Normal 44161 3 6 2010-05-25T08:18:00Z 2010-05-25T08:20:00Z 1 45244 257895 TBMM 2149 605 302534 11.9999 Clean Clean 0 0 nk 0 nk 0 0 false false false 0 nk 0 nk MicrosoftInternetExplorer4

DÖNEM: 23                            CİLT: 66                    YASAMA YILI: 4

 

 

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

87’nci Birleşim

15 Nisan 2010 Perşembe

 

(Bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

 

   I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

  II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - YOKLAMALAR

 IV. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI

1.- Ağrı Milletvekili Yaşar Eryılmaz’ın, Ağrı’nın düşman işgalinden kurtuluşunun 92’nci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Muş Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, 12 Nisan 2010 tarihinde Samsun’da, kapatılan Demokratik Toplum Partisi Genel Başkanı Ahmet Türk’e yapılan saldırıya ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Zonguldak Milletvekili Ali Koçal’ın, köy enstitülerinin kuruluşunun 70’inci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

 

V.- AÇIKLAMALAR

1.- Kayseri Milletvekili Yaşar Karayel’in, 8’inci Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölüm yıl dönümüne ilişkin açıklaması

2.- Hakkâri Milletvekili Rüstem Zeydan’ın, 12 Nisan 2010 tarihinde Samsun’da, kapatılan Demokratik Toplum Partisi Genel Başkanı Ahmet Türk’e yapılan saldırıya ilişkin açıklaması

3.- İstanbul Milletvekili Necat Birinci’nin, köy enstitüleriyle ilgili gündem dışı konuşma yapan Zonguldak Milletvekili Ali Koçal’ın anlatımlarına ilişkin açıklaması

4.- İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, İzmir Milletvekili Harun Öztürk’ün, konuşmasındaki Bezm-i Âlem Üniversitesinin ve ondan önce kurulan Sabahattin Zaim Üniversitesinin kuruluşunun usule aykırı olduğu eleştirilerinin doğru olmadığına ilişkin açıklaması

5.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, kabul edilen bir önergeyle, 487 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın parasal konuları da içermesi nedeniyle, İç Tüzük’ün 142’nci maddesine göre, tümünün oylamasının “açık oylama” şeklinde yapılmasının zorunluluk taşıdığına ilişkin açıklaması

 

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Edirne Milletvekili Cemaleddin Uslu ve 19 milletvekilinin, spor kulüplerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla  Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/674)

2.- Ordu Milletvekili Rıdvan Yalçın ve 21 milletvekilinin, ceza infaz personelinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla  Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/675)

3.- CHP Grup Başkan Vekilleri İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol, Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay ve İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Anayasa Değişikliği Teklifi’ndeki imzalarla ilgili iddiaların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla  Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/676)

4.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 23 milletvekilinin, 1 Mayıs 1977’de meydana gelen olayların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla  Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/677)

 

VII.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- Genel Kurulun, 19 Nisan 2010 Pazartesi günü saat 13.00’te toplanarak gündemdeki “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında yer alan işlerin görüşülmesine ve çalışmalarını saat 24’00’e kadar sürdürmesine ilişkin AK PARTİ Grubu önerisi

 

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

 

1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)

2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)

3.- Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/761) (S. Sayısı: 458)

4.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/808) (S. Sayısı: 487)

5.-  Kooperatifler Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Kooperatifler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Tarım, Orman ve Köyişleri ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonları Raporları (1/811, 2/633) (S. Sayısı: 496)

 

IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- İzmir Milletvekili Oğuz Oyan’ın, Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Başkanı ve Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Sağlam’ın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

 

X.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- İzmir Milletvekili Canan Arıtman’ın, Ankara Resim ve Heykel Müzesindeki kayıp eserlere ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/13291)

2.- İzmir Milletvekili Canan Arıtman’ın, Karun Hazinesi’nin yurt dışına kaçırılan parçalarına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/13292)

3.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın, TRT’ye personel alımına yönelik iddialara ilişkin Başbakandan sorusu ve  Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/13322)

4.- Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, Samsun’daki tarihî eserlerin restorasyonuna ve Gazi Müzesi’ne ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/13359)

5.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, kayıp, çalıntı ve sahtesiyle değiştirilen eserlere ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/13360)

6.- Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, TRT’deki bomba yüklü kamyon haberine ilişkin sorusu ve  Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/13459)

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu saat 13.03’te açılarak beş oturum yaptı.

 

Kayseri Milletvekili Yaşar Karayel, Mimar Sinan’ın ölüm yıl dönümü ve Mimar Sinan Haftası’na,

Bursa Milletvekili Necati Özensoy, İznik’in kültür ve turizmdeki yerine ve sorunlarına,

Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu, Türk vatandaşlarına uygulanan vize ve Türkiye'nin diğer ülke vatandaşlarına uyguladığı vize konusuna,

İlişkin gündem dışı birer konuşma yaptılar.

 

Mersin Milletvekili Mehmet Şandır, Mimar Sinan’ın ölüm yıl dönümü ve Mimar Sinan Haftası’na ilişkin bir açıklamada bulundu.

 

Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek ve 24 milletvekilinin, işsizlerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/670),

Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan ve 24 milletvekilinin, şeker fabrikalarının pancar alımında fire kesintisi yapması konusunun araştırılması (10/671),

Adıyaman Milletvekili Şevket Köse ve 24 milletvekilinin, yerel basın ve yayın kuruluşlarının sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/672),

Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut ve 21 milletvekilinin, maden kazalarının nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/673),

Amacıyla birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerini alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

 

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:

1’inci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),

2’nci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/499) (S. Sayısı: 321),

3’üncü sırasında bulunan, Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun (1/761) (S. Sayısı: 458),

Görüşmeleri komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.

4’üncü sırasında bulunan ve görüşmelerine devam olunan, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu’nun (1/808) (S. Sayısı: 487) çerçeve 1’inci maddesine ek madde 123 ihdasına dair önerge kabul edildi; çerçeve 1’inci maddesine ek madde 124 ihdasına dair önerge üzerinde bir süre görüşüldü.

 

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 160 ve 168’inci sıralarında bulunan iki üniversite kurulmasıyla ilgili tasarıların görüşülmekte olan 487 sıra sayılı tasarıya ek madde olarak eklenmesinin İç Tüzük’e aykırı olup olmadığına ilişkin açılan usul tartışması sonucunda, Oturum Başkanı, tutumunda bir değişiklik olmadığını açıkladı.

 

15 Nisan 2010 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşime 20.04’te son verildi.

 

 

 

Nevzat PAKDİL

 

 

 

Başkan Vekili

 

 

 

 

 

 

Fatih METİN

 

Yaşar TÜZÜN

 

Bolu

 

Bilecik

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

                                                                                                                                               No.:  122

II.- GELEN KÂĞITLAR

15 Nisan 2010 Perşembe

Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Edirne Milletvekili Cemaleddin Uslu ve 19 Milletvekilinin, spor kulüplerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/674) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.02.2010)

2.- Ordu Milletvekili Rıdvan Yalçın ve 21 Milletvekilinin, ceza infaz personelinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/675) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.02.2010)

3.- CHP Grup Başkanvekilleri İzmir Milletvekili Kemal Anadol, Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay ve İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Anayasa değişikliği teklifindeki imzalarla ilgili iddiaların araştırılması amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/676) (Başkanlığa geliş tarihi: 07.04.2010)

4.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 23 Milletvekilinin, 1 Mayıs 1977’de meydana gelen olayların araştırılması amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/677) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.04.2010)

Süresi İçinde Cevaplanmayan Yazılı Soru Önergeleri

1.- Muğla Milletvekili Fevzi Topuz’un, bir taşocağının çevreye etkilerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12484)

2.- Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’ın, kayıp kişilere ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/12492)

 

15 Nisan 2010 Perşembe

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 13.04

BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 87’nci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz Ağrı’nın düşman işgalinden kurtuluşu yıl dönümü münasebetiyle söz isteyen Ağrı Milletvekili Yaşar Eryılmaz’a aittir.

Sayın Eryılmaz, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Ağrı Milletvekili Yaşar Eryılmaz’ın, Ağrı’nın düşman işgalinden kurtuluşunun 92’nci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

YAŞAR ERYILMAZ (Ağrı) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Ağrı ilimizin düşman işgalinden kurtuluşunun 92’nci yıl dönümü vesilesiyle gündem dışı söz almış bulunuyorum. Bu münasebetle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Ağrı, tarih boyunca çeşitli uygarlıklara tanıklık yapmış, kültür mozaiği bir sınır ilimizdir. Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran seferiyle Osmanlı topraklarına katılmış, bu dönemde Şorbulak olan adı, daha sonraları Karakilise ve son olarak da Karaköse olarak isimlendirilmiştir. 5.165 metre yüksekliğinde, Türkiye'nin en büyük dağı olan Ağrı Dağı’ndan esinlenerek bugünkü Ağrı adını almıştır.

Ağrı, 1914 yılında Rus işgaline uğramış ve 14 Nisan 1918’de sırasıyla Doğubeyazıt, Diyadin, Taşlıçay, Patnos ve Tutak ilçelerimiz, 15 Nisan 1918’de Ağrı ilimiz, 16 Nisan 1918’de de Eleşkirt ilçemiz düşman işgalinden kurtarılarak gelecek nesillere kutsal bir emanet olarak teslim edilmiştir. Bir daha o acı ve karanlık günlere dönmemeyi temenni ediyor, aziz şehitlerimizi rahmet, minnet ve şükranla anıyorum.

Değerli milletvekilleri, biz sadece anlamak ve ders almak için geçmişe, çözüm için ise geleceğe bakmak gerektiğini düşünüyoruz. Türkiye'nin gelişebilmesi, sorunlarına çözüm üretebilmesine bağlıdır. Bu yüzden, Türkiye, sorun alanlarını doğru belirlemek, onlarla yüzleşmek, sorunlarına sahip çıkmak, nedenlerini anlayarak doğru yöntemlerle çözmek zorundadır. Zira, bugüne kadar sorunlarını öteleyen, çözüm refleksi göstermeyen devletçi bakış açısı ilk kez AK PARTİ İktidarıyla çözüm odaklı bir bakış açısı potansiyeli göstermekte, çözüm umutları daha da artmaktadır.

Değerli milletvekilleri, Ağrı çok sayıda tarihî yapıya ve doğal güzelliklere sahiptir. Özgürlüklerin anıtı gibi duran Ağrı Dağı, insanlığın ortak değeri Nuh’un Gemisi’ne ev sahipliği yapması, bir Selçuklu mimari harikası olan İshakpaşa Sarayı, Ahmedi Hani Türbesi, meteor çukuru, Diyadin Kaplıcaları, Balık Gölü, Hamur Deresi, Tendürek Dağı ve dünyada benzeri olmayan Kudret Köprüsü bunlardan sadece birkaçıdır.

Görüldüğü gibi birçok kültürün izine rastlanılabilen, bu nedenle turizm açısından küçümsenmeyecek bir potansiyel olup Gürbulak Sınır Kapısı’yla ülkemizi İran’a bağlayan bir geçiş köprüsüdür. Böylesi derin tarihî geçmişe ve doğal güzelliklere sahip ilimizin sosyoekonomik gelişmişlik düzeyi bakımından iller arası en son sırada yer alması oldukça üzücü ve düşündürücüdür. Eğitim oranının düşüklüğü, yoksulluk, işsizlik, zaman zaman yaşanan terörün olumsuzlukları, ilin sürekli dışarıya göç veriyor olması ilimizin kalkınmasını geciktirmiştir. Bu gecikmişlik son yedi buçuk yılın değil uzun bir ihmalin sonucudur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ağrı’nın cumhuriyet tarihi boyunca yaşamış olduğu makûs talihinin yenilmesi noktasında AK PARTİ hükûmetleri döneminde önemli adımlar atılmıştır. Kısaca değinirsek: Eğitim yatırımlarıyla ilgili çok sayıda okul açılmış… Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesinin, eğitim düzeyini yükselteceğine, ilin kalkınmasına önemli destek sağlayacağına gönülden inanıyorum.

Sağlık alanlarına gelince, 2002 yılında 39 uzman hekim, 52 pratisyen hekim, 134 hemşire, 81 ebe varken; bugün 145 uzman hekim, 143 pratisyen hekim, 57 hemşire, 355 ebe mevcuttur. Ayrıca Doğubeyazıt ve Patnos yeni devlet hastaneleri bu yıl içinde hizmete girecek, Ağrı merkez yeni devlet hastanesi yakın gelecekte ihale edilecektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Eryılmaz.

YAŞAR ERYILMAZ (Devamla) – Beklentilerimizden birazcık bahsedecek olursak, Hükûmetimizin tarıma vereceği teşvikleri artırmasıyla bu sektörün daha cazip hâle getirilmesi, turizm potansiyelinin bölgeye aktarılacak kaynaklarla tanıtıma vereceği ağırlıklar, sınır ticaretinin geliştirilmesi, gümrük kolaylıklarının getirilmesi gerektiğini vurguluyor, Ağrılı hemşehrilerimizin kurtuluş gününü kutlarken, 17 Nisan 1993’te kaybettiğimiz 8’inci Cumhurbaşkanımız merhum Turgut Özal’ı da bu vesileyle rahmet, minnet ve şükranla anıyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar )

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Eryılmaz.

Gündem dışı ikinci söz 12 Nisan 2010 tarihinde Samsun’da yaşanan müessif olayla ilgili olarak söz isteyen Muş Milletvekili Nuri Yaman’a aittir.

Buyurun Sayın Yaman. (BDP sıralarından alkışlar)

2.- Muş Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, 12 Nisan 2010 tarihinde Samsun’da, kapatılan Demokratik Toplum Partisi Genel Başkanı Ahmet Türk’e yapılan saldırıya ilişkin gündem dışı konuşması

M. NURİ YAMAN (Muş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; nisan ayının bizler için önemli olan ve gelişen olayları üzerine gündem dışı söz almış bulunuyorum. Konuşmama başlamadan önce, içinde bulunduğumuz Kutlu Doğum Haftası’nın tüm İslam âlemine ve halkımıza hayırlara vesile olmasını dilerim.

Bugün 15 Nisan, hem komşu ilimiz Ağrı’nın kurtuluş günü hem de Kürt halkının yıllardır süren hak ve özgürlük mücadelesini yürüten yiğit partili çalışma arkadaşlarımın gözaltına alınıp tutuklandığı olayların birinci yıl dönümü. Tüm Ağrılı hemşehrilerimin bu gününü kutlarken yine Amed, Şırnak, Hakkâri, Van, Muş zindanlarında bu haksız ve hukuksuz tutuklamalara karşı direnen, ödünsüz özgürlük mücadelesini yürüten tüm arkadaşlarımı buradan bir kez daha saygıyla selamlıyorum.

Bilindiği gibi, 14 Nisan 2009 tarihinde “KCK operasyonları” adı altında başlayan operasyonlar bir yılını doldurdu ve hâlihazırda tam 1.483 arkadaşımız hâlen tutuklu bulunmaktadır.

29 Mart seçimlerinden sonra bölgede yenilgiye uğrayan AKP İktidarı, bu tarihten kısa bir süre sonra operasyonlara başlamış, bir yıl boyunca Kürtlerin siyasi kadrolarını yok etmek adına elinden geleni ardına koymamıştır. Bu operasyonlar göstermektedir ki, siyasi iktidar, Kürt sorununu “açılım” adı altında çözüyormuş görüntüsü vermeye çalışırken, asıl olarak halkın özgür iradesine dayanan demokratik siyaseti tasfiye edip, yılların inkâr anlayışını çok daha ince yöntemlerle uygulamaya çalışmaktadır. Hükûmetin, demokrasinin temel taşı olan toplumun örgütlü yapılarına yönelik böylesi bir saldırganlık içine girmesi onun demokratik siyasete olan tahammülsüzlüğünü açık bir biçimde göstermiştir.

Parti üst düzey yöneticilerimiz, belediye başkanlarımız, insan hakları yöneticileri, il yöneticilerimiz ve yüzlerce çalışanımız, demokrasi âdeta ayaklar altına alınan bir şekilde evleri basılarak gözaltına alınmış, haklarında hiçbir kanıt olmamasına rağmen tutuklanarak cezaevlerine konulmuş ve daha da ilginci, aradan bir yıl geçmesine rağmen savcılık tarafından hâlâ iddianame hazırlanmamış ve arkadaşlarımız hâkim karşısına da çıkarılamamışlardır. İçlerinde on iki ayı aşkın bir süredir tutuklu bulunanlar olmasına rağmen, alınmış olunan gizlilik kararının devam etmesi nedeniyle avukatlar hâlâ dosyayı inceleme şansını bulamamışlardır. Herhangi bir mahkeme yapılmaksızın tutukluluk hâllerinin devamına karar verilmesi açık bir şekilde adil yargılanma ilkesinin ihlal edildiği, kötü muamele ve ayrımcılığa maruz bırakıldıkları anlamına gelmektedir. Devam eden bir yıllık süreçte, sözüm ona, 12 Eylül darbe Anayasası’nı değiştirmeyi planlayan Hükûmetin Kürtlere 12 Eylül uygulamalarını bile aratır bir uygulamayı layık gördüğünü açık bir şekilde görmekteyiz. Bilindiği üzere 12 Eylül döneminde gözaltına alınan kişiler doksan gün boyunca herhangi bir yargı mercisi önüne çıkarılmadan gözaltında tutulabiliyorlardı. Ancak arkadaşlarımız 2010 Türkiyesi’nde bir yıldır adalet bekliyorlar, mahkeme önüne çıkmayı bekliyorlar. Bu hukuksuzluğun daha ne kadar süreceği de belirsizliğini korumaktadır. Nitekim, bugüne kadar yetkililerle yaptığımız görüşmelerde, bizlere davanın ne zaman açılacağı konusunda net bilgi verilmemektedir. İleri sürülen soruşturmanın kapsamının büyüklüğü gerekçesi ise bize hiç makul görülmemektedir.

Değerli arkadaşlar, soruşturmanın temel dayanağını, telefon ve ortam dinlemeleriyle bazı gizli tanık ifadelerinin oluşturduğu anlaşılmaktadır. İçlerinde belediye başkanlığı görevini yürüten arkadaşlarımızın da bulunduğu siyasetçilerimiz gözaltına alınırken kelepçelenerek teşhir edilmeleri de dikkate alındığında, bu operasyonda en az gözetilen hususun hukuk ve yasalar olduğu görülmektedir. Keza Ceza Kanunu’nda tutuklamanın temel amacı olan kaçma şüphesi ve delillerin karartılması şüphesinin de bu soruşturmada tereddütsüz bir şekilde uygulanması ise soruşturmanın hukuki gerekçelerinden ziyade siyasi bir saikle yürütüldüğü kanaatimizi güçlendirmektedir.

AKP bu uygulamasıyla, yerel seçimlerden zaferle çıkmış bir halkı açık bir şekilde cezalandırmaktadır. Herkes 29 Mart 2009 seçimlerinin ve 13 Nisanda ilan edilen ateşkesin, sorunun barışçıl yöntemlerle çözüme ereceğini beklerken…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Yaman, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

M. NURİ YAMAN (Devamla) – …tam tersine, intikamcı bir anlayışla klasik devlet partisi gibi davranan AKP, bu tutuklamalarla çözümsüzlüğü derinleştirmek için elinden geleni geri bırakmamıştır.

Kürtler bu baskılarla, bu uygulamalarla yeni karşılaşmıyorlar. Gerekli olan direnmekse, biz direnmeyi çok iyi öğrendik. Sizden öncekiler bizi yıldıramadılar, sizler de yıldıramayacaksınız. Eğer bizim değil de sizlerin 1.500’e yakın kadronuz gözaltına almış olsaydı, parti çalışmalarınız felç olma noktasına gelmişti ama Barış ve Demokrasi Partisi dimdik ayaktadır. Çünkü yıllardır Kürt halkı üzerinde sürdürülen bütün baskılar, yıldırmalar ve zulümler bu halka direnme gücünü nasıl bayraklaştıracağını da göstermiştir. Tutuklanan 1.500 yöneticinin yerine gepgenç yeni kadrolar anında bayrağı devralarak mücadele direncini doruğa çıkarmışlardır ve bu başarılarını da sürdüreceklerini belirtirken, burada sözlerime son verir, yüce Meclisi en içten duygularımla selamlarım. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yaman.

Bu arada, Sayın Türk’e de geçmiş olsun dileklerimizi bu vesileyle iletmiş olalım.

Gündem dışı üçüncü söz köy enstitülerinin kuruluş yıl dönümü münasebetiyle söz isteyen Zonguldak Milletvekili Ali Koçal’a aittir.

Sayın Koçal, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

3.- Zonguldak Milletvekili Ali Koçal’ın, köy enstitülerinin kuruluşunun 70’inci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; cumhuriyetimizin unutulmaz eserlerinden biri olan köy enstitülerinin kuruluşunun 70’inci yıl dönümü nedeniyle söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye sevdalıları için çok önemli olan bu eserin hayata geçmesini sağlayanları şükranla anıyorum ve yaşamını sürdürmekte olanlara sağlık ve esenlikler diliyorum.

17 Nisan 1940 yılında büyük bir heyecanla kurulan köy enstitüleri, bir aydınlanma projesidir, üreterek kalkınma projesidir. Bu okullardan birikimli, donanımlı, kendine güvenli, bilinçli öğretmenler yetişmiştir. Bu öğretmenler, üretimle eğitimin iç içe geçmesini sağlamış birer toplum önderi olarak görev yapmışlardır. Aynı zamanda, demokratik, laik, sosyal hukuk devletinin ve Atatürk devrimlerinin yılmaz savunucuları olmuşlardır, ilericilik ve yurtseverliklerinden asla ödün vermemişlerdir.

Değerli milletvekilleri, köy enstitüleri, başka bir yerden kopya edilmemiştir, tamamen Türkiye’mize özgü bir projedir. Bu projeyle köylere hizmet gitmiş ve böylece köylü, varlığını hissettirmeye başlamıştır. Köy çocuklarının öğretmen, doktor, sanatçı, yazar, milletvekili olmasının yolu bu dönemde açılmış, birçok ünlü kişi bu okullardan yetişmiştir. Hâlen güncelliğini koruyan bu kurumlar çağdaş eğitim ilkelerini uygulayan insan merkezli, laik ve bilimsel kurumlardı.

Değerli milletvekilleri, toplumumuzu ayağa kaldıran, aydınlanma sürecini başlatan, eğitimde devrim yaratan köy enstitüleri insanlarımızı ümmetçilikten yurttaşlığa taşımıştır ancak ne var ki, köy enstitüsü mezunları söyledikleri, yaptıkları ve yazdıklarıyla birçok kişiyi ürkütmüş, sömürülen, ezilen, horlanan köylü çocuklarının okuyup yönetime ortak olma talepleri egemen güçler tarafından telaşla karşılanmıştır. Dolayısıyla, bu projeyi uygulayan ve destekleyenler tehdit edilmeye başlanmıştır. Böylece şimdi hepimizin gururlandığı köy enstitüsü kurucuları ve mezunlarına birtakım yakıştırmalar yapılarak sürüldüler, özlük hakları geri alındı, hapse atıldılar, rahatsız edildiler ve sürekli gözetim ve denetim altında tutularak psikolojik baskıya maruz kaldılar.

Yine, köylümüzün uyanmasını istemeyen uluslararası güçler ile yerli iş birlikçileri bu modelin başarıya ulaşmaması için büyük bir organizasyonun da içerisine girmişlerdir ve nihayet hepinizin bildiği gibi, çeşitli unsurların sistemli ve programlı baskısı sonucu 1946 yılında başlayan kapatma süreci 1954 yılında tamamlanmış oldu. Bu kapatmayla bağımsızlığımızı içine sindiremeyenler rahat bir nefes almış oldular.

Değerli milletvekilleri, aslında bilinmelidir ki, köy enstitüleri bir hiç uğruna kapatılmıştır. Bu okulların kapısına kilit vuranlar Türkiye’ye iyilik yapmamışlardır. Eğer köy enstitüleri kapatılmamış olsaydı bugün önümüzde çok güzel bir Türkiye olacaktı, devletimiz bu denli kuşatılmayacaktı, varlıklarımız babalar gibi satılmayacaktı. Sosyal devletin yerine tarikat ve cemaat mensupları bu kadar cesaretli olmayacak ve insanlarımız üreterek kazanacak, sadakaya muhtaç olmayacaktı.

Eğer köy enstitüleri kapatılmamış olsaydı değerli milletvekilleri, demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti ve cumhuriyet kazanımlarını savunanlar ve bilim adamları tutuklanamayacak, sorgusuz sualsiz hapse atılamayacaktı, Atatürk’e ve cumhuriyete karşı olanlar bu kadar prim yapamayacaktı, hukukun üstünlüğü, demokrasi ve insan hakları bu denli erozyona uğramayacaktı.

Ve eğer köy enstitüleri kapatılmasaydı başımızda böylesine beceriksiz ve içten pazarlıklı bir hükûmet olmayacaktı. Daha dün yardım alarak çocuklarını okutabilen kısa yoldan zengin olamayacak ve devletin 750 milyon dolarını yandaşlarına peşkeş çekemeyecekti.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Koçal.

ALİ KOÇAL (Devamla) – Değerli milletvekilleri, 18 bin köy enstitüsü mezununun esasında hiçbir suçu yoktur. Onlar kalpazanlık yapmamıştır; yolsuzluk, usulsüzlük, evrakta sahtecilik yapmamıştır; dolandırıcılık suçu işlememiştir; yetim hakkı yememiştir. İntikam duygusu içerisinde olmamıştır köy enstitüsü mezunları, topraklarımızı, madenlerimizi satmamışlardır, aksine korumuşlardır. Onlar Lozan’dan vazgeçmemişler, Sevr’i savunmamışlardır. Onlar cumhuriyeti, Atatürk’ü, ülkemizi ve insanlarımızın çıkarlarını savunmuşlardır.

Ve özetle, köy enstitüleri modelini yaratan bu ulusun bir bireyi olmaktan çok büyük onur ve gurur duyduğumu sizlerle paylaşmak istiyorum. Ve köy enstitüleri kapatılmasaydı değerli arkadaşlar, şimdi herkesin hayranlıkla izleyeceği bir Türkiye olacaktı.

Bu duygularla yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Karayel, buyurun efendim.

V.- AÇIKLAMALAR

1.- Kayseri Milletvekili Yaşar Karayel’in, 8’inci Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölüm yıl dönümüne ilişkin açıklaması

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Saygıdeğer Başkanım, 17 Nisan 1993 yılında Hakk’a yürüyen 8’inci Cumhurbaşkanımız Saygıdeğer Turgut Özal’ın ölüm yıl dönümü münasebetiyle söz aldım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Rahmetli Turgut Özal, 1927 yılında Malatya’da doğup altmış altı yıl ömür sürdüğü zamanda ülkemize hem özel sektörde hem de bürokraside çok büyük hizmetler yapmıştır. Bu hizmetleri döneminde, özellikle Başbakan Yardımcılığı ve Başbakanlık Müsteşarlığı dönemlerinde, büyük projelere imza atmıştır. 1983 yılında kurduğu partiyle yedi yılda ülkeye büyük hizmetler etmiş, Türk milletinin ufkunu açarak Türkiye'nin dışa açılmasında, ekonomik büyümesinde ve sosyal hayatımızın gelişmesinde, Türkiye'nin demokratikleşmesinde çok büyük hizmetler etmiştir. 31 Ekim 1989 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 8’inci Cumhurbaşkanımız olarak seçilmiş, 17 Nisanda görevi başında vefat etmiştir.

Kendisine, sevenlerine, ailesine ve yüce Türk milletine başsağlığı dileyerek rahmet, minnet ve şükranla anıyorum. Allah rahmet eylesin. Adına üniversite kuran arkadaşları, vefalı dostlarını da tebrik ediyor, saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Biz de rahmetli Başbakanımız ve Cumhurbaşkanımızı bu vesileyle bir kere daha rahmetle, minnetle anıyoruz. Mekânı cennet olsun.

Sayın Zeydan

2.- Hakkâri Milletvekili Rüstem Zeydan’ın, 12 Nisan 2010 tarihinde Samsun’da, kapatılan Demokratik Toplum Partisi Genel Başkanı Ahmet Türk’e yapılan saldırıya ilişkin açıklaması

RÜSTEM ZEYDAN (Hakkâri) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; ben de 12 Nisanda Samsun’da Sayın Ahmet Türk’e yapılan saldırıyı şiddetle kınadığımı ifade ediyorum ve gerçekten de bugünlerde birlik ve bütünlüğümüze halel getirecek hiçbir davranışa hiç kimsenin tevessül etmemesini gerçekten içtenlikle diliyorum. Başta Sayın Başbakanımız olmak üzere Cumhuriyet Halk Partisinin Sayın Lideri, Milliyetçi Hareket Partisinin Sayın Lideri üzüntülerini belirtmişlerdir. Zaten Sayın Ahmet Türk de itidal çağrısı yapmıştır. Umuyorum ki ülkemin her köşesindeki vatandaşlarımız birlik ve bütünlüklerini bozabilecek hiçbir davranışın içinde olmayacaklardır.

Bu cümleden hareketle, 13 Nisanda Hakkâri ilimizde meydana gelen üzücü olaylarda polis memurlarımızın bir çocuğumuza yapmış oldukları görüntü gerçekten hepimizi içten yaralamıştır. Zaten Hükûmetimiz de gereğini yerine getirmiş, iki polis memuru açığa alınmıştır. Ama inanıyorum ki, vatandaşlarımız sağduyulu davranacaklardır ve ülkemizin birlik ve bütünlüğünü hiçbir zaman bozabilecek davranışlar içerisinde olmayacaklardır. Bu bize bir ders olsun diyoruz ve Allah bu memleketin birliğini, bütünlüğünü hiçbir zaman bozmasın dileklerimi yüce Meclise arz etmek istiyorum.

Teşekkür ediyorum efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Zeydan.

Biz de sizin temennilerinize katılıyoruz.

Sayın Birinci, buyurun efendim.

3.- İstanbul Milletvekili Necat Birinci’nin, köy enstitüleriyle ilgili gündem dışı konuşma yapan Zonguldak Milletvekili Ali Koçal’ın anlatımlarına ilişkin açıklaması

NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın Meclis; biraz önce bir hatibimiz köy enstitülerini anlattılar. Son derece romantik ama gerçek zeminden uzak ve iftira dolu bir ifade idi. Köy enstitüleri…

BAŞKAN – Sayın Birinci, şunu rica edeyim…

NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Son söylediğimi geri alıyorum.

EŞREF KARAİBRAHİM (Giresun) – Ne gerek var!

BAŞKAN – Efendim şöyle…

NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Son söylediğim cümleyi geri alıyorum.

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Sen devlette müsteşarlık yaptın!

BAŞKAN – Efendim, şöyle: Bakınız, arkadaşımız kendi görüşlerini, düşüncelerini beyan etti, söyledi. Ekleyeceğiniz bir husus varsa onu ekleyelim arkadaşlar.

NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Ben de ekliyorum…

BAŞKAN – Yeni yeni tartışma konuları meydana getirmeyelim lütfen.

NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Ekliyorum.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Bir taraf iddia ederken öbür taraf da müdafaa etmelidir. Geri almıyorum, geri alacaktım…

Köy enstitüleri ilmî şekilde bugüne kadar ele alınmamıştır. Bir romantizmin ifadesi ile ortaya konmuştur. Kuruluş sebepleri, işleyişi ve sonuçlanması daima gerçekler göz önünden uzak tutularak işlenmiştir. (CHP sıralarından gürültüler)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, böyle bir usul var mı?

BAŞKAN – Sayın Birinci…

NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Köy enstitüleri…

BAŞKAN – Sayın Birinci…

TEKİN BİNGÖL (Ankara) – Terbiyesiz, adi herif!

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Muhatabı cevap verir.

NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – …1940’ta kurulmuş…

BAŞKAN – Sayın Birinci…

NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – …1940’ta kurulmuş… (CHP sıralarından gürültüler)

(Mikrofon Başkan tarafından kapatıldı)

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Muhatabı cevap verir, sen niye cevap veriyorsun?

BAŞKAN – Sayın Birinci, mikrofonu kapattım. Arkadaşlar… Arkadaşlar…

NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Sayın Başkan, niye kapatıyorsun?

EŞREF KARAİBRAHİM (Giresun) – Muhatabı cevap verir ona.

BAŞKAN – Arkadaşlar… Sayın Karaibrahim, oturunuz efendim. Arkadaşlar…

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Sen Millî Eğitimde müsteşarlık yaptın, müsteşarlık; ayıp!

Bunu sen savunacaksın, Millî Eğitimde müsteşarlık yaptın, sen savunacaksın, söylediğin laflara bak!

BAŞKAN – Sayın Koçal… Arkadaşlar…

Saygıdeğer arkadaşlarım, bakınız, şunu ifade etmek istiyorum: Burada söz alan milletvekilleri kendi düşüncelerini beyan ediyorlar, yapıyorlar; eğer gruba bir sataşma varsa veya Hükûmete bir sataşma varsa, şahsa bir sataşma varsa cevap verebilirler…

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Pazartesi günü de sen söz alırsın, konuşursun.

BAŞKAN – ...başkan vekilliğini yapan arkadaşlar. Nezaketen, bir katkı olsun diye açıklıyorum. Burada birbirimize sürekli olarak cevap vermek durumuyla ilgili olursa…

SONER AKSOY (Kütahya) – Efendim, o da gerçeği…

BAŞKAN – Lütfen Sayın Aksoy… Lütfen efendim… Lütfen efendim…

SONER AKSOY (Kütahya) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Lütfen efendim… Sayın Aksoy, lütfen…

NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Efendim, 47’de kapanmıştır, CHP kapatmıştır.

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Ara ver Başkan.

NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Millete yalan söylemeyin!

BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen tartışmayalım.

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Hayır, sonra bu konu, Sayın Başkan niye rahatsız ediyor acaba, iktidar mensuplarını köy enstitüleri niye rahatsız ediyor?

BAŞKAN – Sayın Koçal, tartışmayalım.

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Rahatsız olmalarının nedeni nedir? Çıksınlar, onu anlatsınlar.

BAŞKAN – Sayın Koçal, lütfen…

NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Bunu bilmesi lazım.

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Niye rahatsız ediyor sizi köy enstitüleri?

BAŞKAN – Sayın Koçal

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Yani onların kapanmasını sağlayanlarla birlikte mi oldunuz siz de? Siz de onları kapatanlarla beraber miydiniz?

BAŞKAN – Arkadaşlar… Sayın milletvekilleri…

NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – 1947’de kapatıldı.

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – 47’de kapanmaya başlamıştır. Sen müsteşarlık yaptın Millî Eğitimde, bunları iyi bilirsin.

BAŞKAN – Sayın Koçal

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Sen onlarla beraber miydin?

BAŞKAN – Sayın Koçal

Sayın milletvekilleri, gündeme geçiyoruz.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Ya kardeşim, söz al!

BAŞKAN– Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin dört önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına (Gürültüler)

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Yani her gündeme geldiğinde mutlaka siz söz alıyorsunuz, çok rahatsız oluyorsunuz. Çok rahatsız oluyorsunuz.

ZEKERİYA AKINCI (Ankara) – Ya benim babam köy enstitülü, ne olmuş!

NECAT BİRİNCİ (İstanbul)– Tebrik ederim.

BAŞKAN – Sayın Birinci… Sayın Birinci…

ZEKERİYA AKINCI (Ankara) – Konuşmayın şununla.

BAŞKAN – Sayın Birinci, lütfen yerinize geçiniz efendim.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Duyamıyoruz Sayın Başkan.

ZEKERİYA AKINCI (Ankara) – Sayın Vekilim, benim babam köy enstitülü, ne olmuş!

NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Tebrik ederim.

ZEKERİYA AKINCI (Ankara) – Ne olmuş!

NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Ben aleyhinde değilim ki. Tebrik ederim.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, birleşime beş dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati : 13.32

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 13.42

BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri,Türkiye Büyük Millet Meclisinin 87’nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları babında Meclis araştırması açılmasına ilişkin dört önergenin okunması vardı.

Şimdi önergeleri ayrı ayrı okutuyorum:

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Edirne Milletvekili Cemaleddin Uslu ve 19 milletvekilinin, spor kulüplerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/674)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü'nün rakamlarına göre, Türkiye genelinde 9.979 spor kulübünde 1.638.030 lisanslı sporcunun bulunduğu gerçeği dikkate alındığında bu spor kulüplerinin bir çok sorun yaşadıkları zaman zaman medyaya yansımaktadır. Nüfusunun yarısı 28 yaşın altında olan Ülkemizde, gelecek nesillerin sağlıklı yetişmesi açısından spor kulüplerinin yaşadığı sorunların çözüme kavuşturulması büyük önem teşkil etmektedir. Spor Kulüplerimizin yaşamakta oldukları ekli gerekçede belirtilen sorunlarının araştırılarak, alınabilecek önlemlerin belirlenmesi amacıyla, Anayasamızın 98. ve İç Tüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasını arz ve teklif ederiz.

1) Cemalettin Uslu                          (Edirne)

2) Behiç Çelik                                 (Mersin)

3) Oktay Vural                               (İzmir)

4) Kürşat Atılgan                            (Adana)

5) Ertuğrul Kumcuoğlu                  (Aydın)

6) Süleyman Nevzat Korkmaz        (Isparta)

7) Erkan Akçay                              (Manisa)

8) Hasan Özdemir                          (Gaziantep)

9) Necati Özensoy                          (Bursa)

10) Zeki Ertugay                             (Erzurum)

11) Bekir Aksoy                             (Ankara)

12) Kamil Erdal Sipahi                   (İzmir)

13) Ahmet Deniz Bölükbaşı           (Ankara)

14) Gürcan Dağdaş                        (Kars)

15) Hakan Coşkun                         (Osmaniye)

16) Ahmet Kenan Tanrıkulu           (İzmir)

17) Ahmet Bukan                           (Çankırı)

18) Muharrem Varlı                       (Adana)

19) Atila Kaya                                (İstanbul)

20) Emin Haluk Ayhan                  (Denizli)

Gerekçe:

Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü'nün rakamlarına göre, Türkiye genelinde 9.979 spor kulübünde 1.638.030 lisanslı sporcunun bulunduğu gerçeği dikkate alındığında bu spor kulüplerinin bir çok sorun yaşadıkları zaman zaman medyaya yansımaktadır. Nüfusunun yarısı 28 yaşın altında olan Ülkemizde spor kulüplerinin önemi inkar edilemez. Genç bir nüfusa sahip olan ve her zaman genç nüfusu ile övünen ülkemizin, gelecek nesillerin sağlıklı yetişmesi açısından çok önemli işlevler ifa eden spor kulüplerinin yaşadığı sorunların çözüme kavuşturulması büyük önem teşkil etmektedir. Örneğin 1997 yılı Aralık ayı ile 2009 yılı Mayıs ayı arasında Edirne Spor Yönetim Kurulu üyeliğinde bulunan yaklaşık 200 kişiye gönderilen toplam 958.567,99 TL tutarındaki ödeme emri tebligatları nedeniyle Edirne spor camiası büyük bir huzursuzluk yaşamaktadır Türkiye genelinde, birçok spor kulübü ve değerli yöneticilerinin aynı sorunları yaşamakta olduğu bir gerçektir. Spor kulüplerinin SSK prim borçları, borç anaparasına uygulanan yüksek faiz ve gecikme zamları nedeniyle ödenemeyecek oranda artmıştır. Spor kulüplerinde yönetici olarak görev yaparak Türk sporuna hizmet eden bu kişilerin hem sosyal hem de ailevi olarak yaşadıkları mağduriyetlerin giderilmesi sporun geleceği açısından doğru olacaktır. Bu itibarla spor kulüplerinin yaşadığı sorunların Spor Kulüplerine ve Türk sporuna zarar vermeden çözüme kavuşturulması büyük önem arz etmektedir Bu konuda, Türkiye genelinde aynı durumda bulunan bütün spor kulüplerimiz için kalıcı bir çözüm yolu bulunmalıdır. Aksi takdirde, spor kulüplerimiz yönetici bulmakta zorlanacak ve Türk Sporu bu gelişmelerden olumsuz etkilenecektir. Ayrıca, bir çok amatör spor kulübümüz tesis, malzeme ve maddi problemler yaşamaktadır.

Bu çerçevede, genç bir nüfusa sahip olan ülkemizde, gençlerimizin daha sağlıklı yetişmesi için büyük hizmetlerde bulunan spor kulüplerimizin yaşadıkları sorunların çözümüne olumlu katkı sağlayabilmek amacıyla spor kulüplerinin yaşamakta oldukları sorunların tespiti ve çözüm önerilerinin belirlenmesi ve taşkınların önlenmesine yönelik tedbirlerin belirlenmesi amacıyla, Anayasamızın 98. ve İç Tüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulması uygun olacaktır.

2.- Ordu Milletvekili Rıdvan Yalçın ve 21 milletvekilinin, ceza infaz personelinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/675)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gerekçesini ekte arz ettiğimiz, 657 sayılı devlet memurları kanununa tabii olarak genel idari hizmetler sınıfında çalışan, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğüne bağlı ceza infaz kurumları personellerinin sorunlarının araştırılması, özlük ve sosyal haklar bakımından mağduriyetlerinin giderilmesi adına, alınacak önlemlerin ve çözüm önerilerinin, mevzuatta yapılacak değişikliklerin tespiti amacıyla Anayasanın 98 ve İçtüzüğün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.

1) Rıdvan Yalçın                            (Ordu)

2) Oktay Vural                               (İzmir)

3) Mümin İnan                               (Niğde)

4) Mustafa Kalaycı                         (Konya)

5) Gürcan Dağdaş                          (Kars)

6) Bekir Aksoy                               (Ankara)

7) Mehmet Serdaroğlu                    (Kastamonu)

8) Osman Durmuş                          (Kırıkkale)

9) Hüseyin Yıldız                           (Antalya)

10) Ahmet Orhan                           (Manisa)

11) İzzettin Yılmaz                         (Hatay)

12) Yılmaz Tankut                          (Adana)

13) Cemaleddin Uslu                      (Edirne)

14) Mehmet Akif Paksoy               (Kahramanmaraş)

15) Mustafa Enöz                           (Manisa)

16) Alim Işık                                  (Kütahya)

17) Kemalettin Nalcı                       (Tekirdağ)

18) Behiç Çelik                               (Mersin)

19) Kamil Erdal Sipahi                   (İzmir)

20) Ali Uzunırmak                         (Aydın)

21) Ertuğrul Kumcuoğlu                (Aydın)

22) Abdülkadir Akcan                    (Afyonkarahisar)

Gerekçe:

Adalet Bakanlığı bünyesinde Ceza ve Tevkif Evlerine bağlı kurumlarda çalışan personellerimizin çalışma saati gözetmeksizin yoğun bir iş baskısı altında görev yaptıkları tüm kamuoyu tarafından bilinmektedir.

Ceza Tevkif Evlerinde çalışan personellerimiz hepimizin bildiği gibi güvenlik güçleri tarafından yakalandıktan sonra ceza ve tevkif evlerinde barındırılan maddi çıkarları uğruna örgüt kuran çete üyeleri, devlete sisteme karşı gelen terör suçluları, ayrıca adli ve yüz kızartıcı suçları işleyen kişilerle yıllarca karşı karşıya kalarak muhafazasını sağladığı gibi ıslahını, eğitimini ve iyileştirilmesini sağlayan, güneş ışığı görmeyen, mesai süresi belli olmayan, demir parmaklıklar arkasında bayram, tatil demeden çalışan, görevi esnasında yoğun stresin yanı sıra zaman zaman ailesi ve yakınlarıyla tehditlere maruz kalarak görev yapmaktadırlar.

Yaptıkları görev bakımından benzer görevleri yapan kolluk kuvvetleri gibi emniyet ve güvenlik hizmetleri sınıfında olmaları gerekirken, idari hizmetler sınıfına dahil edilen Ceza ve Tevkif evleri personellerimizin 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları düzenlemesi sırasında bile kurumların statüsü göz önünde bulundurularak güvenlik ve asayiş hizmeti görenlerle eş kılınmış ve ilgili yasada sayılarak sendika kurma hakları kısıtlanmıştır.

4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları yasası düzenlenirken, bu alanda çalışanlarla eş kılınan ve sendika kurma hakları kısıtlanan personellerimiz, 5510 sayılı Sosyal Güvenlik yasasında yapılan, 4688 sayılı sendikalar yasasına aykırı bir düzenleme ile bu kapsama alınmamışlardır.

5510 sayılı yasanın 40. maddesinde iş riski ve güvenliği dikkate alınarak bazı meslekler için fiili hizmet süre zammı öngörmüştür. Bu düzenleme de üretim sektörünün sağlık açısından riskli olan alanları ile hizmet sektörünün can güvenliği açısından riskli olanlara fiili hizmet süre zammı vermiştir. Ancak bu maddede güvenlik, asayiş ve savunma alanlarında çalışanların tamamı sendikalar yasasının 15. maddesinde sıralandığı gibi sıralanmış ancak ceza infaz çalışanları bu kapsamda sayılmamıştır. İki yasa arasında oluşan bu çelişki ile birlikte ceza infaz hizmetleri için genel bütçede öngörülen ödenek tahsisi analitik bütçe sınıflandırmasının güvenlik hizmetleri kodundan da ayrılmaktadır.

Jandarma kuvvetlerimiz tarafından yürütülen dış güvenlik hizmetlerinin, hazırlanan dış güvenlik yasası kapsamında kademeli olarak kurum çalışanlarına devredileceği düşünüldüğünde, gelecekte çok daha fazla ağır bir sorumluluğun ve yoğun bir mesainin altına girecekleri de gözükmektedir.

Ayrıca Birleşmiş Milletler ve Avrupa Ceza infaz Kurumlarını asgari standartlarında personel ile ilgili kurallarda, infaz kurumlarında verimliğin artırılması ve nitelikli personelin çalışmasının ve kalıcılığının sağlanması için çalışma koşullarının ve özlük haklarının iyileştirilmiş olması gerektiği de belirtilmiştir.

Vardiya sistemi ile görev yapan personellerin bayram ve diğer tatillerle, özel günlerde çalıştıkları için yasada belirtilen haftalık çalışma saatlerinden çok fazla çalıştıkları halde fazla mesai ücreti veya bunun yerine izin verilmediği bilinmektedir.

Görev yaptıkları süre içinde kendilerine verilen silah taşıma ruhsatlarının, emekli olduktan sonra da can güvenliği dikkate alınmalı ve silah taşıma ruhsatı hakkı emekli olduktan sonra da verilmesi düşünülmeli, görev gereği yoğun bir mesai yükü, stres, baskı ve tehdit altında çalışan personellerimizin ulaşım, konut, eğitim, kreş ve okul gibi sorunlarının çözülmesi için gerekli araştırmalar yapılmalıdır.

Görev yaptıkları zaman içerisinde olduğu gibi, emekli olduktan sonra da can güvenlikleri, yapmış oldukları fazla mesai, benzer görevleri yapan personellere tanınan fiili hizmet zammı hakları, eğitim ve diğer sosyal hakları ile ulaşım, konut, kreş ve okul gibi sorunlarının çözülmesi, yaşadıkları mağduriyetlerinin giderilmesi yolunda alınacak önlemlerin ve çözüm önerilerinin, mevzuatta yapılacak değişikliklerin tespiti amacıyla, Anayasanın 98 ve İçtüzüğün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.

3.- CHP Grup Başkan Vekilleri İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol, Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay ve İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Anayasa Değişikliği Teklifi’ndeki imzalarla ilgili iddiaların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/676)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Anayasa değişikliğine ilişkin yasa teklifi AKP Grup Başkanvekili tarafından 30 Mart 2010 tarihinde TBMM Başkanına sunulmuştur.

TBMM Başkanı Sayın Mehmet Ali Şahin, 31 Mart 2010 tarihinde, TBMM Başkanlığının, verilen tasarı ve teklifleri sadece şekil bakımından incelemekle görevli olduğunu belirttikten sonra "Anayasa değişikliği teklifi, uzmanlarımızca da incelenmiş, İçtüzüğümüze aykırı herhangi bir durum tespit edilememiş, ben de incelememi tamamladım ve bugün bütün bu iddialarla ilgili inceleyecek ve karar verecek olan Meclisimizin en yetkin ihtisas komisyonlarından biri olan Anayasa Komisyonuna havale ettim" açıklamasında bulunmuştur.

TBMM Sayın Başkanının sabah saatlerindeki açıklamasının ardından, CHP Grup Başkanvekili Sayın Hakkı Suha Okay, AKP Grup Başkanvekilinin TBMM Başkanına sunduğu Anayasa değişiklik teklifinde, TBMM Başkanı Sayın Şahin'in imzasının da bulunduğu bazı imzaların çıkarıldığı açıklamasında bulunmuştur. Bu açıklamanın ardından Anayasa Komisyonu Başkanı Sayın Kuzu Anayasa değişikliği teklifinde Mehmet Ali Şahin'in imzasının bulunmadığını söyleyerek suç duyurusunda bulunacağını belirtmiş ve "Kimse sahteciliği yapan, ortaya çıksın, yargılansın." değerlendirmesinde bulunmuştur.

Bazı bakan ve AKP yetkililerinin açıklamalarında da belgelerin sanki CHP tarafından üretildiği ima edilmek istenmiştir. Sayın Başbakan yaptığı açıklamalarda, Anayasa değişikliği teklifindeki sakatlığı imza sayısından ibaret bir olaya indirgemeye çalışmıştır.

Anayasa değişikliğine ilişkin değişiklik teklifi TBMM Başkanlığı tarafından 1/650 esas numarası ile işleme alınmıştır. Ancak ortada iki ayrı imza listesi söz konusudur. Bu listelerin birinde Sayın Mehmet Ali Şahin'in adı yer almakta, diğerinde ise yer almamaktadır. İki ayrı listenin 2. sayfalarındaki isim ve imzalarda değişiklik olduğu görülmektedir. Listelerin TBMM Başkanlığına verildikten sonra yani işleme alındıktan sonra değiştirildiği anlaşılmaktadır. Böylece Yüce Meclisin çatısı altında evrakta tahrifat suçu işlendiği sonucu ortaya çıkmaktadır.

Anayasa değişikliğine ilişkin yasa teklifindeki imzalardaki bir diğer çelişkili durum ise depo imzaların kullanıldığına ilişkin kuşkulardır. Teklife ilişkin listenin il sırasına göre hazırlandığı ve milletvekillerinin isimlerinin bilgisayarla yazıldığı görülmektedir Ayrıca, Teklifin sunuş sayfasında isimleri el yazısı ile yazılı milletvekillerinden ayrıca ekli listede ismi olanların isimleri de sonradan üzeri çizilmek suretiyle listeden çıkarılmıştır. Bu durum, AKP Grubu tarafından daha önce hazırlanan bilgisayarda oluşturulup milletvekillerine imzalatılan hazır listelerin Anayasa değişikliği için kullanıldığını ortaya koymaktadır. Anayasa teklifinin TBMM Başkanlığına sunulmasına ilişkin sürecin her aşaması televizyonlarda Türk halkı tarafından izlenmiştir. Dolayısıyla bu süreçte AKP yetkililerinin yaptıkları açıklamaların tümü kayıt altındadır. AKP yetkililerinin Anayasa paketini hazırlık çalışmaları yaptığı saatler ile metnin TBMM Başkanlığına verildiği saat de bellidir. Milletvekillerinin imza verdikleri metni bilmemesi, teklifi hukuksal olarak sakatlanmasının yanında, aynı zamanda AKP'deki parti içi demokrasi anlayışının da bir göstergesidir.

AKP, hukuk dışı işlemlerini örtmek için milletvekillerine imzalarını geri aldırmıştır.

Anayasa teklifinin TBMM Başkanlığına verilmesi ile başlayan süreç Parlamento çalışma usullerine aykırı olarak şeffaflıktan uzak bir şekilde yürütülmüş, adeta karartılmıştır.

Sonuç olarak iktidar partisinin yanında TBMM Başkanlığının rolü bulunan bir imza skandalı söz konusudur. AKP'nin isimlerin el yazısı ile doldurulduğu ve imzalandığı yeni listelerle Anayasa değişikliği teklifi vermesi bu tespiti doğrulamaktadır.

Yukarıda belirtilen gerekçelerle, Anayasa değişiklik teklifinin TBMM sürecinde yaşanan imza skandalını araştırmak, yasama sürecinde demokrasi ve şeffaflığın gereklerinin yerine getirilmesi konusunda ortaya çıkan aksaklıkların belirlenerek gerekli önlemlerin alınmasını sağlamak amacıyla, Anayasanın 98, İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasını arz ve talep ederiz.

 

Kemal Anadol

Hakkı Suha Okay

Kemal Kılıçdaroğlu

 

İzmir

Ankara

İstanbul

 

CHP Grup Başkan Vekili

CHP Grup Başkan Vekili

CHP Grup Başkan Vekili

4.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 23 milletvekilinin, 1 Mayıs 1977’de meydana gelen olayların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/677)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

1 Mayıs 1977 günü, yüzbinlerce emekçi, İşçi Bayramını kutlamak için Taksim alanını doldurmuştu. DİSK Başkanı Kemal Türkler konuşurken silah sesi duyulmuş, ardından alana hakim olan Sular İdaresi binasından, Inter Continental Oteli'nin odalarından ve Pamuk Eczanesi'nin üstünden açılan seri ateşlerle kurşun yağdırılmıştır. 37 kişi ölmüş, yüzlerce kişi yaralanmıştır Hafızalarımıza unutulmayacak şekilde kazınan 1 Mayıs 1977 katliamının, Türkiye'ye yapılan operasyonun 'neşter' evresi olduğu söylenmiştir. O günden sonra oluk oluk kan akmış, iç barışı sağlanamamış, Ülke, 12 Eylül darbesine taşınmıştır. Türkiye'nin sola kaymasını önlemek amacıyla yapıldığı ve Gladyo'nun imzasını taşıdığı söylenen bu geniş kapsamlı operasyonun hâlâ aydınlatılmaması acıdır. Ateş açanlar kimlerdir? Bu kişiler, oralara nasıl yerleştirilmiştir? "Olayın planlayıcı ClA'dır. CIA, Intercontinental Oteli'ni bir gün önceden boşaltıp, Amerika'dan getirilen CIA ajanlarını yerleştirmiştir. Olaydan sonra o geceye ait otel kayıtları yok edilmiştir. Olaydan sonra o gece 10 Amerikalı ellerindeki çantaları bir an bile yere bırakmadan, üstleri bile aranmadan yurtdışına çıkmışlardır." şeklindeki iddialar, neden yanıtlanmamıştır? O dönemde Günaydın gazetesinde Necati Doğru, "5. katta bir odanın kapısı açıktı. Odanın pencerelerinden alanı seyreden kişiler ve masa üzerinde teleobjektifti makineler gördüğüm için gazetecilerin bu odada olduğunu sanarak içeri girdim. Adımımı atar atmaz oldukça mütecaviz bir biçimde itilerek durduruldum. Garsona bu odadakilerin kim olduklarını sordum, 'polisler' yanıtını aldım" diyordu. Otelin 510 numaralı odasında MİT'in yuvalandığı ve MİT'in, bu katliamın, kontrgerilla tarafından askeri darbe hazırlığı olarak yapıldığı yönünde Başbakan Süleyman Demirel'e rapor verdiği ve 29 Mayıs 1977'de CHP Lideri Bülent Ecevit'e İzmir hava meydanında suikast düzenlenince, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanının 1 Haziran 1977'de derhal re'sen emekliye sevk edildiği konuları hâlâ aydınlatılmamıştır.

1 Mayıs 1977 katliamının ve faili meçhul bırakılan diğer olayların aydınlatılması, demokrasiden yana herkesin talebidir. Katliamlarda öldürülenlerin yakınlarının, onların kimler tarafından ve neden katledildiğini öğrenmeye, cinayetlerin üzerine örtülen şalın kaldırılmasını, karanlık perdenin yırtılmasını ve karanlıkların aydınlatılmasını istemeye hakları vardır. Hukuk devletlerinde "faili meçhul" diye bir şey olamaz. Şayet bir ülkede faili meçhul bir olay varsa; o devlet, hukuk devleti değildir. Hukuk devletlerinde, devlet sırrı ya da başka nedenlerle cinayetlerin aydınlatılması önlenemez. Devlet Sırrı, devletin açık ve gizli çıkarlarının sürekliliği bakımından açıklanması tehlikeli ve yasak olan bilgiler bütünüdür. Bu ve öteki siyasi katliamlar, devletin çıkarlarını korumak için mi yapılmıştır ki devlet sırrı gerekçesi ile aydınlanması önlensin. Karanlıklar hâlâ devlet sırrı kavramının arkasına sığınılarak aydınlatılmak istenmiyorsa, o zaman demokratik hukuk devletinden söz edemeyiz.

12 Eylül'ün işaret fişeği sayılan 1 Mayıs 1977 ve 16 Mart 1978 Katliamları ile Türkiye'yi 12 Eylül'e taşıyan olaylar arasındaki fiil ve fail bağlantısı, faili meçhul bırakılan cinayetlerin işlenmesinde, hükümetler üstü bir gücün varlığını göstermektedir.

Bir ucu ABD'ye dayanan Kontrgerilla faaliyetinin üstünü örterek, yargısal süreçte delil karartma ve zamanaşımı manevralarıyla kendini gösteren bir "devlet geleneğinin varlığının ortaya konması, kutsal devleti esas alan "devletin hukuku" yerine, yurttaşı esas alan “hukuk devletinin” kökleşmesi bakımından, 1 Mayıs 1977 Katliamı'nın neden, nasıl yapıldığının, faillerin neden bulunamadığının, devletin sorumluluktan nasıl sıyrıldığının, yargısal sürecin nasıl ve hangi yöntemlerle tıkandığının, ülkemizdeki faaliyeti ile sivil ya da askeri darbelerle hükümetleri devirip anayasal düzeni işlemez hâle getirdiği, etnik, dini, mezhepsel gibi farklıları kaşıyarak halkı çatıştırıp, katliamlarla kaos yaratıp, istediği yönetimleri işbaşına geçirdiği söylenen Kontrgerillanın, 1 Mayıs 1977 Katliamın, öncesinde-oluşunda-sonrasındaki siyasi cinayetlerle bağlantısının araştırılması için Anayasanın ve İçtüzüğün ilgili hükümleri uyarınca Meclis Araştırma yapılmasını dileriz.

1) Ali Rıza Öztürk                          (Mersin)

2) Ali Rıza Ertemür                        (Denizli)

3) Mevlüt Coşkuner                       (Isparta)

4) Durdu Özbolat                           (Kahramanmaraş)

5) Hikmet Erenkaya                        (Kocaeli)

6) Suat Binici                                  (Samsun)

7) Yaşar Tüzün                               (Bilecik)

8) Hüseyin Ünsal                           (Amasya)

9) Akif Ekici                                   (Gaziantep)

10) Şevket Köse                             (Adıyaman)

11) Ferit Mevlüt Aslanoğlu            (Malatya)

12) Enis Tütüncü                            (Tekirdağ)

13) Vahap Seçer                             (Mersin)

14) Rahmi Güner                            (Ordu)

15) Derviş Günday                         (Çorum)

16) Rasim Çakır                             (Edirne)

17) Eşref Karaibrahim                    (Giresun)

18) Algan Hacaloğlu                      (İstanbul)

19) Orhan Ziya Diren                     (Tokat)

20) Gürol Ergin                              (Muğla)

21) Tansel Barış                             (Kırklareli)

22) Tayfur Süner                            (Antalya)

23) Mehmet Ali Özpolat                 (İstanbul)

24) Ramazan Kerim Özkan            (Burdur)

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Sayın milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine görev verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım, oylarınıza sunacağım.

VII.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- Genel Kurulun, 19 Nisan 2010 Pazartesi günü saat 13.00’te toplanarak gündemdeki “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında yer alan işlerin görüşülmesine ve çalışmalarını saat 24’00’e kadar sürdürmesine ilişkin AK PARTİ Grubu önerisi

                                                                                                                15/4/2010

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu 15/04/2010 Perşembe günü (bugün) yaptığı toplantıda siyasi parti grupları arasında oy birliği sağlanamadığından, İçtüzüğün 19’uncu maddesi gereğince, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

                                                                                                            Mustafa Elitaş

                                                                                                                  Kayseri

                                                                                             AK PARTİ Grubu Başkan Vekili

Öneri:

Genel Kurulun 19 Nisan 2010 Pazartesi günü saat 13.00’te toplanarak gündemdeki kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işler kısmında yer alan işlerin görüşülmesi ve çalışmalarını saat 24.00’e kadar sürdürmesi;

Önerilmiştir.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, AK PARTİ Grubu önerisinin aleyhinde İstanbul Milletvekili Mustafa Özyürek.

Sayın Özyürek, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Adalet ve Kalkınma Partisinin gündemle ilgili önerisi aleyhinde söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bizim Meclisimiz, Parlamentomuz, salı, çarşamba ve perşembe günleri çalışır; doğal olan süremiz, çalışma dönemimiz budur ama buna rağmen, Adalet ve Kalkınma Partisinin bugün bir önerisi var, deniliyor ki: “Pazartesi günü 13.00’ten itibaren başlayalım.” ve burada niçin pazartesi günü 13.00’te toplanmamız gerektiğine dair bir gerekçe de görünmüyor. Şimdi, Anayasa’yla ilgili konuyu herhâlde görüşmek için böyle bir gündem saptıyorlar. Zaten, Sayın Başbakan Amerika Birleşik Devletleri’ne giderken daha “Pazartesi günü başlarız, devam eder gideriz.” dedi, arkadaşlarımız da bunu söylüyorlar yani Meclisin iradesi hiçe sayılarak bir gündem belirleniyor ve öyle anlaşılıyor ki Anayasa görüşülsün istiyorlar.

Değerli arkadaşlarım, anayasalar, bir toplumun geleceğini planlayan toplumsal uzlaşmalardır. Böyle metinlerin aceleye getirilmesi, gece yarılarına kadar görüşülmesi doğru değildir. Nitekim, Anayasa Komisyonu da gece yarılarına kadar çalıştırılmış ve çıkan metin için de çok kısa bir süre tanınmıştır muhalefet şerhi vermek üzere. Nedir bu acele? Ne oluyor? Adalet ve Kalkınma Partisi 2002 yılından beri, sekiz yıldır iktidarda. Sekiz yılda çıkarmadığınız bir Anayasa’yı niçin şimdi alelacele, beş güne, on güne sıkıştırmak istiyorsunuz? Aceleniz ne? O nedenle, bu öneriyi doğru bulmuyoruz, bu çalışma takvimini doğru bulmuyoruz.

Değerli arkadaşlarım, gündemde olan konu Anayasa paketi. Bu Anayasa paketiyle ilgili olarak, Cumhuriyet Halk Partisi olarak görüşlerimizi çok net bir şekilde kamuoyuna sunduk. Biz diyoruz ki: Bu Anayasa paketinin içinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısını değiştiren, Anayasa Mahkemesinin yapısını değiştiren ve parti kapatmayı âdeta imkânsız hâle getiren düzenlemeler ayrı bir paket hâline getirilsin, diğer maddeler ayrı bir paket hâlinde Mecliste görüşülsün. Bu üç ana madde dışındaki konularda biz olumlu oy veririz, 367 rahatlıkla Mecliste bulunabilir. İsterse Sayın Cumhurbaşkanı, buna rağmen referanduma sunar ama diğer üç ana madde de ayrı olarak görüşülsün ve ayrı olarak referanduma sunulsun. Bizim Genel Başkanımızın ifade ettiği bu çözüm önerisine Sayın Başbakan Amerika Birleşik Devletleri’ne giderken “Kanuni imkân varsa niye olmasın.” diyerek olumlu bir yaklaşım sergilenmiş fakat Amerika Birleşik Devletleri’nden dönüşte nedense bütün kapılar kapatılmış, “Anayasa Komisyonundan metin geçmiştir, pazartesiden itibaren biz bunu Genel Kurulda görüşürüz.” denmiştir. Hâlbuki grup başkan vekillerini, Cumhuriyet Halk Partisi grup başkan vekilleri ziyaret ettiğinde “Anayasa Komisyonu görüşmeye devam etsin, bir uzlaşma olursa biz bunun çözümünü Genel Kurulda da buluruz.” denilmiştir. Şimdi “Komisyondan geçti, Genel Kurula geldi, artık fazla yapacak bir şey yok.” deniliyor ve bu konuda çok çeşitli demagojik yaklaşımlar sergileniyor değerli arkadaşlarım. Demagojilerden birisi şudur: “Siz üç madde demiştiniz, şimdi bu on bir maddeye çıktı.”

Değerli arkadaşlarım, bu üç ana maddeyi değiştirdiğiniz zaman, onunla irtibatlı başka maddeleri teknik olarak değiştirmek zorundasınız. Yasa yapma tekniği bunu gerektirir, bu doğal bir süreçtir ama arkadaşlarımız, uzlaşmadan kaçmak için, bunu bir bahane olarak kullanmaktadırlar. Gene, Genel Başkanımız demiştir ki: “Bu üç maddeyi ayıralım, diğer maddelere biz olumlu oy veririz ama bu üç madde ayrı olarak referanduma gitsin.”

Şimdi, bunun ayrı bir paket hâline getirilmesi ve üç ayrı maddenin referanduma götürülmesi, Venedik Komisyonu raporlarına da uygundur, Avrupa Birliği standartlarına da uygundur. Çünkü, bir konuyu referanduma götürüyorsanız, birbiriyle irtibatlı konuları götürebilirsiniz. Siz, Anayasa Mahkemesinin yapısını değiştirmeyi de içeren paketin yanında, bizim yıllardır üzerinde durduğumuz, 12 Eylülcülerin yargılanmasıyla ilgili, Anayasa’nın geçici 15’inci maddesinin kaldırılmasını birlikte kamuoyuna sunduğunuz zaman, vatandaşlar nasıl oy verecek? 12 Eylülcüler yargılansın diyecek ama öbür taraftan, Anayasa Mahkemesi bütünüyle siyasilerin emrine girsin. E buna nasıl bir cevap verilir? Yani o hâle geldi ki otuz soru soruyorsunuz bir tek cevap istiyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, bu, Venedik Komisyonu kararlarına da aykırıdır, Avrupa Birliği standartlarına da aykırıdır. Geliniz dedik, bu üç ana maddeyi, elbette irtibatlı maddelerle birlikte bir paket hâline getirelim ve onu kamuoyuna sunalım. Ama, Sayın Başbakan, dediğim gibi, Amerika Birleşik Devletleri’ne giderken olumlu bulduğu bu teklifimizi, Amerika Birleşik Devletleri’nden dönünce uygun bulmamıştır. Bir espri yapmama izin verin. Herhâlde Sarkisyan kendisine böyle bir telkinde bulundu, “Cumhuriyet Halk Partisinin önerilerini kabul etmeyin.” dedi.

Şimdi ne değişti? Yani bizim görüşümüz çok net. “Cumhuriyet Halk Partisi ilk söylediğinin dışına çıktı.” diyorlar. Kesinlikle böyle bir şey değildir. Bu bir samimiyet sınavıydı, bu bir uzlaşma girişimiydi, Cumhuriyet Halk Partisinin önerdiği bir uzlaşma çaresiydi ama AKP bu uzlaşmayı yarım bırakmıştır, bu uzlaşmadan kaçmıştır. Bunun halkımız tarafından görülmesi lazım.

Değerli arkadaşlarım, bu uzlaşmanın önemi neydi? Bu uzlaşmanın önemi, dediğim gibi, Anayasa’da yapılmak istenen bazı değişikliklerin bir kısmının kolaylıkla üç yüz altmış yedi oyu bulması, bir kısmının ise ayrı tutularak referanduma götürülmesi idi ve bunun dışında, toplumda, kamuoyunda var olan gerilimi, tartışmaları, çatışmaları bir anlamda giderecek bir çözümdü. Cumhuriyet Halk Partisine sempati duymayan pek çok çevrelerde bile bizim bu iyi niyetli önerimiz olumlu karşılanmış ve “Nihayet bir uzlaşma girişiminde bulunuldu.” diye sevinçle karşılanmıştı ama ne yazık ki Sayın Başbakan bu girişimi cevapsız bırakmıştır, karşılıksız bırakmıştır ve bize göre de yanlış yapmıştır.

Bir diğer konu, deniliyor ki: “Siz Anayasa Mahkemesine gitmeyeceğinizi söylemediniz.” Değerli arkadaşlarım, Anayasa’da değişiklik yapmak, Anayasa’da değişiklik teklifinde bulunmak 184 milletvekilinin hakkıdır. Herhangi bir gruptan olan milletvekilleri de bir araya gelir, bir anayasa teklifi sunabilirler. Bunun gibi, Anayasa’da yapılan bir değişikliği 110 milletvekili de bir araya gelmek suretiyle Anayasa Mahkemesine götürebilirler. Milletvekillerine tanınmış olan bu hak üzerinde bizim sınırlayıcı, önleyici, engelleyici bir beyanımız hiçbir zaman olmamıştır, baştan da olmadı, bugün de olmadı.

Şimdi, Adalet ve Kalkınma Partisinin ve Sayın Başbakanın elbette Cumhuriyet Halk Partisinin önerilerini kabul etmeme hakkı vardır ama bunu…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Özyürek.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) – …açık yüreklilikle ifade etmek lazım. Bundan üç gün önce, dört gün önce Amerika Birleşik Devletleri’ne giderken öyle düşünüyordum, şimdi o düşüncemden vazgeçtim… Açık olalım, şeffaf olalım. Bunda ne var? Yok, “Siz, üç madde dediniz on bir maddeye çıkardınız.”, yok, “Siz, bilmem sadece ayıralım dediniz, şimdi gelecek döneme kalsın diyorsunuz.” Gelecek döneme kalsını bu ana teklifimizin dışında eğer siz Anayasa Mahkemesinin yapısıyla ilgili, Hâkimler Yüksek Kurulunun yapısıyla ilgili önemli değişiklikler yapmak istiyorsanız, birlikte Parlamentoda bir çalışma yapılmasını da istiyorsanız bu çalışmayı bugünden başlayarak yaparız, gelecek döneme bırakabiliriz ama siz diyorsanız ki hemen bunu çıkaralım, ayıralım, kalan maddelerle ilgili hemen biz oylarımızı vermeye, destek olmaya hazırız. Diğer maddeler de elbette referanduma gitsin, halk karar versin diyoruz. Bu Anayasa değişikliğinin bir an önce gündeme alınmasını doğru bulmuyoruz, herkese yeteri kadar süre tanınmalı ve herkes hazırlığını ona göre yapmalıdır. Anayasalar yangından mal kaçırır gibi görüşülerek yasalaştırılmaz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özyürek.

Lehte Ali Öztürk, Konya Milletvekili.

ALİ ÖZTÜRK (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK PARTİ Grubunun önerisinin lehinde söz aldım. Bu nedenle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Grup önerimizin mahiyeti şudur: 19 Nisan 2010 Pazartesi günü saat 13.00’te toplanarak “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında yer alan işlerin görüşülmesi ve çalışmaların saat 24.00’e kadar sürdürülmesini öngörmektedir.

Aslında, anayasalar, toplumsal bir sözleşmedir, toplumsal bir uzlaşmadır. Bugünlerde Anayasa değişikliği paketi, gerek halkın, milletimizin gündeminde gerekse siyasetin gündeminde, hele de medyanın gündemine oturmuştur. Böylesine önem verilen ve gündemin önünde yer alan Anayasa değişikliğinin bir an önce gerçekleştirilmesi bizim için de ve milletimiz için de arzu edilen bir husustur.

Anayasa değişikliği görüşmeleri sırasında elbette çok değerli katkılar sağlanacaktır. Her türlü olumlu ve değerli katkılara şimdiden biz de teşekkür edeceğiz ve her türlü olumlu katkılara açık olduğumuzu her zaman belirtiyoruz. Şüphesiz önemli görüşmeler olacak, önemli şeyler söylenecek. Bütün bunlardan bizler de istifade edeceğiz. Olumlu bir sonuca varılacağını ben de düşünüyorum. Bu nedenle, Anayasa değişikliğinin gündemdeki gibi bir an önce görüşülüp konuşulması ve Meclisimizin sonuçlandırması bakımından önerinin yerinde olduğu kanaatindeyim.

Bu nedenle, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önerinin aleyhinde Hasan Macit, İstanbul Milletvekili.

Sayın Macit, buyurun efendim.

HASAN MACİT (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce yüce heyetinizi şahsım ve Demokratik Sol Parti adına saygılarımla selamlıyorum.

AKP’nin grup önerisi, pazartesi gününden itibaren Meclis gündemini, çalışmasını düzenleyen bir önerge ve bunun aleyhinde söz aldım.

Değerli arkadaşlar, biz her defasında kuvvetler ayrılığı ilkesinin önemsenmesini ve uygulanmasını istiyoruz ve her fırsatta da bunu dile getiriyoruz ve bugün karşılaştığımız manzarada da bu kuvvetler ayrılığı ilkesine ters düşüldüğü, kuvvetler birliğine doğru gidildiğini görüyoruz ve bu bağlamda da bugün grup önerisinde de -konu yazılmamış ama- pazartesiden itibaren Anayasa değişikliğinin görüşülmesiyle ilgili sürenin uzatılması gündemde.

Bu kararı biz burada konuşmadan önce, pazartesi günü saat birden itibaren görüşüleceğini Sayın Başbakan ilan etti. Yani Sayın Başbakan Türkiye Büyük Millet Meclisinin, yasamanın alacağı bir kararı daha burada gündeme gelmeden, konuşmaya başlamadan dünyaya ilan etti. Yani bunun Türkçe açıklaması şudur: “Ben ne istersem o olur. Ben neyi öngörürsem Türkiye Büyük Millet Meclisi, yasama da onu tartışır ve onu görüşür.” anlamı çıkıyor. Sayın Başbakan, geçmişte bu tür açıklamalarını defalarca yaptı, bugün de aynı şekilde yapıyor. Peki, bu grup önerisi burada oylandıktan sonra bu konuşma yapılsaydı, yasamayı -böyle bir söz- böyle bir töhmet altında bırakmamış olsaydı doğru olmaz mıydı? “Sayın Başbakan, kuvvetler ayrılığı ilkesini acaba bilmiyor mu, yoksa işine mi gelmiyor, yoksa yasamayı yok mu sayıyor?” diye insan düşünmeden edemiyor.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Yasamayı emrinde sayıyor.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Hepsi doğru.

HASAN MACİT (Devamla) – Tabii, yasamayı emrinde saydığı açık. Böyle olmamış olsaydı bugün burada bu görüşme yapılmadan önce ilan etmezdi. Bu konuşmalarda Sayın Başbakan biraz daha duyarlı olursa, biraz daha dikkatli olursa, kendi, yürütmenin dışındaki kuvvetler ayrımı ilkesi çerçevesinde yasama ve yargıyla ilgili açıklamalarında biraz daha duyarlı ve dikkatli açıklamalarda bulunursa, herhâlde Anayasa’nın özüne doğru hareket etmiş olur diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, pazartesi günü bir maraton, Anayasa değişikliğiyle ilgili bir maraton başlıyor ve bu maratonun konusu Anayasa değişikliği. Anayasa değişikliğiyle ilgili Anayasa Mahkemesine gidilecek veya gidilemez durumu açıklayan Anayasa’mızın 148’inci maddesinde bakın ne söylüyor: “Kanunların şekil bakımından denetlenmesi, son oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı; Anayasa değişikliklerinde ise, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır.” Yani ivedilikle görüşülüp görüşülmediği konusu önemli olarak burada vurgulanıyor ve Anayasa değişikliğinin ivedilikle görüşülüyor olması bu grup önerisinde ortaya çıkıyor. Meclisin çalışma saatleri bellidir: Salı, çarşamba, perşembe. Olağanüstü günlerde bu günlerin dışına çıkılır veya uzatılır. Olağanüstü, ivedilikle görüşülecek konular için uygulanır. Pazartesi günü de böyle bir çalışmayı koyuyorsak, ivedilikle bir şeyi görüşeceğimiz anlamı çıkıyor, bu da Anayasa değişikliği ortaya konuyor. Yani Anayasa Mahkemesine Anayasa değişikliği gittiğinde, ivedilikle görüşülüp görüşülmediği konusuna Anayasa Mahkemesi bakar. O nedenle, siz belki Anayasa değişikliğini, AKP olarak gerçekleşmesini istemiyorsunuz, bunu her defasında gösterdiniz, “Uzlaşmayla değişir.” diyorsunuz. Biraz önce, benden önce konuşan Hatip de Anayasa değişikliğinin, AKP’ye mensup olan Hatip de Anayasa değişikliğinin uzlaşmayla yapıldığını, yapılması gerektiğini buradan vurguladı; uzlaşmayla yapılması gerektiğini sizler biliyorsunuz. Uzlaşılmadı, tam aksine gerginlik yaratarak Anayasa değişikliği gündeme getirildi. Bu sefer Anayasa Mahkemesinin iptal edeceği bir durumla karşı karşıyayız, ivedilikle getiriyorsunuz. Geçmişte de Anayasa teklifini Komisyona verirken imzalarda yaşanan olay… Demek ki AKP’nin samimi niyeti, Anayasa değişikliğinin gerçekleşmesi yönünde değildir.

Yani, biz, Anayasa değişikliğini gündeme getirelim ve gerek usul açısından, şekil açısından veyahut da toplumsal bir mutabakat, uzlaşma sağlamadan gerçekleştirelim ve bu, ya Anayasa Mahkemesinde iptal olsun ya da Türkiye Büyük Millet Meclisinde yeterli çoğunluğu almasın ve biz dönelim -çünkü seçimlere az kaldı- halkımıza diyelim ki: Sizin -Sayın Başbakanının tabiriyle “Anayasa değişikliği geçtiğinde millî gelir fert başı 15 bin dolar olacak.” dedi- 15 bin dolarlık millî gelir artışına muhalefet engel oldu veyahut da Anayasa Mahkemesi engel oldu şekliyle mağdurları oynayarak seçime gidelim ve tekrar halkımızdan oy isteyelim. Başka türlü, işsizlikle ilgili, yoksullukla ilgili, üretimsizlikle ilgili ne söyleyebilirsiniz? Söyleyebilecek herhangi bir sözünüzün olmadığı ortada.

Nasıl 2007 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir cumhurbaşkanı seçemedik, seçtirilmedi, seçtirtmediler, bize “Cumhurbaşkanını seçecek bir çoğunluk sağlayın ve cumhurbaşkanını seçelim.” şekliyle bir propaganda yürüttüyseniz, herhâlde 2010 sonunda veyahut da 2011’de yapılacak seçimdeki baş propaganda malzemeniz, Anayasa değişikliğinin gerçekleştirilmediği ve Anayasa değişikliğinin yaptırılmadığıyla ilgili bir malzeme ele geçirmek istiyorsunuz. Yoksa samimi olsaydınız, gerçekten, diğer siyasi partilerin söyledikleri, sivil toplum örgütlerinin söyledikleri…

SONER AKSOY (Kütahya) – Köy enstitüleri sizin arka bahçeniz.

HASAN MACİT (Devamla) – Bir düşüncen varsa, yüreğin varsa gelir burada konuşursun Sevgili Arkadaşım, oradan sataşmazsın.

SONER AKSOY (Kütahya) – Sizi halka şikâyet edeceğiz.

HASAN MACİT (Devamla) – Gel burada konuş.

…bu tüm iyi niyetli girişimlere duyarsız kalmazdınız ve uzlaşmayla ilgili uzatılan elleri sıkardınız, uzlaşma yoluna giderdiniz. Tüm malzemeleri reddettiğinize göre bizim samimi kanaatimiz şudur ki, Anayasa değişikliğinin gerçekleştirilmesine inanmıyorsunuz.

Değerli arkadaşlar, gerçekten, Türkiye’nin gündeminde Anayasa değişikliğini siz belki görüyorsunuz ama halkımız kendi gündeminde Anayasa değişikliğini görmüyor, hissetmiyor, duymuyor. Onun derdi işsiz insanlarımızın ekmek parasını çıkarma noktasında ne yapılabilir, onun derdi fabrikası kapanan, işletmesi kapanan insanların bu işletmeleri tekrar faal hâle getirebilmek için neler yapılabilir, şekliyle bir gündemleri var.

Bugün, TÜİK işsizlikle ilgili verileri açıkladı ve TÜİK verilerine göre, bir önceki aya göre işsizlikte yüzde 1 artış var ama Sayın Başbakanın söylemiyle işsizlik sanal Türkiye’de. Nasıl “Kriz teğet geçti.” diyorsa bugün de işsizlikle ilgili âdeta halkımızla alay eder gibi “Sanal bir işsizlik var Türkiye’de.” diyor. Yani Türkiye’deki işsizliğin gerçek olduğuna inanmıyor veyahut da gerçek bir işsizlik olduğunu kabul etmiyor.

Belki kendi çocuklarında, ailesinde, belki iktidara mensup milletvekili arkadaşlarımızın, bakanların ailesinde işsizlik yoktur, bunların çocukları iş bulabiliyordur, bunların çocukları devletten ihaleler alabiliyordur veyahut da KPSS’ye girmeden bir şekilde hülle yoluyla kamuda görev alabiliyordur. Defalarca bunların çeşitli örnekleri görülüyor, yaşanıyor. Bu ayrıcalıklı kesimin iş konusunda bir sıkıntısı olmayabilir ama halkımızın gerçekten iş konusunda çok büyük sıkıntıları var. Bunu Dünya Bankası uzmanları söylüyor, bunu IMF uzmanları söylüyor, sivil toplum örgütleri söylüyor, muhalefet partileri söylüyor ama bir tek, işsizlikle ilgili konularda duyarsız kalan iktidar partisi.

Geçen günkü konuşmamızda da söyledik. Gelin, işsizlikle ilgili gündem yaratalım, işsizlikle ilgili tartışmaları yapalım. Türkiye’yi, Türk halkını yakan, ocaklara ateş düşüren bu işsizliği yok etmenin yollarına bakalım. İşsiz insanlarımızın her gün intihar ettikleri haberleriyle karşı karşıya kalmayalım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Macit, konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

HASAN MACİT (Devamla) – Türk insanı rahat, mutlu bir şekilde yaşamayı hak eden bir halktır. İşsizliği bu halka reva görmeyelim, yoksulluğu bu halka reva görmeyelim; çocuğunu okula gönderirken kalem, defter parası veremeyen duruma düşüren ekonomik sıkıntının yok edilmesi için bir çare üretelim, diyorum ve “Halkın gündemiyle Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemi bir olmalıdır.” diye düşünüyorum, “Sanal gündemlerle halkın gündemini meşgul etmeyelim.” diye düşünüyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Önerinin lehinde Suat Kılıç, Samsun Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkan, çok saygıdeğer milletvekilleri; AK PARTİ grup önerisinin lehinde söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, “AK PARTİ Grup Başkan Vekili Mustafa Elitaş” imzasıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulan AK PARTİ grup önerisindeki ifade şudur: “Genel Kurulun 19 Nisan 2010 Pazartesi günü saat 13.00’te toplanarak gündemde bulunan ‘Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler’ kısmında yer alan işlerin görüşülmesi ve çalışmaların saat 24.00’e kadar sürdürülmesi önerilmiştir.”

Dolayısıyla buna ilişkin yetkimiz İç Tüzük’ün 54’üncü maddesinde vardır. “Danışma Kurulunun teklifi üzerine Genel Kurul, toplantı hafta, gün ve saatlerini değiştirebileceği gibi, diğer günlerde de toplantı yapılmasına karar verebilir.” Bu konu Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda ilk defa olarak düzenlenen bir konu değil. Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu gündemde yer alan işlerin görüşülmesini zaman zaman çabuklaştırmak, zaman zaman işlevselliği artırmak, belli durumlarda çalışma saatlerinin uzatılmasına duyulan ihtiyaç nedeniyle benzer grup önerilerini Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunmuştur. İktidar grubundan daha fazla grup önerisi muhalefet grupları tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmaktadır, görüşmeleri yapılmaktadır. Özellikle yeni araştırma komisyonlarının kurulmasına ilişkin önergeler görüşülmekte, konuşulmakta ve üzerinde işlemler icra edilmektedir. Bazı durumlarda muhalefetin grup önerisiyle önermekte olduğu hususlar, iktidar grubu tarafından da kabul görmekte ve pek çok araştırma komisyonu özellikle bu doğrultuda kurulmaktadır. Meclisimizin geleneğinde, uygulamasında var olan bu hususlar, iktidarıyla muhalefetiyle bütün grupların zaten takdirinde bulunan hususlardır. Dolayısıyla bugün gelmiş bulunan AK PARTİ grup önerisi de aynı istikamette şekillenmiştir.

Önümüzdeki hafta, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun, gündemdeki sıralı işlerin görüşülebilmesi amacıyla çalışmalarına pazartesi günü saat 13.00’te başlaması hedeflenmiştir. Burada garipsenecek, yadsınacak bir durum söz konusu değildir. Başta da ifade ettiğim gibi yetki, Anayasa’dan alınan bir yetkidir. Kararı verecek olan yer Genel Kuruldur. Genel Kurul kendi gündemine hâkimdir.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başbakan kararını verdi Sayın Kılıç.

SUAT KILIÇ (Devamla) – Pazartesiden itibaren nelerin görüşüleceği hususu, elbette ki herkesin takdirinde olan hususlardır. Sırada ne varsa onunla elbette ki görüşmelere başlanacaktır. Ancak grup önerisinin aleyhinde söz alan milletvekillerinin ifade ettikleri noktadan gidecek olursak, Anayasa’nın tümü üzerindeki görüşmelere pazartesi günü başlanacağı ve pazartesiyi çalışma günü ilan etmek suretiyle Anayasa değişikliklerinin ivedilikle görüşülemeyeceği hükmünün bu vesileyle ihlal edileceği tezi, doğru bir tez değildir, doğru bir yaklaşım değildir. Eğer Anayasa değişikliği teklifinin altında imzası bulunan milletvekillerinin Anayasa değişikliği teklifini ivedilikle Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine taşımak gibi bir yaklaşımları söz konusu olsaydı, pazartesi gününü beklemeye gerek olmaksızın cuma günü de görüşmelere başlamak mümkün hâle getirilebilirdi.

HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Pazartesi günü Meclisin çalışma günü mü?

SUAT KILIÇ (Devamla) – Anayasa değişikliği teklifinin altında imzası bulunan milletvekilleri tam aksine ivedilikle görüşme aceleciliği içerisinde kesinlikle bulunmamıştır. Anayasa değişikliği teklifinin görüşmeleri çok kapsamlı, çok önemli, çok ciddi bir meseledir. Dolayısıyla aceleye getirilmesi, takvimin olağan dışı bir şekilde yoğunlaştırılması ve sıkılaştırılması, bizim tarafımızdan düşünülen, değerlendirilen bir husus değildir. Tekraren ifade edeyim, anlaşılmadı galiba birileri tarafından: Bu görüşmelerin pazartesi günü başlaması hâlinde bile “ivedilikle görüşülemeyeceği” ilkesine yönelik bir ihlal durumu kesinlikle mevzubahis değildir, böyle bir şeyin olması da mümkün değildir.

Değerli arkadaşlar, anayasa değişikliği teklifleri milletvekillerinin imzalarıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulur. Gereken asgari imza sayısı 184’tür ve bu sayı bulunduğunda değişiklik teklifi vermek için gereken şekil şartı yerine getirilmiş olur.

Usulüne uygun verilen bir Anayasa değişikliği teklifi vardır. Bu değişiklik teklifi usulüne uygun bir zamanlamayla Anayasa Komisyonunda ele alınmıştır, usulüne uygun bir takvim içinde görüşmeleri tamamlanmıştır, nihayete erdirilmiştir ve bastırılıp dağıtılmıştır. Dolayısıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemindeki yerini İç Tüzük’ün gereği olan çerçeve içerisinde alacaktır ve elbette ki Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu pazartesi günü saat 13.00’ten itibaren çalışma kararı alması durumunda, Anayasa değişikliği teklifinin de pazartesi gününden itibaren görüşmelerine başlanabilmesi mümkün olacaktır. Yani şekil odaklı bir tartışma yaratma çabasına girmenin, İç Tüzük açısından da, Anayasa’mızın amir hükümleri açısından da hiçbir geçerliliği söz konusu değildir.

Benden önceki konuşmacıların anayasa değişikliği teklifinin hazırlanması ve Anayasa Komisyonunda görüşülmesi sürecine ilişkin eleştirilerine de kısaca temas etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, şu tespit doğrudur: Anayasa değişikliği çalışmaları yapılırken, Parlamentoda bulunan milletvekilleriyle ve siyasi parti gruplarıyla, Parlamentoda temsil imkânına kavuşamayan siyasi partilerle, bir kısım sivil toplum örgütleriyle, üniversitelerle, aydınlarla, medyayla, kamuoyunun kanaat önderleriyle ve kamuoyu kanaatlerinin oluşmasına tesir eden etkenler ve faktörlerle temas kurulması, yani anayasa değişikliği teklifinin geniş bir toplumsal tabanda ele alınması, bu işin gereğidir, doğru olanıdır, normal olanıdır.

Anayasa değişikliği çalışmaları yapılırken “uzlaşma” önemli bir kavramdır, “mutabakat” önemli bir kavramdır. Ama eğer “mutabakat” anlayışını “mutlak bir mutabakat arayışı” şeklinde algılayacak olursanız Türkiye’de anayasa değişikliği yapılabilmesi mümkün olmaktan çıkar. Mutabakat arayışı, mutlak bir mutabakat arayışı olarak görülemez. Mutabakat aranır, uzlaşı aranır, değişik kesimlerin desteği aranır, Parlamento içinde destek arayışları yapılır, desteğin sağlanmasına gayret edilir, ana muhalefet partisine de diğer muhalefet partilerine de gidilir, Parlamentoda grubu bulunmayan muhalefet partilerinin milletvekilleriyle de temas kurulur. Bütün bunlar, bu Anayasa değişikliği sürecinde imza sahibi milletvekilleri tarafından özenle ve dikkatle yerine getirilen, gözetilen hususlardır. Biz, herhangi bir partinin üyesi olmayan 11 bağımsız milletvekiline de tek tek odalarında ulaşmak suretiyle değişiklik teklifinin taslak metnini ulaştırdık, görüş ve önerilerini alma cihetine gittik. Dolayısıyla bu yönüyle bakıldığında, uzlaşı arayışı adına, “mutabakat” arayışı adına göz ardı edilen, ihlal edilen bir ilke söz konusu değildir, ihlali söz konusu olan bir prensip varit değildir. Anayasa yapma geleneğimizde her ne varsa, biz o geleneğin gereği olan hususları yerine getirmeye özenle gayret ettik, büyük bir çabayı bu yönde sarf ettik.

Ha, buna rağmen, muhalefetin paketin özünü muhafaza etmek kaydıyla uzlaşı beklentisine olumlu cevap vermemesi hâlinde, teklif sahibi milletvekilleri olarak bizim yapabileceğimiz çok fazla bir şey söz konusu değil.

Başından itibaren ifade ediyoruz, 265 milletvekilinin imzasıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilen -ki, sonradan 20’ye yakın milletvekili katılım imzalarına ilişkin dilekçelerini Başkanlığa arz ettiler- bu Anayasa değişikliği teklifinin özü vardır, ruhu vardır. Anayasa değişikliği teklifinin özü, daha fazla demokrasidir, özgürlük alanının genişletilmesidir, hukuk devleti prensibinin kuvvetlendirilmesidir, insan odaklı bir hayatın Türkiye’de egemen kılınmasına katkı sağlamaktır ve bireyin hukukunu ön plana çıkarmaktır. Bu Anayasa değişikliği teklifi özü bakımından değerlendirildiğinde şu görülecektir: Türkiye’de istediğimiz demokrasi, yerel değil evrensel bir demokrasi anlayışıdır. Türkiye’de istediğimiz hukuk devleti, yerel değil evrensel bir hukuk devleti anlayışıdır ve Türkiye’de insan haklarının, özgürlüklerin gelmesini istediğimiz çizgi, bize göre, yerel bir özgürlük çizgisi değil, evrensel bir özgürlük ve insan hakları anlayışıdır. O nedenle biz, bugüne kadar Anayasa değişikliği paketinin özüne zarar vermeyen, bütünlüğünü bozmayan her türlü uzlaşma arayışına açık olduk, bunu bizzat Sayın Başbakanımız da ifade etti, grup yöneticilerimiz de ifade etti. Genel Kurul sürecinde de paketin özünü, demokrasisini, özgürlük ve hukuk anlayışını koruyan her türlü destek arayışına ve katkı verme çabasına açık olacağımızı beyan ediyorum.

AK PARTİ grup önerisinin lehinde görüşlerimi sizlerle paylaşıyor ve saygılarımı arz ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Efendim Başkanım?

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Efendim?

OKTAY VURAL (İzmir) – Biraz önce Sayın Kılıç, Grup Başkan Vekili, Anayasa değişikliği konusunda bir uzlaşma arayışı içerisine girdiklerini ifade ettiler. Aslında böyle bir şey olmamıştır -sadece tutanaklara girmesi açısından söylüyorum- sadece Anayasa değişiklik teklifi bize iletilmiştir. Bu konuda bir uzlaşma arayışı olmamıştır. Kaldı ki, vaki olan Anayasa değişiklik teklifi de bugün gündemde olan bir teklif değildir, çekmişlerdir. Dolayısıyla, böyle bir Anayasa değişikliği konusunda muhalefetle bir uzlaşma arayışı içerisine girdikleri, yok hükmündedir, olmayan bir teklif iletilmiştir. Dolayısıyla, olmayan bir teklif üzerinden “Uzlaşma arayışı yaptık.” ifadeleri doğru değildir. Parlamentoyu doğru bilgilendirmek durumundayız.

Arz ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Evet, Sayın milletvekili arkadaşlarım…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Efendim? Buyurun.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, oylamaya geçmeden önce yoklama istiyoruz .

BAŞKAN – Yoklama istiyorsunuz. Tamam.

Yoklama talebinde bulunanları arayacağım:

Sayın Anadol? Burada.

Sayın Kılıçdaroğlu? Burada.

Sayın Okay? Burada.

Sayın Özyürek? Burada.

Sayın Koçal? Burada.

Sayın Yıldız? Burada.

Sayın Süner? Burada.

Sayın Özdemir? Burada.

Sayın Çöllü? Burada.

Sayın Keleş? Burada.

Sayın Oksal? Burada.

Sayın Emek? Burada.

Sayın Kaptan? Burada.

Sayın Erbatur? Burada.

Sayın Köse? Burada.

Sayın Mengü? Burada.

Sayın Bingöl? Burada.

Sayın Öztürk? Burada.

Sayın Oyan? Burada.

Sayın Dibek? Burada.

III.- YOKLAMA

BAŞKAN – Yoklama için üç dakika süre veriyorum ve yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.

VII.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

1.- Genel Kurulun, 19 Nisan 2010 Pazartesi günü saat 13.00’te toplanarak gündemdeki “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında yer alan işlerin görüşülmesine ve çalışmalarını saat 24’00’e kadar sürdürmesine ilişkin AK PARTİ Grubu önerisi (Devam)

BAŞKAN – Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…

Arkadaşlar, öneriyi oyluyoruz, lütfen gözleriniz, kulaklarınız Başkanlık Divanında olsun.

Kabul etmeyenler…Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1'inci sırada yer alan, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2'nci sırada yer alan, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

3'üncü sırada yer alan, Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

3.- Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/761) (S. Sayısı: 458)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

4'üncü sırada yer alan, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

4.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/808) (S. Sayısı: 487) (x)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet? Yerinde.

Geçen birleşimdeki görüşmelerde tasarıya önergeyle yeni madde olarak eklenen ek madde 124 üzerinde görüşmelere devam ediyoruz.

Gruplar adına şimdi söz sırası, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Bengi Yıldız, Batman Milletvekili, Grup Başkan Vekili…

BDP GRUBU ADINA BENGİ YILDIZ (Batman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 487 sıra sayılı Kanun Tasarısı hakkında BDP Grubunun görüşlerini sunmak üzere huzurunuzdayım. Sayın heyeti saygıyla selamlıyorum.

Eğitimin amacı, egemen sınıfın egemenliğini, dolayısıyla sınıfsal çıkarlarını gerçekleştirmek, yeniden üretip devamlılığını sağlamaktır. Kapitalizm öncesi dönemde eğitimin temel işlevi, ezilen, sömürülen sınıflara gönüllülüğü, köleliği kabul ettirmekti. Eğitim, eşitsizlik temeline dayanıyordu ve Tanrı iradesinin de bunu gerektirdiği şeklinde eğitim verilirdi. Kapitalizm ve onunla yaşıt olan modernite sonrasının eğitim sistemleri artık dine değil rasyonalizme dayanıyor veya buna dayandığı iddia ediliyor ama söz konusu akıl, yeni egemen sınıfın aklı olan, burjuvazinin aklıydı. Dolayısıyla, ezilen ve sömürülen sınıflar bakımından önemli bir değişiklik söz konusu değildir. “Eğitim nedir ve nasıl olmalıdır?” sorusunun, bu sorunun kimin tarafından sorulduğuna göre farklı cevapları vardır. Bu soru, egemen sınıf tarafından, bir kadın tarafından, bir etnik unsur tarafından, dili ve kültürü, laiklik, modernlik, birlik bütünlük ve benzeri adına yasaklanmış bir topluluk tarafından, sistem içindeki konumu gereği sömürülen ve ezilen bir sosyal sınıf tarafından sorulabilir ve her seferinde verilecek cevaplar da farklı olacaktır.

Şimdilerde eğitim, sermaye için çok kârlı bir değerlenme alanı hâline geliyor ve hızlı bir tempoyla özelleştiriliyor. Dünya Bankası, okulun amacının ticari işlemlerin gelişmesini teşvik etmek olduğunu ilan ediyor. Daha şimdiden, OECD ülkeleri eğitim sektörü pazarında 875 milyar euroluk bir kapasite olduğu söyleniyor. Bu, yaklaşık, dünya otomotiv pazarının işlem hacmine eşittir.

                                  

(x) 487 S. Sayılı Basmayazı 8/4/2010 tarihli 84’üncü Birleşim Tutanağı’na eklidir.

Eğitimin tipik bir kapitalist faaliyet alanı hâline gelmesi için, eğitim örgütlenmesinin ve pedagojik sistemin emek piyasasının ihtiyacına uydurulması gerekiyor. Eğitimin piyasaya dönüştürülmesi, bu amaçla da bir kamu hizmeti olmaktan çıkarılması özelleştirmeyi gerektiriyor. Okul tipik bir kapitalist işletme, eğitim bir mal gibi görülüyor ve bu amaçla okullarda işletme kültürü egemen kılınmaya çalışılıyor. Yükseköğretimde ve eğitimin tüm aşamalarında eğitim, şirketlerin faaliyet alanı hâline geliyor. Şirket üniversitelerinin sayısı 1994’te 400’den 2004’te 1.600’e çıkmış durumdadır.

Motorola gibi üniversitesi bulunan en çok bilinen şirketlerin 120 milyar dolarlık bu alana aktarıldığı bilinen bir gerçekliktir. 21 farklı ülkede 99 şubesi var bu şirketin ve daha şimdiden, İnternet aracılığıyla yapılan eğitim sonucu verilen diplomalar geçerli sayılıyor. Dünya Bankası, 2010 yılında, şirket üniversiteleri sayısının geleneksel üniversitelerden daha fazla olacağı tahmininde bulunmuştur. Amerika Birleşik Devletleri’nde 33 eyalette İnternet üniversiteleri söz konusudur.

Bu özelleştirme, paralılaştırma, metalaştırma sürecinin, hâlen aşırı düzeyde eşitsiz olan eğitimi daha da eşitsiz hâle getirdiği görülmektedir. Bundan sonra ikili yapı daha da belirgin hâl alacaktır. Bir tarafta zenginlerin okulları, diğer tarafta giderek değersizleşen çöplük okullar. Bu süreç, demokratik okul idealinden daha da uzaklaşmak, bilginin dünyayı anlama işlevinin daha da zayıflaması anlamına geliyor. İnsanlık, bilginin bir kâr aracına dönüştürülmesine, kapitalistler tarafından sadece kendi dar çıkarları için araçsallaştırılmasına razı olacak mı? Oysa eğitimin, insan potansiyelini geliştirmesi, insanı özgürleştirmesi, insanı empatiye teşvik etmesi gibi bir işlevi olması lazım. Küreselleşme çağında eğitim, bütünüyle, kâr etmenin ve insanları köleleştirmenin bir aracına dönüştürülmüştür. Bugünkü eğitim sisteminin giderek sermayenin kâr etmesine yarayan uzman cahiller yetiştirdiği bilinen bir gerçekliktir.

Sayın Başkan, değerli üyeler; ülkemizde üniversitelerin durumuna baktığımızda, üniversitelerimizin kuruluşundan günümüze kadar, bilimin, özgür tartışmanın gerçekleştiği bir alan olmaktan çok, resmî ideolojinin, tekleşmenin gerçekleştiği bir alan olduğunu görüyoruz. Ne yazık ki üniversitedeki sosyologlar Anadolu’daki halk gerçekliğine uygun bilimsel araştırmalar yaptığında, örneğin İsmail Beşikçi gibi hocalarımız “Türkiye’de Kürtler vardır, bunların dili vardır, farklı bir etnik yapıdır.” dediği için ömrünün uzun bir süresini cezaevlerinde geçirmek durumunda kalmıştır ve ne yazık ki Türkiye’deki üniversiteler, bilim adamları, bu gibi değerli hocalarımıza sahip çıkma cesaretini ve becerisini gösteremediler.

Üniversiteler, ideolojilerin egemen olduğu, egemen kılındığı bir alan hâline getirildi. Ne yazık ki bugün de üniversitelerdeki temel problemin, “Kemalist ideolojinin etkisindeki üniversiteler mi olacak, yoksa Türk-İslam sentezli okullar, üniversiteler hâline mi gelecek ?”şeklindeki bir tartışmanın egemen bir tartışma olduğunu görüyoruz. Mustafa Kemal’in “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.” özdeyişinin… Birileri tarafından, Kemalizm’in, hiç istenmemesine rağmen, belki Mustafa Kemal’in hiç istememesine rağmen, Kemalizm’in bir ideoloji, bir dogma hâline getirildiğini, kraldan çok kralcı hocaların olduğunu üniversitelerde çokça gördük. Temel olan, üniversitelerde, üniversiteleri liselerin seviyesinden daha çağdaş seviyelere… Batı ülkelerinde olduğu gibi, gerçekten düşünen, sorgulayan, farklılıkları kabul eden zihniyetteki kuşakların yetiştirilmesini, o ortamın sağlanmasını gerçekleştirmek lazım.

Biliyorsunuz “Üniversitelerde bilimsel eğitim yapılıyor.” demek yetmiyor. Sovyetlerde de “bilimsel sosyalizm” adı altında Sovyet üniversitelerinin, Doğu Bloku üniversitelerinin o zamanki sisteme göre bir düşünce ürettiklerini, bir resmî ideoloji ürettiklerini, bunu topluma dayattıklarını ve dolayısıyla o sistemin yetmiş seksen yıl sonra çökmek gibi bir sonuçla karşı karşıya kaldığını gördük. Önemli olan, ülkemizin üniversitelerinin, çağdaş, bilimsel, sorgulayan kuşaklar yetiştirerek, gerçekten Batılı anlamda düşünen nesiller yetiştirmek ve demokrasinin ülkemizde kökleşmesini sağlamaya çalışmalarıdır. Ne yazık ki üniversitelerimizde bu durumun olmadığını görüyoruz.

Bugün üniversitelerde okuyan farklı etnik ve inanç kesimlerinden insanların sürekli olarak saldırıyla karşı karşıya olduklarını görüyoruz. Geçen hafta parlamenterlerimizden Sayın Şerafettin Halis bu konuyu bir soru önergesiyle gündeme getirdi. Ne yazık ki ülkemizin çeşitli üniversitelerinde Kürtlere, solculara, Alevilere ve farklı inanç gruplarına sahip olan kesimlere karşı yoğun saldırılar gerçekleştirildiğini görüyoruz. Bu saldırıların, hem o üniversitelerin rektörleri hem de orada onları korumakla görevli olan polisler tarafından, biraz da onların gözetimi ve denetimi altında yapıldığını da görüyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Yıldız, konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

BENGİ YILDIZ (Devamla) – Teşekkürler Sayın Başkan.

İnsan Hakları Derneği ve MAZLUMDER’in insan hakları ihlalleri raporlarına baktığımızda, ülkemizin birçok üniversitesinde bu tür saldırıların yoğun olarak devam ettiğini görüyoruz. Dolayısıyla, yetkilileri özellikle bu konuda duyarlı olmaya çağırıyoruz.

Yine geçen gün üniversiteye yerleştirme sınavları yapıldı. Ne yazık ki ülkemizin doğusunda, Kızıltepe’de, Mardin’de, Şırnak’ta çocuklarımız, “Kopya çekecekler.” adı altında orada sınava sokulmayıp, Sinop’ta, Kıbrıs’ta ve benzeri hiç gidemeyecekleri ve maddi açıdan da olanaklarının olmadığı yerlerde sınava gitmek zorunda kaldılar, bazıları da gidemedi.

Sayın Cumhurbaşkanımızın bu konuda çok büyük hassasiyet gösterdiğini basından takip ediyoruz. Umarız bu konuda ihmali bulunan yetkililer ve sorumlular bir an önce açığa çıkarılıp bu öğrencilerin mağduriyetleri giderilir.

Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yıldız.

Şahsı adına Ömer Faruk Öz, Malatya milletvekili.

Buyurun Sayın Öz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ÖMER FARUK ÖZ (Malatya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bezm-i Âlem Vakıf Üniversitesinin kurulması konusunda söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlamadan önce yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Ayrıca, sekizinci Cumhurbaşkanımız değerli hemşehrimiz rahmetli Turgut Özal’ın da rahmetle anılması noktasında tüm vekillerimizin göstermiş olduğu ilgi için de teşekkür ediyoruz, çünkü rahmetli Özal Malatyalıydı.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; vakıflar, milletimizin sahibi bulunduğu tarihî, kültürel mirasın en önemli kaynaklarıdır. Tarih boyunca kurulan müesseseler içinde çok özel bir yere sahip olan vakıf müessesesi, insanı iyi bir yaşam düzeyine ulaştırmak için birçok hizmetler vermiş, toplumu sosyoekonomik yönden geliştirmek ve kültürüne katkıda bulunmak için azami çaba sarf etmiştir. Millî düşüncemizin ve hayat tarzımızın oluşturduğu vakıflar, çağdaş kültür ve medeniyete insan yaradılışının ve varlığının yüce değerini katmış, bütün zamanların ortak insani duygularını kurumlaştırmak özelliğini göstermişlerdir. Bu yüce değerler, özveri, yardımlaşma, dayanışma, ırk, dil, mezhep ve görüş ayrılıkları taşımaksızın birlikte yaşam, birlikte mutlu olma, birlikte paylaşma, birlikte üretme, birlikte koruma gibi, insan olmanın ve insanca yaşamanın vazgeçilmez unsurlarıdır. Vakıflar Genel Müdürlüğü, sorumluluk alanına giren konularda ciddi araştırmalar yapmakta ve geleceğe yönelik plan ve programları bu araştırmalardan elde ettiği veriler doğrultusunda hazırlamaktadır. Yürüttüğü hayrî, sosyal, kültürel ve eğitim faaliyetleriyle bakım, onarım ve yatırım çalışmalarını bu planda bir program çerçevesinde her yıl artırarak devam ettirmektedir. Bu hizmetlerin yanında garip gurebanın sağlık işlerini ücretsiz yerine getirmek üzere Sultan II. Mahmud’ın karısı, Sultan Abdülmecid’in annesi Bezmiâlem Valide Sultan tarafından miladi 1843 yılında İstanbul'da "Bezm-i Âlem Gureba-i Müslimin Hastanesi" adıyla bir hastane tesis ve ihya ettirilerek vakfedilmiştir.

1826 yılında Türkiye'de ve bilhassa İstanbul'da şiddetli bir koleranın hüküm sürmesi ve nihayet 1843 yılında büyük bir çiçek salgınının baş göstermesi yanında İstanbul'daki sağlık tesislerinin ihtiyaçları karşılayamaması sonucunda, Bezmiâlem Sultan bir hastane yaptırarak vakfedilmesi konusunda etken rol üstlenmiştir.

Hastanenin çalışma şartları ilk kez 1845 tarihinde İdare-i Dâhilîye Nizamnamesi'yle düzenleniyor. Vakfiye ile fakir ve gariplerin ücretsiz tedavileri sağlanırken, Nizamname de hastalara verilecek yemeklere kadar detayı ile incelenmiştir. Hatta Vakfiyenin bir noktasında, bir hastanın tedavi edilme noktasında, bir soğanın bir altın olsa bile alınması, iaşeden tasarruf edilmemesi konularında çok ayrıntılara yer verilmiştir. Yine bu Nizamnamede, hastaların teşhis ve tedavileri ile ilgili yöntemler ve bulaşıcı hastalığı olanlar ile diğer hastaların ayrı ayrı mekânlarda yatırılması konusuna yer verilmiştir. Hastane kurucusu Bezmiâlem Valide Sultan tarafından vakfedilen hastane ile birlikte cami, medrese, sıbyân mektebi gibi diğer hayratın giderlerini karşılamak üzere çeşitli yerlerde binlerce akar, dükkân, mağaza, ev, bostan, bağ, zeytinlik gibi araziler vakfedilmiştir.

Vakıflar Genel Müdürlüğüne her seviyeden eğitim ve öğretim tesisleri açma ve yönetme görevi 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun ilgili maddesince verilmiştir.

Bezmiâlem Valide Sultan, Silahtar Abdullah Ağa ve Abdülhamid Sani mazbut vakıflarının vakfiyelerinde yer alan “eğitim” şartının üniversite açmaya uygun olduğu tespit edilerek bu vakıfların vakfiyelerinde yer alan “eğitim” şartının “üniversite kurulması” şeklinde değiştirilmesi yetkisi Vakıflar Meclisine verilmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Öz, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

ÖMER FARUK ÖZ (Devamla) – Bezm-i Âlem, Valide Sultan, Silahtar Abdullah Ağa ve Abdülhamid Sani mazbut vakıflarının adına İstanbul ilinde “Bezm-i Âlem Vakıf Üniversitesi” adıyla bir üniversite kurulması Vakıflar Meclisince kararlaştırılmıştır.

Çağdaş bilimin öğretilerine uygun olarak, fakir ve garip gurebalarımıza öncelik verilmek üzere, gerekli eğitim çalışmaları başlatılmak üzere bu kanun tasarısı hazırlanmıştır.

Etik değerlere bağlı, mesleki yetkinliğe sahip uzman doktor yetiştirmek, sağlık hizmetlerinin etkili, verimli sunulması ve başta tıp biliminin geliştirilmesine yönelik bilimsel araştırmalar gerçekleştirmek üzere kurulacak Bezm-i Âlem Üniversitesinin ülkemize, milletimize hayırlı olmasını dilerken -yine aynı şekilde bugün kurulmakta olan- Sabahattin Zaim Hocamı da burada rahmetle anıyor, bu kanunun milletimize ve eğitim camiasına hayırlı olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Şahsı adına Harun Öztürk, İzmir Milletvekili.

Sayın Öztürk, buyurun efendim.

HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 487 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na bir yeni madde eklenmesine ilişkin olarak verilen önergeyle ilgili olarak kişisel söz talep ettim. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Dünkü birleşimde, söz konusu madde ilavesine ilişkin olarak açılan usul tartışması sonucunda, Sayın Başkan, uygulamasının İç Tüzük’e uygun olduğunu belirterek madde ilavesini müzakereye açmıştı. Sayın Başkanın ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının söz konusu uygulamayı eylemli bir İç Tüzük hükmüne dönüştürmemesi için, konunun dikkate almamız gereken başka boyutlarını da ortaya koymak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, komisyonda görüşülen ve raporu hazırlanan kanun tasarı ve teklifleri, sıra sayısı alarak Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu gündeminde yerini almaktadır. Genel Kurul gündeminde yerini alan bir kanun tasarı ve teklifinin sırasının değiştirilmesi için, ya Danışma Kurulunun bir önerisinin Genel Kurulca oylanması ya da Danışma Kurulunun mutabakata varamadığı durumlarda grup önerisi olarak Genel Kurula getirilmesi ve yine Genel Kurulun oyuna sunulması gerekmektedir. Unutmamamız gerekir ki şekil kurallarına uymak, esasa uymak kadar önemlidir.

Değerli milletvekilleri, dün, Sayın Başkan neye karar verdi, ona bakalım. İç Tüzük’ün 87’nci maddesinin dördüncü fıkrasına dayanarak, görüşülmekte olan 487 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın Komisyon metninde bulunmayan ancak tasarıyla çok yakın ilgisi bulunan iki maddenin, Komisyonun salt çoğunluğuyla katıldığı önergeler üzerine yeni iki madde şeklinde tasarıya eklenmesini görüşmeye açtı. Bu maddelerden biri oylarınızla kabul edildi, ikincisi bizim konuşmalarımızdan sonra oylarınıza sunulacak.

Değerli milletvekilleri, salt bu açıklamaya bakarsak Sayın Başkanın yaptığı uygulamada İç Tüzük hükümlerine bir aykırılık görmeyebiliriz. Hatta, Genel Kurulun gündeminde olan bir tasarı ya da teklifte yer alan ve ivedilikle yasalaştırılması gereken bir maddenin, ilişkisi olması koşuluyla, görüşülen bir tasarı ya da teklife ilave edilmesi de anlayışla karşılanabilir. Ancak, gündemde yer alan bir tasarı ya da teklifi anlamsız kılacak bir biçimde, bir veya birkaç maddesinin, başka bir tasarıya, İç Tüzük’ün 87’nci maddesi gerekçe gösterilerek alınması, bir hakkın suistimali olur. Zira, o takdirde, gündemdeki tasarı ya da teklifi komisyona geri çekeceksiniz ve orada da çektiğiniz tasarı ve teklifle ilgili olarak yapılacak bir işlem bulunmayacaktır.

Dün, Sayın Bakanın yaptığı şu açıklama, değişiklik önergesiyle gündemi değiştirdiklerinin bir itirafıdır. Sayın Bakan özetle dedi ki burada, Sayın Başkanlık Divanının da yerine geçerek: “Dolayısıyla, bugün burada Meclise sevk edilen dört vakıf üniversitesinin yanı sıra diğer üniversitelerin de kuruluşuna ilişkin Meclisin gündemine alınmış olanlarının bir önerge ile gündeme eklenmiş olması son derece normal.”

Değerli milletvekilleri, yapılan işleme yeniden dönersek, 487 sıra sayılı Kanun Tasarısı’na eklenen iki maddeyle ilgili olarak, gündemde 441 ve 461 sıra sayısı almış, 160 ve 168’inci sıralarda kayıtlı bekleyen iki ayrı kanun tasarısı vardır. Bu tasarılarla ilgili olarak komisyon raporları ve birisiyle ilgili muhalefet şerhi bulunmaktadır. Milletvekilleri de gündemin arka sıralarında yer almaları nedeniyle söz konusu tasarılarla ilgili bir hazırlık yapmadan Genel Kurula gelmişlerdir.

461 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nda, 487 sıra sayılı Tasarı’ya eklenmek istenen Bezm-i Âlem Vakıf Üniversitesiyle ilgili bir de geçici madde bulunmaktadır. Biraz sonra onu da eklemek için yeni bir önerge mi vereceksiniz, yoksa “Geçici madde önemli değil, o da sırasını beklesin.” mi diyeceksiniz? Peki, Genel Kurulun gündeminde 143’üncü sırada bekleyen 396 sıra sayılı Turgut Özal Üniversitesi kurulmasına ilişkin bir tasarı daha var. Onu niçin bu tasarıya eklemiyorsunuz?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – O geçti.

HARUN ÖZTÜRK (Devamla) – Belki bu hatırlatmam üzerine onu da eklersiniz, kim bilir.

Değerli milletvekilleri, siyasi iktidar 441 ve 461 sıra sayılı Kanun Tasarılarıyla ilgili olarak şu şekilde hareket edebilirdi: Ya 486 sıra sayılı Türk-Alman Üniversitesi Kurulması Hakkında Kanun Tasarısı’nda…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Öztürk, buyurun efendim.

HARUN ÖZTÜRK (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

…ya da görüşülmekte olan 487 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nda olduğu gibi gündemin ön sıralarına aldırmak üzere grup önerisiyle Genel Kurulun onayına başvururdu ya da 487 sıra sayılı Kanun Tasarısı Komisyonda görüşülürken 441 ve 461 sıra sayılı Kanun Tasarılarını Genel Kurul gündeminden geri çeker, Komisyonda birleştirirdi.

Ayrıca, söz konusu maddelerin ilavesi için ilgili Komisyonun çoğunluğunu sağlayabilmek üzere Başkanlık Divanının birleşime keyfî ara verildiği izlenimini vermesi de şık olmamıştır.

Değerli milletvekilleri, yukarıda yapılan kısa açıklamalar bile Hükûmetin ne kadar beceriden yoksun bir şekilde işleri götürmeye çalıştığını göstermektedir.

Genel Kurul gündeminin bakkalın veresiye defterine çevrilmemesi için Başkanlık Divanını gündemine hâkim olmaya davet ederek yüce heyetinizi tekrar saygıyla selamlarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Öztürk.

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Efendim, kısa bir açıklama yapmak istiyorum yerimden.

Efendim, konuşmacı, konuşmasında, Turgut Özal Üniversitesinin kurulmadığını söylemişti ve örnek olarak da onun değişiklik önergesiyle…

BAŞKAN – Yerinizden sisteme giriniz, ben size söz hakkı vereyim.

Buyurun.

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

4.- İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, İzmir Milletvekili Harun Öztürk’ün, konuşmasındaki Bezm-i Âlem Üniversitesinin ve ondan önce kurulan Sabahattin Zaim Üniversitesinin kuruluşunun usule aykırı olduğu eleştirilerinin doğru olmadığına ilişkin açıklaması

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Konuşmacı, biraz evvel, konuşmasında, Bezm-i Âlem Üniversitesinin ve ondan önce kurulan Sabahattin Zaim Üniversitesinin kuruluşuna ilişkin usule eleştirilerini sundu ve bu eleştirilerine kanıt olarak da Turgut Özal Üniversitesinin niye öncelikli sıraya alınmadığını belirtti. Ben şunu açıklamak istiyorum: Gerek dün kurulan Sabahattin Zaim Üniversitesi ve bugün kurulmakta olan, kurulacak olan ve görüşmelerini yaptığımız Bezm-i Âlem Üniversitesi tamamen İç Tüzük’e ve yasalara uygun olarak yapılmaktadır. Belirtmek istediğim önemli konu şudur ki: Turgut Özal Üniversitesi de aynı süreci geçirerek Meclisimiz tarafından yasalaştırılmıştır ve kurulmuştur.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

4.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/808) (S. Sayısı: 487) (Devam)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz.

Sayın Işık…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, dün Sabahattin Zaim Üniversitesinin kuruluşuyla ilgili görüşmeler sırasında bir soru sormuştum. Adı geçen üniversitenin insan ve toplum bilimleri fakültesi ile mühendislik ve doğa bilimleri fakültesinin eş değerlerinin hangi üniversitelerde olduğunu söylediğimde, siz bana, bu insan ve toplum bilimleri fakültesinin, Koç, Sabancı ve Ardahan üniversitelerinde olduğunu söylediniz.

Sizi üzmek istemem ama bu üniversitelerde böyle bir fakülte yoktur. Sadece “fen-edebiyat fakültesi” adı altında insan ve toplum bilimleri bölümü vardır. Şimdi sorumu tekrarlıyorum: Aynı kararı veren YÖK, bir öğrenci fakülteden mezun, bir öğrenci bölümden mezun, bunun unvanını nasıl eş değer yapacak? Bu YÖK Başkanlığı bunları incelerken hiç mi bakmadı? Özellikle bu konuyu cevaplarsanız memnun olurum. Böyle bir fakülte ismi şu anda Türkiye'nin hiçbir üniversitesinde yoktur.

İki: Kütahya ili Simav ilçesi fen lisesi kuruluş çalışmaları ne aşamadadır? Bu konuda bir müjdeli haber verebilecek misiniz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Işık.

Sayın Akgün…

MEVLÜT AKGÜN (Karaman) – Sayın Başkanım, çok teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, yıllardır Anadolu’da üniversite kurulması için bekleyen illerimizi üniversite ile buluşturan Hükûmetimize ve Millî Eğitim Bakanı olarak şahsınıza teşekkür ediyorum.

Bu kapsamda, Karaman ilimize de Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi kurulmuş ve başarılı bir şekilde büyümesini devam ettirmektedir. Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesine bir mühendislik fakültesi açmayı düşünüyor musunuz?

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Genç…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Ben yine dünkü o usul meselesiyle ilgili sizi İç Tüzük’e uymaya davet ediyorum. Bakın, 87’nci maddenin dördüncü fıkrasını okuyoruz: “Görüşülmekte olan tasarı veya teklife konu kanunun, komisyon metninde bulunmayan, ancak tasarı veya teklif ile çok yakın ilgisi bulunan bir maddesinin…” Bir maddesinin… Bakın yani komisyon metninde bulunmayacak o madde ama ilgili kanunda da, o görüşülmekte olan kanunda da o bir madde bulunacak ve o maddenin değiştirilmesini isteyen önerge…

Şimdi, Sayın Başkan, İç Tüzük o kadar açık ki, o kadar net ki. Şimdi, burada görüşülmekte olan, yani ek yapılan 2547 sayılı Kanun. 2547 sayılı Kanun’da bu getirilen Bezm-i Âlem Üniversitesi ile ondan önceki üniversiteyle ilgili bir madde yok. Dolayısıyla metin… Bir kanunda eğer bir maddesi yoksa, o maddenin de ancak değiştirilmesini isteyebilirsiniz. Onun değiştirilmesi dışında yeni bir madde oraya ilave edemezsiniz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Otomatik kesti Sayın Genç yani konuşmanızı ben kesmedim. Tekrar arkadaşlardan sıra kalırsa veririm size söz.

Teşekkür ediyorum.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Peki.

BAŞKAN – Sayın Ağyüz

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Teşekkür ederim.

Sayın Bakanım, bu altı vakıf üniversitesiyle, devlet, yüksek eğitimi özelleştiriyor. Üniversite açmakla övünüyorsunuz ama Sayın Başbakan “Ben, üniversite mezunlarına iş vermek durumunda değilim.” diyor. Siz, öğretmen açığını kapatmak için öğretmen alamıyorsunuz. Bu branşlaşmada herhangi bir, sizin ihtiyaç tespitiniz yok mu?

Yine, cevap vermiyorsunuz ama, Gaziantep sorunuyla niye ilgilenmiyorsunuz? Gaziantep’te millî eğitim SOS veriyor. Okul eksikliği, derslik eksikliği, öğretmen açığı eksikliği 58 ile 62’nci sırada geziyor Gaziantep’te. Bu kadar umursamayacak bir şey midir?

Bir de dün geçirdiğimizde, Sayın Başbakan dâhil Hükûmetin iki bakanı da üniversite sahibi oldular. Hayırlı uğurlu olsun.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ağyüz.

Sayın Yıldız…

SACİD YILDIZ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Şimdi, üniversitelerde ana bilim dalı başkanları, bölüm başkanları, dekanlar ve rektörler tamamen farklı prosedürlerle seçilmekte, bunların seçimlerinden sonra iç huzur ve çalışma barışı bozulmakta. Bunları belli bir düzen içinde, dört yöneticiyi de belli bir düzen içinde seçtirmek için bir yasa çalışması var mı? Bir bunu soracağım.

İkincisi, bazı üniversiteler eğitim fakültesi kurulmasını istedikleri hâlde ret cevabı aldıklarını söylemektedirler. Bu doğru mudur? Oysaki bazı üniversitelerde kolayca eğitim fakültesi kurma izni verilmiştir. Bu dünden beri görüştüğümüz yasalarda da hep eğitim fakültesi var. Acaba bu doğru mudur?

Bir üçüncü sorum da üniversite öğretim elemanlarının, öğretim görevlisi, araştırma görevlisi dâhil hepsinin maaşlarında bir iyileştirme düşünülmekte midir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yıldız.

Sayın Bakanım, buyurun.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Dünden bu yana, yeni kurulan üniversitelerimize, Millî Eğitim Komisyonumuzda görüşülüp geçmiş Genel Kurulda yerini almış üniversitelerin eklenmiş olmasıyla ilgili ciddi bir itiraz var. Bu tekrar tekrar dile getiriliyor. Hem grup başkan vekilleri hem de diğer izahlara rağmen ben de kısa bir izahta bulunmak isterim. Bundan önce, haziran ayında…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Okuma yazman varsa 87’nci maddenin dördüncü fıkrasını bir oku.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Sayın Genç, ben hukukçuyum, okuduğumu çok iyi anlıyorum ama siz okuduklarınızı manipüle etme konusunda çok ustasınız.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ustayım tabii.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Bu toplum sizi dinlediği kadar beni de dinleyecek. Yerinizden müdahale etmekle bir şey kazanamazsınız. Ben de kendi söyleyeceklerimi söyleyeceğim burada, sizin söylediğiniz gibi.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ama yanlış şeyler söylüyorsunuz.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Hiçbir şekilde yanlış bir şey söylemiyorum. Her şeyin en doğrusunu kendinizin bildiği iddiasını bir kere bir kenara bırakın. Ben de hukukçuyum, okuduğumu çok iyi anlıyorum. İç Tüzük burada…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Biz çok hukukçu gördük.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – İç Tüzük burada ilk kez sizinle birlikte uygulanmıyor. Bu Meclisin kendine uygun bir içtihadı ve uygulama geleneği var.

Haziran ayında, yine vakıf üniversitelerinin kuruluşunu burada görüşürken, TED Üniversitesiyle Turgut Özal Üniversitesi de birer madde ihdası oluşturmak şeklinde önergeyle burada teklif edildi ve bu şekilde kuruldu. TED Üniversitesi de burada hatta muhalefetin de ortak önergesiyle kuruldu. Dolayısıyla bu Mecliste bu işlemler gerçekleştirildi. Hem İç Tüzük’e uygun hem de zaten üniversite kuruluşuna ilişkin olarak düzenlediğimiz ve yeni dönemde özellikle…

Üniversite sınavı gerçekleşiyor ve çok yakın bir tarihte ikinci aşaması da yapılacak. Üniversite sınavına giren 1,5 milyon gencimiz üniversitede öğrenim görme talebiyle karşı karşıya ve bu talebin karşılanması konusunda YÖK’ten, Millî Eğitim Bakanlığından, Bakanlar Kurulundan ve Komisyondan geçmiş, Genel Kurulun gündemine gelmiş üniversitelerin kuruluşu konusunda ivedi bir tutum içerisinde olmamızdan daha doğal ne olabilir? Kaldı ki İç Tüzük de zaten buna uygun ve elverişli. Dolayısıyla biz bugün üniversite öğrenimi görme talebinde olan gençlerimizin talebini, haklı talebini Hükûmet olarak yerine getirmeye çalışıyoruz. Siz de muhalefet olarak burada, bunu en uygun şekilde, İç Tüzük’ün ilgili hükümlerini kendi yorumlarınız çerçevesinde kullanarak engellemeye çalışıyorsunuz.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Usule uy, usule.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Biz de tabii ki İç Tüzük’ün, bu anlamda yapacağımız hizmetlere vesile olması konusunda çalışmalarımızı sürdürüyoruz.

Şimdi, Sayın Başkanım, çok büyük bir tartışma oluşturacak bir şey değil. Her şeyden önce ülkemize, yükseköğrenim sistemimize yeni üniversiteler kazandırmaya çalışıyoruz. Elbette ki yükseköğrenim görme talebi, başlı başına bir ülkenin yükseköğrenim görmüş nüfusunun sayısının çokluğu, o ülkenin geleceği açısından da o ülkenin gelişmişliği açısından da önemli göstergeler. Biz burada bunun çabası içerisindeyiz.

Bir soruda da bu bölümlerin, bu fakültelerin olmadığı söylendi, insan bilimleri, toplum bilimleri…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Bölümler var efendim.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Bu bölümler var. Unvanlar fakültelerden değil bölümlerden veriliyor bildiğiniz gibi. Dolayısıyla Türkiye’de kurulmuş olan bu bölümler, Ardahan Üniversitesinde “İnsani Bilimler ve Edebiyat” şeklinde var.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Fakülte yok.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Fakülte olarak var Beyefendi. Dolayısıyla, bunlar benim önümde şu anda, liste olarak veriyorum.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Kanunda böyle bir şey yok.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Şimdi, Sayın Ağyüz’ün sorusu: Gaziantep’le en üst düzeyde ve en yoğun bir şekilde ilgileniyoruz Sayın Ağyüz. Dolayısıyla Hükûmetimiz eğitim alanında, özellikle sorunlu iller… Ben bunu kendim de size burada söyledim, defalarca sordunuz. Gaziantep en yüksek düzeyde ülkemizde göç alan şehirlerin başında geliyor. Dolayısıyla göçle eğitimin planlanması arasında yaşanan birtakım sıkıntılar olduğunu ifade ettim ve bu sıkıntıların giderilmesi konusunda en yoğun şekilde Gaziantep’le de ilgilendiğimizi siz de biliyorsunuz. Dolayısıyla, herhangi bir şekilde ilgisiz kalmakla suçlanmayı doğrusu büyük bir haksızlık olarak görüyorum.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Hiçbir gelişme yok Sayın Bakanım.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Galiba sürem bitti Sayın Başkanım.

Teşekkür ederim.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Millî Eğitim Müdürü bile atayamıyorsunuz oraya. Arsa bulamıyorsunuz, arsa!

BAŞKAN – Sacid Hocam, sizin sorunuz cevaplandı mı?

SACİD YILDIZ (İstanbul) – Hayır, cevaplanmadı.

BAŞKAN – İsterseniz, süre varsa cevaplandıralım.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Yazılı cevaplandırayım gerisini.

BAŞKAN – Yazılı cevaplandıracaksınız, peki.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Başkan, bir açıklamaya müsaade eder misiniz? Yanlış bir anlaşılmayı düzeltmemiz gerekiyor.

BAŞKAN – Sayın Işık, isterseniz şu işleri bir tamamlayayım, sonra bir açıklama yaparsınız, olur mu?

ALİM IŞIK (Kütahya) – Komisyon toplantımız var yukarıda, oraya gideceğim.

BAŞKAN – Komisyon…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Sırf bunun için Genel Kurula geldim, komisyon toplantısına çıkacağım.

BAŞKAN – Bakınız, şunun için söyledim: Biraz önce Sayın Genç’in de konuşması yarım kaldı, ona da Sayın Bakana söz verdiğim için söz veremedim; biraz beklerseniz, sonrasında size bir fırsat vermeye çalışayım.

Madde üzerinde bir adet önerge vardır, önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 487 sıra sayılı yasa tasarısına eklenen Bezmi Alem Vakıf Üniversitesiyle ilgili ek maddedeki (c) Eczacılık Fakültesinden ibaresinin teklif metninden çıkarılmasını arz ederiz.

                     Turgut Dibek                           Kamer Genç                        Ali İhsan Köktürk

                        Kırklareli                                   Tunceli                                  Zonguldak

                                          Mustafa Vural                             Sacid Yıldız

                                                Adana                                       İstanbul

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Genç, birinci imza sahibi sizsiniz galiba.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Evet.

BAŞKAN- Sayın Genç, buyurun.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu, ek bir önergeyle kurulmak istenen Bezm-i Âlem Üniversitesinde Eczacılık Fakültesini kaldırmak için önerge verdim.

Aslında, tabii, Türkiye’de eczacılar o kadar çok ki, bunların işleri de yok. Önemli olan üniversite açılırken iş bulabilme imkânı olan üniversiteleri şey edelim.

Şimdi, biraz önce, Sayın Bakan bana diyor ki: “Ben hukuk fakültesi mezunuyum ve biz bunları getirdik.”

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Hukukçuyum.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Bakın, kötü emsal emsal olmaz.

Arkadaşlar, 87’nci maddede, okuması yazması olan, hukuk fakültesi mezunu değil, ilkokul talebesini getirip şu maddeyi okuyalım: “Görüşülmekte olan tasarı veya teklife konu kanunun, komisyon metninde bulunmayan -bakın, burada 2547 sayılı Kanun görüşülüyor, metinde yok- ancak tasarı veya teklif ile çok yakın ilgisi bulunan bir maddesinin…” Yani bu madde 2547 sayılı Kanun’da bulunacak, işte, çok yakın ilgisi olacak ve o maddenin değiştirilmesi için önerge vereceksin; yoksa ki 2547 sayılı Kanun’da olmayan bir madde ihdasına ilişkin önerge veremezsiniz, ancak onun değiştirilmesini verebilirsiniz. Yani ilkokul çocuğu, ilkokulu bitirenler bile bunu bilirken “Hukuk fakültesi mezunuyum ben.” deyip de “Ben bunu biliyorum.” demek kadar ayıplı bir şey var mı arkadaşlar?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Ayıp sizsiniz!

KAMER GENÇ (Devamla) – Sonra siz bu Bakanlığa otomatik pilot olarak geldiniz. Yani sizden önceki kişi size devrederken dedi ki: “Biz Millî Eğitim Bakanlığını otomatik pilota bağladık.” Yani o zaman, zaten konuşma hakkınız yok. Bakın, biz üniversiteye karşı değiliz sayın milletvekilleri.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Belli oluyor.

KAMER GENÇ (Devamla) – Biz Türkiye’de çağdaş, nitelikli eğitim yapılmasına karşı değiliz ama bizim karşı olduğumuz, evvela bu Türkiye Büyük Millet Meclisi bir kurul, yüce bir kurul, burada bir İç Tüzük yapılmış, Sayın Meclis Başkanının buna müsaade etmemesi lazım. Geçmişte yapılabilir, itiraz da edilmeyebilir ama geçmişte yapılan kötü bir emsal… İç Tüzük çok açık, müzakere edilen kanun maddesinde olmasına rağmen -ama komisyon metninde yok- o komisyon metninde olmayan başka bir maddesini değiştiren bir önerge verebilirsiniz diyor ama olmayan bir maddeyi siz orada ihdas edemezsiniz. İç Tüzük çok açık. Yani biz, burada, gelin çalışalım, sağlıklı çalışalım ama siz Meclisi baypas ediyorsunuz, işte, bazı üniversitelerin kritik durumları dolayısıyla burada gelip de müzakere edilmesini önlüyorsunuz.

Ben dün burada söyledim, dedim ki: Bunlar tarikat ve cemaat üniversiteleridir.

ÖMER FARUK ÖZ (Malatya) – Ne tarikatı ya! Hepsi vakıf üniversitesi.

KAMER GENÇ (Devamla) – Bunları niye böyle getirip de buradan hemen geçiriyorsunuz, müzakeresiz? Çünkü buraya hazinenin çok kıymetli arsalarını vereceksiniz; çünkü tarikatlar kuvvetli, devleti yöneten tarikatlar, İktidarınızı yöneten tarikatlar. Dolayısıyla bunlara en kıymetli arazileri vereceksiniz, en kıymetli yerleri vereceksiniz, yine bunlara vergi muafiyetini getireceksiniz, gümrük muafiyetini getireceksiniz, gelir vergisi muafiyetini getireceksiniz ve burada bunlar çok büyük devlet kaynaklarından yararlanacak; ondan sonra da o imkânları aldıktan sonra devletin kesesinden zengin olacaklar arkadaşlarım.

İşte, Koç ve Sabancı üniversiteleri buraya geldiği zaman ben çıktım karşılarına konuştum. O zaman çok kıymetli orman arazileri bunlara bağışlanmıştı. Ben burada çıktım konuştum, birileri çıktı bunlardan benim aleyhime 25 milyar tazminat davası açtı. Yani onlara da karşı çıktık.

Onun için, arkadaşlar, getirilen bu teklifler maalesef Türkiye'nin gerçeklerine uymuyor. Belirli bir tarikat ve cemaat mensuplarına devletin kaynaklarını kanalize etmek için getiriliyor bunlar.

Ayrıca dün burada soru sorduk. Sayın Bakan diyor ki: “Efendim, bu suistimallerle ilgili konuları getirip Meclisin gündemini meşgul ediyorsunuz.” Yahu, değerli milletvekilleri, memleket ekonomik yönden batmış. Batmasının nedeni de iktidarda bulunan partinin devleti talan etmesinden kaynaklanıyor. Biz diyoruz ki: “Bu basılan kitapları kimlere bastırdınız? Hangi firmalara bastırdınız?” Ondan sonra, “Kimlere bastırdıysanız bunun hesabını verin.” “Kamu İhale Kanunu’na göre yaptık.” diyor. Kamu İhale Kanunu’nu kuşa çevirdiniz. Nasıl çevirdiniz, biliyor musunuz? 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nda yönetmelikle bir değişiklik yapmışsınız. Ne diyorsunuz? 2007 yılında yönetmelikle bir değişiklik yapıyorlar, diyorlar ki: “Kamuda yapılan ihalede bir suistimal varsa ona itiraz edilirse; bir, ya itirazı reddedecek Kamu İhale Kurumu; iki, eğer ihalede usulsüzlükler tespit edilmişse, o usulsüzlükleri tespit edeceksin, ilgili ihale makamına bildireceksin.” E, ne oldu? İlgili ihale makamına bildirdik.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Devamla) – Yine bir yönetmelik değişikliği yapmışlar. Onda da “Eğer yapılan ihale sözleşmesi noter tarafından imzalanmışsa artık ona itiraz edilmez.” diyor. Yahu, böyle bir şey olur mu arkadaşlar? Kamu İhale Kurumunun elini kolunu bağlıyorsunuz. Diyorsunuz ki: “Arkadaşlar, iptal edemezsin.” E, niye kurdun onu o zaman? Kurmanın bir gereği var mı? Efendim, ondan sonra itiraz ediyorsun, Kamu İhale Kurumuna gidiyor, onu aralarında, gidiyor idarede sözleşme yapıyor, diyor ki: “Artık bunu iptal edemezsin.” Yahu, beyler, bakın, yani hepimizin okuma yazması var, hepimizde vicdan var, hepimiz bu memleketin insanlarıyız. Bu memleketin kaynakları 3-5 hırsıza, 3-5 yandaşa böyle tarumar edilebilir mi? Bunlara peşkeş çektirilebilir mi? Bunları söylediğimiz zaman, bizden önce sizin bunlara sahip çıkmanız lazım. Yahu, dürüst milletvekilleri olarak “Yahu arkadaş, benim içinde bulunduğum iktidar bu kadar soygun yapamaz, bu kadar talan yapamaz, bu kadar devletin mallarını çalamaz.” demesi lazım. Bunu sizin demeniz lazım, biz demeden önce sizin kendinizi aklamanız lazım. Biz söylediğimiz zaman bize tepki gösteriyorsunuz. Böyle bir anlayış olmaz! Böyle bir anlayış, insanlığa da, vicdana da sığmaz, Allah korkusuna da sığmaz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KAMER GENÇ (Devamla) – Bunlar böyle olmaz arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar)

Karar yeter sayısı istiyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Tamam.

Sayın milletvekilleri, önergeyi oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısını arayacağım.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…

Arkadaşlar, kâtip üyeler arasında ihtilaf var, oylamayı elektronik cihazla yapacağım.

İki dakika süre veriyorum ve oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Saygıdeğer milletvekilleri, pusula gönderen arkadaşlarımın isimlerini okuyacağım.

Sayın Güney? Burada.

Sayın Koç? Burada.

Sayın Ayalan? Burada.

Karar yeter sayısı vardır. Önerge kabul edilmemiştir.

Ek madde 124’ü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, şimdi çerçeve 1’inci maddeyi bağlı ek maddelerle birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Tasarıya bir geçici madde ilavesine ilişkin bir adet önerge vardır.

Önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

487 Sıra Sayılı Kanun Tasarısına 1 inci maddeden sonra gelmek üzere aşağıdaki geçici maddenin eklenmesini öneririz.

                    Mustafa Elitaş                        Nurettin Canikli                        Veysi Kaynak

                         Kayseri                                   Giresun                             Kahramanmaraş

                                           Yılmaz Tunç                              İkram Dinçer

                                                Bartın                                          Van

Geçici Madde 1.- Bezm-i ÂlemValide Sultan Vakıf Gureba Hastanesi faaliyetlerini, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en geç altıncı ayın sonuca kadar bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önceki statüsü ile devam ettirir.

Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce Vakıflar Genel Müdürlüğünün kadrosunda olup söz konusu Hastanede çalışan personelin statüsü, en geç birinci fıkradaki sürenin sonuna kadar korunur. Bunlardan;

a) Akademik unvana sahip olanlar ile tıpta uzmanlık öğrenimi görenlerin, talepleri halinde birinci fıkrada belirtilen sürenin sonuna kadar ilgili mevzuat hükümlerine göre söz konusu Üniversiteye ataması yapılabilir.

b) Tıpta uzmanlık öğrencisi olmayan ve akademik unvana sahip bulunmayan diğer personel, talepleri halinde birinci fıkrada belirtilen sürenin sonuna kadar, söz konusu Üniversite ile 4857 sayılı İş Kanunu hükümlerine göre sözleşme imzalayarak istihdam edilebilir.

c) Sağlık hizmetleri ve yardımcı sağlık hizmetleri ile yardımcı hizmetler sınıfındaki personel, söz konusu Üniversitede istihdam edilmek istemedikleri ya da ataması yapılarak veya sözleşme imzalanarak anılan Üniversitede istihdam edilmedikleri takdirde, kazanılmış hak aylık derecelerine uygun olarak Sağlık Bakanlığına, diğer personel ise Vakıflar Genel Müdürlüğünce merkez ve taşra teşkilatında ihtiyaç bulunan birimlere naklen atanırlar.

Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (I) sayılı cetvelin Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait bölümünde yer alan ve söz konusu Hastaneye tahsis edilmiş kadrolarda bulunan personelden, söz konusu Üniversitede çalışmak isteyenlere ait kadrolar ile boş bulunan kadrolar ve Baştabip, Baştabip Yardımcısı, Klinik Şefi, Klinik Şef Yardımcısı, Hastane Müdürü, Hastane Müdür Yardımcısı, Sivil Savunma Uzmanı ve Saymanlık Müdürü kadroları, birinci fıkrada belirtilen sürenin sonunda iptal edilerek kadro cetvellerinden çıkarılmış sayılır Bu tarihten itibaren, ikinci fıkranın (a) ve (b) bentleri saklı kalmak kaydıyla, bu fıkrada unvanları sayılan personel, en geç bir ay içinde kazanılmış hak aylık derecelerine uygun kadrolara atanmak üzere, dolu kadrolarda bulunan sağlık hizmetleri ve yardımcı sağlık hizmetleri ile yardımcı hizmetler sınıfındaki personel ise bulundukları kadrolarıyla birlikte Sağlık Bakanlığına devredilir. Devredilen kadrolar 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (I) sayılı cetvelin Sağlık Bakanlığına ait bölümüne eklenmiş sayılır.

Üçüncü fıkrada unvanları sayılan personel, kadrolarının iptal edildiği tarih ile atama işlemleri yapılıncaya kadar geçen sürede durumlarına uygun işlerde görevlendirilirler. Bu süre içerisinde ilgililer, 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 67 nci maddesinin son fıkrasında öngörülen fazla çalışma ücreti ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 72 nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan ödeme ile nöbet ücreti hariç olmak üzere, eski kadrolarına bağlı olarak en son ayda almakta oldukları aylık, ek gösterge, her türlü zam ve tazminatlarıyla diğer malî haklarından ve görevlendirildikleri yerlerdeki fiilen görev yaptıkları emsali kadroya ilişkin döner sermaye ödemesinden yararlanır. Bu personelin Vakıflar Genel Müdürlüğündeki önceki kadrolarına bağlı olarak, 5737 sayılı Kanunun 67 nci maddesinin son fıkrasında öngörülen fazla çalışma ücreti ve 5737 sayılı Kanunun 72 nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan ödeme ile nöbet ücreti hariç olmak üzere, en son ayda almakta oldukları aylık, ek gösterge, her türlü zam ve tazminatlar ile diğer malî hakları toplam net tutarının, atandıkları yeni kadroların, nöbet ücreti ve döner sermayeden yapılan ek ödeme hariç olmak üzere, aylık, ek gösterge, her türlü zam ve tazminatlar ile diğer her türlü malî hakları toplam net tutarından fazla olması halinde, aradaki fark tutarı, atandıkları kadrolarda kaldıkları sürece, farklılık giderilinceye kadar herhangi bir vergi ve kesintiye tâbi tutulmaksızın ayrıca tazminat olarak ödenir.

Bu maddenin uygulanmasında ortaya çıkabilecek tereddütleri gidermeye ve uygulama esaslarını belirlemeye Başbakanlık yetkilidir."

BAŞKAN – Sayın Komisyon, önergeye katılıyor musunuz?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükûmet?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Katılıyoruz Sayın Başkan.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, katılamaz, çoğunluğu yok.

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Geçici madde efendim, katılırım.

BAŞKAN – Takdire bırakır efendim, takdire.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Hocam, katılamazsınız. Usul hatası yapmayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Elitaş, gerekçeyi mi okutayım?

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Gerekçeyi okutun efendim.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Personele ilişkin geçiş hükümleri düzenlenmektedir.

BAŞKAN – Efendim, Hükûmetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

2’nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Madde üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Muş Milletvekili Sırrı Sakık.

Sayın Sakık, buyurun efendim. (BDP sıralarından alkışlar)

BDP GRUBU ADINA SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Aslında, bizim bu konudaki tavrımız açık, net. Yani kurulacak üniversitelere karşı bir duruşumuz falan yok ama eğitimin çok adil olması gerekir. Sadece böyle parasal düzeyde bir eğitimin bu ülkeyi nereye kadar götürdüğünü hep birlikte gördük.

Şimdi, bütün Parlamentodan, Sayın Bakanımdan da özür dileyerek, Meclis Başkan Vekilimizden de özür dileyerek ben bir başka konuyla ilgili… Aslında, bu, benim tercihim değildi ama keşke diğer milletvekili arkadaşlarımız da kendi aralarında sohbet etmektense bunu dinlemelerini istiyorum, sizden rica ediyorum.

Sevgili arkadaşlar…

BAŞKAN – Sayın Sakık, durun, ricanızı ben bir yerine getireyim.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, bakınız, konuşan Hatip dinlemenizi rica ediyor. Ya başka şekilde konuşun başka mekânlarda yahut da dinleyin.

Buyurun.

SIRRI SAKIK (Devamla) – Şair diyor ki: “Her köşe başında benden kimlik soruyorlar, ben yaramı açıp gösteriyorum.” Buraya her konuda düşüncelerimizi açıklamaya geldiğimizde biz de yaralarımızı size gösteriyoruz. Fiziksel olarak saldırıya maruz kalıyoruz, bu çok önemli değil. Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar hep bu yaralarla yaralandık. Yaralarımız kâh kanatılıyor ama ruhumuza yönelik de saldırılar başlayınca artık tahammüllerimiz bir noktaya kadar.

Ben üç yıl önce sevgili eşimi kaybettim. Burada oturduk konuştuk, bütün aile büyüklerim, mücadele arkadaşlarım -bizim doğduğumuz topraklar, orada doğduk ama Ankara’da yaşıyoruz, burada doyuyoruz, burada siyaset yapıyoruz, bu ülke hepimizin- birlikte eşimi burada defnetme kararı aldık. O gün müracaat ettik. Gölbaşı yanı başımızda. Bu Gölbaşı, bulunduğum, oturduğum yere de çok yakındır. Hepimiz inançlı insanlarız. Gideriz sabahleyin bir “Günaydın” deriz, bir Fatiha okuruz, gecenin geç saatlerinde gideriz sohbet ederiz. O duygularla eşimi Gölbaşı’nda defnetme kararı aldık ve müracaat ettik. O dönem Adalet ve Kalkınma Partisinin Belediye Başkanı tarafından bizim taleplerimiz uygun görülmedi ama bir bakan arkadaşımız devreye girdi, eşimi oraya defnettik. Ama üç yıldır orada bu defin işlemiyle ilgili bir tartışma var. Ölülerimiz üzerinden siyaset yapılıyor. Ve kısa bir süre sonra yine ablamı da kaybedince, ablamı da yanı başına defnetmek için dönemin belediye başkanını aradık, bize defin için yer vermedi. Yine bir grup milletvekili ve bakanlar devreye girdiler, buna rağmen ablamı eşimin yanına defnedemedim. Sürekli kardeşlikten bahseden bu ülkenin aktörleri… Ve sonradan anladık ki orada Milliyetçi Hareket Partisi ile Adalet ve Kalkınma Partisi arasında bu bir kavgaya dönüşmüş ve benim eşimin oraya defnedilmesi “Bir teröristin cenazesi Gölbaşı’na defnedildi...” Bu sözler Milliyetçi Hareket Partisinin Gölbaşı Belediye Meclis Üyesinin sözleri, bu sözler Gölbaşı Spor Kulübünün Başkanı olan birinin sözleri. Biz bu sözlere yabancı değiliz. Biz ne olup bittiğini biliyoruz, onun için “Kandan, şiddetten hep beslenenler.” derken işte bundan bahsediyoruz. Eğer ölülerimizi yan yana gömemeyeceksek, eğer dilimize saygı gösteremeyeceksek, eğer bu partinin bir aktörü çıkıp televizyonlarda “Camilerde Kürtçe hutbe okunuyor da Türkler gitmiyor.” diyorsa burada felaket bir şey var. Aynı dili konuşmayabiliriz, ama aynı Tanrı’ya tapıyoruz, aynı duaları farklı dillerle konuşuyoruz. Bu dillere niye bu kadar düşmanca tavır, neden bu ölülere bu kadar düşmanca tavır? Bunu anladık, biliyoruz, geçmişte de kalkıp bize küfrettiniz, hakaret ettiniz, ama edepliyiz, ama terbiyeliyiz, o dille size cevap vermedik. Korkuyor muyuz? Asla, asla korkmayız ama o dili kullanmadık, bize karşı bu dilleri kullanmayınız. Bu, doğru bir siyaset tarzı değil. Ülkeyi geriyorsunuz. Ülkeyi gerdiğiniz için bu şiddetten beslenen birimler durumdan vazife çıkarıyor, Samsun’da saldırıya maruz kalıyoruz. Samsun’daki bireysel bir saldırı değil, Samsun’daki saldırı Türkiye’de Kürt-Türk çatışmasını körüklemek isteyen güçlerin bir saldırısıdır. Bu saldırı, bunun arkasında kimler varsa ortaya çıkmalıdır.

Bakın, Avustralya’da Aborjinler, yerli bir halk var. O halkın kendilerini doğa kanunlarıyla, yani yasaları ve anayasaları doğa kanunlarıdır. Yerleri yurtları yollardır ve bu insanlar timsahlarla aynı suda yıkanmayı becerebiliyor ve bu insanlar timsahlarla yıkanırken aynı suda terden, kokudan ve o duygudan bağ oluşturabiliyor, ama benim ülkemde biz insanlar hâlen bağ oluşturamıyorsak, hâlen ölüm üzerinden siyaset yapmak istiyorsak bu ülkeye yapılabilecek en büyük hakaret ve en büyük zulümdür.

Onun için, bütün partiler ve siyasi aktörler, rica ediyorum, kanlı ve kirli dili unutalım. Yani gerçekten bu ülkede bir birlik ruhunu oluşturacaksak, gerçekten geleceğimizi birlikte inşa edeceksek biz bu dili terk etmeliyiz. Bu dildir ki Samsun’da insanları bizim üzerimize saldırtandır, bu dildir ki Van’da Cumhuriyet Halk Partisine saldırılar oldu. Bu, yarın başka bir yerde de olabilir. Eğer siyaset sokakta bu şekilde, kontrolsüz bir şekilde cereyan ederse hepimiz çok acı dolu yıllar yaşarız ve geçmişimizde, tarihimizde çok acı dolu günlerimiz var. Hepimizi yaralayan ve hâlen uluslararası arenada karşımıza çıkan o yaralarımızı sarmamız gerekirken yeniden yaralar açmak bu ülkeyi gerçekten böler, bu ülkeyi parçalar.

İşte, o olay oldu, hemen sonrası Yaşar Kemal aradı. “İşte, budur ülkeyi bölecek, bu dildir ki ülkeyi bölecek, bu yumruktur ülkeyi bölecek.” Bu yumruk, emin olunuz ki örgütlüdür. Biz bu yumrukları tanırız. Bu yumruklar, bu bereleri biliriz, bu şapkaları tanırız. Açın bakın, geçmişin yani Türkiye'nin o geçmişteki silahlarını alın bakın, tetikte, namluda kimlerin izi vardır, ta, o yumruklar oraya kadar gider.

Onun için, yumruk nereden gelirse gelsin -ister Baykal’a ister Bahçeli’ye ister Sayın Erdoğan’a veyahut da Sayın Türk’e- biz her yumruğun karşısındayız.

Onun için, ben buradan tekrar, bu süre içerisinde, biz yoldayken buraya kadar duyarlılık gösteren bütün Türkiye halkına teşekkür ediyorum. Trabzon’dan Rize’ye kadar, İzmir’den Şırnak’a kadar, Muş’a kadar, Türkiye halkı büyük bir duyarlılık gösterdi, şiddete karşı bir barikat oluşturdu. Onun için, siyasi aktörler bu halka layık ve uygun politikalar üretmelidir, bu halkın taleplerine uygun barış köprüleri oluşturmalıdır.

Ben diliyorum, umuyorum ki Sayın Türk’e atılan o yumruk, bize o saldırı, bu ülkede barış köprüsünü oluşturur, halklar arasındaki köprüye hizmet eder. Zaten Sayın Türk’ün de hem yaralı olduğu saatte çıkıp yaptığı açıklama -yanı başındaydık- buna uygun bir açıklamaydı hem de dün hastaneden çıkarken mücadele arkadaşlarıyla birlikte yaptığı açıklama bu doğrultudaydı. Hepimiz onu örnek alarak buna uygun adımlar atmalıyız. Bunu becerebilirsek emin olunuz ki barışı yakalama şansımız var. Çünkü biz Samsun’da şunu gördük: Gece konakladığımız yerde, yemek yediğimiz her…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Sakık.

SIRRI SAKIK (Devamla) – Teşekkürler.

…restoranlarda olağanüstü konukseverliğin evrensel yasalarını gördük, halklar arasında bir husumetin, bir kinin olmadığını gördük. Bu bizi sevindirdi ve hatta sabahleyin bizi uğurlarken bu mekân sahipleri bize dönüp sordular, “Gelin, ne olur gelin birlikte burada halkların kardeşliğini yükseltelim.” Ama, biz orada saldırıya uğradık. Bu saldırı Samsun halkını veyahut da Karadeniz halkını saldırının içerisinde gösterecek bir davranış değildir. Onun için buradan Samsunlulara teşekkür ediyorum.

Tekrar, Türkiye’de sağduyu sahibi olan ve bu konuda bütün duyarlılığıyla barışın etrafında bir barikat oluşturan bütün barışseverlere teşekkür ediyorum. Sizlere de selam ve saygılar sunuyorum. (BDP, AKP, CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Sakık.

Biz de bu vesileyle, eşinize ve ablanıza tekrar Allahtan rahmet, sizlere de başsağlığı diliyoruz.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, şimdi Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Oğuz Oyan konuşacaklar. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurun efendim.

CHP GRUBU ADINA OĞUZ OYAN (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dört vakıf üniversitesi kurulması üzerine karşımıza gelen bir tasarı, nur topu gibi iki tane ilave vakıf üniversitesi yavrulayarak altıya çıkmış bulunuyor. Böylece nurlu üniversitemizin sayısında en azından altı tane artışımız oluyor.

Değerli arkadaşlarım, bu üniversite kurma meselesi, özellikle de bugün burada kurduğumuz bazı üniversitelerin niteliği, bunları vakfedenlerin amacı açısından bakıldığında galiba bu vakıfları kuranların kemiklerini sızlatacak nitelikte. Yani özellikle Fatih Üniversitesi ile Bezm-i Âlem Üniversitesi için bu söylediklerimi daha fazla vurgulamak istiyorum. Yani düşünün ki Fatih Sultan Mehmet kendi sağlığında vakıf ve mülk arazilere karşı bir mücadele içine girmiş, ömrünün son yıllarında mirî araziden koparılıp… Biliyorsunuz, mirî arazi devlet mülkü sayıldığı için vakfedilemiyor, vakfedebilmek için şahsi mülkiyet olması gerekir. Ne yapılıyordu, o zamanki bu işin arkadan dolanma yöntemi neydi? Önce bir temliknameyle, bir izinle mirî arazi mülk araziye geçiriliyor, arkasından da mülk arazi vakfediliyor ve böylece evlatlık vakıflar türüyordu. Fatih’in ölümünden birkaç yıl önce bu konuyla mücadelesi söz konusudur. Ne yaptı? Sayıları çok artmış olan bu mülk ve vakıf arazileri mirî sisteme katmak için düğmeye bastı ve İstanbul’u fetheden yani Bizans’ı ya da Doğu Roma’yı sona erdiren hükümdarın gücü, o içerideki büyük mülklere vakıf ya da başka sıfatlar altında el koymuş olanların gazabından kurtulmaya yetmedi. Büyük olasılıkla bir suikasta kurban giderek 1481 yılında vefat etti.

Şimdi Fatih Sultan Mehmet’in kemiklerini sızlatırcasına burada ne yapıyoruz? Bu vakıf üniversitesi ticari amaçla kurulan, ticari amacı içinde olan, paralı eğitim yapacak olan bir üniversiteye, vakıf üniversitesine dönüştürüyoruz. Yani burada, herhâlde, ölümünden sonra bile kemiklerini sızlatacak bir durum yaratıyoruz.

Gelelim Bezm-i Âlem Vakfına. Bezm-i Âlem Vakfı, işte, yüz elli yıl önce, yüz altmış yıl önce, hatta yüz altmış yedi yıl önce kurulmuş bir vakıf. Vakfedenler burada garip gurebâya yönelik bir şey yapmak istemişler. Garip gurebâya yönelik yani, işte, yoksullara aş veya sağlık hizmeti sunsun diye bunu yapmışlar, bunu kurmuşlar. Peki şimdi ne yapıyoruz? Dün burada Sacid Bey çok güzel anlattı bunu ama tabii kimse dinlemiyor, yani kimsenin umurunda değil! Umurunda değil çünkü burada din, iman, para bir araya gelmiş durumda, bu bir araya gelince patlayıcı bir şeyler oluşuyor! 330 dönümlük arazinin 230 dönümünü alışveriş merkezine çevirin, yani bugünkü şeyin yoksullara, gariplere, gurebâya yönelik olması gereken bir kurumu böylece orada asli amacından uzaklaştırın. Yani bu mudur acaba sosyal adalet dediğimiz şey, bu mudur sosyal devlet ve bu mudur hukuk? Bu mudur hukuk çünkü bu vakfedenlerin bir kere vakfetme amacı içinde bir yüksek eğitim kurumu kurmak yok, bir. Yani ikincisi, bu arazinin kendi kullanım amaçları dışında kullanılabilecek olması daha önce de gündeme gelmiş, örneğin 1989’da YÖK bu konuda kararını geri çekmiş, hâlen Danıştayda süren üç tane dava var ve burada bir el koyma yöntemi. Üstelik bu Vakıf Gureba Hastanesini de zaten amacının dışında on yıldır kullanıyoruz -yedi yıl SSK ve Sağlık Bakanlığı, üç yıl da Vakıflar Genel Müdürlüğü- yeşil kartlıların giremediği bir gurebâ hastanesi hâline getirmişiz burayı. Yani mevcutları içinde bile çok farklı bir noktaya getirmiş ve aslında, bu hastanenin kendisini de yoksullaştırmışız, kendisini yeterli sağlık hizmeti veremez duruma da getirmişiz. Şimdi, buradan, acaba bir rant amaçlı neler yapılabilir, bunun derdindeyiz. Bu, gerçekten yakışmayan bir şeydir. Mecliste bu konunun geçecek görünmesi de yakışmayan bir durumdur. Biz buradan gene de -can çıkmadan umut çıkmaz. Biz umudumuzu kaybetmedik- en azından vicdanlarınıza seslenmeye çalışıyoruz. Yanlış yapıyorsunuz. Bu yanlıştan dönmek için hâlâ önünüzde birkaç dakika var!

Değerli arkadaşlarım, bakın, size bu vakıf üniversitesi konusunda YÖK Başkanının bir açıklamasını okuyayım. Kendisinin 23 Şubat 2010’da bir açıklaması var. Akademisyenler Birliğinin düzenlediği Üniversite Bilim Sempozyumunda konuşması var. Diyor ki Sayın Özcan, vakıf üniversiteleri arasında rekabetin çok artacağına dikkat çekiyor ve şunu söylüyor: “Maalesef çok isteyerek ve sevinç ile açmamıza rağmen üç beş yıl sonra kapanma gibi bir durum ile karşı karşıya gelebilecekler. Bir şekilde bu yıldan sonra vakıf üniversiteleri açımında da frene basmamız gerekiyor. Bu projeksiyonlarla daha fazlasını yapmak bile bile hata işlemek olur. O yüzden bu konuda da ülkece dikkatli olmamız gerektiğine inanıyorum.” Millî Eğitim Bakanı orada. Herhâlde YÖK Başkanı yoksa da temsilcileri orada.

Şimdi, tabii, YÖK Başkanı aslında çizgiyi aşmış. O bir icra memuru. İcra memuru olduğu için orada. Onun ötesinde bir söz söylemeye hakkı var mı? Yok ama arada işte kendi vicdanını kurtarmaya çalışıyor herhâlde! Yani orada bir emir kulu o. Bunu bilmeyecek olan herhâlde kimse yok aramızda. Frene basma kararını o veremez ama bu frene ne zaman basılır? Bu sene mi basılır, başka zaman mı basılır? Vakıf üniversitesi sayısı şu an 51’e çıkıyor, devlet üniversitesi sayısı 95. Bu 95’e eşitlenince mi frene basılır yoksa onu ikiye katlayınca mı frene basılır, onu bilemeyiz. Ama bunu herhâlde YÖK Başkanı da bilemez çünkü ne yazık ki o bir icra memurundan ibarettir.

Değerli arkadaşlarım, burada üniversitelerin sorunlarını esas itibarıyla bu vesileyle tartışmamız gerekiyor. Tartışıyoruz da, belki bir sonraki maddede de tekrar ben geleceğim ve tartışacağız. Ama galiba birkaç konuya, bu sorunların, en azından şimdiki konuşmamda değinerek devam edeyim.

Türkiye’de ülke gereksinimleriyle, ekonominin ihtiyaçlarıyla, ekonominin gelişmişlik düzeyi ile bu kurulan üniversiteler ve Türkiye’deki yükseköğretim politikası arasında bir uyumsuzluk var. Yani gerek YÖK Başkanı gerek burada konuşan iktidar partisi milletvekilleri, sadece bir sayısal artıştan söz ediyorlar. Gerek devlet üniversitesi gerekse vakıf üniversiteleri, bu sayısal artışla hiçbir şeyi çözemezsiniz. Dolayısıyla bir kere, öncelikle bir hedef yoksunluğu vardır. Bu hedef yoksunluğunu aşmak lazım. Hedef ve amaç sığlığından Türkiye’nin kurtarılması lazım. Türkiye’nin bir eğitim politikasına ihtiyacı var ve olmayan şey de bu.

İkincisi: Sorun alanı olarak yükseköğretimle ilgili, hem öğrenci hem öğretim üyesi kalitesi sorunu var. Öğrenci sorunu var. Öğrenci sorunu sadece sayısal bir sorun değil, sadece yığılma değil; öğrencinin eğitim niteliği, hem üniversiteye girerken niteliği düşük hem üniversiteden mezun olurken düşük, genel olarak tabii. Bazı üniversiteler daha iyi diğerlerine kıyasla, ayrı mesela ama genele baktığınız zaman hem girişte, yani ortaöğretimden gelen öğrencinin niteliği düşük hem de mezun ettiğimiz öğrencinin niteliği düşük. Bunu çözemezseniz, öğrenci kalitesini çözemezseniz üniversite neye yarar?

Tabii, öğrenci kalitesini çözmek için öğretim üyesi kalitesini çözmek lazım. Öğrencilere, şimdiye kadar olduğundan çok daha iyi barınma koşullarını sağlamak lazım, çok daha iyi burs koşullarını sağlamak lazım. Öğrencilere, özgür bir ortam içinde teneffüs etmeyi, özgür bir ortam içinde solumayı, özgür ortam içinde üniversitede tartışmayı, onların orada sadece edilgen bir alıcı değil, aynı zamanda aktif bir katılımcı olduklarını ders süreçlerine, araştırma süreçlerine, hissettirmek lazım. Ancak ve ancak böyle yapabildiğiniz zaman gelişmiş ülke üniversiteleriyle rekabet edebilir -en azından, kısmen- bir duruma gelirsiniz.

Tabii, bu ortamı, üniversiter ortamı özgürleştirmek, tabii bunu her ilde, her Anadolu ilinde yapabilir misiniz? Bu da ayrı bir meseledir tabii. Yani üniversitenin, oradaki eşrafın, oradaki cemaatin, oradaki birtakım cemaatlerin etkisi altına girdiği bir alanda siz üniversiteyi özgürleştirememişken öğrenci özgürleşebilir mi? Öğretim üyesi özgürleşememişken, öğretim üyeleri kendi aralarında tartışma yapamazken, öğretim üyeleri arasındaki hiyerarşi aşılamazken, üniversite yönetimi bir hiyerarşik yapının dışına çıkamazken…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Oyan, konuşmanızı tamamlayınız.

OĞUZ OYAN (Devamla) – …ne öğrencisi ne öğretim elemanı -yardımcı- üniversite yönetimine katılamazken, böyle bir dokudan özgür bir bilimsel gelişmeyi bekleyebilir misiniz? Buradan olsa olsa az gelişmiş ülkeye uygun, az gelişmiş kafalar üretirsiniz ve böylece de olduğunuz yerde patinaj yaparsınız.

İlginiz için teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Oyan.

Sayın milletvekilleri, birleşime on beş dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 16.03

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 16.25

BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu), Gülşen ORHAN (Van)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 87’nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

487 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine devam ediyoruz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Sayın Başkanım, bir söz talebiniz vardı, size söz veriyorum.

Komisyon adına, Komisyon Başkanı Sayın Mehmet Sağlam. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; aşağı yukarı 3’üncü gündür altıya yakın vakıf üniversitesinin kurulmasıyla ilgili konularda tartıştık ve aşağı yukarı sonuna geldik.

Şimdi, ilk önce şunu söylemek istiyorum: Birçok arkadaşımız haklı eleştirilerde bulundu “Neden yeni üniversiteler kuruyorsunuz? Neden bu kadar acele yapıyorsunuz?” diye.

Dünya ne yapıyor? Dünyaya bakıyorsunuz, aşağı yukarı 20’nci yüzyılın başında çok düşük düzeyde çağ nüfusunu yükseköğretimden geçiren ülkeler birdenbire İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bundan vazgeçmişler, daha doğrusu elit eğitimden kitle eğitimine geçmişler. 1970’lerde, 1980’lerde, aşağı yukarı, asrın başına göre 5 misli, 10 misli artmış yükseköğretimdeki çağ nüfusunun eğitilmesinin oranı. Amerika’da bile yüzde 4 asrın başında. Hâlbuki geçen yıl Macaristan çağ nüfusunun yüzde 50’sini yükseköğretimden geçirmek üzere kendisine hedef koyuyor. 1960’larda aşağı yukarı bizimle eşit olan Kore yüzde 80’lere gelmiş. Bunun yüzde 55’i de dört yıllık örgün lisans eğitimi mezunu.

Dolayısıyla dünyada artık, insan gücü planlamasına dayanan, “Devletin ne kadar ihtiyacı var, ekonominin ne kadar ihtiyacı var?” meselesini ilk defa Japonlar terk ettiler, dediler ki: “Nüfusun ne kadarını okutursanız o kadar yarar sağlarsınız, ne kadarını çok uzun dönem okutursanız o kadar yararlı vatandaşlar elde edersiniz; en az, sokağa daha az tükürür, daha sorumlu vatandaş olur, yeni girişimlerde bulunur, yalnız işe kadro yapmaz, kadro yaratır.” Toplumlar böyle geliyor, inovasyon böyle oluyor, yenilikler böyle oluyor.

Şimdi, neresinden bakarsanız bakın, Türkiye’nin bugünkü yükseköğretimdeki lisans düzeyindeki örgün eğitim çağ nüfusunu okutma oranı yüzde 20’ler civarında. Şimdi, “Yüzde 34’e, 44’e yaklaşıyoruz.” sözlerinin altında yatan şu: Bunun üçte 1’i meslek yüksek okullarında, üçte 1’i açık öğretimde. Dünyanın konuştuğu, lisans düzeyindeki dört yıllık üniversiter, formasyon veren eğitim. Öyleyse, neresinden bakarsanız bakın, azami kapasitede çalıştığına göre üniversiteler, yeni kapasite yaratmanın yolu yeni üniversiteler açmak. Dolayısıyla, bu yol yanlış yol değil.

Çok değerli arkadaşlarımız çok değerli eleştirilerde bulundular, hepsine teşekkür ediyorum ama şu nokta doğru: Yeni kapasite yaratmak zorundasınız çünkü bir yükseköğretim talebi var. İşte 1,5 milyon genç sınava girdi, “Okumak istiyoruz.” diyorlar, e bunlara kapasite yaratabilmeniz için, ne kadar mümkünse o kadar zorlamışsınız mevcut yükseköğretim kurumlarınızı, yeni yükseköğretim kurumlarına ihtiyaç var. İşte açılıyor.

Ha arkadaşlarımız diyor ki öteden beri, vaktiyle liseler açılırken “Bir müdür bir mühür, burada lise mi olur?” eleştirileri vardı. Onun gibi bugün de “Bu yeni üniversiteler, işte Türkiye’nin bütün illerinde açıldı; gelişmiş iller var, gelişmemiş iller var, bunlar nasıl yapılacak?” diyorlar. Şimdi, tasavvur ediniz ki, Orta Doğu Teknik Üniversitesi 1955-56’larda bir askerî barakada eğitim veriyordu, birkaç askerî barakadaydı. Şimdi, bakınız dünya çapında bir üniversite olmuş. Sonra, bu işte “Dünyadaki üniversiteler arasındaki yerimiz şudur budur…” gibi komplekslere girmeye gerek yok, dünyadaki üniversitelerin sırasını tespit eden, ciddi manada, bilimsel manada bir resmî rakam yok. Birtakım özel kuruluşlar var, bunlar kendilerine göre birtakım istatistikler yapıyorlar, işte “İlk 500’e şunlar girdi, bunlar girmedi.” vesaire. Ama şu bir gerçek: 1981 yılında Yükseköğretim Kurulu kurulduğu zaman Türkiye'de sadece 19 üniversite vardı, çağ nüfusunun sadece yüzde 7’sini okutabiliyorduk, bugün Türkiye'de 140, 150’ye yakın üniversite var, çağ nüfusunun aşağı yukarı yüzde 20’sini okutur hâle gelmişiz. Açık öğretimi ve meslek yüksekokullarını da katarsanız bu aşağı yukarı yüzde 40’lara yaklaşmış.

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Yüzde 20 yeterli mi?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) – Yüzde 20, dört yıllık lisans düzeyi için söyledim, bu yetmez çünkü dünyadaki ölçü şudur: Eğer siz çağ nüfusunun en az yüzde 30’unu dört yıllık üniversite formasyonunda, örgün eğitimde okutamıyorsanız gelişmiş ülke sayılamazsınız. Gelişmiş ülkelerin -neresinden bakarsanız bakın- asgari yüzde 30’u dört yıllık formasyon eğitimi almaktadır bugün. Öyleyse hedef bu olmalıdır. Buna yaklaşmak için neler yapmalıyız? Şimdi, tabii ki kolay değil üniversite kurmak yani öğretim üyesi yetiştirmek lazım, belki parayı verirseniz kampüsler kurabilirsiniz, çok kolay ama bir kişinin üniversiteyi bitirip sınıfa girmesi aşağı yukarı beş altı sene alıyor, dolayısıyla öğretim üyesi yetiştirmek zaman alır. Bunların sıkıntıları olacaktır ama bir yerden başlayacaksınız yani başlamazsanız hiç gelişmez. Dünyada hiçbir üniversite gökten zembille gelişmiş üniversite olarak inmez, bir yerden başlanır. Aynen bir çocuğun doğumu gibi, bu gelişir, gittikçe delikanlı olur, gittikçe olgunlaşır, vesaire.

Şimdi, iktidar muhalefet bize düşen şu, diyeceğiz ki: “Arkadaş, bu kadar üniversite açtınız.” Bu doğru, 140’ı buldu. Oradaki ölçüyü de söyleyeyim: Her yarım milyon nüfusa asgari bir üniversite diyorlar. Türkiye 72 milyon olduğuna göre 144’e kadar üniversite, dünyanın gösterdiği asgari standartlarda gerekli olan bir şey.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Bunu sonradan mı öğrendin, bakanken bilmiyor muydun?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) – Ama şunu da söyleyeyim: Şimdi, bu üniversiteler mademki açıldı, iktidar olarak, muhalefet olarak bence biz demeliyiz ki: “Tamam arkadaş, bu üniversiteleri açtınız; şimdi bunlara öğretim üyesi yetiştirin, bunlara para verin, kampüslerini bir an evvel kurun, her türlü ihtiyaçlarını karşılayın.” Bunu demek bence daha doğru bir yol olur. Bu konuda eleştiri yapan arkadaşlarımız oldu, kendilerine tekrar teşekkür ediyorum ama konuyla hiç ilgisi olmadan, işte “Bir mühür, bir müdür…” Oradan oturup, işte “Siz okuryazar mısınız? Devletin Millî Eğitim Bakanına “Siz okuryazar mısınız?” demek kime ne kazandırır? Eleştiri böyle olmamalı.

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Devletin Millî Eğitim Bakanının onu kendine söyletmemesi gerekiyor. Söyleyene değil söyletene bakacaksınız.

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) – Efendim, şimdi, tabii o sizin takdiriniz de bunu söylemenin daha medeni bir yolu olmalı diye düşünüyorum.

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Söyletmemeli.

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) – Daha medeni bir yolu olmalı diye düşünüyorum.

ALİ KOÇAL (Devamla) – Söyletmeyecek davranışlar içerisinde olmalı.

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) – Şimdi, elbette ki Millî Eğitim Bakanının eğitimi hepimizin malumu. “Okuryazar mısınız?” demek yakışıyor mu? Benim söylemek istediğim o. Eleştirecekse eksik olanı, fazla olanı söyleyebilir. Şimdi, burada birçok arkadaşımız…

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Otomatiğe bağlanınca öyle oluyor.

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) – …bayağı ciddi anlamda hepimizin yapması gereken, düşünmesi gereken eleştirilerde bulundu. İşte, “öğretim üyelerinin ücretleri” dedi, “yetiştirilme tarzları” dedi, “Kampüsler bir an evvel kurulmalı.” dedi, “Kolay iş değil.” dedi, hepsini saygıyla karşılıyorum ama özellikle çok ciddi eleştirilerde bulunan bir arkadaşımız son kurulan üniversiteyle ilgili dedi ki “Fatih’in bu kurmuş olduğu vakıfların kendi felsefesine uygun mudur bu Bezm-i Âlem Üniversitesinin kurulması?” Bakınız, şimdi, vakfiyedeki bir cümleyi size arz etmek istiyorum: “Medreseye olgun, fazilet sahibi, ilim ve irfan bakımından akranlarından önce gelen, akli ve naklî ilimlerde kıyas kabiliyetine sahip, asıl ve füru ilimlerde üst düzeyde bulunan, müşkül ve kapalı meseleleri çözmeye muktedir, görünüm ve ahlak itibarıyla herkesçe sevilen, olgun, ciddi, vaktini ilim tahsiline hasreden, ilmin neşrine ve telkinine tam manasıyla önem veren bir kimsenin medreselere müderris olarak atanmasını ve kendisine görevi karşılığı günlük 60 dirhemin ödenmesini…” diye gidiyor. Yani Bezm-i Âlem Üniversitesi yalnız garip gurebayı tedavi etmek üzere, onlara yardım etmek üzere kurulmamış. Diyor ki: “Bitişiğine medrese kurun…” ve medresede de neler olacağını… Beş yüz sene evvel belki, Fatih’in felsefesine uygun olarak -Fatih yalnız şöyle veya böyle şeyde bulunmadı- Fatih’in kurduğu, devlet görevlisi okulları olan enderunlar, dünyada 15’inci yüzyılda kurulmuş üniversiteler, yüksekokullar olarak kabul ediliyor dünya literatüründe. Dolayısıyla, bakınız, istenen nitelikler bu. Sonradan kurulan vakfın, vakfiyesinin sahibinin aynen… Burada başka ifadeler de var yani eğitimle ilgili bu işlerin yürütülmesine dair. Dolayısıyla, zannediyorum ki önemli olan, buralarda eğitim müesseseleri kuruluyor, üniversiteler kuruluyor. Vakıf üniversitelerinin yanlış anlaşılmaması lazım, bunlara otomatikman devletin bir yardımı söz konusu değil, en az mevcut üniversitelerin bilimsel sıralamasında yarının üzerine çıkabildikleri takdirde cari masraflarına belli bir para ekleniyor; aksi takdirde, öğrencilerden aldıkları paralar, kendi yarattıkları paralarla kendi kendilerini idare etmeye çalışıyorlar. YÖK’ün bunlara çok nadir, o da en gelişmiş olanların bilimsel bakımdan belki ileri gidenlerine, belli ölçüde bir yardımı var, bunun dışında bir yardım söz konusu değil.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Sağlam, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun efendim.

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) – Dolayısıyla, vakıf üniversitelerinin özellikle özel üniversitelere dönüştüğü ve özel üniversitelerin hatta kurulması gerektiği gibi de düşünceler var. Dünyada da, baktığınız zaman, en ileri gitmiş özel üniversiteler vakıf olarak kurulmuş üniversitelerdir. Biliyorsunuz, bunların mal varlıkları, üç yıl içerisinde öğretime başlayamadıkları takdirde veya öğretim ve eğitimi beceremedikleri takdirde diyelim, bir devlet üniversitesine, üniversiteye tahsis ettikleri bütün mal varlığı ile öğrencisiyle beraber o devlet üniversitesine devrediliyor. Buradaki en büyük güvence bu. Bunların özel üniversitelerden yani firma gibi kurulanlardan farkı da bu. Dünya da böyle yapıyor, Türkiye de böyle yapıyor. Dolayısıyla, bunlar en azından bir devlet görevini kendileri de üstlenmiş oluyor. Dolayısıyla yaptığı işlerin karşılığında, belli düzeyde öğrenci yetiştirdikleri zaman, belli bir devlet yardımı alıyorlar. Onun için, arkadaşlarımız müsterih olabilirler. Gerçekten, yaptığımız iş bu ülkenin gençlerine hizmet olacaktır ama takip edelim, bunların daha ileri gitmesi için her türlü, devletin yapması gerekenleri söyleyelim. Bu, belki bizim Meclis olarak da görevimiz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Sağlam.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Adana Milletvekili Sayın Yılmaz Tankut. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA YILMAZ TANKUT (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 487 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın yürürlük maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, akademik eğitim ve öğretim elbette fevkalade önemlidir. Bu bakımdan bizim yeni üniversite açılmasına karşı olmamız elbette ki mümkün değildir. Hiç kuşkusuz ki akademik eğitimin yaygınlaştırılması, daha fazla gencimizin üniversite eğitiminden faydalanması üniversite sayısının çoğaltılmasını gerekli kılmaktadır ancak bu yapılırken hedef ve amacın iyi belirlenmesi, ihtiyacın iyi tahlil edilmesi gerekmektedir diye düşünmekteyiz. Yani bir üniversite açılmasına karar verilirken eğitim ve öğretimde, ekonomide, sanayide, ticarette, teknolojide, bilişimde ve bunlar gibi diğer alanların alt kollarında ne kadar eğitmen, mühendis, ekonomist, tekniker, bilişimci ve diğer personele ihtiyaç vardır, bunların iyi hesap edilmesi, ona göre akademik eğitim ve öğretim planlamasının yapılması lazım gelmektedir yoksa bu ihtiyaçlar dikkate alınmadan açılacak her üniversitenin diplomalı üniversiteli sayısını artırmaktan, başka bir ifadeyle yeni diplomalı işsiz sayısını fazlalaştırmaktan başka hiçbir katkısı olmayacaktır.

Diğer taraftan, çok önemli bir husus da eğitim ve öğretimde var olan mevcut kalitenin sürdürülebilir olup olmadığıdır. Dahası, yeni bir üniversitenin mevcudu korumaktan öte var olan kaliteyi yükseltip yükseltmeyeceğidir. Yeni bir üniversite açılırken akademik eğitim ve öğretimde kalitenin daha da aşağı çekilmesine fırsat verilmemelidir. Bugün mevcut tablo çerçevesinde, birçok üniversitemizde hâlen pek çok alanda öğretim kadrosu ve fiziki imkânlar maalesef yetersizdir ve ne yazık ki üniversite diplomasına sahip milyonlarca gencimiz iş ve aş beklemektedir. Dolayısıyla, vatanına, milletine akademik unvanıyla hizmet edebilme fırsatı bulamamış, istikbalini işporta tezgâhlarında arama mecburiyetinde kalmış sayısız gencimiz mevcut iken, hesapsızca açılacak her üniversite, ülkemizin kaynaklarını israf etmekten, gençlerimizin yıllarını boşa harcamaktan, onların hayallerini yıkmaktan ve umutlarını sömürmekten başka hiçbir işe yaramayacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; özel üniversitelerden daha ucuz eğitim imkânı olduğu için devlet üniversitelerinin çoğalması ise özellikle dar ve sabit gelirli vatandaşlarımızın ortak arzusu ve beklentisidir. Bu bağlamda, Bakanlar Kurulunda kararlaştırılan, Meclis gündemine de getirildiği ifade edilen, yedi ilimize yedi devlet üniversitesi kurulmasına dair tasarruf, ilk bakışta vatandaşlarımız için güzel bir haber gibi gözükmektedir. Ancak, bu tasarrufun, az önce dikkat çektiğim hususlar çerçevesinde değerlendirilmesini, Meclisimizin ve aziz milletimizin takdirlerine sunuyorum.

Bu noktada, bazı hususları, bazı çarpıklıkları da yüce Meclisin huzurunda sizlerle paylaşmak istiyorum. Yedi yeni devlet üniversitesinin kurulacağı iller belirlenirken illerin tespitinde, nüfus, talep ve ihtiyaçlarının pek dikkate alınmadığı gözlemlenmektedir. YÖK’ün teklifiyle, İstanbul’da Medeniyet, Ankara’da Yıldırım Beyazıt, İzmir’de Turgut Reis, Bursa’da Orhan Gazi, Konya’da Konya, Kayseri’de Kayseri, Erzurum’da Erzurum üniversitelerinin kurulması yönündeki tasarrufun, diğer illerin durumu dikkate alındığında adil ve hakkaniyete uygun bir şekilde olduğunu söylemek maalesef pek mümkün değildir. Gönül ister ki adı geçen illerimizde çok daha fazla üniversitemiz bulunsun ve yine gönül ister ki bütün illerimizde kaliteli üniversiteler olsun. Ancak, vatandaşlarımızın da istek ve beklentisi, gerek Hükûmetin olsun gerekse bakanlıkların ya da Meclisin tasarrufuyla olsun, yapılacak yatırımlarda illerin gerçek ihtiyaçlarının dikkate alınmasıdır.

Kurulacak yedi devlet üniversitesinin il seçiminde hakkaniyet ölçüsünün kaçtığını çok bariz bir örnekle izah etmek istiyorum ve bu örneğe seçim bölgem olan Adana’yı göstermem ise, değerli arkadaşlar, hiç abartı olmayacaktır.

Daha önce de yüce Meclis çatısı altında dile getirdiğimiz gibi, Adana’da bugün sadece bir üniversite bulunmaktadır. 2 milyon nüfuslu ilimizde ikinci hatta üçüncü bir üniversite ihtiyacı had safhadadır.

Hâl böyleyken Adana’da bir vakıf üniversitesinin kurulması yönündeki çabalara karşılık, arsa tahsisi konusunda Maliye Bakanlığının işi savsakladığı hatta engellediği şeklindeki algılara neden olan tutumu Adanalı vatandaşlarımızın hâlen hafızasında ve Adanalı vatandaşlarımız bunu hâlen unutmuş değillerdir.

Bu güzel girişimin önündeki bürokratik engellerin bir kısmı şimdilik aşılmış gibi gözükmektedir. Bu vakıf üniversitesi türlü engellere rağmen kurulacak olsa bile, hâlen Adana’nın bir devlet üniversitesine olan ihtiyacı devam etmektedir çünkü Adana ülkemizin en büyük illerinden birisidir ve devamlı iç göç almaktadır. Çevresinde Osmaniye, Hatay, Mersin, Niğde başta olmak üzere pek çok ilimiz ile ulaşımda, ticarette, eğitimde doğrudan ya da dolaylı ama sürekli bir ilişki içerisindedir.

Eğitimin yapıldığı mevsimlerdeki ılıman iklimi, ulaşım imkânları, bereketli toprakları, özellikle soğuk illerimize göre daha kolay yaşanabilir olması, bu kentimizi yükseköğrenim görmek isteyen gençlerimiz için de cazip bir hâle getirmektedir. Ancak Adana’da benim de mezunlarından birisi olarak büyük bir mutluluk duyduğum sadece, bir tek Çukurova Üniversitesi bulunmaktadır.

Çukurova Üniversitesi 12 fakülte, 4 yüksekokul, 8 meslek yüksekokulu, 1 devlet konservatuvarı, 3 enstitü ve 23 araştırma ve uygulama merkeziyle ülkemizin gelişmiş üniversiteleri arasında yer almaktadır. 33 bin civarındaki öğrencinin eğitim gördüğü bu ilim yuvası, çevre ve hatta uzak illerimizin de baskısı altında olan 2 milyonluk bir kentte, takdir edersiniz ki, asla yeterli olmamaktadır.

Bazı rakamlara bakıldığında da belirlenen yedi ilimize karşılık, Adana’nın dışarıda tutulmasının asla adil olmadığı çok net bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Değerli arkadaşlar, bakınız, 4 milyon 650 bin nüfuslu başkentimiz Ankara’da 4’ü devlet, diğerleri vakıf, TSK ve emniyete ait olmak üzere 16 üniversite bulunmakta ve yaklaşık 290 bin kişiye 1 üniversite düşmektedir. Nüfusu 13 milyon civarında İstanbul’da 7’si devlet olmak üzere toplam 33 üniversite bulunmaktadır. Yakın zamanda yeni vakıf üniversiteleriyle birlikte bu sayı 40’ı bulacak ve 325 bin kişiye 1 üniversite düşecektir. Diğer taraftan, yeni kurulacak üniversitelerle birlikte İzmir’de 552 bin, Konya’da 500 bin, Erzurum’da 400 bin, Kayseri’de 400 bin ve Bursa’da ise 1 milyon 250 bin kişiye 1 üniversite düşecektir ve ne yazık ki, toprağından bolluk ve bereket fışkıran, güneyimizin incisi, tarım ve sanayi kenti olan Adana’da ise 2 milyon kişiye sadece ve sadece 1 üniversite düşmektedir.

Az önce Komisyon Başkanımız Sayın Sağlam buradan ifade etti, ortalama her 500 bin kişiye 1 üniversite düşmesinin olumlu olacağına dair beyanlarda bulundu. Bu sözler çerçevesinde de Adana’ya büyük bir haksızlık olduğunu buradan, yeniden kendilerine hatırlatmak istiyorum.

Dolayısıyla, adı geçen illerimizin bir kısmı gerçekten yeni bir üniversiteye ihtiyaç duyabilir ve bizim buna da hiçbir itirazımız olamaz ancak bazı illerimize de fazlasıyla bir pozitif ayrımcılık yapıldığı, öbür yandan Adana örneğini dikkate aldığımızda ise, Adana’ya fazlasıyla negatif bir ayrımcılık yapıldığı da çok net olarak ortaya çıkmaktadır.

Az önce söylediğim rakamlar ışığında yeni bir devlet üniversitesini en çok hak eden ilin Adana olduğu açık bir gerçektir. Şimdi buradan Sayın Bakana sormak istiyorum: İllere yeni devlet üniversiteleri kurulurken hangi ölçütler dikkate alınmaktadır? Mevcut istatistikler çerçevesinde Kayseri’ye ve diğer bazı illerimize sağlanan bu özel ayrıcalığın sebebi, nedeni nedir? Mevcut istatistikler ve konumu itibarıyla Adana bu yedi il arasında niçin yoktur? Vakıf üniversitesi kurulmasının önüne çıkarılan engeller de dikkate alındığında, Adana’ya yapılan bu haksızlığın özel bir sebebi ve nedeni var mıdır? Bu sorular sadece benim değil 2 milyon Adanalı adına on binlerce vatandaşımızın kafasındaki suallerdir.

Sayın milletvekilleri, sözlerime son vermeden önce iktidar partisinin Adana milletvekillerine de seslenmek istiyorum: Adana Ticaret Odasının girişimleriyle bir vakıf üniversitesinin kurulması için gerekli olan arsa tahsisi konusunda Maliye Bakanlığının ve Millî Eğitim Bakanlığının yapıcı olmayan yaklaşımları, hatta engellemeleri söz konusu idi. Biz muhalefet olarak bu sorunu hep takip ettik ve gündemde tuttuk, gündeme getirdik.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Tankut, buyurun.

YILMAZ TANKUT (Devamla) – Kamuoyunun da baskıları sonucu bu sorun şimdilik belirli bir ölçüde aşılmış gibi gözükmektedir. Sizler iktidar partisinin Adana milletvekilleri olarak bu problemler yoğun bir şekilde yaşanırken Adana’da kamuoyunun önüne çıkamadınız. Ancak ne zamanki bu sorun çözüm sürecine girmeye başladı, işte o zaman basının karşısına geçip Adanalıya hâlen henüz gerçekleşmemiş olan üniversite müjdesini verdiniz.

Şimdi yine kurulması planlanan devlet üniversiteleri konusunda da Adana’nın AKP İktidarı tarafından dikkate alınmaması karşısında AKP Adana milletvekili olan arkadaşlarımız sessiz kalmakta ve Adana’nın hakkını savunmamaktadırlar. AKP’nin Adana milletvekili olan arkadaşlarımıza buradan bir çağrıda bulunmak istiyorum: İşte Meclis, işte kürsü, işte mikrofon, susmayınız, geliniz bu haksızlığa karşı olduğunuzu samimi olarak ilan ediniz. Böyle yapınız ki Adanalı hemşehrilerimiz de, biz de sizleri alkışlayalım diyor, bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tankut.

İnşallah, en kısa zamanda Adana’ya iki veya üç üniversite açılır, hep beraber gayret edelim, yakışır.

Şahsı adına Tekirdağ Milletvekili Necip Taylan.

Sayın Taylan, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

NECİP TAYLAN (Tekirdağ) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 487 sıra sayılı yasanın 2’nci maddesinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, burada üç günden beri biraz tartışmalı bir şekilde, altı tanesi de vakıf üniversitesi olan bir yasayı geçirmenin son safhalarına geldik, bitiriyoruz. Bunların tamamı vakıf üniversitesi. Burada dikkatle takip ettim, pek çok arkadaş, özellikle bu “vakıf” kelimesine takıldılar. Yani eğer bunlar devlet üniversitesi olsaydı ne diyeceklerdi bilmiyorum veyahut bu üniversitelerin isimlerinde, temelinde “vakıf” denmeseydi acaba ne diyeceklerdi, onu bilemiyorum. Özellikle bu vakıf meselesine fazla takılındı. Hele hele bir milletvekilimiz, fazla üzerinde durdu ve bunu tarikatlara bağladı, cemaatlere bağladı.

Şimdi, zannediyorum, Sayın Milletvekili bu toplumun gerçeklerinden habersiz. Vakıf ne, cemaat ne, efendim, tarikat ne? Ülkenin sosyolojik yapısını bilmiyor, bunu çok iyi bilmesi, öğrenmesi gerekiyor; burada da çok afaki konuşuyor. Vakıflar, bizim kültürümüzün Anadolu’da bin yıla yaklaşan bir zamandan beri var olan çok temelli sosyal kurumlarıdır ve ciddi kurumlardır. Bugün devletin sosyal güvenlik adına üstlendiği hemen hemen bütün fonksiyonları vakıflar icra etmiştir. Bu konuda yetersiz bilgisi olanlara, yeterli bilgisi olmayanlara vakıflar konusunda birazcık daha derin araştırma yapmayı tavsiye ederim. Eğer biz bu toplumla, geçmişte büyük kültürümüzle, medeniyetimizle övünüyorsak vakıfların burada, bu toplumun birlik bütünlüğünde, gücünde çok önemli bir dinamik olduğunu görürüz. Bugün kurulan vakıfları, bunu hemen tarikat, cemaat falan kavramına indirgeyerek, affedersiniz, çok affedersiniz, tu kaka etmek bence ciddi bir zaaftır, ciddi bir yanlıştır.

Vakıflar, geçmişte farklı yönlerde sosyolojik meselelerde toplumun farklı meseleleriyle ilgileniyorlardı. Mesela, çok az bir şekilde etkili oluyor, öğrencilere burs verme tarzında veyahut işte, sosyal birtakım hizmetler, yurtlar falan yapmak şeklindeydi. Bugün vakıflar, aynı vakıflardır bunlar, bunlar yeni kurulmadı, hedef büyüttü bu vakıflar. Bugün bununla iftihar etmemiz lazım, üniversite açıyorlar, üniversite açıyor vakıflar. Bu, Türkiye için çok ciddi bir kazanımdır.

Efendim, bir de nicelik, nitelik üzerinde çok duruldu. Efendim, neden bu kadar üniversite varmış! Şu kadar devlet üniversitesi, bu kadar vakıf üniversitesi… “Özel üniversite” demiyorlar bunlara, vakıf üniversitesi. Efendim, mukayese edin Japonya’yı, Almanya’yı, batıda gelişmiş ülkeleri, hatta Güney Kore’yi, mukayese edin Amerika’yı. Buralarda nüfusa göre ne kadar, efendim üniversite var. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda…

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Kişi başına gelir ne kadar?

NECİP TAYLAN (Devamla) – Lütfen dinleyin.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda bu ülkenin nüfusu 12-13 milyondu, bugün 6 kat arttı. Bir tek İstanbul Üniversitesi vardı ve bu üniversite… Ben otuz üç yıllık üniversite hocasıyım, içinden geliyorum, bu toplumun üniversitesini de toplumu da çok iyi tanıyorum.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Vah vah! Vah vah!

NECİP TAYLAN (Devamla) – Lütfen…

Üniversite bir kapalı sistemdi. 1950’lerde 60’larda üniversite hocasından, bir profesörden bu ülkede altı ay randevu alamıyordunuz. Tekrar bunu istemiyoruz. Üniversite açılacak, üniversiteyle halk ilgilenecek, iç içe olacak, halkı bütünleştireceğiz üniversiteyle. Bu meseleler geride kaldı artık. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu meseleler geride kaldı. Türkiye bugün 72 milyon, 72 milyon bu ülke.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Taylan, konuşmanızı tamamlayınız efendim.

NECİP TAYLAN (Devamla) – Bu üniversiteler bu ülkeye beş on yıl sonra az bile gelecektir.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – “Bütünleştireceğiz.” dediyseniz gene bir yeri böleceksiniz demektir.

NECİP TAYLAN (Devamla) – Lütfen… Lütfen…

Agresif davrananlar, fikre gerekli cevabı veremeyenlerdir; öfkeliler, hep altta olanlardır, dikkatinizi çekiyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Şimdi, sonuna geldik. Şundan mı korkuyorsunuz, bilinç altında şu mu var bu toplumun: Toplum aydınlanırsa…

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Niyet okuma, falcılık yapma.

NECİP TAYLAN (Devamla) – …toplum okursa, üniversiteyi, dünyayı tanırsa başınıza birtakım sıkıntılar mı gelecek, bundan mı korkuyorsunuz?

Ben bu duygularla yeni üniversitelerin, vakıf, devlet üniversitelerinin bu topluma hayırlı uğurlu olmasını, değerli gençler yetiştirmesini, aydın gençler yetiştirmesini -aydınlık konusunda da ciddi sıkıntıları var bazılarının, biz aydınlıktan korkmuyoruz- diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, bir üniversite akademisyen Hocamız konuştu, şimdi başka bir Arkadaşımız, yine akademisyen bir Arkadaşımız Alim Işık Bey, Kütahya Milletvekilimiz…

Buyurun.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; öncelikle hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Tabii, otuz üç yılını üniversitede geçirmiş bir Hocamızdan sonra, hasbelkader yirmi beş yılını üniversitede geçirmiş birisi olarak ben onun kadar tecrübe sahibi olmadığımı söylemek isterim.

Kendisinin fikirlerine aynen katıldığımı ancak bu konuşmasından şunun anlaşılmaması gerektiğini sizlerle ve kamuoyuyla paylaşmak istiyorum: Buradaki hiçbir değerli milletvekili “Bu vakıf üniversiteleri niye kuruluyor, kurulmasın.” diye bir görüşte bulunmadı.

ÖMER FARUK ÖZ (Malatya) – Diyen var, diyen var.

ALİM IŞIK (Devamla) – En azından ben kendi grubum ve demeyen diğer arkadaşlar adına söylüyorum.

Sadece şunlar söylendi, evet, bu sayısal artışlara karşın nitelik yönünden de artışları hepimizin beklediğini, bunun için ihtiyaç duyulan bazı eksikliklerin giderilmesi gerektiğini söyledik. Örneğin -kendisi de zikretti- üniversite çalışanlarının özlük hakları ve maaş durumları iyileştirilsin, daha iyi çalışmalar yapsın, bu bilimsel çalışmalara dünyanın diğer ülkelerinden birçok bilim adamı çok sayıda atıfta bulunsun ve bu nitelik göstergelerimiz artsın dedik, onun dışında fazla bir şey söylemedik.

Bu konuda dünden beri Sayın Bakanımla bir konuda anlaşmak ve sizlerin de doğru bilgilenmesini sağlamak adına şahsım adına söz aldım. Dün aynen şöyle bir soru sordum kendisine: “Değerli bilim adamı Sabahattin Zaim’in adına kurulan bu üniversitedeki İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi ile Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi hâlen üniversitelerimizden hangisinde eş değer fakültelere denk gelmektedir? Buralardan mezun olacak öğrencilerin unvanları ne olacaktır? Bu fakültelerin altında hangi tür bölümler eğitim - öğretim faaliyetine açılacaklardır? Bilgi verirseniz sevinirim.” demişim.

Aynen tutanaklardan Bakanımızın bu sorumla ilgili ifadelerini okuyorum: “İnsan ve Toplum Bilimleri neyi kastediyor, bir örneği var mı dendi. Türkiye’de şu anda bu üniversitelerde kuruluşu desteklenen bu fakültelerin sistemimizde pek çok örneği var. Koç Üniversitesi, Sabancı Üniversitesi, devlet üniversitelerinden Ardahan Üniversitesi ilk olarak aklıma gelenler. Dolayısıyla burada, sistemimizde olmayan herhangi bir fakültenin bu vakıf üniversitelerinde kurulması söz konusu değil.” dedi.

Bugün düzeltme adına tekrar bir soru sordum, biraz önce siz de duydunuz ama Sayın Bakanımız, soruyu herhâlde yanlış anlamış olsa gerek ki, daha sonra bir yazılı not iletti, kendisine teşekkür ediyorum. “Sayın Milletvekili, Doğa Bilimleri ve Mühendislik Fakültesi, İstanbul Şehir Üniversitesi, Sabancı Üniversitesi, Gaziosmanpaşa Üniversitesinde var, İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi -Ben İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesini sordum- Bilkent Üniversitesi, Koç Üniversitesi, Ardahan Üniversitesinde var.” şeklinde. İlgilerinize de teşekkür ettim.

İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi adına kurduğumuz bu fakülte bazı üniversitelerimizde -ki, Yıldız Teknik Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Işık Üniversitesi gibi üniversitelerde- “insan ve toplum bilimleri bölümü” olarak var. İçimizde birçok öğretim üyesi var. Şimdi, bir devlet üniversitesinde veya daha önce kurulmuş vakıf üniversitesinde “bölüm” adıyla kurulan bir bölüm şimdi burada, bir üniversitede “fakülte” adıyla kuruluyor. “Bunu düzeltiniz.” dedim. Aslında söylemek istediğim başka bir şey yok, biz katkı yapmak istiyoruz ama Sayın Bakanın ifadesini, kendisine açıklamak için gittiğimdeki ifadesini hakikaten yadırgadığımı da ifade etmeliyim, “Siz neyi ispatlamaya çalışıyorsunuz?” dercesine bir ifadede bulundu. Kendisine bırakıyorum ama saygım sonsuzdur, hepimizin Bakanı. Bu düzenlemeyi mutlaka yapmamız lazım.

Söylemem gereken şu: Bu fakülte ismi doğru ya da yanlış olabilir, burası karar verdikten sonra kurulacak. O zaman biz bu “insan ve toplum bilimleri fakültesi” adını burada koyduysak diğer fakültelerin altındaki insan ve toplum bilimleri bölümlerini kapatmamız gerekir ya da değiştirmemiz lazım. Şimdi, mezunları ne olacak? Birisi fakülte mezunu aynı isimle, birisi bölüm mezunu. Bunun unvanı ne olacak? Bunu YÖK’e bildiriyoruz.

Ben bu konuyu paylaşmak için söz aldım. Kurulan üniversitelerimizin hepsi ülkemize hayırlı olsun ama sayısal artışa paralel olarak mutlaka niteliksel artışın da sağlanması gerektiği hepimizin ortak problemidir.

Tekrar hepinize saygılar sunuyor, “Hayırlı olsun.” diyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Işık.

Sayın milletvekilleri, soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz.

Alim Bey Hocam, soru soracak mısınız, ilk sıra sizde?

ALİM IŞIK (Kütahya) – Soracağım efendim.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Bakanım, biraz önce sordum, cevabını alamadım ama tekrarlıyorum, özellikle arada telefonla aradılar.

Kütahya Valiliğimizin, Kütahya ili Simav ilçesinde kurulması talebiyle size iletilen fen lisesi talebimizin ne aşamada olduğunu ve Kütahyalı hemşehrilerimize bu konuda bir müjdeli haber verip veremeyeceğinizi tekrar sormak istiyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Işık.

Sayın Taner…

RECEP TANER (Aydın) – Sayın Bakan, vakıf üniversitelerinde ve devlet üniversitelerinde kişi başına düşen uluslararası bilimsel yayın sayısı nedir?

Şu anda üniversitelerimizin, vakıf üniversitelerinin dünya üniversiteleri arasındaki yeri kaçıncı sıradadır?

Üçüncü bir soru: Son üç yılda devlet üniversitelerinden kaç öğretim üyesi vakıf üniversitelerine geçmiştir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Dibek…

TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Ben ilköğretimle ilgili bir soru sormak istiyorum Sayın Bakana. Bugün kendisine yönelik açıklamalar vardı basında, İnternet sitelerinde. Bu seviye belirleme sınavlarının böyle çok yapılmasının sakınca yarattığı ama “OKS” dediğimiz bir sınavın, sekizden sonra yapılan sınavın yeniden tek hâlde yapılması yönünde çalışmalar yürüttüğüne dair açıklamaları vardı Sayın Bakanın. Bunlar doğru mudur? Bu üç yıl yani altı, yedi ve sekizde yapılan sınavları kaldırmayı düşünüyor musunuz? Yani son sınıfta mı yapacaksınız? Bu konuda bilgilendirir misiniz Sayın Bakanım?

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Dibek.

Sayın Yaman…

M. NURİ YAMAN (Muş) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, bu üniversitelere hâlen ilköğretimde okuyan çocuklar ileride gidecekler. Ama ilköğretimin bu perişan hâliyle ilgili olarak sadece Malazgirt ilçesinden bir iki örneğini vererek sormak istiyorum. Malazgirt’te şu anda yetmiş tane okulda, ikisi merkezde olmak üzere, tek öğretmenli ve birleştirilmiş sınıflarda eğitim-öğretim veriliyor. Bu okullarda iki, üçüncü sınıflara kadar 1 öğretmen ve bazılarında da beş sınıfta 1 öğretmen eğitim veriyor. Bu ilköğretim kalitesini ne zaman yükselteceksiniz?

İki: Malazgirt’te kendim gözlemlediğim, bütün köy okullarının hiçbirinde tuvalet yok. Öğrenciler ihtiyaçlarını evlerinde görüyorlar ve Malazgirt’in Derik köyüyle ilgili bu tuvalet sorunu basına bile yansıdı. Bu konuda bir projeniz, çalışmanız var mı?

Üçüncü sorum olarak da: İlköğretim müdürlüğüne şu anda vekâleten sekiz yıldır görevlendirme, geçici görevlendirmeyle bir kişi bakıyor ve geçici görev yolluğu ne kadar almıştır? Bu uygulamayı daha ne kadar devam ettireceksiniz?

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Doğru…

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, özellikle bazı iller ve ilçelerde üniversiteler kurulması isteniyor. Tokat ilinde Erbaa, Niksar, Reşadiye ve Zile gibi büyük ilçeler bu konuda bayağı istekliler. İlçelere üniversite kurulmasını düşünüyor musunuz?

İkinci konu: Vakıf üniversitelerinin kurulması için ne tür kriterler koyuyorsunuz?

Üçüncü soru olarak da: Beden eğitimi öğretmenlerimiz çok büyük mağduriyet içerisindedir. Beden eğitimi derslerinin sayısı artırılarak bu öğretmenlere yeni bir imkân verilemez mi?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Birdal

AKIN BİRDAL (Diyarbakır) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Bakandan öğrenmek istiyoruz: Bölge illerinde sınavlarda kopya çekildiğini ileri sürerek sınav yerlerinin başka illere taşınmasını isteyen Profesör İlber Ortaylı’nın bu görüşü bölge illerinden ırkçılık ve ayrımcılık yaptığı konusunda tepkiler aldı. Sayın Bakanlık bu konuda ne düşünüyor?

İkincisi: İzmir ve Ankara’da özel dershanelerin kapatılması ve üniversite sınavlarının kaldırılması konusunda demokratik taleplerini bildirirken polis baskısıyla karşı karşıya kalan ve gözaltına alınan öğrencilerin durumuna ilişkin ne düşünüyorlar?

Üçüncüsü de: Taş atarken eğitim hakkından ve özgürlüğünden yoksun bırakılan çocukların eğitimlerinden yoksun bırakılamayacağına ilişkin Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin uygulanması konusunda ne düşünüyorlar?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Paksoy, son olarak, buyurun.

MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, Yükseköğretim Kuruluna karşı olan ve en çok tenkit eden partilerden biriydiniz. YÖK konusunda bir düzenleme yapmak veyahut tümden kaldırmak gibi bir çalışmanız var mıdır? Yoksa YÖK konusunda düşünceleriniz mi değişti? Değiştiyse niçin değişmiştir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, buyurun.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

İlk soru, Kütahya’nın Simav ilçesine fen lisesi talebinin ne noktada olduğu. Hepinizin de bildiği gibi fen lisesi, sosyal bilimler lisesi, Anadolu liseleri ve Anadolu öğretmen liseleri ilçelerimizde veya illerimizde belli kriterlerin gerçekleştirilmiş olması koşuluyla, ilçenin nüfusu ve diğer ölçekler baz alınarak kararlaştırılıyor. Simav ilçesinden de bu yönde bir talepte bulunuldu. Bildiğiniz gibi bu yıl Kütahya’nın iki ilçesine, Tavşanlı ve Gediz ilçesine fen lisesi kurulması kararı verildi, Simav’ın da talepleri bu doğrultuda değerlendiriliyor ve inşallah, özellikle fen lisesi, sosyal bilimler lisesi gibi ortaöğretim kurumlarımız içerisinde son derece başarılı eğitim veren kurumlarımızın tüm Türkiye’de, illerimizde, ilçelerimizde yaygınlaştırılması için çalışmalarımızı sürdürüyoruz.

Vakıf üniversitelerinde ve devlet üniversitelerinde ne kadar bilimsel yayın yapıldığı son üç yılda… Bu sorular gerçekten çok ayrıntılı. Benim şu anda önümde var, 2008 yılında tüm üniversitelerde yayımlanan yayınlara göre sıralaması var ama bu çok uzun ve kapsamlı, isterseniz birkaç örnek verebilirim. Şu anda fotokopisini çektirip size ulaştırabilirim, yazılı olarak cevaplandırabilirim. Üniversite adı Yükseköğretim Kurulu sayfasında da var ama şu anda da ulaştırabilirim. Örneğin, İstanbul Üniversitenin yaklaşık 1.196 civarında. Bir vakıf üniversitesi örneği vermek gerekirse buradan, Başkent Üniversitesi 509. Yani, dün de ısrarla belki söylendi: “Yükseköğrenim kurumlarımız, yani üniversitelerimiz, zannedildiği gibi, çoğu zaman kamuoyunda da yer aldığı gibi, dünya sıralamasının çok altında, dünya ölçeğinde bilimsel yayınlar ve çalışmalar olarak giremiyor.” söylemini doğrulamıyor elimizdeki bilimsel veriler. Birçok alanda, bazı alanlarda -özellikle tıp fakültesi, eczacılık, veterinerlik gibi- ilk 10-12 arasında yer alıyoruz ama genel ortalamada, dünya ortalamasında bilimsel yayın olarak üniversitelerimiz ilk 17’deler, 17-18 aralığında gidiyorlar. Dolayısıyla üniversitelerimiz bu anlamda başarılı bir grafik izliyorlar dünya bilimsel çalışmaları doğrultusunda.

Aynı zamanda, vakıf üniversitelerinin veya üniversitelerin çok kurulmasına ilişkin -Sayın Başkan da, Komisyon Başkanımız da sıklıkla söyledi- gerçekten, üniversitelerin kuruluşuna ilişkin ileri sürülen bu tezler, itirazlar, yeteri kadar yükseköğrenim öğretim görevlisinin olmadığı, bunların birer tabela şeklinde cereyan edeceği… Her şeyden önce, vakıf üniversitelerinin kontenjanları çok düşük. Zaten bugün genel yükseköğrenim içerisindeki, devlet üniversiteleri içerisindeki payları da yüzde 10 civarında bile değil. Dolayısıyla biz, vakıf üniversitelerinin bu anlamda, birçoğunun da belli alanlarda ihtisas yapabilecek üniversiteler olarak kurulmalarını destekliyoruz. Her ne kadar burada defalarca dile getirdiysek de, gerçekten çok genç ve çok dinamik bir nüfusa sahibiz ve bu genç, dinamik nüfusun en az yüzde 50’sinin yükseköğrenim görmesini sağlayacak bir sistemi pratize etmemiz lazım. Bir yandan devlet üniversitelerini kurarken, -ki konuşmalarda da değinildi- şu anda Meclise sevk edilen, henüz komisyonlarda görüşülmemiş yedi devlet üniversitesinin kuruluşuyla da ülkemizde yükseköğrenim görme talebini karşılama yolunda önemli bir gayret içerisindeyiz.

Seviye belirleme sınavı konusunda bir soru geldi, Sayın Dibek sordu. Seviye belirleme sınavı hepinizin de bildiği gibi üç yıl önce Ortaöğretime Geçiş Sınav Sisteminde değişiklik yapılarak uygulamaya konulan bir sistem ve yine hepinizin bildiği gibi yeni bir sistem. Dolayısıyla, Millî Eğitim Bakanlığı, her şeyden önce, uygulanan sistemler üzerinde, seviye belirleme sınavı, bundan amaçlanan sonuçlar, bu sonuçların gerçekleşip gerçekleşmediği gibi alanlarda kendi iç denetim mekanizmasıyla birlikte bir değerlendirme çalışması yapıyor. Seviye belirleme sınavının yeni bir sınav sistemi olması, uygulanmasına ilişkin çıkan aksaklıkların veya bu yöndeki itirazların önce eğitim araştırması çerçevesi içerisinde bağımsız bir bilimsel kurul tarafından incelenmesi için bir çalışma başlattık. Bunun yanı sıra, eğitimin tüm paydaşları olan öğretmenler, veliler ve öğrenciler üzerinde de bir çalışma yapıyoruz. Tabii ki bu çalışmalarımız neticelendikten sonra, önümüze gelen sonuçlar doğrultusunda, yeniden, öğrencilerimizin seviyelerinin belirlenmesi konusunda uyguladığımız sınav sisteminde gerekirse bir değişikliğe de gidebiliriz ama şu anda olgunlaşmış bir karar yok, oluşturulmuş bir karar da yok. Dolayısıyla, bu gerçekleştiği zaman da zaten kamuoyuyla paylaşacağım.

Sayın Başkanım, sanıyorum sürem doldu, teşekkür ediyorum.

Diğerlerini yazılı olarak cevaplandıracağım.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, madde üzerinde…

M. NURİ YAMAN (Muş) – Sayın Bakanım, sorduğumuz soruların hiçbirine yanıt vermediniz.

BAŞKAN – Efendim…

M. NURİ YAMAN (Muş) – Yazılı olarak vereceğim desin.

BAŞKAN – “Yazılı olarak vereceğim.” dedi zaten.

M. NURİ YAMAN (Muş) – O zaman onu söylesin.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Söyledim, siz duymadınız.

M. NURİ YAMAN (Muş) – Özür dilerim.

BAŞKAN – Madde üzerinde bir adet önerge vardır, önergeyi okutuyorum:

T.B.M. Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 487 sıra sayılı yasa tasarısının 2. maddesinde geçen “yayımı tarihinde” ibaresinin “yayımından üç ay sonra” biçiminde değiştirilmesini arz ederim.

                                                                                                              Kamer Genç

                                                                                                                  Tunceli

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Sayın Genç, buyurun efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 487 sıra sayılı Yasa Tasarısı’nın 2’nci maddesinde verdiğim önerge üzerinde söz almış bulunuyorum. Hepinize saygılar sunuyorum.

İşte, vakıf üniversiteleri kuruyoruz, bunların hemen teşkilatlanması ve faaliyete geçmesi biraz zaman alacağı için yayımı tarihinden değil de yayımından bir müddet sonra yürürlüğe girmesi konusunda verdim önergemi.

Tabii, biraz önce burada Komisyon Başkanını dinledim, teşekkür ederiz. Biz, zaten Sayın Komisyon Başkanıyla uzun zaman beraber de çalıştık. Şimdi, bir metin, eğer bir yasa metni veya bir iç tüzük metni çok açık seçik, net ise elbette ki okumak kadar bir de onu anlamak da önemli. Onun için, yani “okuma yazma meselesi” derken okunan şeyi doğru yorumlamak ve anlamak meselesi yönünde bir tenkitte bulundum.

Bir de, tabii, kendisi, bir geçici maddeyle ilgili, yerinden, Komisyon “Katılıyorum.” dedi, ben de dedim ki: “Katılamazsınız çünkü Komisyon çoğunluğunuz yok.” İç Tüzük’ün 45’inci maddesinde diyor ki: “Eğer komisyon sırasında yeterli çoğunlukta milletvekili yoksa komisyon sözcüsü komisyon raporuna aykırı olarak önerilen öneriyi ya reddeder yahut da o önergeyi komisyona ister.” Bu çok açık yani buna rağmen, Sayın Hocam, bu kadar, “Yetti be, yetti artık.”demenizi de hakikaten yadırgadım ben, çünkü bu çok açık. Yani bu salonda her yapılan yanlışa müdahale etmek bizim görevimiz. Onun için, yani bir kontrol mekanizması da değilim ama biraz vicdanımız elvermiyor. Burada diyoruz ki: Yanlış bir şeyler konuşulmasın, uygulamalar… Çünkü burada bir defa bir yanlış uygulama başladı mı artık o sonuna kadar gider.

Dün de burada konuştum. Bakın burada bizim yapmak istediğimiz, Türkiye'nin kıt kaynakları var, bu kıt kaynakların en iyi değerlendirilmesidir. Bakın gazetenin birisinde diyor ki: “Gazi Üniversitesi Rektörü kendi oğluna özel bölüm açtırdı.” Ben dün burada da konuştum. Genel bir konuşma yaparken konuşmada sarf ettiğim bazı lafları sanki ben Tunceli Üniversitesi için söylemişim diye… Hayır, öyle değil, ben rektörlerle ilgili genel bir konuşma yaptım. Birçok üniversiteye gidip de araştırırsanız, kendi oğlunu, gelinini, yakınını, işte yeğenlerini getirmiştir orada  öğretim görevlisi yapmıştır, ondan sonra en lüks bir şekilde yaşamaktadır, üniversiteye ayrılan o kıt kaynakları en sağlıklı şekilde kullanmamaktadır. Mesela bir düzenleme getirebiliriz; hiçbir rektörün, rektörü bulunduğu üniversitede kendi çocuğunun veya şu kadar dereceye kadar olan yakınlarının o üniversitede belli bir bilimsel kariyer yapmaması lazım. Çünkü yaptığı zaman taraflı oluyor, çünkü torpil geçiyor. Onun için, sağlıklı bir düzen kurmak istiyorsak, sağlıklı bir yapı kurmak istiyorsak…

Biz elbette ki Türkiye’nin cehaletten kurtulup en ileri derecede bir eğitime kavuşmasını istiyoruz. Bir ülkenin en ileri derecede eğitim seviyesine kavuşabilmesi için orada sağlıklı bir eğitim kadrosunun olması lazım. Eğitim kadrosu olmadan, getir, ondan sonra, üniversiteyi açıyorsunuz, orada kaç tane profesör var? Yani bir ortaokul öğretmeni, lise öğretmeni üniversiteye ders vermeye giderse… Zaten onun yeteri kadar bilgisi yok, eğitim konusunda aldığı belli bir birikimi yok. Onun için, hiç olmazsa oraya üniversiteyi bitiren insanları mümkün olduğu kadar belli bir bilgi ve belli bir kültürle almak lazım.

Ben Anayasa Komisyonunda da konuştum. Anayasa Komisyonu Başkanı da karşımda oturuyor. Şimdi, “Ben Sorbonne Üniversitesinde doktora yaptım.” dedi. Ben de orada, Paris’te bulundum ama öyle hocalar vardı ki orada, getiriyorlardı, parayla başkasının tezini alıp, ondan sonra, tercüme ediyorlardı, getirip Türkiye’de “Efendim, ben işte, bakın, doktora yaptım, master yaptım.” diyorlardı. Bunları kendi gözümüzle gördük. Yani bu tip hocalar da var memlekette yani bu durumda hocalar da var. Yani onun için istiyoruz ki aklı, mantığı yeterli eğitimi alacak derecede gelişmiş, öğrenciler karşısında çıkıp da konuştuğu zaman öğrenciye verdiği ders ve onlara yarattığı fikir düzeyi itibarıyla öğrencide saygı yaratan bir…

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Arkanı dön göreceksin, arkanda bir tanesi, orada oturuyor.

KAMER GENÇ (Devamla) – Hah, neyse… Onu kendisi anlatır canım. Onu da siz söyleyin, hepsini ben mi söyleyeceğim?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Genç, konuşmanızı tamamlayınız.

KAMER GENÇ (Devamla) – İşte, tezleri kopya etmeyen, kişiliği teşekkül eden, bilgi seviyesi yüksek, öğrenci karşısına çıktığı zaman öğrenciye anlattığı fikirlerle öğrencilerin saygısını kazanan ve herkesin saygı duyduğu insanların öğretim görevlisi, öğretmen olduğu, profesör olduğu üniversiteler yaratalım ki işte o zaman, orada alınan o kültür ve o bilgiyle talebe piyasaya çıktığı zaman, dolu, dolgun bir fikirle ortaya çıkıyor.

Ben Danıştayda hâkimken hukuk fakültesi mezunu arkadaşlar dilekçe yazmasını bilmiyorlardı arkadaşlar. Yani kaç defa, inanınız, bunlara şahit de olduk. Yani hukuk fakültesini bitirmiş, bir dava dilekçesini yazamıyor. Kaç defa, doğru dürüst dava dilekçesini yazmadığı için dilekçe ret kararını verdik. Hatta dilekçe ret kararına uygun olarak düzenlenen… Yani diyoruz ki kararda: “Ya, şu şu eksik, sen yanlış dilekçeyi hazırlamışsın.” Orada da süresinde düzeltip de vermediği için de vatandaşın hak arama… Ya, davayı kaybetmiştir.

Yani biz diyoruz ki eğitelim gençlerimizi, sağlıklı kadrolarla eğitelim, tüm kaynaklarımızı en iyi şekilde kullanalım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KAMER GENÇ (Devamla) – Teşekkür ederim efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Genç.

III.- YOKLAMA

(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, yoklama istiyorum efendim, oylamadan önce.

BAŞKAN – Sayın Anadol, Sayın Yıldız, Sayın Ekici, Sayın Ünsal, Sayın Keleş, Sayın Güvel, Sayın Köse, Sayın Özdemir, Sayın Karaibrahim, Sayın Süner, Sayın Sönmez, Sayın Ağyüz, Sayın Dibek, Sayın Emek, Sayın Güner, Sayın Susam, Sayın Seçer, Sayın Çakır, Sayın Öztürk, Sayın Aydoğan, Sayın Oyan.

Oğuz Oyan Hocam, sizi de 20’nin içerisine dâhil ettik, onu belirteyim.

Yoklama için üç dakikalık süre veriyorum ve yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

4.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/808) (S. Sayısı: 487) (Devam)

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

3’üncü maddeyi okutuyorum:

Madde 3- Bu kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Madde üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Bitlis Milletvekili Nezir Karabaş, buyurun efendim.

BDP GRUBU ADINA MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; kanun tasarısının 3’üncü maddesi üzerine grubum adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, vakıf üniversitelerinin kurulmasını görüşüyoruz ancak bu görüşmelerde eğitimin genel durumundan ve üniversitelerin mevcut, içinde bulunduğu durumdan bahsetmediğimiz zaman, mevcut “Vakıf üniversiteleri kurulsun mu, kurulmasın mı?” düşüncesi çok anlam ifade etmiyor. Zaten bu tür konularda genelde iktidar partisi şu tarzda tartışmaya açıyor bu tür yasa tasarılarını, tekliflerini: İşte, “Üniversitelerin açılmasını istemiyor musunuz? Vakıf üniversitelerinin bu ülkeye, bu ülke gençlerinin okumasına katkısından başka ne zararı var?” tarzında bir tartışma biçimi. Bu çok gerçekçi değil, doğru da değil. Daha önce de tüm partilerden konuşan hatipler sonuçta Türkiye’de hem devlet üniversitelerinin hem vakıf üniversitelerinin sağlıklı bir şekilde altyapısı hazırlanarak kurulmasının ve üniversite sayısının artmasının bu ülkeye yarar getireceğini söyledi. Kimse bu konuda farklı bir görüşte değil.

Şimdi, bir tarafta ilköğretim ve ortaöğretimde Türkiye’nin durumu… Genelde iktidar partisi, Hükûmet yetkilileri işte, Türkiye’nin geçmiş yıllarını örnek verip, her konuda olduğu gibi, onun üzerinde ne kadar geliştiğini söylüyor olsalar bile, biraz önce Muş Milletvekilimiz Sayın Nuri Yaman’ın sorduğu bir soru vardı Sayın Bakana, Sadece Malazgirt’te, 2’si merkezde olmak üzere 70 ilköğretim okulunda tek derslik ve tek öğretmen olduğunu ki, Bitlis, Hakkâri, Van, Şırnak ve diğer birçok ilde ve yine Karadeniz’in, İç Anadolu’nun bazı yerlerinde bu tür okulların yaygın olduğunu biliyoruz. Yine ortaöğretimde, yıllardır söylenmesine rağmen endüstri meslek liseleri, mesleğe yönelik liselerde sayı anlamında, hem okul sayısı hem de öğrenci sayısı anlamında nispi bir artış olmuş olsa bile bu okulların eğitim kalitesinde, meslek liselerinin altyapısı ve müştemilatının oluşmasında ciddi bir gelişme yoktur. Sadece sayılarda bir artış vardır, bu da hiçbir şekilde hiçbir sorunun çözümünü getirmez beraberinde.

Şimdi, üniversitelere gelirsek, önce vakıf üniversiteleriyle ilgili birkaç şey söylemek gerekiyor. YÖK’ün yaptığı çalışma, vakıf üniversiteleriyle ilgili değerlendirmesine baktığımız zaman, vakıf üniversitelerinin bazılarının çok yüksek oranda öğrenci harcı, öğrenciden eğitim için para almasının yanında bu tür, öğrenciden alınan paranın çok az bir kısmının eğitim-öğretim için harcandığı, diğerinin vakıf üniversitelerinin altyapısı ve diğer çalışmalarında yani özel bir üniversite gibi vakıf hanesine kâr yazıldığını -kendi, YÖK’ün düşüncesidir, bizim düşüncemiz değil- yine bu üniversitelerin öğretim üyesi yetiştirme konusunda bir programlarının olmadığı, mevcut öğretim üyesi, doçent, profesör gibi kadroların çoğunun devlet üniversitelerinden daha yüksek ücret ödeyerek alındığını ve devlet üniversitelerinin de bu nedenle ciddi sorun yaşadıklarını… Bu tespitleri yapıyor. Ve onun dışında şunu söyleyebiliriz: Vakıf üniversiteleri, elbette, hem dünyada hem Türkiye’de önemli örnekler vardır. Eğitim-öğretim alanında ciddi yaklaşan, vakfın gelirinin önemli bir kısmını üniversitelere, açtığı vakıf üniversitesine, orada eğitim görenlerin iyi eğitim görmesine ve altyapısına harcayan vakıf üniversiteleri vardır ama şu anda 45 olan, sayısı 50’yi bulacak vakıf üniversitelerinin önemli bir kısmı da her ne kadar vakıf üniversitesi ve yasalarımıza göre kâr amacı gütmeyen, öğrenci eğitim ihtiyacını kendi bünyesinden karşılamak durumunda olan bu üniversitelerin birçoğu özel üniversite mantığıyla hareket ediyor, kâr mantığıyla hareket ediyor. Öğrenciden aldığı paranın önemli bir kısmını da vakfın veya vakıftaki şahısların, nasıl kullanıyorlarsa bu paraları, oraya aktarıyorlar.

Şimdi, bir de iktidar partisinin sayın hatibi şunu söyledi, vakıflarla ilgili bir değerlendirme yaptı. Doğrudur. Vakıfların, hem Türkiye’de, geçmişte Osmanlıdan bu yana hem de dünyanın birçok yerinde önemli misyonlar yüklendiğini, toplumsal, sosyal, kültürel faaliyetlere destek sunduklarını biliyoruz ama sonuçta vakıflar, sosyal, toplumsal, kültürel alanda belli kesimlerin ihtiyaçlarını, onların isteklerini karşılayan, o düşünceyle hareket eden kurumlardır. Vakıf üniversitelerine izin verildiği zaman, birincisi, vakıfların üniversite kurmak için ayırdıkları bütçeden tutun üniversite için hazırlanan altyapı, üniversitenin kurulacağı yer, üniversitenin birimleri, nasıl bir eğitim yapacağı, bu eğitimin kalitesi konusunda ciddi bir denetim yapılması gerekiyor. Yoksa, bunun örneğini, işte Türkiye’de yaşıyoruz, başka yere gitmeye gerek yok. Kırk beş vakıf üniversitesi var. Bunların birçoğunda yeterince talep de yok, çünkü ciddi bir eğitimleri de yok, diğerleri de aldıkları öğrencilerin birçoğuna iyi bir eğitim vermemenin yanında yüksek paralar alarak, düşük puanlarla alarak insanları üniversite mezunu etmiş oluyorlar. Biz bunu eleştiriyoruz. Bunun karşısında duruyoruz. Bunun ciddi bir denetime tabi tutulması gerekiyor. Bu tür üniversiteler kurulurken buna dikkat edilmesi gerekiyor. Bu tür üniversiteler kurulurken bu vakıfların yapısı, kuracakları üniversite, nasıl bir eğitim yapacakları, tüm bu verilerin hem Komisyonda hem Parlamentoda, Genel Kurulda milletvekillerinin, muhalefet milletvekillerinin, bu konuda talebi olan milletvekillerinin düşüncelerine, onların görüşlerine sunulması gerekiyor.

Diğer taraftan, AKP adına konuşan sayın hatip, üniversiteleri halkla bütünleştireceklerini söyledikten sonra, halk okursa, aydınlanırsa kime ne zararı olur gibi şeyler söyledi. Şimdi, biz, Türkiye’de metropol kentlerde hem eğitimin kalite düzeyi hem öğrenci-öğretim üyesi ilişkileri hem bilimsel anlamda ve fikirsel anlamda tartışmaların yapıldığı çok az sayıda üniversiteyi çıkaralım, hem devlet üniversiteleri hem vakıf üniversitelerinin şimdiki durumuna bakalım.

Şu anda lisede bile, ortaöğretimde, ilköğretimde bile bulunmayan bir sistem işliyor üniversitelerde. Üniversitelerde okuyan öğrencilere ve gençliğe tehlikeli, farklı düşünebilen, sistemin düşüncesinden, iktidardan, bu ülkeyi yönetenlerden farklı düşünebilecek, bunun için kargaşa yaratabilecek insanlar olarak bakılıyor ve istisnasız, özellikle taşrada, bölgede olmak üzere taşradaki, Orta Anadolu, Karadeniz, diğer birçok üniversitede âdeta birer karakol hâlinde üniversiteler. Öğrencilerin her türlü çalışması, her türlü düşüncesi, etkinliği, bırakın dışarıda diğer öğrencilerle, toplumla yaptığı etkinlikler, üniversite içinde dile getirdiği, ders içinde dile getirdiği düşüncelerden dolayı baskı altına alınan, bazen kovuşturmalara uğrayan bir durum var. Bunların tartışılması gerekiyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun efendim, konuşmanızı tamamlayınız.

MEHMET NEZİR KARABAŞ (Devamla) – Teşekkür ederim Başkan.

Siz bunları tartışmadan, bunlara bir çözüm bulmadan, üniversiteleri, bilimin özgürce geliştiği, oradaki hem öğrencilerin hem öğretim üyelerinin her türlü düşüncesini özgürce dile getirdiği, tartıştığı bir ortamı yaratmadığınız sürece, siz her ile değil, her ilçeye bir üniversite kursanız, Türkiye’nin bilimsel anlamda, Türkiye’nin çağdaş anlamda ve üniversitelerin diğer ülkelerin üniversitesine denk gelmesi mümkün değil. Şimdi, Sayın Bakan, Türkiye’deki üniversitelerin düzeyinin diğer ülkelerle kıyaslandığında çok geri olmadığını söylüyor. Evet, biz şuna katılırız: Türkiye’de bazı üniversitelerin standartları gerçekten birçok ülkenin standartlarına yaklaşmıştır ama Türkiye’deki üniversitelerin yüzde 90’ının standardı en geri ülkenin standartlarından çok daha geridir. Bunun tartışılması gerekiyor, bir bütün olarak tartışılması gerekiyor. İşte bir sayın milletvekili sorduğu zaman en gelişmiş iki tane üniversitenin, bir vakıf bir devlet üniversitesinin verilerini vererek bunun üzerini kapatamayız.

Hepinize saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Oğuz Oyan, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Oyan, birkaç saniye rica edeceğim.

Saygıdeğer arkadaşlarım, sayın milletvekilleri, Sayın Bakanım, Sayın Elitaş, arkadaşlar; lütfen oturalım.

Buyurun Sayın Oyan.

CHP GRUBU ADINA OĞUZ OYAN (İzmir) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; efendim, buradaki konuşmalarımızın oylarınızı etkilemeyeceğini biliyorduk. Fakat en azından konuşmalarımız 2 AKP sözcüsünü tahrik etmiş. Belki daha fazla kişiyi ama en azından 2’si burada söz aldı, bize cevap vermeye çalıştılar.

Şimdi, biz, burada, Eğitim Komisyonu Başkanından şunu açıklamasını daha çok beklerdik: Yani, niçin bu vakıf üniversitesi kurulmasına ilişkin tasarı tali komisyonlara gitmemiştir, yani niçin Sağlık Komisyonuna, niçin Plan ve Bütçe Komisyonuna gitmemiştir, bunları açıklamasını tercih ederdik. Keza, burada, bu yeni iç tüzük ihdası yoluyla iki ilave vakıf üniversitesinin gündeme dâhil edilmesi üzerine belki bir açıklaması olabilirdi ama Sayın Komisyon Başkanı bir kere “140 üniversite” dedi, arkasından “144” dedi, ikisini de tutturamadı. Yani Komisyon Başkanı 146’ya çıktığını bilmiyor. Bu olmaz bir şey.

İkincisi: Burada konuşurken bana cevaben dedi ki -aynen okuyorum cümlesini- “Fatih’in bu kurmuş olduğu vakıfların kendi felsefesine uygun mudur bu Bezm-i Âlem Üniversitesinin kurulması?” Fatih Üniversitesi nerede, Bezm-i Âlem nerede? Sayın Komisyon Başkanı havaya girememiş. İki ayrı üniversite söz konusu, biri Fatih, biri Bezm-i Âlem, ikisini birbirine karıştırıyor ve arkasından da “Vakıf senedinden okuyorum.” diyor, Fatih Üniversitesini vakıf senedinden okuyor. E pes yani, pes! Yani vakıf senedinde Bezm-i Âlemin sadece “rüştiye” lafı geçer, yani ortaokul bugünkü tabiriyle; bir yükseköğrenime ilişkin herhangi bir şey yok. Sizin okuduğunuz Fatih’in Vakıf Senedi, ki orada da söylenen… Sizin söylediğinizi tutanaktan okuyorum, o senetten, vakfiyeden: “Bir kimsenin medreselere müderris olarak atanmasını ve kendisine görevi karşılığı günlük 60 dirhemin ödenmesini…” Yani ne diyor Fatih kendi vakfiyesinde? Bir kimseyi medreseye müderris olarak atayın ve 60 kuruş... Nerenden ödeyin? Benim vakfımdan ödeyin 60 kuruşu. Üniversite, medrese kurun falan demiyor, yani ona sadık kalırsak, o okuduğunuz metne. Dolayısıyla burada bu kısır şeyleri bir tarafa bırakalım.

Ne olur eğitimi planlamazsak, ona gelin, ona bakın. Ben size söyleyeyim, ne olur: Dört yüz elli sene önce ne olduysa o olur. Madem tarihe girdiniz, biraz tarih konuşalım. Ne olmuştur dört yüz elli sene önce? Sûhte isyanları olmuştur Osmanlıda. Sûhte, medrese öğrencilerine verilen isimdir. Sûhte isyanları niye olmuştur? Daha o zamandan eğitim planlaması olmadığı için medreselere yığılmıştır bu öğrenciler, sûhteler, sonuçta işsiz kalmışlardır. O kadar cami, çalışabilecekleri o kadar ortam yoktur. Celâli isyanlarını başlatan isyan sûhte isyanlarıdır.

Şimdi Türkiye’de siz ne yapıyorsunuz? Eğitimli gençliğin üçte 1’ini işsiz bırakıyorsunuz. Gelin buna cevap verin, bu soruna çözüm bulun. Üniversite açmak marifet değil, onu söylüyoruz. Tabii ki Türkiye üniversite açacak Türkiye’nin nüfusuna, Türkiye’nin gelişmesine bağlı olarak. Mesele bu değil. Mesele:

1) Niteliği konuşabiliyor musunuz? O noktaya geldiniz mi? Orada müthiş bir nitelik kaybı var, değer aşınması var ve daha da aşındırıyorsunuz.

2) Üniversite mezunlarına “Bana ne!” diyen bir Başbakan tarafından yönetiliyoruz, “Onlara iş bulmak bizim işimiz değil.” Böyle bir şey mi olur? Buna çözüm bulacaksınız.

Osmanlı aydınlanma devrimini ıskaladığı için padişah fermanıyla rasathaneyi bombalatırsınız. Yine aydınlanma devrimini ıskaladığınız için matbaanın kurulmasını iki yüz elli yıl geciktirirsiniz. Yani bize medrese modelini örnek göstermeyin burada. Burada bizim tartışacağımız mesele bu değil.

“Bizde hiç Galileo vakası olmamıştır.” Evet olmamıştır çünkü Galileolar yetişmemiştir, Galileolar ortaya çıkamamıştır, aydınlanma devrimi hiç olmamıştır. O yüzden de yani “Bizde böyle vakalar olmadı, Bruno yakılmadı…” Evet ama yani sizde de bilim gelişmedi, bizde gelişmedi.

Şimdi, burada çok değerli bir arkadaşım da bize vakıflar konusunda derin bilgilerini aktardı. Burada sırf vakıfların, bu cemaatler meselesinin gündeme getirildiğini söyledi. Aslında vakıfları konuştuğumuz için, burada altı tane vakıf üniversitesi kuruluyor. Yoksa, keşke sadece cemaatler bu vakıflarla sınırlı olsaydı. Devlet üniversitelerine nüfuz etme olayı vardır, devlet üniversiteleri. Biz burada o konuyu çok fazla gündeme taşımıyoruz çünkü konu dışına taşırmayalım diye ama maalesef Türkiye’deki eğitimde devlet üniversitesi eliyle de -özellikle Anadolu’da kurulan birçok üniversitede ama şimdi İstanbul vesairede de- onlar eliyle de birtakım gelişmeler olmaktadır, nüfuz etmeler ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla sorun büyüktür. O değerli arkadaşım vakıflar konusunda benim ne söylediğimi anlamak istiyorsa tutanakları dikkatlice okumasını kendisine öneririm.

Şimdi, burada hep söyledik: İnancın bilimi yönetmesine izin vermeyeceksiniz. Bu olmaz, ikisini aynı şeyde tutamazsınız. Ticaret bilimi yönetirse, yönlendirirse gene olmaz. Yani, burada bilim, ticaretin… Ha o bir tek yerde TOBB üniversiteler kuruyor ve adına “ticaret üniversiteleri” diyor. Belki bir tek orada yakın. Anayasa’ya aykırı gerçi, Anayasa çünkü ticari amaçla üniversite kurulmasını yasaklıyor, vakıf veya devlet ama hiç olmazsa TOBB ya da ona bağlı odalar adına “ticaret üniversiteleri” diyorlar. Orada hakikaten ticaretle, yapılan işle şey biraz daha uyumlu gözüküyor, Anayasa’ya uymasa da.

Değerli arkadaşlarım, bakın, ben size öğretim üyesi kalitesinden bahsettim. Bu öğretim üyesi kalitesi, sadece üniversitelerin şeyinde kalmıyor, onlar üniversiteye yönetici oluyorlar, bu kalitesiz diyebileceğimiz türden olanlar. Kalitesini nasıl ölçersiniz? Üniversiteye yönetici oluyor, üniversiteye rektör oluyorlar ve YÖK’e başkan ya da üye oluyorlar. Nasıl? Bir üniversite öğretim üyesinin kalitesini somut ölçme kriteri nedir? Ben size bir tane örnek vereyim: İntihal vakalarıdır. “İntihal” nedir? Türkçesiyle aşırmadır, yani başkasının eserinden, başkasının bir bilimsel çalışmasından alıntı yerine...

ŞAHİN MENGÜ (Manisa) – Çalıntı!

OĞUZ OYAN (Devamla) – …çalıntı yapmak meselesidir. Bravo!

Şimdi, intihal bu. İntihal yapana müntehil denir. Şimdi ben size soruyorum: Bu konuda ne gibi adımlar atıyorsunuz? Bugün benim verdiğim, Sayın Bakan da burada, YÖK üyesi eski genel sekreteriyle ilgili bir soru önergesi var. Yani YÖK’ün eski genel sekreteri şimdi hâlen üyesi olan bir kişiyle ilgili olarak, Sayın İzzet Özgenç’le ilgili olarak bir soru sordum. Onunla ilgili 72 sayfalık bir rapor var. Doçentlik tezinin, 72 yılında doktorasını yazmış Hans Achenbach adlı bir Almanın doktora tezinden bunun intihal vakası olduğuna dair 72 sayfalık bir raporla Eğitim-Sen tarafından YÖK’e sunulmuştur. Ben soruyorum: Ne oldu? Kendisi açığa alındı ve soruşturma başlatıldı mı? İnceleme doğrusu. Bununla ilgili ne var mesela? Yani, evet, öğretim üyesi kalitesi derken bahsettiğimiz şeylerden bir tanesi bu. Nerede? Tabii, diyeceksiniz ki YÖK Kurucu Başkanına kadar giden bir intihal vakası olan bir ülkede bunların lafı olur mu?

Bakın, ben size başımdan geçen bir şeyi kısaca söyleyeyim: 2000 yılında bir doçentin bir üniversiteden başka üniversiteye aktarılmasına ilişkin bir vaka geldi önüme yani dosya geldi, ben de jüri üyesiyim. Doçentliğini üç beş ay önce almış, üniversite değiştirmek istiyor. Nereden nereye? Muğla’dan Mersin’e gidecek. Normalde buna bakmaz jüri üyeleri çünkü unvan vermeyecekseniz atarsınız. Benim ilgimi çeken bir şey oldu: Bir kutu kitap yollamış ve bunların üç tanesi son üç ay içinde yazılmış, ders kitabı. Bu kadar hızlı hiç kimse yazamaz. Yani bir yerden kopyalasanız bile eski usulle, yazamazsınız. Biraz bakınca, her bölümde başka bir Türkçe dili olduğunu gördüm. Biri 1950’lerden geliyor, biri 1980’lerin dili. Hemen bir kütüphane çalışması yaptım, 1950’lerde yazılmış maliye kitaplarına baktım, küt yakaladım. Olduğu gibi aktarmış, olduğu gibi ama, o bölümü ondan almış, öbür bölümü öbüründen almış. Bu kadar olabilir! Yani öğrenci bile “Ya bu ne?” der çünkü dil çok eski ve çok yeni. Bunu Mersin Üniversitesine yazdım: “Size geçmek isteyen kişi böyle biridir, ben size otuz sayfalık ekte şeyi de yolluyorum, YÖK’le ilgili işlemleri başlatmayı size bırakıyorum.” Sonra ne oldu? Sonra, duyduğum kadarıyla oraya gitmemiş, orası almamış. Peki ne olmuş? Daha sonra, daha sonraki bir dönemde rastladım o kişinin adına, 9 Eylüle geçmiş ve profesör olmuş. Yani sistem kötüleri ayıklayan bir sistem değil, sistem kötüleri yükselten bir sistem. Yani böyle bir sistem içinde ne yapabilirsiniz?

Değerli arkadaşlarım, yani intihal vakaları kalite açısından çok kritik mesele çünkü bu artık en pespaye durum, bir öğretim üyesi açısından düşebileceği en kötü durumdur.

Bakıyorsunuz, bugünkü basında, Gazi Üniversitesi Rektörü kendi oğlunu almak için özel bölüm açıyor, oraya oğlunu alıyor. Böyle bir bölüm, aslında içinde başka bir şey yok. Böyle bir şey olabilir mi? Bununla ilgili ne yapacaksınız? Soruyorum.

Değerli arkadaşlarım, burada başka şey, bakın, size bir anormallikten bahsediyorum. İlim Yayma Vakfı İstanbul’da Sebahattin Zaim Üniversitesini kurdu. Kim var bu İlim Yayma Vakfının kurucuları arasında?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Oyan.

OĞUZ OYAN (Devamla) – Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Sayın Mehmet Aydın, Sayın Ahmet Davutoğlu. Faal olanlar bunlar. Tabii eski bakanlar var, eski ve yeni milletvekilleri var. Tabii burada eksik olan iki şey var: YÖK Başkanı ile Millî Eğitim Bakanını da buraya katalım. Yani artık Millî Eğitim Bakanı ve YÖK, üniversite, devlet üniversitesini yönetmek alanından çıksınlar, kendi adlarına vakıf üniversiteleri kurmaya başlasınlar. Ne güzel olur değil mi? Yani o tarafta çok başarılı oldunuz, biraz da bu tarafta daha başarılı olmaya çalışın.

Dünyanın hiçbir tarafında, herhâlde, bir başbakanın ve bakanların kurucusu olduğu normal üniversiter yapı içinde vakıf üniversitelerine gidiş olmaz. Bu bir siyasallaşma virüsüdür. Bu virüs Cumhurbaşkanına kadar çıkmaktadır. Rektör atamalarında tamamen böyledir. Yani eskiden, Sezer döneminde liyakate bakılırdı birinci sırada gelmeyenler açısından ama burada ana yol oldu yani birinci sıra dışındakileri atamak ana yol hâline geldi, tali yol falan değil. Dolayısıyla bu siyasallaşmadan kurtarmadan üniversiteleri adam etmek mümkün değildir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Biz yapınca iyi, başkası yapınca kötü.

BAŞKAN – Buyurun.

OĞUZ OYAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bu doğru değil. Bakın, Türkiye’de Sezer, kendisini atayan Hükûmetle bile ters düşme pahasına birçok Hükûmet kararını geri çevirebilmiştir, buradan kanunu çevirebilmiştir…

MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Hiç eleştirdin mi Sezer’i bu konuda şimdiye kadar?

OĞUZ OYAN (Devamla) – …dolayısıyla Sezer, Türkiye’de çok partili dönemin en tarafsız Cumhurbaşkanı olmuştur. Onun için ona hiç şey yapmayın.

MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Siz ona inanın, biz inanmıyoruz.

OĞUZ OYAN (Devamla) – Burada önemli olan cumhuriyet ilkelerini savunması ve aydınlanmayı savunmasıdır.

Değerli arkadaşlarım, bu siyasallaşma, bugün, üniversitelere yardımcı öğretim elemanı, araştırma görevlisi, yardımcı doçent kadrolarının verilmesinde kendini göstermektedir. Eğer o üniversiteyi beğenmiyorsa bunları atamıyor. Üniversiteler nereden beslenecekler? Bunu mutlaka halletmek gerekiyor. Tabii, öğretim üyelerinin mutlaka iş güvencesinde, özellikle yardımcı öğretim üyelerinin, yardımcı doçentlerin, araştırma görevlilerinin mutlaka verilmesi gerekir. 50/d’ye göre araştırma görevlisi almaktan kesinlikle vazgeçmek gerekir. Bu konuda verilmiş kanun teklifim vardır.

Hepinize ilginiz için çok teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Oyan.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Trabzon Milletvekili Süleyman Lâtif Yunusoğlu. (MHP sıralarından alkışlar)

Buyurun efendim.

MHP GRUBU ADINA SÜLEYMAN LÂTİF YUNUSOĞLU (Trabzon) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan kanun tasarısının yürütme maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Tasarının genel gerekçesinde de ifade edildiği gibi, Türkiye'nin genç nüfusunun yükseköğretim talebi yıldan yıla artmaktadır, vakıf üniversitelerinin bu talebi karşılamak için yardımcı olacağı öngörülmektedir.

Türkiye’de, 2002 yılında, 53’ü devlet üniversitesi, 23’ü vakıf üniversitesi olmak üzere toplam 76 üniversite varken, şu anda, her ile bir üniversite kurulması kararından sonra 94 devlet üniversitesi, 45 vakıf üniversitesi olmak üzere 139 üniversitemiz bulunmaktadır. Bu kurulan üniversitelerle birlikte, vakıf üniversitesi sayımız daha da artacaktır.

Türkiye, son sekiz yılda, yükseköğretim kurumları açmaktadır. Üniversite kurulmasına ve gençlerimizin üniversite eğitimi almasına kimsenin itirazı olamaz. Her ilde bir üniversitenin kurulması tabii ki hepimizin arzusu ancak burada nitelikli nesiller yetiştirilmesi de hepimizin arzu ettiği bir durumdur. Ancak biz bu üniversiteleri hangi mantıkla, hangi altyapıyla kuruyoruz, bunlara bakmamız lazım.

Değerli milletvekilleri, bu üniversiteleri kuruyoruz ancak özellikle, Doğu ve Güneydoğu’daki üniversitelerin öğretim üyesi bulamama sorunlarını da basından takip ediyoruz. Öğretim üyesi sorunu öğretim üyesi yetiştirme programlarıyla ortadan kaldırılabilir ancak Hükûmetin, özellikle YÖK Başkanı değişinceye kadar, YÖK ve üniversite bütçelerinde kısıtlamaya gittiğini, araştırma görevlileri için ihdas edilen kadroları sınırladığını da biliyoruz. Öğretim üyesi sorunu, kaynak sorunu varken, kervan yolda düzülür mantığı ile kurulan üniversiteler tabela üniversitesi olmaktan kurtulamaz. 2008-2009 istatistiklerine göre, lisans programlarında öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı 27,7; ön lisans programlarında ise 450’dir. Bu 450 sayısı neyi ifade ediyor? Bu üniversitelerin tabela üniversitesi olmaktan öteye gidemeyeceğinin görüntüsünü veriyor. Daha ilköğretim okullarında, liselerde öğretmen açığı sorununu çözememiş bir iktidarın üniversitelerin öğretim üyesi sorununu çözmesini beklemek de saflık olur. Millî Eğitim Bakanlığı iç denetim raporuna göre, öğretmen açığımız da 133 bindir. Bir tarafta üniversitelerin eğitim fakültelerinden mezun olan işsiz öğretmenler, diğer tarafta 133 bin öğretmen açığı. Bu tablo kabul edilebilir bir tablo değildir.

Değerli milletvekilleri, bir diğer konu ise: Biz, bütün üniversiteleri aynı mantıkla, aynı bölümlerden, aynı programlardan oluşan üniversiteler olarak kuruyoruz. Yani bütün üniversitelerde iktisadi idari bilimler fakülteleri var, bütün üniversitelerde mühendislik fakülteleri var, fen edebiyat fakülteleri var, eğitim fakülteleri var. Şimdi, birçok üniversitemizin eğitim fakültelerinden yetişen, bugün işsiz olan yüzlerce beden eğitimi öğretmeni var. 1980’li yıllarda kırsal kesimdeki ilkokullarda, ortaokullarda müzik öğretmeni, beden eğitimi öğretmeni, resim öğretmeni yoktu, bu derslere diğer öğretmenler giriyorlardı. Bugün, açılan eğitim fakülteleriyle bu sayı artık aşmış, eğitim fakültelerinin beden eğitimi bölümlerinden mezun olan öğrenciler, öğretmen adayları beş yıl, altı yıl, yedi yıl kendilerine öğretmenlik sırasının gelmesini bekliyorlar. Öyleyse bizim eğitim programlarımızda bir aksaklık var demektir. Oysa dünyada eğilimler değişiyor, uzmanlaşan üniversiteler ortaya çıkıyor. Biz bu eğilimleri görmeden üniversite kuruyoruz. Bunun sonucu şudur: Elinde diploması ile işsiz kalan gençler.

Değerli milletvekilleri, işsizlik Türkiye'nin en can yakıcı sorunudur ancak iktidar bu sorunu görmezden gelmektedir. Gençler arasında işsizlik oranı yüzde 25’lere kadar çıkmış durumdadır. Vakıf üniversiteleri kuruyoruz. Vakıf üniversiteleri Anayasa’mıza göre kâr amacı gütmeseler bile öğrencilerden yüksek miktarda para almaktadırlar. Şimdi, bir genç düşünün, dört beş yıl boyunca ailesinin kıt imkânlarıyla vakıf üniversitesinde yüksek paralar ödeyerek okumuş olsun, okulunu bitirsin ve elinde diplomasıyla işsiz kalsın. Ruh sağlığı bozuk, gelecekten endişeli, umudunu yitirmiş, ailesine ve çevresine karşı ezik bir gençlik. İşte böyle bir gençliğin yetiştirilmesi arzu edilmiyor. Bu sebeple, Hükûmetin özellikle ve öncelikle üzerinde durması gereken nokta işte burasıdır. “İspanya’da da işsizlik var.” denilerek “İşsizlik bütün ekonomilerin sorunu.” denilerek Hükûmet sorumluluktan kaçmamalıdır.

Değerli milletvekilleri, üniversite öğrencilerimizin barınma sorunları da devam etmektedir. AKP döneminde, yeni üniversiteler açılmasına ve mevcut üniversitelerin kontenjanlarının artırılmasına rağmen, yurt kapasiteleri aynı oranda maalesef artırılamamaktadır. 2009 ÖSS’de üniversiteye yerleşen öğrenci sayısı 528 bindir. Yükseköğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürü, müracaat eden öğrencilerin ancak 92 bininin yurtlara yerleştirilebileceğini açıklamıştır. 2003 yılında 182.628 olan yurt kapasitesi, 2008-2009 istatistiki verilerine göre ancak 208.869’a çıkartılabilmiştir.

Değerli arkadaşlar, hepimize, üniversite ve yüksekokulların her açılım sezonunda, bölgelerimizden, dostlarımızdan, üniversiteyi kazanan çocukları için yurt talebinde bulunuyorlar, hepimiz onlara yurt bulmakta güçlük çekiyoruz. Kredi ve Yurtlar Kurumu, maalesef, bu problemi henüz çözebilmiş değildir. Öğretim üyesi sorunu varken, barınma sorunu devam ediyorken, üniversite mezunları işsiz gezerken, Hükûmet “Üniversite sayısını artırdık.” şovunu bırakmalı ve bu sorunları çözmenin yollarını aramalıdır, hep birlikte aramalıyız.

Değerli arkadaşlar, ne yazık ki Türkiye’de, bu anlamda, son yedi buçuk yıldan bu yana AKP Hükûmeti döneminde eğitim, rakam cambazlığının, fason okul ve üniversite açılışlarının ipoteğine sokulmuştur. Bugün “Altmış üç üniversite açtık.” diye övünen AKP İktidarı, tabela asarak üniversite açılamayacağını anlamadığı gibi, bundan daha önemlisi, bu üniversitelerden mezun olan öğrencileri umutsuzluğa mahkûm etmiştir.

Eğitim bir misyon ve vizyon işidir değerli arkadaşlar. Bir ülkenin gelişmesi, kalkınması eğer eğitim üzerine inşa edilmiyorsa o ülkenin, temeli olmayan bir binadan farkı yoktur. Türkiye de ne yazık ki bu iktidar döneminde bu yanlışa sürüklenmiş, eğitim oy avcılığının bir esiri hâline getirilerek ülkemiz âdeta uçuruma doğru sürüklenmeye doğru gitmiştir.

Şimdi sormak istiyorum: Eğitim müfredatımız bizim millî, manevi değerlerimizi ne kadar yansıtıyor? Eğitim sistemimiz hangi ölçüde çağdaş standartları karşılıyor? Çocuklarımız, yavrularımız hangi şartlarda eğitimlerine devam edebiliyor? Çocuklarımızı ve ülkemizin geleceğini emanet ettiğimiz öğretmenlerimize ne kadar değer veriliyor? Bilim yuvası olan üniversitelerimiz dünyada hangi konumda, nerede bulunuyor? Üniversiteden mezun olan öğrencilerimizin sevinmesi, gururlanması gerekirken acaba neden “Eyvah, mezun oldum!” korkusunu yaşamak zorunda bırakılıyor? Bu ve benzeri soruları çoğaltabiliriz.

İşte bu soruların cevabı esasen AKP döneminde eğitimin nasıl yozlaştırıldığını çok açık bir şekilde ortaya koyuyor. Ümit ederim ki kurulacak üniversiteler, bu yozlaşmanın ortadan kaldırılması, yedi buçuk yıldır unutulan, ayaklar altına alınan millî ve manevi değerlerimizin tekrar hatırlanması için bir fırsat olur.

Şimdi bir örnek vermek istiyorum kıymetli arkadaşlar. Bir dostum kendi evinde oturmak maksadıyla bir sitedeki inşaata üye oldu ve zamanı geldi, evi bitti. Bir gün evine giderken iki tane plastik poşeti cebine koyduğunu gördüm.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Yunusoğlu, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

SÜLEYMAN LÂTİF YUNUSOĞLU (Devamla) – “Ne olacak bunlar?” dedim, cevap şuydu: “Yeni evime gideceğim ama sabahleyin yağmur yağdı. Evime giderken, otobüsten indiğimde, evime kadar olan mesafenin yolu yapılmamış, yol çamur içerisinde. Bu naylonları ayaklarıma bağlayıp paçalarımın ve ayakkabılarımın çamurlanmasını önleyeceğim.” dedi. Sonra ilave etti: “Evimizde kullandığımız su hâlen inşaat suyu, kullandığımız elektriği de direkten çektiğimiz kabloyla karşılıyoruz ama ev, belediye tarafından oturma ruhsatı verilmiş hâlde.”

İşte, bizim itirazımız burada. Üniversitelerimizin her ilde açılmasını, birden fazla açılmasını arzu ediyoruz. Fikri hür, vicdanı hür nesiller yetiştireceksek bu üniversiteleri açmalıyız ama altyapılarını da mutlaka ona göre şekillendirmeliyiz.

Bu düşüncelerle sözlerime son veriyor, yeni üniversitelerimizin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını dileyerek yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yunusoğlu.

AK PARTİ Grubu adına Konya Milletvekili Sayın Sami Güçlü. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA SAMİ GÜÇLÜ (Konya) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; vakıf üniversiteleriyle ilgili görüştüğümüz tasarının son maddelerinde düşüncelerimizi tekrar ifade etme imkânı buldum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ben kaldığım yerden açıklamalarıma devam etmek düşüncesindeyim. Türkiye’de yükseköğretimle ilgili gelişmeleri, görüştüğümüz 2003-2010 yılları arasındaki gelişmenin bundan önceki konuşmalarımda rakamsal boyutlarını söylemiştim. Bu arada arkadaşlarımız değişik konularda eleştirilerini dile getirdiler, onlara da kısmen cevap vermeye çalışmıştım.

Şimdi, müsaade edersiniz iki konuya değinmek istiyorum. Birincisi, üniversitelerimizin bilimsel faaliyetlerden uzaklaştığı, bu konuda çok büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kaldıkları, liseye dönüştükleri, meslek lisesine dönüştükleri hususundaki görüşlerdir ve bunlarla ilgili düşüncelerimi ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, biraz önce Cumhuriyet Halk Partisinin saygıdeğer konuşmacısı Oğuz Oyan Hocamız da üniversitede kalite konusuna değindi ve buna değinirken kalitesizliğin ölçülerinden bahsetti ama ona gelmeden önce üniversitelerimizde akademik faaliyetlerin belli bazı ölçüleri var, ben bunlara değinmek istiyorum: Evvela bir üniversite kavramı yani üniversite kafamızda nasıl olacak?

Türkiye’de özellikle vakıf üniversiteleri konusunda, bildiğimiz gibi, Bilkentten başlayan, peşi sıra birçok büyük sermayenin oluşturduğu yani sıralayacak olursak Doğuş’un, Haliç’in, Işık’ın, Bilgi’nin vesaire yani Sabancı, Koçları da dâhil ederek üniversitelerinin kurulduğunu biliyoruz. Son dönemde yeni bir kısım daha küçük grupların, daha farklı sosyal kesimlerin üniversite kurmasıyla ilgili hususlarda -dediğim gibi- fazla bir kaygı doğmaya başladı.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıdır, bu toplumun içinde yaşamaktadır, sanayicidir, ticaretle uğraşmaktadır. Bir Yükseköğretim Kanunu vardır, Anayasa’mıza göre bir vakıf üniversitesi kurma konusunda hakları vardır ve bu insanlar kuruyorlar. Biz toplumun bazı kesimlerine vakıf üniversitesi kuruyor diye karşı çıkarsak bu insanları çok rencide ederiz, doğru olmaz. Bizim yapacağımız şey, ilkelerle ilgili konulardır, prensiplerle ilgili konulardır.

Şimdi üniversiteyi cemaatleştirmek, siyasalaştırmak gibi kavramlar kullanıyorsunuz. Efendim, biz bir ülkenin vatandaşlarıyız -bir benzetme yapmama müsaade edin- biz bir havuzun içindeyiz, bir kültür atmosferinin içindeyiz, bu kültür atmosferinin içerisinde neresinden bir bardak numune alırsanız alın tahlil aynı çıkar. Dolayısıyla siyasi alan, akademik alan, ticari alan birbirinden çok farklı değildir, sporun farklı olmadığı gibi. Dolayısıyla üniversitelerle ilgili konuda, hangi parti olursa olsun, Türkiye’ye bugüne kadar hizmet etmiş, üniversitelerin açılmasına hizmet etmiş hükûmetler ve siyasi partiler siyasallaştırmak için mi açtılar? Böyle bir şey mümkün olabilir mi? Biz, bir parti, Türkiye’de vakıf üniversitelerini kendi anlayışı doğrultusunda bir taban oluştursun diye açarsa bu, bilimin, üniversite kavramının içerisinde yer bulabilir mi, böyle bir niyet hayata geçebilir mi, imkânı var mı? Çünkü üniversite, inşa edilmiş akıldır, memleketin sorunlarına, bilimin gerçeklerinden hareketle çare arayan bir kurumdur. Bir siyasi anlayışın mektebi olması söz konusu olabilir mi?

Bir kere, evvela üniversite kavramına, biz burada, zarar verici bir anlayış sergiliyoruz. Biz, Türkiye Cumhuriyeti’nin kanunlarına ve Anayasası’na uygun olarak üniversiteler kuruyoruz. Eksiklik var mı? Vardır, ben de değineceğim. Burada Bakanlığımız ve Yükseköğretim Kurulu bu konuda çok sorumludur ama biz, hadiseyi çok subjektifleştirirsek toplumu rencide ederiz ki bu da doğru olmaz. Objektif hareket etmeliyiz.

Efendim, ben, Türk üniversitelerinin kalitesiyle ilgili konuda neleri ölçü alabiliriz? Bunlar öğretim üyesi, öğrenci oranı, çok daha önemlisi, esas akademik yayınlar ve araştırmalardır. Bu konuda dünyada yapılmış bütün çalışmalarda üniversitelerin kalitesini ölçen uluslararası atıf indeksine giren makale sayısıyla ölçülür. Birinci derecede budur. Bu konuda fen bilimleri, sosyal bilimler, sanat ve insan bilimleri atıf indeksleri vardır. Bunu da en çok akademisyenler bilirler elbette, yani Oğuz Oyan Hocamın bildiği gibi.

Efendim, Türkiye, 1983’te dünya ülkeleri arasında 45’inci sıradadır; 739 tane makale bu indekse girmiştir.

Değerli arkadaşlarım, 2001’de 25’inci sıraya Türkiye yükselmiştir ve 9.500’e ulaştı makale sayısı, 2007’de 20 bine ulaşmıştır, 19.666’dır makale sayısı ve dünyanın 18’inci ülkesidir. Gerek TÜBİTAK’ın gerekse TÜBA’nın gerekse YÖK’ün bununla ilgili yaptığı çalışmalarda bu apaçık ortadadır.

Ben, size bununla ilgili bir uzmanın değerlendirmesini müsaade ederseniz okumak istiyorum: “Türk bilim insanlarınca Fen Bilimleri Atıf İndeksi, Sosyal Bilimler, Sanat ve İnsan Bilimleri Atıf İndeksi’nce taranan, dünyanın tanınmış bilimsel dergilerinde yayımlanan makale sayısı, 1997-2002 yılları arasında 3 kat artmıştır. Bunun sonucunda, milyon nüfus başına bilimsel makale sayısı, göz kamaştırıcı bir artış oranıyla 148’e yükselmiştir. Türkiye, on yıllık bir dönem içinde 5 kata varan bu artış oranıyla, dünya ülkeleri arasında 1992’de 37’nci sırada iken 2002’de 22’nciliğe yükselmiştir.” Devam ediyorum: “Benzer değerlendirmeler konunun uzmanlarınca da yapılmaktadır. Türkiye'nin 1991-2007 döneminde -yani 1991’le 2007 döneminde- ortalama yıllık bilimsel yayın sayısı artış hızı yüzde 14,4’tür.” Bu konuda Türk biliminin yükselişi olarak nitelenmektedir bu. Bununla ilgili olarak Glanzel, Debackere, Meyer gibi bilim adamları bunu ortaya koymuşlar ve şöyle bir değer hükmüne varıyorlar: Çin, Kore, Tayvan, Brezilya ve Türkiye’yi “yükselen bilim ülkeleri” olarak adlandırıyorlar. Değerli arkadaşlarım, bu yazıyı Sayın Kemal Gürüz’ün “Türk Millî Eğitim Sisteminin Çıktıları” isimli 2008 yılındaki yayınlamış olduğu kitaptan alıyorum.

Şimdi, sadece 2007’ye kadar gelen kısım için demiyorum, Yükseköğretim Kurulu kurulduğu andan itibaren bu konuda verdiği önemden dolayı bir gelişme sağlamıştır Türk üniversiteleri ve bilim adamları ve bu çok kabul edilebilir bir seviyedir.

Bunun dışında, intihal olaylarını örnek gösterdi Sayın Hocam. Şimdi, değerli arkadaşlarım, biraz önce söyledim, havuzun neresinden örnek alırsak alalım olumsuzluklarla karşılaşırız. Sporda son yaşadığımız olaylar var kamuoyunu etkileyen. Spor gibi bir alanda, ticarette, sanatta, edebiyatta her alanda var. Kötü örnekleri temizlemek bu ülkedeki denetim mekanizmalarının işidir. Yükseköğretim Kurulunun denetim mekanizması eksiktir. Özellikle vakıf üniversiteleriyle ilgili konularda çok daha etkin, denetleyici ve bu denetleme sonuçlarını kamuoyuyla paylaşıcı bir fonksiyon görmelidir Yükseköğretim Kurulu. Çünkü hepimizin kaygısı vardır vakıf üniversitelerindeki gelişmeler konusunda. Ama bilimsel faaliyetler konusunda Türk üniversitelerinin çok büyük bir boşluğa düştüğünü, büyük bir gerilemeye sebep olduğunu söylemek için hiçbir somut ifadeniz yoktur, çünkü bu ancak zamanla ortaya çıkacaktır. Eğer 2010’da Türkiye’de bilimsel bakımdan Türk üniversitelerinde bir gerilik varsa bunu üç sene sonra göreceğiz biz. Ama şimdiden söylediğiniz şey objektif değil ve dolayısıyla inandırıcı da olamaz ve olmamalıdır da. Amacımız, Türk üniversitelerinin yükselmesini temin etmektir.

Değerli arkadaşlarım, ben size bir de öğretim elemanı konusundaki büyük handikaptan bahsetmek istiyorum. Şimdi, hepimizin kaygısıdır: Biz çok sayıda üniversite kuruyoruz. Bu üniversiteler kurulurken acaba bu öğretim üyesi meselesi ne olacaktır? Ben vaktimin bu konuya elverişli olmadığını görüyorum.

Değerli arkadaşlarım, size mevcut öğretim üyemizin sayısını ve bu konuda esas büyük kaynağımızı söyleyip konuşmamı tamamlayacağım. Şu anda Türk yükseköğretiminde 100 binin üzerinde öğretim elemanı vardır, bunun 40 bini öğretim üyesidir. Bizim esas kaynağımız, kendi dilimizle gerçekleştirdiğimiz yükseköğretim sistemidir. 35 bin doktoraya kayıtlı öğrencimiz vardır, her sene yüzde 10’u mezun olmaktadır ve yükseköğretim sistemine hoca olarak katılmaktadır. Değerli arkadaşlarım, bunu, 45 bine çıkardığımız anda bu sayıyı -ki 2016’da bunu çıkarma imkânımız vardır- ve Türk yükseköğretim…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Güçlü, buyurun.

SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) – 35 bin doktora öğrenci sayısını 45’bine çıkardığımızda ve yüzde 65 oranında da üniversiteye katılımını kabul ettiğimizde, ihtiyaç duyduğumuz, 70 yeni üniversiteyle beraber ihtiyaç duyduğumuz 37.500 öğretim üyesini karşılama imkânına kendi kaynaklarımızla kavuşabilecek durumdayız. Hükûmetimizin hâlen yürüttüğü 5 bin yurt dışı doktora programı devam etmektedir. Bunun devam etmesini de eğer sağlayabilirsek -yani üç yıl sonra bu 5 bine tamamlanarak bitecek- bu projeyi de geliştirebilirsek Türk yükseköğretiminin geleceğe yönelik olarak öğretim elemanı ihtiyacı konusunda çok büyük bir darboğazla karşılaşmayacağız. Hedef, üniversite sayısını artırmak olamaz, eğitim kalitesini yükseltmekten asla vazgeçmeyeceğiz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Güçlü, teşekkür ediyorum.

Komisyon adına Komisyon Başkanı Sayın Mehmet Sağlam.

Buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika.

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Sayın milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

6 yeni vakıf üniversitesinin kurulması vesilesiyle birçok arkadaşımızın eleştirilerini saygıyla karşıladığımızı söyledik, bunlardan yararlanacağımızı söyledik. Ve benim bu Mecliste 3’üncü dönemim. Genellikle arkadaşlarım bilir ki, doğrudan doğruya, sayılar üzerinde vesaire polemiklere girmem ama biraz evvelki konuşmamda “Türkiye’de 140 üniversite var.” dedim. Değerli arkadaşımız, Cumhuriyet Halk Partisi temsilcisi arkadaşımız kalktı “140 dedi, 144 dedi, sayısını bile bilmiyor.” dedi. Bunlar ayıp şeyler, bir kelimeyle.

Diyelim ki, sürçülisan oldu da bilmedim. Bunları -139 olmuş, 140 olmuş, 141 olmuş- burada bu kürsüden değerlendirmeye değer mi bilmiyorum ama şunu arz edeyim ki, tekrar söylüyorum: 140 üniversite var. dedim, şu anda Türkiye’de 140 üniversite var Sayın Oyan. Yeni kuracağımız 6’sıyla 146 olacak. Bu kadar önemliyse size bunu söylüyorum. Şu anda Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına göre en son kurulan Türk-Alman Üniversitesiyle Türkiye’de 140 üniversite var. 144 nedir, onu da anlatayım size. O konuşmamda dedim ki: “Dünyada kabul edilen asgari, gelişmiş ülkelerdeki üniversite sayısı yarım milyon nüfusa bir üniversite şeklinde hesap edilir. Türkiye’mizin şu anda 72 milyon nüfusu var. Buna göre 144 üniversitedir.” 144 de odur Sayın Oyan.

Şimdi, “mütevelli heyet” meselesine gelince. Fatih Sultan Mehmet’in burada âdeta sadece fakir fukaraya, garip gurebaya hizmet eden bir düşüncesinden, bir felsefesinden söz edildi. Vakıflarını da size sayayım mademki istiyorsunuz, teferruata bayılıyorsanız: Fatih Sultan Mehmet Han Vakfı var, bir; Sinan Ağa Bin Abdurrahman Vakfı var, iki; Nurbanu Valide Sultan Vakfı var, üç; Hatice Sultan Vakfı var, dört; Abdullah Oğlu Hacı Abdülaziz Ağa Vakfı var, beş. Fatih Sultan Mehmet Üniversitesini kuranlar bu beş vakıf.

Benim de size okuduğum metin Nurbanu Valide Sultan Vakfındaki cümlelerdi. Bir rüştiyedir tutturmuşsunuz. Rüştiye, anaokulu herhangi bir eğitim müessesesi, bugünkü yasamızda bile herhangi bir müessese, eğitim müessesi, herhangi bir vakfın vakfiyesinde kurulacak diye varsa her türlü eğitim müessesesini kurar, bunun da bir sürü örneği var Türkiye'de. Kaldı ki şimdi…

Hemen bir şey daha söyleyeyim. Dediniz ki: Bu İlim Yayma Vakfının kurucuları arasında olduğu için şunun veya bunun da birer üniversitesi oldu. Şimdi, bir akademisyen olarak yakışıyor mu? Yani kurulan, İlim Yayma Vakfının kurduğu…

HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Sayın Başkan…

OĞUZ OYAN (İzmir) – Sayın Başkan, bu nasıl üslup?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) – Bir saniye efendim, bir saniye.

HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – “Yakışıyor mu?” ne demek Hocam ya?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) – Yakışıyor mu, “Yakışıyor mu?” demek. Bunda bir hakaret yok.

Şimdi, bakınız, neden yakışmadığını söyleyeyim.

HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Size yakışmıyor bu!

BAŞKAN – Sayın Ünsal…

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) – Bakınız, neden yakışmadığını…

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Koskoca Komisyon Başkanısın, yazık sana!

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) – Sen otur yerine! Sen müdahale etme önüne gelene! (CHP sıralarından gürültüler)

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Burada… Yutturma!

BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen…

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) – Mutlaka müdahale etmek zorunda mısın sen?

BAŞKAN – Lütfen…

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) – Lütfen sus.

HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Komisyon Başkanısın…

BAŞKAN – Sayın Ünsal…

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlarım, bakın, İlim Yayma Vakfının kurduğu üniversiteden söz ettik. (CHP sıralarından gürültüler)

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Komisyon Başkanısın, Bakanlık yapmış bir insansın…

BAŞKAN – Sayın Ağyüz, lütfen efendim.

Sayın Ünsal…

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) – Nedir bu?

Sabahattin Zaim Üniversitesi. Sabahattin Zaim Üniversitesinin mütevelli heyetini okuyorum burada -bu başka, vakfın kurduğu mütevelli heyet üniversiteyi kuran mütevelli heyetidir- isimler şunlar: Profesör Doktor İsmail Adak, Profesör Doktor Ferruh Ertürk, Profesör Doktor Zeki Çizmecioğlu, Profesör Doktor Selim Zaim, Profesör Doktor Galip Alp, Doktor Adnan Büyükdeniz, İsmet Ağan, Özkan Göksal, Sabahattin Kırkan, Orhan Özokur, Ferhat Öztürk.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Sen Vakfa bak! Onu Vakıf atıyor, Vakıf…

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) – Şimdi, bunların arasında sizin ima ettiğiniz insanlar var mı, yok mu?

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Bak, burada…

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) – İşte benim “yakışmadı” dediğim bu.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Burada…

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) – Mütevelli heyeti burada. Mütevelli heyeti arasında, yani İlim Yayma Vakfını kuran insanlar yüzlerce olabilir, geçmişte de olabilir, bugün de olabilir. Üniversiteyle ilgisi olan mütevelli heyeti, üniversiteyi kuran mütevelli heyeti bu.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Mütevelli heyetini Vakıf atar, Vakıf. Bak, burada…

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) – Bunun için “yakışmıyor” dedim. Tekrar söylüyorum: Bu 11 kişi, üniversitenin mütevelli heyeti bu 11 kişi.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Onları Vakıf atıyor, Vakıf.

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) – Bunun dışında, İlim Yayma Vakfına üye olan, Türkiye çapında binlerce insan var. Bunlar bu üniversiteyi kurmadı, benim söylediğim bu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Vakfı anlat, Vakfı anlat!

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Vakfı anlat bize, Vakfı anlat.

HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Vakfı anlat Hoca!

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlarım, bunları, burada, rakam üzerinde durmak…

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Burada, bak…

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) – O kâğıdı gösterip durma! Vakıf bu, Vakfı kuranlar bunlar. İstediğin kadar bağır, yapacağın bir şey yok; Vakfı kuranlar bunlar.

HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Vakfı anlat bize…

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) – Şimdi, Fatih’in, dünyanın kabul ettiği, dünyanın en eski üniversiteleri arasında, 15’inci yüzyılda kurulmuş olan Fatih’in enderunlarını burada söyledik; bunu dünya kabul etmiş. İşte, falanlar isyan etmiş de, feşmekanlar isyan etmiş de… İsyan edenler onlar değildi, ilim adamlarının isyanı olmadı Osmanlı tarihinde. Bunu dikkatle okumanızı tavsiye ederim. Hiçbir zaman ilim adamları isyankâr olmadılar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – O ilim adamı değil. Vakfı anlat bize.

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) – O bize mahsus, bugüne mahsus o. Dolayısıyla, şimdi, şu üniversite, bu üniversite… Bakınız, Valide Sultan, Bezm-i Âlemi kuran vakıflar da burada. Şimdiden daha Bezm-i Âlemde, o hafife aldığınız Bezm-i Âlemde…

HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Hafife almıyoruz…

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) – …3 tane profesör var, 26 tane doçent var, 105 tane uzman var.

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Bravo be!

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) – Buyurun, 120’ye yakın bir öğretim elemanı var. Hangi üniversitenizde var, bugün dünyaya bakın. Şimdi, bunları bilerek konuşmak lazım. Biz ömrümüzü…

HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Devlet üniversitelerinde kaç tane profesör var?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) – Bir dakika Sayın Başkan, sen belediye başkanlığı yaptın, biz ömrümüzü eğitime verdik.

HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Yaptım tabii. Açtığınız üniversitelerde kaç tane profesör var, bak bakalım.

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) – Ben on altı sene rektörlük, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı yaptım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Biraz öğrenin gelin! Bunlar, gerçekler bunlar.

Şimdi, şu veya bu şekilde, bahanesi kolay, bir saniye, laf atmak kolay ama biz bu işe ömrümüzü verdik.

HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Boşuna verdin, boşuna!

MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) – Ben yedi sene rektörlük yaptım. Senin ilçende de meslek yüksekokulu açtım.

HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Çok güzel oldu!

MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) – – Orada da geldim dedim ki: “Buradaki nifak yuvalarından artık bu memlekete hizmet edecek milliyetçi gençler yaratılacaktır.” İnkâr edemezsin, söylediğim budur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Şimdi, onun için sakin ol ve otur! Sakin ol ve otur!

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Sen sakin ol!

EŞREF KARAİBRAHİM (Giresun) – Rahat ol, rahat ol.

MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) – Bakın arkadaşlarım, Değerli Arkadaşımızın seçim bölgesi, laf atan Belediye Başkanının seçim bölgesi Merzifon. Ben Merzifon’da kurulmuş olan yabancı okulun yerine o binayı aldım, askerlere vermişlerdi, o binaya meslek yüksekokulu açtım ve açılış konuşmasında da bunu söyledim. “Artık Anadolu’daki yabancıların kurduğu nifak okullarının yerine, Anadolu’ya vatanını seven gençler yetiştirmek üzere bu müesseseyi açıyorum.” dedim. Yalan mı? Yalan mı? Kime ne öğrettiğinizi bileceksiniz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Yalan! Yalan!

MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, buna rağmen eğitim müessesesi açtık biz. Burada biz hapishane değil, eğitim müessesesi açıyoruz. Eğitim müessesi açanların her türlü gayreti her türlü takdirin üstündedir. Ama ufak tefek polemiklerle bunu gölgelemeyiniz. Altı tane üniversite açılıyor, memlekete hayırlı olsun, bu memleketin gençlerine hayırlı olsun, hayırlı olacağına yürekten inanıyorum. Bu memleketin gençleri çünkü yükseköğretim yapmak istiyor, biz de bunu karşılamaya çalıyoruz. Yaptığımız iş doğrudur, gittiğimiz yol doğrudur.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

OĞUZ OYAN (İzmir) – Sayın Başkan, cevap hakkı istiyorum.

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Sizin yüzünüzden bu hâle geldi millî eğitim zaten!

BAŞKAN – Arkadaşlar…

Efendim, Sayın Oyan?

OĞUZ OYAN (İzmir) – Efendim, 69’a göre cevap hakkı doğmuştur, cevap hakkı istiyorum.

HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Ünsal… Lütfen oturunuz arkadaşlar…

Efendim?

OĞUZ OYAN (İzmir) – 69’uncu maddeye göre cevap hakkı doğmuştur, cevap hakkı istiyorum Sayın Başkanım.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sataşma var Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Arkadaşlar, bakınız…

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Bir komisyon başkanı böyle konuşamaz!

MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) – Niye ben milletvekili değil miyim?

BAŞKAN – Arkadaşlar, şunu ifade ediyorum: Bakınız, bugün ağırlıklı olarak akademisyenlerimiz, profesörlerimiz konuşuyorlar, bilim adamlarımız konuşuyorlar. Doğrusu bundan, bu açıklamalardan ben de kendi adıma -eleştiri olabilir veya takdir olabilir- zevk aldım, o yönden bir şey yok. Zaman zaman sözlerin, sesin daha yüksek çıktığı zamanlar olmuş olabilir, diğer şeyler olmuş olabilir, herkesin söz hakkı vardır. Onun için bir sakin olalım. Oğuz Oyan Hocam da burada şimdi, ona da gerekli şekilde söz veririm açıklamasını yapar, biter. Endişe edecek bir şey yoktur.

Sayın Hocam buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Herhâlde bu Komisyon Başkanı değişir.

TAHA AKSOY (İzmir) – Millî Eğitim Bakanı olur.

MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Buyur sen gel.

BAŞKAN – Arkadaşlar lütfen…

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Ne oldu, yaranıza mı bastılar?

BAŞKAN – Sayın Ağyüz

Arkadaşlar bakınız, Sayın Hatibi dinleyelim.

Sayın Oyan, buyurun efendim.

IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- İzmir Milletvekili Oğuz Oyan’ın, Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Başkanı ve Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Sağlam’ın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

OĞUZ OYAN (İzmir) – Efendim teşekkür ederim.

Şimdi, doğrusu, insanların hangi yetenekleriyle komisyon başkanı olduğunu, hangi yetenekleriyle her dönemde siyaset içinde olduğunu öğrenmiş olduk. (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Lütfen Sayın Oyan…

OĞUZ OYAN (Devamla) – Burada bir Komisyon Başkanının, eski YÖK Başkanı, eski Millî Eğitim Bakanının böyle bir…

BAŞKAN – Hocam… Sayın Oyan… Sayın Oyan, birkaç saniye…

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Eski Doğru Yol Partili, yarın Türkiye Partisine geçebilir.

BAŞKAN – Sizler akademisyenlersiniz, öğretim üyelerisiniz; bizleri, hepimizi yetiştirdiniz. Lütfen birbirinizi üzecek sözler söylemeyiniz, istirham ediyorum. Birbirinizi üzmeyiniz.

Buyurun efendim.

OĞUZ OYAN (Devamla) – Sayın Başkan, üsluba dikkat çekmek istiyorum, belki de kendisine çok yakışan bir üslupla konuştu, biz anlayamadık. Herhâlde çok yakışmıştır ve bu alkışlar da gösteriyor ki, Meclisimize de çok yakışmış gözüküyor herhâlde bu. [AK PARTİ sıralarından alkışlar (!)] Evet, bravo!

Değerli arkadaşlarım, bakın, bu meseleleri tartışmak için bir kere önce bir bilgi sahibi olacaksınız, arkasından üslup sahibi olacaksınız. Burada daha sûhteyi -ki açıkladım ne olduğunu- eğitmen, öğretim üyesi olarak algılayınca, insan nasıl YÖK Başkanı oluyor, doğrusu çok üzücü bir durum. Yani, benim ne söylediklerim tutanaklarda var. Böyle bir cevap için şimdiye kadar çok az çıkmışımdır, ama gerçekten yazık yani, üzüntü verici bir olay, bu Meclisimize yakışmayan bir durumdur. Yani, gerçekten, bu üniversitenin kurulmasından daha vahim bir durumla karşı karşıya olduğumuz anlaşılıyor. Bu vahim durumu aşmak herhâlde önümüzdeki dönemlerde mümkün olur inşallah.

Değerli arkadaşlarım, bakın, burada Sayın Sami Güçlü düzgün bir üslupla bana yanıt verdi, ben de kendisine birkaç şey söyleyeyim: Üniversitelerin kalitesi… Ben tabii burada uç bir örneği verdim intihal vakaları, ama o kadar çok sistem içinde korunan ve gizlenen bir mekanizmadır ki, YÖK üyelerine, YÖK Başkanına vesaireye çıkacak kadar. Bu artık istisna olmaktan çıkmıştır. Yani bu çok yaygın vakalardır ve buna yaptırım olmaması dolayısıyla yol açılmaktadır. Bu, tabii, görülebilen şeydir, görülemeyen, buz dağının büyük tarafı daha fazla.

Ama bu başarı kriterleri meselesi, atıf indeksleri vesaire… Şimdi bakın, orada biz atıf indekslerinde daha çok tıp üzerinden gidiyoruz. Yani Türkiye'nin aldığı en fazla atıf tıp üzerinden yazılan makalelerdir. Tıp üzerinden yazılan makaleler de biliyorsunuz daha çok vaka incelemeleridir. Yani bu vaka incelemeleri üzerinden çok büyük katkı yapmıyorsunuz aslında bilimsel dünyaya. Yani oradaki sayısal şey, yeterince sizin yerinizi tam gösteren bir kanıt değildir, bir.

MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Sayın Başkan, sataşmaya cevap böyle mi olur?

BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen… Bir izah yapıyor arkadaşlar, bir şey yok. Sayın Tutan, lütfen…

OĞUZ OYAN (Devamla) – Yani biraz sabırlı olun. Bu da bir cevap hakkı.

İkincisi, Türkiye’de dünyadaki 500 üniversite arasına girebilen bir tane üniversite var, o da kıyısından girmiş, İstanbul Üniversitesi. Başka bir üniversite yok. Yani bu kalıcı olarak üstelik girmiş de değil, her an, öbür yıl çıkabilir. Yani şöyle bir politika var mı? Soruyorum Millî Eğitim Bakanına, yani 10 tane üniversitemizi en azından kalıcı olarak ve 500’üncü, 499’uncu sıra değil de böyle bir ilk 200’e en azından, hadi 100 de demeyeyim, sokabilecek bir programınız var mı? Buna ayıracak kaynağınız, beyin göçünü tersine çevirecek bir politikanız, üstün nitelikli öğretim üyesi ve öğrenci, bütün bunları yetiştirecek politikalarınız nedir? Burada havanda su dövüyorsunuz ve bir Millî Eğitim Komisyonu, bir Eğitim Komisyonu Başkanı da burada ne yazık ki böyle bir üslupla cevap verdiğini sanıyor.

Yani bu üzüntülerimi burada belirtmek için ben söz aldım. Umarım bundan sonraki görüşmelerde daha bu üsluba riayet eden, bu işleri kişisel bir çekişme noktasından çıkarıp Türkiye’deki eğitim sorunlarına çözüm bulmaya doğru yönelten bir çizgiye geliriz. Biz burada yapıcı eleştirilerde bulunuyoruz. Bunu dahi anlamaktan âcizse bazıları, bizim yapacak bir şey yoktur elimizde.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

4.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/808) (S. Sayısı: 487) (Devam)

BAŞKAN – Şimdi yine bir öğretim üyesi arkadaşımızda sıra.

Şahsı adına Osmaniye Milletvekilimiz İbrahim Mete Doğruer, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

İBRAHİM METE DOĞRUER (Osmaniye) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 487 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum.

Aslında, benim söz talebim geçen maddeyle ilgiliydi, yani 2’nci maddeyle ilgiliydi ancak bu 3’üncü maddede söz alma imkânım olabildi.

Merhum Sabahattin Zaim Hoca, benim hem lisanstan hem de doktora çalışmalarımdan tez hocamdır. Dolayısıyla kendi adına bir üniversite kurulması sırasında, Hocanın adına bir vakıf tarafından, İlim Yayma Vakfı tarafından bir üniversite kurulması sebebiyle ziyadesiyle mütehassis oldum.

Hocamın Meclis çatısı altında, Türkiye'nin çeşitli yerlerinde, çeşitli sektörlerinde gerek akademik gerek iş hayatında bir sürü talebesi var, bir sürü öğrencisi var.

Biz, bu üniversite fikri başladıktan sonra hep beraber toplandık ve bu Sabahattin Zaim Üniversitesinin adına yakışır nasıl bir çalışma yapacağımız üzerinde müteaddit defa toplantılar yaptık. Bu toplantıların neticesinde de Hocamızın adına layık bir üniversitenin kurulması, üniversite kurulduktan sonra Hocamızın adına layık bir şekilde bu müessesenin teşkilatlanmasına ve yürütülmesine elimizden gelen gayreti göstermek üzere hep beraber söz verdik, anlaştık. İnşallah, bu sözümüzü yerine getirebiliriz.

Şimdi, Hocamızın, bizim özellikle doktora çalışmalarımız sırasında hocalıktan başka bir babalık vasfı vardı ve bütün doktora öğrencileri üzerinde çok büyük etkisi oldu. Bizim hayata bakış açımız, Hocamızın görüşleri doğrultusunda, Hocamızın eğitimleri neticesinde şekillendi, yoğruldu diye rahatlıkla söyleyebilirim. Samimiyet sahibi bir insandı, alçak gönüllüydü. Dersimizden başka, çalışmalarımızdan başka, akademik çalışmalarımızdan başka her yönümüzle de ilgilenirdi; problemlerimizle, dertlerimizle ilgilenirdi. Kendisini bir defa daha rahmet ve minnetle anıyorum.

Şimdi, Millî Eğitim Komisyonunun çalışmaları sırasında, özellikle bu vakıf üniversiteleri kurulurken, çeşitli konulara temas ediliyordu, bunları genelde birkaç başlık altında zaten değerli konuşmacı arkadaşlarımız söylemişti.

Bunlardan bir tanesi öğretim üyesi ihtiyacıydı. Bu vakıf üniversitelerinin öğretim üyesi ihtiyacını kendilerinin karşılayamadıkları ve devlet üniversitelerinden kaynak aktardıkları yönünde sürekli olarak tenkide maruz kalıyorduk. Biz bu üniversitede, Sabahattin Zaim Üniversitesinde bu tenkidi büyük ölçüde elimine etmek gayreti içerisindeyiz. Özellikle devlet üniversitelerinden çok fazla destek almadan, kendi yağımızla, yani üniversitenin kendi yağıyla kavrulmasını temin etmek, kavrulmasını sağlamak gayreti içerisindeyiz.

İlaveten, Millî Eğitim Komisyonu çalışmalarında YÖK’ün Komisyona bilgi vermemesi hususu devamlı olarak gündeme geliyor, arkadaşlar bunu gündeme getiriyor. Bunu da, son toplantılarımızın birisinde, karşılıklı konuşmalarla, karşılıklı mutabakatla bundan sonraki çalışmalarda sağlayacağımızı düşünüyorum. Bu görüşüldü, bir mutabakat sağlanıyor gibi oldu ve bu konuda bizim de talebimiz var, bizim de Komisyon üyeleri olarak YÖK’ten daha fazla bilgi talebimiz var çünkü gelecek, kurulacak üniversite hakkında, gerek vakıf üniversitesi olsun gerek devlet üniversitesi olsun, çok daha net bilgi sahibi olursak daha rahat karar verme imkânına sahip olabileceğiz.

Gene üçüncü konu olarak, bu YÖK’ün planlama yapmadaki, yani istihdamla ilgili planlama yapmadaki eksikliğinden bahsediliyordu. Bu konu üzerinde de gene gerekli çalışmalar YÖK ile beraber yapılırsa, bundan sonraki dönemlerde çok daha faydalı olacağı kanaatindeyim.

Şimdi, burada vakıfların mal varlığıyla ilgili bir sıkıntı vardı. Bu Sabahattin Zaim Üniversitesinde benim gördüğüm kadarıyla 37 trilyon Türk liralık bir mal varlığı var, vakfın mal varlığı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Doğruer.

İBRAHİM METE DOĞRUER (Devamla) – Teşekkür ederim.

Üniversitenin mal varlığıyla ilgili olarak ve akademik çalışmalarını devam ettirmesiyle ilgili olarak inşallah herhangi bir problem olmayacak.

Burada, tekrar, Hocamızın adına layık bir üniversite oluşması için elimizden gelen gayreti göstereceğimize, ileriki dönemlerde de büyük bir özveriyle çalışmalarımıza arkadaşlarımızla beraber devam edeceğimize inanıyorum.

Bu duygularla hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Doğruer.

Şahsı adına İzmir Milletvekili Sayın Harun Öztürk.

Sayın Öztürk, buyurun efendim.

HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan tasarının 3’üncü maddesi üzerinde kişisel söz aldım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Görüşmekte olduğumuz 487 sıra sayılı Tasarı’ya biraz önce ilave edilen geçici maddede yer alan hükümler, 461 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın geçici maddesindeki hükümlerdir. Bu maddenin de görüşülen tasarıya eklenmesiyle, 441 sıra sayılı Tasarı ile birlikte 461 sıra sayılı Tasarı’nın da içeriği yasalaştırılmış olmaktadır.

Biraz önce yaptığım eleştirilerim geçerliliğini korumaktadır. “Turgut Özal Üniversitesiyle ilgili 143’üncü sıradaki 396 sıra sayılı Tasarı’yı da bu tasarıya ekleyin.” şeklindeki hatırlatmama Sayın Bahçekapılı, söz konusu üniversitenin kurulduğunu ifade etmişti. Bu durum, benim eleştirilerimin yerindeliğini, içeriği yasalaştırılan tasarıların gündemde yerini almaya devam ettiğini, Başkanlık Divanının gündemine hâkim olamadığını ortaya koymuştur. Burada yapılan usul hatasına bir daha düşmemek kaydıyla, içeriği yasalaştırılan 396, 441 ve 461 sıra sayılı tasarıların Komisyona geri çekilmesinin uygun olacağını ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, usule ilişkin eleştirilerimizin ve aşağıdaki sorgulamalarımızın sisteme tümüyle karşı olduğumuz şeklinde anlaşılmaması gerekir. Genç nüfusumuz fazla, buna karşılık yükseköğretimde okullaşma oranımız düşüktür. Yükseköğretimde okullaşma oranını artırmak üzere kamu kaynakları da yeterli değildir. Tablo böyle olunca, vakıfların bir ucundan devreye girmesi doğruymuş gibi görülebilir.

Sizlere, daha önce kuruluşu gerçekleştirilen vakıf üniversiteleriyle ilgili müzakereler sırasında söylediklerimi bir kez daha satır başlarıyla tekrarlamak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, Anayasa’mızın 130’uncu maddesi vakıf üniversitelerine kâr amacı gütmeme koşulu getirmiştir. Bu koşula rağmen vakıf üniversitesi kurmak için artan talep mercek altına alınmalıdır. Artan taleple ilgili olarak şu soruların cevabını kendi kendimize vermek durumundayız.

1) Kâr amacı güdüyorlar da Hükûmet olarak gerekli denetimleri yapamıyor muyuz?

2) Vakıflarda vakıf amacı doğrultusunda kullanılamayan birikmiş kaynaklar mı oluşmaktadır?

3) Vakıflar devlete eğitim amacıyla bağış yapmak yerine daha zor ve meşakkatli olan fiziki yatırım yapmayı ve üniversite yönetmeyi niçin bu kadar çok tercih etmektedirler?

Değerli milletvekilleri, vakıflar eğitime üniversite kurarak katkı veriyor görünseler de, arazi tahsisi, vergi bağışıklıkları ve yetişmiş öğretim elemanı transferi gibi hususlar nedeniyle kamunun da bu alana kaynak tahsis ettiği gözlerden uzak tutulmamalıdır.

Kurulan üniversitelerin ülkemize hayırlı olması dileğiyle yüce heyetinizi tekrar saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Öztürk.

Soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz sayın milletvekilleri.

Sayın Şandır…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkanım, aslında imkân olsa da üç beş dakika konuşsak iyi olacaktı ama, altı yeni üniversite kuruyoruz, bunun hayırlı olmasını diliyorum, emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum. Keşke altmış tane kurabilseydik, keşke altı yüz tane kurabilseydik. Ümit ediyorum ki, Milliyetçi Hareket Partisinin iktidarında Türkiye bin üniversitesi olan bir ülkeye dönüşecektir, ancak o zaman lider ülke Türkiye oluruz. Onun için, eksiklikleriyle fazlasıyla kurulan üniversitelerin ülkemize hayırlı olmasını diliyorum, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak, emeği geçenlere teşekkür ediyorum. Ayrıca Bezm-i Âlem Üniversitesinin kuruluşu için bir ömür harcayan Profesör Doktor Şaban Karataş’a da buradan şükranlarımı sunuyorum.

Soru olarak da şunu soruyorum: Kanunun 1’inci maddesinde kurulan Fatih Sultan Mehmet Üniversitesinin, vakıf üniversitesinin vakfedilen mallarının listesi… Gerçekten birtakım sorulara cevap alınamadı. Bu dört beş tane vakıf mıdır, yoksa Fatih Sultan Mehmet adına kurulan tüm vakıfların vakfiyeleri bu üniversiteye tahsis mi edildi? Tahsis edilen vakıf mallarının listesi elimizde var mıdır? Çünkü çok büyük bir varlık…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkanım, tekrar… Tamamlayamadım.

BAŞKAN – Sonrasında… Şu anda sırada arkadaşlar var. Kapandı otomatik.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkanım, çok büyük bir vakfiye bu, bunun listesi önemli.

BAŞKAN – Sayın Ağyüz

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, Millî Eğitim Bakanlığı web sayfasında “İlköğretimde kıyafet serbest olsun mu?” şeklinde bir anket yayınlanıyor. Esnaf tedirgin. Yaşadığımız ekonomik kriz ortamında dünya kadar yatırım yapılmış. Elbette ki insanların kıyafette özgür bırakılması belki olumlu bir yaklaşımdır ama şimdi kesinleşme olur ise bunu uygulamak için geçiş süresi tanıyacak mısınız? Böyle bir süreye ihtiyacımız olduğuna inanıyor musunuz?

Ayrıca, Gaziantep’te 118 dönüm hazine arazisi var. Bunu Millî Eğitime kazandırmayı düşünüyor musunuz?

Vakıflarda -okuryazarlığı olan herkes bilir ki- mütevelli heyetler vakfın kurucu üyesi olmayabilirler. Bizim iddiamız, İlim Yayma Vakfının kurucu üyeleri arasında Sayın Başbakan dâhil 2 bakan ve çokça sayıda AKP’li vardır. Bunu da eski YÖK Başkanı ve Millî Eğitim Bakanının bilmesi dileğiyle bilgisine sunuyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Yalçın…

RIDVAN YALÇIN (Ordu) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, geçtiğimiz günlerde yapılan üniversite sınavı bazı illerimizde yapılamadı. Bu sınav yapılamayan illerimizdeki gerekçe, bir bilim adamımızın söylediği gibi kopya çekilmesi sebebi midir, terör sebebiyle midir, güvenlik sebebiyle midir? Hangi gerekçeyle bu illerde sınav yapılamamıştır? Bu, ne kadar daha, kaç yıl daha devam edecektir?

Bir de, Sayın Bakanım, üniversite sınavı yapamayacak kadar devletin acziyeti olduğu bir ilde üniversite kurmak, eğitim kalitesi bakımından neyi ifade ediyor? Bunu nasıl anlamak, algılamak gerekir? Öğrenci bakımından, öğretmen bakımından, o şehrin insanları bakımından bunu nasıl değerlendirmek gerekir, çelişkiyi nasıl açıklamak gerekir?

Çok teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Akcan…

ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Aracılığınızla Sayın Bakana sormak istiyorum: Malum olduğu üzere, ister vakıf üniversitesi olsun ister devlet üniversitesi olsun, 2547 sayılı Kanun’a tabi olarak icraat yapılmakta. Bu icraat sırasında harcını yatırmayan öğrenciler için ne yapılacağı ortadadır, yani ilgili birim karar alır, üniversite yönetimine sunar, üniversiteyle ilişiği kesilir. Ancak vakıf üniversitelerindeki durum farklı, bu farklılık da şurada: Öğrencilerin aleyhte, kişilerin onurları rencide edilecek şekilde, üniversitenin girişindeki güvenlik elemanları tarafından itilip kakılacak şekilde aleyhte reklamları yapılıyor. İçinde yaşanan ekonomik duruma bağlı olarak bu çocukların aileleri harçlarını yatıramadıkları durumlarda tabii olarak ilişiğini kesmek yerine onları rencide eden, onları hırpalayan örnekler vardır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Aydoğan

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, sorum YÖK’le ilgili: YÖK Genel Kurulu, hukuk fakültelerinde Roma hukuku, Avrupa Birliği hukuku, karşılaştırmalı hukuk, çevre ve deniz hukuku ana bilim dallarının bulunması zorunluluğuna son vermiş. Gerekçesi de, vakıf üniversitelerinin bu dallarda öğretim üyesi bulmakta zorlanması. Şimdi vakıf üniversitelerini görüşüyoruz. Vakıf üniversitelerine bu dallarda öğretim üyesi bulmanın gerekliliği ortadayken, bunların bulunamaması gerekçesiyle diğer üniversitelerde bu dalların kaldırılması ne kadar doğrudur?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, buyurun efendim.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Şandır’ın değerlendirmeleri için teşekkür ediyorum öncelikle ve yeni üniversitelerin kuruluşuna vermiş oldukları destek için de teşekkür ediyorum.

Gerçekten, ülkemizde yükseköğrenim gören öğrenci nüfusumuzun hâlen gelişmiş ülkelerin çok gerisinde olduğunu düşünürsek, talep edilen yükseköğrenim ihtiyacının vakıf üniversiteleri kanalıyla ve devlet üniversiteleri kanalıyla karşılanmaya çalışıldığı bir dönemde bugün burada sonuçlandırmak üzere olduğumuz altı vakıf üniversitesinin kuruluşunun da hayırlı olacağını ümit ediyorum. Bu üniversitelerimizle ilgili, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi hakkında bir soru sordunuz ve bu vakfın mal varlığının zannediyorum şeyine ilişkin. Şimdi mal varlıklarından önce, İstanbul’da bu birkaç vakıftan oluşuyor bildiğiniz gibi; Fatih Sultan Mehmet Han, Sinan Ağa Bin Abdurrahman, Nurbanu Valide Sultan, Hatice Sultan ve Hacı Abdülaziz Ağa mazbut vakıfları adına. Şimdi bu mazbut vakıflar, bildiğiniz gibi, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından idare ediliyor ve tüm mal varlıkları da aynı çerçevede değerlendiriliyor. Bu vakıfların aslında -az önce üniversiteler adına söz alıp konuşan bazı konuşmacı milletvekilleri tarafından da dile getirildi- vakfın amaçlarını yerine getiremeyeceğini, aslında vakfın amacının hayrat olduğu, yardım olduğu gibi değerlendirmeler yapıldı. Gerçekten bu vakıfların kuruluşları tabii ki çok çok eski tarihlere dayanıyor ve bu vakıf üniversitelerinin amaçları içerisinde eğitim de var. Bu vakıflarımızın Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından vakıf üniversitesi olarak tahsis edilen ve kullanılacak olan mal varlığı ayrı bir şey. Bu mazbut vakıflar kendi amaçları doğrultusunda faaliyette bulunmaya devam edecekler. Şöyle ki: Bu vakıflar, aynı zamanda vakıf senetlerinde yer alan amaçlarını gerçekleştirmek üzere çalışma yapmaya devam edecekler, ilaveten -gelirleri çok yüksek- bir de üniversite açacaklar, yükseköğrenim talebini de bu yolla karşılayacaklar. Yani şu anda ben, Sayın Şandır, isterseniz gelirleri konusunda… Yıllık toplam 1 milyon 300 bin 807 lira Abdülaziz Ağa Vakfına ait, Muğla-Milas ilçesinde inşaatı devam eden, yatırım yapılması planlanan, tamamlanmasından sonra elde edilecek gelir olarak ilave edilmiş. İsterseniz mal varlığına ilişkin ayrıntılı bilgiyi, Vakıflar Genel Müdürlüğümüzden aldığımız bilgi doğrultusunda yazılı olarak verelim.

Diğer bir konuyu da birkaç milletvekilimiz de önceki safhalarda soru olarak ilettiler fakat zamanım yeterli olmadığı için cevaplandıramamıştım. Özellikle bu yıl yükseköğrenime geçiş sınavı esnasında uygulamayla ilgili. 11 Nisan 2010 tarihinde yükseköğrenime geçiş sınavının birinci aşamasını yaptık bildiğiniz gibi ve bu sınavda -ben yine ÖSYM Başkanlığının açıklaması doğrultusunda bu açıklamaları yapıyorum- 1 milyon 512 bin 450 aday sınava girmek için başvurdular. Sınav başvuruları esnasında öğrencilerden, sınava girecekleri yerlerle ilgili bir ve ikinci tercihlerini yapmalarını istiyoruz. Sınav yapılan merkezlerde de sınav yapacak kapasitede öğrenci başvurusuyla paralel olması gerekiyor. Fazla olması durumunda, illa ki ikinci tercihlerine doğru yönlendiriliyorlar. Sınav yapılan 152 merkezden 142’sinde sınav kapasitesi yeterli olduğu için, burayı tercih eden öğrenciler birinci tercihlerinin olduğu bölgelerde sınava girdiler ve bu yönde sınav gerçekleşti. 152 merkezin 10’unda ise bu merkezleri birinci sırada isteyen adaylar için yetersiz kalmıştır. Bu merkezler neresidir: Hakkâri, Van, Şırnak, Batman, Mardin, Diyarbakır, Şanlıurfa, Gaziantep, Gebze ve Nazilli. Sınav kapasitesi yetersiz kalan bu merkezleri birinci tercihinde isteyen adaylardan yaklaşık 159 bin adayın yaklaşık 133 bini birinci tercihinde, yani istediği merkezde sınava girmiştir. Sadece 8 bin öğrenci, tercihinde istediği merkeze yerleştirilememiştir, 17 bini adres iline çok yakın olan bir merkezde sınava atanmıştır. 159 bin adaydan ilk tercihi merkezde sınava girecek olan 133 bin aday seçilirken, o merkezin okullarında son sınıf öğrencisi olan adaylara öncelik verilmiştir ÖSYM tarafından, bu da doğru bir tercihtir. Tercih yaptığı iki merkez dışında sınava giren yaklaşık 17 bin aday ise ortaöğretim kurumlarından çok daha önceki yıllarda mezun olmuş adaylar arasından kurayla belirlenmiştir.

Yani basında yer aldığı şekliyle, herhangi bir şekilde bazı il ve ilçelerin cezalandırılması söz konusu olmadığı gibi, bir güvenlik endişesi veya sınavda bir kopya endişesi değil, tam tersine, sınav yapılan yerlerde sınav kapasitesinin yetersiz olması nedeniyle tercihleri doğrultusunda yerleştirilmiştir.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Diğerlerine yazılı olarak cevap vereyim.

BAŞKAN – Tamam efendim.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Tasarının tümünü oylamadan önce oyunun rengini belirtmek üzere, lehte, Beytullah Asil, Eskişehir Milletvekilimiz.

Buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; öncelikle, bugün kurduğumuz 6 üniversite ile birlikte 146 üniversiteye ulaşmış olmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Yalnız, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına ilk konuşmayı yaptığımda sözlerime şu ifadelerle başlamıştım: Yükseköğretimde kapasite artırımı için vakıf üniversitelerinde okuyan öğrencilerin toplam öğrenciler içerisindeki oranını yüzde 20’lere çıkarma hedefini ve bunun için yapılacak her türlü çalışmaya olumlu destek vereceğimizi ifade etmiştim ve bu doğrultuda da gerekli açıklamaları değerli konuşmacı arkadaşlarımız yaptılar. Yalnız, gerek Komisyonda gerek grup adına yaptığım konuşmada ifade ettiğim gibi gerek Millî Eğitim Bakanlığı tarafından gerek yükseköğretim kurumları tarafından Komisyonda ve Mecliste milletvekillerine bu vakıf üniversitelerinin kuruluşuyla ilgili yapılan çalışmaların bir özetinin sunulmaması nedeniyle büyük eksiklik yaşadığımızı ve bu konuda değişik sıkıntılar olduğunu ifade ettik.

Değerli arkadaşlarım, yapılan müzakerelerde de görüldü ki, bunun sonuna gelmiş olmamıza rağmen, yasa tasarısının sonuna gelmiş olmamıza rağmen hâlâ bu konudaki tartışmalar bitmiş değil.

Değerli arkadaşlarım, Anayasa’mızın 130’uncu maddesi, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ve 2809 sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu’na dayanılarak Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği hazırlanmış. YÖK bu Yönetmelik’in gereğini yapıyor. Sıkıntı, bu Yönetmelik’in gereğinin, sonucunda edinilen bilgilerin, gerek Komisyon üyeleriyle gerek Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleriyle paylaşılmamış olmasından kaynaklanıyor. İnşallah bu yanlış giderilir, burada hep birlikte, el ele vererek güle oynaya çıkartacağımız kanun içerisinde bu tür, az önce yaşanan gerginliklerde olduğu gibi bu tür gerginlikler bundan sonra yaşanmaz. Herkes bunlardan bir ders almıştır diye umuyorum.

Değerli arkadaşlarım, konuşmalar içerisinde ifade edildi Türk yükseköğretimi içerisindeki eksiklikler, sıkıntılar ama bir de nereden nereye geldiğimize bakmak lazım. 1923 yılında cumhuriyeti kurduğumuzda nüfusumuz 13 milyon. Bu nüfusun yüzde 75’i kırsal bölgelerde yaşıyor, şehirde yaşayan nüfus sayımız, genel toplam nüfusumuzun yüzde 30’u ve o dönemde okuryazar oranı yüzde 10. Bugün okuma yazma bilmeyenlerin oranı yüzde 10. İnşallah çok kısa bir süre içerisinde bu sayıyı da sıfır noktasına ulaştırırız.

Değerli arkadaşlarım, 1923-24 eğitim-öğretim döneminde tüm öğretim seviyelerinde (ilkokul, ortaokul, lise, üniversite) öğrenci sayımız 360 bin. Bugün bu kadar sayıda öğrencimiz yükseköğretim kurumlarından mezun olabilmekte. Bu yıl üniversiteye dâhil ettiğimiz öğrenci sayısı, o gün tüm eğitim dallarında okula giden nüfusumuzun, öğrenci sayımızın 2 katına ulaşmış durumda.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Asil, konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun efendim.

BEYTULLAH ASİL (Devamla) – İşte bu süreçte eğitim-öğretimin bu denli ilerlemesinde, bu noktaya gelişimizde katkısı olan, bu kadar imkânsızlıklar, sıkıntılar içerisinde yükseköğrenimde bu noktalara gelmemize vesile olan, yardımcı olan eğitim camiasının tüm fertlerini yürekten kutluyorum. Tüm ölmüş, Hakk’ın rahmetine kavuşmuş öğretim üyelerimize, öğretmenlerimize Cenabıhak’tan rahmet diliyorum. Emekli olanlara bundan sonra hayırlı bir ömür diliyorum. Görevi başında olan, bu çabanın içerisinde bulunan tüm arkadaşlarımıza da başarılar diliyor, yeni kurulan üniversitelerin eğitim camiasına hayırlı olmasını temenni ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Asil.

Aleyhte oyunun rengini belirtmek üzere Kamer Genç, Tunceli Milletvekili.

Sayın Genç, buyurun efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 487 sıra sayılı Yasa Tasarısı’nın son oylamasından önce oyumun rengini belirtmek üzere söz almış bulunuyorum. Hepinize saygılar sunuyorum.

Sayın milletvekilleri, tabii ki ülkemizin çağdaş, laik, ilerici bir eğitim sistemine kavuşması hepimizin arzusudur. Ülkemizin kaynaklarının, insanlarımızın bu yönde akılcılığa dayalı bir eğitim sistemine kavuşturulması için bu kaynakların en iyi şekilde kullanılmasını istemek bizim hakkımızdır ve görevimizdir de. Ama AKP iktidara geldiği günden beri ve bu AKP’nin liderleri, işte Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Mehmet Ali Şahin’in geçmişte birtakım söylemleri vardır. Yani söyledikleri tarihe göre “yetmiş yıldır veya seksen yıldır bu millet ,bu rejim altında, bu baskı rejimi altında inim inim inliyor.” diyorlardı. Bu inim inim inledikleri rejimi, Atatürk’ün kurduğu laik Türkiye Cumhuriyeti devletini kastediyorlardı. Bunu kendi yüzlerine de burada söyledim.

Şimdi, gözünüz aydın, geldiniz, laik Türkiye Cumhuriyeti devletini yok ettiniz, onun yerine -buradaki konuşmalarda da görüyoruz- işte cemaatler ve tarikatlara dayalı bir Türkiye’ye doğru gidiyoruz.

MUHYETTİN AKSAK (Erzurum) – Boş konuşuyorsun!

KAMER GENÇ (Devamla) – Dolayısıyla başarıya ulaştınız, sizi tebrik ederiz! Ne yapalım ki, işte o çağdaş, ilerici ve bu Türkiye Cumhuriyeti devletini kurup da yedi düvele karşı İstiklal Savaşı’nı veren ve Türkiye’yi çağdaş medeniyetler seviyesine ulaştırmak konusunda gayret sarf eden kişilerin emekleri sizin İktidarınıza kadar sürdü ama ondan sonra da maalesef güç kaybetti. Bakalım siz ne kadar devam edeceksiniz bu işe?

Şimdi, İktidarınızla beraber Türkiye’ye iki tane adam geldi Malezya’dan: Birisi Ahmet Davutoğlu, Dışişleri Bakanlığına getirdiniz; birisi de YÖK Başkanı.

Ahmet Davutoğlu’nun Türk dış politikasını nereye getirdiğini, “o sıfır problem”in sıfır sonuçlar verdiğini, hatta eksi sonuçlar verdiğini, Türkiye’yi bir Orta Doğu ülkesi hâline getirmek için çok gayret sarf ettiğini herkes biliyor artık.

YÖK Başkanlığına getirdiğiniz kişi… Bir üniversitedeki, bir memleketteki eğitim seviyesini anlayabilmek için en üst yerdeki YÖK Başkanının seviyesine bir bakmak lazım. YÖK Başkanı buraya atanırken Abdullah Gül’le Tayyip Erdoğan bunu çağırdılar ve bununla özel bir konuşmalar yaptılar. İşte, kendisi Meclise, Meclis Başkanını ziyarete geldiği zaman dedi ki: “Abdullah Gül’le Tayyip Erdoğan bana dediler ki: ‘Aman ha Hocam, bu söylediklerimizi başkasına söyleme, yoksa ipimizi çekerler.’” Ben hâlâ bunların arasındaki, iplerini çekmesine götürebilecek konuşmanın mahiyetinin ne olduğunu öğrenmek istiyorum. Arkadaşlar, yani bir yiğit çıksın burada, “Biz bu konuşmaları yaptık…” Ama belli, YÖK Başkanının uygulamalarından belli.

Burada medrese eğitiminden bahsediyorlar. İşte sizin özlem duyduğunuz eğitim sistemi medrese eğitimi sistemidir. Yani çalışmayan, üretmeyen, işte, böyle bir gençlik, miskin bir toplum yaratarak orada kazandığınız büyük kaynakları burada sarf etmektir, kullanmaktır.

Şimdi, bu vakıfların kimlerle ilişkisi olduğu belli. Bu vakıflara, bunların destek vericileri ile İlim Yayma Cemiyetini, kimler destekledikleri belli. Şimdi, bu üniversiteleri kurmakla bunların tarafsız bir eğitim getireceklerine kesinlikle şüphe ile bakıyorum, zaten inanamıyorum. Ne yapacaklar? Daha önce de söylediğim gibi, devletin kıymetli arazilerini, hazinelerini bunlara verecek -zaten kendilerine bir parça- ondan sonra, onlar da o yollarla büyük servet sahibi olacaklar. Yoksa ki, böyle, Türk eğitimi, gençleri okutma konusunda ciddi bir çabaları olacağına inansam ben de desteklerim. Onun için, bu konuda bunların böyle ciddi bir çaba içinde olduklarını… Zaten uygulamaları da belli, işte, zaten cemaatlerin Türkiye’de yaptıkları uygulamalar da belli. Onun için, böyle bir şey yapacaklarına kesinlikle inanmıyorum. İnşallah ben aldanırım da siz haklı çıkarsınız ama uygulamalarda göreceğiz, uygulamalarda neler yapacaklarını göreceğiz.

Ya o kadar keyfî uygulamalar var ki… Şimdi biraz önce sizden birisi konuştu, diyor ki: “Türkiye'nin sosyolojik yapısı cemaatler ve tarikatlara dayanıyor.” Yani tamam, kendiniz de itiraf ediyorsunuz, yani Türkiye Cumhuriyeti devleti vatandaşlığını da artık bırakıyoruz, ümmetçiliğe doğru gidiyoruz ve burada bunlar söyleniyor, ben söylemiyorum, siz söylüyorsunuz. Ama öyle yapıyorsunuz ki mesela Samandağı

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Genç, konuşmanızı tamamlar mısınız.

KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, Türkiye’de o kadar yasa dışı Kur’an kursları var ki hiçbir şey yapılmıyor. Ama Samandağı’nda iki tane Alevi dedesi oradaki Alevi gençleri toplamış, bunlara saz öğretmiş veyahut da Alevi inancıyla ilgili bilgi vermiş; hemen savcılar hareket ediyor talimatınızla, o insanları alıyor, içeriye tıkıyor. Yani demek ki sizde objektiflik yok. Yani benden ise yaşayacaksın benden değilsen biteceksin, yani hayat hakkın yok. Bu getirdiğiniz cemaat ve tarikat felsefesi ve anlayışı ile sizler Türkiye’ye bir fayda getirmeyeceksiniz.

Bakın, o kadar keyfî şeyleriniz var ki… Sizin Bitlis Milletvekiliniz İstanbul’da 86 katlı bir bina yapıyor, Türkiye’nin en yüksek binası. Bu önce yeşil alandı. İmar planını değiştirdiniz, cami yaptınız, arkasından 5 katlı bir bina yapma ruhsatını aldınız, arkasından da birileri çıktı “Ya, 5 kat ne! 86 kat; 60’ı sana, 26’sı bana.” Bunların hepsi kayıtlarda var ama ben size söylüyorum, gidin araştırın.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUHYETTİN AKSAK (Erzurum) – Geç yerine!

SONER AKSOY (Kütahya) – Git, git!

KAMER GENÇ (Devamla) – Ya, sen ne diyorsun!

BAŞKAN – Sayın Genç… Arkadaşlar, tartışmayınız.

Sayın Aksoy, lütfen… Sayın Aksak… Lütfen arkadaşlar.

KAMER GENÇ (Devamla) – Sayın Başkan, böyle, ellerini sallayarak müdahale edilir mi! Adabı muaşeret de bilmiyorlar. Sayın Başkan, bunların bir defa terbiye sınırları içinde dinlemesini öğrenmeleri lazım.

BAŞKAN – İkaz ettim efendim.

Evet, teşekkür ediyorum Sayın Genç.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun efendim.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, açık oylama mı yapacaksınız, işari oylama mı efendim?

BAŞKAN – İşari oylama yapacağım efendim.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Öyle mi?

BAŞKAN – Evet efendim.

III.- YOKLAMA

(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – O zaman yoklama istiyoruz.

BAŞKAN – Peki efendim.

Sayın Anadol, Sayın Ünsal, Sayın Susam, Sayın Koçal, Sayın Güvel, Sayın Özer, Sayın Özdemir, Sayın Köse, Sayın Sönmez, Sayın Ağyüz, Sayın Arifağaoğlu, Sayın Yazar, Sayın Oksal, Sayın Emek, Sayın Güner, Sayın Dibek, Sayın Kaptan, Sayın Aydoğan, Sayın Barış, Sayın Seçer.

Sayın milletvekilleri, yoklama için üç dakika süre veriyorum ve yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

4.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/808) (S. Sayısı: 487) (Devam)

BAŞKAN – Tasarının tümünü oylarınıza arz ediyorum: Kabul edenler…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan… Sayın Başkan…

BAŞKAN – Kabul etmeyenler…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Kabul edilmiştir.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Efendim, bundan önce bir usul itirazımız vardı.

BAŞKAN – Açıklama şimdi de olur, fark etmez Sayın Şandır.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Ama oylama yaptıktan sonra bizim itirazımızın bir anlamı kalmaz ki.

BAŞKAN – Mikrofonunuzu açayım, buyurun.

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

5.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, kabul edilen bir önergeyle, 487 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın parasal konuları da içermesi nedeniyle, İç Tüzük’ün 142’nci maddesine göre, tümünün oylamasının “açık oylama” şeklinde yapılmasının zorunluluk taşıdığına ilişkin açıklaması

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkanım, tabii, oylama yaptınız, bundan sonra söylenenlerin bir geçerliliği yok, ama İç Tüzük’ün 142’nci maddesine göre tartışılması gereken bir durum var. Çok hayırlı, faydalı, herkesin de desteklediği bir kanun çıkardık. Bu Kanun’u şeklen sakatlamış olmamamız açısından bir uyarı niteliğinde bir açıklamada bulunmak istiyorum.

Açık oylamanın zorunlu olduğu hâlleri belirleyen İç Tüzük 142’nci maddeye göre -uzun okumayayım- her türlü parasal, mali ilişkilerle ilgili hukuk düzenlemesi açık oylamaya tabidir. Bu kanun tasarısının Hükûmetten geldiği ve Komisyondan çıktığı şekliyle parasal bir yönü bulunmamaktadır. Ama, burada verilen bir önergeyle ve kabul edilen bir önergeyle İç Tüzük 142’ye göre bu oylamanın açık oylama olarak yapılması zorunluluk taşımaktadır. Çünkü bakınız, diyor ki: “Dolu kadrolarda bulunan sağlık hizmetleri ve yardımcı sağlık hizmetleri ile yardımcı hizmetler sınıfındaki personel ise bulundukları kadrolarıyla birlikte Sağlık Bakanlığına devredilir.” Sağlık Bakanlığına parasal yönleriyle de devredilir.

Bir başka şey: “Bu personelle ilgili aradaki fark tazminat olarak ödenir.” Bu da bir parasal, mali hükümdür. İç Tüzük 142’ye göre de devlet kurumlarıyla ilgili her türlü parasal hukuk açık oylamaya tabidir. Her ne kadar Divandaki bürokrat arkadaşlarımız farklı şeyler söylüyorlarsa da önergeyle oluşan yeni hususla bu işin açık oylamayla yapılması gerekir. Aksi takdirde şeklî olarak, şeklen oylama hukuka uygun düşmemiş olur. Bunu dikkatlerinize sunmak istiyorum.

Açık oylama kararı Genel Kurulun kararıyla mümkündür. Eğer mümkünse meseleyi bir açık oylamayla, daha tereddütsüz şekilde tamamlamış olalım diye arz ediyorum. Tutanaklara geçmesini de gerekli görüyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, bir cümle söylemek istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Anadol.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Şimdi, ben de zaten oylamanın şekliyle ilgili sorumu ondan sormuştum zatıalinize. Bu durumda hukuka aykırılık vardır. Tutanaklara geçmesi için söylüyorum. Sonra “Anayasa Mahkemesine gittiler, dava açtılar.” diye kimse kızmasın.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Kabul edilen önergeyi de dikkate alarak Başkanlığın doğru bir uygulama yaptığı kanaatindeyim. Bütçeye ek bir yük de getirmemektedir ama sizlerin sözleri de tutanaklara geçmiştir.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Elitaş’ın önergesiyle bu durum yaratıldı.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – “Yük” meselesi değil Sayın Başkanım, aktarmalarla…

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

4.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/808) (S. Sayısı: 487) (Devam)

BAŞKAN – Böylece tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır. Ülkemize, milletimize, öğrencilerimize hayırlar getirmesini diliyorum.

Sayın Bakanım, hayırlı olsun efendim.

Sayın Bakanın kısa bir teşekkür konuşması olacak.

Buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; ülkemizin yükseköğrenim sistemine çok önemli katkılar sağlayacak olan altı yeni vakıf üniversitesinin kurulmasına dair kanun tasarısının Genel Kurulda kabul edilmiş olmasından duyduğum memnuniyetle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye 70 milyonu aşan nüfus büyüklüğü açısından dünyada 17’nci sırada yer alıyor. Yine 27,7 yaş ortalamasıyla Avrupa’nın en genç nüfusa sahip ülkelerinden birisi. Bu önemli potansiyeli bir fırsata ve kazanca dönüştürmenin yolu ise çocuklarımıza ve gençlerimize eğitimin her kademesinde nitelikli ve yaygın bir eğitim sunmaktan geçiyor.

Bu kapsamda, 2002 yılında 53’ü devlet, 23’ü vakıf olmak üzere ülkemizdeki üniversite sayısı 76 iken, bugün bu sayı, 95’i devlet, çok yakın bir tarihte kurduğumuz Türk-Alman Üniversitesiyle 45’i vakıf olmak üzere toplam 140’a ulaşmıştır. Böylece, 2003 yılından bu yana, 41’i devlet, 22’si vakıf olmak üzere 63 yeni üniversite kurulmuştur. Bugün kurulan bu üniversitelerle birlikte Türkiye’deki üniversite sayısı 146’ya yükselmiş olacaktır.

Burada vurgulamak gerekir ki, 2002 yılında kurulan vakıf üniversiteleri, 1’i hariç, üç büyük ilde toplanmışken bu tarihten sonra kurulan 22 vakıf üniversitesinin 7’si üç büyük ilimizin dışında kurulmuştur. Dolayısıyla yeni kurulan vakıf üniversiteleri de Türkiye geneline yayılmakta ve bu yayılma eğilimi, eğitim adına da sevindirici bir gelişmedir.

Toplumsal dönüşümümüzü sağlamak, çağdaş uygarlığı yakalamak yolunda, başta yükseköğrenim olmak üzere, genel anlamda eğitim ihtiyacının karşılanması büyük önem arz etmektedir. Bu doğrultuda, devlet, özel sektör ve sivil toplum kuruluşları eliyle eğitim hizmetlerini geliştirme çalışmalarının birlikte yürütülmesi gerekmektedir. Böylelikle, küreselleşme sürecinde önemli alanlar olarak öne çıkan, bilgi toplumu, rekabet, araştırmacı niteliklere sahip bireyler yetiştirmek, yeni değerlere açık, her türlü bilgiyle donatılmış bir gençlik hedefimize doğru adım adım yaklaşıyoruz. Ayrıca, tüm dünyada yükseköğretimde okullaşma oranı artarken ülkemizin de bu gelişmelerin dışında ve uzağında kalması beklenemez.

Sonuç olarak, yükseköğretime olan talebin karşılanması, kalkınma planlarımızda yükseköğretim için hedeflenen okullaşma oranları, devlet üniversitelerinin üzerindeki kontenjan baskısının azaltılmasında vakıf üniversitelerinin önemine bir kez daha vurgu yaparak sözlerimi tamamlamak isterim.

Bu çalışmayı yaparken bizlere destek veren ve çok emeği geçen, Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonuna, Yükseköğretim Kuruluna, vakıf üniversitelerinin kurulmasında elini taşın altına koyan vakıf başkanlarına ve mütevelli heyetlerine, çalışma arkadaşlarıma ve Genel Kurul üyelerine teşekkür ediyorum. Yeni kurulacak vakıf üniversitelerimizin ülkemiz gençliğine, eğitim sistemimize hayırlı uğurlu olmasını diliyor, hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakanım.

Hayırlı olsun.

Saygıdeğer milletvekilleri, 5’inci sırada yer alan, Kooperatifler Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın; Kooperatifler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Tarım, Orman ve Köyişleri ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonları raporlarının görüşmelerine başlayacağız.

5.- Kooperatifler Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Kooperatifler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Tarım, Orman ve Köyişleri ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonları Raporları (1/811, 2/633) (S. Sayısı: 496) (x)

BAŞKAN – Sayın Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

                                  

(x) 496 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Sayın milletvekilleri, komisyon raporu 496 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün söz talebi vardır.

Buyurun Sayın Ağyüz. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 496 sıra sayılı Kooperatifler Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi adına söz aldım. Hepinizi sevgiyle saygıyla selamlıyorum.

Ayrıca, son on gün içerisinde ülkemizde yaşanan, CHP Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal’a yapılan saldırıyı ve Samsun’da yaşanan, Sayın Ahmet Türk’e yapılan saldırıyı kınıyorum. Özellikle de artık siyasi partilerimizin ve özellikle de iktidar partisinin gerilim siyasetinden vazgeçerek ülkeye ve topluma örnek olması gerektiğine inanıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Kooperatifler Kanunu’nun bazı maddelerini ve Bayındırlık Bakanlığının, Bayındırlık Yasası’nın bazı maddelerini değiştiriyoruz.

Ülkemizde çağdaş kooperatifçilik 1863 yılında başlamıştır, memleket sandıklarıyla başlamıştır ve bu kooperatifçiliğin en büyük önderi ve teşvikçisi de cumhuriyetimizin kurucusu, bize bu günleri armağan eden Ulu Önder Atatürk’tür. 1938 dönemine kadar yaygınlaşan bu kooperatifçilik bir dönem durağan olmuş, sonra 61 Anayasası’nda yerini almıştır, 51’inci maddeyle.

Tarımsal alanlarda ortaya çıkan kooperatifçilik, günümüzde 26 ayrı türde 87.849 kooperatif ve 8 milyon 500 bin üyeyle devam etmektedir. Tabii, bunların içerisinde ortak sayısı bakımından yapı kooperatifleri ilk sıralardadır. Toplam 59.129 konut yapı kooperatifi bulunmakta, bu da var olan kooperatifler içerisinde yüzde 68 paydadır.

Tabii, kentleşme politikalarının önemli faktörlerinden birisi olan kooperatifçiliği her alanda desteklemek günümüzün, çağımızın temel ilkesiyken biz, maalesef, kooperatifçiliği yeterince destekleyemedik. Bakın, 2000’li yılların başında sektör içinde payı yüzde 36 iken bugün yüzde 6 seviyelerine düşmüştür. Bunun nedeni, kentleşme politikalarımızın yetersizliği ve hükûmetlerin bu konuda duyarsız davranmasıdır, aynı zamanda yerel yönetimlerin de bu işe olumsuz katkılarının olmasından dolayıdır.

2012 yılını Birleşmiş Milletler “kooperatifçilik yılı” olarak ilan ediyor. Kooperatifçiliği tek bir çerçeve yasada toplamamız gerekirken, onların gerek yönetsel gerek parasal gerek arsa temini konusunda desteklenmesi gereken düzenlenmeleri yapmamız gerekirken, biz sadece şekil üzerinde duruyoruz, kooperatiflerin, yapı kooperatiflerinin Bayındırlık Bakanlığına bağlanmasını görüşüyoruz. Bu çok yanlıştır. Bayındırlık Bakanlığına bağlamakla sorun çözülmüyor. Yeniden, tarım kooperatiflerinin bağlı olduğu bakanlık, bazı kooperatiflerin bağlı olduğu Sanayi Bakanlığı ve ayrıca Bayındırlık Bakanlığı adı altında üç ayrı yapı oluşturuyoruz. Bu üç ayrı yapı da sorunu çözmez. Ayrıca da bu uyguladığımız, konuştuğumuz konu da maalesef, 2008 yılından beri Sanayi Bakanlığının önderliğinde yapılan Kooperatifçilik Strateji Belgesi’ne de aykırı bulunmaktadır. Yani, bu ne acele? Bekleyin, Kooperatifçilik Strateji Belgesi ortaya çıksın ve orada alınmış olan kararlar bu strateji belgesine uygun olarak ortaya çıksın, biz de kararlarımızı ona göre alalım, ama görüyoruz ki, Bayındırlık Bakanlığı, ne hikmetse, kendisine kooperatifleri bağlamak istemiş. Kimine göre Sanayi Bakanlığının yükü ağır, kimine göre şehircilik, ruhsat, imar vesaire istemleri düzensiz gidiyor, bu nedenlerle; ama Bayındırlık Bakanlığının biz… Karayolları giderken o günkü Parlamento sessiz kalmış, işte, Afetler Genel Müdürlüğü giderken o günkü Parlamento sessiz kalmış ve Bayındırlık Bakanlığını işlevsiz bırakmışız, şimdi Bayındırlık Bakanlığına bu şekilde bir işlev yüklemeye çalışıyoruz.

Değerli arkadaşlar, bu hiçbir şeyi çözmeyecek. Biz eğer kooperatiflerin işlevsel konumunu etkin hâle getirmezsek -bunun içerisine esnaf kefalet kooperatifleri, küçük sanayi kooperatifleri dâhil- ve bunlara finansman dayanak, arsa sunma, arz etme imkânını sağlayamazsak, bunu gerçekleştirmemiz, yaygınlaştırmamız mümkün değildir. O nedenle, ozan, yazar ne demiş: “Kanun, düzendir, ama iyi kanun, iyi düzendir.” Parlamentoların görevi de iyi kanun yapmaktır, çünkü toplumun buna göre şekillenmesi, buna göre yönlendirilmesi çok daha rahat, çok daha kurallara tabi olarak olacaktır.

Ayrıca, Türkiye, çok yoğun bir şekilde kentleşme oranının yüksek olduğu bir ülke. Bazı bölgelerde yüzde 70’lere, 75’lere varmış. Peki, bizim sağlıklı, yön gösteren bir kentleşme politikamız var mı? Maalesef yok. Bakın, Dokuzuncu Kalkınma Planında, kendisini plancı, yön gösterici, sorunları çözen iktidar olarak sunan AK PARTİ İktidarında hazırlanan Dokuzuncu Kalkınma Planında bağımsız bir bölüm var sadece ve bir alt başlıkla bu işin ciddiyeti ortaya konulmak isteniyor. Oysaki barınma temel bir insan hakkıdır, Anayasa’mızın temel hükümlerinde var. Yani, 171’inci madde, eski Anayasa’da yer alan 55’inci madde, bunlar temel haklar olmasına rağmen, Hükûmet, özellikle son yıllarda AKP Hükûmeti yapı kooperatiflerinin yerine -TOKİ’ye terk ederek- bir TOKİ’yi, soyma mekanizması, yandaş zengin etme mekanizması aracı olarak kullanarak inşaat sektörünün ve yapı kooperatiflerinin önünü kesmektedir. Bu çok yanlıştır. TOKİ’ye bu kadar verilen sayısız yetkiler ve kamu olanaklarını pervasızca kullanması maalesef bu sıkıntıları daha çok artırmıştır değerli arkadaşlarım.

Tabii, TOKİ denince, verdiğimiz yasal yetkilere baktığımız zaman da, o zaman da planlamanın çok başlı olmasına Sayın Bayındırlık Bakanlığı yetkilileri karşı çıkmıyorlar. Planlama çok başlı hâle gelmiş. Bayındırlık Bakanlığının plan denetim yetkisi vardı eskiden, şimdi de vardır muhakkak, hiçbir belediyede plan denetim yetkisi uygulanmıyor. Plan tadilatlarıyla yeşil alanlar yok edildi, spor alanları yok edildi, okul alanları yok edildi. Bayındırlık Bakanlığımız sessiz. Şimdi kooperatifler şehircilik ve planlama ilkelerine aykırı hareket ediyorlarmış, bunun için yetkinin kendilerine verilmesi gerekirmiş!

Peki, Sayın Bayındırlık Bakanlığı, bu memleketin, Türkiye'nin, ülkenin 3194 sayılı İmar Yasası’nın değişmesine ihtiyacı var -yıllardır kavurga gibi çiğniyorsunuz ağzınızda- niye getirmiyorsunuz? Bugün ucube bir kentsel dönüşüm yasası var. Bunlar arsa yaratmıyor, bunlar rant yaratıyor ve orada yerleşik olan insanları kapı dışarı ediyorsunuz. Tarlabaşı’nda bu yapılıyor, Balat’ta bu yapılıyor, yarın Gaziantep’te, Türktepe’de bu yapılacak. Bu örneklemeler size örnek teşkil etmiyor mu? Bunların disipline edilmesi gerektiğine neden inanmıyorsunuz? Bugün Türkiye’de bir yapı denetim sorunu var. Bu yapı denetim sorunu evvelemirde çözülmesi gereken bir sorunken, “Bayındırlık Bakanlığına yapı kooperatiflerini bağlayalım da yatan personel varsa biraz daha etkin hâle getirelim…” Böyle bir kavramla bu sorunu kalıcı olarak çözme şansımız var mıdır?

İstanbul’da, İstanbul’un ciğeri Ali Sami Yen Stadı yapılıyor. O plan Büyükşehir Meclisinden geçmedi, İlçe Meclisinden geçmedi; kim yaptı? TOKİ yaptı. Yanında Tekel Likör Fabrikası var, arsası var, 30 bin küsur metrekare; yarın o da gidecek. Şimdi, Bayındırlık Bakanlığının işlevi tüm ülkede belediyeleri de disipline ederek kentleşme politikasını uygulamak ise bunları yapması gerekir ama siz bunları da görmezlikten geleceksiniz, uyuyacaksınız, kaçak yapılaşma yaygınlaşacak.

Bakın, AKP’li belediyelerin tümünde kat fazlası kaçak yapılardan belediyelere hibe alınarak ruhsatsız şekilde göz yumuluyor, yoğunluk artıyor. Şimdi, bunlara sessiz kalamayız ki. Bunlar Komisyonda dile getirilmesine rağmen, maalesef, bu tür yasalar, oradaki oy baskısıyla, muhalefet göz ardı edilerek geçiyor. Şimdi bizim niyetimiz yasa çıkmasın, yasayı engelleyelim değil ki. Yasayı çıkaralım ama yasa, ihtiyaca cevap verecek konumda olsun; bir açığı, bir boşluğu, bir eksiği tamamlayacak nitelikte olsun.

Demin, mesela, Millî Eğitim Bakanlığının üniversite kurma yasaları geçti. Üniversiteye ihtiyaç var, doğrudur ama arsa var mı, bina var mı, öğretim üyesi var mı? Kâğıt üzerinde istediğin kadar, beş yüz tane üniversite kur. Bu niye zorunuza gidiyor sizin? Bunları söyleyen üyeler, bunları söyleyen sözcüler gerçeği söylemiyorlar mı? Bugün başarısız, niteliksiz bir öğrenciyi mezun ettiğimiz zaman yarın ne yapacağız biz? Sonra bu da çelişki. Üniversite sayısını artırıyoruz; Sayın Başbakan diyor ki: “Ben, üniversite mezunu gençlere iş vermek zorunda değilim.” Şimdi, bunlar karşımızda bulunan büyük çelişkiler değerli arkadaşlarım.

Tabii, iç göç, bu kentleşme sorununda büyük problem. İç göç neden kaynaklanıyor? Ekonomik kökenli. İnsanları doğduğu yerde barındırma ve besleme durumunda, onları geçindirme durumunda değiliz ki. Tarımdaki yanlış politikalar köyleri boşalttı. Anlamsız terör, 1990’lı yıllardan beri, Gaziantep de dâhil, o bölgedeki, Doğu’dan gelen vatandaşlarımızı misafir etti, konaklattı, misafirperverliğini gösterdi ama ona hazır olmayan kentler, altyapı sıkıntısı çektiler, çevre sorunu çektiler, ulaşım sorunu çektiler, barınma sorunu çektiler. Şimdi, düzensiz kentleşmeyi, göç olgusunu önlemek Hükûmetin görevi değil mi? Hükûmet hangi politikasıyla bunun yanında? Hiçbir politikasıyla bunun yanında değil. Sadece TOKİ’nin lüks evler yapmasıyla siz barınma ihtiyacını karşılayamazsınız. TOKİ neden son yıllarda toplu konut kooperatiflerine verdiği krediyi kesti? Neden düştü oran? Neden, üçüncü sektör olarak tanımlanan kooperatifçilik ölüme mahkûm edildi? Bunların hesabını, bunların arayışını Hükûmet olarak siz yapmak zorundasınız. Hükûmetler sorun çözer, sorun yaratmaz ama maalesef, yaklaşık yedi yıldır, siz, sorun yaratan bir Hükûmet konumundasınız; sorun çözücü değilsiniz, kalıcı hiçbir yasa getiremiyorsunuz.

Bakın, demin Anayasa’nın sayısız maddelerini saydım. 170, 171, 172, 173, 56, 57; bunlar hep sosyal devlet politikaları, sosyal politikalar. Siz bunları yaşama geçirmek için çaba göstereceğinize, kendi kafanıza uygun “Tayyip Erdoğan Anayasası” yapmak için çaba gösteriyorsunuz. Yani önce bunları yaşama geçirin, bunlar yaşam kazansın, barınma ihtiyacı ortadan kalksın, sosyal devlet anlayışını yaşama geçirin. Ama bunları yapamayınca, tabii “Oynayamayan gelin yerim dar.” der, siz bunu diyemediğiniz için de, Anayasa tartışmalarıyla ve bazı sorunların çözümünü de başka yerlere havale ederek çözmeye çalışıyorsunuz.

Bakın işsizlik bugün açıklandı, yüzde 14,5; ocak ayı oranı. Büyük rakam! Bu, görünen rakam. Her 4 gençten 1 tanesi işsiz. Arkadaşlar, bu bizim sorunumuz değil mi? Bu bizim kanayan yaramız değil mi? Bunu bir Sayın Başbakan nasıl “sanaldır” diye yorumlayabilir? Bu, kronikleşmiş, gerçek bir sorundur. Bu sorundan kaçmak isteyenler, bu sorunu çözemeyecek olanlar, bu sorunun altında ezilenler sanal olarak gösterebilirler ama sanal değil.

Bakın, bugün, size, ticaret ve sanayi erbabı cevap veriyor değerli arkadaşlarım. Diyor ki… Başbakan demiş ki: “1 kişi alsalar işsizlik 3 puan düşer.” Peki, o zaman, Sayın Tayyip Erdoğan, Sayın AKP Hükûmeti, sen niye varsın? Ekonomik kriz yaşanıyor, işten çıkarmalar yaşanıyor, kapasite düşürümü yaşanıyor ve finansal kriz yaşanıyor, sen bunları gidermek için hiçbir tedbir almayacaksın, ama diyeceksin ki 1 milyon 300 bin kişi alırsan işsizlik oranı düşer. Bakın, size ne güzel cevap veriyorlar: “Çarkların dönmeye devam etmesi için de itici güce ihtiyaç vardır Sayın Başbakan. Bunu da ancak Hükûmet sağlayabilir.” diyorlar. Ben de diyorum ki Hükûmetin kendisi itilmeye muhtaç, kendisinin yaratacak bir ivme, yaratacak bir itici gücü yok ki! O nedenle, size çok güzel cevap veren sanayici, iş adamları ve esnaflar gerçekten doğruları söylemişler değerli arkadaşlarım. Ama bu doğrular söyleniyor da ne oluyor, bu doğrulardan ders mi alınıyor? Hayır, hiçbir ders alınmıyor; yine yoksulluk artıyor, yine yolsuzluk artıyor, yine işsizlik artıyor. Ama kim çoğalıyor? AKP yandaşı yeni türeyen zenginler. İstanbul’da lüks ciplere binenler, Başbakanın taktığı 100 bin dolarlık saati takarak, Bulgari losyonları kullanarak, Ferre’den, Prada’dan, adını anamayacağım değişik markalardan giyinerek hava atan yeni zenginler türedi. Bu zenginler eskiden mücahitti, şimdi müteahhit oldular! Kimin kanalıyla oldular? Özelleştirmeler, TMSF, TOKİ, kamu ihaleleri ve belediye ihaleleri ile imar planları rantlarından oldular. Bunların hepsi sizin döneminizde arttı. Sizin döneminizde fakir fukara için ne arttı biliyor musunuz? Yoksulluk arttı, yoksulluğu çözmek için de kumarhane araçları arttı.

Bakın, siz gelmeden önce neymiş? At yarışları haftanın belli günlerinde oynanırmış. Siz gelmişsiniz bütün hafta yarışlar yapılmaya başlamış!

HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Gece de var.

YAŞAR AĞYÜZ (Devamla) – Gece de varmış.

Sadece salı günü ve cuma günü yok, onun için de bir arayış içinde imişsiniz! Kuşlar böyle söylüyor!

Şimdi, değerli arkadaşlarım, sizin döneminizde “İddaa” adlı oyun ihdas edilmedi mi? Edildi. Bugün devlete en çok kâr getiren kurum orası değil mi? Millî Piyango “İddaa olmasa ben batardım.” diyor.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, sorun çözen, toplumun sorunlarına cevap veren, Türkiye’yi kalkındırma ivmesini yakalayan bir ülke hâline getiren hükûmet mi iyidir yoksa kumar mucidi bir Hükûmet mi iyidir? İşte siz kumar mucidi bir Hükûmetsiniz. Ama diyorsunuz ki “Kumar haram, kumar parası haram.” Tüyü bitmemiş yetimin hakkını yemek de sizin için günahtı. Ne oldu? Herkes tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyor, vallahi bir şey de olmuyor! Bu dünyada olmuyor ama öteki dünyada çok şeyler var değerli arkadaşlarım, buna da hazırlıklı olun!

Yolsuzluk ekonomide kurumsallaştı sayenizde. Hep yandaşlar kazandı, TOKİ’nin 16 katrilyonluk ihalesinin 10 katrilyonu yeni kurulan yandaşlara verilmiş yüzde 3, yüzde 5, yüzde 7 kırımlarla. Yazık değil mi? Ama siz asgari ücretlilere geldiği zaman da diyorsunuz ki “Param yok.” Emekliye diyorsunuz ki “Param yok.” TOKİ’nin kaynaklarını “gelir paylaşımı” adı altında, “hasılat paylaşımı” adı altında ve ihalelerle peşkeş çekerken para var ama! Bu kaynakları niye disipline etmiyorsunuz? Edemezsiniz. Çünkü, gelişiniz ile iktidar koltuğuna oturduktan sonraki anlayışınız değişti.

Bakın, Sayın Başbakan 2002 yılında “Benim aile fotoğrafımda millet var.” diyordu. Peki, şimdi bakalım millet var mı? Dışarıda Berlusconi var, Umman lideri var, Arap şeyhleri var, Türkiye’de de “mücahit” olarak kendini tanıtıp müteahhit olanlar var! Bugün diyebilir mi Sayın Başbakan “Benim aile fotoğrafımda millet vardır.” diye? Diyemezsiniz. Diyemeyecek noktaya da geldiniz. Ama ne oldu? Siz, toplumu kucaklayan siyasetler güdeceğinize gerilim siyasetinden hâlen nemalanmaya çalışıyorsunuz. Gerilim siyaseti işinize geliyor. Uzatılan ne kadar barış çubuğu varsa, uzatılan ne kadar uzlaşma çubuğu varsa, hepsini reddetmek sizin şiarınız. Siz Türkiye’den giderken başka konuşursunuz, Türkiye’ye gelince başka konuşursunuz. Siz “Amerika’ya gitmem.” dersiniz. Ama Sayın Baykal “Gidecek.” dedi. Baykal’ın dediği doğru çıktı. Niye tersini yapmakla, bizi haklı çıkarmakla bu kadar meşgulsünüz onu da bilmiyorum değerli arkadaşlarım.

Tabii, bugün içinde bulunduğumuz ekonomik, siyasal, sosyal konjonktür en çok dar gelirli vatandaşlarımızı eziyor. Çiftçilerimiz bugün perişan. Bakın esnafımız perişan.

Geçen gün bir destek programı açıklandı, ben de meraklıyım o destek programını açtım baktım, 3 D Stratejisi, “değişim”, “dönüşüm”, “destek”. Dedim ki: Acaba esnafın vergi borçları, prim borçları erteleniyor, faizler bir biçimde yeni düzenlemeye giriyor veya faizler siliniyor mu diye baktım. Değişim, dönüşüm, destek dedikleri şey cek, cak, cuk! Akıl veriyor esnafa, diyor ki: “Değişim için bana gel akıl var.” Akıl olsa zaten memleketi idare edersin Hükûmet! (CHP sıralarından alkışlar)

Şimdi değerli arkadaşlarım, bakkal gözünü açmış bakkallık yapıyor, bakırcı gözünü açmış bakırcılık yapıyor, elektrikçi gözünü açmış elektrikçilik yapıyor, neyi değişecek? Siz AVM’lere teslim oldunuz, bunun hesabını veremiyorsunuz. AVM yasası niye gelmiyor? Niye gelmiyor Sayın Bakan? Bir zahmet edip de sor. Türkiye’de yapımı başlama aşamasında…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Ağyüz, konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

YAŞAR AĞYÜZ (Devamla) – …yapım aşamasında yaklaşık 105 tane şey var değerli arkadaşlarım. Bunlar bitmeli ki ondan sonra gelsin. Siz de milletvekili olarak bütün bunlara sessiz kaldınız. Bakın AVM’lere sessiz kaldınız, bakkallara sessiz kaldınız, esnafa sessiz kaldınız, çiftçiye sessiz kaldınız, çevrenizde gulül yendi, gulül. Çevrenizde buna sessiz kaldınız değerli arkadaşlarım. Devlet olanakları gulül oldu, siz sessiz kaldınız. Bunu sakın gusül anlamayın, gulül, kamu hakkı yemektir, kamu kaynaklarını parçalamaktır. İşte sizin özelliğiniz bu. Onun için her zaman diyorum ki: Gidicisiniz. Biraz ülke yararına, biraz kentler yararına, biraz toplum yararına bir şeyler yapın; otobüs son durağa yanaştı, sizi Anayasa değişikliği de kurtaramayacak, Yüce Divana gitme olanaklarını elinizden önlemenin yolu da engellemeyecek, sandıkta gidicisiniz. O nedenle, yasalarınız halk yararına olsun, toplum yararına olsun, ülke yararına olsun.

Hepinize saygılar sunuyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, birleşime beş dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 19.41

 

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 19.43

BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 87’nci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

496 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.

Komisyon?.. Yok.

Bundan sonra da komisyonun bulunmayacağı dikkate alınarak çalışma süremizin de tamamlanmasına çok az bir zaman kaldığından, alınan karar gereğince kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için 19 Nisan 2010 Pazartesi günü saat 13.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Sizlere ve bizleri izleyen vatandaşlarımıza hayırlı akşamlar diliyorum.

 

Kapanma Saati: 19.44