasanın 61. Maddesi'nde "devlet korunmaya muhtaç çocukların topluma
kazandırılması için her türlü tedbiri alır" denmektedir. O nedenle çocuğun
güvenliği hukukun da temel ilkelerinden biridir.
Birleşmiş
Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin çocuğun korunması ile ilgili ilk
maddelerinden biri "Kamusal ya da özel sosyal yardım kuruluşları,
mahkemeler, idari makamlar veya yasama organları tarafından yapılan ve
çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde, çocuğun yararı temel
düşüncedir." şeklinde Türkçeye tercüme edilen 3. Maddesidir. Yani bu
maddeye göre kamusal ya da özel sosyal yardım kuruluşları tarafından yapılan ve
çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde çocuğun yüksek yararı, yani
güvenliği göz önünde bulundurulmalıdır.
Ülkemizde
korunmaya muhtaç çocuklar ve bu çocukların bakılıp korunduğu kurumlar Sosyal
Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) Genel Müdürlüğü'ne bağlı Çocuk
Yuvaları ve Yetiştirme Yurtları'dır. Yapılan araştırmalar ülkemizdeki korunmaya
muhtaç çocukların büyük çoğunluğunun ekonomik nedenlerle anne-babaları
tarafından kurumlara yerleştirildiğini göstermektedir. Bu nedenle Yetiştirme
Yurtlarının yapısı, yurttan yararlanan çocukların ve gençlerin ihtiyaçlarını
karşılayacak, gelişimlerini ön planda tutacak şekilde düzenlenmelidir.
Yurtların temel işlevlerinden biri de koruma altına aldığı kişilerin geleceğe
umut ve güvenle bakmasını sağlamaktır. O nedenle yurtlarda kalanların bir
meslek sahibi olana kadar desteklenmesi büyük önem taşımaktadır. Kurumların
hedefi, bünyesine almış olduğu gençlerin gelecekte sosyo-ekonomik yönden
toplumla eşit bir yaşama düzeyine ulaştırılması olmalıdır. Bunun için kurum
içindeki yetiştirme koşullarının düzenlenmesi gerekmektedir. Bu düzenleme
korunmaya muhtaç çocuklarımızın iyi yetişmesi ve kişiliklerinin oluşması
bakımından da gereklidir. Bu bakımdan SHÇEK'na bağlı Çocuk Yuvalarında ve
Yetiştirme Yurtlarında yönetici, uygulayıcı ve personel seçimine büyük bir önem
verilmelidir.
Ne yazık ki
Türkiye'deki tablo bunun tam tersi niteliğindedir. Ülkemizdeki Çocuk Yuvaları
ve Yetiştirme Yurtlarının niteliği iyi olmadığı için çocuklarımızın ve
gençlerimizin psiko-sosyal ihtiyaçlarını da karşılayamamaktadır. Kamuoyunda sık
sık bu yurtlarla ilgili can sıkıcı haberler yer almaktadır. Çocuk Yuvalarında
ve Yetiştirme Yurtlarında kalan kişiler hala kışla türünde düzenlenmiş
yurtlarda, ev ortamından uzak bir şekilde topluca kalmakta, cinsel istismara
uğramakta, kötü muamele görmektedirler. Son zamanlarda bu yurtlar toplumda,
korunmaya muhtaç çocukların ve gençlerin bakıldığı yerler olarak en az bilinen
fakat kurumda çıkan skandallar nedeniyle haklarında en çok konuşulan yerler
haline gelmişlerdir. SHÇEK'na bağlı yurtlarda kalan korunmaya muhtaç
çocuklarımızın ve gençlerimizin taciz ya da tecavüze uğramasıyla ilgili çok
sayıda haber her yıl gündemde yer almaktayken henüz bu kurumların
niteliklerinin düzeltilmesine, burada kalan kişilerin can güvenliğinin
sağlanmasına ilişkin tedbirler alınmış değildir. Hatta, Sosyal Hizmetler ve
Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) Genel Müdürü 21 Nisan'da Mecliste Kayıp Çocuklar
Araştırma Komisyonu’nda yurtlarda yaşanan olaylarla ilgili "kurumlarımızda
dayak ve taciz olayı, hatta fiilen tecavüz olayı da zaman zaman olabilmektedir.
İnsan fıtratı var, insanın olduğu yerde olur bu" gibi talihsiz
açıklamalarda bulunmuştur.
Korunmaya muhtaç
çocuklarımızın ve gençlerimizin de bu ülkenin geleceği olduğu unutulmamalıdır.
Bu nedenle yardıma ve korunmaya daha çok ihtiyacı olan bu kişilerin daha iyi
koşullarda bakılabilmesi için SHÇEK'na bağlı Çocuk Yuvalarının ve Yetiştirme
Yurtlarının niteliklerinin bir an önce iyileştirilmesi gerekmektedir.
Yetiştirme yurtlarındaki çalışanların eğitimlerine önem verilerek bu kişilerin
daha yakından takip edilmesi, korunma ve bakım standartlarının iyileştirilmesi
ve yurtlarda ne olup bittiğinin araştırılarak kalıcı çözüm yollarının
bulunabilmesi amacıyla Anayasanın 98. ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İç
Tüzüğü'nün 104. ve 105. maddeleri uyarınca Meclis Araştırması açılmasını
saygılarımızla arz ederiz.
1) Sacid Yıldız (İstanbul)
2) Ali Rıza Ertemür (Denizli)
3) Ferit Mevlüt Aslanoğlu (Malatya)
4) Hüsnü Çöllü (Antalya)
5) İsa Gök (Mersin)
6) Tayfur Süner (Antalya)
7) Mehmet Şevki Kulkuloğlu (Kayseri)
8) Hulusi Güvel (Adana)
9) Abdullah Özer (Bursa)
10) Ali Koçal (Zonguldak)
11) Ali Arslan (Muğla)
12) Çetin Soysal (İstanbul)
13) Ergün Aydoğan (Balıkesir)
14) Ali Rıza Öztürk (Mersin)
15) Selçuk Ayhan (İzmir)
16) Şevket Köse (Adıyaman)
17) Tansel Barış (Kırklareli)
18) Halil Ünlütepe (Afyonkarahisar)
19) Abdurrezzak Erten (İzmir)
20) Fevzi Topuz (Muğla)
21) Tekin Bingöl (Ankara)
22) Akif Ekici (Gaziantep)
23) Erol Tınastepe (Erzincan)
24) Atila Emek (Antalya)
25) Mustafa Özyürek (İstanbul)
26) Yılmaz Ateş (Ankara)
27) Malik Ecder Özdemir (Sivas)
28) Bülent Baratalı (İzmir)
29) Enis Tütüncü (Tekirdağ)
2.- Çorum
Milletvekili Derviş Günday ve 21 milletvekilinin, 1980 yılındaki Çorum
olaylarının araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/802)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Gerekçesini EK'te
sunduğumuz, 1980 yılında Çorum İlimizde yaşanan ve yakın tarihimizde
"Çorum Katliamı" diye kendine yer bulan ve resmî tespitlere göre 57
kişinin katledilmesi ile sonuçlanan Çorum olayları ile ilgili bugüne kadar
birçok söz söylenmesine rağmen gerçek katil ya da katiller ortaya
çıkarılamamış, birçok insanın yaşamında âdeta travmaya yol açan Çorum olayları
aradan geçen 30 yıllık süre içerisinde hâlâ sır perdelerinin altında kalmaya
devam etmiştir.
Darbe şartlarının
olgunlaşmasını sağlamak için dökülen kardeş kanlarını gerekli gören anlayış
bugüne kadar açığa çıkarılamamış ve yargılanamamıştır.
Halkımızın hak
ettiği barış ve sevgi içerisinde yaşama kültürünün devam edebilmesi için
geçmişte yaşanan bu tür karanlık olayların ve faillerinin mutlaka açığa
çıkarılması gerekmektedir. Çorum'da yaşanan bu katliamın karanlık noktalarının
aydınlatılması ve kamu vicdanının rahatlatılması için, Anayasa'nın 98. ve TBMM
İçtüzüğü'nün 104 ve 105. maddeleri gereğince bir Meclis Araştırması açılmasını
arz ve teklif ederiz.
1) Derviş Günday (Çorum)
2) Durdu Özbolat (Kahramanmaraş)
3) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
4) Mevlüt Coşkuner (Isparta)
5) Ahmet Küçük (Çanakkale)
6) Atila Emek (Antalya)
7) Mehmet Ali Özpolat (İstanbul)
8) Malik Ecder Özdemir (Sivas)
9) Ali Rıza Ertemür (Denizli)
10) Ali Rıza Öztürk (Mersin)
11) Ferit Mevlüt Aslanoğlu (Malatya)
12) Hulusi Güvel (Adana)
13) Şevket Köse (Adıyaman)
14) Erol Tınastepe (Erzincan)
15) Sacid Yıldız (İstanbul)
16) Abdullah Özer (Bursa)
17) Mustafa Özyürek (İstanbul)
18) Yılmaz Ateş (Ankara)
19) Bülent Baratalı (İzmir)
20) Muhammet Rıza Yalçınkaya (Bartın)
21) Ensar Öğüt (Ardahan)
22) Enis Tütüncü (Tekirdağ)
Gerekçe:
Tarih boyu ortak
yaşama kültürünün en iyi örneklerinden birini göstermiş olan Çorum Halkı, 1980
yılına geldiğimizde âdeta kargaşa yaratılacak "Pilot Bölge" olarak
seçilmiş ve Şehir yavaş yavaş gerginleştirilmeye başlanmıştır. İlginç olan; bu
süreç içerisinde bazı Büyükelçilikler Çorum'un etnik ve inançsal yapısı ile
ilgili raporlar hazırlatmaya başlamış ve Anadolu'nun orta yerinde yer alan bu
ilimizi yakın takibe almış olmalarıdır.
1980 yılının
ilkbaharına gelindiğinde şartlar olgunlaştırılmış ve 19 Mayıs Gençlik ve Spor
Bayramı Törenlerine katılacak olan kız öğrencilerin kıyafetleri, bahane
edilerek,”Müslüman Namusuna Sahip Çık" diye bildiriler dağıtılıyor ve
Halka Cihad çağrısı yapılıyordu.
27 Mayıs 1980
günü Gün Sazak'ın öldürülmesi ile âdeta vakit gelmiş ve düğmeye basılmıştır. Bu
gerginlikler devam ederken, 1 Temmuz 1980 günü Çorum Alaaddin Camii'ne Alevi
Yurttaşlarca bomba atıldığı dedikodusu yayılıyor ve devlet kuruluşu olan TRT
den de bu haberler sıkça tekrar ediliyordu. Polis Telsizlerinden de sıkça Alaaddin
Camii'ne bomba atıldığı anonsları duyuluyordu. Söz konusu camii olunca olayları
hiç tasvip etmeyen Sünni vatandaşlarda evlerinden çıkarak Milönü Mevkiinde
toplanmaya başladılar. Oysa ne Alaaddin Camii'ne ne de başka bir yere bomba
yada benzer bir patlayıcı atılmadığı gibi herhangi bir girişimde de
bulunulmamıştı.
Olaylar
karşısında Çorum Cumhuriyet Savcısı Ertem Türker şu açıklamayı yapıyordu:
“Alaaddin Camii'nin bombalandığı haberi olaylardan 1 saat evvel bütün şehirde
duyulmuştu. O sırada ben Jandarma Karakolu'ndaydım. Camii bombalandı diye Polis
Telsizi duyurdu. Bu telsiz anonsunun arkasından bir askeri telsiz anonsu
duyuldu. Yüzbaşı: Bombalama olanağı yok hangi polis bu haberi verdi? diye
bağırıyordu." Böyle bir haber askerî kaynaklarca doğrulanmamış, Çorum
Valisi de haber ile ilgili herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. Camiye bomba
atıldı diye telsizle haber yayan Polis de bugüne kadar bulunamamıştır.
Ayrıntıları büyük
acılar ve vahşeti andıran görüntülerle dolu olan Çorum olayları yaklaşık 10 gün
sürdü. Sokağa çıkma yasağı sonucu ortaya çıkan tablo 57 ölü 100’ün üzerinde
kayıp çok sayıda yaralı yurttaşımız. Kundaklanan yağma edilen yüzlerce ev ve
işyeri.
Bu olaylardan
sonra binlerce aile Çorum’dan göç ederek Büyükşehirlerin Varoşlarında, zor
koşullarda yaşam mücadelesi vermeye başladılar. Aradan 30 yıl geçmesine rağmen
bir toplumsal travma geçiren ailelerin kimileri ata yurtları olan Çorum'a bir
daha hiç dönmedi.
Çorum olaylarının
aydınlatılması sadece failleri açığa çıkarmakla kalmayacak, bir toplumsal
travmanın da ortadan kalkmasına yardımcı olacaktır. Yüzlerce yıllık bir
uygarlığa birlikte katkı veren bu halk ne oldu da bu olayları yaşadı?
Yukarıda
açıklanan bilgiler ışığında gerçeklerin ortaya çıkarılması ve kamu vicdanın
rahatlatılması için bir Meclis araştırması açılması gerekmektedir.
3.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel ve 28 milletvekilinin,
1978 yılındaki Maraş olaylarının araştırılması amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/803)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
19-24 Aralık 1978
tarihleri arasında meydana gelen ve yüzlerce yurttaşımızın hayatını
kaybetmesine binlercesinin yaralanmasına yol açan Maraş Katliamı toplumsal
hafızamızda derin izler bırakmış, failler ve tertipçilerinin cezalandırılmamış
olması toplumun adalet duygusunun sarsılmasına neden olmuştur.
İnsanların
mezhepleri ve siyasi görüşleri nedeniyle böyle bir katliama maruz bırakılmaları
ve rejimin daha otoriter olması için çaba gösteren kimi çevrelerce buna göz
yumulmuş olması tarihimizin utanç sayfalarından biri olarak
değerlendirilmektedir.
Otuz iki yıl önce
yaşanan bu katliamın yok sayılması ve görmezden gelinmesi kamu vicdanını
rahatsız etmekte, olayların failleri, azmettiricileri ve tertip edenlerin
ortaya çıkarılarak aydınlatılması yönünde yaygın ve haklı bir talep
bulunmaktadır.
Bu nedenle, Maraş
Katliamının aydınlatılması, düzenleyicilerinin ve faillerinin ortaya
çıkarılması için Anayasanın 98 inci İç Tüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri
gereğince bir Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz. 27.04.2010
1) Hulusi Güvel (Adana)
2) Ergün Aydoğan (Balıkesir)
3) Ali Rıza Ertemür (Denizli)
4) Malik Ecder Özdemir (Sivas)
5) Çetin Soysal (İstanbul)
6) Ali Rıza Öztürk (Mersin)
7) Şevket Köse (Adıyaman)
8) Selçuk Ayhan (İzmir)
9) Ferit Mevlüt Aslanoğlu (Malatya)
10) Tansel Barış (Kırklareli)
11) Abdurrezzak Erten (İzmir)
12) Halil Ünlütepe (Afyonkarahisar)
13) Fevzi Topuz (Muğla)
14) Sacid Yıldız (İstanbul)
15) Tekin Bingöl (Ankara)
16) Akif Ekici (Gaziantep)
17) Durdu Özbolat (Kahramanmaraş)
18) Erol Tınastepe (Erzincan)
19) Atila Emek (Antalya)
20) Abdullah Özer (Bursa)
21) Mustafa Özyürek (İstanbul)
22) Yılmaz Ateş (Ankara)
23) Ahmet Küçük (Çanakkale)
24) Mehmet Ali Özpolat (İstanbul)
25) Bülent Baratalı (İzmir)
26) Muhammet Rıza Yalçınkaya (Bartın)
27) Mevlüt Coşkuner (Isparta)
28) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
29) Enis Tütüncü (Tekirdağ)
Gerekçe:
Resmi rakamlara
göre aralarında çok sayıda çocuk ve kadının da bulunduğu 111 yurttaşın hunharca
katledildiği binden fazla kişinin yaralandığı Maraş Katliamında beşyüzden fazla
ev yakılmıştır. Gayrı resmi rakamlara göre öldürülenlerin sayısı çok daha
fazladır. Katliamdan sonra onbinlerce Alevi ve solcu yurttaş can güvenlikleri
sağlanamadığı ya da tehdit edildikleri için kenti terk etmiştir.
Olaylar
sonrasında onüç ilde sıkıyönetim ilan edilmiş, sıkıyönetim mahkemelerinde Maraş
Katliamına katıldığı saptanan çoğunlukla sağ ve aşırı sağ görüşlü olarak
nitelenen toplam 804 kişi hakkında dava açılmış, sanıklardan 29 kişi idam, 7
kişi müebbet hapis, 321 kişi de çeşitli hapis cezaları ile cezalandırılmıştır.
Ancak karar Yargıtay tarafından bozulmuş, dava süreci 13 yıl sürmüş ve ceza
alanların cezaları da 1991 yılında çıkarılan Terörle Mücadele Kanunu nedeniyle
ertelenmiş daha sonra da serbest bırakılmışlardır.
Maraş katliamının
aydınlatılmamış ve faillerinin cezalandırılmamış olması daha sonrasında 1980
yılında gerçekleştirilen Çorum katliamı ve 1993 yılında Sivas'ta Madımak
Otelinde aydınlarımızın yakılmasını geçekleştirenleri cesaretlendirmiştir.
ABD ve NATO'nun
güvenlik konseptinin önemli bir parçası olan Gladio ile onun Türkiye'deki
uzantısı olan Kontrgerilla ve bağlı güçlerce gerçekleştirildiği yolunda önemli
tanıklıklar ve belirtiler bulunan Maraş Katliamı ülkemizi 12 Eylül cuntasına
götüren en önemli adımlardan birisidir.
Kendi yarattığı
koşulları darbe gerekçesi olarak öne süren 12 Eylül cuntası insanlarımızın
Alevi-Sünni, Türk-Kürt, Sağcı-Solcu ekseninde ayrıştırmalarına ve
kışkırtılmalarına destek olmuştur. Böylece darbe koşulları hazırlanmış,
baskıcı, temel hak ve özgürlükleri hiçe sayan bir rejimin kurulması
sağlanmıştır. Bir plan dâhilinde yapıldığı değerlendirilen bu katliam toplumun
mezhep ekseninde ayrıştırılmasını hedeflemiş, yıllardır bir arada yaşayan
insanların birbirlerine kıymaları sonucunu doğurmuştur.
Bu katliam
insanlığa karşı işlenen bir suç niteliğindedir. Aradan geçen otuz iki yıla
rağmen Maraş'ta yaşananlar üzerinde aydınlatılmayı bekleyen pek çok nokta
bulunmaktadır. Bu noktaların karanlıkta kalması insanlarımızın adalete ve
Cumhuriyet rejimine olan güvenini sarsmaktadır. Kanlı 1 Mayıs olayları,
Malatya, Maraş, Çorum ve Sivas Katliamları aydınlatılmadan, toplumumuzun gerçek
demokrasiye ulaşması mümkün olmayacaktır.
Hunharca işlenen
bu cinayetlerin aydınlatılması, failleri ve tertipçileri ile bu katliamı
planladığı yönünde yaygın kanaat olan yabancı istihbarat örgütleri ve
kontrgerillanın ortaya çıkarılması Devletin, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin
ve yurttaşlık bilincine sahip insanlarımızın temel görevi ve topluma karşı olan
yükümlülüğüdür.
Bu nedenlerle
Maraş Katliamının aydınlatılması, failleri ve azmettiricileri ile tertip eden
oluşumların ortaya çıkarılması için Yüce Meclisimizce bir Meclis Araştırması
açılmasının yerinde olacağı kanısını taşımaktayız.
4.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal ve 27
milletvekilinin, Siirt’te meydana gelen cinsel istismar olayının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/804)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Toplumların
geleceklerini çocuklar oluşturur. Sağlıklı düşünebilen, gelişmiş bireylerden
oluşan toplumlarda, ilerleme hızlı olur. Bu nedenle çocuk hak ve özgürlükleri
konusunda asla taviz verilemez.
Ancak özellikle
son dönemde çocuk hak ve özgürlükleri konusunda önemli sıkıntılar ortaya
çıkmıştır. Çocuklara yönelik şiddet, istismar ve ihmallerin olduğu haberlere
sıkça rastlanır olmuştur. Bu da sistemde aksayan yönlerin olduğunu ve bunun
bedelini de her zaman çocukların ödediğini göstermektedir. 2003 yılında
Mardin'de 12 yaşındaki bir çocuğa 7 ay boyunca tecavüz edildiği ortaya
çıkmıştır. 2008 yılında Çankırı'da 14 yaşındaki kız çocuğuna 10 gün süreyle
tecavüz edilmiştir. Trabzon Köprübaşı ilçesinde bir ilköğretim okulunda bir
öğretmenin kız öğrencilere cinsel istismar ve tacizde bulunduğu ortaya
çıkmıştır.
Siirt'te 10 Nisan
2010 tarihinde soruşturulmaya başlanan utanç verici bir olay ortaya çıkmıştır.
Bir ilköğretim okulunda 7 kız öğrenciye 2 yıldır çeşitli kişiler tarafından
defalarca tecavüz edilmiştir. Kız öğrencilerden birinin rehber öğretmene
anlatması ile ortaya çıkan olay uzun süre yerel ve ulusal basına yansımamıştır.
İki yıldır Siirt'te yaşanan bu utanç verici olayın benzerleri Türkiye'nin pek çok
yerinde değişik tarihlerde yaşanmıştır. BM Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin
imzalandığı ülkemizde iktidar çocuklarla ilgili pek çok konuda sosyal devlet
olma sorumluluğunu gerçekleştirememektedir. Söz konusu olayın benzerlerinin
yaşandığı diğer durumlarda sorunun çözümlenmesi için gerçekçi bir adım
atılmadığı Siirt'teki utanç verici tablonun ortaya çıkması ile somutlaşmıştır.
Konunun bir diğer
boyutu ise iki yıldır devam eden bu olayın Siirt'te neredeyse herkes tarafından
biliniyor ancak ifade edilmiyor olmasıdır. Siirt'te yaşanan olay Siirt’in değil
Türkiye'nin ayıbıdır. Güneydoğu'da pek çok yerde olduğu gibi Siirt'te de pek
çok köy boşaltılmıştır. Tarım ve hayvancılığın bitirildiği bir süreç
yaşanmaktadır. Bu da geçim kaynağı olmayan vatandaşlarımızı göçe zorlanmıştır.
İnsanlarımızın günden güne yoksullaştığı bu dönemde hâla daha 3 çocuk sahibi
olunması teşvik edilmektedir. Tüm bunlar da kentin sosyo-ekonomik yapısını
bozan olumsuzlukları ortaya çıkarmaktadır. Sosyal ve ekonomik travmaların
yaşandığı kentte, bu durumun acı faturası çocuklarımıza çıkarılmıştır. Eğitim
ve öğretim görmek için gittikleri okulda müdür yardımcısı tarafından dışarıda
Siirt'in hatırı sayılır ailelerine mensup oldukları ifade edilen kişiler
tarafından tecavüze uğrayan çocuklarımızın yaşadıkları travmayı atlatmaları
geleceğe umutla bakabilmesini sağlamak devletin görev ve sorumluluğudur.
Çocuk istismar ve
tacizinin olağanlaştırılması son derece tehlikeli bir durumdur. Konunun bu
nedenle ayrıntılı bir şeklide incelenmesi gerekmektedir: Meydana gelen olay,
insanlık dışı korkunç bir olaydır. Ancak olayın bir kentin adının kirlenmesi
endişesi ile ortaya çıkarılmaması için çaba sarf edilmesi de en az yaşanan olay
kadar korkunçtur.
Yaşanan olay
Siirt'in değil Türkiye'nin utancıdır. Yaşanan olay Siirt'in değil Türkiye'nin
sorunudur. Yaşananların toplumsal bir sorun olarak görülmesi çözüm açısından
daha sağlıklı bir yaklaşım olacaktır. Bu olayın gizlenmesi yerine açığa
çıkarılması konuyla ilgili tüm detayların incelenmesi bir daha böyle bir olayın
yaşanmaması açısından son derece önemlidir. Bu nedenle Türkiye genelinde pek
çok yerde yaşanan benzer olayların nedenlerinin de tespit edilmesi açısından
Siirt'te ki olayın Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından araştırılması
gerekmektedir. Bu nedenle Siirt'teki meydana gelen olayın nedenleri ile bu
nedenlerin ortadan kaldırılması için alınacak tedbirlerin belirlenmesi
amacıyla, Anayasa’nın 98. ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 104. ve
105. maddeleri gereğince meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz. 23.04.2010
1) Çetin Soysal (İstanbul)
2) Malik Ecder Özdemir (Sivas)
3) Durdu Özbolat (Kahramanmaraş)
4) Şevket Köse (Adıyaman)
5) Ali Rıza Ertemür (Denizli)
6) Hulusi Güvel (Adana)
7) Ali Oksal (Mersin)
8) Ali Rıza Öztürk (Mersin)
9) Atila Emek (Antalya)
10) Abdulaziz Yazar (Hatay)
11) Tacidar Seyhan (Adana)
12) Ahmet Küçük (Çanakkale)
13) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
14) Mevlüt Coşkuner (Isparta)
15) Erol Tınastepe (Erzincan)
16) Sacid Yıldız (İstanbul)
17) Abdullah Özer (Bursa)
18) Mustafa Özyürek (İstanbul)
19) Yılmaz Ateş (Ankara)
20) Mehmet Ali Özpolat (İstanbul)
21) Bülent Baratalı (İzmir)
22) Muhammet Rıza Yalçınkaya (Bartın)
23) Ensar Öğüt (Ardahan)
24) Enis Tütüncü (Tekirdağ)
25) Algan Hacaloğlu (İstanbul)
26) İsa Gök (Mersin)
27) Ali Koçal (Zonguldak)
28) Tekin Bingöl (Ankara)
BAŞKAN –
Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler
gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki
görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup oylarınıza sunacağım.
B) TEZKERELER
1.- Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanı Mehmet Ali Şahin’in, Moğolistan Parlamento Başkanı
Damdin Demberel’in vaki davetine, beraberinde bir Parlamento heyetiyle icabet
etmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1246)
29/06/2010
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kuruluna
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanı Sayın Mehmet Ali Şahin, Moğolistan Parlamento Başkanı
Damdin Demberel’in vaki davetine icabetle, beraberinde bir Parlamento heyetiyle
Moğolistan’a resmî ziyarette bulunması hususu Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin
Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanun’un 6. Maddesi
uyarınca Genel Kurul’un tasviplerine sunulur.
Mehmet Ali Şahin
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
OKTAY VURAL
(İzmir) – Karar yeter sayısı istiyoruz.
BAŞKAN – Peki,
karar yeter sayısı arayacağım.
Tezkereyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı
yoktur.
Birleşime on
dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 14.07
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.23
BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Gülşen ORHAN (Van)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 127’nci Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığı tezkeresinin oylanmasında karar yeter sayısı
bulunamamıştı.
Şimdi tezkereyi
yeniden oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır, tezkere kabul edilmiştir.
Barış ve
Demokrasi Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir
önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım:
VII.- ÖNERİLER
A) SİYASİ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ
1.- (10/730) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin
ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 1/7/2010 Perşembe günkü birleşiminde
yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi
01.07.2010
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma
Kurulu’nun 01.07.2010 Perşembe günü (Bugün) yaptığı toplantısında,
toplanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisinin, İçtüzüğün 19 uncu maddesi
gereğince Genel Kurul’un onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.
Bengi
Yıldız
Batman
Grup
Başkan Vekili
Öneri:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair
Ön Görüşmeler Kısmının 616 ıncı sırasında yer alan 10/730 yolsuzlukla
mücadelede alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis
Araştırması açılmasına ilişkin önergelerin görüşülmesini, Genel Kurulun
01.07.2010 Perşembe günlü birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN – Barış ve
Demokrasi Partisi grup önerisinin lehinde, Sayın Hasip Kaplan, Sayın Nuri
Yaman; aleyhinde Sayın Tayfun İçli, Sayın Fahrettin Poyraz.
İlk söz Şırnak
Milletvekili Sayın Hasip Kaplan’da.
Buyurun Sayın
Kaplan. (BDP sıralarından alkışlar)
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, Türkiye'nin gerçek
gündemini Mecliste konuşamamanın acısını yaşıyoruz.
Evet, Türkiye'nin
gerçek gündemi nedir? Eğer sabah son dakika haberlerine 2 asker, 3 korucu, 12
etkisiz kılınan insan haberleri düşüyorsa, yani Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı 17
insanın daha ölüm haberi düşüyorsa yüce Meclisin başsağlığı dilemek ve kınamaktan
öte de bir görevinin olduğunu hatırlatmak istiyoruz. Meclisin gündemi… Bu
acılar yaşanırken, ülkemin batısında analar Türkçe ağıt yakarken doğusunda
Kürtçe ağıt yakarken, bu can yakıcı olaya birinci gündemine alıp Meclisin bunun
üzerinde tartışması, çalışması, çözüm bulması gerekirken yine istimlak
kanunlarını, özelleştirme kanunlarını, Karayolları kanunlarını ve Türkiye'nin
gerçek gündemi olmayan konuları konuşuyoruz.
Evet, çok basit
gelebilir, birileri gidip Gediktepe’de fotoğraf pozu yarışmasına da katılabilir.
Oysa, siperlere gitmekten çok on sekiz yaşında, yirmi yaşında, gencecik toprağa
düşen insanlarımızın önünde siper olacak bir Meclise ihtiyaç vardır.
Çağrıda
bulunuyoruz, daha önce gensoruda da söyledik, daha önce de söylediklerimizi
defalarca söylüyoruz ve bu önergelerle dile getireceğiz. Gelin, Meclis
Türkiye'nin gerçek gündemiyle toplansın. Gerçek gündemi, bu olaylarda
çatışmasızlık ortamını nasıl sağlamaktır, nasıl çözüm buluruz ve bunları
konuşalım, sonra Meclis tatile girsin. “Meclis, bunu çözene kadar tatile
girmesin.” diyoruz. Bu çağrımızı buradan yineliyoruz ve diyoruz ki: “Bu
Mecliste, eğer bu Mecliste İktidar Partisi Genel Başkanı Ana Muhalefet Partisi
Genel Başkanı ile görüşemiyorsa, dört tane grubu olan parti liderleri
görüşemiyorlarsa, eğer görüşüp bu konuda bir diyalog, uzlaşı ortamı
arayamıyorsa, her gün akan kanın ve her ölümün birinci sorumluları siyaset
kurumu olarak şu an Mecliste temsil edilen partilerdir, milletvekilleridir.”
Gözyaşı döken, yüreklerine kor düşen anaların hepsinden bir siyaset kurumu
üyesi olarak özür diliyorum ve Meclis adına da bunu gündeminin birinci sırasını
oturtmadığı için, çoğunlukçu siyasetini yine halkımıza, çoğunlukçu siyasetiyle
ülkemin gerçek gündemi yerine kendi partisinin gündemini, kendi seçim yasalarını,
kendi kadro yasalarını, kendisinin kendi gerçek gündemini koyan anlayışı da
burada kınadığımı ifade etmek istiyorum.
Evet, toprağa
canlar düşerken, yarın da 2 Temmuz Sivas katliamının, Madımak’ta yanan
aydınlarımızın, sanatçılarımızın, değerlerimizin gerçek katilleri yakalanmazken
tamamı, adalet yerini bulamazken ve Alevi yurttaşlarımızın Kahramanmaraş’ta
yaşadığı travmayı görmezlikten gelen, Çorum’da yaşananları görmezlikten gelen,
bugün de Sivas’ta yaşananları… “Devletin resmî politikasıyla yüzleşemeyenlerin,
getiremeyenlerin konuşulduğu bir Türkiye’de, siz hangi kardeşliği
sağlayacaksınız?” diye sorma hakkını kendimizde buluyoruz.
Evet, kardeşlik,
bu ülkede yaşamak “Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine.” Bu
sevda bizimse eğer, bu sevdanın uğrunda siyaset kurumunun, Meclisin vereceği en
onurlu mücadele, en temel hak ve hürriyet olan yaşama hakkını yüceltmektir, sağlamaktır.
Gelin, siperlerde poz verme yarışından vazgeçilsin. Sayın Kılıçdaroğlu’na
buradan çağrıda bulunuyorum: Ne olur, o sipere gitme! Siyaset kurumu Meclis
kendi sorumluluğunu on sekiz yaşındaki, yirmi yaşındaki askere yüklerse o
siperlere ancak o askerden, o çocuklarımızdan özür dilemek için gidilebilir.
Yapmayın ve gerçek gündeme dönün. Başbakan da tatilde, tatilden dönsün ve
Meclis bu konuda acilen görüşsün diyoruz.
Değerli
milletvekilleri, bugünkü önergemizin konusu yolsuzluklar. Bir ülkenin birinci
problemi, gerçek gündemi, kardeş kanının döküldüğü çatışma ortamını
sonlandırmaktır. Birinci gündem budur. İkinci gündemi yolsuzluklardır.
Yolsuzluk bir ülkeyi, bir toplumu kemiren en büyük canavardır. Üçüncüsü,
işsizlik ve yoksulluktur.
Bakın, Türkiye'nin
gerçek gündemleri olan bu konularda Meclis işletilmiyor. Çoğunlukçu demokrasi
anlayışı, çoğulcu değil, çoğunlukçu demokrasi anlayışı… Hani, 2010-2014 yılları
yolsuzlukla mücadele stratejisinin çizildiği yıllardı? Şimdi, Google’a bir
tıklayın; bütün, televizyonları başında
bizi izleyen vatandaşlarımızdan
rica ediyorum: Lütfen “AK PARTİ-yolsuzluk” yazın ve Google’ı tıklayın, kaç yüz
bin veriye ulaşacaksınız bir görün ve bu verilerin yerel yönetim ayağını,
enerji ayağını, sağlık ayağını, maden ayağını, tarım ayağını, çevre ayağını,
turizm ayağını, kültürel varlıklarımızın satılması ayağını, yap-işlet-devret
modeliyle ülkenin parsel parsel nasıl satışa çıkarıldığını, Galataport’u, Harem
Projesini, üçüncü köprüyü… Bakın, üçüncü köprünün temelleri daha atılmadan 400
kilometrelik güzergâhta kimler rant sahibi, kimler oralardan kazanacak? Bütün
bunların, ihale kanunlarının hepsinin görüşülmesi gerekiyor. Ben burada, bir
partinin, bir iktidarın sorunu olarak da görmüyorum. Bu bir ülke sorunudur.
Yolsuzluklar, her iktidar döneminde az da olsa çok da olsa görülür. Bu,
muhalefetin de sorunudur ama bununla ilgili bir strateji çizeceksek ve
2010-2014 yılı da bu yolsuzlukla mücadele stratejisinde Türkiye'nin
saydamlaşmasının artırılması, yolsuzlukla mücadelenin güçlendirilmesi
stratejisinin ve Avrupa Birliği ilerleme raporunun gereği ise yine, Avrupa
Konseyi Yolsuzluğa Karşı Devletler Grubu olan GRECO’yu 2004’te Türkiye
imzaladıysa, gelin, bu stratejiyi, Meclis, bir araştırma komisyonuyla
belirlesin; gelin, bütün partilerin görüşlerini katın; gelin, birlikte mücadele
edelim. O kadar kolay değil. Elinizde Teftiş Kurulu olabilir, Başbakanlığın.
Başbakanlık Teftiş Kurulu, söyler misiniz TOKİ’yi nasıl denetleyecek? Başbakana
bağlı TOKİ, Başbakana bağlı Teftiş Kurulu; hem hâkim hem savcı. Haydi
buyurun... Nasıl teftiş edecek söyler misiniz? Yani böyle bir ölçü dünyanın
hiçbir yerinde var mı arkadaşlar? Kamu görevlileri için etik kurallar yasasını
çıkarmak için, önce milletvekilleri için, siyasiler için bir etik kurallar
yasasını çıkarmamız gerekiyor. “Gelin, dokunulmazlıkları, yolsuzluklarda
sınırlamaları kaldıralım.” diyoruz. “Gelin, kürsü dokunulmazlığı düşünce
özgürlüğüyle sınırlı kalsın.” diyoruz.
Değerli
arkadaşlar, Irak sınırında, İran sınırında, bir bidon mazot için, bir karton
sigara için son üç ayda kaç kişinin öldüğünü biliyor musunuz? Biz bunu her gün
Meclis kürsüsünde gündeme getiriyoruz; araştırma önergeleri okunuyor. Bir
karton sigara, bir bidon mazot için kurşuna dizilen o köylülerin fotoğrafını
görüp de vicdanen azap duymayan bir insanın ben insanlığından şüphe duyarım. E,
öbür tarafta deveyi de havuduyla götüren, milyarları götürenler var. Yani ne
oluyor bu enerji politikalarında? Nükleer santraller imzalanırken kaç rakamlar
oynuyor? En son on yedi tane kobra alacağız, savaş aracı alıyoruz, 3,5 milyara
hangi şirketler kapıyor? Niye Mecliste bunu tartışamıyoruz? F35’lerin yeniden
yapımıyla ilgili Eskişehir’de ne kadar yatırım yapacağız? Paralar ne kadar
gidiyor?
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
HASİP KAPLAN
(Devamla) – Tamamlıyorum Sayın Başkanım.
Bütün bunları
konuşamayacaksak, bu ülkenin gerçek gündemini konuşamayacaksak, buna ilişkin
hukuksal kurallar belirleyemeyeceksek, etkili bir yargıyı sağlayamayacaksak,
etkili bir soruşturmayı sağlayamayacaksak, “64 ton altın bu ülkeye nasıl
girdi?” diye bu Meclis sorgulayamayacaksa, bu Meclis verilen rüşvetleri
sorgulayamayacaksa, uluslararası alanda dönen dolapları konuşamayacaksa, bu
yetimin hakkını, hazineye giren her kuruşunun nereye gittiğini sorgulamayacaksa
neyi sorgulayacak? Ülkenin gerçek gündemi nedir Allah aşkına? Vicdan, insanlık
nerede? Yani bunu sorgulamanın zamanı değil mi? Seçime gidiyorsunuz, biliyorum.
Vallahi billahi, AK PARTİ sıralarında oturan milletvekillerinden -ki lider
sultası var partinizde- yüzde 55’inin milletvekili olarak buraya dönmeyeceğine
burada şarta giriyorum. Siz yoklama için geliyorsunuz…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUHYETTİN AKSAK
(Erzurum) – Sen niye rahatsız oluyorsun! Sen niye rahatsız oluyorsun!
HASİP KAPLAN
(Devamla) – Ama içinizdeki 45 tane değerli insanın gelmesini de ben istiyorum.
MUHYETTİN AKSAK
(Erzurum) – Seni ne ilgilendirir! Niye rahatsız oluyorsun!
HASİP KAPLAN
(Devamla) – Asla, bakın, asla bunun hesabını söyleyeyim, erken seçime de bu
kadar boynunuzu kıldan ince uzatmayın, çok kendinizi ezdirmeyin, vicdanınızı
ayağa kaldırın, sesinizi…
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Kaplan.
Barış ve
Demokrasi Partisi Grup önerisinin aleyhinde ilk söz Eskişehir Milletvekili
Sayın Tayfun İçli’ye aittir.
Buyurun Sayın
İçli.
H. TAYFUN İÇLİ
(Eskişehir) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Çok değerli
milletvekili arkadaşlarım, sizleri saygıyla selamlıyorum.
Barış ve
Demokrasi Partisi grup önerisinin aleyhinde söz aldım. Yine her zaman ifade
ettiğim gibi usulen söz aldım.
Biraz evvel
konuşan Sayın Hasip Kaplan’ın da ifade ettiği gibi, aslında Türkiye'nin gerçek
gündemi Türkiye Büyük Millet Meclisinde konuşulmuyor. Türkiye'nin en önemli
sorunu aslında ekonomi, yolsuzluk ve terör, bunlar; bunların konuşulması lazım
ama başka başka konular getiriliyor ve AKP sayısal üstünlüğe sahip olduğu için
Türkiye Büyük Millet Meclisi bunları
konuşamıyor.
Ben de diğer
milletvekili arkadaşlarım gibi, bugün yaşamlarını yitiren 5 şehidimize
Allah’tan rahmet diliyorum, milletimize başsağlığı diliyorum ve burada terörü
lanetliyorum.
Değerli
arkadaşlarım, biraz evvel Sayın Hasip Kaplan’ın gündemle ilgili görüşüne
katıldım ama katılmadığım bir konu var. Sayın Kılıçdaroğlu’nun siperlere
gitmemesini istedi, buna katılmıyorum.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Poz için gitmesin canım.
H. TAYFUN İÇLİ
(Devamla) – Ben şunu dilerim: Bu ülkede yaşayan herkesin aslında o siperlere
gidip terörü lanetlemesini ve terörist faaliyetlere son vermesi için o
siperlerden çağrıda bulunmasını dilerim. Çünkü bu kısır bir döngü; kim suçlu, o
mu suçlu, bu mu suçlu? Şimdi birazdan nedenlerine, gerekçelerine gireceğim. Bu
nedenle, aslında terörü lanetlemeliyiz. Terör kanımızı emiyor, bu ülkenin, bu
milletin kanını emiyor ve terörist faaliyetler insanlık dışı faaliyetlerdir.
Dün nasıl cezaevlerinde insanların, tutukluların ve hükümlülerin sağlık
haklarından, yaşam haklarından mahrum edilmesi nasıl insanlık dışı bir suçsa
terörizm de insanlık dışı suçtur ve herkes tarafından lanetlenmesi gerekir.
Değerli
arkadaşlarım, Başbakan tatilde. Türkiye Büyük Millet Meclisi geçen günkü AKP grup önerisiyle 16 Temmuza
kadar gece 24.00’e kadar çalışacak ama ucu açık, aksine karar alınıncaya kadar.
Demokratik ülkelerde, parlamentosu çalışan meclislerin başbakanları veyahut bakanları
burada olur. Bakın, bir tane nöbetçi bakan var, başka bakan yok. Başbakan
tatilde. Bir ülkenin Başbakanı tatilde olursa bakanları da tatilde olur. Biraz
evvel gündem dışı konuşma sırasında Tarım Bakanımızın burada olmadığı konusunda
eleştiriler yöneltildi. AKP’li arkadaşlar dedi ki: Tarım Bakanı yurt dışında.
Değerli
arkadaşlarım, devlette devamlılık esastır, vekâlet müessesesi vardır. Bir bakan
yurt dışına gittiği zaman başka bir bakana vekâlet verilir ve o bakan, vekâlet
eden bakan Türkiye Büyük Millet Meclisine gelir, gündem dışı konuşmalara,
sorulara cevap verir. Birçok kanun tasarı ve teklifi geliyor, kendi konusuyla
ilgili olmayan nöbetçi bakan orada oturuyor ve kanun tasarı ve teklifleri
görüşülüyor. Neden bugün bunlar yapılmıyor? Bunlar mazerettir ama dediğim gibi,
Başbakan olmazsa, Başbakan tatilde olursa bakanlar da burada olmaz ve Türkiye
Büyük Millet Meclisinin üyeleri, çok saygıdeğer üyeleri… Daha önceki
konuşmalarımda olduğu gibi, ağalıkta vardır -maraba vardır, bir de ağa vardır-
veyahut da padişahlıklarda vardır, padişah “Ey kullar bunu yapın.” der, Osmanlı
Meclisi Mebusanında olduğu gibi, buyruğunu verir padişah, Meclisi
Mebusandakiler de ona göre, padişah buyruğuna göre hareket eder ama
demokrasilerde bu olmaz. Bunu da belirtmiş olayım.
Değerli
arkadaşlarım, Barış ve Demokrasi Partisinin grup önerisi yolsuzlukla mücadelede
alınması gereken önlemlerle ilgili Meclis araştırması. Altına imza atarım.
Mutlaka bu araştırılmalı ama daha önceki bu Meclis önergeleri -Cumhuriyet Halk
Partisinin de aynı konuda, Milliyetçi Hareket Partisinin de aynı konuda önerileri-
nedense AKP’nin sayısal çoğunluğuyla reddedildi.
Arkadaşlarım,
yolsuzluk, kamu kaynaklarını alıyor götürüyor, halkın birikimlerini alıp
götürüyor. Ulusal çıkarlarımızı yağmalıyoruz. Bir ülkede eğer yolsuzluk diz
boyu olduysa, eğer ekonomik krizler var ise siyasi yönden de o ülke başka
ülkelere biat etmek durumunda kalır. Yani yolsuzluk aslında uluslararası
çıkarların da yağmalanmasıdır, heba edilmesidir. Başka? Yolsuzluk, ekonomik
krizlerin en büyük nedenidir. Açlığın, işsizliğin, yoksulluğun, yokluğun nedeni
hep yolsuzluktur ama her nedense bizim ülkemizde bu konular konuşulur ama
gereği yapılmaz. Örneğin, Deniz Feneri denilen bir yolsuzluk olayı vardır. Din
istismar edilmek suretiyle yurttaşlarımızın yurt dışında paraları
yağmalanmıştır ama nedense, Türkiye’de, bu konuda yargımız bir türlü
ilerleyememektedir. Yazarların, çizerlerin ifadelerine baktığımız zaman,
böylesi yolsuzluğun altında siyasi iktidarın olduğu ileri sürülmektedir.
Değerli
arkadaşlarım, yolsuzluk, aslında, tehlikeli salgın bir hastalıktır. Neden
buraya geldim? Yani yolsuzluk, aslında, bölücülüğün ve terörün de kaynağıdır.
Bir ülkede yolsuzluk varsa -her tür hastalık- o ülkenin bağışıklık sistemini
yıkar ve her türlü hastalığa ülke çok net olarak bulaşır. Yolsuzluk ağır
ekonomik buhranların da nedenidir dedikten sonra, neden bu konuları terörle
bağlıyorum, diğer konularla neden bağlantısını yaptım, onu açıklayacağım.
Değerli
arkadaşlarım, dün konuşurken, olağanüstü hâlin, Sayın Başbakan tarafından, iki
grup toplantısında, AKP İktidarı tarafından kaldırıldığının ileri sürüldüğünü
ama bunun doğru olmadığını Türkiye Büyük Millet Meclisinin 19 Haziran 2002
tarihli tutanaklarından size aktarmıştım. Orada (3/1116) sayılı Başbakanlık
Tezkeresi’ni okumuş, iki ilde olağanüstü hâlin 30 Temmuz 2002 tarihinde
kaldırıldığını, bunların Hakkâri ve Tunceli illeri olduğunu; diğer Diyarbakır
ve Şırnak illerinde ise 30 Temmuzdan itibaren, dört ay sonra kaldırılacağına
dair Bakanlar Kurulu tezkeresinin Türkiye Büyük Millet Meclisince onaylandığını
burada söylemiştim. Orada, AKP Grubu adına görüşlerini bildiren Sayın Fırat’ın
görüşlerinin bir kısmını aktarmıştım, Dengir Mir Mehmet Fırat arkadaşımın.
Dengir Mir Mehmet Fırat arkadaşımız AKP adına, AKP Grubu adına konuşuyor,
Hükûmete bu uygulamadan dolayı takdirlerini bildiriyor, diyor ki: “İyi ki
olağanüstü hâl kalktı.” Ama orada, adına ister ironi deyin ister kendi iç
dünyası, öyle görüş deyin, bakın, başka ne tür görüşler aktarmış: Anayasa’nın
119’uncu maddesi, 120’nci maddesi ve 121’inci maddesinden alıntılar yapmak
suretiyle demiş ki: “Evet, şu hâllerde olağanüstü hâl yapılır.” Ama öylesine
ilginç bir yaklaşımı var ki Sayın Fırat’ın, bakın ne demiş Fırat, sizin
bilgilerinize sunuyorum: “Ancak benim ayrı bir teklifim var. Ben diyorum ki,
olağanüstü hâli, bundan evvelki dönemde tahmin ettiğim kadarıyla 11 ildeydi, 11
ilde yeniden ilan edelim. Hatta, artı, bunun civar illerini de ekleyelim. Ancak
119’uncu maddeye göre bu bölgeyi olağanüstü hâl ilan etmek durumundayız. Çünkü
Anayasa’mızın 119’uncu maddesinde tabii afet ve ağır ekonomik bunalımlar
hâlinde de olağanüstü hâlin ilan edileceği açıkça Anayasa’da belirtilmektedir.”
deyip Türkiye’de o dönemde yaşanan ekonomik buhranı, sıkıntıyı olağanüstü hâlin
bir nedeni olarak ortaya koyuyor. Gerçekten de Anayasa’mızın 119’uncu maddesi
tabii afet ve ağır ekonomik bunalım sebebiyle olağanüstü hâli düzenler, 120’nci
maddesi de şiddet olaylarının yaygınlaşması ve kamu düzeninin ciddi şekilde
bozulması sebebiyle olağanüstü hâli düzenler.
Şimdi, birkaç
gündür olağanüstü hâlin gerekli olup olmadığı tartışılıyor. Bence
tartışılmasında çok büyük yarar var çünkü Milliyetçi Hareket Partisinin mutlaka
bu terör belasından kurtulabilmek için olağanüstü hâlin ilan edilmesi gerektiği
şeklinde görüşü var. Bunu şiddetle reddedenler de var. Ama 19 Haziran 2002
tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde AKP adına konuşan, grup adına konuşan
Sayın Fırat, ekonomik nedenlerle olağanüstü hâlin ilan edilmesinin gerekli
olduğunu söylemiştir.
Değerli
arkadaşlarım, Türkiye ekonomik bir krizden geçmekte midir? Geçmektedir.
Yoksulluk, yolsuzluk diz boyu mudur? Evet. İşsizlik öyle midir? Evet. Emeklimiz
kan mı ağlamaktadır? Evet. Çiftçimiz… Hayvancılık, bakın, 100 bin ton ithal
ediyoruz, et ihraç eden Türkiye 100 bin ton et ithal ediyor, bu da gerçek
midir? Gerçektir. O zaman Genel Başkan Vekilliği yapmış Sayın Fırat’ın 2002’de
söylediği bu Meclis tutanaklarındaki görüşünün de dikkate alınması lazım. Kabul
edilmesi lazım demiyorum, tartışılması lazım.
Peki, 120’nci
madde ne diyor: “Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini…”
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
H. TAYFUN İÇLİ
(Devamla) – Bitireceğim efendim.
“…veya temel hak
ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait
ciddî belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin
ciddî şekilde bozulması hallerinde, Cumhurbaşkanı başkanlığında…”
Bakın, Başbakanın
başkanlığında değil, Cumhurbaşkanının başkanlığında Bakanlar Kurulu toplanır,
Millî Güvenlik Kurulunun görüşünü alır ve olağanüstü hâle karar verir,
verdikten hemen sonra Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunar.
Şimdi, ister
119’uncu maddedeki şartlara bakın… “Ekonomik kriz”, bunu ben
söylemiyorum, Sayın Başbakan,
daha dün grup toplantısında, G20
toplantısından geldikten sonra dünyadaki ve Avrupa’daki ekonomik krizden söz
etmek suretiyle ve Türkiye'nin yaşadığı ekonomik krizi belirtmek suretiyle
böyle bir saptama yapmıştır. Bir taraftan da işte, okuduğum Anayasa 120’deki
olaylar vardır.
Değerli
arkadaşlarım, bu ülke hepimizin, bu insanlar kardeşlerimiz ırk, mezhep ayrımı
gözetmeksizin. Türkiye’de böyle bir sorun varsa bu mutlaka tartışılmalıdır,
“yapılmalıdır” demiyorum, tartışılmalıdır ve bunun gereği yapılmalıdır diyorum,
hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın İçli.
Barış ve
Demokrasi Partisi grup önerisinin lehinde Muş Milletvekili Sayın Nuri Yaman.
Buyurun Sayın
Yaman. (BDP sıralarından alkışlar)
M. NURİ YAMAN
(Muş) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Değerli
milletvekilleri, yolsuzlukla mücadele edilmesiyle ilgili verilen önergemiz
lehinde söz almış bulunuyorum. Öncelikle hepinizi en içten duygularla
selamlıyorum.
Ne yazık ki
ülkemiz 1980 sonrası serbest piyasa ekonomisine geçtiği günden bu yana ülkenin
herhangi bir köşesinde, herhangi bir biriminde yolsuzluk olaylarının
yaşanmadığı, gündeme gelmediği ve basına yansımadığı bir gün kalmamıştır.
Burada konuşan değerli hatiplerin de belirttiği gibi, bu konuyla ilgili
yapacağınız en ufak bir araştırmada yolsuzlukların artık diz boyu olduğu
görülür ve bununla mücadele konusunda da ne yazık ki bugüne değin ülkemizde
gerekli olan yasal düzenlemeler hayata geçirilememiştir.
Ben bu serbest
piyasa ekonomisinden sonra yaşanan yolsuzluklarla ilgili olarak Kemal
Horzumlara değinmeyeceğim, Türkbank’taki yolsuzluktan, Deniz Feneri
yolsuzluğundan, YİMPAŞ’tan ve Parsadan’dan da bahsetmeyeceğim ancak bunları
belleğinizin, hafızanızın yenilenmesi bakımından da bir kez daha düşünmenizi
rica edeceğim. Ancak, hâlen, geçmişte ülkemizde yaşanan bu olumsuzlukların
gelecek kuşakların hafızalarında yaşanmaması için hazırlanıp da ülkedeki
yolsuzluklarla sağlıklı bir mücadeleyi sağlamayı amaçlayan yolsuzlukla mücadele
yasası ne yazık ki hâlen bu Meclisin raflarında sıra bekliyor. Çünkü mevcut
iktidarlar ülke yönetiminin hesap verebilirlik ve şeffaflık ilkesinde, kendi
yandaşlarını nemalandırmak için, kendi kurulu düzenlerinin devamını sağlamak için
kamuda bunlarla ilgili köklü değişikliklerin yapılmasını bugüne kadar
istemediler.
Hepinizin bildiği
gibi, denetimsiz yönetim başıboş bir gücün felaket doğurmasına benzer;
denetimsiz bir yönetim de keyfîliği ve yolsuzluğu doğurur. Ülkemizin, bilhassa
yerel yönetimler bakımından bu tür örneklerini çok sayıda yaşayan bir
meslektaşınız, bir arkadaşınız olarak denetimlerde karşılaştığım birkaç örnekle
hafızalarınızı yenilemek istiyorum.
Bugün ülkemizde
81 il özel idaresi, 326 tane belediye ve yine yerel yönetimler kapsamında 34
bin köy, binin üzerinde de mahallî idare birlikleri var. Bunlar yetmezmiş gibi
bir de belediyelerimizde -hemen hemen büyük bir çoğunluğunda- şirketler ve
kamuda kamuoyunun yakından bildiği şekliyle de BİT’ler ve birtakım buna benzer işletmeler
söz konusu. Bu birimlerde de yaklaşık olarak 450-460 bin arasında da personel
çalışmaktadır. Bütün bu saydığım birimlerdeki denetimler de iç ve dış denetim
olarak çok sınırlı birimler tarafından yürütülüyor.
Bildiğiniz gibi,
5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrolörlüğü Yasası denetim sistemini ikiye
ayırmış; biri iç denetim diğeri de dış denetim. Genelde hukukiliği denetleyen,
hukukiliği ortaya koyan iç denetimler İçişleri Bakanlığının bünyesi içinde
oluşturulan İçişleri Bakanlığı Mülkiye Teftiş Kurulu ve mahallî idareler
kontrolörleri tarafından bu devasa örgütün, yerel yönetimlerin, 81 il özel
idaresinin, 3.226 belediyenin, binlerin üzerindeki bu mahallî idare
birliklerinin denetimi yapılmakta. Ne yazık ki bu kadrolar da… Genelde Mülkiye
Teftiş Kurulunun kadrosu 170’le 190 arasında, diğerleri de 130-160 kişilik bir
mahallî idareler kontrolörleri tarafından yapılıyor. Ancak, ne yazık ki, bu
denetimlerde -çok defa periyodik denetimlerle ilgili olarak- gerek sayısal
azlık ve gerekse denetimin mali denetimin dışında bırakılmasından dolayı
istenen sonuç alınmıyor. Mali denetimle ilgili olarak Sayıştayın yapmış olduğu
denetimler de, Sayıştay Kanunu’nun gereği olarak, sayısal azlıktan dolayı
birçok yerel yönetimlerimizin hesap iş ve işlemleri iki yıllık denetim kapsamı
içinde değerlendirilmediği için yasa gereği otomatik olarak da zaten bunlar
ibra edilmiş oluyorlar. Daha önce yapılan iç denetimlerin dışındaki mali
denetimlerde de İçişleri Bakanlığı Teftiş Kurulu olsun, yine mahallî idareler
kontrolörlerinin olsun yapmış olduğu denetimlerde sonuç almak mümkündü ancak bu
son dönemlerde artık bu yerel yönetimlerdeki bilhassa ihale yolsuzlukları ve
kamu harcamalarının istenilen adama, yandaşlara verilmesi konusunda gayet rahat
bir şekilde çalışma olanağı sağlanmıştır. Hele KİT’ler konusuna değindiğimiz
zaman konunun ne kadar daha da kötü olduğu ve bunların da nasıl örtbas
edildiğine üç yıllık KİT Komisyonundaki görevim sırasında bire bir karşılaştım.
KİT’lerin denetimini yapan Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu ne yazık ki
sadece durumu saptamakta ama soruşturma yapma yetkisi olmadığı için de genelde
düzenlediği raporları ilgili bakanlığa yani işi yapan, kotaran bakanlığa “Sen
bunun dosyasını, kılıfını hazırla, buna göre işlem yap.” diye göndermektedir.
Bazen işin önemine bağlı olarak, büyük birtakım ihalelerle ilgili rakamların
büyüklüğünden kaynaklanan bazı konular Başbakanlık Teftiş Kurulu tarafından
denetlenmesine ve bununla ilgili hem cezai sorumluluk hem mali sorumluluk ve
hem de disiplin ve idari sorumluluk önerildiği hâlde bu gelen dosyalar içinde
gördüğümüz manzaralar bu denetimin de ne kadar etkisiz olduğunu açık ve net
olarak ortaya koyuyor.
Bakın, bir
yolsuzlukla ilgili olarak eğer bir teftiş kurulu, bir müfettiş, o yaptığı
dosyaları doğrudan doğruya, -ilgisi bakımından suç unsuru olan- ilgisi
bakımından eğer cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunmuyorsa, o
soruşturmadan sonuç elde etmek mümkün değil. Siz, eğer yapılan o yolsuzlukla
ilgili dosyayı tekrar o yolsuzluğun biriminin başında bulunan ve siyasi
ağırlığı daha etkili olan bakanına ve onun müsteşarıyla genel müdürüne
gönderirsek, onlar şimdiye kadar yaptıkları gibi, dosyaları ya zaman aşımına
uğratacaklar ya da mali yönden 657 sayılı Yasa’nın da öngörmesine rağmen tazmin
raporunu düzenlemeyeceklerdir. Bunun örneklerini sık sık KİT Komisyonunda
görüşmeler sırasında dile getirmemize rağmen, bu konuda yasanın öngördüğü mali
tazmin raporlarının yine o birimi temsil eden, o birimin başındaki kişinin
onayına ve onun mali tazmin raporunun açılıp dava açmasına bağlı olduğu için
gene bekletilip zaman aşımına uğratılmaktadır.
Bir tek şey
yapılıyor bu konularda, o devasa KİT’lerde yapılan soruşturmalar sonucunda
elhak bir şeyin yapıldığını görüyorum; o da, idari veya disiplin yönünden
ilgili, kamunun başında bulunan, o birimin başındaki kişiye en fazla verilen
disiplin cezası uyarı cezasıdır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
M. NURİ YAMAN
(Devamla) – Teşekkür ediyorum.
Sadece uyarı
cezasıyla geçiştiriliyor ancak unutulmamalı ki, hem 5018 sayılı Yasa’nın hem de
657 sayılı Yasa’nın sağladığı ve öngördüğü kamu harcamalarını yapan, kamuyu
zarara uğratan kişilerin mali sorumluluktan kurtulmaması lazım. Bugüne değin
mali sorumluluğu nedeniyle hakkında kişisel geri alma davası alınan daha bir
kişiye ben rastlamadım, içinizde rastlayan varsa, birlikte, gelsinler bunu
irdeleyelim.
O nedenle, bu
yolsuzluklarla mücadelenin böyle palyatif, böyle kendi teftiş kurullarına ve
teftiş kurullarında da soruşturma izninin ilgili bakanın ön inceleme raporuna
bağlı olmasından sonuç alınamayacağını belirtirken bu, Mecliste bekleyen
yolsuzlukla mücadele yasasının en kısa sürede gündeme alınmasını diler,
hepinizin bu önergemize katkı sunmanızı bekler, saygılarımı sunarım. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Yaman.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu önerisinin
aleyhinde Bilecik Milletvekili Sayın Fahrettin Poyraz. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
FAHRETTİN POYRAZ
(Bilecik) – Saygıdeğer Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Barış ve
Demokrasi Partisinin verdiği önergenin aleyhinde grubum adına söz aldım.
Sözlerime
başlarken vatanı için mücadele ederken şehit olan şehitlerimize Cenabıhakk’tan
rahmet dileyerek ve yaralılarımıza da acil şifalar dileyerek sözlerime başlamak
istiyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, hepinizin bildiği gibi “yolsuzluk” kavramı kamu gücü ve kaynakları
ile özel kuruluşlardaki görev, yetki ve kaynakların toplumun zararına olarak
özel çıkarlar için kullanılması şeklinde tanımlanabilen bir kavram. Rekabeti
engelleyerek ekonomik büyümeyi yavaşlatmakta, doğrudan yabancı sermaye girişini
ve vergi gelirlerini azaltmakta, gelir dağılımını bozarak yolsuzluğu artırmakta,
kamu kaynaklarının israf edilmesine yol açarak eğitim, sağlık, güvenlik gibi
zorunlu kamu yatırımlarını olumsuz etkilemekte, kamu kurumlarına,
yöneticilerine ve adalet sistemine duyulan güveni zedelemekte ve toplumdaki
ahlaki bozulmaya yol açmakta olan bir kavramdır yolsuzluk.
Bizden önceki
konuşmacı arkadaşlarımız konunun pek çok yönüyle, boyutuyla tartışılmasına
vesile oldular. Ben katkılarından dolayı, verdikleri katkılardan dolayı hepsine
teşekkür ediyorum. Ama değerli arkadaşlar, unutulmaması gereken bir husus,
yolsuzlukla mücadelenin sürgit devam etmesi gereken bir mücadele olduğu ve kamu
gücünün, kamu kaynağının kullanıldığı her yerde bunun olabileceği gerçeğinin
açık yüreklilikle kabul edilmesi gerektiğidir.
Şu bir gerçektir:
Kim olursa olsun, hangi ülkede olursa olsun, mutlaka ve mutlaka kötü niyetli
insanlar olacaktır, mutlaka ve mutlaka milletin hakkını hukukunu gasbetmeye
niyetlenen insanlar olacaktır. Bize düşen iktidarıyla muhalefetiyle, ister
iktidarda olalım ister muhalefette olalım, milletin hakkını hukukunu koruma
anlamında, milletin hakkına hukukuna göz koyanlara karşı her türlü mücadeleyi,
her türlü tedbiri alma mecburiyetimizdir.
Değerli
arkadaşlarımız konuşmalarında zaman zaman, elbette siyasi yönünü de işin içine
katarak, İktidarımıza karşı, Hükûmetimize, partimize karşı eleştiriler
getirdiler. Kendilerine göre belki haklı yönleri vardır ama şunu da mutlaka ve
mutlaka kabul etmeleri gerekir ki, şu anda Türkiye belki tarihinde çok az
dönemde rastlanıldığı şekliyle bir taraftan yolsuzluklarla mücadele etmekte,
bir taraftan büyümesini, gelişmesini sağlamakta ve bir taraftan da milletin
hakkını hukukunu, emanetini de en iyi şekilde kullanmakta, en verimli şekilde
kullanmaktadır.
Değerli
arkadaşlar, bir arkadaşımız dedi ki: “Google’a girin. AK PARTİ ve yolsuzluk
kavramını tarattırın, onlarca, yüzlerce dosya bulursunuz.” Ben de merak ettim,
oturduğum yerden Google’a girdim, söz konusu iddiada bulunan arkadaşımızın
siyasi partisiyle yolsuzluk kavramını yan yana koydum, bir baktım yüzlerce
dosya var. Şimdi, burada hangi siyasi partinin isminin sonuna böyle bir kavram
yazarsanız, mutlaka yüzlerce haber çıkacaktır. Bu bir şey ifade etmez. Eğer
elimizde hakikaten somut iddialarımız varsa, somut belgelerimiz varsa, devletin
hukuk sistemi işliyor, bu devlette savcılar var, bu devlette hâkimler var,
burada gelip hamasi nutuk atmak yerine, kuru kuruya konuşmak yerine, Google’dan
konuşmak yerine elimizdeki bilgi ve belgeler neyse onlarla, belgelerle konuşmak
gerektiği kanaatindeyim.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Siirt Belediyesini, TOKİ’leri belgeleriyle getirdik size. Yapmayın!
Belgeleriyle açıkladım size. Kaçtı gitti Başkanınız.
FAHRETTİN POYRAZ
(Devamla) – Bir taraftan bir başka arkadaşımız da Başbakanlık Yüksek Denetleme
Kurulunun ve KİT Komisyonunun birtakım olayları, birtakım konuları örtbas
ettiği iddiasında bulundu.
ABDULLAH ÖZER
(Bursa) – Doğru.
FAHRETTİN POYRAZ
(Devamla) – Üç yıldır bu Komisyonda çalıştığı iddiasında bulundu.
Değerli
arkadaşlar, yolsuzluk yapanın siyasi partisi, dini, mezhebi, milleti yoktur bir
kere. Bu gerçeği kabul edelim.
ABDULLAH ÖZER
(Bursa) – Bir tek AKP’si vardır.
FAHRETTİN POYRAZ
(Devamla) – Yolsuzluk yapan insanla mücadele etmek her kişinin, ister siyasi
kimliği olsun isterse diğer, sivil vatandaş olsun, her kişinin sorumluluğunda,
boynunun borcu olan bir konudur. Bunu da biliyoruz. Dolayısıyla...
GÜROL ERGİN
(Muğla) – Peki, Deniz Feneri ne oldu, Deniz Feneri? Nerede bu Deniz Feneri?
FAHRETTİN POYRAZ
(Devamla) – Dolayısıyla, Komisyonda birlikte çalıştığımız arkadaşlarımızın her birisi kendi konularında hâkim, bilgili
arkadaşlarımız. Biz gün oluyor, bu Komisyonda -buna iddiada bulunan değerli
milletvekili arkadaşımız da yakinen şahittir ki- bir konu hakkında, tereddüt
ettiğimiz bir konu hakkında, gün geçmiyor ki saatlerce bu konu hakkında
konuşalım, tartışalım. Burada bizim kimsenin bir şeylerini aklama, onların
ayıplarını saklama diye bir mecburiyetimiz, böyle bir özelliğimiz yok. Hepimiz
şerefli, namuslu insanlarız.
İşin bir diğer
tarafı da değerli arkadaşlar...
GÜROL ERGİN
(Muğla) – Deniz Fenerini söyle sen!
FAHRETTİN POYRAZ
(Devamla) – Bir diğer tarafı da olayın siyasi yönüne bakın. Bu bürokratları kim
atıyor? Hükûmet atıyor. Peki, bu bürokrat yolsuzluk yapacak da bu bürokrat
milletin hakkını, hukukunu korumayacak da, onun yaptığı yolsuzluğu örtbas
ederek biz millete gittiğimizde kime hesap vereceğiz? O yapılan, bürokratların
yaptığı yolsuzlukların hesabını, muhalefet olarak siz, milletin karşısına çıkıp
milletin karşısında tek tek sayıp söylemeyecek misiniz? Peki o zaman, kusura
bakmayın ama bizler, KİT Komisyonunun iktidar milletvekilleri olarak, davul
bizim boynumuzda, tokmak sizin elinizde… Bizim ne mecburiyetimiz var? Biz enayi
miyiz yani tutup da bu arkadaşlarımızın yaptığı birtakım haksızlıkları,
usulsüzlükleri, yolsuzlukları örtbas edelim? Yapmayın Allah aşkına. Daha çok
değil, bakın, birazdan, zannedersem Cumhuriyet Halk Partisinin veya Milliyetçi
Hareket Partisinin önerisini konuşacağız…
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Teftiş kuruları sizde, buyurun.
FAHRETTİN POYRAZ
(Devamla) – …Atatürk Orman Çiftliğiyle ilgili konuyu konuşacağız. Çok değil on
beş gün önce, biz, KİT Komisyonunda arkadaşlar olarak oturduk, konuştuk,
saatlerce konuştuk. Üstelik ne yaptık? “Evet, bu bizi tatmin etmedi.” dedik ve
hep birlikte, Atatürk Orman Çiftliğinin hesap ve işlemlerini ibra etmedik.
“Bizde bu konuda tereddüt var, bu konuda her ne kadar savcı tarafından
takipsizlik kararı verilmiş olsa da bir kere daha savcılığa gitsin, savcılık bu
konuyu bir kere daha incelesin.” dedik ve hep birlikte, milletin hakkını
hukukunu koruma anlamında, milletvekilleri olarak üzerimize düşeni yaptık.
Ben açıkçası,
sayın milletvekilime… Denetim elemanlığı da yaptı ve dolayısıyla da denetim
kültürünün ne olduğunu bilen bir arkadaşımız; biz de yaptık, ben de yaptım.
Açıkçası, ben, hiçbir yetkilinin bir denetim elemanının başına geçip de, bir
mülkiye müfettişinin yanına geçip de, bir maliye müfettişinin, hesap uzmanının
yanına gelip de, bir Sayıştay denetçisinin yanına gelip de “Şu raporu şöyle
yaz.” deme cesaretini göstereceğine inanmıyorum. Çünkü hakikaten, bizim denetim
elemanı arkadaşlarımız da iyi eğitimli arkadaşlarımız, işlerini iyi yapan
arkadaşlarımız. Dolayısıyla, burada birtakım hususları konuşurken, birtakım
hususları iddia ederken burada olmayan insanlarımızı da zan altında bırakacak
şekilde ithamlarda bulunmamamız gerekiyor.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Dokunulmazlıkları kaldıralım, hepimiz yargılanalım, Başbakan en
başta! Hep beraber yargılanalım.
M. NURİ YAMAN
(Muş) – Başbakanı aklayan mülkiye müfettişi vali oldu!
FAHRETTİN POYRAZ
(Devamla) – Neticesinde, evet, getirdiğiniz eleştirilerde, öne koyduğunuz
fikirlerde doğru olanlar da var. Ama herhâlde, Meclis olarak, Parlamento olarak
evvelemirde tartışmamız gereken husus da, Türkiye’de hesap verilme noktasında
bütün alanı, bütün sistemi hesap verilebilir, şeffaf hâle getirmek mücadelesi
olması gerekiyor.
AK PARTİ olarak,
aslında, bizim sekiz yıllık iktidarımız dönemimizde zaman zaman sizlerle
tartışsak da, sizlerle karşı karşıya gelsek de, hep birlikte yapmaya çalıştığımız… Çoğu kere de,
doğru olanlar noktasında da bu Mecliste, Parlamentoda ihtilaf da olmadı ve
mutlaka ve mutlaka milletin yararına olan hususlarda, pek çok demokratikleşme
adımını da hep birlikte attık. Bu attığımız adımlarda da istedik ki, arzuladık
ki sistemde kapalı nokta kalmasın, sistemde hesap verilemeyen, şeffaf olmayan
nokta kalmasın diye mücadele verdik.
Konuşuyoruz,
yazmışsınız önergenizde, “Yargı sistemi yeniden yapılandırılmalı. Adil bir
yargı sistemi yeterince yok, işlemiyor.” diyorsunuz. Ee, doğru! Geçtiğimiz ay
burada, hep birlikte, bugün ayyuka çıkmış olan pek çok iddianın araştırılması,
kovuşturulması, soruşturulması noktasında taleplerin gazetelerde sütun sütun
yer aldığı, “Yargı sistemini daha demokratik yapalım, daha katılımcı yapalım,
daha şeffaf yapalım.” diye Anayasa değişikliği yapmadık mı?
GÜROL ERGİN
(Muğla) – Onun için mi yaptın? Onun için mi yaptın, hükmetmek için mi yaptın?
Doğru konuş.
FAHRETTİN POYRAZ
(Devamla) – Millete gidiyoruz millete, sonuçta millet karar verecek…
GÜROL ERGİN
(Muğla) – Yargıyı ele geçirmek için yapıyorsunuz.
FAHRETTİN POYRAZ
(Devamla) – …ve millet diyecek ki: “Evet, biz her hâkimimize, biz her savcımıza
güveniyoruz.”
Türkiye’deki
adalet sisteminin…
GÜROL ERGİN
(Muğla) – Deniz Fenerini anlat, Deniz Fenerini! Adaletten konuşuyorsan Deniz
Fenerini anlat!
FAHRETTİN POYRAZ
(Devamla) – …yeniden yapılandırılması noktasında söz sahibi olacak olan…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
FAHRETTİN POYRAZ
(Devamla) – …karar mercisi olan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yeniden
belirlenmesi noktasında tüm hâkimlerimiz söz sahibi olsun diye millet karar
verecek.
GÜROL ERGİN
(Muğla) – Hırsızlara ve hırsızlığa sahip çıktınız.
FAHRETTİN POYRAZ
(Devamla) – Değerli arkadaşlar, ben aslında başka bir konuya gelecektim. Şu
sekiz yıllık dönem zarfında yolsuzluklarla mücadele anlamında burada Parlamento
olarak onun üzerinde kanun düzenlemesi yaptık.
GÜROL ERGİN
(Muğla) – Her tarafınız yolsuzluğa bulaştı be!
FAHRETTİN POYRAZ
(Devamla) – Bankacılık Kanunu’nu değiştirdik, artık şu anda bankalar batmıyor.
MEHMET SERDAROĞLU
(Kastamonu) – Hayır hayır, öyle bir şey yok.
FAHRETTİN POYRAZ
(Devamla) – Zarar eden kamu bankalarının şu anda her birisi kâr ediyor. Bakın
değerli arkadaşlar, Halk Bankası, Ziraat Bankası, Vakıflar Bankası milyarlık
kârlar yapıyor.
GÜROL ERGİN
(Muğla) – Ziraat Bankası kârla övünmez, Ziraat Bankası çiftçiye yardımla
övünür!
FAHRETTİN POYRAZ
(Devamla) – Dolayısıyla Türk Ceza Kanunu’ndan başlamak üzere pek çok yasal
düzenleme yaptık.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Beraber bir komisyon kuralım ve birlikte çalışalım, üç ay beraber
çalışalım.
FAHRETTİN POYRAZ
(Devamla) – Bu yasal düzenlemeler noktasında bu Parlamentoda her defasında bu
konuları konuştuk, sizlerden de aldığımız öneriler…
GÜROL ERGİN
(Muğla) – Deniz Fenerini anlat!
FAHRETTİN POYRAZ
(Devamla) – …çerçevesinde sistemde aksayan yönler varsa da o aksayan yönleri
düzeltme noktasında mücadele verdik.
Ben, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin özellikle şu önümüzdeki iki haftalık dönem zarfında
gündeminin…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
FAHRETTİN POYRAZ
(Devamla) – …yoğun olması hasebiyle bu gündeme devam edilmesi noktasında
görüşümü belirtiyorum.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Poyraz.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan, karar yeter sayısı istiyoruz.
BAŞKAN – Grup
önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Reddedilmiştir.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan, karar yeter sayısı…
BAŞKAN - Siz mi istemiştiniz?
Tamam. Sayın.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Tamam Sayın Başkan, olduğu anlaşılıyor.
BAŞKAN - Peki.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir
önerisi vardır. Okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım:
2.- (10/159, 10/419) esas numaralı Meclis Araştırması
önergelerinin ön görüşmelerin, Genel Kurulun 1/7/2010 Perşembe günkü
birleşiminde birlikte yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu;
01.07.2010 Perşembe günü (bugün) toplanamadığından Grubumuzun aşağıdaki
önerisinin İçtüzüğün 19 uncu Maddesi gereğince Genel Kurulun onayına
sunulmasını arz ederim.
Saygılarımla.
Oktay
VURAL
İzmir
MHP
Grup Başkanvekili
Öneri:
Türkiye Büyük
Millet Meclisinin Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına
Dair Öngörüşmeler Kısmında yer alan 10/159, 10/419 esas numaralı,
"Kamyoncu Esnafının sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla"
Anayasanın 98. ve İçtüzüğün 104 ve 105. Maddeleri Gereğince Meclis Araştırması
önergelerinin görüşmelerinin Genel Kurulun 01.07.2010 Perşembe günlü
birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN - Milliyetçi Hareket Partisi Grubu önerisinin
lehinde Sayın Mehmet Serdaroğlu, Sayın Mehmet Ali Susam; aleyhinde Sayın Azize
Sibel Gönül, Sayın Halil Mazıcıoğlu.
İlk söz Kastamonu
Milletvekili Sayın Mehmet Serdaroğlu’na aittir.
Buyurun Sayın
Serdaroğlu.
MEHMET SERDAROĞLU
(Kastamonu) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamyoncu esnafının
sorunlarının araştırılmasını amaçlayan grup önerimiz üzerinde söz aldım.
Sizleri saygıyla selamlıyorum.
Günümüzde hemen
hemen her sektörde yaşanan ekonomik sıkıntılar, yoksulluk ve işsizliği
artırmış, bu olumsuz gelişmelerden de en fazla etkilenen kesimlerden biri
kamyoncu esnafı olmuştur. Özellikle, son yıllarda nakliye sektörü kazanç
açısından en sıkıntılı dönemini yaşamaktadır. Maliyet girdileri ve akaryakıt
fiyatlarının yüksekliğinden bunalan nakliyeciler, bunun yanında bir de iş
yokluğu yaşamaktadırlar. Nakliyeci, kamyoncu esnafı yüksek maliyet
girdileriyle, çok düşük ücretlerle hatta mazot parasına taşıma yapmak zorunda
kalmaktadırlar ancak son zamanlarda ne taşıyabilecekleri yükleri ne de işleri
vardır.
Değerli
milletvekilleri, tüm esnafımızın en büyük sorunu olan iş yokluğu kamyoncumuzu
da derinden vurmuştur. Kamyoncular, gelir vergisi, motorlu taşıtlar vergisi,
araç muayenesi, egzoz pulu, geçici vergi gibi birçok vergi çeşidiyle
boğuşurken, K1, C2, SRC gibi belgeler de kamyoncunun diğer baş ağrılarıdır, baş
belalarıdır. Şahsa 25 ton için verilen K1 belgesinin maliyeti 12 milyar lirayı
bulmaktadır. K1 belgesinde tonaj aşağıya mutlaka çekilmelidir, belge maliyeti
de mutlaka ve mutlaka düşürülmelidir. Tonaj ve yüksek maliyet nedeniyle belge
alamayan kamyoncu ya sefere çıkamamakta veya büyük cezalar ödemektedir. K
belgesinden 3 kez ceza kesilen bir esnafın, aracını satsa bile cezayı
karşılayacak gücü kalmamaktadır. Kamyon garajlarında her gün onlarca araç vergi
borcundan dolayı bağlanmakta ve haczedilmektedir. BAĞ-KUR primini ödeyemeyen
kamyoncu sağlık imkânlarından da yararlanamamaktadır. Sonuçta, kamyoncu, yok
pahasına kamyonunu yani ekmek teknesini satmaya çalışıyor ama alıcı da
bulamıyor.
Değerli
milletvekilleri, bu garibanların ceplerinde harçlıkları bile yok, artık mazotu
veresiye de alamıyorlar dolayısıyla işe de çıkamıyorlar. İşsizlikten
kamyonların üzerinde kuşların tünediğini kendileri söylüyorlar. Mazot
fiyatlarındaki artış kamyoncu esnafını öyle acı bir noktaya getirmiştir ki
deposuna mazot koyamayan kamyoncu, yakıt olarak 10 numara yağ kullanmaya
başlamıştır, bu da ayrıca büyük cezalar ile karşı karşıya kalmasına neden
olmaktadır. Kamyoncu tüm bu sıkıntılardan dolayı sürücü belgesine “sürünme
belgesi” adını vermektedir. Kamyoncunun hâli tek kelimeyle faciadır. Kısaca,
ülkemizde kamyoncular üvey evlat muamelesi görmektedir. Vergi borçlarından
dolayı araç muayenelerini de yaptıramazken, muayene istasyonları bu insanları
canından bezdirmekte, muayeneler âdeta ızdıraba dönüşmektedir.
Değerli
milletvekilleri, Kastamonu’dan İstanbul’a giden kamyoncu yolda 2-3 defa kantara
çekilmektedir. Bir defa çekilip eline belge verilmesi yeterli değil midir?
Ayrıca, ana yolda kantar olmadığı için “Düş peşime, kantara gideceğiz.”
denilerek, tonlarca yükle, kamyon yolundan çıkarılıp kantara götürülmektedir.
Trafikçi, kamyonu, rampanın tam ortasında durdurmaktadır. Bunlarla beraber, bir
de kamyoncuya zabıta eziyeti vardır. Kısaca, kelimenin tam ve açık anlamıyla,
kamyoncuya tabiri caizse gâvur eziyeti yapılmaktadır.
Çok değerli
milletvekilleri, araştırma önergemiz, kamyoncuların tüm bahsettiğim sorunlarına
bir çözüm bulmayı amaçlamaktadır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak verdiğimiz,
toplumun tüm kesimlerinin sorunlarına çözüm getiren kanun tekliflerimiz ve
önerilerimiz, maalesef, iktidarınızca dikkate alınmamaktadır. Kamyoncu
esnafının motorlu taşıtlar vergisi borçlarına yapılandırma getiren kanun
teklifimiz de dikkate alınmayarak Genel Kurulda sizler tarafından
reddedilmiştir. Bu araştırma önergemizin de iktidarca reddedileceğini
biliyoruz. Ama iktidar, sözümüze kulak verip, hiç olmazsa, bu garibanlara nefes
aldıracak birkaç önlemi acilen hayata geçirmelidir. Bu önlemleri şu şekilde
kısaca sıralayabiliriz:
Kamyoncu
esnafının vergi ve sigorta prim borçları yeniden mutlaka ele alınmalıdır.
Taşıt pulu taksit
sayısı artırılmalıdır.
Birikmiş vergi
borçları mutlaka yeniden yapılandırılmalıdır.
Kilometre başına
fiyat hesabı getirilmelidir.
Nakliye
ücretlerine tonaj ve kilometre hesabını baz alarak standart bir ölçü
belirlenmelidir.
Kayıt dışılığın
önlenmesi için denetimlere etkin bir şekilde devam edilmelidir.
Bu haklı talepler
değerlendirilmeli ve mutlaka, bir an önce hayata geçirilmelidir.
Değerli
milletvekilleri, kara yolu taşımacılık sektörümüz 1970’li yıllardan itibaren
hızla gelişme göstermiş ve ülkemiz, bugün, Avrupa’nın en fazla kamyon ve tır
sayısına sahip olan ülkesi konumuna gelmiştir. Kamyon sayımız 750 bine
ulaşırken ülkemizde yurt içi eşya taşımacılığının yüzde 92’si kara yoluyla gerçekleşmektedir
ancak sizin yani İktidarın yanlış politikaları sonucu, bakın, Van’da bağlanan
kamyonların çürümeye terk edildiğini gösteren şu fotoğrafı sizlere sunmak
istiyorum.
Yine yukarıda
belirttiğim gibi, sorunları nedeniyle bireysel kamyonculuk gerçekten bitme
noktasına gelmiştir. Yurt içi ve yurt dışı kara yolu taşımacılığı yapan
firmalarımız bile bu yüksek girdi fiyatları ve akaryakıt fiyatlarıyla baş
edemez durumdadırlar.
Değerli
milletvekilleri, taşımacılığın dikkatten kaçan diğer önemli bir sorunu da
sektördeki yabancı ağırlığının her geçen gün artmasıdır. Buradan
sanayicilerimize de seslenerek, tercih yaparken yerli firmaları seçmelerini
kendilerinden önemle kamyoncular adına rica ediyorum, aksi takdirde yakında
yüklerini taşıyacak, uluslararası taşımacılık yapacak yerli firma
bulamayacaklardır. Bu durumda, sektör tamamen yabancı tekellerin eline
geçecektir. Ayrıca yurt içi taşımacılık yapan bireysel kamyoncu ile yurt dışı
çıkışı olan ya da deniz yoluyla taşımacılık yapan kamyoncular arasındaki
uygulamalar da birbirleriyle çelişmektedir.
Değerli
milletvekilleri, 23’üncü Dönem Meclisinin çalışma performansıyla ilgili olarak
da birkaç cümle etmek istiyorum. 23’üncü Dönemin İkinci Yasama Yılında –sayın
grup başkan vekillerinin de dikkatini çekerek ifade ediyorum- 115, Üçüncü
Yasama Yılında 116 kanun çıkarttık. Dördüncü Yasama Yılında, yani şu andaki
Yasama Yılında ise çıkardığımız kanun sayısı 78’dir. Bu 78 kanunun da 48’i uluslararası
anlaşmalardır.
Değerli
milletvekilleri, yani Dördüncü Yasama Yılında sadece 30 kanun çıkarabildik,
çıkarmışız. Bu rakam da göstermektedir ki
Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışma performansında ciddi bir düşüş
vardır. Bu düşüşün sebebi iktidarın “Dediğim dedik, çaldığım düdük.”
anlayışıyla örtüşmektedir.
ENGİN ALTAY
(Sinop) – İktidar yorgun.
MEHMET SERDAROĞLU
(Devamla) – Hiçbir konuda muhalefetin fikrini sormamakta, getirdiğimiz
teklifleri dikkate almamakta ve muhalefeti maalesef yok saymaktasınız. Bu
tutumunuz Milliyetçi Hareket Partisini fevkalade üzmektedir. Bilmesiniz ki
muhalefeti yok saymak demek demokrasiyi, Türkiye Büyük Millet Meclisini ve
büyük Türk milletini yok saymanız demektir.
İktidarın sayın
milletvekilleri, siz muhalefeti yok saydıkça muhalefet de varlığını mutlaka bu
Mecliste göstermeye çalışacaktır, İç Tüzük’ün kendisine verdiği imkânları
kullanacak, kendi tekliflerini, kendi çözüm önerilerini milletimize aktarmaya
ve anlatmaya çalışacaktır. Dolayısıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisini
Hükûmetin onay makamı hâline getiren bu anlayışınız hem doğru düzgün kanunlar
çıkmasını engellemekte hem de Meclisin verimsiz çalışmasına neden olmaktadır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
MEHMET SERDAROĞLU
(Devamla) – Bu durumun da tek müsebbibi iktidarınızın laf anlamaz, şımarık
tutumudur.
Sayın
milletvekilleri, iktidarın bu tutumundan neden bahsettiğimi biliyor musunuz? Bu
ülkede 10 milyon kişi açlık sınırının altında, 40 milyon kişi yoksulluk
sınırının altında, 45 milyon insan borç batağında iken, çiftçisi, esnafı,
emeklisi, sanayicisi, küçük esnafı, işsizi, kamyoncusu sıkıntı ve sorunlarla
doludur. Bunların sorunlarına çare olmamız gerekirken siz Meclisin verimli
çalışmasını maalesef engellemektesiniz. Ülkemizin bunca sorunu devam ediyor, bu
sorunlara bugüne kadar çare bulamadınız. Onun için, mutabakat içinde, el
birliğiyle çalışmamızın bu millete daha hayırlı işler yapmamızı sağlayacağını
bir kez daha dikkatlerinize sunuyorum.
Değerli
milletvekilleri, toplum kesimlerimizin ve tüm sektörlerin sorunlarına çare
olacak önerilerimiz iktidar tarafından maalesef süratle reddedilmektedir. Sizi,
açılım ve saçılımdan vazgeçerek ülkemizin gerçek gündemine davet ediyor,
özellikle bunlardan birisi olan kamyoncu esnafının sorunlarını araştırıp çözüm
önerileri üretmeye davet ediyor, saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Serdaroğlu.
ENGİN ALTAY
(Sinop) – Bir tane, Hükûmetten kimse yok burada.
OKTAY VURAL
(İzmir) – Hükûmet var mı Türkiye’de?
ENGİN ALTAY (Sinop)
– Hükûmet Türkiye’de de yok, Mecliste de yok.
HÜSEYİN YILDIZ
(Antalya) – Tatilde tatilde, Rixos’ta!
BAŞKAN -
Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisinin aleyhinde, Kocaeli Milletvekili
Sayın Azize Sibel Gönül. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AZİZE SİBEL GÖNÜL
(Kocaeli) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; AK PARTİ Grubu adına, MHP grup
önerisinin aleyhinde söz almış bulunmaktayım. Yüce heyeti saygıyla
selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, sözlerimin başında, Siirt’in Pervari ilçesinde meydana gelen
terör saldırısını şiddetle kınıyor ve lanetliyorum. Şehit düşen
Mehmetçiklerimize Allah’tan rahmet diliyorum, ailelerine başsağlığı diliyorum,
yaralılarımıza acil şifalar diliyorum ve milletimizin başı sağ olsun diyorum.
Değerli
milletvekilleri, hepimizin bildiği gibi, 16 Temmuz tarihine kadar, salı günleri
15.00-24.00, çarşamba ve perşembe 13.00-24.00, cuma 14.00-24.00 olmak üzere bir
çalışma takvimi belirledik ve çıkarılması gereken öncelikli kanunların olduğunu
tespit ettik. Bu kanunların bu tarihler arasında ve bu çalışma saatleri
arasında çıkarılmasıyla ilgili gündeme alınmış kanunlar olduğunu hep birlikte
biliyoruz.
Elbette, yük
taşımacılığı, kamyoncu ve nakliyeci esnafının sorunları önemlidir, özellikle de
ülkemizde. Çünkü yük taşımacılığının yüzde 91’i kara yolu üzerinden kamyonlarla
yapılmaktadır. Ülkemizde kara yolu taşımacılığı için gerekli belgelere sahip
yaklaşık 400 bin kamyon bulunmaktadır. Ancak, takdir edersiniz ki, süreli ve
önceliği bulunan kanunların görüşülmesinden sonra bu sektörün yani kamyoncu ve
nakliyecinin sorunları ile de grubumuz ve Meclisimiz şüphesiz ilgilenecektir.
Acil
tasarılarımızın belirlenen süre içerisinde çıkarılabilmesi için muhalefetin
önerisine katılmayacağımızı üzülerek belirtir, yüce heyeti saygıyla selamlarım.
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Gönül.
Milliyetçi
Hareket Partisi grup önerisinin lehinde, İzmir Milletvekili Sayın Mehmet Ali
Susam. (CHP sıralarından alkışlar)
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Ahmet Bey, bu kadar mı söyleyecekleriniz? Daha on dakika vardı ya.
AHMET YENİ
(Samsun) – Bir an evvel gündeme geçelim diye konuşmuyoruz.
MEHMET ALİ SUSAM
(İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün Milliyetçi Hareket
Partisinin, kamyoncuların sorunlarını ve çözüm önerilerini görüşmek üzere
vermiş olduğu öneri üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi adına söz almış
bulunuyorum.
Önergenin lehine
söz aldım, çünkü çok önemli bir önerge olduğunun altını çizmek istiyorum. Az
önce konuşan Milliyetçi Hareket Partisinden önerge sahibi arkadaşımızın da
belirttiği gibi, 700-750 bin arasında kişinin sorunlarını konuşuyoruz.
Aileleriyle birlikte saydığınızda yaklaşık 3,5 milyon insan. Etki alanını
saydığınızda…
Bu kamyoncular ne
iş yapar? Bu kamyoncular köylünün malını taşır, sanayicinin malını taşır, bizim
evimizin eşyasını taşır, yani yük taşır, mal taşır, hizmet yapar. Nedir
kamyonculuk? Kamyonculuk nasıl bir meslek? Kamyoncu, bir tanımı yapılırsa,
bilek gücü, alın teriyle, kendi sermayesiyle aldığı aracın üzerinde kamu
hizmeti yapan mukaddes insan demektir. Çok açıkça söylüyorum: Bu insan,
devletten 1 kuruş para almadan, bazen kendi malını, tarlasını satarak bu ülkede
teşvik edilmiş olan kara yolu taşımacılığında bu ülke sanayisinin, bu ülke
tarımının gelişmesi için en önemli olan nakliye konusunu bir kamu hizmeti
olarak kendine görev edinmiş olan insandır. Böyle bir kesimin sorunlarını
tartışıyoruz ama bu kesim, bu kadar önemli bir görevi yaparken hep dışlanmış,
hep yok sayılmış, her yerde ikinci sınıf vatandaş muamelesine tabi tutulmuş,
önemli bir kesimdir.
Şimdi burada da
-Mecliste- geldik, sorunlarını konuşuyoruz, on dakika iktidar partisine süre
verilmiş, iktidar partisi “Başka konuya geçeceğimiz için konuşmuyoruz.” diyor.
AHMET YENİ
(Samsun) – Kanun çıkaracağız, kanun.
MEHMET ALİ SUSAM
(Devamla) – Arkadaş, 2,5 milyon insanın sorunu. Bu insanlar takoza çekmiş
kamyonlarını, bu insanların bir sürü sorunu var. Siz iktidar olarak en azından
şöyle bir mesaj verin bu insanlara, deyin ki: “Arkadaş, biz sizin şu, şu
sorununuzu çözdük, çözemediklerimizle ilgili olarak da şunları yapacağız.
Kusura bakmayın, çözdüklerimiz şunlar, çözemediklerimiz için de bundan sonra
gayret sarf edeceğiz.” Bu kadar yok saymayın.
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Kamyoncuya ayıracak vakitleri yok Mehmet Ali Bey.
MEHMET ALİ SUSAM
(Devamla) – Değerli arkadaşlar, kamyonculuğun çok önemli sorunlarının başında
bugün ülkedeki iktidarın bakış açısı yatmaktadır. Bakın, Karayolu Kanunu’nda da
konuştuk. Yetki belgeleri çıkardınız. On üç tane belge var, A’dan Z’ye kadar
sayarız. Bu belgeleri çıkarmanızın altında yatan neden 750 bin tane kamyoncunun
sorununu çözmek değil. Aldığınız paralarla ne yaptınız kamyonculara? Bu kadar
yetki belgesi için para aldınız, hangi hizmeti ürettiniz? Kamyonculuğun hangi
sorununu çözdünüz? Bu aldığınız paraları Maliyeye dahi yatırmadınız,
Karayollarının belirli fonlarında duruyor şu an ama bu insanlardan K1
belgesinden 12.500 liralık paralar aldınız.
Değerli
arkadaşlar, peki, bu kamyoncuların, bu belgeleri verdiniz de, iş yapması için
yeni imkânlar mı sağladınız? Hayır. Az önce konuşan arkadaşımın da söylediği
gibi, tam tersine, bu ülke insanının kara yolu taşımacılığında meslek seçtiği
kamyonculuğu bitirecek noktaya getirdiniz ve yabancıların rekabeti karşısında
bireysel kamyonculuk yapan insanları kendi kaderiyle baş başa bıraktınız.
Bireysel kamyonculuk yapanları baş başa bıraktığınız gibi onların örgütlü gücü
olan kooperatifleri ve kooperatif, taşıma kooperatifleri vasıtasıyla iş yapan
kamyoncuları devre dışı bırakacak bir sürü sorun çıkardınız. Nedir o? Öz mal
meselesi. Kooperatife “Eğer sen taşıma kooperatifi olmak, kamyoncuların
birlikte bir araya gelip bir örgüt kurmasını istiyorsan önce beş tane kamyonun
olacak, 15 tondan 75 ton taşımacılık yapacak, öz malın olacak.” dediniz ve
kooperatiflerin böyle bir öz malı olmadığı için de taşıma kooperatifçiliğinin
önünü kestiniz.
Değerli
arkadaşlar, peki, ne yapılıyor bugün? Bakın
size bir örnek vereyim: Bir sürü fabrikalar, bu kooperatifler çaresiz
durumda kaldığı için ihaleye çıkartıyor, bazı firmalar alıyor, hiç kamyon
almadan bu bizim kamyoncularımızı bedavaya çalıştırıyor, bedavaya. O insanlar
iş bulamadıkları için mazot parasına bu işleri, bu taşımacılık sektörünü
yapıyor.
Bugün bu sektörün
çok önemli sorunları var. Bir tanesi, en temel sorunları, akaryakıt
noktasındaki akaryakıtın pahalılığı. Türkiye, dünyanın en pahalı akaryakıtını
kullanıyor. Kamyoncular da bunun bir örneği. Peki, niye bunu kullanıyor? Çünkü
akaryakıt üzerinden aldığınız vergi çok yüksek. Türkiye’de bütçeyi dolaylı
vergiler vasıtasıyla oluşturuyorsunuz yüzde 70’ini. ÖTV ve KDV mazotun üzerine
binince 3 bin liraya varan bir fiyata bugün kamyoncu mazot kullanıyor. Peki, bu
alınmasa ne olur? 1,5’a kullanabilir.
Bugün bu sektör
öyle bir noktaya geldi ki bir sürü haksız rekabetle karşı karşıya.
Sınırlarımızdan uluslararası taşımacılık yapıyorum diye girip çıkan kamyonlar
mazot getirerek mazot ticareti yapıyor. Çıkamayanlar, belgesi olmayanlar 3
milyona mazot alıyor, öbürkü öyle yapıyor. Çözüm arıyor, 10 numara yağ
kullanıyor. 10 numara yağı da 2 milyon liraya alıyor.
Bunun yerine
öneri getirdik, dedik ki: “Arkadaşlar, kamyoncuların üzerindeki bu ÖTV ve KDV
yükünü kaldıralım. Hem kayıtlı ekonomiye gelelim hem de onlara KDV ve ÖTV
kaldırılmış olarak bir mazot verelim. Bu konuda meslek odalarının hazırlamış
olduğu ve sizin bakanlıklarınıza ve Hükûmete gelmiş öneriler var. İşte İzmir
Kamyoncular Odasının hazırladığı, ucuz akaryakıt alabilmek için her kamyoncuya
vergi beyannamesi oranında bir çiple verilebilecek vergi iadesi var.” Hiç kale
bile almıyorsunuz! Gündeminizde böyle bir şey yok çünkü gündeminizde ufak esnaf
yok, gündeminizde kamyoncu yok, kamyonetçi yok; gündeminizde lojistik şirketler
var.
Bakın, yabancı
şirketler bugün Türkiye’de kamyonculuğun önünde öyle haksız rekabet oluşturur
noktaya geldiler ki bu nokta itibarıyla sizler yavaş yavaş, Türkiye’de
kamyonculuktan ekmeğini kazanan, çocuğunu okutan, kamyonculuk vasıtasıyla evine
bir lokma ekmek götüren insanların bugün kamyonlarını takoza çektiğini
görüyorsunuz. Az önce fotoğraf gösterdiler. Kamyon garajları, iş bulamamış veya
haciz noktasında kendilerinin kapatılmış kamyonlarıyla dolu.
Vergi borçlarını
kamyoncular ödeyemiyorlar, BAĞ-KUR borçlarını ödeyemiyorlar. Söylüyoruz,
“Esnafın, sanatkârın ve kamyoncunun vergi borcunu, BAĞ-KUR borcunu
taksitlendirme yapın. Bu kriz döneminde bu küçük işletmeler, bu kamyoncular çok
zor durumda. Yeniden bir yapılandırma yapın.” diyoruz. Kulağı duyan Hükûmet
yok, cevap veren bir tane yetkili yok.
Bakanlığa
soruyorum: “BAĞ-KUR’da kaç kişinin borcu var?” Bakanlığın cevabı: “Üçte 2’si,
yüzde 70
BAĞ-KUR mükellefinin borcu
var.” Ne demektir bu, biliyor musunuz? Yüzde 70 BAĞ-KUR mükellefi
sağlık hizmeti alamıyor demektir arkadaşlar. Bu insanlar, çocuğu
hastalandığında doktora götüremiyor, hastaneye götüremiyor. Peki, bu adam
çocuğunu hastaneye götürmek istemez mi? Eğer parası olsa, bu BAĞ-KUR borcunu
yatırıp sağlık hizmetinden yararlanmak istemez mi? İster ama yok arkadaş, yok,
yokun ötesi var mı? Neden duyarsız kalıyorsunuz bu kesimlere? Neden
taksitlendirmiyorsunuz? Yıllardır söylüyoruz. Bu anlamıyla bu bakış açınız,
Türkiye’de toplumun çok önemli bir kesiminin sorunlarına duyarsızlığınızdan
kaynaklanıyor. Bu anlayışı terk etmediğiniz sürece, ciddi bir şekilde bu ülkede
yönetim kademelerinde bulunan insanlar olarak, bu ülkeyi yöneten iktidar olarak
toplumdan çok ciddi ders alacaksınız.
Değerli
arkadaşlar, burada bir öneri daha getirerek kamyonculukla ilgili verilmiş olan
bu önergenin Meclisimiz tarafından desteklenmesini istiyoruz.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
MEHMET ALİ SUSAM
(Devamla) – Hızla, kamyonculuk sektörüyle ilgili bu araştırma önergesi dikkate
alınıp, başta kamyonculuk olmak üzere Türkiye’de kendi bireysel gayretiyle iş
yapan, kamu hizmeti yaratan esnafın, sanatkârın sorunlarına acilen çözüm
bulmazsanız, gerçekten ülkede birçok insan tarlasını tabanını satarak aldığı
kamyonunu veya yine tarlasını tabanını satarak açtığı iş yerini kaybetmekle
karşı karşıyadır. Bunların zamanı geçti, bunların artık devri kapandı, bunlar
yok olacak diye bakamazsınız çünkü sosyal devlet her vatandaşının her sorununa
sahip çıkmak zorunda olan bir devlettir. Onun zorunluluğudur, yükümlülüğüdür,
görevidir, anayasal sorumluluğudur. Bu çerçevede bakmak zorundasınız.
Bu duygularla bu
araştırma önergesini destekliyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP ve
MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Susam.
Milliyetçi Hareket
Partisi Grup önerisinin
aleyhinde Gaziantep Milletvekili
Sayın Halil Mazıcıoğlu.
HALİL MAZICIOĞLU
(Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket
Partisinin, “Kamyonlar ve kamyoncu esnafının sıkıntıları” konulu, Anayasa’nın
98’inci, İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri uyarınca, Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergelerin Türkiye Büyük Millet Meclisinin bugünkü
gündemine alınmasına ilişkin grup önerisinin aleyhinde söz almış bulunuyorum.
Bu vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Ülkemizdeki bütün
esnafın olduğu gibi kamyoncu esnafının sıkıntıları ve sorunları da AK PARTİ
İktidarının çözüm aradığı öncelikli konulardandır. Bugüne kadar kamyoncu
esnafına yönelik çok sayıda çalışma yapılmıştır. Karayollarıyla ilgili yapılan
düzenlemeler mevcuttur. Bundan sonra da gerekirse bu konularda Meclis
araştırmaları da yapılacaktır, kanuni düzenlemeler de getirilecektir.
Hükûmetimizin
döneminde kamyoncu esnafına yönelik yapılan düzenlemelerin birkaçından
bahsetmek gerekir ise artık her isteyen kamyoncu olamamaktadır çünkü mesleğe
giriş belli kriterlere bağlanmıştır ve kamyonculuk prestijli bir meslek hâline
getirilmiştir.
Otuz yaş ve üzeri
olan kamyonlar sahiplerinin rızasına bağlı olarak ücreti karşılığında satın
alınarak imha edilmektedir. Böylelikle ekonomik ve teknik ömrünü tamamlamış
araçlarla yapılan taşımacılık önlenmiştir. Bu şekilde şu ana kadar yirmi iki
bin beş yüz araç alınmış ve imha edilmiştir.
Yol kenarı
denetimleri etkili bir şekilde yapılarak fazla tonaj taşınması önlenmektedir.
2009 yılında 4 milyon araç, 2010 yılının ilk altı ayında ise 3 milyon araç
tonaj kontrolüne tabi tutulmuştur.
Güvenli araçların
trafikte bulunmasını sağlamak üzere araç muayene sistemi yenilenmiş ve dünya
standartlarının üzerinde bir araç muayene sistemi kurulmuş ve faaliyete
geçirilmiştir.
Bununla ilgili şu
bilgileri vermek istiyorum:
Seksen bir il ve
seksen sekiz ilçe merkezinde toplam 192 sabit, 72 seyyar istasyon
faaliyettedir.
Muayene sayıları
olarak, araç muayene istasyonlarında 11/01/2008 tarihinden 30/06/2010 tarihine
kadar 8 milyon 868 bin 20 adet araç muayene için gelmiş. Bu araçlardan 3 milyon
569 bin 75 adedi muayene tekrarına kalmıştır.
Yol kenarı
denetim istasyonları olarak da 24 adet sabit yol kenar denetim istasyonu, 6
adet mobil denetim istasyonu, 200 adet de seyyar kantar olarak hizmet
vermektedirler.
01/07/2007 ve
01/07/2010 tarihleri arasında 12 milyon 66 bin 65 adet araç denetlenmiştir.
Milliyetçi
Hareket Partisinin vermiş olduğu araştırma önergeleri Türkiye Büyük Millet
Meclisinin gündeminde bulunmaktadır ancak Türkiye Büyük Millet Meclisinin yoğun
gündemi itibarıyla öncelikli olarak çıkarılması gereken kanun tasarı ve
teklifleri Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu tarafından belirlenmiştir.
Araştırma önergelerinin bugünkü gündeme alınması, yasalaştırılması planlanan
önemli kanun tasarı ve teklifleriyle ilgili gündemin aksamasına neden
olacağından Milliyetçi Hareket Partisinin grup önerisinin aleyhinde olduğumu
belirtir, yüce heyetinizi saygıyla selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Mazıcıoğlu.
60’ıncı maddeye
göre pek kısa söz talebi vardır, onu yerine getiriyorum.
Sayın Torlak…
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
12.- İstanbul Milletvekili D. Ali Torlak’ın, kamyoncu
esnafı ile İstanbul’da hizmet veren minibüsçüler ve taksicilerin sorunlarına
ilişkin açıklaması
D. ALİ TORLAK
(İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Başkan,
kamyoncu esnafın sorunlarının tarafımızdan bilindiğini ifade ederek sözlerime
başlamak istiyorum ancak aynı şekilde sorunları olan İstanbul’da hizmet veren
minibüsçülerin ve taksicilerin de sorunlarını ben bundan bir ay evvel gündem
dışı bir konuşmada ifade etmiştim ve orada yolcu indirme bindirme yeri olmaması
sebebiyle büyük cezalar yenildiğini ve ehliyetlerinin alındığını ifade etmiştim
ancak bu söylemlerimden sonra 499 sıra sayılı Karayolları Kanunu’nda yapılan
değişiklikle bu cezalar kanunlaştı ve gündeme alındı.
Dolayısıyla bir
büyük sıkıntılın minibüsçüler için devam ettiğini ifade etmek durumundayım.
Bunun aslında olması gereken, pik saatlerde koltuk sayısı ile orantısal bir düzenlemeyle
ayakta yolcu alınabilmesini sağlamak olmalıydı. Bu yanlış bir düzenleme
olmuştur. Dolayısıyla bu mağduriyetin giderilmesi öncelikle iktidar partisinin
sorumluluğunda olmalıdır diyerek yüce Meclisi bilgilendirmek istedim.
BAŞKAN – Sayın
Yaman…
13.- Muş Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, çiftçilere yapılan
sübvansiyon desteğine benzer
uygulamaların kamyoncu esnafı ile şehirler arası otobüs firmaları ve
şehir içi taşımacılığı yapan esnafa da yapılmasına ilişkin açıklaması
M. NURİ YAMAN
(Muş) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Ben de değerli
konuşmacıların kamyoncu esnafıyla ilgili söylediklerinin hepsine harfiyen
katılmanın yanında bunların dışında Ulaştırma Bakanlığından D1 ve D2 belgeli
olan şehirler arası otobüs firmaları ile yine şehir içi taşımacılığı yapan
minibüsçülerin de benzer sorunlarla uğraştıklarını bilen bir kişi olarak
bunlara da en azından bir çiftçilere verilmekte olan sübvansiyon gibi veya
düzenlemelerin aynen diğer esnaflardaki uygulamalarına benzer bir işlemin
yapılmasını diliyorum.
Bu arada,
unutmamalı ki bunlar, iç turizmin gelişmesinde ve bizim hepimizin günlük
yaşamımızda bizi minibüsleriyle taşıyan insanlardır ve şu anda dünyanın en
pahalı mazotunu kullanıyorlar ve bunların bu yüzde 70’lere varan vergilerinin
de indirilmesi hâlinde bu esnafın rahatlayacağını düşünerek yüce Meclisi
bilgilendirmek istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ederim.
Sayın Özdemir…
14.-
Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir’in, kamyoncuların sorunlarını gündeme
getiren Meclis araştırması önergesine katıldığına ilişkin açıklaması
HASAN ÖZDEMİR
(Gaziantep) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Gerçekten ben de
bu konuda konuşan arkadaşların belirttiği konularda kamyoncuların problemlerine
katılıyorum. Seçim bölgem Gaziantep’te de kamyoncuların çok büyük problemleri
vardır. Daha önceden Irak’a gayet rahatlıkla gidip geliyorlardı, oralarda da
büyük problemler var. Birçokları, kendi seçim bölgem Gaziantep’in büyük ana
yollarına baktığınızda, kamyoncuların çoğu arabalarını belirli yerlere çekmiş,
iş alamamaktadırlar. Akaryakıt pahalı, kamyoncular genellikle çok küçük
esnaflardır, paraları pulları yoktur, bunlar arabaları genellikle taksitle
almaktadırlar, taksitler çok pahalıdır.
Ben bu önergeyi
gündeme getiren arkadaşlara teşekkür ediyorum…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
VII.- ÖNERİLER (Devam)
A) SİYASİ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ (Devam)
2.- (10/159, 10/419) esas numaralı Meclis Araştırması
önergelerinin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 1/7/2010 Perşembe günkü
birleşiminde birlikte yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi (Devam)
BAŞKAN –
Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisini…
OKTAY VURAL
(İzmir) – Karar yeter sayısı istiyoruz.
BAŞKAN – Karar
yeter sayısı arayacağım.
Öneriyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı
yoktur.
Birleşime on
dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 15.48
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 16.03
BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Gülşen ORHAN (Van)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 127’nci Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş önerisinin
oylanmasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi öneriyi
yeniden oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım. Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır, öneri reddedilmiştir.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi
vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.
3.- TBMM Başkanlığına verilen “Atatürk Orman Çiftliği’nde
hukuksuzluk, usulsüzlük ve yolsuzlukların açığa çıkarılması ve çözüme
kavuşturulması” ile ilgili Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin,
Genel Kurulun 1/7/2010 Perşembe günkü birleşimde yapılmasına ilişkin CHP Grubu
önerisi
01.07.2010
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu;
01.07.2010 Perşembe günü (Bugün) toplanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin
İçtüzüğün 19 uncu maddesi
gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.
Muharrem
İnce
Yalova
Grup
Başkanvekili
Öneri:
18 Haziran 2010
tarihinde, Amasya Milletvekili Hüseyin Ünsal ve arkadaşları tarafından (376
sıra nolu), “Atatürk Orman Çiftliği’nde Hukuksuzluk, Usulsüzlük ve
Yoksuzlukların Açığa Çıkarılması ve Çözüme Kavuşturulması” amacıyla Türkiye
Büyük Millet Meclisine verilmiş olan Meclis Araştırma Önergesinin, Genel
Kurul’un bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak,
01.07.2010 Perşembe günlü birleşimde sunuşlarda okunması ve görüşmelerinin aynı
tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN -
Cumhuriyet Halk Partisi
grup önerisinin lehinde, Sayın Hüseyin Ünsal, Sayın Necati
Özensoy; aleyhinde Sayın Ahmet Yeni, Sayın Ahmet Aydın.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu önerisi lehinde ilk söz Amasya Milletvekili
Sayın Hüseyin Ünsal’a aittir.
Buyurun Sayın
Ünsal.
HÜSEYİN ÜNSAL
(Amasya) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Atatürk Orman Çiftliği
arazisinin ve mal varlıklarının korunması, hiç olmazsa kalan gayrimenkulleri
korumak üzere İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri gereğince Meclis
araştırması açılmasını talep ettik. Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz
aldım; saygılarımla yüce heyetinizi selamlıyorum.
Konuya geçmeden
önce, bugün Siirt’in Pervari ilçesinde şehit olan 5 tane şehidimizin; 1 subay,
1 uzman çavuş, 3 tane korucuya Allah’tan rahmet diliyorum, milletimizin başı
sağ olsun diyorum.
Ayrıca, yarın 2
Temmuz, Sivas olaylarının yıl dönümü. Bu olaylar hâlâ içimizi acıtmakta.
Ülkemizin 37 tane aydınına, yazarına yapılan bu katliamı unutturmayacağız ve
şiddetle kınadığımızı ifade etmek istiyorum.
Saygıdeğer
milletvekilleri, Atatürk Orman Çiftliği 1925 yılında Abdi Paşa’nın eşi Faika
Hanım’dan satın alınarak, 20 bin dönüm arazi üzerine temelleri atılmış bir
çiftliktir. Gazi Mustafa Kemal Paşa bu arazileri hazineye 11/06/1937 yılında
bağışlamıştır. Arazinin bağışlandığı dönemdeki miktarı ise yaklaşık 120
dönümdür.
Bu tarihî kısa
bilgiyi vermemin nedeni: Bugün o vasiyetini incelediğimizde, Gazi Mustafa Kemal
Paşa bugün de tarımın ufkunu açmakta, gündemimizde olan GDO’lu yiyecekleri de
düşündüğümüzde “Nefis gıdalar elde etmeliyiz.” derken de bu konunun ne kadar
önemli olduğunu da ortaya koymaktadır.
Değerli
arkadaşlarım, Atatürk Orman Çiftliği Türk milletine bir vasiyettir. Vasiyetin
ne olduğu sadece bir medeni hukuk kuralı olarak algılanmamalıdır. Hepimizin de
ailesinde vasiyetler vardır ama bu, Türk milletine, Türk ailelerine bir
vasiyettir, Atatürk’ün bize bıraktığı önemli bir mirastır. Dolayısıyla bu
mirasa sahip çıkmak zorundayız. Daha doğrusu Atatürk’ün bize bıraktığı tüm
cumhuriyet değerlerine de sahip çıkmak zorundayız. Ama maalesef gözüken o ki,
sekiz yıllık iktidarınızda Atatürk’ün bize emanet ettiği tüm kurum ve
kuruluşlar yıpranmış ve yok edilmeye çalışılmaktadır. Atatürk Orman Çiftliği de
bunlardan bir tanesidir. Amacımız, bir çiviyi korumaktır; Sayın Başbakan “Bir
çivi çaktılar mı?” diyor zaman zaman, biz de bir çiviyi korumak üzere bu konuyu
dile getirdik.
Değerli
arkadaşlarım, Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarının usulsüz ve çarpık
uygulamalarının bir tanesi de Atatürk Orman Çiftliğinde maalesef yaşanmaktadır.
“Pes doğrusu!” denecek bir olayı Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu raporundan
öğrenmiş bulunuyoruz. Biraz önce de yolsuzluk için yapılan bir önerge maalesef
reddedildi. Bakın, YDK raporunda ne diyor -bir inceleme raporu- size okuyorum:
“Yukarıda bahsedilen satış işleminin karşılığı…” bu Atatürk Orman Çiftliği
arazisiyle ilgili olarak “…5 trilyon 900 milyar lira…” yani 6 trilyona yakın
para “…Atatürk Orman Çiftliği hesaplarına ‘Kuzu Toplu Konut İnşaat ve Limitet
Şirketi’ ile ‘Park Gazi İnşaat ve Yatırım AŞ’ unvanlı iki şirket tarafından
8/1/2008 tarihinde havale edilmiştir. Gazi Üniversitesi bütçesinden ödenmesi
gerekirken ‘Kuzu Toplu Konut İnşaat’ ve ‘Park Gazi İnşaat Yatırım AŞ’ unvanlı
iki şirket tarafından ödenmesi bu arazi üzerinde 2823 sayılı Kanun
gerekçesindeki tahsis amaçlarına aykırı olarak konut inşaatı yapma girişimi
nedeni ile Sayıştay Başkanlığı tarafından başlatılan inceleme sonuçları
konusunda bilgi edinmek amacıyla Sayıştay nezdinde girişimde bulunulması.”
Bu rapor işin
nasıl bir vahim noktaya geldiğini anlatmaktadır. Biz bu konuyu hem KİT
Komisyonunda hem de daha önceki, epeyce konuşmalarımızda dile getirdik. Fakat
gelinen bu noktada konuya duyarsızlık olduğu için tekrar bir araştırma yapmak
üzere gündeme getirmek zorunda kaldık.
Değerli
arkadaşlarım, bu konuyla ilgili olarak Ankara Büyükşehir Belediye Meclisinin
almış olduğu kararlar maalesef bu konunun hassasiyetini bir kez daha ortaya
koymaktadır. Burası, bu alanlar 1983 yılında Gazi Üniversitesine tıp fakültesi
yapmak, yurt yapmak ve hastane yapmak üzere verilmişken maalesef Ankara
Büyükşehir Belediyesi yapmış olduğu kararlarla… Ki, bu en son, elimizdeki
kentsel dönüşüm alanıdır. Bu kentsel dönüşüm alanıyla bu bölgeyi, tıp fakültesi
yapılacak yeri, öğrenci yurdu yapılacak yeri, hastane yapılacak yeri konut ve
ticari alana çevirmektir, amaç bu.
Bu konuyla
ilgili, Ankara Büyükşehir Belediyesinin Atatürk Orman Çiftliği üzerindeki
emellerini bilmekteyiz ama bundan daha da önemlisi, almış olduğu kararlar var.
Her aldığı karar sonucunda Danıştaya, idare mahkemelerine gidilmiş, idare
mahkemeleri Ankara Büyükşehir Belediyesinin aldığı kararları da bozmuştur.
Bunların belgeleri yanımda ama size sadece karar ve tarihlerini söyleyeceğim:
Değerli arkadaşlarım, 16/2/2007 tarih 495 sayılı Karar, 16/3/2007 tarih 797
sayılı Karar, 16/3/2007 tarih 804 sayılı Karar, 14/12/2007 tarih 3200 sayılı
Karar ve 14/2/2008 tarih 470 sayılı Karar. En son kararla da bu dönüşüm kararı
alınmıştır. Bu kararların hepsinde, Danıştayın, idare mahkemelerinin iptali
vardır. Bu alanların, arsaların bulunduğu yer neresi? Niye üzerinde bu kadar
ciddi bir şekilde karar alınmak isteniyor? Bu arsaların bulunduğu yer,
hepimizin de bildiği Çukurambar mevkisi. Yani, Ankara’nın, bugün, en değerli
noktalarından bir tanesi, en mutena semtlerinden bir tanesi. Böyle olunca da
burada “kentsel dönüşüm” adı altında bir proje… Ama, hiçbir yasaya sığmayan,
hiçbir yönetmeliğe sığmayan bir proje dayatılmak isteniyor çünkü vasiyet edilen
bu alanların hepsi yasayla korunmaktadır. Atatürk Orman Çiftliği arsaları
devlet mülkü hükmündedir; dolayısıyla, ticari ve konut alanı yapılmayacağına
dair kesin hüküm vardır. Böyle olunca da Ankara’nın 13. İdare Mahkemesi, 4.
Ankara İdare Mahkemesi, tekrar Ankara 4. İdare Mahkemesi 2009/44, 2009/124,
2009/66 no.lu kararlarla Melih Gökçek projelerinin hepsini iptal etmiştir.
Kentsel dönüşüm
projeleriyle ilgili de idare mahkemesinin kararını sizlere okumak istiyorum:
Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarının spekülatif girişimlere elverdiği,
kamu yararından çok kişi yararı gözettiği, dava konusu alanda yürürlükte olan
bir planın içinde farklı bir yapılaşmaya gidildiği, önceki planın kurgusunun ve
bütünlüğün bozulduğu üst ölçekli planlara dayanak olarak hazırlanan ve
Çukurambar mevki kentsel dönüşüm ve gelişim planlama alanı olarak belirlenen
alanın bir çok sakıncayı içermesi nedeniyle yasalara aykırı olarak kamu yasalarına
aykırı olduğu belirtilerek dava konusu işlem iptal edilmiş.
Bir diğer kararda
ise AOÇ mülkiyetinde bulunan alanı kamu kuruluşu olarak satın alan Gazi
Üniversitesinin kamu hizmetine yönelik olarak kullanımı yerine, alanları konut
yapılaşması ile rant paylaşımına dönüştürülmesinin kamu yararına uygun
düşmeyeceği, çiftlik arazisinin halkın ortak kullanımına hizmet edecek şekilde
düzenlenmesi gerekirken ranta yöneltildiği, sonuç itibariyle bir eğitim
kurumuna ayrılmasına rağmen özünde konut ve ticari yapılaşma getirecek olan
plan değişikliğinin üstün kamu yararı açısından uygun olmadığı…
Şimdi, bu
ifadelerden dolayı biz bu konuyu KİT Komisyonunda konuştuk, fakat bunu Mecliste
siz değerli arkadaşlarımızın da… Bu bir vicdani meseledir. Dolayısıyla konuta
ve ticari alana ayrılmayacak böyle bir yeri, üstelik emsaller yükseltilerek,
yaklaşık bin konut yapılacak tarzda projelendirmesi ve bunun da, önceden
devletin yatırması, üniversitenin yatırması gereken paranın bir özel inşaat
şirketi tarafından yatırılması manidardır, vahim durumdur. Bu, dikkatle
izlenmesi gereken bir durumdur. Bu nedenle, bir yozlaşmaya, bir usulsüz
uygulamaya birlikte karşı çıkmak zorundayız. KİT Komisyonunda bu konuyu
sağladık.
Değerli
arkadaşlarım, yalnız bu konuya Atatürk Orman Çiftliği olduğu için ve Atatürk’ün
vasiyeti olduğu için sizlerin de hep beraber duyarlılığınızı bekliyorum, bu
konuyla ilgili Meclis araştırmasının ve bir komisyonun kurulmasının da önemli
olduğunu söylüyorum.
Bu konuyla ilgili
zaten Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu daha sizin ilk yıllarınızda,
2003 yılında, bir rapor düzenleyip sizlere verdi. Atatürk Orman Çiftliğiyle
ilgili koruma amaçlı bir planının olmadığı, birinci derece sit alanı olduğu ve
mutlaka plan yapılması gerektiği, üzerinde olimpiyat alanları, spor alanları
yaratılarak çarpık yapılaşmaya gidileceği konusunda bir rapor yazıldı. Atatürk
Orman Çiftliği bir kent parkına dönüştürülmeli, farklı beklentileri olan kurum
ve kuruluşlar arasında paylaştırılmamalıdır. Böylece eğer onlarla paylaştırmaya
kalkarsak plan bütünlüğünü göz ardı etmiş olacağız.
Bir diğeri de
Çiftlik yönetim yapısı yeterli değildir. Bu iş ziraat mühendisi, veteriner işi
değildir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
HÜSEYİN ÜNSAL
(Devamla) – Teşekkür ederim.
Çiftliğin
stratejik gelişimi göz önüne alınarak oraya şehir plancıları, mimarlar ve gıda
mühendisleri de istihdam edilmelidir.
Çiftliğin gelir
kaynakları yetersizdir. Çiftliğin kiraya verildiği alanlar -üzerinde zaten bir araştırma önergemiz
de o konuda var- yetersiz olduğu için de Çiftlik yeteri kadar korunamamaktadır.
Değerli
arkadaşlarım, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın bize bir emanetidir, bu Atatürk Orman
Çiftliğine mutlak ve mutlak sahip çıkmamız gerektiğini düşünüyor ve bu konuyla
ilgili grup önerimizin lehinde oy vermenizi diliyor, hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Ünsal.
Cumhuriyet Halk
Partisi grup önerisinin aleyhinde Samsun Milletvekili Sayın Ahmet Yeni. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
AHMET YENİ
(Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi grup
önerisinin aleyhinde söz aldım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Çirkin terör
sonucu şehit olan askerlerimize ve güvenlik kuvvetlerimize Allah’tan rahmet
diliyorum, ailelerine ve yüce milletimize başsağlığı diliyorum. İstanbul’da
şehit olan askerlerimiz ile ilgili olarak da teröristin yakalandığını
duyduğumuzda gerçekten çok sevindik. Pazartesi günü Bafra’da ebedî
istirahatgâhına uğurladığımız şehidimiz Mehmet Boşnak’ın ailesi de birazcık
olsun rahatlamış oldu. Kendilerine tekrar başsağlığı diliyorum.
Adalet ve
Kalkınma Partisi olarak şu üç konu ile mücadele edeceğimizi iktidara gelmeden
önce söylemiştik: Yolsuzluk, yoksulluk, yasaklar ile.
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Terör yok mu Ahmet Bey? Onların içinde terör yok muydu?
AHMET YENİ
(Devamla) – Değerli milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisi adına
konuşurken aynı zamanda sekiz yıldır KİT Komisyonu Sözcülüğünü de yapmaktayım.
Ziraat Bankası, Halk Bankası, Eximbank, Kalkınma Bankası, İstanbul Menkul
Kıymetler Borsası, Altın Borsası, tasfiye hâlindeki Emlakbank, TÜBİTAK Marmara
Araştırma Merkezi, İller Bankası gibi kurumların da alt komisyon başkanlığını
yürütmekteyim.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; her kurumu, her KİT’i en detaylı bir şekilde
denetledik ve yıllarca denetlenmeyen KİT’leri güncel denetim yıllarına hep
beraber taşımış olduk. Muhalefet milletvekilleriyle nasıl denetim yaptığımızı
hem milletvekili arkadaşlarımız hem de hep beraber görüyoruz, biliyoruz. Bu
kurumları yüce milletimiz adına denetliyoruz. Biz millete hesap verdik ve hesap
veriyoruz. Varsa, hiçbir yolsuzluğa göz yummadık, yummayız. Tüyü bitmemiş
yetimin hakkını biz korumaya geldik.
GÜROL ERGİN
(Muğla) – Maşallah! Deniz Feneri ne oldu, Deniz Feneri? Deniz Fenerini anlat
hemşehrim.
AHMET YENİ
(Devamla) – Değerli Hocam, dinle lütfen.
GÜROL ERGİN
(Muğla) – Deniz Fenerini anlat dinleyeyim.
BAŞKAN – Sayın
Ergin, lütfen… Rica ediyorum, Hatip konuşsun, rica ediyorum, lütfen…
AHMET YENİ
(Devamla) – Atatürk’ün emanetine her alanda biz sahip çıktık. Cumhuriyet Halk
Partisi grup önerisinde gündeme alınması talep edilen Meclis araştırma
önergesinde, değerli milletvekilleri, dört konu yer almaktadır.
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Laf atmak böyle bir şey Ahmet Bey! Burada otururken konuşuyordun!
AHMET YENİ
(Devamla) – Bunlardan birincisi, Atatürk Orman Çiftliği ile Petrol Ofisi Anonim
Şirketi arasında imzalanan bayrak hakkı sözleşmesi ve müteakiben imzalanan kira
sözleşmesiyle ilgili husustur. Bu konuda Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu
tarafından özel inceleme raporu düzenlenmiş; bu rapor gereğince Başbakanlık
Teftiş Kurulu tarafından incelenmiş, rapor düzenlenmiştir. Ayrıca Bakanlık iç
denetim raporu, Bakanlık Teftiş Kurulu raporu düzenlenmiş, bu raporlar
cumhuriyet başsavcılığına intikal ettirilmiş ve Ankara cumhuriyet savcısı
kararıyla evrakın işlemden kaldırılmasına karar verildiği görülmüştür. Bütün bu
raporlar ve konuyla ilgili sorular ve sorulara alınan cevaplar Kamu İktisadi
Teşebbüsleri Komisyonunda detaylı olarak görüşülmüştür ve Komisyonumuz
Başbakanlık Teftiş Kurulu raporlarına itibar ederek bu konuya münhasır olmak
üzere Atatürk Orman Çiftliği hesapları -Cumhuriyet Halk Partisi, Milliyetçi
Hareket Partisi ve Barış ve Demokrasi Partisinin de katılımlarıyla birlikte-
değerli arkadaşlar, ibra edilmemiştir. Biz orada, Adalet ve Kalkınma Partisi
milletvekilleri, çoğunluktayız, oranın yönetimini biz yapıyoruz ve bu hesapları
ibra etmedik. Onun için size de çok teşekkür ediyorum.
GÜROL ERGİN
(Muğla) – O zaman destekliyorsunuz…
OKTAY VURAL
(İzmir) – Parti olarak mı yönetiyorsunuz orayı?
AHMET YENİ
(Devamla) – Değerli arkadaşlar, konu ikinci kere yargıya intikal edecektir.
Gerçekten, ikinci kere bunu yargıya intikal ettirdik. Yargının kararına herkes
uyacak. Bu konuyla ilgili olarak da başkaca yapılacak bir işlem yoktur.
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Şarkikaraağaç Belediyesinde niye uymadınız? Kesinleşmiş yargı
kararı vardır.
AHMET YENİ
(Devamla) – Yanlış yapılmışsa yanlış yapan cezasını çekecek ve sonucuna
katlanacaktır. Yoksa yanlışları, onlar da ibra edilmiş olacaktır.
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – İki buçuk ay oldu, kesin hüküm var.
AHMET YENİ
(Devamla) - CHP’nin Meclis araştırma önergesinde gündeme getirdiği ikinci konu
ise: Gazi Üniversitesi Rektörlüğüne devredilen arazinin tahsis amaçlarına
aykırı olarak kullanıldığı, konut inşaatı için kullanılma kararının alındığı söz
konusudur.
Değerli
milletvekilleri, KİT Komisyonu olarak Sayıştaya biz bir yazı yazdık.
Komisyonumuz, Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğünün 2007 ve 2008 yıllarına ait
faaliyetlerinin denetim görüşmelerinin yapıldığı 8/6/2010 tarihli
toplantısında, kuruluşun bu konuyla alakalı tüm detay bilgilerini Sayıştay
Başkanlığından biz KİT Komisyonu olarak istedik.
HÜSEYİN ÜNSAL
(Amasya) – Ne zaman gelecek cevap?
AHMET YENİ
(Devamla) - Atatürk Orman Çiftliğinin kuruluş kanunu olan 24/3/1950 tarihli
5659 sayılı Kanun’un 10’uncu maddesi gereğince, bu kanunun yayımı tarihindeki
sınırları içinde bulunan gayrimenkullerin devirleri özel bir kanunla mümkündür,
yani bu devir işlemleri kanunla yapılmaktadır.
24/5/1983
tarihinde kabul edilen 2823 sayılı Kanun gereğince, söz konusu arazilerin,
Tarım ve Orman Bakanlığı ile Gazi Üniversitesi Rektörlüğü arasında tespit
edilecek bir bedelle Gazi Üniversitesine devredilmesi hükme bağlanmıştır. Bu
kanunun gerekçesinde, “Ankara Balgat Çukurambar bölgesinde, Gazi Üniversitesi
Tıp Fakültesi öğrencilerinin modern tıp eğitimini gerçekleştirme mecburiyeti ve
bölgede yaşayan vatandaşlara verilen sınırlı sağlık hizmetlerinin
genişletilmesindeki zaruret, tıp fakültelerinin tevsiini gerektirmektedir.”
denilmekteydi. Devir amacı budur.
KİT Komisyonunun
Atatürk Orman Çiftliği denetimleri sırasında konu gündeme gelmiş ve Yüksek
Denetleme Kurulu raporunda öneri olarak, bu arazilerin amacı dışında kullanılıp
kullanılmadığı konusunun araştırılması için Sayıştay Başkanlığı tarafından
incelemelerin sonuçları konusunda yine bilgi edinmek amacıyla Sayıştay nezdinde
girişimlerde bulunulması ve söz konusu arazilerin tahsis amacına uygun olarak
kullanılıp kullanılmadığının takip edilmesi önerisi gündeme alınmış,
görüşülmüş, Komisyonumuz öneriye iştirak etmiş, Sayıştay tarafından KİT
Komisyonumuza bilgi verilmesi hususunda -biraz evvel okuduğum yazıda- tavsiye
kararı alınmış ve bu hususta KİT Komisyonu Başkanlığı tarafından Sayıştay
Başkanlığına resmen yazı yazılarak bilgi talep edilmiştir. Yani konu
Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu ve Komisyonumuz tarafından izlenmekte ve
takip edilmektedir.
Üçüncü husus,
Atatürk Orman Çiftliğindeki yerlerin kiraya verilmesi işlemlerinde kira
gelirlerinin günün şartlarına göre düşük olduğu iddiasıdır CHP’nin önerisinde.
Bu konuda, az önce belirttiğimiz birinci konu, Atatürk Orman Çiftliği ile POAŞ
arasındaki kiralama konusu Komisyonumuzda görüşülürken, Başbakanlık Yüksek
Denetleme Raporu’nda belirtilen konuyla ilgili hususların kurum tarafından
dikkatle takip edilmesi ve tedbirlerin alınması vurgulanmış, eski kira
sözleşmelerinden kaynaklanan olumsuzlukların yeniden gözden geçirilmesi
tavsiyesi edilmiştir.
Cumhuriyet Halk
Partisi Meclis araştırması önergesindeki dördüncü konu, özelleştirilmiş
kurumlara ait arazilerin tahsis amacı ortadan kalktığı için Atatürk Orman
Çiftliğine geri devredilmesi hususudur ki, bu konuda gerekli çalışmalar da,
değerli milletvekilleri, sürdürülmektedir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; herhangi bir kurum, yöneticiyle ilgili varsa bir
yolsuzluk iddiaları önergede, hiç beklemeyin, hemen mahkemeye müracaat edin ama
bilgisiz, belgesiz, gazete haberleriyle milletimizi de oyalamayalım, millete
zaman kaybettirmeyelim, gereken yapılmaktadır.
OKTAY VURAL
(İzmir) – Meclisin denetim görevi yok mu yani?
AHMET YENİ
(Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz iktidara geldiğimiz
günden itibaren…
MEHMET GÜNAL
(Antalya) – Yani fazla karıştırmayın diyorsunuz?
AHMET YENİ
(Devamla) - Karıştırın, biz karıştırıyoruz. Gelin, KİT Komisyonunda nasıl
denetim yaptığımızı arada bir izleyin, inceleyin.
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Gel Genel Kurulda da tartışalım.
AHMET YENİ
(Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bakın, şu raporlara bir
bakın, şu raporların kalınlıklarına.
HÜSEYİN ÜNSAL
(Amasya) – Gereğini yerine getir o raporların.
AHMET YENİ
(Devamla) - Evet, 2002 ve öncesi raporun kalınlığına bakın ve şu andaki…
OKTAY VURAL
(İzmir) – Kaç santim?
AHMET YENİ
(Devamla) - Yüksek Denetleme Kurulu bu raporları tanzim ediyor, düzenliyor.
NECATİ ÖZENSOY
(Bursa) – Biraz sonra ben de söyleyeceğim!
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Sonuç, sonuç; netice?
AHMET YENİ
(Devamla) - Birçok müfettişler var aralarında. Biz bu arkadaşlarımıza
güveniyoruz. Demek ki o dönemde şu kadar kalın bir rapor düzenlenmiş, evet
bizim dönemimizde o yolsuzluk…
MEHMET GÜNAL
(Antalya) – İçindekileri vere vere Çiftlik gitti, Çiftlik!
AHMET YENİ
(Devamla) - …yoksulluk ve yasaklar üzerine gideceğimiz sözümüzün ortaya konduğu
raporlar da burada.
Şu rapora bak, şu
rapora 2002 öncesi… Bir de şu rapora bakın…
MEHMET GÜNAL
(Antalya) – Ahmet Bey, kaç gram gelir, kaç gram?
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Ağırlığı ne kadar?
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen…
AHMET YENİ
(Devamla) - Değerli kardeşlerim, değerli arkadaşlar; biz, yüce Türk milletinin
hakkını korumaya geldik, onun için buradayız ama görüşmekte olduğumuz birçok
konu var. Meclisimizi meşgul etmeden hemen kanunları görüşmeye geçmemiz lazım,
milletimiz bizden bir an evvel bu kanunların çıkarılmasını bekliyor.
Bu vesileyle ben
hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. Hayırlı uğurlu olsun. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim.
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Ahmet Bey, arkadaşların nerede, arkadaşların?
AHMET YENİ
(Samsun) – Siz varsınız ya!
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Sağ ol, Allah razı olsun. Bir de seninkileri çağır, bu millet sana
da yetki verdi. Bak ben buradayım.
BAŞKAN –
Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisinin lehinde Bursa Milletvekili Sayın Necati
Özensoy. (MHP sıralarından alkışlar)
NECATİ ÖZENSOY
(Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi grup
önerisinin lehinde söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Maalesef artan
terör olaylarıyla her gün şehit haberleri gelmekte ve bizler Türk milleti
olarak son derece üzülmekteyiz. Terör olaylarında bu olayları destekleyen,
gerekli tedbirleri almayan bütün sorumluları buradan şiddetle kınıyor,
şehitlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine de başsağlığı diliyorum.
Şimdi, biraz önce
Sayın Yeni, KİT Komisyonundaki denetimlerden bahsederken, kendisinin de sözcü
olduğu komisyondan bilgi verirken daha işin başında yanlış bir bilgi verdi.
Atatürk Orman Çiftliğinin hesaplarının KİT Komisyonunda ibra edilmesi gibi bir
yetki var mı?
Şurada sonuç
bölümünü okuyorum: “Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğünün 2008 bilançosu, işte
falanca rakam kârıyla kapanan gelir tablosu tasvibe sunulur.”
ÜNAL KACIR
(İstanbul) – İbra işte o.
NECATİ ÖZENSOY
(Devamla) – Genel kurullarında ibra edilen bir şeyi KİT Komisyonu nasıl ibra
eder veya etmez? Oylama bile yapmıyorsunuz orada.
ÜNAL KACIR
(İstanbul) – Hayır, hayır.
AHMET YENİ
(Samsun) – Üç senede öğretememişiz ya!
MEHMET GÜNAL
(Antalya) – Dinlesene Ahmet Bey. Hem soruyorsun hem dinlemiyorsun.
NECATİ ÖZENSOY
(Devamla) - Bakın, yanlış bilgi vermeyin. Genel kurulda tasvibe sunulan bir
şeyin orada oylaması olmaz.
AHMET YENİ
(Samsun) – Üç senedir öğretememişiz sana!
ÜNAL KACIR
(İstanbul) – O zaman niye ibra edilmedi?
NECATİ ÖZENSOY
(Devamla) - Tutanakları getirtiriz, burada konuşuruz.
ÜNAL KACIR
(İstanbul) – Niye ibra edilmedi o zaman?
NECATİ ÖZENSOY
(Devamla) - Yani tasvibe sunulan bir raporun ibrası KİT Komisyonunda olmaz.
ÜNAL KACIR
(İstanbul) – Tasvip ibradır işte.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) – KİT Komisyonu bir aile, kavga etmez! Kavga etmez KİT
Komisyonu, aile yahu! Yapmayın bunu ya! Bir aile ya!
NECATİ ÖZENSOY
(Devamla) - Yanlış bilgi vermeyin. “Biz KİT Komisyonunda Atatürk Orman
Çiftliğinin hesaplarını ibra etmedik.” diye bir şey söz konusu değil. Yani
buradan birtakım bilgileri verirken doğru verin. Yani bir kere, göz göre göre…
Yani şuradaki tutanaklardan okuyorum. Yani, KİT Komisyonunun da tutanaklarını
burada getirtip…
ÜNAL KACIR
(İstanbul) – İbra edilenler yok mu orada?
NECATİ ÖZENSOY
(Devamla) - Başkan, bakın, asıl konumuza gelelim. Atatürk Orman Çiftliği…
AHMET YENİ
(Samsun) – Üç senede öğrenememişsin!
NECATİ ÖZENSOY
(Devamla) – Siz öğrenememişsiniz, siz sekiz senedir öğrenememişsiniz. Üç
senedir biz neler yapıyoruz. Kamu kuruluşlarının daha düzgün, daha doğru
denetlenmesi ve daha doğru çalışması için elimizden gelenleri nasıl
yaptığımızı, nasıl çaba gösterdiğimizi başta Başkan ve bütün KİT Komisyonundaki
iktidar partisi milletvekilleri biliyor. Ama KİT Komisyonunda KİT Komisyonu
üyesi hiçbir arkadaşımız, bizler de dâhil, bu kurum ve kuruluşların gerektiği
gibi, yeteri gibi denetlendiğini söylerse biraz insafsızlık etmiş olur. Siz de
biraz önce gösterdiniz, şu Yüksek Denetleme Kurulunun bir sene boyunca denetleyip
getirdiği raporları biz orada üç saatte görüşüp hemen karara bağlıyoruz.
AHMET YENİ
(Samsun) – Altı saat konuştuk, altı saat!
NECATİ ÖZENSOY
(Devamla) – Nasıl bir denetleme? Hemen “Yeteri kadar denetlendi, şu…” Bakın,
orada hep beraber bütün kurumları denetliyoruz. Biraz insaflı olun. Yani
“Yeteri kadar KİT Komisyonunda bu denetimler yapılıyor.” demeyin, lütfen.
Atatürk Orman
Çiftliği, biraz önce de ifade edildiği gibi, 25/5/1925 tarihinde Atatürk
tarafından kurulmuş. Çiftliğin kuruluş amacı “Yeni başkent Ankara ve çevresini
ağaçlandırmak, yeşillendirmek, modern tarım ve işletmecilik tekniklerini
uygulayarak çevre çiftçilerine önderlik ve öğreticilik yapmak” olarak
belirlenmiştir.
Bu konuştuklarım,
bu söylediklerimin hepsini Yüksek Denetleme Kurulunun raporlarından ifade
edeceğim. Aklımdan veya basından, gazetelerden okuduğumuz şeyleri burada ifade
etmiyorum.
Yine, Yüksek
Denetleme Kurulu, “Ulu Önder Atatürk’ün ülkenin çeşitli bölgelerinde 150 bin
dekar üzerinde tesis edilerek 1937 yılında yazmış olduğu bağış mektubuyla
millete mal ettiği beş çiftliğin en büyüğünü teşkil eden Atatürk Orman Çiftliği
bağışlandığı tarihlerde 55 bin dekar iken, çeşitli tarihlerde yapılan bağış,
satış ve işgaller sonucu giderek küçülerek 2007 yılı sonu itibarıyla 33.351 dekara
gerilemiştir.” diyor Yüksek Denetleme Kurulu. Yani Atatürk Orman Çiftliğinde
bugün bir şeylerin iyi gitmediği ortada, Yüksek Denetleme Kurulunun önümüze
getirdiği öneriler de ortada.
Yine, Yüksek
Denetleme Kurulunun raporları veya milletvekillerinin verdikleri soru
önergeleri ve araştırma önergelerinin de ne şekilde incelendiği, nasıl
incelendiği de bütün bunlar ortada. Ne kadar konuşabildiğiniz de, ortada.
Yine, bu konuyla
alakalı, Atatürk Orman Çiftliğiyle alakalı bu arazinin, Gazi Üniversitesine tahsis
edilen arazinin bir şirket tarafından bedelinin ödenmesi ve bununla ilgili
soruşturmaların ne kadar yeterli yapıldığını da biz orada bizzat müşahede eden,
o tutanaklara bizzat söylediklerimizin geçirildiği denetimlerden geliyoruz.
Bakın, bu araziyle alakalı Gazi Üniversitesi bütçesinden ödenmesi gerekirken,
yine Yüksek Denetleme raporlarında Kuzu Toplu İnşaat ve Limitet Şirketi ve Park
Gazi İnşaat Yatırım AŞ unvanlı şirket tarafından ödenmesiyle alakalı Yüksek
Denetleme Kurulunun raporlarını ne kadar dikkate aldığımızı buradan yine hep
birlikte görmekte veya tutanaklardan da yine bunları irdeleyebiliriz,
söyleyebiliriz.
Bakın, biraz önce
yine Sayın Yeni burada, benzin istasyonunun kiralanmasıyla alakalı bir konuyu
KİT Komisyonunda görüştüğümüzü ifade etti. Orada görüştüğümüz konu şudur: Yirmi
yıllık sözleşmesi olan bir şirket, kiralama sözleşmesi olan bir şirket,
sözleşme bitimine doğru Türkiye Petrol Dağıtım Limitet Şirketinin verdiği
teklifle birlikte… O verdiği teklifi, Tarım Bakanlığına da yazdığı yazıyı
sizlere burada aktarmak istiyorum: “Mülkiyeti Atatürk Orman Çiftliğine ait olan
Anadolu Bulvarı üzerindeki -şu amblemli bulunan- karşılıklı iki adet
istasyonun, AOÇ’yle sözleşmenin sona ermesi ve şirketimizle AOÇ arasında
yapılan şifahi görüşmeler sonrası yapılan mutabakata istinaden, bahsi geçen
istasyonlarda uzun süreli olarak ‘TP’ amblemi altında faaliyette bulunması
talebimizi ve buna ilişkin olarak tarafların bir araya gelerek protokol
hazırlaması hususu, Atatürk Orman Çiftliğine gönderilerek ekli yazımızda
iletilmiştir. Ancak bugüne kadar ilgili yazımıza AOÇ tarafından menfi ya da
müspet yanıt verilmemiştir. Konuya ilişkin teklifimiz ise on iki yıllık işletme
hakkı şirketimize ait olmak üzere, kira vesaire giderler için AOÇ’ye 3 milyon
Amerikan dolarının peşin olarak ödenmesi ve buna ilaveten akaryakıttan elde
edilen kârın yüzde 25’inin AOÇ’ye verilmesi kaydıyla istasyonların ‘TP’ amblemi
altında faaliyette bulunması düşünülmektedir.” diye bir teklif verilmiş, ama
buna karşılık, bu teklif, bu kira sözleşmesinin dolmasına birkaç ay kala,
maalesef, orada bulunan bir firmayla tekrar sözleşme yapılmış, ancak o
sözleşmenin rakamı on bir yıllığına 1 milyon 180 bin dolar karşılığında bayrak
hakkı ve yıllık da 12 bin lira civarında bir kirayla sözleşme yapılmış.
Dolayısıyla, TP’nin yaptığı bu teklifle kiralama yapılan rakam arasında ciddi
anlamda uçurumlar var.
Bunun dışında, bu
denetlemelerde, bu soruşturmalarda daha çok kira kanunlarıyla alakalı konulara
da atıflarda bulunuyorlar. Ancak, yine orada kiracı olarak devam eden kuruluş,
kendisine tahsis edilen 7 bin küsur metrekare yere ilaveten 13 bin metrekare
yeri de işgal etmiş, usulsüz bir şekilde işgal etmiş ve bununla ilgili de
herhangi bir talepte bulunulmadan, yeni yapılan kira sözleşmesine de bu 13 bin
metrekare yer de ilave edilerek, burada bu teklif dururken, yine mevcutta
bulunan şirkete aynı şekilde sözleşme devri yapılmıştır. Bununla ilgili
görüşler alınırken sorulan soru yanlıştır. Sorulan soru bu kira sözleşmesinin
uzatılıp uzatılamayacağıyla alakalıdır, yani mevcut firmanın bir 13 bin
metrekare daha ilave yapılıp veya yine AOÇ’nin daha önceden yapmış olduğu
kiraların yükseltilmesiyle ilgili talepte, bu firmanın, Petrol Dağıtım Limitet
Şirketinin verdiği teklifler göz önünde bulundurulmamıştır. Şayet bu teklifler
göz önünde bulundurulmuş olsaydı tekrar kira tespiti yapılırken 3 milyon, yani
yaklaşık aradaki 1 milyon 820 bin dolarlık bayrak hakkı ve yine hesaplandığında
bu kurumun verdiği kârdan yüzde 25 hissenin boyutlarının nerelerde olduğu, en azından
mevcuda kiralanacak olan bu yerin kirasının da bu teklif baz alınarak tekrar
yapılması gerektiği noktasında bütün soruşturmalarda, bütün yazışmalarda bunlar
dikkate alınmamış, dolayısıyla Atatürk Orman Çiftliğinin yaptığı bu sözleşme
rayiç bedeller üzerinden yapılmadığı gibi usulsüz ve kamuyu zarara uğratan,
milyonlarca dolarlık zarara uğratan bir uygulama söz konusudur.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
NECATİ ÖZENSOY
(Devamla) – Teşekkür ederim.
Atatürk Orman
Çiftliğinde, sadece Gazi Üniversitesine tahsis edilen veya bu petrol
istasyonuyla alakalı hususlardan ziyade daha birçok sıkıntılar söz konusudur.
Bunun için, bu verilen önerinin dikkate alınarak bu komisyonun bir an önce
kurulup Atatürk’ün mirasına sahip çıkmamız gerekmektedir.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Özensoy.
Cumhuriyet Halk
Partisi grup önerisinin aleyhinde Adıyaman Milletvekili Sayın Ahmet Aydın… (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) – Ahmet, sen aleyhte misin?
AHMET AYDIN
(Adıyaman) – Niçin aleyhte olduğumu söyleyeceğim şimdi.
ALGAN HACALOĞLU
(İstanbul) – Çukurambar’da evin mi var?
AHMET AYDIN
(Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi
grup önerisinin aleyhinde söz almış bulunuyor, yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, öncelikle bir hususu ifade etmek isterim ki, bizler kimsenin kirini
pasını sırtımızda asla taşımayız. En ufak bir yolsuzluk varsa, en başta üzerine
biz gideriz…
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Şarkikaraağaç Belediyesi, Ahmet Bey.
AHMET AYDIN
(Devamla) - …ki, bu vesileyle temiz toplum dedik ve bu manada hortumları
keserek ülkemize hizmet olarak aktardık onları.
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Kalpazanlık ve sahte parayı piyasaya sürmek suçu. İki buçuk ay önce
mahkûm olmuş, niye görevde tutuyorsunuz hâlâ?
AHMET AYDIN
(Devamla) - Değerli arkadaşlar, Atatürk Orman Çiftliğinin mevcut arazi ve
devirleriyle ilgili önce bilgi vermek istiyorum. Atatürk Orman Çiftliği
arazilerinden ilk olarak 1939 yılında, 3697 sayılı Kanun’la satış yapılmıştır. 39’da
başladı bu satış ve en son 1983 tarihinde çıkan kanunla satış yapılmıştır, Gazi
Üniversitesine. 83’ten sonra, AK PARTİ İktidarı döneminde kesinlikle en ufak
bir satış yapılmamıştır. Sadece 2008 yılında Gençlik Spor Genel Müdürlüğüne bir
kiralama söz konusu; tahsis edilmiş ama mülkiyet devri yapılmamıştır. Bugüne
kadar kanun ve Devlet Ziraat İşletmeleri Yönetim Kurulu kararıyla devredilen
arazi toplamı ise 22 bin dekardır. Kurulduğu yıllarda arazi varlığı yaklaşık
olarak 52 bin dekar olan Atatürk Orman Çiftliğinin hâlen arazi varlığı 32 bin
dekar kadardır.
Değerli
arkadaşlar, CHP grup önerisinin görüşülerek gündeme alınması talep edilen
konular hâlihazırda Meclis ihtisas komisyonu olan KİT Komisyonunun
gündemindedir aynı zamanda ve detaylı bir incelemeden geçirilmiştir. Hatta,
POAŞ ile ilgili husus da ibra edilmemiştir. Araştırma önergesinde geçen POAŞ
ile ilgili konuda savcının daha önceden soruşturmaya gerek olmadığına dair
kararı da mevcuttur ancak 2007 yılı bütçesi KİT Komisyonunca ibra
edilmediğinden, eğer gerekirse akabinde, gerektiğinde adli merciler gerekli
soruşturma ve araştırmayı yapacaklardır.
Yine, Gazi
Üniversitesine 1983 tarih ve 2823 sayılı Kanun ile 359 bin metrekare yer
satılmıştır, 83’te satılmıştır. Gazi Üniversitesi 1991 ile 2009 yılları
arasında bedelini ödeyerek arazinin tapusunu almıştır. Yine bu konuyla ilgili
de Sayıştay incelemesi devam etmektedir. Bir usulsüzlüğün tespiti hâlinde hiç
kuşkunuz, endişeniz olmasın, en başta biz adli mercilere müracaat etmek
suretiyle gereğini yapacağız.
Aynı şekilde,
değerli arkadaşlar, Özelleştirme Yüksek Kurulunun -yine araştırma önergesinde
konu edildiği için- 22 Mart 2000 tarih ve 24 sayılı Kararı’yla Özelleştirme
İdaresince çeşitli kurumlara tahsis edilen bir kısım arazi, özelleştirme
nedeniyle, bu kurumlar özelleştirildiğinden amacına uygun kullanılamadığı için
bu arazilerin tekrar Atatürk Orman Çiftliğine devri talep edilmiştir. Bu
arazilerin devri için de Tarım Bakanımızın imzasıyla hem Özelleştirme İdaresine
hem de Millî Emlak Genel Müdürlüğüne talepte bulunulmuştur.
Yine araştırma
önergesinde dile getirilen bir başka konu, Atatürk Orman Çiftliğinin gelirleri
ve bilhassa kira gelirleri burada söz konusu yapılmıştır. Atatürk Orman
Çiftliği, değerli arkadaşlar, kira gelirleriyle ağırlıklı olarak ayakta duran
bir kuruluştur. Bakıldığı zaman yıldan yıla kira gelirlerinde ciddi bir artış
görülecektir. Kaldı ki devam eden kira artış davaları da mevcuttur. Rakamlara
baktığımızda 2002 yılında kira geliri 2 milyon 300 bin TL iken 2009 yılında
yaklaşık 5 kat artmış ve kira geliri 11 milyon 524 bin TL’ye çıkmıştır. Yine
aynı şekilde, değerli arkadaşlar, Atatürk Orman Çiftliğinin 2000 yılındaki net
kârı 1 milyon 538 bin TL iken 2009 yılında 6 milyon 113 bine çıkmış, Atatürk
Orman Çiftliğinin net kârı da yaklaşık 4 kat artmıştır.
Değerli
arkadaşlar, az önce konuşan konuşmacı arkadaşımız özellikle Atatürk Orman
Çiftliği’ni çöplüğe dönüştürdüğümüzü, mezbeleye çevirdiğimizi ifade etti ama
ben size, Yüksek Denetleme Kurulunun 2002 raporunda önerilen 18 tane madde var…
MEHMET SERDAROĞLU
(Kastamonu) – Hâlâ 2002’desiniz, hâlâ oradasınız.
AHMET AYDIN
(Devamla) - 2002 yılı, yıl 2002, o tarihte kimin iktidar olduğunu bütün
halkımız biliyor.
O tarihteki
öneriler üzerinde sadece bir hususu, bir paragrafı size okuyacağım. 18 tane
öneri var. 17’nci önerisinde diyor ki: “Atatürk Orman Çiftliği alanı 1’inci
derecede sit alanı ilan ve tescil edilmesine rağmen, sekiz yılı aşkın süredir
AŞTİ-Eskişehir asfaltı bağlantısını sağlayan yolun sağ yanındaki tepe ile
Batıkent ile sınır Çakırlar mevkisindeki alana, 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun
3’üncü ve 8’inci maddeleriyle 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanunu’nun 57’nci maddesi ve Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek
Kurulunun 421 ve 659 sayılı ilke kararlarına aykırılık oluşturulmasına rağmen
taş, toprak, her türlü atık ve artığın döktürülerek çevre kirliliğine neden
olunması ve arazinin fiziki konumu ve kotuyla uyuşmayacak biçimde yığınların
oluşturulması ve üzerlerinin taş, toprak karışımı malzeme serilerek kapatılması
ve hâlen bu alanlar dışındaki alanlara döküm yaptırılması, Atatürk’ün bağış
mektubundaki amaçla bağdaşmadığı gibi, arazinin Ankara kenti için taşıdığı önem
ve olduğu gibi korunması gerekliliğiyle de bağdaşmaması…” gibi devam eden ve 18
maddeyi teşkil eden çok ciddi, Yüksek Denetleme Kurulunun önerileri var ve bu
önerilerden de görüyoruz ki -yıl 2002- 2002’ye geldiğimizde aslında Atatürk
Orman Çiftliği amacının dışında tamamen kullanılmış ve asıl o zaman, o tarihte
Atatürk Orman Çiftliği âdeta çöplük hâline getirilmiştir. Biz işte şimdi, bu
dönemde o çöplükten kurtarmaya çalışıyoruz.
Şimdi, o dönemde
Atatürk Orman Çiftliğinin daha az kârı varken mevcut durum itibarıyla çok daha
kâr oranını artırmayı ve amacına uygun bir şekilde tahsis ederek çok daha iyi
noktalarda kullanmaya çalışıyoruz.
Bu manada da şunu
tekrar ifade etmek isterim ki, zaten gündemine hâkim bir KİT Komisyonu var ve
KİT Komisyonu da detaylıca bu incelemelerini yapıyor. Bu manada da KİT
Komisyonu raporunun da beklenmesi gerektiği düşüncesindeyim.
Yine, aynı
şekilde, değerli arkadaşlar, Meclisimizin de gündemi zaten bellidir. Meclis de
gündemine hâkimdir. Bu nedenle CHP grup önerisinin aleyhinde olduğumuzu ifade
ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Aydın.
60’ıncı maddeye
göre pek kısa söz hakkı talebi vardır. Şimdi onları veriyorum.
Sayın Ünsal…
V.- AÇIKLAMALAR
(Devam)
15.- Amasya Milletvekili Hüseyin Ünsal’ın, tıp fakültesi
olacak alanların kentsel dönüşüm projeleri adı altında AK PARTİ’li Büyükşehir
Belediye Başkanınca konut alanına çevrildiğine ilişkin açıklaması
HÜSEYİN ÜNSAL
(Amasya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli AKP’li sözcü arkadaşlarımızın hepsi
konuşurken, sanki bu alanların Gazi Üniversitesi tarafından yatırıldığı gibi
bir imaj yarattılar. Ben bu konuda bir açıklama daha yapmak istiyorum. Buranın
üniversite olmasına, tıp fakültesi olmasına karşı değiliz. Fakat tıp fakültesi
olacak alanların “kentsel dönüşüm projeleri” adı altında AKP’li Büyükşehir
Belediye Başkanlığınca konut alanına çevrilip, konut alanına çevrilen bu
yerlerin parasının Kuzu İnşaat tarafından, bir özel şirket tarafından Atatürk
Orman Çiftçiliği hesaplarına aktarılması çok vahim durumdur. Bu, tuzun da
koktuğu bir durumdur. O yüzden bu açıklamayı yapmak ihtiyacını hissettim.
BAŞKAN – Sayın
Yeni...
16.- Samsun Milletvekili Ahmet Yeni’nin, Atatürk Orman
Çiftliği’nin 2007 yılı bilançosuna ilişkin açıklaması
AHMET YENİ
(Samsun) – Sayın Başkan, biraz önceki konuşmamda ona cevaben Özensoy’un bir
açıklaması olmuştur, onu düzeltmek istiyorum,
Yüksek Denetleme
Temsilcisi “Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğünün 2007 yılı bilançosu ve 7 milyon
rakamla -Türk lirası ile- ödenen kârı ile kapanan gelir tablosu tasvibe
sunulur.” dedi. “Komisyonumuzun değerli üyeleri –Başkan diyor- Atatürk Orman
Çiftliği Müdürlüğünün 2007 yılına ilişkin bilanço ve netice hesaplarına ait alt
komisyon raporunun sonuç bölümünü ibranıza sunuyorum: İbra edenler... İbra
etmeyenler... İbra edilmemiştir.” diye tutanaktan okuyorum. Sayın Sözcümüz bu
konuyu karıştırmıştır. O bakımdan ben düzeltme yapma ihtiyacı duydum.
Teşekkür
ediyorum.
VII.-
ÖNERİLER (Devam)
A) SİYASİ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ (Devam)
3.- TBMM Başkanlığına verilen “Atatürk Orman Çiftliği’nde
hukuksuzluk, usulsüzlük ve yolsuzlukların açığa çıkarılması ve çözüme
kavuşturulması” ile ilgili Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin,
Genel Kurulun 1/7/2010 Perşembe günkü birleşimde yapılmasına ilişkin CHP Grubu
önerisi (Devam)
BAŞKAN –
Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisini...
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan, karar yeter sayısı istiyoruz.
BAŞKAN – Karar
yeter sayısı arayacağım.
Oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Karar yeter sayısı yoktur.
Birleşime on
dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 16.47
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 17.02
BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Gülşen ORHAN (Van)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 127’nci Birleşiminin Dördüncü
Oturumunu açıyorum.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş önerisinin
oylanmasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi öneriyi
yeniden oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir, karar yeter sayısı vardır.
Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.
1’inci sırada yer
alan, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
VIII.- KANUN TASARI
VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu
(1/324) (S. Sayısı: 96)
BAŞKAN –
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2’nci sırada yer
alan, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu
(1/499) (S. Sayısı: 321)
BAŞKAN –
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3’üncü sırada yer
alan, Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına
Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para
Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
3.- Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve
Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek
Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin
Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/761) (S. Sayısı: 458)
BAŞKAN –
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
4’üncü sırada yer
alan, Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı, 633 Sayılı Diyanet
İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinin
Değiştirilmesi Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ve Kastamonu Milletvekili
Sayın Mehmet Serdaroğlu’nun 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununa Bir Madde
Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
4.-
Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı; 633 Sayılı Diyanet
İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinin
Değiştirilmesi Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ve Kastamonu Milletvekili
Mehmet Serdaroğlu’nun, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununa Bir Madde Eklenmesi
Hakkında Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/833, 1/162, 2/443)
(S. Sayısı: 507) (x)
BAŞKAN –
Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada.
İkinci bölümdeki
çerçeve 20’nci madde kabul edilmişti.
21’inci madde
üzerinde dört önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
Kanunu Tasarısının 21 inci maddesinin (b) fıkrasının (4) numaralı bendinin (a)
alt bendinde yer alan "(g) bendine "Dış Ticaret Müsteşarlığı Dış
Ticaret Uzmanları ve Dış Ticaret Kontrolörleri" ibaresinden sonra"
ibaresinin "(h) bendine "Vakıf Uzmanları," ibaresinden
sonra" şekilde değiştirilmesini ve aynı fıkranın (e) fıkrasına ekli (2)
sayılı listeye aşağıdaki kadroların eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Bekir Bozdağ Mustafa Elitaş M. Salih Erdoğan
Yozgat Kayseri Denizli
Osman Aslan Atilla Koç Özlem P. Türköne
Diyarbakır Aydın İstanbul
Bayram Özçelik Haluk İpek Veysi Kaynak
Burdur Ankara Kahramanmaraş
Mevlüt
Akgün
Karaman
KURUMU: DİYANET
İŞLERİ BAŞKANLIĞI
TEŞKİLATI: TAŞRA
SINIFI ÜNVANI DERECESİ SERBEST KADRO TOPLAM KADRO
ADEDİ ADEDİ
DH İmam
Hatip 10 3000 3000
DH Müezzin-Kayyım 12 2000 2000
DH Kur’an
Kursu
Öğreticisi 10 1500 1500
DH Vaiz 8 1000 1000
(x)
507 S. Sayılı Basmayazı 25/6/2010 tarihli 124’üncü Birleşim Tutanağı’na
eklidir.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
507 Sıra Sayılı
Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'nın çerçeve 21. maddesi
"VI- Din Hizmetleri Sınıfı" başlığı altında bulunan b) bendinin
aşağıda gösterilen şekilde düzenlenmesini arz ve teklif ederiz.
b) Yukarıda
belirtilenler dışındaki yüksek öğrenim mezunları
1
3000
2
2200
3
1600
4
1100
Osman Özçelik Bengi Yıldız Şerafettin Halis
Siirt Batman Tunceli
Hamit Geylani Akın
Birdal
Hakkâri Diyarbakır
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
Kanun Tasarısının 21’inci maddesinin (b) fıkrasının (3) numaralı bendinin (b)
alt bendinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Mehmet Günal Mehmet Şandır Beytullah Asil
Antalya Mersin Eskişehir
Yılmaz Tankut Mümin
İnan
Adana Niğde
b) "C- Din
Hizmetleri Tazminatı" bendinin (a), (b) ve (c) alt bentleri aşağıdaki
şekilde değiştirilmiş, anılan bende aşağıdaki (d) alt bendi,
eklenmiştir.
"a) İl müftü
yardımcısı, ilçe müftüsü, eğitim görevlisi, ve mesleği ile ilgili yüksek
öğrenim mezunu olup "Vaiz" kadrosuna atananlar için %175'ine,
b) Din Hizmetleri
Sınıfına dâhil kadrolarda bulunanlardan;
1. Yükseköğrenim
mezunu olanlar için %95’ine,
2. İmam-Hatip
Lisesi mezunları için %93’üne,
3. Diğerleri için
%89'una,"
"c) Diyanet
İşleri Başkanlığı merkez ve taşra teşkilatı kadrolarında bulunup, (a) ve (b)
alt bentlerinde sayılanlar dışında kalan personele ek ödeme düşülmeksizin
ayrıca %40’ına,”
BAŞKAN – Şimdi
maddeye en aykırı önergeyi okutup işleme alacağım.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
507 Sıra Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun
ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının çerçeve 21
inci maddesinin (b) fıkrasının (3) numaralı bendinin (b) alt bendi ile (4)
numaralı bendinin (b) alt bendinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini ve (e)
fıkrası ile Tasarıya eklenen (2) sayılı Listedeki “Başkanlık Müşaviri” ile
“Başkanlık Vaizi” kadrolarının Listeden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Ferit Mevlüt Aslanoğlu Enis Tütüncü Atila Emek
Malatya Tekirdağ Antalya
Kamer Genç Metin Arifağaoğlu Harun Öztürk
Tunceli Artvin İzmir
“(b) ‘C- Din
Hizmetleri Tazminatı' bendinin (a), (b) ve (c) alt bentleri aşağıdaki şekilde
değiştirilmiş, anılan bende aşağıdaki (d) alt bendi eklenmiştir.
"a) İl müftü
yardımcısı, ilçe müftüsü, eğitim görevlisi, din hizmetleri uzmanı, eğitim
uzmanı ve mesleği ile ilgili yüksek öğrenim mezunu olup "Vaiz"
kadrosuna atananlar için % 190'ına,
b) Din Hizmetleri
Sınıfına dahil kadrolarda bulunanlardan;
1. Yüksek öğrenim
mezunu olanlar için % 105'ine,
2. İmam-Hatip
Lisesi mezunları için % 103'üne,
3. Diğerleri için
%99'una,
c) Diyanet İşleri
Başkanlığı merkez ve taşra teşkilatı kadrolarında bulunup, (a) ve (b)
bentlerinde sayılanlar dışında kalan personele ek ödeme düşülmeksizin ayrıca %
60'ına,
d) (a) ve (b) alt
bentlerinde sayılanlardan ayrıca; başvaiz, başimam-hatip, Kur'an kursu
öğreticisi kadrolarına atananlara % 40'ına, uzman imam-hatip, Kur'an kursu
uzmanı öğreticisi ve başmüezzinlik kadrolarına atananlara % 20'sine,"
"(b) ‘VI-
Din Hizmetleri Sınıfı' bölümü aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
'VI- DİN
HİZMETLERİ SINIFI
Kadroları bu
sınıfa dahil olanlardan,
a) En az dört
yıllık yükseköğrenim mezunları
1 3000
2 2200
3 1600
4 1100
5 900
6 800
7 500
8 450
b) Dört yıldan az
süreli yükseköğrenim mezunları
1- 2200
2- 1600
3- 1100
4- 800
c) Diğerleri
1- 1500
2- 1100
3- 800
4- 650"
BAŞKAN – Komisyon
katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ OSMAN DEMİR (Tokat) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet
katılıyor mu?
DEVLET BAKANI
FARUK ÇELİK (Bursa) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Kim
konuşacak?
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Harun Öztürk konuşacak.
BAŞKAN – Sayın
Öztürk, buyurun.
HARUN ÖZTÜRK
(İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 507 sıra sayılı tasarının
21’inci maddesiyle ilgili olarak vermiş olduğumuz önerge üzerine söz aldım. Bu
vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, öncelikle 21’inci maddenin (a) ila (e) fıkraları arasında altı
kanunda değişiklik yapıldığına dikkatlerinizi çekmek istiyorum.
Yine bu
maddenin (b) fıkrasına bakıldığında da
657 sayılı Kanun’un üç ayrı maddesinde ve üç ayrı cetvelinde değişiklik
yapılmaktadır. Yani on bir ayrı çerçeve madde hâlinde düzenlenmesi gereken
konuların bir tek maddede toplanması Mevzuat Hazırlama Usul ve Esasları
Hakkındaki Yönetmelik’in 17’nci maddesinde yer alan “Değiştirilmesi öngörülen
maddelerin birden fazla olması durumunda bunlar tek bir çerçeve madde içinde
değil, her biri ayrı çerçeve maddeler ile düzenlenir.” hükmüne uyulmamıştır.
Yine bu maddede söz konusu yönetmelik hükümlerine aykırı olarak fıkraların
numarayla değil, harflerle gösterildiğini de görüyoruz. Dikkatle incelenirse bu
aykırılıkların birçok karışıklığa neden olacağı fark edilecektir. Bu maddede
(c) fıkrasının hangisi olduğunu, (b) fıkrasının alt bentlerindeki (c)’lere
karıştırılmadan bulmaya çalışırsanız maddenin düzenlenmesiyle ilgili olarak
söylediklerimi daha iyi anlayacaksınız diye düşünüyorum.
Değerli
milletvekilleri, tasarının 21’inci maddesiyle Diyanet İşleri Başkanlığının
merkez ve taşra teşkilatında görev yapan personelin din hizmetleri tazminatı
ile ek gösterge ve makam tazminatlarında bazı iyileştirmeler yapılmaktadır.
Başkanlık personelinin maaşlarında artış yapan hükümleri Cumhuriyet Halk
Partisi olarak biz de ilke olarak destekliyoruz ancak yapılan iyileştirmelerde
taşra teşkilatına göre merkez teşkilatı personelinin biraz daha çok
kayırıldığını görüyorsunuz. Bu durum, merkezde üst düzey görevlilerin
sözleşmeli istihdamına imkân verilmesinden, daire başkanlıklarının genel
müdürlük düzeyine çıkarılmasından, ek gösterge ve makam tazminatlarında yapılan
artışlardan kaynaklanmaktadır. Taşra teşkilatında görev yapan personele yapılan
haksızlığı bir nebze olsun telafi edebilmek için vermiş olduğumuz önergemize
destek vereceğinizi ümit ediyoruz.
Önergemizin
içeriğine geçmeden önce, önemli gördüğüm bir iki hususu dikkatlerinize sunmak
istiyorum.
Değerli
milletvekilleri, bugün her ne kadar istediğimiz ölçüde olmasa da teşkilat
kanunu gündeme geldiği için Başkanlık personelinin maaşlarında bazı
iyileştirmeler yapma fırsatı bulabildik. Peki, maaşlarında iyileştirme bekleyen
yaklaşık 2,5 milyon kamu görevlisi ile bunların emekli, dul ve yetimlerinin
durumlarını iyileştirmeye ne zaman fırsat bulabileceğiz? AKP, eşit işe eşit
ücreti amaçlayan bir kamu personel reformunu yapacağını vaat ederek iktidara
gelmişti. Aradan sekiz yıl geçti, birçok vaadinde olduğu gibi, AKP bu vaadini
de yerine getirmemiştir.
Değerli
milletvekilleri, bir şekilde Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine gelenler
için bazı iyileştirmeler yapıyoruz. Gündeme gelmeyen ya da getirilmeyenler ise
bir gün sıranın kendilerine de gelmesini sabırla beklemektedirler. Ancak, kamu
görevlilerinin bu konudaki sabrı taşmış ve AKP’den umudu kesmişlerdir. Kamu
personel rejiminde parça parça yapılan her düzenlemenin yeni dengesizliklere
yol açarak bir kamu personel reformunu hayata geçirmemizi daha da
zorlaştırdığını artık görmek durumundayız. Örneğin, bu tasarı ile eskiden
Başbakanlık Müsteşarının da altında bir grupta yer alan Diyanet İşleri Başkanı,
ek gösterge ve makam tazminatı bakımından bakanlık müsteşarlarının da üstüne
çıkarılarak Başbakanlık Müsteşarıyla eşitlenmektedir. Artık, bu düzenlemenden
sonra, “En yüksek devlet memuru” denildiğinde, sadece Başbakanlık Müsteşarı
hatırlanmayacaktır. Ek gösterge ve makam tazminatı konusunda teşkilattaki bazı
üst düzey görevliler için de benzer grup atlamaları yapılmış. Önümüzdeki
dönemde, kamu üst düzey görevlileri arasında bunun rahatsızlıkları
yaşanacaktır.
Değerli
milletvekilleri, tasarı, din hizmetleri tazminatına 10 ile 15 puanlık artışlar
getirmektedir. Bunun parasal karşılığı, 50 ile 75 liradır. Önergemizde, bu
rakamların 100 ile 150 lira düzeyine çekilmesi teklif edilmektedir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
HARUN ÖZTÜRK
(Devamla) – Tasarı, din hizmetleri sınıfında görev yapanların ek
göstergelerinde de bazı değişiklikler yapmaktadır. Eskiden bu sınıfta görev
yapan yükseköğrenimliler, dört yıllık ya da daha az süreli yükseköğrenimli
ayrımı yapılmadan ve yükseköğrenimlerinin dinî branşta olup olmadığına
bakılmaksızın aynı ek göstergeden yararlanıyorlardı. Yeni düzenlemeyle, dört
yıllık dinî yükseköğrenimliler için öngörülen ek gösterge uygulaması ilk dört
dereceden ilk sekiz dereceye yaygınlaştırılmakta ve ek gösterge rakamları
artırılarak öğretmenlerle eşitlenmektedir. Din hizmetleri sınıfında görev
alanların, dinî yükseköğrenimli olmayanlarla diğer personelin yararlandıkları
ek göstergelerle ilgili ise tasarıda bir değişiklik yapılmamaktadır.
Vermiş olduğumuz
önergeyle, dört yıllık yükseköğrenimliler arasında tasarı ile yaratılan dinî
yükseköğrenimli ve diğer yükseköğrenimlilerin ayrımı kaldırılmakta ve dört
yıllık yükseköğrenimlilerin hepsinin 8’inci dereceden itibaren ek gösterge
almalarına imkân tanınmaktadır. Yine, önergemizde…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Öztürk.
HARUN ÖZTÜRK
(Devamla) – Peki, teşekkür ediyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan, karar yeter sayısı…
BAŞKAN – Önergeyi
oylarınıza sunuyorum, karar yeter sayısı arayacağım: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.
Birleşime on
dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 17.19
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 17.30
BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Gülşen ORHAN (Van)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 127’nci Birleşiminin Beşinci
Oturumunu açıyorum.
507 sıra sayılı
Tasarı’nın 21’inci maddesi üzerinde verilen İzmir Milletvekili Sayın Harun
Öztürk ve arkadaşlarının önergesinin oylamasında karar yeter sayısı
bulunamamıştı. Şimdi önergeyi yeniden oylarınıza sunacağım ve karar yeter
sayısı arayacağım.
Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir, karar yeter sayısı vardır.
Tasarının
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon burada.
Hükûmet burada.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
Kanun Tasarısının 21'inci maddesinin (b) fıkrasının (3) numaralı bendinin (b)
alt bendinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Mehmet Günal (Antalya)
ve arkadaşları
“b) "C- Din
Hizmetleri Tazminatı" bendinin (a), (b) ve (c) alt bentleri aşağıdaki
şekilde değiştirilmiş, anılan bende aşağıdaki (d) alt bendi,
eklenmiştir.
"a) İl müftü
yardımcısı, ilçe müftüsü, eğitim görevlisi, ve mesleği ile ilgili yüksek
öğrenim mezunu olup "Vaiz" kadrosuna atananlar için %175'ine,
b) Din Hizmetleri
Sınıfına dahil kadrolarda bulunanlardan;
1. Yükseköğrenim mezunu olanlar için %95’ine,
2. İmam-Hatip Lisesi mezunları için %93’üne,
3. Diğerleri için %89'una,"
"c) Diyanet
İşleri Başkanlığı merkez ve taşra teşkilatı kadrolarında bulunup, (a) ve (b)
alt bentlerinde sayılanlar dışında kalan personele ek ödeme düşülmeksizin
ayrıca % 40’ına,”
BAŞKAN - Komisyon
katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ OSMAN DEMİR (Tokat) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet
katılıyor mu?
DEVLET BAKANI
FARUK ÇELİK (Bursa) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Günal. (MHP sıralarından alkışlar)
MEHMET GÜNAL
(Antalya) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Değerli
milletvekilleri, yüce heyetinizi ve yüce Türk milletini saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlarım, görüştüğümüz madde, tasarının yürürlük ve yürütme dışındaki son
maddesi ve önemli olduğu kadar da karmaşık bir madde. Defalarca arkadaşlarımıza
söylemiş olmamıza rağmen maalesef hangi
bendin hangi fıkraya ait olduğu, hangisinin alt bent olduğunu anlamak
mümkün değil…
OKTAY VURAL
(İzmir) – Devam et sen.
MEHMET GÜNAL
(Devamla) – Bilerek duruyorum. Arkadaşlar galiba aradan geldikleri için biraz
da dışarıda konuşmayı bitirememiştir. (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Test
etmiştim, duyuyormuşsunuz, bravo!
Değerli
arkadaşlarım, bu tasarının personelin özlük işleriyle ilgili en önemli maddesi
burada. Onun için… Ama ben yine size soracağım. Madem dinliyorsunuz, elinizde
varsa sıra sayısına bakın, önergede yazılan (b) maddesinin hangisi olduğunu
bulun, size ödül vereceğim.
ZEYİD ASLAN
(Tokat) – Yapma ya!
MEHMET GÜNAL
(Devamla) – Yani (b)’sini, (c)’sini, (d)’sini bulun, size ödül vereceğim.
ZEYİD ASLAN
(Tokat) – Çok saçma konuşuyorsun ya!
VEYSİ KAYNAK
(Kahramanmaraş) – Bizi sınava mı tabi tutuyorsun?
MEHMET GÜNAL
(Devamla) – Bakın, getirin, getirin, sözüm sözdür, bulabilirseniz ödül
vereceğim ya. İçinden bulun bana getirin, çizin getirin.
Değerli
arkadaşlarım, şunu anlatmaya çalışıyorum: Bu özlük işleriyle ilgili bir madde
ama bu işin başından beri Alt Komisyon üyesi olan ben bile baktığım zaman
bulamıyorum. Onu anlatmaya çalışıyorum. Kanun yapma tekniği açısından da
maalesef sorunlu.
İkincisi: Burada
tartışmış olduğumuz hususlarda tam bir mutabakat maalesef tartışmalarımıza
rağmen sağlayamadık. Bazı konularda iyileşme olmakla birlikte personelin
ücretlerinde, dün de bahsetmiştim, burada getirdiğimiz önerge yüzde 40, verilen
yüzde 25 civarında diye. Şube müdürleriyle ilgili önergemiz de kabul olmadı ama
burada ilginç bir şey var: Diyanet İşleri Başkanlığı radyo ve televizyon kurma
yetkisi istiyor. Böyle bir şey olamaz. TRT’nin durumu ortada. Diyanet İşleri
Başkanlığı dinî yayınlar yapar, onlara rehberlik yapar, paket programlar yapar,
yapılacak yayınlara danışman atar. Zaten TRT’deki durumumuz ortada. Bunun da
bir garabet olduğunu burada dikkatlerinize sunmak istiyorum. Varsa o konularda
bilgilendirme yapabilir ve o yayınlara danışmanlık yapabilir.
Değerli
arkadaşlarım, özet itibarıyla tasarıda personel arasındaki adalet maalesef
gözetilmemiştir. Ben size kısaca şunu söylemek istiyorum: Çünkü Müslüman demek
adil insan demektir, önce de çalışanlara adil olalım, demiştim.
Burada bir iki
şeyle konuşmamı sürdürmek istiyorum ama dikkatinize sunmak istediğim şey, Nisa
Suresi’nin 135’inci ayetinde aynen şöyle diyor: “Ey iman edenler, kendiniz,
anne babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa Allah için şahitler olarak
adaleti ayakta tutun. Onlar ister zengin olsun, ister fakir olsunlar, çünkü
onlar Allah’a daha yakındır. Öyle ise adaletten dönüp tutkularınıza uymayın.
Eğer dininizi eğip büker, sözü geveler ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz, Allah
yaptıklarınızdan haberi olandır.”
Yine, bize
adaleti emreden cuma hutbelerinde dinlediğimiz, bize adaletli olmayı, iyilik
yapmayı emreden sözleri de hatırlıyorsunuz. Her ne kadar “Allah katında tek din
İslam’dır.” kısmını çıkardıysak da yine de adaletli olma kısmını her cuma
dinliyoruz.
Değerli
arkadaşlarım, aynı mahiyette yine, Maide Suresi’nin 8’inci ayetinde “Ey iman
edenler! Adil şahitler olarak Allah için hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan
kininiz sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır.
Allah’tan korkup sakının. Şüphesiz ki Allah yapmakta olduklarınızdan haberdar
olandır.” diyor.
Yine, Kur'an-ı
Kerim’deki Allahuteala’nın bu emirlerinin yanı sıra, Türk töresinde de Kutadgu
Bilig’de şöyle bir cümle yer alır değerli arkadaşlarım: Orada adalete köni
denirdi,
“Köni eğiri bolsa
kıyamet kopar.” Yani adalet eğer eğrilirse kıyamet kopar. Dolayısıyla, burada
biz hem Türk töresinde hem İslam’ın emirleri arasında olan adaletli olmayı
personel içerisinde de sağlamak durumundayız. Toplumdaki adaleti ve huzuru
sağlamak için de bu hususları dikkate alarak, Diyanet İşleri Başkanlığını bu
adaleti sağlayacak şekilde insanlar yetiştirmek üzere dizayn etmemiz gerekir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayınız lütfen.
MEHMET GÜNAL
(Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Önemli bir
eksikliği tamamlıyoruz ama hâlâ çok eksikliklerle dolu.
Bizim Türk-İslam
medeniyetinin yaşandığı dönemlerde olduğu gibi, ilmi, aklı ön plana çıkaran,
iyi ahlakı ön plana çıkaran, akılla hareket etmeyi ön plana çıkaran bir
anlayışı hâkim kılmak üzere Diyanet İşleri Başkanlığını yapılandırmamız
gerekiyor, burada eksik kalmıştır. İnşallah, yine Maturidi’nin belirttiği, cüzi
irademiz, aklımızla davranarak bu adaletsizlikleri gidermemiz, toplumsal
uzlaşmayı sağlamamız gerekiyor. Diyanet İşlerini de bu şekilde yapılandırarak,
inşallah 2023 yılında lider ülke olma, ondan sonra da 2053 yılında dünyada
süper güç olarak -fethin 1600’üncü yıl dönümünde- Türk-İslam medeniyetini
yeniden ihya edecek nesilleri yetiştiririz ama bugünkü yaptığımız tasarı eksik
kalmıştır.
Hayırlı olmasını
diliyor, inşallah, MHP iktidarında tamamlamak üzere hepinize saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Günal.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge reddedilmiştir.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
507 Sıra Sayılı Diyanet
İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'nın çerçeve 21. maddesi "VI-
Din Hizmetleri Sınıfı" başlığı altında bulunan b) bendinin aşağıda
gösterilen şekilde düzenlenmesini arz ve teklif ederiz.
b) Yukarıda
belirtilenler dışındaki yüksek öğrenim mezunları
1
3000
2
2200
3
1600
4
1100
Bengi
Yıldız (Batman) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon
katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ OSMAN DEMİR
(Tokat) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet
katılıyor mu?
DEVLET BAKANI
FARUK ÇELİK (Bursa) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Yaman.
M. NURİ YAMAN
(Muş) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Evet, bu beş
dakikalık süre içinde, 507 sıra sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluş ve
görevleri hakkında yasanın 21’inci maddesindeki değişiklik üzerine söz almış
bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli hatipler
bu kürsüden bu kurumda çalışan insanlarımızın, her kademedeki insanların
sorunlarını gayet iyi ve net bir şekilde dile getirdiler. Ben de bölgemin,
genelde Kürt halkının yoğun olarak yaşadığı bölgedeki din görevlilerinden
bilhassa vekil imamlarla fahri imamların karşı karşıya bulundukları sorunları
dile getirmek istiyorum. Belki sizin bölgenizde, Anadolu’nun diğer
bölgelerinde, değerli milletvekillerimiz, bu vekil imam ve fahri imamlık
görevinde bulunmayan insanlar olabilir ama ne yazıktır ki Doğu ve Güneydoğu
Anadolu bölgelerinin büyük bir kesiminde, köylerimizin çoğunda imamlarımız ya
vekildir yahut da buralara kadro verilmediği için, imam da atanmadığı için
bunlar fahri imam görevini yapan insanlardır.
Evvela vekil imamların
karşılaştıkları çok önemli bir sorunu değerli milletvekili arkadaşlarımın
dikkatine sunmak istiyorum: Bilindiği gibi buna yapılan atamalarda KPSS
sınavında belli bir puanı alan ve taban puan üzerindeki kişiler çağrılıyor.
Size 2008 yılında yaşadığımız Muş’taki bir olayı gözlerinizin önüne sererek
örnek vermek istiyorum. O tarihte Muş’ta vekil imamlık için yapılan duyuruya
165 kişi başvuruda bulunuyor ve bu 165 kişiden sadece ve sadece 5 kişinin
ataması yapılabiliyor çünkü 70 ve üzerinde puan alan bu insanlara Diyanet
İşleri Başkanlığınca yapılan yeterlilik sınavında kendilerinin hitabet, ifade
ve konuşma kriterlerine göre puanlama yapınca hepsi ne yazık ki bu kriterlerin
dışında tutuluyor. Unutmamalı ki buradaki, bu sınavlara giren insanlarımızın büyük
bir çoğunluğunun, imamların büyük bir çoğunluğunun, yeterlilik bakımından
gerçekten bölgedeki Kürt medreselerinde yetişmiş dinî alimlerden dinî bakımdan
hiçbir eksiklikleri yok. Ancak bunlar kendi eğitimlerini, kendi ana dillerinde;
kendi dinlerini de, din ve kurallarını da yine ana dillerinde, Kürtçe
öğrenmekte ve konuşmalarını da hep Kürtçe yapmaktadır. Eğer siz bu yeterlilik
sınavında, bu insanlara Türkçe hitabeti, düzgün Türkçe konuşmayı veya
ifadesinin Türkçe yapılması kriterini uygularsanız, burada birçok insan sizin
bu kriterlere göre, bu sınavı geçemez.
O nedenle diyorum
ki: Burada Diyanet İşleri Başkanlığı bu yeterlilik sınavındaki yönetmeliği
süratle değiştirmeli ve bunların hitabetlerinin Kürtçe o halka daha net olarak
anlatıldığının bilincinde olması lazımdır. Bu, din ve vicdan özgürlüğünün insan
hakları olarak kullanılmasını sağlayan bu devletin kuruluş yasası olan Lozan’da
da aynen böyledir. Lozan’ın 39’uncu maddesinin dördüncü fıkrasında bu
sözleşmeyle herkesin dinî hizmetlerle ilgili görevini kendi ana dillerinde
yapacağına dair düzenleme vardır. Bu düzenlemeye göre de oradaki Kürt
medreselerinde yetişen insanlar tabii ki Kürtçe bu eğitimi alıyorlar ve Kürtçe
hitap ediyorlar, konuşmalarını, hadisleri ve Kur'an’ın mealini de Kürtçe daha
rahat bir şekilde anlatıyorlar. Bu nedenle, bu kriterin süratle değişmesi
lazım.
Yine, bölgede çok
sayıda “fahri imamlık” dediğimiz çok eski dönemlerden kalan bir uygulama
vardır. Aslında bu fahri imamlık tamamıyla köy haklının sırtına bindirilen ve
onlara ekonomik yük getiren çok önemli bir eksikliktir. Bu fahri imamların
ücretleri, ne yazık ki, kadroları olmadığı için o köy halkı tarafından kendi
yetiştirdiği hububattan tutun benzer birtakım üretim mallarıyla karşılanıyor.
Bu ayıbın bu ülkeden, bu bölgeden kaldırılması lazım.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
M. NURİ YAMAN
(Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
O nedenle diyoruz
ki vekil imamlarımızın herhangi bir yeterlik sınavına tabi tutulmadan derhâl
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından imam kadrolarına geçirilip kadrolu hâle
getirilmesi artık bir sıkıntı, bir zaruret hâlini almıştır.
İkincisi: 800’e
yakın fahri imamlar bugün Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde, Kürt
coğrafyasında bu görevi yapıyorlar. Bunların da yine bizden bekledikleri bu
yerlerdeki fahri imamların en kısa sürede kadrolara geçirilerek ve bunların
eğer yeterlikle ilgili bir sınav yapılacaklarsa bunun da dinî bilgilerinin
Hanefi mezhebine göre değil mensup oldukları Şafii mezhebinin bilgi, birikim ve
ritüellerine göre yapılarak bu fahri imamların da kısa sürede kadrolu hâle
getirilmesi gerektiğini diliyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Yaman.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge reddedilmiştir.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
Kanunu Tasarısının 21 inci maddesinin (b) fıkrasının (4) numaralı bendinin (a)
alt bendinde yer alan "(g) bendine "Dış Ticaret Müsteşarlığı Dış
Ticaret Uzmanları ve Dış Ticaret Kontrolörleri" ibaresinden sonra"
ibaresinin "(h) bendine "Vakıf Uzmanları," ibaresinden
sonra" şekilde değiştirilmesini ve (e) fıkrasına ekli (2) sayılı listeye
aşağıdaki kadroların eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Bekir
Bozdağ (Yozgat) ve arkadaşları
KURUMU: DİYANET
İŞLERİ BAŞKANLIĞI
TEŞKİLATI: TAŞRA
SINIFI ÜNVANI DERECESİ SERBEST KADRO TOPLAM
KADRO
ADEDİ ADEDİ
DH İmam Hatip 10 3000 3000
DH Müezzin-Kayyım 12 2000 2000
DH Kur’an Kursu
Öğreticisi 10 1500 1500
DH Vaiz 8 1000 1000
BAŞKAN – Komisyon
katılıyor mu?
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Sayın Başkan, efendim, bu önergeyi işleme koyamazsınız. Önerge
Anayasa’nın 163’üncü maddesine aykırı. Orada diyor ki: “…cari ve ileriki yıl
bütçelerine gider artırıcı…” (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Ben
arkadaşımızı duyamıyorum.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Efendim, bir şey bilmeden itiraz ediyorlar. Anayasa’nın 163’üncü
maddesini okuyun. Diyor ki: “…cari ve ileriki yıl bütçelerinde gider artırıcı
önergelerin hangi gelir kaynaklarıyla karşılanacağının açıkça belirtilmesi
lazım.” Dolayısıyla, gelir kaynağı belirtilmediğine göre, önergenin işleme
konulmaması lazım efendim. 163’üncü maddeye bakarsanız…
MEHMET CEMAL
ÖZTAYLAN (Balıkesir) – Anayasa Mahkemesi Başkanımı…
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Yahu, Anayasa’ya sen sadakatle yemin etmedin mi? Burada yemin
ederken ayağınızı mı kaldırdınız?
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Sayın Başkanım, burada Anayasa’nın 163’üncü maddesine aykırı bir
durum söz konusu değildir çünkü Türkiye Büyük Millet Meclisinde daha geçen haftalarda
Millî Eğitim Bakanlığıyla ilgili 70 bin öğretmen kadrosu ihdası yapıldı aynı
usulle.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Kötü emsal, emsal olmaz.
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Emsal değil. Burada, Mecliste, sürekli, polislerle ilgili 30 bin
kadro ihdası yapıldı, açık ama aynı şekilde Kur'an kursu öğreticisi,
imam-hatip, müezzin-kayyım ve vaizlerle ilgili ihdas yapılırken bunun aykırı
gösterilmesi doğru değil. Sadece kadro ihdası yapılıyor, atama söz konusu değil
efendim.
BAŞKAN – Anladım
Sayın Bozdağ.
Komisyon önergeye
katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ OSMAN DEMİR (Tokat) – Sayın Başkan, burada bir kadro ihdası
yapılıyor ama atamanın peşinden hemen yapılacağı düzenlenmiyor. Atama daha
sonra olacaktır.
Bu düşünceyle,
takdire bırakıyoruz.
OKTAY VURAL
(İzmir) – Atama yapmayı düşünmüyor musunuz Sayın Bakan?
BAŞKAN – Hükûmet
katılıyor mu?
DEVLET BAKANI
FARUK ÇELİK (Bursa) – Sayın Başkanım, ben de Komisyonun yaptığı açıklamaya
katılıyorum. Bu düzenleme doğrudan gider hâline gelmiyor, kadro ihdasıdır.
Ayrıca, önerge
sahiplerinden de bir açıklama talebim olacak müsaadenizle. Bu din hizmetleri
sınıfında vaiz bölümünde tasarıda 200 rakamı var. Daha sonra gelen bin rakamı
ilave midir? Bunun bir açıklığa kavuşturulmasında yarar var efendim.
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – İlave olarak…
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Sayın Başkan, Anayasa’ya aykırı görmediniz mi önergeyi?
OKTAY VURAL
(İzmir) – İlave bin olarak mı? Oraya yazın.
BAŞKAN – Kim
konuşacak?
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Ben konuşacağım.
BAŞKAN – Buyurun.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; 21’inci madde üzerinde
verdiğimiz değişiklik önergesiyle ilgili söz aldım. Bu vesileyle, hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Önemli bir kanun
tasarısını ve birleştirilen teklifi görüşüyoruz.
Diyanet İşleri
Başkanlığı ve Başkanlıkta görev yapanlar Türkiye’ye önemli hizmetlerde
bulunuyorlar ve ülkemizin dört bir yanında İslam dininin doğru anlatılması,
doğru anlaşılması, insanlarımızın bu konuda doğru aydınlatılması konusunda
önemli görevler ifa ediyorlar.
Tabii, burada,
bütün siyasi partilerimiz bu hizmeti sunanlara katkı adına önemli şeyler
söylediler, durumlarının daha da iyileştirilmesi adına önerilerde bulundular,
katkılarda bulundular. Ben, bu vesileyle kendilerine teşekkür ediyorum.
Gönül arzu ediyordu
ki, bununla ilgili daha fazla şeyler yapılabilsin, daha fazla konularda, mali
konularda da başka konularda da iyileştirmeler yapılabilsin ama bunların
tamamını yapmak tabii ülkenin ekonomik durumuyla da doğrudan alakalı bir
konudur. Şu anda tasarıyla yapılan şey yapılabileceklerin azamisini yapma
hedefini güden bir çalışmadır. O nedenle önemli bir adımdır. Diyanet İşleri
Başkanlığımızın Teşkilat Yasası’nda 1970’li yıllarda Anayasa Mahkemesinin
yaptığı iptallerden sonra önemli boşluklar vardı. Bu vesileyle boşluklar
gideriliyor. Anayasa’ya uygun düzenlemelerle Diyanet İşleri Başkanlığının
Teşkilat Kanunu bir bütün hâline getiriliyor. Kanun’da dayanağı olmayan
organlar kanunda yasal dayanağa kavuşturulmaktadır.
Tabii, bu arada
vekil imamlarla ilgili önemli bir düzenleme yapıldı; 4/B kapsamına alınması,
KPSS’ye girmiş olması ve yeterlilik belgesi olması kaydıyla yapılacak sınavla
bunların 4/B kadrosuna geçirilmesi kararlaştırıldı. Bu da bu hizmeti sunanlar
için önemli bir gelişmedir, önemli bir adımdır.
Verdiğimiz
önergeyle… Tabii, Diyanet İşleri Başkanlığının taşra teşkilatlarında hizmet
sunan değişik unvanlarda personel var. İmam-hatip kadroları şehirler değiştiği,
geliştiği, büyüdüğü için, göçlerle yeni yerleşim alanları oluştuğu için yeni
kadrolara ihtiyacı var.
Öte yandan,
müezzin-kayyım kadrolarında da büyük boşluklar var ve özellikle camilere cuma
namazlarına veya vakit namazlarına giden çok değerli insanlarımız şunu
duyabiliyor: Cumada “Efendim, camimizin müezzin-kayyımı yoktur; lütfen,
cemaatimizden birisi kamet getirir mi?” diye oradan imam-hatiplerin anons
ettiğini duyuyoruz. Burada da büyük bir ihtiyaç var. Bu ihtiyacı gidermek adına
bir kadro ihdası.
Kur’an kursu
öğreticileri ve vaizlerle ilgili… Tabii, Diyanetin kendi taşra teşkilat planı
içerisinde daha büyük rakamlarda olması lazım ama imkânlar çerçevesinde,
verdiğimiz önergeyle imam-hatip kadrolarına 3 bin yeni kadro ihdası,
müezzin-kayyım kadroları açısından 2 bin yeni kadro ihdası, Kur’an kursu
öğreticisi açısından 1.500 kadro ihdası, vaiz açısından da bin tane kadro
ihdası olmak suretiyle; toplam 7.500 yeni kadro ihdası öngörülmektedir.
Muhalefet partilerimizin de buna olumlu yaklaşımları vardır.
Ben bu vesileyle
-bu kadrolar kullanıldığı takdirde önemli hizmetler sunacak- önerge kabul
edilirse hayırlı uğurlu olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan, konuya açıklık getirmek üzere bir söz
talebim var. Zira, Sayın Kamer Genç’in Anayasa’nın ilgili maddesine göre yapmış
olduğu değerlendirme sanki bir başka şekle dönüştürüldü, o şekilde açıklamalar
yapıldı. 69’uncu maddeye göre izin verirseniz kısa bir açıklama yapmak
istiyorum.
BAŞKAN –
İsterseniz yerinizden söz vereyim çünkü sataşmayla ilgili bir durum yok.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Hayır, Sayın Bakanın açıklaması Sayın Kamer Genç’in
açıklamalarını bir başka anlama dönüştürüp o şekilde bir açıklama niteliğini
kazandı.
BAŞKAN – Şimdi,
siz burada bir düzeltme yapacaksınız, ben size yerinizden söz vereyim.
Buyurun Sayın
Hamzaçebi.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
17.- Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin,
Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in Anayasa’nın ilgili maddesine göre ileri
sürdüğü görüşün, Devlet Bakanı Faruk Çelik tarafından farklı bir anlama
dönüştürüldüğüne ilişkin açıklaması
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Şimdi,
konuştuğumuz önergeyle Diyanet İşleri Başkanlığına toplam 7.500 kadro talep
edilmektedir. Biz, öncelikle Cumhuriyet Halk Partisi olarak Diyanet İşleri
Başkanlığının her türlü kadro talebinin karşılanması gerektiğini düşünüyoruz.
Zira, eğer bu kadrolarda bir boşluk olursa bu boşluğu Diyanet İşleri
Başkanlığının yönetiminde olmayan başka gruplar, başka cemaatler, tarikatlar
doldurabilir. O nedenle ihtiyacın karşılanması gerektiği kanaatindeyiz.
Sayın Kamer Genç’in
söylediği husus, Anayasa’nın 163’üncü maddesindeki temel bir hükmün
Parlamentoya hatırlatılmasından ibarettir. Anayasa’nın 163’üncü maddesi der ki:
“Cari yıl bütçesine veya gelecek yılların bütçelerine herhangi bir şekilde yük
getirecek olan bir tasarı görüşülüyor ise bunun kaynağının da gösterilmesi
gerekir.”
Şimdi, daha
evvel, evet, polis kadrolarında olsun, öğretmen kadrolarında olsun, bu 163’üncü
madde aranmadı. Önceki yıllarda yapılan benzer düzenlemelerde de aranmadı.
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Hiçbirinde aranmadı, şimdiye kadar hiç aranmadı.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Trabzon) - Bu doğru, hiç aranmadı, katılıyorum. Ancak, gerçekten bu
tip konularda Anayasa’ya uygun düzenleme yapılmak isteniyorsa, Hükûmetin, bu
tip tasarılarda, ilgili giderin nasıl karşılanacağı yönünde bir düzenlemeyi de
getirmesi gerekir. Yani, doğru olan bir husus hatırlatılmıştır ama öteden beri
yapılan düzenlemeler maalesef Anayasa’nın 163’üncü maddesi dikkate alınmadan
yapılmıştır.
Ama, sonuç olarak
Diyanet İşleri Başkanlığının ihtiyacı olan kadrolarının Parlamento tarafından
karşılanması gerektiğini düşünüyoruz.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Hamzaçebi.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ (Devam)
4.- Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında
Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı; 633
Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun Bazı
Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ve Kastamonu
Milletvekili Mehmet Serdaroğlu’nun, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununa Bir
Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/833, 1/162, 2/443) (S. Sayısı: 507) (Devam)
BAŞKAN – Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.
Kabul edilen
önerge çerçevesinde madde 21’i oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Tasarıya geçici
madde eklenmesine dair iki önerge vardır.
İlk önergeyi
okutuyorum:
T.B.M.M.
Başkanlığına
Görüşülmekte olan
507 sıra sayılı yasa tasarısının 21. maddeden sonra gelmek üzere geçici 1.
madde olarak aşağıdaki ifadenin eklenmesini arz ederiz.
Saygılarımızla,
Ferit Mevlüt Aslanoğlu Abdulaziz Yazar Atila Emek
Malatya Hatay Antalya
Hüsnü Çöllü Mevlüt Çoşkuner Ali Rıza Öztürk
Antalya Isparta Mersin
Geçici Madde : Bu
kanunun yayımı tarihinde 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 4/B maddesine
göre istihdam edilmekte olan vaiz, Kur'an kursu öğretmeni, imam hatip ve
müezzinler altı ay içerisinde kadroya geçirilirler.
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ OSMAN DEMİR (Tokat) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet
katılıyor mu?
DEVLET BAKANI
FARUK ÇELİK (Bursa) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Sayın
Aslanoğlu, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri, hepinize
saygılar sunuyorum.
Değerli
arkadaşlarım, bu önergemize Hükûmet katılmadı, Komisyon katılmadı. Tabii,
buradaki 4/B’lilerle ilgiliydi bu önergemiz, bunların kadroya atanmasıydı ama
bir başka konuyu da ben sunmak istiyorum.
Biz, hepimiz,
bugüne kadar Diyanet İşleri Başkanlığının anayasal bir kurum olduğuna ve bu
anayasal kurum içerisinde toplumun bir bütününü kucaklayan hoşgörü ile ve
toplumun her kesiminin inancına saygı duyan bir toplum olarak Türk toplumunun
böyle olduğuna ve böyle bir kurum olduğuna inanıyoruz. Ancak, burada, tabii,
hoşgörüdür inancımız, sevgidir, dostluktur inançlar.
Tabii, burada
engellilerimiz var, engelli imamlarımız, engelli vaizlerimiz. Özellikle
engelli…
OSMAN KILIÇ (Sivas)
– Engelli imam olmaz, caiz değil. Hocama danış.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) – Yani engelli, sıhhi engelli diyorum yani fiziksel
engelli.
OSMAN KILIÇ
(Sivas) – Özürlü imam olmaz.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) – Hayır ama bunların içinde yani görev yapmak isteyen…
OSMAN KILIÇ
(Sivas) – Engelli imam olmaz.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) – Yani engelli vatandaş imam olamaz mı, fiziksel engelli?
MEHMET EMİN TUTAN
(Bursa) – Olamaz.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) – Yani bir şekilde…
EYÜP AYAR (Kocaeli)
– Onlar olamaz.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) – Yani tabii onun neden olmadığını bilemiyorum yani ben o
konuda… Ama fiziksel engelli olup da özellikle Diyanet kadrolarında görev
yapmak isteyenler var. Mademki Diyanet İşleri Başkanlığımız hoşgörünün,
sevginin… Bu nedenle, burada, örneğin bir gözü görmeyen bir insanın… Örneğin
bir gözü görmüyorsa bunu engellemek veya bir şekilde başka bir fiziksel, yani
görevini yapmaya yönelik fiziksel bir engeli yoksa yani bunu bir kez daha
gözden geçirmek lazım.
Şimdi, bu
nedenle, özellikle engellilerle ilgili, örneğin bir gözü görmüyorsa bunun
görevini yapmasına engel değildir herhâlde? Bu nedenle, özellikle Diyanet
İşleri Başkanlığının bu kadrolarında özellikle engelli olup da görev yapmak
isteyen ve görevlerine… Kendi, engelli, görevlilerini örneğin vaiz, müezzin
veya Kur'an kursu öğretmeni, yani görevini yapmasında bir engel yoktur herhâlde
bunların. Bu nedenle, özellikle, hoşgörüyse, Diyanet İşleri Başkanlığımızın
mutlaka bu engelli olup da görevlerini yapmaya engel olmayan insanları da
kucaklaması gerekir yani tüm kamu kurumlarından daha çok hepsini kucaklaması
lazım.
Bu nedenle, bu
önergemizi kabul etmediniz ama özellikle engeli de olsa görevini yapabilecek
diğer tüm insanların, hoşgörüyle, bu meslekte görev yapmasını sağlamalıyız
çünkü hoşgörüdür, sevgidir, dostluktur. Bu nedenle, özellikle Diyanet İşleri
Başkanlığımız 5 bin açıktan atama, 7.500 de ilave kadro aldığına göre bunların
içinde özellikle engelli olup da görevini yapmakta engeli olmayan insanları
mutlaka kucaklamamız lazım.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ederim Sayın Aslanoğlu.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge reddedilmiştir.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
T.B.M.Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan
507 sıra sayılı yasa tasarı/teklifine aşağıdaki geçici maddenin eklenmesini arz
ederiz.
“geçici madde: Bu
kanunun 6. maddesiyle değiştirilen 635 sayılı Kanunun 7. maddesinin (h)
bendinin (5) alt bendi, beş yıl süreyle uygulanmaz.”
Kamer Genç Hüseyin Ünsal Sacid Yıldız
Tunceli Amasya İstanbul
Şevket Köse Ali
Oksal
Adıyaman Mersin
BAŞKAN - Komisyon katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ OSMAN DEMİR (Tokat) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet
katılıyor mu?
DEVLET BAKANI
FARUK ÇELİK (Bursa) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN - Sayın Genç, buyurun. (CHP sıralarından
alkışlar)
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 507 sayılı Kanun
Tasarısı’yla ilgili olarak verdiğim bir önerge üzerinde şahsım adına söz almış
bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, tabii, bugün Siirt’te meydana gelen olayda 5 erimiz şehit oldu
maalesef. Şimdi, bu iş gerçekten milletimize büyük bir yara açtı. Ben özellikle
o bölgenin bir milletvekili olarak orada yaşayan vatandaşlara duygularımı
açıklamak istiyorum.
Sevgili doğu ve
güneydoğulu arkadaşlarımız, bakın, hepimizin menfaati laik Türkiye Cumhuriyeti
devletinin bütünlüğündedir. Buna inanmanızı istiyorum.
Şimdi, Kuzey
Irak’ta zaten bir Kürdistan kuruldu. Eğer Türkiye’yi de birtakım parçalara
ayırmaya kalkarsak bu hepimizin aleyhine olur. Çünkü devletimizde demokrasiyi
tam sağlarsak, bu sağlayacağımız demokrasiyle hepimiz burada rahat ederiz.
Topraklarımızın verimi müsait, kaynaklarımız müsait, birtakım eksikliklerimiz
varsa zaman içinde bunları gideririz ama çeşitli yerlerde yirmi yaşında, yirmi
bir yaşında askere giden o genç yavrularımızı öldürmekle kimsenin eline bir şey
düşmez. Bugün artık doğu ve güneydoğu halkını, birtakım insanların düşünmesi
lazım ki, ülkede başka bir yerlere gidip de çalışacak durumda bırakmıyorlar;
bugün Karadeniz’e gidemiyorlar, bu işler arttıktan sonra Ege’ye gidemiyorlar,
Akdeniz’e gidemiyorlar.
Arkadaşlar,
sevgili hemşehrilerim; sizin menfaatinizi sizden daha fazla düşünecek kimse
yok, bence çocuklarınızı silahlı eylemlerin içinden çekin ve bu memleketin
birlik ve bütünlüğü için de hepimiz kardeşçe yaşayalım. Aksi takdirde en büyük
zararı gören sizler olacaksınız. Ben bunu özellikle vurgulamak istiyorum. Dış
güçler bunu maalesef kullanıyorlar. Bakın, bir zamanlar 1915 Ermeni olaylarının
geçtiği yer doğu ve güneydoğu olaylarıdır. Acaba orada bu silahlı eylemleri
teşvik eden insanlar bunu kim için yapıyorlar? Bunları düşünmek lazım ve
özellikle politikacı arkadaşlarımızdan da rica ediyorum, artık bu olayları
tahrik etmeyelim, bunun bu bölgeye getireceği bir şey yoktur. Aksi takdirde bir
Kürdistan kurulduğu zaman, işte Saddam gibi Kuzey Irak’taki aşiret ağalarının
emrine girersiniz ve maalesef o bölgede ne demokrasi olur ne insan hakları
olur. Onun için, hissiyatımı gerçi daha da ayrıntılı açıklamak istiyorum ama,
gerçekten, her ölüm bizim için bir yıkım oluyor, her ölüm kardeşler arasında
bir düşmanlık duygusunu çağrıştırıyor. Ben rica ediyorum, ey güneydoğudaki ve
doğudaki kardeşlerimiz, bakın, yıllarca sizin orada yapılan işkencelerle
uğraştım, haksızlıklarla uğraştım ama otuz seneye yakındır şu kanaate vardım ki
hepimizin menfaati, laik Türkiye Cumhuriyeti devletinin bütünlüğündedir. Onun
için, rica ediyorum, bu konuda evvela sizler bu silahlı eylemleri
bitireceksiniz ve bunu aramızda… Yani bir problem varsa onu karşılarız.
Şimdi, değerli
milletvekilleri, burada benim verdiğim önerge… Tabii, getirilen kanunlar ne
Anayasa’yı öne tutmuş ne hukuku. Şimdi, bu 5’inci fıkrada deniyor ki:
“Başbakanlık, bakanlıklar ve Başkanlık birimlerinden gönderilen kanun, tüzük,
yönetmelik ve diğer mevzuat taslaklarını hukuki açıdan incelemek.”
Arkadaşlar, bizim
Anayasa’mıza göre, bu yetkiler, yani kanun ve tüzük inceleme yetkisi Danıştaya
ait. Şimdi burada ne getirilmiş? Danıştaya ait yetkiyi, maalesef, getirmişsiniz,
Diyanet İşleri Başkanlığına vermişsiniz. Bu nedir? Geçen gün Salih Kapusuz
“Efendim, biz isteseydik şimdi şeriatı getirirdik.” diyor. İşte, bu ne peki?
Diyanet İşleri Başkanlığına kanun tasarı ve tekliflerini, tüzüklerini getirip
de ne yönüyle inceleteceksiniz? Yani acaba, bunun şeri kurallara aykırı olup
olmadığını inceleteceksiniz? Tabii, kanun taslak ve tasarıları buraya temel
kanun olarak geldiği için, biz burada her madde hakkında çıkıp da konuşmuyoruz.
Ama hiç olmazsa, bence, bunun yürütmesini bir beş yıl sonraya atalım ve
Anayasa’mıza göre Danıştaya ait olan kanun ve tüzükleri inceleme yetkisini şeye
vermeyelim. Yani Diyanet İşleri Başkanlığına olmaz arkadaşlarım. Onun için, bu,
bana göre, çok sakat bir durum yani.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
KAMER GENÇ
(Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlarım, tabii, din konusunda insanlar maalesef
bir baskı altındalar. Yani işte, bu silahlı eylemler konusunda da insanlar
baskı altında, din konusunda da baskı altında ve insanlar çıkıp da
düşüncelerini açık açık söylemiyor.
Peygamber
Efendimize soruyorlar, diyorlar ki: “İslam’ın nedir özü?” Peygamber Efendimiz
diyor ki: “İslamın özü güzel ahlak ve temizliktir.” Yine Peygamber Efendimiz
diyor ki: “İnsanların…
RECEP YILDIRIM
(Sakarya) – Vaaz mı veriyorsun?
KAMER GENÇ
(Devamla) – Ben vaaz vermiyorum. Peygamber Efendimiz zamanında İslam için
getirilen en güzel ahlak maalesef zaman geçtikten sonra bu yok oluyor. Onun
için, bizim, önemli olan, haktan, hukuktan… İşte üzerimize aldığımız görevi
layıkıyla yapmamız lazım. Onun için, işte, Peygamber Efendimiz diyor ki:
“Münafıklardan sakının.” Diyorlar ki: “Münafık kim?” “Bir: Yalan söyleyen.”
MEHMET EMİN TUTAN
(Bursa) – Çok doğru, çok…
KAMER GENÇ
(Devamla) – İki, devletin malını çalan.”
MEHMET EMİN TUTAN
(Bursa) – Doğru.
KAMER GENÇ
(Devamla) – “Emanete hıyanet eden.”
MEHMET EMİN TUTAN
(Bursa) – Aynen.
KAMER GENÇ
(Devamla) – İşte, bugünkü iktidarın yaptığı bunların tam tersi. Yani yalan
onlarda var, devlet malını kendi için…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET EMİN TUTAN
(Bursa) – Sen aynaya bak, aynaya!
KAMER GENÇ
(Devamla) - …talan eden onlarda var, yalan söyleyen onlarda var. Her şey
ortada. Onun için, yani çıkıp da burada bazı şeyler söylüyorsunuz ama özünüz
daha farklı.
Önergemizi
Anayasa’nın uygulamasına imkân vermek için verdik.
Teşekkür ederim.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Genç.
Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge reddedilmiştir.
Madde 22’de iki
önerge vardır, sırasıyla okutup, işleme alacağım.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
507 sıra sayılı Kanun Tasarısının 22 nci maddesinin aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Bekir
Bozdağ Ahmet Yeni Ahmet Aydın
Yozgat Samsun Adıyaman
Ayhan Sefer
Üstün Yılmaz Tunç A. Müfit Yetkin
Sakarya Bartın Şanlıurfa
Madde 22. “Bu
Kanunun çerçeve 18 inci maddesiyle değiştirilen 633 sayılı Kanunun ek 1 inci
maddesinin ikinci fıkrası 30/06/2010 tarihinden geçerli olmak üzere yayımı
tarihinde, diğer hükümleri yayımı tarihinde yürürlüğe girer. “
BAŞKAN – Şimdi,
maddeye en aykırı önergeyi okutup, işleme alacağım.
TBMM Başkanlığına
Görüşülmekte olan
507 sıra sayılı kanun tasarısının 22. maddesinin aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Mehmet Günal Mehmet Serdaroğlu Oktay Vural
Antalya Kastamonu İzmir
Hüseyin
Yıldız D. Ali Torlak Mehmet Şandır
Antalya İstanbul Mersin
Madde 22 - Bu
kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer. Ancak, bu kanunun 20. maddesiyle 633
sayılı kanuna eklenen geçici 15. maddedeki yeterlilik belgesine sahip olmak ve
sınav şartı beş yıl sonra yürürlüğe girer.
BAŞKAN – Komisyon
katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ OSMAN DEMİR (Tokat) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet
katılıyor mu?
DEVLET BAKANI
FARUK ÇELİK (Bursa) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Şandır. (MHP sıralarından alkışlar)
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Önemli bir
kanunun sonuna geldik, emeği geçen, emek veren herkese çok teşekkür ediyorum.
Bu kanunun başlangıcında ilk konuşmacılardan biri bendim, grubum adına bir
temennimi söylemiştim. Bu kanun mükemmel çıkmalı, bu kanun eksik çıkmamalı, bu
kanunda acele etmememiz gerekir çünkü bu toplumun en önemli ortak paydası din
ve onun kurumu olarak Diyanet teşkilatı. Burada, bazı hassasiyetlere de özel
önem vermemiz, özen göstermemiz gerektiğini söylemiştim. Bunlardan birincisi
kapsayıcı olmasıydı. Bu kanun bu konuyla ilgili tüm tarafları kapsamalı.
İkincisi de adaletli olmasıydı. Adalet konusunda belki mükemmeli yakalamak
mümkün değildi ama baştan bu yana ifade ettiğimiz birtakım eksiklikleri, bize
göre yanlışlıkları düzeltmek noktasında da maalesef fazla bir mesafe kat
edilemedi. Bunlardan birincisi vekil imamlık meselesiydi.
Değerli
milletvekilleri, bakınız, burada hukuk oluşturuyoruz. Oluşturduğumuz hukuk
adaleti temin etmiyorsa bir yanlışlık var demektir. Kaldı ki din gibi yani
üzerinde tartışma götürmez bir nas olarak uyulması gereken bir konuda adaleti
temin edemiyorsak yanlış yapıyoruz demektir.
Diğer devlet
birimlerinde, hatta bu Mecliste aynı işi yapan insanları çeşitli statülerde
farklı ücretlerle çalıştırmanın adaletsiz olduğunu ısrarla söylüyoruz. Espriye
de getiriyoruz: “Bakın, bu 4/C’li aşçılara 3 kuruş veriyorsunuz, öbürüne 5
kuruş veriyorsunuz. Sizi zehirleyecek bu aşçılar!” diyoruz ama kendi evimizin
içerisinde bile adaleti temin etmeyen bir inadımız var. Kusura bakmayın, bunun
adı inattır. Az verelim ama eşite yakın verelim, eşit işe eşit ücret verelim.
Adalet duygusu olmazsa bizi bir arada tutan ortak paydamızı kaybederiz.
Şimdi 4/B gibi,
4/C gibi sözleşmeli kadroların tüm devlet kurumunda iş barışını, çalışma
barışını, saygıyı, sevgiyi nasıl zedelediğini hep beraber biliyoruz. Getirdik,
bir iş yaparken… Sayın Bakanımla böyle konuşmamıştık.
Bir başka hususu
daha tenkit etmem lazım: Yani buranın en büyük zaafı, değerli milletvekilleri,
tenkit için, muhalefet için söylemiyorum, güven meselesi. Başta biz bu vekil
imamların kadroya alınmasını konuşmuştuk. Az veya çok ama geri getirildi 4/B
kadrosuna konuldu.
Şunu da
söylememiz lazım: 4/B kadrosunda sözleşmeli olarak çalışan tüm elemanlara, tüm
imamlara, vaizlere, tüm çalışanlara zaten haksızlık yapılıyor. Şimdi bu
haksızlığı emsal hâline getirdiniz, bir atıfette bulunurken vekil imamları 4/B
statüsüne getirerek bu adaletsizliğin devamını temin ettiniz. Buna bir
mecburiyetiniz yoktu.
Değerli
milletvekilleri, bir başka şey: Getirilen yapılanma doğrultusunda merkezde
birtakım iyileştirmeler yapılıyor. Biraz sonra kabul edeceğiniz kanunla
yaptığınız iyileştirmeyi de altı ay sonra vereceksiniz. Yani bir parmak bal
çalıyorsunuz sırtına da yumruğu vuruyorsunuz. Niye altı ay sonra? Bu bütçeden
karşılamamak için. İyileştirmeleri de, şimdi birazdan kabul edeceğiniz
önergeyle de altı ay sonraya erteliyorsunuz. Ama bir teşkilatlandırma kanunu
yaparken taşrada çalışanlara bu iyileştirmenin çok azını veriyorsunuz. Bu
haksızlık, bu doğru değil. Yani insanların gönlüne dikkat etmek
mecburiyetindesiniz. Birine üç verirken birine iki vermenin adaletsizliği o
vicdanda mutlaka karşılığını bulacak.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
MEHMET ŞANDIR
(Devamla) – Bir başka husus: Getirdiğimiz kanunda din hizmetleri sınıfında
çalışan insanlarımıza birtakım iyileştirmeler yaptık. Hâlbuki bu hizmeti yapan
başka statülerde de insanlar var. Genel idare hizmetlerinde, teknik
hizmetlerde, yardımcı hizmetlerde, sağlık hizmetlerinde çalışan insanlarımız da
var, bunları niye ihmal ediyoruz? Tekrar ediyorum: Din gibi, inanç gibi, bu
toplumun çimentosu olmuş, en büyük ortak paydası olmuş konularda hukuk
oluştururken, yapılandırma oluştururken bizim bir sorumluluğumuz, Allah indinde
sorumluluğumuz, kul indinde mecburiyetimiz adaletli davranmak. Ama iki gündür
çalışıyoruz, üç gündür çalışıyoruz, çalışmamızın sonucunda adaletsizliği burada
hukuk hâline getiriyoruz. Bu, buraya yakışmamıştır değerli milletvekilleri. Bu,
bu Hükûmete de yakışmamıştır, bu iktidar grubuna da yakışmamıştır ama
yapılanlara da teşekkür etmek gerekiyor. Yeni ihdas edilen kadrolara, yeni
getirilen düzenlemelere ben de grubum olarak teşekkür ediyorum.
Emeği geçenlere
tekrar teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Şandır.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge reddedilmiştir.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
507 sıra sayılı Kanun Tasarısının 22 nci maddesinin aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Bekir Bozdağ (Yozgat) ve arkadaşları
Madde 22. “Bu
Kanunun çerçeve 18 inci maddesiyle değiştirilen 633 sayılı Kanunun ek 1 inci
maddesinin ikinci fıkrası 30/06/2010 tarihinden geçerli olmak üzere yayımı
tarihinde, diğer hükümleri yayımı tarihinde yürürlüğe girer.“
BAŞKAN - Komisyon
katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ OSMAN DEMİR (Tokat) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet
katılıyor mu?
DEVLET BAKANI
FARUK ÇELİK (Bursa) – Katılıyoruz efendim.
BAŞKAN –
Gerekçeyi mi…
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Ahmet Yeni…
BAŞKAN - Buyurun
Sayın Yeni. (AK PARTİ sıralarından “Gerekçe okunsun.” sesleri) Sizin dediğinizi
yapma imkânım yok, Sayın Bozdağ’a söyleyeceksiniz, konuşacak kişiyi o seçti.
Buyurun.
AHMET YENİ
(Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 507 sıra sayılı Diyanet
İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı hakkında söz
almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, son günlerde yaşanan olaylar millet olarak birlik, beraberlik
ve kardeşliğe duyduğumuz ihtiyacı bir kez daha ortaya koymuştur. Ülkemizdeki
birlik ve beraberliği geliştirecek unsurlardan birisi de birleştirici bir unsur
olan din unsurudur. Bizler adı bile “barış ve esenlik” anlamı taşıyan bir dinin
mensuplarıyız.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; şu dört değere dikkatinizi çekmek istiyorum: Tek
vatan, tek millet, tek devlet, tek bayrak. Bu değerlerimize hep birlikte sahip
çıkma mecburiyetimiz var. 73 milyon insanımız ile birlikte bu topraklarda barış
içerisinde hep birlikte yaşamak zorundayız. Dünya barışında baş aktör olması
gereken biziz. İslam’a ve Müslümanlara karşı bir ön yargı oluşmasını
engellemek, İslam’ın gerçek hüviyetinin dünyaya tanıtılmasıyla mümkündür. Bu
da, öncelikle, Diyanet İşleri Başkanlığının her türlü siyasi tartışmanın
dışında tutularak görev ve sorumluluklarını sağlam bir zeminde yerine
getirmesine fırsat vermekle gerçekleşir. Bu tasarının amaçlarından biri de
budur.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; dünyanın çeşitli ülkelerinde Türkiye’den göç etmiş
milyonlarca insanımız yaşıyor. Yurt dışındaki vatandaşlarımızın asimile olmadan
kendi öz kimliklerine bağlı kalmaları, dinî ve millî değerleri doğru bir
şekilde öğrenmeleri ve yaşadıkları toplumla uyum içinde olmaları için Diyanet
İşleri Başkanlığı yoğun bir çalışma yürütmektedir. Uluslararası sosyal,
ekonomik ve kültürel ilişkiler kurulmasında bu çalışmaların büyük rolü vardır.
Bu tasarı, Diyanet İşleri Başkanlığını rahatlatmakla kalmayacak, dolaylı olarak
uluslararası ilişkilerimizin olumlu gelişmesine de katkı sağlayacaktır.
Değerli
arkadaşlarım, başkentten en ücra mezralara kadar insanın yaşadığı her yerde
Diyanet İşleri Başkanlığı personeli vardır. Mesai kavramları çok farklı, gün
doğmadan başlayan mesai gece geç saatlere kadar devam ediyor. Doğumdan ölüme
kadar hayatımızın her aşamasında din görevlilerimiz vardır. Çalışan bir insanın
en temel haklarından olan dinlenme ve tatil hakkı din görevlileri için
fedakârlık boyutunda bir yapıya sahiptir. Herkes memleketinde ailesiyle
birlikte bayramını kutlarken onlar görev yerlerinde bulunmak zorundadırlar
ancak aldıkları maaş istenen seviyelerde değildir.
MEHMET GÜNAL
(Antalya) – Hafta sonları izinli olsunlar dedik, kabul edilmedi Ahmet Bey,
20’nci maddede önergemiz vardı.
AHMET YENİ
(Devamla) – Her vatandaşımızın sıkıntısını yakından takip eden Adalet ve
Kalkınma Partisi Hükûmeti bu tasarıda da din görevlilerimizin maaşlarında
iyileştirme yapılmasını karara bağladı. Bunun yeterli olmadığını bilmekle
birlikte ekonomik dengeler ışığında bir iyileştirmenin yapılmaya çalışıldığını
belirtmek istiyorum.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Kur’an’ın özüne uygun bir şekilde öğretilmesini, tüm
inançlara eşitlik ve adalet ilkesi içerisinde hitap edilmesini hepimiz
istiyoruz ve destekliyoruz. Gelin, hep birlikte Anayasa doğrultusunda bütün
siyasi görüş ve düşüncelerin dışında tutarak Diyanet İşleri teşkilatının
mezhep, anlayış ve uygulama ayrımı yapmadan vatandaşlık esasına göre hizmet sunmasına,
milletlerin kendi değerlerinden hızla uzaklaştığı yüzyılımızda manevi ve ahlaki
değerlerine bağlı nesiller yetiştirmesine hep beraber katkı sağlayalım. Bu
kanunu çıkarmak Adalet ve Kalkınma Partisine nasip olmuştur, onun için de
gerçekten mutluyuz.
Bu duygu ve
düşüncelerle konuşmamı tamamlarken yüce heyeti saygıyla selamlıyor, kanunun
yüce milletimize hayırlı olmasını diliyorum, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Yeni.
Konuşmanızı
istememişlerdi ama çok alkışladılar.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Kabul edilen
önerge çerçevesi içinde madde 22’yi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Madde 23’te iki
önerge vardır, ikisi de aynı mahiyettedir; okutup birlikte işleme alacağım,
istemleri hâlinde önerge sahiplerine söz vereceğim ayrı ayrı.
TBMM Başkanlığına
Görüşülmekte olan
507 sıra sayılı kanun tasarısının 23. maddesinin aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Mehmet
Günal Oktay Vural Mehmet Serdaroğlu
Antalya İzmir Kastamonu
D. Ali
Torlak Hüseyin
Yıldız Mehmet Şandır
İstanbul Antalya Mersin
Madde 23- Bu
kanun hükümlerini Diyanet İşleri Başkanlığından sorumlu Devlet Bakanı yürütür.
Diğer önergedeki
imza sahipleri:
M. Akif
Hamzaçebi Tayfur Süner Tansel Barış
Trabzon Antalya Kırklareli
Şevket
Köse Vahap
Seçer
Adıyaman Mersin
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ OSMAN DEMİR (Tokat) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet
katılıyor mu?
DEVLET BAKANI
FARUK ÇELİK (Bursa) – Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Şandır. (MHP sıralarından alkışlar)
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle saygılar sunuyorum,
saygıyla selamlıyorum.
Bir hassasiyeti
sizlerle paylaşmak için söz aldım. Baştan bu yana ifade ediyoruz, herkes de
aynı şeyleri söylüyor ve zannediyorum bu konuda hiçbir tereddüt yok: Din ve
diyanet bu toplumun çimentosu, ortak paydası. Birçok konuda biz farklılaşırız
ama dinin bağlayıcılığında, yani tüm farklılıklarımızla aynı caminin
cemaatiyiz, aynı yöne döner ibadet ederiz. Dolayısıyla bu ortak paydayı
korumanın hassasiyetini duymamız lazım. Biz burada siyaseten farklı
düşünebiliriz, farklı siyasetler, farklı programların arkasında birbirimizle
çekişebiliriz, kamplaşabiliriz, bunlar mümkün ama farklılıklarımızın, bu
ayrılıklarımızın yansımaması gereken yer cami, diyanetin alanı. Bu sebeple, bir
hususu sizin de dikkatinize sunarak, bugün Teşkilat Yasası’nı, otuz bir yıl sonra
eksiklikleriyle de çıkartıp tamamladığımız Diyanet teşkilatına bir arzım var,
bir temennim var onu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Değerli
milletvekilleri, 3 Mart 2010 tarihinde Sayın Başbakan Erdoğan, Diyanet İşleri
Başkanlığının kuruluş yıl dönümü ve 2010 Kur’an Yılı etkinliklerinin açılış
törenine katıldı ve şu konuşmayı yaptı, Sayın Başbakan diyor ki: “Açılım
süresince bu süreçte…” Yani sizin tabirinizle demokratik açılım süresince, bize
göre bu yanlış bir yıkım sürecidir, biz öyle değerlendiriyoruz. Sayın Başbakan
Diyanet teşkilatına diyor ki: “Esasen sürecin başarıya ulaşmasında, ön
yargıların kırılmasında, toplumsal hastalıkların şifa bulmasında Diyanet
grubumuz tarihî bir sorumlulukla karşı karşıyadır. Çok ciddi çalışmalar
yapmanız ve bu projeyi halka anlatmanız lazım.”
Değerli
arkadaşlar, bu doğru değil, ben böyle düşünmüyorum, kendi sebeplerimden dolayı
düşünmüyorum. Haklıyım veya haksızım ve benim gibi düşünen birçok insan da o
caminin, o vaazın muhatabı olabilir. Bu sebeple, Diyanet teşkilatının değerli
yöneticilerine, değerli hocalarımıza siyasetin malzemesini camiye
taşımamalarını temenni ediyorum. Bu temennime sizlerin de katılmasını
istiyorum. Sizce doğru olan bir husus bence doğru değildir ama sizin doğru
bulduğunuzu eğer camide, hutbede, vaazda hoca efendi de tekrarlamaya kalkarsa
oranın güzelliğini bozarız. “Camiye siyasetin taşınması” dediğimiz hadise
budur. Bunun yapılmaması, hatta Sayın Başbakanın bu konuşmanın gereğinin yerine
getirilmemesi yönünde bir talimatının olması gerekir ama ben Diyanet teşkilatı
çalışanlarının, hocalarımızın ferasetine inanıyorum ve güveniyorum. Sayın
Başbakanın bu konuşması doğrultusunda bunu bir emir telakki etmeyeceklerine ve
bu yönde bir vaazı, bu yönde bir telkini yapmayacaklarına inanmak istiyorum.
Bunu önemsediğim için sizlerle paylaşmak istiyorum. İnanıyorum ki siz de
çevrenizde bu yönde, Sayın Bakan inanıyorum ki bu yönde bir açıklama yapar.
Sözlerimin
sonunda tekrar ifade ediyorum: Geç kaldığımız, borçlu olduğumuz, çok da önemli
ve değerli bulduğumuz Diyanet teşkilatının hukukunu, teşkilat yasasını birlikte
çıkarmış olmanın biz de övüncünü duyuyoruz. Eksiğiyle, yanlışıyla bu kanun tüm
Diyanet teşkilatına, tüm çalışanlara AKP İktidarının borcu olsun. Burada bu
kanunla oluşturulan adaletsizlikleri de düzeltmek borcu olsun. Bunları da
düzelteceği temennisiyle bu kanunun ülkemize, Diyanet teşkilatına hayırlı
olmasını diliyorum.
AHMET YENİ
(Samsun) – 24’üncü Dönemde düzelteceğiz.
MEHMET ŞANDIR
(Devamla) - Ayrıca şunu da söyleyeyim, Sayın Yeni oradan laf atıyor: Biz
iktidar olduğumuzda bu kanunun yanlışlarını, eksikliklerini düzelteceğimizi de
tüm çalışanlarımıza buradan bir taahhüt olarak bulunayım.
Evet, hayırlı
olsun, emeği geçen herkese teşekkür ediyorum efendim.
Saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Şandır.
Sayın Hamzaçebi,
buyurun lütfen. (CHP sıralarından alkışlar)
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat)
– Sadece Kur’an kursuna gitmeyi yasakladınız üç buçuk senede.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Allah’tan kork Bekir!
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Diyanet İşleri
Başkanlığı teşkilat kanununun sonuna gelmiş bulunuyoruz.
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Kanun burada, açık, aynen…
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Siz niye yapmadınız? Biz on iki yaşına kadar düşürdük.
BEHİÇ ÇELİK
(Mersin) – Sen çok tehlikeli bir adamsın. Yalan söylüyorsun.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) – Evet, değerli arkadaşlar, konuşmaların bitmesini
bekliyorum. O nedenle sustum.
Öncelikle, şunu
ifade edeyim ki görüştüğümüz bu kanun tasarısı 1969 yılından bu yana… (AK PARTİ
ve MHP sıralarından gürültüler)
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın
Hamzaçebi, hangi tarafa bağırayım? Söyleyin!
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) – Sayın Başkan, süremi baştan alırsanız, teşekkür…
BAŞKAN – Hayhay,
hayhay… İsterseniz iki dakika da ekleyeyim. Tamam.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1969 yılından bu
yana otuz bir yıllık sürede beklenen bir kanundur. 1969 yılında Anayasa
Mahkemesinin, o zaman çıkarılmış olan bazı yasal düzenlemeleri iptal etmiş
olması nedeniyle ortaya çıkan boşluk, otuz bir yıl sonra Hükûmetin getirmiş
olduğu bir tasarıyla giderilmeye çalışılmaktadır.
Bu tasarının Plan
ve Bütçe Komisyonundaki görüşmeleri sırasında oldukça olumlu yönde destek
verdik. Yine Genel Kurul görüşmeleri sırasındaki eksiklikleri gidermek üzere
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak pozitif muhalefetin örneklerini verdik.
Hâlen bu anlayışla, bu kürsüde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına bulunuyorum.
Otuz bir yıllık
süre Diyanet İşleri teşkilatı açısından son derece zor geçmiştir. Yasal
eksiklik Diyanet İşlerinin hareket alanını kısıtlamıştır. Bu nedenle tasarı
önemlidir.
Yine otuz bir
yıllık süre, toplum hayatında önemli değişikliklerin meydana geldiği bir
süredir. Bu sürede iki kutuplu dünyadan tek kutuplu dünyaya geçmişiz, Sovyetler
Birliği dağılmış, dünyada dengeler değişmiş, din bütün ülkelerde yükselen bir
değer hâline dönüşmüş. Böyle bir dönemde gerçekten toplumun bu konuda da önemli
beklentileri, din konusunda da önemli beklentileri ortaya çıkmıştır.
Dolayısıyla bu tasarının bu beklentileri karşılayan bir tasarı olması gerekir.
Tasarıyı
konuşurken 633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilat Kanunu’nun temel
görevlerini konuştuk. Diyanet İşlerinin temel görevi, İslam dininin inançları
ile ibadet ve ahlak esasları konusundaki işleri yapmak, toplumu din konusunda
aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek gibi temel görevleri konuştuk. Bu
temel görevlerin önemli bir kısmını Diyanet İşleri Başkanlığı başarıyla yerine
getiriyor. Ancak toplumu din konusunda aydınlatmak olarak ifade edebileceğimiz
İslam dininin esası konusunda toplum ne kadar aydınlatılıyor; topluma dinin
vermek istediği ahlak kavramı ne kadar öğretiliyor, anlatılıyor, toplum
tarafından benimseniyor, toplum tarafından bu görev özümseniyor dersek, bu
görev layıkıyla yerine getirilebilmiş değildir. İslam dininin esası, toplumu,
bireyi ahlaklı kılmaktır, iyi ahlak sahibi kılmaktır. Bu son derece önemlidir.
Bütün İslami ritüellerin amacı budur. Namaz kılmanın, oruç tutmanın, hacca
gitmenin, zekât vermenin, bayram namazları kılmanın, bayramlarda birbirimizi
ziyaret etmenin, cenaze namazları kılmanın hepsi bir Allah korkusuyla, ahiret
korkusuyla, bir Allah sevgisiyle aynı
zamanda, bireyi ahlaklı kılmayı amaçlar, bütün bunların amacı budur. Ahlak
sahibi olan birey ahlak sahibi toplum demektir, ahlak sahibi toplum her şey demektir,
bütün iyiliklerin, güzelliklerin yaşandığı bir toplum demektir.
İslamiyetin
esasına, doğal olarak, Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilat Kanunu’nda bütün
siyasi partiler girdi. Bu çok doğal, bunu konuşacağız. Diyanet İşleri
Başkanlığının bu konudaki görevini layıkıyla yerine getirip getiremediği
konuşulacaktır. Bunu, bir eksikliği tespit etmenin ötesinde, Diyanet İşleri
Başkanlığının gelecek dönemdeki vizyonunu tayin etmek, bunu daha iyi
ortaya koyabilmek amacıyla da yapıyorum.
“İslam dini en
çok hangi kavrama vurgu yapar?” dersek “adalet” kavramına vurgu yapar.
Devletin, otoritenin var oluş nedeni adalettir, adaleti sağlamaktır. Liberaller
devleti güvenlik ihtiyacından türetirler, liberal felsefeciler devleti buradan
türetirler, John Locke, Thomas Hobbes gibi ileri gelen liberal felsefeciler
devleti buradan türetirler. İslamiyet’te devlet adalet ihtiyacından doğar.
Bütün bunların hepsi, İslamiyet’in gerek adalete gerek diğer temel,
sosyopolitik değerlere yaptığı vurgu, emanet, ehliyet gibi kavramlar, meşveret,
maslahat gibi kavramlar ifadesini bugün demokratik cumhuriyette bulur. Modern
demokrasinin temel değerleridir bunlar aynı zamanda. Konsensüs dediğimiz
kavram, devletin adaleti sağlama görevi, bireyin özgürlük alanının
genişletilmesi, bütün bunlar ifadesini bugün demokratik cumhuriyette buluyor.
Adaleti şunun
için söyledim: Bu tasarı adaleti en çok aramamız gereken tasarı olmalıdır. Bu
tasarıyı hazırlayanlar, bu tasarıyı uygulayacak olanlar…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) - …adaleti en çok gözetmesi gereken kişiler, kurumlar
olmalıdır. Oysa, bu tasarının bazı maddelerinde bundan uzaklaşıldı. Örneğin,
özlük haklarında iyileştirmeler yapılırken merkez ve taşra örgütü arasında iyi
bir denge kurulamadı, gerek merkezdeki din hizmetleriyle görevli personel
gerekse taşrada din hizmetleriyle görevli personel arasında önemli maaş
uçurumları meydana geldi. Taşrada yüzde 10’un altında maaş artışı alacak olan
din hizmetleri personeli varken bu rakam, bu oran merkezdeki din hizmetleri
personelinde yüzde 45’lere çıkabilmiştir. Aynı şey din hizmetleri personeli ile
din hizmetlerine dâhil olmayan personel arasında da vardır.
Vekil imamlar
büyük tartışma konusu oldu. Hükûmet 4/B yönünde bir çözüm getirdi. Evet, 4/B
hiç yoktan iyidir. Biz de bu yöndeki tercihe sonuçta olumlu baktık ama 4/B’nin
kamu personel rejiminde önemli bir olanak olmadığını bilelim değerli
arkadaşlar. 4/B İş Kanunu’na tabidir. 4/B’li personel…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Hamzaçebi.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) – Son olarak selam verebilir miyim.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum, çok sağ olun.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Burada, süremi
bitirdiğim için daha fazla uzatmak istemiyorum ama 4/B gibi 657 sayılı Kanun’un
temel konularının dikkate alınması gerektiğini, ileride çözülmesi gerektiğini
düşünüyorum.
Yine, Diyanet
İşleri Başkanlığı bütün inanç gruplarına hitap eden bir kurum olmalıdır,
hepsinin benimseyeceği bir kurum olmalıdır, bu yönüyle de bir sorun vardır.
Bunu ben bir yasal mesele olarak görmüyorum, bir uygulama meselesidir. Sayın
Bakanın “Alevi açılımı” adı altında yürüttüğü açılımın bütün inanç gruplarını
kapsayacak şekilde devam etmesi ve Diyanet İşleri Başkanlığının bütün toplum
tarafından benimsenen bir kurum hâline getirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Sonuç olarak,
sözlerimi burada bağlayacak olursam, eksikliklerine karşın olumlu bulduğumuz,
destek verdiğimiz bir tasarıdır. Bu tasarıya olumlu oy vereceğimizi ifade
ederken, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ederim.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge reddedilmiştir.
Madde 23’ü
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
İkinci bölüm üzerinde görüşmeler
tamamlanmıştır.
Sayın
milletvekilleri, Komisyonun tasarının tümünün oylanmasından önce bir düzeltme
talebi vardır.
Buyurun.
PLAN VE BÜTÇE
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ OSMAN DEMİR (Tokat) – Sayın Başkanım, teknik bir iki düzeltme
talebimiz var. 12’nci maddede geçen “acente” kelimesinin, 1618 sayılı Kanun’la
paralellik arz etmesi açısından “acenta” olarak düzeltilmesini; 189 sayılı
Kanun Hükmünde Kararname’nin kabul tarihi olan “13/12/1983” tarihi de sehven
“14/12/1983” olarak yazılmış, bunun düzeltilmesini; ayrıca, tasarının 18’inci
maddesi, 633 sayılı Kanun’un ek 1’inci maddesini; 19’uncu maddesi, 21’inci
maddesini değiştirmektedir; Kanun tekniği bakımından, madde sıralamasının 18 ve
19’uncu maddelerin yer değiştirilerek yeniden yazılmasını talep ediyoruz.
Düzeltme taleplerimiz bunlardır.
BAŞKAN - Bu düzeltmeler sehven yazımdan
kaynaklanmaktadır. Tasarıyı söz konusu düzeltmelerle birlikte oylarınıza
sunacağım.
Tasarının tümü
açık oylamaya tabidir.
Açık oylamanın
elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Oylama için iki
dakika sürece vereceğim. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik
personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen
üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen iki dakikalık süre içinde
Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Ayrıca, vekâleten
oy kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını,
oyunun rengini ve kendisinin adı ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy
pusulasını, yine, oylama için öngörülen iki dakikalık süre içerisinde
Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Oylama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik
cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – 507 sıra
sayılı Kanun Tasarısı’nın açık oylama sonucunu arz ediyorum:
“Oy sayısı :
257
Kabul :
256
Ret : 1 (x)
Kâtip
Üye Kâtip
Üye
Bayram
Özçelik Gülşen
Orhan‑
Burdur Van”
Tasarı kabul
edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Sayın Bakan bir
teşekkür konuşması yapacaktır.
Buyurun. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
DEVLET BAKANI
FARUK ÇELİK (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; teşekkür
konuşmama geçmeden önce bir iki hususa değinip sonra teşekkür bölümünü sizlerle
paylaşmak istiyorum.
Öncelikle, bugün,
şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum, milletimize de başsağlığı
temennisinde bulunuyorum.
Değerli
arkadaşlar, burada, son, ikinci bölümde önemli konulara arkadaşlarımız temas
ettiler. Sürçülisan demiyorum, bazı arkadaşlarımız da çok haksız ithamlarda
bulundular. Bunlardan bir ikisini belirtmek istiyorum.
Diyanet
teşkilatına mensup bazı üst düzey yöneticilerin iki yüz yirmi gün civarında
yurt dışında kaldıklarını, ayrıca 80 bin TL gibi bir harcırah aldıklarını,
vakfın bir imparatorluk gibi olduğunu ve benzeri, gerçekten hayalî, hiçbir
gerçeklikle ilgisi izah edilemeyecek olan ve bütün kurumumuzu da, Diyanet
camiasını da üzen bazı haksız değerlendirmeler oldu. Bunlar değerli
milletvekili arkadaşlarımızın görüşleri değildi tabii. Birilerinin sanal âlemde
yaptıkları bazı işlemler gerçekmiş gibi anlaşılmasın diye burada özellikle
belirtmek istiyorum.
Diğer bir önemli
konu: Tabii ki 4/B sözleşmeli personel, olmayan bir şeyin ihdası değil, 657
sayılı mevzuata tabi bir uygulama yani 4/A grubu var, B, C grupları var,
personelin nasıl alınacağı 657’de belli; yeni bir ihdas gibi takdim edilmesini
de, doğrusu doğru bulmadığımı ifade ediyorum.
Bir diğer konu
da, çokça burada ifade edildi, bu vekil imamlarla ilgili. Değerli arkadaşlar,
şu bilgileri arz etmek istiyorum: Bugüne kadar, AK PARTİ İktidarı olarak,
Hükûmet olarak, 4.500 4/C’li personeli, Diyanet personelini 4/B statüsüne
geçirdik. 14.400 sözleşmeli personel aldık. Ayrıca 2005 yılından önceki vekil
din görevlilerini de 4/B statüsüne aldık. Şu anda yaptığımız düzenleme nedir?
Şu anda yaptığımız düzenleme, 2005 ile 2010 yılları arasında vekâleten, vekil olarak
görev yapan, KPSS sınavına girmiş, yeterlilik belgesini almış ve dört aylık bir
süre içerisinde vekillik görevini yapmakta olan veya yapan din görevlilerinin
4/B sözleşmeli kadroya alınması çalışmasını yapıyoruz. “Neden bunlar 4/B’li
oluyor da kadroya alınmıyor?”
Değerli
arkadaşlar, şu anda, 30 bin, yeterlilik belgesi olan ve işe başlamak için
müracaat eden, kapıda bekleyen din görevlileri var. Şimdi, bunlar burada durur
iken dört ay vekillik görevini yapmış bir arkadaşımızı kadroya alırsak, meydana
gelecek olan bir eşitsizliği, haksızlığı da dikkate almamız gerekiyor.
(x)
Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Bir
saniye Sayın Bakan.
Efendim Sayın
Genç?
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Teşekkür konuşması için yirmi dakika süre verilmez efendim.
BAŞKAN – O sehven
olmuş, sehven olmuş. Zaten on dakika istemişti Sayın Bakan.
Buyurun Sayın
Bakan.
MEHMET GÜNAL
(Antalya) – Sayın Bakan, hepsine verelim, onlara da verelim. Geri kalanlara
adaletsizlik olmasın.
DEVLET BAKANI
FARUK ÇELİK (Devamla) – Yani burada konu gayet net ve açıktır. Şu anda vekil
din görevlisi olarak görev yapan değerli görevlilerimizden 4 bin kişi bu yasa
çıktıktan sonra, yürürlüğe girdikten sonra bu haktan istifade edecek. Neden “4
bin” diye bunu koyduk yasaya? 2005’ten bugüne kadar vekil olarak görev yapmış
8.400 görevlimiz var. Bundan dolayı, 4 bin kaydı bir sınav şartını da getirdi
yani kurum içinde bir sınav yapma zorunluluğu getirdi çünkü 4 binin üzerinde
-Maliyeyle yaptığımız görüşmelerde- tahmin etmiyoruz ama 4 binin üzerinde bir
müracaat olması hâlinde bu şartın da yasada yer alması gerekliliğini ortaya koymuş
oldu.
Değerli
arkadaşlar, ayrıca, Sayın Başbakanın millî birlikle ilgili Kur'an Yılı
toplantısında yapmış olduğu bir konuşmanın burada dile getirildiğine şahit
olduk. O toplantıda ben de vardım, Sayın Başbakanımız… Anayasa’nın 136’ncı
maddesinin Diyanet İşleri Başkanlığına yüklediği görev gayet açıktır. Nedir bu?
Millî birlik, milletçe dayanışma ve bütünleşme görevi. Diyanet İşleri
Başkanlığının zaten görevi budur. Orada da ifade edilen, Anayasa 136
çerçevesinde Türkiye’de birliğin, bütünlüğün çimentosu anlamında, Diyanet
İşleri Başkanlığına düşen sorumluluğu orada bir kez daha Sayın Başbakanımız
hatırlatmıştır.
Şunu da
samimiyetimle ifade ediyorum: Siyaset ve Diyanet ilişkisi en kolay hesap
vereceğimiz bir alandır, bunu açık söylüyorum değerli arkadaşlar.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Bakanım, Sayın Başbakan “açılım” diye başladı.
DEVLET BAKANI
FARUK ÇELİK (Devamla) – Siyaset-Diyanet ilişkisinde çok net bir şekilde bunu
ifade ediyorum. Siyaseti bu kuruma bulaştırmama konusunda başta Başbakanımız olmak
üzere de, Bakan olarak, tüm yetkililer olarak azami gayreti gösterdiğimizi de
belirtmek istiyorum.
MEHMET GÜNAL
(Antalya) – “Bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında…” diyor Sayın Bakanım,
136 böyle diyor.
DEVLET BAKANI
FARUK ÇELİK (Devamla) – Değerli arkadaşlar, burada tabii, 17.541 kadro ihdası
yapıldı, hep birlikte yaptık bunu. Bu son derece önemli bir rakamdır. Bunun 5
bin kadro ataması bu yıl içerisinde olacak, 5 bin sözleşmeli, 4/B sözleşmeli
alımı gerçekleşecek, ayrıca, 4 bin kadar da vekil imam alımı olacak. Takriben
14 bin görevli bu şekilde işe başlamış olacak. Bunları hep birlikte gerçekleştirdik.
Bunların, inanıyorum ki bu tasarıyı getirenler olarak, çok küçümsenmemesi
gereken, çok önemli adımlar olarak kamuoyunda algılandığı inancı içerisindeyim.
Bu arada, hiçbir
hatip burada temas etmedi, şunu ifade edeyim: Türk Ceza Kanunu uygulaması bakımından,
kamu görevlilerine din görevlileri tabi değildi değerli arkadaşlar. Bu Yasa’nın
bence getirdiği en önemli düzenlemelerden bir tanesi budur. Diğer kamu
görevlileri Ceza Yasası açısından neye tabi iseler, din görevlileri de aynı
esaslara tabi noktasına getirilmiş bulundular.
Bu kısa
belirtmelerden sonra, değerli milletvekilleri, 23’üncü Dönem milletvekilleri
olarak, tıpkı 1965 yılında olduğu gibi, tarihî bir görevi yerine getirmiş
bulunuyoruz. Otuz yıldır ağırlıklı olarak ikincil mevzuatla yönetilen Diyanet
İşleri Başkanlığı, teşkilat yasasına, bugün itibarıyla kavuşmuş bulunuyor.
Başta Sayın Başbakanımız olmak üzere, Bakanlar Kurulundaki tüm arkadaşlarıma ve
Meclis Başkan Vekilimiz ve Divan Üyelerine ve siz emeği geçen bütün
milletvekili arkadaşlarıma şükranlarımı arz ediyorum.
Ayrıca, ülkemizin
en ücra köşesinde milletimizin dinî, manevi hayatına minberde ve mihrapta
rehberlik yapan, semalarda ezan sesini eksik etmeyen, vefakâr, fedakâr din
görevlileri başta olmak üzere, bütün Diyanet camiasına, ülkemize, milletimize
ve özellikle yurt dışında yaşayan gurbetçilerimize, akraba ve soydaş
topluluklarına, bu Yasa’nın hayırlı uğurlu olmasını temenni ediyorum.
Değerli
milletvekilleri, tarih bize göstermiştir ki inancını kaybeden milletler,
kimliğini oluşturan diğer unsurları da çok kolay kaybederler. Bundan dolayı,
dünyevileşmenin insanlığı bunalttığı günümüz dünyasında inanç ve dinin önemi,
öyle tahmin ediyorum ki, çok daha iyi anlaşılmaktadır. Barış dini olan, orta
yolu tavsiye eden İslam’ın kuşatıcı rahmetine bütün insanlığın bugün çok daha
büyük ihtiyacı vardır. Bu Yasa ile daha dinamik bir yapıya kavuşacak olan
Diyanet İşleri Başkanlığı tüm bu taleplere cevap verecek bir yapıya kavuşmuş
bulunmaktadır.
Dikkat ederseniz,
gerek Parlamento çalışmalarımızda gerek siyasi atmosferde gergin bir ortam var.
Bu yasa çalışmasında gördük ki, bütün siyasi grupların bu yasa ortak bir
paydası oldu. Başta milletimizi birleştiren bağların ne kadar güçlü olduğu
konusunda da buradaki birliktelik önemli bir mesaj teşkil etmiştir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
DEVLET BAKANI
FARUK ÇELİK (Devamla) - Değerli milletvekilleri, bu Yasa’yla büyük Türkiye'nin
Diyanet teşkilatını daha güçlü kılacak, daha donanımlı görevlilerle
milletimizin din konusunda daha iyi aydınlatılması konusunda önemli görevler
yapacak, birliğimizi, bütünlüğümüzü, kardeşliğimizi daha da iyi pekiştirecek
güzel bir düzenlemeyi hep birlikte el birliğiyle gerçekleştirmiş olduk. Elinize
sağlık diyorum, dilinize sağlık diyorum ve milletimize tekrar hayırlı olması
temennisiyle hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Bakan.
Tasarı hayırlı
uğurlu olsun.
Birleşime elli
beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 18.56
ALTINCI OTURUM
Açılma Saati: 20.01
BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Gülşen ORHAN (Van)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 127’nci Birleşiminin Altıncı
Oturumunu açıyorum.
5’inci sırada yer
alan, Dışişleri Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
5.- Dışişleri Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında
Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/892) (S. Sayısı: 524) (x)
BAŞKAN –
Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada.
Komisyon raporu
524 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Sayın
milletvekilleri, alınan karar gereğince, bu tasarı İç Tüzük’ün 91’inci maddesi
kapsamında temel kanun olarak görüşülecektir. Bu nedenle tasarı, tümü
üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra
bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı
oylanacaktır.
Tasarının tümü
üzerinde gruplar adına ilk söz, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Şırnak
Milletvekili Sayın Hasip Kaplan.
Buyurun Sayın
Kaplan.
BDP GRUBU ADINA
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye
Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı
üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Böylesine önemli
bir bakanlığın görüşmesini yaparken gerçekten üzüntü duyuyorum. Salona
bakıyorum, Türkiye’nin en önemli Bakanlığının kuruluş ve görevleri hakkındaki
kanunu konuşuyoruz ve ben, tabii, burada ekranları başında bizi izleyen
halkımıza buradan AK PARTİ sıralarında 5 kişi var ve gerisi çoğunluk muhalefet.
M. NURİ YAMAN
(Muş) – 4 kişi var…
HASİP KAPLAN
(Devamla) – Demek ki Dışişleri Bakanlığımız gibi çok önemli, ülkemizi dışarıda
temsil eden, sorumluluklar üstlenen bir bakanlık konusundaki sorumluluk
anlayışımız bu ilgimiz kadar.
(x)
524 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Ben bunu
söylerken neden bunları söyleme gereğini duydum? Plan ve Bütçe Komisyonunda da
görüşürken aynı yaklaşım söz konusu oldu. Dışişleri Bakanlığının…. Elimde Sayın
Davutoğlu’nun bir sunuşu var ve bu sunuşta 2010 yılı bütçesiyle ilgili bir
cümleyi halkımızın dikkatine sunmak istiyorum: Deniliyor ki “Bakanlığın 2010
yılı için bütçe teklifi Maliye Bakanlığına ‘1 milyar 771 milyon 401 bin 553
TL.’” Dışişleri Bakanlığının teklifi Maliye Bakanlığına. Ancak Maliye Bakanlığı
2010 yılı bütçesini Türkiye Büyük Millet Meclisine “920 milyon 137 bin TL”
olarak teklif etmiştir. Şimdi, bu teklife baktığımız zaman, Dışişleri
Bakanlığının talebinin sadece miktar teklifinin yüzde 52’si karşılanmış. Şimdi
bunun altını önemle çizmek istiyorum. Sonra tekrar devam ediyorum, Bakanlığın
bütçesi son on beş yılda 2,5 katından fazla oranda azalarak genel bütçenin
binde 3,3’üne tekabül eden bir seviyeye gerilemiştir.
Arkadaşlar,
gerçekten oturup düşünmemiz gereken günlerdeyiz. Düşünün, Dışişleri Bakanlığı,
Türkiye büyüyor, dış ilişkileri büyüyor ve dünyanın 16’ncı ekonomisi olmakla
övünüyoruz. Şimdi, dünyanın 16’ncı büyük ekonomisinin Dışişleri Bakanlığının
bütçesi 1 milyar TL bile değil. Yani, Türkiye’de birçok genel müdürlüğün
bütçesi Dışişleri Bakanlığının bütçesinden daha fazla.
Şimdi böyle
olunca, kanun tasarısının -ki Hükûmetten geliyor- gerekçesine bakıyoruz:
“Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, uluslararası ilişkilerin genişleyen
kapsamı ve dış politikada alınan yeni inisiyatiflerle birlikte çok çeşitli
alanlarda ve coğrafyalarda yeni sorumluluklar üstlenmektedir. 2009, 2010 ve
2011 yılları içerisinde faaliyete geçen veya geçmesi öngörülen kırk iki yeni
temsilcilikle, Dışişleri Bakanlığının yurtdışı teşkilatını oluşturan toplam
temsilcilik sayısı iki yüz on ikiye ulaşmış olacaktır.” deniliyor.
Evet, küresel
ekonomik bir krizi geride bıraktıktan sonra, ekonomi, politika, dış ilişkilerde
de yeni arayışları ister istemez gündeme getiriyor ve yönümüzü bugün ithalat ve
ihracatımızın yüzde 60’ını yaptığımız -100 milyar civarında ithalat ve ihracat
rakamımız- ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri… Şimdi onlarda bir kriz oluştu ve en
son, işte gördünüz, Avrupa Birliği üyesi ülkelerin bütçelerinde bir gerileme ve
kısıtlama kararı alındı. Bu gerileme ve kısıtlama sonucu Türkiye'nin yüzde 60
olan ithalat ve ihracatı yüzde 46’lara geriledi. Yani Türkiye'nin mevcut… Tabii
tekstil sektörü, turizm sektörü, inşaat sektörü, sanayi sektörü, bunların
hepsinde gerileme yaşandı.
Elbette ki
Türkiye, genç, dinamik bir nüfusu ve Allah’ın yeryüzünde nasip eylediği en
güzel vatan zenginliğine sahip bir ülke olarak, bu kriz döneminde genç ve cesur
girişimciliğiyle yönünü Orta Doğu’ya, Uzak Doğu Asya’ya, Afrika’ya, Güney
Amerika’ya, Brezilya’ya, Arjantin’e dönebilme cesaretini gösterdi ve Rusya’yla
olan ticaret hacmimizde bir genişleme oldu ama Çin’e baktığımız zaman, koskoca
Çin’de, ilişkilerimiz, ihracatımız hızla gelişirken, bir iki tane
temsilciliğimiz var. Endonezya’yla yeni ilişkiler geliştiriyoruz, Hong Kong’da,
yeni temsilciliğimiz orada, daha önce kurulmuştu, var.
Şimdi burada
oturup doğru doğru konuşacağız. Evet, siyaseten çok karmaşık konuları
tartışıyoruz. Filistin olayı, İsrail olayı, Gazze olayı, Kandil olayı, NATO
olayı… Türkiye'nin güvenlik riskini çok yakından ilgilendiren, çok önemli
konularda durmadan bir taraftan Ermenistan’la ilişkiler, bir taraftan Kıbrıs’la
ilişkiler, bir taraftan üçlü mekanizma, bir taraftan Orta Doğu, bir taraftan
Amerika’nın yaz aylarında Irak’tan çekilme ihtimali, diğer taraftan yeni enerji
politikaları, yeni Nabucco’yla beraber geçiş koordinatlarının Türkiye üzerinden
olduğu, Katar’daki doğal gazdan tutun da İran’daki petrolden, Azerbaycan’daki
doğal gaz ve petrolden, böylesine devasa ilişkiler ağı içinde Türkiye’yi
Dışişlerinde gerçekten çok az sayıda özveriyle çalışan bir kadro ve dar bir
kadro götürmek zorunda kalıyor.
Biz elbette ki bu
ülkenin evladı olarak bu ülkenin daha da gelişmesi için, daha da zenginleşmesi
için, daha da etkin olması için ve ilk 10’un içinde yer alan bir Türkiye
Cumhuriyeti devletinin gerçekten barış içinde, demokrasi içinde yaşayan onurlu
vatandaşları olmanın özlemiyle biz de bu konuda bu sorumlulukta böylesi bir
teşkilat yasasını desteklerken bir iki önergeyle de elbette ki çalışanların
özlük haklarından tutun da ulusal üstü yargı ve hukuktaki ilişkilerine kadar
bazı önerilerimiz olacaktır. Bu dikkate alınır, alınmaz genelde AK PARTİ’nin
çoğulcu anlayışın değil, çoğunlukçu anlayışının
“ben getirdim, ben yaparım, ben bilirim, ben çalarım ben oynarım demokrasisi”
çerçevesinde.
Tabii, bunu tartışırken
dış sorunlarımızı, dış ilişkilerimizi konuşmayacak mıyız siyasetini? Elbette ki
yasama Meclisinde bunun konuşulması kadar doğal bir şey yok ve biz de merak
ediyoruz, heyecanla da bakıyoruz.
Bugün, Sayın
Dışişleri Bakanımız Ahmet Davutoğlu bu kanun tasarısı nedeniyle apar topar
geldi. Nereden geldi? Bakıyoruz hemen son dakika haberlerine: Brüksel’de İsrail
Ticaret Bakanıyla gizlice bir görüşme yapıldığı haberi düşüyor, “İsrail Ticaret
Bakanı Ben-Eliezer’le buluştu, iki buçuk saat görüştü.” deniliyor. Orada İsrail
Dışişleri Bakanı Lieberman’ın haberdar edilmediği İsrail basınına düşen
haberlerde geçiyor ve Hükûmet içinde İsrail’de de bu tartışılıyor. Tabii, bizde
de ister istemez bunu sağduyuyla, soğukkanlılıkla, yani gerçekten İsrail’le
bunca kriz yaşarken bu hızlı trafiğin ve diplomasinin ne olduğunu, Sayın
Bakanımızın burada, yüce Meclise bir açıklama yaparak detaylandıracağına,
bilgilendireceğine de inanıyorum, çünkü doğru olan da budur, yürütmenin
yasamaya karşı hesap verme değil, bilgilendirme gibi bir görevi vardır.
Fakat son dakika
haberlerine düşen enteresan şeylere de vurgu yapmadan geçmeyeceğim. “Gizli
görüşme doğrulandı.” deniliyor. Doğru, Ankara’dan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü
Sayın Burak Özügergin, yine Ankara’ya gelişi sırasında Sayın Bakanımızın böyle
bir görüşme olduğunu… Ancak cep telefonlarımıza düşen hemen sıcak bir habere
geçmek istiyorum. Deniliyor ki bu görüşmede, bakın “Esir olan İsrailli bir
asker Şalit için bin Filistinliyi serbest bırakmaya hazırız.” demiş İsrail
Hükûmeti adına konuşan Bakan.
Elbette
Filistin’le dayanışmaysa, böyle bir görüşme, bunun üzerine minvalse, temelinde
başka şeyler yoksa, Toronto görüşmesi sonrası Sayın Obama ile Erdoğan
arasındaki görüşmelerden sonra bu gerginliği indirin, tansiyonu düşürün ve
görüşün telkinleri etkili olmadıysa veya olduysa, bu ülkenin yararına doğru
yapılmışsa, doğru bir adım atılmışsa, atılan doğru adımda Sayın Bakanın yanında
yer alırız, ancak aynı hassasiyeti, İsrail’in askeri, esir askeri, kendi askeri
için gösterdiği hassasiyeti Hükûmetten sınır boylarında on beş günlük eğitimden
sonra gidip toprağa düşen askerlerimiz için de göstermesini bekleme hakkımız
var. Muhalefet olarak bunu sorarız.
Dağlıca’da, 8
tane asker Dağlıca’dan Kuzey Irak’a götürüldüğünde bu Parlamentonun üyeleri
gidip sağ salim onları getirdi diye haklarında fezleke hazırlanırken, bu
kıyaslamayı Sayın Bakanın yapmasını, Hükûmetin yapmasını diliyorum. 8
askerimizin canı hiç mi kıymetli değildi ki onları getirmek için Kuzey ırak’a
giden ve Amerika’nın da Barzani yönetiminin de Talabani’nin de bilgisi
dâhilinde oradan askerleri sağ salim getirdi diye bizim milletvekillerimize
fezleke gönderen anlayış karşısındaki duruşu da sorgulamalarını ve doğru bir
duruş göstermelerini isteme hakkımız var.
Arkadaşlar, bunu
ben niçin söylüyorum? Eğer İsrail’in bir askeri için gösterdiği hassasiyetin
binde birini biz askerlerimiz için gösterseydik, bugün, Siirt’in Sarıyaprak
köyünde 2 askerimizin, 3 korucunun ve -siz, birileriniz veya birileri insan
olarak görmeyebilir- etkisiz hâle getirilen ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı
olan 12 gencin anasının da babasının da olduğunu, madalyonun iki yüzünün
olduğunu, her acının, her ölümün paylaşılması gerektiğini, bu ülkenin çocukları
söz konusu olduğu zaman, onu paylaştığımız zaman, bunu aşabilmenin ne kadar
daha kolay olabileceğini görmemiz gerekiyor.
Evet, bu kürsüden
başsağlığı çokça, kınama çokça yapılıyor. Bu kürsü ağlama duvarı değildir
arkadaşlar. Bu kürsü, halkın temsilcilerinin seçilip geldiği çözüm adresidir.
Biz çözümü bulamıyoruz. Eğer ülkemizde barışı sağlamak için, silahları
susturmak için adım atamıyorsak ve haberlere baktığım zaman, Sayın Başbakan
-tabii ki onun da tatil hakkı var- tatile gidiyorsa askerler öldüğü zaman ve
sayın ana muhalefet parti lideri bu kan akma olayı konuşulurken görüşmek için
“Sen benim makamıma gel, ben senin makamına geleyim.” gibi peşrevler çekiyorsa
birbirine bu ülkede, bu ülkede iktidar ile ana muhalefet partisi kayıkçı
kavgasına tutulmuşsa, ben neyi konuşayım burada Dışişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde
diye düşünüyorum. Çünkü bu ülkede kardeş kanını durduramadığımız sürece çok
güçlü dışişleri bakanlıklarımız da olsa, çok güçlü kurumlarımız da olsa ne
yazar!
Bakın arkadaşlar,
şu kitapçığı açın ve ilk sayfasından itibaren bir şeyler göreceksiniz. Türkiye’nin,
devlet politikası olarak sulhtan bahsettiğini göreceksiniz yurtta ve cihanda.
Şu tasarıya
bakınız, şu tasarının 1’inci maddesinde Dışişleri Bakanlığımızın görev ve
yetkileri sayıldığı zaman çok ulvi görevlerle donatıldığını göreceksiniz. “Her
türlü toplumsal yaşamın temelini oluşturan insan haklarının ve demokratik
değerlerin savunulması ve ileriye götürülmesi, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi
düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle yapılan her türlü
ayrımcılık ile mücadele edilmesi.” Güzel sözler bunlar. Bunları hayata kendi
ülkemizde geçiremiyorsak, siz gidip nerede hayata geçireceksiniz? Hangi ülkede,
hangi dışarıda?
Arkadaşlar, bir
tehlikeli oyuna dikkatini çekmek istiyorum yüce Meclisin: Şimdi, notlarıma
bakıyorum. Sayın Başbakan konuşmasında şöyle bir imada bulunuyor, diyor ki:
“NATO neden Kandil’e girmiyor?” Evet, dikkatinizi çekeyim: “NATO niye Kandil’e
girmiyor?” NATO’ya Türkiye olarak -kitapçıkta yazıyor- 50’lerden beri üyeyiz.
NATO’nun bugüne kadar girdiği yere bela girmiştir arkadaşlar. Bakın,
Yugoslavya’ya girdi, bela girdi Yugoslavya’ya; paramparça oldu. Bakın, dikkat
edin, Bosna-Hersek ayrı, Hırvatistan ayrı, Slovenya ayrı, Kosova ayrı,
Sırbistan ayrı; kaç devlet olduğunu gördünüz mü?
Bakın, NATO
Irak’a girdi. Irak’a girdikten sonra kaç milyon insan öldü biliyor musunuz?
Müslüman değil miydi ölenlerin hepsi? 1 milyon insanın üstünde öldü. NATO,
Birleşmiş Milletler Afganistan’a girdi. Neyi çözecek arkadaşlar? NATO -bir de
bahanesi var- “Türkiye'deki sorun
örgütle Türkiye arasında. Oysa El Kaide uluslararası bir terör örgütü olarak
bütün ülkeleri, 11 Eylülde İkiz Kuleleri vurduğu için farklı.” diyor.
Şimdi, NATO’yu,
bu belayı Türkiye'ye davet ederseniz, kendi vatandaşlarınızla konuşamaz ve
çözemezseniz korkarım ki bu dehşet planların tuzağına düşürürsünüz. Bu çok
tehlikelidir. NATO, girdiği yerlerde, arkasından iki provokasyonla yeşil hatlar
çekiyor, yeşil hatlar. Fırat’ı yeşil hat hâline getirebilir. Bu tehlikeye
dikkat çekmek istiyorum. NATO’yu davet etmeyin; gidin kendi çocuklarınızla
konuşmanın, görüşmenin, tartışmanın ve çözmenin yollarını bulun.
Bakın -elimdeki
notlara bakıyorum, demin tekrar baktım- Diyarbakır’da doksan dokuz tane sivil
toplum örgütü bir araya geliyor, Hükûmete çağrıda bulunuyor, PKK’ye de buluyor.
Arkasından Batman’da onlarca sivil toplum örgütü geliyor ve çağrıda bulunuyor
“Silahlar sussun.” diye. Bugün de benim ilimde Şırnak’ta sivil toplum örgütleri
bir araya gelmiş ve açıklama yapmışlar, çağrıda bulunuyorlar. Yine bakıyorum,
Van’da sivil toplum örgütleri bir araya gelmiş çağrıda bulunuyor. Peki, ülkemin
diğer bölgeleri, Karadeniz, Akdeniz, Ege, İç Anadolu, Trakya’nın sivil toplum
örgütleri süs saksısı mıdırlar, söyler misiniz arkadaşlar?
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
HASİP KAPLAN
(Devamla) – Süs saksısı olmadıklarına göre, onlar da vicdanen, insan olarak
bundan rahatsız olduklarına göre neden susuyorlar? Yani, bu ülkenin savaşı da
barışı da hep doğunun, güneydoğunun, oradaki örgütlerin ve aydınlarınsa, emek,
meslek örgütlerinin, siyasetçilerin omzuna mı bindi?
AK PARTİ diyor
ki: “Bu Mecliste 75 tane Kürt milletvekilim var.”, 20 tane biz varız, eder 95,
CHP’de de var, MHP’de de var Kürk kökenli; eğer, bizler bir araya gelip iki laf
edemiyorsak, bir çağrı yapamıyorsak yazıklar olsun bize! Yazıklar olsun, bu
Mecliste bu kırmızı koltuklarda oturmaya!
Arkadaşlar, sivil
toplum nedir? Vicdandır, vicdan. Niye İzmir’deki sivil toplum susuyor? Niye
İstanbul’daki sivil toplum susuyor? Niye Ankara’ya yürümüyorlar? Niye sesini
çıkaramıyorlar? NATO’yu davet ediyorlar. Bu ülkenin içişlerine, dışarıdan
güçler, müdahale edilsin isteniyor. Buna ses çıkarmak zorundayız. Ülkemizin
birliği, bütünlüğü…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HASİP KAPLAN
(Devamla) - Bu güzel ülke, 70 milyon değil, 700 milyon insana yeter arkadaşlar,
700 milyon insana. Bu kardeşliğimiz, 700 milyon insanı doyurur ve mutlu
yaşatır.
Bu duygularla
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Başkanım…
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Kaplan.
Buyurun Sayın
Şandır.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Hatip de ifade etti, ben de buradan söylüyorum: Bugün
gazetelere yansıdığı kadarıyla Sayın Dışişleri Bakanı İsrailli bir bakanla
Brüksel’de -gazetelere yansıdığı kadarıyla- gizli bir görüşme yapmıştır.
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Sayın Başkan, böyle bir usul var mı efendim? Neye göre konuşuyor?
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Bu görüşmenin gerçeğini, Dışişleri Bakanlığının teşkilat yasası
görüşülürken, bu iddialar ortadayken, Sayın Dışişleri Bakanını, millete -şu
anda da tam izlenme saatidir- başında bir açıklama yapmaya davet ediyorum.
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Bozdağ.
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Sayın Başkan, İç Tüzük’ümüz açısından böyle bir usul, bir defa yok.
Kendisi soru sorabilir, İç Tüzük 60’a göre açıklama yapabilir, sataşma varsa
konuşabilir.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Ben bu talebimi Sayın Bakan açısından söyledim.
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Sayın Bakan burada. Zaten açıklama yapacaktır Sayın Bakan ama biraz
sabırlı olursak Sayın Bakan konuşacak efendim.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Bakanın takdirine sunuyorum.
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Bakan konuşacak, açıklamasını yapacak.
BAŞKAN – Her
ikinizin de söyledikleri tutanaklara geçti.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Birazdan bu konu sorularla ortaya konulacak. Öyle olacağına Sayın
Bakanın istediği anda açıklama yapma yetkisi, hakkı vardır.
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Sayın Bakan, ne konuşacağını Sayın Şandır’a sormaz efendim.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) - Ben davet ediyorum ve talep ediyorum.
BAŞKAN – Sayın
Şandır, siz söylediniz, Sayın Bakan da ne zaman konuşacağını kendisi
söyleyecektir.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Kendi takdirine sunuyorum yani bu çok özel bir konuda Sayın Bakan…
BAŞKAN - Sayın
Şandır, ben de Sayın Bakana “Kalkın, lütfen burada konuşun.” deme hakkına sahip
olmadığıma göre…
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Hayır, öyle değil.
BAŞKAN -
Tutanaklara geçti, teşekkür ederim.
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Sayın Başkan, şimdi Sayın Bakanın tümü üzerinde zaten bir konuşması
olacak.
BAŞKAN – Ya,
lahavle, aynı şeyi söylüyoruz.
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Aynı şeyi söylüyorum ama Sayın Bakan, konuşup bu konuya değinmese
Sayın Şandır haklı olur. Bir konuşsun, değinecek mi, değinmeyecek mi?
BAŞKAN – Hayır,
şimdi Sayın Şandır, önceden talep etti.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Arzum şu: Bu konuşmalar başlarken Bakanın konuşması daha şık olur
diye söylüyorum.
BAŞKAN – Tamam
efendim. İşte şık olup olmayacağına da sonuçta kendi iradesiyle karar verecek.
Tamam, teşekkür
ederim.
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Yani siyasi istismar yapıyorsun! Sadece siyasi istismar yapıyorsun!
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) - Yoksa zaten sorularla konuşacağız.
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Sadece istismar yapıyor, Bakan konuşup cevap vermezse…
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – İstismar yapmıyorum!
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – İstismar yapıyorsun!
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sizin iyiliğinize söylüyorum!
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Sayın Bakan konuşmadan…
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Buraya her çıkan bunu konuşacak.
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – İstismar yapıyorsun! Bakan konuşsun. Konuşmazsa o zaman haklı.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Bozdağ, buraya her çıkan bunu konuşacak.
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Sayın Bakan konuşmadan…
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Şimdi, Sayın Hasip Kaplan konuşmasa daha iyi değil miydi, Sayın
Metin Ergun konuşacak aynı şeyi?
BAŞKAN – E, ne
yapalım, konuşacak, siz söylediniz.
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Efendim, Sayın Başkan…
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Bakan, açıklama yapsa bu konuşmalar olmayacaktı.
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Sayın Bakan konuşacak ama…
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – İstismar değil, asıl istismarcı…
BAŞKAN – Sayın
Şandır… Sayın Şandır…
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) - Dış politika sizin meseleniz değil, milletin meselesi!
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – İstismar etmeyin Sayın Şandır!
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Hayır, istismar etmiyorum, onu size iade ederim! Milliyetçi Hareket
Partisi asla bu konuyu istismar etmez!
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Çok net, açık!
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (İstanbul) - Talebinizi söyleyin Sayın Şandır.
BAŞKAN -
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 20.27
YEDİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 20.39
BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Gülşen ORHAN (Van)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 127’nci Birleşiminin Yedinci
Oturumunu açıyorum.
524 sıra sayılı
Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Muğla Milletvekili Sayın Metin Ergun. (MHP
sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA
METİN ERGUN (Muğla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; milletin kalpgâhı
olan bu kürsüde milletin temsilcilerinin milletin hissiyatını dile getirmesi
tabii bir şeydir. Bu yüzden bugün millet terör örgütünü yine lanetlemiştir, biz
de lanetliyoruz, telin ediyoruz ve şehitlerimizin ailelerine başsağlığı
diliyoruz, şehitlerimize de Allah’tan rahmet diliyoruz.
Dışişleri
Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle grubum ve
şahsım adına yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
1991 yılında
Sovyetler Birliğinin çözülüp Doğu Bloku’nun dağılmasından sonra dünyanın siyasi
haritası değişmeye başlamıştır. Bu bir süreçtir; aynen 1910’lu, 20’li
yıllardaki gibi bir süreçtir ve bu süreç henüz tamamlanmamıştır. Güç merkezleri
değişmiş, farklılaşmış, küreselleşme olgusuyla karışarak daha farklı cazibe merkezleri
oluşmuştur. Dolayısıyla Dışişleri Bakanlığımızın da bu doğrultuda yapılanması
normaldir. Olması gereken de odur. Her ne kadar bu anlayışımızı tam olarak
karşılamasa da biz parti olarak bu kanun tasarısını destekliyoruz ve olumlu oy
kullanacağız ancak bu kanun tasarısını baz alarak Türkiye'nin dış politika
sorunlarını ve AKP’nin yanlış yaklaşımlarını da burada milletin kürsüsünden
dile getireceğiz, çeşitli önergeler vererek bunları dile getirmeye gayret sarf
edeceğiz.
Jeopolitikçilerin
dünyanın kalpgâhı dedikleri Türkiye; Avrupa, Asya, Afrika kıtalarının
birleştiği kuzey, güney ve doğu ulaştırma yollarının üzerinde yer alan bir
coğrafya üzerinde kurulmuştur. Bu coğrafi konumunun özelliği dolayısıyla
Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu günden itibaren komşuları ve dünya ülkeleriyle
karşılıklı saygıya dayalı dikkatli bir dış politika uygulaması içerisinde
bulunmuştur. Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Mustafa Kemal Atatürk “yurtta sulh
cihanda sulh” ilkesiyle Türkiye'nin içeride ve dışarıda barış, güven ve karşılıklı
saygıya dayalı ilişkiler içerisinde olmasının gerekliliğini işaret etmiştir.
Sayın
milletvekilleri, sekiz yıllık AKP hükûmetleri döneminde, Türkiye'nin kurulduğu
günden itibaren büyük bir gayret ve dikkatle oluşturduğu jeopolitik, siyasi ve
tarihî konumuna uygun hassas dengelere dayalı bu dış politika anlayışı ve
denklemleri büyük ölçüde hasar görmüştür. Buna karşılık, AKP hükûmetleri, uzun
yılların çabası neticesinde oluşturulan ve bu döneme kadar dikkat ve ihtimamla
sürdürülen bu dış politika denkleminin yerini alacak gerçekçi ve tutarlı yeni
politikalar da üretip uygulayamamışlardır.
AKP
hükûmetlerinin sergilediği dış politika anlayışı, millî menfaatlerimizle
örtüşmemektedir, gerçekçilikten uzaktır, romantiktir, hayalperest, hatta
maceraperesttir, ayakları yere basmayan bir dış politika anlayışıdır. AKP
hükûmetlerinin dış politika anlayışı, dış politika değerlerimizi göz ardı eden
bir dağınıklık içerisindedir.
Dış politikanın
tebessüm ve romantizmin ötesinde bir gerçeklik olduğunu unutan AKP hükûmetleri,
fazlaca dış seyahat etmeyi ve şahsi ikili temaslar kurmayı bir marifet ve
başarı gibi göstermeye çalışmışlardır. Yaşananlar bize göstermiştir ki bütün bu
mütebessim temaslar ve seyahatler, Türkiye'nin temel dış politika sorunlarının
millî menfaatlere uygun biçimde çözümünde hiçbir olumlu sonuç vermemiştir.
AKP hükûmetleri
döneminde Türkiye'nin dış politikası şahsi ikili görüşmeler öne çıkarılarak
yürütülmüştür. Bugün olduğu gibi, genellikle kapalı kapılar ardında
gerçekleştirilen bu şahsi ikili görüşmeler kayda geçirilmemiş ve muhatabın
sözlü vaatleriyle yetinilerek, Türkiye'nin dış politikası uluslararası
ilişkiler açısından hiçbir anlam ifade etmeyen bu yöntemle yürütülmeye
çalışılmıştır. Bu yönüyle baktığımız zaman, AKP hükûmetlerinin dış politikası
sözeldir. Ne yazık ki Türkiye'nin millî menfaatleri son dönemdeki bu sözel dış
politika anlayışıyla korunmaya çalışılmıştır. Herkesçe malumdur ki kayda
geçirilmeyen ve dolayısıyla devlet hafızasına girmeyen dış politikadaki bu
sözlü vaatler kişiseldir ve devletleri bağlamaz. Ufak iç politika hesapları
peşinde olan ancak dış politikada farklı davranan AKP hükûmetleri, kendi
dönemleri içinde Türk dış politikasını tamamen teslimiyetçi ve angaje bir
anlayışla yürütmüşlerdir. Bu angaje ve teslimiyetçi anlayışlarını da dış
politikada faydadan ziyade zarar getiren sahte kabadayılıklarla örtmeye
çalışmışlardır.
“Çözümsüzlük
çözüm değildir” ve “Muhatabından bir adım önde olmak” ifadesi dış politikada
Türkiye’ye pahalıya mal olmuştur. Bu dönem içerisinde AKP hükûmetlerinin
uluslararası bazı anlaşmazlık ve sorunların çözümünde büyük oranda kendi
zorlamaları ile arabuluculuğa soyunduklarına da şahit olunmuştur. Bu
girişimlerinde sorunlara çözüm bulmak bir yana, taraflarla bile ilişkileri
bozma noktasına getirmişlerdir. Ayrıca bu politik davranışla Türkiye'nin
aslında doğrudan ilgisinin olmadığı bu sorunlar, bu girişimler neticesinde
Türkiye'nin sorunu hâline gelmiştir.
Gözlemlediğimiz
bir başka husus, AKP hükûmetlerinin Türkiye'nin dış politikasını uzmanlaşmış,
tecrübe sahibi Dışişleri mensuplarından dahi gizleyerek, kaçırarak,
uzmanlıkları tartışılan danışmanlar eli ile kapalı kapılar ardında yürütme
arayışı içinde olmalarıdır. Bu hatalı dış politika uygulamalarına karşı uyarıda
bulunan deneyimli Dışişleri mensupları ise Hükûmet mensuplarınca zaman zaman,
yer yer tahkir edilmişlerdir.
AKP
hükûmetlerinin dış politikası yüzeyseldir ve sonuç odaksızdır. AKP
hükûmetlerinin dış politikası verimsizdir ve sonuçsuzdur. Sekiz yıl boyunca
sorunları çözmek adına büyük propagandalarla atılan hiçbir adım, evet hiçbir
adım sonuç vermemiştir. Bunun olumlu bir tek örneği yoktur. Dolayısıyla
denilebilir ki, AKP hükûmetlerinin dış politika uygulamaları Türkiye'nin temel
sorunlarını çözmekten uzak olup, dost ve kardeş ülkelerle bile mevcut iyi
ilişkileri ilk kez bozan bir seyir izlemiştir. AKP’nin yürüttüğü gerçekçilikten
uzak bu hatalı dış politika, Türkiye'nin uluslararası camiadaki etkinliğini
azaltmaya ve yalnızlaştırmaya yol açmıştır.
Ülkelerin dış
politikaları karşılıklı çıkarlar ve güven üzerinde, kalıcı ittifaklar, değişken
ittifaklar ekseninde tanzim edilir ve yürütülür. Artık, bir devlet politikası
hâline gelmiş Türkiye millî dış politikasında özellikle Türk cumhuriyetleri,
Pakistan ve benzeri gibi ülkelerle güven esasına dayalı bir değişmez kalıcı
dostluk ve müttefik ilişkisi olarak devam ettirilmeliydi. AKP, takip ettiği
ilkesiz ve omurgasız dış politika anlayışında bu hususa dikkat etmemiştir. AKP,
yeni uluslararası sorunlara, arabulucu küresel güçlerin küresel projelerine eş
başkan veya yeni yoldaşlar edinmeyi bir stratejik derinlik olarak görmüştür.
Korkarız ki AKP’nin bu sanal stratejik derinliği Türkiye’ye çok büyük zararlar
verecektir.
Yine bu dönemde
Türkiye'nin dış politikası diplomasi gerçekliğinde ve literatüründe yeri
olmayan “ağabey” ve benzeri gibi ifadeler kullanılarak Türkiye gibi köklü bir
devletin geleneğine uymayacak şekilde gayriciddi söylemlerle yürütülmeye
çalışılmıştır. AKP hükûmetleri döneminde Türk dış politikası, uzun erimli ve
uzun soluklu olmaktan çıkarılarak çoğu zaman kendi içinde çelişkili,
günübirlik, küçük politik hesapların dikkate alınmasıyla yürütülmeye
çalışılmıştır.
Muhterem
milletvekilleri, AKP hükûmetleri nasıl iç politikada inkârcı bir yaklaşımı
benimsemiş ise dış politikada da aynı üslup ve yaklaşımı benimsemiştir. Onlara
göre kendilerinden önce dış politikada hiçbir şey yapılmamış, Hatay ve Kıbrıs
gibi örnekler unutularak hiç dik duruş sergilenmemiştir.
AKP dış
politikada acelecidir. Bütün sorunları kendi dönemlerinde çözme hevesi ve aceleciliği
içinde olmuşlardır. Türkiye'nin bilgisinden ve birikiminden istifade etmeyi
düşünmemişlerdir. Türkiye'nin kazanım ve tecrübesini dikkate almamışlardır. Ne
yazık ki, bu aceleci ve öngörüden uzak yaklaşımları yüzünden, sorunları çözme
hayaliyle attıkları her adımda millî çıkarlarımız zarar görmüştür. AKP, dış
politika uygulamasında kararlı, istikrarlı ve ilkeli bir duruş gösterememiştir.
AKP İktidarı döneminde millî çıkarlarımızın korunması kararsız ve ilkesiz,
gelişigüzel yaklaşımlara bırakılmıştır.
Yine yaşananlar
göstermiştir ki, AKP hükûmetleri millî menfaatlerimizin korunması doğrultusunda
gerekli öngörü ve soğukkanlı analiz yeteneğinden uzaktır. Analiz yeteneğinden
ve stratejik derinlikten uzak oldukları için de, yürütülen millî
çıkarlarımızdan taviz kampanyalarının tuzağına düşmekten kurtulamamışlardır.
Bunda Türkiye'nin geçmiş birikimlerinin dikkate alınmaması ve bu yüzden gelecek
perspektifinin sağlıklı olmaması da etkili olmuştur. Bu dönemde Türkiye'nin
komşularıyla ilişkileri kulağa hoş gelmekle birlikte dış politika gerçekliğinde
hiçbir anlam ifade etmeyen “sıfır sorun” söylemiyle yürütülmeye çalışılmıştır.
Bu söylemin kılavuzluğunda yürütülmeye çalışılan dış politika komşularımızın
hiçbiriyle mevcut temel sorunların çözümünde yardımcı olmamıştır. Uluslararası
dayatmalarla benimsendiği anlaşılan bu teslimiyetçi söylemin uygulamada
Türkiye'nin millî çıkarlarına hizmet etmediği anlaşılmıştır. Belki daha vahimi,
bu politika uygulamasına karşı millî çıkarlar gözetilerek yapılan bütün
uyarılar AKP hükûmetleri tarafından dikkate alınmamanın ötesinde sık sık
çarpıtılarak, bu uyarıları yapanlar suçlanarak zan altında bırakılmıştır.
Nitekim bu söylem kullanılarak ve dış dayatmaların zorlamasıyla millî
çıkarlarımıza aykırı Ermenistan ile imzalanan protokoller Ermenistan ile
ilişkilerimizde olumlu bir sonuç vermediği gibi dost ve kardeş Azerbaycan ile
ilişkilerimizde önemli hasarlara sebebiyet vermiştir. Türkiye, uzun ömürlü bir
imparatorluğun vârisi olarak eski coğrafyasındaki tarihî, kültürel ve aidiyet bağıyla
bağlı milletlerle ve toplumlarla ortak mirası paylaşan bir milletin ülkesidir.
Bu coğrafyalardan göç eden insanların akrabalık bağlarıyla bağlı olduğu
toplumlarla ilişkileri devam etmektedir. Günümüzde bu insanlara karşı
hakkaniyet ve evrensel hukuk kurallarına aykırı uygulamalara Türk milletince
tepki gösterilmektedir.
Yukarıda da
belirtildiği üzere, kurulduğu andan itibaren cumhuriyetimizin bu coğrafyalara
yönelik temel politikası, iç işlerine saygı çerçevesinde buralarda yaşayan
toplumlarla kültürel ve sosyal ilişkileri geliştirmek olmuştur. Ayrıca soğuk
savaşın sona ermesinden sonra kurulan yeni Türk cumhuriyetleriyle örtüşen
çıkarlarda iş birliği ilişkilerimizi yine iç işlerine saygı çerçevesinde
geliştirmek de son dönem cumhuriyet hükûmetlerinin hedefi olmuştur. Ancak AKP
hükûmetleri döneminde Türk dünyası unutulmuş, ilişkilerde hiçbir ilerleme
sağlanamamış hatta tam tersi hasar bile görmüştür.
Sayın
milletvekilleri, söylemde Irak’ın toprak bütünlüğü sık sık vurgulanmasına
rağmen uygulamada AKP hükûmetlerinin kararsız politikaları neticesinde Irak’ın
kuzeyinde sadece Irak’ın değil Türkiye’nin de millî birlik ve toprak
bütünlüğünü bozabilecek bölücü teröre yataklık eden ve destek sağlayan bir
siyasi yapının oluşması görmezden gelinmiştir. Tarihî Türkmen kenti Kerkük’ün
demografik yapısının değişmesine ve toprak hukukunun tartışmalı bir hâle
gelmesine köklü bir devlet ciddiyetiyle bağdaşmaz bir şekilde ses çıkarılmamış
ve görmezden gelinmiştir. Kerkük’ün tapu ve nüfus idareleri yakılırken buna tepki
gösteren kamuoyu “kayıtların aslı bizde” gibi pratikte hiçbir değeri olmayan
söylemlerle yatıştırılmaya çalışılmıştır. İktidar, bu dönem içinde vuku bulan
müttefiklik hukukuyla ve dostlukla bağdaşmayan, alçaklık numunesi olan, Türk
askerinin başına çuval geçirilmesi hadisesi karşısında bir nota bile verme
cesaretini gösterememiştir.
Son dönemde
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ile İran arasındaki “uranyum
zenginleştirmesi” temelinde yaşanan sorunun çözümünde arabuluculuğa soyunan AKP
Hükûmeti, sorunun çözümüne bir katkıda bulunamadığı gibi Türkiye'nin
uluslararası arenada yalnızlaşmasına yol açmış ve bugüne kadar İran’ın sorunu
olan bir hadise Türkiye'nin de sorunu hâline gelmiştir.
AKP hükûmetleri,
Türk milletinin millî davalarından biri olan Kıbrıs konusunda da “kazan/kazan”
ya da “bir adım önde olmak” gibi dış politikada bir anlam ifade etmeyen
sloganlarla hem KKTC’nin hem de Türkiye'nin millî çıkarlarına aykırı
teslimiyetçi ve dışarıdan dayatılan “ver kurtul”cu bir politika izlemişlerdir.
Bu bağlamda, büyük bir kampanyayla destek verdikleri Annan Planı
doğrultusundaki politikaları, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerini de olumsuz
yönde etkileyerek iflas etmiştir.
57’nci Hükûmet
döneminde Helsinki Zirvesi’nde sağlanan Türkiye'nin AB adaylık statüsü, AKP
hükûmetleri döneminde ne yazık ki ucu açık bir sürece dönüşmüş durumdadır. Öyle
ki, gelinen noktada bazı AB ülkelerince Türkiye’ye tam üyelik yerine sıkça
“imtiyazlı ortaklık” önerilir hâle gelmiştir. Millî bütünlüğümüze ve millî
çıkarlarımıza aykırı haksız AB dayatmaları ve AKP hükûmetlerinin bu
dayatmalara teslim olmaları Türkiye’nin
tam üyelik hedefini sonunda tehlikeye atmış gibi görünmektedir. Sonuç olarak,
AKP hükûmetleri döneminde yürütülen Türk dış politikası, sorun çözmenin
ötesinde yeni sorunlar üreten bir yapıya bürünmüştür. Buna karşılık bu dönemde
Türkiye’nin temel sorunları görmezden gelinerek üstü örtülmüştür.
Bu duygu ve
düşüncelerle hepinize saygılarımı sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Ergun.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Şükrü Elekdağ, buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Dışişleri Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi adına konuşmak üzere söz almış bulunuyorum. Bu
vesileyle şehitlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine de sabırlar diliyorum, yüce
Meclisi de saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, Dışişleri Bakanlığının kuruluş ve görevlerinin kapsamlı bir
yeniden yapılanmaya tabi tutulması uzunca bir süredir kuvvetle duyulan bir ihtiyaçtı. Bu ihtiyaç
spesifik olarak şu üç nedenden kaynaklanıyordu: Birincisi, Türk dış
politikasının büyük ölçüde genişleyen gündemi ve faaliyet alanlarıyla uyumlu
olarak yeni temsil ihtiyaçlarının karşılanması gerekiyordu. İkincisi, dış
politika sahnesinde artan görev ve sorumlulukları karşılayacak şekilde Bakanlığın
kurumsal kapasitesinin tüm unsurlarıyla güçlendirilmesi ve yeniden
yapılandırılması icap ediyordu. Üçüncüsü de bu yeniden yapılanma sürecinde
Bakanlığın insan kaynakları ihtiyacının nitelik ve nicelik bakımından
sağlanması, personelin özlük haklarındaki eksikliklerin giderilmesi ve
Bakanlığın altyapı ihtiyaçlarının karşılanmasıydı.
Yasa tasarısı,
değerli arkadaşlarım, kanımızca bazı istisnalarla bu üç alanda da olumlu
değişiklikler getiren ve çağdaş dış politika yürütmenin altyapısını ve araçlarını
büyük ölçüde sağlamayı öngören bir çalışmanın ürünüdür. Ancak, tasarının 12’nci
maddesinin ikinci paragrafının (a) bendinde yer alan “Büyükelçi, nezdinde
görevli bulunduğu ve akredite edildiği ülkelerde Türkiye Cumhuriyeti Devletini,
Cumhurbaşkanını ve Hükûmeti temsil eder.” ifadesinin uluslararası hukuka ve
teamüle ve Anayasa’mıza ters düşen çok ciddi bir hatayı içerdiği kanısındayız,
çünkü uluslararası hukuka ve teamüle göre büyükelçiler, devletlerini ve
devletin temsilcisi olan cumhurbaşkanını temsil ederler, hükûmetlerini temsil
etmezler. Nitekim 24 Aralık 1984 tarihinde Türkiye tarafından onaylanan
Diplomatik İlişkiler Hakkında -1961 tarihli- Viyana Sözleşmesi 1’inci ve 3’üncü
maddelerinde, bir büyükelçinin, nezdinde bulunduğu ülkede kendini gönderen
devleti temsil ettiği ve kabul eden devletin de büyükelçiyi bu sıfatla kabul
ettiğini öngörür. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından itibaren de, değerli
arkadaşlarım, bu uluslararası teamüle uyulmuştur.
Diğer taraftan,
büyükelçilerin hükûmeti temsil ettiği kavramı kanun tasarısından çıkarılmadığı
takdirde Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 104’üncü maddesindeki hükümler ihlal
edilmiş olacaktır. Zira 104’üncü madde “Cumhurbaşkanı devletin başıdır. Bu
sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder.”
hükmünü içerdiği gibi, (b) fıkrasında da Cumhurbaşkanına, yabancı devletlere
Türk devletinin temsilcilerini göndermek görevini tevcih etmektedir.
Sonuç olarak,
büyükelçilerin hükûmeti temsil ettikleri ibaresinin metinde muhafaza edilmesi, hem
Anayasa’nın 90’ıncı maddesine göre kanun hükmünde olan Diplomatik İlişkiler
Hakkında Viyana Sözleşmesi’ni hem de Anayasa’nın 104’üncü maddesini ihlal
edecektir. Bu nedenle, kanun tasarısının 12’nci maddesinin ikinci paragrafının
(a) bendinden büyükelçilerin hükûmeti temsil ettiği ifadesinin çıkarılması
zorunludur.
Değerli
milletvekilleri, ele aldığımız konu Dışişleri Bakanlığının kuruluş kanunu
olunca, doğal olarak Türkiye’nin dış politika alanındaki performansının
değerlendirilmesi kaçınılmaz oluyor. Özellikle son zamanlarda içeride ve
dışarıda Türk dış politikasının ekseni üzerinde hayli yoğun tartışmanın gündeme
geldiği dikkate alınırsa, böyle bir değerlendirmenin yapılması gerçekten icap
ediyor.
Değerli
arkadaşlarım, konuya cumhuriyetin kuruluşundan AK PARTİ İktidarına kadar geçen
dönemde uygulanan dış politikayı ele alarak başlayacağım. Bu dönemde bazen ufak
tefek inhiraflar da olsa uygulanan dış politikanın temel taşları şunlardı:
1) Ulusal
çıkarları daima ön planda tutmak, bağımsızlığın korunmasına azami özen
göstermek ve dış baskıların etkisiyle politika oluşturmamak.
2) Batı ağırlıklı ama çok yönlü ve Doğu’yu
ihmal etmeyen bir politika çizgisi izlemek.
3) İlkeli,
gerçekçi ve tutarlı olmak.
4) Türkiye’nin
çevresinde bir barış kuşağı oluşturmak.
5) Dış politikayı
iç politika ihtiraslarına alet etmemek ve dinî ideolojiden esinlenerek dış
politika oluşturmamak.
6) Maceraya heves
etmemek.
7) Ölçü ve
ihtiyatı elden bırakmamakla birlikte gerektiğinde de risk hesabına dayalı cesur
kararlar almaktan kaçınmamak.
Erdoğan Hükûmeti
tarafından izlenen dış politikayı izlediğimizde, değerli arkadaşlarım, dış
politikanın oluşmasına, bu ilkelerden uzaklaşan ve birçok durumda bu ilkelere
sırtını dönen bir zihniyetin hâkim olduğunu görüyoruz. Bu yeni zihniyet,
cumhuriyetin kuruluş felsefesinden taviz vermek, laiklikten uzaklaşmak ve
“ümmet” kavramını öne çıkarmak suretiyle Orta Doğu’da önemli bir politik aktör
olmayı hedefliyor. Bu yeni zihniyet, dış politikayı iç politikaya ve dinsel
motivasyona endeksleyerek yürütüyor. Bu yeni zihniyetin bir niteliği de
“Pollyannacılık” şeklinde tezahür eden aşırı bir iyimserlikle, gerçekle hayal
arasında bocalaması ve bunu “vizyon” diye tanımlamasıdır. Ve nihayet bu
zihniyet, göz boyamaya, sansasyon ve curcunaya dayanan bir yaklaşımla yapılan
her işi zafer diye kamuoyuna sunmayı dış politikanın ayrılmaz bir unsuru
saymakta, bu tutumu nedeniyle de angaje olduğu yanlış ve hatalı süreçlerden
kendini kurtaramamaktadır.
Değerli
arkadaşlarım, bu söylediklerime örnekler vermek için fazla gerilere gitmeye hiç
hacet yok. Ağustos 2008’de Rusya’nın Gürcistan’a askerî müdahalesinden sonra
Başbakan Erdoğan’ın lanse etmiş olduğu Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu
önerisinin tam bir dış politika şovuna dönüştüğü hatırlanacaktır. Başbakanımız
Rusya ile Gürcistan arasında ara buluculuğa soyundu. Platformla tüm güney
Kafkasları barış ve iş birliğine yönelten bir ortam yaratılacağı ilan edildi.
Girişimin dâhiyane bir dış politika buluşu olduğu yolunda yoğun bir kampanya
yapıldı. Oysa Başbakanın bir kere dahi bir araya getiremediği Rus ve Gürcü
siyasi liderler bilahare Ankara’ya sırtlarını döndüler ve Cenevre’de müzakereye
başladılar. Platformun kurucusu Türkiye’yi aralarına katılmaya davet bile
etmediler. Gerçekte bu Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu da Hükûmetin
bir buluşu değildir, patenti Sayın Süleyman Demirel’e aitti.
Değerli
arkadaşlarım, Ermenistan açılımına gelince: Tam bir şov ortamında, futbol
diplomasisiyle başlatılan bu girişim de kesin bir fiyaskoyla sonuçlandı ve daha
kötüsü 2011 Nisanında Türkiye aleyhine kullanılacak bir saatli bombaya dönüştü.
Ermenistan’
Öte yandan,
Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi Türkiye aleyhindeki siyasi havadan
yararlanarak Türkiye’ye nisanda çekeceği resti sabırsızlıkla bekliyor.
Ankara’ya “Ya protokolleri onaylayın ya da soykırım tasarısının geçmesine razı
olun.” diyecek. Hükûmetin Ermenistan açılımını
-kusura bakmayın ama- eline yüzüne bulaştırdığı ve devletin başına büyük
bir gaile açtığı ortada. Washington’da yazılan reçetenin etkisiyle ve
saftirikliğe varan bir iyi niyetle ulusal çıkarlarınızı tehlikeye atmayı göze
alırsanız, olacak olan budur.
Değerli
arkadaşlarım, Türk Hükûmetinin bir de İran macerası var. Bu macera, gerçek ile
hayal arasında bocalayan bir dış politikanın Türkiye’yi pişmanlık ve
tehlikelerle dolu bir yola sokacağını kanıtlıyor. Esasında, Sayın Başbakan,
İran’
Eminim, Dışişleri
Bakanlığındaki diplomatlar şu soruları kendi aralarında tartışmaktadırlar:
İran’a arka çıkarak, Amerika ile ilişkileri tehlikeye atmak acaba akılcı oldu
mu? Washington çekimser oya razı olacağı mesajını vermişken Hükûmetin “hayır”
oyunda ısrar etmesi, faturası oldukça ağır olacak bir basiretsizlik değil mi?
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, İsrail Silahlı Kuvvetlerinin insani yardım gemisi Mavi Marmara’ya
uluslararası sularda kanlı bir baskın düzenleyerek 9 Türk vatandaşını öldürmesi
olayına gelelim. Önce bir noktanın altını çizeyim: Bir devletin bu yapılanı
karşılıksız bırakması için devlet olmaktan çıkması ve tüm millî onurunu
yitirmesi gereklidir. Ama ne yazık ki Sayın Başbakan bu konuda esti, gürledi,
İsrail’e karşı tehditler savurdu, Türkiye'nin çıkarlarına ve onuruna sahip
çıkacağını söyledi fakat olayın üzerinden bir ay gibi bir süre geçmesine rağmen
Hükûmet bu alanda hiçbir somut adım atmadı.
Sayın Dışişleri
Bakanı, İsrail saldırısının Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde
görüşülmesinde Türk devletinin hak ve hukukunu olduğu kadar, mağdurların da hak
ve hukukunu savunmada yetersiz kaldı. İsrail’in suçunun Güvenlik Konseyi
tarafından tescil edilmesini ve saldırıyı inceleyecek tarafsız bir uluslararası
komisyonun kurulmasını sağlayamadı. Güvenlik Konseyinden İsrail’i kınama kararı
bile çıkarılamadı. Güvenlik Konseyinin Başkanlık açıklamasının Türkçeye
tercümesi üzerinde tahrifat yapılarak “İsrail kınandı” diye kamuoyu aldatılmaya
çalışıldı. İsrail’in Türkiye’den özür dilemesi sağlanamadı. Saldırının üstünden
bugüne kadar bir ay geçmesine rağmen olayın sorumlularının hukuk yollarıyla
nasıl cezalandırılacağı hususunda Hükûmetin bir yol haritası yok. İsrail’e
karşı alınacak siyasi, ekonomik ve askerî önlemler hususunda da Hükûmet
şaşkınlık içinde bocalıyor. Hükûmet bu edilgenliğini sürdürürse Mavi Marmara
olayının Türk siyasi tarihinde Türkiye'nin onuruna sürülmüş kara bir leke
olarak kalacağından endişe ediyorum.
Şimdi gelelim
Erdoğan Hükûmetinin ümmetsel dış politikasına. Değerli arkadaşlarım, dış
politikada desteksiz atılmaz. Özellikle dış politikanın iç politikaya
endekslenmesi ve dinî bir motivasyondan esinlenmesi ülkeyi maceracı ve son
derece tehlikeli yollara sokar.
Sayın Başbakanın
Kudüs’ün kaderinin Türkiye için İstanbul’un ve Ankara’nın kaderiyle aynı
olduğunu söylemesi retorik olmaktan öteye son derece önemli bir dış politika
açıklamasıdır. Başbakanın bu ifadesi Kudüs’ün ve Filistin davasının Türk dış
politikasının temel taşı hâline getirildiği anlamını taşır. Başbakanın bu
sözleri Türkiye Cumhuriyeti’nin Ankara ve İstanbul’u korumak için ne yapması
gerekirse aynı şeyi Kudüs için de yapacağı demektir ki bu akla ziyan bir
düşüncedir ve ulusal çıkarlarla bağdaşmaz.
Filistin davası,
çok boyutlu Türk dış politikasının boyutlarından biridir. Biz, bu davanın
adalet ve hakkaniyet çerçevesinde kalıcı bir çözüme kavuşmasını isteriz, bu
yolda çalışırız, diplomatik girişimler yaparız ama Kudüs’ün Türk dış
politikasının ana ekseni hâline getirilmesinin akılla, izanla bağdaşır bir
yolu, bir yönü yoktur.
Sayın Dışişleri
Bakanının da şirazeden çıktığını görüyoruz. Kudüs’ü başkent yaparak, orada
topluca namaz kılma önerisi var. Bu, bir Dışişleri Bakanı tarafından söylenecek
söz değildir. “Kudüs’ü başkent yapacağız.” sözünün anlamı İsrail’i oradan söküp
atacağız demektir ki, bu ancak savaşla olur. Türkiye'nin böyle bir savaş niyeti
var mı? Bir Dışişleri Bakanı bu kadar hesapsız bir şekilde konuşabilir mi?
Burada önemli bir
tespit yapmak istiyorum değerli arkadaşlarım. Türk Hükûmetinin kendi
sorunlarını unutup, başkalarının dertleri için dış politikada önemli bir yeri
olan devletlerle nahak yere ilişkilerini bozması, müttefiklerini kaybetmeyi
göze alması akıl kârı mı? Bunu yaparken de Türkiye için esas sorun yaratan
odaklarla mücadeleden kaçması makul mü?
Örneğin, PKK
terörüne yataklık eden Barzani’nin teröre karşı hiçbir adım atmamasına ve
PKK’nın kanlı eylemlerine ortak olmaya devam etmesine rağmen Türkiye’ye davet
edilip, Irak’tan bağımsız bir yönetim gibi ağırlanmasının anlaşılır bir tarafı
yoktur. Türkiye, terörle mücadele alanında Amerika’ya verdiği desteğin
karşılığını Washington’dan tam anlamıyla sağlayamadığından şikâyetçidir.
Ankara’nın Amerika’dan uluslararası hukuka dayalı meşru talepleri vardır.
Türkiye'nin dış
politikasını odaklayacağı birincil önemde hedef bu iken, Sayın Başbakanın, İran
nükleer yetenek kazandığı takdirde Türkiye'nin bölgedeki stratejik ağırlığını
kaybedeceğinin farkında değilmiş gibi hareket etmesi makul müdür?
Değerli
arkadaşlarım, bu söylediklerimin ışığında kaçınılmaz olarak şu sonuca
varılıyor: Türk dış politikasında bir eksen değil bir akıl ve izan kayması var.
(CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
Bu görüşlerle
Dışişleri Bakanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı’nı, Dışişleri
Komisyonu Raporu’nda yer alan muhalefet şerhinde belirtmiş olduğumuz üzere
“büyükelçilerin Hükûmeti temsil ettiği” ibaresinin metinden çıkarılması
şartıyla kabul edeceğimizi belirtir, saygılarımı sunarım.
Teşekkür ederim.
(CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Elekdağ.
Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu Adına Düzce Milletvekili Sayın Yaşar Yakış… (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU
ADINA YAŞAR YAKIŞ (Düzce) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Dışişleri
Bakanlığı Teşkilat Kanunu hakkında AK PARTİ görüşlerini sizlerle paylaşmak için
huzurunuzdayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Dışişleri Bakanlığımızın hâlihazırda yürürlükte olan
Teşkilat Kanunu dahi ihtiyaçlara daha çıktığı zaman cevap vermeyecek
durumdaydı. Aradan geçen zaman içinde pek tabii ki bu cevap verememe durumu
daha da artmıştır ve bugün böyle bir yasaya ihtiyaç çok daha fazla bir noktaya,
ileri bir noktaya gelmiştir.
Şu anda yürürlükte
olan 4009 sayılı Kanun 1994 yılında yürürlüğe girdiği zaman ben de Bakanlığın
üst yönetimindeydim, Müsteşar Yardımcısıydım ve o tarihte de bu Kanun’un birçok
eksikleri olduğunu görmüştük. Pek tabii ki o günden bu yana dünya
politikasında, dünya dengelerinde meydana gelen değişmeler, Türk dış
politikasının hem hedeflerinde hem de içeriğinde meydana gelen değişmeler
Teşkilat Yasası’nı değiştirme ihtiyacını daha fazla ortaya çıkardı.
Dünyadaki
değişiklikler nelerdir? Dünyada en önemli değişiklik, 1994’lerden itibaren,
soğuk savaşın sona ermesinden sonra iki kutuplu dünyadan tek kutuplu dünyaya,
yani Amerika’nın önderliğindeki bir dünya düzenine geçildi. Bu, Batı ittifakı
içinde yer alan ve dış politikasını da Batı ittifakı çerçevesinde yönlendiren, çerçevesini
çizen Türkiye'ye, dış politika hedeflerine başka bir şekilde, başka bir açıdan
yaklaşma ihtiyacını ortaya koydu.
İkinci önemli
gelişme Sovyetler Birliği’nin dağılmasıdır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından
sonra en çok etkilenen ülke hangi ülkedir diye sorarsanız, onların başında da
Türkiye gelir. Türkiye, hem Kafkaslarda hem Orta Asya’da akraba topluluklar ve
akraba devletlerin ortaya çıkması nedeniyle, dış politikada yepyeni meydan
okumalarla karşılaştı. Pek tabii ki ondan önceki duruma göre dizayn edilmiş ve
o zamanki ihtiyaçlara göre çerçevesi çizilmiş olan bir yapı, Dışişleri
Bakanlığı yapısı, yeni ortaya çıkan, Kafkaslarda ve Orta Asya’da ortaya çıkan o
ihtiyaçları gideremezdi.
Aynı şekilde
Yugoslavya’nın dağılması Balkanlarda benzer bir gelişmeye sebep oldu,
Balkanlarda da akraba topluluklar ve kendileriyle çok yakın ilişkiler kurmak
durumunda olduğumuz devletler ortaya çıktı. Bu devletlerin bir kısmı, âdeta
Türkiye'nin kendilerine sağladığı yardım olmadığı takdirde, şimdi gelmiş
oldukları noktaya, haklarının savunulması açısından, uluslararası alanda
haklarının savunulması açısından, bugün gelmiş oldukları noktaya, Türkiye
olmasaydı, Türkiye onlara yardım elini uzatmamış olsaydı belki gelemeyecekti.
Dolayısıyla, Yugoslavya’nın dağılması da Türkiye'nin dış politikasına yeni bir
boyut getirmiştir, yeni unsurlar getirmiştir.
Orta Doğu’daki
gelişmeler daha da büyük ölçüde etkilemiştir Türkiye’yi. Ne olmuştur Orta
Doğu’da? Orta Doğu’da önce Sovyetler’in dağılması nedeniyle buradaki Sovyet
nüfuzu gerilemiştir, bazı yerlerde tamamen ortadan kalkmıştır. Ondan sonra da
Amerika’nın Irak’ı işgal etmesi ve işgalden sonra Amerika’nın sebebiyet verdiği
çeşitli politikalar, Ebu Gureyp Hapishanesinde olanlar dâhil olmak üzere orada
uyguladığı politika, Amerika’nın da Orta Doğu’da, Arap âleminde ve İslam
âleminde itibarının önemli derecede aşınması sonucunu vermiştir. Bütün bunlar
Orta Doğu’da bir boşluk ortaya çıkarmıştır. Pek tabii ki, biz süper güçlerin
boşalttığı veyahut da onların çekilmesinin yarattığı boşluğu doldurma
iddiasında değiliz ama Orta Doğu kendi bölgemizdedir, pek tabii ki, burada
sorumluluklar yükleneceğiz ve bölgesel bir güç olma yolunda ilerliyoruz, bir
müddet sonra eğer bölgesel güç olarak kendimizi daha da kanıtlayabilirsek ondan
sonra küresel güç olma yolunda da adımlar atmaya başlayacağız.
Dolayısıyla, biz
bölgesel güç olarak nerede bölgeseliz? Biz, Orta Doğu’da bölgeseliz, Karadeniz
havzasında bölgeseliz, Kafkaslarda bölgeseliz ve Balkanlarda bölgesel bir
gücüz. Orada, pek tabii ki, varlığımızı hissettirmemiz lazım. Dolayısıyla, Orta
Doğu’da meydana gelen bu boşlukta bizim yeni siyasi hedefler belirlememiz ve
ona göre örgütlenmemiz gerekiyordu.
Dünyada başka
gelişmeler oldu mu Türkiye'nin dış politikasını etkileyen? Evet, Avrupa Birliği
süreci somutlaştı ve hız kazandı. 2002 yılında iktidar olduğumuz zaman, daha
Hükûmet kurulmamıştı, 18 Kasım günüydü galiba, Hükûmet kurulmadan Avrupa
başkentlerini dolaşmaya çıktık ve Hükûmet, biz oralarda, yollarda seyahat
ederken kuruldu ve Avrupa başkentlerini dolaşarak 12 Aralıkta yapılacak olan
Avrupa Zirvesi’nde Türkiye’nin müzakerelere başlaması için zemini hazırlamaya
çalıştık ve nitekim 12 Aralık 2002 tarihinde Avrupa Birliği Zirvesi’nde,
Türkiye’nin, Kopenhag Kriterleri’ni yerine getirmesi şartı ile 2004 yılında
müzakerelerin, 2004 yılına kadar gerçekleştirirse Kopenhag Kriterleri’ni,
yerine getirirse müzakerelerin zaman geçirilmeden başlaması kararı alındı. Bu,
elli senelik Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri macerasında en kritik ve en
somut noktadır.
Şimdiye kadar
gelmiş geçmiş hükûmetlerin pek tabii ki hepsi de ellerinden gelen birçok şeyler
yaptılar, kendilerine teşekkür borçluyuz. Bu yapıda, bu binada, bu duvarda her
tuğla koyana teşekkür borçluyuz, onlar da birçok şey yaptılar ama Türkiye’nin
2002 yılında aldırdığı karar kadar somut, elle tutulur ve hedefe yönelik bir
karar alınmamıştı. Onu bugünkü Hükûmetimiz, bundan önceki Hükûmet ama AK PARTİ
Hükûmeti aldırmıştır. Dolayısıyla Türkiye’nin dış politikasında bir de bu
önemli unsur devreye girmiştir.
Başka hususlar
var mı? Evet, küreselleşmenin bugün ulaştığı düzey de dış politikada başka
hedeflere yönelinmesi veya dış politikanın parametrelerinin şimdi biraz daha
farklı şekilde belirlenmesi ihtiyacını ortaya koyuyor.
Küreselleşme,
bugün, Türkiye’nin dünyanın çok uzak yerlerinde vukua gelen olaylardan doğrudan
doğruya etkilenmesi sonucunu verdiği için Türkiye’nin de dış politikasını ona
göre belirlemesi ve Dışişleri Bakanlığını da ona göre örgütlemesi gerekiyordu.
Biraz sonra yapısında yapılmaya, meydana getirilmeye çalışılan yapısal
unsurları, örgütlenme tarzını gördüğümüz zaman bunun somut örneklerini de
yaşayacağız.
Şimdiye kadar
söylediklerim Türkiye'nin inisiyatifiyle değil, dünyada Türkiye'nin dışındaki
gelişmelerin sonucuydu. Buna bir de en son olarak Türkiye'nin inisiyatifiyle
meydana gelen gelişmeleri eklemek istiyorum, o da Türkiye'nin bölgedeki
bölgesel sorumluluklarını sahiplenmesidir.
Biraz önce
değerli muhalefet partisi milletvekilleri bu politikanın çeşitli yönlerini
eleştirdiler. Biz eleştirilerden hiçbir zaman rahatsız olmayız. Zaten
politikada muhalefet partilerinin o fonksiyonu önemlidir. İngiltere’de
muhalefet partisine “Kraliçe Hazretlerinin muhalefet partisi” adını verirler.
Pek tabii ki Türkiye'de de Türk devletinin muhalefet partisidir ve bu devlet
adına bizim yaptıklarımızı eleştireceklerdir ama eleştirilerde içerik var mı,
onu biraz sonra cevaplandırmaya çalışacağım.
Türkiye'nin
bölgesel sorumluluklarını sahiplenmesi bana eski bir “tekerleme” mi dersiniz,
“misal” mi dersiniz, ne dersiniz, onu hatırlatır: Bölgede İsrail, Türkiye ve
Mısır’ı mukayese ettikleri zaman “İsrail küçük bir devlet olduğu hâlde büyük
bir devlet gibi hareket eder. Mısır bölgesel düzeyde önemli bir devlettir, o
orta boy bir devlettir, o orta boy devlet olmanın hakkını vererek hareket eder.
Türkiye ise büyük bir devlet olduğu hâlde küçük bir devlet gibi hareket eder.”
derlerdi. AK PARTİ İktidarı işte bu parametreyi değiştirdi. Türkiye büyük bir
devlettir ve büyük bir devlet gibi hareket ediyor. Yani, “AK PARTİ İktidarının
dış politikaya getirdiği en önemli unsur nedir?” derlerse: Türkiye büyük bir
devlet olduğu hâlde küçük bir devlet gibi hareket etme alışkanlığını,
geleneğini tersine çevirdi ve büyük devlettir, büyük devlet olarak hareket
ediyor. Türkiye'nin bölgesel sorumluluklarının sahiplenmesinde bize önder olan
en önemli ilke bu olmuştur. Türkiye, şu anda, bölgesel oyuncu olarak ortaya
çıkmıştır. Bunu, bizim partimizin mensupları değil, uluslararası basını takip
eden bütün milletvekillerimiz, muhalefetiyle iktidarıyla, herkes görüyor.
“Türkiye, bölgesinde parlayan, yükselen bir güç olarak ortaya çıkmıştır.”
diyor.
Bunun sonucu
olarak da Türkiye, 2009 ila 2011 yılları arasında yani bu üç yıllık sürede kırk
iki yeni dış temsilcilik, büyükelçilik ve başkonsolosluk olmak üzere, açacak.
Bu, bir ülkenin dış teşkilatının büyümesinde rekor bir hızdır. Sadece yeni
kurulan devletler ancak bu kadar hızla bir dış teşkilatının genişlemesine
gidebilir. Türkiye gibi, işte Cumhuriyet Dönemini alırsak sadece seksen doksan yıllık
bir dönem, bir tarihi olan cumhuriyet Türkiye'si ve ondan önce Osmanlı
Devleti’nin büyükelçiliklerini de tevarüs etmiş bir devlet olarak bu kadar
hızlı bir genişleme hiçbir zaman olmamıştı. İşte, şimdi önümüzde bulunan
teşkilat kanunu, bu meydan okumalara, bu parametrelere cevap vermek için sizin
huzurunuza getirilmiş ve tasvibinize sunulmuş bulunuyor.
Yasanın içinde
neler var? Eminim ki Sayın Dışişleri Bakanımız, hem yasanın muhtevasından
bahsedecek hem dış politikamızın belli başlı hususlarını, Sayın Şandır’ın en
başta acele ederek “Niye açıklama yapmıyor?” dediği şeyleri, öyle zannediyorum
açıklayacaktır Sayın Bakanımız ama ben de bu yasada yer alan ve grup olarak
bizim dikkatimize gelmiş olan önemli hususların altını çizmek istiyorum.
Yasanın getirdiği yeniliklerden bir tanesi, genel müdürlüklere on tane yeni
genel müdürlük ilave ediliyor. Ben dışişleri mesleğine 1960’lı yılların başında
intisap ettim. 1950’lerde Dışişleri Bakanlığında iki tane genel müdürlük vardı.
Birinci daire genel müdürlüğü siyasi işlere bakardı, ikinci daire genel
müdürlüğü ekonomik işlere bakardı. Sonra, 1960’larda üçüncü daire eklendi.
Sonra, 60’ların ortalarında galiba kültür dairesi, dördüncü daire eklendi.
Sonra, emlak işleri ön plana geçti, beşinci daire eklendi, ondan sonra arttı.
Şimdi, sadece bu
teşkilat kanunuyla on tane ilave genel müdürlük ekleniyor ve genel
müdürlüklerin bazılarının isimlerini zikretmek istiyorum. Bu, aynı zamanda, AK
PARTİ’nin dış politika vizyonundaki geniş ufku ve büyük hedefleri de
gösteriyor.
Bakın, genel
müdürlüklerden bir tanesinin adı Küresel ve İnsani Konular Genel Müdürlüğü. Bu,
şimdiye kadar belki Dışişleri Bakanlığında düşünülmemiş olan, belki alt
düzeyde, teknik düzeyde, bir grup, bir ekip tarafından yürütülen fakat bu iş
için sadece genel müdürlük kurulması hiçbir zaman düşünülmemiş olan bir
husustur.
İkinci bir genel
müdürlük adı zikredeceğim, Çatışmayı Önleme ve Kriz Yönetimi Genel Müdürlüğü.
Bakınız, değerli
milletvekilleri, çatışmayı önleme… Biz, bir çatışma çıktıktan sonra onun tedbirini
almaktansa, C vitamini almak suretiyle nezleyi önlemek imkânı varken “Bir
hastalanalım, gerisi Allah kerim, ondan sonra ilaç alır iyileşiriz.”
yaklaşımındansa ondan önce tedbir alıp hastalanmamak önemlidir. İşte, bu Genel
Müdürlüğün, görevini eğer hakkıyla yerine getirecek ekip ve altyapı
oluşturabilirse bunu yapacağını zannediyorum. Çatışmayı Önleme ve Kriz Yönetimi
Genel Müdürlüğünün çok önemli bir görevi ifa edeceğinden eminim.
Bir başka genel
müdürlük, Komşu Ülkeler ile İkili Ekonomik İlişkiler Genel Müdürlüğü.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Avrupa ülkelerinde dolaşan milletvekillerimiz
görmüşlerdir, oralarda, bir ülkenin hududuna doğru yaklaştığınız zaman
birdenbire refahın arttığını görürsünüz. Neden? Hudutta yaşayan insanlar hangi
tüketim maddesi hududun hangi tarafında daha ucuzsa, gidip öbür tarafından
alıyor, alışverişini öbür taraftan yapıp beri tarafa geliyor. Türkiye'de
hudutlara yaklaştığınız zaman yollar bozulur, köyler tenhalaşır, dünyanın
sonuna geliyormuşsunuz gibi olur, tam hududa geldiğiniz zaman da… 1980’lerin
sonlarına kadar Rus hududunu bilirsiniz, Sovyet hududunu; o tarafa parmağınızı
uzatıp gösterdiğiniz zaman protesto gelirdi, “Bizim tarafta bir yeri parmağıyla
işaret ediyor.” diye. İşaret etmek dahi yasaktı. Yani hudutlar bu kadar su
geçirmez ve hiçbir şekilde ilişkilere izin vermeyen yerlerdi. Hâlbuki dış
ticarette en kârlı dış ticaret sınır komşularıyla yapılan ticarettir. İşte biz
bu genel müdürlükle eminim ki bunu sağlayacağız.
Zamanım kısaldığı
için biraz hızlı geçmek istiyorum. Burada kurulan daireler hakkında Sayın
Bakanımızın bilgi vereceğini düşünerek personel konularında getirilen haklarla
ilgili bir şey söylemek istiyorum. Personel için birçok mali haklar
getirilmiştir fakat Bakanlığın da istediği kadar, Hükûmetimizin de istediği
kadar bu hakları getiremediğimizin de farkındayız. Neden? Türkiye'nin
kaynaklarının kıt olduğunu biliyorsunuz. Maliyeyle yapılan istişarelerde,
bugünkü koşullarda ancak bu kadarı verilebileceği için o kadarıyla
yetinilmiştir.
Personel
sayısında, önümüzdeki on beş yılda kullanılmak üzere 2.100 civarında kadro
ihdas ediliyor fakat rakamları Sayın Bakanımızın sunacağını tahmin ediyorum.
Ben birçok hususu
atlayarak sayın muhalefet milletvekillerinin ve grup sözcülerinin değindikleri
hususlar hakkında birkaç cümle söylemek istiyorum. Sayın Hasip Kaplan İsrail’le
görüşmeden bahsetti, gizli olmasına değindi. Pek tabii ki gizli olacaktır ve
pek tabii ki İsrail’le de görüşeceğiz, başka ülkelerle de görüşeceğiz. Savaş
sırasında iki taraf savaşırken o iki ülkenin diplomatları savaşı nasıl sona
erdireceğiz, nasıl bir ateşkese varırız diye onlar dahi kendi aralarında
konuşurken… Biz, İsrail’e savaş ilan etmiş değiliz, yaptığı yanlış bir şey için
kendisini doğru yola sevk etmeye çalışıyoruz ve bunun için baskımızı
sürdürüyoruz. Sayın Bakan da bu çerçevede İsrail’in, İsrail tarafının talebi
üzerine bir görüşmeyi yürütmüştür.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
YAŞAR YAKIŞ
(Devamla) – Teşekkür ederim.
Sayın MHP
temsilcisi hayalperest, maceraperest ve hiçbir sonuç vermeyen bir dış politika
yürüttüğümüzü söyledi. Dış politikada dün konuştuk, bugün neticesi diye ortaya
çıkmadı diye aceleci davranırsanız hiçbir şey yapamazsınız. Dış politikada bir
tohum ekeceksiniz, o çimlenecek, yeşerecek, büyüyecek, meyve verecek, ondan
sonra sonuçlarını göreceksiniz.
Avrupa Birliği
konusunda teslimiyetçi politikadan bahsetti. Teslimiyetçi politikayı eğer biz
uyguladıysak, 1 Mart tezkeresini hatırlatmak isteriz, bir de Birleşmiş
Milletlerde verdiğimiz ret oyunu hatırlatmak isteriz. Şimdiye kadar hiçbir
hükûmetin kolay kolay yapamadığı kararları aldık.
Teşekkür ederim.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) – 1 Mart tezkeresinde ne yaptınız ki?
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Amerika’ya o heyeti niye gönderdiniz Sayın Yakış?
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen…
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) – Saatlerce 1 Martı geçirmek istediniz.
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, lütfen…
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) - O tarihlerde bakandınız. Geçirmek için saatlerce
savunmadınız mı Yaşar Bey? Savunmadınız mı 1 Martı? Siz savundunuz.
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Amerika’ya o heyeti niye gönderdiniz o zaman?
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, lütfen…
ATİLA EMEK
(Antalya) – Sayın Yakış, siz o dönemde bakandınız; üstelik, Amerika’ya giden
heyetin içindeydiniz.
YAŞAR YAKIŞ
(Devamla) – Sayın Başkan, teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
Yakış, çok teşekkür ederim.
Şahısları adına
ilk söz Kırşehir Milletvekili Sayın Abdullah Çalışkan’a aittir.
Buyurun Sayın
Çalışkan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz on
dakika.
ABDULLAH ÇALIŞKAN
(Kırşehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 524 sıra sayılı Dışişleri
Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı’nın tümü üzerinde
şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
AK PARTİ İktidarı olarak, iç politikayı, dış politikayı, ekonomiyi ve
demokratikleşmeyi birbirine paralel şekilde eş zamanlı olarak dönüştürmenin ve
ilerletmenin gayreti içerisindeyiz. Biz, Türkiye’yi dünyada güçlü bir ülke
yapmak istiyoruz. Türkiye’yi bölgesinde lider, dünyada etkin küresel bir aktör
olması için gerekli tüm adımları hiç çekinmeden atıyoruz. 2002 yılıyla
kıyaslandığı zaman, ülkemizin nereden nereye geldiğini çok net bir şekilde
görmemiz mümkündür. Temel hedefimiz, çocuklarımıza her anlamda güçlü ve
gelişmiş bir Türkiye bırakmaktır.
Değerli
milletvekilleri, bir ülke gücünü, tarihî birikiminden, kültürel zenginliğinden,
ekonomik, teknolojik ve askerî gücünden, demokratik yapısından, coğrafi
konumundan, diplomatik ilişkilerinden ve insan kalitesinden alır. Biz AK PARTİ
İktidarı olarak, ülkemizin her alanda güçlenmesi için gerekli tüm çalışmaları
yapıyoruz.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye'nin güçlü bir ülke olması için ekonomimize istikrar ve
güven kazandırdık. Ekonomik olarak Türkiye’yi 26’ncı sıradan 17’nci sıraya
yükselterek gelişmiş 20 ülke arasına girmesini sağladık.
Dünyada yaşanan
krize rağmen, uluslararası kuruluşlar, 2010 ve sonrasında Türkiye ekonomisinin
en hızlı büyüyen ekonomiler arasında yer alacağını teyit ediyor ve kredi
derecelendirme kuruluşları da aynı şekilde Türkiye'nin notunu artırıyor. Bu
hafta açıklanan rakamlara göre, Türkiye ekonomisi yılın ilk çeyreğinde rekor
bir artışla yüzde 11,7 büyüme gerçekleştirdi. Haziran ayında ihracat 2009
yılının aynı ayına göre yüzde 13,2 artışla 9 milyar 173 milyon dolar
seviyesinde gerçekleşti.
Türkiye ekonomisi
kırılgan bir ekonomi olmaktan çıkıp her yönüyle güçlü ve sağlam temeller
üzerinde her geçen gün daha da iyiye gidiyor. Güçlü ekonomimiz sayesinde ARGE
çalışmalarına daha çok kaynak ayırarak ülkemizin teknolojik anlamda da mesafe
almasını sağladık.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye'nin gücünü aldığı insanımızın kalitesinin artması
konusuna da ayrı bir önem verdik. Ülkemizin geleceğini teslim alacak olan genç
ve dinamik nüfusumuzun iyi eğitim alması ve iyi yetişmesi gerektiğine
inanıyoruz. İlk defa ülke bütçesinden eğitime savunma harcamalarından daha çok
kaynak ayırdık. Ülke genelinde 143 bin derslik yaptık. Özgür düşünceye, bilgi
üretimine ve paylaşımına ortam hazırlamaya çalıştık. 70 yeni üniversite kurduk,
30 bin bilişim teknolojisi sınıfı açtık, okullarımıza 750 bin bilgisayar
gönderdik. Türkiye'nin geleceğini en iyi şekilde inşa etmeye çalışıyoruz. Ufku
ve vizyonu geniş, dünyayı yakından takip eden önyargısız nesiller ülkemizi daha
da ileriye taşıyacak.
Değerli
milletvekilleri, ekonominin ve demokratik yapının birbiriyle doğrudan ilişkili
olduğuna inanıyoruz. Demokratikleşme yolunda da çok kararlı ve önemli adımlar
attık, güçlü bir çözüm iradesi ortaya koyduk. Attığımız adımların her zaman
arkasındayız. Türkiye’de tabuların yıkılmasını ve bu ülkenin vatandaşı olan ve
“benim sorunum” var diyen herkese karşı devletin kucak açması ve tüm sorunların
tartışılması gerektiğine inanıyoruz. Bize, ülkemize ait halı altına süpürülen
hiçbir mesele kalsın istemiyoruz. İyi niyet ve samimiyetle el ele vererek tüm
sıkıntıların üstesinden geleceğimize inanıyoruz. Güçlü ve büyük Türkiye’yi bu
şekilde hep beraber kuracağız. Millî birlik ve bütünlüğü birlikte tesis
edeceğiz. Tüm farklılıklarımızı zenginlik olarak görüp, kardeşliğimizi daha da
pekiştireceğiz.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye çok uzun bir süre üç tarafı denizlerle, dört tarafı
düşmanlarla çevrili bir ülke olarak tanımlandı. Komşularıyla sıkıntıları olan
bir ülkenin küresel planda söz sahibi olması mümkün değildir. Yakın zamana
kadar bir tehdit olarak gördüğümüz komşularımızla var olan tarihsel bağlarımızı
güçlendirmeye çalışıyoruz. Vizelerin karşılıklı olarak kaldırılması sayesinde
komşu ülkeler ile ekonomik ve sosyal entegrasyon ve bağımlılığın artmasına önem
veriyoruz. Bölgemizdeki tüm ülkelerin önemli ortak paydalarından biri
Türkiye’ye duydukları güvendir ve biz bu güveni bölgesel barışın tesisi yolunda
kullanma gayreti içerisindeyiz.
Değerli
milletvekilleri, biz, ülkemizin bulunduğu coğrafi konumun avantajlarından en
azami şekilde yararlanıyoruz. Avrupalı bir ülkeyiz ama yine aynı zamanda Orta
Doğu’nun, Kafkasların, Balkanların, Afrika’nın ve Yakın Doğu’nun siyasetini,
sosyolojisini ve psikolojisini en iyi şekilde anlayabilecek bir ülkeyiz.
Dünyada birçok ülkeyle tarihimizden gelen köklü ilişkilerimiz var. On altısı
Afrika’da olmak üzere kırk yedi temsilcilik açarak dünyanın her coğrafyasında
söyleyecek sözümüz olduğunu gösterdik. Türkiye, kendi istese dahi içe kapalı, pasif,
dünyadaki gelişmelere ilgisiz kalabilen, gözünü yumabilen bir ülke hâline
gelemez; böyle bir ülkeymiş gibi davranamayız. Biz, düşman üretme değil, dost
kazanma anlayışıyla hareket ediyoruz; Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh”
ilkesini hayata geçirmeye çalışıyoruz.
Türkiye, AK PARTİ
İktidarı döneminde sadece yakın çevresinde ve komşu bölgelerde değil, dünyanın
hemen hemen her bölgesinde istikrar, barış ve iş birliği çabalarına aktif ve
somut katkılar yapmaya başlamıştır. Bunun sonucu olarak ülkemiz, küresel planda
söz sahibi olmuş, uluslararası süreçleri yönlendirme kapasitesine sahip,
güvenilir bir aktör konumuna yükselmiştir.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye'nin güçlü bir ülke olması için ne yapılması
gerektiğini çok iyi biliyoruz, atılması gereken adımları atıyoruz ve bundan
sonra da halkımızın desteğiyle bedeli ne olursa olsun ülkemiz için yapılması
gerekeni hiç çekinmeden yapmaya devam edeceğiz. Ülkemizden, halkımızdan
aldığımız güçle diplomatik olarak birçok başarıya imza attık. İzlediğimiz proaktif
dış politikayla gündemi belirlenen değil, dünya gündemini belirleyen bir ülke
hâline geldik. Dünyada hiçbir ülkenin konuşmaya cesaret edemediği konuları
dünya gündemine taşıdık. Güçlünün değil, haklının ve mazlumun yanında
olduğumuzu gösterdik. Diklenmedik ama her zaman dik durduk. Uluslararası
kuruluşlarda daha etkin hâle geldik. Türkiye'nin Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyinin geçici üyesi olması sayesinde uluslararası konularda sesimizin daha
gür çıkmasını sağladık. Yüzü aşkın ülkenin üye olduğu ve kültürler arasındaki
gerilimlerin aşılması için başlatılan Medeniyetler İttifakı girişiminin de eş
başkanı olduk. Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Başkanı olduk, İslam
Konferansı Örgütü Genel Sekreteri olduk.
Değerli
milletvekilleri, zor bir coğrafyada bulunuyoruz, zorlu bir süreçten geçiyoruz.
Ancak, mevcut tüm sorunlara rağmen umudumuzu da muhafaza ediyor, bölgenin
kaderinin değişebileceğine inanıyoruz ve Türkiye olarak da bunun mücadelesini
veriyoruz. Biz samimi bir şekilde bu mücadeleye devam edeceğiz. Daha önce
belirttiğim gibi, ülke içinde demokratikleşme çabalarından en ufak bir taviz
vermeyecek, uluslararası boyutta da Türkiye'nin itibarını, gücünü artırmak için
çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Biz her anlamda “adalet” diyoruz, “hukuk”
diyoruz, “demokrasi” diyoruz. Güçlünün, sesi çok çıkanın haklı olduğu bir dünya
istemiyoruz. Çifte standarttan uzak, net mesajlar veriyoruz. Kim olursa olsun,
Türkiye olarak her zaman mağdurun, mazlumun, zayıfın, ezilmişin, zulüm görenin
yanındayız. Bu sayede Türkiye'nin itibarı artıyor, bu sayede adaleti, vicdanı,
insaniyeti öne çıkaran insan merkezli bir dış politikanın savunuculuğunu
yapıyoruz. Bu sayede tüm dünyanın ilgisini, takdirini ve en önemlisi de
güvenini kazanıyoruz.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye, içine kapanan ve sonu gelmez tartışmalarla enerjisini
heba eden değil, dışa açılan ve bilgiyi maksimum düzeyde kullanan ve üreten bir
ülke konumuna yükseliyor. Bunu birlikte başarıyoruz.
Türkiye olarak
dünyaya uyum sağlamak, yerküremiz ve insanlık için olumlu katkılar yapmak
durumundayız. Türkiye tarihî ve kültürel birikimiyle bu değişime yön vermek,
yeni düzende yapıcı ve aktif roller üstlenmek gibi bir potansiyele sahiptir.
Bunun yolu elbette öncelikle kendi iç sorunlarımızı hafifletmekten, kendi
ayaklarımız üzerinde doğrulmaktan, kendi değişimimizi ve gelişimimizi
sağlamaktan geçiyor. Elbette Türkiye’nin büyümesini istemeyenler Türkiye’nin
kısır iç meseleleriyle uğraşarak dünya gündeminden kopmasını isteyenler var.
Türkiye’nin ayakları üzerinde durarak söz söylemesini hazmedemeyenler var.
Nerede olursa olsun güçlü Türkiye istemeyenlerle birlikte mücadele etmeliyiz;
çünkü bu ülke hepimizin, hiç birimiz bir diğerinden üstün değiliz.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
ABDULLAH ÇALIŞKAN
(Devamla) – Hepimiz bu ülkeye bu ülkenin güçlenmesine hizmet etmeliyiz.
Ülkemizin millî menfaatleri söz konusu olduğu zaman kenetlenerek tek vücut
olmayı başarabilmeliyiz. İç politik hesaplar yaparak farkında olmadan
başkalarını sevindirmemeliyiz. Her konuda konuşalım, tartışalım ama bir olmamız
gerektiği zaman, iri olmamız gerektiği zaman birbirimizi yıpratacağız diye
farkında olmadan kendi kalemize gol atmayalım.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye’nin dış politikada elde ettiği bu başarıların arkasında hiç kuşkusuz
dünyanın dört bir köşesinde bizleri temsil eden özveriyle çalışan ve büyük emek
sarf eden Dışişleri mensuplarımız bulunuyor. Huzurlarınızda başta Dışişleri
Bakanımız olmak üzere tüm Dışişleri mensuplarımıza teşekkür ediyorum. Bugün
görüşmekte olduğumuz kanun tasarısıyla Dışişleri Teşkilatımız yeniden
yapılanarak daha etki hâle gelecek, kurumsal kapasitesi ve işlevselliği daha da
artacak, Dışişleri mensuplarımızın niteliği, niceliği ve özlük haklarında
gelişmeler yaşanacaktır.
Kanun tasarısının
yasalaşmasını ümit ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Çalışkan.
Şimdi Hükûmet
adına Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu.
Buyurun Sayın
Davutoğlu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
DIŞİŞLERİ BAKANI
AHMET DAVUTOĞLU - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Dışişleri Bakanlığının
Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı’nı huzurunuza, yüksek heyetinize
sunmak üzere söz almış bulunuyorum.
Her şeyden önce
bugün, ülkemizin bütünlüğü ve bekası için şehitlik makamına erişen
askerlerimize ve korucu vatandaşlarımıza Cenabıhak’tan rahmet diliyor,
ailelerine taziyelerimi sunmak istiyorum.
Ayrıca bu kanun
tasarısının huzurumuza gelmesine katkıda bulunan sadece Bakanlığımız
mensuplarına değil, ilgili bütün kurumlara, Maliye Bakanlığımıza, Devlet
Personel Başkanlığına ve her şeyden önce, tabii, Dışişleri Komisyonunun değerli
üyelerine teşekkürü bir borç biliyorum. Gerçekten, Dışişleri Komisyonunda çok
verimli bir çalışma sonrasında, muhalefet partisi üyelerimizin de katkılarıyla
yasa tasarımıza son şekli verilmiş ve huzurunuza getirilmiştir. Burada
muhalefet milletvekillerine de teşekkürü bir borç biliyorum.
Zaten sunuşlarda
da görüldüğü gibi -aslında bütün parti yetkililerinin ve şahıs sunuşlarında-
teşkilat yasasına dönük çok fazla bir eleştiri söz konusu olmadı. Zaten
maddelere geçtiğimizde bu konular tekrar ele alınacak. Ancak, ben, kısaca, bu
yasa tasarısının gerekçelerini ve ana unsurlarını zikredeceğim ve düşündüğümden
daha kısa bir şekilde bunu bitirerek güncel olarak bana yöneltilen sorulara
cevaplar vereceğim.
Her şeyden önce
şu anda elimdeki yasa -bugün huzurunuzda olan yasa tasarısı değil, şu anda geçerli
olan yasa - 24 Haziran 1994’te kabul edilmişti. O zamandan bu zamana
uluslararası konjonktür radikal bir değişime uğradı. Soğuk savaş sonrası dönem
1989’dan 94’e kadar bir dalgalanma yaşanmıştı, ancak 94’ten bugüne kadar çok
büyük değişiklikler yaşandı. Dolayısıyla da ülkemizin en köklü kurumlarından
olan Bakanlığımızın da bu yeni değişime ayak uydurma ihtiyacı söz konusuydu.
Bu değişimin üç
ana unsurunu sizlerle paylaşmak istiyorum:
Birincisi, soğuk
savaş döneminde devraldığımız, parçası olduğumuz transatlantik ilişkiler
sistemindeki değişim. Başta Avrupa Birliği olmak üzere, Avrupa Birliği ve NATO
önemli bir değişim yaşadı, Avrupa Topluluğundan
Avrupa Birliği yapılanmasına geçti ve ülkemiz de AK PARTİ İktidarı
döneminde -2004’te- müzakerelere başladı. Dolayısıyla Dışişleri Bakanlığımızın
takip etmesi gereken çok yoğun bir gündem maddesini oluşturdu.
Yine NATO yeni
görev alanları -ki birçoğu ülkemizin doğrudan tarihî bağlarının olduğu görev
alanlarıdır- üstlendi. Yine bu da Bakanlığımız üstünde yeni bir sorumluluk
alanı oluşturdu.
İkincisi, çevre
bölgelerde büyük bir değişim yaşandı. 90’lı yıllarda Balkanlar, Kafkaslar, Orta
Doğu ve Orta Asya hemen hemen tümüyle yeniden yapılanmaya çalıştı. Birçok kriz
yaşandı bu bölgelerde. Bu krizler en çok da ülkemizi ilgilendirdi. Bosna
savaşı, Kosova savaşı, Karabağ, Orta Doğu’daki gelişmeler, Irak’ta yaşanan iki
savaş ülkemizi ve ülkemizin dış politikasını yürüten Dışişleri Bakanlığımızı
çok daha yoğun bir şekilde yakın bölgelerle ilgilenmek zorunda bıraktı. Orta
Asya’daki kardeş ülkelerde yaşanan değişimler o ülkelerin de uluslararası alana
taşınmalarında üzerimizde yeni bir
sorumluluk alanı oluşturdu. Dolayısıyla bu çerçevede yeni politikalar
geliştirmeye ihtiyacımız var. Mesela komşu ülkelerle geliştirdiğimiz yüksek
düzeyli stratejik işbirliği konseyleri ve ortak kabine toplantıları öylesine
geniş bir iş yükünü beraberinde getiriyor ki Orta Doğu, Balkanlar ve
Kafkaslardaki geleneksel Dışişleri yapılanmasının üstünde bir ihtiyacı ortaya
çıkartıyor.
Yine bölgesel
örgütlerde başta geçen sene 3 Ekimde kurduğumuz Türk Konseyinin yapılanması
olmak üzere, Afrika Birliği, ASEAN, İKÖ, MERCOSUR gibi uluslararası örgütlerle
kurduğumuz ilişki, bölgesel örgütlerle kurduğumuz ilişkiler de Dışişleri
Bakanlığına yeni bir veçhe, yeni bir boyut kazandırdı. Bu da yeni bir görev
tanımı ortaya çıkardı.
Üçüncü olarak
küresel alanda büyük bir değişim yaşandı. Yeni alanlar ortaya çıktı, daha önce
diplomasinin alanı olmayan alanlar; iklim değişikliği, ekonomik krizler, nüfus
hareketlilikleri, göç meseleleri vesair. Ayrıca uluslararası etkileşim alanları
arttı. Brezilya’da çıkan bir ekonomik kriz bizi de ilgilendirdi 90’lı yıllarda.
Herhangi bir başka bölgede, Uzak Doğu’da yaşanan bir tsunami olayı bir anda
bizim de gündemimiz hâline geldi ve bütün bu alanlara Haiti’deki depreme kadar
koşması gereken bir Dışişleri teşkilatımız var. Bütün bu hazırlıkları, acil
yardımları, insani yardımları yönetmesi gereken bir Bakanlık yapılanmasına
ihtiyaç vardı. Dolayısıyla bu alanda da biz çok ciddi adımlar attık. Birleşmiş
Milletler yeniden yapılanırken Türkiye Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi
üyesi oldu, tarihinde bir bütün olarak ilk defa. Daha önce bir kez yarım olarak
paylaşmıştık bir başka ülkeyle.
Yine, ekonomik
krizlerin bu denli yaşandığı bir dönemde Türkiye G20 üyesidir. Geçen hafta
Toronto’da sadece G20’nin bir üyesi olarak değil, ekonomik krizi en başarılı
atlatan ülkelerin başında gelen ülkenin Başbakanı, Maliye Bakanı olarak aslında
o ülkelere bir ekonomi dersi de verildi: “Krizden nasıl çıkılır?” dersi.
G20’deki rolümüzü artıracağız. G20’yi sadece ekonomik alanda değil, siyasal
alanda da karar veren bir yapı hâline dönüşmesi için her türlü çabayı
göstereceğiz.
Kültürel kriz
alanlarına müdahale etmek üzere Medeniyetler İttifakı’nı 2005’te İspanya’yla
birlikte biz başlattık ve herkesin fantezi gibi gördüğü bir konuda şu anda
Medeniyetler İttifakı Projesi’ne 120 ülke ve uluslararası örgüt üyedir ve
dünyanın kültürel krizleri aşmadaki belki de en önemli forumudur.
Bu çerçevede,
uluslararası organizasyonlardaki etkinliğimizin artmasıyla Dışişleri
Bakanlığımızın elemanlarının bu organizasyonlarda aldığı görevler de arttı. Şu
anda İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreteri Türkiye Cumhuriyeti’nden bir
vatandaşımız, Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu, onun yanında 3 diplomatımız görev
yapmak durumunda. Sayın Ahmet Üzümcü Büyükelçimiz Kimyasal Silahları Önleme
Örgütünün başına geldi. Dolayısıyla şimdi Avrupa Güvenlik ve İşbirliği
Teşkilatına da bir aday gösteriyoruz.
Türkiye’nin
etkinliği arttıkça, uluslararası örgütte Türk vatandaşlarının rolü de artıyor,
bu da bizim diplomatlarımız için yeni bir alan açıyor. Dolayısıyla
Bakanlığımızın yeniden yapılanmaya ihtiyacı vardır. Bakanlığın mensupları bir
taraftan bu derece yoğun tempolu bir dış politika yürütürken, diğer taraftan da
size bugün sunduğumuz bu yeni yasa tasarısını hazırladılar.
Burada yine üç
önemli omurga konuyu ele almaya çalıştık. Birincisi, yapısal bir değişime
ihtiyaç vardı, onu gerçekleştirdik. On yedi genel müdürlük kurduk. Sayın
Yakış’ın biraz önce gayet veciz bir şekilde anlattığı için çok detayına
girmeyeceğim yeni yapılar ortaya çıkardık bu küresel meseleye hitap edecek,
Küresel ve İnsani Konular Genel Müdürlüğü gibi.
Artık Türkiye
sadece güvenlik konusunda konuşan bir ülke olmayacak. İnsan haklarının sözcüsü
Türkiye olacak, uluslararası vicdanın sözcüsü Türkiye olacak. Her alanda, her
yerde, dünyadaki her meselede bir Türk görüşü olacak ve bu görüş, bu yeni
birimde hazırlanacak. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Çatışmayı Önleme
ve Kriz Yönetimi Genel Müdürlüğü kuruyoruz. On sene önce buna ihtiyaç
olmayabilirdi, gerçekten hicap duyuyorum.
“Ara buluculuk
hevesi” deniyor, biz ara buluculuk hevesi peşinde değiliz, çevremizdeki
bölgelerimizde olan her mesele bizi ilgilendirir, bir heveskârlık içinde de
değiliz. İran’a dönük olarak bir askerî müdahale olduğunda biz bu coğrafyada
rahat durabilecek miyiz? Irak savaşının nasıl sonuçlar doğurduğunu hepimiz
görmedik mi? İran’da bu yüksek tansiyonlu gerilimi seyrederken biz Ankara’da
birileri bizi ara buluculuk hevesiyle suçlamasın diye oturup “bekle gör
politikası” mı izleyeceğiz? İzlemeyeceğiz. Bundan önce olduğu gibi bundan sonra
da Balkanlarda, Orta Doğu’da, Kafkaslarda, Orta Asya’da kıpırdayan bir yaprak
olursa önce Ankara duyacak ve önce Ankara cevap verecek. (AK PARTİ sıralarından
“Bravo!” sesleri, alkışlar) Bunun için de çatışmayı önleme ve kriz yönetimi
masası kurduk. Bunun için Dışişleri Bakanlığına psikoloji mezunlarını da
alacağız.
KÜRŞAT ATILGAN
(Adana) – Çatışmayı önleyebilecek misiniz Sayın Bakan?
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Müdahale etmeyin.
DIŞİŞLERİ BAKANI
AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Önleyeceğiz, çatışma çıkmadan önleyeceğiz.
AHMET YENİ
(Samsun) – Öğrenelim arkadaşlar, öğrenelim!
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen.
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Sayın Bakan, çatışmayı önleme genel müdürlüğü kurmak yerine önce
çatışma çıkarmamak gerekiyor.
BAŞKAN – Sayın
Korkmaz, lütfen...
AHMET YENİ
(Samsun) – Öğrenmek bile istemiyorlar Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın
Yeni, size de lütfen...
DIŞİŞLERİ BAKANI
AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Uluslararası hukuk genel müdürlüğü kurduk, komşu
ülkeler ekonomik ilişkiler genel müdürlüğü kurduk çünkü biz bütün komşu
ülkelerin, komşu bölgelerin lokomotif ekonomi olan Türk ekonomisiyle
bütünleşmesini istiyoruz, aramızda sınır olmasın istiyoruz. Her alanda, her
sektörde Irak’ın bütünüyle, kuzeyiyle, güneyiyle, Balkanlardaki her yerle
bütünleşmek istiyoruz, onun için vizeleri kaldırıyoruz, kaldırmaya devam
edeceğiz. Yükümüz ne kadar artarsa şevkimiz o kadar artacak.
YILMAZ TANKUT
(Adana) – Bir de Kandil’i temizleyin de ondan sonra yapın.
DIŞİŞLERİ BAKANI
AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – O da olacak.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen.
DIŞİŞLERİ BAKANI
AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Tercüme dairesi başkanlığı kuruyoruz, diplomatik
arşiv dairesi başkanlığı kuruyoruz, en önemlisi diplomasi akademisi kuruyoruz.
Artık Dışişleri Bakanlığımız, bu, köklü kurumumuz kendisi de bir üniversite
gibi çalışacak, başka ülkelerin diplomatlarını da yetiştirecek, kardeş
devletlerin diplomatları Türkiye’de, Ankara’da Türk Dışişleri Bakanlığının
diplomasi akademisinde yetişecek. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
İkinci olarak,
insan kaynaklarının niceliksel olarak artışını sağlayacağız. Sadece birkaç
rakam vermek istiyorum, bu dış politika yüküyle karşılaştırma açısından
söylüyorum: Amerika Birleşik Devletleri’nin şu anki diplomat sayısı,
Dışişlerinde toplam çalışanı 11.600, meslek memuru-diplomat 6.700; Rusya toplam
memur 9.500, meslek memuru 5.400 -hadi bunlar eski küresel güçler- Fransa 5.809
toplam, 1.632 meslek memuru; İngiltere 5.700, 3.000; Almanya 3.800, 1.600
-İspanya dahi Türkiye’den çok daha fazla- Türkiye ise sadece 1.464 toplam memur
ve 970 meslek memuruyla çalışıyor. Bu rakamlarla Pakistan’ın ve İspanya’nın da
gerisindeyiz ama ilgilendiğimiz konular Fransa’nın, Almanya’nın ölçeğini de
geçiyor, küresel güçlerin ilgilendiği konularla ilgilenir hâle geliyoruz.
Dolayısıyla insan kaynaklarını geliştireceğiz. On beş yılda 2.100 yeni kadro
ihdası düşünüyoruz. Havuzu genişleterek genç yaşta, daha erken yaşta büyükelçi
olmanın yolunu açacağız çünkü büyükelçilerimiz artık sadece Türkiye’de
çalışmıyor. Uluslararası örgütleri de bizim büyükelçilerimiz idare ediyor. Yeni
bir ufuk kazandı bütün Dışişleri teşkilatı. Ben onlarla iftihar ediyorum.
Konsolosluk ve
ihtisas memurluğu diye ikinci bir kariyer memurluğu açıyoruz. Böylece idari
memurlar, önlerini göremeyen memurlar olmaktan çıkacaklar, kariyeri olan ve
protokolde, konsolosluk işlerinde ihtisaslaşmış memurlar hâline gelecekler.
Niteliksel olarak
yeni yapılanmalara gideceğiz. Diplomasi akademisinden bahsettim. Ayrıca lisan
imkânları oluşturacağız. Her bir komşu ülkenin lisanını bilecek bizim
diplomatlarımız; Ermeniceyi, Rumcayı, Bulgarcayı, Arapçayı, Farsçayı, Çinceyi,
yükselen dilleri de bilecekler. Sadece İngilizce ve Fransızca diye iki diplomat
ekolü olmayacak. Küresel dilleri de bilecekler, bölge dillerini de. Bunun için
özel imkânlar oluşturuyoruz.
Mahrumiyet
bölgelerine… Bu sene büyükelçilik açtığımız 15 Afrika ülkesi başta olmak üzere buralara
dönük özel teşvik politikaları takip edeceğiz.
Dolayısıyla,
hedefimiz bütün küresel alanda faaliyet gösteren, kendi bölgesindeki her olaya
olay çıkmadan müdahil olabilecek etkinlikte bir politika takip edebilecek bir
Dışişleri Bakanlığı yapısı kurmaktır. Çağdaş bir yapıya kavuşturacağız
Bakanlığımızı ve bu Bakanlık, inşallah, bu yeni tasarıyla önümüzdeki dönemde
yükselen güç olan Türkiye’nin yükselen insan potansiyelini yansıtan bir
bakanlık olacak. Ben şimdiden vereceğiniz destek için teşekkür ediyorum.
Şimdi, bana
tevcih edilen diğer sorulara geride kalan vakitte cevap vermek istersem,
birinci konu, İsrail’in uluslararası nitelikte ve sivil nitelikteki 32 ülkeden
vatanların ve sivil toplum kuruluşlarının katılımıyla organize edilen sivil
konvoya, yardım konvoyuna yaptığı saldırı sonrası Türkiye'nin yaptığı
faaliyetler. Hiçbir olayı konjonktürel değerlendirmeyin, ne dünkü görüşmeyi, ne
başka görüşmeleri, bir süreç içinde değerlendirin lütfen. Bizler kısa hafızalı
olduğumuz zaman hata yaparız.
Ne yaptık? Gece
saat 04.30’da olay olduğunda biz Medeniyetler İttifakı Toplantısı için gece on
birde Rio’daydık. O anda, aynı saatlerde, gece yarısı saat on iki gibi
Birleşmiş Milletler daimî temsilcimizi aradım -uçaktan aradım- ve “En geç on
iki saat içinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi toplanacak ve ben gelip
orada hitap edeceğim.” dedim ve gerçekten olağanüstü bir gayretle -Sayın
Apakan’ı ve ekibini kutluyorum- gece olmasına rağmen, ben ertesi gün saat on
bir gibi New York’a indiğimde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi toplantıya
hazır hâldeydi ve hepinizin bildiği ve millî onurumuzu koruma amacıyla yaptığım
o hitabı gerçekleştirme imkânı buldum.
Yine, Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi… Tarihinde az rastlanır bir hızla, yirmi dört saat
daha dolmadan bir Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Başkanlık açıklaması ve
bunun içindeki Türkiye'nin temel taleplerini içeren bir tasarıyı kabul
ettirdik. Hemen bu konuda Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri harekete geçti ve
uluslararası tahkik komisyonu oluşturmak için gerekli temaslara başladı ve hâlâ
bu temaslar sürüyor, bitmiş değil. Gün be gün takip ediyoruz. Bu konu her an
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin gündemindedir ve devamlı konuşuluyor.
Bazı ülkelerin isteksizliğine rağmen bu komisyon kurulacak, bunun hesabı
sorulacak. Aynı gün Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonunu Cenevre’de
harekete geçirdik. Bir gün sonra gerçekleri araştırma komisyonu kararı çıktı ve
orada da temmuz ayı içinde bu komisyon kurulacak.
Yine, Güneydoğu
Avrupa Ülkeleri Zirvesinden Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisine, NATO’dan
Avrupa Parlamentosuna, Arap Liginden İslam Konferansı Örgütüne kadar, bir ay
içinde hemen hemen bütün bölgesel ve uluslararası örgütlerden çok güçlü kınama
kararları çıkardık ve çok büyük bir dayanışma gördük. İlk defa İsrail dünyada
bu kadar yalnızlaştı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Emin olunuz, Filistin
toprakları işgal edildiğinde dahi bu kadar yalnızlaşmamıştı. Onun için
hükûmetleri çatırdamaya başladı, çatırdayacak. Türk vatandaşlarının hukukunu
takip etmek bizim millî onurumuzdur. Yine onun için, kırk sekiz saat geçmeden
–bakınız, tarih daha sonra bunda emeği geçenleri gerçekten şükranla anacaktır-
yaptığımız etkin diplomasiyle hem Birleşmiş Milletlerde hem Amerika Birleşik
Devletleri nezdinde hem de diğer ülkeler nezdinde, 1 tek vatandaşımız dahi
İsrail’de bırakılmadı, yaralısıyla, sağıyla, hepsi kırk sekiz saat içinde
Ankara’ya, Türkiye’ye getirildi. Sadece bizim vatandaşlarımız değil, şart
koşmuştuk, hiçbir yolcu, hiçbir diğer ülke vatandaşı da kalmayacak dedik, hepsi
de geldi ve o ülkelerin dışişleri bakanları bizlere teşekkür ettiler.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Trabzon) – İsrail kınandı mı Sayın Bakan?
DIŞİŞLERİ BAKANI
AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Kınandı. (CHP sıralarından gürültüler)
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Trabzon) - Birleşmiş Milletler İsrail’i kınadı mı?
AHMET KÜÇÜK
(Çanakkale) – Cenaze getirmeyi politika kabul ediyorsunuz, böyle bir şey olur
mu ya?
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen…
DIŞİŞLERİ BAKANI
AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Şimdi, İsrail’i uluslararası platformlarda
yalnızlaştırmaya devam edeceğiz, bu işin peşini bırakmayacağız. Uluslararası
tahkik komisyonu da kurulacak, yüce Meclisimizin ortak şekilde aldığı kararın
bütün gerekleri yerine getirilecek. Bu çerçevede İsrail’e yüce Meclisimizin
ortak kararı sonrasında bir nota tevdi ettik ve notada taleplerimizi dile
getirdik. O günden bugüne de bu taleplerimizi her vesileyle gündeme getirdik,
getirmeye devam edeceğiz.
Bu çerçevede,
İsrail tarafı, doğrudan ve dolaylı mesajlar göndererek olayın olduğu andan
itibaren bizimle temasa geçmeye çalıştı. Biz, uluslararası gündemde yeterli
adımlar atmaksızın bu teması doğru görmüyorduk ama son gelişmeler ışığında,
özellikle verdiğimiz nota sonrasında Netanyahu’yu temsilen Ticaret Bakanı olarak
değil, Netanyahu’yu temsilen, Başbakanı, İsrail Başbakanını temsilen Ben
Eliezer görüşme talebinde bulundu ve bu görüşmeyi gerçekleştirdik ve doğru
yaptık. Şartlarımızı yüzlerine doğrudan ve net olarak söylemek için bunu
yaptık. Dünyanın bütününe, bütün küresel alana Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyinde yüksek sesle vurguladığımız temel taleplerimizi İsraillilerin yüzüne
de söylemek için bunu yaptık, bugün olsaydı yine yapardık. Niçin… (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
ALİ İHSAN KÖKTÜRK
(Zonguldak) – Neler söylediniz?
DIŞİŞLERİ BAKANI
AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Neler söylediğimiz devlet kayıtlarında yazılıdır.
(MHP sıralarından gürültüler)
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Sayın Bakan, Meclisten ne saklıyorsunuz?
DIŞİŞLERİ BAKANI
AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - Hiç kimse bu ithamda da bulunamaz. AK PARTİ
İktidarı dönemindeki bütün görüşmeler devlet arşivlerinde vardır, dünkü görüşme
de devlet arşivimizde vardı. Görüşmeyi de yanımda Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı
Sayın Sinirlioğlu’yla birlikte gerçekleştirdim, hepsi var.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Niye gizli Sayın Bakanım? Niye otel odasında?
DIŞİŞLERİ BAKANI
AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Diplomaside açık olarak da gizli olarak da yapılır.
Niye gizli olduğunu bize değil, İsrail tarafına sorun. Gizli olması bile bu
kadar hükûmeti çatırdattıysa açık olmuş olsaydı İsrail’de herhâlde bu görüşme
hiç gerçekleşmezdi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
İkincisi, bununla
bağlantılı olarak, Sayın Elekdağ’ın Kudüs’le ilgili yaptığı yorumlara gelmek istiyorum.
Gerçekten önce usul olarak bir şey söyleyeyim, kendisi çok değerli bir
diplomatımızdır ve bu yasa tasarısına da büyük katkılar sağladı. Bizim devlet
adabımızda kapalı bir toplantıda, başka bakanların katıldığı toplantılarda
geçen konuşmalar teyit de edilmez, ret de edilmez. Kapalı bir toplantıysa o
kapalı toplantıdır. Bundan dışarıya birtakım konuşmalar sızmışsa bu
konuşmaların gerçekliği tahkik edilmeden yapılacak yorumların hepsi batıldır.
Ben çıkıp da bu yorumlara cevap vermem çünkü orada bulunan 17 Arap Ligi üyesi
dışişleri bakanına benim sadakat borcum var, onların bana olduğu gibi. Oradaki
görüşme orada kalır. O bakımdan gazetelere benim adıma yansıyan konulara cevap
vermiyorum ama bir konuya cevap vermek şarttır.
Sayın Elekdağ,
Kudüs bizim meselemizdir. Niçin bizim meselemizdir? Doğu Kudüs sizin
zannettiğiniz gibi İsrail’in toprak parçası değildir. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Uluslararası hukuka göre Doğu Kudüs Filistin devletinin bir
parçasıdır ve 1967’de işgal altında olan topraklardan oluşur, bu toprakların
parçası. Mescidi Aksa da Doğu Kudüs’te bulunur, bilginize. Mescidi Aksa İsrail
toprağı değildir ve olmayacaktır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ve bir gün
barış olursa -ki benim kastettiğim oydu- Doğu Kudüs Filistin devletinin başşehri
olacaktır ve Türkiye Cumhuriyeti devleti de bir Arap ligi toplantısını, diğer
Arap ülkeleriyle İstanbul’da, geçen sene Şam’da, önümüzdeki sene Fas’ta yaptığı
gibi orada yapacaktır, yapabilir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Biz burada
barış mesajı veriyoruz. Evet, barış olacak, Doğu Kudüs’te Filistin’in başşehri
olacak ve biz de gerekirse, onlar davet ederse gidip orada bu toplantıyı
yapacağız.
Türkiye açısından
baktığımızda, niçin bizim meselemiz? Sayın milletvekilleri, şu anda Doğu
Kudüs’teki dinî mekanların idaresi bile hâlâ Osmanlı’dan kalan teamüllerle
yürütülüyor. Yeni bir uygulama yok, yeni bir hukuk yok, Osmanlı’dan kalan
teamül geçerlidir. 1948 Savaşı sonrasında oluşan Doğu Kudüs Komisyonu vardır
Birleşmiş Milletlerde. Türkiye Kudüs Komisyonu üyesidir…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayınız lütfen.
DIŞİŞLERİ BAKANI
AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Tamamlıyorum.
…Amerika ve
Fransa’yla birlikte ve hâlâ bu Komisyon Birleşmiş Milletler bünyesinde
varlığını sürdürmektedir. Biz bu Komisyonun üyesiyiz, uluslararası hukuk
açısından da bizi ilgilendirir.
1967 işgali söz
konusu olduğunda Doğu Kudüs’te Mescidi Aksa’ya İsrail bayrağı çekildiğinde
–Dışişleri arşivlerimizde var- ilk tepkiyi ve en sert tepkiyi –rahmetle
anıyorum- oradaki başkonsolosumuz vermiştir ve “Bu bayrak burada inmezse
Türkiye İsrail ilişkilerini bütünüyle gözden geçirecektir.” demiştir. Doğru da
yapmıştır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
1980’de İsrail
Doğu Kudüs’ü, Kudüs’ü başşehir ilan ettiğinde de maslahatgüzar düzeyine
ilişkiler bu sebeple indirilmiştir, doğru da yapılmıştır. Geçmişte olduğu gibi
bugün de Doğu Kudüs bizim meselemiz olacak.
Sayın
Başbakanımızın sözüne atfen yine tekrar ediyorum, Kudüs’ün kaderi de, Bağdat’ın
kaderi de, Bişkek’in kaderi de, Semerkant’ın kaderi de, Saray Bosna’nın kaderi
de bizim kaderimizdir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Oralarda düzen olursa
Anadolu coğrafyası lider coğrafya olur, oralarda düzen olmazsa biz Anadolu
coğrafyasında rahat oturamayız. Biz Türkiye’yi de çevresini de küresel anlamda
etkin bir…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
YAŞAR TÜZÜN
(Bilecik) – 1 milyon Müslüman öldü Irak’ta, neredeydiniz?
DIŞİŞLERİ BAKANI
AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Davutoğlu.
Sayın Elekdağ…
ŞÜKRÜ MUSTAFA
ELEKDAĞ (İstanbul) – Efendim, Sayın Bakan, benim ismimi kullanarak bazı
yorumlar yaptı. Acaba müsaade eder misiniz kürsüden konuşayım?
BAŞKAN – Buyurun.
KADİR URAL
(Mersin) – Musul, Kerkük’teki Türkmenlerin katliamını ne yapacaksınız Sayın
Bakan?
ATİLA EMEK
(Antalya) – Bağdat’ın kaderi ne olacak Sayın Bakan?
BAŞKAN – Sayın
Ural, bir saniye…
KADİR URAL
(Mersin) – Ecyat Kalesi kimindi?
BAŞKAN – Sayın
Ural, bir dakika…
KADİR URAL
(Mersin) – Ecyat Kalesi bizim değil miydi? Sizin döneminizde yıkıldı.
DIŞİŞLERİ BAKANI
AHMET DAVUTOĞLU – O da bizimdir.
BAŞKAN – Sayın
Elekdağ, üç dakika süre veriyorum.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Sayın Başkan, sonra benim de söz talebim var.
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Elekdağ.
IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- İstanbul Milletvekili Şükrü Mustafa Elekdağ’ın,
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun şahsına sataşması nedeniyle konuşması
ŞÜKRÜ MUSTAFA
ELEKDAĞ (İstanbul) – Ben konuşmamda Sayın Başbakanın Kudüs’ün kaderinin
İstanbul’un kaderi, Ankara’nın kaderi olduğunu söylediğine atıfta bulundum ve
dedim ki, yani Osmanlıcada ehemi mühime tercih etmek diye bir söz vardır yani
önceliklerini Türkiye'nin tespit etmesi lazım diye düşünüyorum esas itibarıyla.
Yani İstanbul’un kaderini siz Kudüs’ün kaderiyle eğer aynı kefeye koyarsanız
Türk dış politikasının bütün eksenini değil tümünü değiştirmiş olursunuz. Bunun
akılcı bir yaklaşım olmadığını söyledim esas itibarıyla.
Şimdi bakınız,
Kudüs esas itibarıyla, tabiatıyla Müslümanlar için çok önemli bir yerdir.
Tabiatıyla Mescidi Aksa miracın olduğu mahaldir. Mekkei Mükerreme’den,
Medine’den sonra Kudüs Müslümanlar için 3 numaralı önemli bir yerdir fakat aynı
zamanda bu Kudüs Hristiyanlar için olduğu gibi Yahudiler için de önemlidir.
Hazreti Davut krallığını kurduğu zaman Musa’nın lahdini oraya getirmiştir, onun
için orası son derece onlar için de kutsal bir mekândır.
Şimdi, bu kutsal
mekânda büyük bir çatışma var yani yarın öbür gün Filistin sorunu halledildiği
zaman en önemli konu olarak, sorun olarak karşımıza bu çıkacak. Belki toprak
kadar önemli bir konu burası. Knesset, İsrail Parlamentosu Kudüs’ü başşehir
olarak ilan etmiştir. Doğu Kudüs üzerinde Filistinlilerin talebi vardır ve
“Burası bizim başkentimizdir.” demektedirler.
Şimdi, bu son
derece, çetrefil bir konu. Bunun içine Türkiye’yi sokmakta akıl ve izan var mı?
Ben onu soruyorum. Ben diyorum ki: Kudüs bizim için önemli, son derece önemli
tabiatıyla; dış politikamız çok boyutlu, dış politikamızın önemli bir boyutu.
Tabiatıyla orası için girişimlerde bulunacağız, çalışacağız, konuşacağız,
ilgileneceğiz muhakkak ki ama siz eğer “Kudüs, Türk dış politikasında en önemli
bir yeri işgal ediyor.” derseniz, Kudüs ile Ankara’yı, Kudüs ile İstanbul’u bir
tutarsanız bu son derece yanlış bir yaklaşım olur. Bu, Türkiye'yi olmadık belalara,
olmadık felaketlere sürükler. Benim söylediğim bu.
Teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Elekdağ.
Sayın Kaplan, ne
diyorsunuz?
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – İlk konuşmamda İsrailli Bakanla görüşmeyi sormuştum Sayın Bakana ve
orada bir İsrailli esir asker için bin Filistinlinin de serbest bırakılması
için konuşulduğunu söyledim. Sayın Bakan burada bu konuda hiçbir açıklama
yapmadı.
BAŞKAN – Şimdi
onunla ilgili sizin konuşma yapmanız gerekmiyor ki. Girmişsiniz, soru
sorarsınız. Yani soruya cevap verip vermeme hakkı mevcut.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Hayır, o konuda benim sormak istediğim…
BAŞKAN – Tamam,
itirazım yok da size bir sataşma yok.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – İşte, sataşma anlamında değil Sayın Başkan.
BAŞKAN – Ben
konuşma yapmak istiyorsunuz zannettim, onu söylüyorum.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Hayır, sataşma anlamında değil, benim sorduğum sorulara Sayın
Bakanın verdiği cevap şu: “İsrailli Bakanla görüştüm ve bu arşivlerde yer
aldı.” diyor.
BAŞKAN – Tamam.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Oysaki Dışişleri Bakanı Sözcüsü Burak Özügergin açıklama yapıyor ve
İsrailli Bakanla görüşme yapıldığını söylüyor. Bu görüşmenin ardından bu
teklifin İsrail’den geldiğini söylüyor. Arkasından Gazze’yle yardım
ilişkilerinin ele alındığını söylüyor. Bir İsrailli esir asker için bin
Filistinlinin serbest bırakılabileceğini söylüyor. Sayın Bakanın burada, bu
kürsüde söylediği “Bu diplomatik bir görüşmedir, arşivde kalacaktır, Meclisi
ilgilendirmez.”
İç Tüzük gereği,
Anayasa gereği Meclisi ilgilendiren bir konuda bilgilendirme yapma yükümlülüğü
vardır. Ben detaylı içeriğini söylemiyorum. “Görüştüm” der, “görüşmedim” der.
BAŞKAN – Anladım,
anladım. Tamam, sizin söyledikleriniz şimdi kayıtlara geçti.
Teşekkür
ediyorum.
HASİP KAPLAN (Şırnak)
– Yani onu inkâr etmez, “İsrail istedi, ben görüştüm.” der, “Şu Bakanla
görüştüm.” der. Şu söylediğimiz iddia “doğrudur” veya “değildir” der. Bununla
ilgili Meclisi ve kamuoyunu bilgilendirir.
BAŞKAN – Anladım,
şimdi meramınızı ben de anladım, kayıtlara da geçti.
Teşekkür ederim.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ (Devam)
5.- Dışişleri Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında
Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/892) (S. Sayısı: 524) (Devam)
BAŞKAN – Evet,
şahıslar adına son söz Mersin Milletvekili Sayın Behiç Çelik’e aittir.
Buyurun Sayın
Çelik. (MHP sıralarından alkışlar)
BEHİÇ ÇELİK
(Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 524 sıra sayılı Dışişleri
Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı’nın tümü üzerinde
şahsım adına konuşmak için söz aldım. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Sözlerime
başlamadan önce şehitlerimizi rahmetle anıyorum. Onların aziz hatıralarını
ebediyen yaşatma irademizi bu vesileyle vurgulamak isterim.
Değerli
arkadaşlar, burada, Dışişleri Bakanlığının kuruluş ve görevleriyle ilgili bir
tasarı üzerinde Genel Kurulumuz çalışma yaparken, elbette, değinmek durumunda
olduğumuz en önemli dış politika aletlerinin başında diplomasi gelmekte.
Diplomasi,
devletler arasındaki müzakereleri sürdürme anlamında kullanılmakla birlikte,
asıl realist olan, gerçekçi olan anlamı savaşın silahsız olarak devamından
ibaret bir uğraş olarak tanımlanmasıdır. Bu itibarla, diplomasi bir milletin,
bir devletin ayakta kalması için olmazsa olmaz en önemli uğraş alanlarından
biridir. Diplomasiyi de devam ettiren, sürdüren çok değerli devlet adamları,
diplomatlar vardır. Bu, sadece cumhuriyetimize has değil Osmanlı döneminde de
bunun çok güzel misallerini, uygulamalarını ve bu uygulamaları yapan değerli
sefirleri, aktörleri, devlet adamlarını görmekteyiz.
Bu itibarla,
Osmanlı diplomasisi bütün protokol kurallarıyla birlikte çok ağır ve
sistematize, yazılı kurallarının yanında, teamüllerinin belki katbekat fazla
olduğu âdeta bir kurallar manzumesi şeklinde cereyan etmekteydi. Ancak Osmanlı,
bütün dünyaya hükmederken, yön ve şekil verirken o kuvvetli günlerinde,
kuvvetli asırlarında, baht asırlarında Osmanlı bütün dünyaya damgasını vururken
işte, bu uğraşları yani protokol kurallarını en iyi şekilde tatbik sonucu bunu
elde edebilmişti.
Dolayısıyla
“teşrifat” dedikleri Osmanlı’nın protokol kurallarını hafife alma, küçümsemeyi,
bir devlete yapılan en büyük kötülük olarak tanımlamak gerekir. Zira devleti
ayakta tutarken, özellikle devletin kendi iç dinamiklerini protokol
kurallarının, protokolü icra eden kişilerin arkasına sağlam bir şekilde koymak,
tahkim etmek de son derece önemlidir.
Buradan kastım
şudur: Kuvvetli bir demografik yapı, kuvvetli bir ekonomi, kuvvetli bir ordu,
total olarak bir milletin büyük gücü diplomatın arkasında durduğu sürece, o
diplomat masaya oturduğu zaman kendisinin ne kadar güçlü olduğunu hisseder,
karşı tarafa da bunu hissettirir. İşte, cumhuriyet döneminde de biz, özellikle
Kurtuluş Savaşı’mızdan sonra güçlü ordumuzu ve sürekli gelişen ekonomimizi, tam
bağımsız bir devlet yapımızı ve bürokrasimizi diplomasinin arkasına koyduğumuz
zaman o diplomasi harikalar yaratmaktadır, yaratmaya da devam ediyor.
Dolayısıyla
orduyu küçümseyen, küçük düşüren bir Hükûmetin ve ekonomiyi ayaklar altına
aldıran ve millî ekonomiyi, bağımsız ekonomiyi daha da bağımlı hâle getiren,
ithalata muhtaç hâle getiren ve demografik yapıyı gittikçe bozan bir hükûmetin
elbette dış politikanın arkasına yerleştirebileceği total bir güçte aşınma
yaratacağı muhakkaktır.
İşte, AKP
İktidarı budur. Sayın Bakanın söyledikleri hilafıhakikattır; kısmen içinde
doğruları barındıran, birçok yanlışlıklar içeren bir söylemden ibarettir. Bu
böyle değildir.
Kudüs’le ilgili
açıklamaları da Sayın Bakanın doğru değildir ve Sayın Bakan öncelikler
sıralamasını dahi iyi yapamayan, kendi kafalarının ardındaki düşünceleri
gerçekmiş gibi Türkiye Cumhuriyeti’ne dayatmaya çalışan nakıs bir zihniyetin
politikaları olarak karşımıza çıkmaktadır.
Onun için bu kafa
yapısını düzeltmek lazım. Onun için AKP’nin bir an önce iktidardan gitmesi ve
büyük Türk milletine, asaletine yaraşır bir siyasal iktidarın başa geçmesi
lazım ki diplomasi ve dış politikanın ancak o zaman rayına oturması mümkün
olur. (MHP sıralarından alkışlar)
Değerli
arkadaşlar, arz etmiş olduğum dış politikayı uygulayan kişileri “monşer” diye
aşağılayan bir zihniyetin dış politika yapması da zaten mümkün değildir. Bugün,
diplomatlarımız, Sayın Bakanın ifade ettiği gibi, dünyanın dört bir tarafında
görev yaparken ve namlunun ucunda görev yaparken bu diplomatları “monşer” diye
küçümsemek çok ayıptır, yanlıştır. Değerli arkadaşlar, biz diplomatlarımızdan
70’in üzerinde şehit vermedik mi? Niçin şehit oldular? Onlar Ahmet, Mehmet,
Hasan, Hüseyin için şehit olmadılar; onlar Türkiye Cumhuriyeti’nin elçileri,
büyükelçileri ve konsolosluk ve büyükelçilik görevlileri olduğu için şehit
oldular. Onları da bu vesileyle rahmetle, minnetle anıyorum, bunların aziz
hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum. Ancak bunlara “monşer” diyerek
küçümsediğiniz zaman karşınıza yine 70’in üzerinde emekli diplomatlar çıkar ve
Hükûmeti kınayan bir açıklamayı yapmaya hak kazanırlar, ki yapmışlardır.
Değerli
arkadaşlar, Türkiye, sadece arz etmiş olduğum konuda değil, Ermenistan’la
ilişkilerde olsun, Irak’taki kırmızı çizgilerimizde olsun, temel Orta Doğu
politikalarında olsun, Kıbrıs politikasında olsun, Balkan politikasında olsun
ve Kafkasya politikasında olsun -İran’la dört yüz yıla yakın biz sulh içinde
yaşayan bir millet ve devletiz- İran politikasında olsun ve Türkistan yani Orta
Asya politikasında olsun, diğer komşularımızla, özellikle Rusya Federasyonuyla
olan politikalarımızda olsun, hep sıfır almıştır, eksi almıştır, başarısızdır.
Bu Hükûmet, bu politikalarda bir adım ileriye
dahi varamamıştır. Kurmaca Davoslar bu Hükûmeti asla kurtarmaya
yetmemiştir.
Mavi Marmara bir
fecaattir değerli arkadaşlar. 9 tane canımız gitmiştir ancak bu konuda yapılan,
sadece Sayın Bakanın ifade ettiği “Görüştük, yaptık, ettik...” Bu kadar. Peki,
bir eylem koyabildiniz mi? Ortada eylem yok arkadaşlar. Ama İsrail’in koyduğu
bir eylem var, 9 canımızı katletmiştir. Katillerin eline gemiyi göndermişler ve
teslim etmişlerdir. Bu 9 canın sorumlusu bu Hükûmettir. Bunu bilmek
durumundayız.
O hâlde, kırmızı
çizgilere tekrar dönersek, Irak’ta, orada kan akmaya devam etmektedir. Milyonun
üzerinde Iraklı maalesef hayatını kaybetmiştir. Değerli arkadaşlar, bizim,
dünyada, ilişkimizin belki statik olduğu, ilişkimizin istikrarlı olduğu en
önemli ülkelerin başında Amerika Birleşik Devletleri gelmektedir. Amerika’yla
ilişkilerimiz artık patolojik bir hâl almıştır. 1 Mart 2003’ten bu yana bu
ilişkiler normal rayına oturtulamamıştır. Bu da iktidarın kusurudur, hatasıdır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
BEHİÇ ÇELİK
(Mersin) – Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.
Aslında, bu süre
zarfında, iktidarın dış politika iflaslarını burada açıklamaya maalesef bu on
dakikalık süre yetmemektedir. Onun için, millî güvenlik ve millî çıkarlarımızı
korumak, çevremizde barış, istikrar ve güvenlik kuşağı oluşturmak, bütün
ülkelerle saygı ve ortak yarara dayalı ilişkiler kurmak, sorunları adil ve
kalıcı bir çözüme kavuşturmak, jeopolitiğin ve jeostratejik gerçeklerin
doğrultusunda politikalar geliştirmek ve devlet ciddiyeti ve üslubunu rayına
oturtmak ve Avrasya jeopolitiğinde güçlü, başat aktör olabilmek, özellikle
Milliyetçi Hareket Partisinin temel arzusu ve istemidir.
Bu duygularla
Türkiye’mizin “Lider Ülke Türkiye” ülküsüne yönelmesini arzu etmekteyiz.
Yasanın hayırlı
olmasını yürekten diliyorum, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Çelik.
Soru-cevap
işlemine geçiyorum.
Sayın Taner…
RECEP TANER
(Aydın) – Sayın Bakan, bu hafta Avrupa Birliğiyle yapılan görüşmelerde bir
faslın daha açıldığı belirtilmekte. Bizimle beraber aynı anda AB’ye müracaat
eden ülkeler kaçıncı fasıldalar? Sizce bu başarılı bir dış politika mıdır?
İki: Mavi Marmara
gemisinin bandırası Türk müdür, Komor mudur?
Üç: Müslüman
ülkelerden ve İslami kuruluşlardan hangileri İsrail’i kınama yayınlamışlardır?
Dört: İsrail
Bakanı ile Brüksel’deki görüşmenizde Başbakanın Obama’yla yaptığı görüşmede
gündeme gelen “İlişkilerinizi düzeltin.” talimatının bir etkisi var mıdır?
Beş: Bu görüşme,
İsrail’in yalnızlaşmasına gönlünüz elvermediğinden İsrail’i yalnız bırakmamak
için mi yapılmıştır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın
Aslanoğlu…
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Bakan, 27 Mayısta, Mavi Marmara gemisini
durduracağını resmen ilan etti İsrail, 31 Mayısa kadar müdahale etti. 27 Mayıs
ile 31 Mayıs arasında İsrail’le neler görüştünüz? Gemiye müdahale yapılmayacağı
yönünde bir teminat aldınız mı? Yoksa İsrail’in gemiye müdahale edeceğini bir
blöf olarak mı zannettiniz acaba? Bu nedenle, 27 Mayıs ile 31 Mayıs arasında
İsrail’le yaptığınız görüşmeleri açıklar mısınız?
BAŞKAN – Sayın
Tankut…
YILMAZ TANKUT
(Adana) – Teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan,
İsrail’le krizin akabinde “Sürpriz Türkiye-İsrail görüşmesi” şeklindeki
haberler bugün basına yansımış ve “Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile İsrail
Ticaret Bakanı Brüksel’de gizlice görüştü.” denilmiştir.
Şimdi soruyorum:
9 vatandaşımızı alçakça katleden İsrail Hükûmetinin bir bakanı ile niçin gizli
görüşme ihtiyacı duyulmuştur? Bu görüşmenin ana konuları nedir? İsrail Ticaret
Bakanı ile hangi ticari konular bu görüşmede ele alınmıştır? Bu görüşmede
vatandaşlarımızı katleden İsrail askerlerinin cezalandırılması ve İsrail
Hükûmetinin Türkiye'den özür dilemesi sağlanmış mıdır? Bu görüşmenizde Dışişleri mensuplarından
kimler bulunmuştur? Yoksa bu görüşme, adı geçen İsrailli bakanla baş başa mı
gerçekleşmiştir?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN - Sayın
Şandır…
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Teşekkür ederim.
Sayın Bakan,
Sayın Başbakan G20 zirvesinde NATO’ya çağrıda bulunarak Afganistan’da Taliban’a
karşı yürütülen mücadelenin PKK’ya karşı da verilmesini istedi. Bunun ne anlama
geldiğini bize izah eder misiniz? Eğer bu, PKK mücadelesinde Hükûmetinizin yeni
bir stratejisiyse bunu Türkiye'nin millî çıkarlarıyla uygun bulur musunuz?
Irak’ın kuzeyinde, Türkiye'nin güneydoğusunda bir NATO birliğinin olması
Türkiye'nin çıkarlarına uygun düşer mi? Birinci sorum bu.
İkincisi: Etkin
ve güçlü dış politikadan bahsediyorsunuz ama bir yandan da müttefiklerinizin
nezdinde suçluların iadesini sağlayamadığınızdan da şikâyet ediyorsunuz. Bu,
dış politikanızın zaafının ispatı veya itirafı değil midir?
Bir başka şey:
İsrail saldırısında ölen Türk vatandaşı sayısı 9 mudur, 12 midir? Bunu burada
açıklamanızı istiyorum.
Çok teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Sayın
Bulut…
AHMET DURAN BULUT
(Balıkesir) – Sayın Bakan, Filistin’de Hamas örgütü ile İsrail arasında
arabuluculuk teklifinizin Hamas tarafından reddedilip Mısır’ın arabuluculuğunun
istendiği doğru mudur?
Başbakanın “Dış
ilişkilerde sıfır sorun” ifadesinden sonra sorunlu ülke sayısı kaça çıkmıştır?
Sorun çözdüğünüz ülke var mıdır?
Irak’ta askere,
Gazze olaylarında milletin başına geçirttiğiniz çuvalı ne zaman, nasıl
çıkartmayı düşünüyorsunuz?
Marmara gemisinin
kaderi ve 9 canın hesabı ne zaman sorulacak?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın
Kaplan…
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan,
İsrailli Bakanla görüşme konusu ve İsrailli esir asker Şalit karşısında bin
Filistinlinin serbest bırakılması konusu Dışişleri Bakanlığı sözcüleri
tarafından açıklanmış basına. Bir de sizden dinlemek istiyoruz, Meclisi
bilgilendirmenizi…
Ayrıca, Sayın
Başbakanın, NATO’dan müdahale istemesini Kandil’e… Nasıl bir prosedür? Sayın
Obama’dan istemiş. Bu, tezkere kapsamında mı istendi?
AİHM’in haç
yasağına ne diyorsunuz? İspanya ile Fransa’nın çarşaf yasağına ne diyorsunuz?
Avrupa’da ırkçılık mı gelişiyor, ayrımcılık mı gelişiyor?
Bir de “Doğu
Kudüs kaderimizdir.” diyorsunuz; bir de Diyarbakır’ı kader yapmayı düşünüyor
musunuz, “Kaderimizdir.” diyebilecek misiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın
Yaman…
M. NURİ YAMAN
(Muş) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım,
İsrail’le yaşanan son diplomatik kriz ile İran’ın nükleer silah üretimi
nedeniyle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin aldığı ambargo kararı sonucu
gelinen bu noktadaki tutumumuzu dış politikamız bakımından ulusal çıkarlarımıza
uygun buluyor musunuz?
İki: Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyinin bu kararıyla ilgili olarak ambargo kararına
Türkiye olarak uyacak mıyız?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın
Geylani…
HAMİT GEYLANİ
(Hakkâri) – Sayın Başkan, Sayın Bakana sorum: “Yurtta sulh, cihanda sulh”
özdeyişine uygun Türkiye'nin, Kuzey Irak Kürt yönetimiyle ilişkilerinde
karşılıklı siyasi ve ekonomik çıkarlar dışında, Kürtler arası çatışmaları
dışlama temelinde, ülkemizin toplumsal barışına ve bölge istikrarına ne kadar
katkı sağlanmakta ve ne kadar yol alınmıştır? En önemlisi, temel amaç da bu
olmalıdır, ne diyorsunuz?
BAŞKAN – Sayın
Arifağaoğlu…
METİN ARİFAĞAOĞLU
(Artvin) – Teşekkür ederim.
Sayın Bakan,
ülkemizin kuzey doğusunda bulunan serhat ili Artvin’in, Gürcistan
Cumhuriyeti’yle Sarp Sınır Kapımız mevcuttur. Bilindiği gibi, Batum
Havaalanından, iç hat seferleri gibi, istifade de edilmektedir. Sarp Sınır
Kapısı’nın yükünü hafifletmek, ayrıca Batum Havaalanına içerideki ilçelerin
kolay ulaşımını sağlamak ve kışın Borçka ilçesinin altı pare köyüne ulaşımı sağlayacak
olan Muratlı Sınır Kapısı için Gürcistan Dışişleri Bakanıyla görüşmeler
yaptığınızı biliyoruz. Son aşama hakkında bilgi verebilir misiniz? Ayrıca,
Muratlı Sınır Kapısı’nın açılması için bir takvim vermek mümkün müdür?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Sayın
Coşkunoğlu…
OSMAN COŞKUNOĞLU
(Uşak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakana üç
sorum var zaman yeterse. Birincisi: Avrupa Siber Suçlar Sözleşmesi 1 Temmuz
2004’te yürürlüğe girmiştir. Aradan altı sene geçmiş olmasına karşın hâlâ
ülkemizde imzalanmamıştır, neden?
İkincisi:
Hırvatistan ile Türkiye, Avrupa Birliği üyelik sürecine aynı zamanda
başlamıştır, müzakerelere. Hırvatlar dün son üç faslı açmışlardır. Bu açılışta
Brüksel’de sadece Hırvatistan’ın Başmüzakerecisi vardı. Türkiye daha on üçüncü
faslı açabilmiştir fakat 3 bakan birden oradaydı. Bu biraz şov havası veriyor,
ne dersiniz?
Üçüncü sorum:
Büyükelçilerimiz bu kadar iddialı ve uluslararası önemli rol oynayan…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın
Türkmenoğlu.
KAYHAN TÜRKMENOĞLU
(Van) – Sayın Bakanım, Gazze’den gelen Vanlı bir gazimiz, yaşlı gözlerle size
minnet duygularını iletmemi istedi, bunu belirtmek istiyorum ve “Orada
tutulduğum zaman Türkiye Cumhuriyeti devletinin büyüklüğünü, vatandaşı olmanın
gururunu İsrail askerinin yüzündeki endişe ve korkuyu gördüğümde bir kez daha
anladım.” dedi.
Sayın Bakanım,
Dışişleri Bakanlığımızın elçilerini dinlerin kavşağı Mardin’de buluşturdunuz.
Güneşin kenti Van ilimizde sizleri ağırlamak isteriz, teklifimizi
değerlendirmenizi arz ediyorum.
İkinci sorum,
dostluk, komşuluk ilişkileriyle ördüğünüz komşu ülkelerimizden İran’la olan
ortak sınır kapımızla ilgili bir çalışma var mı? Bunu öğrenmek istiyorum.
Gittiğimiz her yurt…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın
Sıvacıoğlu…
MUSA SIVACIOĞLU
(Kastamonu) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Bakanıma şu
soruyu yöneltmek istiyorum: Çok yönlü bir dış politika izliyoruz. Bu çok yönlü
dış politikanın bir neticesi olarak Ankara dâhil olmak üzere İstanbul’da da Amerika
Birleşik Devletleri’nin, Fransa’nın, İngiltere gibi çok yönlü dış politika
izleyen ülkelerin kültür merkezleri var. Bizim Türkiye olarak şu ana kadar kaç
tane ülkede kültür merkezlerimiz var? Yenilerini açmayı düşünüyor muyuz? Bu
yöndeki gayretlerimiz nelerdir?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Sayın
Bakan, buyurun.
DIŞİŞLERİ BAKANI
AHMET DAVUTOĞLU – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli
milletvekilleri, bütün sorulara eğer cevap verme imkânı bulamazsam eksik kalan
soruları yazılı olarak da cevaplamaya hazırız. Bürokrat arkadaşlarımız gerekli
notları aldılar.
Sayın Taner
fasılları sordular. Biz Hükûmet olarak Avrupa Birliğiyle mümkün olan en fazla
faslı en kısa sürede açmak için yoğun bir çaba içindeyiz. Aslına bakarsanız,
Avrupa Komisyonuyla yürüttüğümüz çalışmalarda çok ciddi bir engelle
karşılaşmıyoruz çünkü teknik çalışmalarda teknik fasıllar gayet yoğun bir
faaliyetle, dün işte Gıda Güvenliği Faslı’nda olduğu gibi Tarım Bakanlığımızın,
Dışişleri Bakanlığımızın ve Avrupa Birliği Genel Sekreterliği ve Avrupa
Birliğinden sorumlu Devlet Bakanlığımızın çabalarıyla mesafe alıyoruz. Ancak,
siyasi gerekçelerle başta Kıbrıs konusunda Türkiye'nin yürüttüğü haklı
politikalar dolayısıyla uygulanan askıya almalar bazı fasıllar için ve bazı
fasıllar için de başta Fransa olmak üzere bazı ülkelerin koyduğu blokajlar
dolayısıyla istediğimiz hızda ilerleyemiyoruz. Diğer ülkelere göre Türkiye'nin
fasıl açmasının daha yavaş seyretmesinin temel sebebi budur.
“Mavi Marmara
gemisine yapılan saldırıyı hangi Müslüman ülkeler kınamıştır?” diye sordular.
Bütün Müslüman ülkelerden çok ciddi dayanışma gördük. Bildiğiniz gibi, olay
olduktan kısa bir süre sonra Sayın Katar Emiri ve Suriye Devlet Başkanı da
bizzat gelerek dayanışma duygularını ifade etmişlerdir ve ailelere de taziyede
bulunmuşlardır. Ayrıca, Türk-Arap Forumu’nda bütün dost ve kardeş ülkeler açık
destek beyan etmişlerdir. İslam Konferansı Örgütünde ortak kararlar alınmıştır.
Dolayısıyla bu konuda biz bu dost ve kardeş ülkelerin tutumundan memnuniyet
duyuyoruz, her uluslararası forumda da desteklerini ifade ediyorlar.
Sayın
Başbakanımızın Sayın Obama’yla yaptığı görüşme sonrasında bu görüşmenin
gerçekleştiği iddiası kesinlikle doğru değildir. Türkiye'nin hiçbir devletten
bu şekilde bir telkin altında karar almadığını herhâlde son Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyinde kullandığımız oy açık bir şekilde göstermiştir. Biz, kendi
politikamızı uygularız, bu politika neyi gerektiriyorsa onun gereğini yaparız.
Sayın Tankut
“İsrail Bakanı ile ne görüştünüz? Hangi ticari konular… Görüşmeye kim
katılmıştır?” diye soruyor. Aslında konuşmamda bunu ifade ettim, görüşmeye
benimle birlikte Dışişleri Bakanlığı Müsteşarımız Sayın Feridun Sinirlioğlu
katılmışlardır. Ticari konu görüşülmemiştir. Onu da ifade ettim konuşmamda,
tekrar sorma ihtiyacı hissetmişler, herhâlde takip edemediler. Bakan
Ben-Eliezer bu toplantıya İsrail Başbakanı Netanyahu’nun özel temsilcisi olarak
gelmişler ve Netanyahu’dan bir mesaj iletecekleri ifadesiyle bu görüşme
talebinde bulunmuşlardır. Sadece bu konu konuşulmuştur. Özür ve diğer konular
ise aynen uluslararası forumlarda talep ettiğimiz gibi, verdiğimiz notayla
talep ettiğimiz gibi ve yüce Meclisimizin ortak tutumuyla talep edilmiş olduğu
gibi, İsrail tarafından yüzlerine ifade edilerek talep edilmiştir ve gereğinin
de yapılması doğrultusunda bütün çalışmaları sürdüreceğiz ve İsrail’in tutumuna
göre de her türlü tedbiri almaya, her türlü müeyyideyi uygulamaya kararlıyız.
Sayın Şandır,
Sayın Başbakanımızın G20’den NATO’yla ilgili olarak teröre karşı mücadele bağlamında
yaptığı çağrı bir dayanışma çağrısıdır. NATO üyesi müttefiklerden bu konuda
dayanışma beklediğimizi ifade etmek üzere güçlü bir şekilde vurgulanmıştır.
Sayın Aslanoğlu,
27 Mayıs ile 31 Mayıs arasında İsrail’le neler konuşulduğunu sormuşlardır.
Şimdi, bu konular da yine arşivlerimizde vardır. Ben kısaca söyleyeyim ama
detaylı bir cevabı yazılı olarak ileteceğiz. Biz bu dönemde her düzeyde
İsraillilerle temas hâlinde olduk ve İsrail’e sivil amaçlı bu gemilere karşı
güç kullanmaması konusunda en net uyarıları son saate kadar yaptık. Bunu bir
blöf olarak telakki etmiş değiliz. Her türlü tedbiri, eylem planını da
çıkardık. Üç farklı senaryoya göre çalışma yaptık. Onun içindir ki, bu haber
bize Rio’da bir gece yarısı ulaştığında ne orada benimle birlikte bulunan
Dışişleri ekibinde ne Ankara’da olan ekibimde ne de Birleşmiş Milletlerde olan
ekibimde herhangi bir tereddüt olmaksızın bir eylem planı devreye sokulmuş ve
üç gün içinde hem Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde bahsetmiş olduğum
çalışmalar tamamlanmış hem bütün vatandaşlarımız kurtarılmıştır. Sadece söylem
düzeyinde değil, eylem düzeyinde de bu senaryoları ne kadar iyi çalıştığımızı
zaman ve arkadaşlarla birlikte gösterilen çalışmalar ortaya koymuştur.
Dolayısıyla bu konuda Türkiye farklı senaryolara hazırlıklı bir şekilde 27
Mayıs ile 31 Mayıs arasında bütün taraflara gerekli uyarılarda bulunmuştur.
AHMET DURAN BULUT
(Balıkesir) – Hamas…
DIŞİŞLERİ BAKANI
AHMET DAVUTOĞLU – Evet, Sayın Bulut oradan hatırlattılar Hamas arabuluculuğuyla
ilgili. Daha sonra o bahsedilen açıklama Hamas tarafından yalanlanmıştır, böyle
bir açıklama olmadığı vurgulanmıştır, Türkiye'nin yaptığı çalışmalara destek de
ifade edilmiştir. Kendilerine bunu da gerekirse göndeririz ama basından da
takip ederlerse bunun böyle olduğunu takip ederler.
Sayın Kaplan’ın,
doğrusu bir İsrailli askere karşı bin Filistinli mahpusun salıverilmesi
konusunda yürütülen çalışmalarla bizim bugün yapılan açıklama arasındaki
bağlantıyı biz anlayabilmiş değiliz. Eğer sorarlarsa yazılı olarak cevap veririz,
ama bu görüşmeler, yani İsrailli asker Gilad Şalit ile bin Filistinli tutuklunun takas edilmesi
görüşmeleri uzun süre devam etmiştir. Bu takasın gerçekleşmesi için biz de
kolaylaştırıcı bazı çalışmalarda bulunmuşuzdur, Gazze savaşı esnasında ateşkesi
sağlamak üzere. Dolayısıyla şu anda da böyle bir barış imkânı olursa yine
elimizden geleni yaparız. O anlamda, bunun Mavi Marmara’ya yapılan saldırıyla
herhangi bir bağlantısı ya da korelasyonu bu çerçevede yoktur. Biz Orta Doğu’da
barış doğrultusunda atılacak her adımı atmaya kararlıyız.
Kendilerinin “Diyarbakır’ın kaderi ortak
kaderimizdir.” sözü… Hayır, Diyarbakır bizim kalbimizdir, yüreğimizdir. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Diyarbakır’ı İstanbul’dan, Ankara’dan, Konya’dan
ayırmak mümkün mü ki?
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – NATO’yu niye çağırıyorsunuz o zaman?
DIŞİŞLERİ BAKANI
AHMET DAVUTOĞLU - Diyarbakır’la ilgili böyle bir tanımlama ihtiyacı duymayız
bile. Diyarbakır bizim yüreğimizdir. Yani bunu böyle… Bu kıyası yapmalarını
doğru bulmadım. Dışarıdaki bazı önem verdiğimiz şehirlerle, bölgelerle
kaderimizin ortaklığını söyleyebiliriz ama Diyarbakır’ı “ortak” demek bile bize
züldür. Diyarbakır biziz, biz Diyarbakır’ız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – NATO üssünü kurun o zaman Diyarbakır’a. NATO üssünü kurun…
Alkışlayın! Tezahürattan başka bir işe yaramıyorsunuz.
DIŞİŞLERİ BAKANI
AHMET DAVUTOĞLU - Sayın Ağaoğlu’nun Artvin Sarp Kapısı dışında Muratlı Sınır
Kapısı’yla ilgili sormuş olduğu soru için teşekkür ederim.
Gürcistan
Dışişleri Bakanı Sayın Vaşadze’nin son ziyaretinde bu konuyu ele aldık, kendisi
de bu konuda elinden geleni yapacağı sözünü verdi. Bugün de kendisiyle
telefonda görüştüm. Biz bu konuda gerekli adımları atacağız, inşallah o
bölgedeki vatandaşlarımızın hayatını kolaylaştıracak şekilde Muratlı Sınır
Kapısı açılacak.
Sayın Coşkunoğlu,
Avrupa Siber Suçlar Sözleşmesinin İmzalanmasına Dair Bakanlar Kurulu kararı
çıkmıştır, çok yakın zamanda imzalayacağız. Şimdiye kadar kendi yasamızı bu
Sözleşmeye uyumlaştırma çalışması içerisinde olduk. Adalet ve İçişleri
bakanlıklarıyla birlikte bu çalışmaları tamamlayıp kısa zamanda bu konudaki
eksikliğimizi gidereceğiz.
Sayın Sıvacıoğlu,
kaç ülkede kültür merkezi açıldığı konusu… Bildiğiniz gibi, kültür merkezlerini
yeni bir yapıya kavuşturuyoruz ve “Yunus Emre kültür merkezleri” şeklinde
açıyoruz. Son dönemde çok sayıda Yunus Emre kültür merkezi açtık Kültür
Bakanlığımızla birlikte Saraybosna’da, Üsküp’te, Kahire’de. Bu çalışmaları,
sizin de haklı bir şekilde vurguladığınız gibi çok önemli olan bu çalışmaları
daha da ileriye götürmeye kararlıyız.
Sayın
Türkmenoğlu’nun Van davetini memnuniyetle kabul ediyoruz. İnşallah, en kısa
zamanda Van’a geleceğiz ve bir büyükelçiler toplantısını veya başka bir
toplantıyı da Van’da yapacağız. Kendileri çok iyi biliyorlar ki İran’la ortak
sınır kapısı konusunda da çalışmalarımız sürüyor. Esendere ve Gürbulak’a ek
olarak Razi-Kapıköy Van demir yolu kapısına sınır kapısı ekleme çalışması
sürüyor. Onu da çok kısa zamanda, inşallah, tamamlayıp, bizim komşu ülkelerle
entegrasyon politikamızın ana odağı olan ulaştırma konusundaki çalışmalarımızı
daha da ileri bir aşamaya getireceğiz.
Sayın
Geylani’nin, Kuzey Irak’la ilişkiler konusunda yönelttiği soru ise… Evet, Kuzey
Irak diğer bütün komşu bölgeler gibi Türkiye'nin ekonomik olarak, kültürel
olarak çok yoğun temaslar içinde olduğu bir bölgedir. Bu temasları artırarak,
biraz önce vurguladığım gibi, komşu bölgelerle entegrasyon çalışmalarımızı daha
da ileri bir aşamaya getireceğiz.
Sayın Yaman
“İsrail’le yaşanan son kriz, İran nükleer programını ambargo kararıyla ilgili
son durum ulusal çıkarlara uygun mu...” Şimdi, bütün bu politikalarda bizim
temel hedefimiz Türkiye'nin ulusal çıkarlarını korumaktır. İran konusunda takip
ettiğimiz politika, çevremizde bir ateş çemberi oluşmasını engelleme
politikasıdır, askerî seçeneği masadan kaldırma politikasıdır. Yaptırımlara
karşı yürüttüğümüz politika da Türkiye'nin etrafında bir duvar örecek olan
yaptırımların olmasını engelleme çalışmasıdır. Biz İran’a yönelik yaptırımlara
değil herhangi bir yaptırıma… Bölgede yaptırım olmasını istemiyoruz, çünkü şu
anki büyük ekonomik potansiyelimiz bu tür ekonomik yaptırımlarla aslında
frenlenmektedir. Türkiye'nin ulusal çıkarlarına bunun aykırı olduğunu
düşündüğümüz için bu karara bir açıdan da bu şekilde “Hayır” oyu verdik. Ancak,
bu karar, tabii, “Hayır” oyu vermekle birlikte Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyinin bağlayıcı olduğu kararlarla ilgili olarak ulusal Birleşmiş
Milletlere taahhütlerimiz çerçevesinde gerekli tutumu alacağız.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ederim.
Zamanınız doldu.
Tasarının tümü
üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Birleşime on
dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 22.53
SEKİZİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 23.18
BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Gülşen ORHAN (Van)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 127’nci Birleşiminin Sekizinci
Oturumunu açıyorum.
524 sıra sayılı
Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada.
TANSEL BARIŞ
(Kırklareli) – Sayın Başkan, 60’a göre kısa bir açıklama yapmak istiyorum.
BAŞKAN – Sayın
Barış, sizin bir dakikalık, pek kısa söz talebinizi yerine getiriyorum.
Buyurun.
V.-
AÇIKLAMALAR (Devam)
18.- Kırklareli Milletvekili Tansel Barış’ın, Dışişleri
Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “Kudüs’te, Bağdat’ta, Bişkek’te var olacağız”
ifadesine karşı, Tahran’da ve Kuzey Irak’ta var olup olmayacağımızın
açıklanmasına ilişkin açıklaması
TANSEL BARIŞ
(Kırklareli) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Dışişleri
Bakanımız konuşmasında büyük alkış da alarak şöyle demişti: “Kudüs’te var
olacağız, Bağdat’ta var olacağız, Bişkek’te var olacağız.” Tahran’da var olacak
mıyız bilemiyorum. Sayın Bakan, Kuzey Irak’ta da var mıyız?
Teşekkür ederim.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ (Devam)
5.- Dışişleri Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında
Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/892) (S. Sayısı: 524) (Devam)
BAŞKAN – Şimdi
birinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.
Birinci bölüm 1
ila 18’inci maddeleri kapsamaktadır.
Birinci bölüm
üzerinde söz isteyen, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Bursa Milletvekili
Sayın Onur Öymen.
Buyurun Sayın
Öymen. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA
ONUR ÖYMEN (Bursa) – Sayın Başkan, çok değerli arkadaşlar; Dışişleri Bakanlığı
teşkilat yasasının birinci bölümü hakkında Cumhuriyet Halk Partisi adına söz
almış bulunuyorum, yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.
Son günlerde
bölgemizde ve dünyada yaşanan gelişmeler dış politikanın ne kadar önemli olduğunu
bir kere daha ortaya koymuştur ve bu dış politikanın hazırlanmasında ve
yürütülmesinde çok büyük görev yapan diplomatlarımızın ne kadar önemli bir
işlev yaptığını da belirtmiştir, ortaya koymuştur.
Değerli
arkadaşlarım, dünya ülkeleri arasında Türk dış politikası, Türk dış işleri
daima önemli, öncü bir rol oynamıştır. Türk diplomatları bütün dünya ülkeleri
tarafından daima saygıyla anılmıştır, herkes Türk diplomatlarına saygı
göstermiştir, bir kişi hariç, Türkiye’nin Başbakanı. Sayın Başbakan, diplomatlarımızı
“monşerler” diye küçümser bir üslupla tezyif ediyor, küçültüyor. Son derece
üzüntü vericidir, utanç vericidir.
Sayın Dışişleri
Bakanının temel görevleri arasında, başında bulunduğu örgütün hakkını,
mensuplarının haklarını ve haysiyetini korumak vardır. Dışişleri mensupları
hakkında böyle küçültücü ifadeler kullanan Sayın Başbakana karşı, Sayın
Dışişleri Bakanının bir sözünü, bir tepkisini duyanınız var mı? Kürsüye çıktı
bu kadar şey söyledi, şu Bakanlık mensuplarının hak etmediği bu küçültücü sözlere
karşı bir tepkide bulunduğunu duydunuz mu? İşte üzüntü verici olan budur.
Herkesten önce Sayın Bakan, bu görev size düşüyor.
İkincisi, bu
teşkilat yasası kuşkusuz Bakanlığımızın çalışma koşullarını iyileştirecektir.
Eleştirilerimizi Dışişleri Komisyonunda söyledik. Orada iyileştirmeye çalıştık
metni, eskisinden daha iyi bir hâle geldiğini söyleyebilirim ama biraz önce
Sayın Elekdağ’ın söylediği gibi, büyükelçilerin, devleti ve Cumhurbaşkanını
temsil ettikleri, hükûmetin temsilcisi olmadıklarını belirten bir değişiklik
yapılmadığı takdirde maalesef bu yasaya oy verecek durumda değiliz. Onun için,
bütün dünya ülkelerinin kabul ettiği bu ilkeyi bu yasaya da koymanın çok
yararlı olacağını düşünüyoruz.
Sayın Bakan bazı
konularda doğru şeyler söyledi; dedi ki: “Lisan çok önemlidir, gittikleri
ülkenin lisanını öğrenmelidir diplomatlar.” Çok güzel. Sizden önce öyleydi. Bir
arkadaşımız yurt dışına tayin edileceği zaman, TÖMER’le anlaşmıştık, o ülkenin
dilini öğreniyordu. Arap ülkelerine gideceği zaman Arapça kursu görüyordu,
Rusya’ya gideceği zaman Rusça öğreniyordu. Peki, bu yasada böyle bir hüküm var
mı? Yok. Madem bu kadar önem veriyoruz, niye bu yasaya koymadık bu hükmü? İşte,
güzel fikirler söylemek iyidir ama doğrusunu isterseniz bunu yasaya geçirmek
daha da önemlidir.
Mesleğe giriş
koşullarını çok konuştuk Komisyonda. Burada tekrarlamayacağım söylediklerimi
ama şunu biliniz ki, sadece psikoloji okumuş mesela veya sadece halkla
ilişkiler okumuş bir insanın meslek memuru niteliğini kazanmasının
sakıncalarını o zaman da dile getirdik, burada da tescil ediyorum. Aynı şekilde
sosyal bilimler dalında eğitim görmüş bir gencin hukuk, uluslararası ilişkiler,
iktisat gibi alanlarda master yaparak Dışişlerine girmesi burada öngörülüyor.
Sosyal bilimlerin Dışişleri işleviyle doğrudan doğruya ilgili alanlar olduğunu
da, bu anlayışta olduğumuzu da burada tescil ediyoruz, biz bu anlayışla
değerlendiriyoruz. Zaten yasanın daha sonraki bölümlerinde de buna benzer
hususlar var.
Şimdi, bütün
mesele şu: Bu kadar özenle yetiştirdiğimiz, bu kadar dikkatle seçtiğimiz
diplomatlarımızın görüşlerinden Hükûmetimiz yeterince yararlanıyor mu,
yararlanmıyor mu? Acaba Hükûmetimizin son zamanlardaki söylemleri ve
uygulamalarının ne kadarı Dışişleri Bakanlığı mensuplarının, diplomatlarımızın
önerisidir? Mesela, komşularımızla sıfır ihtilaf politikası acaba
diplomatlarımızın mı önerisidir, yoksa Hükûmetin bir buluşu mudur?
MEHMET EMİN EKMEN
(Batman) – Politikaları Hükûmet belirler, diplomat uygular Onur Bey.
ONUR ÖYMEN
(Devamla) – Ben kırk yıllık süre içinde bizim diplomatlarımızın hükûmetlere
böyle bir öneride bulunduğunu hiç hatırlamıyorum çünkü dünyada da örneği
yoktur, çünkü uluslararası ihtilaflar bir tarafın gayretiyle çözülemez. Sadece
Türkiye'nin gayretiyle hiçbir meseleyi çözemezsiniz; bütün ülkelerin, ilgili
ülkelerin mutabakatı lazımdır bir ihtilafı çözmek için.
Peki, şu soruyu
sorsak: Acaba Dubai’de 1 milyar dolar karşılığında Kuzey Irak’a asker
göndermeme taahhüdü diplomatlarımızın önerisi midir? Diplomatlar mı Hükûmete
böyle bir öneride bulundular? Tahmin etmiyorum. Acaba Ermenistan’la imzalanan
protokollerin kökeninde, başlangıcında bizim diplomatlarımızın önerisi mi
yatıyor, yoksa 19 Nisan 2010 tarihinde Carnegie Endowment’ta Türk-Ermenistan
Yakınlaşma Komitesi Başkanı David Phillips mi bu parlak fikirleri size verdi?
“Hayır.” demeyin, acele etmeyin çünkü o toplantıda açıkça bu protokollerin
kendi fikirlerinin ürünü olduğunu açıklamışlardır. O bakımdan, diplomatlarımız,
Hükûmetin başarılı olmayan adımlarının sorumlusu sayılamaz.
Kıbrıs’
Her hâlükârda,
mesela, efendim, “Darfur’da katliam yapılmamıştır, Müslümanlar katliam yapmaz.”
sözünü diplomatlar mı size önerdi? 11 Eylül saldırılarında bir saat içinde 3
bin kişinin ölümüne yol açan saldırıları Budistler mi yapmıştı? Her dilden
insan terörizm de yapabilir, her dinden insan katliam da yapabilir. Böyle,
belli bir dine mensup insanlar katliam yapmaz gibi sözler diplomasiye hiç
yakışmıyor, hiç bağdaşmıyor ve bizim diplomatlarımızın da bu işlerde sorumlu
olmadığını düşünüyorum.
Değerli
arkadaşlarım, biraz önce konuşulan konuların hepsi çok önemliydi. Kudüs’le
ilgili sözlerini, Sayın Bakanın, dikkatle kaydettik, dilerdik ki aynı sözleri
Yukarı Karabağ için de söylesin. “Kudüs neyse Ankara odur.”, “Yukarı Karabağ
neyse Ankara odur.” diyebiliyor musunuz? Diyorsanız, o protokolleri niye
imzaladınız? Sayın Bakan, bir kelimeyle bahis yok içinde Yukarı Karabağ’dan.
Şimdi, Mavi
Marmara meselesi son derece ciddidir. 9 vatandaşımızı kaybettik, 20’den fazla
yaralımız var ve siz bunu bir gurur tablosu olarak anlatıyorsunuz: “Orada
yaralıları getirdik, cenazeleri getirdik, yolcuları getirdik ve bunu yapmakla
büyük bir başarı sağladık.” İnsanlarımız öldü arkadaşlar! İnsanlarımız öldü ve
bu insanları öldürenlere en küçük bir ceza veremedik, özür bile diletemedik.
Özür dileyen var mı? Yok. Gemi nerede? Gemi İsrail limanında. Tazminat ödendi
mi? Ödenmedi. İsrail, uluslararası mahkeme kurulmasını kabul etti mi? Etmedi.
Peki, siz gizli görüşmede ne konuşuyorsunuz Sayın Bakan? Bu taleplerimizden,
yüce Meclisin oy birliğiyle kabul ettiği taleplerden bir tanesi yerine
getirilmemişken, sizin gizli bir toplantı yapmanız acaba şöyle bir izlenim
uyandırmaz mı: Bunlar kamuoyuna başka şey söylüyor ama kapalı kapılar arkasında
başka bir dil kullanıyorlar gibi bir izlenim yaratmaz mı?
Değerli
arkadaşlarım, diplomasi alanında hiçbir başarı sağlayamazsanız ülkenin
güvenliğini sağlayacaksınız. Türkiye’nin bugün karşılaştığı, bugün 5 şehit daha
vererek acımızı tazelediğimiz terörizm olaylarının çözümü diplomasidedir. Sayın
Bakan, lütfen dosyalarınıza bakınız. Suriye’den biz terörü nasıl tasfiye ettik?
Nasıl bertaraf ettik? Askerî güç mü soktuk, ateş mi ettik, silah mı kullandık?
Nasıl bertaraf ettik? Diplomasi yoluyla. O kadar ağır bir baskı uyguladık ki
Suriye’ye üç günde çözüldüler. Kuvvetli demeçlerle, caydırıcı demeçlerle, üst
düzeydeki bütün siyasi ilişkileri kestik, “Sizinle bir tek terörü görüşürüz.”
dedik.
Siz niye benzeri
bir politikayı Irak’ta yapamıyorsunuz? Daha önceki hükûmetlerin Suriye’de
sağladığı başarıyı siz niçin Irak’ta başaramıyorsunuz? Niçin Irak Hükûmetine
gidip Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarını ve Irak Anayasası’nın
7’nci maddesini hatırlatamıyorsunuz? “Bu topraklardan bu teröristleri bertaraf
etmek zorundasınız.” niye diyemiyorsunuz? Niçin Amerikalılara Dördüncü Cenevre
Protokolü’nü hatırlatamıyorsunuz? Onların Irak’ta güvenliği sağlamaktan sorumlu
olduklarını niye söyleyemiyorsunuz? Sanki hiçbir terör meselesi yokmuş gibi,
Irak’la diğer ilişkileri geliştirdiğiniz için nasıl övünebiliyorsunuz? Her gün
insanlarımız ölüyor. Merkezi belli, karargâhı belli, liderlerinin nerede olduğu
belli, adresi belli, niçin hiçbir şey yapamıyorsunuz? Niçin “Siz yapamazsanız
biz yaparız.” diyemiyorsunuz? Devletseniz bunu yapacaksınız.
Sayın Bakan, siz
başarılı olun, bırakın biz sizi övelim. Siz kendi kendinize gururlanmayın.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın.
ONUR ÖYMEN
(Devamla) – Siz başarılarınızı ortaya koyun, merak etmeyin, önce biz muhalefet
partileri olarak sizi alkışlarız.
HALİL AYDOĞAN
(Afyonkarahisar) – Siz hep olumsuz baktınız.
ONUR ÖYMEN
(Devamla) – Türkiye bugün dünya ülkeleri arasında iç güvenlik barış endeksinde
121’inci sıradadır. Dünyanın 5’inci büyük, 5’inci en güçlü ordusuna sahip olan
Türkiye maalesef 121’inci sıradadır iç güvenlikte. Niçin? Gücümüz mü yok? Hukuk
mu bizden yana değil? Meclisten yetki mi vermedik size? Nedir sıkıntınız?
Cesaretiniz yok. Cesaretiniz yok. Gelip de bu kürsüden böyle çok cesurmuşsunuz
gibi beyanlarda bulunmak kolaydır ama cesaretli hareket etmek zordur.
Onun için diyoruz
ki hiçbir iş yapmasanız bile lütfen şu kanı durdurun. Burada birinci sorumluluk
sizdedir Sayın Bakan, diplomasidedir. Örneğini söyledim. Açın, Suriye dosyasını
okuyun, bakın bakalım biz nasıl yaptık onu. Sayın Baykal’ın bakanlığı döneminde
nasıl yaptık bu işi? Nasıl yaptık? Üç günde nasıl çözüldüler? Diplomasi bu,
onun için sizden bunu bekliyoruz.
Yüce Meclise
saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Öymen.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Aydın Milletvekili Sayın Ertuğrul Kumcuoğlu. (MHP
sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA
ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) – Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi adına, gündemimizde bulunan
Dışişleri Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanun üzerinde konuşmak
üzere söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Hepinizi dediysem
de işte, 15-16 kişiyi. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Şimdi, Türk
milleti bilsin. Türk milleti, bu memleketi yönetmeye soyunan Adalet ve Kalkınma
Partisinin Genel Başkanı ve Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın AKP Grubuna
hâkim olmadığını bilsin çünkü kameralar burayı göstermiyor, bizi gösteriyor.
FİKRİ IŞIK
(Kocaeli) – Kendi grubuna bak.
RECEP TANER
(Aydın) – İktidarsınız ama muktedir değilsiniz.
ERTUĞRUL
KUMCUOĞLU (Devamla) – Şuraya üç buçuk kişiyi toplayamıyorsunuz.
Evet, değerli
arkadaşlar…
SADIK BADAK
(Antalya) – Siz konuşmanızı yapın.
ERTUĞRUL
KUMCUOĞLU (Devamla) – Konuşma yapmak için geldim, müsaade ederseniz konuşacağım
Beyefendi.
Değerli
arkadaşlar, eğer, etkin dış politika yapmak istiyorsak bu ancak yeterli sayıda
ve yetkin diplomatlarla, düzgün ve etkili bir teşkilatlanmayla mümkündür. Eğer
bu kanun tasarısı, bu hedefi sağlayacaksa bu kanun tasarısını önümüze getiren
mercileri, kişileri kutluyorum.
Yalnız, son
zamanlarda, özellikle Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidara geldiğinden bu
yana kanun yapma tekniğinde baş gösteren özensizliğe en sonunda Dışişleri
Bakanının da bulaşmış olmasından ciddi ızdırap duyuyorum. Artık doğru dürüst
kanun yapamaz hâle geldik.
Bakın, şimdi
diyor ki 5’inci maddede: “Bakan, merkez ve yurtdışı teşkilatının
faaliyetlerini, işlemlerini ve hesaplarını denetlemekle görevli ve yetkilidir.”
Affedersiniz, yani bu Bakan merkez ve yurt dışı teşkilatının her türlü
faaliyetlerini, işlemlerini ve hesaplarını bizzat nasıl denetler? Bunu kim
kaleme alıyor, bu maddeyi? Nasıl yazılıyor bu kanun? “Denetler ve denetletir.”
deyin de hiç olmazsa maksat hasıl olsun.
Sonra bir başka
maddesinde “yedi adet müsteşar yardımcısı.” Çatal kaşık mı müsteşar yardımcıları?
Kişiler için adet tabiri kullanılır mı beyefendiler ve bunu yazan -tamamı-
Türkçeyi doğru dürüst bilmeyen arkadaşımızın sıfatı büyükelçi. Sayın Bakan,
hicap duyuyorum. Böyle şey olur mu? Ha, benim bildiğim Dışişleri memurları bu
hatayı yapmaz. Benim beraber çalıştığım Dışişleri mensupları bu yanlışı yapmaz.
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Onlar hazırladılar bunu, onlar.
ERTUĞRUL
KUMCUOĞLU (Devamla) – Bunu yapan sizin Başbakanlıkta istihdam ettiğiniz ve
İstanbul Belediyesinden ithal ettiğiniz kişiler bunlar. Bu arkadaşlar bu hatayı
yapmaz, “yedi tane müsteşar yardımcısı” demezler. Çatal kaşıktan bahsetmiyoruz,
sandalye masadan bahsetmiyoruz.
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – At suçu bürokrasiye.
ERTUĞRUL
KUMCUOĞLU (Devamla) – Başka bir madde: “Bakanlık, ihtiyaç duyması hâlinde,
irtibat ofisi, büyükelçilik bürosu, konsolosluk ajanlığı gibi temsilcilikler
kurması için Bakanlar Kuruluna teklifte bulunur.” Bakanlar Kurulu kuruldur, bir
kurum değildir, bir kişilik değildir, tüzel bir kimlik değildir. Bakanlar
Kuruluna teklifte bulunulmaz. Başbakanlığa belki teklifte bulunulur. Sonra
teklifte bulunulur da ne olur? Böyle denmez ki bu. İcabında “Bu işleri yapmak
üzere Bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca efendim, kurumlar ihdas
edilir.” diye ifade edilir bu. Kanun yapmasını da bilmiyorsunuz beyefendiler.
Ben neresinde tutayım bu işi?
Ondan sonra
geliyoruz 19’uncu maddeye. 19’uncu madde: “Bakanlık dış politikanın
yürütülmesinde gerekli ve faydalı gördüğü uzmanlık konularının ve yabancı
dillerin Bakanlık personelince öğrenilmesi ve bu alanlardaki mevcut birikim ve
yeteneklerinin geliştirilmesi amacıyla gerekli tedbirleri alır.” Ya, işin
tabiatı gereği bu, elbette alır. Bunun için kanun mu yapılır? Anayasa’ya
koydunuz, Sosyal ve Ekonomik Kurul kurmak gibi bir şey bu. Aynı hatayı,
efendim, şimdi, Gelir İdaresi Kanunu’nda da yapıyorsunuz, “Bakan Koordinasyon
Kurulu…” Ya Bakan zaten koordinasyondan sorumludur, canı istediği zaman toplar
insanları, gerekli koordinasyon görevini yerine getirir yani şimdi biz Maliye
Bakanlığı Kanunu’nu da geri mi çağıracağız? “Maliye Bakanı da memurların iyi
memur olabilmesi için gerekli tedbirleri alır.” diye teşkilat kanununa ek bir
madde mi koyacağız?
Dolayısıyla,
Sayın Bakan, ben bu hatanın -tekrar ısrar ediyorum- diplomat arkadaşlarım,
benim bildiğim diplomat arkadaşlarım tarafından yapıldığı kanaatinde değilim.
Onun için,
Türkiye'de kanunu yapma prosesinde Başbakanlığın artık daha düzgün, daha derli
toplu bir düzenlemeye gitmesi lazım. Türkçe bilmeyen insanlarla Başbakanlık ve
Türkçe bilmeyen insanların bulunduğu Başbakanlıkla Türkiye sağlıklı ve doğru
bir şekilde yönetilemez. Herkes aklını başına toplasın, bu gidiş iyi gidiş
değil.
Şimdi, gelelim efendim,
kimi konuşuyoruz? Dışişleri Bakanlığını konuşuyoruz. Dışişleri politikası
önemli bir politika mı? Önemli bir politika. Muhalefet, böyle, eksik olmasın
arkadaşlarımız, teker teker “şurası yanlış”, “şurası eksik”, “şurası noksan”,
“şurası hatalı” diye ifadede bulunuyorlar, Sayın Bakanımız geliyor buradan “Biz
şöyle iyi yaptık, biz böyle iyi yaptık. Biz başarılıyız. Bizden önce hiçbir şey
doğru yapılmıyordu, sadece bizimle beraber yapılıyor.”
Nereye iyi
yapılıyor? Eğer, bakın, ben size söyleyeyim, arşivleri uzun uzun okumak
fırsatınız yoksa, şu 11 Kasım 2002 tarihli Radikal gazetesinde “Bir Avrupa
Serüveni” diye bir makale var. Ben bunun fotokopisini size göndereyim Sayın
Bakan, bunu okuyun.
Bakın, ne oluyor?
11 Aralık 1999, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde en uzun gün. Türkiye'nin
tam üyelik adaylığının konuşulduğu gün. Diplomat arkadaşlar gayet iyi bugünü
hatırlıyorlar, çünkü pek çoğu o müzakerelere katkıda bulundular.
Evet, o gün saat
12.00’de, Türkiye'nin Dışişleri Bakanı, o zamanki dönem başkanı olan Fin
Dışişleri Bakanı Halonen’e telefon ediyor ve diyor ki: “Kusura bakmayınız,
çabalarınız için teşekkür ederiz ama biz bu öne sürdüğünüz teklifler üzerinden
AB’ye tam üyelik adaylığını kabul edemeyiz.” Nokta. Helsinki toplantısı
birbirine giriyor. Gece 22.10’da, Esenboğa Havaalanı’na bir uçak iniyor. Bu
uçak Chirac’ın özel uçağı. İçinde AB Genel Sekreteri Solana ve Genişlemeden
Sorumlu Komiseri Verheugen var. Türkiye'nin istediği şartları ihtiva eden
mektubu getirip Hükûmetin önüne koyuyorlar ve Chirac’ın tabiriyle -bu benim
tabirim değil- Türkiye diğerleriyle aynı haklara sahip bir AB üyesi adayı
oluyor. Yazıyor bunlar, arşivlerimizde yazıyor, gazetelerde yazıyor. Yani, 1999
10 Aralığında diğerleriyle aynı haklara sahip bir AB üye adayı olan Türkiye'nin
bugünkü durumu ne?
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Dış kapının mandalı.
ERTUĞRUL
KUMCUOĞLU (Devamla) – İmtiyazlı adaylığı tartışılan bir Türkiye. Başarılı dış
politika bu mu Sayın Bakan? Bunun neresi dış politika? Neresi başarılı dış
politika? Siz AB üyeliği sürecinde Türkiye’yi nereden nereye getirdiğinizin
farkında mısınız?
TANSEL BARIŞ
(Kırklareli) – Eksen kayması var.
ERTUĞRUL
KUMCUOĞLU (Devamla) - Böyle şey olur mu? “Biz başarılıyız.” Nereniz başarılı?
Aha, şu AB üyeliğini şey yapıyorum.
Ondan sonra,
başka bir örnek vereyim size, yani hazır, başka arkadaşların söylediğini tekrar
etmeyeyim diye.
13 Mart 2010’da
Sayın Cumhurbaşkanı Kongo ve Kamerun’a gidiyor, giderken de bir beyanat
veriyor. Ne oluyormuş? “Afrika Türkiye'nin stratejik ortağı olmuştur.” Dokuz
sene Avrupa Konseyinde çalışmış, Dışişleri Bakanlığı yapmış Sayın
Cumhurbaşkanımızın, Afrika sanki hükmi bir şahsiyetmiş, Afrika bir devletmiş,
bir şeymiş gibi “Afrika Türkiye'nin stratejik ortağı olmuştur.” diye beyanat
vermesini son derece yadırgadığımı belirtmek istiyorum. Eğer Afrika bizim
stratejik ortağımız oluyorsa Antartika veyahut da Büyük Okyanus niye olamıyor?
Sonra, niye
gitmiş Sayın Cumhurbaşkanı Kongo ve Kamerun’a diye bakıyorsunuz, daha çok,
ticaretimizi geliştirme çabalarımıza katkıda bulunmak için.
Beyefendi, son
yedi sekiz sene içinde büyükelçilik açtığınız 15 Afrika ülkesinin toplam
gayrisafi millî hasılası 467 milyar dolar, İspanya’nınki ise 1 trilyon 395
milyar dolardır; 3 misli. Siz 15 tane
büyükelçilik açıyorsunuz.
AHMET YENİ
(Samsun) – Açmayalım mı?
ERTUĞRUL
KUMCUOĞLU (Devamla) - Sayın Bakan bakın, bazı üyeleri bu Meclisin ve bu
milletin bazı mensupları bazı şeyleri sezebilecek kadar sağduyulu insanlardır.
Afrika’daki 15 büyükelçiliği bu maksatla açmadığınızı biz hissediyoruz, ne
maksatla açtığınızı da kestirebiliyoruz.
FİKRİ IŞIK
(Kocaeli) – Türkiye, buyükelçiliği niye açar ya!
ERTUĞRUL
KUMCUOĞLU (Devamla) - Bugün Türkiye’de makamı, mevkisi ne olursa olsun,
pozisyonu ne olursa olsun hiçbir siyasetçinin…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakikalık ek süre veriyorum; tamamlayınız lütfen.
ERTUĞRUL
KUMCUOĞLU (Devamla) – … kendi özel, kişisel, uzun vadeli hesapları gereği
Türkiye’nin dış politikasına yön vermeye hakkı yok. Dünyanın parası bu işler.
Herhâlde Türk Dışişlerindeki değerli arkadaşlarımız bize bir büyükelçilik
çıksın diye yapmıyorlar bunu. Siz yapıyorsunuz politikacılar ve niye
yaptığınızı da siz biliyorsunuz, biz kestirebiliyoruz. Bunun da bir yere
kaydedilmesinde fayda görüyorum.
AHMET YENİ
(Samsun) – Söyleyin de biz de anlayalım!
ERTUĞRUL
KUMCUOĞLU (Devamla) – Sayın Yeni, haydi!..
HALİL AYDOĞAN
(Afyonkarahisar) – Bildiğiniz bir şey varsa biz de öğrenelim.
AHMET YENİ
(Samsun) – Bir şey biliyorsanız söyleyin!
ERTUĞRUL
KUMCUOĞLU (Devamla) – Biz Sayın Bakanla onu konuşuruz.
HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep)
– Dinle, dinle!
AHMET YENİ
(Samsun) – Biz de öğrenelim, bilgilerinizden istifade edelim!
ERTUĞRUL
KUMCUOĞLU (Devamla) – Şimdi, bakın arkadaşlar, Mavi Marmara işinde “Biz bu işin
içinde değiliz.” diyorsunuz -keşke bu konuşmalar bugün olmasaydı- arkasından da
diyorsunuz ki “Bizim üç tane alternatif senaryomuz vardı.” Haa, demek ki buraya
kadar işin içindesiniz. Hani işin içinde değildiniz? Yapmayın, bunlar doğru
şeyler değil, sağlıklı şeyler değil. Doğrunun ne olduğunu bundan sonraki 27
maddeyle ilgili önergelerimizde konuşurken size anlatacağım; inşallah
anlaşabiliriz.
Teşekkür
ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Kumcuoğlu.
HALİL AYDOĞAN
(Afyonkarahisar) – İma etmeyin, anlatın!
ERTUĞRUL
KUMCUOĞLU (Aydın) – Anladınız, değil mi?
HALİL AYDOĞAN
(Afyonkarahisar) – Yok, anlatın; anlamadım.
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Kumcuoğlu.
Barış ve
Demokrasi Partisi Grubu adına Hakkâri Milletvekili Sayın Hamit Geylani. (BDP
sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın
Geylani.
BDP GRUBU ADINA
HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte
olan yasa tasarısının birinci bölümü üzerine Barış ve Demokrasi Partisi adına
söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, tasarının genel gerekçesinde şu satırlar dizilmiştir -tırnak
içinde-: “Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, uluslararası ilişkilerin
genişleyen kapsamı ve dış politikada alınan yeni inisiyatiflerle birlikte, çok
çeşitli alanlarda ve coğrafyalarda yeni sorumluluklar üstlenmektedir.” Yine
tasarının genel gerekçesinde görüldüğü gibi bununla, bu söylemle Afrika, Güney
ve Doğu Asya, Kafkasya, Orta Asya, Güney ve Kuzey Amerika ve Orta Doğu ile
Avrupa’yı içeren küresel bir alan kastedilmektedir. Ayrıca 2009, 2010, 2011
yılları içerisinde 42 yeni temsilcilik açmakla ve açılacakla toplam temsilcilik
sayısının da 212’ye çıktığı belirtiliyor.
Eğer tüm bunlar
doğruysa buna bir diyeceğimiz yok, hatta “Daha da büyüyelim ve daha da büyük
inisiyatifler sahibi olalım.” diyoruz. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal iç
politikada kendi coğrafyasındaki sorumluluk ve inisiyatifin karnesine bakmak
gerekmez mi? Her alanda uluslararası itibar, inisiyatif ve sorumluluk, ülkenin
iç barışı, demokrasi standartları, emeğe ve insan haklarına saygıyla, evrensel
hukuk normlarından geçmektedir. Onun için, Türkiye'nin, iç barışını
sağlayamadığı, Avrupa Birliğine üye olma sürecinde ciddi sorunlar yaşadığı, dış
politikada yeni gelişmelerin ve beraberlerinde sorunların yaşandığı bir dönemde
yasa tasarısının gerekçesi oldukça havada kalıyor.
Türkiye yıllardır
iç politikada yaşadığı başarısızlıkları dış politika alanında da yaşamaya devam
ediyor. Türkiye'nin uluslararası siyaset arenasında etkin bir rol
üstlenebilmesi için öncelikle iç sorunlarını kalıcı bir şekilde, barışçıl
yöntemlerle çözmek zorundadır. Bunu yaparken de otuz yıllık ezberci bakış
açısını değil, demokratik yollardan çözmeyi esas almalıdır.
Bu nedenle, başta
Hükûmet ve 23'üncü Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi olmak üzere, sorumluluk
sahibi bütün birey ve kurumlar, artık uluslararası bir boyut kazanan Kürt
sorununun demokratik ve barışçıl çözümünü ajandalarının baş gündemine almak
zorundalar. Devlet, Hükûmet, sorumluluk sahibi ve insan olmanın gereği de tam
da budur. Bu gereğin yerine getirilmesiyle ülkenin iç sorunlarının büyük ölçüde
çözüleceği gibi, dış politika alanında da özellikle Orta Doğu’da aktör
olabilecek koşulların sağlanmasını da beraberinde getireceği düşüncesindeyiz.
Değerli
arkadaşlar, siyaset arenası, hepimizin de tanık olduğu üzere, çok hızlı bir
şekilde değişim ve dönüşüm içindedir. Siyasi ve ekonomik güç dengeleri sürekli
değişim içinde olmakla birlikte Türkiye'nin bu değişim sürecinde doğru
politikalar belirleyemediği, yaşanan son olaylarda da ortaya çıkmaktadır.
Bir kez daha altını
çizerek yinelersek, özellikle Türkiye siyasi tarihinin otuz yıllık dilimine
damgasını vuran ve seksen beş yıldır çözüm bekleyen Kürt sorununu, iç
dinamiklerle, demokratik ve barışçıl bir şekilde, kendi coğrafyamızda, kendi
halklarımızla çözmekten başka seçeneğimizin olmadığının altını çizmek
istiyorum. Buna karşın, evet buna karşın, sorunu “bir terör sorunu” olarak ele
alan yanlış yaklaşım ve bunu dış politikanın da ana eksenine oturtmanın, ABD,
AB ve diğer bölge ülkelerini, Türkiye'nin iç sorunlarına dâhil etmenin,
varlığımıza, bütünlüğümüze, beraberliğimize bir eksiklik, bir saygısızlık
olduğunu ifade etmek istiyorum.
Değerli
arkadaşlar, 2003 sonrasında Irak’ta yaşanan sorunların Türkiye’yi ilgilendiren
boyutu Kürt realitesidir. Irak’ın ve Türkiye'nin Kürt sorunları giderek
birbirleriyle bağlantılı bir hâle gelmiştir, İran ve Suriye’deki sorunlar da bu
bağlamın birer parçasıdır. Türkiye’yle bölgesel Kürt yönetimi arasındaki
ilişkilerin bölge barışı eksenli gelişmesi noktasında anlam kazanır ancak böyle
bir anlam yüklenebilir. Ne var ki AKP Hükûmeti, ABD’nin de dayatmasıyla Orta
Doğu’da yine kardeş kardeşe kırdırma politikasıyla, sınır oynama oyunlarıyla
bir gündem oluşturmaktadır. Oysaki onurlu çözüm, komşu sınırlarına saygı, kendi
sınırlarımızın içinde demokratik, toplumsal barışı inşa etmektir. Artık,
hadise, egemen güçlerin uzlaştıkları güvenlik ve ekonomik dar çerçeveye
sığmıyor değerli arkadaşlar. Buna rağmen, günümüzde Kürt sorununun inkâr ve
imha siyasetiyle ortadan kaldırılması için âdeta iktidarı, muhalefeti, asker ve
sivil bürokrasiyle tehlikeli bir birliktelik sergiliyor.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; cumhuriyetin her siyasal elit kuşağı, bir öncekinden
daha derin travmaları kendisinden sonraki kuşağa miras bırakarak çözümsüzlüğün
bir tabu hâline getirilmesini sağlamıştır. Türkiye'nin ve diğer bölge
ülkelerinin siyasal, sosyal ve tarihî gerçekleri yadsınarak uygulamaya
koyulmaya çalışılan tüm dış politikaların Türkiye’ye ve çevre ülkelere
istikrarsızlıktan başka bir şey getirmeyeceği de açıktır. Avrupa Birliğiyle
bütünleşmek isteyen, dünyada barışın ve diyaloğun tesis edilmesi için
Medeniyetler İttifakı Projesi’nde rol alan, Orta Doğu’da, Balkanlarda ve
Kafkaslarda yaşanan sorunlar için arabulucu rolü üstlenmek isteyen bir Başbakan
ve Hükûmeti söylem ve icraatlarıyla Kürtlerin en temel hakları olan Kürt
dilinin, kültürünün ve kimliğinin anayasal güvence altına alınmasına ve
anayasal yurttaşlığa neden karşı çıkmaktadır ve bu muhalefet de bu anlayışa
neden çanak tutmaktadır? İşte çifte standart denilen kültür hadisesi budur.
Değerli
arkadaşlar, bilinen bir gerçeği yineleyelim: Türkiye'nin Orta Doğu’daki sorunu
ve rolüyle AB’ye üyelik tartışmaları tamamen Kürt sorununa odaklanmış
durumdadır. Avrupa Birliğine uyum çerçevesinde demokratikleşme ve dolayısıyla
sivilleşmeye yönelik icraatların durma noktasına geldiği de ortadadır. İşte tam
da burada Kürk realitesinin ayrı bir aidiyet hakları temelinde kabul
edilmesinin en temel engel olduğunu hep birlikte ve her gün görüyoruz. Bu
görüntüler ortada iken yine Türkiye'nin kendi sorunlarını çözmeden Orta Doğu’ya
ders vermeye kalkışması, modeller önermesi uluslararası arenada ciddiyetten
uzak görülmektedir. İç meselelerini çözemeyen, ülkesinde barışı tesis edemeyen
bir Türkiye, Orta Doğu’da güç olamayacağı gibi, bu tutumu nedeniyle giderek de
yalnızlığa itilecektir. AKP, bugünkü tarih itibarıyla da deşifre olan, ayrıca
gizli kapaklı İsrail-Filistin sorununda samimi ve gerçekçi olmadığını,
ülkesinde yaşananlara bigâne kalarak ülke kentlerini ve çocuklarını kaderlerine
terk etmekle kanıtlamaktadır. Sayın Bakan deminki konuşmasında İran
hamiliğinden de söz etti. Ancak bakınız, İran’da yaşayan Kürt yurttaşlarının
siyasi idamlarına…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayınız lütfen.
HAMİT GEYLANİ
(Devamla) – …ve hak ihlallerine sessiz kalması da öngörülen kaderin ve niyetin
bir göstergesi değil midir?
Sayın Başkan,
değerli arkadaşlar; özet olarak arz ettiğim ve görüldüğü gibi yurtta sulhu
gerçekleştiremeyen bir ülke ve onun yönetimi cihanda sulhu gerçekleştiremez ve
kimseyi de kandıramaz.
Kısaca arz
ettiğim bu duygularla Genel Kurulu bir kez daha saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ederim.
Şimdi Hükûmet
adına Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’na söz vereceğim ama süremiz
azaldığı için görüşmelerin Sayın Davutoğlu’nun konuşmasının bitimine kadar
uzatılmasıyla ilgili Genel Kurulun kararını alacağım.
Oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Buyurun Sayın
Bakan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
DIŞİŞLERİ BAKANI
AHMET DAVUTOĞLU – Teşekkür ederim Sayın Başkan, değerli milletvekilleri,
özellikle uzatma konusunda gösterdiğiniz hoşgörü için.
Her şeyden önce
sorular kısmında hatırlatılan, bana hatırlatılan bir hususta bir bilgilendirme
yapmak istiyorum. Sayın Şandır soruları sorarken Mavi Marmara gemisinde vefat
eden vatandaşlarımızın sayısının 12 olup olmadığını sormuşlardı. Galiba
Endonezya Cumhurbaşkanının böyle bilgisi.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Evet, Endonezya Cumhurbaşkanı söyledi. Kayıtlara da geçti.
DIŞİŞLERİ BAKANI
AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Evet. O herhâlde sehven söylenmiş bir bilgi. Bizim
bütün çalışmalarımızda ulaştığımız sonuç şudur: 8 Türk vatandaşı, 1 Türk
kökenli Amerikan vatandaşı. Rakam budur. Yani tavzih etmek bakımından, önemli
gördüğüm için ifade ediyorum.
Bir hususu,
ilkesel olarak burada, Sayın Öymen’in ve Sayın Kumcuoğlu’nun konuşmalarında
geçen bir hususu doğrusu dikkatlerinize getirmek ve altını çizmek istiyorum.
Her iki değerli milletvekilimiz de Hükûmetlerle diplomatlar arasında bir ayrım
yaptılar. Doğrusu ben bunun, Türkiye'nin ulaştığı demokrasi düzeyi ve Dışişleri
Bakanlığımızın o köklü geleneğiyle, her ikisiyle de bağdaşmadığını düşünüyorum.
Her iki değerli milletvekili geçmişte büyükelçilik de yaptıkları için çok iyi
bilirler ki Bakanlığımızın belki de en köklü geleneği siyasi sorumluluğu
üstlenen ve dış politikayı yapmakla sorumlu olan, yürütmekle sorumlu olan ve bu
görevi yürüten Sayın Bakana ve Hükûmete doğru bilgilendirme yapmaktır. O
hükûmet hangi partiden olursa olsun, hangi siyasi görüşe sahip olursa olsun,
Dışişleri bürokratlarımız en doğru bilgilendirmeyi, en doğru analizi aktarırlar
ama siyasi karar ve sorumluluk Bakana ve Hükûmete aittir. Bu ikisini ayırmak
demek, demokrasi yerine başka bir rejim düşünmek demektir.
Türkiye’de çok
köklü bir bürokrasi geleneği vardır. Bunun da en köklü yansımaları
Bakanlığımızdadır. Şu anda kendileriyle çalışmaktan büyük gurur duyduğum
Bakanlık mensuplarının hiçbirisi, Hükûmet yerine karar almayı düşünmezler,
hiçbirisi de Hükûmetten aldıkları bir talimatı uygulayıp uygulamama konusunda
kendilerini serbest addetmezler. Devlet olmak, siyasi kararı alanın hükûmet
olması, bu kararı uygulayanın da bürokrat olmasını gerektirir. Demokrasi
denecekse rejimin adına, bu böyledir. Bu ikisinin arasında ayrım yapmak, çok kurnazca
bir ifadeyle, memurla hükûmeti karşı karşıya getirme çabasıdır, seçilenler ile
atananları karşı karşıya getirme çabasıdır; gerçekten bizim siyasi kültürümüze
yakışmayan bir tutumdur. Bunu buradan ifade etmek istiyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
YILMAZ TANKUT
(Adana) – Böyle bir şey yok ki.
DIŞİŞLERİ BAKANI
AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Ben, her vesileyle, beraber çalıştığım arkadaşlara
bugünkü konuşmamda da teşekkürlerimi ifade ettim, ismen de teşekkür ettim Sayın
Apakan’a ve ekibine. Her vesileyle teşekkür ettim. Bakanlığım mensupları
bilirler ki her önemli girişimden, faaliyetten sonra da kendileriyle otururum,
ayrıca özel olarak toplanır, bir ikram veya bir başka vesileyle teşekkürlerimi
ifade ederim. Sayın Başbakanımız da birçok vesileyle bu teşekkürleri
kendilerine, çalışan bürokratlarımıza ifade etmişlerdir.
Sayın
Başbakanımızın tenkit ettiği husus, kimleri tenkit ettiği, daha salondan
çıkmadan, bir başka devletin cumhurbaşkanı Sayın Başbakanımıza yönelik olarak
ülkemizin onurunu zedeleyecek şekilde bir tutum sergilediğinde, onun
seyretmeden dahi yorum yapanlarla ilgilidir. Her şeyden önce, kim, hangi siyasi
partiden, hangi siyasi görüşten olursa olsun, bu ülkenin cumhurbaşkanlarının,
başbakanlarının yurt dışındaki onuru, hepimizin onurudur. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Kim onlar, açıklar mısınız Sayın Bakan?
DIŞİŞLERİ BAKANI
AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - Onlar çok iyi biliniyor, yoksa, çok değerli emekli
diplomatlarımızı da, hele hele bugün gece gündüz benimle birlikte, çoğu
ailesinden uzak çalışan şu beraberimde gördüğünüz diplomatları da
kastetmemişlerdir, ben onlarla birlikte çalışmaktan iftihar ediyorum ve onların
da demokrasiyi çok özümsemiş bürokratlar olarak Hükûmetle birlikte nasıl
özverili şekilde çalıştıklarının şahidiyim. Kendilerine bir kez daha teşekkür
ediyorum.
Lisan konusunda
Sayın Öymen’in bir şeyi vardı “Sizden önce böyleydi, şu anda değil.” diye. Ben
bunların rakamlarını, şu andaki Bakanlığımızda lisan konusundaki durumu, yani
bizden önceki durumu size arz etmek istiyorum. Sayın Kumcuoğlu’nun tenkit
ettiği madde 19’u onun için koyduk. Evet, yabancı dillerin geliştirilmesi ve
uzmanlaşmanın teşviki Bakanlığın zaten görevleri arasında, birçok geçen diğer
husus gibi. Ancak Bakanlığımızda bizden önce Arapça konuşulan ülkelerde 122
diplomatımız, görevlimiz vardı, bunun sadece 8 tanesi Arapça biliyordu. Rusça
konuşan ülkelerde 86 temsilcimiz vardı, bunun sadece 6 tanesi Rusça biliyordu.
Balkan dilleri konuşulanlarda 35 görevlimiz vardı, hiç Balkan dili bilen yoktu.
Çince görev yapılan yerde 33 görevlimiz vardı, Çince bilen sadece 2
arkadaşımızdı. Bunu artırabilirsiniz. Şimdi biz bu 19’uncu maddeye bu atfı onun
için yapıyoruz ve diyoruz ki, bundan sonra her türlü imkânı vererek ve
aldığımız karar şu, bunu kanun maddesi hâline getiriyoruz ama Bakanlık içinde
aldığımız karar, her bir aday meslek memuruna, değişik düzeylerdeki memura
belli aralıklarla ücretli izin vererek o dilleri öğrenmelerini temin edeceğiz.
TÖMER’de öğrenilmiyor dil, ben biliyorum, ben akademisyenim, istenen ölçüde
öğrenilmiyor. Biz diplomatlarımızın gittiği yerlerde, gittiği ülkelerde o
ülkelerin ruhuna, iliklerine, kültürlerine nüfuz edecek şekilde dillerini
konuşmalarını istiyoruz, bunun için de her türlü fedakârlığı yapmaya kararlıyız.
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Anlamamışlar Sayın Bakan.
YILMAZ TANKUT
(Adana) – Dünyanın en zeki adamı sensin!
DIŞİŞLERİ BAKANI
AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - Bir başka husus, Sayın Kumcuoğlu’nun Afrika
ülkelerine atfı. Gerçekten ben kendisini her zaman sadece eski bir büyükelçi
olarak değil, bir aydın, entelektüel olarak da takdir etmişimdir, Afrika’yı bu
kadar küçümsemesini anlamış değilim. Bütün dünya ülkeleri şu anda rekabet
alanlarını Afrika’ya yönelttiler.
TANSEL BARIŞ
(Kırklareli) – Stratejik ortaklık.
DIŞİŞLERİ BAKANI
AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - Biz de Afrika’da önümüzdeki dönemde son derece
dünya politikasında etkili olacak bu kıtaya geç bir şekilde aslında nüfuz
ediyoruz. Gecikmiş bir girişimdir bu. 15 büyükelçilik açtık, çok da doğru
yaptık.
Bakın şimdi
Afrika’daki büyükelçiliklerin sayısına, değişik ülkelerin sayısı: ABD 48,
Fransa 43, Rusya Federasyonu 41, Almanya 39, İngiltere 35, Mısır 40, Brezilya
34, İran 24, Çin 47, Japonya 30, biz…
AHMET YENİ
(Samsun) – Onlar yanlış yapmış demek ki!
DIŞİŞLERİ BAKANI
AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Hayır efendim.
…bu kararı,
Afrika’ya açılım kararını aldığımızda Türkiye'nin Afrika’daki toplam
büyükelçilik sayısı 21 idi. Afrika’nın yarısı eğer Osmanlı arşivi olmasa tarih
yazılamayacak ülkelerdir. Japonya dünyanın öbür köşesinden gelecek ve 30
büyükelçilik açacak, Çin 41 büyükelçilik açacak, Afrika tarihinin Osmanlı
arşivlerinde “Afrika-yı Osmani” denilen Afrika’nın içinde sadece 21 Türk
büyükelçiliği olacak. Bunu içinize sindiriyorsanız Türkiye'nin onur şeyini bu şekilde
düşünüyorsunuz demektir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Bizim içimize sindiremediğimiz sizin Kandil’e gidemediğiniz Sayın
Bakan!
DIŞİŞLERİ BAKANI
AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) – Masrafa gelince, evet 15 Afrika ülkesi 1 İspanya
kadardır, doğru, gayrisafi millî hasılada.
Şimdi, size bir
başka rakam söyleyeyim: Bu 15 Afrika ülkesine açtığımız 15 büyükelçiliğin
toplam maliyeti de 1 Avrupa ülkesinde açılacak büyükelçilik kadardır, daha
fazla değil. İşletme maliyeti de bu kadardır. Hepsinin rakamlarını size
gönderebiliriz. Bir tek Türk iş adamı herhangi bir büyükelçilik açtığımız bir
Afrika ülkesinde bir tek iş yapsa ve 10 milyon dolarlık iş yapsa o seneki
şeyimizi kazanmış oluyoruz bir seferde, ki bu büyükelçilikleri biz gelecek
yüzyıla yatırım yapıyoruz. Afrika’nın her köşesinde Türk Bayrağı dalgalanacak
dünyanın her köşesinde dalgalandığı gibi. Bunu herkes bilsin. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Bizim
perspektifimiz bu. Kimsenin menfaatine değil, Türkiye'nin geleceğine yatırım
yapıyoruz. Hiçbir özel veya farklı kaygı olmaksızın bundan sonra bu çabalarla
Türkiye her alanda faaliyet yapmaya,
Afrika’nın her köşesinde etkin dış politika yürütmeye kararlıdır.
Sayın
Kumcuoğlu’nun kanun maddeleriyle ilgili düzenlemelerle ilgili söylemiş olduğu
özellikle 5’inci madde ikinci fıkra bakanlıkların kuruluş ve teşkilat yapısını
düzenleyen 3046 sayılı Kanun’daki ifadenin aynısıdır. Bakanlığımıza bu şekilde
intikal etmiştir. Ayrıca, kendisinin “Bunu diplomatlar yazmamış.” demesi de
diplomatlarımıza züldür. Bütün bu kanun Dışişleri Bakanlığımızın mutfağında
hazırlanmıştır ve Dışişleri Bakanlığı Kanunu’nu Dışişleri Bakanlığı hazırlar.
Böyle olmuştur. O bakımdan, diplomatları ve Türkiye'nin en önemli yine
koordinatör kurumu olan Başbakanlığı ayırt ederek, ayırarak Başbakanlığı töhmet
altında tutması gerçekten kendisinin devlet adabına ve geçmişine
yakıştıramadığım bir tutumdur.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Bakan, burada öyle kanunlar geçirildi ki!
DIŞİŞLERİ BAKANI
AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - Ancak, redaksiyon olarak tavsiye ettiği hususlar
iyi niyetle tavsiye edilmiş olsa bunlar zikredilir ve düzeltilir. Nitekim adet
konusunda söylediği hususa katılıyorum, bizim de gözümüzden kaçmış.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Ona benzer o kadar çok yanlışlık yapılıyor ki Bakan.
DIŞİŞLERİ BAKANI
AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - “Adet” ifadesi orada zaittir, doğru değildir. Onu
değiştirmeyi bir önergeyle teklif edeceğiz. Eğer yapıcı bir tenkit olursa, bu
tutumumuz da gösterir ki biz bunları değerlendirmeye ve düzeltmeye hazırız.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Biz de o anlamda yapıyoruz zaten.
DIŞİŞLERİ BAKANI
AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - Ancak, buradan hareketle bütün bir Bakanlığın
Türkçe bilmediğini ima etmeye çalışması da, doğrusu, kendisi de Bakanlıkta
çalıştığı için yakıştıramadığım bir tutumdur.
Teşekkür ederim.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim.
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Hedef saptırmayın Sayın Bakan, hedef saptırmayın. Başarıları
gösterirken “Hataları da biz yapıyoruz.” deyin. Niye bürokratlarla karşı
karşıya getiriyorsunuz Meclisi?
ERTUĞRUL
KUMCUOĞLU (Aydın) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın
Kumcuoğlu, şimdi Sayın Bakanın konuşmasının bitimine kadar diye Genel Kurulda
bir karar aldık. Dolayısıyla benim uzatma yetkim yok.
ERTUĞRUL
KUMCUOĞLU (Aydın) – Hakkım ne olacak?
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Başkanım, oturum kapandıktan sonra…
BAŞKAN - Sizin
konuşmanız için Genel Kuruldan yeniden uzatma almam lazım.
ERTUĞRUL
KUMCUOĞLU (Aydın) – Benim hakkım ne olacak?
BAŞKAN –
Hakkınız… Bakın, ne yapayım?
SUAT KILIÇ
(Samsun) – Sayın Başkan, uzatın. Sayın Başkan, oylamaya sunun, uzatın.
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Oylayın… Oylayın…
BAŞKAN – Peki,
tamam.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Başkanım, oturum kapandıktan sonra…
BAŞKAN – Sayın
Şandır, onları biliyorum da, ben de şimdi Genel Kurulun oyuna sunacağım. Siz de
bunu çok iyi biliyorsunuz.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Alın efendim, evet.
BAŞKAN - Evet,
sataşma nedeniyle Sayın Kumcuoğlu’na söz vereceğim. Kendisine üç dakikalık söz
süresi vereceğim.
Genel Kurulda
oylarınıza sunuyorum uzatılmasını: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Buyurun Sayın
Kumcuoğlu. (MHP sıralarından alkışlar)
IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
2.- Aydın Milletvekili Ertuğrul Kumcuoğlu’nun, Dışişleri Bakanı
Ahmet Davutoğlu’nun şahsına sataşması nedeniyle konuşması
ERTUĞRUL
KUMCUOĞLU (Aydın) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
23’üncü Dönemin
tarihinde ilk defa iktidar kanadı muhalefet lehine el kaldırıyor, tebrik
ediyorum, bunun altını çiziyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) İlk defa…
Şimdi efendim,
tabii saat on iki, yorulduk. Sayın Bakan, bazı konuşmacıların konuşmalarını
birbirine karıştırdı gibi geliyor. Ben hiçbir zaman konuşmamın hiçbir yerinde
Dışişleri mensuplarıyla Dışişleri Bakanının arasını açacak veya onları
birbirine düşürmeye sevk edecek bir ifadede bulunmadım, orada bir yanlışlık
var, orada bir yanlışlık var. Başka birisi söylemiş olabilir. Hepiniz
dinlediniz yani, öyle bir şey demedim ben.
AHMET YENİ
(Samsun) – Kayıtlara bakalım.
ERTUĞRUL
KUMCUOĞLU (Devamla) – Ha onun dışında ne dedim: “Böyle kanun yapılmaz.” dedim.
AHMET YENİ
(Samsun) – “Türkçe bilmiyorlar.” dediniz ama.
ERTUĞRUL
KUMCUOĞLU (Devamla) - Ve bir süre beraber çalışmaktan büyük onur duyduğum,
büyük kıvanç duyduğum, büyük inşirah duyduğum Dışişleri personelini de
hakikaten yani gönlüm elvermediği için “Olsa olsa bu hatalar bir başka yerde
yapılıyordur.” dedim. Çünkü yani Sayın Bakanım, çok istirham ederim, sadece
bundan ibaret değil. Ben size onlarca, yüzlerce misal verebilirim. Kanun
yaparken sağlıklı Türkçe kullanmıyoruz, doğru ifadeler kullanmıyoruz. “Efendim,
falanca kanun böyleymiş.” Efendim, yanlışın tekrarı marifet midir? Meziyet
midir? Böyle şey mi olur? Doğrusunu yazarsınız, doğrusunu yazarsınız, “denetler
veya denetletir” dersiniz.
LÜTFİ ÇIRAKOĞLU
(Rize) - Zaten sizlerin yanlışlarını düzelte düzelte…
ERTUĞRUL
KUMCUOĞLU (Devamla) - Şimdi onun dışında, efendim, ben Başbakanlıkla Dışişleri
Bakanlığını birbirine düşürmeye çalışıyormuşum. Bunu ben söylemedim, fakat
buradan, ister, gönül arzu eder ki Sayın Başbakan bu memleketin dış
politikasının yürütülmesinde ve belirlenmesinde Cumhurbaşkanlığı makamı,
Başbakanlık makamı ve Dışişleri Bakanlığı mutlak bir uyum hâlindedir
diyebilsin.
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Öyle…
ERTUĞRUL
KUMCUOĞLU (Devamla) – Öyle, öyle…
LÜTFİ ÇIRAKOĞLU
(Rize) - Ne var bunda?
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (İstanbul) - Aksini söyleyin.
ERTUĞRUL
KUMCUOĞLU (Devamla) – Öyle mi?
Peki, siz niye
söylüyorsunuz efendim bana, onu yetkili ağızlar söylesin, Sayın Cumhurbaşkanı
“Evet” desin, Sayın Başbakan “Evet” desin Sayın Bakan “Evet” desin.
AHMET YENİ
(Samsun) - Uyum içerisinde çalışıyorlar,
uyum…
ERTUĞRUL
KUMCUOĞLU (Devamla) – Siz Sayın Bekir Bozdağ, bak ikinci defadır Hükûmeti
vesayet altına alma çabası içindesiniz.
SUAT KILIÇ
(Samsun) – Olur mu efendim?
ERTUĞRUL
KUMCUOĞLU (Devamla) - Evet efendim. Sayın Bakan bir şey soruluyor “Soru
soramazsın.” Yahu sen, affedersin, siz ne hakla Sayın Bakanın neye cevap verip,
neye cevap veremeyeceğine karar veriyorsunuz?
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Hayır, ben “soramazsın” demiyorum. Ben bir şey demedim. “Sayın Bakan
cevap verdi ona.” dedim.
ERTUĞRUL
KUMCUOĞLU (Devamla) – Hayır, yok.
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) - “Biraz önce verdi.” dedim.
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Hep yapıyor onu.
ERTUĞRUL
KUMCUOĞLU (Devamla) – Yani, şimdi, Sayın
Başbakan Meclisi vesayet altına alıyor, Meclis grubu bakanları vesayet altına
alıyor, ondan sonra başka vesayetlerden şikâyet ediyorsunuz.
Efendim, şimdi…
SUAT KILIÇ
(Samsun) – Dışişleri Bakanı vesayet altına girmez, rahat olun.
ERTUĞRUL
KUMCUOĞLU (Devamla) – Hayır, bilirsiniz, tamam, ben biraz heyecanlı konuşurum,
biraz konuştuğum vakit sizlerin canını yakarım ama edep ve adaba aykırı şeyler
söylemem, Sayın Bakan da bunu bilir.
AHMET YENİ
(Samsun) – Türkçe’yle ilgili ifadeni düzeltmen lazım.
ERTUĞRUL
KUMCUOĞLU (Devamla) – Maksadını aşan ifadeler olmuşsa da kendisinden ve
Dışişleri camiasından da özür diliyorum. Ama gerçekler gerçektir. (MHP ve AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Alınan
karar gereğince, kanun tasarı ve teklifleriyle komisyonlardan gelen diğer
işleri sırasıyla görüşmek için 2 Temmuz 2010 Cuma günü saat 14.00’te toplanmak
üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati : 00.10