DÖNEM: 23 CİLT: 66 YASAMA YILI: 4
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
86’ncı
Birleşim
14 Nisan 2010 Çarşamba
(Bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler
tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade
edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak
yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L
E R
I.- GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.- YOKLAMALAR
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI
1.- Kayseri
Milletvekili Yaşar Karayel’in, Mimar Sinan’ın ölüm yıl dönümü ve Mimar Sinan
Haftası’na ilişkin gündem dışı konuşması
2.- Bursa
Milletvekili Necati Özensoy’un, İznik’in kültür ve
turizmdeki yerine ve sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması
3.- Malatya
Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun,
Türk vatandaşlarına uygulanan vize ve Türkiye'nin diğer ülke vatandaşlarına
uyguladığı vize konusuna ilişkin gündem dışı konuşması
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Mimar Sinan’ın ölüm
yıl dönümü ve Mimar Sinan Haftası’na ilişkin açıklaması
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1.- Kırklareli
Milletvekili Turgut Dibek ve 24 milletvekilinin, işsizlerin sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/670)
2.- Burdur
Milletvekili Ramazan Kerim Özkan ve 24 milletvekilinin, şeker fabrikalarının
pancar alımında fire kesintisi yapması konusunun araştırılması amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/671)
3.- Adıyaman Milletvekili
Şevket Köse ve 24 milletvekilinin, yerel basın ve
yayın kuruluşlarının sorunlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/672)
4.- Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut ve 21 milletvekilinin, maden kazalarının
nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/673)
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
1.- Türk Ticaret
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)
2.- Türk Borçlar
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)
3.-
Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak
İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana
Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/761) (S.
Sayısı: 458)
4.- Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ve
Milli Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/808) (S. Sayısı: 487)
VIII.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER
1.- İki
üniversite kurulmasıyla ilgili tasarıların görüşülmekte olan 487 sıra sayılı
tasarıya ek madde olarak eklenmesinin İç Tüzük’e aykırı olup olmadığı hususunda
IX.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Erzurum’un Yapı Denetim
Kanununa dahil edilmesine ilişkin sorusu ve
Bayındırlık ve İskân Bakanı Mustafa Demir’in cevabı (7/13331)
2.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, sivil toplum
kuruluşlarına bütçeden yapılan yardımlara,
- İstanbul Milletvekili Bihlun Tamaylıgil’in, kamudaki
engelli istihdamına,
İlişkin soruları
ve Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf’ın cevabı (7/13335), (7/13336)
3.- Adana Milletvekili Hulusi
Güvel’in, sivil toplum kuruluşlarına bütçeden
yapılan yardımlara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın
cevabı (7/13379)
4.- İzmir
Milletvekili Bülent Baratalı’nın, kamu sosyal
harcamalarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf’ın cevabı
(7/13458)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu
saat 15.03’te açılarak dört oturum yaptı.
Siirt
Milletvekili M. Yılmaz Helvacıoğlu, Mimar Sinan’ın
ölümünün 422’nci yıl dönümü ve Mimar Sinan Haftası’na,
İzmir
Milletvekili Şenol Bal, Kırgızistan Cumhuriyeti’nde meydana gelen son olaylar
ve gelişmelere,
İzmir
Milletvekili Selçuk Ayhan, İzmir Torbalı Pancar köyü halkının sözleşmeli kiracı
olarak uzun süredir tarım yaptıkları arazilerin ellerinden alınmak istenmesine,
İlişkin gündem
dışı birer konuşma yaptılar.
Diyarbakır
Milletvekili Selahattin Demirtaş ve 19
milletvekilinin, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da artış gösteren kanser vakalarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/666),
Trabzon
Milletvekili Cevdet Erdöl ve 21 milletvekilinin,
kanser hastalığı konusunun araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi (10/667),
Ankara
Milletvekili Tekin Bingöl ve 23 milletvekilinin, kanser hastalığı konusunun
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/668),
Antalya
Milletvekili Osman Kaptan ve 21 milletvekilinin, TOKİ’nin
faaliyetlerinin araştırılması (10/669),
Amacıyla birer
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine
sunuldu; önergelerin gündemdeki yerini alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası
geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Çin Halk
Cumhuriyeti Ulusal Halk Kongresinin vaki davetine icabetle TBMM İçişleri
Komisyonu üyelerinden oluşan bir Parlamento heyetinin Çin Halk Cumhuriyeti’ne
resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi,
Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler” kısmında yer alan 496 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın bu kısmın
5’inci sırasına alınmasına ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül
ettirilmesine; gündemin “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler” kısmında yer alan (10/348, 10/551) ve bugün
okunarak Genel Kurulun bilgisine sunulan ve gelen kâğıtlar listesinde
yayımlanan (10/666, 10/667, 10/668) esas numaralı Meclis araştırması
önergelerinin birleştirilerek Genel Kurulun 13 Nisan 2010 Salı günkü
birleşiminde görüşülmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi yapılan görüşmelerden
sonra,
Kabul edildi.
Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat İline Bağlı Gökal
Adlı İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi’nin (2/447) İç Tüzük’ün 37’nci
maddesine göre doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi, yapılan
görüşmelerden sonra, kabul edilmedi.
Gündemin “Sözlü Sorular”
kısmının:
1’inci sırasında bulunan (6/1038),
10’uncu ” ”
(6/1082),
22’nci ” ”
(6/1125),
28’inci ” ”
(6/1144),
29’uncu ” ”
(6/1146),
293’üncü sırasında bulunan
(6/1659),
295’inci ” ”
(6/1662),
374’üncü ” ”
(6/1771),
385’inci ” ”
(6/1782),
419’uncu ” ”
(6/1821),
421’inci ” ”
(6/1823),
431’inci ” ”
(6/1834),
432’nci ” ”
(6/1835),
433’üncü ” ”
(6/1836),
458’inci ” ”
(6/1864),
560’ıncı ” ”
(6/1970),
Esas numaralı
sözlü sorulara Devlet Bakanı Faruk Nafız Özak cevap verdi; soru sahiplerinden Tunceli Milletvekili
Kamer Genç, Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir, Tokat Milletvekili Reşat Doğru,
Niğde Milletvekili Mümin İnan, Kütahya Milletvekili Alim
Işık, Karaman Milletvekili Hasan Çalış ve Giresun Milletvekili Murat Özkan da cevaplara
karşı görüşlerini açıkladılar.
Gümüşhane
Milletvekili Yahya Doğan, çok sayıda spor tesisinin yapılmış olduğunu görmekten
mutluluk duyduğuna ve Gümüşhane ili Kelkit ilçesinin kapalı spor salonunun
yapımının tamamlanacağının müjdesini almış olmaktan da çok mutlu olduğuna
ilişkin bir açıklamada bulundu.
Birleştirilerek
görüşülmesi kabul edilen, kanser hastalığının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergelerin
(10/348, 10/551, 10/666, 10/667, 10/668) kabul edildiği açıklandı.
Kurulacak
komisyonun:
16 üyeden
teşekkül etmesi,
Çalışma
süresinin, başkan, başkan vekili, sözcü ve kâtip üyenin seçimi tarihinden
itibaren üç ay olması,
Gerektiğinde
Ankara dışında da çalışması,
Kabul edildi.
Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:
1’inci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),
2’nci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/499) (S. Sayısı: 321),
3’üncü sırasında
bulunan, Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına
Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para
Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun (1/761)
(S. Sayısı: 458),
Görüşmeleri
komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.
4’üncü sırasında
bulunan ve görüşmelerine devam olunan, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve
Spor Komisyonu Raporu’nun (1/808) (S. Sayısı: 487) 1’inci maddesine bağlı ek
madde 119 kabul edildi; 1’inci maddesine bağlı ek madde 120 üzerinde bir süre
görüşüldü.
14 Nisan 2010
Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşime
20.02’de son verildi.
Nevzat
PAKDİL |
|
|
|
|
|
Başkan Vekili |
|
|
Yaşar
TÜZÜN |
|
Gülşen
ORHAN |
|
Bilecik |
|
Van |
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
|
Harun
TÜFEKCİ |
|
Fatih
METİN |
|
Konya |
|
Bolu |
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
No.: 121
II.- GELEN KÂĞITLAR
14 Nisan 2010 Çarşamba
Tasarılar
1.- Milli Eğitim Temel
Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı (1/844) (Plan ve Bütçe
ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 2.4.2010)
2.- Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/845) (Milli Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 6.4.2010)
Teklifler
1.- Ordu Milletvekili Rahmi Güner’in; Tarım Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi (2/666) (Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan
ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 1.4.2010)
2.- İzmir Milletvekili Canan Arıtman’ın; 5993 Sayılı Belediye Kanununun 24. Maddesinin
2. Fıkrasına “İmar Komisyonu” İbaresinden Sonra Gelmek Üzere “Kadın-Erkek
Eşitlik Komisyonu” İbaresinin Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (2/667) (Kadın
Erkek Fırsat Eşitliği ile İçişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
2.4.2010)
3.- İzmir Milletvekili Canan Arıtman’ın; 5216 Sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun 15.
Maddesinin 2. Fıkrasına “Ulaşım Komisyonu” İbaresinden Sonra Gelmek Üzere
“Kadın-Erkek Eşitlik Komisyonu” İbaresinin Eklenmesine Dair Kanun Teklifi
(2/668) (Kadın Erkek Fırsat Eşitliği ile İçişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 2.4.2010)
Tezkereler
1.- Diyarbakır Milletvekili Gültan Kışanak’ın Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1172) (Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 12.4.2010)
2.- Diyarbakır Milletvekili Gültan Kışanak’ın Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1173) (Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 12.4.2010)
Rapor
1.- Adalet ve Kalkınma
Partisi Grup Başkanı İstanbul Milletvekili Recep Tayyip
Erdoğan ve 264 Milletvekilinin; 7/11/1982 Tarihli ve
2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/656) (S.
Sayısı: 497) (Dağıtma tarihi: 14.4.2010) (GÜNDEME)
Sözlü Soru Önergeleri
1.- Malatya Milletvekili
Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun,
futbol kulüplerinin sigorta prim borçlarına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanından sözlü soru önergesi (6/1981) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
2.- Malatya Milletvekili
Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun,
futbol kulüplerinin vergi borçlarına ilişkin Maliye Bakanından sözlü soru
önergesi (6/1982) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
3.- İzmir Milletvekili Kamil
Erdal Sipahi’nin, ailelerinden ayrılan bazı çocuklara ilişkin İçişleri
Bakanından sözlü soru önergesi (6/1983) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
4.- Gaziantep Milletvekili
Hasan Özdemir’in, havaalanında turistlerden alınan bir ücrete ilişkin Kültür ve
Turizm Bakanından sözlü soru önergesi (6/1984) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
5.- Gaziantep Milletvekili
Hasan Özdemir’in, Gaziantep’teki kaçakçılık olaylarına ilişkin İçişleri
Bakanından sözlü soru önergesi (6/1985) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
6.- Tokat Milletvekili Reşat
Doğru’nun, Zile OSB’de yapılan yatırımlara ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından
sözlü soru önergesi (6/1986) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
7.- Tokat Milletvekili Reşat
Doğru’nun, Zile-Pazar karayoluna ilişkin Ulaştırma Bakanından sözlü soru
önergesi (6/1987) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
8.- Tokat Milletvekili Reşat
Doğru’nun, Zile-Çekerek karayoluna ilişkin Ulaştırma Bakanından sözlü soru
önergesi (6/1988) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
9.- Tokat Milletvekili Reşat
Doğru’nun, tasarruf sahiplerini mağdur eden bir holdinge ilişkin Başbakandan
sözlü soru önergesi (6/1989) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
10.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Pazar ilçesine Sosyal Güvenlik
Merkezi kurulmasına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından sözlü soru
önergesi (6/1990) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
11.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, HES projelerine ilişkin Çevre
ve Orman Bakanından sözlü soru önergesi (6/1991) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
12.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’taki TOKİ konutlarına
ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1992) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
13.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’taki baz
istasyonlarının sağlığa etkilerine ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru
önergesi (6/1993) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
14.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’a ambulans helikopter
alımına ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/1994) (Başkanlığa
geliş tarihi: 02/04/2010)
15.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Zile Devlet Hastanesi binasına
ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/1995) (Başkanlığa geliş
tarihi: 02/04/2010)
16.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, araçlara kesilen para
cezalarına ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1996) (Başkanlığa
geliş tarihi: 02/04/2010)
17.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’taki baz
istasyonlarına ilişkin Ulaştırma Bakanından sözlü soru önergesi (6/1997)
(Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
18.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’taki korunmaya muhtaç
çocuklara ilişkin Devlet Bakanından (Selma Aliye Kavaf) sözlü soru önergesi
(6/1998) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
19.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’taki belediyelerin İller
Bankasına olan borçlarına ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi
(6/1999) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
20.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’taki hava kirliliğine
ilişkin Çevre ve Orman Bakanından sözlü soru önergesi (6/2000) (Başkanlığa
geliş tarihi: 02/04/2010)
21.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, dershanelere ilişkin Milli
Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/2001) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
22.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, kapatılan okullara ilişkin
Milli Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/2002) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
23.- Bitlis Milletvekili Mehmet Nezir Karabaş’ın, Tatvan Devlet
Hastanesinden kaçırılan bebeğe ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi
(6/2003) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/04/2010)
Yazılı Soru Önergeleri
1.- İstanbul Milletvekili
Mehmet Sevigen’in, Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf’ın
eşcinsellerle ilgili açıklamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/13693) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
2.- İstanbul Milletvekili
Mehmet Sevigen’in, yurtlardan kaçan çocuklara ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13694) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
3.- İstanbul Milletvekili
Mehmet Sevigen’in, Aydın ziyaretinde yaşanan bir
olaya ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13695) (Başkanlığa geliş
tarihi: 02/04/2010)
4.- İstanbul Milletvekili
Mehmet Sevigen’in, İstanbul’daki sel afetine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13696) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
5.- İstanbul Milletvekili
Mehmet Sevigen’in, domuz gribi aşısı ile ilgili açıklamalara
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13697) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
6.- Gaziantep Milletvekili
Yaşar Ağyüz’ün, TEKEL işçilerinin eyleminin
engellenmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13698) (Başkanlığa
geliş tarihi: 02/04/2010)
7.- Giresun Milletvekili
Murat Özkan’ın, Taşıt Kanununa aykırı araç alımı ve kullanımına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13699) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
8.- Bursa Milletvekili Necati
Özensoy’un, Yalova’da kurulacak termik santrale
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13700) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
9.- Manisa Milletvekili Ahmet
Orhan’ın, Manisa’daki afet mağduru çiftçilerin sorunlarına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/13701) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
10.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut’un,
belediyelerdeki yolsuzluk iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/13702) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
11.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut’un,
Deniz Feneri Derneğine bankalar üzerinden bağış yapılmasına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/13703) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
12.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut’un,
Türkmen adının derneklerde kullanılmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/13704) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
13.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’ta İşsizlik Sigortası
Fonundan yapılan ödemelere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13705)
(Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
14.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’in,
eşcinsellere yönelik şiddet olaylarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/13706) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/04/2010)
15.- Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır’ın,
tutuklu bazı kişilere ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/13707)
(Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
16.- Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır’ın,
bir kamu görevlisinin mahkumiyetine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru
önergesi (7/13708) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
17.- Antalya Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, ceza ve tutukevlerindeki
doluluk durumuna ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/13709)
(Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
18.- Iğdır Milletvekili Pervin Buldan’ın, Erzurum H Tipi Cezaevinde
yapıldığı iddia edilen bazı uygulamalara ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru
önergesi (7/13710) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/04/2010)
19.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın,
isteğe bağlı sigortalıların prim borçlarına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanından yazılı soru önergesi (7/13711) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
20.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Sulusaray ilçesine Sosyal
Güvenlik Merkezi kurulmasına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından
yazılı soru önergesi (7/13712) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
21.- Afyonkarahisar Milletvekili Abdülkadir Akcan’ın, Afyonkarahisar’a
yapılan fidan tahsisine ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi
(7/13713) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
22.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’taki sulama kanallarının
üzerinin kapatılmasına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi
(7/13714) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
23.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Erbaa’daki kanalların
temizletilmesine ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi
(7/13715) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
24.- İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen’in,
çocuk ve yaşlı bakımevlerinin denetimine ilişkin Devlet Bakanından (Selma Aliye
Kavaf) yazılı soru önergesi (7/13716) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
25.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, İŞKUR’un
Tokat’taki özürlü istihdamına ilişkin Devlet Bakanından (Selma Aliye Kavaf)
yazılı soru önergesi (7/13717) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
26.- İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen’in,
Ankara’daki toplu taşıma hizmetlerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/13718) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
27.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’ta içme suyu ve
kanalizasyon bulunmayan yerleşim birimlerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/13719) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
28.- Van
Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, bir köyün köprü ihtiyacına ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/13720) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/04/2010)
29.- Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın,
kadına yönelik bir şiddet olayına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/13721) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/04/2010)
30.- Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır’ın,
ölü bulunan bir gazete çalışanına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/13722) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/04/2010)
31.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, LYS’nin yalnızca il merkezlerinde yapılmasına ilişkin Milli
Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13723) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
32.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Bingöl’de okulların depreme
karşı güçlendirilmesine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/13724) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
33.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Kütahya’da okulların depreme
karşı güçlendirilmesine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/13725) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
34.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Bolu’da 1999 depremleri
sonrasında okulların durumuna ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/13726) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
35.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Sakarya’da 1999 depremlerinden
sonra okulların durumuna ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/13727) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
36.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Yalova’da 1999 depremlerinden
sonra okulların durumuna ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/13728) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
37.- Mardin
Milletvekili Emine Ayna’nın, Kızıltepe ilçesindeki öğrenciler
için belirlenen sınav merkezlerine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/13729) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
38.- Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir’in, bir beldedeki ortaöğretim
kurumu ihtiyacına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/13730) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
39.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, kadın yönetici
sayısının artırılmasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/13731) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
40.- Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, ABD’deki bir toplantıya katılan
bürokratlara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13732)
(Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
41.- Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, Dünya Liseler Badminton
şampiyonasına katılan bürokratlara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/13733) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
42.- Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, Bakanlıkça yapılan atamalara
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13734) (Başkanlığa
geliş tarihi: 02/04/2010)
43.- Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, bazı sınavlarda soru
sızdırıldığı iddialarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/13735) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
44.- Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, istisnai memuriyet kadrolarına
yapılan atamalara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/13736) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
45.- Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, okullara alınan yazarlık
yazılımına ve köy okullarında internet erişimine ilişkin Milli Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/13737) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
46.- Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, Devlet Memurları Kanununun 76.
maddesine göre yapılan atamalara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/13738) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
47.- Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, emekli olduktan sonra göreve
başlatılan bir öğretmen olup olmadığına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı
soru önergesi (7/13739) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
48.- Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, usulsüz öğretmen ataması olup
olmadığına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13740)
(Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
49.- Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, ücretli öğretmen uygulamasına
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13741) (Başkanlığa
geliş tarihi: 02/04/2010)
50.- Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, vekaleten yürütülen müdürlüklere
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13742) (Başkanlığa
geliş tarihi: 02/04/2010)
51.- Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, bir planlama çalışması için
ödeme yapılıp yapılmadığına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/13743) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
52.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Zile’ye üniversite kurulmasına
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13744) (Başkanlığa
geliş tarihi: 02/04/2010)
53.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’taki okullarda
uyuşturucuyla ilgili bilgilendirme çalışmalarına ilişkin Milli Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/13745) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
54.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’taki okulların elektrik borcuna
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13746) (Başkanlığa
geliş tarihi: 02/04/2010)
55.- Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın,
eğitimdeki fırsat eşitliğine ve bazı uygulamalara ilişkin Milli Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/13747) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/04/2010)
56.- Muğla Milletvekili Ali Arslan’ın,
Diyarbakır Göğüs Hastalıkları Hastanesinin kapatılmasına ilişkin Sağlık
Bakanından yazılı soru önergesi (7/13748) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
57.- Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır’ın,
hastanelerde enfeksiyon kaynaklı bebek ölümlerine
ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/13749) (Başkanlığa geliş
tarihi: 02/04/2010)
58.- Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı’nın,
Konya’daki aile hekimliği uygulamasına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru
önergesi (7/13750) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
59.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, Ayvalık ilçesindeki
intihar olaylarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/13751)
(Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
60.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’taki sağlık ocaklarındaki
personel eksikliğine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/13752)
(Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
61.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’taki bazı sağlık
verilerine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/13753) (Başkanlığa
geliş tarihi: 02/04/2010)
62.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, bazı
meraların canlandırılmasına ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/13754) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
63.- Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir’in, Gaziantep’teki destekleme
ödemelerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/13755) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
64.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, Diyanet İşleri Başkanlığının GSM
şirketleri ile yaptığı sözleşmeye ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Çelik)
yazılı soru önergesi (7/13756) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
65.- Trabzon Milletvekili Süleyman Latif Yunusoğlu’nun,
dahilde işleme rejimi kapsamında getirilen çaylara
ilişkin Devlet Bakanından (Hayati Yazıcı) yazılı soru önergesi (7/13757)
(Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
66.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, TMSF’nin bir medya grubunu satış ihalesine ilişkin Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/13758)
(Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
67.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, karayolu taşımacılığı
yapan esnafın vergi ve prim borçlarına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru
önergesi (7/13759) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
68.- İstanbul Milletvekili Durmuşali
Torlak’ın, kamu kurum ve kuruluşlarının deniz araç ihalelerine ilişkin
Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/13760) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
69.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut’un, halk
ozanlarının desteklenmesine ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru
önergesi (7/13761) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
70.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’ta ruhsat verilen taş ve
kum ocaklarına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru
önergesi (7/13762) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)
71.- İstanbul Milletvekili Hasan Macit’in, ihracattaki vergi iadesi
uygulamasına ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Zafer Çağlayan) yazılı soru
önergesi (7/13763) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/04/2010)
Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Kırklareli Milletvekili
Turgut Dibek ve 24 Milletvekilinin, işsizlerin sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/670) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.02.2010)
2.- Burdur Milletvekili
Ramazan Kerim Özkan ve 24 Milletvekilinin, Şeker fabrikalarının pancar alımında
fire kesintisi yapması konusunun araştırılması amacıyla bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/671) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.02.2010)
3.- Adıyaman Milletvekili
Şevket Köse ve 24 Milletvekilinin, yerel basın ve yayın kuruluşlarının
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/672) (Başkanlığa geliş
tarihi: 26.02.2010)
4.- Balıkesir Milletvekili
Ahmet Duran Bulut ve 21 Milletvekilinin, maden kazalarının nedenlerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/673) (Başkanlığa geliş tarihi:
26.02.2010)
14 Nisan 2010 Çarşamba
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 13.03
BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu),Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 86’ncı Birleşimini açıyorum.
Toplantı yeter sayısı vardır,
görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce üç
sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk söz, Mimar
Sinan Haftası münasebetiyle söz isteyen Kayseri Milletvekili Yaşar Karayel’e
aittir.
Sayın Karayel, buyurun. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI
1.- Kayseri Milletvekili Yaşar Karayel’in, Mimar Sinan’ın ölüm yıl
dönümü ve Mimar Sinan Haftası’na ilişkin gündem dışı konuşması
YAŞAR KARAYEL (Kayseri) –
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; ülkemizin gurur kaynaklarından birisi
olan büyük Mimar Sinan’ın ölüm yıl dönümü münasebetiyle söz almış bulunuyorum.
Hepinizi saygıyla selamlarım.
Saygıdeğer milletvekilleri,
bir ülkenin gerçek tapuları o ülkedeki medeniyet yapılarının mevcuduyla… Bu
ülkedeki eserlerin hepsinin yapımında büyük katkıları olan Mimar Sinan’ın
eserleri, bu ülkenin gerçek tapuları hâlinde nesilden nesile
aktarılarak bugünlere kadar ulaşmıştır. Dört yüz yirmi iki yıl sonra bile bu
ülkenin insanları ve dünyadaki Müslümanlar tarafından hayırla yâd edilen bir
insan gerçekten başka bir ülkede herhâlde olmasa gerektir. Ben de rahmetli Mimar
Sinan’ı onun ahvadı olarak minnet ve şükranla
milletim adına selamlıyorum.
Kendisi şu anda, bu kadar
büyük yapıları yapmış olmasına rağmen, Süleymaniye’de çok küçük bir türbede
mütevazı olarak İstanbul’u selamlamaktadır.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri…
Lütfen, arkadaşlar… Bir tarih büyüğümüzü anıyoruz, lütfen sakin olalım.
Buyurun.
YAŞAR KARAYEL (Devamla) –
Mimar Sinan, Kayseri sancağının Ağırnas köyünde
doğmuştur. Yeniçeri olarak Osmanlı İmparatorluğu’nda eğitilmiş, “dülger”
sıfatıyla ustalarından büyük şeyler öğrenmiştir. Kendisi bu çalışmalarını
“Ustamın hizmetinde tıpkı bir pergelin sabit ayağı gibi kararlı bir biçimde
çalıştım, merkezi ve çevreyi gözledim. Sonra da yine pergelin gezen ayağı gibi
başka diyarları gezmeye özendim. Bir zaman padişah hizmetinde Arap ve Acem
diyarlarında gezip dolaşarak her yüksek eyvandan bir köşe, her viran tekkeden
bir kırıntı belleyip yine İstanbul’a geri döndüm…”
Kanuni Sultan Süleyman
döneminde yeniçeri olarak Belgrad, Rodos, Mohaç, Viyana, Almanya, İran ve Bağdat seferlerine katılır.
Buralarda gördüklerini yapısal olarak ülkesine gelince uygular. Özellikle Van
Gölü’nün geçişinde yapmış olduğu kadırgalarla çok büyük üne kavuşur. Ülkenin
mamur olmasında çok büyük katkılar sağlar. Özellikle Moldova seferi sırasında
nehir üzerine yapmış olduğu köprülerle kendisi çok büyük bir üne kavuşur ve
“mimarbaşı” sıfatını alır.
Katıldığı seferlerde gördüğü
doğu ve batıdaki çeşitli kültür eserleri, karşılaştığı acele çözüm bekleyen
sorunlar, askerlikte edindiği disiplin, denetim ve örgütlenme bilgisiyle
birlikte Mimar Sinan’a büyük öngörüler kazandırır, yeteneklerini geliştirir,
tasarımlarını kuvvetlendirir. Elli yıla varan başmimarlık
görevi sırasında Osmanlı Devleti’nde yaptığı mimarlık görevi boyunca da
yapılarında gerçekleştirdiği deneyler, getirdiği yenilikler Osmanlı mimarisinin
zirveye taşınmasında büyük katkılar sağlamıştır.
Anadolu ve Akdeniz kültürüne
sahip çıkan bir Osmanlı-Türk-İslam mimarlık bileşimi ortaya çıkaran Mimar
Sinan, birçoğu İstanbul’da olmak üzere cami, mescit, medrese, okul, darülkurra, türbe, imaret, darüşşifa, su
yolları kemerleri, köprüler, kervansaraylar, köşk ve saray, ambar ve
mahzen, hamam ve kaydı olmayan nice yapılarla birlikte 477 tane eseri dünya
mirasına kazandırmıştır.
Sinan’ın hayatını
incelediğimizde, yaptıklarıyla hiçbir zaman yetinmeyip, bıkıp usanmadan
düşünen, araştıran ve yenilikleri ortaya koyan büyük bir bilim adamı olarak
kendisini görmekteyiz. Osmanlı döneminde, daha rasyonel, ölçülü olan,
gerçekçiliği yansıtan Osmanlı dinî yapıları Mimar Sinan’la yeniden şekil almış,
yenilikler kazandırılarak Osmanlı Türk mimarisi olarak dünyaya damgasını
vurmuştur. Özellikle İstanbul’un su sorununu çözmek için yapmış olduğu su
kemerleri, bentler, tünellerle, su yollarının
kemerleriyle birlikte, dağıtma yapılarıyla, uzunluğu 50 kilometreye varan “Kırk
Çeşmeler” denilen tesisleri İstanbul’a kazandırarak İstanbul’un su sorunlarını
çözmüştür.
Sinan, Osmanlı
İmparatorluğu’nda en önemli mekân olan camilerin tasarımına da yenilikler
katmıştır. Mimarbaşılığa getirildikten sonraki ilk yapısı Haseki Sultan
Külliyesi’dir. Sinan, araştırmalarına devam ettikçe yenilikleri de kavramış
olur. Sekizgen tabana oturan kubbesiyle Rüstem Paşa Camisi bunun en büyük
örneklerinden birisidir. Bu camide kazanmış olduğu deneyimleri daha sonra
İstanbul’da çeşitli yerlerde kullanmıştır. “Kalfalığımı İstanbul’daki Şehzade
Camisi’nde, ustalığımı da Süleymaniye Camisi’nde tamamlandım fakat bütün gücümü
ve ustalığımı Edirne’deki Selimiye Camisi’nde tamamladım.” diyen Sinan, seksen
yaşında yaptığı bu eseriyle dünya mirasına gerçekten büyük katkı sağlamıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun.
YAŞAR KARAYEL (Devamla) – Tüm
eserlerini âdeta bir mimarlık yarışmasına katılırcasına hazırlamış,
yeniliklerle dolu nice eserleri bugünlere getirmiştir. İstanbul’a sağlamış
olduğu özgün yapı örnekleriyle kent neredeyse açık hava müzesi hâline
dönüştürülmüştür. Arif Nihat Asya’nın deyimiyle “Erciyes’i Süleymaniye diye
İstanbul’a yeniden kondurmuştur.” Sinan, dışa açık, analizci, gördüklerinden
doğru dersler çıkaran, ilhamlar alan, onları kendi görüşleri doğrultusunda
senteze ulaştıran büyük bir dehadır ve mimardır. Ömrünün sonuna kadar
araştıran, deneyen, topoğrafya, kompozisyon ve mekân,
kütle ve depremsellik sorunlarına yeni çözümler üreten Mimar Sinan, bugüne
kadar ününün gelmesinde büyük katkıları da kendiliğinden sağlamıştır.
Kayseri’de birçok eseri
vardır. Bunlardan en önemlisi: Osman Paşa Camisi, Hacı Ahmet Camisi, Kurşunlu
Camisi olarak da bilinir. Bu camilerle birlikte Hüseyin Bey Hamamı da
Kayseri’ye kazandırdığı önemli mimarlık yapılarından biridir.
Bu vesileyle Mimar Sinan’ı,
gerçekten ona layık nesiller olarak, buradan bir daha tüm milletimiz adına
şükranla, minnetle ve rahmetle anıyor, kendisine Cenabıhak’tan rahmet diliyor,
saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Karayel.
Sayın Şandır, buyurun
efendim.
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın,
Mimar Sinan’ın ölüm yıl dönümü ve Mimar Sinan Haftası’na ilişkin açıklaması
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Çok
teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu olarak biz de Mimar Sinan’ı rahmetle anıyoruz, ona şükranlarımızı
sunuyoruz.
Gerçekten, Mimar Sinan, Türk
tarihinde, Türk medeniyetinde yeri zor doldurulacak bir değerdir, bir
kıymettir, bu milletin değeridir. Mimar Sinan, ait olduğu devletin ihtişamını
eserlerine yansıtan ve medeniyetimize özgü bir tarz yaratan çok değerli bir
mimardır. Bugün taklidi bile mümkün olmayan eserler ortaya koymuştur.
Özellikle Süleymaniye
Camisi’nin tanımında, yine rahmetle anacağımız bir Değerli Mimar Vedat Dalokay’ın ifadesiyle söylüyorum: “Mimar Sinan, muhteşem
Kanuni Sultan Süleyman’ın görkemini Süleymaniye Tepesi’nde Süleymaniye Camisi
ile oturtmuştur, bağdaş kurup oturtmuştur ve Osmanlının görkemini tüm dünyaya
kıyamete kadar sunmuştur.” diye bir tanım getirmiştir.
Gerçekten Mimar Sinan’ı
unutmamamız gerekiyor, unutturmamamız gerekiyor. Biz de Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu olarak, camiası olarak Mimar Sinan’a şükranlarımızı sunuyor, ona
yüce Allah’tan rahmetler diliyoruz efendim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Şandır.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, Türk milletinin gurur
abidelerinden birisi olan -konuş-macıların da
belirttiği gibi- ihtişamlı tarihimizde önemli bir yeri olan ve dünya mimarisine
büyük katkılarda bulunan Mimar Sinan’ı rahmetle, minnetle, şükranla anıyoruz.
Mekânı cennet olsun.
Gündem dışı ikinci söz,
kültür ve turizm ilçesi İznik’in sorunları hakkında söz isteyen Bursa
Milletvekili Necati Özensoy’a aittir.
Sayın Özensoy,
buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR (Devam)
A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI (Devam)
2.- Bursa Milletvekili Necati Özensoy’un,
İznik’in kültür ve turizmdeki yerine ve sorunlarına ilişkin gündem dışı
konuşması
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Kültür, tarih ve turizm kenti
olan İznik, milattan önce 316 yılında kurulmuş, dört tarafı
Ne yazık ki böylesine eşsiz
tarihî ve kültürel zenginliğe sahip ilçemiz bugüne kadar gereken ilgiyi
görememiştir. Sanayileşme şansı olmayan İznik’in hak ettiği yere gelebilmesi
için tek çıkar yol, turizmde gerekli olan patlamayı yapması ve bu sektörde hak
ettiği yere gelmesidir. Bunun için de İznik’in behemehâl
turizmde öncelikli bölge kapsamına alınması, Kültür ve Turizm Bakanlığının
önderliğinde İznik’in tanıtımına ağırlık verilmesi, ilçemize turizm tesisleri
ve spor kompleksleri yapmaları ve yeni istihdam alanları yaratmaları için
turizm yatırımcılarının teşvik edilmesi sağlanmalıdır.
İznik ilçe merkezinde en
önemli kültür varlıklarından biri de, 4 ana kapısı, 12 tali kapısı, 114
kulesiyle yer alan, 10-
Yine Sultan I. Murat’ın
annesi Nilüfer Hatun’un anısına 1388 yılında inşa ettirilen İznik Müzesi,
yoksullar için her gün yemek dağıtılan bir hayır kurumuydu. Bu müzede çok
nadide eserler, Osmanlıdan ve diğer medeniyetlerin yaşadığı dönemlerden
binlerce nadide eser sergilenmektedir. Ancak binanın tekrar restore edilmesi ve
teşhir vitrinlerinin modernleşmesi hususunda İznik Müze Müdürlüğünce,
müfettişçe hazırlanmış rapor ile birlikte ilgili Bakanlığa müracaat edilmiş
ancak bir sonuç elde edilememiştir. İznik Müzesi’nde bulunan depolarda etütlük
ve envanterlik eserler bulunmaktadır. Özellikle İznik
çini fırınları kazısı sonucunda bulunan kalıntılar bu depolara konulmaktadır
ancak söz konusu depoların yoğun nem almaları eserler açısından sağlıksız bir
ortam yaratmaktadır. İznik Müze Müdürlüğünce soruna çözüm bulmak amacıyla ek
hizmet binası ve depoların kaldırılarak yerine depo, hizmet ve teşhir içeren
yeni yapılaşma çalışmaları için birçok kez müracaat edildiği bilinmektedir.
Sonuç olarak, müze teşhir
binası olarak kullanılan imarethanenin restore edilmesi ve teşhir vitrinlerinin
modern hâle getirilmesi gerekmektedir. Ayrıca müze etrafında bulunan harabenin
ortadan kaldırılması, bu alana ilçemize yakışacak bir şekilde depo ve hizmet
içeren yeni yapılaşma çalışmalarına başlanması, tarihî eserlerin yerli ve
yabancı turistlere sergilenmesi sağlanmalıdır.
Yine, tarihî antik tiyatroyla
ilgili yapılan çalışmalar maalesef Bakanlık tarafından da izin verilmediğinden
yapılamamaktadır. Bu konuda da bir an önce gerekli izinlerin verilmesi ve
çalışmalara devam edilmesi gerekmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Özensoy.
NECATİ ÖZENSOY (Devamla) –
Ben buradan Sayın Kültür ve Turizm Bakanına seslenmek istiyorum. Bugün bu
yapılan gündem dışı konuşmaya cevap veyahut katkı sağlaması gerekirdi ama
herhâlde yoğun çalışmalarından dolayı kendisi burada yok. Yarın Turizm Yılı’nın
açılışıyla ilgili kendisi Bursa’da olacak. Dolayısıyla Bursa’dan İznik’e
geçmesini ve İznik’te bu bahsettiğimiz konuları yerinde görerek, Bursa
turizminin önünün açılması için özellikle İznik’e çok daha fazla önem verilmesi
gerektiğini yerinde incelemesini ben hassaten istirham ediyorum.
Bursa Valisine de hem
teşekkür hem de sitemde bulunmak istiyorum. Katkılar noktasında, Valilik
imkânları noktasında elinden gelen katkıları yapmayı çalışıyor. Ancak Bursa
turizm çalıştayında çıkan raporda bu İznik ilçemize
gerekli yer ayrılmadığı, gerekli önem verilmediği görülmüştür. Bu konuda da
biraz daha özellikle İznik’le ilgili önem ve hassasiyetlerini rica ediyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun efendim.
NECATİ ÖZENSOY (Devamla) –
Bitiriyorum.
Ben Belediye Başkanımıza da
bu tanıtım ve çalışmalarında da başarılar diliyorum. Bursa’daki alışveriş
merkezlerinde ve İstanbul’da ciddi anlamda çalışmalar başlattı Sayın Belediye
Başkanı. Ben de bu çalışmalarında başarılar dileyerek, bütün İzniklilere de
selamlarımı sunuyor ve yüce heyeti saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Özensoy.
Gündem dışı üçüncü söz,
Türkiye’den vize isteyen ve Türkiye'nin vize istediği ülkeler hakkında söz
isteyen Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’na aittir.
Sayın Aslanoğlu,
buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
3.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun, Türk vatandaşlarına uygulanan vize ve
Türkiye'nin diğer ülke vatandaşlarına uyguladığı vize konusuna ilişkin gündem
dışı konuşması
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinize saygılar
sunuyorum.
Değerli arkadaşlar, Türk
vatandaşlarına uygulanan vize, bir de bizim diğer ülke vatandaşlarına
uyguladığımız vize konusunda bilgi sunmak istiyorum.
Öncelikle bizim yani
Türkiye’nin diğer ülke vatandaşlarına uyguladığı vize konusunda mutlaka bir
değişiklik yapmamız lazım arkadaşlar. Örneğin, Uzak Doğu’dan, Orta Doğu’dan
transit amaçlı gelip Avrupa’ya giden bir sürü insan -schengen
vizeleri var- Türkiye vizesi olmadığı için İstanbul’da kalamıyorlar. Bu nedenle
Dışişleri Bakanlığının, eğer yabancı bir ülkenin vatandaşının schengen vizesi varsa, Amerika ve İngiltere vizeleri varsa,
bu insanların Türkiye vizesi olmasa dahi İstanbul’da kalmalarına ve İstanbul’da
havaalanında değil havaalanının dışına çıkmalarına müsaade edilmesi lazım. Bu,
özellikle Hindistan’dan gelip Avrupa’ya giden turistler için çok önemli bir
problem. Türkiye, Hindistan vatandaşlarına vize uyguladığı için yani Uzak
Doğu’dan gelen Hintliler gelip İstanbul’da sadece havaalanında bekleyip
Avrupa’ya buradan gitmektedir. Ama eğer bir Hint vatandaşının schengen vizesi varsa, bu Hintliden schengen
vizesi olduğu için Türkiye vizesi aramaz isek, bu insanlar İstanbul’a girip
İstanbul’da alışveriş dahi yapabiliyorlar. Bu nedenle, özellikle Türkiye’nin
vize uyguladığı ülkeleri bir kez daha gözden geçirip, özellikle schengen vizesi veya İngiltere vizesi taşıyan o ülke
vatandaşlarına Türkiye’ye de giriş izni verilmesi lazım, illa Türkiye vizesi
aranmaması lazım. Eğer biz turizmden, eğer biz gerek sağlık gerek turistik
gerek eğitim gerekse spor organizasyonlarından bir pay alacaksak mutlaka bu
vize mantığımızı değiştirmemiz lazım. Aksi hâlde, o ülkelere biz vize
uyguladığımız için, o ülke vatandaşları schengen
vizesi olmasına karşın Türkiye’ye giremiyorlar. Bu, Türkiye için önemli bir
sorundur. Özellikle turizm sektöründeki herkes bu soruna dikkatimizi çekiyor ve
herkes, özellikle transit değil, schengen vizesi
olanın Türkiye’ye giriş yapmasına olanak sağlayan bir kararın mutlaka
alınmasını istiyor. Bu nedenle, ben, burada gerek Dışişleri Bakanlığına gerekse
Turizm Bakanlığına iletiyorum, bu konunun açıklığa kavuşturulması lazım ve
sonuçta, eğer bir Hint vatandaşının veya bir başka ülke vatandaşının schengen vizesi varsa Türkiye herhâlde o ülkeler…
Türkiye'nin istediği vize o ülkelerin içerdiği vizeden farklı bir vize işlemi
değildir. Bu nedenle schengen vizesi taşıyan yabancı
ülke vatandaşlarına Türkiye’ye giriş olanağı tanıyan bir değişikliğin öncelikle
yapılması lazım.
Değerli arkadaşlarım, ikinci
bacak ise, Türk insanına uygulanan, Türk vatandaşına uygulanan vize konusudur. Bu resimde görüyorsunuz, maviler bizden vize istemeyen ülkeler ama
baktığımız zaman, bunlar, örneğin bu bol mavi gördüğünüz yer Güney Amerika,
yani Arjantin, Peru, Brezilya ama baktığınız zaman, Türkiye’yle ilişkisi olan
Avrupa Birliği ülkelerinden ve Avrupa’daki ülkelerden sadece Hırvatistan ve
Kosova bizden vize istemiyor ve onun dışında tüm Avrupa vize istiyor bizden. Fas,
Libya, Suriye, İran, Kazakistan, bir de aşağıdaki mavi Güney Afrika.
Değerli arkadaşlarım, tabii,
özellikle Avrupa Birliği açısından, schengen vizesi
açısından konuyu biraz irdelemek istiyorum. Eğer gümrük birliği test edildiyse,
gümrük birliğinde siz malları geçiriyorsunuz, insanı geçirmiyorsunuz. Bir kere
bu, kabul edilemez. Gümrük birliğine girişte, özellikle gümrük birliği
kapsamında, özellikle ticari olarak mal üreten, ihraç eden insanlar dahi
Avrupa’ya girmekte zorlanıyorlar ve bizden neler istiyorlar, arkadaşlar, biliyor
musunuz? Banka cüzdanının fotokopisi değil, aslı olacak ha! Daha neler neler istiyorlar.
Değerli arkadaşlarım, tabii,
seyahat özgürlüğü her şeyin üstündedir, ama özgürlüğü zoraki kısıtlamak
insanlık dışı bir olaydır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Aslanoğlu.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – O nedenle, başta Avrupa Birliğine ve hep bizi
avutan Avrupa Birliğine, bizi kandıran Avrupa Birliğine ve hep “Aldık,
alacağız.” diyen Avrupa Birliğine şunu söylememiz lazım: Türk vatandaşlarının
en tabii hakkı olan, oradaki, Almanya’daki, Belçika’daki, Hollanda’daki,
Fransa’daki anne babasını veya çoluk çocuğunu, torununu görmek için burada
günlerdir süründürülen insanları bir daha görsünler.
Değerli arkadaşlarım,
kesinlikle vize konusunda Türk vatandaşına büyük zorluk çıkarılıyor. Özellikle
Avrupa Birliği ülkeleri, bu konuda acımasızca ve insanı insanca görmeyerek,
insanın onuruyla oynamaktadır ve bir şekilde, oradaki ilintili olduğu
akrabasını, eşini ve dostunu görmesine engel oluyorlar.
Artı, ticari olarak da eğer
Türkiye'de ihracat yapan bir insan gidip oradaki malını, bozulan malını görmek
istiyorsa, bu onun en tabii hakkıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) – Sayın Başkan, bitiriyorum.
Bu nedenle, bize vize
uygulayan ülkelerle konunun önce gümrük birliğini dikkate alarak bir kez daha
gözden geçirilmesi, Türk vatandaşına uygulanan bu zulmün ortadan kalkması için
hepimize bir görev düşmektedir.
Hepinize saygılar sunuyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu, teşekkür ediyorum.
Gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula
sunuşları vardır.
Meclis araştırması açılmasına
ilişkin dört önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek ve 24 milletvekilinin,
işsizlerin sorunlarının araştırıla-rak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/670)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Ülkemizin en büyük sorunu
olan işsizlik her geçen gün artmaktadır. Yapılan anket çalışmaları da
halkımızın en önemli sorun olarak gördükleri durumun işsizlik olduğunu
göstermektedir.
SONAR araştırma şirketinin
03-13 Ocak 2010 tarihlerinde 15 ilde yüz yüze anket yöntemi kullanarak 3 bin
kişiyle gerçekleştirdiği çalışmaya göre; "Türkiye'nin en önemli sorunu
nedir?" sorusuna halkımız yüzde 67,7 oranında
"İşsizlik/istihdam" demiştir. SONAR'ın
05-25 Ekim 2009 tarihleri arasında yapmış olduğu bir başka çalışmaya göre de
katılımcıların yüzde 65,57'si "işsizlik/İstihdam" sorununu
Türkiye'nin en önemli sorunu olarak görmektedir.
Avrasya Kamuoyu Araştırmaları
Merkezinin Kasım 2009 tarihinde 23 ilde, 2 bin 150 kişi ile yüz yüze
görüşülerek gerçekleştirdiği ankete göre de "Türkiye'nin en önemli
problemi nedir?" sorusuna, katılımcıların çoğunluğunu oluşturan yüzde
29'luk kesimi, "İşsizlik" cevabını vermiştir.
Ülkeyi yöneten Hükûmet, işsizlik konusunu yok saymakta, istihdamı artırıcı
politikalar üretememektedir.
Türkiye'deki işsizlik
rakamlarını açıklayan Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Kasım 2009 itibari ile
3 milyon 270 bin işsizin olduğunu açıklamıştır. TÜİK'in
verilerine göre Kasım 2009 itibari ile işsizlik artış oranı geçen yılın aynı
ayına göre yüzde 13,1 artmıştır. TÜİK'in bu verileri,
artık iş bulma umudunu kaybeden yurttaşlarımızın dikkate alınmadığı
rakamlardır.
Prof. Dr. Asaf
Savaş Akat, TÜİK'in son
işsizlik verilerini değerlendirmesinde: "İşsizlik patlıyor. 920 bin artışla,
3,5 milyon kişiye tırmanıyor. Hem mutlak sayı, hem de oran olarak tarihî rekor
kırıyor. Düzeltilmiş işsiz sayısı 5,5 milyondur. Maalesef TÜİK istihdam
verilerinin takvim ve mevsim etkilerini temizlemiyor." demiştir. Prof. Dr.
Akat'a göre, 2008'den itibaren işsiz sayısı hızla
yükselerek, bir yılda % 60'a yakın artmaktadır. 2009'dan itibaren yavaş bir
tempoyla düşüşe geçen işsizlik; 2009 kasımda hâlâ,
2007 verilerinin % 40 üzerindedir.
İşsizlik nedeniyle aile
birliği tehlike girmekte, evli çiftler maddi sıkıntılar nedeniyle
geçinememekte, boşanmalar yaşanmaktadır. Yine işsizlik nedeniyle, evlenmek
isteyen gençler evlenememekte, evli çiftler ise gelecek kaygısı ile çocuk yapma
planlarını ertelemektedirler.
Çalışan nüfus da işsizlik
korkusuyla işverenleri tarafından fazla mesai ücretleri ödenmeden daha çok
çalıştırılmakta, sendikasızlaştırılmakta, hatta maaşları düşürülmektedir. Bu
durum işsizlerin sorunlarının, çalışanları da etkilediğinin bir kanıtıdır. İşsizlerin
sorunlarının çözülmesi, çalışanların sorunlarının da çözülmesi anlamına
gelmektedir.
Bu nedenlerle, işsizlerin
yaşadıkları sorunların tespiti, ortaya çıkarılması ve çözümlenmesi amacı ile
Anayasamızın 98. maddesi, İçtüzüğümüzün 104. ve 105. maddeleri gereğince bir
Araştırma Komisyonu kurularak konunun tüm boyutlarıyla araştırılmasını
saygılarımızla arz ederiz.
1) Turgut
Dibek (Kırklareli)
2) Bülent
Baratalı (İzmir)
3) Ali
Rıza Öztürk (Mersin)
4) Erol Tınastepe (Erzincan)
5) Malik Ecder Özdemir (Sivas)
6) Tekin
Bingöl
(Ankara)
7) Rasim
Çakır (Edirne)
8)
Hüseyin Ünsal (Amasya)
9) Tayfur
Süner
(Antalya)
10) Hüsnü
Çöllü (Antalya)
11) Sacid Yıldız (İstanbul)
12)
Hulusi Güvel (Adana)
13)
Şevket Köse (Adıyaman)
14) Durdu
Özbolat (Kahramanmaraş)
15) Ahmet
Küçük (Çanakkale)
16) Mevlüt Coşkuner (Isparta)
17) İsa
Gök (Mersin)
18) Osman
Kaptan (Antalya)
19) Gürol
Ergin (Muğla)
20) Abdulaziz Yazar (Hatay)
21)
Muhammet Rıza Yalçınkaya (Bartın)
22)
Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
23)
Mehmet Ali Özpolat (İstanbul)
24) Ensar Öğüt (Ardahan)
25)
Abdullah Özer (Bursa)
2.- Burdur
Milletvekili Ramazan
Kerim Özkan ve 24
milletvekilinin, şeker fabrikalarının pancar alımında fire kesintisi yapması
konusunun araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/671)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Türkiye Şeker Fabrikaları
A.Ş. Şeker Fabrikalarında Üreticiden Şeker Pancarı alımlarında gerekçesiz
olarak fire kesintisi yapılması ile ilgili olarak İçtüzüğün 104. ve 105.
maddeleri gereğince ekte yer alan gerekçeye istinaden bir Meclis Araştırması
açılmasını arz ve teklif ederiz.
1)
Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
2) Durdu Özbolat (Kahramanmaraş)
3) Gürol
Ergin (Muğla)
4) Ali
Rıza Öztürk (Mersin)
5) Şevket
Köse (Adıyaman)
6) Erol Tınastepe (Erzincan)
7) Bülent
Baratalı (İzmir)
8) Malik Ecder Özdemir (Sivas)
9) Rasim
Çakır (Edirne)
10) Tekin
Bingöl (Ankara)
11)
Hüseyin Ünsal (Amasya)
12) Abdulaziz Yazar (Hatay)
13)
Tayfur Süner (Antalya)
14) Hüsnü
Çöllü (Antalya)
15) Sacid Yıldız (İstanbul)
16)
Hulusi Güvel (Adana)
17) Mevlüt Coşkuner (Isparta)
18) Ahmet
Küçük (Çanakkale)
19) İsa
Gök (Mersin)
20) Osman
Kaptan (Antalya)
21) Ali
Rıza Ertemür (Denizli)
22)
Mehmet Ali Özpolat (İstanbul)
23)
Muhammet Rıza Yalçınkaya (Bartın)
24) Ensar Öğüt (Ardahan)
25)
Abdullah Özer (Bursa)
Gerekçe
Pancar tarımı ve pancar
şekeri sektörü ülkemizde en fazla istihdam yaratan, yan sektörlere katkı veren,
en fazla çiftçi geliri sağlayan sektördür. Sektör ülkemizde yılda 3 milyar
dolar katma değer yaratmakta, taşımacılık sektörüne 25 milyon ton iş hacmi sağlamaktadır.
Geçimini doğrudan veya dolaylı olarak sektörle ilgilendirmiş 10 milyon
insanımızın iş ve ekmek kapısıdır. Bu özelikleriyle sektör tüm dünyada
desteklenip korunmaktadır. Ancak ne yazık ki Türkiye, dünyada bu sektörü
desteklemeyen tek ülkedir.
Devletin Türk çiftçisine ve
şeker sektörüne katkısının sıfır olduğu ülkemizde, şeker fabrikalarını pancar
çiftçisi finanse etmektedir. Şeker fabrikaları ise şeker pancarı üreticisinin
ürettiği pancarı almak suretiyle üreticiye ekonomik yönde destek olmaktadır.
Pancar üreticilerinin büyük çoğunluğu şeker pancarı tarımı yaparak ürettiği
ürünü pancar fabrikalarına vererek buradan aldığı parayla geçimini
sürdürmektedir. Şeker pancarı tarımı oldukça özveri ve yoğun emek
gerektirmektedir. Bunca yoğun uğraş ve özveriye rağmen pancar üreticisi
emeğinin karşılığını alamamaktadır. Bu güne dek uygulanan kotalarla ekim
alanlarının sınırlandırılması, girdilerin yüksekliği, ürüne yeterince fiyat
verilmemesi gibi etkenler pancar üreticisinin mağduriyetine neden olmaktadır.
Pancar üreticisi şeker
pancarını üretip fabrikaya getirdiğinde başka bir sorunla daha
karşılaşmaktadır. Şöyle ki; T.Ş.F.A.Ş Şeker fabrikaları pancar üreticisinden
pancar alımında hiçbir gerekçe öne sürmeden % 5 oranında bir fire kesintisi
yapmaktadır. Dolayısıyla pancar üreticisi şeker fabrikalarına teslim ettiği
ürününün bedelini % 5 oranında eksik almaktadır. Zaten kısıtlı miktarda ekim
yapabilen, ürününü yeterince değerlendiremeyen ve üretimin her aşamasında yoğun
emek harcayan üretici birde bu kesintiyle bu oranda bir gelir kaybına
uğramaktadır.
Oysa bu kesintinin yasal
olduğuyla ilgili hiçbir veri olmadığı gibi yetkililerce kesintinin ne amaçla
yapıldığı yönünde bilgi verilmemektedir.
Ayrıca Şeker Kanununda
kesintiyle ilgili bir ifade yoktur. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, T.Ş.F.A.Ş,
Şeker Kurumu ve Şeker Kurulu tarafından yayımlanmış bir tebliğ, yönetmelik ve
genelge bulunmamaktadır. Yine Türkiye Şeker Fabrikaları mal alımlarına ait tip
sözleşmede de bu kesintiye ait bir esas ve usul belirlenmemiştir. Diğer yandan
T.C Anayasasının "Tarım, Hayvancılık ve Bu Üretim Dallarında Çalışanların
Korunması" başlıklı 45. Maddesinde "Devlet, bitkisel ve hayvansal
ürünlerin değerlendirilmesi ve gerçek değerlerinin üreticinin eline geçmesi
için gereken tedbirleri alır" denilmektedir. Bu kesinti usulsüz olarak
yapılmaktadır. Bu konunun araştırılarak üreticinin alın teriyle ürettiği
ürününden kesinti yapılmasının önüne geçilmelidir.
T.Ş.F.A.Ş Şeker
Fabrikalarında üretilen şeker ve melas miktarı, rapor olarak Sanayi ve Ticaret
Bakanlığına bildirilmektedir. Kampanya sonunda üretim miktarı göz önünde
bulundurularak üretim maliyeti yapılır. Ancak bu hesaplamada fire kesintisi göz
önünde bulundurulmamaktadır. Dolayısıyla üreticiden kesilen firenin ne olduğu
yönünde herhangi bir açıklama yapılmadığı için bu konuda bazı kuşkular ortaya
çıkmaktadır.
Ayrıca bir
çok Şeker Fabrikasının özelleştirme kapsamında olduğu bilinmektedir.
Dolayısıyla bu fabrikalar özelleştirildiğinde fabrikaların yeni sahiplerinin bu
kesintiyi devam ettireceklerini ve yasal dayanak olmaması nedeniyle kesinti
miktarını daha da artırmayacaklarını kim iddia edebilir. Bu durum fabrika
sahiplerine haksız kazanç sağlayacağı gibi üreticinin daha da mağdur olmasına
neden olacaktır. Anılan gerekçelerle bu durumun bir an önce açıklığa
kavuşturulması gerekmektedir.
3.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse ve 24 milletvekilinin, yerel
basın ve yayın kuruluşlarının sorunlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/672)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Dünyada medya; yasama,
yürütme ve yargıdan sonra dördüncü kuvvet olarak görülmektedir. Özellikle
iletişim teknolojilerinin artmasıyla birlikte; medyanın, demokrasinin yaşaması
ve gelişmesi için ne derece önemli rol oynadığı daha iyi anlaşılmaktadır.
Medyanın bu derece önemli bir konumda olması, bütün gözlerin de üzerine
çevrilmesine neden olmaktadır. Siyasi iktidarların, medyaya hâkim olma ya da
eleştirel görüşte yer alan medyayı sindirmeye dönük çabaları siyasi tarih
içinde sık sık tanık olunan manzaralardır.
Medya denilince konunun çok
farklı boyutları akla gelmektedir. Gazete, televizyon, radyo, internet gibi çok
çeşitli araçların yanında; uluslararası, ulusal ve yerel düzeyde yaşamını
sürdüren yazılı, görsel ve işitsel basın yayın organları, tüm dünya hakkında
bilgi sahibi olmamızı sağlamaktadır. Medyanın görevi, yalnızca bilgi almanın
ötesine geçmiştir. Bunun bilincinde olmak, medyaya gereken önemi vermekle
sonuçlanacaktır.
Küreselleşmenin ve uluslararası
tekelleşmenin yoğunlaştığı günümüzde, uluslararası ve ulusal medyanın yanında
yerel basın çok daha özel bir anlam taşımaktadır. Yerel basın, sosyal devletin
gereği ve özgürlüğün, demokrasinin savunulması amacıyla özel bir öneme
sahiptir. Yerel basın ayakta kalmazsa ne özgürlükten ne de demokrasiden
bahsetme olanağı vardır. Yerel basın, bütün basın ve yayın yaşamının kılcal
damarları gibidir. Yerel basın olmadığı, susturulduğu ya da engellendiği
takdirde demokrasi, özgürlük sekteye uğrar ve toplumun sesi kesilir.
Yerel basın yayın organları,
bu denli büyük bir öneme sahip olmasına rağmen, çok çeşitli sorunlarla
uğraşmaktadır. Çeşitli sorunlarla uğraşma nedeniyle bu kurumlar, asıl işlerine
yoğunlaşamamakla karşı karşıya kalmaktadır. Bu sorunların en başında ekonomik
koşulların zorluğu gelmektedir. Siyasi iktidar tarafından resmi ilanlarını da
kaybetmenin eşiğinden dönen yerel medya organları, ekonomik olarak ayakta
kalabilmek için mücadele etmektedir. Kimi zaman ve kimi yerlerde yerelde baskı
gören basın yayın organları, yaşadıkları güçlükleri aşabilmek için devlet
desteğine ihtiyaç duymaktadır.
Devletin ekonomik desteğine
özellikle ihtiyacı olan yerel basın yayın organları, bağımsızlıklarını korumak
için çeşitli yasal düzenlemelere de ihtiyaç duymaktadır. Örneğin; KÖYDES
ilanları gibi, doğrudan yereli ilgilendiren ilanların, bu basın yayın
organlarında yer bulması yerel basın yayın organlarını güçlendirecektir. Bunun
gibi çeşitli yöntemlerle yerel basın yayın organlarının desteklenmesi, yerel
basının yaşaması için gereklidir.
Yerelde yaşamını sürdüren;
yazılı, görsel ve işitsel basın yayın organlarının sorunlarının ve bu
sorunların çözüm yollarının araştırılması amacıyla Anayasa'nın 98. ve TBMM
İçtüzüğü'nün 104 ve 105. maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını
saygılarımızla arz ederiz.
1) Şevket
Köse (Adıyaman)
2) Malik Ecder Özdemir (Sivas)
3) Erol Tınastepe (Erzincan)
4) Hüsnü
Çöllü (Antalya)
5) Abdulaziz Yazar (Hatay)
6) Rasim
Çakır (Edirne)
7) Sacid Yıldız (İstanbul)
8) Tayfur
Süner (Antalya)
9) Hulusi
Güvel (Adana)
10) Durdu
Özbolat (Kahramanmaraş)
11) Tekin
Bingöl (Ankara)
12) Enis
Tütüncü (Tekirdağ)
13) Ali
Rıza Öztürk (Mersin)
14) Gürol
Ergin (Muğla)
15)
Bülent Baratalı (İzmir)
16)
Hüseyin Ünsal (Amasya)
17) Mevlüt Coşkuner (Isparta)
18) Ahmet
Küçük (Çanakkale)
19) İsa
Gök (Mersin)
20) Osman
Kaptan (Antalya)
21)
Muhammet Rıza Yalçınkaya (Bartın)
22)
Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
23)
Mehmet Ali Özpolat (İstanbul)
24) Ensar Öğüt (Ardahan)
25)
Abdullah Özer (Bursa)
4.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut ve 21 milletvekilinin,
maden kazalarının neden-lerinin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/673)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Balıkesir'in Dursunbey ilçesi
Odaköy yakınlarında bir kömür madeninde yaşanan grizu
patlaması sebebiyle 13 işçi hayatını kaybetmiş 18 işçi yaralanmıştır. Bundan önceki yıllarda da sık sık
karşımıza çıkan ve ciddi rakamlarda ölüm ve yaralanmalarla sonuçlanan ülkemizde
maddi ve manevi birçok zarara imza atan ve her seferinde gündemini yitirince
arkaya atıp üzerine eğilinmeyen maden kazalarının
nedenlerinin ve kazalardaki insan ölümlerini önleyecek çözüm yollarının belirlenmesi
amacıyla, Anayasanın 98'inci, TBMM İç Tüzüğünün 104 ve 105'inci maddeleri
uyarınca " Meclis Araştırması " açılması için gereğini saygılarımızla
arz ve talep ederiz. 26.02.2010
1) Ahmet
Duran Bulut (Balıkesir)
2) Durmuş
Ali Torlak (İstanbul)
3) Oktay
Vural (İzmir)
4) Şenol
Bal (İzmir)
5) Mehmet
Günal (Antalya)
6) Hasan
Çalış (Karaman)
7) Hamza
Hamit Homriş (Bursa)
8) Akif
Akkuş (Mersin)
9) Münir Kutluata (Sakarya)
10) Murat
Özkan (Giresun)
11)
Mustafa Enöz (Manisa)
12) Tunca
Toskay (Antalya)
13) Erkan
Akçay (Manisa)
14)
Sabahattin Çakmakoğlu (Kayseri)
15)
Necati Özensoy (Bursa)
16) Kamil
Erdal Sipahi (İzmir)
17)
Mustafa Kemal Cengiz (Çanakkale)
18)
Mehmet Akif Paksoy (Kahramanmaraş)
19)
Mehmet Şandır (Mersin)
20) Atila Kaya (İstanbul)
21) Ali Uzunırmak (Aydın)
22) Alim Işık (Kütahya)
Gerekçe:
Balıkesir'in Dursunbey ilçesi
Odaköy yakınlarındaki kömür madeninde meydana gelen
patlama ile 13 işçi hayatını kaybetmiş 18 işçi yaralanmıştır. Aynı madende 01
Haziran 2006 tarihinde de 17 işçi hayatını kaybetmiştir. Kısa zaman
aralıklarıyla karşımıza çıkan ciddi ölüm ve yaralanmalara sebep olan maden
kazaları, ülkemizde iş sağlığı ve güvenliğine gereken önemin verilmediğini
mevcut yasalarda ciddi eksikler bulunduğunu göstermektedir. Uluslararası
Çalışma Örgütü'nün raporuna göre dünyada günde ortalama 160 bin iş kazası
yaşanmakta, yılda iş kazalarında 180 bin kişi ölmekte, yine yılda iş
kazalarında 2 milyon kişi sakat kalmakta, yılda 60 milyon kişi yaralanmaktadır.
Türkiye'de yılda ortalama 80
bin iş kazası meydana gelirken, iş kazasından ölen kişi sayısı ortalama 1140
kişi, sakat kalan kişi sayısı ise yılda 2850 kişi olmaktadır. Dünya Sağlık
Örgütü'nün raporlarına göre iş kazalarının çokluğu bakımından Türkiye,
Avrupa'da birinci sırada yer almaktadır.
Bağlı
bulunan hangi bakanlık olursa olsun üstüne bir de özelleştirmeler eklenince
izlenen yanlış politikalar yeterli mühendislik hizmetlerinden, bilim ve
teknolojiden uzak, işçi sağlığı ve iş güvenliğine yönelik gerekli tedbirlerin
alınmadığı yüksek risk taşıyan işletmelerin artmasına dolayısıyla ölümlü iş kazaların
sıklıkla yaşanmasına ailelerin parçalanmasına ve beraberinde anne ve babasını
kaybetmiş psikolojisi bozulmuş çocukların bulunduğu sağlıksız koşullar
oluşmasına sebep vermektedir.
Ülkemizde sıklıkla arka
arkaya yaşanan ölümlü iş kazaları ülkemizde yasa, yönetmelik ve uygulamaların
yeterli olmadığının, ağır çalışma koşullarının düzeltilmeden ve yeterli
güvenlik önlemleri alınmadan gerekli kontroller yapılmadan işçi çalıştıran
işletmelere gerekli cezai işlemlerin ciddiyetle yapılmadığının göstergesidir.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler gündemdeki
yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşme,
sırası geldiğinde yapılacaktır.
Sayın milletvekilleri, alınan
karar gereğince sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve
Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.
1'inci sırada yer alan, Türk
Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S.
Sayısı: 96)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2'nci sırada yer alan, Türk
Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S.
Sayısı: 321)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3'üncü sırada yer alan,
Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak
İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana
Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
3.- Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma
Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek
Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin
Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/761) (S. Sayısı: 458)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
4'üncü sırada yer alan,
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu'nun
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
4.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ve Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu
(1/808) (S. Sayısı: 487) (x)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükûmet? Yerinde.
Sayın milletvekilleri, geçen
birleşimde tasarının çerçeve 1’inci maddesine bağlı ek 119’uncu maddesi
üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına yapılan konuşma tamamlanmıştı.
Şimdi söz sırası Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Akif Akkuş’a aittir.
Sayın Akkuş, buyurun efendim.
(MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA AKİF AKKUŞ
(Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 487 sıra sayılı Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın
çerçeve 1’inci maddesine ekli, ek 119’du ancak dünkü değişiklikle ek 120’nci
madde oldu, o madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu ve şahsım adına
söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bu
yasa ile 2547 sayılı Yükseköğrenim Kanunu’nun vakıf yükseköğretim kurumlarına
ilişkin hükümlerine tabi olmak üzere dört yeni vakıf üniversitesi kurulması talep
edilmektedir. Bunlardan birisi de İstanbul’da kurulacak olan İstanbul Ön Asya
Üniversitesidir.
Konuşmama üniversitenin
isminden başlamak istiyorum. Türkiye Diyanet Vakfının kurduğu bu üniversiteye,
Batılıların ülkemize yakıştırdığı bir ismi vermelerini doğrusu yadırgadım. Daha
ziyade, Alman ekolüne mensup coğrafyacılar “Anadolu” yerine “Ön Asya, Küçük
Asya” demeyi tercih etmişlerdir. Bunlara ilave olarak, 1895 yılında, Alman
araştırmacılar, daha ziyade filolojik çalışmalar yapmak maksadıyla Ön Asya
Cemiyetini kurmuşlardır, “Vorderasiatische Gesellschaft” diye Ön Asya Cemiyetini kurmuşlar. 1908
yılında da Alman kültürü ve dilini yaymak için Alman Ön Asya Komitesini (Deutsche Vorderasienkomitee)
kurarak Anadolu’da çalışmalara başlamışlardır.
Böylece “Ön Asya” tabiri,
Batılara göre, Anadolu’nun her yönüyle Asya’nın bir devamı, -sosyal, kültürel
ve siyasi olarak- olduğu anlayışı kullanılagelmiş bir tabirdir.
Değerli milletvekilleri, şimdi,
tabii, belki bu “Ön Asya” kelimesi ile Alman komitelerinin
daha önce kurulup, çalışmalarını
gündeme getirme ihtiyacı
duymayabilirdik. Ancak geçen hafta “Türk-Alman Üniversitesi” adıyla bir
devlet üniversitesi kurulmasını sağladık. Dolayısıyla “Türk-Alman Üniversitesi”
diye bir ad kullanılması, doğrusu buradaki “Ön Asya” kelimesi için de bende
birtakım çağrışımlar yaptı ve bunun ne zaman, nerede, nasıl kullanıldığını
araştırdığımda bunlar ortaya çıktı. Yani Almanlar demek ki daha Osmanlılar
döneminde 2 defa Alman dilini ve Alman kültürünü yaymak üzere Anadolu’da bu
şekilde “Ön Asya” tabiriyle cemiyetler kurmuşlar, bunu belirtmek istiyorum.
(x) 487 S.
Sayılı Basmayazı 8/4/2010
tarihli 84’üncü Birleşim Tutanağı’na eklidir.
Umut ederim ki yeni kurulacak
olan bu üniversitemize verilen bu isim ile yukarıda belirttiklerimin bir ilgi
ve alakası yoktur, öyle olmasını ümit ediyorum.
Değerli milletvekilleri, son
yıllarda ülkemizde devletle yarışırcasına vakıflar yeni üniversiteler kurmaktalar
ancak bu kurulan üniversitelerin küçük bir miktarı hariç, en azından şimdilik
üniversitelerden beklenen faydayı sağlayamayacakları görünüyor. Çünkü
üniversiteyi kuran vakıfların mal varlığı ne, bu üniversiteleri kuranlar
kimdir, üniversite kuran vakıfların uğraş alanları nedir, kurdukları
fakülteleri neye göre seçiyorlar, hemen hemen
bunların hiçbiri hakkında doğru bir bilgi maalesef yok.
Komisyon görüşmeleri
sırasında da yukarıdaki sorulara cevaplar istenmesi söz konusu oluyor ama
birkaç vakıf hariç bir türlü bu bilgileri yazılı olarak vermiyor, veremiyorlar.
Üniversitelerimizin çoğalması
sevindirici olmakla beraber eğitimin kalitesini düşürdüğü de bir gerçek. Bu
sadece yeni kurulan vakıf üniversiteleriyle sınırlı değil, devlet
üniversitelerindeki yetişmiş bir kısım bilim adamı maalesef vakıf
üniversitelerindeki verilen ücretin yüksekliğiyle orantılı olarak devlet
üniversitelerini terk etmekte ve vakıf üniversitelerine gitmektedirler.
Yeni açılan devlet
üniversitelerinin öğretim üyesi kadrosunun oldukça sınırlı olduğu bilinen bir
gerçektir. Yani, işte geçtiğimiz yıl birçok üniversite açtık “her ile bir
üniversite” diye, kasabalardan küçük yerlere üniversiteler açtık. Buraların da öğretim üyesi kadrosu oldukça sınırlı.
Yeni üniversitelerde kadro arayan
yetişmiş bilim adamlarına buralarda da yüksek ücret teklif olmasına rağmen
tercihlerini vakıf üniversitelerinden yana koyuyorlar. Niye? Vakıf
üniversiteleri daha çok büyük şehirlerde ve imkânlarının hızla artması söz konusu
olan yerlerde de onun için.
Büyük şehirlerde atıl devlet
binaları bulunmakta ve bu vakıf üniversiteleri de maalesef gözlerini bunlara
dikmiş durumdadırlar. Bu vakıf binalarının yahut devlet binalarının bir kısmı
da yavaş yavaş bu vakıf üniversitelerine tahsis
edilmektedir.
Değerli milletvekilleri,
açılan üniversitelerin hangi katkıları sağlayacağı “beylik” tabir edilen
sözcüklerle açıklanıyor. Fakat son beş yıl içinde kurulmuş vakıf üniversiteleri
nasıl bir gelişme sağlamış, bilime, üniversiter
hayata ne katkıları olmuş, bunlar maalesef belli değil. Bunların mutlaka ortaya
konması gerekiyor, bunun için birtakım çalışmaların yapılması gerekiyor. Yani
bu kurulan üniversiteler gelişmelerini ne ölçüde tamamlayıcı çalışmalar
yapmışlar, ne zamana tamamlayabile-cekler, bunların
mutlaka araştırılması gerekiyor kanaatindeyim.
Millî Eğitim Bakanlığının bu
konuda bir çalışmasının olup olmadığı, olumlu sonuçların alınıp alınmadığı
belli değil. Bu yüzden, yeni kurulacak olan vakıf üniversiteleri için yapılan
her başvurunun kabul edilip izin verilmesi oldukça düşündürücü. “Niye
düşündürücü, yani vakıf üniversitesi açılsa ne olur?” diyeceksiniz. İşte
düşündürücü olan şu: Bilindiği gibi, 1960’ların başlarında özel yüksekokullar
açıldı. Bunlar üniversite hâline gelsinler diye açıldı ve Türkiye'nin birçok
yerinde bunlar faaliyet gösterdi, özellikle İstanbul ve Ankara başta olmak
üzere. Ama bunlarda birçok olumsuzluklar yaşandı. Yani aramızda buradan mezun
olan arkadaşlarımız mutlaka vardır ama biz onların nasıl mezun olduğunu da,
hepsini demiyorum ama bir kısmının nasıl mezun olduklarını da biliyoruz
maalesef. Ve bunlar bir bir kapanmıştır. Daha sonra
da devlet aldığı bir kararla bunların ülke yararına olmayacağını düşünmüş ve
bir kanun çıkartarak bunları tamamen lağvetmiştir. Böyle giderse, üzülerek söylüyorum,
vakıf üniversitelerinin akıbeti de bu olacak diye korkuyorum.
Elbette ülkemizde çok sayıda
gencimiz ve onların yakınları, çocukları üniversiteye gitsin ve bir meslek
edinerek daha yüksek standartta bir hayat sürsün istiyor. Maalesef, gençlerin
ve ana babalarının bu isteği yerine gelmiyor. Bugün eğitimli
nüfusun yüzde 25’i işsiz. AKP Hükûmeti vakıf
üniversitelerinin açılmasını kolaylaştırdığı gibi, buralardan mezun olanların
asgari ihtiyacını karşılayacak kadar bir iş bulması için de çalışmalıdır diyorum.
Devletin elindeki kamu iktisadi kuruluşları âdeta yok pahasına eşe dosta peşkeş
çekilip ortadan kaldırılırken, çiftçinin, köylünün ürettiği ürün yok pahasına
satılıp üreticinin emeği dahi değerlendirilmemektedir. On sene kadar önce büyük
bir üretim toplumu olan Türkiye, bugün maalesef dev bir tüketim toplumu hâline
gelmiştir.
Vakıf üniversiteleri hızla
kurulurken birçok problemi de beraberinde getirmektedir. Geçtiğimiz yıl boy boy ve bol bol ilan verilmesine
“Bizim üniversitemiz en iyi.” propagandası yapılmasına rağmen 110 bin kişilik
vakıf üniversitelerinde boş kontenjan olduğu belirtilmişti. Vakıf
üniversiteleri, adı üstünde vakıf, her yıl burslu öğrenci aldıklarını
belirtirler ve bu konuda vergi muafiyeti isteyenler de maalesef vardır, ancak
30 kişilik kontenjanı olan bölüme 5 veya 6 burslu öğrenci alınır. Aslında bu,
son derece tehlikelidir, çünkü burslu öğrenci programa 350-380 puanla girerken,
paralı öğrenci 230-240 puanla girer. Şimdi düşünün, birisi 350 puan, 380 puan
almış girmiş, birisi de ondan aşağı yukarı 120 puan aşağı alarak giriyor ve siz
bu çocukları tutuyorsunuz aynı sınıfa sokuyorsunuz. Bu, eğitim kurallarına
uygun değil. Bunun için bunun dikkate alınması gerekiyor.
Ayrıca, bunların aldıkları
ücret de maalesef vakıf üniversiteliliğine, vakıf anlayışına sığmıyor. 9 milyar
ile 17 milyar lira arasında -eski parayla söylüyorum tabii- bunlar ücret
alıyorlar. Peki, sonra da diyorlar ki: “Kâr gayesi gütmüyor.” Bir öğrenciye
devlet üniversiteleri 5 milyara kadar masraf yaparken bunlar 9 ila 17 milyar
lira arasında değişen miktarlarda ücret alıyorsa, ortaya çıkan fark nereye
gidiyor, kime gidiyor?
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) –
Cari gidere gidiyor.
AKİF AKKUŞ (Devamla) – Cari
gidere…
AHMET YENİ (Samsun) –
Hocalara gidiyor.
BAŞKAN – Sayın Akkuş,
konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
AKİF AKKUŞ (Devamla) – Şimdi,
Ahmet Bey diyor ki: “Hocalara gidiyor.” Elbette bir yerlere verecekler.
Hocalara parlak çekiyorlar. Bizde güvercincilik işiyle uğraşanlar bir güvercin
atarlar, parlak çekerler. Hocalara da maalesef parlak çekiyorlar “Gelin, bak
biz size 3 bin dolar, 4 bin dolar veriyoruz, buraya gelin.” diye.
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) –
Transfer var, transfer…
AKİF AKKUŞ (Devamla) - Burada
üzerinde durmak istediğim bir şey de İstanbul Ön Asya Üniversitesinin
fakültelerinden birisi eğitim fakültesidir. Aynı zamanda edebiyat fakültesi de
var bu Üniversitenin içinde. Bugün ülkemizde bu iki fakülte mezunları yüzde 99
ihtimalle -yani hem edebiyat hem eğitim fakülteleri- öğretmen olabilecek
şekilde yetiştirilmektedir. Yakın bir zaman öncesine kadar sadece eğitim
fakültesi mezunları doğrudan doğruya öğretmen olabilmekteydi, şimdi ise
“Bunlar, fen-edebiyat fakültesi öğrencileri de ders programı içerisinde
pedagoji dersleri alarak öğretmen olabilecekler.” dendi.
Şu anda 250 bin civarında,
eğitim fakültesinden mezun olmuş, atanmayı bekleyen, öğretmenlik hakkını
kazanmış ama öğretmen olmamış çocuğumuz, arkadaşımız, kardeşimiz var.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Akkuş,
konuşmanızı tamamlar mısınız efendim.
Buyurun.
AKİF AKKUŞ (Devamla) –
Dolayısıyla, buralara yapılmış olan, yapılacak olan emek ve masrafın bir yerde
boşa gideceği, heba olacağı anlaşılmaktadır diyor, hepinize saygı ve
selamlarımı sunuyorum efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum
Sayın Akkuş.
Barış ve Demokrasi Partisi
Grubu adına Sevahir Bayındır, Şırnak Milletvekili,
buyurun efendim. (BDP sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA SEVAHİR
BAYINDIR (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan
kanun değişikliği teklifi üzerine grubum adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime başlarken
öncelikle, iki gün önce Samsun’da, siyaseten yasaklanmış, kapatılan Demokratik
Toplum Partimizin Eş Başkanı ve Kürt halkının yüreğinin değişmeyen Eş Başkanı
Sayın Ahmet Türk’e yönelik geliştirilmiş olan saldırıyı kınıyorum ve bu
zihniyeti yaratan tüm kurumları, siyasetçileri bir an önce bu mayınlı zeminin
ortadan kaldırılmasına dönük sorumluluğa davet ediyorum.
Ve yine, bugün 14 Nisan. 14
Nisanın artık Kürtler için çok önemli bir anlamı var. Nasıl
ki, 29 Mart 2009, Kürtler açısından kendi haklarını korumak, yerelde özgürce
siyasete katılmak, kendi idaresini özgürce gerçekleştirmek ve idare ettiği
toplumun dilini, kültürünü geliştirmek ve yeni bir zihniyetle, yeni bir anlayışla bir sistem geliştirmeye
dönük katettiği bir aşama idiyse, bu aşamanın -yani
Kürtlerin seçimde kazandığı bu gelişmenin- birilerini rahatsız ettiğini gördük,
hemen 29 Mart arifesinde ve yine işbaşındaydılar Kürtlerin iradesini kabul
etmeyenler, seçilmişine tahammül etmeyenler, Kürtlerin kimlikleriyle,
inançlarıyla, emekleriyle, varlıklarıyla, tarihleriyle, dilleriyle, bin
yıllardır yaşadıkları kadim topraklarda özgürce yaşamalarına tahammül geliştirilmedi
ve bu tahammülsüzlüğün sonucu, o gün, içinde partimizin örgütlenmeden sorumlu
Eş Başkan Yardımcısı Sayın Kamuran Yüksek, yine yerel yönetimlerden sorumlu Eş
Başkan Yardımcımız Sayın Bayram Altun, yine gençlik
mücadelesinin öncülüğünü yapmış ve yine merkez yürütmede bizi temsil eden Sayın
Mazlum Tekdağ ve yine kadın temsilcimiz, kadın
sözcümüz Sayın Besime Gonca ve yine daha önce DTP’de
bir dönem eş başkanlık yapan Sayın Selma Irmak ve pek çok arkadaşımız, merkez
yöneticisi, il yöneticisi ve büyük bir çoğunluğu da 29 Mart yerel seçimler
zaferinin, başarısının imzacısı olan arkadaşlarımız hâlen cezaevinde ve bir yıl
geçti, hâlen iddianameleri yok ortada. Neyle suçlandığı belli değil.
Rahmetli Ahmet Kaya’nın dediği gibi: “Diyarbakırlıymış, adı Bahtiyar, suçu saz
çalmakmış sadece öğrendiğimiz kadar.” Şu anda cezaevinde bulunan çocuklar da
dâhil Kürt siyasetçisi, Kürt aydını, Kürt yazarı, insan hakları savunucusu,
“Demokratım.” diyen insanlar suçsuz bir şekilde içerideler. Tek
suçları özgürlük istemeleriydi, tek suçları insanca “Varız.” demeleriydi, tek
suçları insan hak ihlallerine karşı kör-sağır olmamalarıydı, tek suçları bu
ülkede herkesin eşit, özgür bir şekilde yaşamalarını sağlamak ve bunun
gerçekleşmesi için de kendilerini adamaktı ve daha önceleri gibi, onların
öncülüğünü yapan Mehmet Sincarlar gibi, Vedat
Aydınlar gibi, Ape Musalar gibi Kürtlerin sesini
duyurmak, Kürtlerin uğradığı haksızlığı bir nebze de olsa çığlık hâline getirip
hem Kürt’e hem Kürt’ü kabul etmeyen resmî ideolojiye, bütün hükûmetlere,
bütün Türkiye’nin kurumsal mekanizmalarında yer alan herkese, bütün herkese,
tek amaçları Kürtlerin de var olduğunu, bir halk olduğunu; dilinin, kültürünün
yasak olduğunu ve yirmi sekiz defa bu haksızlığa isyan ettiklerini ve yirmi
dokuzuncu defa da bu isyanı yürüttüklerini, sürdürdüklerini anlatabilmekti tek
kusurları. Tek suçları insan olmak istemekti ve bu suçlarının bedeli de
maalesef, işte, belediye başkanları peşi sıra gözaltına alındı, tutuklandı, 29
Mart sürecinden sonra geliştirilen müdahale dinmeden, aralık vermeden devam
etti. 14 Nisanda tutuklanmalar, mayısta İl Genel Başkanımız da dâhil…
Diyarbakır İl Genel Başkanı demek, valinin de bütçesini denetleyen insan, yerel
irade demek. O halka hizmetin, o halkın seçtiği kutsal emek ve değeri korumakla
görevli o irade, o günden beri hâlâ cezaevinde ve 7 belediye başkanımız 29
Martta seçildiler, halkımız onları seçtiler ama hâlen cezaevindeler.
Çocuklarımız, Yahya
Menekşe’nin arkadaşları, “Yahya Menekşe niye katledildi?” diyen arkadaşları
cenaze törenlerine katıldı diye… Yahya Menekşe, 17 yaşındaki Yahya Menekşe’nin
cenaze törenlerine katıldılar diye hâlâ suçlular, hâlâ yargılanıyorlar. “Bu
çocuklar niye taş atıyor?” diye kimse sormuyor. Bu çocuklar taş atan çocuklar
değil; bu çocuklar annesi öldürülen, kardeşi kaybedilen; babasından haber
alamayan ve dili yasaklı, işkenceyi görmüş çocuklardır, bu çocuklar zulmün
tanıkları çocuklardır. Bu çocukları tanıyın da büyüyün, tanıyın da karar verin.
Suçlarken önce, bu çocuklara uygulanan haksızlığı, bu çocukların ait olduğu
toprakların, bu çocukların ait olduğu halkın dilinin, kültürünün yasaklığına o
yürekleriyle, o beyinleriyle isyanı olarak görmek gerekiyor.
Bu nedenle, bir yılı geçmiş
ve bu bir yıl içinde siyasi partimiz kapatıldı, DTP cezalandırıldı. Eş
başkanlarımız, DTP’nin kurucu eş başkanları
cezalandırıldı, hedef hâline getirildi ve bugün Samsun’da gelişiyorsa bu
müdahale ya da başka yerde gelişiyorsa, bunun tek müsebbibi, bu süreç içinde
idareyi elinde bulunduran, Türkiye’yi yürüten yürütme gücüdür. Siyasal
sorumluluk siyasal aktörlerindir ve AKP Hükûmeti
bütün bu yaşananların ortağıdır, uygulayıcısıdır ve sorumlusudur. Üzerinden
atamaz. İktidar kavgasına düşerek, “Ergenekon’la çatışıyorum.” diyerek sadece
yürütme erkini eline almak ama halkın ekmek, su kadar ihtiyacı olan özgürlüğe,
eşitliğe, demokrasiye, istihdama hiçbir şekilde eğilmeyeceksiniz, adım
atmayacaksınız ama iktidarınızı elinize geçirmek için hiç dinmeden, yılmadan
mücadele edeceksiniz. Samimiyete davet ediyoruz herkesi.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Ayıp ediyorsun ama Sevahir Hanım.
SEVAHİR BAYINDIR (Devamla) –
Herkesi samimiyete davet ediyoruz. Arkadaşlarımız suçsuz günahsız, Siirt’te,
Midyat’ta, Diyarbakır’da, Urfa’da ve her yerde, Mersin’de, İstanbul’da,
İzmir’de, her yerde bugün haksız bir şekilde cezaevindeler. Bir an önce bu
halkımıza karşı sorumluluğun gereği olarak Hükûmet
-hem Kürt- Sayın Ahmet Türk şahsında Kürtlerin onuruna müdahale edilmiş bu olay
karşısında idari ve adli sorumluluğunu mutlaka yerine getirmelidir. Bu nasıl
bir sistem ki, bu nasıl bir düzen ki katili, Muş’un Bulanık ilçesinden
helikopterle alıp güvenliğini sağlayacaksınız ama katledilenin, mağduru,
oğlunu, evladını kaybedeni ve siyasi parti üyesini, kaybettiği üyesini savunmak
ve hakkını korumak için Samsun’a gidiyor ve orada Hükûmetin,
haberi olmasına rağmen, tedbirini almıyor. Güvenlik güçleri sanki dublör
kullanmışlardı orada! Sanki o yumruk hepsinin yumruğu gibiydi sayın vekiller,
görüntüleri izlediniz sizler de.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Konuşmanızı tamamlar
mısınız?
Buyurun.
SEVAHİR BAYINDIR (Devamla) –
Sanki dublör kullanıyorlardı! Sanki o yumruk Kürtlerin inkârı, imhasına bileylenmiş, yemin etmiş, yeminli tüm kesimin orada ortak
yumruğuydu. Yoksa niye o kadar seyirci pozisyonundaydılar? Sayın seyirci olsun
diye mi gelmişti o üniformalılar? Üniformasızları arkasına getirip onları
izlemek için mi gelmişlerdi oraya? Bütün bunları soruyoruz ve Sayın İçişleri
Bakanına şunu söylemek istiyoruz: Atadığınız valiler bizim sorduğumuz soru
önergelerine dair çok ciddiyetsiz, gayriciddi cevaplar
veriyorlar. Bir tek örnek vereyim: 9 Ekim 2009’da Cizre’de on sekiz aylık
Mehmet Uytun balkonda annesinin kucağındayken
güvenlik güçleri tarafından atılan bomba ile öldürüldü. Vali ne diyor: “Gerekli
ikazlar yapılmıştır. Bütün çocukların can güvenliği için gereken yapılmıştır.”
diyor.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
SEVAHİR BAYINDIR (Devamla) –
“Peki, gereken öldürmek mi?” diye soruyoruz ve Sayın İçişleri Bakanını bu
ciddiyetsiz ifadeleri ya da cevapları veren bütün mülki idareleri, bütün
emniyet müdürleri hakkında bağımsız denetim kurulları oluşturmaya davet
ediyoruz ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Bayındır,
konuşmanızda belirttiniz ama bu süreç içerisinde Sayın Türk kadar sizin de
sağduyulu olmanızı doğrusu beklerdik. Sayın Ahmet Türk’ün konuşmaları da
meydanda. Bütün partilerimiz sizlere geçmiş olsun dileklerini, diğer
ifadelerini, hepsini bildirdiler.
SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) –
Sorun o değil...
BENGİ YILDIZ (Batman) – Sayın
Başkan…
BAŞKAN - Ama burada en
azından o şekilde olan insanlara bir “teşekkür” ifadesini kullanmanız
gerekliydi ama böyle bir “teşekkür” ifadesi dahi olmadı. Sayın Ahmet Türk’e
yapılan bu saldırı Türk milletinin bütün fertleri tarafından, siyasi partiler
tarafından tasvip edilmemiştir, kınanmıştır. İlgili kişiler, belki bundan sonra
diğerleri de yapılacaktır ama bu hususta biraz daha sakin olmak hepimize
yakışır diyorum Sayın Yıldız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BENGİ YILDIZ (Batman) – Sayın
Ahmet Türk bir yarım saat önce hastaneden tahliye edildi ve onunla beraber
gittik.
BAŞKAN – Taburcu edildi.
BENGİ YILDIZ (Batman) – Sayın
Türk orada basın huzurunda onu ziyaret eden, “Geçmiş olsun.” dileğinde bulunan
bütün Türkiye’deki halklara, siyasetçilere şükranlarını sundu ve bu
hassasiyetin, Türkiye’nin bir ortak hassasiyeti haline dönüştüğü için de
buradan büyük bir sevinç duyduğunu belirtti.
BAŞKAN – Doğrudur.
BENGİ YILDIZ (Batman) – Biz
de burada Meclisin huzurunda herkese, bu duyarlılığı gösteren bütün halkımıza,
bütün siyasetçilere, basına şükranlarımızı sunuyoruz. Teşekkür ederiz. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz.
Sayın Yıldız, biz de sizin bu
hassasiyetinize teşekkür ediyoruz. Sadece, bin yıldır kardeş olarak yaşayan
toplulukların bu kardeşliğini devam ettirmesi hepimizin en samimi arzularıdır.
Bu etle tırnak birbirinden kesinlikle ayrılmaz. Yani burada ben sadece bir
üslup meselesini ifade ettim...
SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) –
Sayın Başkan, bir şey söyleyeyim: Hükûmetin
sorumlulukları var. Bu, sadece “pardon, geçmiş olsun”la
geçiştirilecek bir olay değil. Ben bu nedenle açıklama yaptım.
BAŞKAN – Ben şahsen, kendim
de dahil, Sırrı Bey’i, diğer arkadaşları, Genel
Başkanı falan aradım, “Geçmiş olsun.” dileklerimi ifade ettim.
SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) –
“Pardon, geçmiş olsun”la geçiştirilebilecek kadar
basit bir olay değil. Bu da benim kendi yüreğimden gelen ses.
BAŞKAN – Yani hassasiyetinize
katılıyorum ama şöyle: Hem savcı hem yargıç olamayız. Belirli bir kısım
şeylerin içerisinde tek taraflı karar veremeyiz. Zaman zaman
bu şekilde oluyor. Ben, sadece -hassasiyetinizi takdir etmekle birlikte-
toplumun bu husustaki duyarlılığına hep beraber bir merhem olalım ifadesinde
bulundum. Sayın Yıldız’a da teşekkür ediyorum.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, şahsı adına Hasan Çalış, Karaman Milletvekili.
Buyurun efendim. (MHP
sıralarından alkışlar)
HASAN ÇALIŞ (Karaman) – Sayın
Başkan, kıymetli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 487 sıra sayılı
Tasarı’nın ek madde 120 ile ilgili, Milliyetçi Hareket Partisi adına
görüşlerimi belirtmek üzere söz aldım.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Şahsınıza…
HASAN ÇALIŞ (Devamla) – Bu
vesileyle yüce heyetinize saygılarımı, selamlarımı arz ediyorum.
Kıymetli arkadaşlar, bu ek
maddeyle “Ön Asya Üniversitesi” adıyla Türkiye Diyanet Vakfı tarafından bir
üniversite kurulması öngörülüyor ve bu tasarının yasalaşması ile de hayata
geçecektir.
Kıymetli arkadaşlar, Türkiye
Diyanet Vakfı, Türkiye’de vakıfçılık anlamında gerçekten örnek çalışmalar
yapıyor. Sağlık alanında da örnek çalışmalar yapıyor. Vakıf anlamındaki sağlık
hizmetlerinin sunumunda da gerçekten örnek çalışmalar sergilemektedir. Ben
şahsen, Diyanet Vakfının üniversite anlamında da, altyapısıyla, birikimiyle,
tecrübesiyle, şu ana kadar üniversite kuran vakıflar içerisinde en birikimli
vakıf olduğuna inanıyorum. Bu vakfımızın kuracağı üniversitenin Türk dünyasına
yönelik, Türkiye dışında yaşayan soydaşlara yönelik çok güzel hizmetler
sunacağını umuyorum.
Tabii ki Diyanet Vakfı sağlık
hizmetlerini de “29 Mayıs” adıyla yürütmekte. Gerçekten, kuracağı bir
üniversitenin -belki “Ön Asya”nın da kendine göre bir anlamı var ama ben pek
fazla anlamlı görmüyorum- 29 Mayıs ruhuna uygun olarak, “29 Mayıs” adıyla
anılması, isminin de bu yönde değiştirilmesi gene olumlu bir gelişme olacaktır.
Kıymetli arkadaşlar, geçen
hafta çocuklarımız üniversiteye giriş için çok ciddi bir sınavdan geçtiler,
yarıştılar. Ben gençlerin hepsine başarılar diliyorum, mutluluklar diliyorum.
Ama gerçekten çetin bir yarış. İlkokuldan başlayarak çocuklarımızı çok zorlu
bir yarışın içine itiyoruz ve bu yarışta âdeta, aileler ve çocuklar, özel
dershaneye gitmezlerse üniversite yarışında geride kalacaklarına inanıyorlar. Bu
yarışta kıymetli arkadaşlar, şu anda gerçekten 5 milyar dolarlık bir piyasa
oluşmuştu ve bu, velilerin cebinden çıkıyor kıymetli arkadaşlarım. Gerçekten,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve Sayın İktidarın çözmesi gereken önemli bir
problem. Yani bizim millî eğitimimizin amaçları doğrultusunda yetiştirilecek
gençlerimiz, üniversiteye giriş yarışının ezbercisi hâline geliyorlar değerli
arkadaşlar. Bunu önlemek de hepimizin görevi. Bu anlamda, Milliyetçi Hareket
Partisine düşecek bir görevde biz her halükârda yanınızda olacağız arkadaşlar
ama bu ciddi problemi çözmek gerekiyor.
Bir diğer husus da şu
arkadaşlar: Tabii ki, üniversiteye girişte, üniversiteye yerleşmede
çocuklarımızın içinde bulunduğu yarışta bir üniversiteye yerleşmek, her ailenin
her çocuğun önemli beklentisi. Yeni yeni
üniversiteler kuruyoruz, bu üniversitelerimizin sayı olarak artması önemli bir
şey ama bu üniversitelerimizin donanımı, bu üniversitelerimizde yetişen
gençlerin donanımı, gençlerin hayata ne kadar hazır olarak yetişebildiği de önemli
bir gerçeklik. Bu anlamda, kıymetli arkadaşlar, üniversitelerin kurulmasıyla,
üniversitelerin kurulduktan sonra öğretim ve eğitim hayatına devam
edebilmesiyle ilgili ilmî, kalıcı kriterler olması
gerekir. Bu kriterler olmadan… Gerçekten bugün Anadolu’nun
pek çok yerinde üniversitelerimiz var, bunlar yetiyor mu gençlerimize?
Yetmiyor, yurt dışına gidenler de oluyor ama bu üniversitelerimizin kalite
sorunu çok önemli bir problemdir değerli arkadaşlar.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Çalış, konuşmanızı
tamamlayınız.
HASAN ÇALIŞ (Devamla) – Ben
şu kadarını söyleyeyim: Bu üniversitelerin pek çoğuna, şu salonda oturan
değerli arkadaşlar, kendi çocuklarınızı gönderebilir misiniz? Türkiye’de
gerçekten dünyanın en gözde üniversiteleriyle boy ölçüşecek üniversiteler
varken, çocuklarımızı gönderirken rahatsız olacağımız üniversiteler var. Bu, şu
salonda oturan herkesi rahatsız etmeli. Bunu çözmemiz lazım. Evet, üniversite
kurmak çok önemli ama bu üniversitelerdeki kalite de çok önemli bir sorun.
Kıymetli arkadaşlar, on beş
yıl önce kurulmuş tıp fakültesinin gidin hastanesini, polikliniklerini ziyaret
edin; inanın, o fakülteden mezun olacak doktorlara kendinizi, çocuklarınızı,
eşinizi emanet etmezsiniz. Lütfen, bu konuda ben herkesi aklıselime davet
ediyorum, dikkatli olmaya davet ediyorum.
Bu vesileyle, kurmakta
olduğumuz üniversitelerin de hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum, saygılarımı
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Çalış, “Buradan mezun
olan doktorlara kendinizi emanet etmez…” gibi bir ifadeniz oldu, siz de
doktorsunuz, uzmansınız…
HASAN ÇALIŞ (Karaman) –
Vallahi efendim, bu yüreğimi sızlatan bir husus yani onun için onu özellikle
söyledim.
BAŞKAN – Yani daha özenli
olmak, daha çalışmak gerekir herhâlde!
HASAN ÇALIŞ (Karaman) –
İsterseniz bir gün beraber gideriz o tür yerlere.
BAŞKAN – Evet.
HASAN ÇALIŞ (Karaman) – Yani
tıp fakültesini örnek verdim, diğer fakültelerimizde de içler acısı olanlar
var.
BAŞKAN – Yani “Hocalarımız
diplomaları verirken daha titiz olsunlar.” diyorsunuz!
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Dünyada, yayın olarak tıp fakültelerimiz 12’nci sırada.
BAŞKAN –
Şahsı adına Necat Birinci, İstanbul Milletvekili.
Buyurun efendim. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
NECAT BİRİNCİ (İstanbul) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 487 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın ek
maddeleri üzerine şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygı ile
selamlarım.
Sözlerime, önce, bugün ulusal
basında güzide bir fen lisemiz hakkında çıkan bir haberi düzeltmekle başlamak
istiyorum. Yaşar Acar Fen Lisesi, Beylikdüzü’nde. Bir
gazetemiz, okulun çökme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu yazıyor,
fotoğrafları da veriyor. Pazar günü bu okulda idim, öğrencilerle sohbet ettim.
Okul, eğitim vadisi olarak 90 dönümlük bir alan üzerinde kurulmuş, hemen
üstünde de bir hayırsever tarafından yaptırılan iletişim lisesi inşaatı devam
etmektedir. Vaktimi buna ayırmak durumundayım, çünkü Türkiye'nin bunu bilmesi
lazım. Hemen altında, Kızılayın yapmak istediği bir
hastane vardı, onun inşaatından çekilmiş bir fotoğraftır. Vadi, gerçekten
inşaatı zor bir alan fakat binanın üstü kadar temeline harcama yapılmış.
Müteahhidiyle konuştum, hayırseverle konuştum, hiçbir temel ve çökme şeyi
yoktur. Bugün Valiyle de konuştum, Kızılayın terk
ettiği temeli, pansiyon olarak, İl Özel İdaresinin tamamlama kararı aldığını
belirtiyor. Sayın Bakanımıza da bunu bildirmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, ben de
şahsım adına Ahmet Türk’e ve daha önceki hafta da Sayın Baykal’a yapılan
saldırıyı şiddetle kınıyorum ama konuyu Türk halkına yapılmış bir saldırı
olarak kabul ediyorum ve böyle değerlendirilmesi gerektiği inancını taşıyorum.
Burada kendi tabanımızı tahrike yöneltecek herhangi bir girişimde bulunmamamız
gerekir. Bu noktada, kalan vakitte de üniversite konusuna değinmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar,
üniversiteler, bütün eğitim, sadece devletin yükleneceği bir alan değil.
Üstelik bizim geleneğimizde 1846’ya kadar bütün eğitim vakıflar tarafından
yürütülürdü, devlet hiçbir şekilde eğitime bütçe ayırmazdı. Bugün vakıflarımız,
Türkiye eğitimine, bilim dünyasına önemli katkılar yapmakta ve vakıf
üniversiteleri kurulmaktadır.
Önemli olan, ilmî zihniyeti
yakalayabilmektir. Şimdi sizlere bir pankart getirmek istiyordum, 1957
senesinde Erzurum Üniversitesinin temeli atılırken bir pankart vardı “İlim
devrimlerin arkasından gelecektir.” Bu bana devamlı Pavlov’un
köpeklerini ve asistanını hatırlatır. Pavlov, ekim
ihtilali olduğu zaman köpeklerini eğitiyordu. Asistanı şiddetle girdi: “Üstat,
ihtilal yapıldı, haberiniz var mı?”, “Evladım, biz ilmimizle uğraşalım, onlar
başkasının işi.”
Yine, Türkiye'nin en eski
üniversitelerinden birisinde, 1997 senesinde bir rektör “Ben sizden ilmî
çalışmalar değil, siyasi devrimlerin tutunması için gayret bekliyorum.”
diyebilme talihsizliğini bu ülkeye ve ilme yaşatmıştır. Bunları
göz önünde tutmak lazım.
Dün burada yine “taraf
üniversiteler” tabiri kullanıldı. Değerli dostlar, rektörlerimiz Türkiye'nin
yetiştirdiği güzide profesörlerdir. Bunları taraf olarak tayin etmek, taraf
olarak vasıflamak, en azından onların şahsına ve
ifade ettikleri, taşıdıkları ilmin kariyerine saygısızlıktır. Buna dikkat
edelim.
Üniversiteler bilim
kalesidir, hür düşüncenin kaleleridir. Onlar herhangi bir dünyevi anlayışın
temsilcileri değillerdir, sadece ilmin temsilcileridir. Onlara eğer “yandaş
üniversite” sıfatını yakıştırmaya kalkarsanız, bu, Türkiye ilmine sıkıntı
verir, heyecanı kırabilir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Birinci,
konuşmanızı tamamlayınız efendim.
Buyurun.
NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Bir
dakika içinde de… Hep burada üniversitelere eleman yetiştirme konusu
getiriliyor. 1993’te Komisyon Başkanımız, devrin YÖK Başkanı dünyaya 7.500
üniversite öğrencisi göndermek için büyük bir proje başlattı ama bunların bir
kısmı Türkiye’ye döndü ve yüksek seviyede ilim faaliyetleri içindeler. Ama 28
Şubat sürecinin ezici özelliği bu gençlerin çoğuna yılgınlık getirdi.
Ayrıca Millî Eğitim
Bakanlığının 2005’te başlattığı Her Yıl Bin Öğrenci Projesi Türkiye'nin
üniversitelerine eleman yetiştirecektir. Yeter ki biz üniversitelerimizi
açalım. Onları donatmak bu ülkenin kaynaklarıyla mümkün olacaktır.
Bu duygularla, yeni açılacak
olan vakıf üniversitesinin ve diğerlerinin hayırlara vesile olmasını temenni
eder, hepinize tekrar saygılar sunarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz.
Sayın İnan…
MÜMİN İNAN (Niğde) – Sayın
Başkanım, teşekkür ediyorum.
Aracılığınıza Sayın Bakanıma
sormak istiyorum. Adına üniversite kuracağımız ve adına ne yaparsak yapalım az
gelecek Fatih Sultan Mehmet Han’ı saygı ve sevgiyle, rahmetle anıyorum. Fatih
Sultan Mehmet Han Üniversitesi içerisinde “Medeniyetler İttifakı Enstitüsü”
başlığı altında bir enstitü kurulmak istenmektedir. Böyle bir başlığın
olmasının çok uygun olmayacağı kanaati ve düşüncesindeyim; olsa olsa “Medeniyetler Enstitüsü” olabilir. Dolayısıyla,
“medeniyetler ittifakı” çok fazla bir şey çağrıştırmıyor ve ne olduğu muğlak bir ifadedir. Dolayısıyla, bu konunun düzeltilmesi
hem Fatih Sultan Mehmet’in, medeniyet ve Türk medeniyeti için önemli çığırlar
açan, çağlar açan Fatih Sultan Mehmet Han’ın adına yakışır olacaktır hem de
burada belki medeniyetlerin karşılaştırılması olabilir. Yoksa,
medeniyetlerin ortaklığı, Batı medeniyeti ile Türk-İslam medeniyetinin hangi
ölçüde ortaklığı vardır, onu takdirlerinize bırakıyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Şandır…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, üniversite
kurulmasında zannediyorum hukuklaştırılmış bir kriter
listesi yok. Geçen dönemde de böyle bir kanun çıkarılsın arzusundaydık,
üniversitelerin kuruluşu, yer seçimi buna göre yapılsın arzu ediliyordu ama
gerçekleştirilemedi. Şimdi bir kararınız var, üniversiteleri il merkezlerinde
kuruyorsunuz. “İlçelerde kurulmaz.” diye bir kararınız var mı? Eğitim
ekonomisi, işletme ekonomisi açısından, mesela Mersin’in Tarsus ilçesinde,
Hatay’ın İskenderun ilçesinde, buna benzer birçok ilden çok daha büyük ve
ekonomi, işletme açısından çok daha rantabl
bölgelerde, ilçelerde üniversite kurmayı ne zaman programlayacaksınız? Mesela
Tarsus’ta bir üniversite kurmayı, devlet üniversitesi kurmayı düşünüyor
musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum
Sayın Şandır.
Sayın Bulut…
AHMET DURAN BULUT (Balıkesir)
– Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım, dershane
destekli olmaktan dershane merkezli hâle gelen eğitim sistemimizde acaba şehir
merkezleri ve taşra olmak üzere dershanelere giden öğrenciler konusunda bir
araştırma yaptınız mı, oran nedir? Dolayısıyla dershaneye gitme imkânı bulan
gençlerle bulamayanların eğitimde fırsat eşitliği konusundaki adaletsizliği,
siz bir Bakan olarak, uygun görüyor musunuz? Üniversiteye giren öğrenciler
içerisinde dershanelere gidip başaranlar ile gidemeyip başaramayanlar arasında
da bir araştırma yaptınız mı?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Bulut.
Sayın Bakanım, buyurun
efendim.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.
Öncelikle, Sayın İnan,
Medeniyetler İttifakı Enstitüsü konusunda, bir önceki maddede zannediyorum
düzenlenen konuya ilişkin olarak görüşünü açıkladı. Vakıf üniversitelerinde
özellikle vakıf mütevellisinin aldığı kararlara, bu anlamda aldıkları kararlara
YÖK’ün uyguladığı kriterler çerçevesinde izin
veriliyor. İsim konusunda bu eleştirilerinizi zannediyorum vakıf mütevellisi de
dikkate alır. Enstitünün ismi değişebilir, öyle olabilir, böyle olabilir.
Doğrusu burada aslolan, dikkat ettiğimiz husus… Sayın
Şandır’ın sorusuyla birlikte bağlayacağım, “Öncelikle
üniversitelerin kuruluşuna ilişkin bir kriter var mı
yani bu konuda bir kanuni düzenleme var mı?” diye sormuştu. Açıkçası bu konuda
uygulanan bir kriter var elbette. Kanuni
düzenlemeden ziyade, Yükseköğretim Kurulumuz, özellikle son yıllarda artan
üniversite ihtiyacını da göz önüne alarak hem bir taraftan çok genç nüfusa
sahip bir ülkede yükseköğrenim görme talebinde bulunan genç nüfusumuzun
çokluğu, bunun yanı sıra ülkemizde yükseköğrenim görmüş gençlerimizin hâlâ
oransal olarak Avrupa Birliği üyesi ülkelerin gerisinde olması elbette
üniversitelerin kuruluşunu teşvik ve destekleyen bir politika izlenmesini
gerekli kılıyor. Sizler de üniversitelerin kuruluşuna bu anlamda destek
veriyorsunuz, teşekkür ederim.
Biz daha önceden
Yükseköğretim Kurulunda hangi kriterlerle ve ne şekilde üniversitelerin
kuruluşuna izin verildiği konusunda -doğrusunu isterseniz- objektif, eşit, adil
bir kriter uygulanmasına ilişkin bir örnekleme
yapamayız. Ama son yıllarda bildiğimiz, gözlemlediğimiz ve önümüze gelen
üniversitelerin kuruluşuna ilişkin uygulanan objektif kriterler
var. Nedir? Bir üniversitenin kurulabilmesi için en az 15 milyon TL kaynağı
olması gerekiyor. Üniversiteyi kuracağı yerde arazisinin tahsis edilmesi
gerekiyor, daha doğrusu bir arazisinin olması gerekiyor, bunu destekleyecek
gayrimenkullerinin olması gerekiyor ve üniversiteye, kurmayı düşündüğü
bölümlere ilişkin de objektif kriterler uygulanıyor.
Nasıl? Her şeyden önce bu vakfın kaynaklarının bu hizmeti vermeye yeterli olup
olmadığı, ülkemizde bu yönde kurulacak olan fakültenin veya bölümün ülkemizin
gelecekteki ihtiyaçlarını karşılayıp karşılamayacağı, bu alandaki üniversite
öğretim görevlisi sayısı, Türkiye’de, hemen hemen
hepsi bir şekilde planlanıyor ve bu planlar çerçevesinde bizim önümüze geliyor.
Şimdi, genellikle bu vakıf
üniversitelerinin kuruluşu esnasında hem Eğitim Komisyonumuzda hem de
Meclisteki görüşmelerde çoklukla dile getirilen konu; mütevellinin kimlerden
oluştuğunu bilmedikleri, mütevellinin nasıl oluştuğu. Şimdi, tabii ki bu vakıf
hukukuna ilişkin bir düzenleme ve Medeni Kanun’a göre zaten bir vakfın
mütevellisinde bulunmanın birtakım şartları var. Bu şartlarda sabıkasızlıktan
tutun da kişinin özel durumlarına kadar, bu başka bir hukuk mekanizması
içerisinde zaten denetim içerisinde olan bir husus. Dolayısıyla her vakıf
üniversitesinin kuruluşuna ait dokümantasyon da yaklaşık yedi yüz elli ile iki
bin sayfa arasında. Dolayısıyla bu konuda özel olarak bilgilenmek istenilen bir
husus varsa eğer bizim Yükseköğretim Kurulumuz bu konuda çok açık. Yani “Bizim
şu üniversitenin kuruluşuna ilişkin kafamızda bir şüphe var, bu üniversitenin
bu bölümü yürütemeyeceğini düşünüyoruz veya bu üniversitenin kuracağı, taahhüt
ettiği maddi kaynakların yetersiz olduğunu düşünüyoruz, sizdeki veriler nedir?”
dediği takdirde bunu tatmin edecek yanıtlar ellerinde var ve bu kriterlere uygun olmayan hiçbir üniversitenin kuruluşuna
izin vermiyoruz. Özellikle dile getirilen bu üniversitelerin birçoğunda, vakıf
üniversiteleri bünyesinde kurulacak olan fakültelerle ilgili itirazlar da bu
çerçevede ele alınıyor, ele almak gerekiyor.
Özellikle öğretmen yetiştiren
eğitim fakültelerinin kuruluşuna dair itirazlar var. Gerçekten ülkemizde mevcut
öğretmen yetiştiren eğitim fakülteleri kontenjanları itibarıyla ülke
ihtiyaçlarının çok üstünde öğretmen mezun ediyorlar fakat bazı alanlarda,
özellikle ortaöğretim alan branş öğretmenliğinde
öğretmen fazlalılığı varken, Türkiye’nin gelişen şartları çerçevesinde çok
fazla ihtiyaç duyduğumuz başka alan öğretmenlikleri var. Nasıl? Uygulamaya
koyduğumuz, otuz iki ilde pilot olarak uygulamaya koyduğumuz okul öncesi
eğitimin zorunlu hâle getirilmesi uygulaması neticesinde okul öncesi
öğretmenlere ihtiyacımız var. 15 bin atama yaptık ve şu anda özel okul öncesi
eğitim kurumlarında öğretmen açığı doğdu. Aynı zamanda, önümüzdeki yıl yirmi
dört ili daha bu kapsama alacağız.
Bunun yanı sıra, özürlü
öğrencilerimizin eğitimlerine ilişkin olarak özel özel
eğitim kurumlarındaki sayılarının artışı, özel eğitim ve rehabilitasyon
kurumlarının kuruluşu bu durumdaki öğrencilerin eğitimini çok önemli hâle
getirdi. Zihinsel engellilerden tutun da diğer bütün eğitim alanındaki grupları
sınıflandırarak biz bu alanlara izin veriyoruz. Yükseköğretim Kurulumuzdan da
vakıf üniversitelerinde eğitim fakültesi kuruluşuna ilişkin olarak verdiğimiz
izinler, ihtiyaç duyduğumuz alanlar, önümüzdeki dönemde de ihtiyaç duyacağımız
alanlar.
Dolayısıyla, herhangi bir
şekilde fazladan yeniden bir eğitim fakültesi kurup ülkemizin ihtiyaçlarının
dışında öğretmen yetiştirilmesine izin vermiyoruz. Bu alanda ciddi bir planlama
içerisindeyiz ve Millî Eğitim Bakanlığımız Yükseköğretim Kuruluyla koordinasyon
hâlinde hareket ediyor. Sınıf öğretmenliği, özel eğitim, rehberlik ve özel özel eğitim, engel gruplarına yönelik eğitim, okul öncesi
eğitim, sınıf öğretmenliği gibi alanlarda eğitim fakültesinin bölüm açmasına
izin veriyoruz, onun dışında vermiyoruz. Bu da ülkemizin ihtiyaçları ve
önümüzdeki dönem gerçekten çok ihtiyaç duyduğumuz alanlar.
Üniversitelerin ilçelerde
kurulmasına ilişkin olarak bir kanuni düzenleme yok, engelleyici bir düzenleme
de yok. Bildiğim kadarıyla Tarsus’ta da bir vakıf üniversitesi var. Tarsus,
İskenderun gibi büyük ilçelerimizde… Gerçekten yükseköğrenimin, özellikle
yükseköğrenimin katkı sağlayacağı ve o bölgenin de kaldırabileceği yerlerde
kurulabilir. Bunda bir sakınca yok elbette ama şu anda tabii, çok daha yakın
bir tarihte üniversitesi olmayan illerimiz olduğu için, önceliği, tercihimizi
üniversitesi olmayan illerde üniversite kurmak şeklinde kullandık ama
kurulmasına yasal bir engel yok.
Sayın Başkanım, zannediyorum
sürem doldu.
Teşekkür ediyorum.
Diğerlerini yazılı olarak
cevaplandıracağım.
BAŞKAN – Sayın Bulut’un da
bir sorusu vardı.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Yazılı cevaplandırayım Sayın Başkan.
BAŞKAN – Yazılı
cevaplayacaksınız, peki.
Teşekkür ederim Sayın
Bakanım.
Madde üzerinde bir adet
önerge vardır, önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 487 sıra
sayılı Tasarı’nın 1’inci maddesine bağlı Ek 120’inci maddesinde ve başlığında
geçen “İstanbul Ön Asya Üniversitesi” adının “İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi”
olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Ahmet Yeni |
Mustafa Elitaş |
İhsan Koca |
|
|
Samsun |
Kayseri |
Malatya |
|
Özkan Öksüz |
Mehmet Ceylan |
Canan Kalsın |
|
Konya |
Karabük |
İstanbul |
|
|
Celal Erbay |
|
|
|
Düzce |
|
BAŞKAN – Komisyon önergeye
katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM KOMİSYONU
BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılıyoruz…
BAŞKAN – Tamam, Komisyon
takdire bırakıyor; anladım, olumlu görüşte.
Hükûmet?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Katılıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Yeni, buyurun
efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AHMET YENİ (Samsun) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 487 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında söz
almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Samsun Milletvekili olarak,
eski DTP Genel Başkanı Sayın Ahmet Türk’e özellikle geçmiş olsun dileklerimi
iletiyorum ve olayı da kınıyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, özünde güzel ahlak,
doğruluk, barış ve sevgi olan, insanlığın mutluluğunu esas alan, İslam’ın
evrensel ve çağlar üstü mesajını bize ulaştıran Peygamberimizin kutlu doğumunun
1.439’uncu yıl dönümünün cennet vatanımızın huzur ve mutluluğuna, milletimizin
birlik ve beraberliğine, bütün insanlığın kurtuluşuna vesile olmasını Yüce
Allah’tan niyaz ediyorum. Onun, insanlığın huzur ve
mutluluğu için yaptığı çağrıyı güncelleştirmeye, temsil ettiği değerler
bütününü iyi anlamaya ve özünde barındırdığı sevgi ve merhameti çağımıza
taşımaya ihtiyaç duyduğumuzu ifade etmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; AK PARTİ hükûmetleri olarak eğitime
çok önem verdik ve vermeye de devam ediyoruz. Gerek ilköğretim ve ortaöğretimde
gerekse yükseköğretimde fiziki altyapıda, personel istihdamında ve teknolojik
donanımın kurumlara ulaştırılmasında çeşitli çalışmalar yaptık.
Millî Eğitim Bakanlığı için
2010’da bütçeden 28,2 milyar TL kaynak ayrılmıştır. Yedi yılda millî eğitime
ayrılan payı yüzde 278 oranında artırdık. İktidara geldiğimizde 2,5 milyar TL
olan yükseköğrenim bütçesini yüzde 275 oranında artırarak 9,3 milyar TL’ye
çıkarmış bulunmaktayız.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2002 yılında 53’ü devlet, 23’ü vakıf olmak üzere Türkiye'deki
üniversite sayısı 76 iken, şimdi 139 üniversite var; bunların 41’i devlet,
22’si vakıf olmak üzere 63’ü AK PARTİ iktidarları döneminde kurulmuştur. Bugün,
burada görüşmekte olduğumuz kanun tasarısının kabulü, ülkemizde vakıf
üniversitelerinin sayısını 51’e çıkaracaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; tüm dünyada yükseköğretimde okullaşma oranları artmaktadır,
gelişmiş ülkelerdeki yükseköğretimde okullaşma oranları ülkemizin çok üzerinde seyretmektedir.
Ülkemiz de bu gelişmelere uzak kalmamalıdır. Çok genç nüfusa sahip Türkiye'de
yükseköğretime talep artmaktadır. Hem bu talebin karşılanması hem de eğitimde
kalitenin artırılması için, kendi yarattıkları kaynaklarla, kazanç amacı
gütmeden, kanunla kurulan kamu tüzel kişiliğine sahip vakıf üniversitelerinin
sayısının artmasının da faydalı olacağı kanaatindeyiz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; İstanbul’da, Türkiye Diyanet Vakfı tarafından 2547 sayılı
Yükseköğretim Kanunu’nun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine
tabi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip İstanbul Ön Asya Üniversitesi
adıyla bir vakıf üniversitesi kurulacaktır. Bu üniversitede rektörlüğe bağlı
olarak edebiyat, iktisadi ve idari bilimler, eğitim ve sağlık bilimleri olmak
üzere 4 fakülte, sosyal ve sağlık bilimlerinden oluşan 2 enstitü, ayrıca
yabancı diller yüksekokulu ve çeşitli araştırma merkezleri bulunmaktadır.
Ön Asya Üniversitesi, Türk
Cumhuriyetleri ile Balkan ülkelerindeki gençliğe hitap edecektir; oralardaki
başarılı gençler burslu olarak Türkiye’ye getirilerek okutulacaktır, belli
oranda Türkiye’den de öğrenci alınmaya devam edilecektir. Bu öğrencilere burs
ve yurt imkânı da bir taraftan sağlanacaktır. Bu üniversite, özellikle Türk
cumhuriyetleri ve Balkan ülkeleri ile Türkiye arasında kültürel, bilimsel ve
sosyal alanda kaynaşmayı artıracak, ülkeler arasında çeşitli alanlarda iş
birliği sağlayacaktır.
İstanbul Ön Asya
Üniversitesinin adının İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi olarak değiştirilmesinin daha
uygun olacağını düşünüyoruz. Bu konuda verdiğim önergeyi de desteklerinize arz
ediyorum.
Ayrıca, bu kanunla Samsun’da
Başarı Eğitim ve Kültür ve Sağlık Vakfı ile Tanrıverdi
Eğitim ve Kültür ve Yardımlaşma Vakfı tarafından müştereken Canik
Başarı Üniversitesi adıyla bir vakıf üniversitesi de kurulacaktır. Bu
üniversite de rektörlüğe bağlı olarak İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinden,
Mimarlık ve Mühendislik Fakültesinden, Fen-Edebiyat Fakültesinden, Eğitim
Fakültesinden, Fen Bilimleri Enstitüsünden, Sosyal Bilimler Enstitüsünden
oluşmaktadır.
Bu konuda katkı veren herkesi
tebrik ediyorum, kutluyorum.
Kurulacak yeni
üniversitelerin gençliğimize, milletimize ve ülkemize hayırlar getirmesini
diliyorum ve yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın
Başkan, bu 29 Mayıs tarihinin özelliği ne? Bunu öğrenmek istiyorum.
VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş)
– Hatip açıkladı.
BAŞKAN – 29 Mayıs,
arkadaşların konusu nedir bilmem ama benim bildiğim kadarıyla, Fatih Sultan
Mehmet Han tarafından İstanbul’un fethinin yıl dönümüdür.
Önergeyi oylarınıza
sunuyorum…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar
yeter sayısı istiyorum.
BAŞKAN- Karar yeter sayısını
arayacağım.
Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.
Birleşime on dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati : 16.40
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.59
BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu),Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 86’ncı Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
Biraz önce, önergenin
oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi önergeyi tekrar
oylarınıza sunacağım, karar yeter sayısını arayacağım.
Önergeyi kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir, karar yeter sayısı vardır.
Kabul edilen önerge
doğrultusunda maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
Böylece, 29 Mayıs
Üniversitesinin kuruluşu tamamlanmıştır. Milletimize hayırlı olmasını
diliyorum. İnşallah, ismine yaraşır bir üniversite olur.
487 sıra sayılı Kanun
Tasarısı’nın görüşmelerine devam ediyoruz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Ek madde 121’i okutuyorum:
Süleyman Şah Üniversitesi
EK MADDE 121- İstanbul'da
Sistem Eğitim ve Kültür Vakfı tarafından 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun
vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine tabi olmak üzere, kamu
tüzel kişiliğine sahip Süleyman Şah Üniversitesi adıyla bir vakıf üniversitesi
kurulmuştur. Bu Üniversite, Rektörlüğe bağlı olarak;
a) İnsan ve Toplum Bilimleri
Fakültesinden,
b) Mühendislik ve Doğa
Bilimleri Fakültesinden,
c) İşletme ve Yönetim
Bilimleri Fakültesinden,
ç) Fen Bilimleri
Enstitüsünden,
d) Sosyal Bilimler
Enstitüsünden,
oluşur.
BAŞKAN – Madde üzerinde
gruplar adına konuşmacıları arz ediyorum: Barış ve Demokrasi Partisi adına
konuşmacı Nezir Karabaş, Bitlis Milletvekilimiz.
Sayın Karabaş, buyurun
efendim.
BDP GRUBU ADINA MEHMET NEZİR
KARABAŞ (Bitlis) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kanun Tasarısı
üzerine BDP Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Tabii bugün, Yükseköğretim
Kurumları Teşkilat Kanunu’ndaki değişiklik ve vakıf üniversitelerinin
kuruluşuyla ilgili gündemimiz; ancak ben, 12 Nisan Pazartesi günü, benim de
hazır bulunduğum Samsun’daki bir dava duruşmasından sonra gelişen olaylarla
ilgili birkaç şey belirtmek istiyorum.
Şimdi, herkesin bildiği gibi,
12 Nisanda Samsun Ağır Cezada bir duruşma vardı. Bu duruşma, Muş Bulanık’ta yaşanan…
BENGİ YILDIZ (Batman) – Sayın
Başkan…
BAŞKAN –
Sayın Karabaş, birkaç saniyenizi rica edebilir miyim.
Sayın Yıldız, bir şey mi
diyecektiniz?
BENGİ YILDIZ (Batman) – Bir
uğultu var Başkanım, dinleyemiyoruz.
BAŞKAN – Ha uğultu var, evet,
ön sıradaki arkadaşlarımız biraz daha sessiz olurlarsa…
MEHMET NEZİR KARABAŞ
(Devamla) – Muş Bulanık’ta yaşanan olayda, 2 kişinin öldüğü, birçok kişinin
yaralandığı bir davanın güvenlik gerekçesiyle Samsun’a verilmesinden sonra bu
dava burada görüldü, 12 Nisanda da ilk duruşmasıydı.
Şimdi, tabii daha önce
güvenlik nedeniyle Trabzon’a verilen Gazi olaylarını biliyoruz, Eskişehir’e
verilen Uğur Kaymaz olayını biliyoruz ve benzeri olaylar var ve güvenlik
gerekçesiyle verilen iller… Her nedense, öteden beri hem devletin içindeki
derin yapıların hem şoven, ırkçı, faşist yapılanmaların olduğu illere veriliyor
ve güvenlik nedeniyle sürdürülen bu davaların tümünde, mağdurlar başta olmak
üzere, o davaları izleyen siyasetçiler, sivil toplum örgütü temsilcileri,
savunma avukatları saldırıya uğruyor. Geçmişte Eskişehir’de yaşandı, linç
girişimleri, Trabzon’da yaşandı, şimdi de Samsun’da.
Şimdi, birincisi, şunu başta
söyleyeyim: Bu olayın yaşanmasından sonra başta Sayın Başbakan, Hükûmet yetkilileri olmak üzere, tüm siyasi partinin liderleri,
grup başkan vekilleri, milletvekilleri ve Türkiye’de duyarlılığı olan tüm
kesimler “Geçmiş olsun.” dileklerini hem Sayın Ahmet Türk’e hem partimize
iletti ancak bu yeterli değil. Elbette bu gerekli, bu önemli bir duyarlılık;
tüm kesimlerin, siyasetçilerin, siyasetin tüm kesimlerinin, tüm sivil toplum
örgütlerinin, aydınların, basının ortak bir tutum sergilemesi, bu tür
saldırılara ortak tutum alması önemli ama bu yeterli değil. Birincisi, Hükûmet açısından. Sonuçta, bu tür olayları yerinde inceleyen,
hukukun herkes için eşit uygulanmasını, hukukun gerçekleşmesini sağlayan bir
pratiği sergilemeleri gerekiyor, sorumlulukları var. İkincisi, bu tür davaların
yer değiştirmesinden sonra o davanın selameti, o davaya katılan tüm kesimlerin
-siyasetçilerin, sivil toplum örgütlerinin, mağdur yakınlarının, savunma
avukatlarının- hepsinin güvenliğini sağlamakla yetkilidir.
Diğer yandan, siyasetçiler ve
basının bir görevi de, bu tür olaylar yaşandıktan sonra “Geçmiş olsun.”
dileklerini iletmek ve olayı kınamak yetmiyor… Yıllardır, başta Karadeniz olmak
üzere, İç Anadolu’da, Türkiye'nin çeşitli yerlerinde, İzmir’de, diğer yerlerde
yaşanan linçler ve bu tür “farklı olana tahammül etmeme, farklı olanı linç
etme, ortadan kaldırma” kültürü siyasetçilerin, basının şu ana kadar
kullandıkları dildir, o kültürdür. Biz bunu değiştirecek miyiz, değiştirmeyecek
miyiz? Bir kesimi, bir toplumu, onun
tüm bireylerini, siyasetçilerini terörist
ilan edecek miyiz,
hâlâ bunu sürdürecek miyiz,
sürdürmeyecek miyiz? Eğer siyasetçiler siyaset adına, eğer Hükûmet yetkilileri -Sayın Başbakandan tutun bakanlara-
devlet yetkilisi, Hükûmet yetkilisi olma adına bir
siyasi partinin genel başkanına, eş başkanına, bazen milletvekillerine, bazen
yetkililerine açık bir şekilde “terörist” sözcüğünü veya “yandaşı” sözcüğünü
kullanıyorsa Samsun’da, Trabzon’da, başka bir ilde bu tür şeyler gerçekleşir.
Onun için, biz şunu
önemsiyoruz: Herkesin bu çağrıları yaparken ve bu yaşanan vahim olay karşısında
tavrını ortaya koyup bu olayı kınarken, bu işi yaparken samimiyetine inanıyoruz
ama bu yetmez. Bunun pratiğe yansıması gerekiyor, bunun siyasi söyleme yansıması
gerekiyor, Hükûmet açısından, Başbakan ve bakanlar
açısından pratik icraata yansıması gerekiyor. Eğer bu gerçekleşmezse “Geçmiş
olsun.” dileklerinin, kınamanın hiçbir anlamı olmayacaktır.
Güvenlik nedeniyle Samsun’a
dava götürüldü. Peki, bu olaya baktığımız zaman, güvenlik denildiği zaman…
Trabzon’da, Eskişehir’de, bugün de Samsun’da katilin güvenliğinden bahsedildi.
Evet, bu kişi 2 kişiyi öldürmüş, diğerlerini yaralamış, açıkça söylüyor. Ha,
bunu gerçi Sayın Başbakan da, Başbakan Yardımcısı Sayın Arınç
da, Muş Valisi de kendisini savunmaya, meşru savunmaya soktu ama bu olayı
gerçekleştiren kişi, kendisine ateş edildiğini, ölenlerin kendisine ateş etmesi
sonucu öldüğünü söylüyor. Ha demek, Türkiye’de “güvenlik” denildiği zaman,
olayın faillerinin güvenliği dile geliyor. “Güvenlik” denildiği zaman,
yargılananlar, öldürmeyle, cinayetle yargılananların korunması gündeme geliyor,
dile geliyor, bu anlaşılıyor. Yoksa, Sayın İçişleri
Bakanının Müsteşarıyla görüşülmüş, daha önce bu davanın önemi biliniyor, güvenlik
nedeniyle buraya gönderilmiş ve Samsun’un Sayın Valisi diyor ki: “En üst
düzeyde güvenlik önlemi aldık.” Bu şahıs, Sayın Ahmet Türk’e yumruk atan şahıs
Sayın Ahmet Türk’ün yanına, hepimizin yanına geldi. Bırakın silah, tabanca
benzeri ateşli silahları, herhangi bir çakıyla, bir bıçakla adam
öldürülebilirdi. Bu tür şeylerin sorumluluğu nasıl üstlenilir? Bu tür bir olay,
eğer gelişmiş Avrupa’da, demokrasinin geliştiği ülkelerde gerçekleşirse
içişleri bakanı anında istifa eder, o ilin valisi, emniyet müdürü, tüm
yetkilileri görevinden alınır ama şimdi 2 tane emniyet yetkilisinin açığa
alınması gerçekleşmiş ve bununla sorunun çözümleneceği söyleniyor. Bu yetmez
değerli arkadaşlar.
Biz şunu söylüyoruz:
Karadeniz’de, bu hatta Hrant Dink’in
ölümü gerçekleşti. Daha önce çeşitli düşüncelerde, sol, demokrat, sosyal
demokrat aydınların tüm etkinliklerine, Kürt olsun, Türk olsun, Laz olsun,
demokratik çerçevedeki tüm etkinliklerine saldırı oldu, linç girişimleri
gerçekleşti ve Hükûmet yetkilileri, o illerin
valileri, emniyet müdürleri o günden bu güne kadar da hiçbir tedbir almadı,
âdeta ödüllendirildi linç girişimini gerçekleştirenler. Şimdi de, Türkiye'nin
her yerinde yıllardır süren çatışma, şiddet ortamı, kullanılan düşmanca dil,
basının kullandığı dil, Hükûmet yetkililerinin,
geçmiş hükûmetlerin, siyasilerin kullandığı dil
halkın birçok kesimi üzerinde ciddi bir tepki, düşmanlık ve travma
yaratmıştır. Her zaman bu tür olayları, linçleri gerçekleştirecek insanlar
bulunur fakat bunu dil olarak hem Hükûmetin, hem devlet
yetkililerinin hem siyasilerin yeni bir dili hem basının yeni bir dili
kullanması gerekir, diğer taraftan da Hükûmetin ve
yetkililerin bu tür olayların gerçekleşmemesi, bu tür olaylar yaşanmadan, bir travmaya neden olmadan tedbirlerin alınması konusunda ciddi
hassasiyet göstermesi gerekiyor.
Değerli milletvekilleri, eğer
Sayın Ahmet Türk’ün bu yaşa kadar kullandığı dil ve yaşama bakışı, Türkiye’de
bu tür olaylara bakışı, partimizin yetkililerinin, bizlerin değerlendirmeleri
olmasaydı, bizler bazı insanlar gibi sert bir dil kullansaydık düşünebiliyor
musunuz, Türkiye’de nelere mal olacaktı? Toplum, Kürtler, Türkler, diğer
kesimler, farklı düşünenler nasıl birbirlerini imha edecek, birbirlerine büyük
zararlar verecek, bir daha birlikte yaşanmayacak koşullar gerçekleşebilirdi.
Bunun vebalinin altından kim kalkabilir? Bu olaylara sıradan yaklaşılabilir mi?
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Buyurun efendim, konuşmanızı tamamlar mısınız.
MEHMET NEZİR KARABAŞ
(Devamla) – Teşekkür ederim Başkanım.
Şimdi, üniversitelerden,
üniversitelerin açılmasından, gençlerimizin üniversitelerde okumasından
bahsediyoruz, bugün birçok ilde gençler, üniversite gençleri, üniversite
öğretim üyeleri, üniversitelerin profesörleri, doçentleri bilimsel anlamda düşüncelerini,
fikirlerini dile getirdikleri zaman yargılamalara tabi oluyor. Öğrenciler,
üniversite içinde ve dışında demokratik tepkilerini, sorunların çözümü için
yaptıkları her eylemde, etkinlikte ya devlet güçleri tarafından şiddete maruz
kalıyor veya linç girişimleriyle şiddete maruz kalıyor ve yine birçoğunun
üniversitelerle ilişkisi kesiliyor, okullardan atılıyor. Biz, üniversite
dediğimiz zaman bunları tartışmadan bilimi nasıl gerçekleştirebiliriz? Bir
üniversite öğretim üyesinin, üniversite öğrencisinin düşüncesini, inancını
özgürce söyleyemediği, kendisini alanlarda ifade edemediği bir yerde,
üniversitelerin polisten, jandarmadan geçilmediği bir ortamda biz, bilimi
geliştirebilir miyiz, üniversite açmayla bir sonuca varabilir miyiz?
Tüm bunları diğer maddeler
görüşüldüğü zaman dile getireceğiz. Üniversitelerden gerçekten halkın
beklentisi, gerçek bilimi yaratmak ve gerçek üniversiteleri yaratabilmek için
bu konuların detaylı ele alınması gerekir diyorum, hepinize saygılar sunuyorum.
(BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy.
Sayın Paksoy,
buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA MEHMET AKİF
PAKSOY (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 487 sıra sayılı
Yükseköğretim Kurumları Teşkilat Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, ilk defa
olarak bu kürsüye çıkarken derin bir üzüntü içindeyim. Yüce Meclis gündemine Hükûmetçe sunulan bu tasarıda Fatih Sultan Mehmet Vakıf
Üniversitesi bünyesinde kurulması öngörülen Medeniyetler İttifakı Enstitüsü
benim üzüntümün kaynağı olmuştur. Bu zamana kadar bu Hükûmetin,
ötesine dilim varmıyor ama birçok yanlış icraatından son derece elem duyduk.
Ancak, öylesine vahim bir durum ki, rahmetli Sultan Fatih’in ve şühedanın
ruhlarını muazzez edeceğimize muazzep ediyorsunuz. Ne idüğü
belirsiz, gayesi, maksadı açıklanmamış ve anlatılmamış, milletimizce hiçbir
şekilde tasvip edilmeyen malum mahfillerin projesini getiriyor mübarek bir
ismin aziz hatırasını ihya etmek amacıyla kurulan bir üniversitede enstitü
kurarak ihya etmeye çalışıyorsunuz.
Çok değerli arkadaşlar, bu
kürsüden defaten söyledik ancak kulaklarınızı tıkamaya devam ediyorsunuz.
Türkiye'nin bir öğretim sorunu var. Üstelik bu sorunun temeli
ilköğretim ve ortaöğretimde. Siz bu alanda gerekenleri yapmıyorsunuz.
Bugün Türkiye’de üniversite sayısı 140’a ulaştı. Bu üniversitelerle birlikte
146 olacak. Muhtemelen önümüzdeki yıllarda 200’ü bulacağız. Peki, 200 veya 500
üniversite açsak eğitim-öğretimin sorunlarını çözecek miyiz? Herkese sertifika
verir gibi diploma verirsek bu insanlarımızın sorununu çözecek miyiz? On
binlerce öğretmen adayı yıllardır atanamıyor, eylem yapıyorlar, diğer
üniversite mezunları öğrenim gördükleri alanda iş bulmak bir yana ilköğretim ve
ortaöğretim mezunlarının istihdam edildiği alanlarda bile iş bulmaya razılar.
Kıymetli arkadaşlar,
üniversite açılmasına, geleceğimiz olan gençlerimizin çok iyi bir eğitim
görmelerine hepimiz taraftarız ancak sırf talepten hareket ederek, sırf seçim
meydanlarında “Biz bilmem ne kadar üniversite açtık.” edebiyatı yaparak
insanları kandırmayalım, yazık hem de bu ülkenin parasına hem de insanların
umutlarına yazık hem de çok yazık.
Bakın, üniversitelerin sayısı
hızla artıyor, ancak nitelikleri ne durumda? Bina, öğretim üyesi, barınma ve
benzer diğer imkânlar ne durumda? Bunları hiç düşündünüz mü? Bugün kırk beş,
biri de geçenlerde kuruldu kırk altı vakıf üniversitesinin kaç tanesi yeterli
düzeyde? Eskiden dershane açılıyordu, şimdi üniversite açılmaya başlandı.
Yanılmıyorsam dershanelerin kapanacağına dair bir teziniz vardı. İlköğretim okulu
açamadığınız yere üniversite açarak ve bu hızla vakıf üniversitesi açarak bu
teziniz gerçekleşecek, dershanelerin kapanmasına gerek kalmayacak, ancak
dershanelerin büyük çoğunluğu üniversite olacak.
Şimdi deniliyor ki: “Gelişmiş
ülkelerde yükseköğrenim oranı yüzde 60’ı bulmasına rağmen ülkemizde yüzde 20
düzeylerindedir.” Kardeşim, gelişmiş ülkelerde başka kıstaslar da var, onlarla
niye ilgilenmiyorsunuz? Veya madem konumuz üniversite, gelişmiş ülkelerin nasıl
üniversite kurduğunu bir zahmet niye araştırmıyorsunuz? Komisyonda
arkadaşlarımız dile getirdiler, üniversite sayısı ve öğrenci kontenjanlarının
artırılması sadece diplomalı işsizlerin sayısını artıracaktır. Son yıllarda
vakıf üniversitelerinin sayısında büyük artış gözlendiği, kurucu vakıfların mali
yapıları ve üniversiteye tahsis ettikleri arazi ve alanlarda üniversite
kurulmasıyla ilgili öğretim hayatını devam ettirebilecek kapasitede bulunup
bulunmadıklarının iyi araştırılması gerekir. Bunların hiçbirisi yok, sadece,
beylik laflarla geçiştirmeler var. “Yok, mal varlığı 15 milyon liranın altında
bulunan vakıflara üniversite kurma izni verilmediği; yok, Öğretim Üyesi
Yetiştirme Projesi kapsamında 2 bin araştırma görevlisi kadrosunun Bütçe
Kanunu’na eklenmek üzere olduğu yani kurulacak eğitim fakültelerinde okul
öncesi eğitim ve engelli eğitimi bölümlerinin açılmasına izin verildiği” gibi
sudan gerekçeler üretiliyor.
Mevcut kırk beş vakıf
üniversitesinin büyük bir kısmının kendilerinden beklenen performansı
gösteremediği bir vakıadır. Bu üniversitelerin birçok bölümündeki
kontenjanların dolmadığı da bilinmektedir. Üstelik,
devlet üniversitelerinde bile birçok kontenjan ek yerleştirmelere rağmen
dolmamaktadır. Mesela, seçim bölgem Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesinin Fizik Bölümünün ikinci öğretimine 1 öğrenci gelmiş,
ek kontenjandan ise bu sayı ancak 4’e ulaşabilmiştir. Bu bölümün normal olarak
kontenjanı 50 kişidir. Diğer devlet üniversitelerinde benzer kontenjan açıkları
bulunmaktadır. Vakıf üniversitelerinde bu açıklar daha fazla sayılardadır.
Diğer yandan, öğretim üyesi
temini önemli bir sorundur. Eğitim fakültelerine hoca bulunamamaktadır. Öğretim
üyelerinin ücretleri bakımından iller arasında farklılıklar olduğundan,
özellikle Kahramanmaraş gibi büyük illerimizde öğretim üyesi açığı
oluşmaktadır.
Ayrıca, vakıf
üniversitelerinin sayısının çoğalması, bu üniversitelerin imkânlarının devlet
üniversitelerine nazaran daha iyi durumda olması sebebiyle devlet
üniversitelerinden vakıf üniversitelerine büyük oranda geçişler yaşanmaktadır.
Üniversitelerimize mevcut
bütçe imkânları içinde yeterli ödenek verilememektedir. Yeni kurulan birçok
üniversitemizin mevcut durumları sadece tabeladan ibarettir. Her fırsatta
tekrar ediyorum, etmeye de devam edeceğim: Kahramanmaraş Sütçü İmam
Üniversitesi Tıp Fakültesinin kadroları on iki yıldan beri bir türlü
verilememiştir.
Son zamanlarda veya
istediğiniz zamanlarda yüce Meclise getirdiğiniz tasarı ve tekliflerin
yeterince tartışılmasına bile tahammül gösteremiyorsunuz.
Kıymetli arkadaşlar, bizim
bildiğimiz vakıflar bir veya birkaç amaç için kurulur ve faaliyet gösterir,
kesinlikle kâr amacı gütmez. En azından, eski vakıflar bu amaçla kurulurdu
ancak şimdi bu gayeden hızla uzaklaşıldığını görmekteyiz. Türkiye Diyanet Vakfı
birçok hizmeti zaten gerçekleştiriyor, Vakıflar Genel Müdürlüğü ise bir devlet
kurumu. Siz bir devlet kurumuna üniversite kurduruyorsunuz. Şunu anlarım:
Ülkemizde çok ihtiyaç duyulan özel bir alanda üniversite kurulur veya bir
vakfımız yurt yapar, diğeri burs verir, diğeri eğitim öğretim materyali sağlar,
fiziki bina yapar, öğretim üyesi yetiştirilmesi için maddi ve diğer yönden
katkı sunar. Ancak bunlar yapılmıyor iş ticarete döküldü. Bugün bütün vakıf
üniversitelerinin adı vakıf üniversitesi, halk nezdinde hepsi özel, paralı
üniversiteler. Burslu okuyan çok az sayıda öğrenci dışında -ki bunların da
tamamı sınavda derece yapmış öğrencilerden seçiliyor- diğer öğrencilere yönelik
bir kolaylık yok. Ben hiçbir vakıf üniversitesinin belli bir puanı almış dar
gelirli çocukları, kimsesizleri, şehit ve gazi çocuklarını ücretsiz kabul
ettiklerini görmedim. Siz gördüyseniz açıklayın biz de öğrenelim.
Diğer bir husus: Mühendislik
eğitimi veren programlarda öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı Avrupa
ortalamasının 2 katından fazladır. Sizler de takdir edersiniz ki bu durum
öğretimin niteliğini olumsuz yönde etkilemektedir. Hesapsız kitapsız hızla
üniversite ve buna bağlı olarak bölüm açılması uzun vadede mühendislik
hizmetlerinin niteliğini daha da olumsuz olarak etkileyeceği kesindir.
Arkadaşlarımız bu hususu komisyonda dile getirmişler ancak ne Sayın Bakan ne de
YÖK bu konuda doyurucu bir cevap vermemiş, zaten vermesi de mümkün değil. Bizce
bu üniversitelerin açılması kamu kaynaklarının biraz daha savrulmasından başka
bir fayda sağlamayacaktır. Türk yükseköğretiminin nicelik sorunu olduğu
hepimizin kabulüdür, ancak bundan da ötesi, ilköğretim, ortaöğretim ve
üniversitelerimizde ciddi bir nitelik sorunu bulunduğudur. Biz, öncelikle ve
özellikle bu nitelik sorununa ve bundan sonraki istihdam sorununun çözümüne
yönelik tedbirlerin alınmasını beklerdik. Size bu gidişle olacak olanı
söyleyeyim. Sayın Bakanın tabiriyle 15 milyon TL varlığı olan her vakıf,
üniversite kurmak için YÖK’ün kapısını çalacak, YÖK uygun gördüğü veya sizin
yandaşınız olanlara izin verecek.
Tekrar bu Medeniyetler Arası
İttifak Enstitüsüne dönmek istiyorum. Kıymetli arkadaşlar, hepimiz aslında bu
projenin ne olup olmadığını gayet iyi biliyoruz ancak yine hepiniz
hatırlarsınız, İsrail’in Gazze saldırıları sırasında
Sayın Başbakanın eşi hanımefendi bu proje kapsamında İstanbul’da İsrail’i
protesto etmek için lider eşlerinin katılacağı bir toplantı tertip etmişti.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Paksoy, buyurun efendim.
MEHMET AKİF PAKSOY (Devamla)
– Bu toplantıya da Bosna-Hersek dışında Batılı ülkelerden hiçbir lider eşi
katılmamıştı. Adı var, kendi yok bir proje veya sadece Müslümanları,
Türkiye’yi, Türk-İslam dünyasını ehlileştirme projesi yani bu aslında bir büyük
Orta Doğu projesi, “medeniyetler arası ittifak” sadece bu projenin alt ismi.
Böyle bir projenin Gazi Sultan Mehmet Fatih’in adına kurulan bir üniversitede
ihya edilmek istenmesinden kendi adıma utanç duymaktan öte nefret ediyorum.
Sayın Başbakan, eş başkanı olduğu bu proje kapsamında İslam medeniyetinin yok
olduğu Endülüs’te diğer eş başkan İspanya Başbakanından ödül aldı. Türkiye
Cumhuriyeti Başbakanının böyle incitici bir ödülü kabul etmesi kadar üzücü bir
durum olamaz. Bu Enstitünün Sultan Fatih’in ruhunu daha fazla muazzep etmemesi
için tasarıdan çıkartılmasını teklif ediyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun,
tamamlayınız.
MEHMET AKİF PAKSOY (Devamla)
– Eğer Sayın Başbakan istiyorsa Başbakanlık bünyesinde veya AKP Genel
Merkezinde böyle bir birim kurabilir. Bu işe de yeterince gönüllü taşeron
bulacaktır, hatta yandaş sivil toplum örgütlerinden birini bu yönde
teşkilatlandırabilir de diyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Adıyaman Milletvekili Sayın Şevket Köse. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ŞEVKET KÖSE
(Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 487 sıra sayılı Kanun
Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerinde düzenlenen ek 120’nci madde üzerine söz
almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
bildiğimiz gibi genç nüfus önemli güçtür, ülkemiz ise büyük oranda bu güce
sahiptir. Yaklaşık olarak 25 milyon okuma çağında olan nüfusumuz bulunmaktadır.
Bu 25 milyon kişi en iyi biçimde eğitilmezse güç olmaktan çıkar.
Eğitim-öğretim ve özellikle
de yükseköğretim, AKP hükûmetleri döneminde sıkça
konuşulan konuların başında gelmektedir. Okul binası yapmak, derslik
ihtiyaçlarını azaltmak, eğitimin en önemli unsuru gibi görülmektedir. Oysa
eğitim ve öğretim bir bütündür, okul öncesi ve sonrası süreci de kapsamaktadır.
Bundan dolayı eğitimin planlamasına büyük ihtiyaç vardır. Yani planlama,
okullaşma oranı, öğretmen yetiştirilmesi, öğretmen kadro sorunu ve atanması,
kaliteli eğitim için gerekli fiziki yapılara sahip olmak ve öğrencilerin
barınma sorunlarının çözülmesi gibi çok sayıda sorun doğrudan eğitimle
ilgilidir. Bunların her birine çözüm bulmadan eğitim sisteminin düzelmesini
beklemek yanlış olacaktır.
Her ile üniversite kuruldu
ancak bu üniversitelerde okuyan öğrencilerin kalacak yeri yok. “TOKİ yurt
yapsın.” diye bir Meclis araştırma önergesi vermiştim çünkü öğrencilerin
barınma sorunu en öncelikli sorunlarından biridir ama maalesef henüz olumlu bir
cevap almış değilim.
Sayın milletvekilleri,
üniversiteler açılıyor ama bu üniversitelerin laboratuvarları
yok ve öğretim elemanı sayısında da büyük sıkıntılar vardır. Peki, böyle bir
üniversiteyi açmak ne kadar yararlı olacaktır? İyi bir altyapısı olmayan üniversite,
istese de çok yararlı olmayacaktır, olmayacağı da ortadadır. Binlerce
üniversite mezunu diplomalarını alıyor ancak iş bulamıyor. Sayın Başbakan “Her
üniversite mezununa iş bulmak zorunda değiliz.” diyor. Eğer o gencimiz de bu
ülkenin evladıysa, Başbakan iş bulmak zorundadır. Yoksa bu üniversiteler
diplomalı işsizler ordusunu yaratmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Değerli milletvekilleri,
geçtiğimiz günlerde YÖK büyük yanlıştan döndü. Yani yabancı ülkede lise
öğrenimini tamamlayan öğrencilerin sınavsız olarak istedikleri üniversite ve
bölüme geçmelerini sağlayan kararı geri çekti. Bu karardan önce Genel
Başkanımız Sayın Deniz Baykal bu konuya özellikle değinmiş ve kararın yanlış
olduğunu da dile getirmişti. Karara baktığımızda ne diyordu YÖK: “Eğer paran
varsa ve yurt dışında liseni tamamlayabiliyorsan gel istediğin üniversite ve
bölümde oku.”
Değerli arkadaşlar, buna
adalet denir mi? Peki, Türkiye’deki öğrenciler ne yapacak? 2 milyon kişi ÖSS’ye
giriyor, aileler yiyeceğinden kısıp çocuklarını okula ve dershaneye gönderiyor
ve bunların içinden başarılı olanlar hak etmesine, emek vermesine rağmen
kenarda bekleyecek, belki de istediği bölüme yerleşemeyecektir. İşte, görüldüğü
gibi YÖK’ün bu kararı paralı eğitimi ön plana alan anlayışın ürünüdür. Her ne
kadar bu karar geri çekildiyse de bu fikir artık AKP’nin ve YÖK’ün bilinç altına yerleşmiştir. Açıkça anlaşılıyor ki AKP ve YÖK
paralı eğitimi istemektedir. Böylece sosyal devletin en önemli özelliği olan
eğitim AKP’nin uygulamaları sonucunda artık parası olanların hakkı olacaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; eğitim-öğretim sisteminde o kadar büyük sorunlar var ki
buradan hepsini sayamıyoruz. Eğitimin en önemli ve ana parçası hiç şüphesiz
öğretmenlerdir ve öğretmenlerin yaşayacağı sorun tüm eğitim sistemini olumsuz
etkileyecektir. Ülkemizde öğretmen atamaları büyük sorun hâlini almıştır. Yüz
binlerce öğretmenimiz atama beklemektedir.
Sayın milletvekilleri,
hepimiz biliyoruz ki öğretmen açığı da büyük oranlardadır. Burada Hükûmetin görevi o açıkları doldurmaktır. Kaldı ki
hâlihazırda da bu açığı kapatacak kadrolar da bulunmaktadır. Ancak nedense bu
öğretmenler göz göre göre işsizlikle, yoksullukla
pençeleşmek zorunda bırakılmaktadır.
Değerli arkadaşlar, yıllarca
öğretmen olma hayaliyle okuyan gençlerimiz kutsal olan mesleklerini mevcut
koşullar da uygunken ne yazık ki yerine getirememektedirler yani okulların
öğretmeni, öğretmenlerin de sınıfı yok. Bu durumdan dolayı işsiz kalan
öğretmenlerimize yazıktır, günahtır ve ülke içinse büyük bir kayıptır.
Değerli arkadaşlar,
öğretmenleri atama sırasında da büyük sorunlar baş göstermektedir. Öğretmenler
sözleşmeli, kadrolu ve geçici olarak istihdam edilmektedir yani tek tip kadro
yapısında değildir öğretmenlerimiz. Bu durum eğitim-öğretim sistemine de büyük
darbe vurmaktadır. Bu soruna bir an önce kesin çözüm bulunmalıdır. Sayın Genel
Başkanımız Deniz Baykal’ın belirttiği gibi öğretmenliğin bir kariyer olduğunu
da asla unutmamalıyız.
Sayın milletvekilleri,
elbette yurdumuzun her tarafında öğretmenlerin görev alması gerekmektedir ancak
mümkünse aileler parçalanmadan atama yapılmalıdır. Örnek vermem gerekirse,
İzmirli bir öğretmen Adıyamanlı bir öğretmenle evleniyor, bundan sonra ise aile
parçalanıyor yani bir araya gelebilecekleri zamanı bekleyip durmaktadırlar. Bu
konuda bir yasal düzenleme yapılmasına acil ihtiyaç vardır.
Eğitimde önemli bir başka sorun
ise hepimizin bildiği gibi “öğretim yılına hazırlık ödeneği” diye bir ödeme
vardır. Halk arasında buna “kırtasiye yardımı” da denilmektedir. Bu yardımın
tutarı 2010 yılı için 540 TL olarak belirlenmiştir. Oysa sendikalar kırtasiye
yardımının en az bir öğretmen maaşı tutarında olması yönünde fikir
belirtmişlerdir. Fakat ne yazık ki bu ödenekten yalnızca öğretmenler
yararlanmaktadır yani Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde olmasına karşın diğer
Millî Eğitim çalışanları bu ödemeden yararlanamamaktadırlar.
Değerli arkadaşlar, bu
adaletsiz bir durumdur ve bu kırtasiye yardımından diğer Millî Eğitim
personelinin de yararlanması gerekmektedir diye düşünüyorum. Bu konuda Sayın
Bakana bir soru sormuştum ancak şu an için herhangi bir düzenleme
yapılmayacağını anlamaktayız.
Eğitimde başka bir sorun ise
tüm dünyada bilim adamlarının çocukların eğitiminde yedi yaşın çok geç olduğunu
kabul etmeleridir. Bu nedenle, okul öncesi eğitim özel bir öneme sahip
olmaktadır. Gelecek nesillerin daha iyi yetişebilmesi ve bu yolla daha yüksek
düzeyde kültüre sahip bir toplum yaratılması için okul öncesi eğitim olmazsa
olmazdır değerli arkadaşlarım. Bu anlamda, okul öncesi eğitim yeni yetişen
nesiller için yaşamsal değere sahiptir. Şunu üzülerek belirtmekteyim ki Doğu ve
Güneydoğu Anadolu Bölgelerimiz okul öncesi öğrenim şansından yeterince de
yararlanamıyorlar.
Değerli arkadaşlarım, doğu ve
güneydoğu illerinde yaşanan en önemli sorunlardan birisi de taşımalı eğitimdir.
Şüphesiz bir okulun yapılabilmesi için çok sayıda kriter
ele alınmalıdır. Mesela, nüfus ve başka bir okulun yakınlığı gibi etkenler
önemlidir. Bu konuda kriterler bazen esnek
tutulmalıdır ve aynı zamanda da bu kriterlere de adil uygulamalar yapılmalıdır.
Örnek vermek gerekirse, Adıyaman ilinin Çelikhan ilçesinin Recep köyünde böyle
bir sorun yaşadık. Yani Recep’te hazır bir okul var iken ve mesafesi de yakın
iken öğrenciler taşınmak zorunda bırakılmıştı. Aynı zamanda bu durum okul
harcamalarını da artırmıştır.
Yine benzer bir durum merkeze
bağlı Kömür beldesinde yaşanmaktadır. Sayın Bakan buradayken bu konuyu gündeme
getirmek istiyorum. Belki Sayın Bakanın talimatıyla bir çözüm bulunur.
Sayın Bakanım, Kömür
beldemizin 4 bin civarında nüfusu var ancak Kömür’de bir lisemiz yok. Oysaki
Adıyaman’da nüfusu Kömür’den çok daha az olan on beldemizde lise bulunmaktadır.
Kömür’de gün içinde 120 lise öğrencisi merkeze taşınmaktadır. Durumu iyi
olmayan ve liseye gidemeyen çok sayıda öğrencimizin olduğu ve lise olmadığı
için beldeden göç edenler olduğu da bilinmektedir. Fakat beldemizde yapılacak
bir lise en az 500-600 öğrencimizin geleceğine ışık tutacaktır ve belki de
böylelikle beldemizden merkez ilçemize göçü önlemiş olacağız.
Değerli arkadaşlar, üstelik
Kömür beldesinde sırf bir lise yapılsın diye 11 bin metrekarelik bir arsa da Millî
Eğitim Müdürlüğüne tapusuyla birlikte verilmiştir. Ancak yapılan bütün
başvurular sadece nüfus ölçütü tutmadığından -lise yapımı- geri çevrilmektedir.
Sayın Bakanım, Kömür beldesinde oturan yurttaşlarınız sizden bir müjde
beklemektedirler.
Değerli arkadaşlarım,
Adıyaman Üniversitesi ülkemizin parlayan yıldızlarından biridir. Ayrıca Sayın
Rektörümüz bir dernek tarafından da yılın rektörü seçilmiştir. Üniversite,
Rektörü ve yönetici kadrosu sayesinde hızla büyümektedir. Şöyle ki: Son üç
yılda öğrenci sayısı binden 11 bini bulan ve sadece nicelik olarak değil
nitelik olarak da gelişen üniversitemiz, öğretim üyesi başına düşen bilimsel
yayın sayısına göre de Türkiye’de 114 üniversite arasında 5’inci sırada yer
almaktadır.
Adıyaman Üniversitesinin
ilimize sosyal, kültürel ve aydınlanma bakımından büyük katkıları vardır.
Nitelikli eğitimle ön planda olan üniversitemizin aynı zamanda ilimizin
ekonomisine de büyük katkıları vardır. Üniversite Rektörünün idari ve akademik
kadrosunun daha da iyi çalışmalara imza atması için Hükûmetin
desteklerine büyük ihtiyaç vardır.
Değerli arkadaşlar,
okullarımızdaki hizmetli kadrolarının açık olması nedeniyle temizlik koşulları
yeterince sağlanamamaktadır. Bu konuda geçici değil, derhâl kalıcı çözümler
bulunmalıdır. Çünkü çocuklarımızın hijyenik ortamlarda
eğitim görememesiyle eğitimin amacına ulaşması da mümkün değildir.
Değerli milletvekilleri,
belirttiğim gibi eğitim sisteminde okul öncesinden yükseköğrenim sonrasına
kadar her alanda onlarca sorun bulunmaktadır. Bu olumsuz tablo gelecek koşullar
için özellikle büyük sorun doğuracaktır. Başka bir ifadeyle geleceğe umutsuz
bakılmasına neden olacaktır. Bu sorunların çözümünde atılacak her iyi niyetli
adıma Cumhuriyet Halk Partisi olarak destek olmaya hazırız.
Aslında Hükûmetin
bir an önce, acilen eğitim ve öğretim açılımı yapması gerekmektedir.
Unutmamalıyız ki ancak bu yolla ülkemizin geleceği aydınlanır. Ne demiştir Hacı
Bektaş Veli? “İlimden gidilmeyen yolun sonu
karanlıktır.” Ne demiştir Hazreti Ali? “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum.”
Bu duygu ve düşüncelerle
hepinizi en içten sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Köse.
Şahsı adına Düzce
Milletvekili Sayın Celal Erbay,buyurun.
CELAL ERBAY (Düzce) – Sayın
Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ben de
şahsım adına ek 120’inci madde üzerinde görüşlerimi açıklayacağım.
Elbette ki Türkiye’mizde
gerek devlet tarafından açılsın, sevk ve yönetimi üstlenilsin ve gerekse
vakıflar tarafından açılsın, ilim yuvalarının birer birer
açılması hepimizi memnun edecek bir olgudur. Dolayısıyla Süleyman Şah
Üniversitesinin İstanbul’da Sistem Eğitim Ve Kültür Vakfı tarafından açılma
talebinin YÖK’e ulaşması ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun vakıf yükseköğretim
kurumlarına ilişkin hükümlerine tabi olarak, bir tüzel kişilik mahiyetinde
kurulması hepimizi memnun edecek bir hadisedir. Böylece, vakıf
üniversitelerinin çoğalması sayesinde, devletin üzerindeki eğitim yükü
sorumluluğu bir nebze olsun hafiflemiş olacaktır. Ben öyle zannediyorum ki,
biraz daha sevk ve oluşturulan imkânlar sayesinde, vakıf üniversitelerinin
bünyesinde biraz daha fazla araştırma imkânı -gerek zaman itibarıyla ve gerekse
araştırmaya hasredilecek olan araçların gelişmişliği itibarıyla- ilmî araştırma
yapmanın imkânı ve üretimin seviyesi, kalitesi biraz daha farklı, etkin,
müessir olacaktır. Böylece, üniversiteler daha çok bilgi üretecekler,
üniversiteler üretmiş oldukları bilgiyi bir sanatkâr ruhu içerisinde tahlil ve
analiz ederek, kullanarak bilgiden hikmete doğru yol alacaklar ve diğer, son
merhale olan ilmin ışığında, bilginin ışığında hikmetle birlikte birleşen
gayretler hakikat dediğimiz sonuca ulaşacak.
Elbette ki arkadaşlarım
ileriye sürmüş oldukları endişelerinde haklı olabilirler. Bizim kültürümüzde
bir atasözü hepimizin kulaklarında, gönüllerinde yerini almıştır. Bizde “Kervan
yolda düzülür.” denir. Bütün birimleriyle, tamamen mükemmel bir şekilde
kuruluşunu tamamlamış olarak elbette ki bir vakıf üniversitesinin varlık kazanmasını,
tüzel kişilik kazanmasını ve eğitim hayatına başlamasını hepimiz arzu ederiz
ama ben şunu soracağım her bir arkadaşıma: Her birimiz ev edinmeye çalıştık.
Evi alacağımız paranın hepsini bir kenara biriktirip yığdıktan sonra mı, farz
ediniz ki onun fiyatı 300 bin lira ise 300 bin lirayı cebimize koyduktan sonra
mı müteahhide gittik, satıcıya gittik, yoksa bir başlangıç teşkil edecek
mahiyette bir adım attık, daha sonra mı bugünlere geldik? Ankara bir günde
Ankara olmamıştır, İstanbul bir günde İstanbul olmamıştır ama Ankara bugün
güzel Ankara’dır, İstanbul bugün güzel İstanbul’dur, yarın daha güzel
olacaktır. Eğitim kurumlarımız da aynı şekilde.
Ben bizzat kendim 80 kişilik
sınıfta okumuştum ortaöğretimde. Şimdi seçim bölgeme gidiyorum, sınıfa girdiğim
zaman soruyorum: “Sınıfta kaç kişi var?” Aldığım cevap: “28 kişi, 29 kişi.”
MEHMET AKİF PAKSOY
(Kahramanmaraş) – Nereden bahsediyorsun!
CELAL ERBAY (Devamla) –
Elbette ki Türkiye günden güne daha iyiye gidecek ve böylece, kurulan eğitim
kurumlarımız, Türk halkının…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Erbay, buyurun efendim.
CELAL
ERBAY (Devamla) – …ve Türk gençliğinin daha iyi bir şekilde gelişmesi için,
daha aydın, daha müreffeh, daha seviyeli bir gönle, kafaya, ilme, irfana sahip
olmasını temin edecek ve böylece insanımızın yetişmişlik oranı artacak ve bu
artış doğrultusunda da toplumdaki sosyal barışıklık oranı yücelecek ve biz,
birbirimizin dostu, kardeşi, kendisi için istediğini diğer kardeşi için de
isteyen, kendisine reva görmediğini diğer kardeşine de reva görmeyen erdemli
kişiler olacağız. Bu hedefe doğru, bu ümit ve
arzularla birlikte hepinizi saygıyla selamlıyorum. Hepinize saygıyla
selamlıyorum. Hepinize saygı sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN -
Teşekkür ederim.
Mümin İnan, Niğde
milletvekili.
Buyurun Sayın İnan. (MHP
sıralarından alkışlar)
MÜMİN İNAN (Niğde) – Sayın
Başkan, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; görüşülmekte olan 487 sıra sayılı Yüksek Öğretim
Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın
madde 1, ek 121 ile Türk tarihinin önemli şahsiyetlerinden Süleyman Şah adına
kurulmak istenen vakıf üniversitesi hakkında şahsım adına söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Ayrıca, âlemlere rahmet
olarak gönderilen Yüce Peygamber’imizin Kutlu Doğum Haftası’nı idrak
etmekteyiz. Kutlu Doğum’un ülkemize ve insanlık âlemine hayırlı ve uğurlu
olmasını Cenabı Allah’tan temenni ediyorum.
Üniversiteler bilginin
üretilmesi, üretilen bilgilerin topluma yansıtılması noktasında önemli görevler
üstlenmiş kurumlardır. Üniversitelerin tarih sahnesine bugünkü bilinen
adlarıyla çıkmasından bu yana, toplumun aydınlatılması, topluma yeni bilgilerin
aktarılması, kurumlar içerisinde bilgi üretmesi bakımından niteliği hep ön
planda olmuştur. Üniversitelerde nitelikli elemanların bilgiyi nitelikli
öğrenciler vasıtasıyla topluma yansıtması, toplumun sosyal, kültürel ve
bilimsel üretim yapısının gelişmesine önemli katkılar yapmaktadır.
Bilginin üretilmesi esastır.
Fakat ondan daha önemlisi, üretilen bilginin ortaya çıktığı topluma ya da dünya
insanlığına olan faydasıdır. Ortaya çıkan bilgilerin üniversite arşivlerine
terk edilmesi değil, sosyal ve kültürel hayatın zenginleşmesine, tarımda ve sanayide
üretime katkı yaparak toplumların ekonomik zenginleşmelerine katkı yapması
önemlidir. Bugün Türkiye’de tartışılan, üniversitelerin niteliğinden çok,
niceliğidir. Ülkemizde kurulan üniversitelerin niteliklerinden ziyade
üniversite sayısının artırılmasına ve bunların kontenjanlarının
genişletilmesine yönelik politikalar, maalesef, ülkemizin ve burada eğitim
gören gençlerimizin sosyal ve ekonomik yaşamlarına çok önemli katkı
sağlamamaktadır. Bugün, üniversiteden mezun olan gençlerimizin yarısı iş bu-lamamaktadır. Ülkemizde yanlış istihdam politikaları
yüzünden iyi üniversitelerden mezun öğrencilerin kaymak tabakasını oluşturanlar
yabancı ülkelerin cazip tekliflerinin peşinden sürüklenmektedirler.
Her ile üniversite açmakla
övünüyoruz ancak üniversitelerden mezun olup da iş bulamayan üniversite
mezunları iş istediklerinde “Ben her üniversite mezununa iş bulmak zorunda
değilim.” diye Sayın Başbakan onları azarlamaktadır. Evet, Sayın Başbakan,
yetkisini aldığınız milletin, hangi eğitim düzeyinde olursa olsun, çocuklarına
iş imkânı sağlayacak politikaları hayata geçirmek gibi bir mecburiyetiniz
vardır.
Uyguladığınız yanlış
politikalar yüzünden, her eğitim düzeyinde işsizlik oranları dünya rekorları
kırmaktadır. Bu işsizliğin içerisinde en büyük oranlardan bir tanesini de
öğretmenlik hakkını elde etmiş eğitim fakültesi mezunları oluşturmaktadır.
Türkiye'de çok büyük öğretmen açığı bulunduğu bilinen bir gerçektir. Hatta
Millî Eğitim Bakanı Sayın Nimet Çubukçu Hanımefendi’ye yönelttiğimiz Niğde’deki
öğretmen açığıyla ilgili sorumuza “Evet, açık vardır, bunları zaman zaman geçici istihdamla kapatmaya çalışıyoruz.” diye cevap
vermiştir. O kadar formasyon sahibi eğitim fakültesi
mezunu öğretmen adayı iş beklerken öğretmen açıklarının geçici tedbirlerle
kapatılmaya çalışılmasına kimse bir anlam verememektir.
Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım; bilgi çağı denilen yaşadığımız çağın, nitelikli
bilgiyi üreten ve bunları toplumların her türlü üretimine yansıtan ülkelerin
çağı olduğu bilinen bir gerçektir. Toplu iğne ucu kadar nitelikli bir bilginin
binlerce ton niteliksiz bilginin üzerinde hâkimiyeti günümüzde çok daha fazla
hissedilmektedir.
Geçen günlerde bir gazetenin
sürmanşetinde “İhracatta acı gerçek” diye, Türkiye’nin 432 ton demir satışından
elde ettiği gelirle 1 ton ilaç, 2.612 tır çimento satışından elde ettiği
gelirle 1 tır bilgisayar, 1 tır domates satışıyla sadece 7 kilo domates tohumu
alabildiği belirtilmektedir. Bu da Türkiye'de üniversite-sanayi iş birliğinin
yeterince gelişmemesinden kaynaklanmaktadır.
Üniversitelerde çalışan bilim
adamları, döner sermaye gelirleri dağılımındaki oranlar nedeniyle sanayicilerle
yeterli oranda iş birliği yapamamaktadırlar. Bir öğretim elemanın sanayiyle
birlikte yaptığı bir iş neticesinde elde ettiği gelirinin üçte 2’si vergi ve
diğer kesintilere gitmektedir. Elde edilen gelir belli bir miktarı aşmamış ise
bunun tamamını da devlet dolaylı bir biçimde geri almaktadır.
Ülkemizde geçmiş yıllarda
kurulan üniversitelerimizin hâlâ aşağıda söyleyeceğim problemleri acil bir
biçimde çözüm beklemektedir: Üniversite geliştirme ödeneği oranlarının
yükseltilmesi ve üniversiteler arasında hakkaniyetle dağıtılması, kadro talebi
olan üniversitelere kadrolarının serbest bırakılması, üniversitelerin laboratuvar şartlarının geliştirilmesi…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Sayın İnan, konuşmanızı tamamlar mısınız.
Buyurun.
MÜMİN İNAN (Devamla) –
Teşekkür ediyorum.
…üniversite öğretim
elemanlarının ve idari personellerinin özlük haklarının iyileştirilmesi, fiziki
şartların iyileştirilmesi için ödenek miktarlarının artırılması, üniversite
öğrencilerinin yurt, harç ve burs sorunlarının çözülmesi gerekir.
Milliyetçi Hareket Partisi
olarak biz, ülkemizde sosyal hayatın iyileştirilmesi ve ekonomik hayatın
gelişmesine katkı yapacak yeni üniversitelerin açılmasını desteklemekteyiz
ancak açılan bunca yeni üniversitenin gerçekten bilimsel hayata ciddi katkılar
yapan ve dünyada kabul gören üniversiteler gibi olmasını arzu etmekteyiz.
Burada kanunu çıkartıp bir binaya tabela asmakla maalesef üniversite olunmuyor.
Üniversite kurmak başka bir şey üniversite olmak başka bir şeydir. Umarım Hükûmet yetkilileri de bunun farkına varırlar.
Toplumun genel iyilik hâlinin
yükseltilmesi konusunda Milliyetçi Hareket Partisi olarak her zaman olumlu
katkı yapacağımızı belirtir, bu vesileyle yüce heyetinizi saygı ve sevgiyle
selamlarım. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri,
soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz.
Sayın İnan, buyurun.
MÜMİN İNAN (Niğde) – Teşekkür
ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Bakanıma biraz önce bir
soru sormuştum Medeniyetler İttifakı Enstitüsüyle ilgili. Bu konunun mütevelli
heyetlerin konusu olduğunu ifade etmişti. Acaba, Sayın Bakanım Türkiye Büyük
Millet Meclisine sunulan bu tasarının sunum bölümünün son paragrafını okumadı
mı? Orada, bu eklemenin Komisyon tarafından yapıldığı ifade edilmektedir.
Acaba, Sayın Komisyon Başkanımız da bu konuyu bilmemekte midir ya da Sayın
Bakanıma niye acaba doğru bilgi vermemiştir?
Teşekkür ediyorum efendim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK
VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Bakana personeli
bilgi verir, ben değil. Efendim, Bakana bilgi vermek gibi bir görevim yok ki!
BAŞKAN – Sayın Yalçın…
RIDVAN YALÇIN (Ordu) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakanım, birkaç ay önce
yüz yirmi yedi okulun toplu açılışını gerçekleştirdiniz Sayın Başbakanın
katılımıyla. Bana da sayı çok fazla gelmişti. Biraz baktıktan sonra anladım ki
burada on yıldır, on beş yıldır, yirmi yıldır eğitim veren okullar birkaç ilave
derslik yapıldığı hâlde yeni okul yapılmış gibi açılmış ve Sayın Başbakan da
burada konuşmacı olarak yüz yirmi yedi yeni okul açıldığını ifade etti. Siz
bunu, sadece derslik ya da lojman yapılmış olmasına rağmen, yeni okul diye
kamuoyuna bir törenle takdim etmekle neyi amaçlıyorsunuz? Bundan nasıl bir
fayda umuyorsunuz? Bunu siyasi etik anlayışınızın neresine oturtuyorsunuz?
Bir diğer soru: Üniversite
sınavı günü okul önlerinde kekli açılım paketleri dağıttı mensup olduğunuz
parti. Ben o görüntüyü görünce çok sarsıldım Sayın Bakanım. Siz bu konuda ne
düşünüyorsunuz? Nasıl bir fayda doğdu çocuklar için o paketten?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Genç…
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, geçmiş yıllarda
üniversitelerle ilgili bir müzakere yapılırken YÖK Başkanı buraya geliyordu.
Gelmediği zaman da AKP’liler şiddetle saldırıyorlardı “Bu YÖK Başkanı nerede?”
diye. Şimdi bu YÖK Başkanı nerede? Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin
sorularına cevap verecek kadar bilgi sahibi değil midir? Onun için mi kaçıyor
buradan?
İkincisi: Bu üniversiteleri
-vakıf üniversitelerini- neden hep İstanbul’a kuruyorlar? Diyanet Ankara’da,
İstanbul’da kuruluyor.
Bu kurulan üniversitelerde
mütevelli heyet üyelerine para ödenecek mi? Özellikle Diyanet İşleri
teşkilatında çalışanlar bu mütevelli heyette görev alacak mı ve bunlara kaç
lira ücret ödenecek?
Millî Eğitim Bakanlığının
bastırdığı kitaplar… Son beş yılda hangi matbaaya, kimlere ne miktarda para
ödemişlerdir? Nasıl bastırmışlardır? Burada hangi ihale usulüyle bu kitap basma
işi verilmektedir? Özellikle tabii bunları öğrenmek istiyorum.
Bütün vakıflardaki mütevelli
heyet üyelerine ücret ödeniyor mu? Bunun bir kıstası…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Seçer…
VAHAP SEÇER (Mersin) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, sorum açık
meslek lisesi ve açık liselerle ilgili. Bu liselerimizde ikinci dönem
sınavlarına henüz bir ay gibi bir süre kaldı ancak pek çok öğrenci ikinci dönem
kayıtlarını zamanında yapamadıkları için bu sınavlara katılamayacaklar ve bir
anlamda mağduriyet yaşayacaklar. Acaba bu öğrencilerimizin bu mağduriyetlerini
giderme adına bir kayıt yapma şansı vermeyi düşünüyor musunuz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Işık…
ALİM IŞIK
(Kütahya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, elbette ki
üniversitelerimizin kuruldukları illere olan sosyoekonomik ve kültürel yönden
katkıları hepimizin malumudur. Bizim de bu açıdan illerimize yeni
üniversitelerin kurulmasını desteklediğimizi ifade ediyorum sözlerimin başında.
Fakat, Anayasa hükmü gereğince de bu üniversitelerin
ülke geneline dengeli bir yayılımının gerçekleştirilmesi açısından belirli bir
nüfusun üzerinde nüfusa sahip büyük ilçelerimizin de bu anlamda
değerlendirilmesi gerektiğine inanıyorum ve biraz önceki bölümde de zikredilen
ilçelere niçin bir üniversite, devlet üniversitesi kurulmasının düşünülmediğini
tekrar ben de sormak istiyorum.
İkincisi: Acaba Bakanlığınızca
vakıf üniversitelerimizde eğitim ve öğretimlerini sürdüren öğrencilerimizin
muhatap oldukları sorunların belirlenmesi ve çözümüne yönelik bir güdümlü proje
yürütülmekte midir ya da şimdiye kadar bir çalışma yapılmış mıdır? Yapıldıysa,
öğrencilerimizin en fazla karşılaştıkları temel sorunlar nelerdir?
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Işık.
Sayın Bakanım, buyurun.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Başkanım, genellikle
soruların çerçevesi ve eleştiriler az önce söylediğim doğrultuda. Tek tek ve madde madde soruları
cevaplandırmak yerine geneli üzerinde bir değerlendirme yapmak istiyorum ben
de.
Özellikle, üniversitelerin,
vakıf üniversitelerinin büyük kentlerde kurulmasının, İstanbul, Ankara gibi,
İzmir gibi büyük kentlerde kurulmasının doğru olmadığı, dolayısıyla
üniversitelerin biraz da Anadolu’ya yayılması gerektiği ve yaygın olması
gerektiği eleştirisinin yanı sıra yine aynı minvalde “Niye Anadolu’nun
kentlerine, küçük kentlerine üniversite kuruluyor? Bu üniversiteler birer
tabela üniversitesi. Dolayısıyla aslında yükseköğrenim vermek için yeterli
düzeyde olmayan bölgelerde üniversite kuruluyor.” şeklinde eleştiriler aynı
paralellikte dile getiriliyor.
Öncelikle, üniversitelerin
tüm Türkiye geneline yayılması ve her kentimizde bir üniversite bulunması Hükûmetimizin önemli politikalarından birisiydi ve bunu
gerçekleştirdik. Bunun yanı sıra vakıf üniversitelerinin kuruluşu çerçevesi
içerisinde bakışımız da vakıf üniversitelerini, yükseköğrenim sistemimizin bir
alternatifi değil bir parçası olarak görüyoruz. Dolayısıyla vakıflarımızın da
üniversite kurmalarını ve kuruluşlarını gerekli kriterleri
ve şartları yerine getirmeleri durumunda destekliyoruz. Dolayısıyla vakıf
üniversitelerimiz de ilk kez bu dönemde -gerçekten sevindirici- geçtiğimiz yedi
sekiz ay içerisinde, bu Parlamentoda bulunan milletvekillerimiz
hatırlayacaktır, Kayseri’de, Konya’da, Antep’te, Tarsus’ta üniversiteler
kuruldu. Dolayısıyla vakıf üniversitelerimiz aslında sevinerek söylemeliyim ki
artık Anadolu’nun her yerine yayılmakta ve bugün burada görüşeceğimiz ve
birazdan ek madde olarak gelecek olan Başarı Canik
Üniversitesi de Samsun’da kurulacak bir üniversite. Dolayısıyla üniversitelerin
kuruluşuna ilişkin olarak gösterdiğimiz destek bu manada vakıf
üniversitelerinin de, devlet üniversitelerinin de her birinin güçlenmesi için
ve bölgesinde eğitim adına, ülkemiz eğitimi adına katkıda bulunabilmeleri için Hükûmet olarak elimizden gelen desteği en yüksek oranda
veriyoruz. Zaten Yükseköğretim Kurulu, ARGE’ye,
araştırma bütçesine, yurtlara, burslara ayrılan bütçe gerçekten dönemimizde
kimisi yüzde 200’ün üzerinde kimisi de yüzde 400’ün üzerinde arttı.
Vakıf mütevelli üyelerine
herhangi bir ücret ödenmiyor. Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği’nin 20’nci
maddesine göre heyet üyeliği fahri bir görevdir. Dolayısıyla mütevelli heyet
üyelerine toplantıya katılma karşılığında huzur ve yol hakkı verilebilir
sadece, başka bir ödeme yapılamaz. Dolayısıyla böyle bir ödeme de yapılmıyor.
Ankara’da yapılan toplu
açılışlara ilişkin, milletvekillerimizden çok fazla yazılı soru önergeleri de
geldi. Bunları da cevaplandırdım. Aslında Mecliste genellikle yazılı soru
önergelerine cevaplar verilmiş olmasına rağmen acaba bunlar okunmuyor mu diye
de düşünüyorum. Çok açıklıkla defalarca, bugün burada soru soran
milletvekillerimizin de yazılı soru önergelerine cevap verdik çünkü ben, bu
kurumu önemli bir denetim mekanizması olarak görüyorum ve gerçekten süresinde,
Bakanlık olarak, çok dikkatli bir şekilde cevaplandırıyoruz.
Ankara’da yapılan toplu
açılışların her biri -neredeyse yüz yirmi yedi okul ve tesis, toplamı olarak
ifade ediyorum- son iki yılda yapımı tamamlanan okulların açılışıydı. Hem Sayın
Başbakanın takviminin müsait olmaması… Toplu açılışlar için o günü eğitim ve
öğretim yılının ikinci yarı yılının açılışına denk
getirdik ve bir kutlama şeklinde cereyan etti. Dolayısıyla son iki yılda
açılmış okulların resmî toplu açılışının yapılmamış olması nedeniyle planlanan
bir açılış. Burada yirmi yıldır…
RIDVAN YALÇIN (Ordu) – Sayın
Bakan, on yıldır eğitim veren okullar var içlerinde onların.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – …on yıl önce yapılmış herhangi bir okulun açılışı söz
konusu olmadığı gibi bu konuda ileri sürülen iddialar da tamamen gerçeklikten
uzak iddialardır.
RIDVAN YALÇIN (Ordu) –
Efendim, on yıldır açık okulları açtınız.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Bu okulların kimisi okul, kimisi spor salonu, kimisi ek
derslik şeklinde yapılmıştır. Bunları ben soru önergelerinize verdiğim
cevaplarda da verdim.
RIDVAN YALÇIN (Ordu) – Lojman
açmışsınız, okul diye takdim ediyorsunuz.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Ben soru cevaplandırıyorum ama…
RIDVAN YALÇIN (Ordu) –
Efendim, lojman açmışsınız, okul diye takdim ediyorsunuz.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Karşılıklı, böyle bir usul yok Mecliste.
Sayın Milletvekilim, böyle
bir usul yok.
Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Evet, teşekkür
ederim.
OKTAY VURAL (İzmir) – Usulü
siz mi tayin edeceksiniz? Meclisi yöneten Sayın Başkan var. Biz Başkan adına
soruyoruz size.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Usule uyun.
III.- YOKLAMA
(CHP sıralarından bir grup
milletvekili ayağa kalktı)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Oylamadan evvel yoklama istiyoruz efendim.
BAŞKAN – Evet, yoklama talebi
vardır.
Sayın Anadol,
Sayın Aslanoğlu, Sayın Karaibrahim,
Sayın Ekici, Sayın Çöllü, Sayın Köse, Sayın Özdemir, Sayın Güvel,
Sayın Erenkaya, Sayın Arifağaoğlu,
Sayın Diren, Sayın Süner, Sayın Oksal, Sayın Yıldız,
Sayın Serter, Sayın Köktürk, Sayın Ertemür, Sayın Emek, Sayın Hacaloğlu,
Sayın Aydoğan, Sayın Seçer, Sayın Oyan, Sayın Çakır.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, yoklama için üç dakikalık süre veriyorum ve yoklama işlemini de
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama
yapıldı)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ (Devam)
4.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ve Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu
(1/808) (S. Sayısı: 487) (Devam)
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Evet, böylece milletimizi Avrupa’ya taşıyan
“Süleyman Şah” adında bir üniversitenin kurulması da kazandırılmış oluyor.
Hayırlı olmasını diliyorum. İnşallah hayırlı hizmetler yaparlar.
Ek madde 122’yi okutuyorum:
Canik Başarı
Üniversitesi
EK MADDE 122- Samsun'da
Başarı Eğitim Kültür ve Sağlık Vakfı ile Tanrıverdi
Eğitim Kül-tür ve Yardımlaşma Vakfı tarafından müştereken 2547 sayılı
Yükseköğretim Kanununun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine
tabi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip Canik
Başarı Üniversitesi adıyla bir vakıf üniversitesi kurulmuştur.
Bu Üniversite, Rektörlüğe
bağlı olarak;
a) İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesinden,
b) Mimarlık ve Mühendislik
Fakültesinden,
c) Fen-Edebiyat
Fakültesinden,
ç) Eğitim Fakültesinden,
d) Fen Bilimleri
Enstitüsünden,
e) Sosyal Bilimler
Enstitüsünden,
oluşur."
BAŞKAN – Madde üzerinde
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Samsun Milletvekili Sayın Osman Çakır.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Alim Işık konuşacak efendim.
BAŞKAN – Peki.
Sayın Alim
Işık, Kütahya Milletvekilimiz. (MHP sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Işık.
MHP GRUBU ADINA ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşülmekte olan 487 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın çerçeve 1’inci maddesi
kapsamında kurulması amaçlanan Canik Başarı
Üniversitesi hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına görüşlerimizi
belirtmek üzere söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinize saygılarımı
sunuyorum.
Samsun ilimizde Ondokuz Mayıs Üniversitesi adıyla 1975 yılında kurulmuş
olan devlet üniversitesine ek olarak, Canik Başarı
Üniversitesi adıyla iki vakfımız tarafından kurulması amaçlanan bu
üniversitenin de öncelikle o ilimize ve ülkemize hayırlara vesile olmasını
diliyorum.
Ancak
madde metninde de yer alan bazı fakültelerden, şu anda kurulu bulunan Ondokuz Mayıs Üniversitesi bünyesinde bulunan, örneğin fen
edebiyat fakültesi mezunları tüm Türkiye'deki diğer fakülte mezunlarının
çektiği sıkıntıları çekerken yeniden bu vakıf üniversitesi bünyesinde de bir
fen edebiyat fakültesinin kuruluyor olmasını, hakikaten bir ön etüt yapılmadan rastgele hazırlanmış bir tasarının maalesef komisyondan
geçerek buraya gelmiş olmasına bağlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
elbette ki birçok üniversitemizin kurulması hepimiz tarafından desteklenmekte.
Son dönemde sayısal olarak yaklaşık yüzde 90 oranında üniversite sayısındaki
artışa rağmen, üniversitelerin nitelik açısından ne noktaya geldiği konusu
hepimizin dikkat etmesi gereken önemli bir konudur. Sadece bu konuda yapılmış
ve TÜBİTAK tarafından yayınlanmış Türkiye Bilimsel Yayın Göstergeleri ismiyle
hepimizin rahatlıkla incelemesine sunulmuş bir konudaki rapordan bahsetmek
istiyorum.
Şu anda,
bilimsel etki değeri açısından, yani üniversitede çalışan öğretim üyelerinin
yapmış olduğu yayınları, her yayın başına düşen atıf sayısını dikkate alan bir
inceleme sonucunu sizlerle paylaşmak istiyorum: 1981-2007 dönemini toptan
değerlendirme yaptığımızda, dünya ortalaması 14,17 kişi olarak çıkmış, yani
atıf olarak ABD 20,71; OECD ülkeleri 15,93; Orta Doğu ülkeleri 9,50; Türkiye
sadece 4,55. Yani dünya ortalamasının yaklaşık üçte 1’i düzeyinde bir düzeye
sahip Türkiye’deki üniversitelerimizin ortalama bir göstergesi. Buna
benzer diğer birçok göstergede de nitelik açısından dünyada hak ettiğimiz yerde
bulunmadığımızı ifade etmek istiyorum. Bunu da Sayın Bakanın özellikle
dikkatine sunmak istiyorum. Sayısal ilerleme elbette ki bir başarıdır,
gereklidir ama nicel ilerlemenin de bu ülke için mutlaka dikkate alınarak bir
an önce artırılması gerektiğini söylemek istiyorum.
Diğer yandan, Milliyetçi
Hareket Partisi Grubuna mensup milletvekillerimizin imzasıyla bir yılı aşkın
süredir Meclis gündeminde bekleyen, üniversite çalışanlarının ve
üniversitelerimizin sorunlarının araştırılmasıyla ilgili Meclis araştırması
kurulması talebimizin bir an önce dikkate alınarak bu kapsamda
üniversitelerimizin içinde bulunduğu bazı sorunların bir an önce Meclis
gündemine taşınmasında yarar olduğu düşüncesindeyim.
Bu kapsamda, birkaç konuyu
sizlerle tekrar paylaşmak istiyorum: Bugün üniversitelerimizin karşı karşıya
bulunduğu önemli sorunların başında, üniversitelerimizde görev yapan akademik
ve idari personelin ücret ve özlük haklarının ne yazık ki iyileştirilememiş
olması ve buna yönelik de bir çalışmanın yapılamamış olmasıdır.
İkincisi: Üniversitelerimizde
özellikle akademik kadrolarda yaşanan sıkışıklıklar bir türlü çözülememiş ve
çözülememektedir.
Bir diğer sorun: Araştırma
görevlisi kadroları başta olmak üzere tüm personel kadrolarındaki
yetersizlikler ve kadroların dağıtımındaki keyfîlikler devam etmektedir. Sayın
Bakanın bu konuya da özellikle eğileceğini ümit ediyorum en azından.
Bir diğer
konu: Yardımcı doçent kadrolarının, daha önce birçok kez dile getirmiş olmamıza
rağmen, diğer öğretim üyesi kadroları gibi daimî kadroya dönüştürülmesi, 3.600
ek gösterge yerine 4.200 ek gösterge ile 1’inci derecenin son kademesine kadar
ilerlemelerinin sağlanması konusunda verilen sözler ne yazık ki bir türlü
yerine getirilememiş ve getirilmemektedir. Yardımcı
doçentlikten doçentliğe yükseltilmede uygulanan ve daha çok subjektif
ölçütlerin öne çıktığı sözlü sınavlarda ve yabancı dil sınavıyla ilgili
düzenlemeler maalesef yine yapılamamıştır ve bu dönemde de her hâlde yapılması
yönünde bir çalışma görülmemektedir.
Bir diğer konu yine daha önce
değişik defalar, müteaddit defalar gündeme getirdiğimiz bir konudur.
Üniversitelerimizde görev yapan genel sekreter yardımcıları, daire başkanları
ve hukuk müşavirlerinin diğer kamu kurumlarında görev yapan eş değerlerine
benzer şekilde makam tazminatından yararlandırılmasını sağlayacak teknik
düzenlemeler ne yazık ki her bütçe görüşmesinde söz verilmesine rağmen bir
türlü gerçekleştirilememiştir.
Üniversitelerimizin
birçoğunda Kredi ve Yurtlar Kurumuna ait yurt ve yatak kapasitesi eksikliği nedeniyle,
özellikle yeni kaydolan gençlerimizin ve ailelerinin mağduriyetleri çok ciddi
boyutlarda devam etmektedir. Sayın Bakan yıl ortalaması verilerine göre
yurtların kapasitesinin yüzde 100 derecede dolu olmadığını söylüyor soru
önergelerimize ve sözlü sorularımıza... Ancak sıkıntı yıl bazında değildir,
yeni kaydolan öğrencilerimizin kayıt sırasında devletin yurtlarında yer
bulamayarak çok farklı yerlerde istismara yol açacak sorunlarla karşı karşıya
kalmasıdır. Hâlâ benim ilimde bugün yedekte olup da asilden devletin yurduna
yerleşemeyen, özellikle kız öğrencilerin sayısı çok fazladır. Bu sorunlara
çözüm bulmak zorundayız.
Bazı vakıf
üniversitelerimizde öğrenci kayıtları sırasında burslu veya ücretli öğrenci
bedelleriyle ilgili olarak ulusal basına da yansıyan mağduriyetler ne yazık ki
çözülememiştir, çözülememektedir. Bunda somut bir örneği sizlerle paylaşmak
istiyorum: ÖSYM’nin 12 Ağustos 2009 tarihinde öğrencimize verdiği sınav sonuç
belgesi buradadır. Öğrencimiz Maltepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesinin bir bölümünü burslu olarak kazanmıştır, çıktısı bu. Ancak kayıt
dönemi 31 Ağustos-7 Eylül döneminde, bunun gibi birçok öğrencimiz de
üniversiteye kayıt yaptırmak için gittiğinde bir şokla karşılaşmıştır.
Velilerimize denilmiştir ki: “Hayır, burslu değil, öğrenciniz normal
öğrencidir. Normal kayıt bedelini yatırmak zorundasınız.” Ve birçok veli,
öğrenci o günden bu yana bu mağduriyetini aşamamıştır. Öğrenci, öğrenci belgesi
almıştır, istemiştir ve normal kayıtlı öğrenci olarak öğrenci belgesi
verilmiştir. Bu nasıl bir devlet, nasıl bir anlayış? Bir tarafta devletin bu
işten sorumlu ÖSYM’si “Sen burslu öğrencisin.” diye kayıt veriyor, öbür
taraftan üniversiteye gidiliyor, deniliyor ki: “Hayır, burslu yanlış olmuş, sen
normal öğrencisin, şu kadar para yatıracaksın.” Ve 200’ü aşkın veli İstanbul
sokaklarında bu konuyu protesto ettiler. O günden bugüne öğrenci velisi ve
öğrenci birinci ay, ikinci ay, üçüncü ay, dördüncü ayda toplam yirmi iki adet
dilekçeyle başvurmuştur ama hiçbirisine devletin yetkili makamlarından ve sayın Bakanlıktan bir cevap alınamamıştır ve en son 3 Mart
tarihi itibarıyla denmiştir ki: “Dosyası kaldırıldı, işlemi bitti.” BİMER
tarafından bir cevap var İnternet aracılığıyla.
Efendim, burası, Türkiye
Cumhuriyeti devleti ve Millî Eğitim Bakanlığının sorumluluğunda bulunan bir
üniversitedir, vakıf üniversitesidir. Lütfen, bu konunun mutlaka düzeltilmesi
ve bundan sonra kurulacak vakıf üniversitelerinde hiç olmazsa buna benzer
sorunların yaşanmaması gerekir, bize yakışan da budur.
Sayın
Bakana bir soru sordum biraz önce: “Vakıf üniversitelerimizde yaşayan, eğitim
öğretimlerini devam ettiren öğrencilerimizin sorunlarıyla ilgili Bakanlığınız
bir güdümlü proje başlatmış mıdır veya bu konuda bir çalışma var mıdır?”
diyorum ve maalesef böyle bir çalışmanın olmadığını duymak isterdim veya
olduğunu en azından, yürütülmekte olduğunu Sayın Bakanımızın ağzından duymak
isterdim.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Işık.
ALİM IŞIK
(Devamla) – 4 Mart 2010 tarihli komisyon raporunda bazı konular aslında çok
özetle dile getirilmiş, vakıf üniversitelerimizin kuruluş gerekçeleriyle ilgili
olarak bir detaylı çalışmanın yapılması ve bu çalışmanın komisyon üyelerine
detaylı bir şekilde aktarılması gerektiği vurgulanmış. Ben de buna ek olarak,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyelerinin de bu kurulacak vakıf
üniversiteleriyle ilgili olarak, vakıfların özellikleriyle ilgili olarak çok
detaylı bir bilgiyle donatılıp kendi vicdanlarının rahat oy vermesinin önünün
açılması gerektiğini son cümle olarak söylüyor, tekrar hayırlı olsun
dileklerimle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Işık.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Malatya Milletvekili Sayın Ferit Mevlüt Aslanoğlu.
Buyurun efendim. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Üniversitelerin döner
sermayeleriyle ilgili birkaç kelime etmek istiyorum.
Değerli
arkadaşlar, döner sermaye üniversitenin özerkliğidir -hani üniversiteler özerk
diyoruz ya- ve döner sermayenin amacı üniversitelerin mali açıdan özerkliğidir
ama gelin görün ki uygulamada ne var: Üniversitelerin döner sermayeleri,
bilimsel her türlü araştırma, her türlü bilimsel çalışması için ayrılması
gereken fonlar, maalesef, maalesef, üniversitelerin özellikle dışarıdan satın
aldığı, ihale ettiği, hizmet bedeli olarak ihale ettiği işçilerin ücretini
vermekte ve diğer konularda kullanılıyor. Yani
döner sermaye hiçbir zaman bilimsel olarak kullandırılmıyor. Bir kere bu
hakikaten ne üniversiteler… Kesinlikle Türkiye’de üniversiteler mali açıdan
özerk değil arkadaşlar.
Değerli arkadaşlarım,
birazcık şu ihaleden, yani taşeron ve ihaleden bahsetmek istiyorum. Neyi satın
aldırıyorsunuz?
Değerli arkadaşlarım, belli
kadroları, günlük yaşamlarını döndürmeleri için, maalesef döner sermayeden kadro verilmediği
için, maalesef sağlık memuru -öncesine gidiyorum- ebe,
hemşire -özellikle tıp fakültelerine bunlar- verilmediği için üniversiteler bu
hizmetleri dışarıdan satın almak zorunda kaldılar, ihale açtılar, yani ihale
edildiler ve bunların parası da döner sermayeden ödendi. Bilimsel çalışmaya
üniversitelerin hiçbir fonu kalmadı.
Değerli arkadaşlarım, bazı
hizmetler var ki ihale edilemez. Şimdi soruyorum: Bir üniversite hastanesinde
bir eben var, devlet memuru ama döndünüz, ihaleyle ebe ve hemşire aldınız,
sağlık memuru aldınız ve asgari ücretin altında maaş verdiniz bu insanlara.
Böyle bir hizmette eşitlik ilkesi, böyle bir hizmette, yani aynı hizmeti veren
ebe, aynı hizmeti veren sağlık memuru, aynı hizmeti veren diğer hizmetliler…
Böyle bir üniversitede barış olur mu arkadaşlar?
Ve maalesef üniversitelerin
döner sermayeleri amacı dışında kullanılıyor. Ve özellikle sosyal devlet
dediğimiz devlette eğer bir hastanede bir şekilde hemşireni, sağlık memurunu
ihale ediyorsan ve tamamen temizlik şirketi üzerinden bunları çalıştırıyorsan
yazıktır bize!
Değerli arkadaşlarım, belli
üniversite hastanelerimizde on beş yıldır, on yedi yıldır temizlik şirketi ile
ihale edilen ebe, hemşire, sağlık memuru var arkadaşlar. Şimdi, devlet memuru
dediğimiz bir hemşiremiz belli bir ücret alırken, temizlik şirketi adı altında
aldığımız hemşire ve ebeye asgari ücretin altında ücret veriliyorsa hakikaten
yürek acısı bir durum var ortada, yani insanın yüreği parçalanıyor. Aynı
hizmeti veriyor, aynı nöbeti tutuyor, daha fazla nöbet tutuyor ama aldığı ücret
asgari ücretin altında.
Daha sonra bir 4/B
çıkardılar, üniversite hastanelerimizde özellikle. Özellikle sağlık
hizmetlerini veren ebe, hemşire, sağlık memurunu 4/B’ye
geçirdiler ama bu yara tamir edilmedi yine. Hâlâ daha üniversite
hastanelerimizde 4/B’li bir sürü insan var. Bunların
aldığı ücret ve bunların sosyal hakları, yine, diğer çalışanlarla eşit değil
arkadaşlar.
Bu açıdan, üniversitelerin
döner sermaye konusunda, üniversitelerin bilimsel özerkliği konusunda çok büyük
sorunlar var arkadaşlar. Yani biz, üniversitelerimizin mali özerkliğini temin
için “Döner sermaye kullan.” diyoruz ama döner sermayeyi bu tür yerlere
harcayan bir üniversite hangi bilimsel çalışmayı yapacaktır? Bu konuya
dikkatlerinizi çekmek istiyorum.
Yine, 4/B kadrosuyla
aldığınız, sağlık hizmeti veren sağlık sınıfı personeli var: Ebe, hemşire,
sağlık memuru. Bunlar, kadrolulardan çok farklı, çok daha düşük ücret alıyor,
çok daha fazla çalışıyorlar ama yine bu 4/B’li
personelin hakkı verilmiyor.
Değerli arkadaşlarım, aynı
hemşire, aynı nöbeti tutup aynı hastaya biri gece-gündüz, biri gündüz
bakıyorsa, daha fazla çalışıyorsa bunun hakkını yemek, hakikaten… Vicdan azabı
çekiyorum ben. Yıllardır hizmet etmişler, yıllardır hizmet vermişler, on altı
yıl, on yedi yıl. Artık bu insana giriş sınavı izni vermiyorsunuz, KPSS sınavı,
çünkü yaşı geçmiş. Ama bu insanı bir şekilde 4/B’ye
aldıysanız, artık bunların sorunlarının mutlak çözülmesi lazım. Ben, özellikle
üniversite hastanelerindeki bu sorunu, yani 4/B ve sabit çalışan sağlık
personelinin farklı statüde olmasını hakikaten hazmedemiyorum.
Değerli arkadaşlarım, tabii,
bir başka konu var. Biz, üniversite hastanelerimizde, yine, sağlık hizmeti
dışında, özellikle hasta bakıcı dediğimiz, yemek servisi yapan, diğer yan
hizmetlerde kullanılan insanları hâlâ daha temizlik şirketi adı altında ihale
ediyoruz. Adı temizlik şirketi, temizlik ihalesi. Hayır.
Bal gibi diğer hizmetlerde kullanmak üzere insan alıyorsunuz. Çaresiz üniversite hastaneleri. Bunların temizlik
şirketiyle, temizlikle ilgileri yok arkadaşlar, hastalara yemek servisi
yapıyorlar veya hastalara yardımcı oluyorlar, yardımcı hizmet veriyorlar.
Değerli arkadaşlarım, pedagojik eğitim almayan bu insanları hastanelerde bu tür
işlerde kullanmamız sorunlar doğuruyor. Hiçbir bilgisi, ilgisi olmayan, sadece
bir temizlik şirketi ihalesiyle yapılan bu işler, hakikaten sorun doğuruyor.
Yeterince hizmet edemiyor. Bu nedenle, özellikle sağlık hizmeti konusunda,
üniversite hastanelerinde, şirket ihalesiyle, yani temizlik şirketi ihalesiyle
verilen hizmeti yok etmemiz lazım arkadaşlar. Eğer biz sosyal devletsek
hastalarımıza en iyi şekilde bakmak zorundayız. İşi bilmeyen, işten anlamayan
kişiye temizlik şirketi adı altında eğer siz hastaya baktırıyorsanız,
hakikaten, bu ülkede sağlık konusunda büyük sorun var demektir.
Yine, değerli arkadaşlarım,
özellikle temizlik şirketine ihale edilenler arasında, birçok üniversite
hastanemizde on yedi yıldır, on sekiz yıldır aynı statüde -temizlik şirketi adı
altında ihale yapıp güya şirket alıyor- çalışan insanlarımız var. Yine bu
insanların on yedi yılına yazık. Bir şekilde bu insanlar… En azından,
üniversite hastanemizde kim çalışıyorsa belli bir süre çalışan insanları,
mutlaka, sağlık hizmeti verenler gibi 4/B kadrosuna almak zorundayız. Eğer biz
becerisiyle yaptığı işi hakikaten en iyi yapan insanı mağdur ediyorsak, yine
hepimize yakışmayan bir durumdur arkadaşlar.
Tabii, biz burada özellikle
döner sermayeleri farklı alanlarda kullanarak üniversitelerde önemli mali
sorunlar, önemli ödenekler, ödenek boşluğu yarattığımız için bu sefer
rektörlerimiz bir sürü iş yapmak zorunda kalıyor. Rektörlerimizi bilimsel
yanıyla değil, rektörlerimizi üniversitenin diğer her sorunuyla ilgilenen
-işçisiyle ilgilenen, ilacıyla ilgilenen ve bir sürü sorunuyla ilgilenen- bir
hâle getiriyoruz. Hâlbuki rektörlerimiz üniversitenin bilimsel olarak en iyi
çalışması için hizmet veren insanlardır.
Ayrıca, döner sermayenin
farklı alanlarda kullanılması yine bazı üniversitelerimizde özelikle ilaç ve
tıbbi alet ve teçhizat konusunda sorunlar doğurmaktadır. Zamanında hastaya
verilecek tıbbi alet veya tedavide kullanılan birtakım araçları hastanede
bulamıyoruz. Niye? Döner sermayeden süresinde ihale edilmediği için, döner
sermayede para olmadığı için.
Değerli arkadaşlarım,
hastalar hepimizin hastası, bu üniversiteler hepimizin ama biz burada bir şeyi
tartışıyoruz ama gereklerini yerine getirmiyoruz. Yine söylüyorum:
Üniversitelerin döner sermayesini biz, ilme… Üniversitelerin gelişmesi için
veya oradaki çocuklarımızın, öğretim görevlilerimizin gerekli her türlü
bilimsel çalışmayı yapması için ayırdığımız fonlar yok edilmektedir. Niye?
Çünkü devlet kadro vermiyor. Bugün hepimiz biliyoruz ki -bu gerçeği hepiniz
biliyorsunuz- özellikle devlet üniversitelerimizde, bir sürü üniversitemizde
kadro açığı olmasına rağmen, bir sürü üniversitemizde öğretim elemanı açığı
olmasına rağmen kadro verilmediği için hep bu sorunlar bir türlü giderilemiyor.
Bu açıdan, arkadaşlar, döner sermayenin kullanılmasında üniversiteleri özerk
bırakmak zorundayız, orada çalışan insanların hakkını vermek zorundayız ve
üniversite hastanelerimize bilimsel…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu, buyurun efendim.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Üniversite hastanelerimiz ileri tetkik ve tedavi
uygulayan ülkemizdeki en önemli hastaneler olmasına rağmen siz bu hastanelerle
-özellikle Sosyal Güvenlik Kurumu bu hastanelerle- yeni açılan küçük bir sağlık
merkezindeki ücreti aynı ücret olarak koyarsanız, üniversite hastanelerinin
ileri tetkik ve tedavisini dikkate almazsanız burada da bir haksızlık yapmış
oluyorsunuz. Bu açıdan üniversite hastanelerimizdeki
uygulanan ileri tetkik, tedavi yöntemine normal bir kasabadaki küçük bir özel
sağlık ocağıyla aynı ücreti vermek hakikaten olmaz arkadaşlar.
Üniversitelerimizin bu yönde döner sermaye gelirlerini artırmak zorundayız.
Ben hepinize saygılar
sunuyorum, teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Barış ve Demokrasi Partisi
Grubu adına Tunceli Milletvekili Sayın Şerafettin Halis.
Buyurun efendim. (BDP
sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA ŞERAFETTİN HALİS
(Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de Barış ve Demokrasi
Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Sizleri saygıyla selamlıyorum.
Tabii, iki gün önce Samsun’da
Kürtlerin gönlündeki genel başkan Sayın Ahmet Türk’e bir saldırı yapıldı. Bu
saldırı, deyim yerindeyse, alçaklığın dahi seviyesini yitirmiş olduğu bir
saldırıydı. Çünkü yetmiş yaşındaki bir siyasi öndere yumruk atmanın,
saldırmanın adlandırması ancak böyle olur diye düşünüyorum. Tabii bu atılan
yumruk, bu yapılan saldırı sadece Kürtlere ve Kürtlerin partisine yani bizlere
değil, aynı zamanda Türkiye demokrasisine yapılmış bir saldırı olarak kabul
görmek durumundadır.
Değerli milletvekilleri,
tabii bu saldırıya duyarlılık gösterildi. Biz duyarlılık gösterip ister
hastaneye gelip ziyaret eden, “Geçmiş olsun.” dileklerinde bulunanlara isterse
bulundukları yerlerde olayı kınayanlara teşekkür ediyoruz. Ancak, kınamanın ve
“Geçmiş olsun.” demenin bu tür saldırıları önlemede bir yeterlilik arz
etmediğini, bunu siyasetin ve yaşamımızın bir felsefesi hâline getirmemiz
gerektiğine inanıyorum.
Tabii, dün sizler burada
“Geçmiş olsun.” dileklerinde bulunurken, olayı kınarken yine Türkiye'nin
doğusunda, Hakkâri’de Kürt çocuklarının şahsında insanlık yerde sürükleniyordu.
Kürt çocuklarının şahsında insanlık ilk defa değil, yıllardır sürükleniyor.
İşte şu fotoğraflarda bugünkü manzara ve 2008 “Nevrozu”nda yaşanan bir manzara.
AKP’nin “Demokrasiyi arıyoruz, Türkiye’yi demokratize
ediyoruz.” sözlerinden ya da siyasetinden sonra pratiğine baktığımızda
karşımıza çıkan manzara bu, yani insanlığın hâlâ yerde sürükleniyor olduğu. Bu
görüntüler bugüne kadar alışık olduğumuz Filistin sokaklarında olsaydı belki
tepkimiz farklı olacaktı. Bu görüntüler Türkiye’nin bir ilinde. Oysaki
çocuklara duyarlılığını dönem dönem gösteren
milletvekillerimiz, bakanlarımız, başbakanımız oldu. Davos’ta
Filistinlilerin haklı davasının üzerinde siyaset yapan Sayın Başbakan, yine Davos’ta ve benzeri yerlerde Filistin’de taş atan çocuklar
üzerine siyaset yapmıştı. Ancak Türkiye’ye gelindiğinde dünyada çocuk bayramı
yapmakla tek ülke olarak övünen Türkiye’de bu manzaraların yaşanıyor olması çok
daha acıdır. Eğer gerçekten çocuklara yapılanlar vicdanları sızlatıyorsa ki,
insan yaşamı sadece vicdana ve merhamete havale edilebilecek kadar değersiz
değildir, ama yine de vicdanlarınıza sığınıyorum, vicdanlarınız bunu kabul
ediyorsa, devamından yana olun diyoruz sizlere, ama biz mutlaka çocukları seven
resimlerle dönem dönem kendimizi gösteriyoruz. Bu
ülkenin cumhurbaşkanından, başbakanından, milletvekillerine, bakanlarına herkes
çocukları okşayan, seven fotoğraflarla bir yerlerde kendisini teşhir etme
olanağı buluyor, ama sadece fotoğraflarla çocuk sevmenin, sadece 23 Nisanlarda
çocukları getirip göstermelik olarak makamlarda sembolik oturtmanın çocuk
sevgisini içinde barındırmadığını da bilmenizi istiyorum.
Değerli milletvekilleri,
bugün 14 Nisan, siyasi tarihimiz açısından önemli bir gün. Geçen yıl gece
yarısı baskınlarıyla usulsüz ve kanunsuz olarak yöneticilerimizin evlerine
operasyonlar yapılarak yöneticilerimiz evlerinden alındı. Tabii, bugün sayısı
1.483’ü geçmiş olan yöneticilerimiz, belediye başkanlarımız ve parti
üyelerimiz, aradan bir yıl geçmiş olmasına rağmen, hâlen neyle suçlandıklarını
bilmiyorlar.
Aradan bir yıl geçmiş
olmasına rağmen, demokrasinin olmazsa olmazı en kısa zamanda hazırlanması gereken
iddianameler hâlâ hazırlanmamış. Tabii, böyle olunca da ister istemez
demokrasiyi sorgulamak, demokrasiyi yargılamak, bir hakkı da kendimizde
görüyoruz.
Bir yıldır neyle suçlandığını
bilmeyen 1.500’e yakın insanın cezaevinde bulunuyor olmasını bir daha kınıyorum
ve buradan cezaevlerinde bulunan partidaşlarımı ve
yoldaşlarımı selamlıyorum.
Tabii, cezaevlerinin durumu
yalnızca bu değil. Geçen hafta da dikkatlerinize sunmuştum, cezaevlerinde İHD’nin saptadığı raporlara göre, 49 kişi cezaevinde
yaşamını sürdüremeyecek kadar ağır hasta. Geçen hafta bunu dikkatlerinize
sunmuştum, dikkatlerinize sunmaya da devam edeceğim. 49 hasta içinde yalnız
Taylan Çintay’ı burada anlatmıştım; ağır mesane
kanseri, üç ayda bir operasyon görmesi gerekiyor ama ne yazık ki bu hak
kendisine tanınmıyor.
Yine, 14 Nisandan bu yana
alınan belediye başkanlarımız arasında bulunan, daha önce de görevden alınmış
olan Diyarbakır Sur Belediye Başkanı Sayın Abdullah Demirbaş da yine içeride
tedavisinin mümkün olmayacağını bilmenizi istediğimiz bir hastalığa mustarip.
Değerli
milletvekilleri, bir başka konu, biz üniversiteleri tartışırken üniversitede
okuması gereken yaşta olan askerlerimizin, her ne hikmetse, bugüne kadar devam
eden kuşkulu ölümleri. İki yıl önce sunmuştuk, geçen
yıl sunmuştuk “Bu askerler nasıl ve neden ölüyor?” ama doyurucu bir cevap
alamamıştık. Bundan tam beş gün önce bir soru önergesi vermiştim. Soru
önergesinde son elli gün içinde 7 askerin kuşkulu bir şekilde öldüğünü
sormuştum. Aradan beş gün geçti, elli beş gün içinde sekizinci kuşkulu ölüm yaşandı
evvelsi gün. Şimdi soruyoruz: Verilen cevaplar muhtelif, verilen cevaplar
çelişkili; “İntihar etti.” denilen askerin sırtından vurulduğu raporu geliyor,
“zehirlendi” denilen askerin başından darp gördüğü saptanıyor ve çok daha
ilginci ailelerine askerlerin cesetleri dahi gösterilmiyor.
Şimdi çok daha ilginç bir
yönü var bu işin: Ölen askerlerin ya da kuşkulu ölen, öldürülen askerlerin
ortak bir yanı var. Hemen hemen hepsinin ya da
hepsine yakınının ortak bir yanı var: Bu askerler, Kürt, Alevi, ilerici ve
demokrat. Tabii böyle olunca…
VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş)
– Yapmayın ya, yapmayın ya!
ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) -
…bir tesadüfün, Kürtler, Aleviler, ilerici ve demokratlar üzerinde oluşması
mümkün mü?
VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş)
– Yapmayın ya, yapmayın ya! Böyle bir şey yok.
ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) –
Araştırma önergesi verelim, araştırın, kim oldukları çıkar meydana. Bu konuda
samimiyseniz lütfen bizim bu beyanımızı bir araştırma vesilesi olarak kabul
edin ve araştırın.
VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş)
– Kürt, Alevi, ilerici ve demokrat… Böyle bir şey olur mu?
ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) –
Ve araştırın…
VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş)
– Böyle bir şey olur mu ya?
ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) –
Böyle bir şey olur tabii, böyle bir şey olmuş ki söylüyoruz. Eğer gerçekten bu
konuda bir samimiyet varsa, vicdan zerresi kadar bir sorumluluk duyuyorsanız,
zerre kadar vicdani bir sorumluluk duyuyorsanız bu askerlerin nasıl
öldürüldüğünü, ölen askerlerin doğum yerlerinin neresi olduğunu bir öğrenin.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Gerçekten ayıp ediyorsunuz.
VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş)
– Böyle bir şey olur mu ya!
ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) –
En son…
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Bu iddiaları gündeme getirirken elinizde delillerin olması
gerekiyor.
ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) –
En son Tekirdağ Çerkezköy 3. Zırhlı Tugayı’nda Ağrı doğumlu Erdi Alkan…
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Olabilir…
ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) –
Olabilir… Ama cevaba bakın: “Ranzadan düştü.”
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Ayrımcılık yapmayın! Ayrımcılık yapıyorsunuz.
ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) –
Hayır, “zehirlendi.” Yetmedi, “bayıldı, dili boğazına kaçtı.”
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Siz yapıyorsunuz ayrımcılığı.
ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) –
Üç gün önce, Kars Çakmak Batıkışla’da Muş doğumlu
Murat Çelik, ölümü sır gibi saklanıyor. Bu bir iddia. Biz
yalan da söylemiş olabiliriz, biz iftira da yapmış olabiliriz ama bir iddia
sunuluyorsa siz iktidarda olanlar, siz Hükûmet olarak
bu ülkeyi yönetenler bu iddiayı ispatlamak zorundasınız; bu iddianın iftira
olduğunu, en azından yalan olduğunu ispatlamak durumundasınız. Bizim
söylediğimiz iddia eğer ispatlanmıyorsa…
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Kesin dille konuşmayacaksınız, “İddia ediliyor.” diyeceksiniz.
MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis)
– Ayşe Nur Hanım, örnekleri görmediniz mi? 4 tane askerin bombayla öldürülmesi
gizlenmedi mi, 7 tane askerin mayınla öldürülmesi gizlenmedi mi, “PKK’nin eylemi.” denilmedi mi?
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Ona itiraz etmiyoruz. Ona itiraz eden var mı? Ona itiraz eden yok.
BAŞKAN – Sayın Halis, devam
edelim.
Sayın Karabaş, lütfen… Sayın
milletvekilleri, karşılıklı konuşmayalım.
Sayın Halis, konuşmanızı
tamamlayınız, buyurun efendim.
ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) –
Biz bir iddiada bulunduk. Hadi diyelim ki yalan söylüyoruz, hadi diyelim ki
iftira ediyoruz, o zaman hodri meydan! Yarın araştırma önergesini vereceğim.
Eğer samimiyseniz araştırma önergesini şuraya getiririz, bu Mecliste
değerlendiririz. Ak ile kara çok iyi belli olur; kim ak, kim kara çok daha net
anlaşılır.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Halis.
Saygıdeğer arkadaşlarım,
tabii ki Meclisin denetim yolları bellidir. Denetimi yapmak Meclisin de
görevidir. Bunlar verilebilir ama kurumları veya kişileri böyle töhmet altında
bulunduracak bir kısım ifadelerden özenle kaçınmamız lazım ama araştırılsın,
ortaya çıksın ifadesini de sizlerle paylaşıyorum.
Manisa Milletvekilimiz Ahmet
Orhan Bey’in şahsı adına söz talebi var.
Sayın Orhan, buyurun efendim.
(MHP sıralarından alkışlar)
AHMET ORHAN (Manisa) –
Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; üniversitelerin kurulmasına dair kanun tasarısı üzerine şahsım
adına söz almış bulunmaktayım. Sözlerimin başında, bu yıl yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in insanlığa indirilişinin 1400’üncü yılına
tesadüf eden Kutlu Doğum Haftası’nın Türk milletinin birliğine, mutluluğuna ve
huzuruna vesile olmasını yüce Allah’tan niyaz ediyor, bu vesileyle sizleri ve
aziz Türk milletini saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye’de her türlü yaşamsal faaliyetimizden fedakârlık yapmak pahasına
evlatlarımızın eğitimi için gerekenleri yerine getirmekteyiz. Bu fedakârlıklar
neler uğruna yapılmaktadır? Bu fedakârlıkların sonunda ortaya çıkan bugünkü
tablo içinde beklentiler ile gerçekler birbiriyle acaba örtüşüyor mu? Maalesef
bu sorulara olumlu cevap vermek mümkün değildir. Gençlerimiz için hayat
mücadelesi bugünkü AKP İktidarı döneminde neredeyse okul öncesi çağında tüm
aileyle birlikte başlamaktadır. Bu süreçte aile bütçesi sistemin dayatmasıyla
eğitime endekslenmekte; birinci öncelik, hep dershane, özel öğretmen, yardımcı
ders kitaplarının olmaktadır. Bu uğurda yapılan fedakârlıkların boyutları o
kadar ileriye gitmiştir ki, ödenemeyecek senetler hapishaneye düşmek pahasına
imzalanmaktadır. Anacığının aldığı hapis cezasına üzülüp intihar eden
gençlerimizin varlığı su götürmez bir gerçektir. Soruyorum: Bu yaşantıyı Türk
milleti hak ediyor mu? Bu konuda söylenecek çok şey var ancak ben başka bir
konuya değinmek istiyorum müsaadelerinizle.
Bugünkü Türkiye’de iş bulma
ümidi olmayanlar hâlâ okuma hevesi varsa yüksek lisans ve doktora
denemeleriyle, neredeyse bir ömür olmasa da çeyrek ömürlük eğitim heba
edilmektedir. Bu kapsamda atamaları 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 50/d
maddesine göre yapılmış olan araştırma görevlisi kıymetli kardeşlerimizin
sorunları büyüktür. Başka bir ifadeyle, doktora eğitimlerinin bitiminde yedi
yıllık akademik hayatları sona ermiş olacak ve üniversiteyle ilişkileri
kesilecektir. Bu durumda doktora eğitimleri boyunca kazanılmış olan bilgi, birikim
ve tecrübeyi daha sonraki yıllarda ülkemizin ve üniversitelerimizin geleceği ve
menfaati açısından kullanmaları mümkün olmayacaktır. Bu durum tüm ülkede
yaklaşık 6 bin araştırma görevlisini ve ailelerini mağdur edecek ve çektikleri
sıkıntıların daha da büyümesine sebep olacaktır. Şu anda tabi oldukları 2547
sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 50/d maddesindeki kadrolarının 33/a kalıcı
kadrolarına -ki üniversitelerde bu kadrolar hususunda büyük bir yetersizlik
vardır- aktarılması için gerekenin ivedi yapılmasına ihtiyaç vardır. Bu aynı
zamanda üniversitelerimizin öğretim elemanı ihtiyacının karşılanmasında da
önemli bir çözüm yolu olacaktır.
Öğretim görevlisi, uzman,
okutman gibi kadrolardan farklı olarak araştırma görevlisi kadrolarına sadece
belirli bir başarı seviyesinin üzerindeki adaylardan alım yapılmaktadır.
Gelecekteki varlığımızı yetiştiren ve yetiştirecek olan kadroların bilgi,
birikim ve vizyonundaki güçlü insanlar olması
gerekmektedir. Bu statüdeki arkadaşlarımız hem yabancı dil olarak hem de akademik
çalışmalar açısından üzerlerine düşeni fazlasıyla yerine getirmektedir.
İstatistiksel olarak bakıldığında doktorasını bitirmek üzere olan pek çok
araştırma görevlisi yukarıda anılan kadrolara ilave olarak mevcut emsallerinden
daha fazla akademik yayına sahiptir. Türk milleti adına üretmek, verimli olmak
isteyen çalışkan insanların âdeta cezalandırılması söz konusudur. Bu vefakâr,
çalışkan kardeşlerimize sadece hak ettikleri değerin verilmesi üniversitelerin
gelecekte emin ellerde olabilmesinin teminatı olacaktır.
Değerli milletvekilleri,
huzurlarınızda başka bir hususa daha değinmek istiyorum. Türkiye’de bazı branşlar bir tarafa bırakılırsa en az iş bulma ümidi
olanların başında mühendisler gelmektedir. Mühendislik, bilim ve matematiksel
prensipleri tecrübe, karar ve ortak fikirleri kullanarak insanlığa faydalı yeni
ürünler ortaya koyma sanatıdır veya belirli bir ihtiyacı karşılamak için teknik
ürün ve sistemi üretme sürecidir, işin temeli üretmektir. Bugünlerde yurdumuzda
en az yaptığımız şey üretmek.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun efendim.
AHMET ORHAN (Devamla) –
Teşekkür ediyorum.
Tüm hayatı boyunca iş
bulamadığı için mesleğini yapamayan binlerce mühendis bulunmaktadır. Artık
Türkiye’de çalışan üniversite mezunları mı, yoksa işsiz mezunlar mı daha
fazladır? Bu sorunun cevabını vermek zor değildir. Büyük maddi ve manevi
fedakârlıklar yaparak yetiştirdiğimiz gençlerimizin istihdamına yönelik
çalışmaların yapılması acil hususlardandır. Her ile,
her semte üniversiteyi açmaktan ziyade mevcut üniversitelerimizin altyapı ve
akademik doygunluğuna yönelik çalışmaların yapılması daha uygun olacaktır.
Bu vesileyle yüce heyetinizi
tekrar saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Orhan,
teşekkür ediyorum.
Başka söz talebi yok.
Soru-cevap işlemi
gerçekleştireceğiz.
Sayın Tankut...
YILMAZ TANKUT (Adana) – Sayın
Başkan, teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan, Adana Ticaret
Odası vakıf üniversitesiyle ilgili son durum nedir?
En son, Adana AKP
milletvekilleri, bu konuyla ilgili pürüzlerin giderildiğini ve yer tahsisinin
yapıldığını basın aracılığıyla Adana kamuoyuyla paylaşmışlardır. Biz de
hatırlarsanız bu konuyla ilgili, hem Genel Kurulda şahsınıza hem de yazılı
önergeyle Bakanlığınıza sualler yöneltmiştik.
Şimdi sormak istiyorum: ATO
vakıf üniversitesiyle ilgili son durum nedir? Söz konusu üniversitenin
kurulmasıyla ilgili olarak kanun tasarısı ne zaman Meclise getirilecektir?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Tankut.
Sayın Nalcı...
KEMALETTİN NALCI (Tekirdağ) –
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım, Antalya ili Döşemealtı Yeniköy okulunda tadilat ve yeni yapımdan dolayı
giren müteahhit işi bırakıp bu okuldan tüm şeylerini çekmiştir. Şu anda orada
eğitim gören öğrenciler mağdur durumdadır. Bununla ilgili bir şey yapmak
istiyor musunuz? Bu, birinci sorum.
İkinci sorum: Demin Rıdvan
Bey de sormuştu size, 127 okulun acaba kaç tanesi TOKİ projeleri çerçevesinde
gerçekleştirilmiş, kaç tanesi de TOKİ aracılığıyla yapılmıştır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Yalçın…
RIDVAN YALÇIN (Ordu) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, biraz önce de
aynı suali yöneltmiştim, cevaplandırmadınız. Samimiyetle merak ediyorum.
Üniversite sınavı günü öğrenciler sınav stresi altındayken okul önlerinde
Adalet ve Kalkınma Partili teşkilatların kek ve açılım kitapçığı dağıtmasını
doğru buluyor musunuz? O görüntü beni gerçekten sarstı. Sizin kanaatinizi merak
ediyorum. Bundan nasıl bir pedagojik fayda umulmaktadır? Okul önlerinde sınava
günü böyle bir siyasi propagandanın yapılmasını siyasi etik bakımından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Yalçın.
Sayın Sakık…
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın
Başkanım, teşekkür ediyorum.
Ben de Sayın Bakanıma sormak
istiyorum. Kredi Yurtlar Kurumunun bu öğrencilere ödediği bursla ilgili ciddi sıkıntılar
yaşanıyor yani rakam çok düşük. Her gün bize, eminim ki bütün milletvekili
arkadaşlarımıza başvuruda bulunuyorlar. Bu özellikle yoksul ailelerle ilgili
illerde bir araştırma veyahut da ilçelerde bir araştırma yaparak bu limiti daha
yükseltme, daha da insani bir şekilde okuyabilme, yaşayabilme şansları
olabilir. Yani sosyal devletin görevi de budur. Bu konuda bir katkınız olursa
sevinirim.
İkincisi, Muş Kızılağaç
beldesiyle ilgili -yani ilköğretimle ilgili- verdiğiniz talimattan ve
duyarlılıktan dolayı da size teşekkür ediyorum, sağ olun.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Yıldız…
SACİD YILDIZ (İstanbul) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Geçtiğimiz günlerde İstanbul
Üniversitesi Rektörü Sayın Yunus Söylet “Üniversite hastanelerinin 1,2 milyar
lira piyasaya borcu olduğunu.” söyledi Samsun’daki bir konuşmasında. Bu durum,
tam gün yasasının yürürlüğe girmesiyle ve her gün yeniden çıkan sağlık uygulama
tebliğlerinin de çıkmasıyla üniversite hastanelerini çok zor durumda
bırakacaktır. Biraz evvelki konuşmasında Sayın Milletvekilimiz Mevlüt Aslanoğlu da konuya
değindi. Daha evvelki günlerde İstanbul Ticaret Odası Başkanı Murat Yalçıntaş da bu konuya değinmişti. Böyle giderse üniversite
hastaneleri eğitim araştırma hizmetlerini ve asli hizmetlerini veremeyeceklerdir.
Bu konuda bir tedbir almayı düşünüyor musunuz? Nasıl onları geliştireceksiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Yıldız.
Sayın Bulut...
AHMET DURAN BULUT (Balıkesir)
– Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Bakan, genel bütçeden
Millî Eğitim Bakanlığına ayrılan payı, girmek istediğiniz Avrupa Birliği ülkelerinde
genel bütçelerinden eğitime ayrılan pay oranları ile karşılaştırdınız mı?
Türkiye’de eğitim-öğretime
bütçeden ayrılan bu paydan, yatırım ve ücretlerin dışında,
aylıkların dışında, eğitim-öğretime ayrılan payı, bu genel bütçeden ayrılan
payın kaçta kaçıdır efendim?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum
Sayın Bulut.
Sayın Bakanım, buyurun
efendim.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Tankut’un
sorusuyla başlamak istiyorum, Adana ticaret üniversitesinin kuruluşuna dair.
Adana Ticaret Odasının girişimlerinden haberdarız. Fakat henüz Yükseköğretim
Kuruluna bu üniversitenin kuruluşuna ilişkin yasal bir başvuru yapılmamıştır.
Bu yönde bir yasal başvuru yapıldıktan sonra da YÖK’te gerekli değerlendirmeler
yapılabilir, ama şu anda Yükseköğretim Kuruluna müracaat edilmemiş.
Antalya Döşemealtı
okuluna ilişkin olarak sorulan soruyu cevaplandırıyorum. Yani bir şekilde
okullarımızın, ilköğretim okullarımızın, ortaöğretim kurumlarımızın yapılması
esnasında istisnai de olsa nadir de olsa maalesef ihaleye alan müteahhitlerin
işi tamamlamadan veya başka nedenlerle işi bıraktırılmaları nedeniyle yarım
bırakılabiliyor. Fakat hiçbir okulumuz...
KEMALETTİN NALCI (Tekirdağ) –
Sayın Bakan, bunu biliyoruz da önlem alınacak mı?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Ona geliyorum.
Hiçbir okulumuzun, müteahhit
terk etti diye, müteahhit işi bırakıp gitti diye yapımı yarım bırakılmaz. Millî
Eğitim Bakanlığı bu konuda gerekli ödenekleri göndermek suretiyle... Meselenin hukuki çözümünden sonra tabii ki. Bazı durumlarda
müteahhitle il özel idaresi, valilik veya Bakanlık olarak bizler, yargı
safhasına intikal etmiş bir hadise olabiliyor ve yargı neticesini almadan, bu
konuda verilmiş bir karar olmadan müdahale etmemiz mümkün olmuyor. Bu konuya
ilişkin olarak detay bilgiye sahip değilim, ama bizim genel tutumumuzdan
bahsetmek istedim. Dolayısıyla, bu konuya ilişkin yazılı cevap vereyim.
Yine, “Ankara’da açılan
okulların kaç tanesi TOKİ tarafından yapılmıştır?” dendi. Dediğim gibi, bu
konuya ilişkin en az 5 veya 6 tane milletvekilinden soru önergesi geldi,
bunları cevaplandırdım. Şu anda net olarak… Kaç tanesinin TOKİ tarafından
yapıldığını yazılı olarak cevaplandırayım.
Yine, Sayın Yalçın’ın
“Üniversite sınav günü -az önce sürem yeterli olmadığı için cevaplandıramadım-
yapılanlarla ilgili tasvip ediyor musunuz?” şeklinde bir sorusu vardı. Türkiye
genelinde AK PARTİ’nin genel olarak uyguladığı bir
şey değildi, Fatih Gençlik Kollarımızın bildiğim kadarıyla. Üniversitenin
yakınlarında bir yerde, öğrencilere destek olmak amacıyla Gençlik Kollarının
düzenlediği, sınavda gençlerimize yardımcı olabileceğini düşündükleri birtakım
paketler hazırlanmış, kalem vesairenin -içeriğini de
çok iyi bilmiyorum- sunumuyla ilgili. Dolayısıyla, orada bundan yararlanacak
olan öğrenciler veya yararlanmak isteyenlerin de yükseköğrenim görecek çağda
olduğu düşünülerek… Şu anda siyasi parti olarak AK PARTİ’nin
bu konuda ne tür bir araştırma yaptığından, ne tür bir çalışma yaptığından
doğrusu haberdar değilim, ama pedagojik açıdan demek için her şeyden önce
çocuklarla ilgili bir konu olması lazım. Büyük bir çoğunluğunun on sekiz yaş
üstü, üniversite sınavına giren gençler olduğu düşünülürse, gençler üzerinde
yapılan bir çalışma olarak algıladığımı ifade etmek istiyorum.
AHMET DURAN BULUT (Balıkesir)
– Sizin bilginiz dâhilinde mi Sayın Bakan?
OKTAY VURAL (İzmir) – Millî
Eğitim Bakanı olarak tasvip etmeniz üzüntü verici.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Sayın Sakık, Kredi ve Yurtlar
Kurumuna ilişkin burslar dönemimizde son derece yükseltildi bildiğiniz gibi,
ama Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğü… Burslar artık Devlet Bakanlığı
olarak Faruk Nafız Özak’a
bağlı.
ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) – Siyaseti okula soktunuz nihayet bu
şekilde!
OKTAY VURAL (İzmir) – Onu da
tasvip ediyorsunuz yani. Ne Millî Eğitim Bakanı ya!
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Dolayısıyla bu soru yazılı olarak kendisi tarafından
cevaplandırılabilir diye düşünüyorum.
Üniversitelerimizin özellikle
piyasaya olan borçlarına ilişkin bir değerlendirme yapıldı, İstanbul
Üniversitesi Rektörümüzün yapmış olduğu açıklamaya ilişkin olaraktı.
Bu borçlar, piyasaya üniversitelerin borçlarıyla ilgili bir konu. Dolayısıyla,
detayda yazılı olarak Yükseköğretim Kurulundan aldığım bilgiler neticesinde
sizlerle paylaşacağım ama döner sermayelerin üstünde harcama yapan
üniversiteler, böyle bir mali sıkıntı içerisine giriyorlar hâliyle.
Yine, “Genel bütçeden eğitime
ayrılan pay, yatırım ve ücretleri yeterli buluyor musunuz?” şeklinde bir soru
vardı. Hepinizin de bildiği gibi 2002 yılından bugüne kadar eğitime ayrılan ve
eğitime verilen önem Hükûmetimizin en önemli
öncelikleri arasında yer aldı ve eğitime verdiğimiz önem ve öncelikte de
cumhuriyet tarihinde ilk kez Millî Eğitim Bakanlığının bütçesi bütün
bakanlıkların bütçesinin üstünde gerçekleşti. Bu bütçe nedeniyledir ki, aynı
zamanda yürütülen kampanyalar ve hayırseverlerin de desteğiyle dönemimizde
142.600 derslik tamamlandı. Bu, tabii ki, tamamlanan derslikler cumhuriyet
tarihinde yapılan dersliklerin üçte 1’ine tekabül ediyor. Dolayısıyla, eğitime
verdiğimiz önem, eğitim için ayırdığımız bütçe neticesinde bugün Türkiye
genelinde derslik başına düşen öğrenci sayısı hedef ortalamasına çok yaklaşmış
bulunuyoruz. Bu konuda hedeflerimiz Avrupa Birliği hedefleridir ve eğitimde
gerçekleştirmeyi düşündüğümüz hedef ve kriterler de bu
doğrultudadır. Buna da son derece yaklaştığımızı bir kez daha vurgulamak isterim
ve eğitim, AK PARTİ’nin her zaman Hükûmet
olarak en öncelikli konularından birisi olmuştur. Ayrılan bütçe de bu
doğrultuda en yüksek bütçe ayrılan bakanlıktır.
Teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım.
III.- YOKLAMA
(CHP sıralarından bir grup
milletvekili ayağa kalktı)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Sayın Başkan, yoklama istiyoruz.
BAŞKAN - Tamam, Sayın Anadol.
Evet, sayın milletvekilleri,
maddenin oylanmasından önce bir yoklama talebi vardır.
Sayın Anadol?
Burada.
Sayın Aslanoğlu?
Burada.
Sayın Diren? Burada.
Sayın Erenkaya?
Burada.
Sayın Çöllü? Burada.
Sayın Güvel?
Burada.
Sayın Sönmez? Burada.
Sayın Yıldız? Burada.
Sayın Dibek? Burada.
Sayın Süner?
Burada.
Sayın Özdemir? Burada.
Sayın Güner?
Burada.
Sayın Emek? Burada.
Sayın Kaptan? Burada.
Sayın Aydoğan?
Burada.
Sayın Hacaloğlu?
Burada.
Sayın Arifağaoğlu?
Burada.
Sayın Erten? Burada.
Sayın Ekici? Burada.
20 arkadaşımızın bu yoklama
talebini yerine getireceğim.
Yoklama için üç dakika süre
veriyorum ve yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama
yapıldı)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ (Devam)
4.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ve Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu
(1/808) (S. Sayısı: 487) (Devam)
BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul…
OKTAY VURAL (İzmir) – Divan eksik!
BAŞKAN – Evet, Divanımız
teşekkül etti tekrar.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Birleşime on beş dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati: 17.02
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 17.30
BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu),Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 86’ncı Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum.
487 sıra sayılı Kanun
Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Saygıdeğer milletvekilleri,
yeni ek madde 123 ihdasına dair bir önerge vardır. Malumlarınız olduğu üzere,
görüşülmekte olan tasarı veya teklife konu kanunun komisyon metninde bulunmayan
ancak tasarı veya teklif ile çok yakın ilgisi bulunan bir maddesinin değiştirilmesini
isteyen ve komisyonun salt çoğunlukla katıldığı önergeler üzerinde yeni bir
madde olarak görüşme açılacağı, İç Tüzük'ün 87'nci maddesinin dördüncü fıkrası
hükmüdür. Bu nedenle, önergeyi okutup Komisyona soracağım. Komisyon önergeye
salt çoğunlukla, 13 üyesi ile katılırsa önergeyi işleme alacağım, Komisyonun
salt çoğunlukla katılmaması hâlinde ise önergeyi işlemden kaldıracağım.
Şimdi önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
487 Sıra Sayılı Kanun
Tasarısının 1 inci maddesine aşağıdaki ek maddenin eklenmesini arz ve teklif
ederiz.
Suat Kılıç |
Kürşad Tüzmen |
Selami Uzun |
|
|
Samsun |
Mersin |
Sivas |
|
Ahmet Yeni |
|
Öznur Çalık |
|
Samsun |
|
Malatya |
"İstanbul Sabahattin
Zaim Üniversitesi
Ek Madde 123 - İstanbul’da
İlim Yayma Vakfı tarafından 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun vakıf
yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine tabi olmak üzere, kamu tüzel
kişiliğine sahip İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi adıyla bir vakıf
üniversitesi kurulmuştur.
Bu Üniversite, Rektörlüğe
bağlı olarak;
a) İnsan ve Toplum Bilimleri
Fakültesinden,
b) Eğitim Fakültesinden,
c) İşletme ve Yönetim
Bilimleri Fakültesinden
ç) Mühendislik ve Doğa
Bilimleri Fakültesinden,
d) Yabancı Diller
Yüksekokulundan,
e) Sosyal Bilimler
Enstitüsünden,
f) Fen Bilimleri
Enstitüsünden,
oluşur.”
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, sağlıklı bir sayım yapma açısından -bir yanlışlık olmasın- kamu görevlisi olan
arkadaşlarımız arka sıralara geçerlerse, milletvekillerimiz de ön taraflara
gelirlerse, daha rahat sayma imkânımız olur. Onu istirham edeyim.
Sayın Komisyon, Sayın Başkan,
önergeye salt çoğunlukla katılıyor musunuz? Çoğunluğunuz var mı?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK
VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Efendim, çoğunluğumuz
var ve katıldığımızı zannediyorum, arkadaşlarımızdan oylama da isteyebiliriz.
BAŞKAN – Sayın Komisyon,
çoğunlukla katılıyor musunuz?
Bir de sayalım arkadaşları.
Sayın milletvekilleri,
sizlerin de müşahede ettiği üzere, Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılmış
olduğundan önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşmeyi açıyorum.
Yeni ek madde üzerindeki ilk
konuşmacı, AK PARTİ Grubu adına Sami Güçlü, Konya Milletvekili.
Sayın Güçlü, buyurun efendim.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA SAMİ
GÜÇLÜ (Konya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Saygıdeğer milletvekilleri,
görüşülmekte olan yeni üniversitelerle ilgili kanun tasarısı üzerinde ek olarak
getirilen, İlim Yayma Vakfı tarafından kurulan Sabahattin Zaim Üniversitesinin
kuruluşuyla ilgili madde görüşülürken söz aldım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Evvela, Profesör Sabahattin
Zaim’le ilgili birkaç cümle söylemek istiyorum. Türk
yükseköğretimi içerisinde en çok öğrenci yetiştiren, akademik faaliyetlerde
Türkiye'nin çok değişik üniversitelerinde hizmet eden, Anadolu’da
üniversitelerin kurulmasına öncülük eden ve buralarda akademik hayatın
başlangıcında rol alıp, asistan, araştırma görevlisi olarak rol alan
arkadaşların İstanbul Üniversitesinde akademik çalışmalarını tamamlaması
konusunda yardımcı olan, insan vasfı çok önde, akademik niteliği fevkalade
üstün ve geçen zaman içerisinde vefat eden bu değerli bilim adamı adına,
Türkiye'nin en önemli vakıflarından, 1951 yılında kurulan İlim Yayma
Cemiyetinin daha sonra oluşturduğu -1974 yılında oluşturduğu- vakfın üniversite
kurma konusundaki faaliyetlerinde Sabahattin Zaim ismini üniversitesine ad
olarak seçmesi dolayısıyla birlikte anılmaktadır. Zaten Sabahattin Zaim
Hoca’mız da İlim Yayma Vakfının kurucularındandır ve onun mütevelli heyetinde
de uzun süre hizmet etmiş bir şahıstır.
İlim Yayma Cemiyeti ve Vakfı
hakkında da birkaç cümle söylemek istiyorum. 1951 yılında
kurulan, kısa süre içerisinde Bakanlar Kurulundan gerekli izni alarak kamu
yararına çalışır bir cemiyet hâline gelen, eğitim-öğretim konusunda çok büyük
hizmetler eden, burslar, öğrenci yurtları, okullar açan ve bu konuda özellikle
Anadolu’dan gelen, kırsal kesimden gelen insanların barınma ve iaşe konularında
yardımcı olan, bu konuda da çok hizmet eden bir vakıftır.
Vakit açısından belli bir
sınırımız olması dolayısıyla İlim Yayma Vakfı ve Sabahattin Zaim ile ilgili
ilave söylenecek hususları burada kesmek durumundayım. Hocamızı rahmetle
anarken, onun ismini üniversitelerine alan İlim Yayma Vakfı yöneticilerine de
teşekkürlerimi ifade ediyorum.
Efendim, bugün
yükseköğretimle ilgili konular Meclisimizin Genel Kurulunda gündeme geldi ve
gündeme gelirken birçok eleştirilerle birlikte geldi. Özellikle muhalefet
partilerimize mensup sözcü arkadaşlarımız işsizlikle üniversiteler arasındaki
ilgiyi hep dile getirdiler ve yeni üniversitelerin hazırlıksız kurulduğundan
bahsettiler. Devlet üniversitelerinin içinin boşaltıldığını,
üniversitelerin âdeta liseler, meslek liseleri hâline geldiğini, bilim
üretmeyen kurumlara dönüştüğünü ve aynı zamanda bir kısım vakıfların, özellikle
Diyanet Vakfının hangi amaçla üniversite kurduğu sorusunu sorarken ve gerçekten
de büyük bir içtenlikle, yani sebebini merak edecek bir hâlde “Bir ihtiyaç mı
vardı?” derken de devamında “AK PARTİ zihniyetine yakın vakıflar kendi
tabanlarını oluşturuyor.” gibi ifadeler kullandılar.
Değerli arkadaşlarım, evvela,
kurduğumuz, üniversite. Kurduğumuz, Anayasa’ya, Yükseköğretim Kanunu’na ve
Yükseköğretim Kurumunun çıkardığı idari mevzuata göre oluşturulan kuruluşlar.
Dolayısıyla, çok büyük bir tedirginlik duymamız, bununla ilgili
rahatsızlıklarımızı dile getirmemiz yerine hadiseye biraz olumlu bakmalıyız.
Ben bundan önceki konuşmamda
dile getirmiştim. Şimdi, değerli arkadaşlarım, 2002’ye kadar Türkiye’de kurulu
vakıf ve devlet üniversitelerinin sayısı 76. Şimdi, bu 76 üniversitenin varlığı
sırasında Türkiye’de brüt okullaşma oranı yüzde 37, öğrenci başına düşen
öğretim elemanı 26. Eğer öğretim üyesi başına diye düşünecek olursak rakamın
çok daha büyüdüğünü görüyoruz. Hâlbuki dünyada dünya ortalaması, brüt okullaşma
oranı yüzde 24 yani dünyanın gelişmekte olan, az gelişmiş ülkeleri dâhil olmak
üzere yüzde 24 ama Türkiye yüzde 37.
İkincisi, öğretim elemanı
başına düşen öğrenci sayısı dünyada yüzde 16, bizde yüzde 26. Dolayısıyla bu
oranlar Türkiye’de yükseköğretimle ilgili bir eksikliği ortaya koyuyor.
Gelişmiş ülkelerde okullaşma oranı yüzde 50’nin üzerinde, yüzde 90 olan var, yüzde
80 olan var. 1950’lerde birçok konuda beraber yola çıktığımız Güney Kore’de
bugün yüzde 90’nın üzerinde bir okullaşma oranı var ve Amerika Birleşik
Devletleri Başkanı diyor ki: “2020 yılında dünyada yükseköğretim oranı en
yüksek ülke olarak Amerika’yı gerçekleştireceğiz.” Bu hedefe ulaştıracağını
söylüyor. Hindistan, üniversite sayısını 1.500’e çıkarma konusunda bir büyük
hedefi kendisine ölçü olarak alıyor. Dolayısıyla Türkiye bu dönemde gerçekten
bir hamle yapıyor ama bu hamlenin elbette eleştirilmesi, eksik olan
kısımlarının söylenmesi lazım ama olayın büyüklüğü de gözden kaçmamalı.
Değerli arkadaşlarım,
dünyanın gelişmiş ülkelerinde 500 bin nüfusa bir üniversite düşüyor. Türkiye bu
oranı, bugün kurulacak vakıf üniversiteleriyle birlikte ancak yakalıyor.
2008-2009 öğretim yılında, en son bilgilere göre, Türkiye’de brüt okullaşma
oranı yüzde 44,2. Bu, 2013 için yüzde 48 hedef olarak alınmıştır.
Şimdi “üniversite bir ülkede
nedir?” dediğimizde, ben -çok doğru bulduğum- UNESCO’nun şu tarifini bir daha
okumak istiyorum: “Sosyal gelişmede, ekonomik büyümede rekabet edilebilir mal
ve hizmetlerin üretiminin desteklenmesinde, kültürel kimliğin şekillenmesi ve
korunmasında, sosyal bağın sürdürülmesinde ve barış kültürünün desteklenmesinde
yükseköğretimin yeri doldurulamaz.”
Değerli arkadaşlarım,
yükseköğretimle ilgili konuya ruhuyla, esasıyla, bütün kurallarıyla
baktığımızda, hem sosyal hem ekonomik hem kültürel gelişme hem barışla ilgili
bütün unsurları bünyesinde barındıran bir kurum oluşturuyoruz biz. Dolayısıyla
bununla ilgili konuları ifade ederken, eleştirileri getirirken “Türkiye’de
bilim öldü, bir kısım vakıflarımız niçin üniversite kuruyor?” diye
sorgulamalarımızı ve bu hususta bir kaygı taşımamızı çok doğru bulmuyorum.
Birbirimize güvenmeliyiz. Bunlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin üniversiteleri.
Bunlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin kanunlarına göre kuruluyor ve geldiğimiz nokta
nedir, ona baktığımızda, bu hususta hepimizi de sevindirecek gelişmeler var.
Ben, Türkiye’de yeni üniversitelerin hazırlıksız kurulduğu konusunda dile
getirilen bir hususa cevap vererek devam etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, hepiniz
hatırlıyorsunuzdur -özellikle eğitim camiasından gelenler, yükseköğretimde
görev alanlar- 1955-1958’de Karadeniz Teknik Üniversitesi, Atatürk Üniversitesi
ve Anadolu Üniversitesi kuruldu. Düşünebiliyor musunuz, bu tarihlerde İstanbul,
İzmir ve Ankara’nın dışında üniversite yoktu. Anadolu çocukları bir
üniversitenin gelişini beklerken “Buralarda üniversite kurulmaz.” diyenler
oldu. “Buralarda üniversite kurulmasın, olmaz, üniversite buralarda gelişemez.”
diyenler oldu ama şimdi Türkiye'nin en gelişmiş üniversiteleri hâline geldiler.
1975-1978’de Selçuk, Erciyes kuruldu. Selçuk Üniversitesi,
bugün Türkiye'nin en çok öğrencisi olan üniversite. Erciyes
Üniversitesi, öğretim üyesi sayısı bakımından çok nitelikli hâle geldi. 1982’de
Yüzüncü Yıl, Dokuz Eylül, Akdeniz kuruldu. Diğerlerini saymıyorum. Bugün bu
üniversitelerimiz Türkiye'nin yüz akı ve en son 92’de çok büyük bir hamle oldu,
Celal Bayar, Dumlupınar, Sakarya, Adnan Menderes, Abant…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Güçlü,
konuşmanızı tamamlayınız lütfen.
Buyurun.
SAMİ
GÜÇLÜ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bu üniversitelerimizde bugün -ortalama
olarak bu beş üniversiteyi kastederek söylüyorum- öğrenci sayısı ortalama 30
bin, öğretim üyesi sayısı 500, öğretim elemanı sayısı bin civarındadır ve bu
üniversitelerimizde şu anda meydana gelen gelişme, o bölgelerde hem ekonomik
sorunların hem sosyal sorunların hem sanat ve kültür faaliyetlerinin hem
düşünce faaliyetlerinin merkezi olmuştur ve o bölgelerin kalkınmasına çok
önemli hizmetler etmişlerdir.
Değerli arkadaşlarım, üniversiteler
başlangıçta bir hazırlık yapmadan kurulur -1955’te kurulduğu gibi, 92’de, 82’de
kurulanlar gibi- bir tüzel kişilik kazanır, devlet üniversitesiyse bütçeden bir
pay ayrılır ve bir rektör tayin edilir. Üniversitenin binası, öğretim üyesinin
hazırlığı bu saatten sonradır. Üniversitenin kurulması doğumdur. Siz
“Üniversite kurulurken hiçbir hazırlık yapmadı.” diyorsunuz. O hazırlık
zihinsel hazırlıktır ve olan budur.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) –
Olur mu öyle şey be! O, devlet olanaklarıyla olan üniversitede olur, özelde
olur mu öyle şey? Arsa yok, teknik altyapı yok, sosyal altyapı yok, üniversite
kuruyorsunuz…
BAŞKAN – Sayın Güçlü… Sayın
Güçlü, konuşmanızı tamamlayınız lütfen.
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Gelip
burada da parmak kaldırıyorsunuz.
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) – Sayın Anadol, sözlerimin doğruluğuna sizi şahit gösteriyorum.
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) –
Gelip burada da parmak kaldırıyorsunuz.
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) -
Arkadaşlarınızı da uyarmanızı istirham ediyorum. Ben düşüncelerimi söylüyorum.
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Kimi
uyaracak? Ne demek?
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) –
Konuşman aydınlatıcı mı yani? Doğruları söylemiyorsun ki.
BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen…
Sayın Güçlü, cevap vermeyin,
konuşmanızı tamamlayın.
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) –
Hayır, olur mu, durup dururken bir şey çıkartıyorsunuz. Bu kadar basit mi?
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) – Hayır
efendim, hiçbir şey söylemedim.
BAŞKAN – Efendim, şimdi biraz
sonra, bakınız, Sayın Oyan konuşacak, grup adına cevap verebilir.
Buyurun.
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) –
Değerli arkadaşlarım, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) –
İyi, arsası olmasın, kaynağı olmasın, kâğıt üzerinde kurun…
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – İki
tane üniversiteye ihtiyacınız mı var? On beş dakika ara, bir saat içerisinde
adam toplayıp öyle kuruyorsunuz. Hiç yakışacak bir şey mi? Bu mu çoğunluk
anlayışınız?
BAŞKAN – Arkadaşlar… Sayın
milletvekilleri…
Sayın Güçlü, tamamladınız mı
efendim konuşmanızı?
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) – Tamam efendim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) –
Teşekkür ettim efendim.
BAŞKAN – Arkadaşlar, konuşan
arkadaşlarımız üniversitede akademisyen olan, profesörlük yapmış, bölüm
başkanlığı vesaire diğer görevlerde bulunmuş olan arkadaşlar. Şimdi diğer
arkadaşlarımız onlara cevap vereceklerdir. Biz onları bir dinleyelim bakalım.
Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına Balıkesir Milletvekili Sayın Ahmet Duran Bulut.
Sayın Bulut, buyurun efendim.
(MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA AHMET DURAN BULUT
(Balıkesir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Başkanım, değerli
milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
“Vakıf üniversiteleri” adı
altında kurulan yeni üniversitelerin ülkemize hayırlı olmasını diliyorum.
Tabii, üniversitelerin
ihtiyaçlar göz önünde bulundurularak, ülkenin gelişmişliği, bölgesel sorunları,
bunlar göz önüne alınarak ihtiyaca göre planlanması gerekirken, çoğu yerde,
çoğu zaman siyasi amaçla da bu yönlendirmeler yapılıyor.
Tabii, bir üniversite ve
üniversitenin kalitesi, o ülkenin gelişmişliğinin bir göstergesidir. Bundan
önceki konuşmalarımda da ifade ettiğim gibi, Türkiye’de bununla herhâlde
146’ncı üniversitemiz oluyor. Dünyada ilk 500’ün içerisinde 1 tane
üniversitemizin olmayışı üzücüdür tabii ki.
Yine, demin Sayın Bakana
sordum, Türkiye Avrupa Birliğine girmek adına olağanüstü… Bilhassa AKP Grubu
heveskâr, kendi işlerine gelen birçok konuda gösterge olarak Avrupa Birliği
normlarını gösterirlerken, Avrupa ülkelerinin eğitime ayırdıkları genel
bütçedeki pay ile Türkiye’dekini kıyaslar isek Türkiye’dekinin ne kadar düşük
olduğunu görürüz.
Sayın Bakan -Millî Eğitim
Bakanlığının başında kim olursa olsun- kaynakları dar olduğu için, az olduğu
için, hâliyle, Bakanlığın işlerini, ticari bir mantıkla bakarak, ucuza öğretmen
temin etmek, ucuza bina temin etmek bakışı ile götürmeye çalışacaktır.
Aslolan şudur
ki, bir ülkede eğitimin yüksekliği, eğitime yapılan yatırım, en önemli, gelecek
adına en ciddi, en faydalı yatırımlardan birisidir. Öğretmenlere gösterilen
ilgi, onların toplum içerisindeki saygınlıkları, ekonomik sıkıntılardan
kurtuluşları, kendilerini yenileme, geliştirme, ihtiyaçlarını
karşılayabilmeleri, bunlar, Millî Eğitim Bakanlığının buna yeterli bir bütçeye
sahip olmasıyla mümkün olacak olan konular.
Tabii, Bakanlığın ihtiyaçları
konusunda -dün de konuşuldu- birçok talepler dile getirildi. Öğ-retmen ihtiyacı konusunda
işte, yanlış yapılanma ve planlamadan kaynaklanan, bugün 300 binin üzerindeki
öğretmen fazlalığımıza bir türlü çözüm bulamıyoruz. Sayın Bakan, geçici
öğretmenleri, sözleşmeli öğretmenleri kadrolu yapacağını söylemesine rağmen, Hükûmet kendilerine bu kaynağı sunamadığı için verdiği sözü
de tutamadı. Hâliyle, almış oldukları mevcut öğretmenlerin ihtiyacı
karşılayamadığı hepimizin malumu.
Önümüzdeki dönem içerisinde
Türkiye ve Hükûmet şunu bilmelidir ki, yetişmiş,
üniversiteyi bitirmiş bu insan gücünü sokaklara salmaktan kurtarmak, mutlaka
bunun istihdamına dönük planlar, projeler geliştirmek zorundayız. Bugün
sizsiniz, yarın biziz ama bunu mutlaka yapmak zorundayız. Bu insanlar
teşkilatlanmışlar, örgütlenmişler, kendi adlarına İnternet siteleri kurmuşlar, hep “öğretmen
olacağız” diye kendilerini
hazırlamışlar, okullarını bitirmişler; aile onu bekliyor, nişanlanmış
evlenecek, kız bunu bekliyor ama bu insanlar bir türlü kendi ekmeklerini elde
edecek böyle bir imkâna sahip değiller.
Bu
bakımdan, öğretmen atamaları konusunda mutlaka bu sorunun çözülmesi gerektiği
gibi, öğretmenin verimliliğinin artırılması konusunda da Türkiye’de
dersliklerdeki öğrenci sayılarının normal seviyeye düşürülmesi, Türkiye’de
öğretmenlerin periyodik eğitimlere tabi tutulması, Türkiye’de öğretmenlerin
kendilerine yakışır “hak” gibi bir kutsal kavramı karşı tarafa anlatabilmesi
için kendisinin haksızlığa uğramamış olması gerekmektedir ama bir türlü şu
Öğretmen Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği, öğretmenin moralini yükseltecek,
hak ve hukuka riayet edebilecek, terfi, yükselme, atama konularındaki -bir
sürü- bugüne kadar çıkmış olan yönetmelikler geri dönmüş vaziyette. Bu da
teşkilatta büyük sıkıntı vermektedir. Türkiye’de değil belki dünyada
çalışanlarıyla en yüksek seviyede mahkemelik olmuş, davalık olmuş bir bakanlık
Millî Eğitim Bakanlığı. Bu, bugünün sorunu değil, hep böyle olmuş, ama AKP bu
sekiz yıla varan iktidarı döneminde, geçmiş yılları aratmayacak derecede çok
ciddi bir şekilde partizanca kadrolaşma yapmıştır. Bunda hak hukuk
tanımamıştır. Bir öğretmeni almış daire başkanı yapmıştır. Bir öğretmeni almış
millî eğitim müdürü yapmıştır. Kanuna, mevzuata uymuyorsa vekâleten vermiştir.
Ankara Balâ’ya uymuyorsa bir başka ilçeye vermiştir, geçici görevle oraya
görevlendirilmiştir.
Böylesine usulsüzlüğün,
karmaşanın hâkim olduğu bir bakanlığın, Türk çocuklarına, önündeki insanlara
bilimi, adaleti, hoşgörüyü, sevgiyi, ülkeyi anlatması nasıl mümkündür değerli
milletvekilleri? Eğer bugün insanlarımız birbirini sevmiyorsa, ülkenin birlik
ve beraberliği tartışılır noktaya geliyorsa, eğer ülkemizin kaynaklarını
tanımıyor, göz göre göre heba olmasına sebep
oluyorsak, her şeye politik gözlükle bakıyorsak, bu, yanlış ve eksik yetişmeden
kaynaklanmaktadır.
Bakın, bir olayı anlatacağım
sizlere değerli milletvekilleri. Üç tarafı denizlerle çevrili olan bir ülkede
yaşıyoruz.
Bakın, balıkçılık konusunda
15 Nisanda balık tutma yasağı başlar. Üniversitelerden, çeşitli kuruluşlardan
insanlar toplanır bir kurul oluşturulur; balık havyar dökmeye başladığında,
yani yavrulama döneminde balık tutulmaz. Neden? Çünkü bir balığın canlı
tutulmasıyla milyonlarca yeni yavru ürer.
Dün akşam Balıkesir’in Erdek
ilçesinin Çakıl köyünden Halil isimli, Selahattin isimli balıkçı beni arıyor,
diyor ki: “Sayın Vekilim, bugün 5 bin kasa balık tuttuk, 100 ton. Seneye bu
balığı tutamayacağız biz. Her açtığımız balığın içinde bir avuç havyar var.”
Torik, tombik, küçük çapta balıklar da içerisine dâhil olmak üzere balıkların
şu an yumurtlama zamanı. Geçen sene 1 Mayısa uzattılar bu yasak süresini, on
beş gün, en havyarlı döneminde taradılar.
Değerli milletvekilleri, bu
sene üzerine düştüğüm hâlde, takip ettiğim hâlde… Yüzlerce balıkçı beni arıyor
“Ekmek teknemiz bu bizim. Bu balık, denizler kurutulursa seneye biz ne
yiyeceğiz? Karadeniz bitti, Marmara bitti, bir Ege kaldı.” diyor.
Egeli ve Marmaralı balıkçılar
bu konuda yasağın bu dönemde başlamasını istedikleri hâlde, Karadenizli
balıkçılar sizin Hükûmetinize, Hükûmetinizdeki
Karadenizli bakanlar ilgili Tarım Bakanlığının Müsteşarına baskı yaparak ne
yaptılar biliyor musunuz? 15 Nisan ile 15 Hazirana kadar, balığın içinin
havyar dolu olduğu dönemde
gırgır teknelerini serbest bıraktılar, 15 Temmuz ile 15 Eylül döneminde
trol teknelerini serbest bıraktılar. Bu ne olacak biliyor musunuz? Dün
akşam 100 ton balık yakalayan Erdek-Çakıl köyündeki balıkçı seneye 5 ton balık
yakalayacak demektir. Giderek denizlerimiz öldürülüyor, giderek bu
zenginliklerimiz yok ediliyor. Bu kaynakların yok edilmemesi için işte eğitime
dikkat etmemiz gerekiyor. Eğitime düzgün insanlar yetiştireceğiz ki, iyi
kaynaklar ayıracağız ki, insanlar bu tehlikeleri görsünler, sırf çıkarları için
denizleri katletmesinler, sırf siyasi menfaatleri için, üç tane balıkçı
babasının talebini yerine getirmek için binlerce balıkçının seneye aç kalmasına
göz yummasınlar. İyi eğitilsin ki, siyaset de adam gibi yapılsın, balıkçılık da
ticaret de. Ama bütün bunların hepsinin temeli eğitimdir, düzgün öğretmen
yetiştirmek, o öğretmenlere toplumda saygın bir yer vermektir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Bulut,
konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
AHMET DURAN BULUT (Devamla) –
Öğretmenleri mahvetti bu Hükûmet değerli
milletvekilleri, öğretmenler odasını birbirine soktu; öğretmen, kadrolu
öğretmen, vekil öğretmen, sözleşmeli öğretmen; gururlarıyla oynuyor bunların.
Aldıkları paralar ayrı, ders saatleri farklı, özlük hakları değişik,
atamalarındaki usuller farklı. Bunu düzeltmesi lazım. Sayın
Bakan, olmuyor bu. Buna mutlaka el koyun. Bu işin partiyle pırtıyla alakası
yok, eğitimle oynamayın. Tüccar zihniyetiyle eğitim yönetilmez.
Bu bakımdan, olaya bilimsel
bakılmasını, ülkenin gerçekleri doğrultusunda değerlendirilmesini ve bize
Allah’ın bir emaneti olarak teslim edilen çocuklarımızın ülke sevgisiyle,
millet sevgisiyle donatılarak, ülkemiz üzerinde oynanan oyunları, döndürülen
dümenleri anlayacak o perspektifin kazandırılması için uyanık öğretmenlere
ihtiyaç var diyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum
Sayın Bulut.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına İzmir Milletvekili Sayın Oğuz Oyan. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA OĞUZ OYAN
(İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; efendim şimdi, bir kere,
yöntem olarak alışılmışın dışında bir uygulamayla karşı karşıyayız. Dört vakıf
üniversitesi kurulması üzerine önümüze bir tasarı geldi, şimdi beşinciyi
yavruladı, birazdan yeni bir önergeyle herhâlde altıncıyı yavrulayacak. Böyle
bir usul olabilir mi? Yani bir meclis, önüne gelen dört tane üniversite
kurulmasıyla meşgul iken, kendi gündeminde olmayan yeni iki üniversite
kurulmasıyla, Genel Kurul, acaba bu kadar kısa zamanda, beşer onar dakikalık
konuşmalarla nasıl bilgilenecek, nasıl doğru karar verecek? Bir kere, bunu
kınıyorum, grubum adına kınıyorum.
İkinci söyleyeceğim şey şu:
Vakıf üniversitesi olayını bu kadar amacından saptıran bir düzenleme olamaz.
Osmanlıda vakıflar iki türlüydü: 1) Hayri vakıflar, 2)
Evlatlık vakıflar. Hayrî vakıflar ki, mazbut vakıflar
olarak bugün Fatih Üniversitesinin burada kurulmasıyla ilgili bir şeyi var. Bu
evlatlık vakıflar aslında mirî araziden yani devlet malından kaçırmak için
kurulmuşlardı. Evlatlık, yani “Malıma mülküme müsadere gelmesin, el koymasın
devlet.” diye yürürdü. En çok yürüyen kanal da oydu. Şimdi, bir icat yaptınız,
bu, Osmanlıdan gelen, ta 16’ncı yüzyıldan bile gelen o hayrî
nitelikte olan vakıfları da paralı eğitimin aracı hâline getiriyorsunuz.
İnanılmaz bir şey. Yani siz kamu niteliği ağır basan kurumları ve bize
atalarımızdan gelmiş kurumları öğrencilere ücretli eğitim vermek üzere bugün
karşımıza getiriyorsunuz. Bir tanesi zaten vardı, şimdi iki tane daha
yavruluyor. Bu inanılmaz bir şey değerli arkadaşlarım. Bu, hem vakıf sistemine
olan bir saygı eksikliğidir hem Meclise karşı. Böyle bir şey olamaz. Yani şimdi
karşımızda artık özel sermaye birikimi yapmış şahısların kurduğu sözde hayır
amaçlı, eğitim hayrına amaçlı vakıflar değil, bu defa artık bu kamusal
kaynakların… Üstelik Vakıflar Genel Müdürlüğü iki tane üniversiteye, birazdan
kurulacakla, girmiş olacak. Böyle bir üniversite kurma mantığıyla Türkiye'nin
gideceği yer Orta Çağdır. Geriyedir yani ileriye değildir. Orta Çağdır, medrese
eğitimidir. Buradan üniversite çıkmaz değerli arkadaşlarım. Buradan dünya
çapında üniversite çıkmaz, buradan çağdaşlaşma çıkmaz.
Şimdi, İlim Yayma Cemiyeti,
İlim Yayma Vakfına üniversite kurduruyorsunuz, Sabahattin Zaim Hoca’nın adını
vererek.
Değerli arkadaşlarım, böyle
bir üniversite acaba neye hizmet edecek? Bunu burada tartışmak zorundayız. İlim
Yayma Cemiyeti ya da Vakfı üzerinden hangi ilme, hangi bilime hizmet edecek?
Bakınız, değerli arkadaşlarım,
Türkiye'de bugünkü sorun, bütünü üzerinde konuşmamda söylediğim mesele, nicelik
mi nitelik mi meselesi hâlâ yerinde duruyor. Ama bir başka şey daha var. Vakıf
üniversitelerinde iki tane yol var, bugün gördüğümüz: Bir, ticarileşme; iki,
cemaatleşme.
Bu üniversiteler niye İstanbul’da daha çok
kurulurlar? Bunların ikisi orada buluştuğu için, hem ticaret hem cemaat, hem
tarikat hem ticaret. Ne güzel, değil mi? İstanbul bunun için seçiliyor.
AHMET YENİ (Samsun) –
Samsun’da kuruluyor, Samsun’da.
OĞUZ OYAN (Devamla) – Bakın,
kurulanlarla birlikte 51 vakıf üniversitesinden 30 tanesi yani yüzde 60’ı
İstanbul’da. Cemaatler arası rekabet kenti İstanbul, değil mi? Cemaatler arası
büyük rekabet var, İstanbul merkezli olarak.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – İstanbul’da daha çok kişi yaşıyor.
OĞUZ OYAN (Devamla) – Değerli
arkadaşlarım, İstanbul, Türkiye nüfusunun yüzde 17’si ama vakıf
üniversitelerinin yüzde 60’ı… Ne kadar iyi, değil mi? Ve bu ticari amaç ne
kadar yerine geliyor, bunların kaçı kapanacak yakında, ayrı mesele. YÖK Başkanı
bile “Bir kısmı kapanacak.” diye açıklamasında yer vermiş. Yani bu
üniversitelerin çoğu kontenjanlarını dolduramazlar. Neden? Yüksek ücret, düşük
nitelik, yani ücretler yukarı, nitelik aşağı.
Bu vakıf üniversitelerinden
gerçekten üniversite adına layık olanlar herhâlde bir elin parmakları kadar. Bu
biraz yazık değil mi? Bu Türkiye'nin kaynaklarına, insan kaynaklarına yazık
değil mi? Bu ülkenin, tabii, insan kaynaklarına yazık olan başka şeyler de var.
Başbakan “Üniversite mezunlarına biz iş bulmak zorunda değiliz.” diyor. Bir
başbakanın söyleyeceği en son laftır, en son laftır. Bunu, silah zoruyla bile
bir başbakan söylememelidir. Niye, biliyor musunuz? Çünkü bir ülkede, eğer
eğitimlilerin iş bulması üzerine bir plan, bir program yapılmamışsa, eğitim
planlaması yoksa, insanların iş bulabileceği alanlarda
eğitimi planlamamışsanız, ondan sonra, yüksek eğitimli gençlerin üçte 1’i,
yüzde 30’dan fazlası, Türkiye'deki işsizliğin 2-3 katı işsizken buna duyarsız
kalmak, “Bana ne!” demek, bir siyasetçinin sorumsuzluk ilanıdır ve böyle bir
sorumsuzluğun da Türkiye'de bugün iktidarda olması bir talihsizliktir.
Değerli arkadaşlar, bakın,
pazar günü gençler, dershanelere karşı ve sınava karşı gösteri yapıyorlar,
polis copu yiyorlar. Bu mu demokrasi? Hangi demokrasi anlayışı? Nerede, kim
kaybetmiş de bulduk? Böyle demokrasi mi olurmuş? Gençlerine değer vermeyen,
okumuş, eğitilmiş gençlerini önemsemeyen, bu potansiyeli ülkenin kalkınması
amacıyla kullanamayan, dolayısıyla büyük bir kaynak israfına yol açan ve daha
da yeni üniversitelerle bunu körükleyen bir sistem, herhâlde Türkiye’nin bugün
ihtiyaç duyduğu sistem değil.
Değerli arkadaşlar, bir kere
-daha önce de söyledim, tekrar söyleyeyim- orta eğitimdeki gençliği üçte 2
oranında mesleki eğitim içinde tutacaksınız ve o genç, mezun olduğu zaman hemen
iş bulabilir konumda olacak. Tabii, imam- hatiplerden bahsetmiyorum, imam-
hatiplerin sayısı zaten ihtiyaçtan fazla, ama mesleki eğitimden bahsediyorum;
onun dışındaki, mesleki ve teknik eğitime vereceksiniz ağırlığı. Dolayısıyla
üniversite kapılarındaki çocukların sayısını azaltacaksınız, ama oraya klasik
liselerden gelenler de o yola girdikleri zaman belki sınava da gerek
kalmaksızın… Çünkü, o zaman zaten bu sayı 500 bine
falan düşecek. Üniversitenin örgün veya diğer eğitim kapasitesi zaten bu
civardadır. Üniversiteye girmek için bir sınava bile gerek kalmadan
yapabilirsiniz, yeter ki orta eğitimdeki planlamayı, ama anlamlı bir şekilde
planlamayı gündeminize alın; o yok. Siz ne yapıyorsunuz? Biz, kontenjanları
artırarak ya da yeni üniversiteler kurarak, ne yaparız? Yığılmayı önleriz.
Böyle bir yöntem yok.
Bakın, vakıf
üniversitelerinin Türkiye’deki toplam öğrenci istihdamı, daha doğrusu
bünyesindeki toplam içindeki payı yüzde 9. Şu açtıklarınızla bu yüzde 9,5 olur,
yüzde 10 bile olmaz. Yani, siz buradan mı Türkiye’deki eğitimin önündeki,
yüksek eğitimdeki yığılmayı önleyeceksiniz? Boş işle uğraşıyorsunuz, nicelikle
uğraşıyorsunuz.
Burada, değerli arkadaşım AKP
adına geldi konuştu, hâlâ bize sayılardan bahsediyor; 76’ydı, 152’ye
çıkarıyoruz, 146’ya çıkarıyoruz diye. Sayıları bırakın nitelikten bahsedin,
kaliteden bahsedin.
Değerli arkadaşlarım, bu
kalite bir ülkenin geleceğini gösterir. Üniversiteler ülkenin sadece bugününü
değil geleceğini de gösterir. Üniversiteler aydınlanmanın kaleleridirler.
Üniversiteler kör inançların merkezleri olamazlar. Din ve iman bir tarafa bilim
bir tarafa. Eğer bir üniversite ortamında siz din ve imanı, dini ve tarikatları
öne çıkarırsanız, bilim dışarı çıkar.
Değerli arkadaşlarım, dinde
mutlak gerçekler dünyası çalışır. Orada bir kelamın aksini iddia edemezsiniz
ama bilimde aksini iddia ederek ilerlersiniz. Bilimin karakteri mutlak değil
görelidir. Bilimsel doğrulara adım adım tedricen
ulaşılır, aksini söyleyerek. Yanlışlanabilir bilgi
ancak bilimdir, yanlışlanamayan şey bilim değildir.
Sizin burada kurduğunuz üniversiteler mutlak gerçekler doğrultusunda çalışacak
üniversite modelleri olarak karşımıza daha fazla çıkmaya başladı. Bu üzücü bir
durumdur. Bu üzücü duruma Meclisi alet etmeniz -hele böyle ilave birtakım
önergelerle- gerçekten büyük bir talihsizliktir. Umarım bundan dönersiniz.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu
adına Muş Milletvekili Sayın Nuri Yaman, buyurun efendim. (BDP sıralarından
alkışlar)
BDP GRUBU ADINA M. NURİ YAMAN
(Muş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 487 sıra sayılı Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Hakkında Kanun’un, Sabahattin Zaim Üniversitesinin
kurulması hakkındaki görüşlerimizi belirtmek üzere Barış ve Demokrasi Partisi
adına söz almış bulunuyorum. Bu nedenle hepinizi en içten duygularımla
selamlıyorum.
Aslında görüşülmekte olan bu
üniversitelerin kurulmasıyla ilgili konularda çok şeylerden bahsetmem
gerektiğine inanıyorum. Öncelikle meslek yaşamımın yaklaşık yarı
yılını kapsayan yirmi yıllık süre içinde, üniversitelerin altyapısını
oluşturan ilköğretim ve ortaöğretimde eğitimin kalitesinin yükseltilmesi ve
eğitim kurumlarının hem fiziki koşullarının ve hem de kaliteli eğitimin ülkemde
daha iyi geliştirilmesi konusunda hizmet veren bir mülki idare amiri olarak
söylenecek çok sözlerim var.
Ancak, günün önemine
değinmeden ve -Barış ve Demokrasi Partisinin- son süreçte yaşanan ve
Türkiye’deki bütün halkları -Kürtlerin, Türklerin ve diğer etnik, kültürel ve
dinsel kimliklerde bulunan tüm insanları- yakından ilgilendiren güncel birtakım
olaylara da değinmeden geçemeyeceğim. Bu değineceğim olay, ne yazık ki, iki gün
önce, benim de içinde bulunduğum ve Samsun’daki, kapatılan Demokratik Toplum Partisi Genel Başkanı
Sayın Ahmet Türk’le ilgili saldırıyı kınamadan ve buradaki güvenlik
önlemlerindeki eksikliklere değinmeden, benim de meslektaşım olan sayın il
valisinin ve yol üzerindeki gerek Kavak ilçesinde gerekse Havza ilçesinde
karşılaştığımız güvenlik zaafından kaynaklanan olumsuz durumlara değinmeden
geçmenin mümkün olmadığına inanıyorum.
Evet, ne
yazıktır ki, bu konuda sürekli pompalanan ve bu güzel Anadolu toprağında
yaşayan insanlarımız arasında bu farklılıkların zenginlik olarak kabul edilmesi
gerekirken, son bir yıllık süre içinde gerek Demokratik Toplum Partisinin
kapatılmasından sonraki gelişmeler ve gerekse Hükûmetin,
deyim yerindeyse, bu sorunun, otuz yıldır süregelen bu sorunun çözümündeki
beceriksizliği, yetersizliği ve bu konudaki eksikliklerinden kaynaklanan gergin
ortam, ne yazık ki, iki gün önce, güzel ilimiz Samsun’umuzda böyle olumsuz bir
olayla sonuçlandı.
Ben, buradan, olayın içinde
bulunan ve olayı yaşayan bir kişi olarak sayın Samsun
halkının tamamını bu oluşumun o çirkin yüzünün dışında tutuyorum ve bu olaydan
sonra başta Samsun’un milletvekilleri, Sayın Grup Başkan Vekili olmak üzere, bu
konuyla ilgili diğer Samsun milletvekillerinin üzüntülerini bildirmelerini de
burada belirtmeden geçemeyeceğim. O güzel insanların yaşadığı
o güzel Samsun’da, Samsun’un gerçek yüzü o değildi, o olmamalıydı ama ne yazık
ki, oradaki mülki idare amiri meslektaşlarımın, ya aymazlığı ya
vurdumduymazlığı ya da yetersizliği diyeceğim, alınan güvenlik önlemlerinin bu
kadar basit, bu kadar ilgisiz olmaması gerekirdi, çünkü biz sabahleyin olayın,
davanın, önemli bir davanın, güvenlik nedeniyle ta Muş’tan Samsun’a nakledilen
önemli bir davanın duruşmasının yapılacağı bir ilde, öyle inanıyorum ki, o
mülki idare amiri, bu davanın buraya alındığını öğrendiği günden itibaren, hele
hele duruşmanın yapıldığı günde, bütün iç güvenlik
birimleriyle, jandarmasıyla, emniyetiyle, bütün kurumlarıyla, bence,
uyumamalıydı. Bence o gün o davanın sonuçlanmasına kadar oradaki iç
güvenlik birimleri, Samsun’un, o güzel insanların böyle bir provokasyona
gelmemesi için her türlü önlemleri alması gerekirdi. Zaten, sabahleyin davanın
görüldüğü duruşma salonuna girerken karşıda biriken ve belli bir damardan,
belli bir düşünceden
ve maalesef pompalanan bir düşüncenin sonucunda orada kümelenen insanların o
attıkları sloganlardan da o milliyetçi, o şoven söylemlerinden de olay geliyorum
dedi ve ne yazık ki oradaki güvenlik birimlerinin amirleri bu işareti de
alamadılar.
Evet,
orada hiç kimsenin tasvip edemediği, sözlerimin başında da belirttiğim gibi,
herkesin içtenliğine inandığım kınamaları belki bizim üzüntümüzü birazcık
hafifletti ancak Sayın İçişleri Bakanlığına o anda bildirdiğimiz telefon
görüşmeleri ve o anda Sayın Valiyle bizzat benim yaptığım görüşmelerden sonra,
iş işten geçtikten sonra alınan önlemlerin de bu konuda bir yararı olmadığını
yol güzergâhında da gördük. Kavak ilçesine, ilgili hastanesine ve Havza
ilçesinin hastanesine gittiğimizde de, her ne kadar bu iki ilçenin kaymakamları
bizi hastanelerde karşıladılar ama üzülerek belirteyim, gözümüzün içine baka baka bu her iki hastanede de yine o damardan, o şoven ve o
milliyetçi söylemden kaynaklanan kişilerin, şahısların sözlü ve eğer müsaade
edilseydi belki de, fiilî birtakım saldırılarına da uğramamız işten bile
değildi.
Bu nedenle buradan bir kez
daha belirtiyorum: Ben de o meslekten geliyorum. Bir kişinin can güvenliğinin
sağlanması, güvenlik önlemlerinin alınması, can ve mal güvenliği bakımından
İçişleri Bakanlığının temsilcisi olan oradaki valilerin ve kaymakamların
görevidir. Sayın Samsun Valisini telefonla aradığımda da telefonla
ulaşılmayacak veya makamında olmadığını öğrenmenin de ayrıca bir üzüntüsünü
taşıyorum. Böyle bir olayın, böyle bir provokasyonun
gelişmesi ihtimalini düşünmeyen bir valinin de basiretsiz olduğu kanaatine
vardım. Bu nedenle, bu olayın, öyle anlaşılıyor ki, o provokatif
durumun birtakım uzantıları ve örneklerinin de -Türkiye’de yaşandığı gibi-
olduğuna inanıyorum.
Samsun-Trabzon hattındaki o
şoven duyguların yıllardır kullanıldığı, yaratılan o milliyetçi düşüncelerin
orada patlak vermesinden önce de, biliyorsunuz aynı olaylar Trabzon’da da, birtakım
açıklamalarda bulunan üniversite gençlerine, TAYAD üyelerine de geçmişte
saldırılar oldu. Yine, Hrant Dink
olayında yakalanan kişinin Samsun’da bir kahraman gibi karşılanması Türkiye’de
yaşayan bütün vicdanları sızlattı. Ne yazık ki aynı sahneyi daha dün yine
Samsun’da bu olayın müsebbibi olan kişinin oradaki duruşmasına gelirken de,
üzülerek kamuoyunun da izlediği, destek niteliğindeki birtakım uygun görülmeler
ve destek sloganlarının atılması da kamu vicdanını ve dolayısıyla Kürt halkının
vicdanını da çok sızlatmıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Sayın Yaman, konuşmanızı tamamlar mısınız.
Buyurun.
M. NURİ
YAMAN (Devamla) - Bu nedenle, Sayın İçişleri Bakanının bu olayın üzerinde çok
duyarlı bir şekilde durarak ve Kürtlerin sızlayan bu vicdanlarının tatmin
edilmesi bakımından çok iyi bir inceleme ve araştırmadan sonra mülki idare
amirlerinin hem ilçelerinde hem de il merkezindeki bu güvenlik önlemlerinde
görülen zafiyetlerin, aymazlıkların ve vurdumduymazlıkların muhakkak iyi bir
şekilde incelenmesi ve ilgililer için de bir işlem yapılmaması hâlinde bundan
hiç kimsenin memnun olmayacağını da buradan belirtmek isterim.
Sözlerimin başında
belirttiğim gibi, eğitim ve öğretim kurumlarının, üniversitelerimizin temeli
olan millî eğitimin çalışmaları, millî eğitim hizmetlerinin çalışmalarını da
burada dile getirmek isterdim, fakat zamanım yeterli olmadığı için, bu konulara
değinemediğim için de sizlerden özür diliyorum.
Beni dinlediğiniz için yüce
Meclisi tekrar sevgi ve saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Şahsı adına Kütahya
Milletvekili Sayın Soner Aksoy, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
SONER AKSOY (Kütahya) – Muhterem
Başkan, muhterem milletvekilleri; ben de 487 sıra sayılı Yasa Tasarısı üzerinde
görüşlerimi arz etmek üzere huzurunuzdayım. Sözlerime başlarken hepinize
saygılar sunarım.
Efendim, sözlerime başlarken,
Profesör Doktor Mümtaz Turhan’ın bir sözünü hazırlatarak başlamak istiyorum.
Benim talebe olduğum dönemlerde kendisi konferanslarında şöyle bir cümlede,
ifadede bulunuyordu: Türkiye’nin en büyük sorununun ilköğretim sorunu değil son
öğrenim, öğretim sorunu olduğunu ifade ederdi. Buradan hareketle, kalkınmakta
olan ülkelerin özellikle birtakım hamleler yapmak, sıçramalar yapmak, siyasi,
ekonomik, ticari, kültürel kimliklerini yeniden kazanmak ve belli bir kademeye
ulaşabilmek arzusunda olan ülkelerin son öğrenime çok değer vermeleri ve bu
istikametteki girişim ve aktivitelerde hayli titizlik göstermeleri gerekir. Bu
çerçeve içerisinden bakarken ve mevcut mevzuatlar içerisinden bakarken
muhalefetin bu son öğretime bakış tarzında devletçi bir yaklaşım olduğunu
görüyorum. Tabiatıyla bu yaklaşım diğer partilerde de var, AK PARTİ’de de var. Yani bizim her vilayete üniversite kurmuş
olmamızda, bir noktada, son eğitimde devletçiliği veyahut da devlet
üniversitelerinin çokluğundan medet umma istikametinde bir hamle var. Burada
iktidar ve muhalefet örtüşüyor ama benim şahsi kanaatime göre, burada
kurulmakta olan üniversiteler vakıf üniversiteleri olarak devlet
üniversitelerinden biraz daha farklı bir nitelik taşımaktadır ve bu farklı
nitelik de bugünkü içinde bulunduğumuz ve uygulanmakta olan ekonomik ve
kültürel politikalarla örtüşen bir politikadır. Yani devlet üniversitelerinin
sağlamış olduğu imkânlar veyahut da sağlayamadığı imkânları telafi edici
mahiyette ve devlet üniversiteleriyle de rekabet edebilecek nitelikte olmayı
göze alarak ortaya çıkan üniversitelerdir.
Bence, bu üniversiteleri
teşvik etmek, desteklemek bizim için bir zarurettir çünkü bunlar, Türkiye'nin
kalkınması için en önemli
ve bizim için en eksik olan “bilimde rekabet” dediğimiz kavramı
ortaya getireceklerdir. Zaten görüyorsunuz, gazetelerde, mecmualarda Batı
ülkelerinde olduğu gibi ilanlar başlamıştır: “Benim üniversiteme gel, benim
okulumda oku.” İşte, bu çağrı ne kadar çok artarsa okullar arasında yarış ve
rekabet de o kadar fazla olacaktır. Bunu temin etmek için, hatta bunu temin
etmemek için biz maalesef Anayasa’mıza, vakıf üniversitesi bile kurarken bir
kanun çıkartmaya mecbur hâle gelmişiz ve bir özel üniversite kurma hakkını da
insanlarımıza vermemişiz. Eğer Amerika gibi olsaydı, insanlarımız özel
üniversite kurmak isteseydi Türkiye’de bunu başaramazlardı ve buna da muazzam
bir reaksiyon olurdu, özellikle muhalefetten.
Bence, bunlar doğru şeyler
değil çünkü bilimde rekabeti sağlamak için insanların mutlaka belli bir yarışa
girmeleri gerekir. Kaliteyi de bu yarış esnasında meydana getireceklerdir.
1773 yılında kurulan
“Mühendishane-i Berri-i Hümayun” dediğimiz üniversitenin, İstanbul Teknik
Üniversitesinin bugün eksikleri yok mudur? Bugün, hâlâ, dünyadaki sayılı 500
üniversitenin içerisine girememiş durumdadır. Amerika’da 3.500’ün üstünde üniversite
var. Bunların kaç tanesi kaliteli üniversitedir ve dünya çapında ilk 500
üniversiteye girmektedir? Dolayısıyla, üniversitenin, hiçbir zaman gökten
zembille her şeyi mükemmel olarak inip kurulması mümkün değildir. Zaman
içerisinde, özellikle bilim ve teknolojide girdikleri yarışla, kendilerini
tanıtmalarla ancak varlıklarını ifade edebilirler. Bu bakımdan, keyfiyet ancak
bu hâliyle önem arz eder. Yani “bir tabela, bir mühür, bir sandalye” gibi
ifadeler…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Aksoy,
konuşmanızı tamamlayınız.
SONER AKSOY (Devamla) – …çok
isabetli ifadeler sayılmaz.
Ben küçük bir anekdotumu anlatmak istiyorum: İngiltere’de bulunduğum bir
sürede -bundan takriben on iki-on üç yıl önce- televizyonda bir program gördüm,
master dersi veriyorlar televizyondan. Yanımdakilere
sordum “Bu nedir? Yani, bu, akademik bir kariyer sayılır az çok master. Niye bunu televizyonda veriyorsunuz?” dedim.
Dediler ki: “Bu sosyoekonomiyle alakalı ve kültürel
değerlerle alakalı bir derstir. Dolayısıyla, bu ders, televizyonda veriliyor
ama bunun sonunda toplumun vasfı gelişiyor. Gelişen vasıf bizim için son derece
önemlidir.” Ne gibi faydaları olur?” dedim. “Mesela trafik kazaları azalır.”
dedi. “İsraflar azalır.” dedi. “Yani ekonomiyi toplu olarak düşünen insanların
sayısı artar.” dedi. Bu bakımdan, üniversitelerin, adetlerinin artmasından
korkmayalım arkadaşlar. Üniversite mezunlarından işsizler varsa ilkokul
mezunlarındaki işsizlerden daha şanslıdır onlar.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
SONER AKSOY (Devamla) – Sayın
Başkan bir dakika daha süre verirseniz...
BAŞKAN – Konuşmanızı
tamamlayınız efendim.
Şöyle yani, bütün meseleleri
üç beş dakika içinde halledemeyeceğimiz için süremize riayet edelim.
Buyurun.
SONER AKSOY (Devamla) – Yani
şunu söylemek istiyorum: Üniversite mutlaka topluma bir vasıf kazandırır. Bizim
de, toplumumuzun bir vasfa ihtiyacımız var ve bu vasfı kazanmak için de sadece
devlet üniversitelerinin her vilayette açılması yetmez, vakıf üniversitelerinin
yaygın bir şekilde kurulması gerekir, özel üniversitelerin de kurulması
gerekir. Bu vakıf ve özel üniversiteler zaten bu işin finansmanını, bu işin
düşünce silsilesini kendileri oluşturmuşlar ve onların gerekli fizibilitelerini
kendileri yapmış bulunuyorlar. Bunların ülke için diğer herhangi bir fabrikaya
nazaran çok çok üstün nitelikleri olduğunu, işsizliği
önleme yönünden kurulacak bir fabrikadan çok çok daha
üstün niteliklere sahip olduğunu düşünmek lazım. Bir üniversite mezunu simit de
satsa yaptığı işe bir kalite getireceğini hiçbir zaman unutmayalım.
Çok teşekkür ederim. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Şahsı
adına Kamer Genç, Tunceli Milletvekili.
Sayın Genç, buyurun efendim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 487 sıra sayılı Yasa
Tasarısı’na bir ek madde verilmek suretiyle bir vakıf üniversitesi kurmak üzere
yeni bir vakıf üniversitesini kuruyoruz. Aslında, bilindiği gibi, üniversite
kurmak bakkal dükkânı açmak gibi bir şey değil. Üniversite kurmak için belli
birtakım hazırlıklar yapmak lazım, altyapısını oluşturmak lazım, bunun çok
ayrıntılı bir inceleme yapılması lazım ama burada konuşan arkadaşlarımız tabii
hesabına geldiği için “Efendim, önce bir kuralım da ondan sonra geliştiririz…”
Şimdi, burada getirilmek ve
kurulmaya çalışılan vakıf üniversitesi aslında İstanbul’da İlim Yayma Vakfı
değil, “cemaat ve tarikat yayma” adı altındaki bir vakfa özel bir üniversite
açmayı getiriyorsunuz.
SONER AKSOY (Kütahya) –
İftira atma.
KAMER GENÇ (Devamla) – Bunun
doğrusunu söyleyin arkadaşlar. Yahu niye gizliyorsunuz? Kendi kimliğinizi niye
gizliyorsunuz? Yahu zaten sizin zamanınızda Türkiye cemaat ve tarikatlarla
yönetilmeye başlandı ve cemaat ve tarikatlara her türlü imkânları sağlıyorsunuz!
Şimdi, vakıf üniversitesi
açtıktan sonra buraya ne yapacaksınız? Getirip devletin en kıymetli arazisini
vereceksiniz bir defa, vergi muafiyetini getireceksiniz, gümrük muafiyetini
getireceksiniz, bir sürü avantajları doğuyor. Ondan sonra da tabii ne olacak?
İşte, bunlar durup dururken, Meclisin birtakım kaynakları, işte burada
çıkarılan bu kanunla bu insanlar sebepsiz yere zengin olacak.
Şimdi, değerli arkadaşlarım,
elbette ki üniversiteleri açalım ama kaynakları mümkün olduğu kadar en iyi
şekilde kullanalım. Türkiye Cumhuriyeti Devleti iktidarınız zamanında borca
batık bir hâle geldi. Birden bire iç ve dış borç miktarı 600 milyar doları geçti,
bütçeniz ortada.
Şimdi, böyle bol keseden
atmak iyi bir şey de, sonucu nerede? İşte, bir YÖK Başkanını atamışsınız,
Meclisin Genel Kuruluna gelmeye yüzü yok. Çünkü gelse, burada muhatap kalacağı
sorular belli! Bundan kaçtığı için gelmiyor. Hatta bırakın o YÖK Başkanını, burada
artık birtakım bakanlarınız da gelip de burada oturma cesaretini kendisinde
bulamıyor. Niye?
MUHYETTİN AKSAK (Erzurum) –
İşine bak, işine! Bakanlara laf atma.
KAMER GENÇ (Devamla)- Yahu,
şuraya bak, şu Hükûmet sıralarına bakın yahu! İnsan
vallahi utanır buna yahu! Utanır bunlardan, utanır! Bunlardan utanır!
Onun için, değerli
milletvekilleri, sizin zamanınızda tefessüh etmiş bir yasama faaliyeti ve
yürütme faaliyeti. Getirdiniz, işte, Bakan geldi buraya, ondan önceki Bakan
dedi ki “Biz millî eğitimi otomatik pilota bağladık.” Böyle bir şey söylenir
mi? Yani şimdi, otomatik pilot! Ee, otomatik pilotun
olduğu yerde canlı varlığa ihtiyaç var mı arkadaşlar? Böyle bir şeyler olur mu?
(AKP sıralarından gürültüler) Yahu sizin yaptıklarınızı söylüyoruz, biz size
yeni sıfatlar belirtmiyoruz. Biraz önce de Bakan makamında oturan arkadaş
sorularımıza cevap veriyor: “Yahu biz bu sorulara cevap verdik, bilmiyor
musunuz?” Hâlbuki yok, sorularımıza cevap vermiyorsunuz ki! Sorduğumuz sorulara
cevap vermiyorsunuz, işinize geldiği gibi cevap veriyorsunuz. Ben sordum size:
“Bu okul kitaplarını hangi matbaalarda basıyorsunuz?” Burada çok büyük suistimal iddiaları dönüyor. “Nasıl usullerle
veriyorsunuz?” Trilyonlar, katrilyonlar seviyesinde buralara paralar ödeniyor.
Bu devletin parası, bunun niye bize hesabını vermekten kaçınıyorsunuz? Gelin,
bakalım söyleyin. Ondan sonra da milletin karşısına, şu kürsülere çıkıp da
doğru şeyleri söylemiyorsunuz.
Şimdi, bakın, Diyanet İşleri
Başkanlığı niye vakıf üniversitesi kursun arkadaşlar? Diyanet İşleri
Anayasa’nın 136’ncı maddesine kurulmuş, laiklik ilkesi doğrultusunda, millî
dayanışmayı ve birliği sağlamak gayesiyle kurulan bir kurum. E şimdi bu Diyanet
Vakfı devasa bir kurum, büyük paralar kazanıyor. Bu paralar nereye harcanıyor?
Şimdi, burada Diyanet Vakfı da yarın ne yapacak? Diyanet mensupları çocuklarını
bedava okutacak. Ayrıca ne yapacaklar? İstanbul’a, işte, her hafta gidecekler,
uçaklarla gidiş gelişler, bir sürü ders parası verme durumları. Yani şimdi
böyle bir şey olur mu? Yani böyle bir, Diyanetin… O zaman niye, başka… Tapu
Kadastro da bir vakıf kursun, o da bir üniversite açsın! Yani devleti yok
etmeye, parçalamaya… Burada sağlıklı bir eğitimin zeminini yok etmek için
elinizden gelen bütün çabaları sarf ediyorsunuz. Zaten sizin hesabınız,
düşünmeyen, okumayan, işte, sadakaya muhtaç bir kitle yaratmaya çalışıyorsunuz.
Sizin Türkiye’de yaratmak istediğiniz insan kitlesi, insan yapısı bu. Onun
için, maalesef, böyle bir düşünceyle Türkiye’yi yönetime el koydunuz ama
bakalım önümüzdeki seçimde bu millet ne yapacak gerçekten endişe ediyorum.
İnşallah…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
KAMER GENÇ (Devamla) – Sayın
Başkan…
BAŞKAN – Efendim.
KAMER GENÇ (Devamla) – Bakın,
şurada oturan arkadaş sırtını çeviriyor. Böyle bir, Mecliste, oturma usulü var
mı?
BAŞKAN – Doğru söylüyorsunuz.
KAMER GENÇ (Devamla) – Doğru
söylüyorsam ikaz edin bunları.
BAŞKAN – Hayrettin Bey,
lütfen koltuğunuzu düzeltir misiniz?
MUHYETTİN AKSAK (Erzurum) –
Konuşan da iyi konuşmuyor Başkanım!
BAŞKAN - Buyurun Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi,
değerli milletvekilleri, bakın, üniversiteler… Mesela benim ilimde ben de çok
istiyordum, üniversiteyi kuralım dedik. Üniversiteyi kurdunuz da bir defa yurt
yok…
BAŞKAN – Ahmet Bey,
arkadaşlar; lütfen…
AHMET YENİ (Samsun) – Sırtımı
çevirmiyorum Sayın Başkanım.
KAMER GENÇ (Devamla) –
…gerekli bir altyapı yok. Tamam, zaman içinde oturur ama bir de üniversite
rektörleri, hepsi de çok lükse düşkün. Altında bir bakıyorsunuz 300 milyar
liralık arabalar, en lüks… Mesela bizim Tunceli’de işte bir rektör lojmanı
tamir ediliyor lojmanı tamir ediliyor 360 milyar liraya! 360 milyar liraya bir
rektör lojmanı tamir ediliyor! Yani böyle bir şey olur mu? Bu paralar heba
ediliyor arkadaşlar, heba! Yani yazık bu milletin parasına. İnsanlar açken,
çıplakken, ondan sonra bir bakıyorsunuz, genel olarak... Gidin bakalım, her
rektör bütün sülalesini alıyor üniversiteye, ondan sonra en keyfî atamaları
yapıyor, yine kendi yandaşlarını alıyor. Bunlara bir düzen getirelim, buna
objektif kurallar koyalım. Yani bir rektör bir yere gelmişse oradaki eğitim
görevlileri kendi yakınları olabilir! Böyle bir şey olur mu?
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Sayın Genç, lütfen konuşmanızı tamamlar mısınız.
KAMER
GENÇ (Devamla) – Evet.
Bunları önleyelim yani
bunları önlemek varken bu toplumu tamamen kendi rayından saptırarak bir
Arabistan, bir İran modeline dönüştürmek kime ne fayda getirir? Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi çağdaş, bilimi, ilimi hedef alan, akla, izana
sahip bir devlet ve millet olması lazım. Bunlardan saptırma yapıyorsunuz, işte,
dediğim gibi, bir tarikat ve cemaat felsefesine dayalı bir eğitim sistemini
getiriyorsunuz ve bu Türkiye’nin her kurumunda ve devlet yapısında da bunlar
var. Ee, bunlar da olunca Türkiye yani çok tabii
geleceğe yönelik olarak büyük bir endişelerimiz oluyor. Bakalım, bu millet neye
karar verecek.
Saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri,
soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz.
Sayın Işık, buyurun.
ALİM IŞIK
(Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, bugün adına bir
üniversite kurulan Sayın Değerli Bilim Adamı Sabahattin Zaim’i rahmetle
anıyoruz tekrar. Ancak merak ettiğim bir konu var. 441 sıra sayılı Tasarı’yla
bu isimde bir üniversitenin kurulması daha önce Millî Eğitim Komisyonundan
geçmiş olmasına rağmen niçin bu tasarı bir önergeyle bugüne bırakıldı?
Özellikle değerlendirmenizi almak istiyorum.
İkincisi: Bu üniversitede
kurulması düşünülen insan ve toplum bilimleri fakültesi ile mühendislik ve doğa
bilimleri fakültesi hâlen üniversitelerimizin hangisinde eşdeğer fakültelere
denk gelmektedir? Buralardan mezun olacak öğrencilerin unvanları ne olacaktır?
Bu fakültelerin altında hangi tür bölümler eğitim öğretim faaliyetine
açılacaktır? Bilgi verirseniz sevinirim. Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Akcan...
ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) – Teşekkür ederim.
Sayın Başkanım,
aracılığınızla Sayın Bakana sormak istiyorum. Seçim bölgem Afyonkarahisar’da
son üç yılda başarı sıralaması 81 ilde 51 ile 53’üncü sıra arasında
değişmektedir. Afyonkarahisar’ın komşu vilayetlerinde
başarı bunun 5 ile 8 kat daha üstündedir. Şimdi sormak istiyorum: Acaba bu
başarısızlığın müsebbibi Afyonkarahisarlının çocuğu
mudur, yoksa sizin yönetiminizdeki okullardaki mevcut altyapının yetersizliği
veya eksikliği midir? Bu konuda herhangi bir inceleme yapmayı düşünür müsünüz
veya yaptıysanız sonucu nedir?
İkincisi, bu başarılarda
idare etmenin çok büyük rolü var ve idareci atamak amacıyla sınav yapıyorsunuz.
Bu yaptığınız sınava bağlı olarak, hemen hemen
illerin tamamında okul müdür yardımcılarının ataması gerçekleştiği hâlde sınav
sonucunda atanması kesinleşen insanların...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) – ...Afyonkarahisar’da
atanmamış olduğunu görüyoruz Sayın Bakan. Bunun sebebi nedir?
BAŞKAN – Sayın Ağyüz...
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) –
Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, Sayın Bakanım;
vakıf üniversitelerini bolca kuruyoruz. Şimdi buraya baktığım zaman da eğitim,
edebiyat, fen bilimleri kurmuşuz. Sizin kapınıza dayanan, işsiz, bu bölümden
mezun öğretmenler yok mu? İşsiz öğretmenler niye yürüyüş yapıyor? Yani bizde branşlaşma veya eğitim planlaması olmadığı müddetçe bu
üniversiteleri kâğıt üzerinde kurmak, devlet üniversitelerinin içini boşaltmak
değil midir? Vakıf üniversiteleri kendi öğretim üyelerini yaratmıyorlar,
kadrolarını kurmuyorlar. Nasıl devlet hastanelerini boşalttı özel sağlık
hastaneleri, sizin de devlet üniversiteleri bu şekilde boşalacak. Eğitimdeki en
büyük sorun başarısızlık. Gaziantep 58-62’nci sırada. Okul, derslik, öğretmen
açığı var, hâlen siz duyarsız olarak tepkinizi koymuyorsunuz. Sadece kâğıt
üzerinde diyorsunuz ki: “Büyükşehir, göç alan büyükşehire…”
Bunları herkes biliyor. Tedbir? Tedbir yok. O nedenle, hazine arazilerini
alarak, kamu binalarını tahsis ederek üniversite kurmak yanlıştır. Komisyonda
bile yeterli söz vermiyorsunuz.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Hıdır…
MEHMET NİL HIDIR (Muğla) –
Sayın Bakanım, özellikle değerli bilim adamı, rahmetle yâd ettiğimiz Sabahattin
Zaim adına kurulan bilim üniversitesinin kuruluşundaki katkı ve
gayretlerinizden dolayı sizi tebrik ediyor, ilgili vakıf mensuplarına da
teşekkür ediyorum. Türkiye’de üniversiteleri ve bilimi kendi tekeli altında
tutmaya çalışan zihniyeti de buradan kınıyorum.
Öyle zannediyorum ki, vakıf
üniversiteleri üniversitelerden transfer edecekleri öğretim üyeleriyle
gelişecek, özgürlüğün, bağımsızlığın sembolü olan üniversitelerimizde yeni
bilim adamlarının yetişmesine katkı sağlayacaktır.
Bu konudaki ilgili
arkadaşlarımızı da tebrik ediyorum, başarılarının devamını diliyorum.
ALİM IŞIK
(Kütahya) – Soru ne soru?
BAŞKAN – Sayın Ünsal…
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, Amasya
Üniversitesinde 2 tane profesör, 6 tane doçent, 22 adet öğretim görevlisi görev
yapıyor. Bu sayılar yetersiz. Bu konuda artırmak için bir çalışma yaptınız mı?
Bir de, yeri gelmişken,
cemaatler arasında ayrımı ortadan kaldırmak için “İsmailağa
Üniversitesi” adı altında bir üniversite açmayı düşünüyor musunuz?
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Bakanım, buyurun
efendim.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.
Öncelikle, Sabahattin Zaim
Üniversitesinin kurulmasına ilişkin ek madde düzenlemesinin bir önergeyle
verilmiş olmasına ilişkin eleştirileri cevaplandırmak istiyorum.
Sabahattin Zaim Üniversitesi
de, kuruluş süreci Yükseköğretim Kurulu ve Millî Eğitim Komisyonumuzdan, Parlamentomuzdan
geçmiş, bu süreç içerisindeki tüm görüşmeleri tamamlanmış üniversitelerimizden
bir tanesi. Dolayısıyla, bugün burada Meclise sevk edilen dört vakıf
üniversitesinin yanı sıra diğer üniversitelerin de kuruluşuna ilişkin Meclisin
gündemine alınmış olanlarının bir önergeyle gündeme eklenmiş olması son derece
normal, İç Tüzük hükümleri çerçevesi içerisinde Komisyonun da büyük bir
çoğunlukla katılımıyla olgunlaştırılmış bir çalışma. Dolayısıyla, bugün İç
Tüzük’ün verdiği düzenleyici yetki çerçevesi içerisinde bugün zaten Sabahattin
Zaim Üniversitesi Meclis Genel Kurulunun gündeminde olan vakıf
üniversitelerinden bir tanesi.
“İnsan ve toplum bilimleri
neyi kastediyor, bir örneği var mı?” dendi. Türkiye’de şu anda bu
üniversitelerde kuruluşu desteklenen bu fakültelerin sistemimizde pek çok
örneği var. Koç Üniversitesi, Sabancı Üniversitesi, devlet üniversitelerinden
Ardahan Üniversitesi ilk olarak aklıma gelenler. Dolayısıyla, burada
sistemimizde olmayan herhangi bir fakültenin, bu vakıf üniversitelerin-de
kurulması söz konusu değil.
Yine,
vakıf üniversiteleriyle en çok eleştiri getirilen veya burada söylenen
konulardan bir tanesi devletin imkânlarının bu üniversitelere peşkeş
çekileceği. Değerli arkadaşlar, bu üniversitelere, bu
vakıf üniversitelerinin nasıl kurulduklarına ve ne şekilde faaliyetlerini
sürdüreceklerine ilişkin şu ana kadar sorulan sorulara çok ayrıntılı olarak
cevap verdim. Herhangi bir hazine arazisi tahsis edilmediği gibi, bugün burada
kuruluşunu görüştüğümüz üniversitelere böyle bir destek de söz konusu değil.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Koç ve
Sabancı’ya büyük araziler verildi Sayın Bakan?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Koç ve Sabancı Üniversitelerine tahsis edildiği dönemde
ben Millî Eğitim Bakanı değildim, AK PARTİ de Hükûmet
değildi.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Değildi de, bu cemaatlere…
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Dolayısıyla, o hesabı o dönemde Mecliste olarak o zaman
sorsaydınız Sayın Genç. Sanıyorum, siz Meclisteydiniz.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Başbakan da İstanbul Belediye Başkanıydı!
KAMİL ERDAL SİPAHİ (İzmir) –
Alman Üniversitesine kim verdi?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Bir diğer sorunuz da -ısrarla, Sayın Genç az önce de
söyledi- kitap basımına ilişkin konularda eğer bir duyumunuz, bir şikâyetiniz
varsa, bunları Mecliste dile getirmenin yanı sıra hukuk devletinde gerekli yerlere
suç duyurusunda da bulunursunuz.
Millî Eğitim Bakanlığı
ücretsiz ders kitabı dağıtımına ilişkin ihalelerini açık, şeffaf, Kamu ihale
Yasası’na uygun bir şekilde, Kamu İhale Kurumunun denetiminde yapıyor.
İlgililer ve gerekli görenler Kamu İhale Kurumuna şikâyette bulunurlar, bu
konuda gerekli işlemler, bir hukuk devletinde, eğer varsa ciddi bir iddianız,
ithamınız… Burada iftira düzeyinde konuları dile getirmek, doğrusu Meclisin
gündemini gereksiz yere meşgul etmek diye düşünüyorum.
Afyonkarahisar
Milletvekili Sayın Akcan’ın sorusunu cevaplandırıyorum: Şimdi, Afyonkarahisar’ın eğitim durumuna ilişkin bir sıralamadan,
51 ve 53’üncü sırada olduğundan ve başarı sıralamasında kötü durumda olduğundan
söz etti. Türkiye genelinde 2009-2010 öğretim yılı içerisinde okul başına düşen
öğrenci sayısı ilköğretimde 316, ortaöğretimde 408, genel ortaöğretimde 492; Afyonkarahisar ilinde ise ilköğretimde 211, ortaöğretimde
265, genel ortaöğretimde 273, meslekî ve teknik ortaöğretimde ise 261’dir.
Türkiye genelinde 2009-2010 yılları arasında derslik başına düşen öğrenci
sayısı ilköğretimde 32, ortaöğretimde 33, genel ortaöğretimde 31, meslekî ve
teknik ortaöğretimde ise 36’dır; Afyonkarahisar
ilinde ise bu oran ilköğretimde 22, ortaöğretimde 26, genel ortaöğretimde 22,
meslekî ve teknik ortaöğretimde ise 29’dur. Yani Afyonkarahisar,
öğrenci başına düşen öğretmen sayısı ve diğer göstergeleri de ele aldığımızda,
bilgisayar ve teknik donanımda Türkiye ortalamasının üzerinde ortalaması olan
illerden birisi.
Eğer yükseköğrenime geçişte
öğrenci seçme sınavındaki başarıyı baz alarak bir
sıralama yaparsak, yükseköğrenime geçişte uygulanan sınav sistemi bir
sıralamadır, bir il 1’inci sırada olurken diğeri 81’de olacaktır. Önemli olan,
o il için yaptığımız eğitim yatırımlarındaki göstergelerdir Millî Eğitim
Bakanlığını ilgilendiren. Onun dışında, yükseköğrenim sınavını kazanma ve
ortaöğretimden yükseköğrenime geçiş sınavındaki başarı oranları da en başarılı
il ile en başarısız il arasındaki puan farklarıdır bizi ilgilendiren. Bu puan
farkları da dikkate değer bir oran oluşturmuyor şu anda. Dolayısıyla biz Millî
Eğitim Bakanlığı olarak eğitim yatırımlarımızı bu göstergeler doğrultusunda
sıralıyoruz, illerimizin başarı sıralamalarını da bu sıralamalar ölçeğinde yapıyoruz.
Sanıyorum Sayın Başkanım,
sürem bitti.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Bakan.
III.- YOKLAMA
(CHP sıralarından bir grup
milletvekili ayağa kalktı)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Sayın Başkan, yoklama istiyoruz.
BAŞKAN – Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, maddenin oylamasından önce bir yoklama talebi
vardır, o talebi yerine getireceğim.
Yoklama
talebinde bulunan arkadaşların isimlerini tespit edeceğim: Sayın Anadol, Sayın Mengü, Sayın Ekici,
Sayın Özdemir, Sayın Sacid Yıldız Bey, Sayın Hulusi Güvel, Sayın Keleş, Sayın Çöllü, Sayın Emek, Sayın Özkan,
Sayın Coşkuner, Sayın Hüseyin Ünsal, Sayın Süner, Sayın Oksal, Sayın Ziya Diren, Sayın Yaşar Ağyüz, Sayın Barış, Sayın Hacaloğlu,
Sayın Dibek, Sayın Aydoğan.
Sayın milletvekilleri, ismini
ifade etmiş olduğum arkadaşlarımız lütfen yoklamaya katılmasınlar.
Yoklama için üç dakikalık
süre veriyorum ve yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama
yapıldı)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
(Devam)
4.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ve Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu
(1/808) (S. Sayısı: 487) (Devam)
BAŞKAN – Yeni madde ihdasıyla
ilgili önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Birleşime on dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati: 18.53
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 19.05
BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu),Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 86’ncı Birleşiminin Dördüncü
Oturumunu açıyorum.
487 sıra sayılı Kanun
Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın
Başkan…
BAŞKAN – Buyurun Sayın Vural.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın
Başkanım, 18.53’te on dakika bir ara verdiniz. Geçen de, saat 16.02’de ara
verdiniz, 18.30’da geldiniz. Türkiye Büyük Millet Meclisinde milletvekilleri
olarak, on dakika ara verdiğiniz zaman biz burada oluyoruz ama takdir edersiniz
ki… Meclis Genel Kurulunu sizin hangi sebeple beklettiğinizi bilmiyorum; ben
inanıyorum ki sizin şahsi bir konunuzdan dolayı değildir ama bir komisyonun
çoğunluğunu sağlamak için Meclis Genel Kurulunu bekletiyorsanız, en aşağısından
bize haberdar edilmesini isteriz. Burada biz, yani saatlere bakarak ne zaman
başlayacağı bilinmeyen bir Meclis toplantısına gelmiyoruz.
Dolayısıyla, bu konularla
ilgili, gerçekten, Meclis Genel Kuruluna ve milletvekillerine gereken saygının
gösterilmesi, burada bulunması gerekiyorsa Komisyon üyelerinin zamanında
bulunması gerekiyor, yoksa da gereğinin yapılmasını istirham ediyorum. (AK
PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen…
Sayın Vural, bir Grup Başkan
Vekili olarak hassasiyetinizi takdir ediyorum. Çalışmalarımızda daha dikkatli,
daha özenli olmaya gayret göstereceğiz.
Teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, yeni
ek madde 124 ihdasına dair bir önerge vardır. Malumlarınız olduğu üzere, görüşülmekte
olan tasarı veya teklife konu kanunun, komisyon metninde bulunmayan ancak
tasarı veya teklif ile çok yakın ilgisi bulunan bir maddesinin değiştirilmesini
isteyen ve komisyonun salt çoğunlukla katıldığı önergeler üzerinde yeni bir
madde olarak görüşme açılacağı İç Tüzük’ün 87’nci maddesinin dördüncü fıkrası
hükmüdür. Bu nedenle önergeyi okutup Komisyona soracağım. Komisyon önergeye
salt çoğunlukla -13 üyesiyle- katılırsa önergeyi işleme alacağım. Komisyonun
salt çoğunlukla katılmaması hâlinde ise önergeyi işlemden kaldıracağım.
Şimdi önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 487 sıra
sayılı kanun tasarısının 1 inci maddesine aşağıdaki ek maddenin ilave
edilmesini arz ve teklif ederiz.
Suat Kılıç Kürşat Tüzmen Selami
Uzun
Samsun Mersin Sivas
Öznur
Çalık Ahmet
Yeni
Malatya Samsun
"Bezm-i
Alem Vakıf Üniversitesi
EK MADDE 124- İstanbul'da, Bezm-i Alem Valide Sultan,
Silahtar Abdullah Ağa ve Abdülhamit Sani mazbut
vakıfları adına Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 2547 sayılı Yükseköğretim
Kanununun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine tabi olmak üzere,
kamu tüzel kişiliğine sahip Bezm-i Alem Vakıf
Üniversitesi adıyla bir vakıf üniversitesi kurulmuştur.
Bu Üniversite, Rektörlüğe
bağlı olarak;
a) Tıp Fakültesinden,
b) Dış Hekimliği
Fakültesinden,
c) Eczacılık Fakültesinden,
ç) Sağlık Bilimleri
Fakültesinden,
d) Eğitim Fakültesinden,
e) Sağlık Hizmetleri Meslek
Yüksekokulundan,
f) Sağlık Bilimleri
Enstitüsünden,
g) Adli Bilimler
Enstitüsünden,
ğ) Eğitim Bilimleri
Enstitüsünden,
oluşur."
BAŞKAN – Komisyon önergeye
salt çoğunlukla katılıyor mu efendim?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK
VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılıyoruz efendim.
BAŞKAN – Milletvekili
arkadaşlarım da ellerini kaldırırsa bir sayalım.
Sayın milletvekilleri,
Komisyon önergeye salt çoğunlukla yani 13 üyesiyle katılmış olduğundan önergeyi
işleme alıyorum, yeni bir madde olarak görüşmeye başlayacağız.
HARUN ÖZTÜRK (İzmir) –
Kişisel söz hakkı istiyorum efendim.
BAŞKAN – Tamam efendim.
İlk söz, Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına Afyonkarahisar Milletvekilimiz Abdülkadir Akcan’a aittir.
Sayın Akcan, buyurun efendim.
MHP GRUBU ADINA ABDÜLKADİR
AKCAN (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan, Yükseköğretim Kanunu’nu değiştirmek
amacıyla hazırlanmış tasarının Komisyon kararıyla eklenen hükmü doğrultusunda
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce
heyeti ve yüce Türk milletini saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, bir önceki konu görüşülürken Milliyetçi Hareket Partisi Meclis
Grubundan bir arkadaşımıza Sayın Bakanın vermiş olduğu ve üniversite sınavı
sırasında bir siyasi partinin kendi görüşlerini ifade eden broşürün sınav
öncesinde sınav yapılan mekânlarda dağıtılmasının doğru olup olmadığına yönelik
soruya dün Sayın Bakanın yerine oturan Sayın Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun vermiş olduğu cevap “Etik ve ahlaki bulmuyorum.”
olmuşken bugün Sayın Bakan, konudan sorumlu Sayın Bakan “Efendim, oraya gelen
çocuklar on sekiz yaşını doldurduğuna göre, on sekiz yaşını dolduranlara da
siyaset serbest olduğuna göre, bana göre etik bakımdan ve eğitim anlayışı
bakımından mahzur yok.” demiştir. Buna “Ya, bu doğru olmadı.”
demeyecek bir AK PARTİ milletvekilini tasavvur edemiyorum.
Şimdi, eğer Sayın Bakan bunu
böyle ifade ederse, o zaman Sayın Bakan şunun tedbirini almakla yükümlüdür: Her
siyasi parti lise son sınıftaki öğrencilerin seçilerek kendilerine verilmek
üzere kendi siyasi programlarını içeren broşürleri dağıtabilir anlamı çıkar,
çünkü dağıtılan broşür…
OKTAY VURAL (İzmir) – Belki
ÖSYM de dağıtmıştır.
ABDÜLKADİR AKCAN (Devamla) –
…bir siyasi partinin görüşlerini içermektedir. Bu şık ve doğru olmamıştır.
Benim burada söyleyeceğim
hususlar: Bir üniversite mensubu olarak mensubu bulunmaktan onur duyduğum
üniversitenin o gün, hasbelkader, yöneticilerinden birisi Komisyon Başkanımız,
birisi de ben, aynı dönemde üniversitede yöneticilik yaptık. Sayın Millî Eğitim
Bakanının, bizi, benim biraz önce Afyonkarahisar’la
ilgili olarak sorduğum soruya, gözü açılmamış sığırcık yavrusu gibi mütalaa
ederek hiç de doğru olmayan bir anlayışla verdiği cevaptır.
Sorumu tekrarlıyorum: “Sayın
Bakanım, Afyonkarahisar son yapılan, 2009 yılında
yapılan seçme sınavında başarı -sözel, sayısal vesaire- 51’le son birkaç yıl
içerisinde 53’üncü sırada yer almıştır. Bu, başarı sıralamasıdır. Bu sıralama
ortalamanın altında bir sıralamadır. Bu, bir başarısızlıktır. Bu sonuç üzerinde Afyonkarahisarlının
çocuğu mu etkilidir yoksa sizin yönettiğiniz eğitimin altyapısı ve yönetim
tarzı mı etkilidir?” tarzındaki soruma verdiği cevap -keşke Sayın Bakan burada
olsaydı- çok basit: Efendim, Türkiye ortalaması ilköğretimde sınıf başına şu
kadar öğrenci, Afyon’da şu kadar öğrenci; lisede şu kadar öğrenci, Afyon’da
bunun altında şu kadar öğrenci.
Değerli milletvekilleri, ben
şimdi size Anadolu çocuğu Abdülkadir Akcan’ı
anlatayım: 1970 yılında Afyon ili Bolvadin ilçesindeki Bolvadin Lisesinden
mezun oldum. Kayıtları, tutanakları Millî Eğitim Bakanının elindeki
arşivlerdedir. Sınıftaki öğrenci sayısı 70. Benim mezun olduğum Bolvadin Lisesi 6/Fen
sınıfında kendi hatası yüzünden bir arkadaşım -biz o zaman ön kayıtla
giriyorduk- veteriner fakültesine ön kayıt yaptırmadığı için, daha sonra da
morali bozulduğu için üniversiteye girememiştir.
Geride kalan 69’un 69’u da -ben asla küçümsemem ama- iktisadi
ticari ilimler akademisini sıradan yükseköğrenim kurumu olarak görmüş, İstanbul
Teknik’e, Orta Doğu’ya, tıp fakültelerine, veteriner fakültesine, ziraat
fakültesine girerek böyle bir başarı sergilemiştir ve bu Abdülkadir
Akcan, mezun olduğu 1970’e kadar, on sekiz yaşına gelene kadar kendi ili Afyonkarahisar’ın merkezine üç defa gidebilmiştir.
Şimdi, o zamanla bu zamanı
kıyaslıyorum: O zaman da bu zaman da mevcut öğrenci sayısına göre
üniversitelerdeki öğrenci sıra sayısı oran olarak aynıydı.
Sayın Bakan, Afyonkarahisar liseleri, bu ülkeye Cumhurbaşkanı
çıkarmıştır, bu ülkeye Genelkurmay Başkanı yetiştirmiştir, bu ülkeye bakanlar
yetiştirmiştir ve sizin cevabınızda, bizim anladığımız, siyaset yapmak…
Yapıyorsam namerdim. Ama insanlar sorumluluğu üstlenmeli. Siyaset adına
söylemiyorum, Afyonlunun çocuğunu âdeta suçlu gösterdiniz.
İkinci sorumu cevaplandırmadı
Sayın Bakan, dedi ki…
OKTAY VURAL (İzmir) – Yok
zaten, gitti.
ABDÜLKADİR AKCAN (Devamla) -
İkinci soru şuydu: Pek çok ilde öğretim kurumlarına idareci atamak için yapmış
olduğunuz sınav sonucuna göre idareciler atandığı hâlde neden Afyonkarahisar’da ilköğretim ve ortaöğretimde, özellikle
ilköğretimde müdür yardımcıları atanmıyor? Bunu bir araştırın. Konu ilde
çözülüyor. Niye atanmıyor? “Ben, gereğini yapıp soruşturacağım.” demek en
mantıklı, en doğru cevapken Sayın Bakan cevap da verme ihtiyacı hissetmedi,
şimdi de gitti.
Değerli milletvekilleri, bu, Afyonkarahisar’da eğitimin partizanlaşma sonucunda geldiği
durumdur. Afyonkarahisar’da eğitimin geldiği bu durumun sorumlusu, orada asgari ücretin
altında, yaşadığı ilçeden veya il merkezinden çok uzaklarda bulunan ve kimsenin
gitmediği okula ücreti karşılığı ders vermek üzere giden kız öğretmenin
akşamleyin “Ben bu okuldan ilçeme nasıl dönerim?” diye düşünürken hangi
mantıkla, hangi gayretle, hangi heyecanla, hangi şevkle oradaki çocuğu
eğitecektir? Sorusunun tabii sonucudur. Niye ücreti karşılığı o kişiyi
orada görevlendiriyorsunuz da o öğretmeni atamıyorsunuz? Değerli
milletvekilleri, üzülerek, size Sayın Bakanın bu konudaki anlayışını
söylüyorum.
Biz Milliyetçi Hareket
Partisi olarak üniversitelerin açılmasına taraftarız. Ama
programların düzgün seçilerek olması lazım. Bakın, Sayın Bakanın ve sayın Komisyonun aynı Komisyondaki görüşmelerini, Bezm-i Alem Üniversitesinin, ilgili, o zamanki sıra
sayısıyla 461 sıra sayılı Tasarı’nın raporunu okuyorum: “Tasarı ile kurulması
öngörülen Bezm-i Alem Vakıf Üniversitesinin sağlık
alanında branşlaşacak bir üniversite olmasına rağmen, tasarıda Eğitim Bilimleri
Fakültesi ve Eğitim Bilimleri Enstitüsüne de yer verildiği; ülkemizde eğitim
fakültelerinden mezun olan binlerce öğrenci istihdam edilemezken yeni eğitim
fakültesi açılmasının gereksiz olduğu…” Sayın Hocamız Mehmet Sağlam’ın Başkan
olduğu Komisyondaki rapor ve paragraf. Sayın Bakanın verdiği cevap:
“Üniversitelerde yeni kurulacak eğitim fakültelerinde, okul öncesi eğitim ve
engelli eğitimi gibi ülkemizde öğretmen açığı bulunan bölümlerin açılmasına
izin verildiği…” Bezm-i Alemdeki
eğitim fakültesinin amacı bu.
Bir önceki tasarıda,
Sabahattin Zaim Üniversitesinin açılışında, okuduğumuz hükümlerde -441 sıra
sayılı- neler var? İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesinden… Soru soruldu:
“Efendim, Ardahan’da var.” Yok Ardahan’da. “Koç Üniversitesinde var.” Yok Koç Üniversitesinde. Eğitim Fakültesinden… Sayın Bakan,
bir taraftan “Biz bu Bezm-i Alemde
eğitim fakültesini, okul öncesi eğitim ve engelliler için adam yetiştirmek
üzere açtık.” diyorsunuz, öbür taraftan bir önceki tasarıda açtığınız fakülte
düz eğitim fakültesi ve yüzlerce insan atanmak için bekliyor ama okullarda
başarısızlığın en önemli nedeni olan…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Akcan,
buyurun, konuşmanızı tamamlayınız efendim.
ABDÜLKADİR AKCAN (Devamla) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
…bir ırgat, bir maraba
anlayışıyla çalıştırılan, ücreti karşılığı ders vermek zorunda kalan,
annesinin, babasının “Kızım git, psikolojik bunalım geçireceksin evde otura otura.” dediği kızını ücreti karşılığında gönderdiğiniz
okullarda yetiştirirken, Sayın Çevre ve Orman Bakanı “Efendim, bizim
dönemimizde 600 bin kişi çalışıyor -dün- bunun 200 küsur binini biz atadık.”
diyor. Emekli olan kaçtı Sayın Bakan? Yani sizden önce öğretmen yoktu bu
ülkede, siz atadınız ve öğretmen açığını siz… Allah rızası için, madem
kapatıyorsunuz, şunu komple kapatın, var olanları atayın, ondan sonra ihtiyaca
göre eğitim kurumlarını planlayın.
Her şeye rağmen, her iki
üniversitemizin, Şaban Karataş Hocamızı da anarak -Bezm-i
Alem Vakıf
Üniversitesinin 99’lu yıllarda çok peşine düşmüştü- gözü aydın
diyerek hayırlı olmasını diliyor, yüce heyeti saygıyla selamlıyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum
Sayın Akcan.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına İstanbul Milletvekili Sayın Sacid Yıldız.
Buyurun efendim. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA SACİD YILDIZ
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ek madde üzerine söz almış
bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu ek madde 461 sıra
sayısıyla Millî Eğitim Komisyonunda görüşülüp raporlaştırılmış ve bu Millî
Eğitim Komisyonunda görüşülürken tali komisyon olarak da Plan ve Bütçe
Komisyonu ve Sağlık Komisyonu belirtilmiş. Ama ne yazıktır ki bu Sağlık
Komisyonunda tartışılmadı tali komisyon olsa da değerli arkadaşlar. Çünkü yüz
altmış yedi yıllık bir vakfın yapısını, Bezm-i Alem Valide Sultan Vakfının yapısını değiştiren bir yasa
tasarısı, oradaki çalışmayı değiştiriyor, orada bir üniversite kurulmasına yol
açıyor ve bu, Sağlık Komisyonunda ele alınmamıştır değerli arkadaşlar. Bunu
burada, huzurunuzda dile getiriyorum.
Ayrıca, gene o hastanede
çalışan gerek şef, şef yardımcıları, başhekim, başhekim yardımcıları, sağlık
personeli ve sağlık personeli dışındaki diğer personelin de kadrolarını,
durumlarını yeniden düzenleyen bu tasarı, Millî Eğitim Komisyonu dışında Plan
ve Bütçe Komisyonunda da görüşülmemiştir değerli arkadaşlar. Son zamanlarda
nedense böyle tali komisyonlarda görüşülmeme huyu çıkmıştır. Eğer vaktim
kalırsa buna bir iki daha örnek veririm sonunda.
Şimdi buradan soruyorum
değerli arkadaşlar: Yüz altmış yedi yıl önce kurulmuş bir vakfın, hastanesi
olan, Vakıf Gureba Hastanesini ilgilendirmekte olan
ve onun yapısını değiştiren bu tasarı niçin Sağlık Komisyonunda görüşülmemiştir,
tartışılmamıştır? Önemsiz olduğu için mi, Sağlık Komisyonunun çok yoğun çalışma
programı olduğu için mi? Bunların hiçbiri değil değerli milletvekilleri, bu
tasarı nasıl kamuoyunun gözünden, dikkatinden kaçırılmak istendiyse aynı
nedenle yüce Meclisin de gözünden kaçırılmak istenmiştir. Onun için, 461’le
buraya getirilmemiş, ek madde hâlinde getirilmiştir, buradaki arkadaşların
çoğunun da bundan haberleri yoktur, bu iki tane maddenin buraya
getirileceğinden. Bunu tekrar dikkatlerinize sunuyorum.
Değerli milletvekilleri,
tasarı ile üç mazbut vakıf adına, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından Bezm-i Alem Vakıf Üniversitesi
kurulmaktadır. Değerli arkadaşlar, Vakıflar Genel Müdürlüğünün işi üniversite
kurmak değildir, zaten pek çok vakıf kendi üniversitesini kurmaktadır. Vakıflar
Genel Müdürlüğünün işi, kendilerine emanet edilmiş vakıfları korumak, kollamak,
eksikliklerini gidermek, onların iyi çalışmasını düzenlemek ve denetlemektir;
onlara ihanet etmek değildir, onları birilerine rant
uğruna peşkeş çekmek değildir.
Vakıf Gureba
Hastanesi, Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesinde olmasına ve yönetime defalarca
iletilmesine karşın üç yıldır fakirliğin, garipliğin sembolü olan yeşil
kartlıların giremediği, onların kabul edilmediği tek hastanedir değerli milletvekilleri,
ancak sevkle gelebilmektedir bu garipler o amaçla kurulan bu hastaneye. Bu çok
önemlidir. O hastane ki gariplere parasız hizmet vermek üzere kurulmuştur. Bu
gerçekle gerek Vakıflar Genel Müdürlüğü gerekse Hükûmet
övünebilir mi? Bu durum nasıl açıklanabilir?
Bezm-i Alem’i de kısaca söyleyeyim: II. Mahmut’un eşi, Abdülmecid’in annesi. 1843 yılında kurulan bir vakıf
değerli arkadaşlar. SSK ve Sağlık Bakanlığının yönetiminde olduğu yedi yıl
boyuncu ihmal edilerek üvey evlat muamelesi görerek kötü duruma düşürülmüş olan
hastane son üç yıldır da Vakıflar Genel Müdürlüğünün yönetiminde olduğu hâlde
çökertilmeye devam edilmiştir ve tarihinin en kötü dönemini yaşamaktadır.
Kıymetli arazisini rant uğruna yağmalamak için bile bile bu duruma getirilmiştir. Vakıflar Genel Müdürlüğü
kurulacak üniversiteye 330 bin metrekare arsa tahsis ederek bunun 100 bin
metrekaresi üniversite kampüsü olacak, 230 bin
metrekaresi ise alışveriş merkezi, ofis, rezidans ve
otel olarak değerlendirilecektir yani büyük bir rant vardır burada değerli
arkadaşlar. 230 bin metrekare arsa kırk dokuz veya doksan dokuz yıllığına
kiralanacak, buraya yapılacak projeden üniversite yararlanacaktır. Bu
gazetelerde de açık açık ocak ayında yazıldı, 2010’un
Ocak ayında.
Değerli milletvekilleri, Bezm-i Alem Valide Sultan gibi
vakıflar şefkat, merhamet, yardımlaşma, barış, birlik ve beraberlik ruhunun
temel unsurlarıdır, bu duyguları pekiştirirler; kendi inançlarımız ve
atalarımızdan gelen öz kültürümüzün dünyaya örnek olmuş kurumlarıdır. İyi bir hastane,
üniversite kurabilirsiniz ama vakıf özelliklerini başka bir kurum içinde
sürdüremezsiniz. Bu vakıf üniversiteye dönüştürüldüğü takdirde kısa sürede
asimile olacak, özelliğini yitirecek, vakfın asıl amacına aykırı olarak
çalışacaktır. Üniversite olduğunda oraya gelen gariplere, fakirlere parasız mı
bakacaksınız? Hâlen devlet kurumlarında yeşil kartlılardan bile tedavi ve ilaç
katkı payı alırken bu nasıl mümkün olacaktır değerli arkadaşlar? Ülkemizin çok
sayıda üniversiteye, tıp fakültesine ihtiyacı olabilir. Bunlar tartışılabilir
ancak yüz altmış yedi yıllık değerli bir vakfın yapısını, geleneğini,
geleceğini bozmaya hiç gerek yoktur. Hele bu ülkenin millî, manevi, tarihî
değerlerini korumak iddiasıyla iktidar olmuş bir partiye bu tutum hiç yakışmamaktadır.
Partinizin misyonu olarak muhafazakâr ve demokrat
demektesiniz. Bu nasıl muhafazakârlık
değerli arkadaşlar? Ama işin içinde rant olunca
gözünüz nedense bir şey görmemektedir.
İktidara yakışan Vakıf Gureba Hastanesini cihaz, personel, mekân olarak
geliştirmek ve donatmaktır. Bu şekilde fakirlere daha iyi hizmet verir hâle
getirilebilir. Vakıf Gureba Hastanesinden üniversite
eğitiminde yararlanmak istiyorsanız afiliye olup yararlanınız, üniversiteyle
ilişkilendiriniz. Daha önceleri İstanbul Üniversitesi bu şekilde
yararlanmıştır.
Değerli milletvekilleri,
şefkat sembolü yüz altmış yedi yıllık bir tarihi yok etmenin siyasi, sosyal,
hukuki, manevi faturaları olacaktır; vebali sizin üzerinizde olacaktır. Geçiş
dönemi sancılı olacak veya hiç mümkün olmayacaktır çünkü 1979, 1989 ve 1999’da
yaşanan ve vakfiyeye aykırılık sebebiyle hukuktan dönen süreç yeniden yaşanacak
ve bir kaos dönemi başlayacaktır.
Bezm-i Alem Valide Sultan’ın vakfiyede yükseköğretim kurumu kurma
iradesi bulunmamaktadır. Burası çok önemli değerli arkadaşlar. Bu nedenle, YÖK,
7 Mart 1989 tarihinde, 6 Kasım 1987 tarihli üniversite kurma kararını, hukuki
durumun mevcut olmaması nedeniyle yürürlükten kaldırmıştır; YÖK, kendi aldığı
kararı yürürlükten kaldırmıştır.
Bu mazbut vakıfların vakfedenlerinin
iradesini ortaya koyan ve anayasa gibi değerlendirilen vakfiyelerinde
yükseköğretim kurumu kurulacağına dair açıkça bir irade beyanının bulunmadığı
dikkate alındığında, tasarının temelinde vakfiyeye aykırılık olduğu apaçık
şekilde görülmektedir. Olsa olsa vakfiyede “rüştiye”
geçmektedir, yani buraya ortaokul kurabilirsiniz, vakfiye senedinde bu
geçmektedir.
Yükseköğretim Kurumu
Kanunu’nun ek 3’üncü maddesi -bu söylediğim çok önemli değerli arkadaşlar- (d)
bendine ve Vakıf Yükseköğretim Kurulları Yönetmeliği’nin 9/g bendine göre, Bezm-i Alem vakıf üniversitesinin
kurulması için YÖK’e verilen taahhüt çerçevesinde belli şartlar oluştuğunda,
çıplak mülkiyet veya intifa hakkı tahsis edilen taşınmazların, mazbut
vakıfların, dolayısıyla Vakıflar Genel Müdürlüğünün elinden çıkacağı sonucunu
doğurabilecektir.
Böyle bir durum, Vakıflar
Genel Müdürlüğünün kuruluş amacı olan ve yıllarca önce kurulan bu vakıfları
yaşatmak, mallarını en iyi şekilde değerlendirerek muhafaza etmek görevine
uygun düşmeyecektir.
Vakfiyede, bu
gayrimenkullerin fakir fukara hastaya bakma amacı olduğu dikkate alındığında,
bu taşınmazların veya gelirlerinin vakıfların elinden çıkması hâlinde
amaçlarının gerçekleşmesinin imkânsızlaşacağı unutulmamalıdır.
Anayasa’ya açıkça aykırı olan
bu durum Anayasa Mahkemesinden dönecektir. O zaman da söylüyorsunuz “Niye
Anayasa Mahkemesine gidiyorsunuz?” diye. Böyle, Anayasa’ya aykırı olan
yasaların buradan çıkmaması lazım değerli arkadaşlar. Zaten şu anda üç tane
idare mahkemesinde mahkemeliktir bu yasa, üç tane idare mahkemesinde
görüşülmektedir. Bu yasadan sonra belki onlar değişebilir. Ama,
asıl niyetin üniversite kurmaktan çok arazi yağması, rantiyeden pay kapma ve
peşkeş çekme olduğu açıkça görülmektedir. Kirli, dolambaçlı işlerle vakfiyeyi
yok etme çabalarını iktidarınızın misyonu ile nasıl
bağdaştıracaksınız değerli arkadaşlar?
Seçmeninize, gönül
dostlarınıza, Osmanlı’dan kalma üstelik gariplere hizmet eden önemli bir kurumu
ortadan kaldırdığınızı nasıl açıklayacaksınız?
Bakınız, Beşiktaş-Akaretler Sıraevler’in açılışında yaptığı konuşmada vakıfların dokuz
yüz altmış yıldır Türkiye’de olsun eski Osmanlı coğrafyasında olsun, yoksulun,
kimsesizin, garibin, gurebanın ve yolda kalmışın
kimsesi ve koruyucusu olduğunu ifade ederek, bu medeniyete sahip çıkmanın
kendilerine nasip olduğunu belirtiyordu Sayın Başbakan. Bu nasıl koruyup sahip
çıkmadır değerli arkadaşlar? Yok ediyorsunuz, sahip
çıkmanın ötesinde.
Değerli milletvekilleri,
kanun tasarısını, burada, hemen derhâl geri çekiniz. Lütfen görüşmeleri, Bezm-i Alem için burada
sonlandıralım. Tasarı, ilgili komisyonlarda ve kamuoyunda iyice tartışıldıktan
ve idare mahkemelerindeki yargı süreci sonlandıktan sonra olgunlaşıp önümüze
gelmelidir. Vakıf Gureba Hastanesini eskiden olduğu
gibi üniversiteye afiliye ediniz, hem vakfiye uygulamalarının hem de üniversite
akademik uygulamalarının yapılabileceği bir kurum olarak geliştiriniz, asimile
etmeyiniz, yani onu yok etmeyiniz, sindirmeyiniz, arazi yağmacılarına alet
olmayınız.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Sayın Yıldız, konuşmanızı tamamlar mısınız.
Buyurun.
SACİD YILDIZ (Devamla) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bakınız, Değerli Hukukçu
Profesör Doktor Hüseyin Hatemi bu konuda iki buçuk
sayfalık hukuki görüşünü ilettikten sonra sonucunu şu şekilde söylemektedir
sonunda: “Kanaatimce saf ve gerçek anlamda bir hayır amacı güden Bezm-i Alem Valide Sultan Vakıf Gureba Hastanesinin İstanbul’un Kültür Başkenti olarak ilan
edildiği 2010 yılında ve bundan sonra geçmişten kalan örnek bir vakıf kurumu
olarak muhafaza edilmesi ve kurulması istenen üniversiteye devlet hazinesinden
veya gönüllü kuruluşlardan başka kaynak aranması sosyal hukuk devleti ilkesine
uygun olacaktır.”
Bu düşünce ve önerilerle yüce
heyetinizi selamlıyorum. İnşallah -yapmayacaksınız ama- bu Bezm-i
Alemi erteleyelim, yasaların sonucunu bekleyelim diyorum
değerli milletvekilleri.
Saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Yıldız.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın
Başkan…
BAŞKAN – Efendim Sayın Genç?
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Efendim, biraz önce aldığınız bir vakıf üniversitesinin kurulmasına ilişkin
kanun bu gündemin 441’inci işlem görmüş ve 160’ıncı sırasında. Burada Bezm-i Alem ise 461 sıra sayısıyla
168’inci sırasında gündemin. Şimdi, gündemi sırasına göre görüşmek zorundayız.
Şimdi, bir önergeyle gündemin en sonundaki bir kanun tasarı ve teklifini
getirip burada değiştiremezsiniz, bu mümkün değil. O zaman Danışma Kurulu
kararı alıp onları başa getirmemiz lazım, yoksa nasıl yapacaksınız? O konuda
çok büyük hata yapıyorsunuz. Yani sıra sayısını almış, gündemin 160 ve 168’inci
sırasında. E, nasıl önergeyle başa alınıyor efendim? O zaman bunu bir usul
tartışmasına açalım.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Katılıyoruz efendim, doğrudur.
BAŞKAN – Sayın Genç,
arkadaşlarımla tekrar, bir yanlışlığa mahal vermemek için istişare ettik.
O tasarılar gündemdeki
yerinde duruyor. Burada önerge verilerek yeni bir madde ihdası söz konusudur.
Komisyon da bu maddeye salt çoğunluğuyla katıldığı için önerge işlemini usule
uygun olarak tamamladık.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın
Başkan, isterseniz bu konuda bir usul tartışması açalım.
Peki, o raporlar ne olacak
efendim? Efendim, gündemi değiştiriyorsunuz.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Gündemi değiştirmiyoruz hayır.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Yani
İç Tüzük’ü ihlal ediyorsunuz. Olur mu şimdi? Orada
rapor yazılmış, Millî Eğitimden geçmiş, rapor yazılmış, gelmiş gündemin 160 ve
168’inci sırasına girmiş. Şimdi siz o sırayı beklemeden bir önergeyle
alıyorsunuz. Bu daha Türkiye Büyük Millet Meclisi tarihinde görülmemiş bir şey.
Onun için bence bu yapılan şey usulsüzdür efendim…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkanım, konuştuğumuz zaten 2809 sayılı Kanun.
BAŞKAN – Sayın Genç, burada,
bir önergeyle yeni bir madde ihdası olarak görüştük bunu yani o maddeler, o
tasarılar yerinde duruyor yani yeni bir işlem yok.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ama o,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündeminde olmayan bir konuyla ilgili olacak
yani bu önerge Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine girmiş.
BAŞKAN – O, gündemde duruyor,
bunu yeni bir önergeyle yapıyoruz. Herhangi bir ihtilaf yok Sayın Genç bu
hususta yani…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Şimdi,
Sayın Başkan, burada çok açık hata var. Burada, isterseniz usul tartışmasını
konuşalım.
BAŞKAN – Hayır… Usul
tartışması açmayayım ama görüşünüzü ifade etmek için size kısa bir söz
verebilirim. Usul tartışması açmam bu hususta yani söyleyecek bir şey yok, usul
tartışması açacak bir şey yok ama kısa bir açıklama vereyim size, buyurun. (AK
PARTİ sıralarından gürültüler)
KAMER GENÇ (Tunceli) – Peki…
BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen,
sakin olalım yani bir milletvekilimizin bir konuyla ilgili olarak bir
açıklaması var, bir itirazı var. Onu bir değerlendirelim.
Buyurun Sayın Genç.
OKTAY VURAL (İzmir) –
Efendim, neye göre söz verdiniz? Usul tartışması mı açtınız?
BAŞKAN – Hayır, açmadım.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Usul
tartışması, başka söz veremez ki…
BAŞKAN – Açmadım.
OKTAY VURAL (İzmir) – Neye
göre söz verdiniz?
BAŞKAN – 69’a göre verdim.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sataşma
mı?
BAŞKAN - Bir açıklama
talebiyle ilgili olarak verdim.
OKTAY VURAL (İzmir) –
Yerindense…
BAŞKAN – Yok…
OKTAY VURAL (İzmir) - Kısa
bir… İç Tüzük’ün hangi maddesine göre?
BAŞKAN – Yok, o 60 ayrı, 60
ayrı…
OKTAY VURAL (İzmir) – Hayır,
İç Tüzük’ün hangi maddesine göre verdiğinizi öğrenmek istiyorum.
BAŞKAN - 69’a göre verdim
Sayın Vural.
OKTAY VURAL (İzmir) – Evet,
yani 69’a göre bir söz talebi yok, sataşma söz konusu değil; doğrudan doğruya
usul tartışması açtığınızı söylüyor.
Evet, ben de aleyhinde…
BAŞKAN – Bir dakika Sayın
Vural.
Evet, buyurun.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, üç dakika verdiniz Sayın Başkan. Bu
usul tartışmaları…
OKTAY VURAL (İzmir) – On
dakika…
BAŞKAN – Usul tartışması
açmadım, size görüşünüzü açıklamak için verdim.
KAMER GENÇ (Devamla) – Olur
mu? Yani, böyle bir şey yok. Ne sataşmadan istedim ne de sizin tutumunuzla...
OKTAY VURAL (İzmir) - Sayın
Başkanım, o zaman yerinden söz verin.
KAMER GENÇ (Devamla) - Ben
tutumunuz hakkında istedim Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Genç, usul
hakkında vermedim.
OKTAY VURAL (İzmir) – O zaman
yerinden söz verin.
BAŞKAN - O zaman… Hayır,
hayır, şimdi, şeyin içinde değil. Bakınız… (Gürültüler)
Sayın milletvekilleri,
birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 19.37
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 19.45
BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu),Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 86’ncı Birleşiminin Beşinci
Oturumunu açıyorum.
487 sıra sayılı Tasarı’nın
görüşmelerine devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Biraz önce Sayın Kamer Genç
Bey’i kürsüye davet etmiştim, kısa bir açıklama yapmak üzere. Arkadaşlarımla
tekrar istişare ettik. Yani 69’uncu maddenin sadece sataşma gerekçesiyle değil,
açıklama gerekçesiyle de kullanıldığını arkadaşlarımız arasında görüştük.
İsterse kendisine yerinden, isterse buradan açıklama fırsatı vereceğim.
Buyurun.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın
Başkanım, bu daha başka bir usul şeyi. Bundan sonra her milletvekilinin bir
açıklama yapma isteğini kürsüden yaptırmak zorunda kalırsınız. Hayır, olmaz
Sayın Başkanım. Bakın, diyor ki: “Şahsına sataşılan veya ileri sürmüş olduğu
görüşten farklı bir görüş kendisine atfolunan
milletvekillerinin konuşma yapabilme hakkı vardır.” Dolayısıyla böyle bir olay
yokken kürsüden söz vermeniz doğru değil. Bundan sonra her milletvekili yapar.
Bu, Meclisin çalışma usullerine uygun değildir, o bakımdan usul tartışması
açın. Süre takdiri size aittir. İç Tüzük’e uymamız gerekiyor. Yerinden söz
verseydiniz diyecek bir şeyim yoktu.
BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen…
Sayın Vural, bir usul noktasındaki, Meclisin çalışması noktasındaki bir
hassasiyeti dile getiriyor. Arkadaşlarla görüştük. Buradaki husus yani Sayın Vural’ın söylemek
istediği husus “Başkan usul tartışması sırasında en fazla 4 kişiye veya daha az
kişiye, lehte ve aleyhte olmak üzere söz
verebilir, bu süreyi de kendisi takdir eder. Bu konuyu kullanmanız daha
uygundur çalışmalar açısından.” diyor.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ben de
zaten ona göre söz istedim.
BAŞKAN – Efendim…
KAMER GENÇ (Tunceli) - Ben 63’üncü maddeye göre söz istedim.
BAŞKAN – Ne için istediniz?
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Meclisin çalışma usullerine…
BAŞKAN – Bakın Sayın Genç,
biraz önce zaten konuyu görüşmeye başladık. Şu anda bu yaptığımız ilgili
önergeyi görüşüyoruz zaten o şeyin içerisinde.
Üç dakikalık süre vereceğim
dediğiniz usul noktasında Sayın Genç’e, isterseniz size de söz hakkı
verebilirim. Konuyu o şekilde bağlıyoruz.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Neyse,
üç dakika bir konuşayım, anlatayım.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın
Başkan, bu İç Tüzük. Lütfen İç Tüzük’ü delmeyelim. Üçer dakika söz verin,
isterseniz bir dakika verin ama İç Tüzük’e uymak esas olsun.
BAŞKAN – Sayın Vural, ben bir
şey demedim, zaten sizinle aynı şeyi konuşuyoruz, aynı ifadeyi kullanıyorum.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın
Başkan, usul tartışması mı açıyorsunuz?
BAŞKAN – Evet.
O konuyla ilgili olarak Sayın
Genç, üç dakikalık süre veriyorum, usul noktasındaki görüşünüzü alıyorum.
Buyurun efendim.
VIII.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER
1.- İki üniversite kurulmasıyla ilgili tasarıların görüşülmekte olan
487 sıra sayılı tasarıya ek madde olarak eklenmesinin İç Tüzük’e aykırı olup
olmadığı hususunda
KAMER GENÇ (Tunceli) – Şimdi,
değerli milletvekilleri, burası Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Türkiye Büyük
Millet Meclisinin çalışma usulü İç Tüzük’te belirtilmiştir. Söz vermenin
usulleri vardır. Birincisi, 60’ıncı maddeye göre, çok kısa bir sözü olan
milletvekiline yerinden söz verilebilir, bir de sataşmadan söz istenebilir, bir
de Başkanı çalışma usullerine davete göre söz verilebilir.
Şimdi, olay şu: İki tane
rapor, iki üniversiteyle ilgili rapor Millî Eğitim Komisyonundan geçmiş,
gelmiş, gündeme girmiş, bu sıra sayılarını almışlar. Yani bu Meclis kurulduğu
günden bugüne kadar… Sıra sayısı almış, gündemin 160 ve 168’inci sırasında bekliyor
bu üniversiteler.
Şimdi bunları, Meclisteki
milletvekillerinin konuşma hakkını ortadan kaldırmak için… Normal olarak bu
raporlar buraya geldiği zaman, bütün gruplar ayrı ayrı
tümü ve maddeleri üzerinde söz alacak, önerge verecek, konuşacak. Şimdi,
bunları ortadan kaldırmak için, iktidar partisi tutuyor, başka bir kanunu, bir
önergeyle, o altı maddelik bir kanunu tek bir madde hâline getiriyor. Bu,
tamamen Türkiye Büyük Millet Meclisini çalıştırılamaz hâle getirmektir.
O 168’inci ve 160’ıncı
sıradaki kanun tasarı ve tekliflerini gündemin 1’inci sırasına almanın usulleri
nedir? Danışma Kurulu kararıyla olur veyahut grup önerisiyle gelir. Burada
Genel Kurulun karar vermesine bağlı.
Şimdi, biz bu önergeyle böyle
şey edersek bundan sonra iktidar partisi ne yapacak? Bir kanun getirecek, oraya
komisyonu da oturtacak, bütün sıradaki kanunları -hiç Mecliste müzakere
imkânını ortadan kaldırmak suretiyle- buraya gelecek, bir maddeyle bunları
müzakere edecek. Bu, Meclisin çalışma usullerine de aykırıdır, İç Tüzük’e de
aykırıdır. Bana göre bununla ilgili bir Anayasa Mahkemesine gidilirse İç
Tüzük’e aykırı, İç Tüzük’ün değiştirilmesine ilişkin bir şeyden dolayı bu iptal
edilir.
Şimdi bunları çıkardık. Peki,
160’ıncı ve 168’inci maddesindeki bu raporlar ne olacak, nasıl olacak? O rapor
orada bekliyor. Sen onun müzakeresini... Bir önergeyle onu fiilen
kanunlaştırıyorsun. Bunlar olmaz arkadaşlar. Her şeyi usulüne göre yapmamız lazım
ve Sayın Başkanlık makamında oturan evvela Meclis Başkanının bu işleri dikkatle
gözetmesi lazım. Yani Meclisin İç Tüzük hükümlerine göre çalışmasını sağlamak
Meclis Başkanlık Divanının görevi. Burada milletvekilleri… Nitekim birinci
kanunda biz fark edemedik bunu. Ne olacak, yani böyle hep usulsüzlük mü
yapılacak? Onun için, bu önergeyi bence müzakere etmememiz lazım. Öteki
önergenin de -teklifte- tekriri müzakere suretiyle...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
KAMER GENÇ (Devamla) – Sayın
Başkan...
Kabul ettiğimiz öteki
üniversiteyle ilgili -İç Tüzük’te hüküm var- orada yapılan bir hata nedeniyle
onu da tekriri müzakere suretiyle bu tasarı metninden çıkarırsak, bana göre İç
Tüzük hükümlerine uygun hareket ederiz.
Ama çoğunluk bizde, biz
yaptık, oldu diyorsanız bence haksız. Yani İç Tüzük’ün açıkça ihlali anlamına
gelir ve iktidar partisinin bunu halletmesi lazım. Yoksa böyle, arkadaşlar,
kanun olmaz. Şimdi, yani demin de söylediğim gibi o zaman siz bir tane kanun
maddesini getirirsiniz, orada yirmi tane sırada bekleyen kanunları
getirirsiniz, ona monte edersiniz, bu iş biter. Böyle bir şey olmaz yani. Böyle
bir Meclis çalışma usulü olmaz.
Doğrusunu söylüyoruz ama doğrusunu
ister takdir edersiniz, etmezsiniz, o sizin bileceğiniz iş. Ama Sayın Başkan,
sizden rica ediyorum, bu Meclisi İç Tüzük’e ve Anayasa’ya göre çalıştıracak
makam Meclis Başkanlık Makamıdır. Burada açık hata var. Bence, bu önergeyi
işleme koymayalım. Öteki kabul edilen maddeyi de tekriri müzakere yoluyla
teklif metninden veya tasarı metninden çıkaralım.
Saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Genç.
Sayın Vural, buyurun efendim.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Ben
de lehte istiyorum efendim.
OKTAY VURAL (İzmir) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Gerçekten İç Tüzük önemli,
çünkü bizim buradaki konuşmalarımız, özellikle İç Tüzük’le bağlanan hususlar
bir milletvekilinin ve parti gruplarının haklarını oluşturur. Dolayısıyla, bu
kürsüye çıkmanın yolu yöntemi bellidir, hakları bellidir. Dolayısıyla “Ben
açıklama yapmak istiyorum.” diyen herkesin bu kürsüye çıkması Mecliste
gerçekten İç Tüzük’ün ihlali olur. O bakımdan, bu konuyu bir usul tartışmasıyla
sürdürmeniz bence yerinde olmuştur.
Sayın Başkanım, tabii yanlış
olan husus şu, aslında yapılması gereken şuydu: Geri alması gerekiyordu Hükûmetin, yani Hükûmetin
öncelikle bu tasarıları geri alması gerekiyordu. 75’inci maddeye göre, gündeme
alınmışlarsa geri alınmaları için Genel Kurulun karar vermesi gerekiyordu.
Gündemi olan bir konu artık Genel Kurulun gündemindedir ve bunların öne
alınması da ancak Danışma Kurulu kararı ve Meclisin kararıyla olur.
Dolayısıyla, öncelikle Hükûmetin hemen, ivedilikle
yazıyı yazması ve bu kanunları geri çekmesi gerekiyordu ki, Meclis Genel
Kurulunda o zaman bir önergeyle Genel Kurul ve milletvekillerinin bu konuda
talepleri, açıkçası sözleri olacaktır. Bunlar ihlal edilmiş olmazdı.
Bir diğer konu da Sayın
Başkanım, tabii, biliyorsunuz, komisyon üyelerinin aykırı konuşma yapması ancak
ve ancak raporda bir muhalefet şerhine bağlı. Şimdi, böyle olunca da, tabii
gerçekten Sayın Sağlam ve diğerleri diğer komisyon raporuna onay verdiler “Ben
bu raporun görüşülmesini istiyorum:” dediler. Şimdi Komisyon o raporun
görüşülmesini engelleyen bir adım attı. Şimdi, nasıl bunu yapacağız? Yani bir
komisyon üyesi o raporun hilafına bir adım atmış oldu. Dolayısıyla gerçekten bu
konuda öncelikli olarak yapılması gereken iş -ben bu konuda uyarıyorum Hükûmet olarak, bugün görüşülmeyecek bu- açıkçası bilemiyorum
bugüne kadarki görüşmeler ne olur ama Hükûmet
öncelikle bu tasarıları geri çekmelidir, Genel Kurulun oyuna sunmalıdır ve
ondan sonra bunlarla ilgili adımlar atılmalıdır.
Sayın Başkanım, biliyorsunuz,
özellikle Danışma Kurulu işlerin görüşme sırasını belirlediğine göre, bu
yöntemle Komisyonun görüştüğü raporları dolanmak söz konusu olabilir. Bu durum
da son derece… Mesela, bir komisyonun görev alanına giren bir konuyla ilgili
bir başka kanunda bir önergeyle geçirdi, “Salt çoğunlukla katılıyorum.”, o
komisyonun görüşü de burada ifade edilmemiş olur. Zannederim burada düğme
yanlış iliklendi, geri alınması gerekiyordu. Geri alınmadan bunların önergeyle
gündeme gelmesi doğru değil. Hükûmetin, gerçekten bu
tasarıların arkasında imzası olanların Parlamentoda ne görüşüldüğünü, hangi
önergeler verildiğini dikkate alması lazım.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
OKTAY VURAL (Devamla) –
Doğrusu, burada katılmadığım bir husus da Sayın Başkanım, şudur: Hükûmet orada duruyor, tasarısı gündemde, bir önergeyle o
tasarı ortadan kaldırılıyor, Hükûmet de “katılıyorum”
diyor. Yani şimdi neye katılıyorsunuz siz? İşte, açıkçası bu konularda bilmeden
parmak kaldırmak doğru değil. O bakımdan İç Tüzük gereğince, İç Tüzük uyarınca
gerçekten çok yanlış birtakım adımların atılmış olduğunu görüyoruz. Henüz
yürütme ve yürürlük görüşülmediğine göre bu konuda zannederim Başkanlığın
tezekkür edeceği bir tavır olabilir.
Ben, söz verdiğiniz için
teşekkür ederim.
Saygılarımı sunuyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Vural.
Sayın Anadol,
iki aleyhte oldu, şimdi size lehte söz vermem lazım.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Lehte…
BAŞKAN – Buyurun.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Sayın Başkan, söz verdiğiniz için teşekkür ederim.
Şimdi, niye lehte söz aldım
önce onu söyleyeyim: 69’a göre değil, usul tartışması açtığınız için yaptığınız
işlem doğrudur, destekliyorum. Eğer, usul tartışması açılmasaydı o zaman İç
Tüzük’e aykırı bir işlem yapmış olacaktınız, onun için yaptığınız bu doğru
işlem nedeniyle hem katılıyorum size hem teşekkür ediyorum.
Ancak, buradaki uygulamalar
emsali de yoksa ve o uygulamalar geçerli sayılırsa kelimenin tam anlamıyla,
sözcüğün tam anlamıyla kötü misal emsal hâline geliyor. Aradan üç sene geçiyor,
ona benzer bir olay meydana geldiğinde “Efendim üç sene evvelki uygulama
böyleydi.” denerek, kötü misal gösteriliyor ve yanlış uygulama doğru hâlde imiş
gibi ikinci kez uygulanıyor, üçüncü kez uygulanıyor ve bu uygulama, yanlış
uygulama Meclisin günlük işlerine, yasa çıkarma işlerine aykırı bir şekle
bürünüyor.
Şimdi arkadaşlar, bugün, şu
anda görüştüğümüz kanun tasarısı 487 sıra numarası almış. Kaç madde bu? Beş
madde. Şimdi, bunun içine bir önergeyle 461 sıra sayısı alan ve dört maddeden
ibaret olan, gündemde bekleyen bir teklifi alıp dört maddelik kanunu bir madde
hâlinde görüştüğümüz bir başka sıra sayısı alan bir teklifi bu tasarıya monte
ediyoruz. Böyle bir uygulama yok. Şimdiye kadar bir önergeyle sıra sayısı başka
olan bir teklif veya tasarıyı bir başka teklif veya tasarının içine monte etme
uygulamasını ben hatırlamıyorum arkadaşlar. Dolayısıyla,
yanlıştan dönmek lazım.
Ayrıca, saydığım kadarıyla
-orada da açıklık gerekiyor- önerge 87’nci maddeye aykırı, beş yüz kelimeden
fazla. Bir özeti var mı bilmiyorum -onu da soruyorum Divandan- eğer bir özet
yoksa önerge şekil bakımından da yanlış, geçersiz, beş yüz kelimeden fazla,
saydım.
Şimdi, acele işe şeytan
karışır derler, bu tür acele uygulamalarla üniversite kuruyoruz, üniversiteler
kuruyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
K. KEMAL ANADOL (Devamla) –
Ciddi iş yapıyoruz, bu yaptığımız ciddi işi sakatlamayalım.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Arkadaşlar, bir
arkadaşımızın daha söz talebi var, o söz talebinin bitimine kadar çalışma
süresinin uzatılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler..
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın Elitaş,
buyurun efendim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan, tutumunuzun lehinde söz aldım. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Aslında, yaptığımız işlem,
biraz önce verdiğimiz, 63’üncü maddeyle ilgili, Başkanlığın… “Görüşmeye yer
olmaması, Başkanı gündeme veya Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışma
usullerine uymaya davet, bir konuyu öne alma veya geriye bırakma gibi usule ait
konular diğer işlerden önce konuşulur.” Şu anda biz, 487 sıra sayılı Kanun
Tasarısı’nı yani 2809 sayılı YÖK Kanunu’nda değişiklik yapan tasarıyı
görüşüyoruz. Verilen ek madde önergeleri tamamıyla 2809 sayılı Kanun’la
ilişkili olduğundan dolayı, yeni bir gündem ihdas etme şeklinde ileri sürülen
savların yerinde olmadığını ifade etmek gerekir çünkü gündemin 160’ıncı
sırasında olan kanun tasarısı hâlen yerinde duruyor. Biraz önce konuşmacı
arkadaşımız ifade ederken “Hükûmet yetkilileri veya
iktidar partisi, gündemin sırasında olan herhangi bir kanunu komisyonun
çoğunluğunu buraya oturtarak istediği maddeleri ilave eder.” şeklindeki
ifadesi, tamamen bugüne kadar uygulanmış kurallara aykırıdır ve İç Tüzük’e de
aykırıdır...
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Öyle oldu.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) -
…çünkü bizim, Başkanlık Divanının ve grupların bu konudaki aldıkları mutabakat
İç Tüzük gereği. 87’nci maddede de zaten önergelerle ilgili durum açıkça ifade
edilmiş. 87’nci maddede ne diyor? Görüşülmekte olan konuyla alakası olmayan
önergeler alınmaz. Görüşülmekte olan konuyla, kanun tasarısıyla çok yakından
ilgili olduğunu… Hatta öyle bir şey ki, mesela 2809 sayılı
Kanun’un şu anda biz 5’inci maddesinde bir değişiklik yapmaya kalksak farklı
bir şekilde aynı Kanun’da özellik değiştirdiğinden dolayı bunu yapabiliriz ama
yükseköğretimin işleyişi ve usulüyle ilgili bir düzenlemeyi yapmaya kalktığımız
takdirde, Başkanlık Divanının ve İç Tüzük’ün emredici hükümlerine göre buraya
madde ihdas etmemiz, ilave etmemiz mümkün değil.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Yok, yok, öyle bir şey yok. Danışma Kurulu kararı yok, grup önerisi yok.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Bizim yaptığımız iş hem 87’nci maddedeki önerge usullerine uygun, 2809 sayılı
Kanun’la, verdiğimiz önerge tamamen usulüne uygun bir şekilde olmuştur.
Açıkçası bunu “İç Tüzük’e aykırı” diye ifade etmek, bu konuda da usul
tartışması açmak…
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – GDO
gibi bir şey oluyor, GDO.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) -
…usulün bilinmediğiyle ilgili bir konudur diye ifade ediyorum.
Sayın Başkanım, aslında usul
tartışması da… Çünkü 63’üncü madde açık; gündeme davet etmek.
Bizim gündemimiz 2809 sayılı Kanun. Kırmızı gündemdeki, sıralamadaki
neyse o, aynı şekilde devam ediyoruz. Buraya ek madde de ilave edebiliriz,
geçici madde de ilave edebiliriz, maddenin çıkarılması konusunda da önergeler
verebiliriz.
Bu konuda… Hepinize teşekkür
ediyorum, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Başkanlığın tutumu hakkında bir gelişme, değişme olmamıştır.
Çalışma süremiz dolmuştur.
Kanun tasarı ve teklifleri
ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için 15 Nisan 2010
Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşimi
kapatıyorum.
Kapanma Saati: 20.04