Normal 17612 2 2 2010-06-28T08:14:00Z 2010-06-28T08:14:00Z 1 45158 257403 TBMM 2145 603 301958 11.5606 Clean Clean 0 0 nk 0 nk 0 0 false false false 0 nk 0 nk MicrosoftInternetExplorer4

DÖNEM: 23                            CİLT: 70                    YASAMA YILI: 4

 

 

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

111’inci Birleşim

3 Haziran 2010 Perşembe

 

 

(Bu  Tutanak  Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- YOKLAMALAR

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI

1.- Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’ın, Nazım Hikmet’in 47’nci, Orhan Kemal’in 40’ıncı, Ahmet Arif’in 19’uncu ölüm yıl dönümlerine ilişkin gündem dışı konuşması

2.- İzmir Milletvekili Selçuk Ayhan’ın, tarımsal sulama kooperatiflerinin elektrik borçlarına ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un, özürlülerin isdihdamı ve sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

 

V.- AÇIKLAMALAR 

1.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin, Nazım Hikmet’in 47’nci ölüm yıl dönümüne ilişkin açıklaması

2.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun, Nazım Hikmet’in 47’nci ölüm yıl dönümüne ilişkin açıklaması

3.- İzmir Milletvekili Tuğrul Yemişci’nin, Hükûmet tarafından epey çalışma yapılmasına rağmen özürlülerin tüm sorunlarının halledilemediğine ilişkin açıklaması

4.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, gündem dışı konuşmalar yapılırken Genel Kurulda hiçbir bakanın bulunmamasına ve eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay’ın gözaltına alınırken uğradığı kötü muameleye ilişkin açıklaması

 

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 22 milletvekilinin, futbol  kulüplerinin  yönetim  sorunlarının  araştırılarak alınması gereken önlemlerin  belirlenmesi  amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/737)

2.- İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen ve 23 milletvekilinin, yatılı ilköğretim  bölge  okullarındaki  sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin  belirlenmesi  amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/738)

3.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 23 milletvekilinin, futbol kulüplerinin mali sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/739)

4.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel ve 28 milletvekilinin, hayvancılık sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/740)

 

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ

1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)

2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)

3.- Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/761) (S. Sayısı: 458)

4.- Kooperatifler Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Kooperatifler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Tarım, Orman  ve  Köyişleri  ile  Bayındırlık,  İmar,  Ulaştırma ve Turizm Komisyonları Raporları (1/811, 2/633) (S. Sayısı: 496)

5.- Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu Tasarısı ile Avrupa  Birliği  Uyum  ve  Tarım,  Orman  ve  Köyişleri Komisyonları Raporları (1/806) (S. Sayısı: 498)

6.- Milli Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik  Yapılmasına  Dair  Kanun  Tasarısı  ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/685) (S. Sayısı: 488)

 

VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Van Milletvekili Özdal Üçer’in, Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun şahsına sataşması nedeniyle konuşması

 

IX.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Balıkesir  Milletvekili  Ahmet Duran Bulut’un, merkez valilerine ilişkin  sorusu ve  İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın cevabı (7/14036)

2.- Çanakkale Milletvekili Mustafa Kemal Cengiz’in, Çanakkale’deki yatırımlara  ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/14044)

3.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Müzeleri Müdürlüğünün adının değiştirilmesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/14083)

4.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, bazı illerde turizmin geliştirilmesine  ilişkin  soruları   ve  Kültür  ve  Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/14117), (7/14118), (7/14119)

5.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Müzeleri Müdürlüğünün adının değiştirilmesine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/14131)

6.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, müzelerin eser alımına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/14132)

7.- Adana   Milletvekili   Hulusi   Güvel’in,  Osmaniye’deki  tarımsal sulamada  kullanılan elektrik borçlarına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/14143)

8.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut’un, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Müzeleri Müdürlüğünün adının değiştirilmesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/14192)

9.- Adana Milletvekili Nevingaye Erbatur’un, Avrupa Sosyal Haklar Komitesinin gözlemlerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı  Egemen Bağış’ın cevabı (7/14201)

10.- Adana Milletvekili Nevingaye Erbatur’un, çocuk yoksulluğuna ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf’ın cevabı (7/14204)

11.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, bir yönetmeliğe ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/14212)

12.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, bir linyit işletmesinin banka promosyon paralarını kullanımına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/14305)

13.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, bir linyit işletmesi çalışanlarına yapılan promosyon ödemesine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/14306)

14.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, arazileri kamulaştırılan kişilerin TKİ’de işe alınmasına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/14307)

15.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, TEDAŞ’ın bir kısım personelinin  sorunlarına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/14309)

16.- Mersin Milletvekili İsa Gök’ün, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Müzeleri Müdürlüğünün adının değiştirilmesine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/14355)

17.- Edirne Milletvekili Bilgin Paçarız’ın, Hıdırlık Tabyaları Projesi’ne ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/14461)

18.- Kahramanmaraş  Milletvekili  Durdu Özbolat’ın, HES’lerden ve doğalgazdan elektrik üretimine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın cevabı (7/14477)

19.- Ardahan  Milletvekili  Ensar  Öğüt’ün, bazı köy okullarının kitap ihtiyacına  ilişkin  sorusu  ve  Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/14516)

 

I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 13.07’de açılarak altı oturum yaptı.

Şanlıurfa Milletvekili Ramazan Başak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki turizm ve turizmin geliştirilmesine,

İstanbul Milletvekili D. Ali Torlak, İstanbul ilinin minibüsçü ve taksici esnafının sorunlarına,

İlişkin gündem dışı birer konuşma yaptılar;

Mersin Milletvekili Vahap Seçer’in, 2010 yılı hububat hasat döneminin başlaması ve üreticilerin beklentilerine ilişkin gündem dışı konuşmasına Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker cevap verdi.

Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, Doğu ve Güneydoğu Anadolu turizminin canlandırılmasına,

Eskişehir Milletvekili H. Tayfun İçli, eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay ve Avukat Mehmet Cengiz başta olmak üzere hukukçulara yönelik son hukuk ve kanun dışı soruşturma usulünü şiddetle kınadığına,

İzmir Milletvekili Kamil Erdal Sipahi, Toprak Mahsulleri Ofisinde çalışan bir sivil savunma görevlisinin, kendisine bilgi verdiği gerekçesiyle meslekten atılmasına,

Mersin Milletvekili Vahap Seçer, gündem dışı konuşmasındaki bazı sorulara Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevap vermediğine;

Adana Milletvekili Muharrem Varlı,

Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy,

Adıyaman Milletvekili Şevket Köse,

Muğla Milletvekili Mehmet Nil Hıdır,

2010 yılı hububat hasat döneminin başlaması ve çiftçilerin sorunlarına;

Tarım  ve  Köyişleri  Bakanı  Mehmet  Mehdi Eker, hububat alımında ve ödemelerinde hiçbir sorun  olmadığına  ve  İzmir  Milletvekili  Kamil  Erdal  Sipahi’nin, Toprak Mahsulleri Ofisinde meslekten atıldığını söylediği sivil savunma görevlisiyle ilgili özel bir bilgisinin olmadığına,

İzmir Milletvekili Kamil Erdal Sipahi, Toprak Mahsulleri Ofisinde meslekten atıldığını söylediği sivil savunma uzmanıyla ilgili Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker’i kastetmediğine,

İlişkin birer açıklamada bulundular.

Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve 20 milletvekilinin Zile ilçesinin sorunlarının araştırılarak gelişmesi için (10/733);

Diyarbakır Milletvekili Selahattin Demirtaş ve 19 milletvekilinin:

Medyadaki cinsiyetçi yaklaşımın araştırılarak toplumsal cinsiyet eşitliği için (10/734),

KEY ödemelerinde yaşanan sorunların araştırılarak (10/735),

Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek ve 25 milletvekilinin, kredi kartı ve bazı bankacılık uygulamalarından kaynaklanan sorunların araştırılarak (10/736),

Alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

Siyasi parti gruplarının, “Türkiye Büyük Millet Meclisi, İsrail Silahlı Kuvvetlerinin, 31 Mayıs 2010 Pazartesi sabahı, çoğunluğu Türk olan, 32 ülke vatandaşının bulunduğu insani yardım taşıyan gemi konvoyuna yaptığı ve çok sayıda masum insanın ölümüne ve yaralanmasına yol açan insanlık dışı saldırıyı şiddetle ve nefretle kınamaktadır. Hayatını kaybedenlere Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı ve yaralılara acil şifalar dilemektedir.

Bu saldırı, Birleşmiş Milletler yasasının ve uluslararası hukukun açık bir ihlalidir.

TBMM, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin bu olaydan dolayı İsrail'i kınayan ve yaptırımlar  öngören  bir  kararı  en  kısa zamanda kabul etmesini beklemektedir. Bu menfur saldırının, bütün boyutlarıyla araştırılması için bağımsız bir uluslararası soruşturma komisyonu kurulmalıdır.

İsrail Hükûmeti, bu saldırı dolayısıyla resmen özür dilemeli, olayın sorumlularının yargılanarak cezalandırılmalarını sağlamalı, saldırının mağdurlarına tazminat ödemelidir.

Türkiye, İsrail'e karşı millî ve uluslararası yargı yollarına başvurmalıdır.

TBMM, Türk Hükûmetinden, İsrail ile siyasi, askerî ve ekonomik ilişkilerimizi  gözden  geçirmesini  ve  gerekli  etkin  önlemleri  almasını beklemektedir.

TBMM, bu saldırıya karşı halkımızın gösterdiği haklı tepkileri saygıyla karşılamaktadır.

TBMM, bu tepkilerin şiddete dönüşmeyeceğine ve Türkiye'deki Musevi vatandaşlarımızı incitici bir nitelik taşımayacağına inanmaktadır. İsrail Hükûmetinin saldırgan tutumuna karşı gösterilen tepkiler, İsrail milletini hedef almamalıdır.

TBMM, her zaman olduğu gibi Filistin halkı ile dayanışma içindedir ve Gazze'ye yönelik insanlık dışı abluka ve ambargonun derhal kaldırılmasını beklemektedir.” şeklindeki müşterek önergesi okundu. Başkanlıkça, önergenin TBMM önerisi hâline geldiği ifade edildi ve oya sunularak oy birliğiyle kabul edildi; gereğinin yerine getirileceği bildirildi.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:

1’inci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),

2’nci  sırasında bulunan  ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler  hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/499) (S. Sayısı: 321),

3’üncü sırasında bulunan, Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun (1/761) (S. Sayısı: 458),

Görüşmeleri komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.

4’üncü sırasında bulunan ve görüşmelerine devam olunan, Kooperatifler Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Kooperatifler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Tarım, Orman ve Köyişleri ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonları Raporlarının (1/811, 2/633) (S. Sayısı: 496) 11’inci maddesine kadar kabul edildi; 11’inci maddesi üzerinde bir süre görüşüldü.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer, Antalya Milletvekili Tayfur Süner’in, şahsına,

Trabzon  Milletvekili  Mehmet Akif Hamzaçebi, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in, grubuna,

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer, Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, şahsına,

Mersin Milletvekili Mehmet Şandır, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, şahsına,

Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, şahsına,

Sataşması nedeniyle birer konuşma yaptılar.

Zonguldak  Milletvekili  Ali  İhsan Köktürk, Zonguldak’ta maden ocağında ölen 30 insanın, maden  işletmelerinin  gerektirdiği  iş güvenliği sağlanmadığı için öldüğüne ilişkin bir açıklamada bulundu.

3 Haziran 2010 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşime 19.59’da son verildi.

                                                                       

Şükran Güldal MUMCU

 

 

 

 

 

Başkan Vekili

 

 

Harun TÜFEKCİ

 

Bayram ÖZÇELİK

 

Konya

 

Burdur

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

 

 

 

 

Fatih METİN

 

Yaşar TÜZÜN

 

Bolu

 

Bilecik

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

                                                                                                                       

                           

                                                                                                                       

                                                                                                                                        No.: 151

II. - GELEN KÂĞITLAR

3 Haziran 2010 Perşembe

Rapor

1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Sırbistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Altyapı Projelerinde İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/816) (S.Sayısı: 505) (Dağıtma tarihi: 03.06.2010) (GÜNDEME)

Meclis Araştırması Önergeleri

 

1.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 22 Milletvekilinin, futbol kulüplerinin yönetim sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/737) (Başkanlığa geliş tarihi: 07.04.2010)

2.- İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen ve 23 Milletvekilinin, yatılı ilköğretim bölge okullarındaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/738) (Başkanlığa geliş tarihi: 07.04.2010)

3.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 23 Milletvekilinin, futbol kulüplerinin mali sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/739) (Başkanlığa geliş tarihi: 07.04.2010)

4.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel ve 28 Milletvekilinin, hayvancılık sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/740) (Başkanlığa geliş tarihi: 07.04.2010)

 

Süresi İçinde Cevaplanmayan Yazılı Soru Önergeleri

 

1.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, trafik müşaviri esnafına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13318)

2.- Batman Milletvekili Bengi Yıldız’ın, hastane sayılarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/13371)

3.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Kars’ta Kan Toplama Merkezi yapılmasına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/13372)

 

3 Haziran 2010 Perşembe

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 13.02

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Harun TÜFEKCİ (Konya)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 111’inci Birleşimini açıyorum.

III.- YOKLAMA

BAŞKAN  - Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Üç dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı yoktur.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 13.06

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 13.16

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Harun TÜFEKCİ (Konya)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 111’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

III.- YOKLAMA

BAŞKAN – Yapılan ilk yoklamada toplantı yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi tekrar elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Yoklama için üç dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce, üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz şair Nazım Hikmet’in 47’nci ölüm yıl dönümü münasebetiyle söz isteyen Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’a aittir.

Buyurunuz Sayın Birdal.

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI

1.- Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’ın, Nazım Hikmet’in 47’nci, Orhan Kemal’in 40’ıncı, Ahmet Arif’in 19’uncu ölüm yıl dönümlerine ilişkin gündem dışı konuşması

AKIN BİRDAL (Diyarbakır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye ve dünya edebiyatının, yazınının büyük ozanlarından Nazım Hikmet’in 47’nci, Orhan Kemal’in 40, Ahmet Arif’in 19’uncu ölüm yıl dönümleri nedeniyle gündem dışı söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen biraz sessiz olursanız konuşmacıyı daha rahat dinleyebiliriz.

Buyurunuz Sayın Birdal.

AKIN BİRDAL (Devamla) – Aslında onları anmak kadar anlamak da gerekir. Ne yazık ki, anıyoruz ama henüz daha anlamaya çalışmıyoruz. Şimdi Nazım Hikmet’i iş adamları anıyor Moskova’da ve bir dizi etkinlikler düzenliyorlar, Türkiye’den de sanatçılar çağırıyorlar.

Sayın Başkan, lütfen, arkadaşlar, değerli milletvekilleri ya salonu terk etsinler ya da sussunlar.

BAŞKAN – Sayın Birdal, devam ediniz, ben uyardım.

AKIN BİRDAL (Devamla) –  Lütfen, bir kez daha uyarın o zaman.

BAŞKAN - Herhâlde gerekli itinayı gösterirler.

AKIN BİRDAL (Devamla) – Burada, yitirdiğimiz 3 ünlü yazarımızı, şairimizi anıyoruz, en azından, onların anılarına saygı duymak için arkadaşlar dinleme adabı göstersinler lütfen.

BAŞKAN – Siz buyurunuz.

Sayın milletvekilleri, lütfen, rica edeceğiz biraz sessiz olunuz.

AKIN BİRDAL (Devamla) – Şimdi, Nazım Hikmet’e her siyasetçi her fırsatta, Nazım’ın ünlü dizelerine başvurarak sığınıyorlar kardeşliğe ve barışa dair ama Nazım, Ahmet Arif ve Orhan Kemal’in kardeşlik, barış, eşitlik ve özgürlük yolunda hayata bakışlarını değiştirmiyorlar.

Aslında, onları anmak gerçekten anlamaktan geçer. O zaman, anlayınca da öyle bir hayat kurmak için çaba göstermek gerekir. Diller, şiirler ve öyküler onlarda kardeşleşmiş, insanlık ailesinin soylu kalemleri ve yürekleridir. Üçü de emekçilerin, ezilenlerin anlatıcısı. Üçü de bugüne değin zamana yenilmemişlerdir. Onlar, yarım kalmış şarkının acısını toprağa götürenlerdir. Onlar, dağların rüzgârını toplayıp, çocuklara erken dağıtanlardır. Onlar, insanlık ormanına kaydını yaptırmış özgür birer ağaçtırlar. Onlar, hasretlerinden prangalar eskitmiş, sevdaların terk etmediği ak saçlı delikanlılardır. Onlar, kentlerin esintileriyle dağların fırtınalarını birleştirenlerdir. Verilecekse adlar parklara, meydanlara, bahçelere, dünyayı her renkten dokuyan bu insanların adları verilmelidir; verilecekse caddelere ve bulvarlara, onların yürüdüğü barış ve kardeşlik yollarına verilmelidir; verilecekse adlar alanlara, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik döşeyen onların adları verilmelidir. Onlar gençlerle, onlar adına düzenlenen müzelerde buluşturulmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ezilen emekçi halkların sözü ve vicdanı şair ve yazarlar yani muhalif olanlar yani egemenlere teslim olmayan, direnen yazarlar ve şairlere önce özür dileyerek başlamalı. Onları ortaklaştıran, günümüze taşıyan ve yaşatacak olan nedir? Emek, barış, özgürlük, direniş, kardeşlik duygusu ve özlemidir. Ne paradokstur ki geçmişte “Komünistler Moskova’ya!” diyorlardı, şimdi iş adamları Moskova’da konuşlandılar, yerleştiler ve de Nazım’ı anıyorlar.

Geçtiğimiz günlerde Ege’de bir belediyemiz Nazım Hikmet’in anıtını, aynen oradaki standartlara uygun figürünü getirdi, dikti ama sivil faşistlerce o gün tahrip edildi. Ama elbette ki onların direnişinin yolunda yürüyen devrimciler, emekten yana, özgürlükten, barıştan yana emekçiler onun yolunda; onun anıtını da elbette ki koruyacaklar. Nitekim 9 Mayısta Mersin 68’liler Vakfı Nazım’ın aynı o figürünü getirdi, Denizlerle, Mahirlerle, İbrahim Kaypakkayalarla buluşturdu, insanlık ailesiyle onları o gün orada kucaklaştırdı.

Şimdi, aynı şekilde Kürtlere de “Güneye!” diyorlar. Oraya da iş adamları gidiyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

AKIN BİRDAL (Devamla) – Tamamlıyorum efendim.

O nedenle bu paradoksu yıkmak gerekir ve şimdi eğer, bugün Nazım’ı anarak ya da dizelerine başvurarak boşa çıkarmak istiyorlarsa ya da onun kardeşlerini, Orhan Kemal’i ve Ahmet Arif’i, o zaman Nazım’ın yine dizeleriyle bitirelim. Nazım ne diyordu:

“Vatan çiftliklerinizse,

Kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,

Vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,

Vatan kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,

Ben vatan hainiyim.” diye sürdürüyor ve vatan hainliğine de devam ediyor Nazım.

Umuyor ve diliyoruz ki Nazım Hikmet’i, Orhan Kemal’i ve Ahmet Arif’i anlayarak anacağımız günlere ulaşır Türkiye.

Bu duygularla hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Birdal.

Sayın Köse, sisteme girmişsiniz, ne için acaba?

ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) – Katkı vermek için efendim.

BAŞKAN – Buyurunuz, bir dakika süre veriyorum.

V.- AÇIKLAMALAR

1.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin, Nazım Hikmet’in 47’nci ölüm yıl dönümüne ilişkin açıklaması

ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Dünya ve Türk edebiyatında çok önemli bir yere sahip, inançları uğruna yurt dışında vatan hasretiyle yaşayıp ve neticede yine vatan hasretiyle ölen, eserleri bugün dünyanın birçok ülkesinde basılıp okutulan büyük ozan Nazım Hikmet’in yaşam felsefesi ve mücadelesi önünde saygıyla eğiliyor, saygılar sunuyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Köse.

Sayın Aslanoğlu, buyurun.

2.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun, Nazım Hikmet’in 47’nci ölüm yıl dönümüne ilişkin açıklaması

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, barışın, özgürlüğün ve demokrasinin bir ismidir Nazım Hikmet. Bu nedenle ben, Hükûmete, Nazım Hikmet’in mezarının Türkiye’ye getirilmesi konusunda daha önemli adımlar atması yönünde… Hep birlikte, şahsım ve bilemiyorum, Meclis olarak, Nazım Hikmet’in mezarını Türkiye’ye getirelim ve demokrasinin ve barışın bir temsilcisini hep birlikte burada saygıyla analım.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Aslanoğlu.

Gündem dışı ikinci söz tarımsal sulama kooperatifleri hakkında söz isteyen İzmir Milletvekili Selçuk Ayhan’a aittir.

Buyurunuz Sayın Ayhan. (CHP sıralarından alkışlar)

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR (Devam)

A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI (Devam)

2.- İzmir Milletvekili Selçuk Ayhan’ın, tarımsal sulama kooperatiflerinin elektrik borçlarına ilişkin gündem dışı konuşması

SELÇUK AYHAN (İzmir) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; çiftçilerimizin sulama kooperatiflerinin elektrik borçlarıyla ilgili söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım.

Ancak, bugün Nazım Hikmet’in ölüm yıl dönümünü anarken birkaç kelime de benim söz etmemden daha doğal bir şey olamaz. Bu toprakların yetiştirdiği dünyanın en büyük şairlerinden birisi Nazım Hikmet. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı Ulusal Kurtuluş Savaşı Destanı’yla en iyi anlatan şair. "Dört nala gelip uzak Asya'dan / Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan / Bu memleket bizim." derken vatan sevgisini en iyi anlatan şair Nazım Hikmet. Çocuklara “Güzel günler göreceğiz çocuklar / Motorları maviliklere süreceğiz.” derken gelecekte kendilerini bekleyen umudu en güzel anlatan şair Nazım Hikmet. Sevginin şairi, barışın şairi, dostluğun şairi, insanlığın şairi, namussuzluğun, sahtekârlığın, yolsuzluğun karşısında duranların şairi. Kendisinin anısı üzerinde saygıyla eğiliyoruz.

Değerli arkadaşlarım, geçtiğimiz yıl 5917 sayılı Kanun’da yaptığımız bir değişiklikle çiftçilerimizin sulama suyu elektrik borçlarını burada taksitlendirdik. O zaman, muhalefet partilerimiz dediler ki: “Bu çıkarılan düzenlemeyle çiftçilerin bunu ödemesi mümkün değil. Yaşamın farkında değilsiniz, çiftçilerin yaşadıkları sıkıntıların farkında değilsiniz. Bu Yasa bu problemi çözmeyecek.” Zaman bizleri haklı çıkardı. Bu değişiklik kadük hâle geldi. 122.380 borçlu abonenin sadece 9.782’si yeniden yapılandırma için başvurdu, yüzde 10’un bile altında bir rakam ve sadece 3 bini bugün ödemelerini şu veya bu şekilde devam ettirebilir durumda yani yüzde 3’ün altında bir rakam. Demek ki Türkiye’de yüzde 97 sulama suyu borçlusu abone bu olanaktan yararlanmış değil, bu Yasa hiçbir işe yaramış değil.

Bugün, daha ilk aşamada borcun altıda 1’inin istenmesiyle insanlar caydırıldı. Avukat ve icra masraflarının ödenmesi koşuluyla borçlarının ne olduğunun kendilerine bildirileceğinin söylenmesiyle insanlar caydırıldı. Özelleştirilmiş bölgelerde, Başkent, Sakarya gibi bölgelerde özel sektör bu yapılandırma için hiçbir girişimde bulunmadı ve insanlar bu yapılandırmaya başvuramadılar. Bugün birçok çiftçimizin elektrik sayaçları sökülmüş, icra takibiyle karşı karşıya kalmış, özellikle İzmir gibi, Menderes ve Küçük Menderes Ovası’nda ekim yapan Torbalı, Tire, Bayındır, Ödemiş gibi ilçelerimizdeki çiftçilerimiz sulamanın bu kadar önemli olduğu günümüzde ektiklerini sulayamaz, yarın hasat alamaz duruma getirilmişlerdir. Bu, bu çiftçilerin sonu demektir. Bu, onların alamayacağı hasat nedeniyle tüketiciye ürünün çok daha fahiş fiyatlarla yansıması demektir. Elbette ki bu ortamdan yararlanan fırsatçılar olacaktır, elbette ki bundan ithalat yaparak Türkiye'de köşeyi dönen yeni tipler türeyecektir ama olan Türkiye halkına ve Türkiye çiftçisine olacaktır değerli arkadaşlarım. Bana gelen o kadar çok sayıda faks var, o kadar çok sayıda mesaj var ki, adam “17 milyar ödedim, 2 kere elektriğim kesildi. Eşimden dostumdan borç aldım, 10 milyar daha ödemek için gittim ama taksitlendirmenin son gününde yoğunluk nedeniyle yapılandırmaya giremedim. Başbakana mektup yazdım sonuç alamadım. On altı aydır İzmir gibi yerde 3 tane çocuğum mum ışığında ders yapıyor. Eşimin ve çocuklarımın psikolojisi bozuldu.” diyor. Biz bunları dinliyoruz değerli arkadaşlarım.

Şimdi diyeceksiniz ki: “Efendim paramız yok, ekonomi malum.” Yeri geldiğinde teğet geçiyor, yeri geldiğinde durum malum. Şimdi,  Emine Hanım’ı Katar’a özel uçakla gönderirken para var değerli arkadaşlar. Sayın Başbakanın, bakanların altına 1 milyon dolarlık yeni zırhlı araç çekerken para var, elimizde iki tane uçak varken 61 milyon dolara üçüncüyü alırken para var. İngiltere 6,5 milyon pound açık için bakanların altındaki araçları çekmeyi düşünürken, 2009 bütçesine 4.945 araç alımı koymak için bütçeye para koymakta para var, ama sulama suyu elektrik borçları falan gibi vatandaşı ilgilendiren konularda para yok!

Değerli arkadaşlarım, sulama suyu elektrik borçlarını acilen yeniden yapılandırmak zorundayız. İlk olarak icra işlemleri durdurulmalıdır. Sökülen sayaçlar tekrar yerine takılmalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

SELÇUK AYHAN (Devamla) – Tamam Sayın Başkan.

Borçlar yeniden yapılandırılarak ve otuz altıda 1 ilk ödeme alınarak yeni bir düzenleme yapılmalıdır. Enerjideki KDV, ÖTV gibi vergi oranları sembolik hâle getirilmelidir. Yenilenebilir enerji kaynaklarıyla ilgili tarım sektörüne dönük yapılandırmalar ve bunun kaynağının oluşturulmasına dönük yatırımların önü açılmalıdır. Modern sulama teknikleri için özel idarelere ilave ödenek tahsisi yapılmalıdır. Yok edilmeye çalışılan sulama kooperatifleri güçlendirilmelidir.

Bakın arkadaşlar, sekiz yıl önce iktidara muhteşem bir şekilde geldiniz, şimdi çoğunuz Parlamento dışında kalacaksınız, giderken şerefinizle gidin. Yarın sivil vatandaş olarak halkın karşısına çıkmaya yüzünüz olsun.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Ayhan.

Gündem dışı üçüncü söz özürlülerin istihdamı ve sorunları hakkında söz isteyen Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’a aittir.

Buyurunuz Sayın Paksoy. (MHP sıralarından alkışlar)

3.- Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un, özürlülerin isdihdamı ve sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; engelli vatandaşlarımızın istihdamı ve sorunlarına ilişkin gündem dışı söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Kıymetli arkadaşlar, TÜİK’in 2002 yılı verilerine göre ülkemiz nüfusunun yüzde 12,28’ine tekabül eden yaklaşık 8 milyon vatandaşımız çeşitli oranlarda engellidir. AKP Hükûmetinin, bir sorunun sadece edebiyatını yapıp sıra çözüme geldiğinde hiçbir şey yapmamak konusunda bütün Türkiye Cumhuriyeti hükûmetlerinin en başarılısı olduğunu kabul etmek gerekir. Bu samimiyetsiz tutum elbette bizlerin ve kamuoyunun gözünden kaçmamaktadır. Engelli vatandaşlarımızın başta istihdamı olmak üzere diğer sorunlarının çözümü de Hükûmetin, edebiyatını yapıp çözüm noktasında adım atmadığı, tabiri caizse, ayak sürüdüğü konuların başında gelmektedir.

İstihdamdan başlayalım: 2010 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu’nda yapılan değişiklikle kamudaki özürlü istihdamı, kadro sınırlamasının dışında tutulmuştur. Bu husus, herkesin desteklediği bir düzenlemedir. 657 sayılı Kanun’un değişik 53’üncü maddesi gereğince dolu kadro sayılarının yüzde 3’ü oranında özürlü çalıştırmak zorunda olan kamu kurum ve kuruluşlarının bu düzenlemeyle bir bahanesi kalmamıştır ancak şu ana kadar sadece Millî Eğitim Bakanlığı 5 bin civarında özürlü istihdamı için 4 Temmuz tarihinde sınav yapacağını açıklamıştır.

Devlet Personel Başkanlığının verilerine göre, Ocak 2010 tarihi itibarıyla kamudaki toplam özürlü memur istihdamıysa 14.325’tir. 5 bin özürlü personel alımı için ilana çıkan Millî Eğitim Bakanlığının alması gereken özürlü personel sayısı 16.126, Sağlık Bakanlığının 4.898, Adalet Bakanlığının 1.614, Diyanetin 1.620, Emniyet Genel Müdürlüğünün 6.515, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının 789 gibi, bu liste uzayıp gidiyor. Bu kadrolara ne zaman ve ne kadar atama yapacaklarını bilmiyoruz.

Bir de, işçiler açısından duruma bakarsak, Türkiye İş Kurumunun verilerine göre Mart 2010 tarihi itibarıyla özürlü işçi istihdamı 94.756’dır. Çalışma Bakanlığının verilerine göre Türkiye’deki toplam sigortalı sayısının 10 milyon civarında olduğu düşünüldüğünde, bu durumu da takdirlerinize bırakıyorum.

Hepimizin bildiği gibi, İş Kanunu’nda özürlü istihdamıyla ilgili cezai hükümler var. Buradan huzurlarınızda soruyorum: O kadar atıp tutuyorsunuz, peki, özürlü istihdamı konusunda kamu-özel ayrımı yapmadan kaç denetim yaptınız ve yasal yükümlülüklerini yerine getirmeyenler hakkında hangi cezai müeyyideleri uyguladınız? Bu konudaki cevabınızı, başta özürlüler olmak üzere hepimiz merakla bekliyoruz.

Kıymetli arkadaşlar, iş şova geldi mi, maşallah, üstünüze yok. Partili belediyelerinizin belirli günlerde üç beş tekerlekli sandalye dağıtmasıyla, bir iki konser yapmasıyla engelli vatandaşlarımızın sorunlarını çözdüğünüzü sanıyorsanız -ki bundan başka da yaptığınız bir iş yok- fena hâlde yanılıyorsunuz.

Bakın, birçok kurum özürlülere yönelik hizmet sunucusu olarak yer almaktadır. Vatandaş, Sağlık Bakanlığının yetkilendirdiği hastanelerden bir rapor almakta, ondan sonra 2022 sayılı Kanun’dan yararlanmak ve malulen emekli olmak için Sosyal Güvenlik Kurumuna, ehliyet için Emniyet Genel Müdürlüğüne, bakım aylığı ve hizmetleri için Sosyal Hizmetlere, vergi indirimi için Maliyeye, özürlü aracı ithal etmek için Gümrük Müsteşarlığına, özel eğitim için Millî Eğitim Bakanlığına vesaire müracaat etmek zorunda kalmaktadır. Bu kurumların birçoğu alınan raporları yeterli görmemekte, vatandaşa, tabiri caizse, eziyet etmekte ve özürlüleri hayata küstürmektedir. Bu hizmetlerin mümkün olduğunca daha basit, yerinden ve bir merkezden sunulması gerekmektedir. Vatandaşımız özürlü raporunu aldığı takdirde haklarına bürokrasinin çarklarında ezilmeden ulaşabilecektir.

Son olarak, özürlü istihdam etmeyen veya edemeyen kuruluşların mali yükümlülüklerini bir fona yatırmalarını öneriyoruz. Bu fonda toplanan kaynaklar da gerek pozitif ayrımcılık yaparak yasal sınırdan fazla özürlü istihdam eden işverene katkı yapmak amacıyla gerekse de özürlülere yönelik diğer alanlarda kullanılabilir.

Son olarak, ülkemizdeki şartları göz önünde bulundurularak 2022 sayılı Kanun’dan malullük aylığı için muhtaçlık sınırının -ki bu rakam 100 TL’nin altındadır- gerekse ağır özürlüler için 5378 sayılı Yasa kapsamında ödenen…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

MEHMET AKİF PAKSOY (Devamla) - …bakım aylığındaki asgari ücretin üçte 2’sinden az gelir sahibi olmak sınırının -bu rakam da 350 TL civarındadır- kaldırılarak en az asgari ücret seviyesine çıkartılmasını istiyoruz. “Öneri” diyorsanız, işte size öneri; bu konuda 3’üncü araştırma önergemizi de verdik. Şov yerine icraat yapmak, mağduriyetten beslenmek yerine hizmet etmek istiyorsanız yüce kürsüden size söz veriyoruz: Özürlüler için getireceğiniz her türlü desteğe hazırız. Yok, siz yapmazsanız, Milliyetçi Hareket Partisi iktidarında bunları biz yapacağız diye söz veriyoruz.

Özellikle engelli kardeşlerime sağlık ve mutluluklar diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Paksoy.

Sayın Yemişci, sisteme girmişsiniz, niçin efendim?

TUĞRUL YEMİŞCİ (İzmir) – Sayın Başkan, 60’ıncı maddeye göre bu konuda kısa bir açıklama yapmak istiyorum.

BAŞKAN – Buyurunuz efendim.

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

3.- İzmir Milletvekili Tuğrul Yemişci’nin, Hükûmet tarafından epey çalışma yapılmasına rağmen özürlülerin tüm sorunlarının halledilemediğine ilişkin açıklaması

TUĞRUL YEMİŞCİ (İzmir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Ülkemizdeki özürlü vatandaşlarımızın tüm sorunlarının halledildiğini söylemek pek yerinde olmaz. Ancak, 2002’den bu yana Hükûmetimiz tarafından epey çalışmalar yapıldığını ifade edebiliriz. Şöyle ki: 2002 yılında özel eğitim desteği alan özürlü sayımız 16.341 iken 2010 yılına geldiğimizde 212.991 özürlü vatandaşımıza eğitim verilmiştir. Yani aşağı yukarı yüzde 1.200’lük bir artış olduğunu görüyoruz.

Özürlüler hakkında hizmet veren özel eğitim merkezleri sayısı 2010 Mart ayı itibarıyla 1.676 tane; özel eğitim desteği, bireysel destek 2009 yılı için 304 lira iken, 2010 yılı için 311 liraya çıkarılmıştır ve toplam 2010 Mart ödemesinin 74 milyon 589 bin 784 lira olduğunu görüyoruz.

Ayrıca, özürlülere bakım desteği de verilmekte. Evde bakım ücreti alan kişi sayısına baktığımızda 239.549 vatandaşımıza evde bakım ücreti desteği veriyoruz. Ödenecek toplam bakım ücreti miktarının ise 125 milyon 18 bin 270 lira olduğunu görüyoruz. 1 kişiye ödenen bakım ücreti miktarı ise 521 lira 89 kuruş oluyor. Özel bakım merkezlerinde kalan kişi sayısı ise 2.874 kişi. Kurumlara ödenen bakım ücreti 3 milyon 233 bin 63 TL, kurumlar için 1 kişiye ödenen ücret ise 1.127 lira 28 kuruş. Bu hizmet için SHÇEK 2010 bütçesine 1 milyar 474 milyon TL ödenek ayrılmıştır. Dolayısıyla bu hizmetlerin hepsi son yıllarda yapılan iyileştirmelerden…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Yemişci. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Sayın Genç, sisteme girmişsiniz…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Ben de bu konuda…

BAŞKAN – Buyurunuz.

4.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, gündem dışı konuşmalar yapılırken Genel Kurulda hiçbir bakanın bulunmamasına ve eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay’ın gözaltına alınırken uğradığı kötü muameleye ilişkin açıklaması

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkanım, şimdi, efendim 3 tane arkadaşımız gündem dışı konuşma yaptı, 1 tane bakan yoktu, yeni Millî Eğitim Bakanı geldi. Bu nasıl bir Hükûmet ki burada, Parlamentoda memleketin ciddi sorunları dile getiriliyor ama 1 tane bakan Parlamentoya gelmiyor. Bu, Parlamentoya karşı çok büyük saygısızlık efendim.

Şimdi, uzun yıllar bu memlekette Adalet Bakanlığı yapmış bir arkadaşımız Sayın Seyfi Oktay’ı, şurada bakın, polis kafasından tutuyor zorla ve arabaya sokuyor. Bu kadar aşağılıkça bir muameleye bu memlekette bakanlık yapan bir kişinin, bir bakanın, bir saygıdeğer bakanın tabi tutulması iğrenç bir olaydır. Bu iğrenç olayı tezgâhlayan başta Tayyip Erdoğan ve İktidarıdır. Böyle bir şey olur mu yani? Bu memlekete sen bakanlık yapacaksın, ondan  sonra tertemiz bir insan olacaksın ve ondan sonra hakkında doğru dürüst bir savcılık soruşturması olmadığı hâlde gideceksin, polis bunun başını alacak avuçlarının arasına ve arabaya sokacaksın. Bunun hesabı kendilerinden sorulacaktır. Bu memleketi çok büyük çılgınlıklara sürüklüyorlar. Bu memleketi ateşe atıyorlar. Lütfen gelsinler şu Parlamentoya hesap versinler. Bu memleket bu kadar kolay birilerine teslim edilecek bir memleket değil.

Sayın Başkanım, gerçekten Sayın Seyfi Oktay’a uygun görülen bu iğrenç ve alçakça muameleyi şiddetle ve nefretle kınıyorum, bunu yapanlardan da hesap sorulacağının bilinmesini diliyorum.

Saygılar sunuyorum efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Genç.

Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin dört önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 22 milletvekilinin, futbol kulüplerinin yönetim sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/737)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye futbol liglerinde mücadele veren 134 kulübümüz Dernekler Kanunu hükümleri uyarınca kurulmuştur. Özellikle Süper Lig'de yarışan kulüpler, Futbol Federasyonu tarafından yapılan maç yayın ihalesi sonucu elde edilen hasılat ve seyirci hasılatının yanında reklam ve sponsorluk anlaşmalarıyla elde edilen gelirlerle yaşamlarını devam ettirmektedir Ancak, Bank Asya Birinci Ligi, İkinci ve Üçüncü liglerde mücadele eden kulüplerimiz, yeterince gelire sahip olmadığından yaşamlarını zor koşullar altında devam ettirmeye çalışmaktadır.

134 futbol kulübümüz, Dernekler Kanunu'nun hükümleri uyarınca yönetilmektedir Bir taraftan Süper Lig'de yer alan, çok önemli boyutta hasılat elde eden kulüplerle, diğer taraftan seyirci dahil, reklam ve sponsorluk geliri olmayan, Üçüncü Lig'deki bir kulübümüz, aynı kanun hükümleri uyarınca yönetilmektedir. Özellikle Süper Lig dışındaki kulüplerimiz, illerindeki birkaç iş adamının desteğini almaya çalışmaktadır. Son dönemlerde ise artık bu kulüplerimize yönetici bulmak olanaksız hale gelmiştir.

Dernekler Kanunu hükümleri uyarınca yönetilen kulüpler, mali açıdan 6183 sayılı Amme Alacakları Kanunu'na tabi tutulmaktadır. Özellikle kulüplerin vergi ve sigorta borçları nedeniyle görev yapan tüm yöneticiler haciz işlemleriyle karşı karşıya kalmaktadır. Kulübü yöneten bir veya birkaç yöneticinin yaptığı hatalı işlemlerden haberdar olmayan diğer yöneticiler de yine aynı şekilde cezalandırılmaktadır.

Futbol kulüplerimize uygulanan vergi ve sigorta primi tahakkuk ve tahsilatlarının mevcut uygulama ile çok büyük sorunlar yarattığı açıkça bilinmesine karşın, bu konuda hiçbir önlem alınmamaktadır Kamunun, mevcut uygulama ile tahsilat yapamadığı kulüpler üzerinde biriken vergi ve sigorta prim borçları ödenemez boyuta ulaşmıştır.

Sonuçta, biriken sigorta ve vergi alacakları, değişik dönemlerde görev yapan yöneticilerden 6183 sayılı yasa uyarınca tahsil edilmeye çalışılmaktadır. Süper Lig dışındaki liglerde mücadele eden kulüplerimize yönetici bulunamaz duruma gelinmiştir.

Kulüplerimiz, genelde 15-30 kişilik yönetime sahip olmasına karşın, 3 veya 5 kişi tarafından yönetilmekte ve kulüplerimiz bu imzalarla temsil ve ilzam edilmektedir. Tüm sorumluluklar imza atan kişilere ait olmasına karşın, alınan kararda imzası olmayan ve hiçbir tasarrufta bulunmayan diğer yöneticilerin de 6183 sayılı Amme Alacakları Kanunu'na karşı aynı derecede sorumlu tutulmaları hak ve adalet açısından irdelenmelidir.

Türkiye futbol liglerinde, özellikle Süper Lig'deki mevcut 18 takım ile 3. Lig'deki 53 takımı yönetenlerin aynı derece sorumluluk taşımasına karşın tüm kulüpler, Dernekler Kanunu hükümleri uyarınca yönetilmektedir.

Özellikle profesyonel futbol kulüplerinin yönetimlerinin oluşturulması açısından Dernekler Kanunu dışında yeni bir yapının oluşturulması ve kulüplerde görev yapan, sadece ilindeki kulübe maddi yardımda bulunan tüm yöneticilerin yasalara karşı suç işleyen yöneticilerle birlikte 6183 sayılı Amme Alacakları Kanunu'na tabi olmasının ne derece adil olduğunun irdelenmesi amacıyla Anayasa'nın 98. Maddesi ile İç Tüzüğün 104 ve 105. Maddeleri uyarınca bir Meclis Araştırması açılmasını arz ederim.

Saygılarımla.

1)

Ferit Mevlüt Aslanoğlu

(Malatya)

 

 

2)

Hulusi Güvel

 

(Adana)

 

3)

Ali Rıza Öztürk

 

(Mersin)

 

4)

Gürol Ergin

 

(Muğla)

 

5)

Nesrin Baytok

 

(Ankara)

 

6)

Canan Arıtman

 

(İzmir)

 

7)

Tekin Bingöl

 

(Ankara)

 

8)

Rasim Çakır

 

(Edirne)

 

9)

Enis Tütüncü

 

(Tekirdağ)

 

10)

Şevket Köse

 

(Adıyaman)

 

11)

Sacid Yıldız

 

(İstanbul)

 

12)

Fevzi Topuz

 

(Muğla)

 

13)

Turgut Dibek

 

(Kırklareli)

 

14)

Rahmi Güner

 

(Ordu)

 

15)

Ali İhsan Köktürk

 

(Zonguldak)

 

16)

İsa Gök

 

 

(Mersin)

17)

Atila Emek

 

(Antalya)

 

18)

Suat Binici

 

(Samsun)

 

19)

Abdulaziz Yazar

 

(Hatay)

 

20)

Ali Koçal

 

(Zonguldak)

 

21)

Durdu Özbolat

 

(Kahramanmaraş)

 

22)

Ergün Aydoğan

 

(Balıkesir)

 

23)

Algan Hacaloğlu

 

(İstanbul)

 

2.- İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen ve 23 milletvekilinin, yatılı ilköğretim bölge okullarındaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/738)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Yoksulluk yüzünden eğitim sürecine katılamayan çocuklar için kurulan Yatılı İlköğretim Bölge Okulları (YİBO) son günlerde ayyuka çıkan taciz, tecavüz, dayak ve kayıp olaylarıyla gündemde yer almaya başladı. Uşak'ın Eşme İlçesindeki YİBO'da 23 Mart 2010 tarihinde kaybolan ve 9 günlük arama sonucunda cesedi okul yakınındaki foseptik çukurunda bulunan 10 yaşındaki Umut Balık olayı gözlerimizi bir kez daha YİBO'lara çevirdi.

Adını daha önce okuldaki yetkili kişilerin 14 yaşındaki kız öğrencilere taciz ve tecavüzü ile duyuran Eşme YİBO'da, son yaşanan olay çocukların ne kadar korumasız, çaresiz ve güvenlikten yoksun olduklarını göstermiştir. Olayın arkasından gündeme gelen iddialar ise acı gerçekleri bir bir ortaya çıkarmıştır. Küçük Umut'un ailesi başta olmak üzere, okuldaki öğretmenlerin ve öğrencilerin dile getirdikleri taciz, dayak, kötü muamele "acaba diğer okullarda neler oluyor" sorusunu akıllara getirmiştir.

Yapılan birçok araştırmada, YİBO'larda fiziki koşullarının elverişsiz olduğu, okuyan öğrencilerde psikolojik bozuklukların belirlendiği tespit edilmiştir. Her türlü istismara açık YİBO'lara yönelik yapılan bunca çalışma ve uyarıya rağmen ise ilgili kurumlar hiçbir tedbir almamıştır.

Çocuklara eğitimde fırsat ve olanak eşitliğini sağlamak amacıyla düşünülen ve kurulan YİBO’ların, öğretmen ve yönetici eksiklikleri, bunların sebepleri de tek tek araştırılmalı, bu tür üzücü olayların tekrar yaşanmaması için Türkiye genelindeki bütün YİBO'lardaki sorunlar ve çözüm önerileri araştırılması için, Anayasa'nın 98 ve TBMM İçtüzüğü'nün 104 ve 105'inci maddeleri uyarınca "Yatılı İlköğretim Bölge Okullarında (YİBO) yaşanan sorunlar ve çözümleri" için Meclis Araştırması açılmasını saygılarımla arz ve teklif ederiz. 02. 04. 2010

1) Mehmet Sevigen

(İstanbul)

 

2) Fevzi Topuz

 

(Muğla)

3) Ali Rıza Öztürk

(Mersin)

 

4) Ergün Aydoğan

(Balıkesir)

 

5) Hulusi Güvel

(Adana)

 

6) Gürol Ergin

(Muğla)

 

7) Nesrin Baytok

(Ankara)

 

8) Canan Arıtman

(İzmir)

 

9) Tekin Bingöl

(Ankara)

 

10) Rasim Çakır

(Edirne)

 

11) Enis Tütüncü

(Tekirdağ)

 

12) Şevket Köse

(Adıyaman)

 

13) Sacid Yıldız

(İstanbul)

 

14) Turgut Dibek

(Kırklareli)

 

15) Rahmi Güner

(Ordu)

 

16) Ali İhsan Köktürk

(Zonguldak)

 

17) İsa Gök

 

(Mersin)

18) Atila Emek

(Antalya)

 

19) Suat Binici

 

(Samsun)

20) Abdulaziz Yazar

(Hatay)

 

21) Ali Koçal

 

(Zonguldak)

22) Durdu Özbolat

(Kahramanmaraş)

 

23) Algan Hacaloğlu

(İstanbul)

 

24) Mehmet Ali Özpolat

(İstanbul)

 

3.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 23 milletvekilinin, futbol kulüplerinin mali sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/739)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye profesyonel futbol liglerinde 134 kulübümüz mevcuttur. Türkiye Süper Ligi'nde 18, Bank Asya 1. Ligi'nde 18, İkinci Türkiye Ligi'nde 45 ve Üçüncü Türkiye Ligi'nde ise 53 futbol takımımız mücadele vermektedir.

Türkiye Futbol Federasyonu'nca düzenlenen maç yayın ihalesinden elde edilen hasılatın çok büyük kısmı Türkiye Süper Ligi kulüplerine tahsis edilmektedir. Bank Asya, İkinci ve Üçüncü Lig kulüplerimize çok az pay verilmektedir. Ayrıca, Süper Lig takımlarımızın önemli ölçüde sponsorluk anlaşmaları ve reklam gelirleri olmasına karşın, diğer liglerdeki kulüplerimizin bu gelirleri oldukça sınırlı seviyede kalmaktadır.

Diğer taraftan, spor-toto teşkilatı tarafından düzenlenen oyunlardan elde edilen hasılatın çok önemli kısmı yine süper lig kulüplerine pay edilmektedir.

Ayrıca, amatör kümelerde çok önemli sayıda kulübümüz yoksulluklar içerisinde mücadele vermektedir.

Ülkemizdeki birçok şehrimizin en önemli sosyal aktivitesi olmasına karşın, bu şehirlerimizde yeterli kaynak olmadığı için bu kulüplerimizin yaşama ve liglerde mücadele etme şansı ortadan kalkmaktadır. Her ilimizin farklı ekonomik yapıya sahip olması, Türkiye futbol liglerinde mücadele veren kulüplerimize farklı boyutta yansımaktadır.

Özellikle Spor-Toto Teşkilatı tarafından düzenlenen oyunlardan elde edilen hasılatın sadece %7'lik kısmı kulüplerimize dağıtılmaktadır. %85'lik kısmı ise ağırlıklı olarak vergi olmak üzere bloke edilmektedir.

Türkiye'de özellikle amatör liglerde mücadele veren her daldaki takımlarımızın araç-gereç ihtiyaçları mutlaka giderilmeli ve özellikle her amatör daldaki takımlarımızın tesisleri mutlaka yenilenmelidir.

Ayrıca, kaynakları yönünden çok büyük sorunları olan ikinci ve üçüncü lig kulüplerimiz yine Spor-Toto tarafından farklı katsayılar ile desteklenmelidir.

Türkiye futbol liglerinde mücadele veren kulüplerimizin özellikle ekonomik ve mali özerkliklerinin irdelenmesi amacıyla Anayasa'nın 98. Maddesi ile İç Tüzüğün 104. ve 105. Maddeleri uyarınca bir Meclis Araştırması açılmasını arz ederim.

Saygılarımla.

1) Ferit Mevlüt Aslanoğlu

(Malatya)

2) Ali Rıza Öztürk

(Mersin)

3) Tekin Bingöl

(Ankara)

4) Fevzi Topuz

(Muğla)

5) Hulusi Güvel

(Adana)

6) Gürol Ergin

(Muğla)

7) Nesrin Baytok

(Ankara)

8) Şevket Köse

(Adıyaman)

9) Canan Arıtman

(İzmir)

10) Rasim Çakır

(Edirne)

11) Enis Tütüncü

(Tekirdağ)

12) Sacid Yıldız

(İstanbul)

13) Turgut Dibek

(Kırklareli)

14) Rahmi Güner

(Ordu)

15) Ali İhsan Köktürk

(Zonguldak)

16) İsa Gök

(Mersin)

17) Atila Emek

(Antalya)

18) Suat Binici

(Samsun)

19) Abdulaziz Yazar

(Hatay)

20) Ali Koçal

(Zonguldak)

21) Durdu Özbolat

(Kahramanmaraş)

22) Ergün Aydoğan

(Balıkesir)

23) Algan Hacaloğlu

(İstanbul)

24) Mehmet Ali Özpolat

(İstanbul)

4.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel ve 28 milletvekilinin, hayvancılık sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/740)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na

Hayvancılık sektöründe sürdürülebilir ve uzun vadeli politikalar izlemek yerine kısa vadeli ve geçici politikalar izlenmesi, sektörün bütüncül politika ve desteklerden yoksun bırakılması hayvan varlığımızın azalmasına neden olmuş, bu duruma yem ve girdi fiyatlarında yaşanan yükselişler ve sektörün spekülasyona açık hale getirilmesi eklenince ülkemizde kırmızı et fiyatları dünya ortalamasının çok üzerine çıkmıştır

Ülkemizin gıda güvencesinin sağlanması açısından hayvan varlığımızın artırılması ve hayvancılığın desteklenmesi büyük önem taşımaktadır. Acil önlem alınmadığı koşulda sorunun içinden çıkılmaz hale geleceği, ülkemizin et açığının büyüyeceği, hâlihazırda dünya ortalamasının çok üzerinde olan kırmızı et fiyatlarının daha da artacağı uzmanlar tarafından ifade edilmektedir.

Bu nedenlerle hayvan varlığımızın azalması, hayvancılık sektörünün yaşadığı sorunlar ile kırmızı et fiyatında yaşanan yükselişlerin nedenlerinin saptanması ve bu konularda alınacak tedbirlerin Yüce Meclisimizce belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98'inci İç Tüzüğün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz. 30.03.2010

1) Hulusi Güvel

(Adana)

2) Tayfur Süner

(Antalya)

3) Ferit Mevlüt Aslanoğlu

(Malatya)

4) Atila Emek

(Antalya)

5) Osman Kaptan

(Antalya)

6) Enis Tütüncü

(Tekirdağ)

7) Turgut Dibek

(Kırklareli)

8) Fevzi Topuz

(Muğla)

9) Şevket Köse

(Adıyaman)

10) Birgen Keleş

(İstanbul)

11) Ergün Aydoğan

(Balıkesir)

12) Tekin Bingöl

(Ankara)

13) Ali Arslan

(Muğla)

14) Kemal Demirel

(Bursa)

15) Gürol Ergin

(Muğla)

16) Ali Rıza Öztürk

(Mersin)

17) Abdullah Özer

(Bursa)

18) Sacid Yıldız

(İstanbul)

19) Abdulaziz Yazar

(Hatay)

20) Durdu Özbolat

(Kahramanmaraş)

21) Nesrin Baytok

(Ankara)

22) Canan Arıtman

(İzmir)

23) Rasim Çakır

(Edirne)

24) Rahmi Güner

(Ordu)

25) Ali İhsan Köktürk

(Zonguldak)

26) İsa Gök

(Mersin)

27) Suat Binici

(Samsun)

28) Ali Koçal

(Zonguldak)

29) Algan Hacaloğlu

(İstanbul)

Gerekçe;

Uygulanan yanlış hayvancılık politikaları sonucunda hayvan varlığındaki düşüş, hayvansal gıda ürünlerinin üretiminde düşmelere neden olmuş; mevcut talebin ihtiyacına yönelik arzın artırılmaması nedeniyle kırmızı et fiyatlarını yukarı tırmandırmıştır. Ülkemizin yıllık kırmızı et ihtiyacı ortalama 1 milyon 300 bin tondur. Bu miktarın yarısından azı, ortalama yılık 600 bin tonu kayıt altında piyasaya sürülmektedir. Kalan kısmı ithalat ve kaçakla karşılanmaktadır. Aradaki açığın kapatılması için hayvan varlığı ve et üretiminin artırılması gerekmektedir. Hayvancılığın desteklenmesi bu açıdan büyük önem taşımaktadır.

Son bir yılda kırmızı et fiyatında yüzde 70-80 arasında bir artış gerçekleşmiştir. Bunda yem ve girdi fiyatındaki artışlar ile geçtiğimiz yıllarda süt ve et fiyatlarının düşüklüğü nedeniyle hayvanların kesime gönderilmesi büyük ölçüde etken olmuştur. Ancak en büyük etkenin hayvancılığa ilişkin uzun vadeli ve sürdürülebilir bir politikanın eksikliği ve verilen teşviklerin yetersizliği sonucunda hayvan varlığımızın ciddi oranda azalması olduğu söylenebilir.

1980'li yılların ortalarına kadar et hayvancılığında Ortadoğu'nun en zengin ülkesi olan ülkemizde hayvan varlığı yıllar içinde giderek azalmıştır. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, ülkemizde 1990 yılında 40 milyonun üzerinde küçükbaş hayvan varken geçen 20 yıl içinde küçükbaş hayvan sayısı yarı yarıya azalarak 20 milyonun altına düşmüştür. Havyan sayısında yaşanan azalma et fiyatlarına yansımış, dolayısıyla nihai tüketicinin aleyhine bir durum ortaya çıkmıştır.

Hayvan varlığımızın azalmasında ve hayvancılığın gerilemesinde 80'li yıllarda 44 milyon hektar olan çayır mera alanlarının 2000'li yıllarda 12 milyon hektara kadar düşmesi de önemli etken olmuştur. Bu nedenle meralarımızın ıslahı özel önem taşımaktadır

Et ithalatının geçici bir çözüm yaratacağı, asıl sorunu ortadan kaldırmayacağı gözden uzak tutulmadan, uzun vadeli politikaların üretilmesi, üreticimizin gerçekçi bir biçimde desteklenmesi ve hayvan varlığımızın artırılması zorunluluğu ortadadır. Üretici fiyatları ile tüketici fiyatları arasındaki makasın kapatılması ve kırmızı et fiyatlarında istikrarın sağlanması ve spekülasyonların önlenmesi için acil önlemler alınması gerekmektedir.

Hayvancılık sektöründe yaşanan sorunlar yıllar boyunca yaşanan ihmallerin sonucunda ortaya çıkmıştır. Hayvancılığın yeniden yapılandırması için yeni tedbirler alınmalı ve destek araçları devreye sokulmalıdır. Hayvancılık ve et sektöründeki fiyatları geriletecek, ithalatı engelleyecek yapısal kararlar alınmalıdır. Bunun sağlanamadığı koşulda hayvancılık sektörümüz tamamen dışa bağımlı hale gelecektir.

Yukarıda belirtilen gerekçelerle ülkemizdeki hayvan varlığının artırılması, kırmızı et fiyatlarına etki eden spekülasyonların önlenmesi ve istikrarın sağlanması ile hayvancılık sektörünün desteklenmesi konusunda yaşanan sorunların saptanması, alınacak önlemlerin Yüce Meclisimizce belirlenmesi amacıyla bir Meclis Araştırması açılmasının yerinde olacağı kanısını taşımaktayız.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.

Sayın milletvekilleri, şimdi gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1'inci sırada yer alan, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ

1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2'nci sırada yer alan, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

3'üncü sırada yer alan, Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

3.- Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/761) (S. Sayısı: 458)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

Sayın milletvekilleri, on beş dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 14.01

 

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 14.15

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Harun TÜFEKCİ (Konya)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 111’inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

4’üncü sırada yer alan, Kooperatifler Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın; Kooperatifler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Tarım, Orman ve Köyişleri ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonları raporlarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

4.- Kooperatifler Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Kooperatifler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Tarım, Orman ve Köyişleri ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonları Raporları (1/811, 2/633) (S. Sayısı: 496) (x)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet? Yerinde.

Geçen birleşimde tasarının 11’inci maddesi üzerinde önerge işlemine başlanılmıştı.

Şimdi Komisyonun ve Hükûmetin katılmadığı bu önergeyi hatırlatmak için tekrar okutup önerge sahibini kürsüye davet edeceğim.

T.B.M.M Başkanlığı’na,

Görüşülmekte olan 496 sıra sayılı kanun tasarısının 11. maddesinin “Bu kanun hükümlerini Bayındırlık ve İskan Bakanı yürütür” şeklinde değiştirilmesini teklif ederiz.

                             

Hulusi Güvel

Ali Rıza Öztürk

Selçuk Ayhan

 

 

 

Adana

Mersin

İzmir

 

 

Birgen Keleş

 

Şevket Köse

 

 

İstanbul

 

Adıyaman

 

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Öztürk. (CHP sıralarından alkışlar)

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önerge üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, işçi sağlığı ve iş güvenliği konusundaki denetimden birinci derece sorumlu olan Sayın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, dün, bu kürsüde, gerçekten bir milletvekiline, bir bakana yakışmayacak üslupla bazı şeyler söyledi. Aslında, dün, ben bu konuşmamı yapmak istiyordum kendisi buradayken, dinlemesini isterdim ama tutanaklardan elbette okuyabilir.

                                 

(x) 496 S. Sayılı Basmayazı 15/04/2010 tarihli 87’nci Birleşim Tutanağı’na eklidir.

“Hem kel olacaksınız hem fodul olacaksınız.” dedi. Şimdi, kel olan da, fodul olan da Bakanın kendisi. Neden olduğunu ben birazdan açıklayacağım. Yine “Söylerken lafı da bilecek, söyleyeceğini söylerken duyacağını da düşüneceksiniz.” dedi. Sayın Bakan kendi ağzından çıkan sözleri, ne kullandığını duyması, bilmesi lazım.

Değerli arkadaşlarım, devam ediyorum: “İçinizden herhangi birisi madencilik sektöründe iş güvenliği konusunda alınacak bir tedbir hakkında benden daha iyi bir şey biliyorsa çıkıp onu konuşsun, buraya gelip suçlamasın.” dedi. Şimdi, ben, bu kürsüde, bu kazayla ilgili görüşlerimi daha önce açıklamıştım, bu kazadaki eksikliklerin, ihmallerin ne olduğunu söylemiştim. Sayın Bakan anlaşılan o tutanakları okumamış, okusaydı da onları, cevap verseydi diyorum. “Benim aldığım tedbirler hakkında bir tane bilgin olsaydı bunu söylemezdin sen.” diyor. Sayın Bakan Zonguldak’la ilgili hangi tedbirler aldığını tek tek, açık açık bu kürsüde söylemek durumundadır. “Bu açıdan bakıldığında şunu açıklıkla söyleyebilirim: Hükûmetimiz ve Bakanlığımız iş güvenliği konusunda her türlü tedbiri almıştır. Çok şükür orada hiçbir teknolojik altyapı eksikliği yoktur, iş güvenliği konusunda herhangi bir eksiklik yok.” demiştir.

Değerli arkadaşlarım, Çalışma Bakanının söylemesi gereken laflar afaki, içi boş, genel, soyut laflar değildir, bu kazayla ilgili alınan tedbirleri tek tek söylemesi lazımdır. “Hiç kimsenin, sorumlusu ortaya çıkmadan…” demiştir, bu kazanın ve bundan önceki kazaların sorumlusu ortaya çıkmıştır, bu kazanın da bundan önceki kazaların da sorumlusu Sayın Bakandır, Hükûmettir.

Değerli arkadaşlarım, 9 Ağustosta Çorum’da bir kaza olmuş, 10 Aralıkta Bursa’da olmuş, 23 Aralıkta Balıkesir’de olmuş, 17 Mayıs günü Zonguldak’ta bu kaza meydana gelmiştir. Bu kaza Karadon kuyusu akrosaj irtibat ve su kuyusu yapım işi sırasında meydana gelmiş, 2 maden mühendisiyle 30 işçi ölmüştür. Şimdi bir daha söylüyorum Sayın Bakanın bilmesi açısından, bu kaza nedir? Bu olay, metan gazının hava ile karışımından oluşan grizu infilakıdır. Yani ortamda metan gazı artmıştır, dolayısıyla gaz birikmesi olmuştur. Böyle bir patlamanın olabilmesi için bu gaz birikmesinin, yani hava içerisindeki metan gazı oranının yüzde 4’ün üstüne çıkmış olması gerekir. Bu durumda ne yapılması gerekir? Eğer gaz birikmesi olmuşsa bu gaz derhâl tahliye edilmeli ve tedbirler alınmalı, yani etkin bir havalandırma sisteminin olması gerekir ki bu gaz birikintisi önlenebilsin. Peki, bu olay olduğuna göre ortamda etkin bir havalandırma olmuş mu? Olmamış. Sensörlerin verdiği rakamlara göre metan gazı oranı yüzde 4’ün üzerine çıkmış. Oysaki metan gazı oranı yüzde 2’nin üzerine çıktığı zaman, 30 tane işçi yan yana çalıştırılmaz madencilikte, ocağın derhâl tahliye edilmesi lazım, emniyet tedbirlerinin alınması lazım, tekrar buraya insanların girmesi lazım. Burada yapılması gereken başka bir özellik ise manuel grizumetrelerle, tavanlarda, tabanlarda, galerinin her tarafında ölçüm yapılması lazım, sensörlerle yapılan ölçümlerle yetinilmemesi lazım. Sensörler genel atmosferin havasını ölçen optik esaslı aletlerdir. Oysa, burada yanma esaslı aletlerin kullanılması lazım.

Başka bir şeyi daha söylemek lazım: Burada, elle, manuel grizumetrelerle gaz ölçülmüş mü, ölçülmemiş mi? Sayın Bakan bunları çıksın burada söylesin. Niye… Bu grizu oranı yüzde 9’lara gidene kadar neredeymiş bunlar?

Başka bir şey söylemek istiyorum: Buralarda bu şekilde galeri ilerlemesi yapılırken, bu ani gaz degajmanını önlemek için 45 metre uzunluğunda pilot kontrol sondajlarının yapılması gerekir. Yani, 45 metre sondaj yaparsınız, gazı kontrol edersiniz, 35 metre galeri sürersiniz, 10 metre emniyet topuğu bırakırsınız, tekrar 45 metrelik bir galeri sürmeniz lazım kontrol amaçlı. Bu yapılmış mıdır, yapılmamış mıdır? Ben maden mühendisi olarak bunun yapılmadığını söylüyorum. Sayın Bakan gelsin bu kürsüye, bunun yapıldığını söylesin değerli arkadaşlarım.

Başka bir şey söylemek istiyorum: Burada, değerli arkadaşlarım, mühendislerin gerçekten üst düzey bilgi birikimine sahip ve meslek içi eğitimlerden geçen insanlar olması lazım. Burada, taşerona verilen bu işte çalıştırılan mühendislerin bilgi birikimi ve deneyimi nedir?

Şimdi, Sayın Bakan hep şunu söylüyor, diyor ki: “Meselenin taşerona verilmesi bu kazaların artmasının nedeni değildir.”

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Öztürk, lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) – Bundan önceki konuşmamda da söyledim, madencilik sektörü, doğası gereği ağır riskler içeren bir sektördür, bilgi birikimi, deneyim ve tecrübe gerektiren bir sektördür. Oysa, son yıllarda, iktisadi etkinlik ve verimliliğin artırılması uğruna, gerçekten, taşeronlaştırma ve özelleştirme uygulamaları yapıldı, kamu kurumlarının yıllarca edindiği deneyimler, bilgi birikimleri darmadağın edildi değerli arkadaşlarım.

Şimdi, bakın, aynı kuyudan, hem taşeronun işçileri iniyor hem de işverenin yani TTK’nın işçileri iniyor. Yani bir evin kapısından insanların girdiğini düşünün aynı kapıdan, odanın birisini siz kiraya veriyorsunuz fakat odanın içinde ne yapıldığını bilmiyorsunuz. Bu karodan, servis kuyusundan taşeronun işçileriyle işverenin işçileri aynı anda iniyorlar ama orası TTK’nın denetimi dışında bırakılıyor ve orada çalıştırılan maden mühendisleri hem tecrübesiz hem bilgi birikiminde eksikliği var ve üstelik şunu söyledik: Bu tip kazaların önlenmesi için bu ocaklarda istihdam edilen fennî nezaretçilerin ücretlerinin işverenden değil, Bakanlıkta kurulacak bir fondan alınmasının bu iş kazalarını azaltacağını hatta önleyeceğini söyledik.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Öztürk, lütfen bağlayınız.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.

Buna ilişkin kanun tasarısı Sanayi ve Ticaret Komisyonunda görüşüldü fakat kabul edilmedi.

Değerli arkadaşlarım, işçi sağlığı ve iş güvenliğini sağlamakla yükümlü fennî nezaretçi olan mühendislerin ücretlerini işverenden alması bunun önünde çok ciddi bir engeldir, bunun kaldırılması gerekiyor.

Son söyleyecek olduğum söz de şudur; Sayın Bakana soruyorum: Kaç tane iş müfettişi vardır? Bunların içinde kaç tane maden mühendisi vardır denetlemekle görevli? Yine, Madenlerde İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Sözleşmesi’ne ilişkin 176 sayılı ILO Sözleşmesi’ni Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı ya da Hükûmet bugüne kadar neden imzalamamıştır?

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Öztürk.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum:  Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

11’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum:  Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 11’inci madde kabul edilmiştir.

Tasarının tümünü oylamadan önce, lehte İzmir Milletvekili Tuğrul Yemişci. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Yemişci.

TUĞRUL YEMİŞCİ (İzmir) – Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; görüşmelerini tamamlamak üzere olduğumuz Kooperatifler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında oyumun rengini belli etmek üzere söz aldım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Kooperatiflerin içinde, hepimizin bildiği gibi, tarımsal kooperatifler olduğu gibi, yapı kooperatifleri de var. Bu bir haftadır görüştüğümüz yasanın içinde bu konularda çeşitli arkadaşlar bu kürsüden görüşlerini belirttiler. Ben de bu vesileyle tarım satış kooperatifleri ve birlikleri hakkında bir iki açıklamada bulunmak istiyorum.

2001 yılında çıkan bir yasayla, Dünya Bankasının verdiği krediyle bu tarım satış kooperatifleri ve birliklerinin yeniden yapılandırılması için kredi alınmıştı. Bu kredi alındıktan sonra, kooperatiflerin ve birliklerinin özerkliği konusu ortaya çıktı. Özerk olan birliklerin eski -2001 yılından önceki- bugünkü parayla 1 milyarı, 1,5 milyarı bulan borçlarının tahkimi şarta bağlandı. Ancak, bu şartlar şunlardı: Zarar eden işletmelerini kapatacaklar, şayet istihdam fazlaları zarara neden oluyorsa ona çekidüzen verip fazla istihdamı indirecekler ve bu indirdikleri istihdama karşılık, çıkan işçilerin kıdem ve ihbar tazminatlarını hazineden bağış olarak alacaklar, boş duran gayrimenkullerini değerlendirecekler. Ayrıca, eğitim alacaklar ve daha şeffaf hâle gelmeleri sağlanacak. Bunları yapan kooperatiflerin, uyan birliklerin borçları, hepinizin bildiği gibi, yıllar içinde tahkim edildi. Bugün için 1,5 milyar TL’ye varan bir borç, eski borç, yani 2001 yılından önceki borç tahkim edilmiş oldu.

Peki, bugün geldiğimiz noktada -arkadaşlar da ifade etti- bu kooperatif birliklerinin ne kadar borcu var diye baktığımızda, hiçbir para almamalarına rağmen, şu an için 950 milyon TL civarında yeniden borçlarının biriktiğini görüyoruz. Peki, bu neden oluyor, ona baktığımızda -ifade edildi- 800 bin ortağı olan bu kooperatif birliklerinin, günümüze geldiğimizde, 600 binlere, hatta 550 binlere ortaklarının indiğini görüyoruz. Haklı. Neden ortakları hâlâ üye olarak kalsınlar ki? Kurulduğu günden bugüne kadar ortaklarına kâr payı olarak para vermeyen bu kooperatif birliklerinde herhangi bir şekilde istifade edemeyen çiftçi ortağı varsa niye dursun ki? Peki, bunda hükûmetlerin kabahati var mı? Hayır. Tamamen yanlış yönetimlerden dolayı bugüne kadar geldikleri için ve yönetimleri denetlenmediği için esaslı bir şekilde kendileri hâlâ zarar içinde. Aslında olmazsa olmazı Türk kooperatifçiliği hele tarım kesiminde bütün kooperatiflerin ve birliklerin sağlam, kendi ayakları üstünde durup çiftçiyi temsil etmeleri lazım.

Çiftçiyi temsil deyince bir de oraya bakalım: Peki, bu kooperatif birlikleri -on altı-on yedi tane hepsi Türkiye’de- tüm tarım ürünleri, aldıkları tarım ürünleri piyasaya ne kadar etki ediyor? Ne kadarını alıyorlar? Bir bakıyoruz, yüzde 0,5’ten -yarımdan- yüzde 30’a kadar çeşitli  kooperatif birlikleri ürünleri mübayaa edebiliyorlar ortaklarından. Peki, ortalaması ne kadar? Ortalaması yüzde 16’larda.

Bir de şuna dikkatinizi çekmek istiyorum değerli milletvekilleri: Yüzde 16 piyasadan ürünü alan, ortaklarından, bu kooperatifler zarar ediyor da yüzde 74’ünü alan özel sektör yıllardan beri zarar etmeden bu işleri nasıl götürüyor? Buraya dikkatinizi çekmek istiyorum. Tamamen kötü yönetimler olduğunu bir kez daha vurgulamak istiyorum. Dolayısıyla bu yasada getirilen, denetime daha önem verilmesi, Bakanlığın bunların üstüne daha fazla eğilmesi yerindedir.

Ben bu düşüncelerle bu yasaya oyumun renginin kabul olduğunu belirtiyor ve hepinizi tekrar saygılarımla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Yemişci.

Aleyhte Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu.

Buyurunuz Sayın Aslanoğlu.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, değerli arkadaşlarım; sekiz senedir bu kooperatifler çok iyi yönetiliyordu, birdenbire böyle size bir şey geldi, bunlar hep iyi yönetiliyordu, şimdi kötü yönetiliyor! Arkadaşlar, sekiz senenin hesabını vermelisiniz. Bu kötü yönetimin hesabı sizdedir. Bugüne kadar niye önlem almadınız?

TUĞRUL YEMİŞCİ (İzmir) – Özerk… Özerk…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Acaba böyle bir bahaneyle, sadece sadece “Bunlar kötü yönetildi, önlem alıyoruz…” Aldığınız hiçbir önlem yoktur. Buraya hiçbir yapısal değişiklik getirmediniz, burada kooperatiflerin sorununu çözecek hiçbir değişiklik getirmediniz. Özellikle sulama birliklerinin, özellikle tarım satış kooperatiflerinin özellikle borç içinde yüzdüğünü hepiniz çok iyi biliyorsunuz. Elektrik borcunu ödeyemeyen ve bundan dolayı bir sürü kooperatifin, bir sürü birliğin, bir sürü kalkınma kooperatiflerinin olduğunu çok iyi biliyorsunuz. Gelin… Niye elektrik borçlarıyla ilgili bir çalışma getirmiyorsunuz? Yok.

İki: Sulama birliklerinin hangi koşulda, hangi sorunlarla karşı karşıya olduğunu çok iyi biliyorsunuz, sulama birlikleri yok olmakta. Defalarca burada söyledik: Sulama birlikleri tarımın, hepimizin geleceği. Neden sulama birlikleri konusunda kalıcı bir çözümü, yapısal bir değişikliği -önergeler verdik- neden kabul etmediniz? Sulama birlikleri hâlâ daha İçişleri Bakanlığına bağlı. Burada mademki bazı kooperatifleri üçe böldünüz, neden sulama birliklerini Çevre ve Orman Bakanlığına bağlamayı uygun görmediniz? Sulama birliklerinin gerçek yeri Çevre ve Orman Bakanlığı değil midir? Sulama birliklerinin DSİ’nin desteği olmadan yaşayamayacağını herkes biliyor. Ama, maalesef, burada defalarca önerge verdik, sulama birlikleri hâlâ İçişleri Bakanlığının trafik memurluğunun gözetiminde kaldı. Değerli arkadaşlarım, sulama birlikleri konusunda yine söylüyorum: Gelin, bir tekriri müzakere yapın. Gelin, onu mademki üç bakanlığa bölüyorsunuz, sulama birlikleri konusunu da burada bu kanun çıkarken Çevre ve Orman Bakanlığına devredelim ve Çevre ve Orman Bakanlığı yapısal değişikliğe ayak uydursun. Ama bunların hiçbirine çözüm getirmiyorsunuz. Adı ne oluyor? Biz kooperatifler, biz birlikler konusunda kanun yapıyoruz. Bu yaptığınız kanunda birliklerin, kooperatiflerin hiçbirine yapısal hiçbir katkı vermiyorsunuz. Herkes de zannediyor ki kooperatiflere, tarım satış kooperatiflerine siz yapısal bir katkı veriyorsunuz. Bu yasa onlar için bir hiçtir, sıfırdır. Sadece kendi denetiminizi ve bu kooperatifleri vesayet altına almak için ve Türkiye’deki kooperatifleri, her ne hikmetse, sekiz sene sonra vesayet altına almak için yapılan bir kanundur. Bugüne kadar denetimini yapan sizsiniz. Niye cezayı vermediniz? Niye kötü yöneten insanları savcılığa ihbar etmediniz? Türkiye bir hukuk devleti, hukuk devletinde kim ilgili kurumunu zarara uğratıyorsa bunu ihbar etmek sizin görevinizdi. Niye ihbar etmediniz? Sekiz sene sonra mı aklınıza geldi?

Değerli arkadaşlarım, biz bu kanuna kooperatiflerin yapısal değişikliği olsaydı sonuna kadar destek verirdik ama hiçbir değişiklik yok. Yine bu kooperatiflerin mali sorunları var. Dünden örnek vereceğim. Hepsinin vergi ve sigorta borçları var -dünden, Plan ve Bütçe Komisyonundan örnek veriyorum- özellikle 2008 krizinden bu yana birçok esnafımız, birçok sanayicimiz, birçok tüccarımız krizden etkilenip çok büyük bir ödeme güçlüğüne girdi ve hepiniz bunu çok iyi bilmenize rağmen, Milliyetçi Hareket Partisinden arkadaşlarım -özellikle hakikaten- ve bizler bir önerge verdik ve dedik ki: “Vergi affı yapmayın, sigorta affı yapmayın. Af değil ama içinde oldukları koşullarda ödeme güçlüğünde olan insanların önünü açmak bizim, hepimizin görevi.” Sadece bunu söyledik ve o önergemiz hakikaten -Milliyetçi Hareket Partisinin önergesi- küçük esnafımızın, birliklerin, vergi ve sigorta borcu olanların bir nefes alması için, onların yaşamlarının devam etmesi için önemli bir önergeydi ama ne hikmetse… Ve yine altını çiziyorum. Af yoktu. Altını çiziyorum. “Kimin borcu varsa bu borcunu kırk sekiz ay süreyle bir yapılandırmaya gidelim.” dedik ama aynen cevap şuydu: “Hele daha krizin etkisi geçmedi, krizin bıraktığı izler daha geçmedi, daha sonra, hele bir izler geçsin, sonra bakalım.”

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Arkadaşlar, insanlar ölüyor, insanlar yok oluyor. Acaba öldükten sonra mı bakacaksınız?

Değerli arkadaşlarım, gerek tarım satış kooperatiflerinin gerek sulama birliklerinin gerek tüm tarımla ilgili kooperatiflerin önemli sorunları vardır, yapısal sorunları vardır, borçları vardır, elektrik borçları vardır ama bunların hiçbiri yok, onlara getirilen hiçbir çözüm yok, sadece bunları denetim altına almak için yaptığınız bir kanundur. Bu nedenle oyumun rengi aleyhtedir.

Hepinize teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Aslanoğlu.

Şimdi tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.

5’inci sırada yer alan, Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu Tasarısı ile Avrupa Birliği Uyum ve Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonları raporlarının görüşmelerine başlayacağız.

5.- Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu Tasarısı ile Avrupa Birliği Uyum ve Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonları Raporları (1/806) (S. Sayısı: 498)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

6’ncı sırada yer alan, Milli Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

6.- Milli Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/685) (S. Sayısı: 488) (x)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Komisyon raporu 488 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sinop Milletvekili Engin Altay konuşacaktır.

Buyurunuz Sayın Altay. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ENGİN ALTAY (Sinop) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Bugün, aslında bizim de müspet oy vereceğimiz bir kanun tasarısını görüşüyoruz. Yasal boşluk doğuran, Danıştay üzerinden Anayasa Mahkemesine giden ve Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen bir düzenleme çerçevesinde bugün ilköğretim müfettişlerinin adını “eğitim müfettişleri” olarak değiştireceğiz ve 3.000 olan ek göstergelerini de 3.600 yapacağız. Kanunun 4.500 civarındaki eski adıyla ilköğretim müfettişi, yeni adıyla eğitim müfettişlerine hayırlı olmasını diliyorum.

                            

(x) 488 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Değerli arkadaşlar, bu Mecliste çok sık yaptığınız bir şey, bu tabii sizinle ilgili değil. Daha önceden bir müfettişin Danıştaya yaptığı bir başvuru üzerine Danıştay üzerinden Anayasa Mahkemesine giden bir süreçle Anayasa Mahkemesi diyor ki: “Kanunla tarif edilmesi gereken bir görevi yönetmelikle tarif edemezsiniz.” Ancak Anayasa Mahkemesi bu kararı verdikten sonra da bir yıl süre veriyor, bu kanun, olağanüstü bir hâl olsa -bak neredeyse savaş hâline gireceğiz İsrail’le- 5 Hazirana kadar yürürlüğe girmezse millî eğitim camiasındaki bütün soruşturmalar yok hükmünde sayılacak. Bu tür şeyler, yanlışlıklar bu Parlamentoda bu dönemde de çok yapıldı. Onun için artık şunu ben kişisel olarak söylemek durumundayım: Bu Parlamentoya gelen her kanun, biraz önce kabul ettiğiniz kanun da bana göre Anayasa Mahkemesinden dönecektir. Bu Parlamentonun Anayasa Mahkemesiyle böyle karşılıklı bir hukuki anlaşmazlık içinde olması da, kuvvetler ayrılığı prensibinden de çok makul değildir.

İşin doğrusu, bu Parlamentoda kanun yapılırken Anayasa’ya uygunluğu bakımından belki de ayrı bir süzgece ihtiyaç var. Belki de Meclise gelen her tasarı ya da teklifin önce Anayasa Komisyonu bünyesindeki bir alt birimde incelenip sonra Genel Kurula gelmesinde fayda var. Dünyanın hangi Parlamentosunda bu kadar çıkardığı kanun Anayasa’ya aykırılıktan bozulan başka bir Parlamento var? Bu aslında biz milletvekilleri için de çok sempatik bir durum değil değerli arkadaşlar.

Şimdi, kanuna her ne kadar müspet oy verecek olsak da fırsat bulmuşken Millî Eğitim Bakanlığında yaşanan bazı çok temel sorunlara da değinmek istiyorum: Bilmenizi isterim ki Millî Eğitim Bakanlığı dışında hiçbir bakanlığın -eğer hafızam beni yanıltmıyorsa- taşra denetim birimi yok, hiçbir bakanlıkta üç tane ayrı denetim birimi de yok. Şimdi, Millî Eğitim Bakanlığında Teftiş Kurulu Başkanlığı var, eski adıyla İlköğretim Müfettişler Kurulu Başkanlığı var ve İç Denetim Birimi var.

Sayın Bakan, bu üç denetim birimi de birbirleriyle çatışma hâlinde. Statü bakımından çatışma var, kadro bakımından çatışma var, özlük hakları bakımından çatışma var. Ancak bu getirdiğimiz acil düzenlemenin dışında, Millî Eğitim Bakanlığıyla ilgili gerçekten denetimle ilgili de dip doruk, doğru dürüst uygulanabilirliği olan, kullanılabilirliği olan bir düzenlemenin de süratle yapılması mecburiyeti var.

Şimdi, müfettişlik denetim sistemi önemli ama mesela ilköğretim müfettişi, Millî Eğitim Bakanlığındaki bir iç denetçiden 1.700 lira eksik para alıyor. Bir eğitim müfettişi, Bakanlık müfettişinden bin lira, yani 1 milyar eksik para alıyor.

Sayın milletvekilleri, hemen hemen aynı işi yapıyorlar, biri ilköğretim okulunu denetliyor, biri liseyi denetliyor. Bin lira fark olur mu? Bu kabul edilebilir mi? Biz, Bakanlık müfettişlerinin geliri düşsün demiyoruz ama ilköğretim müfettişi, yani yeni adıyla eğitim müfettişinin gelirinin de bu paralellikte ayarlanması lazım. Böyle bir adaletsizliğin, böyle bir yanlışın Millî Eğitim Bakanlığında yapılmasını da ayrıca kabul edemiyorum, bir eğitimci olarak kabul edemiyorum.

Şimdi, Millî Eğitim Bakanlığındaki müfettiş arkadaşlarımızın diğer bakanlıklardaki denetim elemanlarıyla da arasında büyük gelir uçurumu var Sayın Bakan. Şimdi, diğer kurumlarda çalışan merkez ve taşra denetim elemanlarının tamamından 800 bin lira ile 1 milyar 700 bin lira arasında daha düşük ücret veriyorsunuz Millî Eğitim Bakanlığı müfettişlerine. E bu caiz midir? Ondan sonra onlardan iş bekliyorsunuz, ondan sonra onlardan eğitimin kalitesinin artmasını bekliyorsunuz ve sekiz yıldır eğitimin kalitesi de süratle aşağı düşüyor.

Tek sebep tabii ki bu değil ama yani 4.500 kişilik denetim kadronuza ve onların yönlendirmesiyle taşrada, alandaki eğitim kadronuza bir şevk, bir aşk, bir ışık vererek gerçekten inançla, umutla Türk eğitim sisteminin istenildiği noktaya gelmesi konusunda şu iktidarın sekiz yıldır en ufak bir olumlu çabası, icraatı olmamıştır.

Şimdi, aslında eğitim müfettişliğiyle ilgili temel sorun YÖK’ün yaptığı büyük bir yanlışlıktan kaynaklanmaktadır. YÖK, yanılmıyorsam, 1997 yılında müfettiş yetiştiren eğitim yönetimi, teftiş, planlama, ekonomi bölümlerini kapattı. Eskiden, eğitim müfettişi Ankara Üniversitesinde ve diğer bazı üniversitelerde gerçekten o dal üzere eğitim alarak yetişirdi. Şimdi, sanıyorum, hizmet içi eğitim enstitüsünde bir öğretmeni 200 saat kursa alıyorsunuz, karpuz yetiştirir gibi müfettiş yetiştiriyorsunuz. Böyle bir şey olur mu Sayın Bakan? Eğitim işine ciddi bakmayacaksak hangi işe ciddi bakacağız? Bunların düzelmesi lazım.

Bakın, Bakanlık camiasında bir önemli -sorun çok da- sorun da şu: İl millî eğitim müdür yardımcıları var, ilçe millî eğitim müdür yardımcıları, şube müdürleri var, şefler var. Bunlar, yaptıkları iş olarak, yetki ve sorumluluk olarak oldukça üst noktalardalar ama bir il millî eğitim müdür yardımcısı ildeki halk eğitim müdüründen az para alıyor. Sayın Bakan bu olur mu? Öğretmenlerin derdini açarsak herhâlde ağlayacağız. Bunların düzelmesi lazım. Yani, Bakanlık bu işler için de var.

Sayın milletvekilleri, haziran, temmuz, ağustos ayları Millî Eğitim Bakanlığında personel hareketliliğinin, personel transferlerinin yaşandığı bir dönemdir. Bu konuya ilişkin de çok temel sorunlarımız var ama önce, bir iki şeyde Sayın Bakanı uyarmak istiyorum.

13 Ağustosta bir yönetmelik yayımladınız, Eğitim Kurumları  Yönetici Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliğini değiştirdiniz. Bununla kurumlar arası, özellikle Anadolu lisesi, Anadolu öğretmen lisesi, fen liseleri gibi kurumların yönetici atamalarında yeni çarpıklıklara, adaletsizliklere yol açıyorsunuz. Bu bir.

Anadolu öğretmen liselerini Anadolu türü okullarla aynı kefeye koymak hangi bilimsel izahatla açıklanabilir? Sayın bürokratlar… Siz, tabii cevap veremezsiniz.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Genel Kurula hitap edin lütfen.

ENGİN ALTAY (Devamla) – “Siz veremezsiniz.” demedim Sayın Bakan. Bu yanlış bir iş. Sayın Bakan, bu yanlış bir iş.

Türkiye’de Anadolu öğretmen liseleri eğitim alanında başarılarını ispatlamış, fen liseleriyle atbaşı giden okullarımızdır. Siz, şimdi Sinop Anadolu Öğretmen Lisesini Ayancık Anadolu Lisesiyle aynı kategoriye nasıl koyarsınız? Böyle bir şey olamaz sayın milletvekilleri? Bir eğitimci olarak olabildiğince sakin feryadımı dile getiriyorum. Bu yanlıştır.

Bakın, bu yönetmelikle fen ve sosyal bilimler liselerini ayrı kategoride tutuyorsunuz -bu sosyal bilimler liseleri Sayın Çelik’in vizyonuydu, hayalleri idi- Anadolu öğretmen liselerini diğer Anadolu türüyle aynı kategoriye koyuyorsunuz. Bu Anadolu öğretmen liselerinin başarısından bir rahatsızlığınız mı var Sayın Bakan?

Sayın milletvekilleri, sizden rica ediyorum, şu Anadolu öğretmen liselerine bir bakın, eğitim alanında nasıl büyük başarılara imza attıklarına bir bakın.

Sayın Bakan, lütfen bu yanlıştan dönün. Bana göre bir yanlış daha yapıyorsunuz. Genel liselerini tümünü Anadolu lisesi yapmak tasarınız, düşünceniz var; yanlıştır. Bence bundan da dönün.

Şimdi, kendi ilçemden örnek vereyim: Erfelek’teki liseyi -gerçi orası çok programlı ama- küçük bir ilçedeki genel bir liseyi Anadolu lisesi yapacaksınız ama il merkezinde de örneğin işte, Kastamonu’da Abdurrahmanpaşa Lisesi gibi çok büyük, alanında kendini kabul ettirmiş ve fakir ama başarılı çocukların yarışarak girip çok iyi eğitim aldığı okullarla bir tutacaksınız. O zaman bu “Anadolu” ibaresini kaldıralım, hepsi genel lise olsun. Bu da bir yanlış Sayın Bakan. Bütün liseleri, genel liseleri Anadolu lisesi yapacaksınız, Anadolu liselerinin dışındaki, Anadolu lisesi sınavına girip başarılı olamayan çocuklara da “Git sen meslek okuluna.” diyeceksiniz.

Mesleki yönlendirme yapacaksanız ilköğretimin beşinci, altıncı sınıfında başlarsınız, yeteri kadar PDR uzmanı bulundurursunuz, rehber öğretmen bulundurursunuz, öğrencileri mesleki yönlendirme ile gerçekten okumaları gereken alana yönlendirirsiniz. Sizinki yolu kesip mecburi dönüş vermek gibi. Siz şimdi kavşakta… Kızılay’da meşhur bir sola dönüş yasak tabelası var. Siz de şimdi onun gibi yapıyorsunuz. Yolu kesiyorsunuz, sen buraya… Trafik polisi mi Millî Eğitim Bakanlığı? Trafik polisi gibi Millî Eğitim Bakanlığı uygulaması olabilir mi sayın milletvekilleri? Bunlar ciddi işler. Bu yanlıştan da dönülmesi lazım.

Gene kamuoyunda tartışılan seviye belirleme sınavı. İlk geldiğinde bu Parlamentoda, bu kürsüde dedik ki: “Bu yanlıştır. İlköğretim dördüncü sınıftan itibaren öğrencileri dershaneye yönlendirecek uygulamadır.” E şimdi, biraz denendi, bundan da vazgeçileceğine dair emareler, duyumlar var. Allah aşkına sayın milletvekilleri, Millî Eğitim Bakanlığı yazboz tahtasına dönüşüyor.

Ben bir zaman burada bir laf etmiştim, Sayın Köksal Toptan’a cevap hakkı doğmuştu. “Gelmiş geçmiş birçok Millî Eğitim Bakanı ‘Millî Eğitim Bakanlığında reform yapacağım, iz bırakacağım.’ diye yara bırakıp gitti.” demiştim. Şimdi o noktadayız. Lafımın da arkasındayım ama ben o zaman “tümü” demiştim, şimdi “bir kısmı” diyorum, kimseye cevap hakkı doğmaz.

Şimdi, Sayın Bakan, bu SBS’yle ilgili de milletin kafasındaki kargaşaya bir an önce son verin. Eğer kaldıracaksanız, şu an yedinci sınıfta okuyan, şu an altıncı sınıfta okuyup SBS’ye girmiş çocukların durumu ne olacak? O sınavlar niye yapıldı? O emek, o heyecan niye bu millete yaşatıldı? Eğitimle ilgili meseleler bir kere konuşulur, adam gibi konuşulur, bütün taraflarla konuşulur, bir kere karar verilir ve ilanihaye gidilir.

Bana hep soruyorlar: “Efendim eğitim politikası…” Ya eğitimle ilgili     Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok, şekli, standartları belli, değişen, gelişen dünya belli ama Türkiye nedense bir türlü, bir türlü bu konuda kendine bir rota bulamadı. Bıraktım hükûmetten hükûmete politika değişikliğini, bakandan bakana eğitim politikası değişiyor. Aynı partinin içinde, bir bakan böyle gidiyor, bir bakan böyle gidiyor, bir bakan “sarı” diyor, öbürü “kırmızı” diyor. Böyle şey olur mu sayın milletvekilleri? Hükûmetin, bu konuda, diğer bakanlarını da –boş Bakanlar Kurulu- göreve çağırıyorum. Hükûmet bir bütündür, eğitim de bu ülkenin en önemli meselesidir.

Bu vesileyle, hafta sonu SBS sınavına girecek sevgili öğrencilerimin tümünün gözlerinden öpüyorum, onlara başarılar diliyorum.

Şimdi, Sayın Bakan, dün komisyonda da söyledim. Atama ve yer değiştirme 2010 takviminde iller arası ve il içi atamalara yönelik yeni bir norm belirleme süreci başlattınız. Dün demiştim ki: ”4 Haziran yer değiştirme başvurularının son günü, bunu uzatın.” Bak, muhalefet işe yarıyor, duydum ki bu uzamış. Çok teşekkür ediyorum. Yani dünkü komisyondaki uyarımız gerçekten bir işe yaramış. E, bizi hep dinleseniz hep iyi şeyler yapacaksınız, her zaman bizi dinleyin.

Şimdi, arkadaşlar, yalnız burada şöyle bir durum var: Bu sürenin uzamasından memnuniyetimi belirtiyorum. Ancak, iller arası yer değiştirme talebiyle il içi yer değiştirme talebi eş zamanlı yani Ankara’dan İstanbul’a bir öğretmen tayin isterken Kadıköy’den Üsküdar’a da bir öğretmen eş zamanlı tayin istiyor. Bu olmaz. Önce il içini bitirirsin, sonra iller arasını açarsın. Ne olacak şimdi? Ankara’dan İstanbul’a öğretmen tayin istedi, öğretmen gitti ama aynı zamanda Yenimahalle’den Çankaya’ya da öğretmen tayin istedi ama orası dolu idi, öğretmen gidince boşaldı. Anlatabildim mi? Bunun da düzelmesi lazım, bu konuda da ek atama, yer değiştirme başvuru süreçlerinin başlatılması lazım. Bunu sizden talep ediyoruz.

Bir çelişki de şudur sayın milletvekilleri: Kılavuzda birinci bölgede 85 bin, ikinci bölgede 41 bin, üçüncü bölgede 14 bin olmak üzere 141 bin açık görülüyor. Ancak, atamada yani yer değiştirmeye açılma bakımından birinci bölge 20 bin –küsurları söylemiyorum- ikinci bölge 10 bin, üçüncü bölge 14 bin, 45 bin kişiye transfer şansı sağlanıyor. 145 bin boşluk varsa -bölge bölge diyorum- e bunun tümünü aç. Niye yorgunu yokuşa sürüyorsun? Bunu da anlamak mümkün değil.

Şimdi, bu özür grubu atamalarıyla ilgili de çok mağduriyetler var Sayın Bakan. Gerçi bir parça düzelme oldu ama bu konuda Bakanlığın daha hassas davranmasını, karı kocayı birbirinden ayrı yatırmamasını bekliyoruz.

Ayrıca, yine çok tartışılan, geçen de burada bir milletvekilimizin, MHP milletvekilimizin gündeme getirdiği konuyu tekrar hatırlatmak istiyorum. Bir eğitimci olarak serbest kıyafete kesinlikle karşıyım, doğru değildir. Hele Türkiye’de. Finlandiya olsak eyvallah, Norveç, İsveç olsak eyvallah ama Türkiye'nin tüm okullarında tek tip kıyafet de bir o kadar yanlıştır. Bir ilçede dört ilköğretim okulu varsa dördünün değişik formaları olursa o ilçede dört çiçek görürsünüz, yoksa tek çiçek görürsünüz. Bu konuda, mevcut uygulamada bazı tadilatlar yapılabilir ama kesinlikle serbest kıyafete de tek tip kıyafete de şiddetle karşı çıkarız, eğer olursa. Bunları şu anda tartıştığınızı biliyorum. Bundan da lütfen geri adım atın.

Sayın Bakan, Uşak Eşme’de yaşananları anımsatmak için söylemiyorum, yaklaşık bir buçuk-iki ay oluyor ancak bu talihsiz, bu kötü olayın sonrası için Bakanlığın neler yaptığını merak ediyorum. Yani sayın milletvekilleri YİBO’ları söylüyorum. Türkiye'de 574 tane yatılı ilköğretim bölge okulunda okuyan 265 bin çocuğumuzun yaşadığı psikolojik sorunların, hijyen ve gelişim sorunlarının, sosyal ve kültürel sorunlarının çözümüne yönelik, iki aydır, Eşme’deki talihsiz olaydan sonra Bakanlığın iki ay boyunca YİBO’larla ilgili ne tür önlemler, tedbirler aldığını da merak ediyorum.

Benim ilk tavsiyem, bu PDR meselesini daha bir ciddiye almanızdır. Türkiye'de bir an önce, sadece YİBO’lar değil, bütün okul öncesi, ilköğretim ve ortaöğretim kurumlarındaki bu rehberlik hizmetleri konusunda çok acil bir atağa geçmenize ihtiyaç var. Bırakın, okul öncesindeki okullaşma biraz geç yürüsün ama mutlaka, PDR hizmetlerini okullarda maksimum düzeyde uygulayacak çareleri bulmak zorundasınız.

Bizim şimdi, tabii, en önemli sorunlarımızdan birisi, Türkiye'de 1,5 milyon insanı ilgilendiren, atama bekleyen öğretmenlerimizin sorunlarıdır. Şimdi Türkiye'de 59 bin eğitim kurumunda 16 milyon öğrencimiz, kimi rakama göre 600 bin kimi rakama göre 700 bin öğretmenle mucize yaratmaya çalışıyor. Sayın Başbakan her vesileyle Türkiye'nin ne kadar büyüdüğünü, çağ atladığını çığ atladığını söylüyor ama komşumuz, bizim beşte 1’imiz Yunanistan’da öğretmen başına 10 öğrenci düşerken Türkiye’de 34 öğrenci düşüyor ve 300 bin öğretmen de çocuklara kavuşma hasretiyle yanıp tutuşuyor.

Şimdi, arkadaşlar, 7.540 ilköğretim okulunda, 962 orta öğretim okulunda, kurumunda, 8.588 okul öncesi kurumda ikili eğitim yapıldığını biliyor musunuz? Hele, okul öncesinde ikili eğitimi çıksın da şurada bir eğitimci –eğitimci milletvekili var- birisi bana izah etsin, pedagojik olarak okul öncesinde ikili eğitimi bir izah etsin. Olmasın kardeşim, olmuyorsa olmasın ama ikili olmasın. Okul öncesinde ikili eğitim olur mu ya! Bu gaflettir, bu yanlıştır. Şimdi, tablo bu, manzara bu.

Şimdi, geçen gün Plan ve Bütçe Komisyonundan arkadaşlar beni aradılar, 70 bin kadro diye. Biraz sevindik ama öğrendik ki bunun 70 bini de 2010’da kullanılmayacak. Şimdi Sayın Bakandan burada bir cevap bekliyoruz. Bendeki bilgi 2010’da 25 bininin kullanılacağıdır. Bu olmaz. Bu 70 bini derhal 2010’da kullanmalıdır Hükûmet. Yetmez. 70 binin öncesinde bu hazirandaki 10 bin alım yapılmalıdır. Yetmez. 10 bin alımın 8-9 bini zaten sözleşmelilerden olacağı için, derhal bir ek sözleşmeli, en az 10 bin acil alım yapılmalıdır. Bu 70 bin alımda da gene sözleşmeliler öncelikle gireceği için, tekrar en kötü ihtimalle 70 bin ek sözleşmeli öğretmen alınmalıdır eylüle kadar. Bu alınmazsa biz bu kavgayı sürdüreceğiz. Ancak, 70 bin kadro, 70 bin ek sözleşme…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

ENGİN ALTAY (Devamla) – Sayın Başkanım, iki dakika verseniz de bitirsem böyle.

70 bin kadrolu, 70 bin ek sözleşmeli, haziranda 10 bin kadrolu, 10 bin de ek sözleşmeli alırsanız, atama bekleyen öğretmen sayısı 100 bine iniyor ancak. Bitmiyor, sayın milletvekilleri bitmiyor. Bunları alırsanız da demin verdiğim, Yunanistan’la mukayese ettiğim rakama yine yaklaşamıyor, yakalayamıyoruz. Bütün bunları yaptığımızda, yani 2010 yılında kadrolusu, sözleşmelisi 160 bin öğretmen aldığımızda -ki bu alınmak zorundadır artık- gene de öğretmen başına düşen öğrenci bakımından Yunanistan’ın çok gerisinde kalıyoruz. Bu ayıp değil mi yahu! Bırakın, şu Yunanistan’ı bari geçelim.

Sayın milletvekilleri, Sayın Bakan, bu konuda hiçbir gerekçeniz olamaz, hiçbir mazeretiniz olamaz, yani “Para yok.” diyemezsiniz. “Ekonomik hacmimiz dünyanın 16’ncısı, Avrupa’nın 6’ncısı” diyorsunuz ya! Bütçe belli, kaynaklar var, biz bunları biliyoruz ama niyetinizi anlayabilmiş değiliz. Neden bu…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözünüzü bağlayınız.

Buyurunuz.

ENGİN ALTAY (Devamla) – Öğretmenlere yönelik bu nakıslığınızı anlamak da mümkün değil. Sizi de bir öğretmen yetiştirdi, buradaki bütün milletvekillerini de öğretmenler yetiştirdi, çocuklarımızı da onlara teslim etmişiz.

Sayın Başkan, Sayın Bakan, sayın milletvekilleri; bu atama bekleyen öğretmen arkadaşlarımızın durumu, Türkiye'nin, Türk milletinin hak etmediği bir durumdur. Parlamento bu olaya el koymalıdır. İktidar partisinin milletvekillerinin vicdanlarına, kalplerine sesleniyorum: Bu konuda sizler de mensubu bulunduğunuz siyasi partinin Hükûmetini biraz lütfen uyarın, ikaz edin. Gerekirse yalvaralım. Ben, atama bekleyen öğretmenler için Millî Eğitim Bakanının önünde diz çökmeye hazırım.

MEHMET CEMAL ÖZTAYLAN (Balıkesir) – Aman çökme!

ENGİN ALTAY (Devamla) – Bakın, dalga geçme, o 300 bin adamla dalga geçme. Yazık, onlar aç. Sen açlık, işsizlik ne demek biliyor musun? İşsiz insan -gene söyledim, gene söylüyorum- sudan çıkmış balık gibidir. Onlarla dalga geçilmez Sayın Milletvekili.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Altay.

ENGİN ALTAY (Devamla) – Selamlama yapayım Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Lütfen, çok kısa…

ENGİN ALTAY (Devamla) – Evet, bu kanuna olumlu oy vereceğiz ama atama bekleyen 300 bin öğretmenin davası, partimizin de davasıdır, Genel Başkanımızın da davasıdır; sonuna kadar sahip çıkacağız, bunu savunacağız, bunun takipçisi olacağız.

Ben, tekrar, Sayın Bakana, Sayın Hükûmete bu konuda biraz daha insaf, biraz daha vicdan ve sağduyu çağrısı yapıyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Altay.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Van Milletvekili Özdal Üçer. (BDP sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Üçer.

BDP GRUBU ADINA ÖZDAL ÜÇER (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilli arkadaşlar; grubumuz adına kanun tasarısının tümü üzerinde görüş belirtmek üzere söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Millî eğitimin, eğitim kurumlarının, hem öğrenciler açısından hem eğitim emekçileri açısından hem kurum personelleri açısından hem kurumsal denetçileri açısından birçok sorunu vardır. Maalesef birçok hükûmet dönemi geçirilmiş olmasına rağmen öğrencilerin yaşamış olduğu sorunlar çözülmediği gibi, eğitim emekçilerinin yaşamış olduğu sorunlar çözülmediği gibi, Bakanlık teşkilatı personellerinin de sorunları çözülmemiştir.

İlköğretim müfettişlerinin eğitim müfettişleri statüsüne geçmesi ve özlük haklarının düzeltilmesine ilişkin kanun tasarısının eksiklikleriyle beraber olumlu bir özellik içerdiğini belirtmek isteriz. Fakat eğitim camiasının müfettişlerden kaynaklanan sorunlarını da dile getirmezlik olmaz diye düşünmekteyiz çünkü eğitimin işleyişini denetlemek, öğrencilerin bilimsel bir eğitim alabilmesi için kurumsal işleyişi denetlemek görevinde olan müfettişler, çoğu zaman iktidarın baskısı altında hareket ederek belli sorunları, var olan sorunları yokmuş gibi, sorun olmayan yerlerde de birilerini baskılamak amacıyla sorun varmış gibi raporlarla ya da baskılayıcı tutumlarla bir ortam oluşturmaktadırlar.

Teftiş kurullarından aslında eğitim camiasının genel anlamda ne kadar şikâyetçi olduğuna ilişkin tabandan bazı raporların alınması lazım çünkü devletin kurumsal işleyişinin, demokratik, sosyal devletin kurumsal işleyişinin düzeni açısından olmazsa olmaz en temel özellik denetlenebilirliktir. Yani “Et kokar tuzlanır, tuz kokarsa ne yapılır?” misali. Şimdi, kurumsal işleyişte aksama varsa denetlenir, o denetim raporları doğrultusunda bir çözüm oluşturulur fakat denetimde bir bozukluk varsa bu sorunun çözümü için ne yapılır? Buna ilişkin Bakanlık birimlerinin, üst birimlerinin, bizzat Sayın Bakanın biraz daha iyi bir performans sergileyerek, biraz daha özveri ve gayret sergileyerek eğitim kurumlarının üst birimde denetlenebilirliğini sağlaması gerekmektedir.

Özel hizmet tazminatları açısından, denetim tazminatları açısından, iş güçlüğü ve temininde güçlük zammı açısından, makam, görev, temsil tazminatı açısından ilköğretim müfettişlerinin belli mağduriyetleri vardır. Bu mağduriyetlerin giderilebilmesi için kamuda çalışan diğer müfettişlerin sahip olduğu özlük haklarının aynısı tanınırsa bu sorunlar giderilmiş olur.

Eğitim ve eğitimin teftişiyle ilgili konular gündeme geldiği için, eğitim camiamızda ve eğitim kurumlarımızda başta öğrencilerin, eğitim emekçilerinin, eğitim personelinin, velilerin, yani bir ülkenin bütün nüfusunu ilgilendiren tek kurum eğitim kurumudur. Bütün toplumun ihtiyaçlarını, eğitim ihtiyaçlarını çağımız koşulları itibarıyla olumluya evirebilmek için ve insanların hak ettiği demokratik, bilimsel eğitim ortamını oluşturmak için okul öncesi eğitim sürecinden tutun ilköğretim, ortaöğretim, yükseköğretim ve lisansüstü eğitime kadar birçok kurumda çok iyi bir performans sergilemek gerekir ve bütün sorunları çözmek gerekir.

Okul öncesi eğitimdeki sorunlara bakarsanız, okul öncesi eğitimlerde ikili öğretim yapılıyor, sınıflar kalabalık. İlköğretimde bölgesel farklılıklar olmakla beraber özellikle seçim bölgemizde bu ülkenin tarihsel çifte standardının en büyük yansımasını yaşayan kurumlar, eğitim kurumları örnek gösterilebilir.

Van ve Van’a benzer batı illerini kıyasladığımızda hem sınıflardaki öğrenci mevcudiyeti hem öğretmen mevcudiyeti hem öğrenci başına düşen derslik oranı açısından Van ülkemizin en kötü koşullarına sahiptir.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Hayır.

ÖZDAL ÜÇER (Devamla) – Bunu kendi istatistikleriniz söylüyor, “hayır” değil. Şimdi Van’ın en merkezî okulunda bile, Cumhuriyet İlköğretim Okulunda birinci sınıflar 50 kişilik sınıflarda okuyorlar. Ben bu konuda isterseniz sınıflar arası şey yapayım. Diliyorsanız, “Hayır.” diyorsanız, Aydın ile Van ilinin eğitim çağ nüfusu istatistikleri aynıdır, öğrenci sayısı aynıdır, okulların ve öğretmenlerin sayısını Millî Eğitim istatistiklerine göre değerlendirelim bakalım hayır mıdır, evet midir göreceğiz ama objektif olarak değerlendirelim. Eğer bir Sayın Bakan olarak bundan haberiniz yoksa ben de ona söyleyecek bir söz bulamıyorum.

Evet, okul ihtiyaçlarını gidermişiz diyorlar bölgede. Özellikle eğitimde her şeyi otomatiğe bağlayan bir Bakan vardı ya, her şeyi otomatiğe bağlayıp gitti. YİBO’lar yapmak ve inşaat ihalelerini TOKİ’den okul ihalelerini yandaşlarına vermek spekülasyonlarına konu olan bir Millî Eğitim Bakanı vardı, biraz da bizim hemşehrimizdi. Yapılan YİBO’ların eğer istatistiklerinden bahsediyorsanız biz YİBO istemiyoruz, halk da YİBO istemiyor. Bugün bile YİBO öğrencilerinden biri intihar etmiş. YİBO’ların sorunlarının araştırılıp incelenmesine ilişkin bu Meclisin tutumu nedir, Bakanlığın tutumu nedir, buna ilişkin çözümleyici yaklaşım ne zaman sergilenecektir? Buna biz henüz bir cevap alamadık. Evet, YİBO’lar asimilasyon merkezidir. YİBO’lar çocuğu annesinden, babasından, ailesinden, yaşam çevresinden kopararak sistemin kul köle devşirme anlayışını benimseyen bireyleri yetiştirme merkezidir ve YİBO’larda öğrencilerin uğramış olduğu tacizleri artık dile getirmekten utanıyoruz. Öğrenci yurtlarında tacize uğrayan öğrencilerin uğradığı tacizleri dile getirmekten utanıyoruz. Siirt’teki olaydan utanıyoruz, Van Erciş’teki olaydan utanıyoruz ama utanması gereken biz değiliz bunu da biliyoruz. Buna çanak tutanların, bunu örtbas eden yargı güçlerinin, buna gizlilik kararı veren savcının, bu soruşturmayı engelleyen valinin, kaymakamın, bakanın, millî eğitim müdürünün, okul müdürünün, yetkilinin utanması lazım. Biz bir gün onu da utandıracağız.

Gencecik çocukları anne babalar ana şefkatiyle, baba şefkatiyle okula gitsin, eğitim alsın diye olanaksızlardan dolayı yurda koyuyorlar; şebekeler kuruluyor, bunlar fuhuş tuzağına düşürülüyor ve devlet güçleri bunları korumak yerine o olayın faili olan suçluları koruyor.

Düşünebiliyor musunuz, Erciş’te bir şebeke var; esnaf var içinde, polis var içinde, zabıta var içinde. Savcılık olaya gizlilik kararı veriyor, kaymakamlık, emniyet müdürü soruşturmayı engelliyor ve buna ilişkin basın açıklaması yapmaya gidiyoruz; MYK üyemiz, milletvekillerimiz, belediye başkanlarımız, sivil toplum örgütlerimiz, biz gidiyoruz. Yapacağımız şey bir basın açıklaması. Bir basın açıklamasıyla bu utancı kınayacağız ama biz engelleniyoruz.

Ben, o Van’ın milletvekilleri başta olmak üzere bizim bu konuda duyarlılığımızı belirteceğimiz basın açıklamasını “Biz polis gücü kullanırız, copla, panzerle, suyla dağıtırız.” diyenlere şunu belirtiyorum: Eğer bu utancın lekesi çizilmezse, çözülmezse biz de engelleriz. Ben engellerim; o engellemeyi yapan kişilerin Van’da elini kolunu sallayarak yürümesini engellerim milletvekili olsun, kim olursa olsun. Beş defa yaralandık biz.

Yapacağımız şey neydi? Basın açıklamasıydı. Basın açıklaması yapacağız diye bizler tacize uğruyoruz, bizler şiddete uğruyoruz.

Peki, çocuğunun hakkını savunacak ana babalar ne yapacaktır? Bunlar hakkını nasıl savunacaktır? Millî Eğitim olayı gizleyecek, soruşturma açmayacak, bir teftiş raporu olmayacak, emniyetten bu konuyla ilgili bir gözaltı olmayacak, gözaltına alınanlar serbest bırakılacak, savcı kimse hakkında suç duyurusunda bulunmayacak, aynı savcı bu konuyla ilgili açıklama yapan milletvekilleri hakkında anında fezleke düzenleyip milletvekillerinin yargılanması için Meclise gönderecek. Bunun neresi adalet? Bunun neresi demokrasi? Bunun neresi insanlık onuruyla bağdaşıyor? Peki, bu insanlar, devletin müdürüne, kaymakamına, valisine, savcısına, hâkimine güvenmeyecek kime güvenecek? Bu çocukların sorununu Millî Eğitim Bakanı çözmeyecek, İçişleri Bakanı çözmeyecek, Başbakan çözmeyecek kim çözecek? Eğer çözme yetkisi ve çözme etkisi yoksa o zaman “iktidarız” demenin bir anlamı yoktur. İktidar olmak eğer bir ildeki bütün kurumsal yapının ihalelerini kontrol etmekse bu konuda evet, iktidar kabul edilir. Bunu…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Saçmalamayın ya.

ÖZDAL ÜÇER (Devamla) – Sayın Bakan, sizi üslubunuz itibarıyla kınıyorum.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Böyle bir hakkın yok, böyle bir  şey olamaz.

ÖZDAL ÜÇER (Devamla) – “Saçmalama” diyen kişiye hakkım olur, sana da sormam. “Saçmalama” diyen…

SUAT KILIÇ (Samsun) – Genel Kurula hitap edin siz.

ÖZDAL ÜÇER (Devamla) – Ben Genel Kurula konuşuyorum. Ben hakkımı senden öğrenecek de değilim.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Böyle bir usul yok. Sayın Başkan, böyle bir usul yok, müdahale ediniz.

AYLA AKAT ATA (Batman) – Müdahale edin Sayın Başkan.

ÖZDAL ÜÇER (Devamla) – “Saçmalama” diyen Bakana müdahale edeceksin. Ne yapacaksın!

SUAT KILIÇ (Samsun) – Böyle bir usul yok Sayın Başkanım, böyle bir usul yok.

ÖZDAL ÜÇER (Devamla) – Var işte, kınıyorum da var. Saçmalayan sizsiniz.

AYLA AKAT ATA (Batman) – Sayın Bakanın da “Saçmalama” deme hakkı yok.

ÖZDAL ÜÇER (Devamla) – Evet, şimdi, eğer Millî Eğitimde yapılan ihaleler konusunda spekülasyon olduğunu iddia ediyorsanız, açalım bir araştırma önergesi, buyurun hemen şimdi verelim bir araştırma önergesi, ihaleler nasıl teklifsiz yapılıyor, kimlere peşkeş çekiliyor, bunları anında çözelim.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Savcılığa suç duyurusunda bulunun.

ERTEKİN ÇOLAK (Artvin) – Suç duyurusunda bulunun, suç duyurusunda var o senin dediğin.

ÖZDAL ÜÇER (Devamla) – Evet suç duyurusunda bulunduk.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Bulunun.

ÖZDAL ÜÇER (Devamla) – Çocuklarla ilgili de bulunuldu, savcılık gizlilik kararı verdi.

Bu konuyla ilgili, yargının da siyasi erkin baskısı altında olduğunu ifade ediyoruz.

Şimdi düşünün, Özalp’ta mahalle içinde oyun oynayan çocuklardan -kendi ifadelerinden bahsediyoruz, bizim verdiğimiz ifade değil, askerî savcının tutanağına işleyen ifadesinden bahsediyoruz. Biri, aralarına bomba atmış, kaçmış. On yaşından küçük çocuklar… Ve o kışla mahalle içinde, atış poligonu mahalle içinde ve o kışla, Mustafa Muğlalı Kışlası ve o Mustafa Muğlalı otuz üç kurşun katliamını yapan kişi ve o Mustafa Muğlalı Kışlasının isminin verildiği dönem AKP İktidarı dönemi.

Şimdi, çocukların askerler tarafından atılan bomba tarafından katledildiği iddia ediliyor bir taraftan, bir taraftan çocuklar YİBO’larda tacize uğruyor, bir tarafta eğitim istatistikleriyle Hükûmet farklı yapay söylemlerde bulunarak farklı vizyonlar oluşturmaya çalışıyor.

Tabii ki biz bütün çocuklarla ilgili sorunların Millî Eğitim Bakanlığıyla ilgili olmadığını biliyoruz. Bu konuda İçişleri Bakanlığının, Savunma Bakanlığının, Başbakanın bizzat kendisinin bu konuda zafiyetleri vardır ve bu zafiyetleri dile getiriyoruz. Bu çocukları koruyacak olan kim? Kim koruyacak bu çocukları?

Düşünün, “Terörle Mücadele Kanunu” diye bir kanun var, dünyaya ibret. Çocuklar taş attı diye onlarca yıl hapis cezası alıyor ama bomba atıp da bizzat kendi eliyle attığı bombayla öldürülen askerlerin ölümüne sebep olan kişiler sözüm ona yalın cezalarla geçiştiriliyor. Peki, siz çocuk olsanız, siz bu maddelerle yargılansanız ve siz o bombalarla, o panzerlerle, o coplarla darp edilseniz, katledilseniz siz demez misiniz ki “Ya, bu ülkede taş atmanın cezası bomba atmanın cezasından daha çoktur. İyisi mi, ben bundan sonra taş atacağım yere bomba atayım, cezası daha azdır.” diye düşünmez misiniz?

Şimdi, bizler şiddetsiz ve sömürüsüz bir toplum özlemiyle yaşayan ve bu yaşam özlemini bütün herkes için isteyen insanlarız. Burada belirttiğimiz sorunların çözümünün ana mercisi bu Meclistir. Sorunları görmezden gelerek, sorunları karmaşaya sevk ederek, acıların üstünü örterek ve hem iç politikada hem dış politikada bu toplumu savaşa sürükleyen politikalar üreterek biz tarihe olumlu anılarla ismimizi yazdıramayız bu Meclis olarak. AKP İktidarının bahsettiğimiz konuların tümüyle ilgili zafiyetleri vardır.

Bakın, bir savaş tırmanıyor, kim ne derse desin bir savaş tırmanıyor. Ölümler var, kan akıyor, canlar yere düşüyor, kızıl kan akıyor. Biz şunu çok iyi biliyoruz ki akan her damla kan bizim, toprağa düşen her can bizim, ölen her insan bizim insanımız, yara alan her can bizim canımız. Bu canları korumak bizim görevimiz. Bu savaşı durdurmak, bu ülkede halkların kardeşliği temelinde barışçıl, demokratik, özgür bir yaşamı tesis etmek bu Meclisin iktidarında olabilecek bir şeydir ama yok, savaş olsun, yok, biz İsrail’den “Heron”ları alalım, İsrail de bizden ettiği kârla Filistinlileri bombalasın diyorsak sesimizi keselim. Yok, biz savunma stratejisi iş birliğiyle İsrail’le ortaklık yapalım. Biz bütün silah sanayisine para vererek bütün harcamalarımızın yüzde 70’ine, yüzde 80’ine yakınını askerî bütçe olarak ayıralım, eğitime, sağlığa, sosyal güvenliğe, adalete bütçe ayırmayalım diyorsak, deniyorsa bu böyle devam etsin gitsin. Ve Kürtçe bir atasözü var, diyor ki: “…”(x) Türkçesi şu: “İki yumurtayı tokuşturursanız elbet biri kırılır.”

Şimdi, bu ülkenin eğitim sorunları çözülebilir sorunlar, sağlık sorunları çözülebilir, güvenlik sorunu çözülebilir, sosyal güvenlik sorunu çözülebilir, atanmayan öğretmenlerin sorunu çözülebilir, YİBO’da mağdur olan çocukların sorunu çözülebilir...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

ÖZDAL ÜÇER (Devamla) – Bu ülkede yoksulluk sorunu çözülebilir, bu ülkede yolsuzluk sorunu da çözülebilir, bu ülkede adalet de olabilir ama yeter ki insani onura sahip çıkılsın, yeter ki insanlık onuruna sahip çıkılsın. Maalesef, maalesef ki sekiz yıllık iktidar boyunca AKP Hükûmeti bunu yapmaktan aciz kaldı. Hiçbir sorunu çözemedi. Aksine sorunları karmaşıklaştırmaktan ve sorunları içinden çözülmek bir hâle getirmekten başka bir şey yapmadı. Bu ülkede yolsuzluk aldı başını gitti, bu ülkede yoksulluk aldı başını gitti, bu ülkede işsizlik aldı başını gitti, bu ülkede adaletsizlik aldı başını gitti. Bu ülke bu hâliyle kalkınamaz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÖZDAL ÜÇER (Devamla) – Selamlamak için söz...

BAŞKAN – Buyurunuz.

ÖZDAL ÜÇER (Devamla) – Evet, bu duygu ve düşüncelerle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. Umuyorum ki çocuklarımız, bugün bizlerin didiştiği bu coğrafyada insanlık onuruna yaraşır bir şekilde kardeşçe ve özgürce yaşama şansı bulabileceklerdir.

Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Üçer.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Akif Akkuş.

Buyurunuz Sayın Akkuş. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA AKİF AKKUŞ (Mersin) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 488 sıra sayılı Kanun Tasarısı hakkında Milliyetçi Hareket Partisi  ve şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, millî eğitim, bir ülkenin, çocuklarını ve geleceğini teminat altına alması demektir. Bu, 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu’nun genel amaçları içerisinde yapılan bir değişiklikle ortaya konmuş ve kısaca şu şekilde belirtilmiştir: “Atatürk inkılap ve ilkelerine bağlı, Türk milletinin millî, ahlaki ve insani kültürel değerlerini koruyan ve geliştiren, vatanını, milletini seven, insan haklarına ve Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı sorumluluklarını bilen yurttaşlar yetiştirmek; sağlıklı bir kişiliği olan, hür ve bilimsel düşünce gücüne sahip, topluma karşı sorumluluk duyan, yapıcı, yaratıcı yurttaşlar topluluğu ile onların ilgi, istidat ve kabiliyetlerini geliştiren, kendisine ve toplumuna faydalı olarak, Türk milletini çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı ve seçkin bir ortağı yapmaktır.”

                          

(x) Bu bölümde, Hatip tarafından Türkçe olmayan bir dille birtakım kelimeler ifade edildi.

Türk eğitim sistemi yukarıda belirtilen amaçları gerçekleştirecek şekilde düzenlenir. Genel ve özel amaçları gerçekleştiren Türk millî eğitimin ana unsurları, öğrenci, öğretmen, Bakanlık çalışanları olmak üzere, ahenkli bir çalışma düzeni içerisinde olmalıdır. Bu sayede, millî eğitimden beklenen sonuçların alınması mümkün olacaktır.

Her kurum ve kuruluşta olduğu gibi, yüz binlerce çalışanı ile büyük bir kurum olan millî eğitimde de bazı olumsuzlukların olduğu ve bu yaşanan olumsuzlukların giderilmesi ve olumsuzlukları olumlu hâle getirmek için Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde değişik kademelerde teftiş kurulları oluşturulmuştur.

Bu kurumun en dinamiğini öğretmenler oluşturmaktadır. Çünkü, Millî Eğitim Bakanlığı Teftiş Kuruluna girebilecekler öğretmenler olduğu gibi, Bakanlık bünyesinde ve okullarda yönetici olanlar da öğretmenler arasından seçilmektedir. Bu yüzden, bu aşamada öğretmen ve öğretmenlik üzerinde durmanın uygun olacağı kanaatindeyim.

Öğretmenlik, devletin eğitim, öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üstüne alan özel bir ihtisas mesleğidir. Öğretmenlik mesleği genel kültür, özel alan eğitimi ve pedagojik formasyon ile sağlanmaktadır. Ancak, tabii, burada şunu belirtmek gerekir: Geçtiğimiz dönemlerde öğretmen, öğretmen yetiştirilmesi ve öğretmen atanması hususlarında gereği gibi itina edildiğini söylememiz mümkün değildir. Bugün, hâlâ, millî eğitim camiası içerisinde ziraat mühendisleri, iktisadi ticari bilimler mezunları veya başka branşlardan mezun olmuş arkadaşlarımız öğretmenlik yapmaktadır ve bunların birçoğu da branş öğretmeni yahut ilköğretim öğretmeni olarak çalışmaktadır. Bu yüzden, öğretmenliğe bugüne kadar gereken hassasiyetin gösterilmediği kanaatindeyim. Hele AKP iktidarları döneminde öğretmenlik mesleği sıradan bir meslek hâline getirildi diyorum.

Günümüzün en önemli gücü bilgidir ve ekonomik, sosyal ve kültürel gelişimin temeli eğitimdir. Böylece, eğitim bütün sektörleri etkilemektedir. Eğitimin kapasitesinin artırılabilmesi için öğretmen yetiştirmeye ağırlık verilmeli ve onların lisans döneminde aldıkları formasyonların hizmet içi eğitimle devamı sağlanmalıdır. Aksi takdirde, Türkiye yokluk, yoksulluk içinde problemleriyle boğuşan, bırakın dünya medeniyetine katkı sunmayı kendisine bile faydası olabildiğince az olan bir ülke olmaya devam edecektir.

Eğitimle ilgili konuşan yetkililerimiz, konuşmaya başladıklarında “Mangalda kül bırakmaz.” tabirine uygun olarak son yedi yılda çok büyük gelişmeler kaydettiklerini daima belirtirler ancak istatistiklerin öyle demediği de açıktır. Eğitime ayrılan kaynağın çok büyük bir kısmı fiziki yapının güçlendirilmesine ve temel araştırmalar yapılmasında kullanılmaktadır. Bunların bir sonucu olarak da uluslararası alanda âdeta çuvallamaktadır. Eğitim-araştırma istatistikleri yapan PISA araştırmasına göre Türkiye yaklaşık 40 ülke içinde okumada sondan 7’nci, matematikte sondan 6’ncı, problem çözmede sondan 4’üncü, lise bitirmede sondan 3’üncü, eğitim harcamalarında ise sonuncudur. E, böyle olunca tabii ki bizim, ileriye dönük yetişsin ve Türkiye’yi bunlara gönül rahatlığı içerisinde emanet edelim diye düşündüğümüz gençlerimiz de maalesef iyi yetişmemektedir. Eğitimin kalitesini artırmak yerine okul binaları yapmak tercih edilmektedir. Sebebi ne? Okul binaları göz önünde, halbuki kalite rahatça gözden kaçırılabilmektedir. Yani, biz, bugün, Türkiye’yi idare eden AKP Hükûmetinden artık okullardan çok, eğitimin kalitesinin artırılması için çalışmalar yapmasını beklemekteyiz.

Bunun yanında il ve ilçelerde maalesef birçok okul politize bir görüntü sergilemektedir. Birçok müdür ve müdür vekili âdeta bir parti başkanı gibi çalışıyor. Öğretmenler sürekli değişen sisteme yabancılaşmış, idarenin suyuna gitmeye ve onlara entegre olmaya çalışmaktadır. Peki, böyle bir öğretmenden, yani düşüncelerini açıkça ortaya koyamayan bir öğretmenden, çocuklarımızı şahsiyetli, Türk millî eğitiminin amaçlarına uygun birer genç olarak yetiştirmesini bekleyebilir miyiz? Ancak şunu da unutmamak gerekiyor: Her şeye rağmen eğitim fakülteleri elindeki imkânlarla en iyi öğretmeni yetiştirmeye çalışıyor. Ancak mezuniyetten sonra Millî Eğitim Bakanlığının emrine verilen öğretmen kendini yenileyemiyor. Bunun maddi ve manevi birçok sebebi olmakla beraber, Millî Eğitim Bakanlığı kendi kadrosunu oluşturan öğretmenleri âdeta bir araç, bir eşya gibi görüyor, bundan da mutlaka vazgeçilmesi gerektiği kanaatindeyim.

Bugün, 650 bin civarında öğretmen bulunmaktadır fakat bir öğretmen standardının bulunduğundan bahsetmemiz maalesef mümkün değildir. Öğretmen atamalarında, kadrolu, sözleşmeli ve vekil öğretmen olarak atamalar yapılmaktadır. 70 bin civarında olan sözleşmeli öğretmenler ülkenin en ücra köşelerinde öğretmenlik yaparken, bir yandan da kadrolu öğretmen olmaya çalışmaktadırlar çünkü sözleşmeli öğretmen birçok ekonomik ve sosyal haktan yoksundur. Bunun yanında, bu öğretmenlerden istenen, diğer kadrolu öğretmenlerden hiçte farklı değildir. Yer değiştirme, yükselme, kıdem alma ve geleceğinden emin olma konularında bir belirsizlik içindedir sözleşmeli öğretmen; hâlbuki, kadrolu öğretmenden istenen çalışmalardan daha fazlasını yerine getirmeleri beklenmektedir. Bunun da birtakım sebepleri var tabii, çünkü eşya gibi görülen bu öğretmenlerin sözleşmeli öğretmenliğe devam edip etmemesi, amirlerinin, özellikle millî eğitim müdürlerinin iki dudağı arasında bulunmaktır. Sözleşmeli öğretmenlik uygulaması bu yüzden derhâl kaldırılmalı, öğretmen sınıfa, öğrencilerinin karşısına daha güvenli bir şekilde çıkmalı ve eğitim kalitesinin artmasına katkıda bulunmalıdır.

Bu arada, atanamayan öğretmen adayları ile ilgili olarak da kısaca şunları belirtmek istiyorum: Ülkemizde yeni kurulanlar da dâhil olmak üzere üniversitelerimizin birçoğunda eğitim fakültesi bulunmaktadır. Eğitim fakültelerinin diğer fakültelere nazaran kuruluş masraflarının az olması, mezunlarının en azından bir kısmının öğretmenlik kadrosuna atanabilmesi, daha kolay öğretim elemanı bulunması gibi özellikler eğitim fakültesi açılışını özendirmektedir.

Bugün eğitim fakültesi sayısı sekseni geçmiş bulunmaktadır ve buralardan her yıl binlerce yetişmiş öğretmen adayı mezun olmaktadır. Bu yeni mezun öğretmen adaylarının Türk millî eğitim kadrolarına bir an önce dâhil edilmesi eğitimin kalitesine katkıda bulunacaktır. Bu fakültelerimizden mezun olmuş yaklaşık 280 bin öğretmen adayı öğretmen olmayı beklemektedir. Buna karşılık, geçtiğimiz yıl, YÖK, aldığı bir kararla, fen edebiyat fakültesi öğrencilerinin dört yıllık eğitim süresi içerisinde pedagoji dersleri alarak öğretmen olmalarına imkân verdi, bu da önümüzdeki yıllarda öğretmen adayı sayısının daha da artacağını göstermektedir. Bu çocuklarımız yetişmiş olmalarına rağmen, ana, babalarının eline bakmaya devam edecek ve aylak bir şekilde dolaşacaktır. Bu durum, önümüzdeki yıllarda daha da vahim bir hâl alacak ve ülkenin sorunlarından birisinin daha da büyümesine sebep olacaktır. Ancak, yine istatistiklerin ortaya koyduğu, çalışmaların ortaya koyduğu bir gerçek var: Gerçekten, Türkiye’de okullarımızın hepsinde yeteri kadar öğretmen var mı? Yani, okullarımızda, il, ilçelerimizde ve köylerimizde bir öğretmen açığı yok mu?

Yapılan çalışmalar, norm kadroya göre 220 bin öğretmene daha ihtiyaç olduğunu göstermektedir. Peki, niye kullanılmıyor bu kadro? Niçin bu kadro yeniden ihdas edilip bu çocuklarımız buralara atanmıyor? Bu belli değil. Bir an önce bu kadroların kullanılabilir hâle getirilmesi ve yığılan öğretmen adaylarının bir kısmının bu kadrolara yerleştirilmesi öğretim kalitesinin artırılmasına katkı sağlayacağı gibi, daha da büyümeden bir sorun çözülmüş olacaktır.

Değerli milletvekilleri, millî eğitimimiz yeni nesilleri yetiştirmeye çalışırken çağdaş medeniyet unsurlarından da istifade etmeye çalışmaktadır, bunun sonucunda da Millî Eğitim Bakanlığımızda birtakım gelişme ve değişmeler yaşanmaktadır. Bu gelişim ve değişim sürecinde, Millî Eğitim Bakanlığı denetim sisteminde birtakım değişiklikler yapılması kaçınılmazdır. Malumunuz, belirli zaman aralıklarıyla millî eğitim şûraları toplanmaktadır. Bu şûralardan 17’ncisi toplandığında, şöyle bir teklif getirildi orada: İlköğretim müfettişliğinin “eğitim müfettişliği” adı altında yeniden yapılandırılması, oluşturulacak çalışma bölgelerinde görevlendirilmesi, kendi içlerinde rehberlik, denetim, araştırma, soruşturma, okul öncesi ve özel eğitim konularında uzmanlaşmaları gerektiğine yer verilmiştir. Tabii, bu teklif gerçekten önemli. Yani artık bizim, herhangi bir müfettişi gönderip hem okul yönetimiyle hem müfredatla ilgili konuları, branşlarla ilgili konuları, hepsini inceletmemiz doğru değil diye belirtebiliriz.

Görüşülmekte olan bu tasarıyla, Millî Eğitim taşra teşkilatlarında bulunan ilköğretim müfettişliği eğitim müfettişliği olarak değiştirilmek istenmektedir. Teklif edilen kanun tasarısının gerekçesinde, ilköğretim müfettişliğinin eğitim müfettişliği şeklinde yapılanması hâlinde teftiş hizmetlerinin fikir ve eylem birliği içerisinde gerçekleştirileceği, bütünlük ve derinliğin sağlanacağı, emek, zaman ve paranın boşa harcanmayacağı, görev ve yetki karmaşasını kaldıracağı, eşit işe eşit ücret ilkesinin gözetileceği, eğitimde kalitenin ve verimin artacağı belirtilmektedir. Bu değişikliğin yapılması bir zaruret hâlini almıştır. Bunun eğitim, öğretim kalitesine yansımasının yanında, denetimin hızlanması, yargı kararlarının aleyhe işlemesinin önlenmesi ve mali kazanım yanında müfettişlerin mali ve hizmet sınıflamalarında da iyileşme yönünde katkısı bulunacaktır.

Ortaöğretim kurumlarında, ilköğretim müfettişlerince soruşturma yapılamayacağı konusunda çok sayıda mahkeme kararı bulunmaktadır. Bu da ortaöğretim kurumlarındaki soruşturmaları sonuçsuz bırakmaktadır. Millî Eğitim Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığının verilerine göre, ortaöğretim kurumlarında yapılan denetim için mevcut eğitim-öğretim kadrosu sabit kaldığında on beş yılda bir, yani teftiş edilen bir okula, Millî Eğitimin bir kurumuna ancak on beş yıl sonra bir defa daha gitmek mümkün olabilmekte, orayı teftiş etmek mümkün olabilmektedir. Kurumlar için ise sekiz yılda bir sıra gelmektedir ki, bu, denetimi zayıflatmakta veya etkisiz kılmaktadır. Eğitim müfettişliği, denetimi hızlandıracak ve daha etkili hâle getirecektir. Ortaöğretim kurumlarının, eğitim müfettişlerinin görev alanına girmesi ile Ankara, İstanbul ve İzmir’den diğer illere gidilerek yapılan teftiş kalkacağından, yerinden denetim yapılacağından maliyetler düşecektir; aksi takdirde, binlerce liralık yolluk, yevmiye uygulaması gerekecektir.

Değerli milletvekilleri, bir müfettiş arkadaşım vardı, İzmir’de otururdu, böyle dört beş yılda bir de Konya’ya gelir ve orada teftiş yapar idi. Gerçekten müfettişler okula girdikleri zaman, girerken, o okulun amiri, Bakanlıktan gelmiş en yetkili kişi olarak okula girerler, âdeta müdürleri ve öğretmenleri titretirler ancak akşam oldu, okul dağıldı, bu müfettişlerimiz öğretmenevine gider, eski bir arkadaşıyla karşılaşırsa onunla biraz oturur yahut diğer müfettişlerle ne yaptıklarını tartışırlar, sonra bir yalnızlık içerisinde kalırlar ve odalarına çekilerek sabahın olmasını beklerler. Bunu, şunun için söylüyorum, gerçekten yaptıkları görev önemli bir görev, bunun yanında da son derece sıkıntılı bir görevdir, onu belirtmek istiyorum.

Devletin diğer kurumlarında görevli denetim elemanlarının tamamı “genel idare hizmetleri” sınıfında bulunmasına rağmen, Millî Eğitim Bakanlığında görevli eğitim müfettişleri “eğitim ve öğretim hizmetleri” sınıfında bulunmaktadır ve 3.000 ek gösterge alabilmektedirler. Hâlbuki diğer kurumlarda müfettiş unvanlı denetim elemanları, 3.600 ek göstergeye kadar ulaşabilmektedirler.

Değerli milletvekilleri, kanun tasarısıyla, 3797 sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un 53’üncü maddesinin üçüncü fıkrası değiştirilmiş ve aynı maddenin sonuna bir fıkra eklenmiştir. Bu yeni fıkralara göre, il millî eğitim müdürlükleri bünyesinde Eğitim Müfettişleri Başkanlığı oluşturuluyor. Bu müdürlüklerde görev alacaklardan, en az dört yıllık yükseköğrenim ve öğretmenlikte sekiz yılını tamamlamış olma ve yarışma sınavını başarmış olma şartları istenmektedir. Bu imtihanların, usulü dairesinde yapılması hâlinde, müfettişlik kurumuna faydalı olacağı kanaatindeyim. Ancak, eğer bunlar sulandırılırsa, bu, faydadan çok zarar getirecektir.

Bu kanun tasarısıyla, gündeme gelen hizmet bölgelerinde iki yıldan az olmamak üzere görevde bulunulması esas alınmıştır. Eğitim müfettişleri ve eğitim müfettiş yardımcılarının görev alanını, branşlara ilişkin inceleme ve soruşturmalar hariç olmak üzere, her derece ve türdeki örgün ve yaygın eğitim kurumlarının teftiş, denetim, iş başında yetiştirme, inceleme, araştırma ve soruşturma hizmetleri oluşturmaktadır. Bunlara ait usul ve esasların da bir yönetmelikle düzenleneceği esası getirilmektedir.

Değerli milletvekilleri, tabii, burada bir isim değişikliği söz konusu oluyor yani “ilköğretim müfettişliği” adı “eğitim müfettişliği” hâline geliyor; bir de 3.000 olan ek göstergenin son aşamada 3.600’e çıkması hakkı veriliyor. Ancak, burada bir de eğitim müfettişlerine yeni birtakım hakların daha verilmesi de uygun gibi geliyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

AKİF AKKUŞ (Devamla) – Gerçi bu kanunla bunun verilmesi şu anda mümkün değil. Bu eğitim müfettişlerinin makam tazminatından yararlanmalarını da yine bu kanun teklifinin içerisine keşke yerleştirebilsek ama yerleştiremiyoruz.

Değerli milletvekilleri, bu kanuna tabii biz olumlu oy vereceğiz ancak bu son birkaç gündür öğretmenlerden çok değişik mesajlar gelmekte, mesajlar almaktayız. Bunlardan bir tanesi: “Öğretmenliğinin bir aşamasında askerlik görevi olarak Millî Eğitim kurumlarında yahut devletin diğer kurumlarında öğretmenlik yapanların zorunlu çalışma süresi, hizmet süresinin hesabında dikkate alınır.” denmesine rağmen -24’ünde yayımlanan bir genelgede bu belirtiliyor- 26’sındaki genelgede de diyor ki: “Bu zorunlu çalışma süresi, hizmet süresinin hesabında dikkate alınmaz.”

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi bağlayın.

AKİF AKKUŞ (Devamla) – Bağlayayım efendim.

Bunun da mutlaka gözden geçirilmesi gerekiyor.

Ben, belirttiğim gibi, bu yasaya olumlu oy vereceğimizi ifade ediyor ve ülkemize hayırlı olması dileğiyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Akkuş.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Bitlis Milletvekili Cemal Taşar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Taşar.

AK PARTİ GRUBU ADINA CEMAL TAŞAR (Bitlis) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 488 sıra sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında grubum adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, sözlerime başlamadan önce, Filistin’e insani yardım amacıyla yola çıkan yardım filosuna İsrail devleti tarafından terörist bir saldırı yapılmıştır; insani amaçlarla Gazze’ye yardım götürmekte olan gönüllülere uluslararası sularda yapılan ve tüm dünyanın vicdanını yaralayan bu saldırıyı şiddetle kınıyor ve lanetliyorum. İnsani yardım gemilerine yapılan bu saldırıda şehit olanlara Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, Millî Eğitim Bakanlığı, globalleşen dünyada meydana gelen  sosyal ve ekonomik gelişmelerin ışığında, bilim ve teknolojinin gereklilikleri doğrultusunda vizyonunu ortaya koymuştur. Bu vizyon çerçevesinde birçok yenilikler uygulamaya koyarak yarınımızın teminatı sevgili gençlerimize ve çocuklarımıza gelişmiş ülkelerdeki akranlarının seviyesinde, hatta daha üst seviyede imkânlar oluşturmak için birçok ilki hizmete sunmuş bulmaktadır.

Bilginin hızlı değişimi, bilim ve teknolojideki gelişmeler, nitelikli insan yetiştirme ihtiyacının daha yoğun hissedilmesine neden olmuştur. İktidarımız, bu anlayıştan hareketle, bütçede sekiz yıldır en büyük payı ve önceliği Millî Eğitim Bakanlığına ayırmıştır. Ayrılan bu pay, kuruşu kuruşuna yerinde, zamanında, en etkin ve en verimli biçimde kullanılmıştır. Okul öncesinden yükseköğretime kadar, reform niteliğinde köklü çalışmalar yapılmıştır. Yapılan bu çalışmalar ülkemizi aydınlık yarınlara taşıyacaktır. Kısaca, elli yılda yapılamayan hizmetler, hizmet aşkıyla yola çıkan AK PARTİ hükûmetleri döneminde, sekiz yıl içinde gerçekleştirilmiştir. Bütün Türkiye’de olduğu gibi Van ili için de tarihinde yapılmamış yatırımlara imza atanları buradan alkışlıyorum.

Rakamlarla ifade edecek olursak: Okul öncesi okullaşma oranı 2002’de yüzde 11 iken 2010’da yüzde 38,5’e, ilköğretimde okullaşma oranı 2002’de yüzde 90,98 iken 2010’da yüzde 98,17’ye yükseltilmiştir, hedefimiz yüzde 100’dür. Ortaöğretimde yine yüzde 50,57 iken 2010’da 64,95’e yükseltilmiştir. Yükseköğretimde 2002’de yüzde 14,69 iken bugün açık öğretimle birlikle yüzde 40’lara ulaşmıştır.

2002’den bugüne kadar millî eğitimde fiziki anlamda ciddi çalışmalar yapıldı. Sadece fiziki anlamda değil nitelik anlamda da çok ciddi çalışmalar yapıldı, arzu ederseniz birkaç tanesini sayayım: 856 tane anaokulu yapıldı, 2.058 ilköğretim okulu, 110 tane YİBO. Nedense hep bu YİBO’lar tartışılır, hep eleştirilir. Doğrudur, daha kaliteli hâle getirilmelidir ama YİBO’lar, bölgemizin ve Türkiye’mizin okulu olmayan köylerdeki çocuklarımız için birer meşaledir. Bendeniz de bu okullardan geçmiş bir kardeşinizim. 114 Anadolu öğretmen lisesi, 518 genel lise, 569 Anadolu lisesi, 37 fen lisesi, 34 güzel sanatlar lisesi, 18 sosyal bilimler lisesi -tarihinde ilk defa açılmış Türkiye’de- 43 bilim sanat merkezi, 1.414 muhtelif meslek lisesi -alt türlerine göre bunlar- yine 142 özürlü çocuklarımız için okul açılmıştır. Nitelikli lise sayısı ülkenin her tarafına yaygınlaştırılmıştır. Böylece 5.913 resmî ve ayrıca 1.390 adet özel okul açılarak sisteme toplam bu süre içerisinde 7.303 okul kazandırılmıştır. Bu işlerin tamamı şeffaf bir ortamda yapılmıştır. Yapılanları görmeyip karalamaya çalışmak kimseye bir şey kazandırmaz. Milletimiz yaptıklarımızı görüyor. “Kişinin ayinesi iştir, lafa bakılmaz.” derler.

Değerli milletvekilleri, 2003 yılından bugüne kadar 26 bini hayırseverler tarafından olmak üzere -hep övünerek söylüyoruz- 142 bin derslik yapılmıştır. 2003-2010 yılları arasında 42’si devlet, 28 vakıf üniversitesi olmak üzere 70 yeni üniversite kurulmuştur. Her ilimize üniversite kurulmuştur, insanlarımızın hayali gerçekleşmiştir. Böylece dönemimizde üniversite sayısı 146’ya ulaşmıştır, inşallah bunun devamı da gelecektir. Nereden nereye diyoruz.

Değişik nedenlerle kapatılan köy okullarımız onarılmış ve çocuklarımızın hizmetine sunulmuştur, 2 binden fazla.

Öğretmenevleri özelleştirme kapsamından çıkarılmış ve ilave olarak, öğretmen arkadaşlarımızın rahat bir ortamda oturabilmeleri, zamanlarını geçirebilmeleri ve faydalanmaları için 79 öğretmenevi yeniden yapılmıştır.

Yine, kaliteli bir eğitim için 2003-2009 yılları arasında 8.558 ilköğretim ve 6.040 ortaöğretim kurumuna kimya, biyoloji, fen ve yabancı dil laboratuvarları kurulmuştur. Bu süre içinde 7.181 adet yeni kütüphane kurulmuştur. Yavrularımızın günün şartlarına göre yetişmesi için 1.355 adet bilişim teknolojisi destekli fen laboratuvarı kurulmuştur ve yine 1.750 tanesi için de ihale yapılmıştır, en kısa zamanda kurulumları gerçekleştirilerek öğrencilerimizin hizmetine sunulacaktır.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, üniversitelerin öğretim elemanı ve kamu kurumlarının uzman personel ihtiyacını karşılamak üzere yurt dışına hükûmetlerimiz döneminde şu ana kadar 1.460 öğrenci gönderilmiş, bu öğrencilerimiz dünyanın birçok ülkesinde yüksek lisans ve doktora eğitimini yaptıktan sonra inşallah Türkiye’ye geri dönecekler ve yine bu sene de 820 öğrenci gönderilecektir.

Burası çok önemli değerli arkadaşlar: 8 derslikli ve üzeri tüm okullarımıza 29.428 bilişim teknolojisi sınıfı kurulmuş ve 738.784 adet buralara bilgisayar gönderilmiştir. Hani hep niteliğe, hep kaliteye yönelik bir şey yapılmıyor deniliyor ya, bunları rakamlarıyla ortaya koymak açısından bunları duyalım ve görelim.

Altyapısı uygun olan bütün okullarımız web adresi almış ve 36.082 kuruma İnternet bağlantısı yapılmıştır. Bütün çocuklarımızın artık bir adresi vardır. Globalleşen dünyada çocuklarımız İnternet’i en üst düzeyde kullanarak bundan fayda sağlamaktadır.

Çocuklarımız, velilerimiz kitap peşinde koşmasın diye, zamanlarını burada harcamasın diye ücretsiz ders kitabı projesi kapsamında 2003 yılından bugüne kadar 926 milyon 651 bin 533 adet kitap okulların açılışıyla birlikte sevgili öğrencilerimizin masalarına bırakılmıştır. Bunları görmemek mümkün değil.

Özel eğitime muhtaç çocuklarımızın eğitimi için bu Hükûmet seferber olmuş, gerek özel eğitim kurumlarında gerekse devlet eliyle hiçbir çocuğumuzu eğitim dışında bırakmamak için çalıştık. Okula gelemeyecek durumda hasta olan çocuklarımızın ya hastanede ya da evde eğitimlerini sağlamak için seferber olduk. Daha düne kadar bu çocuklarımızı evlerinde saklayan, onları toplum içine çıkarmayan ailelerimiz bizim bu yaklaşımımızla artık onları kendi kendine yeter hâle gelebilecek şekilde eğitime, eğitim anlayışına kazandırmışlardır.

Örgün ve yaygın eğitimde 1968 yılından beri uygulanmakta olan artık köhnemiş, zamanını doldurmuş müfredat programı bu dönemde değiştirilmiştir ve günümüzün şartlarına uyarlanmıştır. İlgili ders kitaplarının hemen hemen tamamı müfredata göre çıkarılmıştır. Kısaca Millî Eğitim her alanda hayal edilemeyenleri hayata geçirmiş, milletimizin hizmetine sunmuştur.

Öğretmen arkadaşlarla ilgili, atamalarla ilgili, buraya çıkan arkadaşlarımız sürekli bir şeyler söylüyor. Değerli arkadaşlar, bakın, 2003’ten bu tarafa kamuya ayrılan personelin yüzde 50’si Millî Eğitim Bakanlığına ayrılmıştır. Yani aslan payı kimin olmuş? Millî Eğitim Bakanlığının olmuş. 2003 yılından bugüne 158.022 kadrolu ve 70 bin sözleşmeli olmak üzere 228.022 öğretmen alımı yapılmıştır. İnşallah 2010 yılı içinde de 10 bini haziran ayında olmak üzere toplam 40 bin öğretmen alınacaktır.

Sadece bu öğretmenlerin alımıyla ilgili değil, geçmişinizi, lütfen şöyle hafızalarınızı bir yoklayın, bu öğretmen arkadaşlarımız sisteme alınacakları zaman çektikleri eziyetleri, sıkıntıları, kuyrukları şöyle bir düşünün ama şimdi, artık evinde, İnternet’in başında tıklamayla bütün sisteme girebiliyor, puanını biliyor ve bütün bu atamalar şeffaf ve berrak bir ortamda gerçekleştirilmektedir.

Eğitimin fedakâr kahramanları sevgili öğretmen arkadaşlarımın özlük haklarında bu dönemde ciddi anlamda, imkânlar dâhilinde, iyileştirilmelere gidilmiştir ama hemen şunu belirtmem gerekir ki biz bu arkadaşlarımıza ne kadar iyileştirme yönünde her yönüyle çalışma yaparsak azdır diyorum, iyileştirmelere devam edilmelidir diyorum.

Daha dün, Komisyonumuzda, öğretmen kariyer basamaklarıyla ilgili yasa geçti, inşallah en kısa zamanda Genel Kurulumuzda yüce Meclisimizin takdiriyle de geçer ve öğretmen arkadaşlarımız da kendilerini yeniler ve bu haktan faydalanmış olurlar.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, Millî Eğitim Bakanlığı bu sekiz yıl içerisinde birçok kampanyalara imza attı. Bunlardan biriki tanesini sizlerle paylaşmak istiyorum. “Haydi Kızlar Okula” kampanyasıyla Türkiye’de okula gidememiş, okulla tanışamamış 350 bin kızımızın okula devamı sağlanmıştır. “Ana Kız Okuldayız” ve diğer kampanyalarla bu süre içerisinde değişik nedenlerle okula gidememiş yetişkin insanlarımızdan 750 bin kişinin okuryazar olması sağlanmıştır. Şartlı nakit transferiyle okula giden ama ihtiyacını karşılayamayan ihtiyaç sahibi 9 milyon 413 bin 525 öğrencimize bugüne kadar 1 katrilyon 614 trilyon lira para ödenmiştir. Bunları küçümsemek, bunları görmemek, dünyaya, ışığa gözlerini kapamak demektir.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, son on-on beş yıl zarfında Millî Eğitim Bakanlığında kurumsal anlamda önemli değişiklikler olmuştur. Daha önce sistemimizde “ilk ve ortaokullar” diye birimlerimiz vardı ama son yıllarda sekiz yıllık eğitime geçmeyle birlikte bu kurumlar isim ve fizik olarak yerini ilköğretim okullarına bırakmıştır. Okul öncesi eğitimi zorunlu eğitim kapsamına getirme sürecine girilmiştir.

Millî Eğitim Bakanlığımızın denetim sisteminin kalite, verimlilik ve etkinlik açısından yeniden gözden geçirilmesi ihtiyacı hasıl olmuştur. Millî Eğitim Bakanlığı denetim sisteminin bakanlık müfettişleri ile ilköğretim müfettişleri tarafından yürütüldüğü malumlarınızdır. İlköğretim müfettişi arkadaşlarım on yıllardır arzuladığı, hedeflediği yapıya bugün kavuşacak. Bu özlemi inşallah bugün yüce Meclisin takdiriyle onlara mutlu bir gün olarak yaşatacağız. Bu güzelliğin de yine AK PARTİ Hükûmetine nasip olmasından eski bir ilköğretim müfettişi olarak gurur ve onur duymaktayım.

İlköğretim müfettişi unvanı -Millî Eğitim Bakanlığı teşkilat yapısı- yaptığı işle uyumlu olmadığından yeni bir unvan altında ve yeni görev alanları tanımlamasına ihtiyaç duyulmuştur. Bu tespitler ışığında ilköğretim müfettişliği unvanı yerine eğitim müfettişliği unvanının kullanılması ve özlük haklarının yeniden düzenlenmesi hukuki bir zorunluluk olarak da ortaya çıkmıştır. Bu yasayla ilköğretim müfettişi unvanı eğitim müfettişi, ilköğretim müfettişi yardımcısı unvanı ise eğitim müfettişi yardımcısı olarak değiştirilecektir. İlköğretim müfettişleri “eğitim öğretim hizmetleri” sınıfından çıkarılıp “genel idare hizmetleri” sınıfına dâhil edilmiştir, görev alanları ve göreve alım şartları ilk defa kanunla düzenlenir hâle gelmiştir.

Hâlen sistemde 2.585 ilköğretim müfettişi ve 640 ilköğretim müfettişi yardımcısı görev yapmaktadır. Bu arkadaşlarımızın ek gösterge rakamları 3 binden 3.600’e yükseltilmiştir. Kendilerine hayırlı olsun diyorum.

Başta çalışanların hak kayıplarının telafisi olmak üzere yeni yasal düzenlemenin denetimde bir bütünlük sağlayacak hem daha etkili bir denetim ve verimlilik imkânı verecek ve eğitimde kaliteyi artıracak olması bakımından da büyük önem taşıdığını vurgulamak istiyorum.

Bu eski adıyla ilköğretim müfettişi, yeni adıyla eğitim müfettişi arkadaşlarımız yirmi tür kurumun denetimini yapıyorlar. Ayrıca, ilde valiliğin verdiği diğer soruşturmaları, diğer incelemeleri yapıyorlar. Hiç durmadan en ücra köyümüze kadar uzanan bu arkadaşlarımızın moral ve motivasyonunun yükselmesi, denetimde, rehberlikte, incelemede kalitenin gelmesi için böyle bir kanuna ihtiyaç vardı, hatta gecikmişti.

Bu yasanın eğitim sistemini daha kaliteli bir düzeye getireceğine inanıyor, bu duygu ve düşüncelerle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Bu kanunun bütün taraflara hayırlı olmasını diliyorum.

Saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Taşar.

Sayın milletvekilleri, on beş dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 16.01

 

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 16.17

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Harun TÜFEKCİ (Konya)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 111’inci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

488 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Tasarının tümü üzerinde şahsı adına şimdi söz sırası Van Milletvekili Kerem Altun’a ait.

Buyurunuz Sayın Altun. ( AK PARTİ sıralarından alkışlar)

KEREM ALTUN (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 488 sıra sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerine söz aldım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, teftiş kavramı çoğunlukla yoklama, izleme, gözetleme, inceleme, araştırma, kontrol, denetleme ve rehberlik sözcüklerinin anlamlarını bir arada içermekte ve bu anlamların her birini ayrı ayrı ya da birlikte karşılamak üzere kullanılagelmektedir. İster amacı yalnızca kontrol olan, emir ve otoriteye dayanan, gelişigüzel ve kişisel önerilerle sorunlara çözüm bulmaya, gelenekçi yöntemlere ağırlık verilsin -ki, bu anlayışı benimsemiyoruz- isterse çağdaş, bilimsel teftiş ilke ve yöntemlerinden yararlanılsın, teftiş, dünyada var olan hiçbir düzenin vazgeçemeyeceği bir araçtır. Kurumlar varlıklarını sürdürdüğü sürece teftiş de var olacaktır.

Eğitimde teftişin amaçları ve görevleri göz önüne alınarak çeşitli tanımları yapılmıştır. Teftişin genel tanımı, kamu yararı adına davranışı kontrol etme yöntemidir. Planlı ve kapsamlı bir süreç olan eğitim sürecinin işlevini yerine getirebilmesi için çalışmaların örgütlenmesi, planlanması, iş bölümü ve koordinasyonu gereklidir. Bireye genel ve özel davranışlar kazandırmayı amaçlayan eğitim hedeflerini gerçekleştirme derecesini ortaya koymak için planlı ve programlı olarak kontrol edilmesi, değerlendirilmesi, bir başka deyişle teftişi zorunludur.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na göre eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin gözetim ve denetimi altında yapılmaktadır. Devletin gözetim ve denetim yetkisini Millî Eğitim Bakanlığı kullanır. Millî Eğitim Bakanlığı bu görevi, yükseköğretim düzeyinde Yükseköğretim Kurulu, ilköğretim ve ortaöğretim düzeyinde teftiş kurulları eliyle yürütmektedir. Millî Eğitim Bakanlığımıza bağlı kurumlarımızın teftiş ve rehberliği, Bakanlık merkez teşkilatı içinde örgütlenen Bakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığı ile illerde millî eğitim müdürlüklerinin bünyesinde oluşturulan ilköğretim müfettişleri başkanlığı tarafından yürütülmektedir.

Görev alanları ile ilgili iş ve işlemleri genel mevzuatlarının yanında özel mevzuatı olan ilköğretim müfettişlerinin taşıdıkları unvan, son yıllarda kurumsal anlamda önemli değişiklikler gerçekleştirmiş Millî Eğitim Bakanlığının bugünkü yapısıyla uyumlu olmadığından, yeni unvan adı altında yeni görev alanları belirlenmesi ihtiyacı doğmuştur. Bu tasarının ana gerekçelerinden birisi budur, yani ilköğretim müfettişliği, “eğitim müfettişliği” adı altında yeniden yapılandırılmaktadır. Millî Eğitim Bakanlığının denetim sisteminin, kalite, verimlilik ve etkinlik açısından gözden geçirilen yenilik çalışmalarından birisidir. Bu tasarıyla “eğitim müfettişi” unvanı yerinde ve olması gereken bir değişimdir çünkü ilköğretim müfettişlerinin görev alanının yüzde 50’sini ilköğretim kurumları oluştururken yüzde 50’sini Millî Eğitim Bakanlığına bağlı diğer kurumlar oluşturmaktadır; dershaneler, kurslar ve benzeri.

Bu müfettişlerimiz yani ilköğretim müfettişlerimiz, ülkemiz coğrafyasının en ücra köşelerine, yerleşim birimlerine kadar götürülen eğitim-öğretim hizmetlerinin en iyi şekilde sunulmasını sağlamak için çaba göstermektedirler. Bu tespitlerin ışığı altında “ilköğretim müfettişliği” unvanı yerine, “eğitim müfettişliği” unvanının kullanılması ve özlük haklarının yeniden düzenlenmesi hukuki bir gereklilik olarak ortaya çıkmıştır.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, insana yapılan yatırım geleceğe yapılan en büyük yatırımdır. Soğuk savaş döneminin basmakalıp ideolojileriyle eğitimin meselelerine yaklaşmak eğitimi katletmektir sanırım. Bizler, millî eğitimin meselelerine ideolojik değil, pedagojik yaklaşmak zorundayız. Biz biliyoruz ki değişim ve gelişime kapalı olan anlayış, alışkanlıklarının esiri olarak çözüm yerine zihinleri bulandırarak sorun üretirler, iş yerine laf üretirler yüksek perdeden. Aristo “Sözün en güzeli, söyleyenin doğru olarak söylediği, dinleyenin de yararlandığı sözdür.” der. Topluma yol göstericiler, söylediklerini yapan ve yapabileceklerini söyleyen insanlardır. Günlük kısır döngüler üzerinde geleceği ipotek almaya hiç kimsenin hakkı olamaz. Eğitim politikalarında başarı da başarısızlık da, başta yüce Meclis olmak üzere sorumluluk makamında bulunan herkese, her kuruma aittir. Başarı mutluluk ve refaha, başarısızlık ise toplumsal kaosa neden olur.

İlköğretim müfettişlerinin daha rahat ve huzurlu çalışabilmelerine, eğitim sistemine daha fazla katkı sağlayacak müfettişlerimizi motive ederek verimliliklerini artıracak bu kanun teklifi için katkı verecek bütün değerli arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, biraz önce bir sayın hatip yanlış bilgilerle, gerçeği yansıtmayan şekilde Van milletvekillerini itham etmiştir. Doğrusu bunu cevaplandırmaya değer bulmuyorum. Ziya Paşa ünlü hicvinde şöyle der: “Onlar ki laf ile verirler dünyaya nizamat. Bin türlü ayıp bulunur hanelerinde.”

Bu duygu ve düşüncelerle bu tasarının ilköğretim müfettişlerimize hayırlı uğurlu olmasını diliyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AYLA AKAT ATA (Batman) – Doğru, bir ayıp var ortada, o da sizin ayıbınız.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Altun.

Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu.

Buyurunuz Sayın Çubukçu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama başlamadan önce ben de Filistin Gazze’ye yardım amaçlı yola çıkan ve otuz iki ülkeden yardım gönüllüsüyle dolu olan gemiye yönelik İsrail saldırısını, hukuka aykırı olarak gerçekleştirilen ve insan hayatını hedef alan bu insanlık dışı olayı kınıyor ve hayatını kaybeden tüm gönüllülere Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı, yaralı tüm gönüllülere de acil şifalar diliyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün burada Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’na ilişkin söz aldım ve sizlerin de bildiği gibi, yönetimin sürekli gelişim ilkesinden hareketle Millî Eğitim Bakanlığı da çağın gereklerine uygun sürekli ve yeniden yapılanmaktadır.

Bakanlığımızın denetim sisteminin de kalite, verimlilik ve etkinlik açısından yeniden gözden geçirilmesi de bu kapsamda yapılan çalışmalardan birisidir. Personel yoğunluğu ve dağınık bir teşkilat yapısı olan Bakanlığımızda denetim sistemi hâlen -kendi görev alanları sınırlılığında olmak üzere- Bakanlık müfettişleri ile ilköğretim müfettişleri tarafından yürütülmektedir. 2.585 ilköğretim müfettişi ve 640 ilköğretim müfettiş yardımcısı olmak üzere 3.225 kişi aktif olarak denetim hizmetlerini sürdürmektedir.

İlköğretim müfettişliğine yapılan atamalarda, diğer denetim elemanları gibi bir süre öğretmenlik yapmak, dört yıllık yüksekokul mezunu olmak, yarışma sınavında başarılı olmak gibi şartlar aranmaktadır. Ancak, ilköğretim müfettişlerinin kanunla diğer denetim elemanları kapsamına alınmasına, atama şartları, görev alanları bakımından diğer denetim elemanlarıyla benzerlik göstermelerine rağmen, maalesef, özlük hakları bakımından farklılıklar arz ediyordu. İşte, bugün, ilköğretim müfettişliği ile öğretmenliğe atanmada farklı ölçütler olduğu hâlde, ilköğretim müfettişleri öğretmenlikte sahip oldukları ek gösterge üzerinden emekli olabilmektedirler. Bu uygulamanın adil olmadığı ve hak kaybına neden olduğu bir gerçektir. Bu nedenle, bugün buraya getirdiğimiz yasanın da tüm muhalefet partileri tarafından destekleniyor olması da bu açıdan önemlidir, kendilerine teşekkür ediyorum.

Öte yandan “ilköğretim müfettişi” unvanı Millî Eğitim Bakanlığı teşkilat yapısı işle uyumlu olmadığından yeni unvan adı altında bir yeni görev tanımlamasına da ihtiyaç duyuyorduk. Yasal ve yönetsel metinlerdeki aynı ve benzeri konulardaki hükümlerin paralellik oluşturması, yapılacak olan bu değişikliklerin ve konuların bütünlük içerisinde uygulanabilmesi için, Millî Eğitim Bakanlığında diğer kamu kurum ve kuruluşlarıyla uyumlu yasal düzenlemelerin yapılmasını gerekli kılıyor.

Bu tespitlerin ışığında, “ilköğretim müfettişliği” unvanı yerine “eğitim müfettişliği” unvanının kullanılması, özlük haklarının yeniden düzenlenmesi hukuki bir gerçeklik olarak ortaya çıkmıştır.

Bu konuda 17’nci Millî Eğitim Şûrası’nda da kararlar alınmış ve “eğitim müfettişliği” adı altında yeniden yapılandırılması önerilmiştir.

Yeni düzenlemeler doğrultusunda yeni oluşturulacak olan çalışma bölgelerinde görevlendirilmeleri, kendi içlerinde rehberlik, yönetim, denetim, araştırma, soruşturma, okul öncesi ve özel eğitim gibi alanlarda uzmanlaşmaları gerektiğine de yer verilmiştir. Söz konusu Şûra’da alınan kararlar ve öneriler de dikkate alınarak bu tasarı hazırlandı. Tasarıda “ilköğretim müfettişi” unvanı “eğitim müfettişi”, “ilköğretim müfettiş yardımcısı” unvanı ise “eğitim müfettiş yardımcısı” olarak değiştirilmesi, eğitim müfettişleri ve eğitim müfettiş yardımcılarının alanlarında uzmanlaşmalarının sağlanması ve her hizmet bölgesinde en az iki yıl görev yapmaları, eğitim müfettişleri ile eğitim müfettiş yardımcılarının görev alanlarının, il ve ilçe millî eğitim müdürlükleri ve ortaöğretim kurumlarının rehberlik ve denetimi altında ve bu kurumlarda görev yapan öğretmenlerin branşlarına ilişkin inceleme ve soruşturmaları hariç olmak üzere, her derece ve türdeki örgün ve yaygın eğitim kurumlarının rehberlik ve işbaşında yetiştirme, denetim, değerlendirme, inceleme, araştırma ve soruşturma hizmetlerini yürütecek şekilde belirlenmesidir.

4’üncü maddeyle, eğitim müfettişleri ve eğitim müfettiş yardımcılarının hizmet bölgelerini oluşturuyoruz; bu bölgelerde çalışma sürelerine, eğitim müfettişleri başkanlığının görev, yetki ve sorumlulukları ile çalışmalarına, eğitim müfettişleri ve eğitim müfettiş yardımcılarının nitelikleri, sınav ve yetiştirme şekilleri ve yer değiştirmelerine ilişkin usul ve esaslar düzenleniyor.

5’inci maddeyle, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda yapılan değişiklikle eğitim müfettişleri ve eğitim müfettiş yardımcılarının eğitim ve öğretim hizmetleri sınıfından genel idare hizmetleri sınıfına geçirilmeleri ve bunlara bağlı olarak da, paralel olarak da birinci dereceden aylık alanlar için ek gösterge rakamının 3.000’den 3.600’e yükseltilmesi öngörülüyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; benden önce söz alan sayın milletvekillerinin de değindiği birkaç hususa kısaca cevap vermek suretiyle konuşmamı tamamlamak istiyorum. Özellikle muhalefet milletvekillerinden bazıları eğitim alanını ele alırken, son sekiz yılda hiçbir şey yapılmadığını, eğitim hizmetlerinin tamamen geriye gittiğini… Dolayısıyla bu konuda çok sert bir şekilde ve gerçekten, birçok çalışmanın üstü çizilmek suretiyle bir değerlendirme yapıldı.

Bitlis Milletvekilimiz Cemal Taşar eğitimle ilgili birtakım göstergelere ve verilere çok ayrıntılı olarak girdi. Ben girmeyeceğim ama her şeyden önce şunu söylemek isterim ki son yedi buçuk yılda eğitime ayrılan bütçe ilk kez, cumhuriyet tarihinde ilk kez bizim dönemimizde birinci sıraya yerleşti. Okullaşma oranlarında… İlköğretim başta olmak üzere yüzde 100’e yaklaşan okullaşma oranları bizim dönemimizde yakalandı. Özel eğitime ihtiyaç duyan engelli çocuklarımızın eğitimine yönelik olarak yapılan çalışmalar, özel eğitim ve rehabilitasyon hizmetlerine yönelik hizmet satın alınması bu dönemde gerçekleştirildi. Artık, aileler, özürlü çocuklarını evlerinde saklamıyorlar, bunları okullara gönderiyorlar, mesleki eğitim dâhil olmak üzere eğitim alıyorlar.

Bugün kaynaştırma eğitimi çerçevesi içerisinde neredeyse sıfıra yakın öğrenci eğitim kurumlarındayken 70 bine yakın öğrencimiz eğitim alıyor.

Kız çocuklarının okullaşma oranlarında elde ettiğimiz başarı ortada.

Öğretmen atamaları ve öğretmen atamalarına ilişkin sayılar paylaştık ve 40 bin yeni atamayı da haziran ve ağustos aylarında gerçekleştireceğiz. Çok yakın bir tarihte, bu hafta veya önümüzdeki hafta ilave kadro ihdas kanunumuz da bu Parlamentonun huzuruna gelecek.

Hepinizin bildiği gibi, önce ilköğretim okullarında başlayan, daha sonra ortaöğretim kurumlarını da kapsayan ücretsiz ders kitabı dağıtma uygulamamız… Gerçekten, bütün Türkiye’de öğrenciler okulların başladığı gün masalarında ders kitaplarını buluyorlar. Bunun ücretsiz olarak dağıtılmasının yanı sıra, ailelerin birçoğunun ders kitabı temini için… Neredeyse okulun ilk ayları bile ders kitapları temin edilemeden ve dersler aksatılarak eğitimin yürütüldüğü göz önüne alınırsa, bu hizmetin gerçekten çok önemli olduğunu söylemek isterim.

Diğer taraftan eğitime katılımlarında ekonomik nedenlerle güçlük çeken aileler için, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu’ndan sağlanan bir projeyle, “şartlı nakit transferi” altında yaptığımız eğitim yardımları da gerçekten çok geniş bir kesimi kuşatıyor.

Bugün derslik başına düşen öğrenci sayısı itibarıyla 2002 ile 2010 yılı kıyaslanmayacak kadar ileri düzeydedir, bunları her zaman söylüyoruz. Göreve geldiğimizden bugüne yaptığımız derslik sayısı, cumhuriyet tarihinde yapılanların üçte 1’i kadarı bu süreç içerisinde gerçekleştirildi. Dolayısıyla, her şeyden önce, bu konuda yapılan değerlendirmelerde ben biraz daha insaflı olunması gerektiğini düşünüyorum. Öyle ki, her ne kadar burada böyle değerlendirmeler yapılıyor olsa dâhi, özellikle halka sorduğumuz zaman, gerçekten kamuoyu anketlerinde “AK PARTİ İktidarının ve Hükûmetinin en başarılı bulduğunuz alanları ne?” dediğinizde, her zaman ilk sıralarda eğitim geliyor. Dolayısıyla, eğitim alanında yaptığımız hizmetlerin ben kamuoyu tarafından, halk tarafından fazlasıyla takdir edildiğinin bilincindeyim.

Özellikle Sayın Özdal Üçer tarafından Van iline ilişkin olarak bazı değerlendirmeler yapıldı. Gerçekten Van ilinde 2002’ye kadar yapılan derslik sayısı 3.793, bugünkü derslik sayısı 6.595. Neredeyse yarısı bu dönemde yapılmış yani cumhuriyet tarihinde yapılanın yarısı kadar derslik Van’a yapılmış. Bugünkü derslik sayısındaki artış miktarı yüzde 74.

ÖZDAL ÜÇER (Van) – 2002’den bu yana kaç YİBO yapılmış söyler misin Sayın Bakan?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (Devamla) –  “Van’a hiçbir şey yapılmadı.” demek için birazcık insaflı olmak lazım gelir diye düşünüyorum.

Bir diğer konu: Özellikle yatılı ilköğretim bölge okulları ele alınırken yaklaşık 250 bin öğrencinin eğitim ve öğretim gördüğü, bazı coğrafi koşullar, ekonomik nedenlerle cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren tercih edilen ve geliştirilen yatılı ilköğretim bölge okullarının bugün geldiğimiz noktada yeniden değerlendirilmesi, ele alınması ve sistemin kısmen rehabilite edilmesi, kısmen tasfiye edilmesi gibi durumlar elbette ki Bakanlığımızın da gündeminde olan konular. Fakat yatılı ilköğretim bölge okulları ele alınırken gerçekten tamamını genelleyecek şekilde ve ağır ithamlarla -taciz, tecavüz, şiddet gibi ve başka ithamlarla- değerlendirilmesi, doğrusu bu konuda yaşanan gerçekten tatsız olaylar toplum olarak vicdanımızı kanattığı gibi, bizleri de derinden sarsan hadiseler üzerinden siyaset yapmak, siyaset üretmek gerçekten çok yakışık almıyor.

ÖZDAL ÜÇER (Van) – Sayın Bakan, bunlar siyaset değil, bu ayıplar varken… Bunlar toplumun içinde yaşanan sıkıntılar. İnsanlar galeyana geliyorlar, niye görmezden geliyorsunuz?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (Devamla) – Şimdi, gerçekten bu konular, bu olaylar ele alınırken her şeyden önce temel değerleri insan hakları olan ve insan haklarını, çocuk haklarını kendisine baz aldığını iddia eden bir siyasi konuşmacının mağdurunun da zanlılarının da çocuk olduğu bir konuda, Çocuk Hakları Sözleşmesi çerçevesinde ülkemiz tarafından yürürlüğe konulan ve Çocuk Koruma Kanunu’yla çerçevesi çizilen ve içeriği itibarıyla “cinsel suçlar ve saldırı suçları” diye nitelendirmemiz durumunda tamamen mağdur ve zanlı çocukların korunmasına yönelik olarak savcılık tarafından alınmış bir gizlilik kararının sanki iktidar veya Millî Eğitim Bakanı tarafından alınmış, uygulanan bir kararmış gibi bu kürsüden dile getirilmesi gerçekten yersiz ve yakışıksız.

Şimdi, her şeyden önce Siirt’teki hadiselere karışan çocuklardan bir tanesi, yani zanlı olduğunu düşündüğünüz -ki, “zanlı” ifadesini kullanamıyorum- on iki yaş altı! Yani Ceza Kanunu’muza göre ceza ehliyeti yok. Dolayısıyla, mağdurunun kız çocukları olduğu veya zanlısının yaşlarının küçük olduğu olaylarda özellikle sosyolojik şartlar ve diğer koşullar göz önüne alınarak savcılar tarafından gizlilik kararı alınır.

ÖZDAL ÜÇER (Van) – Sayın Bakan, konuyu çarpıtmanıza gerek yok. Erciş olayıyla ilgili bir ifadede bulundum. Lütfen bu konuda cevap veriniz. Erciş olayında kız yurdunda polisler var, okul müdürü var…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (Devamla) – Savcılar tarafından alınan gizlilik kararına yönelik olarak bu kararı ortadan kaldıracak şekilde “Basına açıklama yapacağım, deşifre edeceğim ve olayı bu şekilde dile getireceğim.” derseniz, bu konuda savcıların bir yaptırım uygulaması da bizim takdirimizde değil takdir edersiniz ki. Savcılar bir hukuk devleti içerisinde, Türk Ceza Kanunu’nda tanımlanmış suçlar içerisinden birisini ihlal ettiğini düşünüyorsa, herhangi bir vatandaşsa işlemi doğrudan yapar, bir milletvekili ise de fezleke gönderir. Bunun benimle ne ilgisi var Sayın Üçer? Yani bunu ben mi yaptım? Orada her ne kadar verilmiş bir gizlilik kararını ortadan kaldırmaya yönelik bir açıklama yaptıysanız, bir kanun hükmünü ihlal ettiyseniz bunun benimle veya Hükûmetle ne ilgisi var Allah aşkına!

AYLA AKAT ATA (Batman) – Öyle bir açıklama yok Sayın Bakan, yaşanan olayı kınayan bir açıklama var.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (Devamla) – Dolayısıyla, bu konularda her şeyden önce şunu söylemek isterim ki, söz konusu olan çocuklar olduğunda her şeyden önce siyasi partiler olarak şu konuda mutabık olmalıyız: Kimse burada birbiriyle vicdan ve merhamet yarıştırmasın. Hassasiyet noktasında hepimiz aynı hassasiyeti taşıyoruz. Çocuklar söz konusu olduğunda, özellikle mesleki hayatının uzun bir bölümü çocuk hakları bölümünde çalışmalar yapmış birisi olarak buradan şunu ifade etmek isterim ki, bu konuda en yüksek hassasiyete sahip insanlardan birisiyim. Dolayısıyla bir siyasi kimlik üzerinden yola çıkarak veya olayları bir bölgeye sıkıştırarak bu çerçevede değerlendirip vicdan ve izan sınırları dışında bir siyasi suçlamaya bunları dönüştürmek gerçekten insaf dışı. Her şeyden önce bunların bir siyasi çerçevede ele alınmayacak kadar hassas konular olduğunun bir kez daha altını çizmek istiyorum.

Yatılı ilköğretim bölge okulunda yaşanan hadise, söylediğim gibi, yani sayısı çok çok fazla olan bu kurumların içerisinde yaşanan hadiseler, bu anlamda ümit ediyorum ki ve öyle kalması için de çaba göstereceğiz münferit ve tekil hadiseler olsun ve başka çocuklar bu manada zarar görmesin.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu yasayla ilgili son olarak başta çalışanların hak kayıplarının telafisi olmak üzere yapılacak yeni yasal düzenlemelerin denetimde bir bütünlük sağlaması ve bizlere daha etkili bir denetim imkânı verecek, eğitimde kaliteyi artıracak olması bakımından da büyük önem taşıdığını vurgulamak isterim. Eğitim açısından, eğitim denetimi açısından çok önemli olduğunu düşündüğüm bu kanuna destek veren muhalefet partisi grup başkan vekillerine ve değerli milletvekillerine şimdiden teşekkür ediyor, bu duygularla yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Bakan.

ÖZDAL ÜÇER (Van) – Sayın Başkan, Sayın Bakan ismimi de anarak benim söylediğim şeyleri birbiriyle ilişkisiz bir şekilde çarpıtarak bir söylemde bulundu. Bu konuda sataşmadan dolayı söz istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sataşma yok Sayın Başkan, sataşma yok. Konuşmak istiyorsa konuşsun da sataşmadan dolayı değil.

AYLA AKAT ATA (Batman) – Var.

BAŞKAN - Lütfen yeni sataşmalara yol açmayalım.

Buyurunuz.

VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Van Milletvekili Özdal Üçer’in, Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun şahsına sataşması nedeniyle konuşması

ÖZDAL ÜÇER (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlar; izan dışılıkla suçlamak, vicdansızlıkla suçlamak bir sataşmadır ve bu sataşmayı kabul etmediğimi, söylediğim hiçbir şeyin izan dışı olmadığını, aslında benim değerlendirmelerimin bu şekilde çarpıtılmasının izan dışılık olduğunu, vicdansızlık olduğunu belirtmek isterim.

Şimdiki konuda ben Erciş olayıyla ilgili bahsettim, Siirt YİBO olayının özgünlüğü ayrıdır.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Ona da değindim.

ÖZDAL ÜÇER (Devamla) – Bu olay üzerinde mağduru da suçlusu da çocuklar olsa bile buna ilişkin, bu konu üzerinden değil, YİBO’ların genel sorunları üzerinde bir çözüm arayışı Millî Eğitim Bakanlığının sorumluluğundadır, bu konuyu dile getiriyoruz. Ben ayrıca konuşmam içerisinde bütün sorumluluğun sadece Millî Eğitim Bakanlığında olmadığını da belittim. Yürütme makamının tümü bu konuyla görev alanı itibarıyla sorumludur. Bu konuda söylediğimin bir daha çarpıtılmamasını rica ediyorum.

Erciş’le ilgili, Sayın Bakan, bununla ilgili, bu kız çocuğumuz lise öğrencisi, yurtta kalıyor. Yurtta kimler hakkında disiplin soruşturması başlatıldı Sayın Bakan? Hangi müfettiş raporunuz var? Millî Eğitim Bakanlığı tarafından millî eğitim müdürlüğünce, basına yansımış bir olay için, Millî Eğitim bünyesinde bir soruşturma başlatıldı mı yoksa siz de mi örtbas etmeye çalışıyorsunuz?

“Savcılığa yansımış bir konudur.” diye… Savcılığa yansımış bir konuda siz de çok iyi biliyorsunuz ki bir konuyla ilgili adli soruşturma da yapılır, idari soruşturma da yapılır. Adli soruşturma yapılıp olayın üstü örtbas edilmeye çalışılırken neden idari soruşturma yapılmıyor? Yurt müdürü hakkında neden bir soruşturma yok, okul müdürü, millî eğitim müdürü hakkında neden bir soruşturma yok, kaymakam hakkında neden bir soruşturma yok? Bunları söylemek vicdansızlıksa Genel Kurulun takdirine bırakıyoruz.

“Ve bu olay bir şebeke işi, işin içinde polisler var.” dedik. Basında, kamuoyunda CD’ler, DVD’ler dolanıyor ama birileri bunu örtbas etmeye çalışıyor. Kim örtbas ediyor? Vali örtbas ediyor, kaymakam örtbas ediyor, savcı örtbas ediyor, okul müdürü, millî eğitim müdürü, yurt müdürü örtbas ediyor. E, bunu söylemenin neresi izan dışılık?

Eğer bu konuda duyarlı ve vicdanlıysanız o zaman yapın soruşturmayı. 16 kişi, 15 kişi gözaltına alınıyor, neden 1 zabıta hakkında sadece tutuklama oluyor?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Hâkime sorun.

ÖZDAL ÜÇER (Devamla) - Şimdi, biz bunun sorumluluğunu sadece size yüklemiyoruz Sayın Bakan. Bununla ilgili…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Üçer.

ÖZDAL ÜÇER (Devamla) – Selamlamak için bir söz verirseniz sevinirim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz.

Konu net olarak aydınlandı, siz daha önce de söylemiştiniz.

ÖZDAL ÜÇER (Devamla) – Teşekkür ederim, sağ olun.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz.

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ (Devam)

6.- Milli Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/685) (S. Sayısı: 488) (Devam)

BAŞKAN - Şahsı adına Mersin Milletvekili Mehmet Şandır. (MHP sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Şandır.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Burada ittifak hâlinde bir kanun çıkartıyoruz. Tüm Parlamentomuzun bu kanunun doğru bir kanun olduğu, çıkartılması gerektiği noktasında ittifakı bulunmaktadır, Komisyonda da Genel Kurulda da. Her çıkan konuşmacı da bu kanunun çıkması gerektiğini söylüyor. Gerçekten, geç kalmış, bir haksızlığı, bir adaletsizliği düzelten doğru bir kanun ve bu kanunun hızla çıkmasını, bu kanundan dolayı mağdur durumda olan, bu kanunun olmayışından dolayı mağdur durumda olan 3.225 kişinin, ilköğretim müfettişi ve ilköğretim müfettiş yardımcısının, artık bu çilesinin, bu adaletsizliğin bitirilmesi noktasında bir kanun. Bunun çıkartılmasına hepimiz destek veriyoruz. Gerçekten doğru bir kanun. Bir an önce bu adaletsizliğin bitirilmesi için çıkartılması gereken bir kanun.

Aslında bu kanun 1997 yılında sekiz yıllık zorunlu eğitim hukukunun çıkartılmasından sonra doğan bir durum. O günden bu yana bir boşluğu da gideriyor bu. Ayrıca, 2009 yılında bu kanun tasarısı Meclise gelmiş o günden bu yana bir yıl geçmiş, bir yılı geçkin bir süre geçmiş. Bu kadar uzun beklemeden, bu kadar uzun süre sürüncemede bıraktıktan sonra bu kanunun burada çıkartılmış olmasını biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak da yürekten destekliyoruz ve emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz.

Tabii ki, millî eğitim sistemi, Millî Eğitim Bakanlığı, eğitim konusu Türkiye'nin en önemli konusu. Eğitimin sorunları bitmez, ama bu doğru kanunun etrafında eğitimin sorunları tartışılmaya başlanılırsa, bunun etrafında muhalefet ve iktidar bir tartışmanın içine düşerse, ben yine bu ilköğretim müfettişlerine -yeni ismiyle eğitim müfettişlerine- yeniden haksızlık yapmış oluruz diye düşünüyorum.

Eğitimin sorunları var, çünkü eğitim, değerli milletvekilleri, bize göre eğitim, geleceği kurduğumuz, geleceği bina ettiğimiz en önemli alandır. Birçok alanda sorun olabilir ama geleceğin kuruluşunda eğer stratejik anlamda yanlış yapar, eksik yapar, geç kalırsanız, geleceği feda etmiş olursunuz, geleceği sıkıntıya sokmuş olursunuz. Onun için, eğitimin sorunlarını bir bütünlük içerisinde oturup birlikte tartışmak ve gerçekten bugüne göre değil, geleceğe göre eğitimi, eğitim sistemini, kurumlarını, işleyişini ve eğitimin içerisindeki insanlarımızın özlük haklarını tanzim etmemiz gerekir.

Değerli milletvekilleri, tabii, çok genel bir yaklaşımdan bu konuda da maalesef uzaklaşılamıyor. Sayın Bakan da çıktı, sayın iktidar partisi grubu sözcüsü arkadaşımız da çıktı, yapılanları anlattı. Yapılanlara teşekkür ederiz ama siz de takdir edersiniz ki, eğitim konusunda ne kadar yapsanız azdır çünkü ne kadar yaparsak yapalım, geleceğimize yatırım yapmaktayız, yeterli değildir. Bugün, millî eğitimin sorunlarının olmadığını söyleyebilmek hiç mümkün değil.

Burada bir stratejik yanlış yapılıyor. Bugünü anlatırken, bugünü algılarken hep düne bakarak, dünü referans alarak kendi durumumuzu belirliyoruz: “Dün şu kadar derslik vardı, bugün bu kadar derslik var.” Hâlbuki öyle olması değil, geleceğe dönük bir irdeleme yapmak lazım. 2050 yılına göre veya lider ülke Türkiye pozisyonuna göre eğitimin nasıl olması, küresel güç Türkiye’ye göre eğitimin nasıl olması, her derslikte kaç öğrencinin olması, özlük haklarının ne olması gerektiğini sorgulamamız lazım ve yapamadıklarımızı konuşmamız lazım. Burada gelip de “Şunu yaptık; bunu yaptık; düne göre şu kadar yaptık.” demenin çok fazla bir anlamı yok. Biz yapamadıklarımızı, yapmamız gerekip de yapamadıklarımızı, hayallerimizi konuşmaktan niye korkuyoruz değerli milletvekilleri? Hayallerimizi konuşalım.

HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) – Onu siz yapıyorsunuz.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Hayalleri konuşuyoruz.

HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) – Yapamadıklarınızı konuşuyorsunuz.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – İşte bunun için söylüyorum; eğitim, geleceğin inşa edildiği bir alandır ve ne kadar yaparsanız yapınız, yaptık demeye hakkımızın olmadığı bir alandır; daha çok yapmamız, daha iyisini yapmak gibi bir borcumuzun olduğu bir alandır. Onun için, burada bir adaletsizliği ortadan kaldırırken, eğitim müfettişliği kurumunu kurarken eğitimin sorunları üzerinde iktidar-muhalefet tartışmaya girdik. Biz şunu yaptık, siz şunu yapamadınız tartışmasına girmeyi eğitim müfettişlerine, ilköğretim müfettişlerine ve hatta eğitim camiasına karşı da bir haksızlık, saygısızlık olarak görüyorum.

Bu anlamda, yani, söz almışken şunu da ifade etmek istiyorum: Gerçekten Sayın Bakanım, çok sorunumuz olabilir ama adaletsizlik en önemli sorundur. Adaletsizlikte de özellikle ücret adaletsizliği. Aynı işi yapan insanların birinin 3 kuruş, birinin 5 kuruş alması o işin en önemli sorunudur. Öğretmenler bana göre sorun içerisinde kalmamalılar, onlar geleceğimizi bina ediyorlar, inşa ediyorlar. Öğretmenlerin çok sorunu olabilir ama bu eşit olmayan adaletsiz ücret sorununu mutlaka çözmemiz gerekir. Ne yaparsanız yapın bunu çözemediğiniz takdirde çok şey yapmış olmazsınız. Bakın, bugün 4/B’li öğretmenler, atanamayan öğretmenler, işte, denetimdeki farklı ücretlendirmeler. Yani bu sorunları… Adaletin olmadığı yerde mülk olmaz. Dolayısıyla, ben özellikle bu sözleşmeli öğretmenlerin sorunlarının ve ataması bir türlü yapılamayan öğretmenlerin sorunlarının çözülmesini, bu noktada buna öncelik verilmesini Sayın Hükûmetten ısrarla istemekteyim. Çünkü gerçekten öğretmenler… Bugün ek iş yapmak zorunda kalan, dershanelere muhtaç duruma gelen, işte, yoksulluk sınırının altında yaşayan ama en değerli varlığımız olan çocuklarımızı emanet ettiğimiz, geleceğimizi kurmak gibi bir misyonu yüklediğimiz çok değerli varlıklarımızı bu türlü yakışmaz durumda yaşatmak ve çalıştırmak hak değil. Türkiye’ye, zamana, Türk milletine yakışmaz bir sonuç olarak görmekteyim.

Bu sebeple, ümit ediyorum ki önümüzdeki dönem içerisinde özellikle öğretmenlerimizin özlük haklarındaki adaletsizliği, eşitsizliği… Azlığı tenkit etmek ayrı bir şey ama adaletsizliği savunmak mümkün değil. Aynı işi yapan iki insan, biri 3, biri 5 kuruş alıyorsa o işte ne bereket vardır ne hayır vardır ne de sonucuna güvenmek mümkün değildir. Aynı şeyi, burada, Parlamentoda bir daha söyleyeyim. Parlamentomuzda bile 4/C’yle çalışan personelimiz, aynı işi yapan personelimiz ama biri kadrolu olmanın maaşını alıyor, biri 4/C’li olmanın yarı maaşını alıyor. Özlük haklarındaki bu adaletsizliği, öncelikle adalet kurmak üzere hukuk kuran bu Meclisin çözmesi lazım.

Değerli milletvekilleri, daha önce de söyledim ama gene söylüyorum. Aynı yemeği, aynı mutfakta çalışan 2 aşçı, size yemek pişiren 2 aşçı, 1’i kadrolu, 1’i sözleşmeli. Korkarım, yani bu adaletsizliği burada çözmemiz lazım. Bu haksızlığı çözmemiz lazım. Türkiye’de ücret eşitsizliği adaletsizliğini çözmeden şunu yaptım, bunu yaptım, düne göre şu kadar iyi şey yaptım demenin de çok fazla bir anlamı yok.

Bu sebeple, bu kanun doğru bir kanundur, bu kanuna Milliyetçi Hareket Partisi olarak destek vermekteyiz. Böylelikle bir adaletsizlik, bir yanlışlık düzeltilmektedir. Buna katkısı ve emeği bulunan tüm Komisyon üyesi, tüm iktidar partisi, muhalefet partileri üyesi arkadaşlarımın...

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Hükûmetimize de.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – ...ve Hükûmete, grup başkan vekili arkadaşlarımıza da teşekkür ederim. Yani arkadaşlar, evet, çok teşekkür ederim. Hayırlı, uğurlu olsun. Eğitim müfettişlerine de eğitim camiasına da hayırlı sonuçlar getirmesi dileğiyle hepinize saygılar sunuyorum efendim. (MHP ve AKP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Şandır.

Sayın milletvekilleri, soru-cevap bölümüne geçiyoruz.

Sayın Güvel, Sayın Köse, Sayın Işık, Sayın Ekici sisteme girmişlerdir. Sırayla söz veriyorum.

Buyurunuz Sayın Güvel.

Süreniz bir dakikadır.

HULUSİ GÜVEL (Adana) – Teşekkür ederim.

Sayın Bakan, 2 milyonu aşan nüfusu ile Çukurova bölgesinin en büyük, Türkiye’nin 5’inci büyük ili olan Adana’mıza 2002 yılında ihalesi yapılan, 2005 tarihinde temeli atılan Adana Öğretmenevi inşaatında yıllardır bir ilerleme kaydedilmemiştir. Adana öğretmen evinin hizmete açılması için Bakanlığınızın bir çalışması var mıdır? Millî Eğitim Bakanlığının ilgili kaynaklarından 2010 yılı için ayrılmış bir ödeneği mevcut mudur? Adana öğretmen evinin hizmete açılması hangi yıl programına alınmıştır? Hizmete açılmasını engelleyen güçler kimlerdir, sebebi nedir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Güvel.

Sayın Köse…

ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, ilk ve ortaöğrenim okullarının elektrik ve su borçlarının velilere ödetilmesi biçiminde uygulamalar zaman zaman basına yansıyor. Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu konuda genelge yayınlanmış olmasına rağmen, bu uygulamaları devam ettiren il millî eğitim müdürleri bulunuyor. Buna bir önlem almayı düşünüyor musunuz?

İkinci soru ise: Türkiye'nin her tarafında ama özellikle de Adıyaman ilindeki okullarda hizmetli sayısının az oluşu nedeniyle, okullardaki hizmetli sayısının artırılması için Bakanlığınca herhangi bir çalışma var mıdır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Köse.

Sayın Işık…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, sosyoloji bölümü mezunu, felsefe grubu öğretmenliği yüksek lisans mezunu ve Bakanlığınız tarafından mart ayında açılan rehberlik kursuna katılmış bir öğretmen adayı adına soruyorum: Haziran ve Ağustos 2010 öğretmen atamalarında yeterli sayıda rehber öğretmen bulunamaması durumunda, felsefe ve sosyoloji bölümü mezunu olup da felsefe grubu öğretmeni unvanına sahip öğretmen adaylarının rehber öğretmen olarak atanması mümkün olabilecek midir? Böyle bir düşünceniz varsa, yaklaşık kaç kişinin bu gruptan ataması yapılabilecektir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Işık.

Sayın Ekici…

AKİF EKİCİ (Gaziantep) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Son günlerde özellikle YİBO’larda olmak üzere, sıkça rastlanan çocuk istismarları konusunda Bakanlığınız herhangi bir çözüm üretememektedir, aksine, bu olaylar karşısında çaresiz kalmaktadır. Yedi-sekiz yaşlarındaki çocukları devletin güvencesi altındaki okullara teslim eden ailelerin her an olumsuz bir hadiseyle karşılaşma ihtimalleri yüksektir. Üzülerek görmekteyiz ki, bu istismarda bulunan kişilerden bazıları bir başka okula tayin edilmektedir bu olumsuz icraatını sanki burada devam ettirsin istenmiş gibi. Bu durum toplum vicdanını sızlatmaktadır. Siz bu konularda çözüm önerileri getirememektesiniz Sayın Bakan. Bu şartlar altında bu görevi bu şekilde sürdürmeyi düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Ekici.

Sayın Yaman…

M. NURİ YAMAN (Muş) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, bilindiği gibi, Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformunun hemen hemen her hafta birer bildirisi ve etkinlikleri sürekli basında yer almakta. Bu açıklamalara göre 320 binin üzerinde atanmayı bekleyen öğretmenin bulunduğu ve sizin de 210 bine yakın açığınız olduğuna göre, bu açığın kapatılması konusunda Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformuna bu yıl için müjdeli bir haber vermeyi düşünüyor musunuz? Bu kadar öğretmen açığınızın olduğu düşünüldüğünde atanması yapılmayan öğretmenlerin bu beklentileri ne zaman sona erecek?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Yaman.

Sayın Genç…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakana sormak istiyorum: Tunceli en mahrum illerimizden biri. Burada öğretmenevi yok. Burada ne zaman öğretmenevi yapılacak? Bu konuda bir hızlandırma olacak mıdır?

Sonra, Tunceli’de üniversite açılması nedeniyle üç veya dört tane lise binası kapatılarak üniversiteye tahsis edildi ama bu da liselerde büyük bir sıkışma meydana getirdi. Üniversitenin binaları ne zaman yapılacak ve bu lise binaları yine eski liselere verilecek mi? Bunları sormak istedim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Genç.

Sayın Özdemir.

HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, Sayın Bakana soruyorum: Ülkemizin birçok yerindeki il ve ilçelere baktığımız zaman okullardan fazla dershane bulunmaktadır ve maalesef, artık, öğrenciler dershanelere gitmeden üniversiteleri kazanamaz hâle gelmiştir. Bunlarla ilgili bir projeniz var mıdır?

İkincisi: Varını yoğunu vererek bu dershanelere çocuklarını gönderen insanlar, yüksekokulları bitirdikten sonra bunlar da işsiz gezmektedir. Bu konularla ilgili ne gibi projeleriniz vardır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN -  Teşekkür ederiz Sayın Özdemir.

Sayın Birdal

AKIN BİRDAL (Diyarbakır) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Bakandan öğrenmek istiyorum: Bu Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu var ve şu anda da kendileri izliyorlar Sayın Bakanın vereceği yanıtı. 300 bine yakın işsiz öğretmen var ve Eğitim-Sen’in 220 bin öğretmene ihtiyaç olduğuna dair bir saptaması var. Acaba bu 300 bine yakın öğretmenin işsizliğini Sayın Bakanlık nasıl gidermeyi düşünüyor?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN -  Teşekkürler Sayın Birdal.

Sayın Yalçın…

RIDVAN YALÇIN (Ordu) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, üniversite giriş sınavlarında 10 binlerce öğrencinin sıfır çekmesinin temel sebepleri nelerdir? Bakanlığınızın bu konuda bir çalışması var mıdır?

Bir de efendim, şunu merak ediyorum: Yine, bu üniversiteye giriş sınavlarında birçok il, ekonomik büyüklüğü, nüfus büyüklüğüyle orantısız sıralamalar içerisinde yer alıyor. Mesela, Ordu ili de bu sene, zannediyorum, 50 küsurlu sıralarda, daha önce de 60-65’inci sıralardaydı. Buradaki temel sebep nedir? Yani, bir anlamı var mıdır, bu sıralamaların diğerinden farklı olmasının? Yani, size göre, hangi parametrelere göre bu sıralamalar oluşmaktadır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Yalçın.

Buyurunuz Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Başkanım, öncelikle, Adana Milletvekilimizin dile getirdiği, 2002’de programa alınan öğretmenevi konusunda… Daha önceki dönemlerde de Sayın Milletvekilimiz aynı konuyu gündeme getirmişti. Öğretmenevi konusunda yeterli ödenek göndereceğiz ve Adana Öğretmenevinin yapımını tamamlayacağız inşallah. Bunu daha önce de söylemiştim, bu dönem içerisinde de ifade ediyorum.

Adıyaman Milletvekili Sayın Şevket Köse’nin ilköğretim ve ortaöğretim okullarının elektrik ve su paralarının velilere ödettirildiğine dair bir itirazı oldu. Gerçekten, ödeneklerin serbestisi doğrultusunda cari giderlerini biz düzenli olarak gönderiyoruz ve gönderilen ödeneklerin yetmemesi durumunda da il özel idarelerince eksik kısımlarını tamamlıyoruz. Dolayısıyla, okulların cari giderleri yasa gereği de özel idarelerce karşılanıyor, bizim Bakanlık olarak gönderdiğimiz paralar sadece yardım niteliğindedir. Bugün, bize ulaşan bilgiler çerçevesinde, şimdi, şöyle bir durum var: İlköğretim ve ortaöğretim okullarının çok geçmişe yönelik yani Hükûmetimizden çok önceki dönemlere ait elektrik ve su borçları var, özellikle de su paralarının çok fazla işlemiş olan faizleri var. Yani biz her yıl kullanılan su ve elektrik miktarları kadar cari ödenek ayırıyoruz ve bunları zamanında ödüyoruz. Dolayısıyla, öğrenci velilerinden böyle bir para talep edilmesi veya bunun uygulanmasına yönelik bir bildiriminiz varsa, somut olarak bize olayı bildirirsiniz, bu konuda soruşturma açarım, yeterli ödenek ayırıyoruz çünkü bu konuda.

Sayın Işık bir soru sordu: Sosyoloji bölümü mezunu bir öğretmenin, zannediyorum rehberlik, PDR eğitimi alması durumunda, haziran ve ağustos ayı atamalarında, rehber öğretmen olarak, eğer yeteri kadar lisans alanı mezunu olmazsa, atanabilecek mi dedi? Talim ve Terbiye Kurulumuzun bu konuda alınmış bir kararı var, alana kaynaklık eden bölümlerden mezun olma şartı, dolayısıyla, maalesef bu konuda bir atama yapamayacağız.

Sayın Ağyüz’ün değindiği, yatılı ilköğretim bölge okulları konusuna tekrar değineceğim. Gerçekten, özellikle kırsal kesimde eğitimin teşvik edilmesi, eğitim ve öğretime katılım oranının artırılması maksadıyla, ilköğretim planlaması çerçevesi içerisinde öğrencilerin yatılı olarak barındırılması, onların aynı zamanda eğitim kurumlarından yararlandırılması konusunda planlanan ve bu doğrultuda sürdürülen bu hizmetlerle ilgili, daha önce de, az önceki konuşmamda da söyledim, bu çalışmaları gözden geçiriyoruz. Özellikle kırsal alan dışında ve coğrafi koşulları çok güç olmayan bölgelerde, yatılı ilköğretim bölge okullarını özellikle ortaöğretim yatılı bölge okullarına dönüştürmek suretiyle ve önümüzdeki yıllara sari bir şekilde, yayılacak şekilde özellikle on iki yaş altı, beşinci sınıf altı çocukların taşınma kapsamına alınarak evlerinden okullara taşınması konusunda çalışmalarımız sürüyor; bunu tamamladığımda, kamuoyuyla da sizlerle de paylaşacağım.

BAŞKAN – Sayın Bakan, Sayın Ekici’nin sorusuna cevap verdiniz. Bir yanlış anlama olmaması için düzeltiyorum.

Buyurunuz.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Çok özür dilerim, pardon.

Sayın Genç’in sorusuna gelince: “Tunceli’de öğretmenevi yok.” demişti. Tunceli Öğretmenevi, yatırım programına alınmış durumda ve ihale işlemleri sürüyor, bunu buradan söylemek isterim ve Tunceli’de şu anda derslik başına düşen -daha önce de Sayın Genç dile getirmişti- öğrenci sayısı, Türkiye genelinde ilköğretimde 32, ortaöğretimde 33, genel ortaöğretimde 31, mesleki ve teknik ortaöğretimde 36’dır; Tunceli ilinde ise ilköğretimde derslik başına düşen öğrenci sayısı 15, ortaöğretimde 16, genel ortaöğretimde 16, mesleki ve teknik ortaöğretimde 20’dir.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, ortalama, her yerde öyle değil.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Yani şu an itibarıyla Tunceli’nin derslik ihtiyacı olmayıp tam tersine fazla sayıda derslik mevcuttur.

Bir diğer konu, birkaç milletvekili tarafından aynı anda dile getirilen, Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformunun dile getirdiği hususlarla ilgiliydi. Elbette gönlümüz ister ki bütün öğretmenlerimizi Millî Eğitim Bakanlığında öğretmen olarak istihdam edebilelim ama öğretmen atamalarımız hem kadro sınırlılığında bir diğer taraftan da ihtiyaçlar doğrultusunda gerçekleş-tirilmektedir. Bu iki konuya baktığımız zaman, gerçekten, özellikle alan ve branş öğretmenliği alanında eğitim fakültesinin fazla sayıda verdiği mezunlar oransal olarak Millî Eğitim Bakanlığının da istihdam kapasitesinin üstündedir. Dolayısıyla, bugünkü koşullarda her şeyden önce eğitim fakültelerinde bazı alanlardaki kontenjanların düşürülmesi konusunda da çalışmalar yürütüyoruz. Her yıl ve -dediğim gibi- çok yakın bir tarihte de yaklaşık 40 bin öğretmen ataması yapacağız; bunun 10 bini haziran ayında, 30 bini de ağustos ayında olmak üzere.

“Üniversite giriş sınavında 10 binlerce öğrenci sıfır çekiyor.” dendi ve bu soruda “Sıralama hangi kriterlere göre yapılıyor?” diye bir soru geldi. Yani aslında bu, Meclis Genel Kurulunda da değerlendirmeler konusunda çok fazla gündeme getirilen bir konu. Bu konuyu sormanız, aslında bir açıklama fırsatı da verdi bana.

Şimdi, yanlışların doğruları götürdüğü bir sınav sisteminde “sıfır başarı” veya “sıfır çekme” diye bir kavramla değerlendirilmesi her şeyden önce bu öğrencilere yönelik bir haksızlık olur diye düşünüyorum çünkü yanlışlar doğruları götürür ve öğrenciler bazı alanlarda, maalesef, cevaplandıramadıkları sorular nedeniyle de sıfır puan almış gibi gözüküyorlar. Şimdi, hangi parametrelerle değerlendiriyoruz dediğiniz zaman da, her şeyden önce, biz, illerde fiziki altyapı şartları ve öğrenim başarılarını bu anlamda önemsiyoruz fakat bu, bir sıralama sınavı. Her şeyden önce, yükseköğrenim talebinde bulunan öğrenci sayısı yaklaşık 1,5 milyon, yani yerleştirme açık öğretimle birlikte 750 bin olduğu takdirde, illa bir sınav yapılacak ve bu sınav da kontenjan sınırlılığında, bir kısım öğrenciyi sıralama yoluyla almaktır. Dolayısıyla, sıralama çerçevesi çizen bir sınav olduğu için  yerleştirme de buna göre olacak. Velev ki 100 soru soralım ve 100’ünü de öğrencilerin tamamı doğru cevaplandırsın. Bu durumda bir kuraya tabi tutacağız çünkü kontenjan sınırlı, yükseköğrenim kontenjanımız sınırlı. O yüzden de dikkat ederseniz, hem vakıf üniversiteleri konusunda hem devlet üniversitelerinin kuruluşu konusunda, kontenjanların artırılması konusunda da Hükûmetimiz son derece büyük ve önemli çalışma ve çabalar içerisinde.

Bu sıralamayı değerlendirirken biz şunu baz alıyoruz: Aslında, öğrencilerin cevaplandırdıkları soruları ölçü alıyoruz; 1’inci olan il ile sonuncu olan il arasında ne kadarlık soru cevaplandırma farkı var? Dikkate almamız gereken konular bu konular oluyor. Aslında, zannedildiği gibi 1’inci il ile 81’inci il arasında çok büyük bir puan farkı yok. Bizim geçen yılki verilere göre yaklaşık 24 puanlık bir puan farkı vardı yani il ortalamalarını baz aldığımızda. Demek ki öğrenim başarılarını ölçü almak söz konusu olduğu zaman üniversiteye yerleşmeyi ilin eğitim ve öğretim başarısı olarak, bir parametre olarak biz doğrusu değerlendirmiyoruz şu anda ama elbette, gönül ister ki bütün ortaöğretim kurumlarından mezun olan ve yükseköğrenim talebinde bulunan her öğrenci yükseköğrenim görsün ama dünyada da ortalama her 100 ortaöğretim öğrencisinin 60 veya 65’inin yükseköğrenim görmesi hedeflenir. Yani eğitim-öğretim planlanırken de bu doğrultuda gerçekleşiyor.

Gitgide, bu kontenjan konusundaki açığı da… Dediğim gibi, yeni üniversiteler kurmak suretiyle artırdığımızı söyleyebilirim.

Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum, eğer atladığım sorular olursa yazılı olarak cevap vereyim.

BAŞKAN – Bir soru daha var, süremiz var Sayın Bakan.

Sayın Yalçın, buyurunuz.

RIDVAN YALÇIN (Ordu) – Teşekkür ederim efendim.

Süre kaldı, Sayın Bakanım, tekrar bir soru yöneltmek istiyorum, daha doğrusu bir istirhamda bulunmak istiyorum zatıalinizden: Sayın Bakanım, ilköğretim ücretsiz olarak sürdürülüyor, hatta bir başarı olarak da ifade ediyorsunuz “Kitapları da ilköğretimde ücretsiz veriyoruz.” diye fakat pratikte hiç de ücretsiz bir eğitim yaşanmıyor, ben de bir veli olarak söylüyorum. Sürekli, okul aile birliği üzerinden ya da okul idarelerinden farklı kalemlerdeki harcamalar için velilerden ücret talep ediliyor, para talep ediliyor. Bunu da çok yadırgamıyorum aslında fakat Sayın Bakanım, şunu özellikle istirham ediyorum: Şimdi, bu talepler öğrencilerle velilere ulaştırılıyor, yani çocuğunuz size bir talep yazısını getiriyor. Şunu düşündüm benim çocuğum da getirdiğinde: Acaba bu parayı veremeyecek  bir velinin çocuğunun karşısında düşeceği durum ya da çocuğun o parayı götüremeyince arkadaşları karşısında düşeceği durumu düşünerek istirham ediyorum, lütfen, bu para taleplerini doğrudan velilere ulaştırılmasını sağlayabilir misiniz?

Çok teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Yalçın.

Buyurunuz Sayın Sakık, sizin de sorunuzu alalım.

SIRRI SAKIK (Muş) – Ben de teşekkür ediyorum. Zaman olduğu için…

Sayın Bakanım, dün akşam Muş Hasköy ilçesinde yine YİBO’dan on bir yaşındaki bir kız çocuğu intihar etti. Son dönemlerde YİBO’yla ilgili çok nahoş haberler alıyoruz. Aslında, bu YİBO’ların, cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar kuruluş amaçları belli yani toplumu çok rahatsız eden… Özellikle YİBO’ların bulunduğu alanlar da Kürt bölgesinde. Yani, bu sorunu daha böyle, demokratik bir yol, yöntemle çözemeyiz mi? Yani, oradaki öğrencilerin ruh hâlini, bir miktar eğer, psikologlar veyahut da bu konuda uzman olanlar tarafından araştırırsak YİBO’nun eğitime çok büyük bir katkısının olmadığını hep birlikte görürüz.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Sakık.

Buyurunuz Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Yalçın’ın sorduğu soru ve duyarlılığı için de çok teşekkür ediyorum. Gerçekten, ilköğretim, ortaöğretim ve devletin kurduğu üniversitelerde eğitimin ücretsiz olduğunu… Özellikle ilköğretim öğrencilerinde, pratikte arzu etmediğimiz uygulamaların olduğu muhakkak. Her şeyden önce yani çocuklarımızdan, bir şekilde okulun ihtiyaç ve gereçleri doğrultusunda para talep edilmesini hiçbir şekilde doğru bulmuyoruz. Bu uygulama içerisinde olan okullarımız hakkında da veya idarecilerimiz, öğretmenlerimiz hakkında da işlem yapıyoruz. Söylediğiniz duruma biraz daha hassasiyet göstereceğimi bu vesileyle belirtmek isterim. Çok teşekkür ederim.

Sayın Sakık, yine, yatılı ilköğretim bölge okullarını gündeme getirdi. Gerçekten, bu konuda çok kapsamlı bir çalışma yapıyoruz yani yaklaşık bir yılı aşkın bir süredir yapıyoruz ve yürütüyoruz. Az önce de söylediğim gibi, özellikle on iki yaş altında, yaşı daha küçük olan çocuklarımızın kendi ebeveynleriyle birlikte yaşamak suretiyle, ailelerinin yanında kalacak şekilde, coğrafi koşulları elverişli olan bölgelerde yalnız… Bazı yerlerde doğa ve kış şartları çocuğun iki buçuk saat ulaşımını günlük gerekli kılabilir. Bu koşullar olmayan ama kısa sürede ulaşabileceği yerlerde, on iki yaş altı çocuklarımızı, önümüzdeki yıldan itibaren taşıma kapsamına almak suretiyle, öğlen yemeklerini de vermek suretiyle ayırmayı düşünüyoruz. Yani, bu bir rehabilitasyon süreci olacak ve bir zamana yayarak bu konuda özellikli ve önemli çalışmalar yürüttüğümüzü söylemek isterim. Neticelendiğinde, az önce de söylediğim gibi, sonuçlandırdığımızda, kaynaklarımız çerçevesinde, ben bunu, kamuoyuyla da sizlerle de tekrar paylaşacağımı söylüyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yeter sayısı istiyorum.

BAŞKAN – Bakacağım efendim.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım:  Kabul edenler...

Şöyle yapalım sayın milletvekilleri: Bir dakika süre veriyorum arkadaşlar, sisteme hemen girerseniz…

Kabul edenler ve kabul etmeyenler…

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Karar yeter sayısı vardır, kabul edilmiştir.

1’inci maddeyi okutuyorum:

MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞININ TEŞKİLAT VE GÖREVLERİ HAKKINDA KANUN İLE DEVLET MEMURLARI KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN

TASARISI

MADDE 1- 30/4/1992 tarihli ve 3797 sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilât ve Görev-leri Hakkında Kanunun 53 üncü maddesinin üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve aynı maddenin sonuna aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

“İl millî eğitim müdürlükleri bünyesinde eğitim müfettişleri başkanlığı oluşturulur. Eğitim müfettiş yardımcıları, en az dört yıllık yüksek öğrenimli ve öğretmenlikte sekiz yıl ve daha fazla hizmeti olan öğretmenler arasından yarışma sınavı ile mesleğe alınırlar. Bu görevde üç yıllık yetişme dönemini takiben yapılacak yeterlik sınavında başarılı olanlar eğitim müfettişi kadrolarına atanırlar. Eğitim müfettişleri ve eğitim müfettiş yardımcılarının alanlarında uzmanlaşmaları için gerekli tedbirler alınır. Eğitim müfettişlerinin, her hizmet bölgesinde iki yıldan az olmamak üzere Millî Eğitim Bakanlığınca belirlenecek süreler kadar çalışmaları esastır.”

“Eğitim müfettişleri ve eğitim müfettiş yardımcılarının görev alanını; il ve ilçe millî eğitim müdürlükleri ve orta öğretim kurumlarının rehberlik ve denetimi ile bu kurumlarda görev yapan öğretmenlerin branşlara ilişkin inceleme ve soruşturmaları hariç olmak üzere, her de-rece ve türdeki örgün ve yaygın eğitim kurumlarının rehberlik, işbaşında yetiştirme, teftiş, denetim, değerlendirme, inceleme, araştırma ve soruşturma hizmetleri oluşturur. Hizmet böl-gelerinin oluşturulması ve bu bölgelerdeki çalışma süreleri; eğitim müfettişleri başkanlığının görev, yetki ve sorumlulukları ile çalışmaları; eğitim müfettişleri ve eğitim müfettiş yardım-cılarının nitelikleri, sınav ve yetişme şekilleri, atanmaları, görev, yetki ve sorumlulukları ile çal-ışma ve yer değiştirmelerine ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir.”

BAŞKAN – 1’inci madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Zonguldak Milletvekili Ali Koçal.

Buyurunuz Sayın Koçal. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesiyle ilgili olarak Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, topluma nitelikli insan yetiştirme iddiası olan Millî Eğitim Bakanlığının kendine müsteşar yetiştirememesi ve 600 bin eğitim çalışanı içinden müsteşarlık yapacak kimse bulamaması ve önceki Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik tarafından otomatiğe bağlanmasıyla ilgili görüşlerimi sizlerle paylaşacağım. Ancak ondan önce, Zonguldak Milletvekili olarak dün burada gerçekleştirilen Çalışma Bakanı tarafından söylenen sözlerle ilgili, değerlendirmelerle ilgili düşüncelerimi de sizlerle paylaşmak isterim.

Değerli milletvekilleri, biliyorsunuz, 17 Mayıs itibarıyla Zonguldak’ta bir grizu  patlaması olmuş ve 30 yurttaşımız, maden emekçimiz şehit olmuştu orada. Ondan sonraki süreçte çeşitli kurum ve kuruluşlar, yetkililer ve etkililer tarafından birtakım değerlendirmeler yapıldı. O değerlendirmelerin elbette büyük bir bölümü gerçeklerle ilintili olmakla birlikte Hükûmetin yetkili kademelerinde oturan Başbakan, bakan, bakan müsteşarları ve diğer yetkililer tarafından yapılan değerlendirmeler, yanlış değerlendirmeler, toplumumuza uygun olmayan, toplumumuz tarafından uygun görülmeyen birtakım değerlendirmeler oldu. Bu değerlendirmelerden bir tanesi, hepiniz biliyorsunuz, Çalışma Bakanı tarafından yerel televizyona verilen bir mülakatta, orada şehit olan 30 kişiden 18-19’unun güzel öldüğü, diğerlerinin… Artık, hangi kategoriye giriyor onu ben söyleyemiyorum, herhâlde Sayın Bakan bunu söyleyebilme noktasında. Bir güzel ölümden bahsederek Zonguldak’ın, Zonguldaklının ve toplumun büyük bir kesimimin yaralarının üzerine tuz ekmiş oldu, acımızı büyüttü, tekrar o günlere bizi döndürdü. Üzüldük ve bu konuşmalardan dolayı Zonguldaklı büyük bir infial içerisinde oldu.

Şimdi, tabii, Sayın Bakan profesör. Profesörlüğü tartışılan bir Sayın Bakan, bu sefer, anlaşılıyor ki başka bir şeye soyunmuş; ölümle ilgili, ölümlerle ilgili yeni bir araştırma inceleme noktasına girmiş. Herhâlde kendisini o noktada yetiştirecek. Belki de o noktada bir profesörlük unvanı alma peşinde olmalı ki ölümü de nitelendiriyor; işte, güzel ölüm, güzel olmayan ölüm. Bu, hiç kimse tarafından kabul edilemez. İnsanların manevi duygularıyla oynanmamalıdır. Kesinlikle bu yanlıştır, kesinlikle bu değerlendirmeyi kınıyoruz. Ölümün güzeli çirkini olmaz. 19’u, 20’si öyle oldu, öldü. Peki, geriye kalanı nasıl öldü? Sayın Bakan ona ne cevap verecek? Herhâlde bu araştırmalarından sonra yani profesörlük unvanına, bu konudaki profesörlük unvanına ulaştıktan sonra galiba bunu söyleyecek diye düşünüyorum.

Ee, bundan önceki yine grizu patlamalarında, işte Bursa Kemalpaşa’da, Balıkesir Dursunbey’deki kazalardaki ölümler acaba nasıl ölümdür? Onu da Sayın Bakana bir sormak lazım. Yani o ölümler acaba güzel ölüm mü yahut da güzel ölüm değil mi? Bunları da bir sormak lazım. Gerçekten hüzün verici. Üzerinde konuşurken bile yani zor konuşuyorum bu konuyla ilgili. Çok yanlış bir değerlendirme. Bu değerlendirmesini Sayın Bakanın geri almasını temenni ediyorum. Ona yakışan bir değerlendirme, devlete, devlet adamına yakışan bir değerlendirme yapsınlar, kimsenin manevi duygularıyla oynamasınlar. Kendilerini bir yerde görenler, kendilerine misyon biçenler, insanların manevi duygularıyla oynuyorlar. Demek ki bu insanların Müslümanlıkla da uzaktan yakından bir alakası yok, bunlar sahte Müslüman.

Tabii, sadece Bakanla kalmadı, Sayın Başbakan da… Çok bilgiç bir Başbakanımız var biliyorsunuz, her konuda, hemen her şeyde bir değerlendirme yapabilme yeteneğine sahip. O da bu işin bir kader olduğunu ortaya koydu. Bu konuda da toplumda gerçekten çok değerlendirmeler oldu. Sayın Başbakan bu konuda kınandı, Sayın Başbakanın bu sözünü geri alması istendi ama ondan sonra…

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Çok ayıp ediyorsun, çok!

ALİ KOÇAL (Devamla) – Otur yerine!

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Cenazeye bile gelmedin.

ALİ KOÇAL (Devamla) – Otur yerine be!

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Neredeydin? Neredeydin?

ALİ KOÇAL (Devamla) – Otur yerine! Sen bilemezsin bunları.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Neredeydin? Yoktun.

ALİ KOÇAL(Devamla) – Sen nesin?

BAŞKAN – Sayın Koçal… Karşılıklı konuşmayınız lütfen.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Yoktun Zonguldak’ta.

ALİ KOÇAL (Devamla) – Sen git İstanbul’a, sen git İstanbul’da çalış. Ben o bölgenin çocuğuyum, sen nesin?

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Yoktun Zonguldak’ta.

ALİ KOÇAL (Devamla) – Sen İstanbul’dan geldin oraya.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Cenazeye bile gelmedin, utanmadan konuşuyorsun!

ALİ KOÇAL (Devamla) – Biz oradaydık.

BAŞKAN – Sayın Koçal, lütfen… Karşılıklı konuşmayınız.

ALİ KOÇAL (Devamla) – Siz bizim orada olduğumuzu göremezsiniz çünkü siz oraya polis kordonu içinde girdiniz. Polis kordonu içinde girdiğiniz için orada olanları göremediniz.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) –  Sen kurultaydayken biz kuyunun başındaydık.

ALİ KOÇAL (Devamla) - Biz halkın arasındaydık, biz emekçinin arasındaydık, biz oradaki ailelerin arasındaydık, siz de polis kordonunun içindeydiniz. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Karşılıklı konuşmayınız Sayın Koçal, lütfen…

ALİ KOÇAL (Devamla) – Sayın Milletvekili, polis kordonuyla geldin oraya, polis kordonuyla! Kendi başına oraya gel bakalım…

YILMAZ TUNÇ (Bartın) –  Sen kurultaydayken Bakan kuyunun başındaydı.

BAŞKAN – Lütfen Genel Kurula hitap ediniz.

ALİ KOÇAL (Devamla) – Kendi başına Zonguldak’a gel, Zonguldak’a kendi başına gel…

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Maden şehitlerinin üzerinden siyaset yapma!

ALİ KOÇAL (Devamla) – O maden şehitlerinin üzerinden siyaset yapan sizsiniz! (CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Koçal

AKİF EKİCİ (Gaziantep)- Sayın Koçal, sen ciddiye alma onu, konuşmana devam et.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Maden şehidinin üzerinden siyaset yapmak ayıptır!

ALİ KOÇAL (Devamla) – Oradaki güvenlik güçlerinin arkasına sığındınız, güvenlik güçleriyle beraber oraya geldiniz. Sen İstanbullusun, sen bu işten anlamazsın.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Maden şehitlerinin üzerinden siyaset yapma!

ALİ KOÇAL (Devamla) – Sen daha dünkü çocuksun, bu işlerden anlamazsın! Sen İstanbul’a git!

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Sen kurultaydayken Bakan kuyunun başındaydı.

BAŞKAN – Sayın Tunç, lütfen… Hatibe müdahale etmeyiniz.

ALİ KOÇAL (Devamla) – İstanbul’a git sen! Sen İstanbul’da yap bu işleri.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Bakan kuyunun başındayken sen kurultay derdindeydin.

ALİ KOÇAL (Devamla) – Sen bu işlerden anlamazsın! Sen daha dünkü çocuksun! Sen İstanbul’a gidip siyaset yapacaksın. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Koçal, lütfen Genel Kurula hitap ediniz, karşılıklı konuşmayınız.

ALİ KOÇAL (Devamla) – Değerli arkadaşlar, oraya gelen… Evet, AKP’li bakanlar, milletvekilleri oraya geldiler, bu doğrudur. Ama geldiler, polis kordonuyla birlikte geldiler, korumalarla birlikte geldiler, halkın içine giremediler…

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Ayıptır! Sen kurultaydayken Bakan kuyunun başındaydı!

ALİ KOÇAL (Devamla) -…o insanların içine giremediler, o insanların cenazesine giremediler.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Sen Ankara’dayken Bakan kuyunun başındaydı.

ALİ KOÇAL (Devamla) – Ama biz orada şehit ailelerinin yanındaydık. Biz orada köylerdeydik, emekçilerin yanındaydık biz orada.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Yoktunuz yok!

BAŞKAN – Sayın Tunç…

ALİ KOÇAL (Devamla) – Onu bile farklı şekilde değerlendiriyorlar. Çünkü bunlar yalancılığa alıştı, bunlar sahtekârlığa alıştı…

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Ayıp! Ayıp!

BAŞKAN – Sayın Tunç, lütfen müdahale etmeyiniz.

ALİ KOÇAL (Devamla) - …bunlar halkı kandırmaya alıştı. Kandırarak halkı, halkın duygularıyla oynayarak bugüne kadar geldiler. Bugünden sonra ne olacak, göreceğiz onu. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Aynı şeyi Kemalpaşa’da da yaptılar.

ALİ KOÇAL (Devamla) – Evet, bu arkadaşlar, bu Sayın Başbakan, “Kaderdir.” diyen Sayın Başbakan… (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Bu bağırmalarınız suçlu olduğunuz gösteriyor. Eğer suçlu olmamış olsanız, eğer temiz olmuş olsanız bağırmazsınız, adam gibi gelip burada konuşursunuz.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Yoktunuz orada yok! On beş gündür yoktunuz!

ALİ KOÇAL (Devamla) – Sen Zonguldak’ı bilmezsin! Sen İstanbul’dan geldin, sen git, İstanbul’dan siyaset yap! Senin Zonguldak’la ne alakan var?

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Ayıp ya!  Ayıp!

ALİ KOÇAL (Devamla) – Zonguldak’la ne alakan var senin?

AKİF EKİCİ (Gaziantep) – Sen ciddiye alma onu Ali Bey.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen karşılıklı konuşmayınız.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Ayıp! Utanmadan konuşuyorsun!

AKİF EKİCİ (Gaziantep)- Sen ayıp ediyorsun, yerinde konuşmada. Söz al, konuş.

BAŞKAN – Sayın Tunç…

ALİ KOÇAL (Devamla) – Sen Zonguldak’ı nereden biliyorsun?

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Ayıp! Ayıp!

BAŞKAN – Sayın Tunç, lütfen sakin olunuz, konuşmacıyı rahat bırakınız.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Ayıptır! Yoktun orada!

ALİ KOÇAL (Devamla) – Ahlaksızlık yapmayın!

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Yoktun orada!

ALİ KOÇAL (Devamla) – Değerli arkadaşlar, demek oluyor ki bugüne kadar bu kazalarda ölenlerin birçoğu kader artık.

TEVFİK ZİYAEDDİN AKBULUT (Tekirdağ) – Ne alakası var?

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen Meclisin nezaketine uygun bir şekilde müzakere edelim.

ALİ KOÇAL (Devamla) – Kendimizi kadere teslim ettik ama bu Başbakanın zenginliği de kader mi? Bu Başbakanın yandaşlarının zenginliği de kader mi? Kendileri mi kazandı bunu?

TEVFİK ZİYAEDDİN AKBULUT (Tekirdağ) – Konuya gel!

ALİ KOÇAL (Devamla) – Çalık Grubuna 750 milyon dolar parayı vermek kader mi? Yani nasıl verildi bu para?

SUAT KILIÇ (Samsun) – İddia ettiğin şeyi ispat edeceksin yoksa müfterisin.

ALİ KOÇAL (Devamla) – Bu parayı kimler verdi?

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Utanmıyorsun değil mi?

ÖMER FARUK ÖZ (Malatya) – Konuya gel, konuya!

ALİ KOÇAL (Devamla) – Böyle sahtekârlıklar yapıyorsunuz sonra gelip burada konuşuyorsunuz.

BAŞKAN – Sayın Koçal, lütfen konunuza geliniz.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Sen Atatürk Spor Salonu’ndayken Bakan kuyunun başındaydı. Ayıp! Utanmıyorsun bir de! Sen MYK’ya girmek için kurultaydaydın.

ALİ KOÇAL (Devamla) – Evet, sonuç olarak şu değerli arkadaşlar: Milletimizin ve Zonguldaklıların manevi duygularıyla oynanmamalıdır. Zonguldaklıların onurları ve gururları bu değerlendirmelerle kırılmıştır.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) – Maddeye gel, maddeye!

ALİ KOÇAL (Devamla) – Ucuz iş gücü temin edeceğiz diye… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Ayıp!

AKİF EKİCİ (Gaziantep) – Söz al da öyle konuş kardeşim, mırıldanma oradan!

BAŞKAN – Sakin olun lütfen.

ALİ KOÇAL (Devamla) – …orada insanlar şehit edilmiştir. (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Onun için bundan sonraki süreçte AKP’nin bu tavrı değişmelidir. (AK PARTİ ve CHP sıralarından karşılıklı laf atmalar ve gürültüler)

MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Sen sus!

AKİF EKİCİ (Gaziantep) – Sen sus, sen kirli bir insansın!

MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Gel, hadi gel…

AKİF EKİCİ (Gaziantep) – Sen hiç konuşma! Sen temizlen! Sen kirli bir adamsın, kirli!

MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Otur!

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen yerlerinize oturun.

Sayın idare amirleri ve grup başkan vekilleri, lütfen…

(AK PARTİ ve CHP sıralarından karşılıklı laf atmalar, gürültüler)

ALİ KOÇAL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım… Değerli arkadaşlarım, lütfen… Lütfen Akif Bey…

MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Sen otur!

AKİF EKİCİ (Gaziantep) – Sen kirli bir adamsın, her şeyiyle kirli bir adamsın! Sen temizlen önce, temizlen sonra konuş. Kirlisin, kirli! Kire bulaşmışsın, yolsuzluğa bulaşmışsın! Kirli bir insansın sen, senin hiç konuşmaya hakkın yok; burada, 550 kişi içinde sen hiç konuşamazsın.

BAŞKAN – Sayın Ekici, lütfen sakin olun.

ALİ KOÇAL (Devamla) – Bundan sonraki süreçte Zonguldak’ta TTK’yla ilgili yapılan sözleşme, müteahhitle yapılan sözleşme iptal edilmelidir. TTK’da taşeronlaşmaya son verilmelidir. TTK, yani Türkiye Taş Kömürü kendi işini kendisi yapmalıdır. Madencilerle, iş güvenliği ve işçi sağlığı teminat altına alınmalıdır. Özel sektörde bulunan teknik nezaretçilerin maaşları ilgili firmalar tarafından verilmemelidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Koçal.

Sayın milletvekilleri, on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 17.30

BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 17.43

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Harun TÜFEKCİ (Konya)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 111’inci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

488 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Tasarının 1’inci maddesi üzerinde şimdi söz sırası Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Eskişehir Milletvekili Beytullah Asil’e ait.

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Sayın Başkanım, sözümü tamamlayamamıştım.

BAŞKAN – Sizin sözünüz bitti Sayın Koçal, on dakikanızı doldurdunuz.

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Hayır, bir dakikalık zamanım vardı. Lütfen, toparlamak istiyorum.

BAŞKAN – On dakikanızı doldurdunuz efendim.

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Bir dakikalık zamanımı tamamlamak istiyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN – İktisatlı kullanmış olmanızı temenni ederdim.

Teşekkür ederim.

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Toparlamam gerekiyor. Bir dakikalık zamanım vardı Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Özür dilerim.

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Peki.

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Asil. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 488 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini ifade etmek için söz aldım. Bu vesileyle yüce heyetinizi ve bu yasa tasarısının kanunlaşmasını bekleyen ilköğretim müfettişlerimizi yeni adlarıyla eğitim müfettişlerimizi ve değerli eğitim çalışanlarını saygıyla selamlıyorum.

Son günlerde devletimizin varlığına, milletimizin birliğine ve devamına, toplumumuzun dirlik ve düzenine, tarihî şeref ve haysiyetimize alçakça saldırı düzenlenmektedir. Coğrafyamızda ve ülkemizde yeni senaryolar yazılmakta ve uygulanmaktadır. Geçtiğimiz günlerde artarak süren çatışma ortamında insanlarımız hayatlarını kaybetmişler, son olarak da İskenderun’da 6 askerimiz ölmüş, 7 askerimiz de yaralanmıştır. Şehadet mertebesine ulaşan bu askerlerimize yüce Allah’tan rahmet, ailelerine başsağlığı, yaralılara da acil şifalar diliyorum.

Bu ve benzeri saldırılardan zarar gören yalnızca hayatını kaybeden ve yaralanan vatandaşlarımız, insanlarımız değil bu topraklar üzerinde kardeşçe yaşama umudumuz, barış ve demokrasidir. Toplumu birbirine düşman etmeye yönelik bu şiddet uygulamalarını meşrulaştırmaya yönelik gelişmeler karşısında barışı ve demokrasiyi her zamankinden daha fazla sahiplenmek durumundayız. Şiddet ve terörle bir yere varmak mümkün değildir. Bu şiddeti uygulayanları, bunlara zemin hazırlayanları, yandaş ve yardakçılarını şiddetle ve nefretle kınıyorum.

Diğer yandan, Filistin halkına insani yardım götüren filoya İsrail kara sularına onlarca mil uzaklıkta uluslararası sularda saldırı düzenlenmiş ve burada da insanlarımız hayatlarını kaybetmişlerdir. İsrail devlet terörünün uluslararası alana da sirayet ettiğinin yeni bir örneğidir. Bu uluslararası terörü, asla kabul edilmeyecek bu hareketi de şiddet ve nefretle kınadığımızı ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, görüşmekte olduğumuz bu ilköğretim müfettişliğini eğitim müfettişliğine dönüştüren ve eğitim müfettişlerinin bazı özlük haklarında düzenlemeler yapan bu tasarıyı bu yönüyle olumlu bulduğumuzu ifade etmek istiyorum ancak eğitim müfettişlerine diğer müfettişlerle eşit haklar tanınmamasını da büyük bir eksiklik olarak görüyorum.

Bir başka eksik bulduğumuz husus ise, millî eğitim müdürlüklerinde ve Bakanlığımızın merkez teşkilatında görev yapan şube müdürlerine de eğitim müfettişlerine tanıdığımız özlük haklarını tanımamış olmamızdır.

Bu iki düzenlemenin, yani eğitim müfettişlerine de diğer müfettişlerle eşit haklar tanınması ile şube müdürlerinin de hak ettikleri 3.600 ek göstergeye yükseltilmeleri hususu tez zamanda Türkiye Büyük Millet Meclisine gelir, bu eğitimcilerimizin de yüzü güler.

Değerli arkadaşlarım, bunu ifade ettikten sonra, bugün bir grup eğitim çalışanı, şube müdürü, Millî Eğitim Komisyonu Başkan Vekilimiz Necat Birinci’yi ziyaret ettiklerini ve bu ziyarette kendilerinin bu taleplerini ilettiklerini ifade ettiler ancak ben üzülerek ifade ediyorum ki Sayın Komisyon Başkan Vekili bu konuyu doğru bulduklarını, taşrada çalışma barışını bozduğunu ancak muhalefet tarafından muhalefet edilmesi nedeniyle bunu gündeme getiremediklerini ifade ettiğini söylediler. Eğer bir yanlış anlaşılma varsa, kendisini buraya gelip düzeltmeye davet ediyorum. Gerek bu yasa görüşülürken gerek alt komisyonda bu haksızlığı, çalışma barışını bozan bu eylemi düzeltme noktasında talepte bulunmamıza rağmen, böyle bir isnatla karşılaşmış olmamızı da esefle kınıyorum, şiddetle reddediyorum.

Değerli milletvekilleri, rehberlik ve denetimin olmadığı yerde öğrenci başarısızlığının devam etmesi kaçınılmazdır ve bunun doğal sonucunda da yıllarca eğitim görmüş öğrencilerimizin sınavlarda doğrudan çok yanlış yapmaları da kaçınılmazdır. Bu başarısızlığın sorumlularından birisi olan denetim sisteminin çalışması ve etkililiği acilen sorgulanmalıdır. Bugün, ülkemizde 800 bin civarında öğretmen çalışmaktadır. Bu 800 bin öğretmenimizin rehberlik denetimi 334’ü Bakanlık olmak üzere 3.500 civarında müfettiş tarafından yaptırılmaya çalışılmaktadır.

25 Aralık 2009 tarihi itibarıyla Bakanlık veri tabanından edinilen bilgilere göre 501 olan Bakanlık müfettişliği kadrosunun 334’ü, 25 iç denetçi kadrosunun 10’u, 4.500 ilköğretim müfettişliği kadrosunun 3.180’i doludur. Toplam denetim elemanı kadrosu 5.026 olup, fiilen görev yapan denetim elemanı sayısı ise 3.524’tür. Bu kadroların tamamının niçin kullanılmadığının gerekçesini de Sayın Bakanın mutlaka açıklaması gerek.

Değerli arkadaşlarım, Bakanlık müfettişlerinin fiilî denetim alanı içerisinde 7.546 resmî ortaöğretim kurumu, 717 özel ortaöğretim kurumu,  81 il ve 892 ilçe teşkilatı, 676 adet öğretmenevi, 1.200’ü aşan diğer özel ve resmî kurum bulunmaktadır.

Bakanlık Teftiş Kurulu tarafından 2008-2009 öğretim yılı içerisinde yapılan denetim sayısı, 993 okul ve kurum denetlenebilmiştir. Yani toplam denetlenmesi gereken kurumların ancak yüzde 10’u denetlenebilmiştir. Amaç nedir? Amaç, iki yılda bir bu öğretmenlerle gerek rehberlik yapmak gerek incelemelerde gerek denetlemede bulunmak amacıyla bu müfettişlerin iki yılda bir bu kurumlara mutlaka gitmesi gerekir. Ama bu olmuyor. 501 olan kadronun da maalesef ancak 334’ü dolu. Bu boş kadro, kullanılmayan kadro miktarının niçin kullanılmadığını da anlamak mümkün değil.

Değerli arkadaşlarım, bu okul öncesi eğitim kurumları ile ilköğretim kurumlarında görevli 500 binin üzerinde öğretmen ilköğretim müfettişleri tarafından iki yılda bir denetlenmeye çalışılmaktadır. Ancak az önce de ifade ettim, ilköğretim müfettişlerimizin sayısı 3.180.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

BEYTULLAH ASİL (Devamla) – Bunun mutlaka çözülmesi gerektiğini ifade ediyor, bu yasanın eğitim çalışanlarımıza, eğitim müfettişlerimize ve eğitim hayatına katkı sağlaması temennisiyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Asil.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal. (BDP sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Birdal.

BDP GRUBU ADINA AKIN BİRDAL (Diyarbakır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 488 sıra sayılı Tasarı’nın 1’inci maddesi üzerine Barış ve Demokrasi Partisi adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım.

Tasarı, zorunlu eğitimin sekiz yıla çıkarılmasıyla işlevsizleşen “ilköğretim müfettişliği” unvanının “eğitim müfettişliği” unvanına dönüştürülmesini düzenlemektedir. Buna ilişkin görüşlerimizi biraz sonra söyleyeceğim.

Ancak, az önce bir haber aldık. Son günlerde Türkiye’de, ısrarla, bir yerden, gerilim, çatışma tırmandırılıyor ve müessif olaylar yaşanıyor. İnsan hakları ve demokrasi açısından gerçekten kaygı duymamıza neden olacak, hızla bir iç çatışmaya sürükleyen bir irade var. Bu nereden kaynaklanıyor? Bu tartışılmalıdır Türkiye Büyük Millet Meclisinde. Ancak, bu son gelişmelerden… Ki bu son gelişmelere hepimiz tanık oluyoruz, daha birkaç gün önce olan olaylar yani İsrail’in insanlığa karşı işlediği suçlar nedeniyle, bunlar her nedenli gündemden kalkmış gibi görünüyorsa da şu anda inceden inceden o kor yanıyor. Öğrenci gençliğe saldırılar, Kürt öğrencilerine sistematik baskı, saldırı ve cinayetler, cezaevlerinde muhalif olmaktan ötürü devrimci mahkûmlara ve Kürt mahkûmlara “45/1” denilen bir genelgenin son günlerde ısrarla ve inatla uygulanmaması, bölgede bir savaş ilanının yapılması, her gün yirmi tane helikopterin desteğinde tankların, topların, tüfeklerin o alana girmesi ve her gün bu savaşın her bir yere yayılmak istenmesi, elbette ki buna  karşı da koyuşlar ve onun getirdiği sonuçlar.

Şimdi, bütün bunlara dikkat çekmek isteyen Barış ve Demokrasi Partisi milletvekillerimizin de yer aldığı, bugün Silopi’de, ki Şırnak milletvekillerimiz Sevahir Bayındır, Hasip Kaplan ve Hakkâri Vekilimiz Hamit Geylani’nin de bulunduğu, Şırnak il ve Silopi ilçe örgütümüzün ve üyelerimizin barışçıl bir yürüyüşü az önce saldırıya uğramıştır. Şimdi, bu yürüyüşün, bu barışçıl, demokratik bir eylemin gerekçeleri Şırnak Valisine anlatılmıştır ve son günlerde olup bitenlere dikkat çekilmek ve duyulan kaygı belirtilmiş ve bu nedenle böyle bir yürüyüşün düzenleneceği iletilmiştir. Valinin, mülki amirliğinin bilgisi dâhilinde bir yürüyüş daha başlamadan güvenlik güçlerinin saldırısına uğramış, biber gazı, tazyikli su ve coplarla yürüyüşçülerin üzerine yürünmüştür. Şu anda Şırnak Vekilimiz Sevahir Bayındır bedenine birçok darp almış, yaralanmış ve ayağı kalçası tarafından kırılmıştır ve hastaneye kaldırılmıştır.

Şimdi, bu ilköğretim müfettişlerinin müfettişliğin nasıl olacağı, kimin denetleyeceği konusu sistemin doğrudan ilgili bir yanı. Şimdi, bu denetlense ne olacak, ki Barış ve Demokrasi Partisi olarak gerçekten eskimiş, geride kalmış bu düzenlemenin değiştirilmesine dair elbette biz de desteğimizi bildirecek ama eğitim sistemine ilişkin eleştirimizi de getirecekken, ki 300 bine yakın işsiz öğretmenin umudunun ve geleceğinin karartılmasına dikkat çekmek isterken, her alandaki ücret dengesizliğine dikkat çekmek isterken ve belki buradaki tartışmalardan yola çıkarak eğitim sisteminin ayrımcı, ırkçı, çatışmacı, linç edici kültürü yaratmak yerine, eşitlikçi, özgürlükçü ve kardeşliği ve bir arada yaşamayı esas alacak bir anlayışın ve kültürün oluşmasına yardımcı olmak niyetiyle burada konuşacakken şimdi bir milletvekilimizin uğradığı saldırıyı bu kürsüde dile getirmek durumunda kalıyoruz.

Sayın milletvekilleri, şimdi bakın, dikkatinizi çekiyorum. Şimdi, bu vekilimize yapılan saldırı onun şahsına yapılmış bir saldırı değildir, bu saldırı Barış ve Demokrasi Partisine yapılmış bir saldırı değildir, bu saldırı doğrudan Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesine yönelik bir saldırıdır. Bu saldırı doğrudan, demokrasiye yönelik bir saldırıdır; bu  saldırı uluslararası hukukla güvence altına alınmış, demokratik ve barışçıl bir gösteriye saldırıdır ve insan haklarına saldırıdır. Peki, dün Sayın Başbakan kalktı -gerçekten, hepimizin dün Türkiye Büyük Millet Meclisinde birlikte telin ettiğimiz İsrail vahşetini ve saldırısını kınarken- haklı olarak ne dedi? “Sivillere yönelik bir saldırıdır, lanetliyoruz.” dedi. Mermi kullanılmıştır, plastik mermi. Bugün öğreniyoruz İHH Başkanının açıklamalarından çivili mermilerin kullanıldığını ve nasıl, insanların, yaralıların orada darp edildiğini, yaşama hakkına, temel hak ve özgürlüklere yönelik  saldırıların nasıl yapıldığını. E tamam. Bunları yine lanetliyoruz, telin ediyoruz gerçekten çünkü bu, insanlığa karşı bir suçtur, zorbalıktır, uluslararası hukukun ihlalidir ve insan haklarına bir  saldırıdır.

Peki, bugün Silopi’de olan nedir, nasıl açıklanır? Aynı bu tepkiyi Sayın Başbakandan bekliyoruz. Türkiye Büyük Millet Meclisinden ve Meclisin iradesinden bu saldırının lanetlenmesini istiyoruz. Aynı şekilde demokratik kamuoyundan ve diğer siyasi partilerimizden bu saldırının lanetlenmesini bekliyoruz. Arkadaşlar, aksi takdirde, bakın -biz birkaç aydır Barış ve Demokrasi Partisi olarak dikkat çekmek istiyoruz- 12 Eylül öncesi bir durum yaşanıyor Türkiye'de, bir yerlerden düğmeye basıldı. Yoksa rastlantı değil, üniversitelerde, cezaevlerinde, kışlalarda ve bölgemizde yaşanılan bu saldırılar, baskılar, şiddetin, çatışmanın ve savaşın yayılmak istenişi rastlantı değil ve bugün de milletvekillerimize yönelik saldırı, Kürt sorununun demokratik, barışçıl çözümüne ilişkin yaratılmış ve yaklaşık üç yıldır heba edilen bir fırsatın bütünüyle yok edilmesine yönelik bir saldırıdır.

O zaman ne yapmamız gerekiyor? Öncelikle bugün Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu saldırıyı kınaması gerekiyor. Burası hukuk devleti mi, polis devleti mi? Şiddetin, silah gücünün, postalların, apoletlerin, silahın gücü mü bu ülkede üstün kılınacak, yoksa hukukun gücü mü üstün kılınacak, buna karar vermek durumundayız. Aksi takdirde o kaos yarın ta buraya kadar uzanır, uzatmak isteyenler vardır, bunları artık görmek gerekiyor. Derhâl İçişleri Bakanını göreve çağırıyoruz; bugün milletvekillerimize, halkımıza yönelik bu saldırıyı yapanların sorumluları derhâl görevden alınmalıdır, aksi takdirde İçişleri Bakanının kendisi derhâl istifa etmelidir. (BDP sıralarından alkışlar) Yoksa, burada, güvenlik, hukuk, adalet, demokrasi nasıl sağlanacak, kimlerce tesis edilecek, bunun muhatabı kim? Biz, hâlâ Türkiye Büyük Millet Meclisini doğrudan bunun muhatabı sayıyoruz. Yargıyı, hukukun üstünlüğünü ve gücünü herkes için kullanılacağına inanan yargıyı muhatap kabul ediyoruz.

Aksi takdirde arkadaşlar, gerçekten Türkiye’yi hep beraber bir yere sürükleyebiliriz. Bakın, Türkiye şu anda, bunu görelim, çok sert bir kavşaktan dönüyor, virajı alamadığı zamanlar nasıl devrildiğini ve bu kazadan hepimizin nasıl nasibini aldığını biliyoruz. O nedenle, Türkiye’yi bu keskin kavşaktan selametle, sağlıkla döndürebilmek hepimizin elinde. Bu nedenle, bugün halkımıza, milletvekillerimize, partimize, demokrasiye, insan haklarına, hukuka yönelik bu saldırıyı şiddetle kınıyoruz ve bundan sonraki saldırıları da halkımız direnme hakkıyla, savunma hakkıyla püskürteceğinden kimsenin kuşkusu olmaması gerektiğini burada bir kez daha hatırlatıyoruz.

Saygılarımı sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Birdal.

Şahsı adına Zonguldak Milletvekili Polat Türkmen.

Buyurunuz Sayın Türkmen. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

POLAT TÜRKMEN (Zonguldak) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Millî Eğitim Kanunu hakkında şahsım adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, gerçekten, gündem o kadar sık değişiyor, o kadar spekülasyonlar yapılıyor ki Millî Eğitim Kanunu hakkında konuşacağımız yerde, Zonguldak’ta başımıza gelen, milletimizi üzüntüye gark eden, gerçekten büyük bir felaket yaşadığımız konular üzerinde herkes bir fikir beyan ediyor, herkes bir şeyler söylüyor. Bunlar doğrudur.

Bazıları geliyor… Yöremize geldi, bütün milletvekilleri geldi muhalefetten, diğerlerinden, grubu olanlardan, olmayanlardan, herkese teşekkür ediyoruz, acımızı paylaştılar. Acılar, paylaşılırsa azalıyor. Büyük bir felaketti. İnsanların gözü yaşlıydı. Biz -ben dün geldim oradan- yirmi gündür oradayız çünkü benim yörem. Ben oralarda büyüdüm. Maden mühendisiyim kendim de. O yöredeki insanların hepsi tanıdığımız, hepsi dostlarımız, akrabalarımız.

Evet, bir ölüm hadisesi cereyan etmiştir. Sebepleri vardır, onlar araştırılıyor. Beş tane komisyon kurulmuş, onlar da araştırıyor. Neticeler ortaya çıkacaktır. Neden olduğunu araştıracağız, bakacağız. Spekülasyonlar yürütülmemelidir.

Ben, başta Başbakanımız olmak üzere, bu acılı günümüzde orada on beş gün kalan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer Bey’e, Enerji Bakanımız Taner Yıldız Bey’e… Bütün bakanlıklarını bıraktılar, geldiler, bizimle o acıyı paylaştılar. Kapı kapı ailelere gittik, onlara taziye ziyaretlerinde bulunduk. Gece saat 3’lere, 5’lere kadar o insanlar ayrılmıyorlardı o iş yerlerinden. Onlarla birlikte olduk, acılarını paylaşmaya çalıştık.

Arkadaşlar, burada söylenen sözler, bu acının üzerinden bir şeyler devşirmeye çalışmak çok ayıp şey, hiç yakışmıyor, hiçbirimize yakışmıyor, hiç kimseye yakışmıyor, Parlamentoya hiç yakışmıyor.

Evet, bazı arkadaşlarımızın hepsi gelmişlerdir, bazılarının görevleri vardı, Cumhuriyet Halk Partisinin o dönem kongresi vardı, daha az gelebilmişlerdir; mesele o değildir, acıyı paylaştıklarını, hepimiz kadar, herkes kadar paylaştıklarını hepimiz biliyoruz ama orada basını bilgilendirmek yönünde Bakanımızın yaptığı, ki benim yanımda yaptığı hadisedir… Orada büyük spekülasyonlar oluyor. İşte nedir bu spekülasyonlar? “Efendim, kolu kopmuştur, bacağı kopmuştur, tanınmaz hâldedir, nerededir…” İki tane daha şehidimiz, bizim, orada ocağın içindedir, onları çıkaramadık, telaşımız odur, sıkıntımız odur. Bütün şehitlere Allah rahmet eylesin, ailelerine başsağlığı diliyoruz ama bunun üzerinde soru soruluyor Bakana, deniliyor ki: “Efendim, bunlar tanınamadı, edilemedi, gidilemedi, kolu koptu, bacağı yok, kendisi yandı, şu oldu, bu oldu… Nedir bunun durumu?” Diyor ki: 19 tane kardeşimiz, doğru, orada bir yerde olmuşlar, resimleri çekilmiş, hepsi çekilmiş aşağıdan alınırken, diğer arkadaşlarımız işte 9 tanesi falan muhitte bulundu diye tarif ediyor. Biz oraya girip, gören, yaşayan insanlarız orada. Bunu herkesin böyle bilmesini istiyorum. Onun üzerine diyor ki: “Arkadaşlar, öyle tanınmaz hâlde değillerdi, iyi hâldeydiler.” O spekülasyonu önlemek adına söylüyor bunu. Bu alınıp, çevrilip evrilip, “Özür dilensin, şu olsun, böyle olsun, milletimiz infiale…” Ya, milletimiz Zonguldak’ta bunları biliyor, mesele Türk milletinin diğer geri kalanları onu anlamayabilir diye izah ediyoruz. Oradakiler gülüp geçiyor buna, Zonguldak halkı gülüp geçiyor, onları gördü.

Onun için, ben, tekrar tekrar bu söylenenlerin doğru olmadığını, yakışmadığını… Bütün bölge milletvekillerimiz oraya geldi. Hayati Yazıcı Bey geldi, herkes geldi, CHP Genel Başkanı geldi, herkese teşekkür ediyoruz, acılarımızı paylaştı hepsi. Bunun üzerinden spekülasyon yapmaya, konuşmaya, çirkinleşmeye, birbirine hakaret etmeye… Bir araya geleceğimiz bu acılı günlerde bile gelemiyorsak ne zaman geleceğiz bir araya? Hangi boşluğumuzu dolduracağız?

Ha, bu madendeki olan kazayı ben size en iyi anlatacak insanım, bunu yaşayan insanım orada. Neden olduğunu, nasıl olduğunu, neticelerini, bir sürü organlar, teftiş kurulları var, bunlar ortaya çıkaracaktır, orada göreceğiz bunları. Hepsi spekülasyon olur şimdi yaptıklarımızın. Doğrudur eğridir, Zonguldak, bir mekteptir, yüz elli yıllık geçmişi vardır, bir markadır; insanlar, oradan alırlar eğitimlerini, diğer ocakları, yer altı işletmelerini yaparlar. Bunu bilmeyenler, arazi yapısını bilmeyenler, “Avrupa’da, efendim, şöyleydi…” Orada mekanizedir, onların damarları 20 metredir, onların eğimleri 4-5 derecedir, 10 derecedir; bizdeki fay kırıklarıyla mevcuttur; 40 derece, 50 derece, 80 derece ayaklarda çalışıyoruz; topografyamız onlarla müsait değildir, orada insan gücüyle çalışıyoruz. Oraya gelip gireceksiniz, bakacaksınız, orada onlarla yaşayacaksınız o zaman bunu anlarsınız. Bu, anlatmayla falan anlaşılmaz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

POLAT TÜRKMEN (Devamla) – Bitiriyorum. Çok teşekkür ediyorum Başkanım.

Teknik terimlerle bunu izah ederiz size, nasıl olduğunu da izah ederiz ama ne olur… Bu acılı günde bizim derdimiz, sıkıntımız onların yaralarını sarmak, onların cenazelerinde bulunmak, onlara taziyeleri sunmak, onların emekli maaşlarını bağlamak. Onlarla birlikte olup acılarını hafifletmek için orada uğraşıyoruz. Bunun üzerinden bazı kimselerin böyle birbirini kıracak, üzecek ve ondan bir şeyler devşirecek şekilde hareket etmesini çok ayıp gördüm, üzüldüm, onun için konuşma gereğini hissettim. Çok konuşan birisi de değilim ama bunun üzerinden böyle spekülasyon yapmalarını da çok doğru bulmadığımı söylüyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Türkmen.

Soru-cevap bölümüne geçiyoruz.

Sayın Ünlütepe, buyurunuz.

HALİL ÜNLÜTEPE (Afyonkarahisar) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, iktidarınız döneminde ilimizde 2005 yılında 2.273, 2006 yılında 1.973, 2008 yılında 1.739 ve 2010 yılında 2.300 öğretmen açığı vardır. 100 binlerin üzerinde öğretmenler atanmayı beklerken ilimizdeki öğretmen açığını niçin gideremiyorsunuz? Önümüzdeki eğitim öğretim döneminde 2.300 öğretmen açığından ne kadarını karşılayabileceksiniz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Ünlütepe.

Sayın Taner…

RECEP TANER (Aydın) – Sayın Bakan,

1) 700 bin öğretmen, 11.100 okul, teşkilat, öğretmenevi gibi birimin bulunduğu Bakanlığınıza bu düzenlemeyle verilen 4.500 kadro yeterli midir?

2) Bütün bu hizmetleri mevcut 3.524 müfettişle ne kadar yapabilmektesiniz?

3) Eksik olan bin kadroyu doldurmayı düşünüyor musunuz? Ne zaman dolduracaksınız?

4) İhdas edilen 4.500 kadrolu müfettişin özlük haklarıyla ilgili bir düzenleme yapacak mısınız?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Taner.

Sayın Bal…

ŞENOL BAL (İzmir) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, eğitim camiasının moral, motivasyon ve huzur içerisinde çalışmaları eğitimde başarı, kalite ve verimlilik açısından çok önemlidir bildiğiniz gibi. Ancak, son yıllarda personel arasında ayrım, kayırmacılık, himayecilik gibi haksızlıklar ve hukuksuzluklar nedeniyle Millî Eğitim Bakanlığının çalışanları ile ve vatandaşlarla rekor seviyede davalık yani mahkemelik olduğu basın yayın organlarında ve kamuoyunda dile getirilmektedir. 2002-2010 yılları arasında Millî Eğitim Bakanlığının yıllar itibarıyla dava konuları ve sayıları açısından istatistiki bir bilgiye sahip misiniz? Bu davalardan Bakanlığın lehine ve aleyhine sonuçlanan dava sayısı ne kadardır? Bu davalardan kişi ve kuruluşlara tazminat ödenmeye mahkûm edilen, Bakanlık açısından, dava sayısı ve tazminat miktarları ne kadardır?

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Bal.

Sayın Yaman…

M. NURİ YAMAN (Muş) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, bilindiği gibi, müfettişlik görevi, tüm bakanlıklarda uzmanlık gerektiren ve sınavla alınıp mesleklerinde sınavla yükselinen bir kariyer mesleğidir. Bunu Danıştay kendi kararlarında da böyle öngörmektedir. Siz, Bakanlığınız Teftiş Kurulunda bulunan Millî Eğitim Bakanlığı müfettişleri gibi, eski adıyla ilköğretim, yeni adıyla eğitim müfettişlerini de bu kapsamda değerlendirecek misiniz, yoksa yarın canınızın istediği zaman bu kişileri tekrar geldikleri görevlere geri döndürme gibi bir uygulamayı düşünecek misiniz, bunu öğrenmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Yaman.

Sayın Üçer…

ÖZDAL ÜÇER (Van) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Silopi’de demokratik bir hakkı kullanmakta olan sivil halka yönelik uygulanan devlet terörünü kınamakla beraber millî eğitimde yaşanan sorunların YİBO’larla ilgili olanını belirtmek istiyorum.

Van’ın Gürpınar ilçesinin İMKB Kız YİBO’nun 200 yataklı kapasitesi vardır, 750 öğrenci kapasitesi vardır. Biz Van halkının da taleplerini esas alarak, bu kız YİBO’nun taşımalı eğitim sistemi olarak faaliyete geçmesini dilemekteyiz. Bu konuda ne yapılacaktır?

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Üçer.

Buyurunuz Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Sayın Başkanım, çok teşekkür ediyorum.

Öncelikle, Sayın Ünlütepe’nin, iliyle ilgili öğretmen açığı konusunda değindiği konu vardı. Afyon’da şu anda mevcut öğretmen sayısı 7.117 sizin de söylediğiniz gibi, ihtiyaç 1.489 civarında.

Hepinizin de bildiği gibi illerimizde öğretmen açığına yönelik olarak “kadrolu”, “sözleşmeli”, “vekil öğretmen” ve “ücretli öğretmen” şeklinde yapılandırmak suretiyle, derslerin boş geçmemesi ve öğretmen açığının bulunmaması için dört ayrı kategoride öğretmen ihtiyacını karşılıyoruz. Bu nedenle, Afyon’da öğretmen açığı nedeniyle boş geçen ders bulunmamakla birlikte yeni dönemde 786 öğretmen ihtiyacı şu anda, yeni atama döneminde değerlendirilecek.

Bütün illerde olduğu gibi -Afyon için de- illerden aldığımız talepleri değerlendirip İLSİS modülüne yansıtıyoruz ihtiyaçları, tüm iller arasında eşit ve adil bir şekilde dağıtmak suretiyle bilgisayar ortamında, hepinizin de bildiği gibi, atamaları gerçekleştiriyoruz.

Ümit ediyorum ki bu son aylarda yapacağımız, önümüzdeki iki ay içerisinde yapacağımız 40 bin öğretmen atamasıyla eğitim ve öğretim alanında ihtiyaç duyulan öğretmen ihtiyacımızın büyük bir bölümünü de karşılamış olacağız.

Bazı soruları tam, net olarak alamadım Sayın Başkan, yazılı olarak cevap vereyim.

Sayın Şenol Bal’ın bir sorusu oldu. “Eğitim camiası arasında, personel arasında kayırmacılık ve himayecilik söz konusu. 2002-2010 yılları arasında uygulamaların yargıya intikali, bu yönde ödenen tazminatlar ve diğer konularda istatistikler var mı?” dedi. Evet, bu konuda istatistiki bilgilere sahibiz. Özellikle eğitim öğretim alanında her şeyden önce Hükûmetimiz döneminde birçok konunun objektif, eşit, adil, uygulanabilir kriterlere bağlandığını söylemekle başlamak istiyorum. Her şeyden önce öğretmen atamaları ve yer ihtiyaçları şeffaf bir şekilde Bakanlığımızın İnternet sitesinde yayınlanmak suretiyle, özellikle ilk atamalarda… Yarın sabahleyin 10 bin öğretmenin atamasını gerçekleştireceğiz ve öğretmenlerin huzurunda, bilgisayar ortamında yapacağız, bu atamayı gerçekleştireceğiz.

Bunun dışında, ilk kez dönemimizde yönetici atama ve yer değiştirme yönetmeliğini çıkardık. Müdür ve müdür yardımcılıkları için yine objektif, eşit, adil kriterlerle hareket ettiğimiz… Yani herhangi bir yargı kararıyla da durdurulmayan yönetmeliğimizi uyguladık ve sınav yoluyla müdür ve müdür yardımcılarımız atandı tüm Türkiye’de. Dolayısıyla yöneticilik de dâhil olmak üzere özellikle öğretmen atamaları, yer değiştirmeleri, idarecilerin… Yakın bir tarihte şube müdürlüklerini de sınavla yapacağız. Bu şu demektir: Yani özellikle idareci ve yönetici kadrolarda, ne zaman Millî Eğitim Bakanlığıyla ilgili bir yasa gelse, özellikle okul müdürlerinin aynı siyasi görüşe sahip hatta aynı sendikaya yönlendirildiği ve aynı sendika üyesi oldukları gibi ithamlarla karşılaşıyoruz ama biz okul müdürlerini sınavla alıyoruz. Dolayısıyla sınavda başarılı olan herkes tercih ettikleri yere ve hizmet puanı üstünlüklerine göre tercihleri doğrultusunda okullara idareci olarak yerleştiriliyorlar.

ŞENOL BAL (İzmir) – Öğretmenler ve idareciler sizi dinliyor, lütfen…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Evet dinliyorlar, bu uygulamalardan öğretmenler ve idareciler yargılanıyorlar Sayın Bal. Zaten o konuda öğretmenlerimiz ve idarecilerimiz de bize memnuniyetlerini iletiyorlar bu yönde.

ŞENOL BAL (İzmir) – Demek ki belli bir grup.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Olabilir.

Dolayısıyla bu konuda ayrıntılı bilgiyi ben size yazılı olarak sunayım, açılan davalar konusunda özellikle.

Öğretmenlik mesleğinin bir kariyer mesleği olduğu konusuna Sayın Yaman değindi. Evet, öğretmenlik bu manada bir kariyer mesleğidir, ihtisas mesleğidir, Millî Eğitim Bakanlığı Kanunu’nda da böyle geçiyor. Bugün burada görüştüğümüz yasa özellikle ilköğretim müfettişlerinin “eğitim müfettişi” olarak adlandırılmaları ve eğitim müfettişi ve eğitim müfettişi yardımcısı olarak değerlendirilmeleri, özellikle eğitim öğretim alanında uzun yıllardır gerçekten bu müfettişlerimizin büyük bir vefakârlık örneği göstererek, gerçekten çoğu zaman Anadolu’nun en ücra yerlerinde ve büyük bir özveriyle yürüttükleri çalışma karşılığında sağlanmış bir idari kadro olacaktır ve ek göstergelerinin 3.600 ek göstergeye çıkarılmasıyla da bu yönde yıllardır uğramış oldukları bir haksızlığın giderilmiş olacağını düşünüyoruz.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Bakan.

ÖZDAL ÜÇER (Van) – Sayın Başkan, benim soruma cevap verilmedi.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Cevap vermediklerime yazılı vereyim.

BAŞKAN – Yazılı verecekmiş Sayın Üçer.

Madde üzerinde önerge yok.

1’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 1’inci madde kabul edilmiştir.

2’nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2- 3797 sayılı Kanuna aşağıdaki ek madde eklenmiştir.

“EK MADDE 4-  Ekli (1) sayılı listede yer alan kadrolar 13/12/1983 tarihli ve 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye bağlı (I) sayılı cetvelin Millî Eğitim Bakanlığı bölümünden çı-karılmış, ekli (2) sayılı listede yer alan kadrolar ihdas edilerek aynı Kanun Hükmünde Karar-nameye bağlı (I) sayılı cetvelin Millî Eğitim Bakanlığına ait bölümüne eklenmiştir.”

BAŞKAN – 2’nci madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat.

Buyurunuz Sayın Özbolat. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA DURDU ÖZBOLAT (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan kanun tasarısının 2’nci maddesiyle ilgili olarak Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi en içten duygularımla selamlıyorum.

Şu anda ülkemiz genelinde 2.844 ilköğretim müfettişi yüce Meclisimizi izliyor. Millî Eğitim Bakanlığımız seksen bir ilimizde birçok işini bu 2.844 eğitim emekçisine yaptırıyor. Bakanlığımızın Personel Genel Müdürlüğünün istatistiklerine göre olması gereken ilköğretim müfettişi sayısı ise 4.577 yani bugün itibarıyla 1.733 ilköğretim müfettişine daha ihtiyaç var.

Peki, ne iş yapar bu cefekâr eğitim emekçileri sizlere sıralayalım: Resmî ve özel anaokulları, ilköğretim okulları, dershaneler, sürücü kursları, her tür özel kurslar, rehberlik ve araştırma merkezleri, halk eğitim merkezleri, öğretmenevleri, hizmet içi eğitim enstitüleri, spor ve izcilik okulları, Kur’an kurslarının teftiş, denetim, inceleme ve soruşturma işleri ile valiliklerin verdiği diğer işler. Evet, değerli arkadaşlarım bu saydıklarımın hepsi ilköğretim müfettişlerinin görevleri arasında. Peki, bu kadar çok görev ve sorumluluk yüklediğimiz yüz yetmiş yıllık geçmişe sahip olan ilköğretim müfettişlerimiz durumlarından memnun mu? Ben bu kanunun hazırlık aşamasında hem müfettişlerimizin dernek ve sendikaları ile hem de birçok ilköğretim müfettişi ile bizzat görüşmeler yaptım. Bir dokundum bin ah işittim. Değerli arkadaşlarım, açık söyleyeyim, bu araştırmaları yapmadan önce bu meslek grubundaki değerli hocalarımın bu kadar sorunları olduğunu bilmiyordum. Şimdi bu sorunlardan bazılarına dikkatinizi çekmek istiyorum: Kamuda çalışan müfettiş unvanlı denetim elemanlarının ek göstergeleri 3.600 iken bugüne kadar ilköğretim müfettişlerinin ek göstergeleri 3 bin. Diğer denetim elemanlarının özel hizmet tazminatı yüzde 195, ilköğretim müfettişlerinin yüzde 130. Diğer denetim elemanlarının denetim tazminatı yüzde 130, ilköğretim müfettişlerinin yüzde 20. İş güçlüğü, temininde güçlük zammı diğer denetim elemanlarında 2.700, ilköğretim müfettişlerinde 2.025. Diğer denetim elemanlarında makam tazminatı 2 bin, görev tazminatı 8 bin, temsil tazminatı 12 bin. Bunların hiçbiri ilköğretim müfettişlerine verilmiyor. Daha açık bir ifadeyle, 1’inci derecenin 4’üncü kademesinde bir ilköğretim müfettişi ayda 1.580 TL, aynı Bakanlıkta aynı işi yapan Bakanlık müfettişi 2.460 TL, büyükşehre bağlı ilçe belediye müfettişleri ise ayda 1.900 TL maaş alıyorlar. Şimdi, siz gelin, bu durumu “eşit işe eşit ücret” ilkesiyle ilişkilendirin değerli arkadaşlarım.

Şimdi, iktidar sırasında oturan değerli milletvekilleri ve Sayın Bakan diyecek ki “Bu sorunları biz mi yarattık?” Tabii ki siz yaratmadınız. Bu sorunların önemli bir kısmı yapısal ama değerli arkadaşlarım, siz de sekiz yıldır iktidardasınız, hem de büyük bir çoğunlukla. İstediğiniz konularla ilgili düzenlemeleri Meclisi gece gündüz çalıştırarak çıkartıyorsunuz. Daha geçen ay Anayasa değişikliğiyle ilgili düzenlemeler Meclisten geçti, hem de büyük bir hızla. Tabii, o sizin için çok gerekliydi çünkü kendi yüce divanınızı yaratmanız gerekiyor. Malum, önümüzde seçim var, ne olur ne olmaz.

Değerli arkadaşlarım, ben bu kısa konuşmamla siyasi polemik yapmak istemiyorum. Bugün kendilerine söz verdiğim ilköğretim müfettişlerinden ve onların sorunlarından, onlarla ilgili olduğu oranda eğitim öğretimin genel sorunlarından ve çözüm önerilerinden söz edeceğim.

17’nci Millî Eğitim Şûra’sında Millî Eğitim Bakanlığının denetim sisteminin eğitim müfettişliği çatısı altında birleştirilmesi öngörülmüştü. Tarih 13-17 Kasım 2006, bugün 3 Haziran 2010. Aradan dört yıl geçti. Sayın Bakanım, gerçi sizin bu işte çok büyük bir kabahatiniz yok ama sizden önceki Sayın Bakan “Millî Eğitim otomatik pilota bağlandı.” demişti. Eğitim paydaşları, otomatik pilotu sorunların üzerinden otomatik geçme olarak algılamaya başladı.

Değerli arkadaşlarım, Millî Eğitim Bakanlığında, Bakanlık, iç denetim birimi ve ilköğretim müfettişliği olmak üzere üç ayrı teftiş birimi faaliyet göstermektedir. Bu tablo, denetimde yetki karmaşasına, zaman kaybına, mükerrer çalışmalara, çok başlılığa, dağınıklığa neden olmuyor mu? Hepiniz bu sorulara eminim ki oluyor diyeceksiniz. Peki, bu konularla ilgili bugüne kadar bir çalışma neden yapılıp Meclise gelmedi?

Değerli arkadaşlarım, kaldı ki 2006’da şûrada bu kararı almışsınız. Alınan kararları uygulamaya sokmayacaksanız neden bu şûraları topluyorsunuz? Denetim kurumları, denetim elemanlarının durumlarının iyileştirilmesiyle ilgili çalışmaların çok ağır gitmesi, zihinlerde sizlerin bu kurumlara ön yargılı baktığınız ve birçok şeyi denetimden kaçırarak yapmak istediğiniz şeklinde bir sonuç ortaya çıkarmıyor mu? Adalet gibi tarafsız bir denetim mekanizmasının bir gün sizlere ve sizlerin göreve getirdiği bürokratlara da lazım olacağını sakın aklınızdan çıkarmayın.

3046 sayılı Yasa, denetim birimlerini merkeze bağlıyor. Valilikler bünyesinde denetim birimi bulunmuyor. Bu çerçeve, yasaya rağmen, millî eğitim müdürlüklerine bağlı ilköğretim müfettişlerinin tam bir tarafsızlık içinde karar verme şansları var mı? İlköğretim müfettişlerinin sicil amirlerinin millî eğitim müdürü olması, teftiş ve incelemenin tarafsızlığıyla bağdaşır mı? Bunların derhâl düzelmesi gerekiyor.

Benim, bu kürsüde Sayın Millî Eğitim Bakanına bir önerim var. Gerçi bundan önceki Sayın Bakana da birçok önerimiz olmuştu. Eğitim sistemimizle ilgili olarak yapmak istediğiniz her düzenlemede işin taraflarının ve onların oluşturduğu kurumların önerilerini dikkate alınız. Belki sizin buna zamanınız yetmeyebilir ama bürokratlarınıza talimat verin, ortak akla itibar etsinler.

Şimdi, bizler, bu kanunla ilköğretim müfettişlerinin sorunlarından bir kısmını çözeceğiz. Belki biz de bu kanunla ilgili olarak komisyonlarda hep olumlu olduk. Peki, değerli arkadaşlarım, bu kanunla beraber teftiş sistemimizin yapısal sorunlarını da çözecek yeni düzenlemeler yapılsaydı daha doğru olmaz mıydı? Kargaşadan, müdahaleden arındırılmış bir teftiş mekanizması daha adil olur düşüncesindeyim.

Değerli arkadaşlarım, bizim muhalefet olarak niyetimiz emin olun ki bağcıyı dövmek değil. Hepimiz eğitimle ilgiliyiz, ya eğitimci olarak ya veli olarak ya da denetici olarak. Bu yüce Mecliste de eğitimci bir milletvekili olarak getirdiğimiz her öneride işin taraflarının düşünceleri ve beklentileri var. Zira, muhalefet olarak böyle bir görevimiz var. Önerilerimizde de emin olun ki siyasi kaygı yok. Burada yüksek sesle dile getiriyorum: Gelin camiye, kışlaya ve okula siyaset sokmayalım.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Özbolat.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Muş Milletvekili Sırrı Sakık. (BDP sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Sakık.

BDP GRUBU ADINA SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; ben de Barış ve Demokrasi Partisi adına buradayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Biraz önce burada, Diyarbakır Milletvekilimiz Akın Birdal size bir şey söyledi, dedi ki: “Silopi’de Barış ve Demokrasi Partisinin milletvekilleri, seçmenleri, oradaki insanlar saldırıya uğradı ve burada vekil olan arkadaşlarınız saldırıya uğramış, bacağında ve kalçasında kırık var.” Siz Başkan olarak bir “Geçmiş olsun.” demediniz. Siz sayın milletvekilleri, hani, aynı Parlamentoda aynı havayı teneffüs ediyorsunuz, hiçbirinizin kılı kıpırdamadı. İşte, isyanımız bunadır. Ayıptır, günahtır! Yani aynı saldırı size olsa bu şekilde mi davranılır? Yani Meclis Başkanı, şu anda burayı idare ediyorsunuz, acaba bir başka partiden bir üyeniz saldırıya uğramış olsaydı, böyle mi davranılırdı? Bunu şiddetle kınıyoruz. Kardeşlik bu değildir. Eğer siz halkın…

Bana kafa sallamayın. Kafa sallamak için hiçbir neden yok. Kafa sallayacağınıza çıkıp bu olayı kınarsınız. Siz ne kadar halkın iradesiyseniz biz de o kadar halkın iradesiyiz. Sizin emrinizdeki polisler, valiler bize karşı acımasızca davranırken, bunu burada gündeme getirirken kafa sallarsanız demokratlığınızdan kuşku duyarız.

Şimdi, Allah aşkına, nasıl bir arada yaşayacağız ya? Nasıl bu ülkede birlikte, birlikten, kardeşlikten bahsedeceğiz? En demokratik hakkımız olan… Bu savaş, bu çatışma, bu kavga bitsin. Sokaklardayız işte, siz buradasınız. Biz görev dağılımı yapmışız, 3 arkadaşımız burada, diğer arkadaşlarımız alanlardadır, Türk, Kürt çocukları ölmesin diye göğsünü kurşunlara siper ediyor, siz buradan bize kafa sallıyorsunuz. Bizim böyle bir keyfiyetimiz yok. Biz sorumluluk duyuyoruz, biz acı çekiyoruz ölen her çocuğumuzdan dolayı. Adı polis olur, asker olur, PKK gerillası olur, bunlar bizim kardeşlerimizdir ve acılarımızdır. Onların ölmemesi için arkadaşlarımız şu an Silopi’de ve saldırıya maruz kalıyorlar, devlet saldırısına maruz kalıyorlar. Onun için…

 Bu devlet saldırısı yıllardır devam ediyor. Burada yasaları, ne görüşürseniz görüşün, eğer bizlerin, bu halkın can güvenliği yoksa en iyi yasaları da getirirseniz hiçbir şey ifade etmez. Artık yeter! Artık bu halka tepeden bakmaya kimsenin hakkı yok.

Bakın, bugün burada Irak’tan gelen federal kürdistan bölge başkanı var. Daha düne kadar aşiret lideri olarak sayıyordunuz, daha önce bazı aktörleriniz “postal yalayıcıları” falan diyorlardı. Şimdi, bugün iyi bir gelişme, onları davet ettiniz. Gecikmiş bir karar, gecikmiş bir randevu. Davet ediyorsunuz, geliyorlar buraya ama hâlen kafanızda onlarla ilgili tepeden bakma, aşağılama…

NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Öyle bir şey yok, “aşağılama” diye bir şey yok!

SIRRI SAKIK (Devamla) – Aman… Bakın, sevgili kardeşim, ben şimdi size söyleyeyim: Sayın Hocam, bakın bu, Davutoğlu’nun Irak Federal Kürt Bölgesi’ne yaptığı bir seyahattir. Bu seyahatte evet, Davutoğlu ve Türk Bayrağı duruyor, burada da Mesut Barzani duruyor, yanında Irak Bayrağı ve yanında Kürt Federal Bölgesi’nin bayrağı var. Kabul etseniz de etmeseniz de orada bir kürdistan var, orada bir bayrak var, bu bayrağın renkleri sarı, kırmızı, yeşildir ve üzerinde bir güneş vardır. Şimdi, burada böyle karşılanırken, ama bugün Türkiye’de aşağılamaya çalışıyorsunuz, bir tek bayrak… Davet ediyorsunuz, Türk Bayrağını oraya koyuyorsunuz, yanında o bölgeden gelen, o ülkenin Cumhurbaşkanı olana, Başkanı olana ve o ülkeye haksızlık ve saygısızlık ediliyor, bayrak oraya koyulmuyor! Böyle bir şey olur mu!

Hemen yanı başımızda yine, çok yakın bir tarihte… Bu kim? Sudan Devlet Başkanı, eli kanlı ve kirli. Bu kim? Uluslararası arenada mahkûm olan bu adam Türkiye’ye geliyor, bu, devlet protokolüyle karşılanıyor ama buraya gelen Mesut Barzani, mazlum bir halkın lideri olduğu için, Kürt olduğu için böyle davranılıyor. Oradaki Kürde böyle, buradaki Kürde saldırı, efendim demokratik zeminde siyaset yapan Kürdün eline kelepçe, dağda olanı öldür! Peki, nasıl bir barış sağlayacağız? Nasıl bir arada yaşayacağız? Şimdi, bunların hepsinin, bir bütününün gözden geçirilmesi gerekir.

Yani gerginiz, haklıyız! Keşke bu noktada, keşke bu şekilde bu Parlamentoda bu kürsüye çıkmasaydım, ama ne yazık ki gerçeğimiz de bu. Ben bugün çıkıp gerçekten üniversitelerde ne oluyor, ne bitiyor, onları konuşmak istiyordum. Sayın Bakanımıza önerilerimiz olacaktı. Çok yakın bir tarihte Türkiye  coğrafyasında  ve  Kürt  coğrafyasında üniversitelerde olup bitenleri gördük. Kürt öğrencilere karşı nasıl bir saldırı olduğunu biliyoruz. Faşist odakların saldırısını biliyoruz. Muğla Üniversitesine, çocuğunu ta oradan buraya kadar gönderip ve “Ne olur.” diyor, anne ve baba şu feryadı ediyor: “Biz Muğla’yı, Ege’yi sosyal demokratların kalesi bilirdik. Biz çocuğumuzu Van’a, Diyarbakır’a gönderebilirdik ama halkların kardeşliği adına bir şeye işaret ettik. Oğlum gitsin, Muğla’da, sosyal demokratların egemen olduğu Ege’de okusun, halkların kardeşliğini görsün, gelsin, burada halkların mücadelesini versin.” Ama ne yazık ki oğlunu Muğla’ya gönderen babanın feryadı… Birkaç gün sonra, polis kurşunuyla, Muğla Üniversitesinde planlı, projeli ve… Hep buradan söyledik, yalvardık size. Bizim sözlerimiz size acı gelebilir. Bizim sözlerimiz gerçeği yansıtıyor ama siz gerçekle yüzleşmemek için kendinizi kandırmaya çalışıyorsunuz. Sevgili kardeşlerim, bir insan çıkıp gündüz vakti iki gözünü kapatırsa ve “Ben gündüzü geceye çevirdim.” derse o insan sadece kendisini yanıltır ve sonra gözünü açar, yine güneşle, gündüzle karşılaşır. Şimdi siz gözlerinizi kapatıyorsunuz, bu ülkede olup bitenleri görmezden geliyorsunuz. Biz, altını çize çize “Üniversitelerde bu iş tetikleniyor.” dedik, “Bakın, askerî yığınaklar var, sokak tetikleniyor.” dedik ve “Türkiye hızlı bir şekilde çatışma ortamına sürükleniyor.” dediğimizde, Sayın Meclis Başkanı arkadaşlarımızı azarlıyordu “Burada bir çatışma yok, bir kavga yok.” diyordu. İşte, siz gözünüzü kapatıyorsunuz. Bakın, bugün bu ülkede çatışma ve kavga var. Bu çatışmayı, kavgayı önlemek gözümüzü kapatarak değil; gerçeği görerek, oturup bunları paylaşabilirsek sorunlarımızı çözebiliriz. Sizin göreviniz sadece burada oturmak değil; sizin göreviniz yoksul Anadolu çocuklarının kanı üzerinde siyaset yapmak değil, sizin göreviniz sorunlara çözüm üretmektir, bu çocukların ölümüne son vermektir, Parlamento bunun için var. Parlamento eğer sorunları çözme yeriyse ve çözme sanatıysa, uzlaşı sanatıysa, siz oturup bütün gruplarla bir uzlaşı sağlamalısınız. Bakın, dün burada, İsrail’le ilgili, dört grup tarafından ciddi bir uzlaşı çıktı. Demek, istenince oluyor. Peki, kendi sorunlarımızla ilgili niye bir uzlaşı sağlamıyoruz? Niye bir birlik oluşturamıyoruz? Acaba kör müyüz, sakat mıyız? Yani biz yok sayarak bu sorunlar yok olabiliyor mu? Yani yok olmuş olsaydı, cumhuriyetten bugüne kadar bütün zalimane politikalar uygulandı, yok oldu mu? Olmadı.

Bakın, 60 ihtilalinde bile, bugün üniversitelerde nasıl ayrımcılık yapılıyorsa, 60 ihtilalinde bile… İhtilal yapıldığında ihtilal kimlere karşıydı? Sonra bir af çıkardılar, 60 ihtilalinde Kürt aydınları o affın dışında kaldı. Sürekli ayrımcı politikalar… Sürekli yok sayan, sürekli sorunlardan kaçan bir parlamento sorunları çözmez. Onun için, Barış ve Demokrasi Partisinin gerçekten misyonu büyüktür, bu misyona uygun diyalog aranmalıdır, bu temsilcilerle diyalog aranmalıdır.

Kürtlerin temsilcileri vardır, Kürtlerin kurumları vardır. Bu kanın durması için bu kurumlarla, bu temsilcilerle oturup konuşabilmeliyiz. İşte, bugün Silopi’de, yarın Cizre’de, öbür gün Muş’ta, bu yürüyüşler Van’da, her tarafta… Hafta sonu da İzmir’deydik. Yani İzmir’deki halkımızın sorunu da bizim sorunumuz. Onları oturarak, konuşarak çözebiliriz. Yani biz sokaklarda herkesin hukukunu aramaya çalışıyoruz, yani sokaklarda keyfiyetten dolayı eğlendiğimiz yok. Biz sadece sorunları çözmek üzere sokaklardayız. Sokaklar, evet, merttir. Bu mert kültürü Parlamentoya taşımalıyız ve…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız Sayın Sakık.

SIRRI SAKIK (Devamla) – Ben tekrar teşekkür ediyorum.

Ben sözlerimi Muğla’da yaşamını bir faşist saldırı sonucu yitiren kardeşimizin annesi ve babasının feryadıyla… Aynen şöyle diyordu: “Havar, havar…” Feryat ediyordu. Çocuklarımız ölmesin. Benim çocuklarım Türk çocuklarıyla kardeşçe yaşamak istiyor. Benim çocuklarım bu ülkede anlamsız bir çatışmada, kavgada yaşamını yitirdi ama hiç kimsenin çocuklarının ölmeyeceği bir Türkiye özlemiyle o annenin, o babanın o feryadının hepinizin kulaklarında çınlamasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Sakık.

Değerli milletvekili arkadaşlarımız, Türkiye Büyük Millet Meclisi, milletvekillerine yapılan her türlü saldırıyı her zaman kınamıştır, bunu da kınıyoruz. Yirmi dakika gecikmemizin olmasının nedeni, bunun etraflıca ne olduğunu araştırmaya çalışmamızdan kaynaklıdır. Yoksa Türkiye Büyük Millet Meclisi hiçbir zaman milletvekillerine yapılan saldırıları görmezden gelemez, bugüne kadar gelmemiştir, bundan sonra da gelmez efendim.

AYLA AKAT ATA (Batman) – Bize sorabilirdiniz.

AKIN BİRDAL (Diyarbakır) – Bizim söylediğimizin itibarı yok mu, geçerliliği yok mu?

BAŞKAN – İtibarı var efendim

AKIN BİRDAL (Diyarbakır) – O zaman…

BAŞKAN – Fakat daha detaylı öğrenmek istediğimiz için… Öğrenemedik, gene sizin söylediğinize dayanarak ben tekrar söylüyorum. İtibarı olmaz olur mu efendim? Var fakat detayı öğrenip daha ayrıntılı bir şekilde burada açıklama yapmayı arzu etmiştim. Daha detaylı ayrıntıya ulaşamadım. Tekrar, sizin söylediğinizle şey yapıyorum.

M. NURİ YAMAN (Muş) – Sayın Başkan, devreye girerseniz, ambulans uçak bekleniyor yani acil durumda. Lütfen, ilgili kişilere… Sizin de Meclis Başkanı olarak devreye girmenizi istiyoruz.

BAŞKAN – İleteceğiz efendim. Şimdi, Meclis Başkanına bu konuyu tekrar ileteceğiz. Merak etmeyin, orada en kısa zamanda tedbir alınacaktır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, hiç kimsenin Türkiye sınırları içinde kanının dökülmesine göz yumamaz ve buna izin vermemek için elinden gelen bütün gayreti de gösterir.

AYLA AKAT ATA (Batman) – Ulaşamıyoruz kendisine Sayın Başkan.

BAŞKAN – 2’nci madde üzerinde soru-cevap işlemine geçiyoruz.

Sayın Ünlütepe ve Sayın Öztürk sisteme girmişler.

Buyurunuz Sayın Ünlütepe.

HALİL ÜNLÜTEPE (Afyonkarahisar) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Tabii, ben sorumu Sayın Millî Eğitim Bakanımıza soracaktım ama ilimizin milletvekilinin burada bakan olarak bulunması belki de soruyu daha anlamlı hâle ve takipçisi hâline de getirecektir diye düşünüyorum.

İlimiz, ÖSS ve YGS imtihanlarında başarılı olamamıştır. Bu imtihanlarda 2006 yılında Uşak 11’inci, Isparta 27’nci, Afyon 51’inci; 2007 yılında Uşak 16’ncı, Isparta 10’uncu, Afyon 47’nci; 2008 yılında Uşak 13’üncü, Isparta 11’inci, Afyon 53’üncü; 2010 yılında YGS’de Uşak 11’inci, Isparta 19’uncu ve Afyon 59’uncu sırada yer almıştır. İlimizdeki 2.300 öğretmen açığı sayısı Sayın Millî Eğitim Müdürümüzün…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Ünlütepe.

Sayın Öztürk

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Bakana soruyorum: Birçok ilde olduğu gibi Mersin ilinde de 5 Mayıs 2010 tarihinde tüm ilköğretim okullarında seviye tespiti deneme sınavı yapılmıştır. İlköğretim okulu öğretmenleri bu sınavlarda görevlendirilmelerine rağmen, kendilerine sınav ücreti verilmediği gibi, o gün ders yapılmadığı gerekçeleriyle yedi saatlik ek dersleri kesilmiştir. Bu durum hakkaniyetle bağdaşmakta mıdır? Bu konuda öğretmenlerimizin mağduriyetleri giderilecek midir?

Yine bir sorum daha var: Yeni atama yönetmeliğinde il içi sıra tayinleri kaldırılarak, il içi ve il dışı tayinler birlikte yapılarak karmaşık bir hâl almıştır. Sıra tayinlerinin kaldırılmasının gerekçeleri nelerdir? Bu durumda sene içerisinde emeklilik ve tayinden dolayı boşalacak olan öğretmen kadrolarını nasıl doldurmayı düşünüyorsunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Öztürk.

Sayın Güvel

HULUSİ GÜVEL (Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Millî Eğitimde sizden önce Bakanlık yapan Sayın Çelik döneminde 657 sayılı Kanun’un 76’ncı maddesine istinaden atamalar yapıldı. Bunların çoğu mahkemelerden dönüyor. Bakanlığın bu tip atamaları eğitim sistemini işlemez hâle getiriyor. Bu konuda yaptığınız çalışmalar nelerdir?

İkinci sorum: OECD’nin 2009 yılı için hazırladığı rapora göre, Türkiye’deki öğretmenler diğer Avrupa ülkelerindeki meslektaşlarına göre çok daha düşük bir ücretle çok daha fazla çalışıyor. Öğretmenlerimizin durumunu düzeltecek bir çalışma yapmakta mısınız?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Güvel.

Sayın Köse…

ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, ülkemiz, ilköğretime erişimde kadın-erkek eşitliği sıralamasında dünyada 110’uncu sıradadır. İlköğretim çağındaki çocuklarımızın yaklaşık yüzde 5’i eğitim haklarından yararlanamamaktadır. Özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bu durum daha da vahimdir. Bu sorunun ortadan kaldırılması için yapılan bir çalışma var mıdır? Varsa nelerdir?

Son sorum: Daha önce Meclis gündemine taşımıştım. Adıyaman’da gezici halk kütüphanesi aracıyla ilgili yaşanan sorunda herhangi bir gelişme var mıdır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Köse.

Buyurunuz Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Ünlütepe’nin, özellikle Afyon ilinin eğitim göstergeleri bakımından, birinci sorusuyla bağlantılı olarak sorduğu ÖSS sınav başarısına ilişkin soruya, aslında başka bir ile ilişkin, milletvekilimizin sorduğu soru çerçevesinde, az önceki cevaplarımı bir nevi tekrar ederek başlayacağım.

Özellikle Öğrenci Seçme Sınavında veya ortaöğretime geçiş sınavlarında uygulanan sistemin bir sıralama olduğundan ve nihayetinde, 1’inci sırada bir ilin ve 81’inci sırada bir ilin sıralanması gerektiğinden söz ettim. Mutlak suretle bu sıralama bir şekilde böyle gerçekleşecek. Biz burada, Millî Eğitim Bakanlığı olarak aslında öğrencilerimizin öğrenme becerileri ve başarılarının ölçülmesi doğrultusunda belirlediğimiz kriterlere baktığımız zaman, ilk üç ille son üç il arasındaki farklılıkları analiz ediyoruz. Önemli olan da aslında bu.

Şimdi, ne kadar fazla sayıda matematik ve fen bilimlerini cevaplandırdıkları, yabancı dil başarıları ve sosyal bilimler alanındaki başarıları çok önemli. Buradan yola çıktığımızda, ilk üç ille son üç il arasındaki farklılıkların giderilmesi daha önemli ama inanın, 10’uncu ille 70’inci il arasında, soru ve puan cevaplandırmaları açısından baktığımız zaman, çok büyük farklılıklar arz etmiyor. Yani bu açıdan, Afyon başarısız bir il değil, sıralama itibarıyla da kötü bir yerde değil.

Yani 1’inci sırada, dediğim gibi, bir il olacak ÖSS başarısında, 81’inci sırada birisi olacak. Açıkçasını söylemek gerekirse, bu konuda, özellikle üniversite sınavları sonrasında elde edilen sonuçlar baz alınarak illerin sıralamaya tabi tutulmasını ben çok sağlıklı bulmuyorum, yani Eğitim Bakanlığı olarak da. Çünkü birçok il bunu bir başarısızlık olarak algılıyor, birçok il de bunu bir başarı olarak algılıyor. Oysaki yerleştirme sınavları, az önce de izah ettiğim gibi, yükseköğrenim kontenjanlarıyla sınırlı bir ülkedeyiz. Yani 1,5 milyon öğrenci yükseköğrenim talebiyle sınava giriyor, bunların 700 küsur bini -açık öğretim de dâhil olmak üzere- yerleşmeye tabi tutuluyor. Dolayısıyla belli bir açık kontenjan söz konusu olduğu durumlarda bir sınavla –merkezî bir sınavla- öğrencinin yerleştirilmesi, bu sınavın da eşit, objektif, adil olarak uygulanması son derece önemli.

Toplumumuzda üniversite sınavına yönelik olarak adil ve eşit bir şekilde uygulandığına dair de yaygın bir kanaat vardır ve bu sınava bir güven de vardır ama bazı illeri başarılı, bazı illeri başarısız olarak gösteren bu sıralamanın, doğrusunu isterseniz, ben doğru bir yönünü göremiyorum. Böyle bir sıralama yapılmaması gerekir.

Biz Millî Eğitim Bakanlığı olarak, ortaöğretime yönelik öğrencilerimizin başarılarını baz aldığımız takdirde, özellikle o ile yönelik olarak öğretmen açığımız, fiziki altyapı, bunları baz alıyoruz. Dolayısıyla, fiziki altyapı ve öğretmen ihtiyaçlarımız doğrultusunda illerimizden daha dezavantajlı olanları diğerleriyle aynı seviyeye getirmeye çalışıyoruz. Öncelikle bu konunun her şeyden önce bir başarısızlık olarak algılanmaması gerektiğini, açıkçası, üniversite sınavında derece yapan öğrenciler de dâhil olmak üzere bunların açıklanmaması gerektiğini düşünüyorum.

Sayın Öztürk’ün sorusunu yazılı olarak cevaplandırayım, seviye belirleme konusunda bir deneme sınavı yapıldığına ve öğretmenlerin burada görevlendirilip ek derslere ilişkin kısmını. Ama il içi ve il dışı tayinlerin bir arada yapılması konusunda, özellikle öğretmenlerimizin geniş kesimini temsil eden sendikalarla yaptığımız görüşmeler neticesinde Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği’ni bu doğrultuda çıkarmıştık fakat sizlerin de söylediği gibi, il içi ve il dışı tayinlerin aynı anda yapılmasının doğurduğu bazı sıkıntıları aşmak üzere süre uzatımı aldık yer değiştirme isteklerine yönelik ve önce il içi tayinleri, daha sonra il dışı tayinleri gerçekleştireceğiz, yönetmelik değişikliğimiz yürürlüğe girer girmez.

Sayın Güvel’in sorusu: Belki bir yıldır çeşitli vesilelerle yasamada kanunumuz geçerken bana defalarca sorulan, hatta sözlü ve yazılı sorularda da en fazla işlenen konulardan bir tanesiydi 76’ncı madde doğrultusunda yapılan atamalar.

Hepinizin de bildiği gibi, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 76’ncı maddesi mevzuatımız açısından Bakana bu konuda bir takdir yetkisi veriyor, böyle bir uygulama veriyor. Bu sadece Sayın Bakanımız Hüseyin Çelik döneminde değil, bütün bakanlar döneminde uygulanmış bir yetkidir. Lakin, uygulamalara yönelik bazı hususlar da yargıya intikal etmiş, yargının bazı atamalar konusunda verdiği iptal kararları olduğu gibi, bazılarını da yerinde ve uygun bulmuştur. Dolayısıyla, Bakana verilmiş olan, 76’ncı madde doğrultusunda kullanılan bir yetkinin her şeyden önce hukuk çerçevesinde kullanılmış bir yetki olduğunu vurgulamak isterim. İptal edilen atamalar veya yerindelik ve “uygundur” kararları doğrultusunda Bakanlığımız hukuki işlemleri gerçekleştiriyor.

Sayın Köse’nin değindiği konu, ilköğretim okullarında erişim konusu. Evet, gerçekten, özellikle toplumumuzun dezavantajlı kesimleri ve kız çocuklarımız başta olmak üzere okullaşma oranları Hükûmetimizin ilk günlerinden itibaren en önemli gündem maddelerinden birisi oldu. “Haydi Kızlar Okula” kampanyası başta olmak üzere şartlı nakit transferinde kız çocuklarına yapılan eğitim yardımlarının daha yüksek oranda olmasıyla ilköğretimde bugün net okullaşma oranlarında kız ve erkek öğrenciler arasındaki fark 0,80’e düşmüştür, yani bugün okullaşma oranı da kız ve erkek bütün öğrenciler için ortalama yüzde 99,13’e ulaşmıştır. Dolayısıyla, bu konuda yapılan çalışmalar ve atılan önemli  adımlar bugün artık sonuçlarını vermeye başlıyor. Ne mutlu ki artık ülkemizde özellikle temel eğitime erişim konusunda kız çocuklarımızla erkek çocuklarımız arasındaki fark yüzde 1’in dahi altına düşmüştür. Hedefimiz, bu oranların yüzde 100’e ulaşması ve tam eşitlik ortamında uygulanmasıdır. Bu konuda yürüttüğümüz tüm kampanyalar, şu andan itibaren de artık kız çocuklarımızın ilköğretimde okullaşması değil, bizim hedefimiz kızlarımızın artık liseye yani ortaöğretim kurumlarına devamıdır ki, biz biliyoruz ki ortaöğretime devam eden kız çocuklarımızın yükseköğrenime geçişte bir sorunu yoktur. Yani ortaöğretim aslında kız çocuklarının belki okullaşmasında ve eğitiminde geleceğine yönelik, üniversite eğitimi ve istihdama katılımı gibi temel kadın hakları alanındaki en önemli sorunlarının da temelini oluşturuyor. Bunun yanı sıra -sizlerin de bildiği gibi- sadece bu konuda değil, dezavantajlı ve eğitime erişim sorunu olan diğer bir alan da özürlülerin eğitimiydi ve bu alanda da atılan adımlarla -az önce konuşmamda da değindim- özel eğitim ve rehabilitasyona ihtiyaç duyan tüm özürlü öğrencilerimize bugün devletin hizmet satın alma yoluyla hemen hemen tamamını kuşatacak şekilde hizmet veriyor. Onun yanı sıra özel eğitimde devlet okullarında kaynaştırma eğitimi yoluyla yaklaşık 70 bin öğrenci -ki toplamı 90 bindir- eğitime kazandırılmış durumda. Bugün itibarıyla Türkiye’de gerçekten özürlü çocuğu olan ailelerin ve başka alanlarda dezavantajı olup eğitime erişiminde problem olan bütün ailelere hem Millî Eğitim Bakanlığının genel eğitime ayırdığı bütçe çerçevesinde hem de Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu’nun destekleriyle uyguladığımız projeler çerçevesinde neredeyse tamamını kuşatacak şekilde hareket ediyoruz.

Bugün ülkemizde “Benim maddi durumum iyi değil, o yüzden çocuğumu okula gönderemiyorum.” diyen bir özürlü ailesi olmadığı gibi, olamayacağı gibi, gerçekten bu konuda çok kapsamlı çalışmalar yapıldı, kız çocuklarımız için de bu dezavantajı ortadan kaldırmak üzere yaptığımız bütün bu gayretli çalışmalarımız, gerçekten, 2010 yılı göstergelerine baktığımızda yüzümüzü ağartacak noktaya gelmiştir. Bunun artık bundan sonraki safhası ortaöğretim ve yükseköğrenimde kız çocuklarımızın okullaşma oranlarını kendi alanında ilerletmektir.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Bakan.

Madde üzerinde önerge yok.

2’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 2’nci madde kabul edilmiştir.

3’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3 - 3797 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

“GEÇİCİ MADDE 10- Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte ilköğretim müfettiş yardımcısı olarak görev yapanlar eğitim müfettiş yardımcısı, ilköğretim müfettişi olarak görev yapanlar eğitim müfettişi kadrolarına atanmış sayılırlar.

Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce ilköğretim müfettişi unvanını kazanmış olup kamu kurum ve kuruluşlarında başka görevlerde bulunanlar, talep etmeleri hâlinde durumlarına göre eğitim müfettişliği kadrolarına atanabilirler.

Yürürlükteki mevzuatta ilköğretim müfettişlerine yapılan atıflar bu Kanunla ihdas edilen eğitim müfettişlerine, ilköğretim müfettiş yardımcılarına yapılan atıflar ise yine bu Kanunla ihdas edilen eğitim müfettişi yardımcılarına yapılmış sayılır.

3797 Sayılı Kanunun bu Kanunla değişik 53 üncü maddesinin dördüncü fıkrasında öngörülen yönetmelik yürürlüğe konuluncaya kadar, mevcut yönetmeliğin bu Kanuna aykırı olmayan hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.”

BAŞKAN – 3’üncü madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Öztürk.

CHP GRUBU ADINA ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Milli Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu tasarının asıl amacı, Anayasa Mahkemesi kararı doğrultusunda Yasa’nın yeniden düzenlenmesi, Danıştay kararları doğrultusunda ilköğretim müfettişlerinin görev tanımlarının yeniden yapılmasına ilişkindir. Dolayısıyla, ilköğretim müfettişlerinin ve öğretmenlerin çalışma koşullarıyla ekonomik haklarında ciddi bir iyileştirme yapılmamaktadır. İlköğretim müfettişlerinin zam ve tazminatlarının, müfettiş unvanlı diğer denetim elemanlarıyla eşitlenmesi bile tek başına bu sorunları önemli bir oranda ortadan kaldırabilecekken, bu tasarı bunu gerçekleştirmekten çok uzaktır. İlköğretim müfettişleri diğer müfettişlerden daha az tazminat ve zam almaktadır, makam, görev ve temsil tazminatlarından yararlanamamaktadır.

5473 sayılı Yasa’nın 1’inci maddesiyle, daha önce Millî Eğitim Bakanlığındaki çalışanlar da dâhil olmak üzere 657 Devlet Memurları Yasası’na göre görev yapan memurlara her ay ek ödeme yapılmaktadır ancak ilköğretim müfettişleri, yasanın getirdiği sınırlama nedeniyle fiilen derse girmedikleri hâlde ek ders ücretleri aldıkları gerekçesi gösterilerek ek ödemeden yararlandırılmamaktadır.

Yine, 23/1/2009 tarih, 27119 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 2008/14575 sayılı, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı eğitim kurumları yönetici ve öğretmenlerinin ders ve ek ders saatlerine ilişkin Bakanlar Kurulunda değişiklik yapılması hakkında Bakanlar Kurulu kararıyla “İl millî eğitim müdür yardımcısı, ilçe millî eğitim müdürü ve şube müdürlerine haftada on saat, ilköğretim müfettişi ve müfettiş yardımcılarına haftada beş saat daha ek ders ücreti ödenir.” hükmü getirilmiş ancak sorun çözülmemiş, yeni bir eşitsizlik yaratılmıştır. İlköğretim müfettişlerinin görev yollukları gecikmeli olarak ödenmektedir.

Değerli milletvekilleri, Millî Eğitim Bakanlığına 2010 yılı için ayrılan pay toplam 28 milyar 237 milyon TL’dir. Bu bütçenin de 19 milyar 984 milyon 11 bin TL’si de personel giderleri olarak ayrılmıştır, geriye kalan 8 milyar civarındaki parayla eğitime hangi yatırım yapılacaktır, ne kadar derslik açılıp sınıflarımızdaki öğrenci sayıları ne kadar makul bir seviyeye çekilecektir, hangi araç ve gereçlerin alımı yapılacaktır, ne kadar öğretmen açığı kapanacaktır: bunlar bütün merak konusudur.

Değerli arkadaşlarım, Anayasa’mızın 42’nci maddesi “Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz.” hükmündedir. Ama üzülerek söylemek istiyorum ki 2002 yılında işbaşına gelen AKP İktidarı döneminden bugüne kadar, maalesef, Anayasa’mızın bu emredici hükmüne uygun eğitim ve öğretim yapılmamaktadır, buna aykırı eğitim ve öğretim yapılmaktadır. Eğitim kurumlarımız, âdeta, tarikatların ve cemaatlerin cirit attığı alanlar hâline getirilmiştir, getirilmektedir.

Eğitim ve öğretimde görevlendirme ve ödüllendirme yapılırken gerçekten, öğretmenlerin bilgi birikimi ve deneyimleri, liyakatleri bir kenara bırakılarak sadece AKP’nin siyasi çizgisi doğrultusundaki yandaş sendikaya üye olup olmama koşulu aranmaktadır.

Eğitim-İş ve Eğitim-Sen sendikasına üye olanlar ya da AKP İktidarının siyasi çizgisindeki yandaş sendikaya üye olmayan öğretmenler hakkında isimsiz dilekçelerle şikâyetler yapılmakta ve bunlar hakkında soruşturmalar yapılarak, bunlar baskı altına alınmaya ve sindirilmeye çalışılarak Eğitim-İş ve Eğitim-Sen sendikalarından istifaya zorlanmaktadırlar.

Genellikle üst düzey görevlendirmeler, yine, yandaş sendika üyesi öğretmenler arasından yapılmaktadır. Burada, gerçekten, düşünüyorum yani Eğitim-Sen veya Eğitim-İş Sendikası üyesi öğretmenlerden gerçekten bu görevleri hak eden hiç mi bir öğretmen bulunmuyor da hep yandaş sendika olarak bilinen sendika üyesi aralarından yapılıyor?

Değerli arkadaşlarım, bu anlamda Mersin’de de öğretmenlerimizin sorunları var, bu anlamda Silifke’de de öğretmenlerimizin sorunları var, öğrencilerimizin sorunları var. Silifke’de, öğrencilere ilişkin bir yurt sorunu vardır. Gerçekten, buradaki ortaöğretimde ve ilköğretimde ders gören öğrencilerimiz, devletin bir yurdu olmadığı nedenle bu tarikat yurtlarında veya diğer yasa dışı yurtlarda, evlerde barınmak durumunda kalmaktadırlar. Bunların önlenmesi gerektiğini ben düşünmekteyim.

Değerli arkadaşlarım, öğretmenlerimiz, bir yandan çalışmakta ama bir yandan da yoksulluk içerisinde yaşamaktadırlar. Bugün derslikler öğretmensiz, öğretmenler de işsizdir. Bugün Millî Eğitim Bakanlığı İç Denetim Raporu’nda ülke genelinde öğretmen açığı her ne kadar 134 bin olarak belirtilmişse de öğretmen açığının bu olmadığı, bundan daha fazla olduğu açıktır. Sözleşmeli, vekil ve ücretli öğretmenleri de göz önünde bulundurduğumuzda bu sayının 350 binlere tırmandığı görülmektedir.

Bakınız, ülkemizde 350 bin öğretmen açığı varken bu arada 327 bin öğretmen adayı atama beklemektedir. Bu öğretmen adayları açlık grevi de dâhil çeşitli demokratik mücadele yöntemlerini denemişler, seslerini Hükûmete duyurmaya çalışmışlar ama her nedense, Hükûmet, bu atamayı bekleyen öğretmenlerin seslerini duymazlıktan gelmiştir.

Bugün AKP İktidarında, gerçekten, öğretmenler arasında istihdam şekilleri bakımından hiç de kanuna ve mevzuata uygun olmayacak şekilde, Anayasa’daki öngörülen kurallara uygun olmayacak şekilde bir sürü tanımlama yapılmıştır. Mevsimlik öğretmen vardır, vekil öğretmen vardır, sözleşmeli öğretmen vardır, geçici öğretmen vardır.

Değerli arkadaşlarım, 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu madde 43: “Öğretmenlik devletin eğitim, öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan özel bir ihtisas mesleğidir.”

Yine, Anayasa’mızın 128’inci maddesinde “Asli ve sürekli görevler memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle yürütülür.” demektedir.

Yani söylemek istediğim konu şudur: Öğretmenlik mesleği asli ve sürekli bir görevdir. Bu hizmet bir kamu hizmetidir, sürekli ve asli bir görevdir. Mevsimlik iş ise yılın bazı dönemlerinde bir kampanya dönemiyle sınırlı olan ya da belirli bir süre, çok kısa bir süre süren işlerdir. Bir işte çalışanın mevsimlik ya da sürekli olup olmadığını belirlemek, kanunlarla ya da sözleşmelerle yapılan tanımlamalarla değil, görülen işin niteliğiyle ilgili bir kavramdır. Dolayısıyla burada görülen iş sürekli bir iştir. Millî Eğitim Bakanlığına bağlı eğitim kurumlarında görev yapan sözleşmeli öğretmenlere gördürülen hizmetlerin geçici olmadığı, kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler arasında yer aldığı açıktır. Dolayısıyla Millî Eğitim Bakanlığına bağlı eğitim kurumlarında sözleşmeli öğretmen çalıştırılması Anayasa’nın 128’inci maddesine açıkça aykırıdır. Nitekim sözleşmeli öğretmen çalıştırılmasıyla ilgili Bakanlık genelgesinin iptali istemiyle Danıştayda açılan davada genelgenin dayanağı olan 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nın 4/B maddesinde yer alan “Millî Eğitim Bakanlığında norm kadro sonucu ortaya çıkan öğretmen ihtiyacının kadrolu öğretmen istihdamıyla kapatılamaması hallerinde öğretmenlerin” ibaresinin iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine başvurulması istenilmiş, Danıştay, bu istemi haklı görerek bunun Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine konuyu götürmüştür.

Buradan da çok açıklıkla anlaşılmaktadır ki bu sözleşmeli öğretmen çalıştırma olayı Anayasa’nın ilgili hükümlerine çok açıkça aykırıdır. Anayasa’nın eşitlik ilkesine ve kamu hizmetlerinin gereklerine aykırı olarak aynı iş yerinde farklı statülerde eleman çalıştırılmasının Anayasa’ya aykırı olduğu çok açıktır değerli arkadaşlarım.

Değerli milletvekilleri, Mustafa Kemal Atatürk gerçekten öğretmenlerimize çok önem vermiştir. Bugün yirmi beş-otuz yıllık bir öğretmen 1.400 TL civarında ücret almaktadır. Çalışan öğretmenler yoksulluk içerisindedir, ikinci ve üçüncü iş peşinde koşmaktadırlar, pazarlarda seyyar satıcılık yapma peşinde koşmaktadırlar, öbür yandan da 350 bine yakın öğretmen de atama beklemektedir. Yani dersliklerde öğretmen yoktur, öğretmenlerimiz işsizdir, çalışan öğretmenler de yoksulluk denizinde yüzmektedir. Bu, Atatürk’ün öğretmenlere verdiği önemle çelişmektedir. Atatürk diyor ki: “Unutmayınız ki cumhurbaşkanı bile sınıfta öğretmenden sonra gelir.” Yine Atatürk diyor ki: “Bir millet eğitim ordusuna sahip olmadıkça savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin kalıcı sonuçlar vermesi ancak eğitim ordusuyla mümkündür.”

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) – “Eğitimdir ki bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk hâlinde yaşatır ya da milleti esaret ve sefalete terk eder.” diyor. “Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir.” diyor Atatürk. “Öğretmenler, yeni nesil sizlerin eseri olacaktır.” diyor. Kendilerine yeni nesli emanet ettiğimiz öğretmenlerimizin sorunlarını çözmek durumundayız. Unutmayalım ki Sayın Bakanımızı da Başbakanımızı da Cumhurbaşkanımızı da ve bizleri de bu noktaya getiren öğretmenlerdir. Tüm öğretmenlerimizi ve eğitim camiasını saygıyla selamlıyorum. Onların sorunlarının bir an önce çözülmesini en içten dileğimle tekrarlıyorum.

Saygılar ve sevgiler sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Öztürk.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Trabzon Milletvekili Lâtif Yunusoğlu.

Buyurunuz Sayın Yunusoğlu.

MHP GRUBU ADINA SÜLEYMAN LÂTİF YUNUSOĞLU (Trabzon) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 488 sıra sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesi hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Anayasa Mahkemesinin “İlköğretim müfettişlerinin ve yardımcılarının görev, yetki ve sorumlulukları ile çalışma usulü, nitelikleri, yetişme şekli ve atanmalarına ilişkin esas ve usuller yönetmelikle düzenlenir.” maddesinin iptal edildiği tarih üzerinden tam bir yıl geçti. Resmî Gazete’de 5 Haziran 2009 yılında yayımlanan bu kararın 5 Haziran 2010 tarihine iki gün kala -bugün- Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine getirilmesini olumlu ancak gecikmiş bir karar olarak görüyoruz.

Değerli milletvekilleri, bu kanun tasarısının ilköğretim müfettişlerinin sorunlarının çözümü için yetersiz kalacağı açıktır. İlköğretim müfettişleri diğer kamu denetim elemanlarından hizmet sınıfı, statü, aylık ve diğer haklar açısından çok geride kalmıştır. Mevcut yasa tasarısı sadece ilköğretim müfettişlerinin adını değiştirip “eğitim müfettişi” hâline dönüştürmekten öteye gitmemektedir. AKP Hükûmeti bu tür göz boyamalardan kaçınmalı, eğitim çalışanları ve halkımız durumu çok net olarak gördüğünden, insanları oyalamak yerine gerçek icraat yapmalıdır.

Bütün yasal metinlerde, çalışmalarda, özlük haklarıyla ilgili düzenlemelerde “ilköğretim müfettişleri hariç” kavramıyla başlayan mesleğe bakış açısı bu kesimi oldukça rahatsız etmektedir. İlköğretim müfettişlerinin özlük hakları ve statüleri yeniden düzenlenmelidir.

Bu müfettişlerimiz,

1) Kendi teftiş ettikleri personelden daha az maaş almaktadırlar.

2) Yolluk ve yevmiyeleri gelir olarak görülmektedir.

3) Görev alanları sürekli olarak daraltılmakta, yeni gelişme ve

değişmelerden haberdar olmalarını sağlayan hizmet içi eğitim seminerleri iptal edilmektedir.

4) Atama ve yer değiştirme iş ve işlemleri sürekli sorun hâline gelmektedir.

5) Mevzuatı gereği amirinin uygulamalarını denetleyen ve amirine rapor vermesi gereken ancak verdiği teftiş notlarının hiçbiri geçerli olmamakta, sadece mahkemelerce önemli bir delil olarak görülmektedir.

İlköğretim müfettişliği mesleği, Bakanlıkça sistem dışına itilerek bitirilmek mi istenilmektedir? Bu durum, Adalet ve Kalkınma Partisinin eğitim çalışanlarını gözden çıkardığının da açık bir delilidir.

Değerli milletvekilleri, yüz elli yıllık geçmişi olan ilköğretim müfettişliği mesleğinin sorunlarını giderecek olan düzenleme, yetkilerinin artırılması olmalıdır. Görüşülmekte olan kanun tasarısı sorunların çözümünden uzaktır çünkü sistemdeki diğer müfettişlere tanınan makam, temsil gibi tazminatlar ödenmemekte, özel hizmet, denetim, iş güçlüğü, iş riski zam ve tazminatları da aynı oranda olmadığı gibi ilköğretim müfettişlerine daha az ödenmektedir. En azından yasa tasarısına makam tazminatının da eklenmesi, özlük hakları bakımından bir denge sağlamış olacaktır.

Değerli milletvekilleri, Bakanlıkta bir yandan eğitim müfettişliği yasa tasarısı ile ilköğretim müfettişliğinin etki ve yetkilerinin artırılmasına yönelik çalışma yapılırken diğer yandan müfettişlerinin yetkilerini törpülemeye yönelik çalışmalar da yürütülmektedir. Bakanlığın ne yapmaya çalıştığını anlamak da mümkün değildir. Adalet ve Kalkınma Partisi sorun çözmek değil, sorun yaratmak için mi iktidar olmuştur? Yaşananlardan Bakanlığın bir denetim politikası olmadığı, birbiriyle çelişen çalışmalar yapıldığı görülmektedir ve görülüyor ki Millî Eğitim Bakanlığını eğitimden anlayan ve eğitimin içinden gelen insanlara terk etmek gerekiyor.

Değerli milletvekilleri, on yıl önce il millî eğitim müdürü statüsünde olduğu ve bu göreve geçebileceği açıkça yönetmelikle ifade edilen ilköğretim müfettişlerinin mevcut iktidarın daha ikinci yılında yani 2003 yılında durumlarının belirsizliğe itildiği, bugün ise yönetmelikte yer alan “Durumlarına uygun göreve atanırlar.” şeklindeki bir ifadeyle tamamen ne olduğu belirsiz bir statüye sokuldukları açıktır.

Yüce Türk milletinin devletine duyduğu güvenin başlıca sebeplerinden birisi de devletin adalet kapısı olmasıdır. İktidarın tüm kesimlere yaptığı zulmün bir örneği günümüzde ilköğretim müfettişleri üzerinde de görülmektedir.

Değerli milletvekilleri, bu kanun eğer yürürlüğe girerse ilköğretim müfettişi unvanını kazanmış, diğer kamu kurum ve kuruluşlarında başka bir görevde bulunanları, talepleri hâlinde Millî Eğitim Bakanlığında değerlendireceğinizi söylüyorsunuz. Bu insanlar müfettiş unvanını aldıktan sonra neden Millî Eğitim Bakanlığını terk etmiştir? Bu sorunun cevabı iyi verilmelidir. Memnun olmadıkları için ayrıldıkları ortadadır. Neden geri almak istiyorsunuz? Millî Eğitim Bakanlığında yeterince kadrolaşamadınız mı? Millî Eğitim Bakanlığında müfettişlik yapacak yeterli sayıda ve derecede öğretmen yok mudur? Türk öğretmenine güvenin, yetki verin, yüce milletine şekil verecek, öğrencilerimizi yüce Türk milletinin millî ve manevi değerleriyle yoğuracak yüz binlerce öğretmenimiz vardır. Türk öğretmenini küçümsemeyin, özlük haklarını iyileştirin yeter.

Değerli milletvekilleri, mevzuatımız şöyle diyor: İlköğretim kurumlarının her yıl denetimi esastır. Bütün kurumlara ve personele her yıl rehberlik yapılması zorunludur. Öğretmen her yıl denetlenmek zorundadır. Hiçbir öğretmen iki yıldan daha fazla denetimsiz bırakılamaz. İlköğretim müfettişleri bunları yapmak zorundadır ancak sayısal olarak yetersiz oldukları hâlde, etki ve yetki sınırları olduğu hâlde, özlük hakları yetersiz olduğu hâlde biz onlardan çok fazlasıyla karşılık bekliyoruz. Bu sorunun çözümü için Bakanlığın birtakım düzenlemeler yapması faydalı olacaktır. Bu düzenlemeleri sırasıyla tavsiyeler niteliğinde söylemek istiyorum:

İlköğretim müfettişleri, Millî Eğitim Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığına bağlanabilir. Seksen bir ilin ilköğretim müfettişleri arasında koordinasyonu sağlayacak Teftiş Kurulu Başkanlığı bünyesinde bir daire başkanlığı oluşturulabilir. Okul ve kurumlar tarafından yapılan işlemlerin sanal ortamda kontrolü ve uzaktan denetimlerinin yapılabilmesi için gerekli e-denetim sistemi oluşturulabilir, e-rehberlik uygulamasıyla teftiş grubundaki müfettişlerin kendi branşlarındaki öğretmenlere sanal ortamda sürekli rehberlik yapmalarına yönelik uygulamalar başlatılabilir. Her bölgede bütün branşlardan müfettiş bulunacak şekilde sirkülasyonu sağlayacak bir rotasyon sistemi getirilebilir. İlköğretim müfettişlerinin bu sorunları acilen çözülmeli ve ilköğretim müfettişleri bu sorunları çözülmüş bir şekilde görevlerini daha güzel bir şekilde ifa edecek duruma getirilebilirler.

Sayın Bakanlığımızdan şu tavsiyeleri göz önünde bulundurmasını özellikle istirham ediyorum: Bakanlık içindeki birimler bir araya gelerek öncelikle bir denetim politikası oluşturmalıdırlar. Bu politika oluşturulurken kamu yararı gözetilmeli, ülkemizdeki yönetici, öğretmen, öğrenci ve veli nitelikleri dikkate alınmalı, Anayasa Mahkemesinin ilköğretim müfettişlerinin görev, yetki ve sorumlulukları ile çalışma usulü, nitelikleri, yetişme şekli ve atamalarına ilişkin esas ve usullerin yönetmelikle düzenlenemeyeceğine ilişkin verdiği karar göz önünde bulundurulmalıdır. Yapılacak bütün çalışmalar bu politikaya uygun olmalı, sadece ilköğretim müfettişleri değil, tüm eğitim çalışanlarının ekonomik, sosyal ve kültürel hakları iyileştirilmeli, insanca yaşanacak bir seviyeye getirilmelidir. Bununla birlikte, denetim elemanları arasındaki ayırım mutlaka ortadan kaldırılmalı, ilköğretim müfettişleri ile Bakanlık müfettişi arasındaki ayrımcılık mutlaka kaldırılmalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız, buyurunuz.

SÜLEYMAN LÂTİF YUNUSOĞLU (Devamla) - Hepimizin malumudur ki ilköğretim müfettişleri vali adına ilde görev yaparlar, Bakanlık müfettişleri Bakan adına bütün Türkiye sathında görev yaparlar. Öyleyse, bunların aldıkları göstergeler birbirine eş olmalı ve ortadaki ayrımcılık ortadan kaldırılmalıdır diye düşünüyoruz.

Bütün bu tavsiyelerimizin Bakanlığımız tarafından dikkate alınacağını umuyor, bu kanunun bütün millî eğitim camiasına ve bütün denetim kurumlarına ve çalışanlarına hayırlar getirmesi temennisiyle saygılarımı sunuyor ve bu kanunun ülkemize hayırlar getirmesini temenni ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Yunusoğlu.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Ufuk Uras. (BDP sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Uras.

BDP GRUBU ADINA MEHMET UFUK URAS (İstanbul) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli vekiller; ben de Silopi halkına ve vekillerimize yönelik saldırıyı şiddetle kınıyorum. Orada Netanyahu’ya özenenler bilmeli ki yanlış yoldaysanız koşmanın bir yararı yoktur.

Sayın Sevahir Bayındır’ı Ankara’ya uçakla getiriyorlarmış. Yetkililer “Önemli bir şey yok, sadece çatlak var.” diyor. Bunu söyleyen bir yetkilinin hakikaten kafasında çatlak olması gerek. Yani bir milletvekiline saldırı oluyor, hastanelik oluyor ve böyle bir ifadeyle karşı karşıya kalıyoruz. (BDP sıralarından alkışlar).

Bunun yanı sıra yine İskenderun’da yitirdiğimiz askerlerimizin yakınlarına da başsağlığı diliyorum, yaralılara acil şifalar diliyorum ve yine insanın insanı sömürmediği, kulun kula kul olmadığı bir dünya için sanatıyla mücadele eden Nâzım Hikmet’i de ölüm yıl dönümünde saygıyla anıyorum. Sevgili Nâzım Hikmet “Şarklıyız, isyanda haklıyız.” diyordu. Gazze’de, Filistin’de olan bitenlere bugün isyan etmemek mümkün mü diye düşünüyoruz. İnsani yardıma bile tahammül edemeyenlerin insanlıkla herhangi bir ilişkisi olabilir mi? Ama unutmayalım, Mısır’da da benzeri bir saldırı yaşanmıştı. Vicdanlar haksızlıklara ve eşitsizliklere karşı nerede, hangi zeminde olursa olsun mutlaka ayaklanmalıdır, tıpkı İran’daki idamları görmezlikten gelemeyeceğimiz gibi. Herkese eşit koşullarda bir arada yaşama hakkı tanımalıyız ki bizlerin bir inandırıcılığı olsun. Kudüs’te çok kültürlülüğü savunup ülkede kimliklere dikenli tel çekmek kabul edilemez. Kimlik siyasetine karşı çıkmak da aslında bir kimlik siyasetidir ama bu siyasetin adı şovenizmdir, asimilasyoncu yaklaşımdır ve bugünün dünyasında bir karşılığı yoktur. Her zeminde militarizme karşı çıkmak gerekiyor. İktidar partisiyle muhalefet partisi “Yoksulluğa nasıl mücadele edeceğiz?” diyorlar ya yoksulluğa mücadele etmenin yolu militarizme karşı olmaktan çıkıyor. Kriz döneminde Avrupa’da, Yunanistan’da denenmiş yöntemleri ama nafile yöntemleri önermek yerine gelin Yunanistan Hükûmetiyle karşılıklı olarak silahları indirelim, militarizme karşı tutum alalım ve buradaki fonları da öğretmenlerimize, kamu çalışanlarımıza, emeklilerimizin gelirlerinin arttırılmasına sağlayalım. “Dünya efendilerinin iradesine tabi mi olacağız yoksa irademizin efendisi mi olacağız?” sorusuna vereceğimiz yanıtla zaten bu politikalarımızı şekillendiririz. Bir İtalyan, Toskana, özdeyişi: “Keşke sersemlerin servetidir.” diyor. Bugün keşke siyasetinin, keşke böyle yapmasaydık siyasetinin kabul edilebilir bir karşılığı yoktur çünkü doğru politikaları her zeminde ifade ediyoruz. Bazen tam zamanında bir defa söylemek zamansız yüz defa söylemekten iyidir. Tepkisel değil etkisel, duygusal değil duyarlı bir tutum takınmak gerekiyor.

Yıllardan beri kamu çalışanları mücadelesi içinde yer alıyorum. Öğretim Elemanları Sendikası Başkanlığı yaptığım dönemde öğretim elemanlarının ancak yüzde 10’unu örgütleyebilmiştik. Şimdi, arkadaşlarımız, Eğitim Sen ve diğer sendikalarımızla kaldığımız yerden mücadeleyi sürdürüyorlar. O yüzden, bugün, bu sendikalarımızın önerilerine kulak vermek çok önemli. Verdiğim bir soru önergesinde, ödüllendirme ve görevlendirmelerle ilgili soru önergemde bir siyasi kayırmacılık olup olmadığının yanıtının çok açık bir şekilde ortaya çıktığını gördük. 12 Eylülün gasp politikalarından yine nasibini alan TÖB-DER’in mal varlığının iadesinin de öneminin ne kadar insan hakları mücadelesi açısından, hak mücadelesi açısından önemli olduğunun altını çizeyim.

En iyi yönetim kendini belli etmeyen yönetimdir. “Kim iyi yönetmeli?” sorusu yerine, “Kurumlar nasıl örgütlenmeli ki en yeteneksiz yöneticilerin bile çok fazla zarar vermemeleri önlenebilsin.” kaygısı önemlidir. Zihinsel değişiklik her alanda önemlidir ama ucuz ya da pahalı gömlek değiştirmeye asla benzemez. “Eti senin, kemiği benim.” gibi bir kasap kültürünü benimsemek eğitim sistemimizde de mümkün değildir. Mutsuz çocuklardan mutlu bir toplum kurmamız mümkün değildir. Okullardan çocukların, nedense, attıkları çığlıklara her zaman kulak vermemiz, her zaman pusulamızın olması gerekli. Eğitim eğmekten gelmiyor. Eğitimin İngilizcesi “education”. Bizdeki daha çok “training” yani talim ve terbiye. Yani “Gençleri nasıl terbiye ederiz, nasıl kalıba sokarız?” yerine, kalıpları kırıcı, vicdanı hür, fikri hür nesillerin yetiştirilmesi son derece önemlidir. Dolayısıyla bu kutsal görevde çok önemli görevi ifa eden ilköğretim müfettişlerinin çalışma koşullarıyla ekonomik haklarında ciddi bir iyileştirme ihtiyacı son derece açıktır. İlköğretim müfettişlerinin zam ve tazminatlarının müfettiş unvanlı diğer denetim elemanlarıyla eşitlenmesi bile tek başına sorunları önemli oranda giderecektir. Sözde değil, özde hak yani özlük hakkının içeriğinin doldurulmasında ilköğretim müfettişleri diğer müfettişlerden daha az tazminat ve zam almakta; makam, görev ve temsil tazminatlarından yararlanmamaktadırlar.

Yine ilköğretim müfettişleri, yasanın getirdiği sınırlama nedeniyle fiilen derse girmedikleri hâlde ek ders ücreti aldıkları gerekçe gösterilerek ek ödemeden yararlandırılmamaktadırlar. Ve yine ilköğretim müfettişlerinin görev yollukları gecikmeli olarak ödenmektedir.

Ve yine ilköğretim müfettişleri başkanlıklarının bölge düzeyinde değil, il düzeyinde örgütlenmiş olması da bağımsızlıklarına gölge düşüren bir durum olmaktadır. Bu durumda il millî eğitim müdürleri, ilköğretim müfettişlerinin sicil ve disiplin amiri olduklarından bağımsız çalışmaları da engellenmiş olmaktadır. Diğer yandan öğretmenlerin sınıflandırılması, apolet takılması, eğitimdeki eşitsizliği artırıyor.

Burada bir dizi rakamlar uçuştu. Ben de size bazı rakamlar söyleyeyim. Mesela Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinde yatırım payı artıyor mu, azalıyor mu? Ya artıyor ya azalıyor. 2002’de bakıyorsun yüzde 17,18; 2009’da bakıyorsun yüzde 4,57. Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinin gayrisafi yurt içi hasılaya oranı arttı mı, azaldı mı? 2007’de bakıyorsun yüzde 3,3; 2009’da bakıyorsunuz yüzde 2,51. İlköğretimden yükseköğrenime öğrenci başına yapılan harcama ABD doları bazında ne? OECD ortalamasına bakıyorsunuz 7.840, Türkiye’nin ortalamasına bakıyorsunuz 1.614. Öğretmen maaşlarının aylık giderlerini karşılama oranı nedir diye baktığımızda gördüğümüz oran yüzde 46. Niye? Ortalama maaş 1.176, 4 kişilik ailenin ortalama aylık gideri yani yoksulluk sınırı 2.546. O zaman, bu rakamlarla sizdeki rakamlar farklı ise, Eğitim-Sen Başkanımızın uzun zamandır sizden talep ettiği randevuyu verirseniz bu rakamları da karşılaştırmış olabiliriz.

Şimdi, eğitim sistemimizin iyileşip iyileşmediğinin turnusol kâğıdı, aslında, arkadaşlar, hiç konuşmadığımız bir konu dershane sistemidir. Bir dizi vekilimizin dershane işiyle uğraştığını biliyorum. Seçmenlerimiz içerisinde dershane işinden nemalanan var ama herhangi bir gelişmiş bir ülkede, bir AB ülkesinde benzer bir paralel yapılanmanın söz konusu olmadığını biliyoruz. Seksen bir ilde binlerce dershane var. Bu, aslında, fiilen eğitim sisteminin iflasının bir başka göstergesi değil midir?

Ben kendim öğrenciyken dershaneleri boykot etmiştim, gitmemiştim ama bu öyle bir at yarışı hâline getirildi ki, gençlerimizi maalesef ikili sistem içine sokuyoruz. Zamanlarının büyük bir bölümü önce okulda, sonra okulda nitelikli eğitim almadıkları için de dershanede geçiyor. Şimdi biz bununla yüzleşmeden, dershane gerçeğiyle hesaplaşmadan ve bu dershane gerçeğini gerek kılmayacak bir eğitimde dönüşümü sağlamadan ne yapacağız?

Bir Kürt atasözü var “Delinin değirmeni boş döner.” diye.  Değirmenimize koymamız gereken temel meseleler toplumsal ihtiyaçlar doğrultusunda oluşan meseleler. Toplumsal ihtiyaçlarla bazen medyanın ihtiyaçları da örtüşmüyor, bazen toplumsal ihtiyaçlar medyanın ihtiyaçlarının önüne çıkamıyor. O yüzden bir dizi balonlarla, çok kısa sürede patlayacak balonlarla zamanımızı doldurma ihtiyacıyla karşı karşıya kalıyoruz. Her zaman hayatımız boyunca bir dizi sorun oldu; Susurluk oldu, deprem oldu, toplumsal felaketler oldu “Hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacak.” dedik. Şimdi, İsrail’de bu saldırı oluyor, bir dizi melanetle uğraşıyoruz, yine “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.” diyoruz ama unutuyoruz.

Unutmak belleğin intiharıdır. Beynin iki fonksiyonu var, biri unutmak, biri ummak. Unutmamamız lazım ki, yaşadıklarımızdan dersler çıkarmamız lazım ki gençlerimiz açısından umudu örgütleyelim. O yüzden,  Karacaoğlan -uzun bir şiirdir- zamanında söylemişti “unutulur, unutulur” diye. Biz de maalesef çok unutkan bir toplumuz. Hâlbuki, geçmişte yaşadığımız bu melanetten, bu ıztıraplardan dersler çıkararak geleceğimizi farklı şekillendirmek mümkün. Böylesi bir tutumun tren sallamaktan daha olumlu olduğunu düşünüyorum. Hakiki sorunlarımızın çözümünün, ancak toplumda kökü olan…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

MEHMET UFUK URAS (Devamla) – Tamamlıyorum efendim…

…kökleşmiş örgütlerle gerçekleşebileceğini düşünüyorum. O yüzden, 21’inci yüzyılda, önümüzdeki süreçte siyaseti emeğiyle geçinen yurttaşlarımızın şekillendirmesi gerekir. Hani “Ayaklar baş mı olsun?” deniyordu ya. Evet, ayakların baş olması gerek çünkü bütün dünyada, Orta Doğu’da, Türkiye’de, her yerde büyük başların insanlığın geleceği açısından ne büyük melanetlerle bizi karşı karşıya bıraktığını gördük.

Saygılarımı sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Uras.

Şahısları adına söz yok.

Soru-cevap bölümüne geçiyoruz.

Sayın Köse, Sayın Üçer, Sayın Sipahi, Sayın Paksoy ve Sayın Sakık sisteme girmişler.

Söz veriyorum, buyurun Sayın Köse.

ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, sözleşmeli öğretmen ile kadrolu öğretmen arasında atamadan sonra şöyle bir sorun var: Kadrolu öğretmen atandıktan bir yıl sonra il emrine atanabilmekte ancak sözleşmeli öğretmenler için sadece tercih hakkı vardır.

Şimdi, evli ama farklı illerde yaşayan bu iki öğretmen arasında bir aile durumu söz konusu. Bu konuda bir çalışma var mı, yok mu?

Yine, atamalarda 30 Eylül tarihi baz alınması gerekirken 30 Ağustos tarihi baz alınmıştır. Bunun nedeni nedir?

Son sorum: Adıyaman ilinde, dört yıldan bu yana, Mehmet Âkif Ersoy İlköğretim Okulunda 1.500 civarında öğrenci okumaktadır. Buranın eski ve yıkılmayla yüz yüze olduğuna dair bayındırlığın raporları vardır. En son 30 Nisan 2010 tarihinde yıkılacağına dair karar verilmiştir. 30 Nisan geçti, 30 Mayıs geçti henüz bir karar alınmış değil. Bu konuda bilginiz var mı, bir açıklama yapar mısınız?

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Köse.

Sayın Üçer…

ÖZDAL ÜÇER (Van) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Maliyeti gerekçe edilerek yapılan YİBO’lar hem taşımalı eğitimden hem de normal eğitimden 4-5 kat daha masraflıdır. Van’da son yıllarda, AKP İktidarı süresince kaç YİBO yapıldı? Bu YİBO’ların taşımalı eğitim sistemine dönüştürülmesi ne zaman gerçekleşecek?

Ayrıca, Gürpınar ilçesinde Mollahüseyin köyü, Uzungedik köyü, Uzungedik köyü Çılgın mezrası, Sevindik köyü Süngübayır mezrası, Sütlüce köyü Yukarı Sütlüce mezrası, Öveçli köyü Yelekli mezrası, Yedisalkım köyünün hepsinin lojman ihtiyacı var. Lojman ihtiyacından dolayı öğretmenler sorun yaşamaktadırlar. Hepsinin de bir ya da iki derslik ihtiyacı var. Bunların bu ihtiyaçlarının giderilmesi için Sayın Bakan ne yapacaktır?

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Üçer.

Sayın Sipahi…

KAMİL ERDAL SİPAHİ (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, size şunu ifade etmek istiyorum: Konunun bütünü hakkındaki konuşmanıza bu İsrail’in insanlık dışı olayını kınamak ve hayatını kaybeden Türk gönüllülere Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı, yaralılara da acil şifalar dilemekle başladınız. Buna zaten bütün Meclis katılıyor. Ancak bu olayla birlikte 6 tane vatan evladı, dün 1 vatan evladı daha, 7 tane şehit ver-dik. Konuşmanızın başlangıcında bunlara yer vermemenizi açıkçası yadırgadık. Biz, bunu bir unutkanlık olarak kabul ediyoruz ve sizi, şehitlerimizin rahmetle anılması ve ailelerine başsağlığı konusunda birkaç söz etmeye davet ediyoruz.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN -  Teşekkür ediyoruz Sayın Sipahi.

Sayın Paksoy

MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, geçen hafta Kahramanmaraş Elbistan İlçemizin Geçitköy İlköğretim Okulumuzu gördüm. 1962 yılında yapılan okulumuzda dört derslikte çift tedrisat yapılıyor. Bayındırlık müdürlüğünce, “oturulamaz” raporu verildiği hâlde, çaresizlikten eğitim yapıldığını beyan ettiler. Acilen sekiz derslikli bir okula ihtiyaçları var. Projesi hazır, ödenek talepleri var. Bu sene ödenek taleplerini yapmışlar. 2010 yılı içerisinde ödenek vermeyi düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN -  Teşekkür ederiz Sayın Paksoy.

Sayın Sakık

SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, biraz önce ben Muş Hasköy’le ilgili bir şey sormuştum, duyarlılık gösterip hemen bize cevabını ilettiniz, ama benim, ajanslara düşen haberle ilgili bir sorumdu. Bu konuda araştırıp… Ben duyarlılığınıza teşekkür ediyorum.

Daha önce biliniyordu, darbe eylem planları vardı, şimdi, son dönemlerde YÖK’ün de eylem planları var. YÖK’ün 17 Martta tüm üniversite rektörlerine, Bölücü Faaliyetlere Yönelik Eylem Planı… Aslında Kürt öğrencilerin ve devrimci öğrencilerin üniversitelerden uzaklaştırılmasıyla ilgili. Elimde belgeler de var. Aslında, YÖK’ün bu eylem planı bir halkı yok etme eylem planıdır. Bu planlar bölücüdür, iticidir, bu planlar iç barışımıza hizmet etmiyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN -  Teşekkür ederiz Sayın Sakık.

Buyurunuz Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Köse’nin sorduğu soruyla başlamak istiyorum: Sözleşmeli öğretmenlerle kadrolu öğretmenler arasında il emrine atanma konusunda bir farklılık olduğuna değindi. Sözleşmeli öğretmenler, bildiğiniz gibi, kapsam itibarıyla, hukuki düzenleme itibarıyla kadrolu öğretmenlerden daha farklı özlük haklarına sahipler ama sözleşmeli öğretmenlerimizin özellikle bazı nedenlerle de olsa tayin isteyemiyor olmaları son derece eşitsiz bir durum doğurduğundan dolayı, sağlık özrü ve eş durumundan yer değiştirme taleplerini artık karşılıyoruz. Eskiden, bildiğiniz gibi, sözleşmeli öğretmenlerin bulundukları yerden herhangi bir nedenle ayrılmaları mümkün değildi; bugün itibarıyla, artık, sağlık sorunları nedeniyle ve eş durumundan yer değiştirilebiliyor ama kadrolu öğretmenler gibi il emrine atanmaları maalesef yürürlükteki kanunlarımız çerçevesinde uygun değil.

“Adıyaman ilinde yıkım yönünde karar verilen okullar var.” dediniz. Gerçekten, özellikle, Türkiye'de birçok ilimizde yıkım kararı alınan veya güçlendirme kararı alınan okullarımız var ve bunların büyük bir bölümünün yıkımlarını gerçekleştirip güçlendirmelerini yapıyoruz. Dolayısıyla, Adıyaman özelinde sorduğunuz okulla özel olarak ilgileneceğim ve bu konuda da size bilgi aktaracağım.

Sayın Sipahi “Şehitlerimizi anmamanızı bir unutkanlık olarak algılıyorum.” dedi. Gerçekten, hatırlattığınız için öncelikle çok teşekkür ediyorum. Konuşmama başlarken öyle bir notu almamış olmamı ve bunu burada ifade etmemiş olmamı kendi açımdan büyük bir eksiklik olarak görüyorum. İskenderun’da şehit olan tüm şehitlerimizin öncelikle ailelerine başsağlığı, devamında ülkemize başsağlığı diliyorum, rahmetle anıyorum, Allah tüm yakınlarına sabır versin diyorum ve bir kez daha yaşanmaması temennisi ve dileğinde bulunuyorum ve hatırlattığınız için, bu fırsatı verdiğiniz için size de çok teşekkür ediyorum.

Sayın Paksoy, Kahramanmaraş Elbistan’daki okul ihtiyacına ilişkin “Acaba 2010 yılı içerisinde bir ödenek tahsis edilecek mi?” dedi. Hepinizin de bildiği gibi, özellikle yatırıma yönelik planlamalarımızı bütçe çerçevesi içerisinde tamamlayıp, daha sonra ocak ayı itibarıyla da tüm Türkiye’de planlıyoruz. İlköğretime ilişkin planlamalar valilikler tarafından tamamlanıyor ve ödenek ihtiyaçları ve talepleri bizlere iletiliyor, ortaöğretimi ise Millî Eğitim Bakanlığı olarak biz planlıyoruz ve yatırım bütçesini biz tamamlıyoruz. İlköğretim ödeneklerini, mart sonu itibarıyla, talep edilen miktarlar ve bizim bütçemiz olanakları çerçevesinde planlama yapılmak suretiyle tüm illeri de bu anlamda objektif ve eşit bir şekilde değerlendirdik; derslik ihtiyaçlarını baz aldık, derslik başına düşen öğrenci sayısını baz aldık, şehirlerin verdiği göç veya aldığı göçü planladık. Kahramanmaraş, bu açıdan daha fazla yoğunlukla eğilmemiz gereken illerden bir tanesi ama ödenekler illerine gönderildi. Eğer acil bir ilköğretim ihtiyacı doğmuş ise bu konuya ilişkin ileriki safhalarda da değerlendirme yapıp, tekrar konuya ilişkin ben size daha ayrıntılı bir bilgi aktarırım diye düşünüyorum.

Sayın Sakık, 17 Martta YÖK’ün bir genelge yayınladığını ve bu genelgeyle özellikle bazı öğrenciler hakkında işlem yapılmasını istediğini söyledi. Yedi devlet üniversitesinin kurulmasına ilişkin kanunun görüşülmesi esnasında Plan ve Bütçe Komisyonunda da Sayın Hasip Kaplan bu konuyu dile getirdi ve ben de kendisinden şöyle bir dilekte bulundum: “Eğer Yükseköğretim Kurulu veya Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı veya yürütme tarafından bir şekilde bu yönde gönderildiğine dair bir genelge elinizde var ise bunu bana ulaştırın.” dedim Hasip Kaplan’a. Gazete haberlerini kastetmiyorum ve o günden bugüne kadar da -geçen haftaydı zannediyorum- yaklaşık bir on gün geçti, bana böyle bir plan ulaşmadı veya böyle bir genelge olmadığını YÖK iddia ediyor, “Böyle bir genelge göndermedik.” diyor.

SIRRI SAKIK (Muş) – Genelge elimizde.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) - Fakat sık sık şöyle bir durum oluyor, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığından şunlar soruluyor: “Kaç öğrenci hakkında işlem yaptı üniversite rektörlükleri?” , “Ne kadar öğrenciye disiplin cezası verildi?” babında sorular soruyor ve Yükseköğretim Kurulu da üniversite rektörlüklerine şöyle bir yazı gönderiyor, onu mu kastediyorsunuz, bilmiyorum: Kaç öğrenci hakkında disiplin işlemi yapıldı…

SIRRI SAKIK (Muş) – “Kaç öğrenci Kürt’tür? Kaç öğrenci nedir?”

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – …ve bunun sonuçlarının ne olduğu konusunda bir bilgi almak maksatlı soruları cevaplandırmak açısından bir yazı göndermiş ama doğrusunu isterseniz, böyle bir genelgenin varlığı YÖK tarafından kabul edilmiyor ve böyle bir genelge de zaten gönderilmemiş. Dolayısıyla, bu konuya ilişkin eğer elinizde bir bilgi ve belge varsa ulaştırırsanız, YÖK nezdinde bu çerçevede görüşmeler yaparız diye düşünüyorum.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Bakan.

ÖZDAL ÜÇER (Van) – Sayın Başkan, sorularıma cevap verilmedi. Acaba Sayın Bakan bizim sorularımıza cevap vermeme gibi özel bir karar mı aldı?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Yazılı cevap vereyim.

BAŞKAN – Sayın Bakan yazılı olarak cevap verecek. Siz takip edersiniz, Sayın Bakan da cevabını yazılı olarak size iletir.

Madde üzerinde önerge yok.

3’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 3’üncü madde kabul edilmiştir.

4’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 4- 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun;

a) 36 ncı maddesinin birinci fıkrasının “IV- Eğitim ve Öğretim Hizmetleri Sınıfı” bölümünde geçen “ilköğretim müfettişlerini ve yardımcılarını” ibaresi madde metninden çıkarılmıştır.

b) 36 ncı maddesinin “Ortak Hükümler” bölümünün (A) bendinin 6 numaralı alt bendinde geçen “ilköğretim müfettişliği” ibaresi “eğitim müfettişliği”; aynı bendin 11 numaralı alt bendinde geçen “İlköğretim Müfettiş Yardımcıları” ibaresi “Eğitim Müfettiş Yardımcıları”, “İlköğretim Müfettişliğine” ibaresi “Eğitim Müfettişliğine” şeklinde değiştirilmiştir. 

c) 152 nci maddesinin “II-Tazminatlar” kısmının “A-Özel Hizmet Tazminatı” bölümünün (h) bendinde yer alan “İlköğretim Müfettişleri” ibaresi, “Eğitim Müfettişleri” şeklinde değiştirilmiş; “B-Eğitim Öğretim Tazminatı” bölümünün birinci fıkrasında geçen “ilköğretim müfettişleri hariç” ibaresi madde metninden çıkarılmıştır.

ç) Ek 32 nci maddesinin birinci fıkrasında geçen “ilköğretim müfettişleri hariç” ibaresi madde metninden çıkarılmıştır. 

d) Eki I Sayılı Cetvelin “I-Genel İdare Hizmetleri Sınıfı” bölümünün (g) bendine “Türkiye İstatistik Kurumu Uzmanları ile 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu hükümlerine göre atanan İç Denetçiler” ibaresinden sonra gelmek üzere “Eğitim Müfettişleri” ibaresi eklenmiş; “IV-Eğitim ve Öğretim Hizmetleri Sınıfı” bölümünün (a) bendi yürürlükten kaldırılmıştır.

BAŞKAN – 4’üncü madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Behiç Çelik. (MHP sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Çelik.

MHP GRUBU ADINA BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 488 sıra sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 4’üncü maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu vesileyle, son günlerde ülkemiz özellikle terör konusunda birtakım sıkıntılı günler geçirmiş, yaşamıştır. Bu itibarla, özellikle İskenderun’da ve Hakkâri’de teröre şehit verdiğimiz askerlerimizi rahmetle anmak istiyorum. Ayrıca, yine uluslararası sularda İsrail’in saldırısı sonucu hayatını kaybeden vatandaşlarımıza da Allah’tan rahmet diliyorum, bu olayların tekerrür etmemesini diliyorum. Burada kuvvetli bir yönetim mekanizmasının ortaya konması gerçeğine de işaret etmek istiyorum çünkü hepiniz bilmektesiniz ki yarım doktor candan eder, yarım imam dinden eder, yarım siyasetçi neden eder onu takdirlerinize bırakıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; söz konusu kanun tasarısında özellikle vurgulanan, bu madde değişiklikleriyle özne hâline gelen ilköğretim müfettişlerinin unvanlarının ve statülerinin farklılaştırılması yönünde yeni bir düzenlemeye gidildiği anlaşılmaktadır. Bunu, olumlu ve anlamlı karşılıyoruz, doğrudur.

Şunu ifade etmek isterim Anadolu’nun dört bir tarafında çalışmış bir kişi olarak: Yurdumuzun dağında taşında, en kuytu köylerinde, eğer orada gönderde bir bayrak dalgalanıyor ve o bayrağın altında bir okul varsa, o okulun Türkiye Cumhuriyeti’nin millî eğitim standartlarına uygun çalışmasını sağlayacak ve eğitim öğretimini destekleyecek, oradaki öğretmenlere moral ve şevk verecek, onlara ağabeylik yapacak, onların kanunlara aykırı fiilleri oluştuğu zaman onlar hakkında inceleme, yerine göre soruşturma yapacak bir orduya ihtiyaç var. Bu, doğal olarak ilköğretim müfettişleri. Bunlar, illerde “ilköğretim müfettişleri kurul başkanlığı” şeklinde örgütlenip bir il merkezinden ilçelere ve köylere doğru dağılarak görevlerini hakkıyla yerine getirmekte yıllardır. Ancak, bunların nasıl geçindiklerine, statülerine, diğer müfettiş unvanlı kişilerle maddi ve unvan ilişkilerinin nasıl olacağına ilişkin, bugüne kadar Millî Eğitim Bakanlığına getirilen talepler maalesef hayata geçirilemedi. Ancak, sevindiricidir ki burada, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda, bu konuda bir konsensüsün olduğunu görüyorum. Bu tasarının bu yönüyle de anlamlı olduğunu ifade etmek istiyorum.

Yalnız, yeni ismiyle eğitim müfettişleri konusunda, sayın hatipler, müfettişlerin nasıl olması gerektiği konusunda görüşlerini beyan ederken bilhassa vurguladıkları konunun, tazminata ilişkin hüküm olduğunu da burada ben yinelemek isterim.

Bu itibarla, Sayın Millî Eğitim Bakanımız ve Komisyon Başkanı da buradayken konunun bir kez daha ele alınarak tazminat husususun düzenlenmesinin ve müfettişlerin yararına olacak şekilde, yine hiç olmazsa belediye müfettişlerine tanınan hak kadar bir makam tazminatının eğitim müfettişlerine de verilmesinin uygun olacağını düşünmekteyiz.

Bu itibarla, eğitim müfettişlerini bulunduğu konum itibarıyla korumak, onları geliştirmek, onların millî eğitim camiası içerisinde, Bakanlık müfettişleri yanında bulunması gereken statülerini, konumunu çok iyi tanımlamak ve iç denetçiler yanında da yine onların konumunu en iyi  şekilde tanımlamak çok önem arz etmektedir.

Şunu biz biliyoruz, her zaman da ifade ediyoruz: Biraz önce arz etmiştim, en ücra köylere kadar eğitim amacıyla giden eğitim müfettişlerinin bu gayretleri uygulamaya matuftur, pratiğe matuftur. Eğer biz uygulamaya, pratiğe önem vermez, sadece merkezde oturan, karar verici konumunda olanları daha fazla önemsersek o idari yapı bize her zaman olumlu sonuçlar getirmez. Bu itibarla, millî eğitimin temel amaçlarının, Millî Eğitim Temel Kanunu’nun 2’nci maddesinde ifade edilen temel amaçların gerçekleşebilmesi için, Millî Eğitimin uygulayıcı kadrolarının önemsenmesi ve onların rahatlatılması çok daha fazla önem arz etmektedir.

Bu itibarla, eğitim müfettişlerini, bu anlamda, öğretmenlerle birlikte, onlarla çalışan -biraz önce de ifade ettim- onlara yön ve şekil veren, onları geliştiren, onları meslek adabına, meslek terbiyesine hazırlayan insanlar ve bürokratlar olarak görmek durumundayız. Büyük Önder Atatürk şunu diyor: “Tatbik eden, icra eden, karar verenden daima daha kuvvetlidir.” Karar vericilerin yanında, tatbik ve icra mercisi konumunda olan eğitim müfettişlerinin özellikle bu konumlarına uygun olarak kendi statülerinin tanımlanması ve buna uygun hâle getirilmesi eğitim camiasında da kesinlikle büyük bir rahatlamaya yol açacaktır.

Millî eğitim müfettişlerinin başka bir yönüne de özellikle vurgu yapmak isterim. Millî eğitim müfettişleri, belki, bir il düzeyinde birtakım denetim elemanları olmasının yanında, organize, kendi mevzuatı olan, kendi prensiplerine uygun çalışan yegâne  teftiş kuruludur diyebiliriz. Bu itibarla, kendi yönetmeliklerine uygun olarak, sadece biraz önce arz ettiğim millî eğitim mevzuatına uygun denetim yapmak değil, son bir şıkla, başka kurum ve kuruluşlarda da görevlendirilmesi hâlinde inceleme ve soruşturma yapma yetkisini alabilmektedir. Onun için, millî eğitim müfettişleri, bir ilde sadece millî eğitim alanında çalışan bir denetim elemanı değil, onu aşan ve ilin tümünü, bu anlamda görev verildiği takdirde tüm birimlerini de denetleyebilen ya da soruşturabilen bir kişidir ya da gruptur.

Bu itibarla, eğitim müfettişliğini ben fevkalade önemsiyorum. İl yöneticilerinin sağ kolu olan ve milletimizin inkişafı, eğitim alanında daha da ilerlemesi, çocuklarımızın daha iyi yetişmesi için bu kurulun geliştirilmesi, yüceltilmesi, büyütülmesi fevkalade önemlidir. Burada bu tasarıyla birlikte bütün partilerin desteğiyle bu hususların hayata geçirilmesi anlamında ben de memnuniyetimi ifade etmek istiyorum ancak bunu yaparken -biraz önce de ifade etmiş olduğum- tazminat meselesinin mutlaka çözülmesi gerektiğini bir kez daha vurguluyorum.

Bu duygularla yüce heyetinizi tekrar saygıyla selamlıyorum. Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Çelik.

Sayın milletvekilleri, çalışma süremizin sonuna geldiğimiz için, alınan karar gereğince,  kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için 4 Haziran 2010 Cuma günü saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati: 19.56