DÖNEM: 23 CİLT: 66 YASAMA YILI: 4
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
87’nci
Birleşim
15 Nisan 2010 Perşembe
(Bu
Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür
belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş
alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L
E R
I. - GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ
II. - GELEN
KÂĞITLAR
III. - YOKLAMALAR
IV. - GÜNDEM DIŞI
KONUŞMALAR
A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI
1.- Ağrı Milletvekili
Yaşar Eryılmaz’ın, Ağrı’nın düşman işgalinden
kurtuluşunun 92’nci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması
2.- Muş
Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, 12 Nisan 2010 tarihinde Samsun’da, kapatılan
Demokratik Toplum Partisi Genel Başkanı Ahmet Türk’e yapılan saldırıya ilişkin
gündem dışı konuşması
3.- Zonguldak
Milletvekili Ali Koçal’ın, köy enstitülerinin
kuruluşunun 70’inci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Kayseri
Milletvekili Yaşar Karayel’in, 8’inci Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölüm yıl
dönümüne ilişkin açıklaması
2.- Hakkâri
Milletvekili Rüstem Zeydan’ın, 12 Nisan 2010
tarihinde Samsun’da, kapatılan Demokratik Toplum Partisi Genel Başkanı Ahmet
Türk’e yapılan saldırıya ilişkin açıklaması
3.- İstanbul
Milletvekili Necat Birinci’nin, köy enstitüleriyle
ilgili gündem dışı konuşma yapan Zonguldak Milletvekili Ali Koçal’ın
anlatımlarına ilişkin açıklaması
4.- İstanbul
Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, İzmir
Milletvekili Harun Öztürk’ün, konuşmasındaki Bezm-i Âlem Üniversitesinin ve ondan önce kurulan
Sabahattin Zaim Üniversitesinin kuruluşunun usule aykırı olduğu eleştirilerinin
doğru olmadığına ilişkin açıklaması
5.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır’ın, kabul edilen bir
önergeyle, 487 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın parasal konuları da içermesi
nedeniyle, İç Tüzük’ün 142’nci maddesine göre, tümünün oylamasının “açık
oylama” şeklinde yapılmasının zorunluluk taşıdığına ilişkin açıklaması
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Edirne
Milletvekili Cemaleddin Uslu ve 19 milletvekilinin,
spor kulüplerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/674)
2.- Ordu
Milletvekili Rıdvan Yalçın ve 21 milletvekilinin, ceza infaz personelinin
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/675)
3.- CHP Grup
Başkan Vekilleri İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol,
Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay
ve İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun,
Anayasa Değişikliği Teklifi’ndeki imzalarla ilgili iddiaların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/676)
4.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 23 milletvekilinin, 1
Mayıs 1977’de meydana gelen olayların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/677)
VII.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- Genel
Kurulun, 19 Nisan 2010 Pazartesi günü saat 13.00’te toplanarak gündemdeki
“Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında yer
alan işlerin görüşülmesine ve çalışmalarını saat 24’00’e kadar sürdürmesine
ilişkin AK PARTİ Grubu önerisi
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Türk Ticaret
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)
2.- Türk Borçlar
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)
3.-
Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak
İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana
Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/761) (S.
Sayısı: 458)
4.- Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve
Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/808) (S. Sayısı: 487)
5.- Kooperatifler Kanunu
ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ile Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Kooperatifler
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Tarım, Orman ve Köyişleri ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm
Komisyonları Raporları (1/811, 2/633) (S. Sayısı: 496)
IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- İzmir
Milletvekili Oğuz Oyan’ın, Millî Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor Komisyonu Başkanı ve Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet
Sağlam’ın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması
X.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- İzmir
Milletvekili Canan Arıtman’ın, Ankara Resim ve Heykel
Müzesindeki kayıp eserlere ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/13291)
2.- İzmir
Milletvekili Canan Arıtman’ın, Karun Hazinesi’nin
yurt dışına kaçırılan parçalarına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/13292)
3.- Burdur Milletvekili
Ramazan Kerim Özkan’ın, TRT’ye personel alımına yönelik iddialara ilişkin
Başbakandan sorusu ve
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın
cevabı (7/13322)
4.- Samsun
Milletvekili Osman Çakır’ın, Samsun’daki tarihî eserlerin restorasyonuna
ve Gazi Müzesi’ne ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/13359)
5.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, kayıp, çalıntı ve
sahtesiyle değiştirilen eserlere ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/13360)
6.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, TRT’deki bomba yüklü kamyon haberine
ilişkin sorusu ve
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın
cevabı (7/13459)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu
saat 13.03’te açılarak beş oturum yaptı.
Kayseri
Milletvekili Yaşar Karayel, Mimar Sinan’ın ölüm yıl dönümü ve Mimar Sinan
Haftası’na,
Bursa
Milletvekili Necati Özensoy, İznik’in kültür ve
turizmdeki yerine ve sorunlarına,
Malatya
Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu,
Türk vatandaşlarına uygulanan vize ve Türkiye'nin diğer ülke vatandaşlarına
uyguladığı vize konusuna,
İlişkin gündem
dışı birer konuşma yaptılar.
Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır, Mimar Sinan’ın ölüm yıl dönümü ve Mimar Sinan
Haftası’na ilişkin bir açıklamada bulundu.
Kırklareli
Milletvekili Turgut Dibek ve 24 milletvekilinin, işsizlerin sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/670),
Burdur
Milletvekili Ramazan Kerim Özkan ve 24 milletvekilinin, şeker fabrikalarının
pancar alımında fire kesintisi yapması konusunun araştırılması (10/671),
Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse ve 24 milletvekilinin, yerel basın ve yayın
kuruluşlarının sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi (10/672),
Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut ve 21 milletvekilinin, maden kazalarının
nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/673),
Amacıyla birer
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine
sunuldu; önergelerin gündemdeki yerini alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası
geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:
1’inci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),
2’nci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/499) (S. Sayısı: 321),
3’üncü sırasında
bulunan, Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına
Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para
Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun (1/761)
(S. Sayısı: 458),
Görüşmeleri
komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.
4’üncü sırasında bulunan ve görüşmelerine devam olunan,
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ve Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu’nun (1/808)
(S. Sayısı: 487) çerçeve 1’inci maddesine ek madde 123 ihdasına dair önerge
kabul edildi; çerçeve 1’inci maddesine ek madde 124 ihdasına dair önerge
üzerinde bir süre görüşüldü.
Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 160 ve
168’inci sıralarında bulunan iki üniversite kurulmasıyla ilgili tasarıların
görüşülmekte olan 487 sıra sayılı tasarıya ek madde olarak eklenmesinin İç
Tüzük’e aykırı olup olmadığına ilişkin açılan usul tartışması sonucunda, Oturum
Başkanı, tutumunda bir değişiklik olmadığını açıkladı.
15 Nisan 2010
Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşime
20.04’te son verildi.
|
|
Nevzat PAKDİL |
|
|
|
Başkan Vekili |
|
|
|
|
|
|
Fatih METİN |
|
Yaşar TÜZÜN |
|
Bolu |
|
Bilecik |
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
No.: 122
II.- GELEN KÂĞITLAR
15 Nisan 2010 Perşembe
Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Edirne
Milletvekili Cemaleddin Uslu ve 19 Milletvekilinin,
spor kulüplerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/674) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.02.2010)
2.- Ordu
Milletvekili Rıdvan Yalçın ve 21 Milletvekilinin, ceza infaz personelinin
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/675) (Başkanlığa geliş
tarihi: 26.02.2010)
3.- CHP Grup
Başkanvekilleri İzmir Milletvekili Kemal Anadol,
Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay
ve İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun,
Anayasa değişikliği teklifindeki imzalarla ilgili iddiaların araştırılması
amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/676)
(Başkanlığa geliş tarihi: 07.04.2010)
4.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 23 Milletvekilinin, 1
Mayıs 1977’de meydana gelen olayların araştırılması amacıyla bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/677) (Başkanlığa geliş tarihi:
14.04.2010)
Süresi İçinde Cevaplanmayan Yazılı Soru Önergeleri
1.- Muğla
Milletvekili Fevzi Topuz’un, bir taşocağının çevreye etkilerine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12484)
2.- Diyarbakır
Milletvekili Akın Birdal’ın, kayıp kişilere ilişkin
Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/12492)
15 Nisan 2010 Perşembe
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 13.04
BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu),
Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
87’nci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz
vereceğim.
Gündem dışı ilk söz Ağrı’nın düşman işgalinden kurtuluşu yıl
dönümü münasebetiyle söz isteyen Ağrı Milletvekili Yaşar Eryılmaz’a
aittir.
Sayın Eryılmaz, buyurun efendim. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A)
Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Ağrı Milletvekili Yaşar Eryılmaz’ın, Ağrı’nın düşman işgalinden kurtuluşunun 92’nci
yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması
YAŞAR ERYILMAZ (Ağrı) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Ağrı
ilimizin düşman işgalinden kurtuluşunun 92’nci yıl dönümü vesilesiyle gündem
dışı söz almış bulunuyorum. Bu münasebetle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Ağrı, tarih boyunca çeşitli uygarlıklara tanıklık yapmış, kültür
mozaiği bir sınır ilimizdir. Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran seferiyle Osmanlı
topraklarına katılmış, bu dönemde Şorbulak olan adı,
daha sonraları Karakilise ve son olarak da Karaköse olarak isimlendirilmiştir.
Ağrı, 1914 yılında Rus işgaline uğramış ve 14 Nisan 1918’de
sırasıyla Doğubeyazıt, Diyadin, Taşlıçay, Patnos ve
Tutak ilçelerimiz, 15 Nisan 1918’de Ağrı ilimiz, 16 Nisan 1918’de de Eleşkirt
ilçemiz düşman işgalinden kurtarılarak gelecek nesillere kutsal bir emanet
olarak teslim edilmiştir. Bir daha o acı ve karanlık günlere dönmemeyi temenni
ediyor, aziz şehitlerimizi rahmet, minnet ve şükranla anıyorum.
Değerli milletvekilleri, biz sadece anlamak ve ders almak için
geçmişe, çözüm için ise geleceğe bakmak gerektiğini düşünüyoruz. Türkiye'nin
gelişebilmesi, sorunlarına çözüm üretebilmesine bağlıdır. Bu yüzden, Türkiye,
sorun alanlarını doğru belirlemek, onlarla yüzleşmek, sorunlarına sahip çıkmak,
nedenlerini anlayarak doğru yöntemlerle çözmek zorundadır. Zira,
bugüne kadar sorunlarını öteleyen, çözüm refleksi göstermeyen devletçi bakış
açısı ilk kez AK PARTİ İktidarıyla çözüm odaklı bir bakış açısı potansiyeli
göstermekte, çözüm umutları daha da artmaktadır.
Değerli milletvekilleri, Ağrı çok sayıda tarihî yapıya ve doğal
güzelliklere sahiptir. Özgürlüklerin anıtı gibi duran Ağrı Dağı, insanlığın
ortak değeri Nuh’un Gemisi’ne ev sahipliği yapması, bir Selçuklu mimari
harikası olan İshakpaşa Sarayı, Ahmedi Hani Türbesi,
meteor çukuru, Diyadin Kaplıcaları, Balık Gölü, Hamur Deresi, Tendürek Dağı ve dünyada benzeri olmayan Kudret Köprüsü
bunlardan sadece birkaçıdır.
Görüldüğü gibi birçok kültürün izine rastlanılabilen, bu nedenle
turizm açısından küçümsenmeyecek bir potansiyel olup Gürbulak
Sınır Kapısı’yla ülkemizi İran’a bağlayan bir geçiş köprüsüdür. Böylesi derin
tarihî geçmişe ve doğal güzelliklere sahip ilimizin sosyoekonomik gelişmişlik
düzeyi bakımından iller arası en son sırada yer alması oldukça üzücü ve
düşündürücüdür. Eğitim oranının düşüklüğü, yoksulluk, işsizlik, zaman zaman yaşanan terörün olumsuzlukları, ilin sürekli dışarıya
göç veriyor olması ilimizin kalkınmasını geciktirmiştir. Bu gecikmişlik son
yedi buçuk yılın değil uzun bir ihmalin sonucudur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ağrı’nın cumhuriyet tarihi
boyunca yaşamış olduğu makûs talihinin yenilmesi noktasında AK PARTİ hükûmetleri döneminde önemli adımlar atılmıştır. Kısaca
değinirsek: Eğitim yatırımlarıyla ilgili çok sayıda okul açılmış… Ağrı İbrahim
Çeçen Üniversitesinin, eğitim düzeyini yükselteceğine, ilin kalkınmasına önemli
destek sağlayacağına gönülden inanıyorum.
Sağlık alanlarına gelince, 2002 yılında 39 uzman hekim, 52
pratisyen hekim, 134 hemşire, 81 ebe varken; bugün 145 uzman hekim, 143
pratisyen hekim, 57 hemşire, 355 ebe mevcuttur. Ayrıca Doğubeyazıt
ve Patnos yeni devlet hastaneleri bu yıl içinde hizmete girecek, Ağrı merkez
yeni devlet hastanesi yakın gelecekte ihale edilecektir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Eryılmaz.
YAŞAR ERYILMAZ (Devamla) – Beklentilerimizden birazcık
bahsedecek olursak, Hükûmetimizin tarıma vereceği
teşvikleri artırmasıyla bu sektörün daha cazip hâle getirilmesi, turizm
potansiyelinin bölgeye aktarılacak kaynaklarla tanıtıma vereceği ağırlıklar,
sınır ticaretinin geliştirilmesi, gümrük kolaylıklarının getirilmesi
gerektiğini vurguluyor, Ağrılı hemşehrilerimizin
kurtuluş gününü kutlarken, 17 Nisan 1993’te kaybettiğimiz 8’inci
Cumhurbaşkanımız merhum Turgut Özal’ı da bu vesileyle rahmet, minnet ve
şükranla anıyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar )
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Eryılmaz.
Gündem dışı ikinci söz 12 Nisan 2010 tarihinde Samsun’da yaşanan
müessif olayla ilgili olarak söz isteyen Muş Milletvekili Nuri Yaman’a aittir.
Buyurun Sayın Yaman. (BDP sıralarından alkışlar)
2.- Muş Milletvekili M. Nuri
Yaman’ın, 12 Nisan 2010 tarihinde Samsun’da, kapatılan Demokratik Toplum
Partisi Genel Başkanı Ahmet Türk’e yapılan saldırıya ilişkin gündem dışı
konuşması
M. NURİ YAMAN (Muş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; nisan
ayının bizler için önemli olan ve gelişen olayları üzerine gündem dışı söz
almış bulunuyorum. Konuşmama başlamadan önce, içinde bulunduğumuz Kutlu Doğum
Haftası’nın tüm İslam âlemine ve halkımıza hayırlara vesile olmasını dilerim.
Bugün 15 Nisan, hem komşu ilimiz Ağrı’nın kurtuluş günü hem de
Kürt halkının yıllardır süren hak ve özgürlük mücadelesini yürüten yiğit
partili çalışma arkadaşlarımın gözaltına alınıp tutuklandığı olayların birinci
yıl dönümü. Tüm Ağrılı hemşehrilerimin bu gününü
kutlarken yine Amed, Şırnak, Hakkâri, Van, Muş
zindanlarında bu haksız ve hukuksuz tutuklamalara karşı direnen, ödünsüz
özgürlük mücadelesini yürüten tüm arkadaşlarımı buradan bir kez daha saygıyla
selamlıyorum.
Bilindiği gibi, 14 Nisan 2009 tarihinde “KCK operasyonları” adı
altında başlayan operasyonlar bir yılını doldurdu ve hâlihazırda tam 1.483
arkadaşımız hâlen tutuklu bulunmaktadır.
29 Mart seçimlerinden sonra bölgede yenilgiye uğrayan AKP
İktidarı, bu tarihten kısa bir süre sonra operasyonlara başlamış, bir yıl
boyunca Kürtlerin siyasi kadrolarını yok etmek adına elinden geleni ardına
koymamıştır. Bu operasyonlar göstermektedir ki, siyasi iktidar, Kürt sorununu
“açılım” adı altında çözüyormuş görüntüsü vermeye çalışırken, asıl olarak
halkın özgür iradesine dayanan demokratik siyaseti tasfiye edip, yılların inkâr
anlayışını çok daha ince yöntemlerle uygulamaya çalışmaktadır. Hükûmetin, demokrasinin temel taşı olan toplumun örgütlü
yapılarına yönelik böylesi bir saldırganlık içine girmesi onun demokratik
siyasete olan tahammülsüzlüğünü açık bir biçimde göstermiştir.
Parti üst düzey yöneticilerimiz, belediye başkanlarımız,
insan hakları yöneticileri, il yöneticilerimiz ve yüzlerce çalışanımız,
demokrasi âdeta ayaklar altına alınan bir şekilde evleri basılarak gözaltına
alınmış, haklarında hiçbir kanıt olmamasına rağmen tutuklanarak cezaevlerine
konulmuş ve daha da ilginci, aradan bir yıl geçmesine rağmen savcılık
tarafından hâlâ iddianame hazırlanmamış ve arkadaşlarımız hâkim karşısına da
çıkarılamamışlardır. İçlerinde on iki
ayı aşkın bir süredir tutuklu bulunanlar olmasına rağmen, alınmış olunan
gizlilik kararının devam etmesi nedeniyle avukatlar hâlâ dosyayı inceleme
şansını bulamamışlardır. Herhangi bir mahkeme yapılmaksızın tutukluluk
hâllerinin devamına karar verilmesi açık bir şekilde adil yargılanma ilkesinin
ihlal edildiği, kötü muamele ve ayrımcılığa maruz bırakıldıkları anlamına
gelmektedir. Devam eden bir yıllık süreçte, sözüm ona, 12 Eylül darbe
Anayasası’nı değiştirmeyi planlayan Hükûmetin
Kürtlere 12 Eylül uygulamalarını bile aratır bir uygulamayı layık gördüğünü
açık bir şekilde görmekteyiz. Bilindiği üzere 12 Eylül döneminde gözaltına
alınan kişiler doksan gün boyunca herhangi bir yargı mercisi önüne çıkarılmadan
gözaltında tutulabiliyorlardı. Ancak arkadaşlarımız 2010 Türkiyesi’nde
bir yıldır adalet bekliyorlar, mahkeme önüne çıkmayı bekliyorlar. Bu
hukuksuzluğun daha ne kadar süreceği de belirsizliğini korumaktadır. Nitekim, bugüne kadar yetkililerle yaptığımız görüşmelerde,
bizlere davanın ne zaman açılacağı konusunda net bilgi verilmemektedir. İleri
sürülen soruşturmanın kapsamının büyüklüğü gerekçesi ise bize hiç makul
görülmemektedir.
Değerli arkadaşlar, soruşturmanın temel dayanağını, telefon ve
ortam dinlemeleriyle bazı gizli tanık ifadelerinin oluşturduğu anlaşılmaktadır.
İçlerinde belediye başkanlığı görevini yürüten arkadaşlarımızın da bulunduğu
siyasetçilerimiz gözaltına alınırken kelepçelenerek teşhir edilmeleri de
dikkate alındığında, bu operasyonda en az gözetilen hususun hukuk ve yasalar
olduğu görülmektedir. Keza Ceza Kanunu’nda tutuklamanın temel amacı olan kaçma
şüphesi ve delillerin karartılması şüphesinin de bu soruşturmada tereddütsüz
bir şekilde uygulanması ise soruşturmanın hukuki gerekçelerinden ziyade siyasi
bir saikle yürütüldüğü kanaatimizi güçlendirmektedir.
AKP bu uygulamasıyla, yerel seçimlerden zaferle çıkmış bir halkı
açık bir şekilde cezalandırmaktadır. Herkes 29 Mart 2009 seçimlerinin ve 13
Nisanda ilan edilen ateşkesin, sorunun barışçıl yöntemlerle çözüme ereceğini
beklerken…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yaman, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
M. NURİ YAMAN (Devamla) – …tam tersine, intikamcı bir anlayışla
klasik devlet partisi gibi davranan AKP, bu tutuklamalarla çözümsüzlüğü
derinleştirmek için elinden geleni geri bırakmamıştır.
Kürtler bu baskılarla, bu uygulamalarla yeni karşılaşmıyorlar.
Gerekli olan direnmekse, biz direnmeyi çok iyi öğrendik. Sizden öncekiler bizi
yıldıramadılar, sizler de yıldıramayacaksınız. Eğer bizim değil de sizlerin
1.500’e yakın kadronuz gözaltına almış olsaydı, parti çalışmalarınız felç olma
noktasına gelmişti ama Barış ve Demokrasi Partisi dimdik ayaktadır. Çünkü
yıllardır Kürt halkı üzerinde sürdürülen bütün baskılar, yıldırmalar ve
zulümler bu halka direnme gücünü nasıl bayraklaştıracağını da göstermiştir.
Tutuklanan 1.500 yöneticinin yerine gepgenç yeni kadrolar anında bayrağı
devralarak mücadele direncini doruğa çıkarmışlardır ve bu başarılarını da
sürdüreceklerini belirtirken, burada sözlerime son verir, yüce Meclisi en içten
duygularımla selamlarım. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yaman.
Bu arada, Sayın Türk’e de geçmiş olsun dileklerimizi bu vesileyle
iletmiş olalım.
Gündem dışı üçüncü söz köy enstitülerinin kuruluş yıl dönümü
münasebetiyle söz isteyen Zonguldak Milletvekili Ali Koçal’a
aittir.
Sayın Koçal, buyurun efendim. (CHP
sıralarından alkışlar)
3.- Zonguldak Milletvekili Ali Koçal’ın, köy enstitülerinin kuruluşunun 70’inci yıl
dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması
ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; cumhuriyetimizin
unutulmaz eserlerinden biri olan köy enstitülerinin kuruluşunun 70’inci yıl
dönümü nedeniyle söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye sevdalıları için çok önemli olan bu eserin hayata
geçmesini sağlayanları şükranla anıyorum ve yaşamını sürdürmekte olanlara
sağlık ve esenlikler diliyorum.
17 Nisan 1940 yılında büyük bir heyecanla kurulan köy enstitüleri,
bir aydınlanma projesidir, üreterek kalkınma projesidir. Bu okullardan
birikimli, donanımlı, kendine güvenli, bilinçli öğretmenler yetişmiştir. Bu
öğretmenler, üretimle eğitimin iç içe geçmesini sağlamış birer toplum önderi
olarak görev yapmışlardır. Aynı zamanda, demokratik, laik, sosyal hukuk
devletinin ve Atatürk devrimlerinin yılmaz savunucuları olmuşlardır, ilericilik
ve yurtseverliklerinden asla ödün vermemişlerdir.
Değerli milletvekilleri, köy enstitüleri, başka bir yerden kopya
edilmemiştir, tamamen Türkiye’mize özgü bir projedir. Bu projeyle köylere
hizmet gitmiş ve böylece köylü, varlığını hissettirmeye başlamıştır. Köy
çocuklarının öğretmen, doktor, sanatçı, yazar, milletvekili olmasının yolu bu
dönemde açılmış, birçok ünlü kişi bu okullardan yetişmiştir. Hâlen güncelliğini
koruyan bu kurumlar çağdaş eğitim ilkelerini uygulayan insan merkezli, laik ve
bilimsel kurumlardı.
Değerli milletvekilleri, toplumumuzu ayağa kaldıran, aydınlanma
sürecini başlatan, eğitimde devrim yaratan köy enstitüleri insanlarımızı
ümmetçilikten yurttaşlığa taşımıştır ancak ne var ki, köy enstitüsü mezunları
söyledikleri, yaptıkları ve yazdıklarıyla birçok kişiyi ürkütmüş, sömürülen,
ezilen, horlanan köylü çocuklarının okuyup yönetime ortak olma talepleri egemen
güçler tarafından telaşla karşılanmıştır. Dolayısıyla, bu projeyi uygulayan ve
destekleyenler tehdit edilmeye başlanmıştır. Böylece şimdi hepimizin
gururlandığı köy enstitüsü kurucuları ve mezunlarına birtakım yakıştırmalar
yapılarak sürüldüler, özlük hakları geri alındı, hapse atıldılar, rahatsız
edildiler ve sürekli gözetim ve denetim altında tutularak psikolojik baskıya
maruz kaldılar.
Yine, köylümüzün uyanmasını istemeyen uluslararası güçler ile
yerli iş birlikçileri bu modelin başarıya ulaşmaması için büyük bir
organizasyonun da içerisine girmişlerdir ve nihayet hepinizin bildiği gibi,
çeşitli unsurların sistemli ve programlı baskısı sonucu 1946 yılında başlayan
kapatma süreci 1954 yılında tamamlanmış oldu. Bu kapatmayla bağımsızlığımızı
içine sindiremeyenler rahat bir nefes almış oldular.
Değerli milletvekilleri, aslında bilinmelidir ki, köy enstitüleri
bir hiç uğruna kapatılmıştır. Bu okulların kapısına kilit vuranlar Türkiye’ye
iyilik yapmamışlardır. Eğer köy enstitüleri kapatılmamış olsaydı bugün önümüzde
çok güzel bir Türkiye olacaktı, devletimiz bu denli kuşatılmayacaktı,
varlıklarımız babalar gibi satılmayacaktı. Sosyal devletin yerine tarikat ve
cemaat mensupları bu kadar cesaretli olmayacak ve insanlarımız üreterek
kazanacak, sadakaya muhtaç olmayacaktı.
Eğer köy enstitüleri kapatılmamış olsaydı değerli milletvekilleri,
demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti ve cumhuriyet kazanımlarını savunanlar
ve bilim adamları tutuklanamayacak, sorgusuz sualsiz hapse atılamayacaktı,
Atatürk’e ve cumhuriyete karşı olanlar bu kadar prim yapamayacaktı, hukukun
üstünlüğü, demokrasi ve insan hakları bu denli erozyona uğramayacaktı.
Ve eğer köy enstitüleri kapatılmasaydı başımızda böylesine
beceriksiz ve içten pazarlıklı bir hükûmet
olmayacaktı. Daha dün yardım alarak çocuklarını okutabilen kısa yoldan zengin
olamayacak ve devletin 750 milyon dolarını yandaşlarına peşkeş çekemeyecekti.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Koçal.
ALİ KOÇAL (Devamla) – Değerli milletvekilleri, 18 bin köy
enstitüsü mezununun esasında hiçbir suçu yoktur. Onlar kalpazanlık yapmamıştır;
yolsuzluk, usulsüzlük, evrakta sahtecilik yapmamıştır; dolandırıcılık suçu
işlememiştir; yetim hakkı yememiştir. İntikam duygusu içerisinde olmamıştır köy
enstitüsü mezunları, topraklarımızı, madenlerimizi satmamışlardır, aksine
korumuşlardır. Onlar Lozan’dan vazgeçmemişler, Sevr’i savunmamışlardır. Onlar
cumhuriyeti, Atatürk’ü, ülkemizi ve insanlarımızın çıkarlarını savunmuşlardır.
Ve özetle, köy enstitüleri modelini yaratan bu ulusun bir bireyi
olmaktan çok büyük onur ve gurur duyduğumu sizlerle paylaşmak istiyorum. Ve köy
enstitüleri kapatılmasaydı değerli arkadaşlar, şimdi herkesin hayranlıkla
izleyeceği bir Türkiye olacaktı.
Bu duygularla yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Karayel, buyurun efendim.
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Kayseri Milletvekili Yaşar
Karayel’in, 8’inci Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölüm yıl dönümüne ilişkin
açıklaması
YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Saygıdeğer Başkanım, 17 Nisan 1993
yılında Hakk’a yürüyen 8’inci Cumhurbaşkanımız Saygıdeğer Turgut Özal’ın ölüm
yıl dönümü münasebetiyle söz aldım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Rahmetli Turgut Özal, 1927 yılında Malatya’da doğup altmış altı
yıl ömür sürdüğü zamanda ülkemize hem özel sektörde hem de bürokraside çok
büyük hizmetler yapmıştır. Bu hizmetleri döneminde, özellikle Başbakan
Yardımcılığı ve Başbakanlık Müsteşarlığı dönemlerinde, büyük projelere imza
atmıştır. 1983 yılında kurduğu partiyle yedi yılda ülkeye büyük hizmetler
etmiş, Türk milletinin ufkunu açarak Türkiye'nin dışa açılmasında, ekonomik
büyümesinde ve sosyal hayatımızın gelişmesinde, Türkiye'nin
demokratikleşmesinde çok büyük hizmetler etmiştir. 31 Ekim 1989 yılında Türkiye
Büyük Millet Meclisi tarafından 8’inci Cumhurbaşkanımız olarak seçilmiş, 17
Nisanda görevi başında vefat etmiştir.
Kendisine, sevenlerine, ailesine ve yüce Türk milletine başsağlığı
dileyerek rahmet, minnet ve şükranla anıyorum. Allah rahmet eylesin. Adına
üniversite kuran arkadaşları, vefalı dostlarını da tebrik ediyor, saygılar
sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Biz de rahmetli Başbakanımız ve Cumhurbaşkanımızı bu vesileyle bir
kere daha rahmetle, minnetle anıyoruz. Mekânı cennet olsun.
Sayın Zeydan…
2.- Hakkâri Milletvekili Rüstem Zeydan’ın, 12 Nisan 2010 tarihinde Samsun’da, kapatılan
Demokratik Toplum Partisi Genel Başkanı Ahmet Türk’e yapılan saldırıya ilişkin
açıklaması
RÜSTEM ZEYDAN (Hakkâri) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri;
ben de 12 Nisanda Samsun’da Sayın Ahmet Türk’e yapılan saldırıyı şiddetle
kınadığımı ifade ediyorum ve gerçekten de bugünlerde birlik ve bütünlüğümüze
halel getirecek hiçbir davranışa hiç kimsenin tevessül etmemesini gerçekten
içtenlikle diliyorum. Başta Sayın Başbakanımız olmak üzere Cumhuriyet Halk
Partisinin Sayın Lideri, Milliyetçi Hareket Partisinin Sayın Lideri
üzüntülerini belirtmişlerdir. Zaten Sayın Ahmet Türk de itidal çağrısı
yapmıştır. Umuyorum ki ülkemin her köşesindeki vatandaşlarımız birlik ve
bütünlüklerini bozabilecek hiçbir davranışın içinde olmayacaklardır.
Bu cümleden hareketle, 13 Nisanda Hakkâri ilimizde meydana gelen
üzücü olaylarda polis memurlarımızın bir çocuğumuza yapmış oldukları görüntü
gerçekten hepimizi içten yaralamıştır. Zaten Hükûmetimiz
de gereğini yerine getirmiş, iki polis memuru açığa alınmıştır. Ama inanıyorum
ki, vatandaşlarımız sağduyulu davranacaklardır ve ülkemizin birlik ve
bütünlüğünü hiçbir zaman bozabilecek davranışlar içerisinde olmayacaklardır. Bu
bize bir ders olsun diyoruz ve Allah bu memleketin birliğini, bütünlüğünü
hiçbir zaman bozmasın dileklerimi yüce Meclise arz etmek istiyorum.
Teşekkür ediyorum efendim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Zeydan.
Biz de sizin temennilerinize katılıyoruz.
Sayın Birinci, buyurun efendim.
3.- İstanbul Milletvekili Necat Birinci’nin, köy enstitüleriyle ilgili gündem dışı konuşma
yapan Zonguldak Milletvekili Ali Koçal’ın
anlatımlarına ilişkin açıklaması
NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın
Meclis; biraz önce bir hatibimiz köy enstitülerini anlattılar. Son derece
romantik ama gerçek zeminden uzak ve iftira dolu bir ifade idi. Köy
enstitüleri…
BAŞKAN – Sayın Birinci, şunu rica edeyim…
NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Son söylediğimi geri alıyorum.
EŞREF KARAİBRAHİM (Giresun) – Ne gerek var!
BAŞKAN – Efendim şöyle…
NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Son söylediğim cümleyi geri alıyorum.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Sen devlette müsteşarlık yaptın!
BAŞKAN – Efendim, şöyle: Bakınız, arkadaşımız kendi görüşlerini,
düşüncelerini beyan etti, söyledi. Ekleyeceğiniz bir husus varsa onu ekleyelim
arkadaşlar.
NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Ben de ekliyorum…
BAŞKAN – Yeni yeni tartışma konuları
meydana getirmeyelim lütfen.
NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Ekliyorum.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Bir taraf iddia ederken öbür taraf da
müdafaa etmelidir. Geri almıyorum, geri alacaktım…
Köy enstitüleri ilmî şekilde bugüne kadar ele alınmamıştır. Bir
romantizmin ifadesi ile ortaya konmuştur. Kuruluş sebepleri, işleyişi ve
sonuçlanması daima gerçekler göz önünden uzak tutularak işlenmiştir. (CHP
sıralarından gürültüler)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, böyle bir usul var mı?
BAŞKAN – Sayın Birinci…
NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Köy enstitüleri…
BAŞKAN – Sayın Birinci…
TEKİN BİNGÖL (Ankara) – Terbiyesiz, adi herif!
ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Muhatabı cevap verir.
NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – …1940’ta kurulmuş…
BAŞKAN – Sayın Birinci…
NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – …1940’ta kurulmuş… (CHP sıralarından
gürültüler)
(Mikrofon Başkan tarafından kapatıldı)
ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Muhatabı cevap verir, sen niye cevap
veriyorsun?
BAŞKAN – Sayın Birinci, mikrofonu kapattım. Arkadaşlar…
Arkadaşlar…
NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Sayın Başkan, niye kapatıyorsun?
EŞREF KARAİBRAHİM (Giresun) – Muhatabı cevap verir ona.
BAŞKAN – Arkadaşlar… Sayın Karaibrahim,
oturunuz efendim. Arkadaşlar…
ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Sen Millî Eğitimde müsteşarlık yaptın,
müsteşarlık; ayıp!
Bunu sen savunacaksın, Millî Eğitimde müsteşarlık yaptın, sen
savunacaksın, söylediğin laflara bak!
BAŞKAN – Sayın Koçal… Arkadaşlar…
Saygıdeğer arkadaşlarım, bakınız, şunu ifade etmek istiyorum:
Burada söz alan milletvekilleri kendi düşüncelerini beyan ediyorlar,
yapıyorlar; eğer gruba bir sataşma varsa veya Hükûmete
bir sataşma varsa, şahsa bir sataşma varsa cevap verebilirler…
ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Pazartesi günü de sen söz alırsın,
konuşursun.
BAŞKAN – ...başkan vekilliğini yapan arkadaşlar. Nezaketen, bir
katkı olsun diye açıklıyorum. Burada birbirimize sürekli olarak cevap vermek
durumuyla ilgili olursa…
SONER AKSOY (Kütahya) – Efendim, o da gerçeği…
BAŞKAN – Lütfen Sayın Aksoy… Lütfen efendim… Lütfen efendim…
SONER AKSOY (Kütahya) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Lütfen efendim… Sayın Aksoy, lütfen…
NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Efendim, 47’de kapanmıştır, CHP
kapatmıştır.
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Ara ver Başkan.
NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Millete yalan söylemeyin!
BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen tartışmayalım.
ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Hayır, sonra bu konu, Sayın Başkan niye
rahatsız ediyor acaba, iktidar mensuplarını köy enstitüleri niye rahatsız
ediyor?
BAŞKAN – Sayın Koçal, tartışmayalım.
ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Rahatsız olmalarının nedeni nedir?
Çıksınlar, onu anlatsınlar.
BAŞKAN – Sayın Koçal, lütfen…
NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Bunu bilmesi lazım.
ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Niye rahatsız ediyor sizi köy enstitüleri?
BAŞKAN – Sayın Koçal…
ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Yani onların kapanmasını sağlayanlarla
birlikte mi oldunuz siz de? Siz de onları kapatanlarla beraber miydiniz?
BAŞKAN – Arkadaşlar… Sayın milletvekilleri…
NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – 1947’de kapatıldı.
ALİ KOÇAL (Zonguldak) – 47’de kapanmaya başlamıştır. Sen
müsteşarlık yaptın Millî Eğitimde, bunları iyi bilirsin.
BAŞKAN – Sayın Koçal…
ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Sen onlarla beraber miydin?
BAŞKAN – Sayın Koçal…
Sayın milletvekilleri, gündeme geçiyoruz.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Ya kardeşim, söz al!
BAŞKAN– Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.
Meclis araştırması açılmasına ilişkin dört önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına (Gürültüler)
ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Yani her gündeme geldiğinde mutlaka siz
söz alıyorsunuz, çok rahatsız oluyorsunuz. Çok rahatsız oluyorsunuz.
ZEKERİYA AKINCI (Ankara) – Ya benim babam köy enstitülü, ne olmuş!
NECAT BİRİNCİ (İstanbul)– Tebrik ederim.
BAŞKAN – Sayın Birinci… Sayın Birinci…
ZEKERİYA AKINCI (Ankara) – Konuşmayın şununla.
BAŞKAN – Sayın Birinci, lütfen yerinize geçiniz efendim.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Duyamıyoruz Sayın Başkan.
ZEKERİYA AKINCI (Ankara) – Sayın Vekilim, benim babam köy
enstitülü, ne olmuş!
NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Tebrik ederim.
ZEKERİYA AKINCI (Ankara) – Ne olmuş!
NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Ben aleyhinde değilim ki. Tebrik
ederim.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, birleşime beş dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati :
13.32
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 13.42
BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat
PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu),
Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri,Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 87’nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Başkanlığın Genel Kurula sunuşları babında Meclis araştırması
açılmasına ilişkin dört önergenin okunması vardı.
Şimdi önergeleri ayrı ayrı okutuyorum:
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI
A) Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- Edirne Milletvekili Cemaleddin Uslu ve 19 milletvekilinin, spor kulüplerinin
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/674)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü'nün rakamlarına göre, Türkiye
genelinde 9.979 spor kulübünde 1.638.030 lisanslı sporcunun bulunduğu gerçeği
dikkate alındığında bu spor kulüplerinin bir çok sorun
yaşadıkları zaman zaman medyaya yansımaktadır.
Nüfusunun yarısı 28 yaşın altında olan Ülkemizde, gelecek nesillerin sağlıklı
yetişmesi açısından spor kulüplerinin yaşadığı sorunların çözüme kavuşturulması
büyük önem teşkil etmektedir. Spor Kulüplerimizin yaşamakta oldukları ekli
gerekçede belirtilen sorunlarının araştırılarak, alınabilecek önlemlerin
belirlenmesi amacıyla, Anayasamızın 98. ve İç Tüzüğün 104 ve 105. maddeleri
gereğince bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasını arz ve teklif ederiz.
1) Cemalettin Uslu (Edirne)
2) Behiç Çelik (Mersin)
3) Oktay Vural (İzmir)
4) Kürşat Atılgan (Adana)
5) Ertuğrul Kumcuoğlu (Aydın)
6) Süleyman Nevzat Korkmaz (Isparta)
7) Erkan Akçay (Manisa)
8) Hasan Özdemir (Gaziantep)
9) Necati Özensoy (Bursa)
10) Zeki Ertugay (Erzurum)
11) Bekir Aksoy (Ankara)
12) Kamil Erdal Sipahi (İzmir)
13) Ahmet Deniz Bölükbaşı (Ankara)
14) Gürcan Dağdaş (Kars)
15) Hakan Coşkun (Osmaniye)
16) Ahmet Kenan Tanrıkulu (İzmir)
17) Ahmet Bukan (Çankırı)
18) Muharrem Varlı (Adana)
19) Atila Kaya (İstanbul)
20) Emin Haluk Ayhan (Denizli)
Gerekçe:
Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü'nün rakamlarına göre, Türkiye
genelinde 9.979 spor kulübünde 1.638.030 lisanslı sporcunun bulunduğu gerçeği
dikkate alındığında bu spor kulüplerinin bir çok sorun
yaşadıkları zaman zaman medyaya yansımaktadır.
Nüfusunun yarısı 28 yaşın altında olan Ülkemizde spor kulüplerinin önemi inkar edilemez. Genç bir nüfusa sahip olan ve her zaman genç
nüfusu ile övünen ülkemizin, gelecek nesillerin sağlıklı yetişmesi açısından
çok önemli işlevler ifa eden spor kulüplerinin yaşadığı sorunların çözüme
kavuşturulması büyük önem teşkil etmektedir. Örneğin 1997
yılı Aralık ayı ile 2009 yılı Mayıs ayı arasında Edirne Spor Yönetim Kurulu
üyeliğinde bulunan yaklaşık 200 kişiye gönderilen toplam 958.567,99 TL
tutarındaki ödeme emri tebligatları nedeniyle Edirne spor camiası büyük bir
huzursuzluk yaşamaktadır Türkiye genelinde, birçok spor kulübü ve değerli
yöneticilerinin aynı sorunları yaşamakta olduğu bir gerçektir. Spor
kulüplerinin SSK prim borçları, borç anaparasına uygulanan yüksek faiz ve
gecikme zamları nedeniyle ödenemeyecek oranda artmıştır. Spor kulüplerinde
yönetici olarak görev yaparak Türk sporuna hizmet eden bu kişilerin hem sosyal
hem de ailevi olarak yaşadıkları mağduriyetlerin giderilmesi sporun geleceği
açısından doğru olacaktır. Bu itibarla spor kulüplerinin yaşadığı sorunların
Spor Kulüplerine ve Türk sporuna zarar vermeden çözüme kavuşturulması büyük
önem arz etmektedir Bu konuda, Türkiye genelinde aynı durumda bulunan bütün
spor kulüplerimiz için kalıcı bir çözüm yolu bulunmalıdır. Aksi takdirde, spor
kulüplerimiz yönetici bulmakta zorlanacak ve Türk Sporu bu gelişmelerden
olumsuz etkilenecektir. Ayrıca, bir çok amatör spor
kulübümüz tesis, malzeme ve maddi problemler yaşamaktadır.
Bu çerçevede, genç bir nüfusa sahip olan ülkemizde,
gençlerimizin daha sağlıklı yetişmesi için büyük hizmetlerde bulunan spor
kulüplerimizin yaşadıkları sorunların çözümüne olumlu katkı sağlayabilmek
amacıyla spor kulüplerinin yaşamakta oldukları sorunların tespiti ve çözüm
önerilerinin belirlenmesi ve taşkınların önlenmesine yönelik tedbirlerin
belirlenmesi amacıyla, Anayasamızın 98. ve İç Tüzüğün 104 ve 105. maddeleri
gereğince bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulması uygun olacaktır.
2.- Ordu Milletvekili Rıdvan
Yalçın ve 21 milletvekilinin, ceza infaz personelinin sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/675)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Gerekçesini ekte arz ettiğimiz, 657 sayılı devlet memurları
kanununa tabii olarak genel idari hizmetler sınıfında çalışan, Adalet Bakanlığı
Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğüne bağlı ceza
infaz kurumları personellerinin sorunlarının araştırılması, özlük ve sosyal
haklar bakımından mağduriyetlerinin giderilmesi adına, alınacak önlemlerin ve
çözüm önerilerinin, mevzuatta yapılacak değişikliklerin tespiti amacıyla
Anayasanın 98 ve İçtüzüğün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis
araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.
1) Rıdvan Yalçın (Ordu)
2) Oktay Vural (İzmir)
3) Mümin İnan (Niğde)
4) Mustafa Kalaycı (Konya)
5) Gürcan Dağdaş (Kars)
6) Bekir Aksoy (Ankara)
7) Mehmet Serdaroğlu (Kastamonu)
8) Osman Durmuş (Kırıkkale)
9) Hüseyin Yıldız (Antalya)
10) Ahmet Orhan (Manisa)
11) İzzettin Yılmaz (Hatay)
12) Yılmaz Tankut (Adana)
13) Cemaleddin Uslu (Edirne)
14) Mehmet Akif Paksoy (Kahramanmaraş)
15) Mustafa Enöz (Manisa)
16) Alim Işık (Kütahya)
17) Kemalettin Nalcı (Tekirdağ)
18) Behiç Çelik (Mersin)
19) Kamil Erdal Sipahi (İzmir)
20) Ali Uzunırmak (Aydın)
21) Ertuğrul Kumcuoğlu (Aydın)
22) Abdülkadir Akcan (Afyonkarahisar)
Gerekçe:
Adalet Bakanlığı bünyesinde Ceza ve Tevkif Evlerine bağlı
kurumlarda çalışan personellerimizin çalışma saati gözetmeksizin yoğun bir iş
baskısı altında görev yaptıkları tüm kamuoyu tarafından bilinmektedir.
Ceza Tevkif Evlerinde çalışan personellerimiz hepimizin
bildiği gibi güvenlik güçleri tarafından yakalandıktan sonra ceza ve tevkif
evlerinde barındırılan maddi çıkarları uğruna örgüt kuran çete üyeleri, devlete
sisteme karşı gelen terör suçluları, ayrıca adli ve yüz kızartıcı suçları
işleyen kişilerle yıllarca karşı karşıya kalarak muhafazasını sağladığı gibi
ıslahını, eğitimini ve iyileştirilmesini sağlayan, güneş ışığı görmeyen, mesai
süresi belli olmayan, demir parmaklıklar arkasında bayram, tatil demeden
çalışan, görevi esnasında yoğun stresin yanı sıra zaman zaman
ailesi ve yakınlarıyla tehditlere maruz kalarak görev yapmaktadırlar.
Yaptıkları görev bakımından benzer görevleri yapan kolluk
kuvvetleri gibi emniyet ve güvenlik hizmetleri sınıfında olmaları gerekirken,
idari hizmetler sınıfına dahil edilen Ceza ve Tevkif
evleri personellerimizin 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları düzenlemesi
sırasında bile kurumların statüsü göz önünde bulundurularak güvenlik ve asayiş
hizmeti görenlerle eş kılınmış ve ilgili yasada sayılarak sendika kurma hakları
kısıtlanmıştır.
4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları yasası düzenlenirken, bu
alanda çalışanlarla eş kılınan ve sendika kurma hakları kısıtlanan
personellerimiz, 5510 sayılı Sosyal Güvenlik yasasında yapılan, 4688 sayılı
sendikalar yasasına aykırı bir düzenleme ile bu kapsama alınmamışlardır.
5510 sayılı yasanın 40. maddesinde iş riski ve güvenliği dikkate
alınarak bazı meslekler için fiili hizmet süre zammı öngörmüştür. Bu düzenleme
de üretim sektörünün sağlık açısından riskli olan alanları ile hizmet sektörünün
can güvenliği açısından riskli olanlara fiili hizmet süre zammı vermiştir.
Ancak bu maddede güvenlik, asayiş ve savunma alanlarında çalışanların tamamı
sendikalar yasasının 15. maddesinde sıralandığı gibi sıralanmış ancak ceza
infaz çalışanları bu kapsamda sayılmamıştır. İki yasa arasında oluşan bu
çelişki ile birlikte ceza infaz hizmetleri için genel bütçede öngörülen ödenek
tahsisi analitik bütçe sınıflandırmasının güvenlik hizmetleri kodundan da
ayrılmaktadır.
Jandarma kuvvetlerimiz tarafından yürütülen dış güvenlik
hizmetlerinin, hazırlanan dış güvenlik yasası kapsamında kademeli olarak kurum
çalışanlarına devredileceği düşünüldüğünde, gelecekte çok daha fazla ağır bir
sorumluluğun ve yoğun bir mesainin altına girecekleri de gözükmektedir.
Ayrıca Birleşmiş Milletler ve Avrupa Ceza infaz Kurumlarını asgari
standartlarında personel ile ilgili kurallarda, infaz kurumlarında verimliğin
artırılması ve nitelikli personelin çalışmasının ve kalıcılığının sağlanması
için çalışma koşullarının ve özlük haklarının iyileştirilmiş olması gerektiği
de belirtilmiştir.
Vardiya sistemi ile görev yapan personellerin bayram ve diğer
tatillerle, özel günlerde çalıştıkları için yasada belirtilen haftalık çalışma
saatlerinden çok fazla çalıştıkları halde fazla mesai ücreti veya bunun yerine
izin verilmediği bilinmektedir.
Görev yaptıkları süre içinde kendilerine verilen silah
taşıma ruhsatlarının, emekli olduktan sonra da can güvenliği dikkate alınmalı
ve silah taşıma ruhsatı hakkı emekli olduktan sonra da verilmesi düşünülmeli,
görev gereği yoğun bir mesai yükü, stres, baskı ve tehdit altında çalışan
personellerimizin ulaşım, konut, eğitim, kreş ve okul gibi sorunlarının
çözülmesi için gerekli araştırmalar yapılmalıdır.
Görev yaptıkları zaman içerisinde olduğu gibi, emekli
olduktan sonra da can güvenlikleri, yapmış oldukları fazla mesai, benzer
görevleri yapan personellere tanınan fiili hizmet zammı hakları, eğitim ve
diğer sosyal hakları ile ulaşım, konut, kreş ve okul gibi sorunlarının
çözülmesi, yaşadıkları mağduriyetlerinin giderilmesi yolunda alınacak
önlemlerin ve çözüm önerilerinin, mevzuatta yapılacak değişikliklerin tespiti
amacıyla, Anayasanın 98 ve İçtüzüğün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis
araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.
3.- CHP Grup Başkan Vekilleri
İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol, Ankara
Milletvekili Hakkı Suha Okay
ve İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun,
Anayasa Değişikliği Teklifi’ndeki imzalarla ilgili iddiaların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/676)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Anayasa değişikliğine ilişkin yasa teklifi AKP Grup Başkanvekili
tarafından 30 Mart 2010 tarihinde TBMM Başkanına sunulmuştur.
TBMM Başkanı Sayın Mehmet Ali Şahin, 31 Mart 2010
tarihinde, TBMM Başkanlığının, verilen tasarı ve teklifleri sadece şekil
bakımından incelemekle görevli olduğunu belirttikten sonra "Anayasa
değişikliği teklifi, uzmanlarımızca da incelenmiş, İçtüzüğümüze aykırı herhangi
bir durum tespit edilememiş, ben de incelememi tamamladım ve bugün bütün bu
iddialarla ilgili inceleyecek ve karar verecek olan Meclisimizin en yetkin
ihtisas komisyonlarından biri olan Anayasa Komisyonuna havale ettim"
açıklamasında bulunmuştur.
TBMM Sayın Başkanının sabah saatlerindeki açıklamasının ardından,
CHP Grup Başkanvekili Sayın Hakkı Suha Okay, AKP Grup Başkanvekilinin TBMM Başkanına sunduğu
Anayasa değişiklik teklifinde, TBMM Başkanı Sayın Şahin'in imzasının da
bulunduğu bazı imzaların çıkarıldığı açıklamasında bulunmuştur. Bu açıklamanın
ardından Anayasa Komisyonu Başkanı Sayın Kuzu Anayasa değişikliği teklifinde
Mehmet Ali Şahin'in imzasının bulunmadığını söyleyerek suç duyurusunda
bulunacağını belirtmiş ve "Kimse sahteciliği yapan, ortaya çıksın, yargılansın."
değerlendirmesinde bulunmuştur.
Bazı bakan ve AKP yetkililerinin açıklamalarında da belgelerin
sanki CHP tarafından üretildiği ima edilmek istenmiştir. Sayın Başbakan yaptığı
açıklamalarda, Anayasa değişikliği teklifindeki sakatlığı imza sayısından
ibaret bir olaya indirgemeye çalışmıştır.
Anayasa değişikliğine ilişkin değişiklik teklifi TBMM Başkanlığı
tarafından 1/650 esas numarası ile işleme alınmıştır. Ancak ortada iki ayrı
imza listesi söz konusudur. Bu listelerin birinde Sayın Mehmet Ali Şahin'in adı
yer almakta, diğerinde ise yer almamaktadır. İki ayrı listenin 2.
sayfalarındaki isim ve imzalarda değişiklik olduğu görülmektedir. Listelerin
TBMM Başkanlığına verildikten sonra yani işleme alındıktan sonra değiştirildiği
anlaşılmaktadır. Böylece Yüce Meclisin çatısı altında evrakta tahrifat suçu
işlendiği sonucu ortaya çıkmaktadır.
Anayasa değişikliğine ilişkin yasa teklifindeki imzalardaki bir
diğer çelişkili durum ise depo imzaların kullanıldığına ilişkin kuşkulardır.
Teklife ilişkin listenin il sırasına göre hazırlandığı ve milletvekillerinin
isimlerinin bilgisayarla yazıldığı görülmektedir Ayrıca, Teklifin sunuş
sayfasında isimleri el yazısı ile yazılı milletvekillerinden ayrıca ekli
listede ismi olanların isimleri de sonradan üzeri çizilmek suretiyle listeden
çıkarılmıştır. Bu durum, AKP Grubu tarafından daha önce hazırlanan bilgisayarda
oluşturulup milletvekillerine imzalatılan hazır listelerin Anayasa değişikliği
için kullanıldığını ortaya koymaktadır. Anayasa teklifinin TBMM Başkanlığına sunulmasına
ilişkin sürecin her aşaması televizyonlarda Türk halkı tarafından izlenmiştir.
Dolayısıyla bu süreçte AKP yetkililerinin yaptıkları açıklamaların tümü kayıt
altındadır. AKP yetkililerinin Anayasa paketini hazırlık çalışmaları yaptığı
saatler ile metnin TBMM Başkanlığına verildiği saat de bellidir.
Milletvekillerinin imza verdikleri metni bilmemesi, teklifi hukuksal olarak
sakatlanmasının yanında, aynı zamanda AKP'deki parti içi demokrasi anlayışının
da bir göstergesidir.
AKP, hukuk dışı işlemlerini örtmek için milletvekillerine
imzalarını geri aldırmıştır.
Anayasa teklifinin TBMM Başkanlığına verilmesi ile başlayan süreç
Parlamento çalışma usullerine aykırı olarak şeffaflıktan uzak bir şekilde
yürütülmüş, adeta karartılmıştır.
Sonuç olarak iktidar partisinin yanında TBMM Başkanlığının rolü
bulunan bir imza skandalı söz konusudur. AKP'nin isimlerin el yazısı ile
doldurulduğu ve imzalandığı yeni listelerle Anayasa değişikliği teklifi vermesi
bu tespiti doğrulamaktadır.
Yukarıda belirtilen gerekçelerle, Anayasa değişiklik teklifinin
TBMM sürecinde yaşanan imza skandalını araştırmak, yasama sürecinde demokrasi
ve şeffaflığın gereklerinin yerine getirilmesi konusunda ortaya çıkan
aksaklıkların belirlenerek gerekli önlemlerin alınmasını sağlamak amacıyla, Anayasanın
98, İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasını
arz ve talep ederiz.
|
Kemal Anadol |
Hakkı Suha Okay |
Kemal Kılıçdaroğlu |
|
İzmir |
Ankara |
İstanbul |
|
CHP Grup Başkan
Vekili |
CHP Grup Başkan
Vekili |
CHP Grup Başkan
Vekili |
4.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 23 milletvekilinin, 1 Mayıs 1977’de meydana gelen
olayların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/677)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
1 Mayıs 1977 günü, yüzbinlerce emekçi,
İşçi Bayramını kutlamak için Taksim alanını doldurmuştu. DİSK Başkanı Kemal
Türkler konuşurken silah sesi duyulmuş, ardından alana hakim
olan Sular İdaresi binasından, Inter Continental
Oteli'nin odalarından ve Pamuk Eczanesi'nin üstünden açılan seri ateşlerle
kurşun yağdırılmıştır. 37 kişi ölmüş, yüzlerce kişi yaralanmıştır
Hafızalarımıza unutulmayacak şekilde kazınan 1 Mayıs 1977 katliamının,
Türkiye'ye yapılan operasyonun 'neşter' evresi olduğu söylenmiştir. O günden
sonra oluk oluk kan akmış, iç barışı sağlanamamış,
Ülke, 12 Eylül darbesine taşınmıştır. Türkiye'nin sola kaymasını önlemek
amacıyla yapıldığı ve Gladyo'nun imzasını taşıdığı
söylenen bu geniş kapsamlı operasyonun hâlâ aydınlatılmaması acıdır. Ateş
açanlar kimlerdir? Bu kişiler, oralara nasıl yerleştirilmiştir? "Olayın
planlayıcı ClA'dır. CIA, Intercontinental
Oteli'ni bir gün önceden boşaltıp, Amerika'dan getirilen CIA ajanlarını
yerleştirmiştir. Olaydan sonra o geceye ait otel kayıtları yok edilmiştir.
Olaydan sonra o gece 10 Amerikalı ellerindeki çantaları bir an bile yere
bırakmadan, üstleri bile aranmadan yurtdışına çıkmışlardır." şeklindeki
iddialar, neden yanıtlanmamıştır? O dönemde Günaydın gazetesinde Necati Doğru,
"5. katta bir odanın kapısı açıktı. Odanın pencerelerinden alanı seyreden
kişiler ve masa üzerinde teleobjektifti makineler gördüğüm için gazetecilerin
bu odada olduğunu sanarak içeri girdim. Adımımı atar atmaz oldukça mütecaviz
bir biçimde itilerek durduruldum. Garsona bu odadakilerin kim olduklarını
sordum, 'polisler' yanıtını aldım" diyordu. Otelin 510
numaralı odasında MİT'in yuvalandığı ve MİT'in, bu katliamın, kontrgerilla
tarafından askeri darbe hazırlığı olarak yapıldığı yönünde Başbakan Süleyman
Demirel'e rapor verdiği ve 29 Mayıs 1977'de CHP Lideri Bülent Ecevit'e İzmir
hava meydanında suikast düzenlenince, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanının 1
Haziran 1977'de derhal re'sen emekliye sevk edildiği
konuları hâlâ aydınlatılmamıştır.
1 Mayıs 1977 katliamının ve faili meçhul bırakılan diğer olayların
aydınlatılması, demokrasiden yana herkesin talebidir. Katliamlarda
öldürülenlerin yakınlarının, onların kimler tarafından ve neden katledildiğini
öğrenmeye, cinayetlerin üzerine örtülen şalın kaldırılmasını, karanlık perdenin
yırtılmasını ve karanlıkların aydınlatılmasını istemeye hakları vardır. Hukuk
devletlerinde "faili meçhul" diye bir şey olamaz. Şayet bir ülkede
faili meçhul bir olay varsa; o devlet, hukuk devleti değildir. Hukuk
devletlerinde, devlet sırrı ya da başka nedenlerle cinayetlerin aydınlatılması
önlenemez. Devlet Sırrı, devletin açık ve gizli çıkarlarının sürekliliği
bakımından açıklanması tehlikeli ve yasak olan bilgiler bütünüdür. Bu ve öteki
siyasi katliamlar, devletin çıkarlarını korumak için mi yapılmıştır ki devlet
sırrı gerekçesi ile aydınlanması önlensin. Karanlıklar hâlâ devlet sırrı
kavramının arkasına sığınılarak aydınlatılmak istenmiyorsa, o zaman demokratik
hukuk devletinden söz edemeyiz.
12 Eylül'ün işaret fişeği sayılan 1 Mayıs 1977 ve 16 Mart 1978 Katliamları
ile Türkiye'yi 12 Eylül'e taşıyan olaylar arasındaki fiil ve fail bağlantısı,
faili meçhul bırakılan cinayetlerin işlenmesinde, hükümetler üstü bir gücün
varlığını göstermektedir.
Bir ucu ABD'ye dayanan Kontrgerilla faaliyetinin üstünü örterek,
yargısal süreçte delil karartma ve zamanaşımı manevralarıyla kendini gösteren
bir "devlet geleneğinin varlığının ortaya konması, kutsal devleti esas
alan "devletin hukuku" yerine, yurttaşı esas alan “hukuk devletinin”
kökleşmesi bakımından, 1 Mayıs 1977 Katliamı'nın neden, nasıl yapıldığının,
faillerin neden bulunamadığının, devletin sorumluluktan nasıl sıyrıldığının,
yargısal sürecin nasıl ve hangi yöntemlerle tıkandığının, ülkemizdeki faaliyeti
ile sivil ya da askeri darbelerle hükümetleri devirip anayasal düzeni işlemez
hâle getirdiği, etnik, dini, mezhepsel gibi farklıları kaşıyarak halkı
çatıştırıp, katliamlarla kaos yaratıp, istediği
yönetimleri işbaşına geçirdiği söylenen Kontrgerillanın, 1 Mayıs 1977
Katliamın, öncesinde-oluşunda-sonrasındaki siyasi cinayetlerle bağlantısının
araştırılması için Anayasanın ve İçtüzüğün ilgili hükümleri uyarınca Meclis
Araştırma yapılmasını dileriz.
1) Ali Rıza Öztürk (Mersin)
2) Ali Rıza Ertemür (Denizli)
3) Mevlüt Coşkuner
(Isparta)
4) Durdu Özbolat (Kahramanmaraş)
5) Hikmet Erenkaya (Kocaeli)
6) Suat Binici (Samsun)
7) Yaşar Tüzün (Bilecik)
8) Hüseyin Ünsal (Amasya)
9) Akif Ekici (Gaziantep)
10) Şevket Köse (Adıyaman)
11) Ferit Mevlüt Aslanoğlu
(Malatya)
12) Enis Tütüncü (Tekirdağ)
13) Vahap Seçer (Mersin)
14) Rahmi Güner (Ordu)
15) Derviş Günday (Çorum)
16) Rasim Çakır (Edirne)
17) Eşref Karaibrahim (Giresun)
18) Algan Hacaloğlu
(İstanbul)
19) Orhan Ziya Diren (Tokat)
20) Gürol Ergin (Muğla)
21) Tansel Barış (Kırklareli)
22) Tayfur Süner (Antalya)
23) Mehmet Ali Özpolat (İstanbul)
24) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler gündemdeki yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp
açılmaması konusundaki görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.
Sayın milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun İç
Tüzük’ün 19’uncu maddesine görev verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme
alacağım, oylarınıza sunacağım.
VII.- ÖNERİLER
A) Siyasi
Parti Grubu Önerileri
1.- Genel Kurulun, 19 Nisan 2010
Pazartesi günü saat 13.00’te toplanarak gündemdeki “Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında yer alan işlerin görüşülmesine
ve çalışmalarını saat 24’00’e kadar sürdürmesine ilişkin AK PARTİ Grubu önerisi
15/4/2010
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu 15/04/2010 Perşembe günü
(bugün) yaptığı toplantıda siyasi parti grupları arasında oy birliği
sağlanamadığından, İçtüzüğün 19’uncu maddesi gereğince, Grubumuzun aşağıdaki
önerisinin Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.
Mustafa
Elitaş
Kayseri
AK
PARTİ Grubu Başkan Vekili
Öneri:
Genel Kurulun 19 Nisan 2010 Pazartesi günü saat 13.00’te
toplanarak gündemdeki kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer
işler kısmında yer alan işlerin görüşülmesi ve çalışmalarını saat 24.00’e kadar
sürdürmesi;
Önerilmiştir.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, AK PARTİ Grubu önerisinin
aleyhinde İstanbul Milletvekili Mustafa Özyürek.
Sayın Özyürek, buyurun efendim. (CHP
sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; Adalet ve Kalkınma Partisinin gündemle ilgili önerisi
aleyhinde söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bizim Meclisimiz, Parlamentomuz,
salı, çarşamba ve perşembe günleri çalışır; doğal olan süremiz, çalışma
dönemimiz budur ama buna rağmen, Adalet ve Kalkınma Partisinin bugün bir
önerisi var, deniliyor ki: “Pazartesi günü 13.00’ten itibaren başlayalım.” ve
burada niçin pazartesi günü 13.00’te toplanmamız gerektiğine dair bir gerekçe
de görünmüyor. Şimdi, Anayasa’yla ilgili konuyu
herhâlde görüşmek için böyle bir gündem saptıyorlar. Zaten, Sayın Başbakan
Amerika Birleşik Devletleri’ne giderken daha “Pazartesi günü başlarız, devam
eder gideriz.” dedi, arkadaşlarımız da bunu söylüyorlar yani Meclisin iradesi
hiçe sayılarak bir gündem belirleniyor ve öyle anlaşılıyor ki Anayasa
görüşülsün istiyorlar.
Değerli arkadaşlarım, anayasalar, bir toplumun geleceğini
planlayan toplumsal uzlaşmalardır. Böyle metinlerin aceleye getirilmesi, gece
yarılarına kadar görüşülmesi doğru değildir. Nitekim,
Anayasa Komisyonu da gece yarılarına kadar çalıştırılmış ve çıkan metin için de
çok kısa bir süre tanınmıştır muhalefet şerhi vermek üzere. Nedir bu acele? Ne
oluyor? Adalet ve Kalkınma Partisi 2002 yılından beri, sekiz yıldır iktidarda.
Sekiz yılda çıkarmadığınız bir Anayasa’yı niçin şimdi alelacele, beş güne, on
güne sıkıştırmak istiyorsunuz? Aceleniz ne? O nedenle, bu öneriyi doğru
bulmuyoruz, bu çalışma takvimini doğru bulmuyoruz.
Değerli arkadaşlarım, gündemde olan konu Anayasa paketi. Bu
Anayasa paketiyle ilgili olarak, Cumhuriyet Halk Partisi olarak görüşlerimizi
çok net bir şekilde kamuoyuna sunduk. Biz diyoruz ki: Bu Anayasa paketinin
içinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısını değiştiren, Anayasa
Mahkemesinin yapısını değiştiren ve parti kapatmayı âdeta imkânsız hâle getiren
düzenlemeler ayrı bir paket hâline getirilsin, diğer maddeler ayrı bir paket
hâlinde Mecliste görüşülsün. Bu üç ana madde dışındaki konularda biz olumlu oy
veririz, 367 rahatlıkla Mecliste bulunabilir. İsterse Sayın Cumhurbaşkanı, buna
rağmen referanduma sunar ama diğer üç ana madde de ayrı olarak görüşülsün ve
ayrı olarak referanduma sunulsun. Bizim Genel Başkanımızın ifade ettiği bu
çözüm önerisine Sayın Başbakan Amerika Birleşik Devletleri’ne giderken “Kanuni
imkân varsa niye olmasın.” diyerek olumlu bir yaklaşım sergilenmiş fakat
Amerika Birleşik Devletleri’nden dönüşte nedense bütün kapılar kapatılmış,
“Anayasa Komisyonundan metin geçmiştir, pazartesiden itibaren biz bunu Genel
Kurulda görüşürüz.” denmiştir. Hâlbuki grup başkan vekillerini, Cumhuriyet Halk
Partisi grup başkan vekilleri ziyaret ettiğinde “Anayasa Komisyonu görüşmeye
devam etsin, bir uzlaşma olursa biz bunun çözümünü Genel Kurulda da buluruz.”
denilmiştir. Şimdi “Komisyondan geçti, Genel Kurula geldi, artık fazla yapacak
bir şey yok.” deniliyor ve bu konuda çok çeşitli demagojik yaklaşımlar
sergileniyor değerli arkadaşlarım. Demagojilerden birisi şudur: “Siz üç madde
demiştiniz, şimdi bu on bir maddeye çıktı.”
Değerli arkadaşlarım, bu üç ana maddeyi değiştirdiğiniz zaman,
onunla irtibatlı başka maddeleri teknik olarak değiştirmek zorundasınız. Yasa
yapma tekniği bunu gerektirir, bu doğal bir süreçtir ama arkadaşlarımız,
uzlaşmadan kaçmak için, bunu bir bahane olarak kullanmaktadırlar. Gene, Genel
Başkanımız demiştir ki: “Bu üç maddeyi ayıralım, diğer maddelere biz olumlu oy
veririz ama bu üç madde ayrı olarak referanduma gitsin.”
Şimdi, bunun ayrı bir paket hâline getirilmesi ve üç ayrı maddenin
referanduma götürülmesi, Venedik Komisyonu raporlarına da uygundur, Avrupa
Birliği standartlarına da uygundur. Çünkü, bir konuyu
referanduma götürüyorsanız, birbiriyle irtibatlı konuları götürebilirsiniz.
Siz, Anayasa Mahkemesinin yapısını değiştirmeyi de içeren paketin yanında,
bizim yıllardır üzerinde durduğumuz, 12 Eylülcülerin yargılanmasıyla ilgili,
Anayasa’nın geçici 15’inci maddesinin kaldırılmasını birlikte kamuoyuna
sunduğunuz zaman, vatandaşlar nasıl oy verecek? 12 Eylülcüler yargılansın
diyecek ama öbür taraftan, Anayasa Mahkemesi bütünüyle siyasilerin emrine
girsin. E buna nasıl bir cevap verilir? Yani o hâle geldi ki otuz soru
soruyorsunuz bir tek cevap istiyorsunuz.
Değerli arkadaşlarım, bu, Venedik Komisyonu kararlarına da
aykırıdır, Avrupa Birliği standartlarına da aykırıdır. Geliniz dedik, bu üç ana
maddeyi, elbette irtibatlı maddelerle birlikte bir paket hâline getirelim ve
onu kamuoyuna sunalım. Ama, Sayın Başbakan, dediğim
gibi, Amerika Birleşik Devletleri’ne giderken olumlu bulduğu bu teklifimizi,
Amerika Birleşik Devletleri’nden dönünce uygun bulmamıştır. Bir espri yapmama
izin verin. Herhâlde Sarkisyan kendisine böyle bir
telkinde bulundu, “Cumhuriyet Halk Partisinin önerilerini kabul etmeyin.” dedi.
Şimdi ne değişti? Yani bizim görüşümüz çok net. “Cumhuriyet Halk
Partisi ilk söylediğinin dışına çıktı.” diyorlar. Kesinlikle böyle bir şey
değildir. Bu bir samimiyet sınavıydı, bu bir uzlaşma girişimiydi, Cumhuriyet
Halk Partisinin önerdiği bir uzlaşma çaresiydi ama AKP bu uzlaşmayı yarım
bırakmıştır, bu uzlaşmadan kaçmıştır. Bunun halkımız tarafından görülmesi
lazım.
Değerli arkadaşlarım, bu uzlaşmanın önemi neydi? Bu uzlaşmanın
önemi, dediğim gibi, Anayasa’da yapılmak istenen bazı değişikliklerin bir
kısmının kolaylıkla üç yüz altmış yedi oyu bulması, bir kısmının ise ayrı
tutularak referanduma götürülmesi idi ve bunun dışında, toplumda, kamuoyunda
var olan gerilimi, tartışmaları, çatışmaları bir anlamda giderecek bir çözümdü.
Cumhuriyet Halk Partisine sempati duymayan pek çok çevrelerde bile bizim bu iyi
niyetli önerimiz olumlu karşılanmış ve “Nihayet bir uzlaşma girişiminde
bulunuldu.” diye sevinçle karşılanmıştı ama ne yazık ki Sayın Başbakan bu
girişimi cevapsız bırakmıştır, karşılıksız bırakmıştır ve bize göre de yanlış
yapmıştır.
Bir diğer konu, deniliyor ki: “Siz Anayasa Mahkemesine
gitmeyeceğinizi söylemediniz.” Değerli arkadaşlarım, Anayasa’da değişiklik
yapmak, Anayasa’da değişiklik teklifinde bulunmak 184 milletvekilinin hakkıdır.
Herhangi bir gruptan olan milletvekilleri de bir araya gelir, bir anayasa
teklifi sunabilirler. Bunun gibi, Anayasa’da yapılan bir değişikliği 110
milletvekili de bir araya gelmek suretiyle Anayasa Mahkemesine götürebilirler.
Milletvekillerine tanınmış olan bu hak üzerinde bizim sınırlayıcı, önleyici,
engelleyici bir beyanımız hiçbir zaman olmamıştır, baştan da olmadı, bugün de
olmadı.
Şimdi, Adalet ve Kalkınma Partisinin ve Sayın Başbakanın elbette
Cumhuriyet Halk Partisinin önerilerini kabul etmeme hakkı vardır ama bunu…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Özyürek.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) – …açık yüreklilikle ifade etmek lazım.
Bundan üç gün önce, dört gün önce Amerika Birleşik Devletleri’ne giderken öyle
düşünüyordum, şimdi o düşüncemden vazgeçtim… Açık olalım, şeffaf olalım. Bunda
ne var? Yok, “Siz, üç madde dediniz on bir maddeye çıkardınız.”, yok, “Siz,
bilmem sadece ayıralım dediniz, şimdi gelecek döneme kalsın diyorsunuz.” Gelecek döneme kalsını bu ana
teklifimizin dışında eğer siz Anayasa Mahkemesinin yapısıyla ilgili, Hâkimler
Yüksek Kurulunun yapısıyla ilgili önemli değişiklikler yapmak istiyorsanız,
birlikte Parlamentoda bir çalışma yapılmasını da istiyorsanız bu çalışmayı
bugünden başlayarak yaparız, gelecek döneme bırakabiliriz ama siz diyorsanız ki
hemen bunu çıkaralım, ayıralım, kalan maddelerle ilgili hemen biz oylarımızı
vermeye, destek olmaya hazırız. Diğer maddeler de elbette referanduma
gitsin, halk karar versin diyoruz. Bu Anayasa değişikliğinin bir an önce
gündeme alınmasını doğru bulmuyoruz, herkese yeteri kadar süre tanınmalı ve
herkes hazırlığını ona göre yapmalıdır. Anayasalar yangından mal kaçırır gibi
görüşülerek yasalaştırılmaz.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özyürek.
Lehte Ali Öztürk, Konya Milletvekili.
ALİ ÖZTÜRK (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK
PARTİ Grubunun önerisinin lehinde söz aldım. Bu nedenle yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Grup önerimizin mahiyeti şudur: 19 Nisan 2010 Pazartesi günü saat
13.00’te toplanarak “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler” kısmında yer alan işlerin görüşülmesi ve çalışmaların saat 24.00’e kadar
sürdürülmesini öngörmektedir.
Aslında, anayasalar, toplumsal bir sözleşmedir, toplumsal bir
uzlaşmadır. Bugünlerde Anayasa değişikliği paketi, gerek halkın, milletimizin
gündeminde gerekse siyasetin gündeminde, hele de medyanın gündemine oturmuştur.
Böylesine önem verilen ve gündemin önünde yer alan Anayasa değişikliğinin bir
an önce gerçekleştirilmesi bizim için de ve milletimiz için de arzu edilen bir
husustur.
Anayasa değişikliği görüşmeleri sırasında elbette çok değerli
katkılar sağlanacaktır. Her türlü olumlu ve değerli katkılara şimdiden biz de
teşekkür edeceğiz ve her türlü olumlu katkılara açık olduğumuzu her zaman
belirtiyoruz. Şüphesiz önemli görüşmeler olacak, önemli şeyler söylenecek.
Bütün bunlardan bizler de istifade edeceğiz. Olumlu bir sonuca varılacağını ben
de düşünüyorum. Bu nedenle, Anayasa değişikliğinin gündemdeki gibi bir an önce
görüşülüp konuşulması ve Meclisimizin sonuçlandırması bakımından önerinin
yerinde olduğu kanaatindeyim.
Bu nedenle, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Önerinin aleyhinde Hasan Macit, İstanbul Milletvekili.
Sayın Macit, buyurun efendim.
HASAN MACİT (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
sözlerime başlamadan önce yüce heyetinizi şahsım ve Demokratik Sol Parti adına
saygılarımla selamlıyorum.
AKP’nin grup önerisi, pazartesi gününden itibaren Meclis
gündemini, çalışmasını düzenleyen bir önerge ve bunun aleyhinde söz aldım.
Değerli arkadaşlar, biz her defasında kuvvetler ayrılığı
ilkesinin önemsenmesini ve uygulanmasını istiyoruz ve her fırsatta da bunu dile
getiriyoruz ve bugün karşılaştığımız manzarada da bu kuvvetler ayrılığı
ilkesine ters düşüldüğü, kuvvetler birliğine doğru gidildiğini görüyoruz ve bu
bağlamda da bugün grup önerisinde de -konu yazılmamış ama- pazartesiden
itibaren Anayasa değişikliğinin görüşülmesiyle ilgili sürenin uzatılması
gündemde.
Bu kararı biz burada konuşmadan önce, pazartesi günü saat birden
itibaren görüşüleceğini Sayın Başbakan ilan etti. Yani Sayın Başbakan Türkiye
Büyük Millet Meclisinin, yasamanın alacağı bir kararı daha burada gündeme
gelmeden, konuşmaya başlamadan dünyaya ilan etti. Yani bunun Türkçe açıklaması
şudur: “Ben ne istersem o olur. Ben neyi öngörürsem Türkiye Büyük Millet
Meclisi, yasama da onu tartışır ve onu görüşür.” anlamı çıkıyor. Sayın
Başbakan, geçmişte bu tür açıklamalarını defalarca yaptı, bugün de aynı şekilde
yapıyor. Peki, bu grup önerisi burada oylandıktan sonra bu konuşma yapılsaydı,
yasamayı -böyle bir söz- böyle bir töhmet altında bırakmamış olsaydı doğru
olmaz mıydı? “Sayın Başbakan, kuvvetler ayrılığı ilkesini acaba bilmiyor mu,
yoksa işine mi gelmiyor, yoksa yasamayı yok mu sayıyor?” diye insan düşünmeden
edemiyor.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Yasamayı emrinde sayıyor.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Hepsi doğru.
HASAN MACİT (Devamla) – Tabii, yasamayı emrinde saydığı
açık. Böyle olmamış olsaydı bugün burada bu
görüşme yapılmadan önce ilan etmezdi. Bu konuşmalarda Sayın Başbakan biraz daha
duyarlı olursa, biraz daha dikkatli olursa, kendi, yürütmenin dışındaki
kuvvetler ayrımı ilkesi çerçevesinde yasama ve yargıyla ilgili açıklamalarında
biraz daha duyarlı ve dikkatli açıklamalarda bulunursa, herhâlde Anayasa’nın
özüne doğru hareket etmiş olur diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar, pazartesi günü bir maraton, Anayasa
değişikliğiyle ilgili bir maraton başlıyor ve bu maratonun konusu Anayasa
değişikliği. Anayasa değişikliğiyle ilgili Anayasa Mahkemesine gidilecek veya
gidilemez durumu açıklayan Anayasa’mızın 148’inci maddesinde bakın ne söylüyor:
“Kanunların şekil bakımından denetlenmesi, son oylamanın, öngörülen çoğunlukla
yapılıp yapılmadığı; Anayasa değişikliklerinde ise, teklif ve oylama
çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları
ile sınırlıdır.” Yani ivedilikle görüşülüp görüşülmediği konusu önemli olarak
burada vurgulanıyor ve Anayasa değişikliğinin ivedilikle görüşülüyor olması bu
grup önerisinde ortaya çıkıyor. Meclisin çalışma saatleri bellidir: Salı,
çarşamba, perşembe. Olağanüstü günlerde bu günlerin dışına çıkılır veya
uzatılır. Olağanüstü, ivedilikle görüşülecek konular için uygulanır. Pazartesi
günü de böyle bir çalışmayı koyuyorsak, ivedilikle bir şeyi görüşeceğimiz
anlamı çıkıyor, bu da Anayasa değişikliği ortaya konuyor. Yani Anayasa
Mahkemesine Anayasa değişikliği gittiğinde, ivedilikle görüşülüp görüşülmediği
konusuna Anayasa Mahkemesi bakar. O nedenle, siz belki Anayasa değişikliğini,
AKP olarak gerçekleşmesini istemiyorsunuz, bunu her defasında gösterdiniz,
“Uzlaşmayla değişir.” diyorsunuz. Biraz önce, benden önce konuşan Hatip de
Anayasa değişikliğinin, AKP’ye mensup olan Hatip de Anayasa değişikliğinin
uzlaşmayla yapıldığını, yapılması gerektiğini buradan vurguladı; uzlaşmayla
yapılması gerektiğini sizler biliyorsunuz. Uzlaşılmadı, tam aksine gerginlik
yaratarak Anayasa değişikliği gündeme getirildi. Bu sefer Anayasa Mahkemesinin
iptal edeceği bir durumla karşı karşıyayız, ivedilikle getiriyorsunuz. Geçmişte
de Anayasa teklifini Komisyona verirken imzalarda yaşanan olay… Demek ki
AKP’nin samimi niyeti, Anayasa değişikliğinin gerçekleşmesi yönünde değildir.
Yani, biz, Anayasa değişikliğini gündeme getirelim ve gerek
usul açısından, şekil açısından veyahut da toplumsal bir mutabakat, uzlaşma
sağlamadan gerçekleştirelim ve bu, ya Anayasa Mahkemesinde iptal olsun ya da
Türkiye Büyük Millet Meclisinde yeterli çoğunluğu almasın ve biz dönelim -çünkü
seçimlere az kaldı- halkımıza diyelim ki: Sizin -Sayın Başbakanının tabiriyle
“Anayasa değişikliği geçtiğinde millî gelir fert başı 15 bin dolar olacak.”
dedi- 15 bin dolarlık millî gelir artışına muhalefet engel oldu veyahut da
Anayasa Mahkemesi engel oldu şekliyle mağdurları oynayarak seçime gidelim ve
tekrar halkımızdan oy isteyelim. Başka türlü,
işsizlikle ilgili, yoksullukla ilgili, üretimsizlikle ilgili ne
söyleyebilirsiniz? Söyleyebilecek herhangi bir sözünüzün olmadığı ortada.
Nasıl 2007 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir
cumhurbaşkanı seçemedik, seçtirilmedi, seçtirtmediler, bize “Cumhurbaşkanını
seçecek bir çoğunluk sağlayın ve cumhurbaşkanını seçelim.” şekliyle bir
propaganda yürüttüyseniz, herhâlde 2010 sonunda veyahut da 2011’de yapılacak
seçimdeki baş propaganda malzemeniz, Anayasa değişikliğinin
gerçekleştirilmediği ve Anayasa değişikliğinin yaptırılmadığıyla ilgili bir
malzeme ele geçirmek istiyorsunuz. Yoksa samimi olsaydınız, gerçekten, diğer
siyasi partilerin söyledikleri, sivil toplum örgütlerinin söyledikleri…
SONER AKSOY (Kütahya) – Köy enstitüleri sizin arka bahçeniz.
HASAN MACİT (Devamla) – Bir düşüncen varsa, yüreğin varsa gelir
burada konuşursun Sevgili Arkadaşım, oradan sataşmazsın.
SONER AKSOY (Kütahya) – Sizi halka şikâyet edeceğiz.
HASAN MACİT (Devamla) – Gel burada konuş.
…bu tüm iyi niyetli girişimlere duyarsız kalmazdınız ve uzlaşmayla
ilgili uzatılan elleri sıkardınız, uzlaşma yoluna giderdiniz. Tüm malzemeleri
reddettiğinize göre bizim samimi kanaatimiz şudur ki, Anayasa değişikliğinin
gerçekleştirilmesine inanmıyorsunuz.
Değerli arkadaşlar, gerçekten, Türkiye’nin gündeminde Anayasa
değişikliğini siz belki görüyorsunuz ama halkımız kendi gündeminde Anayasa
değişikliğini görmüyor, hissetmiyor, duymuyor. Onun derdi işsiz insanlarımızın
ekmek parasını çıkarma noktasında ne yapılabilir, onun derdi fabrikası kapanan,
işletmesi kapanan insanların bu işletmeleri tekrar faal hâle getirebilmek için
neler yapılabilir, şekliyle bir gündemleri var.
Bugün, TÜİK işsizlikle ilgili verileri açıkladı ve TÜİK verilerine
göre, bir önceki aya göre işsizlikte yüzde 1 artış var ama Sayın Başbakanın
söylemiyle işsizlik sanal Türkiye’de. Nasıl “Kriz teğet geçti.” diyorsa bugün
de işsizlikle ilgili âdeta halkımızla alay eder gibi “Sanal bir işsizlik var
Türkiye’de.” diyor. Yani Türkiye’deki işsizliğin gerçek olduğuna inanmıyor
veyahut da gerçek bir işsizlik olduğunu kabul etmiyor.
Belki kendi çocuklarında, ailesinde, belki iktidara mensup
milletvekili arkadaşlarımızın, bakanların ailesinde işsizlik yoktur, bunların
çocukları iş bulabiliyordur, bunların çocukları devletten ihaleler
alabiliyordur veyahut da KPSS’ye girmeden bir şekilde
hülle yoluyla kamuda görev alabiliyordur. Defalarca bunların çeşitli örnekleri
görülüyor, yaşanıyor. Bu ayrıcalıklı kesimin iş konusunda bir sıkıntısı
olmayabilir ama halkımızın gerçekten iş konusunda çok büyük sıkıntıları var.
Bunu Dünya Bankası uzmanları söylüyor, bunu IMF uzmanları söylüyor, sivil
toplum örgütleri söylüyor, muhalefet partileri söylüyor ama bir tek, işsizlikle
ilgili konularda duyarsız kalan iktidar partisi.
Geçen günkü konuşmamızda da söyledik. Gelin, işsizlikle ilgili
gündem yaratalım, işsizlikle ilgili tartışmaları yapalım. Türkiye’yi, Türk
halkını yakan, ocaklara ateş düşüren bu işsizliği yok etmenin yollarına
bakalım. İşsiz insanlarımızın her gün intihar ettikleri haberleriyle karşı
karşıya kalmayalım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Macit, konuşmanızı tamamlar mısınız.
Buyurun.
HASAN MACİT (Devamla) – Türk insanı rahat, mutlu bir şekilde
yaşamayı hak eden bir halktır. İşsizliği bu halka reva görmeyelim, yoksulluğu
bu halka reva görmeyelim; çocuğunu okula gönderirken kalem, defter parası
veremeyen duruma düşüren ekonomik sıkıntının yok edilmesi için bir çare
üretelim, diyorum ve “Halkın gündemiyle Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemi
bir olmalıdır.” diye düşünüyorum, “Sanal gündemlerle halkın gündemini meşgul
etmeyelim.” diye düşünüyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Önerinin lehinde Suat Kılıç, Samsun Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkan, çok saygıdeğer
milletvekilleri; AK PARTİ grup önerisinin lehinde söz almış bulunuyorum. Bu
vesileyle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, “AK PARTİ Grup Başkan Vekili Mustafa Elitaş” imzasıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
sunulan AK PARTİ grup önerisindeki ifade şudur: “Genel Kurulun 19 Nisan 2010
Pazartesi günü saat 13.00’te toplanarak gündemde bulunan ‘Kanun Tasarı ve
Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler’ kısmında yer alan işlerin
görüşülmesi ve çalışmaların saat 24.00’e kadar sürdürülmesi önerilmiştir.”
Dolayısıyla buna ilişkin yetkimiz İç Tüzük’ün 54’üncü maddesinde
vardır. “Danışma Kurulunun teklifi üzerine Genel Kurul, toplantı hafta, gün ve
saatlerini değiştirebileceği gibi, diğer günlerde de toplantı yapılmasına karar
verebilir.” Bu konu Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda ilk defa
olarak düzenlenen bir konu değil. Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu gündemde
yer alan işlerin görüşülmesini zaman zaman
çabuklaştırmak, zaman zaman işlevselliği artırmak,
belli durumlarda çalışma saatlerinin uzatılmasına duyulan ihtiyaç nedeniyle
benzer grup önerilerini Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunmuştur. İktidar
grubundan daha fazla grup önerisi muhalefet grupları tarafından Türkiye Büyük
Millet Meclisine sunulmaktadır, görüşmeleri yapılmaktadır. Özellikle yeni
araştırma komisyonlarının kurulmasına ilişkin önergeler görüşülmekte,
konuşulmakta ve üzerinde işlemler icra edilmektedir. Bazı durumlarda
muhalefetin grup önerisiyle önermekte olduğu hususlar, iktidar grubu tarafından
da kabul görmekte ve pek çok araştırma komisyonu özellikle bu doğrultuda
kurulmaktadır. Meclisimizin geleneğinde, uygulamasında var olan bu hususlar,
iktidarıyla muhalefetiyle bütün grupların zaten takdirinde bulunan hususlardır.
Dolayısıyla bugün gelmiş bulunan AK PARTİ grup önerisi de aynı istikamette
şekillenmiştir.
Önümüzdeki hafta, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun,
gündemdeki sıralı işlerin görüşülebilmesi amacıyla çalışmalarına pazartesi günü
saat 13.00’te başlaması hedeflenmiştir. Burada garipsenecek, yadsınacak bir
durum söz konusu değildir. Başta da ifade ettiğim gibi yetki, Anayasa’dan
alınan bir yetkidir. Kararı verecek olan yer Genel Kuruldur. Genel Kurul kendi
gündemine hâkimdir.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başbakan kararını verdi
Sayın Kılıç.
SUAT KILIÇ (Devamla) – Pazartesiden itibaren nelerin görüşüleceği
hususu, elbette ki herkesin takdirinde olan hususlardır. Sırada ne varsa onunla
elbette ki görüşmelere başlanacaktır. Ancak grup önerisinin aleyhinde söz alan
milletvekillerinin ifade ettikleri noktadan gidecek olursak, Anayasa’nın tümü
üzerindeki görüşmelere pazartesi günü başlanacağı ve pazartesiyi çalışma günü
ilan etmek suretiyle Anayasa değişikliklerinin ivedilikle görüşülemeyeceği
hükmünün bu vesileyle ihlal edileceği tezi, doğru bir tez değildir, doğru bir
yaklaşım değildir. Eğer Anayasa değişikliği teklifinin altında imzası bulunan
milletvekillerinin Anayasa değişikliği teklifini ivedilikle Türkiye Büyük
Millet Meclisi gündemine taşımak gibi bir yaklaşımları söz konusu olsaydı,
pazartesi gününü beklemeye gerek olmaksızın cuma günü de görüşmelere başlamak
mümkün hâle getirilebilirdi.
HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Pazartesi günü Meclisin çalışma günü mü?
SUAT KILIÇ (Devamla) – Anayasa değişikliği teklifinin altında
imzası bulunan milletvekilleri tam aksine ivedilikle görüşme aceleciliği
içerisinde kesinlikle bulunmamıştır. Anayasa değişikliği teklifinin görüşmeleri
çok kapsamlı, çok önemli, çok ciddi bir meseledir. Dolayısıyla aceleye
getirilmesi, takvimin olağan dışı bir şekilde yoğunlaştırılması ve
sıkılaştırılması, bizim tarafımızdan düşünülen, değerlendirilen bir husus
değildir. Tekraren ifade edeyim, anlaşılmadı galiba birileri tarafından: Bu
görüşmelerin pazartesi günü başlaması hâlinde bile “ivedilikle
görüşülemeyeceği” ilkesine yönelik bir ihlal durumu kesinlikle mevzubahis
değildir, böyle bir şeyin olması da mümkün değildir.
Değerli arkadaşlar, anayasa değişikliği teklifleri
milletvekillerinin imzalarıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
sunulur. Gereken asgari imza sayısı 184’tür ve bu sayı bulunduğunda değişiklik
teklifi vermek için gereken şekil şartı yerine getirilmiş olur.
Usulüne uygun verilen bir Anayasa değişikliği teklifi vardır. Bu
değişiklik teklifi usulüne uygun bir zamanlamayla Anayasa Komisyonunda ele
alınmıştır, usulüne uygun bir takvim içinde görüşmeleri tamamlanmıştır,
nihayete erdirilmiştir ve bastırılıp dağıtılmıştır. Dolayısıyla Türkiye Büyük
Millet Meclisi gündemindeki yerini İç Tüzük’ün gereği olan çerçeve içerisinde
alacaktır ve elbette ki Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu pazartesi
günü saat 13.00’ten itibaren çalışma kararı alması durumunda, Anayasa değişikliği
teklifinin de pazartesi gününden itibaren görüşmelerine başlanabilmesi mümkün
olacaktır. Yani şekil odaklı bir tartışma yaratma çabasına girmenin, İç Tüzük
açısından da, Anayasa’mızın amir hükümleri açısından da hiçbir geçerliliği söz
konusu değildir.
Benden önceki konuşmacıların anayasa değişikliği teklifinin
hazırlanması ve Anayasa Komisyonunda görüşülmesi sürecine ilişkin
eleştirilerine de kısaca temas etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, şu tespit doğrudur: Anayasa değişikliği
çalışmaları yapılırken, Parlamentoda bulunan milletvekilleriyle ve siyasi parti
gruplarıyla, Parlamentoda temsil imkânına kavuşamayan siyasi partilerle, bir
kısım sivil toplum örgütleriyle, üniversitelerle, aydınlarla, medyayla,
kamuoyunun kanaat önderleriyle ve kamuoyu kanaatlerinin oluşmasına tesir eden
etkenler ve faktörlerle temas kurulması, yani anayasa değişikliği teklifinin
geniş bir toplumsal tabanda ele alınması, bu işin gereğidir, doğru olanıdır,
normal olanıdır.
Anayasa değişikliği çalışmaları yapılırken “uzlaşma” önemli bir
kavramdır, “mutabakat” önemli bir kavramdır. Ama eğer “mutabakat” anlayışını
“mutlak bir mutabakat arayışı” şeklinde algılayacak olursanız Türkiye’de
anayasa değişikliği yapılabilmesi mümkün olmaktan çıkar. Mutabakat arayışı,
mutlak bir mutabakat arayışı olarak görülemez. Mutabakat aranır, uzlaşı aranır,
değişik kesimlerin desteği aranır, Parlamento içinde destek arayışları yapılır,
desteğin sağlanmasına gayret edilir, ana muhalefet partisine de diğer muhalefet
partilerine de gidilir, Parlamentoda grubu bulunmayan muhalefet partilerinin
milletvekilleriyle de temas kurulur. Bütün bunlar, bu Anayasa değişikliği
sürecinde imza sahibi milletvekilleri tarafından özenle ve dikkatle yerine
getirilen, gözetilen hususlardır. Biz, herhangi bir partinin üyesi olmayan 11
bağımsız milletvekiline de tek tek odalarında ulaşmak
suretiyle değişiklik teklifinin taslak metnini ulaştırdık, görüş ve önerilerini
alma cihetine gittik. Dolayısıyla bu yönüyle bakıldığında, uzlaşı arayışı
adına, “mutabakat” arayışı adına göz ardı edilen, ihlal edilen bir ilke söz
konusu değildir, ihlali söz konusu olan bir prensip varit değildir. Anayasa
yapma geleneğimizde her ne varsa, biz o geleneğin gereği olan hususları yerine
getirmeye özenle gayret ettik, büyük bir çabayı bu yönde sarf ettik.
Ha, buna rağmen, muhalefetin paketin özünü muhafaza etmek kaydıyla
uzlaşı beklentisine olumlu cevap vermemesi hâlinde, teklif sahibi
milletvekilleri olarak bizim yapabileceğimiz çok fazla bir şey söz konusu
değil.
Başından itibaren ifade ediyoruz, 265 milletvekilinin imzasıyla
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilen -ki, sonradan 20’ye yakın
milletvekili katılım imzalarına ilişkin dilekçelerini Başkanlığa arz ettiler-
bu Anayasa değişikliği teklifinin özü vardır, ruhu vardır. Anayasa değişikliği
teklifinin özü, daha fazla demokrasidir, özgürlük alanının genişletilmesidir,
hukuk devleti prensibinin kuvvetlendirilmesidir, insan odaklı bir hayatın
Türkiye’de egemen kılınmasına katkı sağlamaktır ve bireyin hukukunu ön plana
çıkarmaktır. Bu Anayasa değişikliği teklifi özü bakımından değerlendirildiğinde
şu görülecektir: Türkiye’de istediğimiz demokrasi, yerel değil evrensel bir
demokrasi anlayışıdır. Türkiye’de istediğimiz hukuk devleti, yerel değil
evrensel bir hukuk devleti anlayışıdır ve Türkiye’de insan haklarının,
özgürlüklerin gelmesini istediğimiz çizgi, bize göre, yerel bir özgürlük
çizgisi değil, evrensel bir özgürlük ve insan hakları anlayışıdır. O nedenle
biz, bugüne kadar Anayasa değişikliği paketinin özüne zarar vermeyen,
bütünlüğünü bozmayan her türlü uzlaşma arayışına açık olduk, bunu bizzat Sayın
Başbakanımız da ifade etti, grup yöneticilerimiz de ifade etti. Genel Kurul
sürecinde de paketin özünü, demokrasisini, özgürlük ve hukuk anlayışını koruyan
her türlü destek arayışına ve katkı verme çabasına açık olacağımızı beyan
ediyorum.
AK PARTİ grup önerisinin lehinde görüşlerimi sizlerle paylaşıyor
ve saygılarımı arz ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Efendim Başkanım?
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Efendim?
OKTAY VURAL (İzmir) – Biraz önce Sayın Kılıç, Grup Başkan Vekili,
Anayasa değişikliği konusunda bir uzlaşma arayışı içerisine girdiklerini ifade
ettiler. Aslında böyle bir şey olmamıştır -sadece tutanaklara girmesi açısından
söylüyorum- sadece Anayasa değişiklik teklifi bize iletilmiştir. Bu konuda bir
uzlaşma arayışı olmamıştır. Kaldı ki, vaki olan Anayasa değişiklik teklifi de
bugün gündemde olan bir teklif değildir, çekmişlerdir. Dolayısıyla, böyle bir
Anayasa değişikliği konusunda muhalefetle bir uzlaşma arayışı içerisine
girdikleri, yok hükmündedir, olmayan bir teklif iletilmiştir. Dolayısıyla,
olmayan bir teklif üzerinden “Uzlaşma arayışı yaptık.” ifadeleri doğru
değildir. Parlamentoyu doğru bilgilendirmek durumundayız.
Arz ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Evet, Sayın milletvekili arkadaşlarım…
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Efendim? Buyurun.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, oylamaya geçmeden önce
yoklama istiyoruz .
BAŞKAN – Yoklama istiyorsunuz. Tamam.
Yoklama talebinde bulunanları arayacağım:
Sayın Anadol? Burada.
Sayın Kılıçdaroğlu? Burada.
Sayın Okay? Burada.
Sayın Özyürek? Burada.
Sayın Koçal? Burada.
Sayın Yıldız? Burada.
Sayın Süner? Burada.
Sayın Özdemir? Burada.
Sayın Çöllü? Burada.
Sayın Keleş? Burada.
Sayın Oksal? Burada.
Sayın Emek? Burada.
Sayın Kaptan? Burada.
Sayın Erbatur? Burada.
Sayın Köse? Burada.
Sayın Mengü? Burada.
Sayın Bingöl? Burada.
Sayın Öztürk? Burada.
Sayın Oyan? Burada.
Sayın Dibek? Burada.
III.- YOKLAMA
BAŞKAN – Yoklama için üç dakika süre veriyorum ve yoklama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.
VII.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi
Parti Grubu Önerileri
(Devam)
1.- Genel Kurulun, 19 Nisan 2010
Pazartesi günü saat 13.00’te toplanarak gündemdeki “Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında yer alan işlerin görüşülmesine
ve çalışmalarını saat 24’00’e kadar sürdürmesine ilişkin AK PARTİ Grubu önerisi
(Devam)
BAŞKAN – Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Arkadaşlar, öneriyi oyluyoruz, lütfen gözleriniz, kulaklarınız
Başkanlık Divanında olsun.
Kabul etmeyenler…Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.
1'inci sırada yer alan, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet
Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri
1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2'nci sırada yer alan, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet
Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3'üncü sırada yer alan, Milletlerarası Para Fonu ile
Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki
Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
3.- Milletlerarası Para Fonu ile
Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki
Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/761) (S. Sayısı: 458)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
4'üncü sırada yer alan, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam
edeceğiz.
4.- Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/808) (S. Sayısı: 487) (x)
BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet? Yerinde.
Geçen birleşimdeki görüşmelerde tasarıya önergeyle yeni madde
olarak eklenen ek madde 124 üzerinde görüşmelere devam ediyoruz.
Gruplar adına şimdi söz sırası, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu
adına Bengi Yıldız, Batman Milletvekili, Grup Başkan Vekili…
BDP GRUBU ADINA BENGİ YILDIZ (Batman) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 487 sıra sayılı Kanun Tasarısı hakkında BDP Grubunun
görüşlerini sunmak üzere huzurunuzdayım. Sayın heyeti saygıyla selamlıyorum.
Eğitimin amacı, egemen sınıfın egemenliğini, dolayısıyla sınıfsal
çıkarlarını gerçekleştirmek, yeniden üretip devamlılığını sağlamaktır.
Kapitalizm öncesi dönemde eğitimin temel işlevi, ezilen, sömürülen sınıflara
gönüllülüğü, köleliği kabul ettirmekti. Eğitim, eşitsizlik temeline dayanıyordu
ve Tanrı iradesinin de bunu gerektirdiği şeklinde eğitim verilirdi. Kapitalizm
ve onunla yaşıt olan modernite sonrasının eğitim
sistemleri artık dine değil rasyonalizme dayanıyor veya buna dayandığı iddia
ediliyor ama söz konusu akıl, yeni egemen sınıfın aklı olan, burjuvazinin
aklıydı. Dolayısıyla, ezilen ve sömürülen sınıflar bakımından önemli bir
değişiklik söz konusu değildir. “Eğitim nedir ve nasıl olmalıdır?” sorusunun,
bu sorunun kimin tarafından sorulduğuna göre farklı cevapları vardır. Bu soru,
egemen sınıf tarafından, bir kadın tarafından, bir etnik unsur tarafından, dili
ve kültürü, laiklik, modernlik, birlik bütünlük ve benzeri adına yasaklanmış
bir topluluk tarafından, sistem içindeki konumu gereği sömürülen ve ezilen bir
sosyal sınıf tarafından sorulabilir ve her seferinde verilecek cevaplar da
farklı olacaktır.
Şimdilerde eğitim, sermaye için çok kârlı bir değerlenme alanı
hâline geliyor ve hızlı bir tempoyla özelleştiriliyor. Dünya Bankası, okulun
amacının ticari işlemlerin gelişmesini teşvik etmek olduğunu ilan ediyor. Daha
şimdiden, OECD ülkeleri eğitim sektörü pazarında 875 milyar euroluk
bir kapasite olduğu söyleniyor. Bu, yaklaşık, dünya otomotiv pazarının işlem
hacmine eşittir.
(x) 487 S. Sayılı Basmayazı 8/4/2010 tarihli 84’üncü
Birleşim Tutanağı’na eklidir.
Eğitimin tipik bir kapitalist faaliyet alanı hâline gelmesi için,
eğitim örgütlenmesinin ve pedagojik sistemin emek piyasasının ihtiyacına
uydurulması gerekiyor. Eğitimin piyasaya dönüştürülmesi, bu amaçla da bir kamu
hizmeti olmaktan çıkarılması özelleştirmeyi gerektiriyor. Okul tipik bir
kapitalist işletme, eğitim bir mal gibi görülüyor ve bu amaçla okullarda
işletme kültürü egemen kılınmaya çalışılıyor. Yükseköğretimde ve eğitimin tüm
aşamalarında eğitim, şirketlerin faaliyet alanı hâline geliyor. Şirket
üniversitelerinin sayısı 1994’te 400’den 2004’te 1.600’e çıkmış durumdadır.
Motorola gibi üniversitesi bulunan en çok bilinen şirketlerin 120
milyar dolarlık bu alana aktarıldığı bilinen bir gerçekliktir. 21 farklı ülkede
99 şubesi var bu şirketin ve daha şimdiden, İnternet aracılığıyla yapılan
eğitim sonucu verilen diplomalar geçerli sayılıyor. Dünya Bankası, 2010
yılında, şirket üniversiteleri sayısının geleneksel üniversitelerden daha fazla
olacağı tahmininde bulunmuştur. Amerika Birleşik Devletleri’nde 33 eyalette
İnternet üniversiteleri söz konusudur.
Bu özelleştirme, paralılaştırma, metalaştırma sürecinin, hâlen
aşırı düzeyde eşitsiz olan eğitimi daha da eşitsiz hâle getirdiği
görülmektedir. Bundan sonra ikili yapı daha da belirgin hâl alacaktır. Bir
tarafta zenginlerin okulları, diğer tarafta giderek değersizleşen çöplük
okullar. Bu süreç, demokratik okul idealinden daha da uzaklaşmak, bilginin
dünyayı anlama işlevinin daha da zayıflaması anlamına geliyor. İnsanlık,
bilginin bir kâr aracına dönüştürülmesine, kapitalistler tarafından sadece
kendi dar çıkarları için araçsallaştırılmasına razı olacak mı? Oysa eğitimin,
insan potansiyelini geliştirmesi, insanı özgürleştirmesi, insanı empatiye teşvik etmesi gibi bir işlevi olması lazım.
Küreselleşme çağında eğitim, bütünüyle, kâr etmenin ve insanları
köleleştirmenin bir aracına dönüştürülmüştür. Bugünkü eğitim sisteminin giderek
sermayenin kâr etmesine yarayan uzman cahiller yetiştirdiği bilinen bir
gerçekliktir.
Sayın Başkan, değerli üyeler; ülkemizde üniversitelerin durumuna
baktığımızda, üniversitelerimizin kuruluşundan günümüze kadar, bilimin, özgür
tartışmanın gerçekleştiği bir alan olmaktan çok, resmî ideolojinin, tekleşmenin
gerçekleştiği bir alan olduğunu görüyoruz. Ne yazık ki
üniversitedeki sosyologlar Anadolu’daki halk gerçekliğine uygun bilimsel
araştırmalar yaptığında, örneğin İsmail Beşikçi gibi hocalarımız “Türkiye’de
Kürtler vardır, bunların dili vardır, farklı bir etnik yapıdır.” dediği için
ömrünün uzun bir süresini cezaevlerinde geçirmek durumunda kalmıştır ve ne
yazık ki Türkiye’deki üniversiteler, bilim adamları, bu gibi değerli
hocalarımıza sahip çıkma cesaretini ve becerisini gösteremediler.
Üniversiteler, ideolojilerin egemen olduğu, egemen kılındığı bir
alan hâline getirildi. Ne yazık ki bugün de üniversitelerdeki temel problemin,
“Kemalist ideolojinin etkisindeki üniversiteler mi olacak, yoksa Türk-İslam
sentezli okullar, üniversiteler hâline mi gelecek ?”şeklindeki bir tartışmanın
egemen bir tartışma olduğunu görüyoruz. Mustafa Kemal’in “Hayatta en hakiki
mürşit ilimdir.” özdeyişinin… Birileri tarafından, Kemalizm’in, hiç
istenmemesine rağmen, belki Mustafa Kemal’in hiç istememesine rağmen,
Kemalizm’in bir ideoloji, bir dogma hâline getirildiğini, kraldan çok kralcı
hocaların olduğunu üniversitelerde çokça gördük. Temel olan, üniversitelerde,
üniversiteleri liselerin seviyesinden daha çağdaş seviyelere… Batı ülkelerinde
olduğu gibi, gerçekten düşünen, sorgulayan, farklılıkları kabul eden
zihniyetteki kuşakların yetiştirilmesini, o ortamın sağlanmasını
gerçekleştirmek lazım.
Biliyorsunuz “Üniversitelerde bilimsel eğitim yapılıyor.” demek
yetmiyor. Sovyetlerde de “bilimsel sosyalizm” adı altında Sovyet üniversitelerinin,
Doğu Bloku üniversitelerinin o zamanki sisteme göre
bir düşünce ürettiklerini, bir resmî ideoloji ürettiklerini, bunu topluma
dayattıklarını ve dolayısıyla o sistemin yetmiş seksen yıl sonra çökmek gibi
bir sonuçla karşı karşıya kaldığını gördük. Önemli olan, ülkemizin
üniversitelerinin, çağdaş, bilimsel, sorgulayan kuşaklar yetiştirerek,
gerçekten Batılı anlamda düşünen nesiller yetiştirmek ve demokrasinin ülkemizde
kökleşmesini sağlamaya çalışmalarıdır. Ne yazık ki üniversitelerimizde bu durumun
olmadığını görüyoruz.
Bugün üniversitelerde okuyan farklı etnik ve inanç kesimlerinden
insanların sürekli olarak saldırıyla karşı karşıya olduklarını görüyoruz. Geçen
hafta parlamenterlerimizden Sayın Şerafettin Halis bu konuyu bir soru
önergesiyle gündeme getirdi. Ne yazık ki ülkemizin çeşitli üniversitelerinde
Kürtlere, solculara, Alevilere ve farklı inanç gruplarına sahip olan kesimlere
karşı yoğun saldırılar gerçekleştirildiğini görüyoruz. Bu saldırıların, hem o
üniversitelerin rektörleri hem de orada onları korumakla görevli olan polisler
tarafından, biraz da onların gözetimi ve denetimi altında yapıldığını da
görüyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yıldız, konuşmanızı tamamlar mısınız.
Buyurun.
BENGİ YILDIZ (Devamla) – Teşekkürler Sayın Başkan.
İnsan Hakları Derneği ve MAZLUMDER’in
insan hakları ihlalleri raporlarına baktığımızda, ülkemizin birçok
üniversitesinde bu tür saldırıların yoğun olarak devam ettiğini görüyoruz.
Dolayısıyla, yetkilileri özellikle bu konuda duyarlı olmaya çağırıyoruz.
Yine geçen gün üniversiteye yerleştirme sınavları yapıldı. Ne
yazık ki ülkemizin doğusunda, Kızıltepe’de, Mardin’de, Şırnak’ta çocuklarımız,
“Kopya çekecekler.” adı altında orada sınava sokulmayıp, Sinop’ta, Kıbrıs’ta ve
benzeri hiç gidemeyecekleri ve maddi açıdan da olanaklarının olmadığı yerlerde
sınava gitmek zorunda kaldılar, bazıları da gidemedi.
Sayın Cumhurbaşkanımızın bu konuda çok büyük hassasiyet
gösterdiğini basından takip ediyoruz. Umarız bu konuda ihmali bulunan yetkililer
ve sorumlular bir an önce açığa çıkarılıp bu öğrencilerin mağduriyetleri
giderilir.
Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yıldız.
Şahsı adına Ömer Faruk Öz, Malatya milletvekili.
Buyurun Sayın Öz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ÖMER FARUK ÖZ (Malatya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bezm-i Âlem Vakıf Üniversitesinin kurulması konusunda söz
almış bulunuyorum. Sözlerime başlamadan önce yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Ayrıca, sekizinci Cumhurbaşkanımız değerli hemşehrimiz
rahmetli Turgut Özal’ın da rahmetle anılması noktasında tüm vekillerimizin
göstermiş olduğu ilgi için de teşekkür ediyoruz, çünkü rahmetli Özal
Malatyalıydı.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; vakıflar, milletimizin
sahibi bulunduğu tarihî, kültürel mirasın en önemli kaynaklarıdır. Tarih
boyunca kurulan müesseseler içinde çok özel bir yere sahip olan vakıf
müessesesi, insanı iyi bir yaşam düzeyine ulaştırmak için birçok hizmetler
vermiş, toplumu sosyoekonomik yönden geliştirmek ve kültürüne katkıda bulunmak
için azami çaba sarf etmiştir. Millî düşüncemizin ve hayat tarzımızın
oluşturduğu vakıflar, çağdaş kültür ve medeniyete insan yaradılışının ve
varlığının yüce değerini katmış, bütün zamanların ortak insani duygularını
kurumlaştırmak özelliğini göstermişlerdir. Bu yüce değerler, özveri,
yardımlaşma, dayanışma, ırk, dil, mezhep ve görüş ayrılıkları taşımaksızın
birlikte yaşam, birlikte mutlu olma, birlikte paylaşma, birlikte üretme, birlikte
koruma gibi, insan olmanın ve insanca yaşamanın vazgeçilmez unsurlarıdır.
Vakıflar Genel Müdürlüğü, sorumluluk alanına giren konularda ciddi araştırmalar
yapmakta ve geleceğe yönelik plan ve programları bu araştırmalardan elde ettiği
veriler doğrultusunda hazırlamaktadır. Yürüttüğü hayrî,
sosyal, kültürel ve eğitim faaliyetleriyle bakım, onarım ve yatırım
çalışmalarını bu planda bir program çerçevesinde her yıl artırarak devam
ettirmektedir. Bu hizmetlerin yanında garip gurebanın
sağlık işlerini ücretsiz yerine getirmek üzere Sultan II. Mahmud’ın
karısı, Sultan Abdülmecid’in annesi Bezmiâlem Valide Sultan tarafından miladi 1843 yılında
İstanbul'da "Bezm-i Âlem Gureba-i
Müslimin Hastanesi" adıyla bir hastane tesis ve
ihya ettirilerek vakfedilmiştir.
1826 yılında Türkiye'de ve bilhassa İstanbul'da şiddetli bir
koleranın hüküm sürmesi ve nihayet 1843 yılında büyük bir çiçek salgınının baş
göstermesi yanında İstanbul'daki sağlık tesislerinin ihtiyaçları
karşılayamaması sonucunda, Bezmiâlem Sultan bir
hastane yaptırarak vakfedilmesi konusunda etken rol üstlenmiştir.
Hastanenin çalışma şartları ilk kez 1845 tarihinde İdare-i
Dâhilîye Nizamnamesi'yle düzenleniyor. Vakfiye ile fakir ve gariplerin ücretsiz
tedavileri sağlanırken, Nizamname de hastalara verilecek yemeklere kadar detayı
ile incelenmiştir. Hatta Vakfiyenin bir noktasında, bir hastanın tedavi edilme
noktasında, bir soğanın bir altın olsa bile alınması, iaşeden tasarruf
edilmemesi konularında çok ayrıntılara yer verilmiştir. Yine bu Nizamnamede,
hastaların teşhis ve tedavileri ile ilgili yöntemler ve bulaşıcı hastalığı
olanlar ile diğer hastaların ayrı ayrı mekânlarda
yatırılması konusuna yer verilmiştir. Hastane kurucusu Bezmiâlem
Valide Sultan tarafından vakfedilen hastane ile birlikte cami, medrese, sıbyân mektebi gibi diğer hayratın giderlerini karşılamak
üzere çeşitli yerlerde binlerce akar, dükkân, mağaza, ev, bostan, bağ,
zeytinlik gibi araziler vakfedilmiştir.
Vakıflar Genel Müdürlüğüne her seviyeden eğitim ve öğretim
tesisleri açma ve yönetme görevi 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun ilgili
maddesince verilmiştir.
Bezmiâlem Valide Sultan,
Silahtar Abdullah Ağa ve Abdülhamid Sani mazbut vakıflarının vakfiyelerinde yer alan “eğitim”
şartının üniversite açmaya uygun olduğu tespit edilerek bu vakıfların vakfiyelerinde
yer alan “eğitim” şartının “üniversite kurulması” şeklinde değiştirilmesi
yetkisi Vakıflar Meclisine verilmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Öz, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
ÖMER FARUK ÖZ (Devamla) – Bezm-i Âlem,
Valide Sultan, Silahtar Abdullah Ağa ve Abdülhamid Sani mazbut vakıflarının adına İstanbul ilinde “Bezm-i Âlem Vakıf Üniversitesi” adıyla bir üniversite
kurulması Vakıflar Meclisince kararlaştırılmıştır.
Çağdaş bilimin öğretilerine uygun olarak, fakir ve garip gurebalarımıza öncelik verilmek üzere, gerekli eğitim
çalışmaları başlatılmak üzere bu kanun tasarısı hazırlanmıştır.
Etik değerlere bağlı, mesleki yetkinliğe sahip uzman doktor
yetiştirmek, sağlık hizmetlerinin etkili, verimli sunulması ve başta tıp
biliminin geliştirilmesine yönelik bilimsel araştırmalar gerçekleştirmek üzere
kurulacak Bezm-i Âlem Üniversitesinin ülkemize,
milletimize hayırlı olmasını dilerken -yine aynı şekilde bugün kurulmakta olan-
Sabahattin Zaim Hocamı da burada rahmetle anıyor, bu kanunun milletimize ve
eğitim camiasına hayırlı olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Şahsı adına Harun Öztürk, İzmir
Milletvekili.
Sayın Öztürk, buyurun efendim.
HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşülmekte olan 487 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na bir yeni madde eklenmesine
ilişkin olarak verilen önergeyle ilgili olarak kişisel söz talep ettim. Bu
vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Dünkü birleşimde, söz konusu madde ilavesine ilişkin olarak açılan
usul tartışması sonucunda, Sayın Başkan, uygulamasının İç Tüzük’e uygun
olduğunu belirterek madde ilavesini müzakereye açmıştı. Sayın Başkanın ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının söz konusu uygulamayı eylemli
bir İç Tüzük hükmüne dönüştürmemesi için, konunun dikkate almamız gereken başka
boyutlarını da ortaya koymak istiyorum.
Değerli milletvekilleri, komisyonda görüşülen ve raporu hazırlanan
kanun tasarı ve teklifleri, sıra sayısı alarak Türkiye Büyük Millet Meclisi
Genel Kurulu gündeminde yerini almaktadır. Genel Kurul gündeminde yerini alan
bir kanun tasarı ve teklifinin sırasının değiştirilmesi için, ya Danışma
Kurulunun bir önerisinin Genel Kurulca oylanması ya da Danışma Kurulunun
mutabakata varamadığı durumlarda grup önerisi olarak Genel Kurula getirilmesi
ve yine Genel Kurulun oyuna sunulması gerekmektedir. Unutmamamız gerekir ki
şekil kurallarına uymak, esasa uymak kadar önemlidir.
Değerli milletvekilleri, dün, Sayın Başkan neye karar verdi, ona
bakalım. İç Tüzük’ün 87’nci maddesinin dördüncü fıkrasına dayanarak,
görüşülmekte olan 487 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın Komisyon metninde
bulunmayan ancak tasarıyla çok yakın ilgisi bulunan iki maddenin, Komisyonun salt
çoğunluğuyla katıldığı önergeler üzerine yeni iki madde şeklinde tasarıya
eklenmesini görüşmeye açtı. Bu maddelerden biri oylarınızla kabul edildi,
ikincisi bizim konuşmalarımızdan sonra oylarınıza sunulacak.
Değerli milletvekilleri, salt bu açıklamaya bakarsak Sayın
Başkanın yaptığı uygulamada İç Tüzük hükümlerine bir aykırılık görmeyebiliriz. Hatta, Genel Kurulun gündeminde olan bir tasarı ya da
teklifte yer alan ve ivedilikle yasalaştırılması gereken bir maddenin, ilişkisi
olması koşuluyla, görüşülen bir tasarı ya da teklife ilave edilmesi de
anlayışla karşılanabilir. Ancak, gündemde yer alan bir tasarı ya da teklifi
anlamsız kılacak bir biçimde, bir veya birkaç maddesinin, başka bir tasarıya,
İç Tüzük’ün 87’nci maddesi gerekçe gösterilerek alınması, bir hakkın suistimali olur. Zira, o takdirde,
gündemdeki tasarı ya da teklifi komisyona geri çekeceksiniz ve orada da
çektiğiniz tasarı ve teklifle ilgili olarak yapılacak bir işlem
bulunmayacaktır.
Dün, Sayın Bakanın yaptığı şu açıklama, değişiklik önergesiyle
gündemi değiştirdiklerinin bir itirafıdır. Sayın Bakan özetle dedi ki burada,
Sayın Başkanlık Divanının da yerine geçerek: “Dolayısıyla, bugün burada Meclise
sevk edilen dört vakıf üniversitesinin yanı sıra diğer üniversitelerin de
kuruluşuna ilişkin Meclisin gündemine alınmış olanlarının bir önerge ile
gündeme eklenmiş olması son derece normal.”
Değerli milletvekilleri, yapılan işleme yeniden dönersek, 487 sıra
sayılı Kanun Tasarısı’na eklenen iki maddeyle ilgili olarak, gündemde 441 ve
461 sıra sayısı almış, 160 ve 168’inci sıralarda kayıtlı bekleyen iki ayrı
kanun tasarısı vardır. Bu tasarılarla ilgili olarak komisyon raporları ve
birisiyle ilgili muhalefet şerhi bulunmaktadır. Milletvekilleri de gündemin
arka sıralarında yer almaları nedeniyle söz konusu tasarılarla ilgili bir
hazırlık yapmadan Genel Kurula gelmişlerdir.
461 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nda, 487 sıra sayılı Tasarı’ya
eklenmek istenen Bezm-i Âlem Vakıf Üniversitesiyle
ilgili bir de geçici madde bulunmaktadır. Biraz sonra onu da eklemek için yeni
bir önerge mi vereceksiniz, yoksa “Geçici madde önemli değil, o da sırasını
beklesin.” mi diyeceksiniz? Peki, Genel Kurulun gündeminde 143’üncü sırada
bekleyen 396 sıra sayılı Turgut Özal Üniversitesi kurulmasına ilişkin bir
tasarı daha var. Onu niçin bu tasarıya eklemiyorsunuz?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – O geçti.
HARUN ÖZTÜRK (Devamla) – Belki bu hatırlatmam üzerine onu da
eklersiniz, kim bilir.
Değerli milletvekilleri, siyasi iktidar 441 ve 461 sıra sayılı
Kanun Tasarılarıyla ilgili olarak şu şekilde hareket edebilirdi: Ya 486 sıra
sayılı Türk-Alman Üniversitesi Kurulması Hakkında Kanun Tasarısı’nda…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Öztürk, buyurun efendim.
HARUN ÖZTÜRK (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
…ya da görüşülmekte olan 487 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nda olduğu
gibi gündemin ön sıralarına aldırmak üzere grup önerisiyle Genel Kurulun
onayına başvururdu ya da 487 sıra sayılı Kanun Tasarısı Komisyonda görüşülürken
441 ve 461 sıra sayılı Kanun Tasarılarını Genel Kurul gündeminden geri çeker,
Komisyonda birleştirirdi.
Ayrıca, söz konusu maddelerin ilavesi için ilgili Komisyonun
çoğunluğunu sağlayabilmek üzere Başkanlık Divanının birleşime keyfî ara
verildiği izlenimini vermesi de şık olmamıştır.
Değerli milletvekilleri, yukarıda yapılan kısa açıklamalar bile Hükûmetin ne kadar beceriden yoksun bir şekilde işleri
götürmeye çalıştığını göstermektedir.
Genel Kurul gündeminin bakkalın veresiye defterine çevrilmemesi
için Başkanlık Divanını gündemine hâkim olmaya davet ederek yüce heyetinizi
tekrar saygıyla selamlarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Öztürk.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Efendim, kısa bir açıklama
yapmak istiyorum yerimden.
Efendim, konuşmacı, konuşmasında, Turgut Özal Üniversitesinin
kurulmadığını söylemişti ve örnek olarak da onun değişiklik önergesiyle…
BAŞKAN – Yerinizden sisteme giriniz, ben size söz hakkı vereyim.
Buyurun.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
4.- İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı’nın, İzmir Milletvekili Harun Öztürk’ün, konuşmasındaki Bezm-i
Âlem Üniversitesinin ve ondan önce kurulan Sabahattin Zaim Üniversitesinin
kuruluşunun usule aykırı olduğu eleştirilerinin doğru olmadığına ilişkin
açıklaması
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Konuşmacı, biraz evvel, konuşmasında, Bezm-i
Âlem Üniversitesinin ve ondan önce kurulan Sabahattin Zaim Üniversitesinin
kuruluşuna ilişkin usule eleştirilerini sundu ve bu eleştirilerine kanıt olarak
da Turgut Özal Üniversitesinin niye öncelikli sıraya alınmadığını belirtti. Ben
şunu açıklamak istiyorum: Gerek dün kurulan Sabahattin Zaim Üniversitesi ve
bugün kurulmakta olan, kurulacak olan ve görüşmelerini yaptığımız Bezm-i Âlem Üniversitesi tamamen İç Tüzük’e ve yasalara
uygun olarak yapılmaktadır. Belirtmek istediğim önemli konu şudur ki: Turgut
Özal Üniversitesi de aynı süreci geçirerek Meclisimiz tarafından
yasalaştırılmıştır ve kurulmuştur.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri
(Devam)
4.- Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/808) (S. Sayısı: 487) (Devam)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, soru-cevap işlemi
gerçekleştireceğiz.
Sayın Işık…
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, dün Sabahattin Zaim Üniversitesinin kuruluşuyla
ilgili görüşmeler sırasında bir soru sormuştum. Adı geçen üniversitenin insan
ve toplum bilimleri fakültesi ile mühendislik ve doğa bilimleri fakültesinin eş
değerlerinin hangi üniversitelerde olduğunu söylediğimde, siz bana, bu insan ve
toplum bilimleri fakültesinin, Koç, Sabancı ve Ardahan üniversitelerinde
olduğunu söylediniz.
Sizi üzmek istemem ama bu üniversitelerde böyle bir fakülte
yoktur. Sadece “fen-edebiyat fakültesi” adı altında insan ve toplum bilimleri
bölümü vardır. Şimdi sorumu tekrarlıyorum: Aynı kararı veren YÖK, bir öğrenci
fakülteden mezun, bir öğrenci bölümden mezun, bunun unvanını nasıl eş değer
yapacak? Bu YÖK Başkanlığı bunları incelerken hiç mi bakmadı? Özellikle bu
konuyu cevaplarsanız memnun olurum. Böyle bir fakülte ismi şu anda Türkiye'nin
hiçbir üniversitesinde yoktur.
İki: Kütahya ili Simav ilçesi fen lisesi kuruluş çalışmaları ne
aşamadadır? Bu konuda bir müjdeli haber verebilecek misiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Işık.
Sayın Akgün…
MEVLÜT AKGÜN (Karaman) – Sayın Başkanım, çok teşekkür ediyorum.
Sayın Bakanım, yıllardır Anadolu’da üniversite kurulması için
bekleyen illerimizi üniversite ile buluşturan Hükûmetimize
ve Millî Eğitim Bakanı olarak şahsınıza teşekkür ediyorum.
Bu kapsamda, Karaman ilimize de Karamanoğlu
Mehmetbey Üniversitesi kurulmuş ve başarılı bir
şekilde büyümesini devam ettirmektedir. Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesine bir mühendislik fakültesi açmayı
düşünüyor musunuz?
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Genç…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Ben yine dünkü o usul meselesiyle ilgili sizi İç Tüzük’e uymaya
davet ediyorum. Bakın, 87’nci maddenin dördüncü fıkrasını okuyoruz:
“Görüşülmekte olan tasarı veya teklife konu kanunun, komisyon metninde
bulunmayan, ancak tasarı veya teklif ile çok yakın ilgisi bulunan bir
maddesinin…” Bir maddesinin… Bakın yani komisyon metninde bulunmayacak o madde
ama ilgili kanunda da, o görüşülmekte olan kanunda da o bir madde bulunacak ve
o maddenin değiştirilmesini isteyen önerge…
Şimdi, Sayın Başkan, İç Tüzük o kadar açık ki, o kadar net ki. Şimdi,
burada görüşülmekte olan, yani ek yapılan 2547 sayılı Kanun. 2547 sayılı
Kanun’da bu getirilen Bezm-i Âlem Üniversitesi ile
ondan önceki üniversiteyle ilgili bir madde yok. Dolayısıyla metin… Bir kanunda
eğer bir maddesi yoksa, o maddenin de ancak değiştirilmesini
isteyebilirsiniz. Onun değiştirilmesi dışında yeni bir madde oraya ilave
edemezsiniz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Otomatik kesti Sayın Genç yani konuşmanızı ben kesmedim.
Tekrar arkadaşlardan sıra kalırsa veririm size söz.
Teşekkür ediyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Peki.
BAŞKAN – Sayın Ağyüz…
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Teşekkür ederim.
Sayın Bakanım, bu altı vakıf üniversitesiyle, devlet, yüksek
eğitimi özelleştiriyor. Üniversite açmakla övünüyorsunuz ama Sayın Başbakan
“Ben, üniversite mezunlarına iş vermek durumunda değilim.” diyor. Siz, öğretmen
açığını kapatmak için öğretmen alamıyorsunuz. Bu branşlaşmada
herhangi bir, sizin ihtiyaç tespitiniz yok mu?
Yine, cevap vermiyorsunuz ama, Gaziantep
sorunuyla niye ilgilenmiyorsunuz? Gaziantep’te millî eğitim SOS veriyor. Okul
eksikliği, derslik eksikliği, öğretmen açığı eksikliği 58 ile 62’nci sırada
geziyor Gaziantep’te. Bu kadar umursamayacak bir şey midir?
Bir de dün geçirdiğimizde, Sayın Başbakan dâhil Hükûmetin iki bakanı da üniversite sahibi oldular. Hayırlı
uğurlu olsun.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ağyüz.
Sayın Yıldız…
SACİD YILDIZ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Şimdi, üniversitelerde ana bilim dalı başkanları, bölüm
başkanları, dekanlar ve rektörler tamamen farklı prosedürlerle
seçilmekte, bunların seçimlerinden sonra iç huzur ve çalışma barışı bozulmakta.
Bunları belli bir düzen içinde, dört yöneticiyi de belli bir düzen içinde
seçtirmek için bir yasa çalışması var mı? Bir bunu soracağım.
İkincisi, bazı üniversiteler eğitim fakültesi kurulmasını
istedikleri hâlde ret cevabı aldıklarını söylemektedirler. Bu doğru mudur?
Oysaki bazı üniversitelerde kolayca eğitim fakültesi kurma izni verilmiştir. Bu
dünden beri görüştüğümüz yasalarda da hep eğitim fakültesi var. Acaba bu doğru
mudur?
Bir üçüncü sorum da üniversite öğretim elemanlarının, öğretim
görevlisi, araştırma görevlisi dâhil hepsinin maaşlarında bir iyileştirme
düşünülmekte midir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yıldız.
Sayın Bakanım, buyurun.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Teşekkür ederim
Sayın Başkanım.
Dünden bu yana, yeni kurulan üniversitelerimize, Millî Eğitim
Komisyonumuzda görüşülüp geçmiş Genel Kurulda yerini almış üniversitelerin
eklenmiş olmasıyla ilgili ciddi bir itiraz var. Bu tekrar tekrar
dile getiriliyor. Hem grup başkan vekilleri hem de diğer izahlara rağmen ben de
kısa bir izahta bulunmak isterim. Bundan önce, haziran ayında…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Okuma yazman varsa 87’nci maddenin dördüncü
fıkrasını bir oku.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Sayın Genç, ben
hukukçuyum, okuduğumu çok iyi anlıyorum ama siz okuduklarınızı manipüle etme
konusunda çok ustasınız.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ustayım tabii.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Bu toplum sizi
dinlediği kadar beni de dinleyecek. Yerinizden müdahale etmekle bir şey
kazanamazsınız. Ben de kendi söyleyeceklerimi söyleyeceğim burada, sizin
söylediğiniz gibi.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ama yanlış şeyler söylüyorsunuz.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Hiçbir şekilde
yanlış bir şey söylemiyorum. Her şeyin en doğrusunu kendinizin bildiği
iddiasını bir kere bir kenara bırakın. Ben de hukukçuyum, okuduğumu çok iyi
anlıyorum. İç Tüzük burada…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Biz çok hukukçu gördük.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – İç Tüzük burada ilk
kez sizinle birlikte uygulanmıyor. Bu Meclisin kendine uygun bir içtihadı ve
uygulama geleneği var.
Haziran ayında, yine vakıf üniversitelerinin kuruluşunu burada
görüşürken, TED Üniversitesiyle Turgut Özal Üniversitesi de birer madde ihdası
oluşturmak şeklinde önergeyle burada teklif edildi ve bu şekilde kuruldu. TED
Üniversitesi de burada hatta muhalefetin de ortak önergesiyle kuruldu.
Dolayısıyla bu Mecliste bu işlemler gerçekleştirildi. Hem İç Tüzük’e uygun hem
de zaten üniversite kuruluşuna ilişkin olarak düzenlediğimiz ve yeni dönemde
özellikle…
Üniversite sınavı gerçekleşiyor ve çok yakın bir tarihte ikinci
aşaması da yapılacak. Üniversite sınavına giren 1,5 milyon gencimiz üniversitede
öğrenim görme talebiyle karşı karşıya ve bu talebin karşılanması konusunda
YÖK’ten, Millî Eğitim Bakanlığından, Bakanlar Kurulundan ve Komisyondan geçmiş,
Genel Kurulun gündemine gelmiş üniversitelerin kuruluşu konusunda ivedi bir
tutum içerisinde olmamızdan daha doğal ne olabilir? Kaldı ki İç Tüzük de zaten
buna uygun ve elverişli. Dolayısıyla biz bugün üniversite öğrenimi görme
talebinde olan gençlerimizin talebini, haklı talebini Hükûmet
olarak yerine getirmeye çalışıyoruz. Siz de muhalefet olarak burada, bunu en
uygun şekilde, İç Tüzük’ün ilgili hükümlerini kendi yorumlarınız çerçevesinde
kullanarak engellemeye çalışıyorsunuz.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Usule uy, usule.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Biz de tabii ki İç
Tüzük’ün, bu anlamda yapacağımız hizmetlere vesile olması konusunda
çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
Şimdi, Sayın Başkanım, çok büyük bir tartışma oluşturacak bir şey
değil. Her şeyden önce ülkemize, yükseköğrenim sistemimize yeni üniversiteler
kazandırmaya çalışıyoruz. Elbette ki yükseköğrenim görme talebi, başlı başına
bir ülkenin yükseköğrenim görmüş nüfusunun sayısının çokluğu, o ülkenin
geleceği açısından da o ülkenin gelişmişliği açısından da önemli göstergeler.
Biz burada bunun çabası içerisindeyiz.
Bir soruda da bu bölümlerin, bu fakültelerin olmadığı söylendi,
insan bilimleri, toplum bilimleri…
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Bölümler var efendim.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Bu bölümler var.
Unvanlar fakültelerden değil bölümlerden veriliyor bildiğiniz gibi. Dolayısıyla
Türkiye’de kurulmuş olan bu bölümler, Ardahan Üniversitesinde “İnsani Bilimler
ve Edebiyat” şeklinde var.
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Fakülte yok.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Fakülte olarak var
Beyefendi. Dolayısıyla, bunlar benim önümde şu anda, liste olarak veriyorum.
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Kanunda böyle bir şey yok.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Şimdi, Sayın Ağyüz’ün sorusu: Gaziantep’le en üst düzeyde ve en yoğun
bir şekilde ilgileniyoruz Sayın Ağyüz. Dolayısıyla Hükûmetimiz eğitim alanında, özellikle sorunlu iller… Ben
bunu kendim de size burada söyledim, defalarca sordunuz. Gaziantep en yüksek
düzeyde ülkemizde göç alan şehirlerin başında geliyor. Dolayısıyla göçle
eğitimin planlanması arasında yaşanan birtakım sıkıntılar olduğunu ifade ettim
ve bu sıkıntıların giderilmesi konusunda en yoğun şekilde Gaziantep’le de
ilgilendiğimizi siz de biliyorsunuz. Dolayısıyla, herhangi bir şekilde ilgisiz
kalmakla suçlanmayı doğrusu büyük bir haksızlık olarak görüyorum.
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Hiçbir gelişme yok Sayın Bakanım.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Galiba sürem bitti
Sayın Başkanım.
Teşekkür ederim.
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Millî Eğitim Müdürü bile atayamıyorsunuz
oraya. Arsa bulamıyorsunuz, arsa!
BAŞKAN – Sacid Hocam, sizin sorunuz
cevaplandı mı?
SACİD YILDIZ (İstanbul) – Hayır, cevaplanmadı.
BAŞKAN – İsterseniz, süre varsa cevaplandıralım.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Yazılı
cevaplandırayım gerisini.
BAŞKAN – Yazılı cevaplandıracaksınız, peki.
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Sayın Başkan, bir açıklamaya müsaade eder misiniz? Yanlış bir anlaşılmayı
düzeltmemiz gerekiyor.
BAŞKAN – Sayın Işık, isterseniz şu işleri bir tamamlayayım, sonra
bir açıklama yaparsınız, olur mu?
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Komisyon toplantımız var yukarıda, oraya gideceğim.
BAŞKAN – Komisyon…
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Sırf bunun için Genel Kurula geldim, komisyon toplantısına çıkacağım.
BAŞKAN – Bakınız, şunun için söyledim: Biraz önce Sayın Genç’in de
konuşması yarım kaldı, ona da Sayın Bakana söz verdiğim için söz veremedim;
biraz beklerseniz, sonrasında size bir fırsat vermeye çalışayım.
Madde üzerinde bir adet önerge vardır, önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 487 sıra sayılı yasa tasarısına eklenen Bezmi Alem Vakıf Üniversitesiyle
ilgili ek maddedeki (c) Eczacılık Fakültesinden ibaresinin teklif metninden
çıkarılmasını arz ederiz.
Turgut
Dibek Kamer
Genç Ali İhsan
Köktürk |
Kırklareli Tunceli Zonguldak |
Mustafa
Vural Sacid Yıldız |
Adana İstanbul |
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Sayın Genç, birinci imza sahibi sizsiniz galiba.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Evet.
BAŞKAN- Sayın Genç, buyurun.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu,
ek bir önergeyle kurulmak istenen Bezm-i Âlem
Üniversitesinde Eczacılık Fakültesini kaldırmak için önerge verdim.
Aslında, tabii, Türkiye’de eczacılar o kadar çok ki, bunların
işleri de yok. Önemli olan üniversite açılırken iş bulabilme imkânı olan
üniversiteleri şey edelim.
Şimdi, biraz önce, Sayın Bakan bana diyor ki: “Ben hukuk fakültesi
mezunuyum ve biz bunları getirdik.”
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Hukukçuyum.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Bakın, kötü emsal emsal
olmaz.
Arkadaşlar, 87’nci maddede, okuması yazması olan, hukuk fakültesi
mezunu değil, ilkokul talebesini getirip şu maddeyi okuyalım: “Görüşülmekte
olan tasarı veya teklife konu kanunun, komisyon metninde bulunmayan -bakın,
burada 2547 sayılı Kanun görüşülüyor, metinde yok- ancak tasarı veya teklif ile
çok yakın ilgisi bulunan bir maddesinin…” Yani bu madde 2547 sayılı Kanun’da
bulunacak, işte, çok yakın ilgisi olacak ve o maddenin değiştirilmesi için
önerge vereceksin; yoksa ki 2547 sayılı Kanun’da olmayan bir madde ihdasına
ilişkin önerge veremezsiniz, ancak onun değiştirilmesini verebilirsiniz. Yani
ilkokul çocuğu, ilkokulu bitirenler bile bunu bilirken “Hukuk fakültesi
mezunuyum ben.” deyip de “Ben bunu biliyorum.” demek kadar ayıplı bir şey var
mı arkadaşlar?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Ayıp sizsiniz!
KAMER GENÇ (Devamla) – Sonra siz bu Bakanlığa otomatik pilot
olarak geldiniz. Yani sizden önceki kişi size devrederken dedi ki: “Biz Millî
Eğitim Bakanlığını otomatik pilota bağladık.” Yani o zaman, zaten konuşma
hakkınız yok. Bakın, biz üniversiteye karşı değiliz sayın milletvekilleri.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Belli oluyor.
KAMER GENÇ (Devamla) – Biz Türkiye’de çağdaş, nitelikli eğitim
yapılmasına karşı değiliz ama bizim karşı olduğumuz, evvela bu Türkiye Büyük
Millet Meclisi bir kurul, yüce bir kurul, burada bir İç Tüzük yapılmış, Sayın
Meclis Başkanının buna müsaade etmemesi lazım. Geçmişte yapılabilir, itiraz da
edilmeyebilir ama geçmişte yapılan kötü bir emsal… İç Tüzük çok açık, müzakere
edilen kanun maddesinde olmasına rağmen -ama komisyon metninde yok- o komisyon
metninde olmayan başka bir maddesini değiştiren bir önerge verebilirsiniz diyor
ama olmayan bir maddeyi siz orada ihdas edemezsiniz. İç Tüzük çok açık. Yani
biz, burada, gelin çalışalım, sağlıklı çalışalım ama siz Meclisi baypas ediyorsunuz,
işte, bazı üniversitelerin kritik durumları dolayısıyla burada gelip de
müzakere edilmesini önlüyorsunuz.
Ben dün burada söyledim, dedim ki: Bunlar tarikat ve cemaat
üniversiteleridir.
ÖMER FARUK ÖZ (Malatya) – Ne tarikatı ya! Hepsi
vakıf üniversitesi.
KAMER GENÇ (Devamla) – Bunları niye böyle getirip de buradan hemen
geçiriyorsunuz, müzakeresiz? Çünkü buraya hazinenin çok kıymetli arsalarını
vereceksiniz; çünkü tarikatlar kuvvetli, devleti yöneten tarikatlar,
İktidarınızı yöneten tarikatlar. Dolayısıyla bunlara en kıymetli arazileri
vereceksiniz, en kıymetli yerleri vereceksiniz, yine bunlara vergi muafiyetini
getireceksiniz, gümrük muafiyetini getireceksiniz, gelir vergisi muafiyetini
getireceksiniz ve burada bunlar çok büyük devlet kaynaklarından yararlanacak;
ondan sonra da o imkânları aldıktan sonra devletin kesesinden zengin olacaklar
arkadaşlarım.
İşte, Koç ve Sabancı üniversiteleri buraya geldiği zaman ben
çıktım karşılarına konuştum. O zaman çok kıymetli orman arazileri bunlara
bağışlanmıştı. Ben burada çıktım konuştum, birileri çıktı bunlardan benim
aleyhime 25 milyar tazminat davası açtı. Yani onlara da karşı çıktık.
Onun için, arkadaşlar, getirilen bu teklifler maalesef Türkiye'nin
gerçeklerine uymuyor. Belirli bir tarikat ve cemaat mensuplarına devletin
kaynaklarını kanalize etmek için getiriliyor bunlar.
Ayrıca dün burada soru sorduk. Sayın Bakan diyor ki: “Efendim, bu suistimallerle ilgili konuları getirip Meclisin gündemini
meşgul ediyorsunuz.” Yahu, değerli milletvekilleri, memleket ekonomik yönden
batmış. Batmasının nedeni de iktidarda bulunan partinin devleti talan
etmesinden kaynaklanıyor. Biz diyoruz ki: “Bu basılan kitapları kimlere
bastırdınız? Hangi firmalara bastırdınız?” Ondan sonra, “Kimlere bastırdıysanız
bunun hesabını verin.” “Kamu İhale Kanunu’na göre yaptık.” diyor. Kamu İhale
Kanunu’nu kuşa çevirdiniz. Nasıl çevirdiniz, biliyor musunuz? 4734 sayılı Kamu
İhale Kanunu’nda yönetmelikle bir değişiklik yapmışsınız. Ne diyorsunuz? 2007
yılında yönetmelikle bir değişiklik yapıyorlar, diyorlar ki: “Kamuda yapılan
ihalede bir suistimal varsa ona itiraz edilirse; bir,
ya itirazı reddedecek Kamu İhale Kurumu; iki, eğer ihalede usulsüzlükler tespit
edilmişse, o usulsüzlükleri tespit edeceksin, ilgili ihale makamına
bildireceksin.” E, ne oldu? İlgili ihale makamına bildirdik.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Devamla) – Yine bir yönetmelik değişikliği yapmışlar.
Onda da “Eğer yapılan ihale sözleşmesi noter tarafından imzalanmışsa artık ona
itiraz edilmez.” diyor. Yahu, böyle bir şey olur mu arkadaşlar? Kamu İhale
Kurumunun elini kolunu bağlıyorsunuz. Diyorsunuz ki: “Arkadaşlar, iptal
edemezsin.” E, niye kurdun onu o zaman? Kurmanın bir gereği var mı? Efendim,
ondan sonra itiraz ediyorsun, Kamu İhale Kurumuna gidiyor, onu aralarında,
gidiyor idarede sözleşme yapıyor, diyor ki: “Artık bunu iptal edemezsin.” Yahu,
beyler, bakın, yani hepimizin okuma yazması var, hepimizde vicdan var, hepimiz
bu memleketin insanlarıyız. Bu memleketin kaynakları 3-5 hırsıza, 3-5 yandaşa
böyle tarumar edilebilir mi? Bunlara peşkeş çektirilebilir mi? Bunları
söylediğimiz zaman, bizden önce sizin bunlara sahip çıkmanız lazım. Yahu,
dürüst milletvekilleri olarak “Yahu arkadaş, benim içinde bulunduğum iktidar bu
kadar soygun yapamaz, bu kadar talan yapamaz, bu kadar devletin mallarını
çalamaz.” demesi lazım. Bunu sizin demeniz lazım, biz demeden önce sizin
kendinizi aklamanız lazım. Biz söylediğimiz zaman bize tepki gösteriyorsunuz.
Böyle bir anlayış olmaz! Böyle bir anlayış, insanlığa da, vicdana da sığmaz,
Allah korkusuna da sığmaz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KAMER GENÇ (Devamla) – Bunlar böyle olmaz arkadaşlar. (CHP
sıralarından alkışlar)
Karar yeter sayısı istiyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Tamam.
Sayın milletvekilleri, önergeyi oylarınıza sunacağım ve karar
yeter sayısını arayacağım.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Arkadaşlar, kâtip üyeler arasında ihtilaf var, oylamayı elektronik
cihazla yapacağım.
İki dakika süre veriyorum ve oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Saygıdeğer milletvekilleri, pusula gönderen
arkadaşlarımın isimlerini okuyacağım.
Sayın Güney? Burada.
Sayın Koç? Burada.
Sayın Ayalan? Burada.
Karar yeter sayısı vardır. Önerge kabul edilmemiştir.
Ek madde 124’ü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, şimdi çerçeve 1’inci maddeyi bağlı ek
maddelerle birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Tasarıya bir geçici madde ilavesine ilişkin bir adet önerge
vardır.
Önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
487 Sıra Sayılı Kanun Tasarısına 1 inci maddeden sonra gelmek
üzere aşağıdaki geçici maddenin eklenmesini öneririz.
Mustafa
Elitaş Nurettin
Canikli Veysi Kaynak |
Kayseri Giresun Kahramanmaraş |
Yılmaz
Tunç İkram Dinçer |
Bartın Van |
Geçici Madde 1.- Bezm-i ÂlemValide Sultan Vakıf Gureba
Hastanesi faaliyetlerini, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en geç
altıncı ayın sonuca kadar bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önceki statüsü
ile devam ettirir.
Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce Vakıflar Genel
Müdürlüğünün kadrosunda olup söz konusu Hastanede çalışan personelin statüsü,
en geç birinci fıkradaki sürenin sonuna kadar korunur. Bunlardan;
a) Akademik unvana sahip olanlar ile tıpta uzmanlık öğrenimi
görenlerin, talepleri halinde birinci fıkrada belirtilen sürenin sonuna kadar
ilgili mevzuat hükümlerine göre söz konusu Üniversiteye ataması yapılabilir.
b) Tıpta uzmanlık öğrencisi olmayan ve akademik unvana sahip
bulunmayan diğer personel, talepleri halinde birinci fıkrada belirtilen sürenin
sonuna kadar, söz konusu Üniversite ile 4857 sayılı İş Kanunu hükümlerine göre
sözleşme imzalayarak istihdam edilebilir.
c) Sağlık hizmetleri ve yardımcı sağlık hizmetleri ile
yardımcı hizmetler sınıfındaki personel, söz konusu Üniversitede istihdam
edilmek istemedikleri ya da ataması yapılarak veya sözleşme imzalanarak anılan
Üniversitede istihdam edilmedikleri takdirde, kazanılmış hak aylık derecelerine
uygun olarak Sağlık Bakanlığına, diğer personel ise Vakıflar Genel Müdürlüğünce
merkez ve taşra teşkilatında ihtiyaç bulunan birimlere naklen atanırlar.
Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte 190 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamenin eki (I) sayılı cetvelin Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait
bölümünde yer alan ve söz konusu Hastaneye tahsis edilmiş kadrolarda bulunan
personelden, söz konusu Üniversitede çalışmak isteyenlere ait kadrolar ile boş
bulunan kadrolar ve Baştabip, Baştabip Yardımcısı, Klinik Şefi, Klinik Şef
Yardımcısı, Hastane Müdürü, Hastane Müdür Yardımcısı, Sivil Savunma Uzmanı ve
Saymanlık Müdürü kadroları, birinci fıkrada belirtilen sürenin sonunda iptal
edilerek kadro cetvellerinden çıkarılmış sayılır Bu tarihten itibaren, ikinci
fıkranın (a) ve (b) bentleri saklı kalmak kaydıyla, bu fıkrada unvanları
sayılan personel, en geç bir ay içinde kazanılmış hak aylık derecelerine uygun
kadrolara atanmak üzere, dolu kadrolarda bulunan sağlık hizmetleri ve yardımcı
sağlık hizmetleri ile yardımcı hizmetler sınıfındaki personel ise bulundukları
kadrolarıyla birlikte Sağlık Bakanlığına devredilir. Devredilen kadrolar 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (I)
sayılı cetvelin Sağlık Bakanlığına ait bölümüne eklenmiş sayılır.
Üçüncü fıkrada unvanları sayılan personel, kadrolarının iptal
edildiği tarih ile atama işlemleri yapılıncaya kadar geçen sürede durumlarına
uygun işlerde görevlendirilirler. Bu süre içerisinde
ilgililer, 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 67 nci
maddesinin son fıkrasında öngörülen fazla çalışma ücreti ve 5737 sayılı
Vakıflar Kanunu’nun 72 nci maddesinin birinci
fıkrasında yer alan ödeme ile nöbet ücreti hariç olmak üzere, eski kadrolarına
bağlı olarak en son ayda almakta oldukları aylık, ek gösterge, her türlü zam ve
tazminatlarıyla diğer malî haklarından ve görevlendirildikleri yerlerdeki
fiilen görev yaptıkları emsali kadroya ilişkin döner sermaye ödemesinden
yararlanır. Bu personelin Vakıflar Genel Müdürlüğündeki önceki kadrolarına bağlı
olarak, 5737 sayılı Kanunun 67 nci maddesinin son
fıkrasında öngörülen fazla çalışma ücreti ve 5737 sayılı Kanunun 72 nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan ödeme ile nöbet
ücreti hariç olmak üzere, en son ayda almakta oldukları aylık, ek gösterge, her
türlü zam ve tazminatlar ile diğer malî hakları toplam net tutarının,
atandıkları yeni kadroların, nöbet ücreti ve döner sermayeden yapılan ek ödeme
hariç olmak üzere, aylık, ek gösterge, her türlü zam ve tazminatlar ile diğer
her türlü malî hakları toplam net tutarından fazla olması halinde, aradaki fark
tutarı, atandıkları kadrolarda kaldıkları sürece, farklılık giderilinceye kadar
herhangi bir vergi ve kesintiye tâbi tutulmaksızın ayrıca tazminat olarak
ödenir.
Bu maddenin uygulanmasında ortaya çıkabilecek tereddütleri
gidermeye ve uygulama esaslarını belirlemeye Başbakanlık yetkilidir."
BAŞKAN – Sayın Komisyon, önergeye katılıyor musunuz?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılıyoruz efendim.
BAŞKAN – Hükûmet?
MİLLİ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Katılıyoruz Sayın
Başkan.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, katılamaz, çoğunluğu yok.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Geçici madde efendim, katılırım.
BAŞKAN – Takdire bırakır efendim, takdire.
ENGİN ALTAY (Sinop) – Hocam, katılamazsınız. Usul hatası yapmayın
Başkan.
BAŞKAN – Sayın Elitaş, gerekçeyi mi
okutayım?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Gerekçeyi okutun efendim.
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Personele ilişkin geçiş hükümleri düzenlenmektedir.
BAŞKAN – Efendim, Hükûmetin katıldığı
önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
2’nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN – Madde üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Muş
Milletvekili Sırrı Sakık.
Sayın Sakık, buyurun efendim. (BDP
sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Aslında, bizim bu konudaki tavrımız açık, net. Yani kurulacak
üniversitelere karşı bir duruşumuz falan yok ama eğitimin çok adil olması
gerekir. Sadece böyle parasal düzeyde bir eğitimin bu ülkeyi nereye kadar
götürdüğünü hep birlikte gördük.
Şimdi, bütün Parlamentodan, Sayın Bakanımdan da özür dileyerek,
Meclis Başkan Vekilimizden de özür dileyerek ben bir başka konuyla ilgili…
Aslında, bu, benim tercihim değildi ama keşke diğer milletvekili arkadaşlarımız
da kendi aralarında sohbet etmektense bunu dinlemelerini istiyorum, sizden rica
ediyorum.
Sevgili arkadaşlar…
BAŞKAN – Sayın Sakık, durun, ricanızı
ben bir yerine getireyim.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, bakınız, konuşan Hatip
dinlemenizi rica ediyor. Ya başka şekilde konuşun başka mekânlarda yahut da
dinleyin.
Buyurun.
SIRRI SAKIK (Devamla) – Şair diyor ki: “Her köşe başında benden
kimlik soruyorlar, ben yaramı açıp gösteriyorum.” Buraya her konuda
düşüncelerimizi açıklamaya geldiğimizde biz de yaralarımızı size gösteriyoruz.
Fiziksel olarak saldırıya maruz kalıyoruz, bu çok önemli değil. Cumhuriyetin
kuruluşundan bugüne kadar hep bu yaralarla yaralandık. Yaralarımız kâh
kanatılıyor ama ruhumuza yönelik de saldırılar başlayınca artık tahammüllerimiz
bir noktaya kadar.
Ben üç yıl önce sevgili eşimi kaybettim. Burada oturduk konuştuk,
bütün aile büyüklerim, mücadele arkadaşlarım -bizim doğduğumuz topraklar, orada
doğduk ama Ankara’da yaşıyoruz, burada doyuyoruz, burada siyaset yapıyoruz, bu
ülke hepimizin- birlikte eşimi burada defnetme kararı aldık. O gün müracaat
ettik. Gölbaşı yanı başımızda. Bu Gölbaşı, bulunduğum,
oturduğum yere de çok yakındır. Hepimiz inançlı insanlarız. Gideriz sabahleyin
bir “Günaydın” deriz, bir Fatiha okuruz, gecenin geç saatlerinde gideriz sohbet
ederiz. O duygularla eşimi Gölbaşı’nda defnetme kararı aldık ve müracaat ettik.
O dönem Adalet ve Kalkınma Partisinin Belediye Başkanı tarafından bizim
taleplerimiz uygun görülmedi ama bir bakan arkadaşımız devreye girdi, eşimi
oraya defnettik. Ama üç yıldır orada bu defin işlemiyle ilgili bir tartışma
var. Ölülerimiz üzerinden siyaset yapılıyor. Ve kısa bir süre sonra yine ablamı
da kaybedince, ablamı da yanı başına defnetmek için dönemin belediye başkanını
aradık, bize defin için yer vermedi. Yine bir grup milletvekili ve bakanlar
devreye girdiler, buna rağmen ablamı eşimin yanına defnedemedim. Sürekli
kardeşlikten bahseden bu ülkenin aktörleri… Ve sonradan anladık ki orada
Milliyetçi Hareket Partisi ile Adalet ve Kalkınma Partisi arasında bu bir
kavgaya dönüşmüş ve benim eşimin oraya defnedilmesi “Bir teröristin cenazesi
Gölbaşı’na defnedildi...” Bu sözler Milliyetçi Hareket Partisinin Gölbaşı
Belediye Meclis Üyesinin sözleri, bu sözler Gölbaşı Spor Kulübünün Başkanı olan
birinin sözleri. Biz bu sözlere yabancı değiliz. Biz ne olup bittiğini
biliyoruz, onun için “Kandan, şiddetten hep beslenenler.” derken işte bundan
bahsediyoruz. Eğer ölülerimizi yan yana gömemeyeceksek, eğer dilimize saygı
gösteremeyeceksek, eğer bu partinin bir aktörü çıkıp televizyonlarda “Camilerde
Kürtçe hutbe okunuyor da Türkler gitmiyor.” diyorsa burada felaket bir şey var.
Aynı dili konuşmayabiliriz, ama aynı Tanrı’ya tapıyoruz, aynı duaları farklı
dillerle konuşuyoruz. Bu dillere niye bu kadar düşmanca tavır, neden bu ölülere
bu kadar düşmanca tavır? Bunu anladık, biliyoruz, geçmişte de kalkıp bize
küfrettiniz, hakaret ettiniz, ama edepliyiz, ama terbiyeliyiz, o dille size
cevap vermedik. Korkuyor muyuz? Asla, asla korkmayız ama o dili kullanmadık,
bize karşı bu dilleri kullanmayınız. Bu, doğru bir siyaset tarzı değil. Ülkeyi
geriyorsunuz. Ülkeyi gerdiğiniz için bu şiddetten beslenen birimler durumdan
vazife çıkarıyor, Samsun’da saldırıya maruz kalıyoruz. Samsun’daki bireysel bir
saldırı değil, Samsun’daki saldırı Türkiye’de Kürt-Türk çatışmasını körüklemek
isteyen güçlerin bir saldırısıdır. Bu saldırı, bunun arkasında kimler varsa
ortaya çıkmalıdır.
Bakın, Avustralya’da Aborjinler, yerli
bir halk var. O halkın kendilerini doğa kanunlarıyla, yani yasaları ve
anayasaları doğa kanunlarıdır. Yerleri yurtları yollardır ve bu insanlar
timsahlarla aynı suda yıkanmayı becerebiliyor ve bu insanlar timsahlarla
yıkanırken aynı suda terden, kokudan ve o duygudan bağ oluşturabiliyor, ama
benim ülkemde biz insanlar hâlen bağ oluşturamıyorsak, hâlen ölüm üzerinden
siyaset yapmak istiyorsak bu ülkeye yapılabilecek en büyük hakaret ve en büyük
zulümdür.
Onun için, bütün partiler ve siyasi aktörler, rica ediyorum, kanlı
ve kirli dili unutalım. Yani gerçekten bu ülkede bir birlik ruhunu
oluşturacaksak, gerçekten geleceğimizi birlikte inşa edeceksek biz bu dili terk
etmeliyiz. Bu dildir ki Samsun’da insanları bizim üzerimize saldırtandır, bu
dildir ki Van’da Cumhuriyet Halk Partisine saldırılar oldu. Bu, yarın başka bir
yerde de olabilir. Eğer siyaset sokakta bu şekilde, kontrolsüz bir şekilde
cereyan ederse hepimiz çok acı dolu yıllar yaşarız ve geçmişimizde, tarihimizde
çok acı dolu günlerimiz var. Hepimizi yaralayan ve hâlen uluslararası arenada
karşımıza çıkan o yaralarımızı sarmamız gerekirken yeniden yaralar açmak bu
ülkeyi gerçekten böler, bu ülkeyi parçalar.
İşte, o olay oldu, hemen sonrası Yaşar Kemal aradı. “İşte, budur
ülkeyi bölecek, bu dildir ki ülkeyi bölecek, bu yumruktur ülkeyi bölecek.” Bu
yumruk, emin olunuz ki örgütlüdür. Biz bu yumrukları tanırız. Bu yumruklar, bu
bereleri biliriz, bu şapkaları tanırız. Açın bakın, geçmişin yani Türkiye'nin o
geçmişteki silahlarını alın bakın, tetikte, namluda kimlerin izi vardır, ta, o
yumruklar oraya kadar gider.
Onun için, yumruk nereden gelirse gelsin -ister Baykal’a ister
Bahçeli’ye ister Sayın Erdoğan’a veyahut da Sayın Türk’e- biz her yumruğun
karşısındayız.
Onun için, ben buradan tekrar, bu süre içerisinde, biz yoldayken
buraya kadar duyarlılık gösteren bütün Türkiye halkına teşekkür ediyorum.
Trabzon’dan Rize’ye kadar, İzmir’den Şırnak’a kadar, Muş’a kadar, Türkiye halkı
büyük bir duyarlılık gösterdi, şiddete karşı bir barikat oluşturdu. Onun için,
siyasi aktörler bu halka layık ve uygun politikalar üretmelidir, bu halkın
taleplerine uygun barış köprüleri oluşturmalıdır.
Ben diliyorum, umuyorum ki Sayın Türk’e atılan o yumruk, bize o
saldırı, bu ülkede barış köprüsünü oluşturur, halklar arasındaki köprüye hizmet
eder. Zaten Sayın Türk’ün de hem yaralı olduğu saatte çıkıp yaptığı açıklama
-yanı başındaydık- buna uygun bir açıklamaydı hem de dün hastaneden çıkarken
mücadele arkadaşlarıyla birlikte yaptığı açıklama bu doğrultudaydı. Hepimiz onu
örnek alarak buna uygun adımlar atmalıyız. Bunu becerebilirsek emin olunuz ki
barışı yakalama şansımız var. Çünkü biz Samsun’da şunu gördük: Gece
konakladığımız yerde, yemek yediğimiz her…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Sakık.
SIRRI SAKIK (Devamla) – Teşekkürler.
…restoranlarda olağanüstü konukseverliğin evrensel yasalarını
gördük, halklar arasında bir husumetin, bir kinin olmadığını gördük. Bu bizi
sevindirdi ve hatta sabahleyin bizi uğurlarken bu mekân sahipleri bize dönüp
sordular, “Gelin, ne olur gelin birlikte burada halkların kardeşliğini
yükseltelim.” Ama, biz orada saldırıya uğradık. Bu
saldırı Samsun halkını veyahut da Karadeniz halkını saldırının içerisinde
gösterecek bir davranış değildir. Onun için buradan Samsunlulara teşekkür
ediyorum.
Tekrar, Türkiye’de sağduyu sahibi olan ve bu konuda bütün
duyarlılığıyla barışın etrafında bir barikat oluşturan bütün barışseverlere
teşekkür ediyorum. Sizlere de selam ve saygılar sunuyorum. (BDP, AKP, CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Sakık.
Biz de bu vesileyle, eşinize ve ablanıza tekrar Allahtan rahmet,
sizlere de başsağlığı diliyoruz.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, şimdi Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Oğuz Oyan konuşacaklar. (CHP
sıralarından alkışlar)
Buyurun efendim.
CHP GRUBU ADINA OĞUZ OYAN (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
dört vakıf üniversitesi kurulması üzerine karşımıza gelen bir tasarı, nur topu
gibi iki tane ilave vakıf üniversitesi yavrulayarak altıya çıkmış bulunuyor.
Böylece nurlu üniversitemizin sayısında en azından altı tane artışımız oluyor.
Değerli arkadaşlarım, bu üniversite kurma meselesi, özellikle de
bugün burada kurduğumuz bazı üniversitelerin niteliği, bunları vakfedenlerin
amacı açısından bakıldığında galiba bu vakıfları kuranların kemiklerini
sızlatacak nitelikte. Yani özellikle Fatih Üniversitesi ile Bezm-i
Âlem Üniversitesi için bu söylediklerimi daha fazla vurgulamak istiyorum. Yani
düşünün ki Fatih Sultan Mehmet kendi sağlığında vakıf ve mülk arazilere karşı
bir mücadele içine girmiş, ömrünün son yıllarında mirî araziden koparılıp…
Biliyorsunuz, mirî arazi devlet mülkü sayıldığı için vakfedilemiyor,
vakfedebilmek için şahsi mülkiyet olması gerekir. Ne yapılıyordu, o zamanki bu
işin arkadan dolanma yöntemi neydi? Önce bir temliknameyle, bir izinle mirî
arazi mülk araziye geçiriliyor, arkasından da mülk arazi vakfediliyor ve
böylece evlatlık vakıflar türüyordu. Fatih’in ölümünden birkaç yıl önce bu
konuyla mücadelesi söz konusudur. Ne yaptı? Sayıları çok artmış olan bu mülk ve
vakıf arazileri mirî sisteme katmak için düğmeye bastı ve İstanbul’u fetheden
yani Bizans’ı ya da Doğu Roma’yı sona erdiren hükümdarın gücü, o içerideki
büyük mülklere vakıf ya da başka sıfatlar altında el koymuş olanların
gazabından kurtulmaya yetmedi. Büyük olasılıkla bir suikasta kurban giderek
1481 yılında vefat etti.
Şimdi Fatih Sultan Mehmet’in kemiklerini sızlatırcasına burada ne
yapıyoruz? Bu vakıf üniversitesi ticari amaçla kurulan, ticari amacı içinde
olan, paralı eğitim yapacak olan bir üniversiteye, vakıf üniversitesine
dönüştürüyoruz. Yani burada, herhâlde, ölümünden sonra bile kemiklerini
sızlatacak bir durum yaratıyoruz.
Gelelim Bezm-i Âlem Vakfına. Bezm-i Âlem Vakfı, işte, yüz elli yıl önce, yüz altmış yıl
önce, hatta yüz altmış yedi yıl önce kurulmuş bir vakıf. Vakfedenler burada
garip gurebâya yönelik bir şey yapmak istemişler.
Garip gurebâya yönelik yani, işte, yoksullara aş veya
sağlık hizmeti sunsun diye bunu yapmışlar, bunu kurmuşlar. Peki
şimdi ne yapıyoruz? Dün burada Sacid Bey çok güzel
anlattı bunu ama tabii kimse dinlemiyor, yani kimsenin umurunda değil! Umurunda
değil çünkü burada din, iman, para bir araya gelmiş durumda, bu bir araya
gelince patlayıcı bir şeyler oluşuyor! 330 dönümlük arazinin 230 dönümünü
alışveriş merkezine çevirin, yani bugünkü şeyin yoksullara, gariplere, gurebâya yönelik olması gereken bir kurumu böylece orada
asli amacından uzaklaştırın. Yani bu mudur acaba sosyal adalet dediğimiz şey,
bu mudur sosyal devlet ve bu mudur hukuk? Bu mudur hukuk çünkü bu vakfedenlerin
bir kere vakfetme amacı içinde bir yüksek eğitim kurumu kurmak yok, bir. Yani
ikincisi, bu arazinin kendi kullanım amaçları dışında kullanılabilecek olması
daha önce de gündeme gelmiş, örneğin 1989’da YÖK bu konuda kararını geri
çekmiş, hâlen Danıştayda süren üç tane dava var ve
burada bir el koyma yöntemi. Üstelik bu Vakıf Gureba
Hastanesini de zaten amacının dışında on yıldır kullanıyoruz -yedi yıl SSK ve
Sağlık Bakanlığı, üç yıl da Vakıflar Genel Müdürlüğü- yeşil kartlıların
giremediği bir gurebâ hastanesi hâline getirmişiz
burayı. Yani mevcutları içinde bile çok farklı bir noktaya getirmiş ve aslında,
bu hastanenin kendisini de yoksullaştırmışız, kendisini yeterli sağlık hizmeti
veremez duruma da getirmişiz. Şimdi, buradan, acaba bir rant
amaçlı neler yapılabilir, bunun derdindeyiz. Bu, gerçekten yakışmayan bir şeydir.
Mecliste bu konunun geçecek görünmesi de yakışmayan bir durumdur. Biz buradan
gene de -can çıkmadan umut çıkmaz. Biz umudumuzu kaybetmedik- en azından
vicdanlarınıza seslenmeye çalışıyoruz. Yanlış yapıyorsunuz. Bu yanlıştan dönmek
için hâlâ önünüzde birkaç dakika var!
Değerli arkadaşlarım, bakın, size bu vakıf üniversitesi konusunda
YÖK Başkanının bir açıklamasını okuyayım. Kendisinin 23 Şubat 2010’da bir
açıklaması var. Akademisyenler Birliğinin düzenlediği Üniversite Bilim
Sempozyumunda konuşması var. Diyor ki Sayın Özcan, vakıf üniversiteleri
arasında rekabetin çok artacağına dikkat çekiyor ve şunu söylüyor: “Maalesef
çok isteyerek ve sevinç ile açmamıza rağmen üç beş yıl sonra kapanma gibi bir
durum ile karşı karşıya gelebilecekler. Bir şekilde bu yıldan sonra vakıf
üniversiteleri açımında da frene basmamız gerekiyor. Bu projeksiyonlarla
daha fazlasını yapmak bile bile hata işlemek olur. O
yüzden bu konuda da ülkece dikkatli olmamız gerektiğine inanıyorum.” Millî
Eğitim Bakanı orada. Herhâlde YÖK Başkanı yoksa da temsilcileri orada.
Şimdi, tabii, YÖK Başkanı aslında çizgiyi aşmış. O bir icra
memuru. İcra memuru olduğu için orada. Onun ötesinde bir söz söylemeye hakkı
var mı? Yok ama arada işte kendi vicdanını kurtarmaya
çalışıyor herhâlde! Yani orada bir emir kulu o. Bunu bilmeyecek olan herhâlde
kimse yok aramızda. Frene basma kararını o veremez ama bu frene ne zaman
basılır? Bu sene mi basılır, başka zaman mı basılır? Vakıf üniversitesi sayısı
şu an 51’e çıkıyor, devlet üniversitesi sayısı 95. Bu 95’e eşitlenince mi frene
basılır yoksa onu ikiye katlayınca mı frene basılır, onu bilemeyiz. Ama bunu
herhâlde YÖK Başkanı da bilemez çünkü ne yazık ki o bir icra memurundan
ibarettir.
Değerli arkadaşlarım, burada üniversitelerin sorunlarını esas
itibarıyla bu vesileyle tartışmamız gerekiyor. Tartışıyoruz da, belki bir
sonraki maddede de tekrar ben geleceğim ve tartışacağız. Ama galiba birkaç
konuya, bu sorunların, en azından şimdiki konuşmamda değinerek devam edeyim.
Türkiye’de ülke gereksinimleriyle, ekonominin ihtiyaçlarıyla,
ekonominin gelişmişlik düzeyi ile bu kurulan üniversiteler ve Türkiye’deki
yükseköğretim politikası arasında bir uyumsuzluk var. Yani gerek YÖK Başkanı
gerek burada konuşan iktidar partisi milletvekilleri, sadece bir sayısal
artıştan söz ediyorlar. Gerek devlet üniversitesi gerekse vakıf üniversiteleri,
bu sayısal artışla hiçbir şeyi çözemezsiniz. Dolayısıyla bir kere, öncelikle
bir hedef yoksunluğu vardır. Bu hedef yoksunluğunu aşmak lazım. Hedef ve amaç sığlığından Türkiye’nin kurtarılması lazım. Türkiye’nin
bir eğitim politikasına ihtiyacı var ve olmayan şey de bu.
İkincisi: Sorun alanı olarak yükseköğretimle ilgili, hem öğrenci
hem öğretim üyesi kalitesi sorunu var. Öğrenci sorunu var. Öğrenci sorunu
sadece sayısal bir sorun değil, sadece yığılma değil; öğrencinin eğitim
niteliği, hem üniversiteye girerken niteliği düşük hem üniversiteden mezun
olurken düşük, genel olarak tabii. Bazı üniversiteler daha iyi diğerlerine
kıyasla, ayrı mesela ama genele baktığınız zaman hem girişte, yani ortaöğretimden
gelen öğrencinin niteliği düşük hem de mezun ettiğimiz öğrencinin niteliği
düşük. Bunu çözemezseniz, öğrenci kalitesini çözemezseniz üniversite neye
yarar?
Tabii, öğrenci kalitesini çözmek için öğretim üyesi kalitesini
çözmek lazım. Öğrencilere, şimdiye kadar olduğundan çok daha iyi barınma
koşullarını sağlamak lazım, çok daha iyi burs koşullarını sağlamak lazım.
Öğrencilere, özgür bir ortam içinde teneffüs etmeyi, özgür bir ortam içinde
solumayı, özgür ortam içinde üniversitede tartışmayı, onların orada sadece
edilgen bir alıcı değil, aynı zamanda aktif bir katılımcı olduklarını ders
süreçlerine, araştırma süreçlerine, hissettirmek lazım. Ancak ve ancak böyle
yapabildiğiniz zaman gelişmiş ülke üniversiteleriyle rekabet edebilir -en
azından, kısmen- bir duruma gelirsiniz.
Tabii, bu ortamı, üniversiter ortamı
özgürleştirmek, tabii bunu her ilde, her Anadolu ilinde yapabilir misiniz? Bu
da ayrı bir meseledir tabii. Yani üniversitenin, oradaki eşrafın, oradaki
cemaatin, oradaki birtakım cemaatlerin etkisi altına girdiği bir alanda siz
üniversiteyi özgürleştirememişken öğrenci özgürleşebilir mi? Öğretim üyesi
özgürleşememişken, öğretim üyeleri kendi aralarında tartışma yapamazken,
öğretim üyeleri arasındaki hiyerarşi aşılamazken, üniversite yönetimi bir
hiyerarşik yapının dışına çıkamazken…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Oyan, konuşmanızı tamamlayınız.
OĞUZ OYAN (Devamla) – …ne öğrencisi ne öğretim elemanı -yardımcı-
üniversite yönetimine katılamazken, böyle bir dokudan özgür bir bilimsel
gelişmeyi bekleyebilir misiniz? Buradan olsa olsa az
gelişmiş ülkeye uygun, az gelişmiş kafalar üretirsiniz ve böylece de olduğunuz
yerde patinaj yaparsınız.
İlginiz için teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Oyan.
Sayın milletvekilleri, birleşime on beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 16.03
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 16.25
BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat
PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu),
Gülşen ORHAN (Van)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
87’nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
487 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine devam ediyoruz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Sayın Başkanım, bir söz talebiniz vardı, size söz veriyorum.
Komisyon adına, Komisyon Başkanı Sayın Mehmet Sağlam. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım;
aşağı yukarı 3’üncü gündür altıya yakın vakıf üniversitesinin kurulmasıyla
ilgili konularda tartıştık ve aşağı yukarı sonuna geldik.
Şimdi, ilk önce şunu söylemek istiyorum: Birçok arkadaşımız haklı
eleştirilerde bulundu “Neden yeni üniversiteler kuruyorsunuz? Neden bu kadar
acele yapıyorsunuz?” diye.
Dünya ne yapıyor? Dünyaya bakıyorsunuz, aşağı yukarı 20’nci
yüzyılın başında çok düşük düzeyde çağ nüfusunu yükseköğretimden geçiren
ülkeler birdenbire İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bundan vazgeçmişler, daha
doğrusu elit eğitimden kitle eğitimine geçmişler. 1970’lerde, 1980’lerde, aşağı
yukarı, asrın başına göre 5 misli, 10 misli artmış yükseköğretimdeki çağ
nüfusunun eğitilmesinin oranı. Amerika’da bile yüzde 4 asrın başında. Hâlbuki
geçen yıl Macaristan çağ nüfusunun yüzde 50’sini yükseköğretimden geçirmek
üzere kendisine hedef koyuyor. 1960’larda aşağı yukarı bizimle eşit olan Kore
yüzde 80’lere gelmiş. Bunun yüzde 55’i de dört yıllık örgün lisans eğitimi
mezunu.
Dolayısıyla dünyada artık, insan gücü planlamasına dayanan,
“Devletin ne kadar ihtiyacı var, ekonominin ne kadar ihtiyacı var?” meselesini
ilk defa Japonlar terk ettiler, dediler ki: “Nüfusun ne kadarını okutursanız o
kadar yarar sağlarsınız, ne kadarını çok uzun dönem okutursanız o kadar yararlı
vatandaşlar elde edersiniz; en az, sokağa daha az tükürür, daha sorumlu
vatandaş olur, yeni girişimlerde bulunur, yalnız işe kadro yapmaz, kadro
yaratır.” Toplumlar böyle geliyor, inovasyon böyle oluyor, yenilikler böyle oluyor.
Şimdi, neresinden bakarsanız bakın, Türkiye’nin bugünkü
yükseköğretimdeki lisans düzeyindeki örgün eğitim çağ nüfusunu okutma oranı
yüzde 20’ler civarında. Şimdi, “Yüzde 34’e, 44’e yaklaşıyoruz.” sözlerinin
altında yatan şu: Bunun üçte 1’i meslek yüksek okullarında, üçte 1’i açık
öğretimde. Dünyanın konuştuğu, lisans düzeyindeki dört yıllık üniversiter, formasyon veren
eğitim. Öyleyse, neresinden bakarsanız bakın, azami kapasitede çalıştığına göre
üniversiteler, yeni kapasite yaratmanın yolu yeni üniversiteler açmak.
Dolayısıyla, bu yol yanlış yol değil.
Çok değerli arkadaşlarımız çok değerli eleştirilerde bulundular,
hepsine teşekkür ediyorum ama şu nokta doğru: Yeni kapasite yaratmak
zorundasınız çünkü bir yükseköğretim talebi var. İşte 1,5 milyon genç sınava
girdi, “Okumak istiyoruz.” diyorlar, e bunlara kapasite yaratabilmeniz için, ne
kadar mümkünse o kadar zorlamışsınız mevcut yükseköğretim kurumlarınızı, yeni
yükseköğretim kurumlarına ihtiyaç var. İşte açılıyor.
Ha arkadaşlarımız diyor ki öteden beri, vaktiyle liseler açılırken
“Bir müdür bir mühür, burada lise mi olur?” eleştirileri vardı. Onun gibi bugün
de “Bu yeni üniversiteler, işte Türkiye’nin bütün illerinde açıldı; gelişmiş
iller var, gelişmemiş iller var, bunlar nasıl yapılacak?” diyorlar. Şimdi,
tasavvur ediniz ki, Orta Doğu Teknik Üniversitesi 1955-56’larda bir askerî
barakada eğitim veriyordu, birkaç askerî barakadaydı. Şimdi, bakınız dünya
çapında bir üniversite olmuş. Sonra, bu işte “Dünyadaki üniversiteler
arasındaki yerimiz şudur budur…” gibi komplekslere
girmeye gerek yok, dünyadaki üniversitelerin sırasını tespit eden, ciddi
manada, bilimsel manada bir resmî rakam yok. Birtakım özel kuruluşlar var,
bunlar kendilerine göre birtakım istatistikler yapıyorlar, işte “İlk 500’e
şunlar girdi, bunlar girmedi.” vesaire. Ama şu bir gerçek: 1981 yılında
Yükseköğretim Kurulu kurulduğu zaman Türkiye'de sadece 19 üniversite vardı, çağ
nüfusunun sadece yüzde 7’sini okutabiliyorduk, bugün Türkiye'de 140, 150’ye
yakın üniversite var, çağ nüfusunun aşağı yukarı yüzde 20’sini okutur hâle
gelmişiz. Açık öğretimi ve meslek yüksekokullarını da katarsanız bu aşağı
yukarı yüzde 40’lara yaklaşmış.
ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Yüzde 20 yeterli mi?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Devamla) – Yüzde 20, dört yıllık lisans düzeyi için söyledim, bu yetmez
çünkü dünyadaki ölçü şudur: Eğer siz çağ nüfusunun en az yüzde 30’unu dört
yıllık üniversite formasyonunda, örgün eğitimde
okutamıyorsanız gelişmiş ülke sayılamazsınız. Gelişmiş ülkelerin -neresinden
bakarsanız bakın- asgari yüzde 30’u dört yıllık formasyon
eğitimi almaktadır bugün. Öyleyse hedef bu olmalıdır. Buna yaklaşmak için neler
yapmalıyız? Şimdi, tabii ki kolay değil üniversite kurmak yani öğretim üyesi
yetiştirmek lazım, belki parayı verirseniz kampüsler
kurabilirsiniz, çok kolay ama bir kişinin üniversiteyi bitirip sınıfa girmesi
aşağı yukarı beş altı sene alıyor, dolayısıyla öğretim üyesi yetiştirmek zaman
alır. Bunların sıkıntıları olacaktır ama bir yerden başlayacaksınız yani
başlamazsanız hiç gelişmez. Dünyada hiçbir üniversite gökten zembille gelişmiş
üniversite olarak inmez, bir yerden başlanır. Aynen bir çocuğun doğumu gibi, bu
gelişir, gittikçe delikanlı olur, gittikçe olgunlaşır, vesaire.
Şimdi, iktidar muhalefet bize düşen şu, diyeceğiz ki: “Arkadaş, bu
kadar üniversite açtınız.” Bu doğru, 140’ı buldu. Oradaki ölçüyü de söyleyeyim:
Her yarım milyon nüfusa asgari bir üniversite diyorlar. Türkiye 72 milyon
olduğuna göre 144’e kadar üniversite, dünyanın gösterdiği asgari standartlarda
gerekli olan bir şey.
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Bunu sonradan mı öğrendin, bakanken
bilmiyor muydun?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI
MEHMET SAĞLAM (Devamla) – Ama şunu da söyleyeyim: Şimdi, bu üniversiteler
mademki açıldı, iktidar olarak, muhalefet olarak bence biz demeliyiz ki: “Tamam
arkadaş, bu üniversiteleri açtınız; şimdi bunlara öğretim üyesi yetiştirin,
bunlara para verin, kampüslerini bir an evvel kurun,
her türlü ihtiyaçlarını karşılayın.” Bunu demek bence
daha doğru bir yol olur. Bu konuda eleştiri yapan arkadaşlarımız oldu,
kendilerine tekrar teşekkür ediyorum ama konuyla hiç ilgisi olmadan, işte “Bir
mühür, bir müdür…” Oradan oturup, işte “Siz okuryazar mısınız? Devletin Millî
Eğitim Bakanına “Siz okuryazar mısınız?” demek kime ne kazandırır? Eleştiri
böyle olmamalı.
ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Devletin Millî Eğitim Bakanının onu
kendine söyletmemesi gerekiyor. Söyleyene değil söyletene bakacaksınız.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Devamla) – Efendim, şimdi, tabii o sizin takdiriniz de bunu söylemenin
daha medeni bir yolu olmalı diye düşünüyorum.
ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Söyletmemeli.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Devamla) – Daha medeni bir yolu olmalı diye düşünüyorum.
ALİ KOÇAL (Devamla) – Söyletmeyecek davranışlar içerisinde olmalı.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Devamla) – Şimdi, elbette ki Millî Eğitim Bakanının eğitimi hepimizin
malumu. “Okuryazar mısınız?” demek yakışıyor mu? Benim söylemek istediğim o.
Eleştirecekse eksik olanı, fazla olanı söyleyebilir. Şimdi, burada birçok arkadaşımız…
ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Otomatiğe bağlanınca öyle oluyor.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Devamla) – …bayağı ciddi anlamda hepimizin yapması gereken, düşünmesi
gereken eleştirilerde bulundu. İşte, “öğretim üyelerinin
ücretleri” dedi, “yetiştirilme tarzları” dedi, “Kampüsler
bir an evvel kurulmalı.” dedi, “Kolay iş değil.” dedi, hepsini saygıyla
karşılıyorum ama özellikle çok ciddi eleştirilerde bulunan bir arkadaşımız son
kurulan üniversiteyle ilgili dedi ki “Fatih’in bu kurmuş olduğu vakıfların
kendi felsefesine uygun mudur bu Bezm-i Âlem
Üniversitesinin kurulması?” Bakınız, şimdi, vakfiyedeki bir cümleyi size arz
etmek istiyorum: “Medreseye olgun, fazilet sahibi, ilim ve irfan bakımından
akranlarından önce gelen, akli ve naklî ilimlerde kıyas kabiliyetine sahip,
asıl ve füru ilimlerde üst düzeyde bulunan, müşkül ve kapalı meseleleri çözmeye
muktedir, görünüm ve ahlak itibarıyla herkesçe sevilen, olgun, ciddi, vaktini
ilim tahsiline hasreden, ilmin neşrine ve telkinine tam manasıyla önem veren
bir kimsenin medreselere müderris olarak atanmasını ve kendisine görevi
karşılığı günlük 60 dirhemin ödenmesini…” diye gidiyor. Yani Bezm-i Âlem Üniversitesi yalnız garip gurebayı
tedavi etmek üzere, onlara yardım etmek üzere kurulmamış. Diyor ki: “Bitişiğine
medrese kurun…” ve medresede de neler olacağını… Beş yüz sene evvel belki,
Fatih’in felsefesine uygun olarak -Fatih yalnız şöyle veya böyle şeyde
bulunmadı- Fatih’in kurduğu, devlet görevlisi okulları olan enderunlar,
dünyada 15’inci yüzyılda kurulmuş üniversiteler, yüksekokullar olarak kabul
ediliyor dünya literatüründe. Dolayısıyla, bakınız,
istenen nitelikler bu. Sonradan kurulan vakfın, vakfiyesinin sahibinin aynen…
Burada başka ifadeler de var yani eğitimle ilgili bu işlerin yürütülmesine
dair. Dolayısıyla, zannediyorum ki önemli olan, buralarda eğitim müesseseleri
kuruluyor, üniversiteler kuruluyor. Vakıf üniversitelerinin yanlış
anlaşılmaması lazım, bunlara otomatikman devletin bir yardımı söz konusu değil,
en az mevcut üniversitelerin bilimsel sıralamasında yarının üzerine
çıkabildikleri takdirde cari masraflarına belli bir para ekleniyor; aksi
takdirde, öğrencilerden aldıkları paralar, kendi yarattıkları paralarla kendi
kendilerini idare etmeye çalışıyorlar. YÖK’ün bunlara çok nadir, o da en
gelişmiş olanların bilimsel bakımdan belki ileri gidenlerine, belli ölçüde bir
yardımı var, bunun dışında bir yardım söz konusu değil.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Sağlam, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun efendim.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Devamla) – Dolayısıyla, vakıf üniversitelerinin özellikle özel
üniversitelere dönüştüğü ve özel üniversitelerin hatta kurulması gerektiği gibi
de düşünceler var. Dünyada da, baktığınız zaman, en ileri gitmiş özel
üniversiteler vakıf olarak kurulmuş üniversitelerdir. Biliyorsunuz, bunların
mal varlıkları, üç yıl içerisinde öğretime başlayamadıkları takdirde veya
öğretim ve eğitimi beceremedikleri takdirde diyelim, bir devlet üniversitesine,
üniversiteye tahsis ettikleri bütün mal varlığı ile öğrencisiyle beraber o
devlet üniversitesine devrediliyor. Buradaki en büyük güvence
bu. Bunların özel üniversitelerden yani firma gibi kurulanlardan farkı da bu. Dünya
da böyle yapıyor, Türkiye de böyle yapıyor. Dolayısıyla, bunlar en azından bir
devlet görevini kendileri de üstlenmiş oluyor. Dolayısıyla yaptığı işlerin
karşılığında, belli düzeyde öğrenci yetiştirdikleri zaman, belli bir devlet
yardımı alıyorlar. Onun için, arkadaşlarımız müsterih olabilirler. Gerçekten,
yaptığımız iş bu ülkenin gençlerine hizmet olacaktır ama takip edelim, bunların
daha ileri gitmesi için her türlü, devletin yapması gerekenleri söyleyelim. Bu,
belki bizim Meclis olarak da görevimiz.
Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Sağlam.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Adana Milletvekili Sayın
Yılmaz Tankut. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA YILMAZ TANKUT (Adana) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 487 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın yürürlük maddesi üzerinde
Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, akademik eğitim ve öğretim elbette fevkalade
önemlidir. Bu bakımdan bizim yeni üniversite açılmasına karşı olmamız elbette
ki mümkün değildir. Hiç kuşkusuz ki akademik eğitimin yaygınlaştırılması, daha
fazla gencimizin üniversite eğitiminden faydalanması üniversite sayısının
çoğaltılmasını gerekli kılmaktadır ancak bu yapılırken hedef ve amacın iyi
belirlenmesi, ihtiyacın iyi tahlil edilmesi gerekmektedir diye düşünmekteyiz. Yani bir üniversite açılmasına karar verilirken eğitim ve öğretimde,
ekonomide, sanayide, ticarette, teknolojide, bilişimde ve bunlar gibi diğer
alanların alt kollarında ne kadar eğitmen, mühendis, ekonomist, tekniker,
bilişimci ve diğer personele ihtiyaç vardır, bunların iyi hesap edilmesi, ona
göre akademik eğitim ve öğretim planlamasının yapılması lazım gelmektedir yoksa
bu ihtiyaçlar dikkate alınmadan açılacak her üniversitenin diplomalı
üniversiteli sayısını artırmaktan, başka bir ifadeyle yeni diplomalı işsiz
sayısını fazlalaştırmaktan başka hiçbir katkısı olmayacaktır.
Diğer taraftan, çok önemli bir husus da eğitim ve öğretimde var
olan mevcut kalitenin sürdürülebilir olup olmadığıdır. Dahası, yeni bir
üniversitenin mevcudu korumaktan öte var olan kaliteyi yükseltip
yükseltmeyeceğidir. Yeni bir üniversite açılırken akademik eğitim ve öğretimde
kalitenin daha da aşağı çekilmesine fırsat verilmemelidir. Bugün mevcut tablo
çerçevesinde, birçok üniversitemizde hâlen pek çok alanda öğretim kadrosu ve
fiziki imkânlar maalesef yetersizdir ve ne yazık ki üniversite diplomasına
sahip milyonlarca gencimiz iş ve aş beklemektedir. Dolayısıyla, vatanına,
milletine akademik unvanıyla hizmet edebilme fırsatı bulamamış, istikbalini
işporta tezgâhlarında arama mecburiyetinde kalmış sayısız gencimiz mevcut iken,
hesapsızca açılacak her üniversite, ülkemizin kaynaklarını israf etmekten,
gençlerimizin yıllarını boşa harcamaktan, onların hayallerini yıkmaktan ve
umutlarını sömürmekten başka hiçbir işe yaramayacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; özel üniversitelerden daha
ucuz eğitim imkânı olduğu için devlet üniversitelerinin çoğalması ise özellikle
dar ve sabit gelirli vatandaşlarımızın ortak arzusu ve beklentisidir. Bu
bağlamda, Bakanlar Kurulunda kararlaştırılan, Meclis gündemine de getirildiği
ifade edilen, yedi ilimize yedi devlet üniversitesi kurulmasına dair tasarruf,
ilk bakışta vatandaşlarımız için güzel bir haber gibi gözükmektedir. Ancak, bu
tasarrufun, az önce dikkat çektiğim hususlar çerçevesinde değerlendirilmesini,
Meclisimizin ve aziz milletimizin takdirlerine sunuyorum.
Bu noktada, bazı hususları, bazı çarpıklıkları da yüce Meclisin
huzurunda sizlerle paylaşmak istiyorum. Yedi yeni devlet üniversitesinin
kurulacağı iller belirlenirken illerin tespitinde, nüfus, talep ve
ihtiyaçlarının pek dikkate alınmadığı gözlemlenmektedir. YÖK’ün teklifiyle,
İstanbul’da Medeniyet, Ankara’da Yıldırım Beyazıt, İzmir’de Turgut Reis,
Bursa’da Orhan Gazi, Konya’da Konya, Kayseri’de Kayseri, Erzurum’da Erzurum
üniversitelerinin kurulması yönündeki tasarrufun, diğer illerin durumu dikkate
alındığında adil ve hakkaniyete uygun bir şekilde olduğunu söylemek maalesef
pek mümkün değildir. Gönül ister ki adı geçen illerimizde çok daha fazla
üniversitemiz bulunsun ve yine gönül ister ki bütün illerimizde kaliteli
üniversiteler olsun. Ancak, vatandaşlarımızın da istek ve beklentisi, gerek Hükûmetin olsun gerekse bakanlıkların ya da Meclisin
tasarrufuyla olsun, yapılacak yatırımlarda illerin gerçek ihtiyaçlarının
dikkate alınmasıdır.
Kurulacak yedi devlet üniversitesinin il seçiminde hakkaniyet ölçüsünün
kaçtığını çok bariz bir örnekle izah etmek istiyorum ve bu örneğe seçim bölgem
olan Adana’yı göstermem ise, değerli arkadaşlar, hiç abartı olmayacaktır.
Daha önce de yüce Meclis çatısı altında dile getirdiğimiz gibi,
Adana’da bugün sadece bir üniversite bulunmaktadır. 2 milyon nüfuslu ilimizde
ikinci hatta üçüncü bir üniversite ihtiyacı had safhadadır.
Hâl böyleyken Adana’da bir vakıf üniversitesinin kurulması
yönündeki çabalara karşılık, arsa tahsisi konusunda Maliye Bakanlığının işi
savsakladığı hatta engellediği şeklindeki algılara neden olan tutumu Adanalı
vatandaşlarımızın hâlen hafızasında ve Adanalı vatandaşlarımız bunu hâlen
unutmuş değillerdir.
Bu güzel girişimin önündeki bürokratik engellerin bir kısmı
şimdilik aşılmış gibi gözükmektedir. Bu vakıf üniversitesi türlü engellere
rağmen kurulacak olsa bile, hâlen Adana’nın bir devlet üniversitesine olan
ihtiyacı devam etmektedir çünkü Adana ülkemizin en büyük illerinden birisidir
ve devamlı iç göç almaktadır. Çevresinde Osmaniye, Hatay, Mersin, Niğde başta
olmak üzere pek çok ilimiz ile ulaşımda, ticarette, eğitimde doğrudan ya da
dolaylı ama sürekli bir ilişki içerisindedir.
Eğitimin yapıldığı mevsimlerdeki ılıman iklimi, ulaşım imkânları,
bereketli toprakları, özellikle soğuk illerimize göre daha kolay yaşanabilir
olması, bu kentimizi yükseköğrenim görmek isteyen gençlerimiz için de cazip bir
hâle getirmektedir. Ancak Adana’da benim de mezunlarından birisi olarak büyük
bir mutluluk duyduğum sadece, bir tek Çukurova Üniversitesi bulunmaktadır.
Çukurova Üniversitesi 12 fakülte, 4 yüksekokul, 8 meslek
yüksekokulu, 1 devlet konservatuvarı, 3 enstitü ve 23
araştırma ve uygulama merkeziyle ülkemizin gelişmiş üniversiteleri arasında yer
almaktadır. 33 bin civarındaki öğrencinin eğitim gördüğü bu ilim yuvası, çevre
ve hatta uzak illerimizin de baskısı altında olan 2 milyonluk bir kentte,
takdir edersiniz ki, asla yeterli olmamaktadır.
Bazı rakamlara bakıldığında da belirlenen yedi ilimize karşılık,
Adana’nın dışarıda tutulmasının asla adil olmadığı çok net bir şekilde ortaya
çıkmaktadır.
Değerli arkadaşlar, bakınız, 4 milyon 650 bin nüfuslu başkentimiz
Ankara’da 4’ü devlet, diğerleri vakıf, TSK ve emniyete ait olmak üzere 16
üniversite bulunmakta ve yaklaşık 290 bin kişiye 1 üniversite düşmektedir.
Nüfusu 13 milyon civarında İstanbul’da 7’si devlet olmak üzere toplam 33
üniversite bulunmaktadır. Yakın zamanda yeni vakıf üniversiteleriyle birlikte
bu sayı 40’ı bulacak ve 325 bin kişiye 1 üniversite düşecektir. Diğer taraftan, yeni kurulacak üniversitelerle birlikte İzmir’de
552 bin, Konya’da 500 bin, Erzurum’da 400 bin, Kayseri’de 400 bin ve Bursa’da
ise 1 milyon 250 bin kişiye 1 üniversite düşecektir ve ne yazık ki, toprağından
bolluk ve bereket fışkıran, güneyimizin incisi, tarım ve sanayi kenti olan Adana’da
ise 2 milyon kişiye sadece ve sadece 1 üniversite düşmektedir.
Az önce Komisyon Başkanımız Sayın Sağlam buradan ifade etti,
ortalama her 500 bin kişiye 1 üniversite düşmesinin olumlu olacağına dair
beyanlarda bulundu. Bu sözler çerçevesinde de Adana’ya büyük bir haksızlık
olduğunu buradan, yeniden kendilerine hatırlatmak istiyorum.
Dolayısıyla, adı geçen illerimizin bir kısmı gerçekten yeni bir
üniversiteye ihtiyaç duyabilir ve bizim buna da hiçbir itirazımız olamaz ancak
bazı illerimize de fazlasıyla bir pozitif ayrımcılık yapıldığı, öbür yandan
Adana örneğini dikkate aldığımızda ise, Adana’ya fazlasıyla negatif bir
ayrımcılık yapıldığı da çok net olarak ortaya çıkmaktadır.
Az önce söylediğim rakamlar ışığında yeni bir devlet
üniversitesini en çok hak eden ilin Adana olduğu açık bir gerçektir. Şimdi
buradan Sayın Bakana sormak istiyorum: İllere yeni devlet üniversiteleri
kurulurken hangi ölçütler dikkate alınmaktadır? Mevcut istatistikler
çerçevesinde Kayseri’ye ve diğer bazı illerimize sağlanan bu özel ayrıcalığın
sebebi, nedeni nedir? Mevcut istatistikler ve konumu itibarıyla Adana bu yedi
il arasında niçin yoktur? Vakıf üniversitesi kurulmasının önüne çıkarılan
engeller de dikkate alındığında, Adana’ya yapılan bu haksızlığın özel bir
sebebi ve nedeni var mıdır? Bu sorular sadece benim değil 2 milyon Adanalı
adına on binlerce vatandaşımızın kafasındaki suallerdir.
Sayın milletvekilleri, sözlerime son vermeden önce iktidar
partisinin Adana milletvekillerine de seslenmek istiyorum: Adana Ticaret
Odasının girişimleriyle bir vakıf üniversitesinin kurulması için gerekli olan
arsa tahsisi konusunda Maliye Bakanlığının ve Millî Eğitim Bakanlığının yapıcı
olmayan yaklaşımları, hatta engellemeleri söz konusu idi. Biz muhalefet olarak
bu sorunu hep takip ettik ve gündemde tuttuk, gündeme getirdik.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Tankut, buyurun.
YILMAZ TANKUT (Devamla) – Kamuoyunun da baskıları sonucu bu sorun
şimdilik belirli bir ölçüde aşılmış gibi gözükmektedir. Sizler iktidar partisinin
Adana milletvekilleri olarak bu problemler yoğun bir şekilde yaşanırken
Adana’da kamuoyunun önüne çıkamadınız. Ancak ne zamanki bu sorun çözüm sürecine
girmeye başladı, işte o zaman basının karşısına geçip Adanalıya hâlen henüz
gerçekleşmemiş olan üniversite müjdesini verdiniz.
Şimdi yine kurulması planlanan devlet üniversiteleri konusunda da
Adana’nın AKP İktidarı tarafından dikkate alınmaması karşısında AKP Adana
milletvekili olan arkadaşlarımız sessiz kalmakta ve Adana’nın hakkını
savunmamaktadırlar. AKP’nin Adana milletvekili olan arkadaşlarımıza buradan bir
çağrıda bulunmak istiyorum: İşte Meclis, işte kürsü, işte mikrofon, susmayınız,
geliniz bu haksızlığa karşı olduğunuzu samimi olarak ilan ediniz. Böyle yapınız
ki Adanalı hemşehrilerimiz de, biz de sizleri
alkışlayalım diyor, bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tankut.
İnşallah, en kısa zamanda Adana’ya iki veya üç üniversite açılır,
hep beraber gayret edelim, yakışır.
Şahsı adına Tekirdağ Milletvekili Necip Taylan.
Sayın Taylan, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
NECİP TAYLAN (Tekirdağ) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
487 sıra sayılı yasanın 2’nci maddesinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, burada üç günden beri biraz tartışmalı
bir şekilde, altı tanesi de vakıf üniversitesi olan bir yasayı geçirmenin son
safhalarına geldik, bitiriyoruz. Bunların tamamı vakıf
üniversitesi. Burada dikkatle takip ettim, pek çok arkadaş, özellikle bu
“vakıf” kelimesine takıldılar. Yani eğer bunlar devlet üniversitesi olsaydı ne
diyeceklerdi bilmiyorum veyahut bu üniversitelerin isimlerinde, temelinde
“vakıf” denmeseydi acaba ne diyeceklerdi, onu bilemiyorum. Özellikle bu vakıf
meselesine fazla takılındı. Hele hele bir
milletvekilimiz, fazla üzerinde durdu ve bunu tarikatlara bağladı, cemaatlere
bağladı.
Şimdi, zannediyorum, Sayın Milletvekili bu toplumun gerçeklerinden
habersiz. Vakıf ne, cemaat ne, efendim, tarikat ne? Ülkenin sosyolojik yapısını
bilmiyor, bunu çok iyi bilmesi, öğrenmesi gerekiyor; burada da çok afaki konuşuyor. Vakıflar, bizim kültürümüzün Anadolu’da bin
yıla yaklaşan bir zamandan beri var olan çok temelli sosyal kurumlarıdır ve
ciddi kurumlardır. Bugün devletin sosyal güvenlik adına üstlendiği hemen hemen bütün fonksiyonları vakıflar icra etmiştir. Bu konuda
yetersiz bilgisi olanlara, yeterli bilgisi olmayanlara vakıflar konusunda
birazcık daha derin araştırma yapmayı tavsiye ederim. Eğer biz bu toplumla,
geçmişte büyük kültürümüzle, medeniyetimizle övünüyorsak vakıfların burada, bu
toplumun birlik bütünlüğünde, gücünde çok önemli bir dinamik olduğunu görürüz.
Bugün kurulan vakıfları, bunu hemen tarikat, cemaat falan kavramına
indirgeyerek, affedersiniz, çok affedersiniz, tu kaka etmek bence ciddi bir
zaaftır, ciddi bir yanlıştır.
Vakıflar, geçmişte farklı yönlerde sosyolojik meselelerde toplumun
farklı meseleleriyle ilgileniyorlardı. Mesela, çok az bir şekilde etkili
oluyor, öğrencilere burs verme tarzında veyahut işte, sosyal birtakım
hizmetler, yurtlar falan yapmak şeklindeydi. Bugün vakıflar, aynı vakıflardır
bunlar, bunlar yeni kurulmadı, hedef büyüttü bu vakıflar. Bugün bununla iftihar
etmemiz lazım, üniversite açıyorlar, üniversite açıyor vakıflar. Bu, Türkiye
için çok ciddi bir kazanımdır.
Efendim, bir de nicelik, nitelik üzerinde çok duruldu. Efendim,
neden bu kadar üniversite varmış! Şu kadar devlet üniversitesi, bu kadar vakıf
üniversitesi… “Özel üniversite” demiyorlar bunlara, vakıf üniversitesi.
Efendim, mukayese edin Japonya’yı, Almanya’yı, batıda gelişmiş ülkeleri, hatta
Güney Kore’yi, mukayese edin Amerika’yı. Buralarda nüfusa göre ne kadar,
efendim üniversite var. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda…
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Kişi başına gelir ne kadar?
NECİP TAYLAN (Devamla) – Lütfen dinleyin.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda bu ülkenin nüfusu 12-13 milyondu,
bugün 6 kat arttı. Bir tek İstanbul Üniversitesi vardı ve bu üniversite… Ben
otuz üç yıllık üniversite hocasıyım, içinden geliyorum, bu toplumun
üniversitesini de toplumu da çok iyi tanıyorum.
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Vah vah! Vah vah!
NECİP TAYLAN (Devamla) – Lütfen…
Üniversite bir kapalı sistemdi. 1950’lerde 60’larda üniversite
hocasından, bir profesörden bu ülkede altı ay randevu alamıyordunuz. Tekrar
bunu istemiyoruz. Üniversite açılacak, üniversiteyle halk ilgilenecek, iç içe
olacak, halkı bütünleştireceğiz üniversiteyle. Bu meseleler geride kaldı artık.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu meseleler geride kaldı. Türkiye bugün 72
milyon, 72 milyon bu ülke.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Taylan, konuşmanızı tamamlayınız efendim.
NECİP TAYLAN (Devamla) – Bu üniversiteler bu ülkeye beş on yıl
sonra az bile gelecektir.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – “Bütünleştireceğiz.” dediyseniz gene
bir yeri böleceksiniz demektir.
NECİP TAYLAN (Devamla) – Lütfen… Lütfen…
Agresif davrananlar, fikre gerekli cevabı veremeyenlerdir;
öfkeliler, hep altta olanlardır, dikkatinizi çekiyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Şimdi, sonuna geldik. Şundan mı korkuyorsunuz, bilinç
altında şu mu var bu toplumun: Toplum aydınlanırsa…
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Niyet okuma, falcılık yapma.
NECİP TAYLAN (Devamla) – …toplum okursa, üniversiteyi, dünyayı
tanırsa başınıza birtakım sıkıntılar mı gelecek, bundan mı korkuyorsunuz?
Ben bu duygularla yeni üniversitelerin, vakıf, devlet
üniversitelerinin bu topluma hayırlı uğurlu olmasını, değerli gençler
yetiştirmesini, aydın gençler yetiştirmesini -aydınlık konusunda da ciddi
sıkıntıları var bazılarının, biz aydınlıktan korkmuyoruz- diliyor, hepinize
saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, bir üniversite akademisyen Hocamız konuştu,
şimdi başka bir Arkadaşımız, yine akademisyen bir Arkadaşımız Alim Işık Bey, Kütahya Milletvekilimiz…
Buyurun.
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; öncelikle hepinizi saygılarımla
selamlıyorum.
Tabii, otuz üç yılını üniversitede geçirmiş bir Hocamızdan sonra,
hasbelkader yirmi beş yılını üniversitede geçirmiş birisi olarak ben onun kadar
tecrübe sahibi olmadığımı söylemek isterim.
Kendisinin fikirlerine aynen katıldığımı ancak bu konuşmasından
şunun anlaşılmaması gerektiğini sizlerle ve kamuoyuyla paylaşmak istiyorum:
Buradaki hiçbir değerli milletvekili “Bu vakıf üniversiteleri niye kuruluyor,
kurulmasın.” diye bir görüşte bulunmadı.
ÖMER FARUK ÖZ (Malatya) – Diyen var, diyen var.
ALİM IŞIK (Devamla) –
En azından ben kendi grubum ve demeyen diğer arkadaşlar adına söylüyorum.
Sadece şunlar söylendi, evet, bu sayısal artışlara karşın nitelik
yönünden de artışları hepimizin beklediğini, bunun için ihtiyaç duyulan bazı
eksikliklerin giderilmesi gerektiğini söyledik. Örneğin -kendisi de zikretti-
üniversite çalışanlarının özlük hakları ve maaş durumları iyileştirilsin, daha
iyi çalışmalar yapsın, bu bilimsel çalışmalara dünyanın diğer ülkelerinden
birçok bilim adamı çok sayıda atıfta bulunsun ve bu nitelik göstergelerimiz
artsın dedik, onun dışında fazla bir şey söylemedik.
Bu konuda dünden beri Sayın Bakanımla bir konuda anlaşmak ve
sizlerin de doğru bilgilenmesini sağlamak adına şahsım adına söz aldım. Dün
aynen şöyle bir soru sordum kendisine: “Değerli bilim adamı Sabahattin Zaim’in
adına kurulan bu üniversitedeki İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi ile
Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi hâlen üniversitelerimizden hangisinde
eş değer fakültelere denk gelmektedir? Buralardan mezun olacak öğrencilerin
unvanları ne olacaktır? Bu fakültelerin altında hangi tür bölümler eğitim - öğretim
faaliyetine açılacaklardır? Bilgi verirseniz sevinirim.” demişim.
Aynen tutanaklardan Bakanımızın bu sorumla ilgili ifadelerini
okuyorum: “İnsan ve Toplum Bilimleri neyi kastediyor, bir örneği var mı dendi.
Türkiye’de şu anda bu üniversitelerde kuruluşu desteklenen bu fakültelerin
sistemimizde pek çok örneği var. Koç Üniversitesi, Sabancı Üniversitesi, devlet
üniversitelerinden Ardahan Üniversitesi ilk olarak aklıma gelenler. Dolayısıyla
burada, sistemimizde olmayan herhangi bir fakültenin bu vakıf üniversitelerinde
kurulması söz konusu değil.” dedi.
Bugün düzeltme adına tekrar bir soru sordum, biraz önce siz de
duydunuz ama Sayın Bakanımız, soruyu herhâlde yanlış anlamış olsa gerek ki,
daha sonra bir yazılı not iletti, kendisine teşekkür ediyorum. “Sayın
Milletvekili, Doğa Bilimleri ve Mühendislik Fakültesi, İstanbul Şehir
Üniversitesi, Sabancı Üniversitesi, Gaziosmanpaşa Üniversitesinde var, İnsani
Bilimler ve Edebiyat Fakültesi -Ben İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesini
sordum- Bilkent Üniversitesi, Koç Üniversitesi, Ardahan Üniversitesinde var.”
şeklinde. İlgilerinize de teşekkür ettim.
İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi adına kurduğumuz bu fakülte
bazı üniversitelerimizde -ki, Yıldız Teknik Üniversitesi, İstanbul Teknik
Üniversitesi, Işık Üniversitesi gibi üniversitelerde- “insan ve toplum
bilimleri bölümü” olarak var. İçimizde birçok öğretim üyesi var. Şimdi, bir
devlet üniversitesinde veya daha önce kurulmuş vakıf üniversitesinde “bölüm”
adıyla kurulan bir bölüm şimdi burada, bir üniversitede “fakülte” adıyla
kuruluyor. “Bunu düzeltiniz.” dedim. Aslında söylemek istediğim başka bir şey
yok, biz katkı yapmak istiyoruz ama Sayın Bakanın ifadesini, kendisine
açıklamak için gittiğimdeki ifadesini hakikaten yadırgadığımı da ifade
etmeliyim, “Siz neyi ispatlamaya çalışıyorsunuz?” dercesine bir ifadede
bulundu. Kendisine bırakıyorum ama saygım sonsuzdur, hepimizin Bakanı. Bu
düzenlemeyi mutlaka yapmamız lazım.
Söylemem gereken şu: Bu fakülte ismi doğru ya da yanlış olabilir,
burası karar verdikten sonra kurulacak. O zaman biz bu “insan ve toplum
bilimleri fakültesi” adını burada koyduysak diğer fakültelerin altındaki insan
ve toplum bilimleri bölümlerini kapatmamız gerekir ya da değiştirmemiz lazım.
Şimdi, mezunları ne olacak? Birisi fakülte mezunu aynı isimle, birisi bölüm
mezunu. Bunun unvanı ne olacak? Bunu YÖK’e bildiriyoruz.
Ben bu konuyu paylaşmak için söz aldım. Kurulan
üniversitelerimizin hepsi ülkemize hayırlı olsun ama sayısal artışa paralel
olarak mutlaka niteliksel artışın da sağlanması gerektiği hepimizin ortak
problemidir.
Tekrar hepinize saygılar sunuyor, “Hayırlı olsun.” diyorum. (MHP
ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Işık.
Sayın milletvekilleri, soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz.
Alim Bey Hocam, soru
soracak mısınız, ilk sıra sizde?
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Soracağım efendim.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Sayın Bakanım, biraz önce sordum, cevabını alamadım ama tekrarlıyorum,
özellikle arada telefonla aradılar.
Kütahya Valiliğimizin, Kütahya ili Simav ilçesinde kurulması
talebiyle size iletilen fen lisesi talebimizin ne aşamada olduğunu ve Kütahyalı
hemşehrilerimize bu konuda bir müjdeli haber verip
veremeyeceğinizi tekrar sormak istiyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Işık.
Sayın Taner…
RECEP TANER (Aydın) – Sayın Bakan, vakıf üniversitelerinde ve
devlet üniversitelerinde kişi başına düşen uluslararası bilimsel yayın sayısı
nedir?
Şu anda üniversitelerimizin, vakıf üniversitelerinin dünya
üniversiteleri arasındaki yeri kaçıncı sıradadır?
Üçüncü bir soru: Son üç yılda devlet üniversitelerinden kaç
öğretim üyesi vakıf üniversitelerine geçmiştir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Dibek…
TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Ben ilköğretimle ilgili bir soru sormak istiyorum Sayın Bakana.
Bugün kendisine yönelik açıklamalar vardı basında, İnternet sitelerinde. Bu
seviye belirleme sınavlarının böyle çok yapılmasının sakınca yarattığı ama
“OKS” dediğimiz bir sınavın, sekizden sonra yapılan sınavın yeniden tek hâlde
yapılması yönünde çalışmalar yürüttüğüne dair açıklamaları vardı Sayın Bakanın.
Bunlar doğru mudur? Bu üç yıl yani altı, yedi ve sekizde yapılan sınavları
kaldırmayı düşünüyor musunuz? Yani son sınıfta mı yapacaksınız? Bu konuda bilgilendirir
misiniz Sayın Bakanım?
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Dibek.
Sayın Yaman…
M. NURİ YAMAN (Muş) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım, bu üniversitelere hâlen ilköğretimde okuyan
çocuklar ileride gidecekler. Ama ilköğretimin bu perişan hâliyle ilgili olarak
sadece Malazgirt ilçesinden bir iki örneğini vererek sormak istiyorum.
Malazgirt’te şu anda yetmiş tane okulda, ikisi merkezde olmak üzere, tek
öğretmenli ve birleştirilmiş sınıflarda eğitim-öğretim veriliyor. Bu okullarda
iki, üçüncü sınıflara kadar 1 öğretmen ve bazılarında da beş sınıfta 1 öğretmen
eğitim veriyor. Bu ilköğretim kalitesini ne zaman yükselteceksiniz?
İki: Malazgirt’te kendim gözlemlediğim, bütün köy okullarının
hiçbirinde tuvalet yok. Öğrenciler ihtiyaçlarını evlerinde görüyorlar ve
Malazgirt’in Derik köyüyle ilgili bu tuvalet sorunu basına bile yansıdı. Bu
konuda bir projeniz, çalışmanız var mı?
Üçüncü sorum olarak da: İlköğretim müdürlüğüne şu anda vekâleten
sekiz yıldır görevlendirme, geçici görevlendirmeyle bir kişi bakıyor ve geçici
görev yolluğu ne kadar almıştır? Bu uygulamayı daha ne kadar devam
ettireceksiniz?
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Doğru…
REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım, özellikle bazı iller ve ilçelerde üniversiteler kurulması
isteniyor. Tokat ilinde Erbaa, Niksar, Reşadiye ve Zile gibi büyük ilçeler bu
konuda bayağı istekliler. İlçelere üniversite kurulmasını düşünüyor musunuz?
İkinci konu: Vakıf üniversitelerinin kurulması için ne tür kriterler koyuyorsunuz?
Üçüncü soru olarak da: Beden eğitimi öğretmenlerimiz çok büyük
mağduriyet içerisindedir. Beden eğitimi derslerinin sayısı artırılarak bu
öğretmenlere yeni bir imkân verilemez mi?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Birdal…
AKIN BİRDAL (Diyarbakır) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın Bakandan öğrenmek istiyoruz: Bölge illerinde sınavlarda
kopya çekildiğini ileri sürerek sınav yerlerinin başka illere taşınmasını
isteyen Profesör İlber Ortaylı’nın
bu görüşü bölge illerinden ırkçılık ve ayrımcılık yaptığı konusunda tepkiler
aldı. Sayın Bakanlık bu konuda ne düşünüyor?
İkincisi: İzmir ve Ankara’da özel dershanelerin kapatılması ve
üniversite sınavlarının kaldırılması konusunda demokratik taleplerini
bildirirken polis baskısıyla karşı karşıya kalan ve gözaltına alınan
öğrencilerin durumuna ilişkin ne düşünüyorlar?
Üçüncüsü de: Taş atarken eğitim hakkından ve özgürlüğünden yoksun
bırakılan çocukların eğitimlerinden yoksun bırakılamayacağına ilişkin Çocuk
Hakları Sözleşmesi’nin uygulanması konusunda ne düşünüyorlar?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Paksoy, son olarak, buyurun.
MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakanım, Yükseköğretim Kuruluna karşı olan ve en çok tenkit
eden partilerden biriydiniz. YÖK konusunda bir düzenleme yapmak veyahut tümden
kaldırmak gibi bir çalışmanız var mıdır? Yoksa YÖK konusunda düşünceleriniz mi
değişti? Değiştiyse niçin değişmiştir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Bakanım, buyurun.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Sayın Başkanım,
teşekkür ediyorum.
İlk soru, Kütahya’nın Simav ilçesine fen lisesi talebinin ne
noktada olduğu. Hepinizin de bildiği gibi fen lisesi, sosyal bilimler lisesi,
Anadolu liseleri ve Anadolu öğretmen liseleri ilçelerimizde veya illerimizde
belli kriterlerin gerçekleştirilmiş olması koşuluyla, ilçenin nüfusu ve diğer
ölçekler baz alınarak kararlaştırılıyor. Simav
ilçesinden de bu yönde bir talepte bulunuldu. Bildiğiniz gibi bu yıl
Kütahya’nın iki ilçesine, Tavşanlı ve Gediz ilçesine fen lisesi kurulması
kararı verildi, Simav’ın da talepleri bu doğrultuda değerlendiriliyor ve
inşallah, özellikle fen lisesi, sosyal bilimler lisesi gibi ortaöğretim
kurumlarımız içerisinde son derece başarılı eğitim veren kurumlarımızın tüm
Türkiye’de, illerimizde, ilçelerimizde yaygınlaştırılması için çalışmalarımızı
sürdürüyoruz.
Vakıf üniversitelerinde ve devlet üniversitelerinde ne kadar
bilimsel yayın yapıldığı son üç yılda… Bu sorular gerçekten çok ayrıntılı.
Benim şu anda önümde var, 2008 yılında tüm üniversitelerde yayımlanan yayınlara
göre sıralaması var ama bu çok uzun ve kapsamlı, isterseniz birkaç örnek
verebilirim. Şu anda fotokopisini çektirip size ulaştırabilirim, yazılı olarak
cevaplandırabilirim. Üniversite adı Yükseköğretim Kurulu sayfasında da var ama
şu anda da ulaştırabilirim. Örneğin, İstanbul Üniversitenin yaklaşık 1.196
civarında. Bir vakıf üniversitesi örneği vermek gerekirse buradan, Başkent
Üniversitesi 509. Yani, dün de ısrarla belki söylendi: “Yükseköğrenim
kurumlarımız, yani üniversitelerimiz, zannedildiği gibi, çoğu zaman kamuoyunda
da yer aldığı gibi, dünya sıralamasının çok altında, dünya ölçeğinde bilimsel
yayınlar ve çalışmalar olarak giremiyor.” söylemini doğrulamıyor elimizdeki
bilimsel veriler. Birçok alanda, bazı alanlarda -özellikle tıp fakültesi,
eczacılık, veterinerlik gibi- ilk 10-12 arasında yer alıyoruz ama genel
ortalamada, dünya ortalamasında bilimsel yayın olarak üniversitelerimiz ilk
17’deler, 17-18 aralığında gidiyorlar. Dolayısıyla
üniversitelerimiz bu anlamda başarılı bir grafik izliyorlar dünya bilimsel
çalışmaları doğrultusunda.
Aynı zamanda, vakıf üniversitelerinin veya üniversitelerin çok
kurulmasına ilişkin -Sayın Başkan da, Komisyon Başkanımız da sıklıkla söyledi-
gerçekten, üniversitelerin kuruluşuna ilişkin ileri sürülen bu tezler,
itirazlar, yeteri kadar yükseköğrenim öğretim görevlisinin olmadığı, bunların
birer tabela şeklinde cereyan edeceği… Her şeyden önce, vakıf
üniversitelerinin kontenjanları çok düşük. Zaten bugün genel
yükseköğrenim içerisindeki, devlet üniversiteleri içerisindeki payları da yüzde
10 civarında bile değil. Dolayısıyla biz, vakıf üniversitelerinin bu anlamda,
birçoğunun da belli alanlarda ihtisas yapabilecek üniversiteler olarak
kurulmalarını destekliyoruz. Her ne kadar burada defalarca dile getirdiysek de,
gerçekten çok genç ve çok dinamik bir nüfusa sahibiz ve bu genç, dinamik
nüfusun en az yüzde 50’sinin yükseköğrenim görmesini sağlayacak bir sistemi pratize etmemiz lazım. Bir yandan devlet üniversitelerini kurarken, -ki konuşmalarda da değinildi- şu anda Meclise
sevk edilen, henüz komisyonlarda görüşülmemiş yedi devlet üniversitesinin
kuruluşuyla da ülkemizde yükseköğrenim görme talebini karşılama yolunda önemli
bir gayret içerisindeyiz.
Seviye belirleme sınavı konusunda bir soru geldi, Sayın Dibek
sordu. Seviye belirleme sınavı hepinizin de bildiği gibi üç yıl önce
Ortaöğretime Geçiş Sınav Sisteminde değişiklik yapılarak uygulamaya konulan bir
sistem ve yine hepinizin bildiği gibi yeni bir sistem. Dolayısıyla, Millî Eğitim
Bakanlığı, her şeyden önce, uygulanan sistemler üzerinde, seviye belirleme
sınavı, bundan amaçlanan sonuçlar, bu sonuçların gerçekleşip gerçekleşmediği
gibi alanlarda kendi iç denetim mekanizmasıyla birlikte bir değerlendirme
çalışması yapıyor. Seviye belirleme sınavının yeni bir sınav sistemi olması,
uygulanmasına ilişkin çıkan aksaklıkların veya bu yöndeki itirazların önce
eğitim araştırması çerçevesi içerisinde bağımsız bir bilimsel kurul tarafından
incelenmesi için bir çalışma başlattık. Bunun yanı sıra, eğitimin tüm
paydaşları olan öğretmenler, veliler ve öğrenciler üzerinde de bir çalışma
yapıyoruz. Tabii ki bu çalışmalarımız neticelendikten sonra, önümüze gelen
sonuçlar doğrultusunda, yeniden, öğrencilerimizin seviyelerinin belirlenmesi
konusunda uyguladığımız sınav sisteminde gerekirse bir değişikliğe de
gidebiliriz ama şu anda olgunlaşmış bir karar yok, oluşturulmuş bir karar da
yok. Dolayısıyla, bu gerçekleştiği zaman da zaten kamuoyuyla paylaşacağım.
Sayın Başkanım, sanıyorum sürem doldu, teşekkür ediyorum.
Diğerlerini yazılı olarak cevaplandıracağım.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, madde üzerinde…
M. NURİ YAMAN (Muş) – Sayın Bakanım, sorduğumuz soruların
hiçbirine yanıt vermediniz.
BAŞKAN – Efendim…
M. NURİ YAMAN (Muş) – Yazılı olarak vereceğim desin.
BAŞKAN – “Yazılı olarak vereceğim.” dedi zaten.
M. NURİ YAMAN (Muş) – O zaman onu söylesin.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Söyledim, siz
duymadınız.
M. NURİ YAMAN (Muş) – Özür dilerim.
BAŞKAN – Madde üzerinde bir adet önerge vardır, önergeyi
okutuyorum:
T.B.M. Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 487 sıra sayılı yasa tasarısının 2. maddesinde
geçen “yayımı tarihinde” ibaresinin “yayımından üç ay sonra” biçiminde
değiştirilmesini arz ederim.
Kamer
Genç
Tunceli
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
MİLLİ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Sayın Genç, buyurun efendim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 487
sıra sayılı Yasa Tasarısı’nın 2’nci maddesinde verdiğim önerge üzerinde söz
almış bulunuyorum. Hepinize saygılar sunuyorum.
İşte, vakıf üniversiteleri kuruyoruz, bunların hemen
teşkilatlanması ve faaliyete geçmesi biraz zaman alacağı için yayımı tarihinden
değil de yayımından bir müddet sonra yürürlüğe girmesi konusunda verdim
önergemi.
Tabii, biraz önce burada Komisyon Başkanını dinledim, teşekkür
ederiz. Biz, zaten Sayın Komisyon Başkanıyla uzun zaman beraber de çalıştık.
Şimdi, bir metin, eğer bir yasa metni veya bir iç tüzük metni çok açık seçik,
net ise elbette ki okumak kadar bir de onu anlamak da önemli. Onun için, yani
“okuma yazma meselesi” derken okunan şeyi doğru yorumlamak ve anlamak meselesi
yönünde bir tenkitte bulundum.
Bir de, tabii, kendisi, bir geçici maddeyle ilgili, yerinden,
Komisyon “Katılıyorum.” dedi, ben de dedim ki: “Katılamazsınız çünkü Komisyon
çoğunluğunuz yok.” İç Tüzük’ün 45’inci maddesinde diyor ki: “Eğer komisyon
sırasında yeterli çoğunlukta milletvekili yoksa komisyon sözcüsü komisyon
raporuna aykırı olarak önerilen öneriyi ya reddeder yahut da o önergeyi
komisyona ister.” Bu çok açık yani buna rağmen, Sayın Hocam, bu kadar, “Yetti
be, yetti artık.”demenizi de hakikaten yadırgadım ben, çünkü bu çok açık. Yani
bu salonda her yapılan yanlışa müdahale etmek bizim görevimiz. Onun için, yani
bir kontrol mekanizması da değilim ama biraz vicdanımız elvermiyor. Burada
diyoruz ki: Yanlış bir şeyler konuşulmasın, uygulamalar… Çünkü burada bir defa
bir yanlış uygulama başladı mı artık o sonuna kadar gider.
Dün de burada konuştum. Bakın burada bizim yapmak istediğimiz,
Türkiye'nin kıt kaynakları var, bu kıt kaynakların en iyi değerlendirilmesidir.
Bakın gazetenin birisinde diyor ki: “Gazi Üniversitesi Rektörü kendi oğluna
özel bölüm açtırdı.” Ben dün burada da konuştum. Genel bir konuşma yaparken
konuşmada sarf ettiğim bazı lafları sanki ben Tunceli Üniversitesi için
söylemişim diye… Hayır, öyle değil, ben rektörlerle ilgili genel bir konuşma
yaptım. Birçok üniversiteye gidip de araştırırsanız, kendi oğlunu, gelinini,
yakınını, işte yeğenlerini getirmiştir orada öğretim görevlisi yapmıştır, ondan
sonra en lüks bir şekilde yaşamaktadır, üniversiteye ayrılan o kıt kaynakları
en sağlıklı şekilde kullanmamaktadır. Mesela bir düzenleme getirebiliriz;
hiçbir rektörün, rektörü bulunduğu üniversitede kendi çocuğunun veya şu kadar
dereceye kadar olan yakınlarının o üniversitede belli bir bilimsel kariyer
yapmaması lazım. Çünkü yaptığı zaman taraflı oluyor, çünkü torpil geçiyor. Onun
için, sağlıklı bir düzen kurmak istiyorsak, sağlıklı bir yapı kurmak
istiyorsak…
Biz elbette ki Türkiye’nin cehaletten kurtulup en ileri derecede
bir eğitime kavuşmasını istiyoruz. Bir ülkenin en ileri derecede eğitim
seviyesine kavuşabilmesi için orada sağlıklı bir eğitim kadrosunun olması
lazım. Eğitim kadrosu olmadan, getir, ondan sonra, üniversiteyi açıyorsunuz,
orada kaç tane profesör var? Yani bir ortaokul öğretmeni, lise öğretmeni üniversiteye
ders vermeye giderse… Zaten onun yeteri kadar bilgisi yok, eğitim konusunda
aldığı belli bir birikimi yok. Onun için, hiç olmazsa oraya üniversiteyi
bitiren insanları mümkün olduğu kadar belli bir bilgi ve belli bir kültürle
almak lazım.
Ben Anayasa Komisyonunda da konuştum. Anayasa Komisyonu Başkanı da
karşımda oturuyor. Şimdi, “Ben Sorbonne
Üniversitesinde doktora yaptım.” dedi. Ben de orada, Paris’te bulundum ama öyle
hocalar vardı ki orada, getiriyorlardı, parayla başkasının tezini alıp, ondan sonra,
tercüme ediyorlardı, getirip Türkiye’de “Efendim, ben işte, bakın, doktora
yaptım, master yaptım.” diyorlardı. Bunları kendi
gözümüzle gördük. Yani bu tip hocalar da var memlekette yani bu durumda hocalar
da var. Yani onun için istiyoruz ki aklı, mantığı yeterli eğitimi alacak
derecede gelişmiş, öğrenciler karşısında çıkıp da konuştuğu zaman öğrenciye
verdiği ders ve onlara yarattığı fikir düzeyi itibarıyla öğrencide saygı
yaratan bir…
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Arkanı dön göreceksin, arkanda bir tanesi,
orada oturuyor.
KAMER GENÇ (Devamla) – Hah, neyse… Onu kendisi anlatır canım. Onu
da siz söyleyin, hepsini ben mi söyleyeceğim?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Genç, konuşmanızı tamamlayınız.
KAMER GENÇ (Devamla) – İşte, tezleri kopya etmeyen,
kişiliği teşekkül eden, bilgi seviyesi yüksek, öğrenci karşısına çıktığı zaman
öğrenciye anlattığı fikirlerle öğrencilerin saygısını kazanan ve herkesin saygı
duyduğu insanların öğretim görevlisi, öğretmen olduğu, profesör olduğu
üniversiteler yaratalım ki işte o zaman, orada alınan o kültür ve o bilgiyle
talebe piyasaya çıktığı zaman, dolu, dolgun bir fikirle ortaya çıkıyor.
Ben Danıştayda hâkimken hukuk fakültesi
mezunu arkadaşlar dilekçe yazmasını bilmiyorlardı arkadaşlar. Yani kaç defa,
inanınız, bunlara şahit de olduk. Yani hukuk fakültesini bitirmiş, bir dava
dilekçesini yazamıyor. Kaç defa, doğru dürüst dava dilekçesini yazmadığı için
dilekçe ret kararını verdik. Hatta dilekçe ret kararına uygun olarak
düzenlenen… Yani diyoruz ki kararda: “Ya, şu şu
eksik, sen yanlış dilekçeyi hazırlamışsın.” Orada da süresinde düzeltip de
vermediği için de vatandaşın hak arama… Ya, davayı kaybetmiştir.
Yani biz diyoruz ki eğitelim gençlerimizi, sağlıklı kadrolarla
eğitelim, tüm kaynaklarımızı en iyi şekilde kullanalım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KAMER GENÇ (Devamla) – Teşekkür ederim efendim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Genç.
III.- YOKLAMA
(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, yoklama istiyorum efendim,
oylamadan önce.
BAŞKAN – Sayın Anadol, Sayın Yıldız,
Sayın Ekici, Sayın Ünsal, Sayın Keleş, Sayın Güvel,
Sayın Köse, Sayın Özdemir, Sayın Karaibrahim, Sayın Süner, Sayın Sönmez, Sayın Ağyüz,
Sayın Dibek, Sayın Emek, Sayın Güner, Sayın Susam,
Sayın Seçer, Sayın Çakır, Sayın Öztürk, Sayın Aydoğan, Sayın Oyan.
Oğuz Oyan Hocam, sizi de 20’nin içerisine dâhil ettik, onu
belirteyim.
Yoklama için üç dakikalık süre veriyorum ve yoklama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri
(Devam)
4.- Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/808) (S. Sayısı: 487) (Devam)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
3’üncü maddeyi okutuyorum:
Madde 3- Bu kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN – Madde üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına
Bitlis Milletvekili Nezir Karabaş, buyurun efendim.
BDP GRUBU ADINA MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis) – Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; kanun tasarısının 3’üncü maddesi üzerine grubum adına
söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii, vakıf üniversitelerinin kurulmasını görüşüyoruz ancak bu
görüşmelerde eğitimin genel durumundan ve üniversitelerin mevcut, içinde
bulunduğu durumdan bahsetmediğimiz zaman, mevcut “Vakıf üniversiteleri kurulsun
mu, kurulmasın mı?” düşüncesi çok anlam ifade etmiyor. Zaten bu tür konularda
genelde iktidar partisi şu tarzda tartışmaya açıyor bu tür yasa tasarılarını,
tekliflerini: İşte, “Üniversitelerin açılmasını istemiyor musunuz? Vakıf
üniversitelerinin bu ülkeye, bu ülke gençlerinin okumasına katkısından başka ne
zararı var?” tarzında bir tartışma biçimi. Bu çok gerçekçi değil, doğru da
değil. Daha önce de tüm partilerden konuşan hatipler sonuçta Türkiye’de hem
devlet üniversitelerinin hem vakıf üniversitelerinin sağlıklı bir şekilde
altyapısı hazırlanarak kurulmasının ve üniversite sayısının artmasının bu ülkeye
yarar getireceğini söyledi. Kimse bu konuda farklı bir görüşte değil.
Şimdi, bir tarafta ilköğretim ve ortaöğretimde Türkiye’nin durumu…
Genelde iktidar partisi, Hükûmet
yetkilileri işte, Türkiye’nin geçmiş yıllarını örnek verip, her konuda olduğu
gibi, onun üzerinde ne kadar geliştiğini söylüyor olsalar bile, biraz önce Muş
Milletvekilimiz Sayın Nuri Yaman’ın sorduğu bir soru vardı Sayın Bakana, Sadece
Malazgirt’te, 2’si merkezde olmak üzere 70 ilköğretim okulunda tek derslik ve
tek öğretmen olduğunu ki, Bitlis, Hakkâri, Van, Şırnak ve diğer birçok ilde ve
yine Karadeniz’in, İç Anadolu’nun bazı yerlerinde bu tür okulların yaygın
olduğunu biliyoruz. Yine ortaöğretimde, yıllardır söylenmesine rağmen
endüstri meslek liseleri, mesleğe yönelik liselerde sayı anlamında, hem okul
sayısı hem de öğrenci sayısı anlamında nispi bir artış olmuş olsa bile bu
okulların eğitim kalitesinde, meslek liselerinin altyapısı ve müştemilatının
oluşmasında ciddi bir gelişme yoktur. Sadece sayılarda bir artış vardır, bu da
hiçbir şekilde hiçbir sorunun çözümünü getirmez beraberinde.
Şimdi, üniversitelere gelirsek, önce vakıf üniversiteleriyle
ilgili birkaç şey söylemek gerekiyor. YÖK’ün yaptığı çalışma,
vakıf üniversiteleriyle ilgili değerlendirmesine baktığımız zaman, vakıf üniversitelerinin
bazılarının çok yüksek oranda öğrenci harcı, öğrenciden eğitim için para
almasının yanında bu tür, öğrenciden alınan paranın çok az bir kısmının
eğitim-öğretim için harcandığı, diğerinin vakıf üniversitelerinin altyapısı ve
diğer çalışmalarında yani özel bir üniversite gibi vakıf hanesine kâr
yazıldığını -kendi, YÖK’ün düşüncesidir, bizim düşüncemiz değil- yine bu
üniversitelerin öğretim üyesi yetiştirme konusunda bir programlarının olmadığı,
mevcut öğretim üyesi, doçent, profesör gibi kadroların çoğunun devlet
üniversitelerinden daha yüksek ücret ödeyerek alındığını ve devlet
üniversitelerinin de bu nedenle ciddi sorun yaşadıklarını… Bu tespitleri
yapıyor. Ve onun dışında şunu söyleyebiliriz: Vakıf üniversiteleri, elbette,
hem dünyada hem Türkiye’de önemli örnekler vardır. Eğitim-öğretim
alanında ciddi yaklaşan, vakfın gelirinin önemli bir kısmını üniversitelere,
açtığı vakıf üniversitesine, orada eğitim görenlerin iyi eğitim görmesine ve
altyapısına harcayan vakıf üniversiteleri vardır ama şu anda 45 olan, sayısı
50’yi bulacak vakıf üniversitelerinin önemli bir kısmı da her ne kadar vakıf
üniversitesi ve yasalarımıza göre kâr amacı gütmeyen, öğrenci eğitim ihtiyacını
kendi bünyesinden karşılamak durumunda olan bu üniversitelerin birçoğu özel üniversite
mantığıyla hareket ediyor, kâr mantığıyla hareket ediyor. Öğrenciden
aldığı paranın önemli bir kısmını da vakfın veya vakıftaki şahısların, nasıl
kullanıyorlarsa bu paraları, oraya aktarıyorlar.
Şimdi, bir de iktidar partisinin sayın hatibi şunu söyledi,
vakıflarla ilgili bir değerlendirme yaptı. Doğrudur. Vakıfların, hem
Türkiye’de, geçmişte Osmanlıdan bu yana hem de dünyanın birçok yerinde önemli misyonlar yüklendiğini, toplumsal, sosyal, kültürel
faaliyetlere destek sunduklarını biliyoruz ama sonuçta vakıflar, sosyal,
toplumsal, kültürel alanda belli kesimlerin ihtiyaçlarını, onların isteklerini
karşılayan, o düşünceyle hareket eden kurumlardır. Vakıf üniversitelerine izin
verildiği zaman, birincisi, vakıfların üniversite kurmak için ayırdıkları bütçeden
tutun üniversite için hazırlanan altyapı, üniversitenin kurulacağı yer,
üniversitenin birimleri, nasıl bir eğitim yapacağı, bu eğitimin kalitesi
konusunda ciddi bir denetim yapılması gerekiyor. Yoksa,
bunun örneğini, işte Türkiye’de yaşıyoruz, başka yere gitmeye gerek yok. Kırk
beş vakıf üniversitesi var. Bunların birçoğunda yeterince talep de yok, çünkü
ciddi bir eğitimleri de yok, diğerleri de aldıkları öğrencilerin birçoğuna iyi
bir eğitim vermemenin yanında yüksek paralar alarak, düşük puanlarla alarak
insanları üniversite mezunu etmiş oluyorlar. Biz bunu eleştiriyoruz. Bunun
karşısında duruyoruz. Bunun ciddi bir denetime tabi tutulması gerekiyor. Bu tür
üniversiteler kurulurken buna dikkat edilmesi gerekiyor. Bu tür üniversiteler
kurulurken bu vakıfların yapısı, kuracakları üniversite, nasıl bir eğitim
yapacakları, tüm bu verilerin hem Komisyonda hem Parlamentoda, Genel Kurulda
milletvekillerinin, muhalefet milletvekillerinin, bu konuda talebi olan
milletvekillerinin düşüncelerine, onların görüşlerine sunulması gerekiyor.
Diğer taraftan, AKP adına konuşan sayın hatip, üniversiteleri
halkla bütünleştireceklerini söyledikten sonra, halk okursa, aydınlanırsa kime
ne zararı olur gibi şeyler söyledi. Şimdi, biz, Türkiye’de metropol
kentlerde hem eğitimin kalite düzeyi hem öğrenci-öğretim üyesi ilişkileri hem
bilimsel anlamda ve fikirsel anlamda tartışmaların yapıldığı çok az sayıda
üniversiteyi çıkaralım, hem devlet üniversiteleri hem vakıf üniversitelerinin
şimdiki durumuna bakalım.
Şu anda lisede bile, ortaöğretimde, ilköğretimde bile bulunmayan
bir sistem işliyor üniversitelerde. Üniversitelerde okuyan öğrencilere ve
gençliğe tehlikeli, farklı düşünebilen, sistemin düşüncesinden, iktidardan, bu
ülkeyi yönetenlerden farklı düşünebilecek, bunun için kargaşa yaratabilecek
insanlar olarak bakılıyor ve istisnasız, özellikle taşrada, bölgede olmak üzere
taşradaki, Orta Anadolu, Karadeniz, diğer birçok üniversitede âdeta birer
karakol hâlinde üniversiteler. Öğrencilerin her türlü çalışması, her türlü
düşüncesi, etkinliği, bırakın dışarıda diğer öğrencilerle, toplumla yaptığı
etkinlikler, üniversite içinde dile getirdiği, ders içinde dile getirdiği
düşüncelerden dolayı baskı altına alınan, bazen kovuşturmalara uğrayan bir
durum var. Bunların tartışılması gerekiyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun efendim, konuşmanızı tamamlayınız.
MEHMET NEZİR KARABAŞ (Devamla) – Teşekkür ederim Başkan.
Siz bunları tartışmadan, bunlara bir çözüm bulmadan,
üniversiteleri, bilimin özgürce geliştiği, oradaki hem öğrencilerin hem öğretim
üyelerinin her türlü düşüncesini özgürce dile getirdiği, tartıştığı bir ortamı
yaratmadığınız sürece, siz her ile değil, her ilçeye bir üniversite kursanız,
Türkiye’nin bilimsel anlamda, Türkiye’nin çağdaş anlamda ve üniversitelerin
diğer ülkelerin üniversitesine denk gelmesi mümkün değil. Şimdi, Sayın Bakan, Türkiye’deki üniversitelerin düzeyinin diğer
ülkelerle kıyaslandığında çok geri olmadığını söylüyor. Evet, biz şuna
katılırız: Türkiye’de bazı üniversitelerin standartları gerçekten birçok
ülkenin standartlarına yaklaşmıştır ama Türkiye’deki üniversitelerin yüzde
90’ının standardı en geri ülkenin standartlarından çok daha geridir. Bunun
tartışılması gerekiyor, bir bütün olarak tartışılması gerekiyor. İşte bir sayın
milletvekili sorduğu zaman en gelişmiş iki tane üniversitenin, bir vakıf bir
devlet üniversitesinin verilerini vererek bunun üzerini kapatamayız.
Hepinize saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Oğuz
Oyan, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Oyan, birkaç saniye rica edeceğim.
Saygıdeğer arkadaşlarım, sayın milletvekilleri, Sayın Bakanım,
Sayın Elitaş, arkadaşlar; lütfen oturalım.
Buyurun Sayın Oyan.
CHP GRUBU ADINA OĞUZ OYAN (İzmir) – Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; efendim, buradaki
konuşmalarımızın oylarınızı etkilemeyeceğini biliyorduk. Fakat en azından
konuşmalarımız 2 AKP sözcüsünü tahrik etmiş. Belki daha fazla kişiyi ama en
azından 2’si burada söz aldı, bize cevap vermeye çalıştılar.
Şimdi, biz, burada, Eğitim Komisyonu Başkanından şunu açıklamasını
daha çok beklerdik: Yani, niçin bu vakıf üniversitesi kurulmasına ilişkin
tasarı tali komisyonlara gitmemiştir, yani niçin Sağlık Komisyonuna, niçin Plan
ve Bütçe Komisyonuna gitmemiştir, bunları açıklamasını tercih ederdik. Keza,
burada, bu yeni iç tüzük ihdası yoluyla iki ilave vakıf üniversitesinin gündeme
dâhil edilmesi üzerine belki bir açıklaması olabilirdi ama Sayın Komisyon
Başkanı bir kere “140 üniversite” dedi, arkasından “
İkincisi: Burada konuşurken bana cevaben dedi ki -aynen okuyorum
cümlesini- “Fatih’in bu kurmuş olduğu vakıfların kendi felsefesine uygun mudur
bu Bezm-i Âlem Üniversitesinin kurulması?” Fatih
Üniversitesi nerede, Bezm-i Âlem nerede? Sayın
Komisyon Başkanı havaya girememiş. İki ayrı üniversite söz konusu, biri Fatih,
biri Bezm-i Âlem, ikisini birbirine karıştırıyor ve
arkasından da “Vakıf senedinden okuyorum.” diyor, Fatih Üniversitesini vakıf
senedinden okuyor. E pes yani, pes! Yani vakıf senedinde Bezm-i
Âlemin sadece “rüştiye” lafı geçer, yani ortaokul bugünkü tabiriyle; bir
yükseköğrenime ilişkin herhangi bir şey yok. Sizin okuduğunuz Fatih’in Vakıf Senedi, ki orada da söylenen… Sizin söylediğinizi tutanaktan
okuyorum, o senetten, vakfiyeden: “Bir kimsenin medreselere müderris olarak
atanmasını ve kendisine görevi karşılığı günlük 60 dirhemin ödenmesini…” Yani
ne diyor Fatih kendi vakfiyesinde? Bir kimseyi medreseye müderris olarak atayın
ve 60 kuruş... Nerenden ödeyin? Benim vakfımdan ödeyin 60 kuruşu. Üniversite,
medrese kurun falan demiyor, yani ona sadık kalırsak, o okuduğunuz metne.
Dolayısıyla burada bu kısır şeyleri bir tarafa bırakalım.
Ne olur eğitimi planlamazsak, ona gelin, ona bakın. Ben size
söyleyeyim, ne olur: Dört yüz elli sene önce ne olduysa o olur. Madem tarihe
girdiniz, biraz tarih konuşalım. Ne olmuştur dört yüz elli sene önce? Sûhte isyanları olmuştur Osmanlıda. Sûhte,
medrese öğrencilerine verilen isimdir. Sûhte
isyanları niye olmuştur? Daha o zamandan eğitim planlaması olmadığı için
medreselere yığılmıştır bu öğrenciler, sûhteler,
sonuçta işsiz kalmışlardır. O kadar cami, çalışabilecekleri o kadar ortam
yoktur. Celâli isyanlarını başlatan isyan sûhte
isyanlarıdır.
Şimdi Türkiye’de siz ne yapıyorsunuz? Eğitimli gençliğin üçte
1’ini işsiz bırakıyorsunuz. Gelin buna cevap verin, bu soruna çözüm bulun.
Üniversite açmak marifet değil, onu söylüyoruz. Tabii ki Türkiye üniversite
açacak Türkiye’nin nüfusuna, Türkiye’nin gelişmesine bağlı olarak. Mesele bu
değil. Mesele:
1) Niteliği konuşabiliyor musunuz? O noktaya geldiniz mi? Orada
müthiş bir nitelik kaybı var, değer aşınması var ve daha da aşındırıyorsunuz.
2) Üniversite mezunlarına “Bana ne!” diyen bir Başbakan tarafından
yönetiliyoruz, “Onlara iş bulmak bizim işimiz değil.” Böyle bir şey mi olur?
Buna çözüm bulacaksınız.
Osmanlı aydınlanma devrimini ıskaladığı
için padişah fermanıyla rasathaneyi bombalatırsınız. Yine aydınlanma devrimini ıskaladığınız için matbaanın kurulmasını iki yüz elli yıl
geciktirirsiniz. Yani bize medrese modelini örnek göstermeyin burada. Burada
bizim tartışacağımız mesele bu değil.
“Bizde hiç Galileo vakası olmamıştır.” Evet
olmamıştır çünkü Galileolar yetişmemiştir, Galileolar ortaya çıkamamıştır, aydınlanma devrimi hiç
olmamıştır. O yüzden de yani “Bizde böyle vakalar olmadı, Bruno
yakılmadı…” Evet ama yani sizde de bilim gelişmedi,
bizde gelişmedi.
Şimdi, burada çok değerli bir arkadaşım da bize vakıflar konusunda
derin bilgilerini aktardı. Burada sırf vakıfların, bu cemaatler meselesinin
gündeme getirildiğini söyledi. Aslında vakıfları konuştuğumuz için, burada altı
tane vakıf üniversitesi kuruluyor. Yoksa, keşke sadece
cemaatler bu vakıflarla sınırlı olsaydı. Devlet üniversitelerine nüfuz etme
olayı vardır, devlet üniversiteleri. Biz burada o konuyu çok fazla gündeme
taşımıyoruz çünkü konu dışına taşırmayalım diye ama maalesef Türkiye’deki
eğitimde devlet üniversitesi eliyle de -özellikle Anadolu’da kurulan birçok
üniversitede ama şimdi İstanbul vesairede de- onlar
eliyle de birtakım gelişmeler olmaktadır, nüfuz etmeler ortaya çıkmaktadır.
Dolayısıyla sorun büyüktür. O değerli arkadaşım vakıflar konusunda benim ne
söylediğimi anlamak istiyorsa tutanakları dikkatlice okumasını kendisine
öneririm.
Şimdi, burada hep söyledik: İnancın bilimi yönetmesine izin
vermeyeceksiniz. Bu olmaz, ikisini aynı şeyde tutamazsınız. Ticaret bilimi
yönetirse, yönlendirirse gene olmaz. Yani, burada bilim, ticaretin… Ha o bir
tek yerde TOBB üniversiteler kuruyor ve adına “ticaret üniversiteleri” diyor.
Belki bir tek orada yakın. Anayasa’ya aykırı gerçi, Anayasa çünkü ticari amaçla
üniversite kurulmasını yasaklıyor, vakıf veya devlet ama hiç olmazsa TOBB ya da
ona bağlı odalar adına “ticaret üniversiteleri” diyorlar. Orada hakikaten
ticaretle, yapılan işle şey biraz daha uyumlu gözüküyor, Anayasa’ya uymasa da.
Değerli arkadaşlarım, bakın, ben size öğretim üyesi kalitesinden
bahsettim. Bu öğretim üyesi kalitesi, sadece üniversitelerin şeyinde kalmıyor,
onlar üniversiteye yönetici oluyorlar, bu kalitesiz diyebileceğimiz türden
olanlar. Kalitesini nasıl ölçersiniz? Üniversiteye yönetici oluyor,
üniversiteye rektör oluyorlar ve YÖK’e başkan ya da üye oluyorlar. Nasıl? Bir
üniversite öğretim üyesinin kalitesini somut ölçme kriteri
nedir? Ben size bir tane örnek vereyim: İntihal vakalarıdır. “İntihal” nedir?
Türkçesiyle aşırmadır, yani başkasının eserinden, başkasının bir bilimsel
çalışmasından alıntı yerine...
ŞAHİN MENGÜ (Manisa) – Çalıntı!
OĞUZ OYAN (Devamla) – …çalıntı yapmak meselesidir. Bravo!
Şimdi, intihal bu. İntihal yapana müntehil denir. Şimdi ben
size soruyorum: Bu konuda ne gibi adımlar atıyorsunuz? Bugün benim verdiğim,
Sayın Bakan da burada, YÖK üyesi eski genel sekreteriyle ilgili bir soru
önergesi var. Yani YÖK’ün eski genel sekreteri şimdi hâlen üyesi olan bir
kişiyle ilgili olarak, Sayın İzzet Özgenç’le ilgili olarak bir soru sordum.
Onunla ilgili 72 sayfalık bir rapor var. Doçentlik tezinin, 72 yılında
doktorasını yazmış Hans Achenbach
adlı bir Almanın doktora tezinden bunun intihal vakası olduğuna dair 72
sayfalık bir raporla Eğitim-Sen tarafından YÖK’e sunulmuştur. Ben soruyorum: Ne
oldu? Kendisi açığa alındı ve soruşturma başlatıldı mı? İnceleme doğrusu.
Bununla ilgili ne var mesela? Yani, evet, öğretim üyesi kalitesi derken
bahsettiğimiz şeylerden bir tanesi bu. Nerede? Tabii, diyeceksiniz ki YÖK
Kurucu Başkanına kadar giden bir intihal vakası olan bir ülkede bunların lafı
olur mu?
Bakın, ben size başımdan geçen bir şeyi kısaca söyleyeyim: 2000
yılında bir doçentin bir üniversiteden başka üniversiteye aktarılmasına ilişkin
bir vaka geldi önüme yani dosya geldi, ben de jüri üyesiyim. Doçentliğini üç
beş ay önce almış, üniversite değiştirmek istiyor. Nereden nereye? Muğla’dan
Mersin’e gidecek. Normalde buna bakmaz jüri üyeleri çünkü unvan vermeyecekseniz
atarsınız. Benim ilgimi çeken bir şey oldu: Bir kutu kitap yollamış ve bunların
üç tanesi son üç ay içinde yazılmış, ders kitabı. Bu kadar hızlı hiç kimse
yazamaz. Yani bir yerden kopyalasanız bile eski usulle, yazamazsınız. Biraz
bakınca, her bölümde başka bir Türkçe dili olduğunu gördüm. Biri 1950’lerden
geliyor, biri 1980’lerin dili. Hemen bir kütüphane çalışması yaptım, 1950’lerde
yazılmış maliye kitaplarına baktım, küt yakaladım. Olduğu gibi aktarmış, olduğu
gibi ama, o bölümü ondan almış, öbür bölümü öbüründen
almış. Bu kadar olabilir! Yani öğrenci bile “Ya bu ne?” der çünkü dil çok eski
ve çok yeni. Bunu Mersin Üniversitesine yazdım: “Size geçmek isteyen kişi böyle
biridir, ben size otuz sayfalık ekte şeyi de yolluyorum, YÖK’le ilgili
işlemleri başlatmayı size bırakıyorum.” Sonra ne oldu? Sonra, duyduğum
kadarıyla oraya gitmemiş, orası almamış. Peki ne
olmuş? Daha sonra, daha sonraki bir dönemde rastladım o kişinin adına, 9 Eylüle
geçmiş ve profesör olmuş. Yani sistem kötüleri ayıklayan bir sistem değil,
sistem kötüleri yükselten bir sistem. Yani böyle bir sistem içinde ne
yapabilirsiniz?
Değerli arkadaşlarım, yani intihal vakaları kalite açısından çok
kritik mesele çünkü bu artık en pespaye durum, bir öğretim üyesi açısından
düşebileceği en kötü durumdur.
Bakıyorsunuz, bugünkü basında, Gazi Üniversitesi Rektörü kendi
oğlunu almak için özel bölüm açıyor, oraya oğlunu alıyor. Böyle bir bölüm,
aslında içinde başka bir şey yok. Böyle bir şey olabilir mi? Bununla ilgili ne
yapacaksınız? Soruyorum.
Değerli arkadaşlarım, burada başka şey, bakın, size bir
anormallikten bahsediyorum. İlim Yayma Vakfı İstanbul’da Sebahattin
Zaim Üniversitesini kurdu. Kim var bu İlim Yayma Vakfının kurucuları arasında?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Oyan.
OĞUZ OYAN (Devamla) – Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Sayın Mehmet
Aydın, Sayın Ahmet Davutoğlu. Faal olanlar bunlar.
Tabii eski bakanlar var, eski ve yeni milletvekilleri var. Tabii burada eksik
olan iki şey var: YÖK Başkanı ile Millî Eğitim Bakanını da buraya katalım. Yani
artık Millî Eğitim Bakanı ve YÖK, üniversite, devlet üniversitesini yönetmek
alanından çıksınlar, kendi adlarına vakıf üniversiteleri kurmaya başlasınlar.
Ne güzel olur değil mi? Yani o tarafta çok başarılı oldunuz, biraz da bu
tarafta daha başarılı olmaya çalışın.
Dünyanın hiçbir tarafında, herhâlde, bir başbakanın ve bakanların
kurucusu olduğu normal üniversiter yapı içinde vakıf
üniversitelerine gidiş olmaz. Bu bir siyasallaşma virüsüdür. Bu virüs
Cumhurbaşkanına kadar çıkmaktadır. Rektör atamalarında tamamen böyledir. Yani
eskiden, Sezer döneminde liyakate bakılırdı birinci sırada gelmeyenler açısından
ama burada ana yol oldu yani birinci sıra dışındakileri atamak ana yol hâline
geldi, tali yol falan değil. Dolayısıyla bu siyasallaşmadan kurtarmadan
üniversiteleri adam etmek mümkün değildir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Biz yapınca iyi, başkası yapınca kötü.
BAŞKAN – Buyurun.
OĞUZ OYAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bu doğru değil. Bakın,
Türkiye’de Sezer, kendisini atayan Hükûmetle bile
ters düşme pahasına birçok Hükûmet kararını geri
çevirebilmiştir, buradan kanunu çevirebilmiştir…
MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Hiç eleştirdin mi Sezer’i bu konuda
şimdiye kadar?
OĞUZ OYAN (Devamla) – …dolayısıyla Sezer, Türkiye’de çok partili
dönemin en tarafsız Cumhurbaşkanı olmuştur. Onun için ona hiç şey yapmayın.
MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Siz ona inanın, biz inanmıyoruz.
OĞUZ OYAN (Devamla) – Burada önemli olan cumhuriyet ilkelerini
savunması ve aydınlanmayı savunmasıdır.
Değerli arkadaşlarım, bu siyasallaşma, bugün, üniversitelere
yardımcı öğretim elemanı, araştırma görevlisi, yardımcı doçent kadrolarının
verilmesinde kendini göstermektedir. Eğer o üniversiteyi beğenmiyorsa bunları
atamıyor. Üniversiteler nereden beslenecekler? Bunu mutlaka halletmek
gerekiyor. Tabii, öğretim üyelerinin mutlaka iş güvencesinde, özellikle
yardımcı öğretim üyelerinin, yardımcı doçentlerin, araştırma görevlilerinin
mutlaka verilmesi gerekir. 50/d’ye göre araştırma
görevlisi almaktan kesinlikle vazgeçmek gerekir. Bu konuda verilmiş kanun
teklifim vardır.
Hepinize ilginiz için çok teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Oyan.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Trabzon Milletvekili
Süleyman Lâtif Yunusoğlu. (MHP sıralarından alkışlar)
Buyurun efendim.
MHP GRUBU ADINA SÜLEYMAN LÂTİF YUNUSOĞLU (Trabzon) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan kanun tasarısının yürütme maddesi
üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Tasarının genel gerekçesinde de ifade edildiği gibi, Türkiye'nin
genç nüfusunun yükseköğretim talebi yıldan yıla artmaktadır, vakıf
üniversitelerinin bu talebi karşılamak için yardımcı olacağı öngörülmektedir.
Türkiye’de, 2002 yılında, 53’ü devlet üniversitesi, 23’ü vakıf
üniversitesi olmak üzere toplam 76 üniversite varken, şu anda, her ile bir
üniversite kurulması kararından sonra 94 devlet üniversitesi, 45 vakıf
üniversitesi olmak üzere 139 üniversitemiz bulunmaktadır. Bu kurulan
üniversitelerle birlikte, vakıf üniversitesi sayımız daha da artacaktır.
Türkiye, son sekiz yılda, yükseköğretim kurumları açmaktadır.
Üniversite kurulmasına ve gençlerimizin üniversite eğitimi almasına kimsenin
itirazı olamaz. Her ilde bir üniversitenin kurulması tabii ki hepimizin arzusu
ancak burada nitelikli nesiller yetiştirilmesi de hepimizin arzu ettiği bir
durumdur. Ancak biz bu üniversiteleri hangi mantıkla, hangi altyapıyla
kuruyoruz, bunlara bakmamız lazım.
Değerli milletvekilleri, bu üniversiteleri kuruyoruz ancak
özellikle, Doğu ve Güneydoğu’daki üniversitelerin öğretim üyesi bulamama
sorunlarını da basından takip ediyoruz. Öğretim üyesi sorunu öğretim üyesi
yetiştirme programlarıyla ortadan kaldırılabilir ancak Hükûmetin,
özellikle YÖK Başkanı değişinceye kadar, YÖK ve üniversite bütçelerinde kısıtlamaya
gittiğini, araştırma görevlileri için ihdas edilen kadroları sınırladığını da
biliyoruz. Öğretim üyesi sorunu, kaynak sorunu varken, kervan yolda düzülür
mantığı ile kurulan üniversiteler tabela üniversitesi olmaktan kurtulamaz.
2008-2009 istatistiklerine göre, lisans programlarında öğretim üyesi başına
düşen öğrenci sayısı 27,7; ön lisans programlarında ise 450’dir. Bu 450 sayısı
neyi ifade ediyor? Bu üniversitelerin tabela üniversitesi olmaktan öteye
gidemeyeceğinin görüntüsünü veriyor. Daha ilköğretim okullarında, liselerde
öğretmen açığı sorununu çözememiş bir iktidarın üniversitelerin öğretim üyesi
sorununu çözmesini beklemek de saflık olur. Millî Eğitim Bakanlığı iç denetim
raporuna göre, öğretmen açığımız da 133 bindir. Bir tarafta üniversitelerin
eğitim fakültelerinden mezun olan işsiz öğretmenler, diğer tarafta 133 bin
öğretmen açığı. Bu tablo kabul edilebilir bir tablo değildir.
Değerli milletvekilleri, bir diğer konu ise: Biz, bütün
üniversiteleri aynı mantıkla, aynı bölümlerden, aynı programlardan oluşan
üniversiteler olarak kuruyoruz. Yani bütün üniversitelerde iktisadi idari
bilimler fakülteleri var, bütün üniversitelerde mühendislik fakülteleri var,
fen edebiyat fakülteleri var, eğitim fakülteleri var. Şimdi, birçok
üniversitemizin eğitim fakültelerinden yetişen, bugün işsiz olan yüzlerce beden
eğitimi öğretmeni var. 1980’li yıllarda kırsal kesimdeki ilkokullarda,
ortaokullarda müzik öğretmeni, beden eğitimi öğretmeni, resim öğretmeni yoktu,
bu derslere diğer öğretmenler giriyorlardı. Bugün, açılan eğitim fakülteleriyle
bu sayı artık aşmış, eğitim fakültelerinin beden eğitimi bölümlerinden mezun
olan öğrenciler, öğretmen adayları beş yıl, altı yıl, yedi yıl kendilerine
öğretmenlik sırasının gelmesini bekliyorlar. Öyleyse bizim eğitim programlarımızda
bir aksaklık var demektir. Oysa dünyada eğilimler değişiyor, uzmanlaşan
üniversiteler ortaya çıkıyor. Biz bu eğilimleri görmeden üniversite kuruyoruz.
Bunun sonucu şudur: Elinde diploması ile işsiz kalan gençler.
Değerli milletvekilleri, işsizlik Türkiye'nin en can yakıcı
sorunudur ancak iktidar bu sorunu görmezden gelmektedir. Gençler arasında
işsizlik oranı yüzde 25’lere kadar çıkmış durumdadır. Vakıf üniversiteleri
kuruyoruz. Vakıf üniversiteleri Anayasa’mıza göre kâr amacı gütmeseler bile öğrencilerden
yüksek miktarda para almaktadırlar. Şimdi, bir genç düşünün, dört beş yıl
boyunca ailesinin kıt imkânlarıyla vakıf üniversitesinde yüksek paralar
ödeyerek okumuş olsun, okulunu bitirsin ve elinde diplomasıyla işsiz kalsın.
Ruh sağlığı bozuk, gelecekten endişeli, umudunu yitirmiş, ailesine ve çevresine
karşı ezik bir gençlik. İşte böyle bir gençliğin yetiştirilmesi arzu edilmiyor.
Bu sebeple, Hükûmetin özellikle ve öncelikle üzerinde
durması gereken nokta işte burasıdır. “İspanya’da da işsizlik var.” denilerek
“İşsizlik bütün ekonomilerin sorunu.” denilerek Hükûmet
sorumluluktan kaçmamalıdır.
Değerli milletvekilleri, üniversite öğrencilerimizin barınma
sorunları da devam etmektedir. AKP döneminde, yeni üniversiteler açılmasına ve
mevcut üniversitelerin kontenjanlarının artırılmasına rağmen, yurt kapasiteleri
aynı oranda maalesef artırılamamaktadır. 2009 ÖSS’de üniversiteye yerleşen
öğrenci sayısı 528 bindir. Yükseköğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürü,
müracaat eden öğrencilerin ancak 92 bininin yurtlara yerleştirilebileceğini
açıklamıştır. 2003 yılında 182.628 olan yurt kapasitesi, 2008-2009 istatistiki verilerine göre ancak 208.869’a
çıkartılabilmiştir.
Değerli arkadaşlar, hepimize, üniversite ve yüksekokulların her
açılım sezonunda, bölgelerimizden, dostlarımızdan, üniversiteyi kazanan
çocukları için yurt talebinde bulunuyorlar, hepimiz onlara yurt bulmakta güçlük
çekiyoruz. Kredi ve Yurtlar Kurumu, maalesef, bu problemi henüz çözebilmiş
değildir. Öğretim üyesi sorunu varken, barınma sorunu devam ediyorken,
üniversite mezunları işsiz gezerken, Hükûmet
“Üniversite sayısını artırdık.” şovunu bırakmalı ve bu sorunları çözmenin
yollarını aramalıdır, hep birlikte aramalıyız.
Değerli arkadaşlar, ne yazık ki Türkiye’de, bu anlamda, son yedi
buçuk yıldan bu yana AKP Hükûmeti döneminde eğitim,
rakam cambazlığının, fason okul ve üniversite açılışlarının ipoteğine
sokulmuştur. Bugün “Altmış üç üniversite açtık.” diye övünen AKP İktidarı,
tabela asarak üniversite açılamayacağını anlamadığı gibi, bundan daha önemlisi,
bu üniversitelerden mezun olan öğrencileri umutsuzluğa mahkûm etmiştir.
Eğitim bir misyon ve vizyon işidir
değerli arkadaşlar. Bir ülkenin gelişmesi, kalkınması eğer eğitim üzerine inşa
edilmiyorsa o ülkenin, temeli olmayan bir binadan farkı yoktur. Türkiye de ne
yazık ki bu iktidar döneminde bu yanlışa sürüklenmiş, eğitim oy avcılığının bir
esiri hâline getirilerek ülkemiz âdeta uçuruma doğru sürüklenmeye doğru
gitmiştir.
Şimdi sormak istiyorum: Eğitim müfredatımız bizim millî, manevi
değerlerimizi ne kadar yansıtıyor? Eğitim sistemimiz hangi ölçüde çağdaş
standartları karşılıyor? Çocuklarımız, yavrularımız hangi şartlarda
eğitimlerine devam edebiliyor? Çocuklarımızı ve ülkemizin geleceğini emanet
ettiğimiz öğretmenlerimize ne kadar değer veriliyor? Bilim yuvası olan
üniversitelerimiz dünyada hangi konumda, nerede bulunuyor? Üniversiteden mezun
olan öğrencilerimizin sevinmesi, gururlanması gerekirken acaba neden “Eyvah,
mezun oldum!” korkusunu yaşamak zorunda bırakılıyor? Bu ve benzeri soruları
çoğaltabiliriz.
İşte bu soruların cevabı esasen AKP döneminde eğitimin nasıl
yozlaştırıldığını çok açık bir şekilde ortaya koyuyor. Ümit ederim ki kurulacak
üniversiteler, bu yozlaşmanın ortadan kaldırılması, yedi buçuk yıldır unutulan,
ayaklar altına alınan millî ve manevi değerlerimizin tekrar hatırlanması için
bir fırsat olur.
Şimdi bir örnek vermek istiyorum kıymetli arkadaşlar. Bir dostum
kendi evinde oturmak maksadıyla bir sitedeki inşaata üye oldu ve zamanı geldi,
evi bitti. Bir gün evine giderken iki tane plastik poşeti cebine koyduğunu
gördüm.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yunusoğlu, konuşmanızı
tamamlayınız.
Buyurun.
SÜLEYMAN LÂTİF YUNUSOĞLU (Devamla) – “Ne olacak bunlar?” dedim,
cevap şuydu: “Yeni evime gideceğim ama sabahleyin yağmur yağdı. Evime giderken,
otobüsten indiğimde, evime kadar olan mesafenin yolu yapılmamış, yol çamur
içerisinde. Bu naylonları ayaklarıma bağlayıp paçalarımın ve ayakkabılarımın
çamurlanmasını önleyeceğim.” dedi. Sonra ilave etti: “Evimizde kullandığımız su
hâlen inşaat suyu, kullandığımız elektriği de direkten çektiğimiz kabloyla
karşılıyoruz ama ev, belediye tarafından oturma ruhsatı verilmiş hâlde.”
İşte, bizim itirazımız burada. Üniversitelerimizin her ilde
açılmasını, birden fazla açılmasını arzu ediyoruz. Fikri hür, vicdanı hür
nesiller yetiştireceksek bu üniversiteleri açmalıyız ama altyapılarını da
mutlaka ona göre şekillendirmeliyiz.
Bu düşüncelerle sözlerime son veriyor, yeni üniversitelerimizin
ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını dileyerek yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yunusoğlu.
AK PARTİ Grubu adına Konya Milletvekili Sayın Sami Güçlü. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA SAMİ GÜÇLÜ (Konya) – Sayın Başkanım, değerli
milletvekilleri; vakıf üniversiteleriyle ilgili görüştüğümüz tasarının son
maddelerinde düşüncelerimizi tekrar ifade etme imkânı buldum. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Ben kaldığım yerden açıklamalarıma devam etmek düşüncesindeyim.
Türkiye’de yükseköğretimle ilgili gelişmeleri, görüştüğümüz 2003-2010 yılları
arasındaki gelişmenin bundan önceki konuşmalarımda rakamsal boyutlarını
söylemiştim. Bu arada arkadaşlarımız değişik konularda eleştirilerini dile
getirdiler, onlara da kısmen cevap vermeye çalışmıştım.
Şimdi, müsaade edersiniz iki konuya değinmek istiyorum. Birincisi,
üniversitelerimizin bilimsel faaliyetlerden uzaklaştığı, bu konuda çok büyük
bir tehlikeyle karşı karşıya kaldıkları, liseye dönüştükleri, meslek lisesine
dönüştükleri hususundaki görüşlerdir ve bunlarla ilgili düşüncelerimi ifade
etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, biraz önce Cumhuriyet Halk Partisinin
saygıdeğer konuşmacısı Oğuz Oyan Hocamız da üniversitede kalite konusuna
değindi ve buna değinirken kalitesizliğin ölçülerinden bahsetti ama ona
gelmeden önce üniversitelerimizde akademik faaliyetlerin belli bazı ölçüleri
var, ben bunlara değinmek istiyorum: Evvela bir üniversite kavramı yani
üniversite kafamızda nasıl olacak?
Türkiye’de özellikle vakıf üniversiteleri konusunda, bildiğimiz
gibi, Bilkentten başlayan, peşi sıra birçok büyük
sermayenin oluşturduğu yani sıralayacak olursak Doğuş’un,
Haliç’in, Işık’ın, Bilgi’nin vesaire yani Sabancı, Koçları da dâhil ederek
üniversitelerinin kurulduğunu biliyoruz. Son dönemde yeni bir kısım daha küçük
grupların, daha farklı sosyal kesimlerin üniversite kurmasıyla ilgili
hususlarda -dediğim gibi- fazla bir kaygı doğmaya başladı.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıdır, bu
toplumun içinde yaşamaktadır, sanayicidir, ticaretle uğraşmaktadır. Bir
Yükseköğretim Kanunu vardır, Anayasa’mıza göre bir vakıf üniversitesi kurma
konusunda hakları vardır ve bu insanlar kuruyorlar. Biz toplumun bazı
kesimlerine vakıf üniversitesi kuruyor diye karşı çıkarsak bu insanları çok
rencide ederiz, doğru olmaz. Bizim yapacağımız şey, ilkelerle ilgili
konulardır, prensiplerle ilgili konulardır.
Şimdi üniversiteyi cemaatleştirmek, siyasalaştırmak gibi kavramlar
kullanıyorsunuz. Efendim, biz bir ülkenin vatandaşlarıyız -bir benzetme yapmama
müsaade edin- biz bir havuzun içindeyiz, bir kültür atmosferinin içindeyiz, bu
kültür atmosferinin içerisinde neresinden bir bardak numune alırsanız alın
tahlil aynı çıkar. Dolayısıyla siyasi alan, akademik alan, ticari alan
birbirinden çok farklı değildir, sporun farklı olmadığı gibi. Dolayısıyla
üniversitelerle ilgili konuda, hangi parti olursa olsun, Türkiye’ye bugüne
kadar hizmet etmiş, üniversitelerin açılmasına hizmet etmiş hükûmetler
ve siyasi partiler siyasallaştırmak için mi açtılar? Böyle bir şey mümkün
olabilir mi? Biz, bir parti, Türkiye’de vakıf üniversitelerini kendi anlayışı
doğrultusunda bir taban oluştursun diye açarsa bu, bilimin, üniversite
kavramının içerisinde yer bulabilir mi, böyle bir niyet hayata geçebilir mi,
imkânı var mı? Çünkü üniversite, inşa edilmiş akıldır, memleketin sorunlarına,
bilimin gerçeklerinden hareketle çare arayan bir kurumdur. Bir siyasi anlayışın
mektebi olması söz konusu olabilir mi?
Bir kere, evvela üniversite kavramına, biz burada, zarar verici
bir anlayış sergiliyoruz. Biz, Türkiye Cumhuriyeti’nin kanunlarına ve
Anayasası’na uygun olarak üniversiteler kuruyoruz. Eksiklik var mı? Vardır, ben
de değineceğim. Burada Bakanlığımız ve Yükseköğretim Kurulu bu konuda çok
sorumludur ama biz, hadiseyi çok subjektifleştirirsek
toplumu rencide ederiz ki bu da doğru olmaz. Objektif hareket etmeliyiz.
Efendim, ben, Türk üniversitelerinin kalitesiyle ilgili konuda
neleri ölçü alabiliriz? Bunlar öğretim üyesi, öğrenci oranı, çok daha önemlisi,
esas akademik yayınlar ve araştırmalardır. Bu konuda dünyada yapılmış bütün
çalışmalarda üniversitelerin kalitesini ölçen uluslararası atıf indeksine giren
makale sayısıyla ölçülür. Birinci derecede budur. Bu konuda fen bilimleri,
sosyal bilimler, sanat ve insan bilimleri atıf indeksleri vardır. Bunu da en
çok akademisyenler bilirler elbette, yani Oğuz Oyan Hocamın bildiği gibi.
Efendim, Türkiye, 1983’te dünya ülkeleri arasında 45’inci
sıradadır; 739 tane makale bu indekse girmiştir.
Değerli arkadaşlarım, 2001’de 25’inci sıraya Türkiye yükselmiştir
ve 9.500’e ulaştı makale sayısı, 2007’de 20 bine ulaşmıştır, 19.666’dır makale
sayısı ve dünyanın 18’inci ülkesidir. Gerek TÜBİTAK’ın gerekse TÜBA’nın gerekse YÖK’ün bununla ilgili yaptığı çalışmalarda
bu apaçık ortadadır.
Ben, size bununla ilgili bir uzmanın değerlendirmesini müsaade
ederseniz okumak istiyorum: “Türk bilim insanlarınca Fen Bilimleri Atıf
İndeksi, Sosyal Bilimler, Sanat ve İnsan Bilimleri Atıf İndeksi’nce taranan,
dünyanın tanınmış bilimsel dergilerinde yayımlanan makale sayısı, 1997-2002
yılları arasında 3 kat artmıştır. Bunun sonucunda, milyon nüfus başına bilimsel
makale sayısı, göz kamaştırıcı bir artış oranıyla 148’e yükselmiştir. Türkiye,
on yıllık bir dönem içinde 5 kata varan bu artış oranıyla, dünya ülkeleri arasında
1992’de 37’nci sırada iken 2002’de 22’nciliğe yükselmiştir.” Devam ediyorum:
“Benzer değerlendirmeler konunun uzmanlarınca da yapılmaktadır. Türkiye'nin
1991-2007 döneminde -yani 1991’le 2007 döneminde- ortalama yıllık bilimsel
yayın sayısı artış hızı yüzde 14,4’tür.” Bu konuda Türk biliminin yükselişi
olarak nitelenmektedir bu. Bununla ilgili olarak Glanzel,
Debackere, Meyer gibi bilim
adamları bunu ortaya koymuşlar ve şöyle bir değer hükmüne varıyorlar: Çin,
Kore, Tayvan, Brezilya ve Türkiye’yi “yükselen bilim ülkeleri” olarak
adlandırıyorlar. Değerli arkadaşlarım, bu yazıyı Sayın Kemal Gürüz’ün “Türk Millî Eğitim Sisteminin Çıktıları” isimli
2008 yılındaki yayınlamış olduğu kitaptan alıyorum.
Şimdi, sadece 2007’ye kadar gelen kısım için demiyorum, Yükseköğretim
Kurulu kurulduğu andan itibaren bu konuda verdiği önemden dolayı bir gelişme
sağlamıştır Türk üniversiteleri ve bilim adamları ve bu çok kabul edilebilir
bir seviyedir.
Bunun dışında, intihal olaylarını örnek gösterdi Sayın Hocam.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, biraz önce söyledim, havuzun neresinden örnek
alırsak alalım olumsuzluklarla karşılaşırız. Sporda son yaşadığımız olaylar var
kamuoyunu etkileyen. Spor gibi bir alanda, ticarette, sanatta, edebiyatta her
alanda var. Kötü örnekleri temizlemek bu ülkedeki denetim mekanizmalarının
işidir. Yükseköğretim Kurulunun denetim mekanizması eksiktir. Özellikle vakıf
üniversiteleriyle ilgili konularda çok daha etkin, denetleyici ve bu denetleme
sonuçlarını kamuoyuyla paylaşıcı bir fonksiyon görmelidir Yükseköğretim Kurulu.
Çünkü hepimizin kaygısı vardır vakıf üniversitelerindeki gelişmeler konusunda.
Ama bilimsel faaliyetler konusunda Türk üniversitelerinin çok büyük bir boşluğa
düştüğünü, büyük bir gerilemeye sebep olduğunu söylemek için hiçbir somut ifadeniz
yoktur, çünkü bu ancak zamanla ortaya çıkacaktır. Eğer 2010’da Türkiye’de
bilimsel bakımdan Türk üniversitelerinde bir gerilik varsa bunu üç sene sonra
göreceğiz biz. Ama şimdiden söylediğiniz şey objektif değil ve dolayısıyla
inandırıcı da olamaz ve olmamalıdır da. Amacımız, Türk üniversitelerinin
yükselmesini temin etmektir.
Değerli arkadaşlarım, ben size bir de öğretim elemanı konusundaki
büyük handikaptan bahsetmek istiyorum. Şimdi,
hepimizin kaygısıdır: Biz çok sayıda üniversite kuruyoruz. Bu üniversiteler
kurulurken acaba bu öğretim üyesi meselesi ne olacaktır? Ben vaktimin bu konuya
elverişli olmadığını görüyorum.
Değerli arkadaşlarım, size mevcut öğretim üyemizin sayısını ve bu
konuda esas büyük kaynağımızı söyleyip konuşmamı tamamlayacağım. Şu anda Türk
yükseköğretiminde 100 binin üzerinde öğretim elemanı vardır, bunun 40 bini
öğretim üyesidir. Bizim esas kaynağımız, kendi dilimizle gerçekleştirdiğimiz
yükseköğretim sistemidir. 35 bin doktoraya kayıtlı öğrencimiz vardır, her sene
yüzde 10’u mezun olmaktadır ve yükseköğretim sistemine hoca olarak
katılmaktadır. Değerli arkadaşlarım, bunu, 45 bine çıkardığımız anda bu sayıyı
-ki 2016’da bunu çıkarma imkânımız vardır- ve Türk yükseköğretim…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Güçlü, buyurun.
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) – 35 bin doktora öğrenci sayısını 45’bine
çıkardığımızda ve yüzde 65 oranında da üniversiteye katılımını kabul
ettiğimizde, ihtiyaç duyduğumuz, 70 yeni üniversiteyle beraber ihtiyaç
duyduğumuz 37.500 öğretim üyesini karşılama imkânına kendi kaynaklarımızla
kavuşabilecek durumdayız. Hükûmetimizin hâlen
yürüttüğü 5 bin yurt dışı doktora programı devam etmektedir. Bunun devam
etmesini de eğer sağlayabilirsek -yani üç yıl sonra bu 5 bine tamamlanarak
bitecek- bu projeyi de geliştirebilirsek Türk yükseköğretiminin geleceğe
yönelik olarak öğretim elemanı ihtiyacı konusunda çok büyük bir darboğazla
karşılaşmayacağız. Hedef, üniversite sayısını artırmak olamaz, eğitim
kalitesini yükseltmekten asla vazgeçmeyeceğiz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Güçlü, teşekkür ediyorum.
Komisyon adına Komisyon Başkanı Sayın Mehmet Sağlam.
Buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Sayın milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
6 yeni vakıf üniversitesinin kurulması vesilesiyle birçok
arkadaşımızın eleştirilerini saygıyla karşıladığımızı söyledik, bunlardan
yararlanacağımızı söyledik. Ve benim bu Mecliste 3’üncü dönemim. Genellikle
arkadaşlarım bilir ki, doğrudan doğruya, sayılar üzerinde vesaire polemiklere girmem ama biraz evvelki konuşmamda “Türkiye’de
140 üniversite var.” dedim. Değerli arkadaşımız, Cumhuriyet Halk Partisi temsilcisi
arkadaşımız kalktı “140 dedi, 144 dedi, sayısını bile bilmiyor.” dedi. Bunlar
ayıp şeyler, bir kelimeyle.
Diyelim ki, sürçülisan oldu da bilmedim. Bunları -139 olmuş, 140
olmuş, 141 olmuş- burada bu kürsüden değerlendirmeye değer mi bilmiyorum ama şunu
arz edeyim ki, tekrar söylüyorum: 140 üniversite var. dedim,
şu anda Türkiye’de 140 üniversite var Sayın Oyan. Yeni kuracağımız 6’sıyla 146
olacak. Bu kadar önemliyse size bunu söylüyorum. Şu anda Türkiye Cumhuriyeti
kanunlarına göre en son kurulan Türk-Alman Üniversitesiyle Türkiye’de 140
üniversite var. 144 nedir, onu da anlatayım size. O konuşmamda dedim ki:
“Dünyada kabul edilen asgari, gelişmiş ülkelerdeki üniversite sayısı yarım
milyon nüfusa bir üniversite şeklinde hesap edilir. Türkiye’mizin şu anda 72
milyon nüfusu var. Buna göre 144 üniversitedir.” 144 de odur Sayın Oyan.
Şimdi, “mütevelli heyet” meselesine gelince. Fatih Sultan Mehmet’in burada âdeta sadece fakir fukaraya, garip gurebaya hizmet eden bir düşüncesinden, bir felsefesinden
söz edildi. Vakıflarını da size sayayım mademki istiyorsunuz, teferruata
bayılıyorsanız: Fatih Sultan Mehmet Han Vakfı var, bir; Sinan Ağa Bin Abdurrahman Vakfı var, iki; Nurbanu
Valide Sultan Vakfı var, üç; Hatice Sultan Vakfı var, dört; Abdullah Oğlu Hacı
Abdülaziz Ağa Vakfı var, beş. Fatih Sultan Mehmet Üniversitesini kuranlar bu
beş vakıf.
Benim de size okuduğum metin Nurbanu
Valide Sultan Vakfındaki cümlelerdi. Bir rüştiyedir tutturmuşsunuz. Rüştiye,
anaokulu herhangi bir eğitim müessesesi, bugünkü yasamızda bile herhangi bir
müessese, eğitim müessesi, herhangi bir vakfın vakfiyesinde kurulacak diye
varsa her türlü eğitim müessesesini kurar, bunun da bir sürü örneği var
Türkiye'de. Kaldı ki şimdi…
Hemen bir şey daha söyleyeyim. Dediniz ki: Bu İlim Yayma Vakfının
kurucuları arasında olduğu için şunun veya bunun da birer üniversitesi oldu.
Şimdi, bir akademisyen olarak yakışıyor mu? Yani kurulan, İlim Yayma Vakfının
kurduğu…
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Sayın Başkan…
OĞUZ OYAN (İzmir) – Sayın Başkan, bu nasıl üslup?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Devamla) – Bir saniye efendim, bir saniye.
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – “Yakışıyor mu?” ne demek Hocam ya?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Devamla) – Yakışıyor mu, “Yakışıyor mu?” demek. Bunda bir hakaret yok.
Şimdi, bakınız, neden yakışmadığını söyleyeyim.
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Size yakışmıyor bu!
BAŞKAN – Sayın Ünsal…
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Devamla) – Bakınız, neden yakışmadığını…
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Koskoca Komisyon Başkanısın, yazık sana!
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Devamla) – Sen otur yerine! Sen müdahale etme önüne gelene! (CHP
sıralarından gürültüler)
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Burada… Yutturma!
BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen…
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Devamla) – Mutlaka müdahale etmek zorunda mısın sen?
BAŞKAN – Lütfen…
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Devamla) – Lütfen sus.
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Komisyon Başkanısın…
BAŞKAN – Sayın Ünsal…
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlarım, bakın, İlim Yayma Vakfının
kurduğu üniversiteden söz ettik. (CHP sıralarından gürültüler)
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Komisyon Başkanısın, Bakanlık yapmış bir
insansın…
BAŞKAN – Sayın Ağyüz, lütfen efendim.
Sayın Ünsal…
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Devamla) – Nedir bu?
Sabahattin Zaim Üniversitesi. Sabahattin Zaim
Üniversitesinin mütevelli heyetini okuyorum burada -bu başka, vakfın kurduğu
mütevelli heyet üniversiteyi kuran mütevelli heyetidir- isimler şunlar:
Profesör Doktor İsmail Adak, Profesör Doktor Ferruh Ertürk,
Profesör Doktor Zeki Çizmecioğlu, Profesör Doktor
Selim Zaim, Profesör Doktor Galip Alp, Doktor Adnan Büyükdeniz,
İsmet Ağan, Özkan Göksal, Sabahattin Kırkan, Orhan Özokur, Ferhat Öztürk.
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Sen Vakfa bak! Onu Vakıf atıyor, Vakıf…
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Devamla) – Şimdi, bunların arasında sizin ima ettiğiniz insanlar var
mı, yok mu?
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Bak, burada…
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Devamla) – İşte benim “yakışmadı” dediğim bu.
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Burada…
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Devamla) – Mütevelli heyeti burada. Mütevelli heyeti arasında, yani İlim
Yayma Vakfını kuran insanlar yüzlerce olabilir, geçmişte de olabilir, bugün de
olabilir. Üniversiteyle ilgisi olan mütevelli heyeti,
üniversiteyi kuran mütevelli heyeti bu.
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Mütevelli heyetini Vakıf atar, Vakıf.
Bak, burada…
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Devamla) – Bunun için “yakışmıyor” dedim. Tekrar söylüyorum: Bu 11
kişi, üniversitenin mütevelli heyeti bu 11 kişi.
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Onları Vakıf atıyor, Vakıf.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Devamla) – Bunun dışında, İlim Yayma Vakfına üye olan, Türkiye çapında
binlerce insan var. Bunlar bu üniversiteyi kurmadı, benim söylediğim bu. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Vakfı anlat, Vakfı anlat!
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Vakfı anlat bize, Vakfı anlat.
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Vakfı anlat Hoca!
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlarım, bunları, burada, rakam üzerinde
durmak…
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Burada, bak…
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Devamla) – O kâğıdı gösterip durma! Vakıf bu, Vakfı kuranlar bunlar.
İstediğin kadar bağır, yapacağın bir şey yok; Vakfı kuranlar bunlar.
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Vakfı anlat bize…
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Devamla) – Şimdi, Fatih’in, dünyanın kabul ettiği, dünyanın en eski
üniversiteleri arasında, 15’inci yüzyılda kurulmuş olan Fatih’in enderunlarını burada söyledik; bunu dünya kabul etmiş.
İşte, falanlar isyan etmiş de, feşmekanlar isyan etmiş
de… İsyan edenler onlar değildi, ilim adamlarının isyanı olmadı Osmanlı
tarihinde. Bunu dikkatle okumanızı tavsiye ederim. Hiçbir zaman ilim adamları
isyankâr olmadılar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – O ilim adamı değil. Vakfı anlat bize.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Devamla) – O bize mahsus, bugüne mahsus o. Dolayısıyla, şimdi, şu
üniversite, bu üniversite… Bakınız, Valide Sultan, Bezm-i
Âlemi kuran vakıflar da burada. Şimdiden daha Bezm-i
Âlemde, o hafife aldığınız Bezm-i Âlemde…
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Hafife almıyoruz…
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Devamla) – …3 tane profesör var, 26 tane doçent var, 105 tane uzman
var.
ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Bravo be!
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Devamla) – Buyurun, 120’ye yakın bir öğretim elemanı var. Hangi
üniversitenizde var, bugün dünyaya bakın. Şimdi, bunları
bilerek konuşmak lazım. Biz ömrümüzü…
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Devlet üniversitelerinde kaç tane
profesör var?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Devamla) – Bir dakika Sayın Başkan, sen belediye başkanlığı yaptın, biz
ömrümüzü eğitime verdik.
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Yaptım tabii. Açtığınız üniversitelerde
kaç tane profesör var, bak bakalım.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Devamla) – Ben on altı sene rektörlük, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı
yaptım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Biraz öğrenin gelin! Bunlar, gerçekler
bunlar.
Şimdi, şu veya bu şekilde, bahanesi kolay, bir saniye, laf atmak
kolay ama biz bu işe ömrümüzü verdik.
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Boşuna verdin, boşuna!
MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Devamla) – Ben yedi sene rektörlük yaptım. Senin ilçende de meslek
yüksekokulu açtım.
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Çok güzel oldu!
MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Devamla) – – Orada da geldim dedim ki: “Buradaki nifak yuvalarından
artık bu memlekete hizmet edecek milliyetçi gençler yaratılacaktır.” İnkâr
edemezsin, söylediğim budur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Şimdi, onun için
sakin ol ve otur! Sakin ol ve otur!
ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Sen sakin ol!
EŞREF KARAİBRAHİM (Giresun) – Rahat ol, rahat ol.
MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Devamla) – Bakın arkadaşlarım, Değerli Arkadaşımızın seçim bölgesi, laf
atan Belediye Başkanının seçim bölgesi Merzifon. Ben Merzifon’da kurulmuş olan
yabancı okulun yerine o binayı aldım, askerlere vermişlerdi, o binaya meslek
yüksekokulu açtım ve açılış konuşmasında da bunu söyledim. “Artık Anadolu’daki
yabancıların kurduğu nifak okullarının yerine, Anadolu’ya vatanını seven
gençler yetiştirmek üzere bu müesseseyi açıyorum.” dedim. Yalan mı? Yalan mı?
Kime ne öğrettiğinizi bileceksiniz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Yalan! Yalan!
MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, buna rağmen eğitim müessesesi açtık
biz. Burada biz hapishane değil, eğitim müessesesi açıyoruz. Eğitim müessesi
açanların her türlü gayreti her türlü takdirin üstündedir. Ama ufak tefek polemiklerle bunu gölgelemeyiniz. Altı tane üniversite
açılıyor, memlekete hayırlı olsun, bu memleketin gençlerine hayırlı olsun,
hayırlı olacağına yürekten inanıyorum. Bu memleketin gençleri çünkü
yükseköğretim yapmak istiyor, biz de bunu karşılamaya çalıyoruz. Yaptığımız iş
doğrudur, gittiğimiz yol doğrudur.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
OĞUZ OYAN (İzmir) – Sayın Başkan, cevap hakkı istiyorum.
ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Sizin yüzünüzden bu hâle geldi millî
eğitim zaten!
BAŞKAN – Arkadaşlar…
Efendim, Sayın Oyan?
OĞUZ OYAN (İzmir) – Efendim, 69’a göre cevap hakkı doğmuştur,
cevap hakkı istiyorum.
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Ünsal… Lütfen oturunuz arkadaşlar…
Efendim?
OĞUZ OYAN (İzmir) – 69’uncu maddeye göre cevap hakkı doğmuştur,
cevap hakkı istiyorum Sayın Başkanım.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sataşma var Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Arkadaşlar, bakınız…
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Bir komisyon başkanı böyle konuşamaz!
MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Devamla) – Niye ben milletvekili değil miyim?
BAŞKAN – Arkadaşlar, şunu ifade ediyorum: Bakınız, bugün ağırlıklı
olarak akademisyenlerimiz, profesörlerimiz konuşuyorlar, bilim adamlarımız
konuşuyorlar. Doğrusu bundan, bu açıklamalardan ben de kendi adıma -eleştiri
olabilir veya takdir olabilir- zevk aldım, o yönden bir şey yok. Zaman zaman sözlerin, sesin daha yüksek çıktığı zamanlar olmuş olabilir,
diğer şeyler olmuş olabilir, herkesin söz hakkı vardır. Onun için bir sakin
olalım. Oğuz Oyan Hocam da burada şimdi, ona da gerekli şekilde söz veririm
açıklamasını yapar, biter. Endişe edecek bir şey yoktur.
Sayın Hocam buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Herhâlde bu Komisyon Başkanı değişir.
TAHA AKSOY (İzmir) – Millî Eğitim Bakanı olur.
MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Buyur sen gel.
BAŞKAN – Arkadaşlar lütfen…
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Ne oldu, yaranıza mı bastılar?
BAŞKAN – Sayın Ağyüz…
Arkadaşlar bakınız, Sayın Hatibi dinleyelim.
Sayın Oyan, buyurun efendim.
IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR
1.- İzmir Milletvekili Oğuz Oyan’ın, Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu
Başkanı ve Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Sağlam’ın, şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
OĞUZ OYAN (İzmir) – Efendim teşekkür ederim.
Şimdi, doğrusu, insanların hangi yetenekleriyle komisyon başkanı
olduğunu, hangi yetenekleriyle her dönemde siyaset içinde olduğunu öğrenmiş
olduk. (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Lütfen Sayın Oyan…
OĞUZ OYAN (Devamla) – Burada bir Komisyon Başkanının, eski YÖK
Başkanı, eski Millî Eğitim Bakanının böyle bir…
BAŞKAN – Hocam… Sayın Oyan… Sayın Oyan, birkaç saniye…
ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Eski Doğru Yol Partili, yarın Türkiye
Partisine geçebilir.
BAŞKAN – Sizler akademisyenlersiniz, öğretim üyelerisiniz;
bizleri, hepimizi yetiştirdiniz. Lütfen birbirinizi üzecek sözler söylemeyiniz,
istirham ediyorum. Birbirinizi üzmeyiniz.
Buyurun efendim.
OĞUZ OYAN (Devamla) – Sayın Başkan, üsluba dikkat çekmek
istiyorum, belki de kendisine çok yakışan bir üslupla konuştu, biz anlayamadık.
Herhâlde çok yakışmıştır ve bu alkışlar da gösteriyor ki, Meclisimize de çok
yakışmış gözüküyor herhâlde bu. [AK PARTİ sıralarından alkışlar (!)] Evet,
bravo!
Değerli arkadaşlarım, bakın, bu meseleleri tartışmak için bir kere
önce bir bilgi sahibi olacaksınız, arkasından üslup sahibi olacaksınız. Burada
daha sûhteyi -ki açıkladım ne olduğunu- eğitmen,
öğretim üyesi olarak algılayınca, insan nasıl YÖK Başkanı oluyor, doğrusu çok
üzücü bir durum. Yani, benim ne söylediklerim tutanaklarda var. Böyle bir cevap
için şimdiye kadar çok az çıkmışımdır, ama gerçekten yazık yani, üzüntü verici
bir olay, bu Meclisimize yakışmayan bir durumdur. Yani, gerçekten, bu
üniversitenin kurulmasından daha vahim bir durumla karşı karşıya olduğumuz
anlaşılıyor. Bu vahim durumu aşmak herhâlde önümüzdeki dönemlerde mümkün olur
inşallah.
Değerli arkadaşlarım, bakın, burada Sayın Sami Güçlü düzgün bir
üslupla bana yanıt verdi, ben de kendisine birkaç şey söyleyeyim:
Üniversitelerin kalitesi… Ben tabii burada uç bir örneği verdim intihal
vakaları, ama o kadar çok sistem içinde korunan ve gizlenen bir mekanizmadır
ki, YÖK üyelerine, YÖK Başkanına vesaireye çıkacak
kadar. Bu artık istisna olmaktan çıkmıştır. Yani bu çok yaygın vakalardır ve
buna yaptırım olmaması dolayısıyla yol açılmaktadır. Bu, tabii, görülebilen
şeydir, görülemeyen, buz dağının büyük tarafı daha fazla.
Ama bu başarı kriterleri meselesi, atıf
indeksleri vesaire… Şimdi bakın, orada biz atıf indekslerinde daha çok tıp
üzerinden gidiyoruz. Yani Türkiye'nin aldığı en fazla atıf tıp üzerinden
yazılan makalelerdir. Tıp üzerinden yazılan makaleler de biliyorsunuz daha çok
vaka incelemeleridir. Yani bu vaka incelemeleri üzerinden çok büyük katkı
yapmıyorsunuz aslında bilimsel dünyaya. Yani oradaki sayısal şey, yeterince
sizin yerinizi tam gösteren bir kanıt değildir, bir.
MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Sayın Başkan, sataşmaya cevap böyle mi
olur?
BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen… Bir izah yapıyor arkadaşlar, bir şey
yok. Sayın Tutan, lütfen…
OĞUZ OYAN (Devamla) – Yani biraz sabırlı olun. Bu
da bir cevap hakkı.
İkincisi, Türkiye’de dünyadaki 500 üniversite arasına girebilen
bir tane üniversite var, o da kıyısından girmiş, İstanbul Üniversitesi. Başka
bir üniversite yok. Yani bu kalıcı olarak üstelik girmiş de değil, her an, öbür
yıl çıkabilir. Yani şöyle bir politika var mı? Soruyorum Millî Eğitim Bakanına,
yani 10 tane üniversitemizi en azından kalıcı olarak ve 500’üncü, 499’uncu sıra
değil de böyle bir ilk 200’e en azından, hadi 100 de demeyeyim, sokabilecek bir
programınız var mı? Buna ayıracak kaynağınız, beyin göçünü tersine çevirecek
bir politikanız, üstün nitelikli öğretim üyesi ve öğrenci, bütün bunları
yetiştirecek politikalarınız nedir? Burada havanda su dövüyorsunuz ve bir Millî
Eğitim Komisyonu, bir Eğitim Komisyonu Başkanı da burada ne yazık ki böyle bir
üslupla cevap verdiğini sanıyor.
Yani bu üzüntülerimi burada belirtmek için ben söz aldım. Umarım
bundan sonraki görüşmelerde daha bu üsluba riayet eden, bu işleri kişisel bir
çekişme noktasından çıkarıp Türkiye’deki eğitim sorunlarına çözüm bulmaya doğru
yönelten bir çizgiye geliriz. Biz burada yapıcı eleştirilerde bulunuyoruz. Bunu
dahi anlamaktan âcizse bazıları, bizim yapacak bir
şey yoktur elimizde.
Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri
(Devam)
4.- Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/808) (S. Sayısı: 487) (Devam)
BAŞKAN – Şimdi yine bir öğretim üyesi arkadaşımızda sıra.
Şahsı adına Osmaniye Milletvekilimiz İbrahim Mete Doğruer, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
İBRAHİM METE DOĞRUER (Osmaniye) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 487 sıra sayılı
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı’nın 3’üncü maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum.
Aslında, benim söz talebim geçen maddeyle ilgiliydi, yani 2’nci
maddeyle ilgiliydi ancak bu 3’üncü maddede söz alma imkânım olabildi.
Merhum Sabahattin Zaim Hoca, benim hem lisanstan hem de doktora
çalışmalarımdan tez hocamdır. Dolayısıyla kendi adına bir üniversite kurulması
sırasında, Hocanın adına bir vakıf tarafından, İlim Yayma Vakfı tarafından bir
üniversite kurulması sebebiyle ziyadesiyle mütehassis
oldum.
Hocamın Meclis çatısı altında, Türkiye'nin çeşitli yerlerinde,
çeşitli sektörlerinde gerek akademik gerek iş hayatında bir sürü talebesi var,
bir sürü öğrencisi var.
Biz, bu üniversite fikri başladıktan sonra hep beraber toplandık
ve bu Sabahattin Zaim Üniversitesinin adına yakışır nasıl bir çalışma
yapacağımız üzerinde müteaddit defa toplantılar yaptık. Bu toplantıların
neticesinde de Hocamızın adına layık bir üniversitenin kurulması, üniversite
kurulduktan sonra Hocamızın adına layık bir şekilde bu müessesenin
teşkilatlanmasına ve yürütülmesine elimizden gelen gayreti göstermek üzere hep
beraber söz verdik, anlaştık. İnşallah, bu sözümüzü yerine getirebiliriz.
Şimdi, Hocamızın, bizim özellikle doktora çalışmalarımız sırasında
hocalıktan başka bir babalık vasfı vardı ve bütün doktora öğrencileri üzerinde
çok büyük etkisi oldu. Bizim hayata bakış açımız, Hocamızın görüşleri
doğrultusunda, Hocamızın eğitimleri neticesinde şekillendi, yoğruldu diye
rahatlıkla söyleyebilirim. Samimiyet sahibi bir insandı, alçak gönüllüydü.
Dersimizden başka, çalışmalarımızdan başka, akademik çalışmalarımızdan başka
her yönümüzle de ilgilenirdi; problemlerimizle, dertlerimizle ilgilenirdi.
Kendisini bir defa daha rahmet ve minnetle anıyorum.
Şimdi, Millî Eğitim Komisyonunun çalışmaları sırasında, özellikle
bu vakıf üniversiteleri kurulurken, çeşitli konulara temas ediliyordu, bunları
genelde birkaç başlık altında zaten değerli konuşmacı arkadaşlarımız
söylemişti.
Bunlardan bir tanesi öğretim üyesi ihtiyacıydı. Bu vakıf
üniversitelerinin öğretim üyesi ihtiyacını kendilerinin karşılayamadıkları ve
devlet üniversitelerinden kaynak aktardıkları yönünde sürekli olarak tenkide
maruz kalıyorduk. Biz bu üniversitede, Sabahattin Zaim Üniversitesinde bu
tenkidi büyük ölçüde elimine etmek gayreti içerisindeyiz. Özellikle devlet
üniversitelerinden çok fazla destek almadan, kendi yağımızla, yani
üniversitenin kendi yağıyla kavrulmasını temin etmek, kavrulmasını sağlamak
gayreti içerisindeyiz.
İlaveten, Millî Eğitim Komisyonu çalışmalarında YÖK’ün Komisyona
bilgi vermemesi hususu devamlı olarak gündeme geliyor, arkadaşlar bunu gündeme
getiriyor. Bunu da, son toplantılarımızın birisinde, karşılıklı konuşmalarla,
karşılıklı mutabakatla bundan sonraki çalışmalarda sağlayacağımızı düşünüyorum.
Bu görüşüldü, bir mutabakat sağlanıyor gibi oldu ve bu konuda
bizim de talebimiz var, bizim de Komisyon üyeleri olarak YÖK’ten daha fazla
bilgi talebimiz var çünkü gelecek, kurulacak üniversite hakkında, gerek vakıf
üniversitesi olsun gerek devlet üniversitesi olsun, çok daha net bilgi sahibi
olursak daha rahat karar verme imkânına sahip olabileceğiz.
Gene üçüncü konu olarak, bu YÖK’ün planlama yapmadaki, yani
istihdamla ilgili planlama yapmadaki eksikliğinden bahsediliyordu. Bu konu
üzerinde de gene gerekli çalışmalar YÖK ile beraber yapılırsa, bundan sonraki
dönemlerde çok daha faydalı olacağı kanaatindeyim.
Şimdi, burada vakıfların mal varlığıyla ilgili bir sıkıntı vardı.
Bu Sabahattin Zaim Üniversitesinde benim gördüğüm kadarıyla 37 trilyon Türk
liralık bir mal varlığı var, vakfın mal varlığı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Doğruer.
İBRAHİM METE DOĞRUER (Devamla) – Teşekkür ederim.
Üniversitenin mal varlığıyla ilgili olarak ve akademik
çalışmalarını devam ettirmesiyle ilgili olarak inşallah herhangi bir problem
olmayacak.
Burada, tekrar, Hocamızın adına layık bir üniversite oluşması için
elimizden gelen gayreti göstereceğimize, ileriki dönemlerde de büyük bir
özveriyle çalışmalarımıza arkadaşlarımızla beraber devam edeceğimize
inanıyorum.
Bu duygularla hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Doğruer.
Şahsı adına İzmir Milletvekili Sayın Harun Öztürk.
Sayın Öztürk, buyurun efendim.
HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşülmekte olan tasarının 3’üncü maddesi üzerinde kişisel söz aldım. Yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Görüşmekte olduğumuz 487 sıra sayılı Tasarı’ya biraz önce ilave
edilen geçici maddede yer alan hükümler, 461 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın
geçici maddesindeki hükümlerdir. Bu maddenin de görüşülen tasarıya
eklenmesiyle, 441 sıra sayılı Tasarı ile birlikte 461 sıra sayılı Tasarı’nın da
içeriği yasalaştırılmış olmaktadır.
Biraz önce yaptığım eleştirilerim geçerliliğini korumaktadır.
“Turgut Özal Üniversitesiyle ilgili 143’üncü sıradaki 396 sıra sayılı Tasarı’yı
da bu tasarıya ekleyin.” şeklindeki hatırlatmama Sayın Bahçekapılı, söz konusu
üniversitenin kurulduğunu ifade etmişti. Bu durum, benim eleştirilerimin
yerindeliğini, içeriği yasalaştırılan tasarıların gündemde yerini almaya devam
ettiğini, Başkanlık Divanının gündemine hâkim olamadığını ortaya koymuştur.
Burada yapılan usul hatasına bir daha düşmemek kaydıyla, içeriği yasalaştırılan
396, 441 ve 461 sıra sayılı tasarıların Komisyona geri çekilmesinin uygun
olacağını ifade etmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, usule ilişkin eleştirilerimizin ve
aşağıdaki sorgulamalarımızın sisteme tümüyle karşı olduğumuz şeklinde
anlaşılmaması gerekir. Genç nüfusumuz fazla, buna karşılık yükseköğretimde
okullaşma oranımız düşüktür. Yükseköğretimde okullaşma oranını artırmak üzere
kamu kaynakları da yeterli değildir. Tablo böyle olunca, vakıfların bir ucundan
devreye girmesi doğruymuş gibi görülebilir.
Sizlere, daha önce kuruluşu gerçekleştirilen vakıf
üniversiteleriyle ilgili müzakereler sırasında söylediklerimi bir kez daha
satır başlarıyla tekrarlamak istiyorum.
Değerli milletvekilleri, Anayasa’mızın 130’uncu maddesi vakıf
üniversitelerine kâr amacı gütmeme koşulu getirmiştir. Bu koşula rağmen vakıf
üniversitesi kurmak için artan talep mercek altına alınmalıdır. Artan taleple
ilgili olarak şu soruların cevabını kendi kendimize vermek durumundayız.
1) Kâr amacı güdüyorlar da Hükûmet
olarak gerekli denetimleri yapamıyor muyuz?
2) Vakıflarda vakıf amacı doğrultusunda kullanılamayan birikmiş
kaynaklar mı oluşmaktadır?
3) Vakıflar devlete eğitim amacıyla bağış yapmak yerine daha zor
ve meşakkatli olan fiziki yatırım yapmayı ve üniversite yönetmeyi niçin bu
kadar çok tercih etmektedirler?
Değerli milletvekilleri, vakıflar eğitime üniversite kurarak katkı
veriyor görünseler de, arazi tahsisi, vergi bağışıklıkları ve yetişmiş öğretim
elemanı transferi gibi hususlar nedeniyle kamunun da bu alana kaynak tahsis
ettiği gözlerden uzak tutulmamalıdır.
Kurulan üniversitelerin ülkemize hayırlı olması dileğiyle yüce
heyetinizi tekrar saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Öztürk.
Soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz sayın milletvekilleri.
Sayın Şandır…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Teşekkür ederim.
Sayın Başkanım, aslında imkân olsa da üç beş dakika konuşsak iyi
olacaktı ama, altı yeni üniversite kuruyoruz, bunun
hayırlı olmasını diliyorum, emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum. Keşke
altmış tane kurabilseydik, keşke altı yüz tane kurabilseydik. Ümit ediyorum ki,
Milliyetçi Hareket Partisinin iktidarında Türkiye bin üniversitesi olan bir
ülkeye dönüşecektir, ancak o zaman lider ülke Türkiye oluruz. Onun için,
eksiklikleriyle fazlasıyla kurulan üniversitelerin ülkemize hayırlı olmasını
diliyorum, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak, emeği geçenlere teşekkür
ediyorum. Ayrıca Bezm-i Âlem Üniversitesinin kuruluşu
için bir ömür harcayan Profesör Doktor Şaban Karataş’a da buradan şükranlarımı
sunuyorum.
Soru olarak da şunu soruyorum: Kanunun 1’inci maddesinde kurulan
Fatih Sultan Mehmet Üniversitesinin, vakıf üniversitesinin vakfedilen
mallarının listesi… Gerçekten birtakım sorulara cevap alınamadı. Bu dört beş
tane vakıf mıdır, yoksa Fatih Sultan Mehmet adına kurulan tüm vakıfların
vakfiyeleri bu üniversiteye tahsis mi edildi? Tahsis edilen vakıf mallarının
listesi elimizde var mıdır? Çünkü çok büyük bir varlık…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkanım, tekrar… Tamamlayamadım.
BAŞKAN – Sonrasında… Şu anda sırada arkadaşlar var. Kapandı
otomatik.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkanım, çok büyük bir vakfiye bu,
bunun listesi önemli.
BAŞKAN – Sayın Ağyüz…
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım, Millî Eğitim Bakanlığı web sayfasında “İlköğretimde
kıyafet serbest olsun mu?” şeklinde bir anket yayınlanıyor. Esnaf tedirgin.
Yaşadığımız ekonomik kriz ortamında dünya kadar yatırım yapılmış. Elbette ki
insanların kıyafette özgür bırakılması belki olumlu bir yaklaşımdır ama şimdi
kesinleşme olur ise bunu uygulamak için geçiş süresi tanıyacak mısınız? Böyle
bir süreye ihtiyacımız olduğuna inanıyor musunuz?
Ayrıca, Gaziantep’te 118 dönüm hazine arazisi var. Bunu Millî
Eğitime kazandırmayı düşünüyor musunuz?
Vakıflarda -okuryazarlığı olan herkes bilir ki- mütevelli heyetler
vakfın kurucu üyesi olmayabilirler. Bizim iddiamız, İlim Yayma Vakfının kurucu
üyeleri arasında Sayın Başbakan dâhil 2 bakan ve çokça sayıda AKP’li vardır.
Bunu da eski YÖK Başkanı ve Millî Eğitim Bakanının bilmesi dileğiyle bilgisine
sunuyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Yalçın…
RIDVAN YALÇIN (Ordu) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım, geçtiğimiz günlerde yapılan üniversite sınavı bazı
illerimizde yapılamadı. Bu sınav yapılamayan illerimizdeki gerekçe, bir bilim
adamımızın söylediği gibi kopya çekilmesi sebebi midir, terör sebebiyle midir,
güvenlik sebebiyle midir? Hangi gerekçeyle bu illerde sınav yapılamamıştır? Bu,
ne kadar daha, kaç yıl daha devam edecektir?
Bir de, Sayın Bakanım, üniversite sınavı yapamayacak kadar
devletin acziyeti olduğu bir ilde üniversite kurmak,
eğitim kalitesi bakımından neyi ifade ediyor? Bunu nasıl anlamak, algılamak
gerekir? Öğrenci bakımından, öğretmen bakımından, o şehrin insanları bakımından
bunu nasıl değerlendirmek gerekir, çelişkiyi nasıl açıklamak gerekir?
Çok teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Akcan…
ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Aracılığınızla Sayın Bakana sormak istiyorum: Malum olduğu üzere,
ister vakıf üniversitesi olsun ister devlet üniversitesi olsun, 2547 sayılı
Kanun’a tabi olarak icraat yapılmakta. Bu icraat sırasında harcını yatırmayan
öğrenciler için ne yapılacağı ortadadır, yani ilgili birim karar alır,
üniversite yönetimine sunar, üniversiteyle ilişiği kesilir. Ancak vakıf
üniversitelerindeki durum farklı, bu farklılık da şurada: Öğrencilerin aleyhte,
kişilerin onurları rencide edilecek şekilde, üniversitenin girişindeki güvenlik
elemanları tarafından itilip kakılacak şekilde aleyhte reklamları yapılıyor.
İçinde yaşanan ekonomik duruma bağlı olarak bu çocukların aileleri harçlarını
yatıramadıkları durumlarda tabii olarak ilişiğini kesmek yerine onları rencide
eden, onları hırpalayan örnekler vardır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Aydoğan…
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, sorum YÖK’le ilgili: YÖK Genel Kurulu, hukuk
fakültelerinde Roma hukuku, Avrupa Birliği hukuku, karşılaştırmalı hukuk, çevre
ve deniz hukuku ana bilim dallarının bulunması zorunluluğuna son vermiş.
Gerekçesi de, vakıf üniversitelerinin bu dallarda öğretim üyesi bulmakta zorlanması.
Şimdi vakıf üniversitelerini görüşüyoruz. Vakıf üniversitelerine bu dallarda
öğretim üyesi bulmanın gerekliliği ortadayken, bunların bulunamaması
gerekçesiyle diğer üniversitelerde bu dalların kaldırılması ne kadar doğrudur?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Bakanım, buyurun efendim.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Teşekkür ediyorum
Sayın Başkanım.
Sayın Şandır’ın değerlendirmeleri için
teşekkür ediyorum öncelikle ve yeni üniversitelerin kuruluşuna vermiş oldukları
destek için de teşekkür ediyorum.
Gerçekten, ülkemizde yükseköğrenim gören öğrenci nüfusumuzun hâlen
gelişmiş ülkelerin çok gerisinde olduğunu düşünürsek, talep edilen
yükseköğrenim ihtiyacının vakıf üniversiteleri kanalıyla ve devlet
üniversiteleri kanalıyla karşılanmaya çalışıldığı bir dönemde bugün burada
sonuçlandırmak üzere olduğumuz altı vakıf üniversitesinin kuruluşunun da
hayırlı olacağını ümit ediyorum. Bu üniversitelerimizle ilgili, Fatih Sultan
Mehmet Vakıf Üniversitesi hakkında bir soru sordunuz ve bu vakfın mal
varlığının zannediyorum şeyine ilişkin. Şimdi mal varlıklarından önce,
İstanbul’da bu birkaç vakıftan oluşuyor bildiğiniz gibi; Fatih Sultan Mehmet
Han, Sinan Ağa Bin Abdurrahman, Nurbanu
Valide Sultan, Hatice Sultan ve Hacı Abdülaziz Ağa mazbut vakıfları adına.
Şimdi bu mazbut vakıflar, bildiğiniz gibi, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından
idare ediliyor ve tüm mal varlıkları da aynı çerçevede değerlendiriliyor. Bu
vakıfların aslında -az önce üniversiteler adına söz alıp konuşan bazı konuşmacı
milletvekilleri tarafından da dile getirildi- vakfın amaçlarını yerine
getiremeyeceğini, aslında vakfın amacının hayrat olduğu, yardım olduğu gibi
değerlendirmeler yapıldı. Gerçekten bu vakıfların kuruluşları tabii ki çok çok eski tarihlere dayanıyor ve bu vakıf üniversitelerinin
amaçları içerisinde eğitim de var. Bu vakıflarımızın Vakıflar Genel Müdürlüğü
tarafından vakıf üniversitesi olarak tahsis edilen ve kullanılacak olan mal
varlığı ayrı bir şey. Bu mazbut vakıflar kendi amaçları doğrultusunda faaliyette
bulunmaya devam edecekler. Şöyle ki: Bu vakıflar, aynı zamanda vakıf
senetlerinde yer alan amaçlarını gerçekleştirmek üzere çalışma yapmaya devam
edecekler, ilaveten -gelirleri çok yüksek- bir de üniversite açacaklar,
yükseköğrenim talebini de bu yolla karşılayacaklar. Yani şu anda ben, Sayın
Şandır, isterseniz gelirleri konusunda… Yıllık toplam 1 milyon 300 bin 807 lira
Abdülaziz Ağa Vakfına ait, Muğla-Milas ilçesinde inşaatı devam eden, yatırım
yapılması planlanan, tamamlanmasından sonra elde edilecek gelir olarak ilave
edilmiş. İsterseniz mal varlığına ilişkin ayrıntılı bilgiyi, Vakıflar Genel
Müdürlüğümüzden aldığımız bilgi doğrultusunda yazılı olarak verelim.
Diğer bir konuyu da birkaç milletvekilimiz de önceki safhalarda
soru olarak ilettiler fakat zamanım yeterli olmadığı için cevaplandıramamıştım.
Özellikle bu yıl yükseköğrenime geçiş sınavı esnasında uygulamayla ilgili. 11
Nisan 2010 tarihinde yükseköğrenime geçiş sınavının birinci aşamasını yaptık
bildiğiniz gibi ve bu sınavda -ben yine ÖSYM Başkanlığının açıklaması
doğrultusunda bu açıklamaları yapıyorum- 1 milyon 512 bin 450 aday sınava
girmek için başvurdular. Sınav başvuruları esnasında öğrencilerden, sınava
girecekleri yerlerle ilgili bir ve ikinci tercihlerini yapmalarını istiyoruz.
Sınav yapılan merkezlerde de sınav yapacak kapasitede öğrenci başvurusuyla
paralel olması gerekiyor. Fazla olması durumunda, illa ki ikinci tercihlerine
doğru yönlendiriliyorlar. Sınav yapılan 152 merkezden 142’sinde sınav
kapasitesi yeterli olduğu için, burayı tercih eden öğrenciler birinci
tercihlerinin olduğu bölgelerde sınava girdiler ve bu yönde sınav gerçekleşti.
152 merkezin 10’unda ise bu merkezleri birinci sırada isteyen adaylar için
yetersiz kalmıştır. Bu merkezler neresidir: Hakkâri, Van, Şırnak, Batman,
Mardin, Diyarbakır, Şanlıurfa, Gaziantep, Gebze ve Nazilli. Sınav kapasitesi
yetersiz kalan bu merkezleri birinci tercihinde isteyen adaylardan yaklaşık 159
bin adayın yaklaşık 133 bini birinci tercihinde, yani istediği merkezde sınava
girmiştir. Sadece 8 bin öğrenci, tercihinde istediği merkeze
yerleştirilememiştir, 17 bini adres iline çok yakın olan bir merkezde sınava
atanmıştır. 159 bin adaydan ilk tercihi merkezde sınava girecek olan 133 bin
aday seçilirken, o merkezin okullarında son sınıf öğrencisi olan adaylara
öncelik verilmiştir ÖSYM tarafından, bu da doğru bir tercihtir. Tercih yaptığı
iki merkez dışında sınava giren yaklaşık 17 bin aday ise ortaöğretim
kurumlarından çok daha önceki yıllarda mezun olmuş adaylar arasından kurayla
belirlenmiştir.
Yani basında yer aldığı şekliyle, herhangi bir şekilde bazı il ve
ilçelerin cezalandırılması söz konusu olmadığı gibi, bir güvenlik endişesi veya
sınavda bir kopya endişesi değil, tam tersine, sınav yapılan yerlerde sınav
kapasitesinin yetersiz olması nedeniyle tercihleri doğrultusunda
yerleştirilmiştir.
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Diğerlerine yazılı
olarak cevap vereyim.
BAŞKAN – Tamam efendim.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
Tasarının tümünü oylamadan önce oyunun rengini belirtmek üzere,
lehte, Beytullah Asil, Eskişehir Milletvekilimiz.
Buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)
BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; öncelikle, bugün kurduğumuz 6 üniversite ile birlikte 146
üniversiteye ulaşmış olmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Yalnız,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına ilk konuşmayı yaptığımda sözlerime şu
ifadelerle başlamıştım: Yükseköğretimde kapasite artırımı için vakıf
üniversitelerinde okuyan öğrencilerin toplam öğrenciler içerisindeki oranını
yüzde 20’lere çıkarma hedefini ve bunun için yapılacak her türlü çalışmaya
olumlu destek vereceğimizi ifade etmiştim ve bu doğrultuda da gerekli açıklamaları
değerli konuşmacı arkadaşlarımız yaptılar. Yalnız, gerek Komisyonda
gerek grup adına yaptığım konuşmada ifade ettiğim gibi gerek Millî Eğitim
Bakanlığı tarafından gerek yükseköğretim kurumları tarafından Komisyonda ve
Mecliste milletvekillerine bu vakıf üniversitelerinin kuruluşuyla ilgili
yapılan çalışmaların bir özetinin sunulmaması nedeniyle büyük eksiklik
yaşadığımızı ve bu konuda değişik sıkıntılar olduğunu ifade ettik.
Değerli arkadaşlarım, yapılan müzakerelerde de görüldü ki, bunun
sonuna gelmiş olmamıza rağmen, yasa tasarısının sonuna gelmiş olmamıza rağmen
hâlâ bu konudaki tartışmalar bitmiş değil.
Değerli arkadaşlarım, Anayasa’mızın 130’uncu maddesi, 2547 sayılı
Yükseköğretim Kanunu ve 2809 sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu’na
dayanılarak Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği hazırlanmış. YÖK bu Yönetmelik’in gereğini yapıyor. Sıkıntı, bu Yönetmelik’in gereğinin, sonucunda edinilen bilgilerin,
gerek Komisyon üyeleriyle gerek Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleriyle
paylaşılmamış olmasından kaynaklanıyor. İnşallah bu yanlış giderilir, burada
hep birlikte, el ele vererek güle oynaya çıkartacağımız kanun içerisinde bu
tür, az önce yaşanan gerginliklerde olduğu gibi bu tür gerginlikler bundan
sonra yaşanmaz. Herkes bunlardan bir ders almıştır diye umuyorum.
Değerli arkadaşlarım, konuşmalar içerisinde ifade edildi Türk
yükseköğretimi içerisindeki eksiklikler, sıkıntılar ama bir de nereden nereye
geldiğimize bakmak lazım. 1923 yılında cumhuriyeti kurduğumuzda nüfusumuz 13
milyon. Bu nüfusun yüzde 75’i kırsal bölgelerde yaşıyor, şehirde yaşayan nüfus
sayımız, genel toplam nüfusumuzun yüzde 30’u ve o dönemde okuryazar oranı yüzde
10. Bugün okuma yazma bilmeyenlerin oranı yüzde 10. İnşallah çok kısa bir süre
içerisinde bu sayıyı da sıfır noktasına ulaştırırız.
Değerli arkadaşlarım, 1923-24 eğitim-öğretim döneminde tüm öğretim
seviyelerinde (ilkokul, ortaokul, lise, üniversite) öğrenci sayımız 360 bin.
Bugün bu kadar sayıda öğrencimiz yükseköğretim kurumlarından mezun olabilmekte.
Bu yıl üniversiteye dâhil ettiğimiz öğrenci sayısı, o gün tüm eğitim dallarında
okula giden nüfusumuzun, öğrenci sayımızın 2 katına ulaşmış durumda.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Asil, konuşmanızı tamamlar mısınız.
Buyurun efendim.
BEYTULLAH ASİL (Devamla) – İşte bu süreçte eğitim-öğretimin bu
denli ilerlemesinde, bu noktaya gelişimizde katkısı olan, bu kadar
imkânsızlıklar, sıkıntılar içerisinde yükseköğrenimde bu noktalara gelmemize
vesile olan, yardımcı olan eğitim camiasının tüm fertlerini yürekten
kutluyorum. Tüm ölmüş, Hakk’ın rahmetine kavuşmuş öğretim üyelerimize,
öğretmenlerimize Cenabıhak’tan rahmet diliyorum. Emekli olanlara bundan sonra
hayırlı bir ömür diliyorum. Görevi başında olan, bu çabanın içerisinde bulunan
tüm arkadaşlarımıza da başarılar diliyor, yeni kurulan üniversitelerin eğitim
camiasına hayırlı olmasını temenni ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP ve
AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Asil.
Aleyhte oyunun rengini belirtmek üzere Kamer Genç, Tunceli
Milletvekili.
Sayın Genç, buyurun efendim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 487 sıra sayılı Yasa
Tasarısı’nın son oylamasından önce oyumun rengini belirtmek üzere söz almış
bulunuyorum. Hepinize saygılar sunuyorum.
Sayın milletvekilleri, tabii ki ülkemizin çağdaş, laik, ilerici
bir eğitim sistemine kavuşması hepimizin arzusudur. Ülkemizin kaynaklarının,
insanlarımızın bu yönde akılcılığa dayalı bir eğitim sistemine kavuşturulması
için bu kaynakların en iyi şekilde kullanılmasını istemek bizim hakkımızdır ve
görevimizdir de. Ama AKP iktidara geldiği günden beri ve bu AKP’nin liderleri,
işte Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Mehmet Ali Şahin’in geçmişte birtakım
söylemleri vardır. Yani söyledikleri tarihe göre “yetmiş yıldır veya seksen
yıldır bu millet ,bu rejim altında, bu baskı rejimi
altında inim inim inliyor.” diyorlardı. Bu inim inim inledikleri rejimi, Atatürk’ün kurduğu laik Türkiye
Cumhuriyeti devletini kastediyorlardı. Bunu kendi yüzlerine de burada söyledim.
Şimdi, gözünüz aydın, geldiniz, laik Türkiye Cumhuriyeti devletini
yok ettiniz, onun yerine -buradaki konuşmalarda da görüyoruz- işte cemaatler ve
tarikatlara dayalı bir Türkiye’ye doğru gidiyoruz.
MUHYETTİN AKSAK (Erzurum) – Boş konuşuyorsun!
KAMER GENÇ (Devamla) – Dolayısıyla başarıya ulaştınız, sizi tebrik
ederiz! Ne yapalım ki, işte o çağdaş, ilerici ve bu Türkiye Cumhuriyeti
devletini kurup da yedi düvele karşı İstiklal Savaşı’nı veren ve Türkiye’yi
çağdaş medeniyetler seviyesine ulaştırmak konusunda gayret sarf eden kişilerin
emekleri sizin İktidarınıza kadar sürdü ama ondan sonra da maalesef güç
kaybetti. Bakalım siz ne kadar devam edeceksiniz bu işe?
Şimdi, İktidarınızla beraber Türkiye’ye iki tane adam geldi
Malezya’dan: Birisi Ahmet Davutoğlu, Dışişleri
Bakanlığına getirdiniz; birisi de YÖK Başkanı.
Ahmet Davutoğlu’nun Türk dış
politikasını nereye getirdiğini, “o sıfır problem”in sıfır sonuçlar verdiğini,
hatta eksi sonuçlar verdiğini, Türkiye’yi bir Orta Doğu ülkesi hâline getirmek
için çok gayret sarf ettiğini herkes biliyor artık.
YÖK Başkanlığına getirdiğiniz kişi… Bir üniversitedeki, bir
memleketteki eğitim seviyesini anlayabilmek için en üst yerdeki YÖK Başkanının
seviyesine bir bakmak lazım. YÖK Başkanı buraya atanırken Abdullah Gül’le
Tayyip Erdoğan bunu çağırdılar ve bununla özel bir konuşmalar yaptılar. İşte,
kendisi Meclise, Meclis Başkanını ziyarete geldiği zaman dedi ki: “Abdullah
Gül’le Tayyip Erdoğan bana dediler ki: ‘Aman ha Hocam, bu söylediklerimizi
başkasına söyleme, yoksa ipimizi çekerler.’” Ben hâlâ bunların arasındaki,
iplerini çekmesine götürebilecek konuşmanın mahiyetinin ne olduğunu öğrenmek
istiyorum. Arkadaşlar, yani bir yiğit çıksın burada, “Biz bu konuşmaları
yaptık…” Ama belli, YÖK Başkanının uygulamalarından belli.
Burada medrese eğitiminden bahsediyorlar. İşte sizin özlem
duyduğunuz eğitim sistemi medrese eğitimi sistemidir. Yani çalışmayan,
üretmeyen, işte, böyle bir gençlik, miskin bir toplum yaratarak orada
kazandığınız büyük kaynakları burada sarf etmektir, kullanmaktır.
Şimdi, bu vakıfların kimlerle ilişkisi olduğu belli. Bu vakıflara, bunların destek vericileri ile İlim Yayma
Cemiyetini, kimler destekledikleri belli. Şimdi, bu üniversiteleri kurmakla
bunların tarafsız bir eğitim getireceklerine kesinlikle şüphe ile bakıyorum,
zaten inanamıyorum. Ne yapacaklar? Daha önce de söylediğim gibi, devletin
kıymetli arazilerini, hazinelerini bunlara verecek -zaten kendilerine bir
parça- ondan sonra, onlar da o yollarla büyük servet sahibi olacaklar. Yoksa ki,
böyle, Türk eğitimi, gençleri okutma konusunda ciddi bir çabaları olacağına
inansam ben de desteklerim. Onun için, bu konuda bunların böyle ciddi bir çaba
içinde olduklarını… Zaten uygulamaları da belli, işte, zaten cemaatlerin
Türkiye’de yaptıkları uygulamalar da belli. Onun için, böyle bir şey
yapacaklarına kesinlikle inanmıyorum. İnşallah ben aldanırım da siz haklı
çıkarsınız ama uygulamalarda göreceğiz, uygulamalarda neler yapacaklarını
göreceğiz.
Ya o kadar keyfî uygulamalar var ki… Şimdi biraz önce sizden
birisi konuştu, diyor ki: “Türkiye'nin sosyolojik yapısı cemaatler ve
tarikatlara dayanıyor.” Yani tamam, kendiniz de itiraf ediyorsunuz, yani
Türkiye Cumhuriyeti devleti vatandaşlığını da artık bırakıyoruz, ümmetçiliğe
doğru gidiyoruz ve burada bunlar söyleniyor, ben söylemiyorum, siz
söylüyorsunuz. Ama öyle yapıyorsunuz ki mesela Samandağı…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Genç, konuşmanızı tamamlar mısınız.
KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, Türkiye’de o kadar yasa dışı Kur’an kursları var ki hiçbir şey yapılmıyor. Ama Samandağı’nda iki tane Alevi dedesi oradaki Alevi gençleri
toplamış, bunlara saz öğretmiş veyahut da Alevi inancıyla ilgili bilgi vermiş;
hemen savcılar hareket ediyor talimatınızla, o insanları alıyor, içeriye
tıkıyor. Yani demek ki sizde objektiflik yok. Yani benden ise yaşayacaksın
benden değilsen biteceksin, yani hayat hakkın yok. Bu getirdiğiniz cemaat ve
tarikat felsefesi ve anlayışı ile sizler Türkiye’ye bir fayda
getirmeyeceksiniz.
Bakın, o kadar keyfî şeyleriniz var ki… Sizin Bitlis
Milletvekiliniz İstanbul’da 86 katlı bir bina yapıyor, Türkiye’nin en yüksek
binası. Bu önce yeşil alandı. İmar planını değiştirdiniz, cami yaptınız,
arkasından 5 katlı bir bina yapma ruhsatını aldınız, arkasından da birileri
çıktı “Ya, 5 kat ne! 86 kat; 60’ı sana, 26’sı bana.” Bunların hepsi kayıtlarda
var ama ben size söylüyorum, gidin araştırın.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUHYETTİN AKSAK (Erzurum) – Geç yerine!
SONER AKSOY (Kütahya) – Git, git!
KAMER GENÇ (Devamla) – Ya, sen ne diyorsun!
BAŞKAN – Sayın Genç… Arkadaşlar, tartışmayınız.
Sayın Aksoy, lütfen… Sayın Aksak… Lütfen arkadaşlar.
KAMER GENÇ (Devamla) – Sayın Başkan, böyle, ellerini sallayarak
müdahale edilir mi! Adabı muaşeret de bilmiyorlar. Sayın Başkan, bunların bir
defa terbiye sınırları içinde dinlemesini öğrenmeleri lazım.
BAŞKAN – İkaz ettim efendim.
Evet, teşekkür ediyorum Sayın Genç.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun efendim.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, açık oylama mı
yapacaksınız, işari oylama mı efendim?
BAŞKAN – İşari oylama yapacağım efendim.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Öyle mi?
BAŞKAN – Evet efendim.
III.- YOKLAMA
(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – O zaman yoklama istiyoruz.
BAŞKAN – Peki efendim.
Sayın Anadol, Sayın Ünsal, Sayın Susam,
Sayın Koçal, Sayın Güvel,
Sayın Özer, Sayın Özdemir, Sayın Köse, Sayın Sönmez, Sayın Ağyüz,
Sayın Arifağaoğlu, Sayın Yazar, Sayın Oksal, Sayın
Emek, Sayın Güner, Sayın Dibek, Sayın Kaptan, Sayın Aydoğan, Sayın Barış, Sayın Seçer.
Sayın milletvekilleri, yoklama için üç dakika süre veriyorum ve
yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri
(Devam)
4.- Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/808) (S. Sayısı: 487) (Devam)
BAŞKAN – Tasarının tümünü oylarınıza arz ediyorum: Kabul edenler…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan… Sayın Başkan…
BAŞKAN – Kabul etmeyenler…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Kabul edilmiştir.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Efendim, bundan önce bir usul itirazımız
vardı.
BAŞKAN – Açıklama şimdi de olur, fark etmez Sayın Şandır.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Ama oylama yaptıktan sonra bizim
itirazımızın bir anlamı kalmaz ki.
BAŞKAN – Mikrofonunuzu açayım, buyurun.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
5.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, kabul edilen bir önergeyle, 487 sıra sayılı
Kanun Tasarısı’nın parasal konuları da içermesi nedeniyle, İç Tüzük’ün 142’nci
maddesine göre, tümünün oylamasının “açık oylama” şeklinde yapılmasının
zorunluluk taşıdığına ilişkin açıklaması
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkanım, tabii, oylama yaptınız,
bundan sonra söylenenlerin bir geçerliliği yok, ama İç Tüzük’ün 142’nci
maddesine göre tartışılması gereken bir durum var. Çok hayırlı, faydalı, herkesin
de desteklediği bir kanun çıkardık. Bu Kanun’u şeklen sakatlamış olmamamız
açısından bir uyarı niteliğinde bir açıklamada bulunmak istiyorum.
Açık oylamanın zorunlu olduğu hâlleri belirleyen İç Tüzük 142’nci
maddeye göre -uzun okumayayım- her türlü parasal, mali ilişkilerle ilgili hukuk
düzenlemesi açık oylamaya tabidir. Bu kanun tasarısının Hükûmetten
geldiği ve Komisyondan çıktığı şekliyle parasal bir yönü bulunmamaktadır. Ama, burada verilen bir önergeyle ve kabul edilen bir
önergeyle İç Tüzük 142’ye göre bu oylamanın açık oylama olarak yapılması
zorunluluk taşımaktadır. Çünkü bakınız, diyor ki: “Dolu kadrolarda bulunan
sağlık hizmetleri ve yardımcı sağlık hizmetleri ile yardımcı hizmetler
sınıfındaki personel ise bulundukları kadrolarıyla birlikte Sağlık Bakanlığına
devredilir.” Sağlık Bakanlığına parasal yönleriyle de devredilir.
Bir başka şey: “Bu personelle ilgili aradaki fark tazminat olarak
ödenir.” Bu da bir parasal, mali hükümdür. İç Tüzük 142’ye göre de devlet
kurumlarıyla ilgili her türlü parasal hukuk açık oylamaya tabidir. Her ne kadar
Divandaki bürokrat arkadaşlarımız farklı şeyler söylüyorlarsa da önergeyle
oluşan yeni hususla bu işin açık oylamayla yapılması gerekir. Aksi takdirde
şeklî olarak, şeklen oylama hukuka uygun düşmemiş olur. Bunu dikkatlerinize
sunmak istiyorum.
Açık oylama kararı Genel Kurulun kararıyla mümkündür. Eğer
mümkünse meseleyi bir açık oylamayla, daha tereddütsüz şekilde tamamlamış
olalım diye arz ediyorum. Tutanaklara geçmesini de gerekli görüyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, bir cümle söylemek
istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Anadol.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Şimdi, ben de zaten oylamanın şekliyle
ilgili sorumu ondan sormuştum zatıalinize. Bu durumda
hukuka aykırılık vardır. Tutanaklara geçmesi için söylüyorum. Sonra “Anayasa
Mahkemesine gittiler, dava açtılar.” diye kimse kızmasın.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Kabul edilen önergeyi de dikkate alarak Başkanlığın doğru bir
uygulama yaptığı kanaatindeyim. Bütçeye ek bir yük de getirmemektedir ama
sizlerin sözleri de tutanaklara geçmiştir.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Elitaş’ın
önergesiyle bu durum yaratıldı.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – “Yük” meselesi değil Sayın Başkanım,
aktarmalarla…
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri
(Devam)
4.- Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/808) (S. Sayısı: 487) (Devam)
BAŞKAN – Böylece tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır. Ülkemize,
milletimize, öğrencilerimize hayırlar getirmesini diliyorum.
Sayın Bakanım, hayırlı olsun efendim.
Sayın Bakanın kısa bir teşekkür konuşması olacak.
Buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Sayın Başkanım,
değerli milletvekilleri; ülkemizin yükseköğrenim sistemine çok önemli katkılar
sağlayacak olan altı yeni vakıf üniversitesinin kurulmasına dair kanun tasarısının
Genel Kurulda kabul edilmiş olmasından duyduğum memnuniyetle hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Türkiye 70 milyonu aşan nüfus büyüklüğü açısından dünyada 17’nci
sırada yer alıyor. Yine 27,7 yaş ortalamasıyla Avrupa’nın en genç nüfusa sahip
ülkelerinden birisi. Bu önemli potansiyeli bir fırsata ve kazanca dönüştürmenin
yolu ise çocuklarımıza ve gençlerimize eğitimin her kademesinde nitelikli ve
yaygın bir eğitim sunmaktan geçiyor.
Bu kapsamda, 2002 yılında 53’ü devlet, 23’ü vakıf olmak üzere
ülkemizdeki üniversite sayısı 76 iken, bugün bu sayı, 95’i devlet, çok yakın
bir tarihte kurduğumuz Türk-Alman Üniversitesiyle 45’i vakıf olmak üzere toplam
140’a ulaşmıştır. Böylece, 2003 yılından bu yana, 41’i devlet, 22’si vakıf
olmak üzere 63 yeni üniversite kurulmuştur. Bugün kurulan bu üniversitelerle
birlikte Türkiye’deki üniversite sayısı 146’ya yükselmiş olacaktır.
Burada vurgulamak gerekir ki, 2002 yılında kurulan vakıf
üniversiteleri, 1’i hariç, üç büyük ilde toplanmışken bu tarihten sonra kurulan
22 vakıf üniversitesinin 7’si üç büyük ilimizin dışında kurulmuştur.
Dolayısıyla yeni kurulan vakıf üniversiteleri de Türkiye geneline yayılmakta ve
bu yayılma eğilimi, eğitim adına da sevindirici bir gelişmedir.
Toplumsal dönüşümümüzü sağlamak, çağdaş uygarlığı yakalamak
yolunda, başta yükseköğrenim olmak üzere, genel anlamda eğitim ihtiyacının
karşılanması büyük önem arz etmektedir. Bu doğrultuda, devlet, özel sektör ve
sivil toplum kuruluşları eliyle eğitim hizmetlerini geliştirme çalışmalarının
birlikte yürütülmesi gerekmektedir. Böylelikle, küreselleşme sürecinde önemli
alanlar olarak öne çıkan, bilgi toplumu, rekabet, araştırmacı niteliklere sahip
bireyler yetiştirmek, yeni değerlere açık, her türlü bilgiyle donatılmış bir
gençlik hedefimize doğru adım adım yaklaşıyoruz.
Ayrıca, tüm dünyada yükseköğretimde okullaşma oranı artarken ülkemizin de bu
gelişmelerin dışında ve uzağında kalması beklenemez.
Sonuç olarak, yükseköğretime olan talebin karşılanması, kalkınma
planlarımızda yükseköğretim için hedeflenen okullaşma oranları, devlet
üniversitelerinin üzerindeki kontenjan baskısının azaltılmasında vakıf
üniversitelerinin önemine bir kez daha vurgu yaparak sözlerimi tamamlamak
isterim.
Bu çalışmayı yaparken bizlere destek veren ve çok emeği geçen,
Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonuna, Yükseköğretim Kuruluna,
vakıf üniversitelerinin kurulmasında elini taşın altına koyan vakıf
başkanlarına ve mütevelli heyetlerine, çalışma arkadaşlarıma ve Genel Kurul
üyelerine teşekkür ediyorum. Yeni kurulacak vakıf üniversitelerimizin ülkemiz
gençliğine, eğitim sistemimize hayırlı uğurlu olmasını diliyor, hepinizi
saygılarımla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakanım.
Hayırlı olsun.
Saygıdeğer milletvekilleri, 5’inci sırada yer alan,
Kooperatifler Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın;
Kooperatifler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Tarım,
Orman ve Köyişleri ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma
ve Turizm Komisyonları raporlarının görüşmelerine başlayacağız.
5.- Kooperatifler
Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ile Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Kooperatifler
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Tarım, Orman ve Köyişleri ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm
Komisyonları Raporları (1/811, 2/633) (S. Sayısı: 496) (x)
BAŞKAN – Sayın Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada.
(x) 496 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Sayın milletvekilleri, komisyon raporu 496 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün söz talebi
vardır.
Buyurun Sayın Ağyüz. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan 496 sıra sayılı Kooperatifler Kanunu ile
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi adına söz aldım. Hepinizi sevgiyle
saygıyla selamlıyorum.
Ayrıca, son on gün içerisinde ülkemizde yaşanan, CHP Genel Başkanı
Sayın Deniz Baykal’a yapılan saldırıyı ve Samsun’da yaşanan, Sayın Ahmet Türk’e
yapılan saldırıyı kınıyorum. Özellikle de artık siyasi partilerimizin ve
özellikle de iktidar partisinin gerilim siyasetinden vazgeçerek ülkeye ve
topluma örnek olması gerektiğine inanıyorum.
Değerli arkadaşlarım, Kooperatifler Kanunu’nun bazı maddelerini ve
Bayındırlık Bakanlığının, Bayındırlık Yasası’nın bazı maddelerini
değiştiriyoruz.
Ülkemizde çağdaş kooperatifçilik 1863 yılında başlamıştır, memleket
sandıklarıyla başlamıştır ve bu kooperatifçiliğin en büyük önderi ve teşvikçisi
de cumhuriyetimizin kurucusu, bize bu günleri armağan eden Ulu Önder
Atatürk’tür. 1938 dönemine kadar yaygınlaşan bu kooperatifçilik bir dönem
durağan olmuş, sonra 61 Anayasası’nda yerini almıştır, 51’inci maddeyle.
Tarımsal alanlarda ortaya çıkan kooperatifçilik, günümüzde 26 ayrı
türde 87.849 kooperatif ve 8 milyon 500 bin üyeyle devam etmektedir. Tabii,
bunların içerisinde ortak sayısı bakımından yapı kooperatifleri ilk
sıralardadır. Toplam 59.129 konut yapı kooperatifi bulunmakta, bu da var olan
kooperatifler içerisinde yüzde 68 paydadır.
Tabii, kentleşme politikalarının önemli faktörlerinden birisi olan
kooperatifçiliği her alanda desteklemek günümüzün, çağımızın temel ilkesiyken
biz, maalesef, kooperatifçiliği yeterince destekleyemedik. Bakın, 2000’li
yılların başında sektör içinde payı yüzde 36 iken bugün yüzde 6 seviyelerine
düşmüştür. Bunun nedeni, kentleşme politikalarımızın yetersizliği ve hükûmetlerin bu konuda duyarsız davranmasıdır, aynı zamanda
yerel yönetimlerin de bu işe olumsuz katkılarının olmasından dolayıdır.
2012 yılını Birleşmiş Milletler “kooperatifçilik yılı” olarak ilan
ediyor. Kooperatifçiliği tek bir çerçeve yasada toplamamız gerekirken, onların
gerek yönetsel gerek parasal gerek arsa temini konusunda desteklenmesi gereken
düzenlenmeleri yapmamız gerekirken, biz sadece şekil üzerinde duruyoruz,
kooperatiflerin, yapı kooperatiflerinin Bayındırlık Bakanlığına bağlanmasını
görüşüyoruz. Bu çok yanlıştır. Bayındırlık Bakanlığına bağlamakla sorun
çözülmüyor. Yeniden, tarım kooperatiflerinin bağlı olduğu bakanlık, bazı
kooperatiflerin bağlı olduğu Sanayi Bakanlığı ve ayrıca Bayındırlık Bakanlığı
adı altında üç ayrı yapı oluşturuyoruz. Bu üç ayrı yapı da sorunu çözmez.
Ayrıca da bu uyguladığımız, konuştuğumuz konu da maalesef, 2008 yılından beri
Sanayi Bakanlığının önderliğinde yapılan Kooperatifçilik Strateji Belgesi’ne de
aykırı bulunmaktadır. Yani, bu ne acele? Bekleyin, Kooperatifçilik Strateji
Belgesi ortaya çıksın ve orada alınmış olan kararlar bu strateji belgesine
uygun olarak ortaya çıksın, biz de kararlarımızı ona göre alalım, ama görüyoruz
ki, Bayındırlık Bakanlığı, ne hikmetse, kendisine kooperatifleri bağlamak
istemiş. Kimine göre Sanayi Bakanlığının yükü ağır, kimine göre şehircilik,
ruhsat, imar vesaire istemleri düzensiz gidiyor, bu nedenlerle; ama Bayındırlık
Bakanlığının biz… Karayolları giderken o günkü Parlamento sessiz kalmış, işte,
Afetler Genel Müdürlüğü giderken o günkü Parlamento sessiz kalmış ve
Bayındırlık Bakanlığını işlevsiz bırakmışız, şimdi Bayındırlık Bakanlığına bu
şekilde bir işlev yüklemeye çalışıyoruz.
Değerli arkadaşlar, bu hiçbir şeyi çözmeyecek. Biz eğer
kooperatiflerin işlevsel konumunu etkin hâle getirmezsek -bunun içerisine esnaf
kefalet kooperatifleri, küçük sanayi kooperatifleri dâhil- ve bunlara finansman
dayanak, arsa sunma, arz etme imkânını sağlayamazsak, bunu gerçekleştirmemiz,
yaygınlaştırmamız mümkün değildir. O nedenle, ozan, yazar ne demiş: “Kanun,
düzendir, ama iyi kanun, iyi düzendir.” Parlamentoların görevi de iyi kanun
yapmaktır, çünkü toplumun buna göre şekillenmesi, buna göre yönlendirilmesi çok
daha rahat, çok daha kurallara tabi olarak olacaktır.
Ayrıca, Türkiye, çok yoğun bir şekilde kentleşme oranının yüksek
olduğu bir ülke. Bazı bölgelerde yüzde 70’lere, 75’lere varmış. Peki, bizim
sağlıklı, yön gösteren bir kentleşme politikamız var mı? Maalesef yok. Bakın,
Dokuzuncu Kalkınma Planında, kendisini plancı, yön gösterici, sorunları çözen
iktidar olarak sunan AK PARTİ İktidarında hazırlanan Dokuzuncu Kalkınma
Planında bağımsız bir bölüm var sadece ve bir alt başlıkla bu işin ciddiyeti
ortaya konulmak isteniyor. Oysaki barınma temel bir insan hakkıdır,
Anayasa’mızın temel hükümlerinde var. Yani, 171’inci madde, eski Anayasa’da yer
alan 55’inci madde, bunlar temel haklar olmasına rağmen, Hükûmet,
özellikle son yıllarda AKP Hükûmeti yapı
kooperatiflerinin yerine -TOKİ’ye terk ederek- bir TOKİ’yi, soyma mekanizması, yandaş zengin etme mekanizması
aracı olarak kullanarak inşaat sektörünün ve yapı kooperatiflerinin önünü
kesmektedir. Bu çok yanlıştır. TOKİ’ye bu kadar
verilen sayısız yetkiler ve kamu olanaklarını pervasızca kullanması maalesef bu
sıkıntıları daha çok artırmıştır değerli arkadaşlarım.
Tabii, TOKİ denince, verdiğimiz yasal yetkilere baktığımız zaman
da, o zaman da planlamanın çok başlı olmasına Sayın Bayındırlık Bakanlığı
yetkilileri karşı çıkmıyorlar. Planlama çok başlı hâle gelmiş. Bayındırlık
Bakanlığının plan denetim yetkisi vardı eskiden, şimdi de vardır muhakkak,
hiçbir belediyede plan denetim yetkisi uygulanmıyor. Plan tadilatlarıyla yeşil
alanlar yok edildi, spor alanları yok edildi, okul alanları yok edildi.
Bayındırlık Bakanlığımız sessiz. Şimdi kooperatifler şehircilik ve planlama
ilkelerine aykırı hareket ediyorlarmış, bunun için yetkinin kendilerine
verilmesi gerekirmiş!
Peki, Sayın Bayındırlık Bakanlığı, bu memleketin, Türkiye'nin,
ülkenin 3194 sayılı İmar Yasası’nın değişmesine ihtiyacı var -yıllardır kavurga
gibi çiğniyorsunuz ağzınızda- niye getirmiyorsunuz? Bugün ucube bir kentsel
dönüşüm yasası var. Bunlar arsa yaratmıyor, bunlar rant
yaratıyor ve orada yerleşik olan insanları kapı dışarı ediyorsunuz. Tarlabaşı’nda bu yapılıyor, Balat’ta bu yapılıyor, yarın
Gaziantep’te, Türktepe’de bu yapılacak. Bu
örneklemeler size örnek teşkil etmiyor mu? Bunların disipline edilmesi
gerektiğine neden inanmıyorsunuz? Bugün Türkiye’de bir yapı denetim sorunu var.
Bu yapı denetim sorunu evvelemirde çözülmesi gereken bir sorunken, “Bayındırlık
Bakanlığına yapı kooperatiflerini bağlayalım da yatan personel varsa biraz daha
etkin hâle getirelim…” Böyle bir kavramla bu sorunu kalıcı olarak çözme
şansımız var mıdır?
İstanbul’da, İstanbul’un ciğeri Ali Sami Yen Stadı yapılıyor. O
plan Büyükşehir Meclisinden geçmedi, İlçe Meclisinden geçmedi; kim yaptı? TOKİ
yaptı. Yanında Tekel Likör Fabrikası var, arsası var, 30 bin küsur metrekare;
yarın o da gidecek. Şimdi, Bayındırlık Bakanlığının işlevi tüm ülkede
belediyeleri de disipline ederek kentleşme politikasını uygulamak ise bunları
yapması gerekir ama siz bunları da görmezlikten geleceksiniz, uyuyacaksınız,
kaçak yapılaşma yaygınlaşacak.
Bakın, AKP’li belediyelerin tümünde kat fazlası kaçak yapılardan
belediyelere hibe alınarak ruhsatsız şekilde göz yumuluyor, yoğunluk artıyor.
Şimdi, bunlara sessiz kalamayız ki. Bunlar Komisyonda dile getirilmesine
rağmen, maalesef, bu tür yasalar, oradaki oy baskısıyla, muhalefet göz ardı
edilerek geçiyor. Şimdi bizim niyetimiz yasa çıkmasın, yasayı engelleyelim
değil ki. Yasayı çıkaralım ama yasa, ihtiyaca cevap verecek konumda olsun; bir
açığı, bir boşluğu, bir eksiği tamamlayacak nitelikte olsun.
Demin, mesela, Millî Eğitim Bakanlığının üniversite kurma yasaları
geçti. Üniversiteye ihtiyaç var, doğrudur ama arsa var mı, bina var mı, öğretim
üyesi var mı? Kâğıt üzerinde istediğin kadar, beş yüz tane üniversite kur. Bu
niye zorunuza gidiyor sizin? Bunları söyleyen üyeler, bunları söyleyen sözcüler
gerçeği söylemiyorlar mı? Bugün başarısız, niteliksiz bir öğrenciyi mezun
ettiğimiz zaman yarın ne yapacağız biz? Sonra bu da çelişki. Üniversite
sayısını artırıyoruz; Sayın Başbakan diyor ki: “Ben, üniversite mezunu gençlere
iş vermek zorunda değilim.” Şimdi, bunlar karşımızda bulunan büyük çelişkiler
değerli arkadaşlarım.
Tabii, iç göç, bu kentleşme sorununda büyük problem. İç göç neden
kaynaklanıyor? Ekonomik kökenli. İnsanları doğduğu yerde barındırma ve besleme
durumunda, onları geçindirme durumunda değiliz ki. Tarımdaki yanlış politikalar
köyleri boşalttı. Anlamsız terör, 1990’lı yıllardan beri, Gaziantep de dâhil, o
bölgedeki, Doğu’dan gelen vatandaşlarımızı misafir etti, konaklattı,
misafirperverliğini gösterdi ama ona hazır olmayan kentler, altyapı sıkıntısı
çektiler, çevre sorunu çektiler, ulaşım sorunu çektiler, barınma sorunu çektiler.
Şimdi, düzensiz kentleşmeyi, göç olgusunu önlemek Hükûmetin
görevi değil mi? Hükûmet hangi politikasıyla bunun
yanında? Hiçbir politikasıyla bunun yanında değil. Sadece TOKİ’nin
lüks evler yapmasıyla siz barınma ihtiyacını karşılayamazsınız. TOKİ neden son
yıllarda toplu konut kooperatiflerine verdiği krediyi kesti? Neden düştü oran?
Neden, üçüncü sektör olarak tanımlanan kooperatifçilik ölüme mahkûm edildi?
Bunların hesabını, bunların arayışını Hükûmet olarak
siz yapmak zorundasınız. Hükûmetler sorun çözer,
sorun yaratmaz ama maalesef, yaklaşık yedi yıldır, siz, sorun yaratan bir Hükûmet konumundasınız; sorun çözücü değilsiniz, kalıcı
hiçbir yasa getiremiyorsunuz.
Bakın, demin Anayasa’nın sayısız maddelerini saydım. 170, 171,
172, 173, 56, 57; bunlar hep sosyal devlet politikaları, sosyal politikalar.
Siz bunları yaşama geçirmek için çaba göstereceğinize, kendi kafanıza uygun
“Tayyip Erdoğan Anayasası” yapmak için çaba gösteriyorsunuz. Yani önce bunları
yaşama geçirin, bunlar yaşam kazansın, barınma ihtiyacı ortadan kalksın, sosyal
devlet anlayışını yaşama geçirin. Ama bunları yapamayınca, tabii “Oynayamayan
gelin yerim dar.” der, siz bunu diyemediğiniz için de, Anayasa tartışmalarıyla
ve bazı sorunların çözümünü de başka yerlere havale ederek çözmeye
çalışıyorsunuz.
Bakın işsizlik bugün açıklandı, yüzde 14,5; ocak
ayı oranı. Büyük rakam! Bu, görünen rakam. Her 4
gençten 1 tanesi işsiz. Arkadaşlar, bu bizim sorunumuz değil mi? Bu bizim
kanayan yaramız değil mi? Bunu bir Sayın Başbakan nasıl “sanaldır” diye
yorumlayabilir? Bu, kronikleşmiş, gerçek bir sorundur. Bu sorundan kaçmak
isteyenler, bu sorunu çözemeyecek olanlar, bu sorunun altında ezilenler sanal
olarak gösterebilirler ama sanal değil.
Bakın, bugün, size, ticaret ve sanayi erbabı cevap veriyor değerli
arkadaşlarım. Diyor ki… Başbakan demiş ki: “1 kişi alsalar işsizlik 3 puan
düşer.” Peki, o zaman, Sayın Tayyip Erdoğan, Sayın AKP Hükûmeti,
sen niye varsın? Ekonomik kriz yaşanıyor, işten çıkarmalar yaşanıyor, kapasite
düşürümü yaşanıyor ve finansal kriz yaşanıyor, sen bunları gidermek için hiçbir
tedbir almayacaksın, ama diyeceksin ki 1 milyon 300 bin kişi alırsan işsizlik
oranı düşer. Bakın, size ne güzel cevap veriyorlar: “Çarkların dönmeye devam
etmesi için de itici güce ihtiyaç vardır Sayın Başbakan. Bunu da ancak Hükûmet sağlayabilir.” diyorlar. Ben de diyorum ki Hükûmetin kendisi itilmeye muhtaç, kendisinin yaratacak bir
ivme, yaratacak bir itici gücü yok ki! O nedenle, size çok güzel cevap veren
sanayici, iş adamları ve esnaflar gerçekten doğruları söylemişler değerli
arkadaşlarım. Ama bu doğrular söyleniyor da ne oluyor, bu doğrulardan ders mi
alınıyor? Hayır, hiçbir ders alınmıyor; yine yoksulluk artıyor, yine yolsuzluk
artıyor, yine işsizlik artıyor. Ama kim çoğalıyor? AKP yandaşı yeni türeyen
zenginler. İstanbul’da lüks ciplere binenler, Başbakanın taktığı 100 bin
dolarlık saati takarak, Bulgari losyonları kullanarak, Ferre’den,
Prada’dan, adını anamayacağım değişik markalardan
giyinerek hava atan yeni zenginler türedi. Bu zenginler eskiden mücahitti,
şimdi müteahhit oldular! Kimin kanalıyla oldular?
Özelleştirmeler, TMSF, TOKİ, kamu ihaleleri ve belediye ihaleleri ile imar
planları rantlarından oldular. Bunların hepsi sizin
döneminizde arttı. Sizin döneminizde fakir fukara için ne arttı biliyor
musunuz? Yoksulluk arttı, yoksulluğu çözmek için de kumarhane araçları arttı.
Bakın, siz gelmeden önce neymiş? At yarışları haftanın belli
günlerinde oynanırmış. Siz gelmişsiniz bütün hafta yarışlar yapılmaya başlamış!
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Gece de var.
YAŞAR AĞYÜZ (Devamla) – Gece de varmış.
Sadece salı günü ve cuma günü yok, onun için de bir arayış içinde
imişsiniz! Kuşlar böyle söylüyor!
Şimdi, değerli arkadaşlarım, sizin döneminizde “İddaa” adlı oyun ihdas edilmedi mi? Edildi. Bugün devlete
en çok kâr getiren kurum orası değil mi? Millî Piyango “İddaa
olmasa ben batardım.” diyor.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, sorun çözen, toplumun sorunlarına
cevap veren, Türkiye’yi kalkındırma ivmesini yakalayan bir ülke hâline getiren hükûmet mi iyidir yoksa kumar mucidi bir Hükûmet mi iyidir? İşte siz kumar mucidi bir Hükûmetsiniz. Ama diyorsunuz ki “Kumar haram, kumar parası
haram.” Tüyü bitmemiş yetimin hakkını yemek de sizin için günahtı. Ne oldu?
Herkes tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyor, vallahi bir şey de olmuyor! Bu
dünyada olmuyor ama öteki dünyada çok şeyler var değerli arkadaşlarım, buna da
hazırlıklı olun!
Yolsuzluk ekonomide kurumsallaştı sayenizde. Hep yandaşlar
kazandı, TOKİ’nin 16 katrilyonluk ihalesinin 10
katrilyonu yeni kurulan yandaşlara verilmiş yüzde 3, yüzde 5, yüzde 7
kırımlarla. Yazık değil mi? Ama siz asgari ücretlilere geldiği zaman da
diyorsunuz ki “Param yok.” Emekliye diyorsunuz ki “Param yok.” TOKİ’nin kaynaklarını “gelir paylaşımı” adı altında, “hasılat paylaşımı” adı altında ve ihalelerle peşkeş çekerken
para var ama! Bu kaynakları niye disipline etmiyorsunuz? Edemezsiniz. Çünkü, gelişiniz ile iktidar koltuğuna oturduktan sonraki
anlayışınız değişti.
Bakın, Sayın Başbakan 2002 yılında “Benim aile fotoğrafımda millet
var.” diyordu. Peki, şimdi bakalım millet var mı? Dışarıda Berlusconi
var, Umman lideri var, Arap şeyhleri var, Türkiye’de de “mücahit” olarak
kendini tanıtıp müteahhit olanlar var! Bugün diyebilir
mi Sayın Başbakan “Benim aile fotoğrafımda millet vardır.” diye? Diyemezsiniz.
Diyemeyecek noktaya da geldiniz. Ama ne oldu? Siz, toplumu kucaklayan
siyasetler güdeceğinize gerilim siyasetinden hâlen nemalanmaya çalışıyorsunuz.
Gerilim siyaseti işinize geliyor. Uzatılan ne kadar barış çubuğu varsa,
uzatılan ne kadar uzlaşma çubuğu varsa, hepsini reddetmek sizin şiarınız. Siz
Türkiye’den giderken başka konuşursunuz, Türkiye’ye gelince başka konuşursunuz.
Siz “Amerika’ya gitmem.” dersiniz. Ama Sayın Baykal “Gidecek.” dedi. Baykal’ın
dediği doğru çıktı. Niye tersini yapmakla, bizi haklı çıkarmakla bu kadar
meşgulsünüz onu da bilmiyorum değerli arkadaşlarım.
Tabii, bugün içinde bulunduğumuz ekonomik, siyasal, sosyal konjonktür en çok dar gelirli vatandaşlarımızı eziyor.
Çiftçilerimiz bugün perişan. Bakın esnafımız perişan.
Geçen gün bir destek programı açıklandı, ben de meraklıyım o
destek programını açtım baktım, 3 D Stratejisi, “değişim”, “dönüşüm”, “destek”.
Dedim ki: Acaba esnafın vergi borçları, prim borçları erteleniyor, faizler bir
biçimde yeni düzenlemeye giriyor veya faizler siliniyor mu diye baktım.
Değişim, dönüşüm, destek dedikleri şey cek, cak, cuk! Akıl veriyor esnafa, diyor ki: “Değişim için bana
gel akıl var.” Akıl olsa zaten memleketi idare edersin Hükûmet!
(CHP sıralarından alkışlar)
Şimdi değerli arkadaşlarım, bakkal gözünü açmış bakkallık yapıyor,
bakırcı gözünü açmış bakırcılık yapıyor, elektrikçi gözünü açmış elektrikçilik
yapıyor, neyi değişecek? Siz AVM’lere teslim oldunuz,
bunun hesabını veremiyorsunuz. AVM yasası niye gelmiyor? Niye gelmiyor Sayın
Bakan? Bir zahmet edip de sor. Türkiye’de yapımı başlama aşamasında…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Ağyüz, konuşmanızı
tamamlar mısınız.
Buyurun.
YAŞAR AĞYÜZ (Devamla) – …yapım aşamasında yaklaşık 105 tane şey
var değerli arkadaşlarım. Bunlar bitmeli ki ondan sonra gelsin. Siz de
milletvekili olarak bütün bunlara sessiz kaldınız. Bakın AVM’lere
sessiz kaldınız, bakkallara sessiz kaldınız, esnafa sessiz kaldınız, çiftçiye
sessiz kaldınız, çevrenizde gulül yendi, gulül. Çevrenizde buna sessiz kaldınız değerli
arkadaşlarım. Devlet olanakları gulül oldu, siz
sessiz kaldınız. Bunu sakın gusül anlamayın, gulül,
kamu hakkı yemektir, kamu kaynaklarını parçalamaktır. İşte sizin özelliğiniz
bu. Onun için her zaman diyorum ki: Gidicisiniz. Biraz ülke yararına, biraz
kentler yararına, biraz toplum yararına bir şeyler yapın; otobüs son durağa
yanaştı, sizi Anayasa değişikliği de kurtaramayacak, Yüce Divana gitme
olanaklarını elinizden önlemenin yolu da engellemeyecek, sandıkta gidicisiniz.
O nedenle, yasalarınız halk yararına olsun, toplum yararına olsun, ülke
yararına olsun.
Hepinize saygılar sunuyorum.
Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 19.41
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 19.43
BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat
PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu),
Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
87’nci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
496 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.
Komisyon?.. Yok.
Bundan sonra da komisyonun bulunmayacağı dikkate alınarak çalışma
süremizin de tamamlanmasına çok az bir zaman kaldığından, alınan karar
gereğince kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri
sırasıyla görüşmek için 19 Nisan 2010 Pazartesi günü saat 13.00’te toplanmak
üzere birleşimi kapatıyorum.
Sizlere ve bizleri izleyen vatandaşlarımıza hayırlı akşamlar
diliyorum.
Kapanma Saati: 19.44