DÖNEM: 23 CİLT: 67 YASAMA YILI: 4
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
92’nci
Birleşim
23 Nisan 2010 Cuma
(Bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler
tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade
edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak
yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L
E R
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
ÇEŞİTLİ İŞLER
1.- Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül’ün Genel Kurulu teşrifleri
III.-
ÖZEL GÜNDEM
A)
23 NİSAN GÖRÜŞMELERİ
1.- Türkiye Büyük
Millet Meclisinin kuruluşunun 90’ıncı yıl dönümünün ve Ulusal Egemenlik ve
Çocuk Bayramı’nın kutlanması, günün önem ve anlamının belirtilmesi görüşmeleri
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu
saat 11.06’da açılarak yedi oturum yaptı.
Birinci, İkinci, Üçüncü Oturum
Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun (6/1932) esas numaralı sözlü sorusunu geri
aldığına ilişkin önergesi okundu; sözlü sorunun geri verildiği bildirildi.
Deprem riskinin
araştırılarak deprem yönetiminde alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
kurulan (10/60, 63, 99, 242, 243, 244, 245, 246, 254, 256) esas numaralı Meclis
Araştırması Komisyonu Başkanlığının, Komisyonun görev süresinin bir ay
uzatılmasına ilişkin tezkeresi okundu; Komisyona bir ay ek süre verildiği
açıklandı.
Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır ve 23 milletvekilinin, hâkim ve savcıların çalışma
ve emeklilik dönemlerindeki özlük haklarındaki sorunların araştırılması
(10/684),
Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır ve 23 milletvekilinin, et fiyatlarındaki artışın
nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/685),
Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır ve 20 milletvekilinin, deniz taşımacılığı sektörünün
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/686),
Amacıyla birer
Meclis araştırması;
CHP Grup Başkan
Vekilleri Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay, İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu
ve İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol’un,
Ermenistan’la imzalanan protokoller ve Ermeni iddiaları ile mücadele stratejisi
konusunda bir genel görüşme (8/13);
Açılmasına
ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerini
alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Madencilik
sektöründeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Başkanlığının yurt dışı inceleme
çalışması yapma talebi sonucunda; Komisyonun Kanada’da inceleme çalışması
yapması, gidecek komisyon üyelerinin sayıları ve inceleme süresinin Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığınca tespit edilmesinin,
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkan Vekili Meral Akşener’in, Stokholm’de düzenlenecek olan Avrupa Birliği Parlamento
Başkanları Konferansı’na katılmak üzere İsveç’e gitmesinin,
Uygun bulunduğuna
ilişkin Başkanlık tezkereleri kabul edildi.
Gündemin “Genel
Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler”
kısmında yer alan:
(10/46) esas
numaralı, şehit yakınları ve gazilerin sorunlarının araştırılarak çözüm
yollarının belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergenin görüşmelerinin Genel Kurulun 22/4/2010
Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP,
(10/223, 10/407,
10/525, 10/555, 10/604, 10/669) esas numaralı, TOKİ’nin
uygulamaları hakkındaki Meclis araştırması önergelerinin görüşmelerinin Genel
Kurulun 22/4/2010 Perşembe günkü birleşiminde birlikte
yapılmasına ilişkin CHP,
Grubu önerileri
yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.
MHP grup önerisi
nedeniyle; Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk,
Mersin Milletvekili Akif Akkuş ve Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak,
CHP grup önerisi nedeniyle; İzmir Milletvekili Mehmet Ali Susam,
Amasya Milletvekili Hüseyin Ünsal, Kayseri Milletvekili Mehmet Şevki Kulkuloğlu, Adana Milletvekili Hulusi Güvel,
Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan, Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse, Tekirdağ Milletvekili Faik Öztrak,
İzmir Milletvekili Kamil Erdal Sipahi, Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz, Tunceli Milletvekili Kamer Genç, İzmir Milletvekili
Ahmet Ersin;
İstanbul
Milletvekili Nusret Bayraktar, Amasya Milletvekili
Hüseyin Ünsal’ın, açıklamasında, rakamların yanlış olduğu beyanına ilişkin,
Birer açıklamada
bulundular.
Tunceli
Milletvekili Kamer Genç, Bartın Milletvekili Yılmaz Tunç’un, şahsına sataşması
nedeniyle bir konuşma yaptı.
Birleşime saat
13.36’da ara verildi.
Sadık
YAKUT |
|
|
|
|
|
Başkan Vekili |
|
|
|
|
|
|
Yusuf
COŞKUN |
|
Yaşar
TÜZÜN |
|
Bingöl |
|
Bilecik |
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
Dördüncü, Beşinci, Altıncı, Yedinci Oturum
Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:
1’inci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),
2’nci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/499) (S. Sayısı: 321),
3’üncü sırasında
bulunan, Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına
Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para
Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun (1/761)
(S. Sayısı: 458),
4’üncü sırasında bulunan, Kooperatifler Kanunu ile Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Kooperatifler Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi ile Tarım, Orman ve Köyişleri ile
Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonları Raporlarının (1/811, 2/633)
(S. Sayısı: 496),
Görüşmeleri
komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.
5’inci sırasında
bulunan ve görüşmelerine devam olunan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanı
İstanbul Milletvekili Recep Tayyip Erdoğan ve 264
Milletvekilinin, 7/11/1982 Tarihli ve 2709 Sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu’nun (2/656) (S. Sayısı: 497)
birinci görüşmesinde 12’nci maddesine kadar kabul edildi.
Sinop
Milletvekili Engin Altay, Kırıkkale Milletvekili Vahit Erdem’in, konuşmasında,
adından da bahsederek, yaptığı konuşmayı çarpıttığı ve söylemediği sözleri
söylediğine,
Manisa
Milletvekili Mehmet Çerçi, Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’e
sarf ettiği sözlerden dolayı özür dilediğine,
İlişkin birer
açıklamada bulundular.
Alınan karar
gereğince, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 90’ıncı yıl dönümünün ve
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın kutlanması, günün önem ve anlamının
belirlenmesi amacıyla yapılacak görüşmeler için, 23 Nisan 2010 Cuma günü, saat
14.00’te toplanmak üzere birleşime 23.31’de son verildi.
Mehmet
Ali ŞAHİN |
|
|
|
|
|
Başkan |
|
|
Yusuf
COŞKUN |
|
Yaşar
TÜZÜN |
|
Bingöl |
|
Bilecik |
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
|
|
|
|
|
Fatih
METİN |
|
Bayram
ÖZÇELİK |
|
Bolu |
|
Burdur |
Kâtip Üye Kâtip
Üye
23 Nisan 2010 Cuma
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.00
BAŞKAN: Mehmet Ali ŞAHİN
KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN (Bingöl), Gülşen ORHAN (Van)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 92’nci Birleşimini açıyorum.
İstiklal
Marşı’yla başlıyoruz efendim.
Buyurun.
(İstiklal Marşı)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim.
II.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) ÇEŞİTLİ İŞLER
1.- Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Genel Kurulu teşrifleri
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Sayın Cumhurbaşkanımız dinleyici locasındaki yerlerini alarak
yüce Meclisimizi onurlandırmışlardır. Kendilerine yüce heyetiniz adına “Hoş
geldiniz.” diyorum. (AK PARTİ, MHP ve BDP sıralarından alkışlar)
III.- ÖZEL GÜNDEM
A) 23 NİSAN GÖRÜŞMELERİ
1.- Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 90’ıncı yıl
dönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın kutlanması, günün önem ve
anlamının belirtilmesi görüşmeleri
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, gündemimize göre, Genel Kurulun 21/4/2010
tarihli 90’ıncı Birleşiminde alınan karar uyarınca, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin kuruluşunun 90’ıncı yıl dönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk
Bayramı’nın kutlanması ve günün önem ve anlamının belirtilmesi amacıyla
yapacağımız görüşmelere başlıyoruz.
Saygıdeğer
milletvekilleri, çatısı altında gururla ülkemize hizmet ettiğimiz Meclisimizin
açıldığı bugün, tarih sahnesinden silinmek istenen milletimizin yeniden ayağa
kalkışının ve dirilişinin miladıdır. Millî iradenin merkezi ve başyapıtı olan
Meclisimizin hayat bulduğu bugün, egemenliğin halka geçtiği tarihtir.
Özgürlüğümüzün simgesi olan Meclisimiz, tam bir ateş çemberinin içinde, millî
direnişi örgütleyerek vatan topraklarını işgalden, milletimizi esaretten
kurtarmıştır.
Milletimizin tarihinde
böylesine hayati yere sahip olan Meclisimizin gururla kutladığımız 90’ıncı
yılının aziz milletimize ve siz değerli temsilcilerine hayırlı olmasını
diliyorum.
Gazi Meclisimizin
kuruluş coşkusunu bir yıla yayılan etkinliklerle ve tüm halkımızla birlikte
kutladık, kutlamaya devam ediyoruz.
Kuruluş
heyecanımıza ve bayramımıza ayrı bir anlam katan geleceğimizin teminatı sevgili
çocuklarımız, Meclisimizin mekânlarını şenlendirerek coşkumuzu pekiştirdiler.
Millî Eğitim Bakanlığımızla ortaklaşa düzenlediğimiz 7’nci Dönem Türkiye
Öğrenci Meclisimiz geçtiğimiz Pazar günü bu salonda toplandı. Yaklaşık 14,5
milyon öğrencinin oy kullanarak seçtiği seksen bir ilin temsilcisi
çocuklarımız, burada ülkemizin sorunlarını özgürce konuşarak çözüm önerilerinde
bulundular. Gözlerinde umut pırıltılarını gördüğümüz çocuklarımızın ne kadar
bilinçli ve gelecek idealiyle dolu olduklarına gururla şahit olduk. Diyalog
kültürü içerisinde yetişen, ön yargısız, farklılıkları zenginlik gören bir
nesil Türkiye’nin gücüne güç katacak, demokrasimiz böylece özlediğimiz düzeye
gelebilecektir. 90’ıncı yıl coşkumuza katkıda bulunan, başta sevgili
çocuklarımız olmak üzere tüm kurumlarımıza ve emeği geçen herkese yüce
Meclisimiz adına teşekkür ediyorum.
Değerli
milletvekilleri, bizler esaretin prangalarını bağımsızlık ateşiyle eritmiş ve
özgürlüğünün kapılarını canları pahasına açmış bir milletin mensuplarıyız. Yüce
Meclisimiz, düşmanın yurdun dört bir yanını işgal ettiği bir dönemde
imkânsızlıklar içerisinde kurulmuş bir parlamentodur.
Dünyanın birçok
ülkesinde savaşlar ve bunalımlar, genelde demokrasi ve özgürlükler askıya
alınarak ya da kısıtlanarak aşılmıştır ancak bizde öyle olmamıştır. Aziz
Atatürk’ün önderliğinde milletimiz, o zor şartlar altında demokrasi yolunu
tercih etmiş, millî iradeyi baş tacı yapmış ve bu yüce kurumu açmıştır. Yani,
zaferler Meclisimizi değil, Meclisimiz destansı zaferleri doğurmuştur. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Ardından da millî iradenin rehberliğinde
bağımsızlığımız kazanılmış, cumhuriyetimiz ilan edilmiş ve milletimiz tarih
sahnesindeki şerefli yerini yeniden almıştır. Bizi ve Parlamentomuzu dünya
milletleri arasında farklı kılan bu emsalsiz özelliğimizdir.
Şunu da gururla
ifade etmeliyim ki, Meclisimiz 23 Nisan 1920 tarihinde açıldığında, bırakın
Avrupa’yı, dünyada millî iradeye dayanan parlamento sayısı çok değildi.
Böylesine anlamlı özellikler taşıyan Meclisimizin üyesi olmaktan hepimiz
kuşkusuz ki gurur duyuyoruz. Türkiye Büyük Millet Meclisi, gücünü ve yetkisini
millet iradesinden almaktadır. Millet adına karar vermekte ve tüm yasaları
milletimizin refahı, huzuru için çıkarmaktadır.
Parlamento
tarihimiz içerisinde millî iradenin kalbi, zaman zaman
krizler geçirmiş olsa da, daima yaşamını sürdürmeyi başarmıştır. Meclisimiz,
kurulduğu günden bu yana çıkardığı yasalarla, yaptığı Anayasa değişiklikleri ve
diğer tüm çalışmalarla değişimin ve dönüşümün merkezi olmuştur. Hep ülkemizi
bir adım daha ileri götürme, demokrasimizi geliştirme, hak ve özgürlüklerimizi
genişletme, hukuk standartlarımızı yükseltme çabası içerisinde olmuştur.
Kurulduğu günden
beri tam doksan yıldır ülkemizin kaderine yön veren Meclisimizin yasama yetkisi
mutlaktır. Milletimiz adına kullanılan bu yetkiyi daraltacak, kullanımını
engelleyebilecek veya sınırlandıracak başka bir güç yoktur. Nitekim
Aziz Atatürk de Meclisimizin millet hayatındaki önemini 1 Kasım 1930 tarihinde
Dördüncü Yasama Yılı açılışında yaptığı konuşmasında şu veciz sözlerle ifade
etmiştir: “Arkadaşlarım, ülkenin yazgısında tek yetki ve güç sahibi olan Büyük
Millet Meclisi, bu ülkenin düzeni için, iç ve dış güvenliğini sağlamak ve
korumak için en büyük güvencedir. Büyük millî sorunlar şimdiye kadar
ancak Büyük Millet Meclisinde çözümlendi. Gelecekte de yalnız oradan kesin
önlemler sağlanabilecektir. Türk milletinin sevgi ve bağlılığı, her zaman Büyük
Millet Meclisine yönelmiştir ve hep oraya yönelecektir.”
Böylesine önemli
bir kurum olan Meclisimizin yürüttüğü yasama sürecine katkı sağlanması amacıyla
ortaya konulan her düşünce saygıdeğerdir ve demokrasimizi güçlendirir. Ancak
Meclisimizin yasama yetkisine yönelik söz ve tutumlar, demokratik sistemimizi
ayakta tutan ve ahenk içerisinde çalışması arzu edilen güçler ayrılığı
ilkesiyle bağdaşmaz. Meclisimizin milletten aldığı yasama yetkisine herkesin ve
tüm kurumların gereken saygıyı gösterme konusunda daha özenli davranacaklarına
inanıyorum.
Verdiği
bağımsızlık mücadelesiyle mazlum milletlere örnek olmayı başaran Türkiye,
bugün, her alanda kalkınan ve gelişen, çağdaş ülkelerle rekabet eden saygın bir
ülkedir. Bulunduğu coğrafyanın ve dünyanın güçlü ülkeleri arasında yer alan
Türkiye, aynı zamanda, barışın ve istikrarın sembolüdür.
Ülkemizin dış
politikasına, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta sulh cihanda sulh”
ilkesi yön vermektedir. Sahip olduğu çok yönlü potansiyeliyle ülkemizin bu
konuda yürüttüğü etkin diplomatik çabalar, barış içinde bir geleceğin kurulması
amacına dönüktür. Meclisimiz de, ülkemizin barış odaklı dış politikasına, her
geçen gün güçlenerek devam eden parlamenter diplomasi faaliyetleriyle destek olmaktadır.
Başkanından milletvekillerine, komisyonlarından dostluk gruplarına kadar
Meclisimiz, Türkiye’nin tüm dünyaya tanıtımı ve bölgemizdeki sorunların çözümü
için yoğun çaba göstermektedir. Yasama çalışmalarımızın yanı sıra,
sürdürdüğümüz bu faaliyetlerimizle, halkları temsil eden parlamentolar
arasındaki dostluk ilişkilerini pekiştirerek ülkemizin dış politikasına büyük
katkı sağlamaktayız. Milletimizin ortak menfaatleri doğrultusunda yürütülen bu
çalışmalar katlanarak büyümekte, uluslararası alanda bize pozitif bir enerji
olarak geri dönmektedir.
Tüm bu diplomatik
çabaların sonucunda, ilk kez, bir Türk milletvekili Avrupa Konseyi
Parlamenterler Meclisi Başkanlığına seçilmiştir. Meclisimizin bir mensubu olan
Antalya Milletvekilimiz Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun kazandığı bu diplomatik başarı, hepimiz için
gurur vericidir. Kendisini, bu anlamlı gün vesilesiyle bir kez daha kutluyor,
çalışmalarında başarılar diliyorum.
Saygıdeğer
milletvekilleri, Meclisimiz, bir çağdaşlaşma ve barış projesi olarak değerlendirdiğimiz
Avrupa Birliğine tam üyelik yolundaki çalışmalara desteğini de kararlılıkla
sürdürmektedir. Ülkemiz, iktidarıyla muhalefetiyle, sivil toplum örgütleriyle
dünyanın ve özellikle içerisinde bulunduğumuz bölgenin sorunlarını çözme
çabalarında öncü bir rol oynamaktadır.
Türkiye'nin bütün
bu iyi niyetli çabalarına rağmen, ülkemizi soykırım gibi insanlığın yüz karası
olan bir suçla mahkûm etmek isteyen ülkeler, parlamentolarında çeşitli kararlar
almaktalar. Ayrıca, bildiğiniz gibi, 24 Nisan gününü, ülkemize karşı 1915
olaylarıyla ilgili iddiaların yıl dönümü olarak anma çabaları, uzunca bir
süredir yürütülmektedir.
Değerli
milletvekilleri, Çanakkale’ye milletimizi tarih sahnesinden silmek üzere
topyekûn gelenler, ülkemizi bölüp paylaşma hesabı yapanlar, kendi ayıplarını
unutup şimdi bizden hesap sormaya kalkıyorlar. Milletimize vatan olan bu
toprakların, medeniyet geçmişimiz boyunca, barışın, bir arada yaşamanın en
eşsiz örnekleriyle dolu olduğunu görmezden geliyorlar. Evet, bu coğrafyada
büyük acılar yaşanmıştır. Çanakkale’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da ve daha nice
cephelerde, bu ülkenin kahraman evlatları, üzerinde özgürce yaşadıkları bu
vatan topraklarını savunmak için şehit düşmüştür. Milletimizin tarihini
yargılamaya meraklı olanlara, önce, ülkemizin her köşesinde bağımsızlık uğruna
yaşanan acıların izlerini görmelerini tavsiye ediyoruz.
İçerisinde zafer
sevinçleri kadar acıları da barındıran tarih, siyasetin malzemesi yapılamayacak
kadar değerlidir. Asılsız Ermeni iddialarına destek çıkan parlamentolar,
tarihi, siyasi istismar vasıtası olarak kullanarak çok ciddi bir sorumluluk
yüklendiklerini bilmelidirler. Bizden, hukuki ve tarihî temelden yoksun sözde
soykırım iddialarını kabul etmemizi bekleyenler, bu Meclisi ve onun temsil
ettiği halkını yeterince tanımıyorlar. Bağımsızlık mücadelemizin sembolü olmuş
yüce Meclisimiz, siyasi baskılarla, alınan taraflı kararlarla milletimizin
işlemediği bir suçu kabul etmez ve asla da etmeyecektir. (AK PARTİ ve MHP
sıralarından alkışlar)
Değerli
milletvekilleri, milletimizin esarete ve dayatmalara asla boyun eğmediğinin en
eşsiz ifadesi olan Meclisimizin doksan yılda yaptıklarına yenilerini eklemek
ortak görevimizidir. Siyasetimizi daha fazla demokrasi, toplumsal hayatımızı
daha fazla özgürlük, hukuk sistemimizi daha fazla adalet, ekonomimizi daha
fazla refahla taçlandırmaya çalışmalıyız. Aynı vatan topraklarının üzerinde,
aynı gök kubbenin altında yaşayan şerefli bir tarihin mirasçıları olarak,
enerjimizi kısır tartışmalarla harcamak yerine, güçlü geleceğe hep birlikte
yönelmeliyiz. Sahip olduğumuz farklılıkların yanı sıra, saymakla bitmeyecek
kadar paydalarımız varken neden bunu toplumsal sinerjiye
dönüştürmekte zorlandığımızı da beraberce sorgulamalıyız. Başta yıllardır
canımızı yakan, gencecik fidanlarımızı bizden koparan terör olmak üzere, tüm
sorunlarımızı ortak akılla, beraberce çözme iradesini göstermeliyiz. Artık,
kaybedecek zamanımız yok çünkü bilgi çağını yaşadığımız bu dönemde,
kaybedeceğimiz bir yılın bedeli belki on yıl, belki elli yıl, belki yüz yıl olacaktır.
Bu yöndeki çabalarımızı sürdürmek hem bizlere bu vatanı bırakanlara hem
tarihimize hem de gelecek umudumuz olan çocuklarımıza karşı sorumluluğumuzun
gereğidir.
Saygıdeğer
milletvekilleri, siyaset görevini yerine getiren değerli insanlara karşı son günlerde
yönelen yumruklar ya da kaba kuvvet asla sorunların çözüm yöntemi olamaz.
Toplumsal huzurumuza atılan yumruklara karşı tek yürek olarak, sağduyu ve
aklıselimle davranmalı, ülkemizin barışını bozmaya çalışanlara fırsat
vermemeliyiz.
Yasama ve denetim
faaliyetlerinin yanı sıra, toplumla kurduğunuz iletişim köprüleriyle ülkemizin
sorunlarını çözmek için gayret gösteriyorsunuz. Sizlere teşekkür ediyor,
çalışmalarınızda başarılar diliyorum.
Sözlerimin
sonunda, bu günün armağan edildiği sevgili çocuklarımıza seslenmek istiyorum:
Sizler, umutlarımız, aydınlık yarınlarımızsınız. Bütün çabamız, sizlere en iyi
şekilde yetişmenizi sağlayacak imkânlar sunmak, kalkınmış, demokrasisi
kökleşmiş, özgür bir ülke bırakmak, barış dolu bir dünya hazırlamak içindir. İnanıyorum
ki sizler, köklü tarihimizden, zengin kültürümüzden, bağımsızlık
mücadelemizden, demokrasinin değerlerinden güç alarak cumhuriyetimizi daha da
yücelteceksiniz.
Bu duygularla,
bize özgür bir vatan bırakan, ilk Meclis Başkanımız, cumhuriyetimizin kurucusu
Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, Gazi Meclisimizin kahraman
milletvekillerini rahmetle ve minnetle anıyorum. Onlar bize, güçlü bir Meclis,
onurlu bir ülke, gurur veren bir cumhuriyet ve her zaman bu topraklar üzerinde
dalgalanmaya devam edecek şanlı bir bayrak bıraktılar. O kahramanların
bağımsızlık inancı, zoru başarma azmi ve yeteneği, milletlerine olan derin
bağlılıkları, karşı karşıya bulunduğumuz sorunların aşılmasında en büyük ilham
kaynağımız olacaktır. Yüce Meclisimiz, kurucu iradeden aldığı güçle, bugün de
aynı sorumluluk içerisinde, aynı coşku ve kararlılıkla yoluna devam edecektir.
Hepimizin,
hepinizin ve aziz milletimizin 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlu
olsun. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil edilen siyasi parti
gruplarının grup başkanlarına ve grubu bulunmayıp da Mecliste üyesi bulunan
siyasi partilerin genel başkanlarının görevlendirdiği bir milletvekiline, onar
dakikayla söz vereceğim.
Söz sırasını
okuyorum:
Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı
Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Cumhuriyet Halk Partisi
Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Deniz Baykal, Milliyetçi Hareket
Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Devlet Bahçeli, Barış ve
Demokrasi Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Selahattin Demirtaş’ın yerine Diyarbakır Milletvekili Sayın Gültan Kışanak, Demokratik Sol
Parti Genel Başkanı adına İstanbul Milletvekili Sayın Hasan Macit, Türkiye
Partisi Genel Başkanı adına Yozgat Milletvekili Sayın Mehmet Yaşar Öztürk.
Süre on dakikadır
ancak hatiplerimizin on dakika dolunca süresini buradan ikazla kesmeyi,
insicamı bozacağı için doğru bulmuyorum. Bir süre daha, eğer konuşmalarını bitirmemişlerse
süre vereceğim. Bu, üç dakikayla sınırlı olursa sevinirim.
Şimdi, ilk söz,
Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a aittir.
Buyurun Sayın
Erdoğan. (AK PARTİ sıralarından ayakta alkışlar)
ADALET VE KALKINMA PARTİSİ GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (İstanbul) – Sayın Cumhurbaşkanım, Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri, değerli konuklar; Türkiye Büyük Millet Meclisinin 90’ıncı
kuruluş yıl dönümünde yüce heyetinizi en kalbî duygularımla selamlıyor,
sizlerin şahsında aziz milletimizin, özellikle de sevgili yavrularımızın 23
Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutluyorum. Doksan yıllık mazisiyle dünya üzerindeki en tecrübeli ve en
birikimli parlamentolardan birine sahip olmanın milletçe gururunu taşıdığımızı
ifade etmek istiyorum.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi, gazi bir meclistir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, millî
mücadeleyi başarıyla idare ederek kahramanlık destanı yazan bir meclistir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, millet iradesinin en parlak şekilde tecelli
ettiği, bağımsızlığın ve özgürlüğün timsali olan bir meclistir. Türkiye Büyük
Millet Meclisi, Kurtuluş Savaşı’mızı sevk ve idare
ederek ülkemizi istiklaline ve bağımsızlığına kavuştururken, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin
de temellerini atmış, doksan yıl boyunca da kalkınma ve demokratikleşme
mücadelemizin lokomotifi olmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisinin ortaya
koyduğu irade, “tükendi” denilen bir milletin küllerinden doğarak tarih
sahnesinde güneş gibi parlamasını ifade etmiştir.
Doksan yıl öncesinde, savaşlardan yorgun düşmüş, kaynaklarını ve
enerjisini cephelerde yitirmiş, büyük devletlerin baskılarıyla istikbaline
kastedilmiş bir ülke varken, işte bu yüce Meclisin gayretleri neticesinde,
bugün 287 milyar Türk lirası bütçesi olan, 618 milyar dolarlık millî gelire
ulaşmış, 102 milyar dolar ihracat yapabilen, dünyanın en büyük 17’nci ekonomisi
konumuna yükselmiş, büyük ve güçlü bir Türkiye var. Bugün artık demir yollarıyla, hızlı tren hatlarıyla, modern havalimanlarıyla,
bölünmüş kara yolları, yaygın eğitim kurumları, çağdaş üniversiteleri, ülke
sathına yayılmış yatırımlarıyla hızla gelişmekte olan bir Türkiye var. Her
şeyden önemlisi, bugün, uluslararası itibarı artmış, bölgesel bir güç konumuna
yükselmiş, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde, İslam Konferansı Örgütünde,
Avrupa Konseyinde, G-20 Zirvesi’nde, Medeniyetler İttifakı Girişimi’nde önemli
roller üstlenmiş, Avrupa Birliği ile katılım müzakerelerine başlamış, barışın,
istikrarın, huzur ve refahın savunucusu bir Türkiye var. Bugün, cesur bir
şekilde, korkmadan, çekinmeden, tereddüt etmeden dünyanın her ülkesi, her
bölgesi için, dünyanın tüm çocukları için, insanlık için barışı, hakkı, hukuku,
adaleti savunan, mazlumların, mağdurların gür ve güçlü sesi olan bir Türkiye var.
Bizler, 90 yıl
önce açılan Türkiye Büyük Millet Meclisini, 87 yıl önce kurulan
cumhuriyetimizi, şehitlerimizin ve gazilerimizin kutsal bir emaneti olarak
bizden önceki nesillerden devraldık. Aziz milletimizin bu kutsal emanetini daha
da yücelterek, daha da büyüterek, standartlarını daha da yükselterek bizden
sonraki nesillere devretmenin gayreti, sorumluluğu içindeyiz.
“Demokratik,
laik, sosyal bir hukuk devleti olan cumhuriyetimizin kuruluşunun 100’üncü yıl
dönümünde 1 trilyon doları aşmış millî gelir.” diyoruz. İşte onun için,
“2023’te toplamda 1 trilyon dolar dış ticaret.” diyoruz. İşte onun için,
gözümüzü çok daha yükseklere dikiyor, çıtayı çok daha yükseklere koyuyor,
“Dünyanın en büyük ilk 10 ekonomisi arasında yerini almış bir Türkiye.”
diyoruz. 90 yıl önceki yokluk, yoksulluk ve imkânsızlıktan nasıl bugünlere
ulaştıysak, bugünden çok daha ileri seviyeleri de yakalayabileceğimize
inanıyor, bunun azmini ve kararlılığını taşıyoruz. İnanıyorum ki Türkiye'nin ve
Türk milletinin, birlik ve beraberlik içinde olduğu takdirde aşamayacağı hiçbir
engel, ulaşamayacağı hiçbir hedef yoktur.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 23 Nisan 1920’de Ankara, Büyük Millet Meclisi, altını
çizerek ifade ediyorum, özgürlük ve bağımsızlığımızı hâkimiyetimilliye esası
üzerine bina etmişti. Gazi Mustafa Kemal, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
açılışı öncesinde yayınladığı tebliğde, o günden yani 23 Nisan 1920’den
itibaren askerî ve sivil bütün makamlarla bütün milletin tek mercinin Büyük Millet Meclisi olacağını ifade etmişti. Aziz
Türk milletinin karakteri özgürlüktür, bağımsızlıktır, kimseye boyun
eğmemektir, iradesini namusu olarak görerek her türlü müdahaleye karşı
korumaktır. Bu iradenin tecelli yeri ise içinde bulunduğumuz bu yüce Meclistir.
Doksan yıl
boyunca millî egemenlik kavramının ve millî iradenin zaman zaman
tartışma konusu yapıldığına, hatta kimi zamanlar müdahaleler yoluyla kesintiye
uğratıldığına, vesayet altına alınmak istendiğine şahit oldum. Millet iradesi
ne zaman zayıflatıldıysa, milletin Meclisi ne zaman vesayet altında
bırakıldıysa, demokrasi ne zaman zayıflatıldıysa Türkiye Cumhuriyeti de geriye
gitti, zayıfladı, güç kaybetti.
Şunu bir kez daha
hatırlatmakta fayda görüyorum: Millî egemenlik, millet iradesi ve demokrasi,
her türlü tartışmanın üzerindedir. Bu kavramlar üzerinde soru işaretleri
oluşturmak, Meclisin fonksiyonlarını etkisiz kılmaya çalışmak, 23 Nisan 1920
ruhuna uygun düşmediği gibi, çağdaş dünyanın temel kabulleriyle de çelişir.
Demokrasi ne kadar gelişirse, hukuk sistemi ne kadar ileri standartlara
ulaşırsa, milletin iradesi ne derece kurum ve organlara sirayet edebilirse
ülkenin gelişmesi, kalkınması, ilerlemesi, özgür, adil ve müreffeh imkânlara
kavuşması o kadar mümkündür. Evet, söz milletindir, karar milletindir. Her
türlü karar mercisi tartışmasız Türkiye Büyük Millet Meclisidir. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Millî iradenin
tecellisinde hiçbir sınıfa, hiçbir zümreye, hiçbir kuruma ya da kişiye imtiyaz
verilemez. Millet egemenliği üzerinde hiçbir vesayet, hiçbir gölge kabul
edilemez. Modern Türkiye Cumhuriyeti’ne zümreler, imtiyazlar, sınıflar, ikbal
ve makam hırsı içindeki şahıslar, en önemlisi de çeteler, hukuk dışı
örgütlenmeler, mafyalar rota çizemez, istikamet veremez. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Kimi kurumların ya da zümrelerin kendilerini milletin üzerinde
görmesi, millet adına karar vermesi, kendilerine özel misyonlar
biçmesi demokrasi ruhuyla, cumhuriyet ruhuyla, en önemlisi de 23 Nisan 1920’nin
ruhuyla bağdaşmaz. Evet, millet iradesinin gerçekleşmesinde yoksul ile
zenginin, işçi ile işverenin, memurla amirin, köylüyle şehirlinin, dağdaki
çoban ile profesörün oyu ve seçimi arasında asla ve asla fark yoktur, olamaz.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Şu noktanın da
altını çizme lüzumu görüyorum: Millî iradeye, hâkimiyetimilliyeye en fazla
sahip çıkması gereken kurum Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Milletin oylarıyla
yetkilendirdiği, yasa ve Anayasa yapmak için vazifelendirdiği vekiller Türkiye
Büyük Millet Meclisinin bu asli, asil ve kutsal yetkisini görmezden gelmemeli,
yetkilerini devretmek, hür vicdanları üzerine konulan ipoteklere boyun eğmek
yanılgısı içine girmemelidir. Milletin meclisini anayasa ve yasa yapmak
konusunda âciz, yetersiz ve yetkisiz görenler, Türkiye
Büyük Millet Meclisiyle birlikte milleti ve millet iradesini inkâr ettiklerini
görmek ve anlamak zorundadırlar.
Demokrasi bir
tahammül rejimidir, birbirine ve farklılıklara saygı duyma, her türlü sorunu
diyalog ve uzlaşıyla çözme rejimidir. Kendi sesinden başkasına sağır
kesilenler, kendi sözünden başkasını doğru görmeyenler, başkasının iradesini ve
varlığını mahzurlu görenler demokratik bir siyaset ortaya koyamazlar.
Doksan yıllık bir
sürecin sonunda artık şu hususun anlaşılması gerektiğine yürekten inanıyorum:
Devlet meşruiyetini kendisinden değil milletten alır. Yedi yüz yıl önce Şeyh Edebali’nin ifade ettiği gibi, millet olarak bizim idare
anlayışımız “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” ilkesi üzerine kuruludur. Devlet,
millet için vardır. Devletin tüm kurumları sadece ve sadece millet için vardır.
Yasama, yürütme ve yargı yine sadece ve sadece millet için vardır. Hiç
kuşkusuz, Türkiye, bu temel ilkeleri, millet egemenliğini, demokrasiyi, insan
haklarını ve hürriyetlerini geliştirdiği ve yücelttiği dönemlerde istikrar,
güven, huzur ve refah yolunda tarihî adımlar atmıştır. Geleceğin güçlü ve büyük
Türkiyesi de yine bu ilkelerin eksiksiz şekilde hayat
bulması ve uygulanması sayesinde inşa olunacaktır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisini hep birlikte kurduk.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin sevk ve idaresiyle Kurtuluş Savaşı’nda hep
birlikte zafer kazandık. Doksan yıl boyunca Türkiye’yi yokluktan alıp bugünlere
hep birlikte ulaştırdık. Milletimizi oluşturan her türlü farklılık, her türlü
zenginlik, aziz milletimizin her bir ferdi bir ve bütün olarak Kurtuluş Savaşı
verdi, bir ve beraber olarak Türkiye Büyük Millet Meclisini açtı, yine birlik
ve kardeşlik içinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu. Geleceği de yine hep birlikte
inşa edecek, Türkiye’yi birlik ve beraberlik içinde, kardeşlik içinde,
dayanışma ve paylaşma içinde yücelteceğiz. Cumhuriyetimizin temel niteliklerini
asla polemik konusu yapmayacak, millî mücadele ruhunu
ve cumhuriyetimizin kuruluş felsefesini asla aklımızdan çıkarmayacağız.
Çözümsüz gibi görünen, değişmez kaderimiz gibi görünen sorunları, aşılmaz gibi
görünen sorunları hep birlikte aşacağız.
Ülkemizin tüm
sorunlarının konuşulma, tartışılma, çözüme kavuşturulma yeri siyasettir,
Meclistir, demokrasidir. Korkmadan, çekinmeden, samimiyetle, özgüvenle, her
meselemizi aklıselimle, demokratik bir duyarlılıkla müzakere edip çözüm yoluna
koyabiliriz. Bu yüce Meclis her türlü sorunu ele alma, çözme olgunluğuna,
potansiyeline ulaşmıştır. Milletimiz de bizden bunu beklemektedir. İhmale
uğrayan, mağdur edilen, hakları çiğnenen, kendisini ötelenmiş, dışlanmış
hisseden kesimleri gözetecek, 73 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının kardeşlik
hukuku içinde kucaklaşması için ne gerekiyorsa onu yapmalıyız, onu yapacağız.
Meclis
Televizyonundan bizleri izleyen vatandaşlarımız, çocuklarımız, gençlerimiz
artık demokrasinin erdemini, siyasetini, anlamını görmek, seviyeli bir Meclis
çalışmasına tanıklık etmek durumundadır. Bu konuda her birimize sorumluluk
düşüyor, duyarlılık düşüyor. Dünyanın ilk ve tek Çocuk Bayramı olan 23 Nisanda
çocuklarımıza çok daha parlak bir gelecek -özellikle bu hassasiyet içerisinde
davranarak- emanet etmenin kararlılığı içinde olduğumuzu vurgulayarak sözlerimi
bitirmek istiyorum.
Gazi Mustafa
Kemal Atatürk başta olmak üzere bütün istiklal kahramanlarımızı, şehit ve
gazilerimizi, bu Mecliste görev yapmış bütün siyasetçilerimizi rahmet ve
şükranla anıyorum.
Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyor, teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
Erdoğan, teşekkür ediyorum.
Şimdi de söz
sırası, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın
Deniz Baykal’a aittir.
Sayın Baykal,
buyurun efendim. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)
CUMHURİYET HALK PARTİSİ GENEL BAŞKANI VE
MECLİS GRUBU BAŞKANI DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başkan, Sayın
Cumhurbaşkanı, sayın milletvekilleri, saygıdeğer konuklar, 23 Nisanın ve
geleceğimizin gerçek sahibi sevgili çocuklarımız, sevgili yurttaşlarım;
hepinizi şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi adına sevgilerle, saygılarla
selamlıyorum.
Bütün halkımızın
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutluyorum. Ülkemizin barış, mutluluk,
refah ve bağımsızlık içinde daha nice bayramlar geçirmesini diliyorum.
Türkiye Büyük
Millet Meclisinin açılışını gerçekleştiren Gazi Mustafa Kemal’i ve Birinci
Meclisten başlayarak bugüne kadar bu kutsal çatı altında görev yapmış tüm
millet temsilcilerini saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
Bugün, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin açılışının 90’ıncı yılını kutluyoruz. Parlamentomuzun
arkasında bıraktığı bu doksan yıl, dünya tarihinin en büyük değişimleri,
dönüşümleri yaşadığı bir dönem olmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisi, dünyanın
en eski ve en köklü on Parlamentosundan birisidir. Türkiye Büyük Millet
Meclisini sadece Türkiye’de değil, dünyada da en itibarlı, en güvenilir bir
barış, istikrar ve meşruiyet kurumu olarak yaşatmak en büyük görevimizdir. Bu
dönem içinde 2 defa, önce 1960’da bir buçuk yıl, sonra 1980’de üç yıl Türkiye
Büyük Millet Meclisinin askıya alınmış olması bunu gerçekleştirenlerin en büyük
utancı olarak tarihteki yerini almıştır. (CHP ve AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Türkiye Büyük Millet Meclisinin milletimizin şerefini ve onurunu
temsil eden bir kurum olduğunu hiçbir zaman unutmamalıyız, unutulmasına da izin
vermemeliyiz.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi bir askerî zaferin eseri değildir, tam tersine askerî zafer
Türkiye Büyük Millet Meclisinin eseridir. Bu niteliğiyle de Türkiye Büyük
Millet Meclisi belki dünyada tek Gazi Parlamentodur. Türkiye Büyük Millet
Meclisinden önce ne bir devlet ne bir cumhuriyet ne de bir ordu vardır. Devleti
de cumhuriyeti de orduyu da Türkiye Büyük Millet Meclisi kurmuştur. Türkiye
Büyük Millet Meclisi, işgal kuvvetlerinin ana vatandaki varlığına son veren
askerî harekâtı, Gazi Mustafa Kemal’in önderliğinde yokluklar ve zorluklar
içinde başarıyla yönetmiş ve zaferle sonuçlandırmıştır.
Savaşı kazanan
Türkiye Büyük Millet Meclisi Lozan Anlaşması’nı da gerçekleştirerek barışı,
istikrarı ve uluslararası düzeyde tanınmayı da güvence altına almıştır. Böylece
milletimizin Anadolu’daki siyasi varlığına son vermeyi amaçlayan Sevr dayatması
yırtılıp atılmıştır. Lozan Anlaşması içeriden ve dışarıdan sistemli tüm
yıpratma çabalarına rağmen, ulusal devletimizin temel dayanağı olmaya devam
etmektedir.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi daha sonra siyaset, hukuk, eğitim, kültür ve ekonomi alanlarında
çok köklü değişimler gerçekleştirmiştir:
Saltanatı ve
hilafeti bu Meclis ilga etmiştir.
Cumhuriyeti bu
Meclis ilan etmiştir.
Medeni Kanun’u,
Ceza Kanunu’nu, usul hukukunu, Ticaret Kanunu’nu çağın en ileri ölçülerine göre
bu Meclis düzenlemiştir.
Dinin ve devlet
işlerinin ayrılmasını temel alan, dinin istismarını ve devlet işlerinin dine
dayandırılmasını reddeden, bütün dinlere saygı gösteren ve eşit değer veren
laiklik ilkesini bu Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa’mıza yerleştirmiştir.
(CHP sıralarından alkışlar)
Kadınların seçme
ve seçilme hakkı, birçok Avrupa ülkesinden önce gene bu Meclis tarafından
tanınmıştır.
Basına özgürlük,
yargıya bağımsızlık, üniversitelere özerklik, çalışan işçilere sendika, toplu
sözleşme ve grev hakkı, bu Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından verilmiştir.
Türkiye'yi tek
partili sistemden çok partili yaşama, valileri parti temsilcisi olmaktan
çıkarıp devletin valisi konumuna bu Meclis geçirmiştir. (CHP sıralarından
alkışlar)
Üstelik, bütün bu köklü
atılımlar yapılırken ortada ne Avrupa Birliği vardır ne de herhangi bir dış
ülkenin siyasi komiserleri.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi, ülkemizi bir demokrasi ve hukuk altyapısına kavuşturmaya
çalışırken, Almanya’da Nazi yönetimi, İtalya’da faşizm, İspanya’da Franco ve Portekiz’de Salazar
yönetimi altında otoriter, totaliter ideolojiler egemendi.
Nazi yönetiminden
kaçan üniversite hocaları, aydınlar, sanatçılar, Türkiye'nin köy
enstitüleriyle, halkevleriyle çocuklarını eğitmek, insanlarını aydınlatmak için
yokluklar ortasında verdiği büyük mücadeleye saygı duyuyorlar, fedakârca destek
veriyorlardı.
Bütün bu
atılımlar, reformlar, hiç şüphe yok ki Türkiye Büyük Millet Meclisinin
Türkiye'yi ileriye götürme, modernleştirme mücadelesinin şeref sayfalarıdır.
Son dönemlerde
yaşanan iki önemli olay da Türkiye Büyük Millet Meclisinin onurlu kimliğine
yeni şerefler kazandırmıştır. Bunlardan birisi 1974’te yapılan Kıbrıs Barış
Harekâtı’dır.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi, Kıbrıs’taki Türk toplumuna yapılan saldırıları, varlığını ve
haklarını güvence altına alarak önlemek için, kimseden icazet arayışına
girmeksizin, uluslararası hukuka uygun olarak, Türkiye'nin çıkarları
doğrultusunda tarihî bir müdahale kararı almış ve başarıyla uygulamıştır. Bu
konu, elbette Türkiye Büyük Millet Meclisi tarihinin en şerefli sayfalarından
birisini oluşturmaktadır.
Yine Türkiye Büyük
Millet Meclisinin bir diğer tarihî kararı da 1 Mart 2003’teki Hükûmet tezkeresinin reddedilmesi kararıdır. Bu karar,
Türkiye’yi Irak’a yönelik bir askerî harekâtın karargâhı ve cephesi olmaktan,
topraklarını bir yabancı ülke silahlı kuvvetlerinin işgali altına sokma
tehlikesinden kurtarmıştır. (CHP sıralarından alkışlar) Türkiye’yi yüz binlerce
Müslüman’ın ölümünden sorumlu bir ülke olmaktan kurtarmıştır. Bugün Amerika
Birleşik Devletleri’nin de geldiği bu noktada, Türkiye Büyük Millet Meclisinin,
Hükûmete rağmen, nasıl bir ileri görüşlülükle
Türkiye'nin ve bölgenin barışına, istikrarına ve uzun dönemli çıkarlarına uygun
davrandığı bugün daha iyi anlaşılmaktadır. (CHP sıralarından alkışlar)
Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 1 Mart 2003’te Irak savaşı konusunda aldığı Hükûmet tezkeresini reddetme kararı, şüphesiz, Türkiye
Büyük Millet Meclisi şeref defterinin seçkin bir sayfasını oluşturmaktadır.
Ülkemizin örnek
ve model olarak bütün dünyada ilgiyle izlenen bu modernleşme tarihinin
temelinde iki temel siyasi ilke vardır.
Birincisi, ırk,
kan, kafatası ölçülerini reddeden ve etnik kimlikleri, yerel, yöresel
bağımlılıkları aşan bir ulusal kimlik anlayışı, etnik ve sosyolojik kimliği
inkâr etmeden ama onun tutsağı da olmadan daha yüksek bir ulusal kimliğe geçişi
amaçlayan uluslaşma politikası. Etnik kimlik herkesin kendi şerefidir. Ama
etnik kimliğimiz ne olursa olsun, hepimiz Türk milletinin eşit birer
parçasıyız. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar) Bizim modernleşme deneyimimizin
temelinde böyle bir uluslaşma anlayışı vardır.
İkinci temel ilke
din, siyaset ve laiklik anlayışıyla ilgilidir. Müslüman bir toplumda en geniş
din ve ibadet özgürlüğü ile laik bir devlet düzeninin birlikte sürdürülebilmesi
pek çok kişinin gözünde Türkiye’yi örnek bir ülke hâline getirmiştir. Aslında İslamiyet
ile laikliğin beraberliği Türkiye’nin modernleşme başarısının temel
dayanağıdır.
Etnik kimliğimiz
ne olursa olsun hepimiz Türk milletinin birer parçası olarak eşitlik ve
kardeşlik içerisinde beraberce yaşayacağız. Dinî inancımız, mezhebimiz ne olursa
olsun hepimiz laik Türkiye Cumhuriyeti’nin birer parçası olarak eşitlik ve
kardeşlik içinde yine bir arada yaşayacağız. Bunu başarabilirsek, Türkiye,
istikrar içinde, demokrasi içinde
ilerler. Böyle bir parlak geleceği etnik ayrımcılık ve terör tehdidinin
gölgelemesine izin vermemeliyiz.
Aynı şekilde, din
temelinde ayrışmaların, cemaatleşmelerin, eğitimi, hukuku, yargıyı, emniyeti
yönlendirmeye başlaması, böyle bir sürece göz yumulması, seyirci kalınması
tarihî bir gaflet olacaktır. (CHP sıralarından alkışlar) Demokrasinin sağladığı
olanakları cumhuriyetin ve devletin millî ve laik kimliğini ortadan kaldırmak
için kullanmak, hem kullananlar hem de siyasal çıkar hesabıyla kullanılmasına
göz yumanlar açısından tam bir aymazlıktır. (CHP sıralarından alkışlar)
Sevgili
milletvekilleri, millî irade bir bütündür. İktidar da muhalefet de millî
iradenin bir parçasıdır. Millî irade ya da millî egemenlik tek başına demokrasi
demek değildir. Millî egemenliğin demokrasiye dönüşebilmesi için gerçekten
bağımsız, güçlü bir yargıya ve hukukun üstünlüğü anlayışına ihtiyaç vardır.
(CHP sıralarından alkışlar) İnsan hakları, insan hak ve özgürlüklerinin kâğıt
üzerinde kalmaması, ancak güçlü ve etkin bir basın ve medya denetimine
bağlıdır. Yoksa, millî egemenlik ve millî irade
anlayışı kolayca bir parlamento egemenliğine, parlamento egemenliği de bir
parti çoğunluğunun diktasına, parti çoğunluğu da bir liderin siyasi vesayetine
dönüşebilir. (CHP sıralarından alkışlar) Böyle bir durumda da memleketin
dürüst, namuslu insanları, vatansever aydınları, sabaha karşı evleri basılıp
neyle suçlandıklarını bile bilmeden aylarca tutuklanabilirler. Herkesin
telefonları, bilgisayarları izlenebilir. İnsanlar dizi film senaryoları gibi
ucu açık iddianamelerle, gizli tanık ifadeleriyle, sahte haham ifşaatlarıyla,
emniyette ya da savcılıkta sanıklarla pazarlık yapılarak oluşturulan delillerle
yargılanabilirler. Üç yıla yakın bir süre tutuklu kaldıkları hâlde kendilerine
iddianameyle ilgili hiçbir soru sorulmamış olabilir.
Siyasetçilerin
talimatlarına alet olmayı reddeden başsavcılar uydurma suç iddialarıyla
tutuklanabilirler. (CHP sıralarından alkışlar) Muhalefet eden gazete ve
televizyonları susturmak için vergi rekortmenlerine vergi kaçakçılığı
suçlamasıyla mali baskı ve yıldırma yöntemleri acımasızca uygulanabilir. Neyin
suç, kimin suçlu olduğuna hukuk değil, siyaset karar verirse hukukun gücü
ortadan kalkar, güçlünün hukuku egemen olmaya başlar.
Eğer bir ülkede
bir parlamento çoğunluğu, yasamayı, yürütmeyi, basını, televizyonları,
şirketleri, holdingleri, vesayet altına alması için bir lidere teslim etmiş
ise, duvarlarda “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” yazması bir anlam
taşımaz. Böyle bir tablo karşısında bir de Anayasa’yı bir
partinin iç işi gibi ele alarak tek başına değiştirip yüksek yargı kurumları da
siyasi vesayet altına alınacak olur ise, bu durumun artık bir parlamento
çoğunluğunun göz yumması ile mi yoksa hukuk dışı bir askerî darbe ile mi
gerçekleştiğinin de bir önemi kalmaz. (CHP sıralarından alkışlar)
İktidarların
seçimden çıkmış olması demokrasiyi güvence altına almaya yetmez. Demokrasilerde
iktidarlar denetlenebilir, hesap verebilir olmalıdır. Denetimi de hem siyaset
hem yargı yapacaktır. Yargıyı ve basını, medya kuruluşları gibi siyasal denetim
kurumlarını, devletin gücünü kullanarak etkisiz kılmak, yargıyı
siyasallaştırmak, yargıda kadrolaşmak, herkesi suçlayıp mahkemeye çıkarırken
kendi dokunulmazlık zırhının arkasına saklanıp yargıdan kaçmak, demokratik
meşruiyete değil lider vesayetine hizmet eder. (CHP sıralarından alkışlar)
Gerçek demokrasilerde, yargıdan kaçan, dokunulmazlık zırhının arkasına saklanan
başbakanlara, bakanlara, milletvekillerine yer yoktur.
Türkiye Büyük
Millet Meclisinin altmış yıl önce "millî irade" ve "millî
egemenlik" kavramlarıyla çıktığı yolculuğunu gerçek bir demokrasi hedefine
ulaştırabilmek için, siyaseti etkin bir hukuk ve kamuoyu denetimine sokacak
düzenlemelere ihtiyaç vardır. Hukuku siyasetin emrine girmekten çıkarıp
siyaseti denetleyecek bir noktaya taşımak işin özüdür. Gerçek demokrasi, siyaset
hukuku kullanırsa değil hukuk siyaseti denetlerse sağlanır.
Sayın
milletvekilleri, 23 Nisanı, insan haklarının, hukuka saygı anlayışının,
gerçekten demokratik bir siyasal kültürün egemen olduğu bir ortamda, en kısa
zamanda kutlayabilme umuduyla selamlıyorum. Bu güzel günü bütün dünya
çocuklarıyla paylaşmaktan mutluluk duyuyorum. Yüce Meclise sevgiler, saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, şimdi de söz sırası, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı
ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'ye aittir.
Sayın Bahçeli,
buyurunuz efendim. (MHP sıralarından ayakta alkışlar)
MİLLİYETÇİ
HAREKET PARTİSİ GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI DEVLET BAHÇELİ (Osmaniye)
- Sayın Başkan, Sayın Cumhurbaşkanı, değerli milletvekilleri; mensubu olmaktan
şeref duyduğum ve iftihar ettiğim büyük Türk milletini ve yüksek heyetinizi
saygılarımla selamlıyorum.
Görüşlerimi
açıklama imkânı bulduğum bu en büyük millet eserinin kurucusu olan muhterem
ecdadımıza şükranlarımı arz ediyorum. Bu güzel ve anlamlı günün armağan
edildiği sevgili çocuklarımızı en samimi duygularımla kutluyorum.
Değerli
milletvekilleri, bundan tam doksan yıl önce bir cuma günü Ulus’taki eski taş
binada başlayan ilk toplantının yıl dönümünü bir kez daha saygıyla ve
hayranlıkla yâd ediyoruz. O yılların yokluklar ve sıkıntılarla dolu günlerini
Mustafa Kemal’in liderliğiyle aşabilmek için Ankara’ya kadar ulaşmış
vatanseverlerin fedakârlıklarını minnetle anıyoruz.
Ne var ki, millî
tarihimizin dönüm noktası olan bu günün layıkıyla anlaşılabilmesinin yolunun,
yalnızca bu tarihe dayanarak yapacağımız yorumlarla sınırlı kalmaması gerektiği
düşüncesindeyim. Zira, Ankara’da açılan Meclis,
elbette ki hepimiz için yeni bir dönemin başlangıcıdır. Ancak, bu başlangıç, geride
kalan asırlar içinde sayısız sonları barındıran tarihî bir ibret noktasıdır da.
Büyük Millet Meclisinin açılışı, bin yıllık bir vatanı
sahiplenmenin, savunabilmenin mücadelesini veren Türk milleti için geri
çekilmenin son bulmasıdır, asırlarca hak ve adaletle süren imparatorluk
hükümranlığının ardından milletimizin millî bir devlete ulaşarak çare
arayışının son bulmasıdır, yıllarca kısır bir asabiyet içinde birbirleriyle
mücadele eden ecdadımızın aralarındaki çekişmelerin millî kimlikle buluşarak ayrışmanın
son bulmasıdır. Bu tarihî gün, Osmanlı Devleti’nin hâkimiyet havzalarını birer birer kaybederek Türk milletinin yaşama alanının Anadolu’ya
sıkıştığı acı ve ıstırapla dolu bir tablo içinde milletimizin en son ve en
etkili hamlesinin de adıdır, yıllardır üç kıtada evlatlarını kaybetmiş, sayısız
göçlerle büyük acılar çekmiş Türk milleti için, verilecek coğrafya parçasının,
dönülecek yurt toprağının ve kaybedilecek insanımızın kalmadığının da
milletimiz adına nihai kararıdır. Vatan evlatlarını
savaş meydanlarından önce Anadolu’da kongre salonlarında ve Ankara’da ilk
Mecliste toplanmaya iten gerçek, neden de budur. Bu itibarla, yüce Meclisin
kuruluşunu daha iyi anlamanın yolu geride kalan yılların tahlilinden
geçecektir.
Malumlarınız
olacağı üzere, 1910’lu yıllar, toprak ve insan kayıplarının milletimizi
yılgınlık ve kaygılara sürüklediği, ataletin bütün vatan sathına yayıldığı bir
dönemin hüzünlü tarihinin hatıralarıdır. Savaşların,
isyanların, göçlerin yaşandığı bu talihsiz dönem, unutmamak lazımdır ki, vatan
topraklarımızı aralarında pay edebilmek için haritalar üzerinde küresel
pazarlıkların yapıldığı, yalnızca coğrafyalarımızın değil üzerinde hayat bulmuş
beşeriyetin bile sömürgeciler tarafından birbirine ikram edildiği, bir asırdır
cepheden cepheye koşmuş ordumuzun yorulduğu, milletimizin bunaldığı ve
devletimizin hırpalandığı, yılların ihmalinin neden olduğu ağır bir yoksulluğun
ve mahrumiyetin bütün milletimizi pençesine aldığı ve bir avuç vatansever
aydının dağınık ve bulanık kurtuluş reçeteleri peşinde koştuğu bir devrin
gerçekleridir.
Takdir edersiniz
ki bu derece kökten bir diriliş ve doğruluş ihtiyacı için yalnızca bu karanlık
tabloya karşı tahammülü kalmamış olanların uyanmış olması yetmezdi. Bu
duyguları derinlerinden yaşayanlarla fikir ve eylem birliğine gidilmesi, ortak
kaygıyı taşıyanların aynı ülküye yönelmesi gerekirdi. İşte, 23 Nisan 1920’de
Ankara’nın Ulus semtinde başlayan sürecin özü ve özeti budur. Bu özet,
birliğin, beraberliğin ve kucaklaşmanın sağlanmasıdır. Samsun’da ilk adımın,
Amasya’daki tamimin, Erzurum ve Sivas kongrelerinin ve nihayet Büyük Millet
Meclisinin açılışının anlamı, burada bu yüksek buluşma ve kaynaşma arzusunda
aranmalıdır.
O gün tam bir
şuur ve heyecanla, yurdumuzun her yöresinden bir araya gelen vatan evlatlarının
yaptıkları, gerilemeye karşı yeniden yükselişin, kayıplara karşı yeniden
kazanışın, atalete karşı yeniden doğruluşun, parçalanmaya karşı yeniden
kuruluşun dünyaya ilanıdır.
Yüce Meclisin
açılışı, umutsuzluk, yoksulluk, yılgınlık içinde ve hareketsiz kalmış millet
varlığına olan inancın ifadesi ve çıkış noktası olmuş, cumhuriyetimizi
müjdelemiştir.
23 Nisan 1920
tarihinin ön almasıyla, Türk milletinin Anadolu’da yaptığı bin yıllık yolculuk
yeni bir devletle buluşmuş, yeni bir yönetim şekliyle tanışmış ve yeni ufuklar
milletimizin önüne açılmıştır.
Bu muhteşem eserin arkasındaki başarının sırları, millî güçlere ve
kanaat önderlerine dayalı kucaklaştırıcı meşruiyet arayışında, vatan için
duyulan kaygıların ve şuurun bir araya getirildiği uzlaşma kültüründe, Türk
milletini esas alan millî heyecanın ortaya çıkardığı tam bağımsızlık kararında,
ülkemizde iştahları tükenmemiş küresel güçleri def etmek için lazım olan
kahramanlıkta ve en önemlisi, birbirine yabancılaşma eğilimine girmiş ve
kabuğuna çekilmiş bir toplumda millî kimliği yeniden yükseltmek için duyulan
heyecanda aranmalıdır.
Onlar, kimlikleri
kaşıyıp toplumu parçalara ayırmamışlardır. Onlar, farklılıkları körükleyip
milleti zayıflatmamışlardır. Onlar, al bayrağın etrafında toplanıp millî
kimliği savunmuşlar, ayrılmayı değil buluşmayı, farklılaşmayı değil
bütünleşmeyi, dağılmayı değil kucaklaşmayı tercih etmişlerdir. Ders almak
isteyenler için bu büyük eserin yegâne başarı sırrı budur. (MHP sıralarından
alkışlar)
Muhterem
milletvekilleri, güçlü ve yükselen bir devletin varlığının ve devamının
dağınık, çözülmüş, ayrışmış bir milletin içinden çıkartılması insanlığın
tabiatına aykırıdır ve örneği yoktur. Zaten bu yapıya millet demek de mümkün
değildir. Kısır bir asabiyetin pençesine düşmüş ve sürekli birbirleriyle
didişen parçalı bir yapının nasıl bir zafiyet doğurduğunu görmek için başka
yerlere bakmaya da gerek yoktur. Anadolu’ya geldiğimiz asırlar veya Anadolu’da
tutunmak için savaştığımız yıllar arasındaki benzerlikler bugün de yapmamız
gerekenleri hepimize göstermektedir. Tam yedi asır önce Söğüt’te, dört yüz
çadırlık bir Türkmen beyliğinden bir cihan imparatorluğunu çıkartan kudretle
geçen yüzyılda Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılmasına kadar varan süreçteki
dinamikler birbirleriyle aynıdır. Her iki tarihî olayda da ayrılıklar buluşmaya
çevrilmiş, farklılıklar birleşmeye dönüştürülmüş, bir arada yaşama ülküsü bizi
altı asır kaynaştıran yönetimin iradesi olmuştur. Bu milleti üç kıtaya hükümran
yapan beşerî birleşme, imparatorluğun son asrında nifakla, ırkçılıkla,
ayrımcılıkla zayıflayınca nasıl bir dağılmanın ve yıkılışın yaşandığı bilinen
tarihin gerçeğidir.
Devletimizin
kazanımlarını sekteye uğratacak, milletimizin kaynaşmasını geriye döndürecek
gelişmelerin görüldüğü bugünlerde ilk Meclisin ve cumhuriyetin kurucu ruhunun
anlamı hepimiz için daha da önem kazanmıştır. Tarihten ibret alınarak gidişata
bir son verilemez ise kim nasıl yorumlarsa yorumlasın ülkemiz çok dilli ve çok
ortaklı bir federal devlet yapılanmasına ve ardından ise çözülmeye doğru hızla
sürüklenmektedir. Tarihin tekerrür etmemesi şarttır ve bunun için geçmiş doğru
okunmalı ve mutlaka doğru anlamlandırılmalıdır. Zira,
23 Nisan 1920, zedelenen, aşağılanan, hor görülen millî onurun dirilişidir,
Türk milletinin tarih sahnesinde yeniden doğruluşudur. Teslimiyetçiliğe karşı
bağımsızlığın, tavizlere karşı dik duruşun, kimsizliğe karşı millî kimliğin ve
dağınık yönetimlere karşı millî devletin doğuşunun müjdesidir ve bu müjde yeni
bir nesli ve yeni bir dönemi temsil eden pırıl pırıl
çocuklarımıza ithaf edilmiştir. İnancım odur ki Türkiye Büyük Millet Meclisinin
bugünkü üyeleri Türk milletinin tarihî gerçeklerine nüfuz edecek ve kurucu
ruhun ve şartların anlamına ve nesillerimize mutlaka sahip çıkacaktır.
Bu vesileyle aziz
milletimizin, sevgili çocuklarımızın ve dünyadaki bütün çocukların bayramını en
içten dileklerimle kutluyorum. Barış, huzur ve kardeşlik diliyorum. Bu çok
anlamlı günün 90’ıncı yıl dönümünde Mustafa Kemal Atatürk’ü, kurucu
kahramanları, aziz şehitlerimizi ve bugün hayatta olmayan Türkiye Büyük Millet
Meclisinin muhterem mensuplarını şükranla, minnetle ve rahmetle bir kez daha
anıyorum. (MHP sıralarından ayakta alkışlar, AK PARTİ ve CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Çok
teşekkür ederim Sayın Bahçeli.
Sayın milletvekilleri,
şimdi de Barış ve Demokrasi Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın
Selahattin Demirtaş’ın yerine Diyarbakır Milletvekili
Sayın Gültan Kışanak
konuşacaklardır.
Sayın Kışanak, buyurun. (BDP sıralarından ayakta alkışlar)
BARIŞ VE
DEMOKRASİ PARTİSİ GENEL BAŞKANI ADINA GÜLTAN KIŞANAK (Diyarbakır) – Sayın
Cumhurbaşkanı, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, saygıdeğer konuklar;
hepinizi şahsım ve grubum adına içtenlikle selamlıyor, saygılarımı sunuyorum.
Ulusal Egemenlik
ve Çocuk Bayramı’nın öncelikle bütün çocuklarımıza ve halkımıza kutlu olmasını
diliyorum.
23 Nisan 1920’de,
dünyaya örnek teşkil edecek bir çoğulculuk anlayışıyla, büyük bir coşku ve umut
ile kurulan parlamenter demokratik düzenimizin 90’ıncı yıl dönümünü kutluyoruz.
Genç demokrasi
deneyimimiz neredeyse bir asırlık ömre dayanmış bulunuyor. Bu nedenle, artık,
eksiklerimizi, yanlışlarımızı, yaşadığımız toplumsal sorunları, sevgisizlik
ortamını büyük bir cesaret ve kararlılıkla değerlendirebilecek olgunluğa
ulaştığımızı düşünüyoruz. Bu 23 Nisanı da, kapsamlı bir eleştiri ve özeleştiri
yapmak için bir fırsat olarak değerlendireceğimizi umut ediyorum.
Değerli
milletvekilleri, insanlık tarihî, sosyal bilimler öncülüğünde yaşadığı
deneyimleri değerlendirme, özeleştiri yapma ve bu çerçevede yeni toplumsal
düzenler kurma doğrultusunda gelişmektedir. Kendi gerçekliğini özgür ve cesur
bir şekilde değerlendiremeyen toplumlar ise indirgemeci ve özentili siyasi
düzenlerin esiri olup, değişime karşı direnme noktasında çakılıp kalmaktadırlar.
Maalesef, genç demokrasimizin de kuruluşunun henüz dördüncü yılında böyle bir
anlayışın egemenliği altına girdiğini görüyoruz. Sosyal mühendislik olarak da
tabir edilen bir yaklaşımla, dönemin tek tipçi, aşırı milliyetçi paradigmasının esiri hâline gelinmiştir. Bu şekilde,
Meclisimizin kuruluş esprisi olan demokratik çoğulculuk ve demokratik ulus
anlayışına son verilmiştir.
Değerli
milletvekilleri, her yıldönümünde mutlaka ilk yıllar ile günümüzü
karşılaştırmak durumunda kalıyoruz. Elbette buradaki amacımız, hâkim yönetim
anlayışı gibi, özcü, ilkçi anlamda bir kuruluş mitolojisi oluşturmak değildir,
tam tersine, yapmak istediğimiz, 1920’deki Büyük Millet Meclisinin demokratik
ruhu ile ulusun ahlaki ve politik varlığına dikkat çekmektir. Zira, parlamenter hayatımızın en demokratik dönemi
itibarıyla çağdaş ve çoğulcu toplumsal sözleşmesi olan 1921 Anayasası’nı yapan
1’inci Dönem Büyük Millet Meclisi olmuştur.
Bugün burada
ifade ettiklerimiz nasıl tarihe geçiyorsa doksan yıl önce Mecliste söylenenler
de tarihe mal olmuştur. Mustafa Kemal Atatürk 24 Nisan 1920’de Büyük Millet
Meclisi Başkanı seçilmesi sebebiyle yaptığı konuşmada “ Bu sınır içinde İslam ögesine sahip yalnız bir milletin olduğu düşünülmesin. Bu
sınır içinde Türk vardır, Çerkez vardır ve diğer İslam ögeleri
vardır. Fazla olarak da bu vatan hududu içinde yaşayan İslam unsurlarının her
birinin kendine özgü olan yönlerine, geleneklerine, ırkına özel olan
ayrıcalıkları bütün samimiyetiyle ve karşılıklı olarak kabul etmiş ve
onaylanmıştı.” diye konuşur. Konuşmanın ilerleyen kısmında evrensel değerlerden
bahsederek “Müslüman olmayanlara Müslüman olanlara verilmiş haklar aynen
verilecektir. Bundan daha normal bir kural bulunamaz.” denilmiştir.
İşte, bu
demokratik zihniyetle 1’inci Meclisin kabul ettiği 1921 Anayasası’nda ademimerkeziyetçilik, çoğulculuk, temsilde adalet temel
prensipler olarak yer almıştır. 1921 Anayasası’nın tanımladığı ulus ile sonraki
anayasaların getirdiği ulus anlayışı arasında derin uçurumlar vardır. Bu uçurum
her bir darbe anayasasıyla birlikte biraz daha derinleşmiştir. Ne yazık ki
Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında yönetime ve siyasi zihniyete hâkim
olan ve bu zihniyet nedeniyle büyük trajedilerin faili olarak tarihe geçen
İttihatçı anlayış, parlamenter düzenimiz henüz olgunlaşmaya başlarken bu alana
da sirayet etmiş, hâkimiyetini sağlamış ve bugüne kadar da şu veya bu şekilde
iktidarını sürdürmeyi başarmıştır. Bugünden geçmişe yeniden baktığımızda,
gittikçe daha fazla gün ışığına çıkan tarihî vesikalardan, bu gerçekliği olanca
açıklığıyla çok daha somut olarak tespit edebiliyoruz.
Değerli
milletvekilleri, kendilerini sürekli olarak yenilemek ve geçmişe ilişkin öz
eleştirisel bir yaklaşım içerisinde bulunmak, kuruluş mitosları yaratan ve
varlıklarına methiyeler düzen sistemler dogmatikleşmeye ve geri kalmaya
mahkûmdurlar. Bu ülkelerde baş aşağı bir gidişatla antidemokratik yasalar,
otoriter bir düzen ve elit (seçkin) bir tabaka oluşmaya başlar. Bu duruma
paralel olarak bu ülkeler küresel ekonomik güçlerin de himayesine girmeye başlarlar.
Bu gerileme ve yozlaşmanın mimarı olan siyasi aktörler, elit bir tabakanın tüm
sermayeyi ele geçirmesine ve bunu ulusun çoğunluğunun aleyhine kullanmasına yol
açarlar. Tam da bu zihniyetten dolayı ırkçılığı şahlandırarak halkın
yoksulluğunu ve perişanlığını katlanılır bir hâle getirmeye çalışırlar. Aşırı
milliyetçilik ve ırkçılığı ön plana çıkararak halkın “Ben neden yoksulum?”
sorusunu sormasına fırsat vermezler. Kimi iktidarıyla, kimi de muhalefetiyle bu
sistemin sürüp gitmesine, kendini yeniden yeniden
üretmesine yardımcı olurlar.
Bu çerçeveden
baktığımızda, Birinci Meclisten devraldığımız demokratik parlamenter düzenin
90’ıncı yılında iç burkan bir sefalet örneği teşkil ettiğini görmemek mümkün
değildir. Öyle ki, 1924 Anayasası’yla kuruluşundaki demokratik ruhun tam zıddı
olan otoriter ve merkeziyetçi bir sisteme dönüştürülen cumhuriyetimiz 1961 ve
82 darbe anayasalarıyla otoriter ve vesayetçi yönleriyle profesyonelce tahkim
edilmiş ve daha tahakkümcü bir sistem hâlini almıştır. Ancak gelinen aşamada 12
Eylül Darbesi’nin ürünü olan 1982 Anayasası’nın, ülke genelinde hiçbir zaman
olmadığı kadar meşruiyetini kaybettiğini ve mutlaka bir an önce sivil,
demokratik Anayasa yapılmasının zorunlu olduğu ortaya çıkmıştır. Gerçek anlamda
bir toplumsal sözleşme niteliğinde yeni bir Anayasa yapmanın koşulları
alabildiğine olgunlaşmış olmasına rağmen, Meclisimizin bu konudaki duruşunu
derinlikli olarak anlamak ve sorgulamak durumundayız. Yeni ve demokratik bir
Anayasa’nın toplumsal bir talep hâline geldiği böylesi bir dönemde, toplumsal
talepleri bir kenara itmek başlı başına antidemokratik bir yaklaşımdır. Türkiye
toplumumuzun uzun yıllardır mücadele ederek, bedel ödeyerek olgunlaştırdığı
yeni Anayasa talebi, bu son Anayasa değişikliği paketiyle birlikte ötelenmekte,
etkisiz hâle getirilmektedir. Böylece, 12 Eylül darbe Anayasası’nın ömrü
uzatılmak istenmektedir.
Değerli
milletvekilleri, özü itibarıyla millî iradenin en yetkili mercii olan Türkiye
Büyük Millet Meclisi şu anda toplumsal sorunlara çare bulamamanın derin
sancılarını, krizlerini yaşamaktadır. Başta Meclis olmak üzere bir bütün olarak
siyaset kurumu görevini yerine getirememektedir. Bu noktada halkın uzun
yıllardan bu yana beklediği demokratik düzenlemeler gündeme alınmazken, bu
konuda yapılan önerilere de kulak tıkamak suretiyle varlık nedenini inkâr eder
bir noktaya gelmektedir. Bir taraftan uzlaşının, diyalogun ve sevginin
alabildiğine eksik olduğu, dayatma ve karalama kampanyalarının, önyargılarla
beslenmiş duyguların hâkim olduğu bir Meclis yapısı varken, diğer tarafta da
yoksulluğun, açlığın, gelir dağılımındaki adaletsizliğin, baskı, sindirme,
çatışma ve insan hakları ihlallerinin katlanılmaz boyutlara ulaştığı bir ulusal
kriz hâli yaşıyoruz. Bu gerçekliği ve yakın gelecekte yol açabileceği geri
dönüşümü mümkün olmayan tehlikeleri görmek zorundayız. Bu yıl dönümünde bizlere
söyletmek durumunda olduğu uyarıları ve tehlikeleri, bugünün anlam ve önemini
dikkate alarak en makul sözcüklerle dile getirmeye çalıştığımı ifade etmeliyim.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hiçbir ülke, hiçbir halk, hiçbir demokratik ulus, sürekli
olarak ironiler ve çelişkiler yumağı içerisinde varlığını geliştirerek
sürdüremez. Gerçekliği ile yüzleşmeden, geçmişiyle hesaplaşmadan toplumsal
barışını tesis edemez. Buna rağmen hâlâ sümen altı
etme, yok sayma, görmezden gelme ya da tam tersi, varmış gibi yapma siyaseti
sürerse toplumsal yapıya sirayet eden hastalıkları tedavi etmemiz mümkün
olamayacaktır.
Ulusal Egemenlik
Bayramı’nda eğer gelir dağılımındaki adaletsizlik her geçen gün artıyor,
işsizlik kalıcı ve yapısal bir sorun hâline geliyorsa, demokratik ulusu
oluşturan farklılıklar arasında gerginlik ve hoşgörüsüzlük tırmandırılıyorsa
bir faciaya dönüşmeden bu duruma acilen “Dur” demenin zamanı gelmiştir. Bu
yaklaşımı, her şeyden ve herkesten önce siyasetçiler ortaya koymalıdır. Halka
karşı sorumlu ve erdemli birer yurttaş olmanın gereği de budur.
Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşlarının ülkesi de altında yaşadığı bayrağı da ortak
değerleridir. (BDP sıralarından alkışlar) Sanki bu ortak
değerler tartışmaya açılıyormuş havası yaratılarak büyük bir panik ve hevesle
ırkçılığı besleyen tutumlar geliştirmenin bu ülkeye fayda değil zarar verdiğini
herkesin görmesi gerekir ancak bu ülkede ana dili, etnik kimliği, inancı farklı
olan halklar yokmuş gibi davranmak, böyle bir dayatma içinde bulunmak da bir
yarar sağlamayacağı gibi cumhuriyetin demokrasiyle ve barışla buluşmasını
engellemeye devam edecektir. Ortak vatan ve bayrak ne kadar ortak
değerse ana diller, farklı kültürler, farklı inançlar da o kadar ortak
değerlerimizdir. Ana dilinden ya da inancından dolayı öteki ve ikinci sınıf
muamelesi gören insanların yaşadığı bir ülkenin Meclisi, meseleye buradan
baktığı ölçüde birlikte yaşam hem mümkün hem de daha güzel olacaktır.
Doksan yıllık
cumhuriyeti demokratik değerlerle buluşturmanın, tüm farklılıklarımızla
demokratik bir cumhuriyette mutlu ve müreffeh yaşamanın zamanı gelmiştir. Bunun
koşulları her zamankinden daha fazla oluşmuştur.
Değerli
milletvekilleri, aynı şekilde, dünyada çocuklara bayram armağan etmiş tek ülke
olmanın kıvancını içtenlikle yaşayamıyorsak, bunun sebebi çocuklarımıza reva
gördüğümüz ağır yargılamalar, cezaevleri, çocuk işçiliği, çocuk istismarı,
çocukların yoksulluğu ve eğitim sorunlarıdır. Bu sorunlarla baş etmek,
çocuklarımıza hak ettikleri yaşam koşullarını sağlamakla görevli olan siyaset
kurumumuzun görevini yerine getirememenin mahcubiyetini yaşamak durumundadır.
Ayrıca, evrensel
sözleşmelerde, doğuştan gelen çocuk haklarına bile çekince koymanın ağır sorumluluğunu
hissetmek, demokratik mirasımızı andığımız bu önemli günümüzde bu yanlışı
düzeltmek için politik ve ahlaki duruşumuzu kapsamlı olarak sorgulamak
durumundayız.
Renkli
elbiselerle, cıvıl cıvıl hâlleriyle neşe içerisinde
bayram kutlayan çocuklar da bizimdir, cezaevinin soğuk hücrelerinden bizlere
seslenen Terörle Mücadele Kanunu mağduru çocuklar da bizimdir; elinde boya
fırçasıyla, çekiçle, kâğıt mendille küçücük bedeni sömürünün ağırlığı altında
ezilen çocuklar da bizimdir. Her birinin, bayramı buruk karşıladıklarını
elbette fark ediyoruz. Diğer yaşıtları gibi çocukluklarını doyasıya
yaşayacakları bir ortam yaratamadığımız için onlardan binlerce defa özür
diliyor, minicik ellerinden öpüyorum.
Sözlerime burada
son verirken Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı vesilesiyle 23’üncü Dönem
Türkiye Büyük Millet Meclisinin işaret ettiğimiz bu problemleri görerek acil
çözüm aramak ve çocuklarımıza her günü bayram tadında bir gelecek armağan etmek
umuduyla hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Kışanak, teşekkür ederim.
Şimdi de
Demokratik Sol Parti Genel Başkanı adına İstanbul Milletvekili Sayın Hasan
Macit.
Sayın Macit,
buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
DEMOKRATİK SOL
PARTİ GENEL BAŞKANI ADINA HASAN MACİT (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın
Cumhurbaşkanı, sayın milletvekilleri, değerli konuklar, geleceğimizin teminatı
sevgili çocuklarımız, televizyonları başlarında bizi izleyen aziz
yurttaşlarımızı şahsım ve Demokratik Sol Parti adına sevgi ve saygıyla
selamlıyorum.
Başta sevgili
çocuklarımız olmak üzere tüm ulusumuzun Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı
yürekten kutluyorum. Bu vesileyle Türkiye Büyük Millet Meclisimizin açılışını
gerçekleştiren Mustafa Kemal Atatürk ve ilk Mecliste görev yapmış tüm ulus
temsilcilerini sevgi ve saygıyla anıyorum.
Bu vesileyle
bugün görevine başlayan yavru vatan Kıbrıs Cumhurbaşkanı Sayın Derviş Eroğlu’na da başarılar diliyorum.
Ulusal Egemenlik
Bayramı’nı kutladığımız bugünde Türkiye Büyük Millet Meclisine ulus iradesinin
tam olarak yansıdığını söylemekte zorlanıyoruz. İlk Meclis “Egemenlik, kayıtsız
şartsız milletindir.” diyerek millet iradesinin her şeyin üstünde olduğuna
işaret etmiş, o tarihte henüz kaldırılmamış olan padişahlığın yerine cumhuriyet
sisteminin kurulacağının ilk işaretini vermişti. Gazi Meclis özelliğine sahip
olan Türkiye Büyük Millet Meclisi kuruluşunda, yasama ve yürütme görevlerinin
yanı sıra, işgalci güçlere karşı savaşı da örgütleyerek ülkemizin işgalini
önlemiştir.
Büyük Millet
Meclisi ülkemizin büyük bir bölümü çağın en güçlü emperyal
ordularının işgali altındayken ve içte ayaklanmaların yaşandığı bir ortamda
açılmıştır. Bu şartlar altında Meclis yetkilerini yürütme organına devretmek
şöyle dursun, yasama yetkisi ile yürütme yetkisini, hatta başkomutanlık
yetkisini de kendinde toplamıştır. Bir yandan Kurtuluş Savaşı verilirken, öte
yandan millet iradesinin temsilcisi olan Meclis gerçek demokrasinin örneklerini
vermekteydi.
Değerli
milletvekilleri, 90’ıncı yıldönümünü kutladığımız bugünde millî iradenin
temsili konusunda önemli sorunlar yaşamaktayız. Üzülerek ifade ediyorum ki, bu
durum, ilk Meclisin inançlarına ve anlayışına ters istikamette bir gelişmedir.
Siyasi Partiler ve Seçim Yasası’ndaki çarpıklıklar nedeniyle millet iradesi
Türkiye Büyük Millet Meclisine eksik ve adaletsiz şekilde yansımaktadır. Millet
iradesini ortadan kaldıran 12 Eylül darbesiyle siyasal hayatımıza sokulmuş olan
bu çarpıklığın giderilmesi, yapılması gereken acil bir görev olarak önümüzde
durmaktadır.
Sayın
milletvekilleri, ülkemizde cumhuriyet Kurtuluş Savaşı’nın ardından kurulmuştur.
Cumhuriyetinin temelinin harcında bağımsızlık mücadelesi vardır. Ülkemizin
işgalini ve parçalanmasını öngören Sevr Anlaşması Kurtuluş Savaşı’nın ardından
tarihin çöp sepetine atılmıştır. Lozan ise Sevr’in antitezidir; işgalin
kaldırılması, ülkemizin bütünlüğünün sağlanmasıdır, Mustafa Kemal’in
belirlediği istikamette yüzünü Batı medeniyetine ve cumhuriyete dönmesidir. Bu
yeni anlayış, çağdaş Batı uygarlığını benimsemek ama emperyalizme karşı
durmaktır. Artık uluslaşma, cumhuriyet ve demokrasi ülkemizin yeni istasyonları
olacaktır.
Değerli
milletvekilleri, hepimizin bildiği gibi ulusal kurtuluş ile cumhuriyet farklı
kavram ve değerlerdir. Kurtuluş Savaşı pekâlâ başarılabilir, cumhuriyet
kurulmayabilirdi. Bu durumda ülkemiz padişahlık ve hilafetle yoluna devam
ederdi. Nitekim, bunu o dönemde Mustafa Kemal’e
önerenler de olmuştur. Ülkemizde Kurtuluş Savaşı’nı başaran millî irade hem
padişahlıktan cumhuriyet sistemine geçmiş hem hilafet yerine laik devlet
sistemini getirmiş hem de çok partili sisteme geçişin temellerini atmıştır.
Burada özenle vurgulamak istiyorum ki, bugünkü yapıda çok partili sistemimiz
tam olarak demokrasiyi yansıtmamaktadır, yani bir ülkede çok partili sistem
olabilir fakat demokrasi olmayabilir. Demokrasinin olması için çok partili
sistemin yanı sıra bazı temel kurumların bulunması gerekir. Demokrasi kurumlar
ve kurallar rejimidir.
Değerli
arkadaşlar, hukukun üstünlüğü olmadan demokrasiden söz edilemez. Demokrasinin
bir ayağı hukukun üstünlüğü ise bir ayağı da erkler ayrılığıdır. Demokrasi
azınlığın çoğunluğa karşı korunduğu bir mutabakat rejimidir. Demokrasilerde
yüzde 40-50 oy almış bir partinin kendisine oy vermemiş olan diğer yurttaşları
hiçe sayarak “Ben her istediğimi yaparım.” deme hakkı yoktur. Buna sayısal
olarak gücü olabilir, bunu yapabilir de ama bu sisteme “demokrasi” denilemez.
Unutmayalım ki Hitler de yüzde 44 ile seçilerek geldi!
Bugün millî
irade, demokrasinin anlamı büyük ölçüde çarpıtılmaktadır. Millî irade, iktidar,
Meclisteki muhalefet partileri ve Meclise giremeyip ama oy almış olan bütün
partilerin toplamından oluşan bir yapıdır. İktidar eşittir millî irade
denilebilir mi? Bu yaklaşım çağdaş demokrasi anlayışıyla uyuşabilir mi? Pek çok
neoliberal okumuşlarımızın anlamadığı da budur.
Anlaşılmayan veya anlaşılmak istenmeyen sadece bu değildir.
Bir de “hükûmet oldu ama iktidar olamadı.” çarpıtması var. Siyaset
bilimi kavramları ters yüz edilerek iktidarı muhalif, muhalefeti de iktidar
görme ve gösterme propagandası çağdaş demokrasi kavramına karşı yapılan
ideolojik bir saldırıdır. Bu anlayış, devleti düşman gören ve iktidardaki
partiyi de günahlarından arındıran bir yaklaşımın sonucudur. Böylece, devletin
diğer kurumları karşısında mağdur gösterilen iktidarın iyice
kuvvetlendirilmesinin ideolojik taşları döşenmektedir. Bugün “Hükûmet oldu ama iktidar olamadı.” iddialarının
karşısındaki gerçek netleşmiştir: İktidar partisini sınırsız güç hâline
getirmek.
Sayın
milletvekilleri, bugün ülkemiz ve demokratik sistemimiz büyük bir çalkantıdan
geçiyor. Cumhurbaşkanlığı, Hükûmet ve Meclis
çoğunluğu tek partinin elindedir. 12 Eylül rejimi Cumhurbaşkanlığını ve
yürütmeyi kuvvetler ayrılığını zedeleyecek ölçüde zaten güçlendirmişti. Bugün,
yasama ve yürütme neredeyse tek partide toplanmıştır. Oysa,
yasamanın yürütme karşısında bağımsız kalması demokratik açıdan kaçınılmaz bir
gerekliliktir. Meclis Başkanına emir veren bir başbakanlık anlayışı hukuk
devletinde kabul edilemez. Mecliste görüşülmekte olan yeni Anayasa değişiklik
paketiyle, Cumhurbaşkanının yetkilerini daha da artırırken, yargı da yürütmenin
emrine verilmektedir. Böylece, kuvvetler ayrılığı kuvvetler birliğine
dönüştürülmektedir.
İktidar partisi
sadece yürütme erkiyle yetinmemektedir; bütün kurumlarıyla ve bütün erkleriyle
devletinin tamamını ele geçirmek istemektedir. Yürütmenin bütün güçler üzerinde
etkili olduğu rejim demokrasi değildir.
Yürütme, yasama ve yargının tek partide toplanmasının yarattığı rejimin
adı bellidir. Bu yöntem İkinci Dünya Savaşı öncesinde Avrupa’da kuruldu ve
denendi. Öte yandan adı “cumhuriyet” olan ama sistemi demokrasi olmayan
ülkelerin hâlini görmek için haritada ülkemizin etrafına bakmak yeterlidir.
Sayın
milletvekilleri, demokratik parlamenter sistemimizin onarılması gereken pek çok
eksiği bulunmaktadır: 12 Eylül darbesiyle getirilmiş olan yüzde 10’luk seçim
barajı halkın iradesinin gerçekleşmesinde en büyük engeldir. Temsilde adaleti
sağlamanın en büyük engellerinden biri olan bu barajın düşürülmesi
zorunluluktur.
Lider egemenliği
ve parti içi demokrasinin bulunmaması, demokrasimizin gelişmesinin önündeki en
büyük engellerdendir.
Çarpık Siyasi Partiler Yasası’nın sonucu
olarak, partiler, aldıkları oyun çok üstünde milletvekili çıkarmaktadır. Her
seçimde milyonlarca oy çöpe giderek Meclise yansımamaktadır.
Milletvekilliği
dokunulmazlığının kürsü dokunulmazlığı ile sınırlandırılarak kaldırılması artık
gerçekleşmelidir.
Temsilde adaletin
bir gereği olarak kadınların siyasette temsilini artırmak için tüm siyasi
partiler karar mekanizmalarında ve adaylıklarda kadın-erkek eşitliğini
sağlayacak yasal düzenlemelere ihtiyaç vardır.
Hazine yardımı
esaslarının adil yararlanma ilkesiyle yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.
Siyasi
ittifaklara olanak veren seçim yasasına ülkemizin ihtiyacı vardır.
Ülkemizde
demokratikleşme yapılacaksa sayılan bu değişikliklerin hayata geçirilmesi
zorunluluktur. Milletimiz, bu Meclisten, 2011 seçimlerine girmeden önce
değişikliklerin yapılmasını beklemektedir.
Toplumun
yıllardır çözülmesini istediği bu konulara el atılmazken, başka önemli
konuların da unutturulmaya ve geçiştirilmeye çalışılmasına tanık olmaktayız.
Bir süre öncesine kadar üniversite özerkliği savunulurken, YÖK’ten şikâyet
edilirken bugün tam tersi konumlanma yaşanmaktadır. Kamu çalışanlarına grev ve
siyaset yapma haklarında bahsedilmez oldu. Diyanet İşleri Başkanlığının
yapısının bütün yurttaşlarımızın inançlarını temsil edecek şekilde yeniden
düzenlenmesi, Alevi yurttaşlarımızın bir eşitlik talebi olarak ortada
durmaktadır. Yargıda gerçek bir reform yapılarak hızlandırılması ve yargının
siyasal iktidara bağımlı olmaktan kurtarılması acil bir ihtiyaçtır.
Değerli
milletvekilleri, Ulusal Egemenlik Bayramı aynı zamanda Çocuk Bayramı’dır.
Bugün, acaba çocuklarımıza hak ettiği değeri verebiliyor muyuz? Başkent
Ankara’da okul çağında 3.160 çocuğumuz çeşitli nedenlerle okula gidememektedir.
Türkiye genelinde ise okula gidemeyen çocuklarımızın sayısı 325 bindir. Bu
tablo, çağın gerekleriyle bağdaşmıyor. Kamuoyunda “Taş atan çocuklar” olarak
bilinen çocuklarımızın mağduriyeti çözülemedi, çocukların bu yöndeki istismarı
da önlenemedi.
Uygulanan yanlış
ekonomi politikaları sonucu, bugün, Türkiye’de her 4 gençten 1’i işsiz, 20 milyon
insanımız yoksul, 1 milyondan fazla aç vatandaşımız yaşam mücadelesi
vermektedir. Bugün, ülkemizde milyonlarca kişi çeşitli fonlardan yardım alır
duruma getirilmiştir. 2010 yılının ilk ayında 51.716 kişi ferdî kredi borcunu
ödeyememiş iken, bu rakam 2005 yılının tamamında 7.781 kişidir. Yani 2005
yılının bütün on iki ayında ödeyemeyen insanların yaklaşık 8 katı 2010 yılının
bir ayında ödeyememiştir. Bu durum, ülkeyi yönetenlerin en büyük ayıbıdır.
Sosyal devlet olmadan demokrasi eksik olur. Gelir dağılımının adaletsiz olduğu
bir sistemde demokrasiden bahsetmek mümkün müdür?
Sendikalaşma ile
kazanılmış hakların yok sayılarak taşeronlaştırılma yolunda hızla yol
alınmasının karşılığı işsizliktir, haksızlıktır, emeğin sömürülmesidir, insan
hak ve hukukuna saygısızlıktır.
44,3 milyar dolar
özelleştirme yapmakla övünülürken, mirasyedi zihniyetiyle kamu mallarını har
vurup harman savurmanın vebali vardır.
Bağımsızlığın ve
ulusal egemenliğin temeli güçlü ekonomidir. Emperyalist ülkeler, ülkemizi
1920’lerde çağın güçlü silahlarıyla, donatılmış ordularıyla işgal edememişler
ama bugün ekonomik olarak işgal etmişlerdir, ekonomimiz yabancılar tarafından
işgal edilmiş hâle getirilmiştir. Ancak ekonomik bağımsızlığımızı sağlayarak,
sorunları çözerek, çocuklarımıza güzel ve güvenli bir gelecek yaratabiliriz.
Ulusal
egemenliğin, egemen olan millet iradesine ipotek koymak isteyen zihniyetlerden
uzaklaştırılması, ulusal iradenin gerçek anlamda egemen olması dileklerimle
saygılar sunuyorum. (DSP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
Macit, teşekkür ederim.
Şimdi de, son
olarak, Türkiye Partisi Genel Başkanı adına Yozgat Milletvekili Sayın Mehmet
Yaşar Öztürk’e söz vereceğim.
Sayın Öztürk, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
TP GENEL BAŞKANI
ADINA MEHMET YAŞAR ÖZTÜRK (Yozgat) – Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri, değerli konuklar; Türkiye Partisi adına hepinizi en içten, en
samimi duygularımla selamlıyorum.
Bugün, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 90’ıncı yıl dönümünü coşkuyla kutluyoruz.
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı tüm milletimize, geleceğimizin teminatı olan
tüm çocuklarımıza hayırlı olsun, kutlu olsun.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi, Kurtuluş Savaşı’mızı yöneten, zaferle
sonuçlandıran, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu hazırlayan Meclistir. Başka
Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışını gerçekleştiren Gazi Mustafa Kemal
olmak üzere, bağımsızlığı gerçekleştirmek için hayatını feda eden tüm
şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmetle, minnetle ve saygıyla anıyorum.
Bu toprakların
vatan hâline gelişi, cumhuriyetimizin milletimize sağladığı kazanımlar ve bu
konular hakkında söylenecek birçok söz vardır. Benden önce söz alan
konuşmacılar gereken değerlendirmelerini yaptılar. Bu kazanımlar millet olarak
sadece anılarımız değildir, aynı zamanda geleceğimizdir. Başta Türkiye Büyük
Millet Meclisinin değerli üyeleri olmak üzere, millet olarak sormamız gereken
temel soru şudur: Anılarımız mı çoktur, yoksa hayallerimiz, hedeflerimiz mi
çoktur? Hayalleri, hedefleri çok ve güçlü olmayanların geleceği parlak olamaz.
Yaşadığımız
dünyayı, değişimi anlamadan, bu değişimi doğru yönetmeden parlak bir gelecek
inşa etmek mümkün değildir. Tüm dünyada küresel rekabet acımasızca kendini
hissettirmektedir. Daha iyiyi, daha mükemmeli yakalayamayan milletler geri
kalmaya mahkûmdurlar. İyi olmak yeterli değildir, en doğruya ulaşmak için çaba
gereklidir. En iyiye, en doğruya bugünkü soğuk savaş dönemi siyasi tarzıyla
ulaşmak mümkün değildir.
Yıllardır Türkiye
Büyük Millet Meclisi çatısı altında siyaset adına hakaretler var, kavgalar var,
kin ve nefret duyguları var; halk arasında ayrıştırmayı derinleştirme var. Bu
siyaset tarzı halkın hiçbir sorununu çözemez. Partilerin halk adına, parti
organlarının parti adına hem düşündüğü hem konuştuğu hem de karar verdiği bir
Meclis Türkiye’yi aydınlık geleceğe taşıyamaz, halkın sorunlarını çözemez,
egemenliğin kayıtsız ve şartsız millete ait olduğunu gösteremez.
Bu ülkenin barışa
ihtiyacı var, huzura ihtiyacı var, siyasetin uzlaşmaya, iş birliğine ihtiyacı
var; kavgaya, kine, nefrete, ayrışmaya ihtiyacı yok. Siyaset kavga yaparken,
siyasi sorumlular ülkede olup bitenlerden haberdar mı acaba?
Dünyadaki 104
ülke arasında Türkiye 2009 yılında refah düzeyi açısından 69’uncu sırada yer
alabilmişti oysa 2007’de 45’inci, 2008’de ise 61’inci sıradaydı. Bu durum,
ülkemizin refah açısından son iki yılda yirmi dört basamak gerilemiş olduğunu
göstermektedir.
Asgari ücret
açlık sınırının altındadır. Emekli maaşları açlık sınırının altındadır. Devlet
memurlarının yüzde 90’ı yoksulluk sınırının altında maaş almaktadır. İş gücüne
katılım oranı ve iş bulmaktan umudunu kesenler hesaba dâhil edilirse, dünyada
en fazla işsizin olduğu ülke Türkiye’dir. Çalışanların yüzde 43’ü sosyal
güvenlik kurumlarına kayıtlı bile değildir.
2009 yılında Orta
Doğu ülkeleri yüzde 2,2 büyürken, Uzak Asya ülkeleri yüzde 6,5 büyürken,
Türkiye yüzde 4,7 küçülmüştür, fakirleşmiştir. Krizin merkezi ABD ve iflas eden
Yunanistan yüzde 2,5 küçülürken, Türkiye bunun 2 katı bir küçülme yaşamıştır.
Çiftçi
perişandır. Son üç yılda tütün ziraatı bitti, Virginia tütünü ithal ediyoruz.
Son üç yılda pamuk bitti, Yunanistan’dan pamuk ithal ediyoruz. Küçükbaş
hayvancılık can çekişiyor. Fındık, çay, pancar, hububat ziraatı zordadır.
Türkiye ekonomisi
dış ihtiyaçlara göre yapılanıyor. Sanayi rekabet zorlukları çekiyor. Esnaf
perişan, siftahsız dükkânlar kapanıyor. Yapılan bir hesaba göre, haciz amacıyla
günde 2.602 ev ve işyerine icra memuru gitmektedir. Çocuklarımızın
bilgisayarları, evlerdeki mobilya ve televizyonlar aile fertlerinin gözleri
önünde alınıp götürülmektedir. Yaklaşık olarak, her gün ortalama 120 araç
haczedilmekte, 270 fabrika ve işyeri kapanmakta, her gün 26 bin çek karşılıksız
çıkmakta ve 4 bin senet protesto edilmektedir.
Ülkemizde kredi
borcu takibe düşen KOBİ sayısı son bir yılda yüzde 83 artarak 200 bine
ulaşmıştır. Ailelerin yüzde 54’ü borçludur. Uyuşturucu, hırsızlık, gasp
yaygınlaşmıştır. Böbreklerini satılığa çıkaran köyler maalesef bu ülkededir.
Son bir yılda 1.661 çocuk organ mafyası ve diğer nedenlerle kaçırılmıştır. Bu
ortamda siyasi kavgalar hâlâ devam etmektedir. Siyasi şiddet partileri
nemalandırırken milletimize zulmetmektedir, toplum da şiddet eylemlerini
artırmaktadır. Dokuz ayda, aile içi şiddet nedeniyle hunharca katledilen kadın
sayısı 953’tür. Siyaset, kavga ederek toplumsal kültürü bozmaktadır; siyaset,
kavga ederek halkın dertlerini ortada bırakmaktadır; üstelik siyaset kendi
dertleriyle halkı da yormaktadır.
Geçen hafta
Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir konuşmaya şahit oldum, sizlere metinden
aynen okuyorum: “Bize önce insani eğitim verin, kültür verin. Ya İnternet’teyiz
ya sokaktayız, bunalımdayız. Kendimizi mutlu hissetmiyoruz, sadece tüketimle
mutlu oluyoruz.” Değerli arkadaşlar, metni, altını çizerek tekrar okuyorum:
“Bize önce insani eğitim verin, kültür verin. Ya Internet’teyiz ya sokaktayız,
bunalımdayız. Kendimizi mutlu hissetmiyoruz, sadece tüketimle mutlu oluyoruz.”
Kim söyledi bunu, bu tespiti kim yaptı diye baktığımızda, 7’nci Türkiye Öğrenci
Meclisi Denizli Temsilcisi, ülkemizin geleceği olan öğrencilerimizden bir
kardeşim, Tuncer Tokmak. Evet, bu
tespit bir öğrenci kardeşime ait. Tüylerim ürperdi!
Hükûmete sesleniyorum,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyelerine sesleniyorum, tüm sorumlu
makamlarda oturanlara sesleniyorum, vicdanlarınıza sesleniyorum: Lütfen, bu
feryada kulak verin, lütfen gereğini yapın.
Herkes başını
ellerinin arasına alıp düşünmelidir. İnsanlar kavga ederken düşünemezler,
düşünürken kavga edemezler. Bu ülkenin düşmanları çoktur. 73 milyon insanımızın
birliğe, beraberliğe ve kardeşliğe ihtiyacı vardır. Bu 23 Nisan, bir başlangıç
olmalıdır. Birlikte barışı, huzuru, refahı arayalım, iş birliği yapalım, nasıl
kavga yapacağımızı değil, bu ülkenin sorunlarını hep beraber nasıl çözeceğimizi
konuşalım.
Türkiye Büyük
Millet Meclisinin kuruluşunun 90’ıncı yıl dönümü kutlu olsun. Milletimizin
geleceği aydınlık olsun.
Bu vesileyle
tekrar hepinizi en içten, en samimi duygularımla selamlıyorum. Hepinize
saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ, CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Öztürk, teşekkür ederim.
Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 90’ıncı yıl
dönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın kutlanması ve günün önem ve
anlamının belirtilmesi amacıyla yapılan konuşmalar tamamlanmıştır.
Alınan karar
gereğince, kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri
sırasıyla görüşmek için 24 Nisan 2010 Cumartesi günü saat 12.00’de toplanmak
üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 15.49