Normal 17612 2 1 2010-05-05T15:41:00Z 2010-05-05T15:41:00Z 1 46440 264708 TBMM 2205 621 310527 11.5606 Clean Clean 0 0 nk 0 nk 0 0 false false false 0 nk 0 nk MicrosoftInternetExplorer4

DÖNEM: 23                            CİLT: 66                    YASAMA YILI: 4

 

 

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

86’ncı Birleşim

14 Nisan 2010 Çarşamba

 

 

 

(Bu  Tutanak  Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- YOKLAMALAR

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI

1.- Kayseri Milletvekili Yaşar Karayel’in, Mimar Sinan’ın ölüm yıl dönümü ve Mimar Sinan Haftası’na ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Bursa Milletvekili Necati Özensoy’un, İznik’in kültür ve turizmdeki yerine ve sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun, Türk vatandaşlarına uygulanan vize ve Türkiye'nin diğer ülke vatandaşlarına uyguladığı vize konusuna ilişkin gündem dışı konuşması

 

V.- AÇIKLAMALAR

1.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Mimar Sinan’ın ölüm yıl dönümü ve Mimar Sinan Haftası’na ilişkin açıklaması

 

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek ve 24 milletvekilinin, işsizlerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/670)

2.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan ve 24 milletvekilinin, şeker fabrikalarının pancar alımında fire kesintisi yapması konusunun araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/671)

3.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse ve 24 milletvekilinin, yerel basın  ve  yayın kuruluşlarının sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin  belirlenmesi  amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/672)

4.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut ve 21 milletvekilinin, maden kazalarının nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/673)

 

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ

 

1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)

2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)

3.- Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/761) (S. Sayısı: 458)

4.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına  Dair  Kanun  Tasarısı  ve  Milli  Eğitim,  Kültür,  Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/808) (S. Sayısı: 487)

 

VIII.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER

1.- İki üniversite kurulmasıyla ilgili tasarıların görüşülmekte olan 487 sıra sayılı tasarıya ek madde olarak eklenmesinin İç Tüzük’e aykırı olup olmadığı hususunda

 

IX.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Erzurum’un Yapı Denetim Kanununa dahil edilmesine ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Mustafa Demir’in cevabı (7/13331)

2.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, sivil toplum kuruluşlarına bütçeden yapılan yardımlara,

- İstanbul  Milletvekili  Bihlun  Tamaylıgil’in,  kamudaki  engelli istihdamına,

İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf’ın cevabı (7/13335), (7/13336)

3.- Adana  Milletvekili  Hulusi  Güvel’in, sivil toplum kuruluşlarına bütçeden yapılan yardımlara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı (7/13379)

4.- İzmir Milletvekili Bülent Baratalı’nın, kamu sosyal harcamalarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf’ın cevabı (7/13458)

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.03’te açılarak dört oturum yaptı.

Siirt Milletvekili M. Yılmaz Helvacıoğlu, Mimar Sinan’ın ölümünün 422’nci yıl dönümü ve Mimar Sinan Haftası’na,

İzmir Milletvekili Şenol Bal, Kırgızistan Cumhuriyeti’nde meydana gelen son olaylar ve gelişmelere,

İzmir Milletvekili Selçuk Ayhan, İzmir Torbalı Pancar köyü halkının sözleşmeli kiracı olarak uzun süredir tarım yaptıkları arazilerin ellerinden alınmak istenmesine,

İlişkin gündem dışı birer konuşma yaptılar.

Diyarbakır Milletvekili Selahattin Demirtaş ve 19 milletvekilinin, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da artış gösteren kanser vakalarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/666),

Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve 21 milletvekilinin, kanser hastalığı konusunun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/667),

Ankara Milletvekili Tekin Bingöl ve 23 milletvekilinin, kanser hastalığı konusunun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/668),

Antalya Milletvekili Osman Kaptan ve 21 milletvekilinin, TOKİ’nin faaliyetlerinin araştırılması (10/669),

Amacıyla birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerini alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

Çin Halk Cumhuriyeti Ulusal Halk Kongresinin vaki davetine icabetle TBMM İçişleri Komisyonu üyelerinden oluşan bir Parlamento heyetinin Çin Halk Cumhuriyeti’ne resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi,

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında yer alan 496 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın bu kısmın 5’inci sırasına alınmasına ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; gündemin “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler” kısmında yer alan (10/348, 10/551) ve bugün okunarak Genel Kurulun bilgisine sunulan ve gelen kâğıtlar listesinde yayımlanan (10/666, 10/667, 10/668) esas numaralı Meclis araştırması önergelerinin birleştirilerek Genel Kurulun 13 Nisan 2010 Salı günkü birleşiminde görüşülmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi yapılan görüşmelerden sonra,

Kabul edildi.

Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat İline Bağlı Gökal Adlı İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi’nin (2/447) İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilmedi.

Gündemin “Sözlü Sorular” kısmının:

1’inci         sırasında   bulunan          (6/1038),  

10’uncu                                         (6/1082),

22’nci                                            (6/1125),

28’inci                                           (6/1144),

29’uncu                                         (6/1146),

293’üncü   sırasında   bulunan        (6/1659),

295’inci                                         (6/1662),

374’üncü                                       (6/1771),

385’inci                                         (6/1782),

419’uncu                                       (6/1821),

421’inci                                         (6/1823),

431’inci                                         (6/1834),

432’nci                                          (6/1835),

433’üncü                                       (6/1836),

458’inci                                         (6/1864),

560’ıncı                                         (6/1970),

Esas numaralı sözlü sorulara Devlet Bakanı Faruk Nafız Özak cevap verdi; soru sahiplerinden Tunceli Milletvekili Kamer Genç, Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir, Tokat Milletvekili Reşat Doğru, Niğde Milletvekili Mümin İnan, Kütahya Milletvekili Alim Işık, Karaman Milletvekili Hasan Çalış ve Giresun Milletvekili Murat Özkan da cevaplara karşı görüşlerini açıkladılar.

Gümüşhane Milletvekili Yahya Doğan, çok sayıda spor tesisinin yapılmış olduğunu görmekten mutluluk duyduğuna ve Gümüşhane ili Kelkit ilçesinin kapalı spor salonunun yapımının tamamlanacağının müjdesini almış olmaktan da çok mutlu olduğuna ilişkin bir açıklamada bulundu.

Birleştirilerek görüşülmesi kabul edilen, kanser hastalığının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergelerin (10/348, 10/551, 10/666, 10/667, 10/668) kabul edildiği açıklandı.

Kurulacak komisyonun:

16 üyeden teşekkül etmesi,

Çalışma süresinin, başkan, başkan vekili, sözcü ve kâtip üyenin seçimi tarihinden itibaren üç ay olması,

Gerektiğinde Ankara dışında da çalışması,

Kabul edildi.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:

1’inci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),

2’nci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/499) (S. Sayısı: 321),

3’üncü sırasında bulunan, Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun (1/761) (S. Sayısı: 458),

Görüşmeleri komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.

4’üncü sırasında bulunan ve görüşmelerine devam olunan, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu’nun (1/808) (S. Sayısı: 487) 1’inci maddesine bağlı ek madde 119 kabul edildi; 1’inci maddesine bağlı ek madde 120 üzerinde bir süre görüşüldü.

14 Nisan 2010 Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşime 20.02’de son verildi.

                                                                       

Nevzat PAKDİL

 

 

 

 

 

Başkan Vekili

 

 

Yaşar TÜZÜN

 

Gülşen ORHAN

 

Bilecik

 

Van

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

Harun TÜFEKCİ

 

Fatih METİN

 

Konya

 

Bolu

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

                                                                                                                               

                                                                                                                                  No.: 121

II.- GELEN KÂĞITLAR

14 Nisan 2010 Çarşamba

Tasarılar

1.- Milli Eğitim Temel Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı (1/844) (Plan ve Bütçe ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 2.4.2010)

2.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/845) (Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.4.2010)

Teklifler

1.- Ordu Milletvekili Rahmi Güner’in; Tarım Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/666) (Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 1.4.2010)

2.- İzmir Milletvekili Canan Arıtman’ın; 5993 Sayılı Belediye Kanununun 24. Maddesinin 2. Fıkrasına “İmar Komisyonu” İbaresinden Sonra Gelmek Üzere “Kadın-Erkek Eşitlik Komisyonu” İbaresinin Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (2/667) (Kadın Erkek Fırsat Eşitliği ile İçişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 2.4.2010)

3.- İzmir Milletvekili Canan Arıtman’ın; 5216 Sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun 15. Maddesinin 2. Fıkrasına “Ulaşım Komisyonu” İbaresinden Sonra Gelmek Üzere “Kadın-Erkek Eşitlik Komisyonu” İbaresinin Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (2/668) (Kadın Erkek Fırsat Eşitliği ile İçişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 2.4.2010)

Tezkereler

1.- Diyarbakır Milletvekili Gültan Kışanak’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1172) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.4.2010)

2.- Diyarbakır Milletvekili Gültan Kışanak’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1173) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.4.2010)

Rapor

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanı İstanbul Milletvekili Recep Tayyip Erdoğan ve 264 Milletvekilinin; 7/11/1982 Tarihli ve 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/656) (S. Sayısı: 497) (Dağıtma tarihi: 14.4.2010) (GÜNDEME)    

Sözlü Soru Önergeleri

1.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun, futbol kulüplerinin sigorta prim borçlarına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından sözlü soru önergesi (6/1981) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

2.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun, futbol kulüplerinin vergi borçlarına ilişkin Maliye Bakanından sözlü soru önergesi (6/1982) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

3.- İzmir Milletvekili Kamil Erdal Sipahi’nin, ailelerinden ayrılan bazı çocuklara ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1983) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

4.- Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir’in, havaalanında turistlerden alınan bir ücrete ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından sözlü soru önergesi (6/1984) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

5.- Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir’in, Gaziantep’teki kaçakçılık olaylarına ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1985) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

6.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Zile OSB’de yapılan yatırımlara ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından sözlü soru önergesi (6/1986) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

7.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Zile-Pazar karayoluna ilişkin Ulaştırma Bakanından sözlü soru önergesi (6/1987) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

8.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Zile-Çekerek karayoluna ilişkin Ulaştırma Bakanından sözlü soru önergesi (6/1988) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

9.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, tasarruf sahiplerini mağdur eden bir holdinge ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1989) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

10.-  Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Pazar ilçesine Sosyal Güvenlik Merkezi kurulmasına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından sözlü soru önergesi (6/1990) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

11.-  Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, HES projelerine ilişkin Çevre ve Orman Bakanından sözlü soru önergesi (6/1991) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

12.-  Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’taki TOKİ konutlarına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1992) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

13.-  Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’taki baz istasyonlarının sağlığa etkilerine ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/1993) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

14.-  Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’a ambulans helikopter alımına ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/1994) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

15.-  Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Zile Devlet Hastanesi binasına ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/1995) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

16.-  Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, araçlara kesilen para cezalarına ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1996) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

17.-  Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’taki baz istasyonlarına ilişkin Ulaştırma Bakanından sözlü soru önergesi (6/1997) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

18.-  Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’taki korunmaya muhtaç çocuklara ilişkin Devlet Bakanından (Selma Aliye Kavaf) sözlü soru önergesi (6/1998) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

19.-  Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’taki belediyelerin İller Bankasına olan borçlarına ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1999) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

20.-  Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’taki hava kirliliğine ilişkin Çevre ve Orman Bakanından sözlü soru önergesi (6/2000) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

21.-  Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, dershanelere ilişkin Milli Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/2001) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

22.-  Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, kapatılan okullara ilişkin Milli Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/2002) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

23.-  Bitlis Milletvekili Mehmet Nezir Karabaş’ın, Tatvan Devlet Hastanesinden kaçırılan bebeğe ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/2003) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/04/2010)

Yazılı Soru Önergeleri

1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen’in, Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf’ın eşcinsellerle ilgili açıklamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13693) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

2.- İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen’in, yurtlardan kaçan çocuklara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13694) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

3.- İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen’in, Aydın ziyaretinde yaşanan bir olaya ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13695) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

4.- İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen’in, İstanbul’daki sel afetine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13696) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

5.- İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen’in, domuz gribi aşısı ile ilgili açıklamalara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13697) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

6.- Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, TEKEL işçilerinin eyleminin engellenmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13698) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

7.- Giresun Milletvekili Murat Özkan’ın, Taşıt Kanununa aykırı araç alımı ve kullanımına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13699) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

8.- Bursa Milletvekili Necati Özensoy’un, Yalova’da kurulacak termik santrale ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13700) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

9.- Manisa Milletvekili Ahmet Orhan’ın, Manisa’daki afet mağduru çiftçilerin sorunlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13701) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

10.-  Adana Milletvekili Yılmaz Tankut’un, belediyelerdeki yolsuzluk iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13702) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

11.-  Adana Milletvekili Yılmaz Tankut’un, Deniz Feneri Derneğine bankalar üzerinden bağış yapılmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13703) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

12.-  Adana Milletvekili Yılmaz Tankut’un, Türkmen adının derneklerde kullanılmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13704) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

13.-  Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’ta İşsizlik Sigortası Fonundan yapılan ödemelere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13705) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

14.-  İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’in, eşcinsellere yönelik şiddet olaylarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13706) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/04/2010)

15.-  Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır’ın, tutuklu bazı kişilere ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/13707) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

16.-  Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır’ın, bir kamu görevlisinin mahkumiyetine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/13708) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

17.-  Antalya Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, ceza ve tutukevlerindeki doluluk durumuna ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/13709) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

18.-  Iğdır Milletvekili Pervin Buldan’ın, Erzurum H Tipi Cezaevinde yapıldığı iddia edilen bazı uygulamalara ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/13710) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/04/2010)

19.-  Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, isteğe bağlı sigortalıların prim borçlarına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/13711) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

20.-  Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Sulusaray ilçesine Sosyal Güvenlik Merkezi kurulmasına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/13712) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

21.-  Afyonkarahisar Milletvekili Abdülkadir Akcan’ın, Afyonkarahisar’a yapılan fidan tahsisine ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/13713) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

22.-  Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’taki sulama kanallarının üzerinin kapatılmasına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/13714) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

23.-  Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Erbaa’daki kanalların temizletilmesine ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/13715) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

24.-  İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen’in, çocuk ve yaşlı bakımevlerinin denetimine ilişkin Devlet Bakanından (Selma Aliye Kavaf) yazılı soru önergesi (7/13716) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

25.-  Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, İŞKUR’un Tokat’taki özürlü istihdamına ilişkin Devlet Bakanından (Selma Aliye Kavaf) yazılı soru önergesi (7/13717) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

26.-  İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen’in, Ankara’daki toplu taşıma hizmetlerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/13718) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

27.-  Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’ta içme suyu ve kanalizasyon bulunmayan yerleşim birimlerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/13719) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

28.-  Van  Milletvekili  Fatma Kurtulan’ın, bir köyün köprü ihtiyacına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/13720) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/04/2010)

29.-  Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, kadına yönelik bir şiddet olayına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/13721) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/04/2010)

30.-  Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır’ın, ölü bulunan bir gazete çalışanına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/13722) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/04/2010)

31.-  Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, LYS’nin yalnızca il merkezlerinde yapılmasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13723) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

32.-  Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Bingöl’de okulların depreme karşı güçlendirilmesine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13724) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

33.-  Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Kütahya’da okulların depreme karşı güçlendirilmesine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13725) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

34.-  Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Bolu’da 1999 depremleri sonrasında okulların durumuna ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13726) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

35.-  Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Sakarya’da 1999 depremlerinden sonra okulların durumuna ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13727) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

36.-  Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Yalova’da 1999 depremlerinden sonra okulların durumuna ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13728) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

37.-  Mardin  Milletvekili  Emine  Ayna’nın, Kızıltepe ilçesindeki öğrenciler için belirlenen sınav merkezlerine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13729) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

38.-  Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir’in, bir beldedeki ortaöğretim kurumu ihtiyacına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13730) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

39.-  Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, kadın yönetici sayısının artırılmasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13731) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

40.-  Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, ABD’deki bir toplantıya katılan bürokratlara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13732) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

41.-  Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, Dünya Liseler Badminton şampiyonasına katılan bürokratlara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13733) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

42.-  Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, Bakanlıkça yapılan atamalara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13734) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

43.-  Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, bazı sınavlarda soru sızdırıldığı iddialarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13735) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

44.-  Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, istisnai memuriyet kadrolarına yapılan atamalara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13736) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

45.-  Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, okullara alınan yazarlık yazılımına ve köy okullarında internet erişimine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13737) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

46.-  Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, Devlet Memurları Kanununun 76. maddesine göre yapılan atamalara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13738) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

47.-  Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, emekli olduktan sonra göreve başlatılan bir öğretmen olup olmadığına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13739) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

48.-  Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, usulsüz öğretmen ataması olup olmadığına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13740) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

49.-  Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, ücretli öğretmen uygulamasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13741) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

50.-  Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, vekaleten yürütülen müdürlüklere ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13742) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

51.-  Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, bir planlama çalışması için ödeme yapılıp yapılmadığına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13743) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

52.-  Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Zile’ye üniversite kurulmasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13744) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

53.-  Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’taki okullarda uyuşturucuyla ilgili bilgilendirme çalışmalarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13745) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

54.-  Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’taki okulların elektrik borcuna ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13746) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

55.-  Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, eğitimdeki fırsat eşitliğine ve bazı uygulamalara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13747) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/04/2010)

56.-  Muğla Milletvekili Ali Arslan’ın, Diyarbakır Göğüs Hastalıkları Hastanesinin kapatılmasına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/13748) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

57.-  Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır’ın, hastanelerde enfeksiyon kaynaklı bebek ölümlerine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/13749) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

58.-  Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı’nın, Konya’daki aile hekimliği uygulamasına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/13750) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

59.-  Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, Ayvalık ilçesindeki intihar olaylarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/13751) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

60.-  Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’taki sağlık ocaklarındaki personel eksikliğine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/13752) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

61.-  Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’taki bazı sağlık verilerine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/13753) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

62.-  Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, bazı meraların canlandırılmasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/13754) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

63.-  Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir’in, Gaziantep’teki destekleme ödemelerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/13755) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

64.-  İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, Diyanet İşleri Başkanlığının GSM şirketleri ile yaptığı sözleşmeye ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Çelik) yazılı soru önergesi (7/13756) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

65.-  Trabzon Milletvekili Süleyman Latif Yunusoğlu’nun, dahilde işleme rejimi kapsamında getirilen çaylara ilişkin Devlet Bakanından (Hayati Yazıcı) yazılı soru önergesi (7/13757) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

66.-  Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, TMSF’nin bir medya grubunu satış ihalesine ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/13758) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

67.-  Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, karayolu taşımacılığı yapan esnafın vergi ve prim borçlarına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/13759) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

68.-  İstanbul Milletvekili Durmuşali Torlak’ın, kamu kurum ve kuruluşlarının deniz araç ihalelerine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/13760) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

69.-  Adana Milletvekili Yılmaz Tankut’un, halk ozanlarının desteklenmesine ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/13761) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

70.-  Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’ta ruhsat verilen taş ve kum ocaklarına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/13762) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/04/2010)

71.-  İstanbul Milletvekili Hasan Macit’in, ihracattaki vergi iadesi uygulamasına ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Zafer Çağlayan) yazılı soru önergesi (7/13763) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/04/2010)

Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek ve 24 Milletvekilinin, işsizlerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/670) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.02.2010)

2.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan ve 24 Milletvekilinin, Şeker fabrikalarının pancar alımında fire kesintisi yapması konusunun araştırılması amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/671) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.02.2010)

3.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse ve 24 Milletvekilinin, yerel basın ve yayın kuruluşlarının sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/672) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.02.2010)

4.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut ve 21 Milletvekilinin, maden kazalarının nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/673) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.02.2010)

 

14 Nisan 2010 Çarşamba

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 13.03

BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu),Yaşar TÜZÜN (Bilecik)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 86’ncı Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, Mimar Sinan Haftası münasebetiyle söz isteyen Kayseri Milletvekili Yaşar Karayel’e aittir.

Sayın Karayel, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI

1.- Kayseri Milletvekili Yaşar Karayel’in, Mimar Sinan’ın ölüm yıl dönümü ve Mimar Sinan Haftası’na ilişkin gündem dışı konuşması

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; ülkemizin gurur kaynaklarından birisi olan büyük Mimar Sinan’ın ölüm yıl dönümü münasebetiyle söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım.

Saygıdeğer milletvekilleri, bir ülkenin gerçek tapuları o ülkedeki medeniyet yapılarının mevcuduyla… Bu ülkedeki eserlerin hepsinin yapımında büyük katkıları olan Mimar Sinan’ın eserleri, bu ülkenin gerçek tapuları hâlinde nesilden nesile aktarılarak bugünlere kadar ulaşmıştır. Dört yüz yirmi iki yıl sonra bile bu ülkenin insanları ve dünyadaki Müslümanlar tarafından hayırla yâd edilen bir insan gerçekten başka bir ülkede herhâlde olmasa gerektir. Ben de rahmetli Mimar Sinan’ı onun ahvadı olarak minnet ve şükranla milletim adına selamlıyorum.

Kendisi şu anda, bu kadar büyük yapıları yapmış olmasına rağmen, Süleymaniye’de çok küçük bir türbede mütevazı olarak İstanbul’u selamlamaktadır.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri… Lütfen, arkadaşlar… Bir tarih büyüğümüzü anıyoruz, lütfen sakin olalım.

Buyurun.

YAŞAR KARAYEL (Devamla) – Mimar Sinan, Kayseri sancağının Ağırnas köyünde doğmuştur. Yeniçeri olarak Osmanlı İmparatorluğu’nda eğitilmiş, “dülger” sıfatıyla ustalarından büyük şeyler öğrenmiştir. Kendisi bu çalışmalarını “Ustamın hizmetinde tıpkı bir pergelin sabit ayağı gibi kararlı bir biçimde çalıştım, merkezi ve çevreyi gözledim. Sonra da yine pergelin gezen ayağı gibi başka diyarları gezmeye özendim. Bir zaman padişah hizmetinde Arap ve Acem diyarlarında gezip dolaşarak her yüksek eyvandan bir köşe, her viran tekkeden bir kırıntı belleyip yine İstanbul’a geri döndüm…”

Kanuni Sultan Süleyman döneminde yeniçeri olarak Belgrad, Rodos, Mohaç, Viyana, Almanya, İran ve Bağdat seferlerine katılır. Buralarda gördüklerini yapısal olarak ülkesine gelince uygular. Özellikle Van Gölü’nün geçişinde yapmış olduğu kadırgalarla çok büyük üne kavuşur. Ülkenin mamur olmasında çok büyük katkılar sağlar. Özellikle Moldova seferi sırasında nehir üzerine yapmış olduğu köprülerle kendisi çok büyük bir üne kavuşur ve “mimarbaşı” sıfatını alır.

Katıldığı seferlerde gördüğü doğu ve batıdaki çeşitli kültür eserleri, karşılaştığı acele çözüm bekleyen sorunlar, askerlikte edindiği disiplin, denetim ve örgütlenme bilgisiyle birlikte Mimar Sinan’a büyük öngörüler kazandırır, yeteneklerini geliştirir, tasarımlarını kuvvetlendirir. Elli yıla varan başmimarlık görevi sırasında Osmanlı Devleti’nde yaptığı mimarlık görevi boyunca da yapılarında gerçekleştirdiği deneyler, getirdiği yenilikler Osmanlı mimarisinin zirveye taşınmasında büyük katkılar sağlamıştır.

Anadolu ve Akdeniz kültürüne sahip çıkan bir Osmanlı-Türk-İslam mimarlık bileşimi ortaya çıkaran Mimar Sinan, birçoğu İstanbul’da olmak üzere cami, mescit, medrese, okul, darülkurra, türbe, imaret, darüşşifa, su yolları kemerleri, köprüler, kervansaraylar, köşk ve saray, ambar ve mahzen, hamam ve kaydı olmayan nice yapılarla birlikte 477 tane eseri dünya mirasına kazandırmıştır.

Sinan’ın hayatını incelediğimizde, yaptıklarıyla hiçbir zaman yetinmeyip, bıkıp usanmadan düşünen, araştıran ve yenilikleri ortaya koyan büyük bir bilim adamı olarak kendisini görmekteyiz. Osmanlı döneminde, daha rasyonel, ölçülü olan, gerçekçiliği yansıtan Osmanlı dinî yapıları Mimar Sinan’la yeniden şekil almış, yenilikler kazandırılarak Osmanlı Türk mimarisi olarak dünyaya damgasını vurmuştur. Özellikle İstanbul’un su sorununu çözmek için yapmış olduğu su kemerleri, bentler, tünellerle, su yollarının kemerleriyle birlikte, dağıtma yapılarıyla, uzunluğu 50 kilometreye varan “Kırk Çeşmeler” denilen tesisleri İstanbul’a kazandırarak İstanbul’un su sorunlarını çözmüştür.

Sinan, Osmanlı İmparatorluğu’nda en önemli mekân olan camilerin tasarımına da yenilikler katmıştır. Mimarbaşılığa getirildikten sonraki ilk yapısı Haseki Sultan Külliyesi’dir. Sinan, araştırmalarına devam ettikçe yenilikleri de kavramış olur. Sekizgen tabana oturan kubbesiyle Rüstem Paşa Camisi bunun en büyük örneklerinden birisidir. Bu camide kazanmış olduğu deneyimleri daha sonra İstanbul’da çeşitli yerlerde kullanmıştır. “Kalfalığımı İstanbul’daki Şehzade Camisi’nde, ustalığımı da Süleymaniye Camisi’nde tamamlandım fakat bütün gücümü ve ustalığımı Edirne’deki Selimiye Camisi’nde tamamladım.” diyen Sinan, seksen yaşında yaptığı bu eseriyle dünya mirasına gerçekten büyük katkı sağlamıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun.

YAŞAR KARAYEL (Devamla) – Tüm eserlerini âdeta bir mimarlık yarışmasına katılırcasına hazırlamış, yeniliklerle dolu nice eserleri bugünlere getirmiştir. İstanbul’a sağlamış olduğu özgün yapı örnekleriyle kent neredeyse açık hava müzesi hâline dönüştürülmüştür. Arif Nihat Asya’nın deyimiyle “Erciyes’i Süleymaniye diye İstanbul’a yeniden kondurmuştur.” Sinan, dışa açık, analizci, gördüklerinden doğru dersler çıkaran, ilhamlar alan, onları kendi görüşleri doğrultusunda senteze ulaştıran büyük bir dehadır ve mimardır. Ömrünün sonuna kadar araştıran, deneyen, topoğrafya, kompozisyon ve mekân, kütle ve depremsellik sorunlarına yeni çözümler üreten Mimar Sinan, bugüne kadar ününün gelmesinde büyük katkıları da kendiliğinden sağlamıştır.

Kayseri’de birçok eseri vardır. Bunlardan en önemlisi: Osman Paşa Camisi, Hacı Ahmet Camisi, Kurşunlu Camisi olarak da bilinir. Bu camilerle birlikte Hüseyin Bey Hamamı da Kayseri’ye kazandırdığı önemli mimarlık yapılarından biridir.

Bu vesileyle Mimar Sinan’ı, gerçekten ona layık nesiller olarak, buradan bir daha tüm milletimiz adına şükranla, minnetle ve rahmetle anıyor, kendisine Cenabıhak’tan rahmet diliyor, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Karayel.

Sayın Şandır, buyurun efendim.

V.- AÇIKLAMALAR

1.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Mimar Sinan’ın ölüm yıl dönümü ve Mimar Sinan Haftası’na ilişkin açıklaması

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak biz de Mimar Sinan’ı rahmetle anıyoruz, ona şükranlarımızı sunuyoruz.

Gerçekten, Mimar Sinan, Türk tarihinde, Türk medeniyetinde yeri zor doldurulacak bir değerdir, bir kıymettir, bu milletin değeridir. Mimar Sinan, ait olduğu devletin ihtişamını eserlerine yansıtan ve medeniyetimize özgü bir tarz yaratan çok değerli bir mimardır. Bugün taklidi bile mümkün olmayan eserler ortaya koymuştur.

Özellikle Süleymaniye Camisi’nin tanımında, yine rahmetle anacağımız bir Değerli Mimar Vedat Dalokay’ın ifadesiyle söylüyorum: “Mimar Sinan, muhteşem Kanuni Sultan Süleyman’ın görkemini Süleymaniye Tepesi’nde Süleymaniye Camisi ile oturtmuştur, bağdaş kurup oturtmuştur ve Osmanlının görkemini tüm dünyaya kıyamete kadar sunmuştur.” diye bir tanım getirmiştir.

Gerçekten Mimar Sinan’ı unutmamamız gerekiyor, unutturmamamız gerekiyor. Biz de Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak, camiası olarak Mimar Sinan’a şükranlarımızı sunuyor, ona yüce Allah’tan rahmetler diliyoruz efendim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şandır.

Saygıdeğer milletvekili  arkadaşlarım, Türk milletinin gurur abidelerinden birisi olan -konuş-macıların da belirttiği gibi- ihtişamlı tarihimizde önemli bir yeri olan ve dünya mimarisine büyük katkılarda bulunan Mimar Sinan’ı rahmetle, minnetle, şükranla anıyoruz. Mekânı cennet olsun.

Gündem dışı ikinci söz, kültür ve turizm ilçesi İznik’in sorunları hakkında söz isteyen Bursa Milletvekili Necati Özensoy’a aittir.

Sayın Özensoy, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR (Devam)

A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI (Devam)

2.- Bursa Milletvekili Necati Özensoy’un, İznik’in kültür ve turizmdeki yerine ve sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Kültür, tarih ve turizm kenti olan İznik, milattan önce 316 yılında kurulmuş, dört tarafı 4.970 metre uzunluğunda, tamamen surlarla çevrili tarihî bir kenttir. Anadolu Selçuklu Devleti’nin ilk başkenti olan İznik, Osmanlı Döneminde ilk medreselerin kurulduğu şehir olup 15’inci yüzyıl sonu ile 17’nci yüzyıl arasında dünyaca bilinen ender sanat eserlerinden İznik çinilerinin üretim merkezi olmuştur. Bithynia krallıklarına sığınaklık, Roma imparatorluklarına satraplık, Bizans İmparatorluğu’na başkentlik, Selçuklu ve Osmanlı Türklerine yönetim merkezliği yapan İznik Hristiyan âlemi açısından da ayrı bir önem taşımaktadır. Zira, ilk ekümeniklik konsül toplantısı 325 tarihinde burada yapılmış ve Hristiyanlık dinine hayat veren, “İznik Yasaları” adıyla bilinen 20 maddelik karar burada alınmıştır. Bu bakımdan, farklı birçok medeniyetin izlerini günümüze kadar taşıyan, buram buram tarih kokan ilçemizin turizm açısından taşıdığı önem kelimelerle ifade edilemeyecek kadar büyüktür. Keza, başta Süleyman Paşa Medresesi olmak üzere, Osmanlı ilk eserlerini İznik’te vermiştir.

Ne yazık ki böylesine eşsiz tarihî ve kültürel zenginliğe sahip ilçemiz bugüne kadar gereken ilgiyi görememiştir. Sanayileşme şansı olmayan İznik’in hak ettiği yere gelebilmesi için tek çıkar yol, turizmde gerekli olan patlamayı yapması ve bu sektörde hak ettiği yere gelmesidir. Bunun için de İznik’in behemehâl turizmde öncelikli bölge kapsamına alınması, Kültür ve Turizm Bakanlığının önderliğinde İznik’in tanıtımına ağırlık verilmesi, ilçemize turizm tesisleri ve spor kompleksleri yapmaları ve yeni istihdam alanları yaratmaları için turizm yatırımcılarının teşvik edilmesi sağlanmalıdır.

İznik ilçe merkezinde en önemli kültür varlıklarından biri de, 4 ana kapısı, 12 tali kapısı, 114 kulesiyle yer alan, 10-12 metre yüksekliğinde, 4.970 metre uzunluğunda antik şehir surlarıdır. Bu surlar, Roma İmparatoru Hadrian döneminde yapılmış İstanbul Kapı ve Lefke Kapı, Roma İmparatoru Claudius II. döneminde yapılmış Yenişehir Kapı’dır. Bu mevcut surlara Bizans Döneminde de ön surlar ilave edilmiştir. Yurdumuzda Diyarbakır ve İstanbul surlarından sonra üçüncü uzunluktadır. Gerek mimarisi gerekse sur kapılarının üzerindeki kitabeleri, sur bedenindeki çeşitli kabartma ve devşirme malzemeleriyle son derece nadir tarihî ve kültürel bir belgedir.

Yine Sultan I. Murat’ın annesi Nilüfer Hatun’un anısına 1388 yılında inşa ettirilen İznik Müzesi, yoksullar için her gün yemek dağıtılan  bir hayır kurumuydu. Bu müzede çok nadide eserler, Osmanlıdan ve diğer medeniyetlerin yaşadığı dönemlerden binlerce nadide eser sergilenmektedir. Ancak binanın tekrar restore edilmesi ve teşhir vitrinlerinin modernleşmesi hususunda İznik Müze Müdürlüğünce, müfettişçe hazırlanmış rapor ile birlikte ilgili Bakanlığa müracaat edilmiş ancak bir sonuç elde edilememiştir. İznik Müzesi’nde bulunan depolarda etütlük ve envanterlik eserler bulunmaktadır. Özellikle İznik çini fırınları kazısı sonucunda bulunan kalıntılar bu depolara konulmaktadır ancak söz konusu depoların yoğun nem almaları eserler açısından sağlıksız bir ortam yaratmaktadır. İznik Müze Müdürlüğünce soruna çözüm bulmak amacıyla ek hizmet binası ve depoların kaldırılarak yerine depo, hizmet ve teşhir içeren yeni yapılaşma çalışmaları için birçok kez müracaat edildiği bilinmektedir.

Sonuç olarak, müze teşhir binası olarak kullanılan imarethanenin restore edilmesi ve teşhir vitrinlerinin modern hâle getirilmesi gerekmektedir. Ayrıca müze etrafında bulunan harabenin ortadan kaldırılması, bu alana ilçemize yakışacak bir şekilde depo ve hizmet içeren yeni yapılaşma çalışmalarına başlanması, tarihî eserlerin yerli ve yabancı turistlere sergilenmesi sağlanmalıdır.

Yine, tarihî antik tiyatroyla ilgili yapılan çalışmalar maalesef Bakanlık tarafından da izin verilmediğinden yapılamamaktadır. Bu konuda da bir an önce gerekli izinlerin verilmesi ve çalışmalara devam edilmesi gerekmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Özensoy.

NECATİ ÖZENSOY (Devamla) – Ben buradan Sayın Kültür ve Turizm Bakanına seslenmek istiyorum. Bugün bu yapılan gündem dışı konuşmaya cevap veyahut katkı sağlaması gerekirdi ama herhâlde yoğun çalışmalarından dolayı kendisi burada yok. Yarın Turizm Yılı’nın açılışıyla ilgili kendisi Bursa’da olacak. Dolayısıyla Bursa’dan İznik’e geçmesini ve İznik’te bu bahsettiğimiz konuları yerinde görerek, Bursa turizminin önünün açılması için özellikle İznik’e çok daha fazla önem verilmesi gerektiğini yerinde incelemesini ben hassaten istirham ediyorum.

Bursa Valisine de hem teşekkür hem de sitemde bulunmak istiyorum. Katkılar noktasında, Valilik imkânları noktasında elinden gelen katkıları yapmayı çalışıyor. Ancak Bursa turizm çalıştayında çıkan raporda bu İznik ilçemize gerekli yer ayrılmadığı, gerekli önem verilmediği görülmüştür. Bu konuda da biraz daha özellikle İznik’le ilgili önem ve hassasiyetlerini rica ediyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun efendim.

NECATİ ÖZENSOY (Devamla) – Bitiriyorum.

Ben Belediye Başkanımıza da bu tanıtım ve çalışmalarında da başarılar diliyorum. Bursa’daki alışveriş merkezlerinde ve İstanbul’da ciddi anlamda çalışmalar başlattı Sayın Belediye Başkanı. Ben de bu çalışmalarında başarılar dileyerek, bütün İzniklilere de selamlarımı sunuyor ve yüce heyeti saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özensoy.

Gündem dışı üçüncü söz, Türkiye’den vize isteyen ve Türkiye'nin vize istediği ülkeler hakkında söz isteyen Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’na aittir.

Sayın Aslanoğlu, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

3.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun, Türk vatandaşlarına uygulanan vize ve Türkiye'nin diğer ülke vatandaşlarına uyguladığı vize konusuna ilişkin gündem dışı konuşması

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinize saygılar sunuyorum.

Değerli arkadaşlar, Türk vatandaşlarına uygulanan vize, bir de bizim diğer ülke vatandaşlarına uyguladığımız vize konusunda bilgi sunmak istiyorum.

Öncelikle bizim yani Türkiye’nin diğer ülke vatandaşlarına uyguladığı vize konusunda mutlaka bir değişiklik yapmamız lazım arkadaşlar. Örneğin, Uzak Doğu’dan, Orta Doğu’dan transit amaçlı gelip Avrupa’ya giden bir sürü insan -schengen vizeleri var- Türkiye vizesi olmadığı için İstanbul’da kalamıyorlar. Bu nedenle Dışişleri Bakanlığının, eğer yabancı bir ülkenin vatandaşının schengen vizesi varsa, Amerika ve İngiltere vizeleri varsa, bu insanların Türkiye vizesi olmasa dahi İstanbul’da kalmalarına ve İstanbul’da havaalanında değil havaalanının dışına çıkmalarına müsaade edilmesi lazım. Bu, özellikle Hindistan’dan gelip Avrupa’ya giden turistler için çok önemli bir problem. Türkiye, Hindistan vatandaşlarına vize uyguladığı için yani Uzak Doğu’dan gelen Hintliler gelip İstanbul’da sadece havaalanında bekleyip Avrupa’ya buradan gitmektedir. Ama eğer bir Hint vatandaşının schengen vizesi varsa, bu Hintliden schengen vizesi olduğu için Türkiye vizesi aramaz isek, bu insanlar İstanbul’a girip İstanbul’da alışveriş dahi yapabiliyorlar. Bu nedenle, özellikle Türkiye’nin vize uyguladığı ülkeleri bir kez daha gözden geçirip, özellikle schengen vizesi veya İngiltere vizesi taşıyan o ülke vatandaşlarına Türkiye’ye de giriş izni verilmesi lazım, illa Türkiye vizesi aranmaması lazım. Eğer biz turizmden, eğer biz gerek sağlık gerek turistik gerek eğitim gerekse spor organizasyonlarından bir pay alacaksak mutlaka bu vize mantığımızı değiştirmemiz lazım. Aksi hâlde, o ülkelere biz vize uyguladığımız için, o ülke vatandaşları schengen vizesi olmasına karşın Türkiye’ye giremiyorlar. Bu, Türkiye için önemli bir sorundur. Özellikle turizm sektöründeki herkes bu soruna dikkatimizi çekiyor ve herkes, özellikle transit değil, schengen vizesi olanın Türkiye’ye giriş yapmasına olanak sağlayan bir kararın mutlaka alınmasını istiyor. Bu nedenle, ben, burada gerek Dışişleri Bakanlığına gerekse Turizm Bakanlığına iletiyorum, bu konunun açıklığa kavuşturulması lazım ve sonuçta, eğer bir Hint vatandaşının veya bir başka ülke vatandaşının schengen vizesi varsa Türkiye herhâlde o ülkeler… Türkiye'nin istediği vize o ülkelerin içerdiği vizeden farklı bir vize işlemi değildir. Bu nedenle schengen vizesi taşıyan yabancı ülke vatandaşlarına Türkiye’ye giriş olanağı tanıyan bir değişikliğin öncelikle yapılması lazım.

Değerli arkadaşlarım, ikinci bacak ise, Türk insanına uygulanan, Türk vatandaşına uygulanan vize konusudur. Bu resimde görüyorsunuz, maviler bizden vize istemeyen ülkeler ama baktığımız zaman, bunlar, örneğin bu bol mavi gördüğünüz yer Güney Amerika, yani Arjantin, Peru, Brezilya ama baktığınız zaman, Türkiye’yle ilişkisi olan Avrupa Birliği ülkelerinden ve Avrupa’daki ülkelerden sadece Hırvatistan ve Kosova bizden vize istemiyor ve onun dışında tüm Avrupa vize istiyor bizden. Fas, Libya, Suriye, İran, Kazakistan, bir de aşağıdaki mavi Güney Afrika.

Değerli arkadaşlarım, tabii, özellikle Avrupa Birliği açısından, schengen vizesi açısından konuyu biraz irdelemek istiyorum. Eğer gümrük birliği test edildiyse, gümrük birliğinde siz malları geçiriyorsunuz, insanı geçirmiyorsunuz. Bir kere bu, kabul edilemez. Gümrük birliğine girişte, özellikle gümrük birliği kapsamında, özellikle ticari olarak mal üreten, ihraç eden insanlar dahi Avrupa’ya girmekte zorlanıyorlar ve bizden  neler istiyorlar, arkadaşlar, biliyor musunuz? Banka cüzdanının fotokopisi değil, aslı olacak ha! Daha neler neler istiyorlar.

Değerli arkadaşlarım, tabii, seyahat özgürlüğü her şeyin üstündedir, ama özgürlüğü zoraki kısıtlamak insanlık dışı bir olaydır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Aslanoğlu.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – O nedenle, başta Avrupa Birliğine ve hep bizi avutan Avrupa Birliğine, bizi kandıran Avrupa Birliğine ve hep “Aldık, alacağız.” diyen Avrupa Birliğine şunu söylememiz lazım: Türk vatandaşlarının en tabii hakkı olan, oradaki, Almanya’daki, Belçika’daki, Hollanda’daki, Fransa’daki anne babasını veya çoluk çocuğunu, torununu görmek için burada günlerdir süründürülen insanları bir daha görsünler.

Değerli arkadaşlarım, kesinlikle vize konusunda Türk vatandaşına büyük zorluk çıkarılıyor. Özellikle Avrupa Birliği ülkeleri, bu konuda acımasızca ve insanı insanca görmeyerek, insanın onuruyla oynamaktadır ve bir şekilde, oradaki ilintili olduğu akrabasını, eşini ve dostunu görmesine engel oluyorlar.

Artı, ticari olarak da eğer Türkiye'de ihracat yapan bir insan gidip oradaki malını, bozulan malını görmek istiyorsa, bu onun en tabii hakkıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Sayın Başkan, bitiriyorum.

Bu nedenle, bize vize uygulayan ülkelerle konunun önce gümrük birliğini dikkate alarak bir kez daha gözden geçirilmesi, Türk vatandaşına uygulanan bu zulmün ortadan kalkması için hepimize bir görev düşmektedir.

Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu, teşekkür ediyorum.

Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin dört önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek ve 24 milletvekilinin, işsizlerin sorunlarının araştırıla-rak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/670)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ülkemizin en büyük sorunu olan işsizlik her geçen gün artmaktadır. Yapılan anket çalışmaları da halkımızın en önemli sorun olarak gördükleri durumun işsizlik olduğunu göstermektedir.

SONAR araştırma şirketinin 03-13 Ocak 2010 tarihlerinde 15 ilde yüz yüze anket yöntemi kullanarak 3 bin kişiyle gerçekleştirdiği çalışmaya göre; "Türkiye'nin en önemli sorunu nedir?" sorusuna halkımız yüzde 67,7 oranında "İşsizlik/istihdam" demiştir. SONAR'ın 05-25 Ekim 2009 tarihleri arasında yapmış olduğu bir başka çalışmaya göre de katılımcıların yüzde 65,57'si "işsizlik/İstihdam" sorununu Türkiye'nin en önemli sorunu olarak görmektedir.

Avrasya Kamuoyu Araştırmaları Merkezinin Kasım 2009 tarihinde 23 ilde, 2 bin 150 kişi ile yüz yüze görüşülerek gerçekleştirdiği ankete göre de "Türkiye'nin en önemli problemi nedir?" sorusuna, katılımcıların çoğunluğunu oluşturan yüzde 29'luk kesimi, "İşsizlik" cevabını vermiştir.

Ülkeyi yöneten Hükûmet, işsizlik konusunu yok saymakta, istihdamı artırıcı politikalar üretememektedir.

Türkiye'deki işsizlik rakamlarını açıklayan Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Kasım 2009 itibari ile 3 milyon 270 bin işsizin olduğunu açıklamıştır. TÜİK'in verilerine göre Kasım 2009 itibari ile işsizlik artış oranı geçen yılın aynı ayına göre yüzde 13,1 artmıştır. TÜİK'in bu verileri, artık iş bulma umudunu kaybeden yurttaşlarımızın dikkate alınmadığı rakamlardır.

Prof. Dr. Asaf Savaş Akat, TÜİK'in son işsizlik verilerini değerlendirmesinde: "İşsizlik patlıyor. 920 bin artışla, 3,5 milyon kişiye tırmanıyor. Hem mutlak sayı, hem de oran olarak tarihî rekor kırıyor. Düzeltilmiş işsiz sayısı 5,5 milyondur. Maalesef TÜİK istihdam verilerinin takvim ve mevsim etkilerini temizlemiyor." demiştir. Prof. Dr. Akat'a göre, 2008'den itibaren işsiz sayısı hızla yükselerek, bir yılda % 60'a yakın artmaktadır. 2009'dan itibaren yavaş bir tempoyla düşüşe geçen işsizlik; 2009 kasımda hâlâ, 2007 verilerinin % 40 üzerindedir.

İşsizlik nedeniyle aile birliği tehlike girmekte, evli çiftler maddi sıkıntılar nedeniyle geçinememekte, boşanmalar yaşanmaktadır. Yine işsizlik nedeniyle, evlenmek isteyen gençler evlenememekte, evli çiftler ise gelecek kaygısı ile çocuk yapma planlarını ertelemektedirler.

Çalışan nüfus da işsizlik korkusuyla işverenleri tarafından fazla mesai ücretleri ödenmeden daha çok çalıştırılmakta, sendikasızlaştırılmakta, hatta maaşları düşürülmektedir. Bu durum işsizlerin sorunlarının, çalışanları da etkilediğinin bir kanıtıdır. İşsizlerin sorunlarının çözülmesi, çalışanların sorunlarının da çözülmesi anlamına gelmektedir.

Bu nedenlerle, işsizlerin yaşadıkları sorunların tespiti, ortaya çıkarılması ve çözümlenmesi amacı ile Anayasamızın 98. maddesi, İçtüzüğümüzün 104. ve 105. maddeleri gereğince bir Araştırma Komisyonu kurularak konunun tüm boyutlarıyla araştırılmasını saygılarımızla arz ederiz.

1) Turgut Dibek                              (Kırklareli)

2) Bülent Baratalı                            (İzmir)

3) Ali Rıza Öztürk                          (Mersin)

4) Erol Tınastepe                            (Erzincan)

5) Malik Ecder Özdemir                 (Sivas)

6) Tekin Bingöl                              (Ankara)

7) Rasim Çakır                               (Edirne)

8) Hüseyin Ünsal                           (Amasya)

9) Tayfur Süner                              (Antalya)

10) Hüsnü Çöllü                             (Antalya)

11) Sacid Yıldız                              (İstanbul)

12) Hulusi Güvel                            (Adana)

13) Şevket Köse                             (Adıyaman)

14) Durdu Özbolat                         (Kahramanmaraş)

15) Ahmet Küçük                           (Çanakkale)

16) Mevlüt Coşkuner                     (Isparta)

17) İsa Gök                                    (Mersin)

18) Osman Kaptan                         (Antalya)

19) Gürol Ergin                              (Muğla)

20) Abdulaziz Yazar                       (Hatay)

21) Muhammet Rıza Yalçınkaya    (Bartın)

22) Ramazan Kerim Özkan            (Burdur)

23) Mehmet Ali Özpolat                 (İstanbul)

24) Ensar Öğüt                               (Ardahan)

25) Abdullah Özer                          (Bursa)

2.- Burdur  Milletvekili  Ramazan Kerim  Özkan  ve  24 milletvekilinin, şeker fabrikalarının pancar alımında fire kesintisi yapması konusunun araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/671)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. Şeker Fabrikalarında Üreticiden Şeker Pancarı alımlarında gerekçesiz olarak fire kesintisi yapılması ile ilgili olarak İçtüzüğün 104. ve 105. maddeleri gereğince ekte yer alan gerekçeye istinaden bir Meclis Araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.

1) Ramazan Kerim Özkan               (Burdur)

2) Durdu Özbolat                            (Kahramanmaraş)

3) Gürol Ergin                                 (Muğla)

4) Ali Rıza Öztürk                           (Mersin)

5) Şevket Köse                                (Adıyaman)

6) Erol Tınastepe                             (Erzincan)

7) Bülent Baratalı                             (İzmir)

8) Malik Ecder Özdemir                  (Sivas)

9) Rasim Çakır                                (Edirne)

10) Tekin Bingöl                             (Ankara)

11) Hüseyin Ünsal                          (Amasya)

12) Abdulaziz Yazar                        (Hatay)

13) Tayfur Süner                             (Antalya)

14) Hüsnü Çöllü                              (Antalya)

15) Sacid Yıldız                               (İstanbul)

16) Hulusi Güvel                             (Adana)

17) Mevlüt Coşkuner                      (Isparta)

18) Ahmet Küçük                            (Çanakkale)

19) İsa Gök                                     (Mersin)

20) Osman Kaptan                          (Antalya)

21) Ali Rıza Ertemür                       (Denizli)

22) Mehmet Ali Özpolat                  (İstanbul)

23) Muhammet Rıza Yalçınkaya     (Bartın)

24) Ensar Öğüt                                (Ardahan)

25) Abdullah Özer                           (Bursa)

Gerekçe

Pancar tarımı ve pancar şekeri sektörü ülkemizde en fazla istihdam yaratan, yan sektörlere katkı veren, en fazla çiftçi geliri sağlayan sektördür. Sektör ülkemizde yılda 3 milyar dolar katma değer yaratmakta, taşımacılık sektörüne 25 milyon ton iş hacmi sağlamaktadır. Geçimini doğrudan veya dolaylı olarak sektörle ilgilendirmiş 10 milyon insanımızın iş ve ekmek kapısıdır. Bu özelikleriyle sektör tüm dünyada desteklenip korunmaktadır. Ancak ne yazık ki Türkiye, dünyada bu sektörü desteklemeyen tek ülkedir.

Devletin Türk çiftçisine ve şeker sektörüne katkısının sıfır olduğu ülkemizde, şeker fabrikalarını pancar çiftçisi finanse etmektedir. Şeker fabrikaları ise şeker pancarı üreticisinin ürettiği pancarı almak suretiyle üreticiye ekonomik yönde destek olmaktadır. Pancar üreticilerinin büyük çoğunluğu şeker pancarı tarımı yaparak ürettiği ürünü pancar fabrikalarına vererek buradan aldığı parayla geçimini sürdürmektedir. Şeker pancarı tarımı oldukça özveri ve yoğun emek gerektirmektedir. Bunca yoğun uğraş ve özveriye rağmen pancar üreticisi emeğinin karşılığını alamamaktadır. Bu güne dek uygulanan kotalarla ekim alanlarının sınırlandırılması, girdilerin yüksekliği, ürüne yeterince fiyat verilmemesi gibi etkenler pancar üreticisinin mağduriyetine neden olmaktadır.

Pancar üreticisi şeker pancarını üretip fabrikaya getirdiğinde başka bir sorunla daha karşılaşmaktadır. Şöyle ki; T.Ş.F.A.Ş Şeker fabrikaları pancar üreticisinden pancar alımında hiçbir gerekçe öne sürmeden % 5 oranında bir fire kesintisi yapmaktadır. Dolayısıyla pancar üreticisi şeker fabrikalarına teslim ettiği ürününün bedelini % 5 oranında eksik almaktadır. Zaten kısıtlı miktarda ekim yapabilen, ürününü yeterince değerlendiremeyen ve üretimin her aşamasında yoğun emek harcayan üretici birde bu kesintiyle bu oranda bir gelir kaybına uğramaktadır.

Oysa bu kesintinin yasal olduğuyla ilgili hiçbir veri olmadığı gibi yetkililerce kesintinin ne amaçla yapıldığı yönünde bilgi verilmemektedir.

Ayrıca Şeker Kanununda kesintiyle ilgili bir ifade yoktur. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, T.Ş.F.A.Ş, Şeker Kurumu ve Şeker Kurulu tarafından yayımlanmış bir tebliğ, yönetmelik ve genelge bulunmamaktadır. Yine Türkiye Şeker Fabrikaları mal alımlarına ait tip sözleşmede de bu kesintiye ait bir esas ve usul belirlenmemiştir. Diğer yandan T.C Anayasasının "Tarım, Hayvancılık ve Bu Üretim Dallarında Çalışanların Korunması" başlıklı 45. Maddesinde "Devlet, bitkisel ve hayvansal ürünlerin değerlendirilmesi ve gerçek değerlerinin üreticinin eline geçmesi için gereken tedbirleri alır" denilmektedir. Bu kesinti usulsüz olarak yapılmaktadır. Bu konunun araştırılarak üreticinin alın teriyle ürettiği ürününden kesinti yapılmasının önüne geçilmelidir.

T.Ş.F.A.Ş Şeker Fabrikalarında üretilen şeker ve melas miktarı, rapor olarak Sanayi ve Ticaret Bakanlığına bildirilmektedir. Kampanya sonunda üretim miktarı göz önünde bulundurularak üretim maliyeti yapılır. Ancak bu hesaplamada fire kesintisi göz önünde bulundurulmamaktadır. Dolayısıyla üreticiden kesilen firenin ne olduğu yönünde herhangi bir açıklama yapılmadığı için bu konuda bazı kuşkular ortaya çıkmaktadır.

Ayrıca bir çok Şeker Fabrikasının özelleştirme kapsamında olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla bu fabrikalar özelleştirildiğinde fabrikaların yeni sahiplerinin bu kesintiyi devam ettireceklerini ve yasal dayanak olmaması nedeniyle kesinti miktarını daha da artırmayacaklarını kim iddia edebilir. Bu durum fabrika sahiplerine haksız kazanç sağlayacağı gibi üreticinin daha da mağdur olmasına neden olacaktır. Anılan gerekçelerle bu durumun bir an önce açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.

3.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse ve 24 milletvekilinin, yerel basın ve yayın kuruluşlarının sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/672)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Dünyada medya; yasama, yürütme ve yargıdan sonra dördüncü kuvvet olarak görülmektedir. Özellikle iletişim teknolojilerinin artmasıyla birlikte; medyanın, demokrasinin yaşaması ve gelişmesi için ne derece önemli rol oynadığı daha iyi anlaşılmaktadır. Medyanın bu derece önemli bir konumda olması, bütün gözlerin de üzerine çevrilmesine neden olmaktadır. Siyasi iktidarların, medyaya hâkim olma ya da eleştirel görüşte yer alan medyayı sindirmeye dönük çabaları siyasi tarih içinde sık sık tanık olunan manzaralardır.

Medya denilince konunun çok farklı boyutları akla gelmektedir. Gazete, televizyon, radyo, internet gibi çok çeşitli araçların yanında; uluslararası, ulusal ve yerel düzeyde yaşamını sürdüren yazılı, görsel ve işitsel basın yayın organları, tüm dünya hakkında bilgi sahibi olmamızı sağlamaktadır. Medyanın görevi, yalnızca bilgi almanın ötesine geçmiştir. Bunun bilincinde olmak, medyaya gereken önemi vermekle sonuçlanacaktır.

Küreselleşmenin ve uluslararası tekelleşmenin yoğunlaştığı günümüzde, uluslararası ve ulusal medyanın yanında yerel basın çok daha özel bir anlam taşımaktadır. Yerel basın, sosyal devletin gereği ve özgürlüğün, demokrasinin savunulması amacıyla özel bir öneme sahiptir. Yerel basın ayakta kalmazsa ne özgürlükten ne de demokrasiden bahsetme olanağı vardır. Yerel basın, bütün basın ve yayın yaşamının kılcal damarları gibidir. Yerel basın olmadığı, susturulduğu ya da engellendiği takdirde demokrasi, özgürlük sekteye uğrar ve toplumun sesi kesilir.

Yerel basın yayın organları, bu denli büyük bir öneme sahip olmasına rağmen, çok çeşitli sorunlarla uğraşmaktadır. Çeşitli sorunlarla uğraşma nedeniyle bu kurumlar, asıl işlerine yoğunlaşamamakla karşı karşıya kalmaktadır. Bu sorunların en başında ekonomik koşulların zorluğu gelmektedir. Siyasi iktidar tarafından resmi ilanlarını da kaybetmenin eşiğinden dönen yerel medya organları, ekonomik olarak ayakta kalabilmek için mücadele etmektedir. Kimi zaman ve kimi yerlerde yerelde baskı gören basın yayın organları, yaşadıkları güçlükleri aşabilmek için devlet desteğine ihtiyaç duymaktadır.

Devletin ekonomik desteğine özellikle ihtiyacı olan yerel basın yayın organları, bağımsızlıklarını korumak için çeşitli yasal düzenlemelere de ihtiyaç duymaktadır. Örneğin; KÖYDES ilanları gibi, doğrudan yereli ilgilendiren ilanların, bu basın yayın organlarında yer bulması yerel basın yayın organlarını güçlendirecektir. Bunun gibi çeşitli yöntemlerle yerel basın yayın organlarının desteklenmesi, yerel basının yaşaması için gereklidir.

Yerelde yaşamını sürdüren; yazılı, görsel ve işitsel basın yayın organlarının sorunlarının ve bu sorunların çözüm yollarının araştırılması amacıyla Anayasa'nın 98. ve TBMM İçtüzüğü'nün 104 ve 105. maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz.

1) Şevket Köse                                  (Adıyaman)

2) Malik Ecder Özdemir                    (Sivas)

3) Erol Tınastepe                               (Erzincan)

4) Hüsnü Çöllü                                  (Antalya)

5) Abdulaziz Yazar                            (Hatay)

6) Rasim Çakır                                  (Edirne)

7) Sacid Yıldız                                   (İstanbul)

8) Tayfur Süner                                 (Antalya)

9) Hulusi Güvel                                 (Adana)

10) Durdu Özbolat                            (Kahramanmaraş)

11) Tekin Bingöl                               (Ankara)

12) Enis Tütüncü                               (Tekirdağ)

13) Ali Rıza Öztürk                           (Mersin)

14) Gürol Ergin                                 (Muğla)

15) Bülent Baratalı                             (İzmir)

16) Hüseyin Ünsal                            (Amasya)

17) Mevlüt Coşkuner                        (Isparta)

18) Ahmet Küçük                              (Çanakkale)

19) İsa Gök                                       (Mersin)

20) Osman Kaptan                            (Antalya)

21) Muhammet Rıza Yalçınkaya       (Bartın)

22) Ramazan Kerim Özkan               (Burdur)

23) Mehmet Ali Özpolat                    (İstanbul)

24) Ensar Öğüt                                  (Ardahan)

25) Abdullah Özer                             (Bursa)

4.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut ve 21 milletvekilinin, maden kazalarının neden-lerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/673)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Balıkesir'in Dursunbey ilçesi Odaköy yakınlarında bir kömür madeninde yaşanan grizu patlaması sebebiyle 13 işçi hayatını kaybetmiş 18 işçi yaralanmıştır. Bundan önceki yıllarda da sık sık karşımıza çıkan ve ciddi rakamlarda ölüm ve yaralanmalarla sonuçlanan ülkemizde maddi ve manevi birçok zarara imza atan ve her seferinde gündemini yitirince arkaya atıp üzerine eğilinmeyen maden kazalarının nedenlerinin ve kazalardaki insan ölümlerini önleyecek çözüm yollarının belirlenmesi amacıyla, Anayasanın 98'inci, TBMM İç Tüzüğünün 104 ve 105'inci maddeleri uyarınca " Meclis Araştırması " açılması için gereğini saygılarımızla arz ve talep ederiz.                         26.02.2010

1) Ahmet Duran Bulut                 (Balıkesir)

2) Durmuş Ali Torlak                  (İstanbul)

3) Oktay Vural                             (İzmir)

4) Şenol Bal                                 (İzmir)

5) Mehmet Günal                         (Antalya)

6) Hasan Çalış                             (Karaman)

7) Hamza Hamit Homriş              (Bursa)

8) Akif Akkuş                             (Mersin)

9) Münir Kutluata                        (Sakarya)

10) Murat Özkan                         (Giresun)

11) Mustafa Enöz                        (Manisa)

12) Tunca Toskay                        (Antalya)

13) Erkan Akçay                          (Manisa)

14) Sabahattin Çakmakoğlu         (Kayseri)

15) Necati Özensoy                     (Bursa)

16) Kamil Erdal Sipahi                (İzmir)

17) Mustafa Kemal Cengiz          (Çanakkale)

18) Mehmet Akif Paksoy            (Kahramanmaraş)

19) Mehmet Şandır                      (Mersin)

20) Atila Kaya                             (İstanbul)

21) Ali Uzunırmak                       (Aydın)

22) Alim Işık                               (Kütahya)

Gerekçe:

Balıkesir'in Dursunbey ilçesi Odaköy yakınlarındaki kömür madeninde meydana gelen patlama ile 13 işçi hayatını kaybetmiş 18 işçi yaralanmıştır. Aynı madende 01 Haziran 2006 tarihinde de 17 işçi hayatını kaybetmiştir. Kısa zaman aralıklarıyla karşımıza çıkan ciddi ölüm ve yaralanmalara sebep olan maden kazaları, ülkemizde iş sağlığı ve güvenliğine gereken önemin verilmediğini mevcut yasalarda ciddi eksikler bulunduğunu göstermektedir. Uluslararası Çalışma Örgütü'nün raporuna göre dünyada günde ortalama 160 bin iş kazası yaşanmakta, yılda iş kazalarında 180 bin kişi ölmekte, yine yılda iş kazalarında 2 milyon kişi sakat kalmakta, yılda 60 milyon kişi yaralanmaktadır.

Türkiye'de yılda ortalama 80 bin iş kazası meydana gelirken, iş kazasından ölen kişi sayısı ortalama 1140 kişi, sakat kalan kişi sayısı ise yılda 2850 kişi olmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü'nün raporlarına göre iş kazalarının çokluğu bakımından Türkiye, Avrupa'da birinci sırada yer almaktadır.

Bağlı bulunan hangi bakanlık olursa olsun üstüne bir de özelleştirmeler eklenince izlenen yanlış politikalar yeterli mühendislik hizmetlerinden, bilim ve teknolojiden uzak, işçi sağlığı ve iş güvenliğine yönelik gerekli tedbirlerin alınmadığı yüksek risk taşıyan işletmelerin artmasına dolayısıyla ölümlü iş kazaların sıklıkla yaşanmasına ailelerin parçalanmasına ve beraberinde anne ve babasını kaybetmiş psikolojisi bozulmuş çocukların bulunduğu sağlıksız koşullar oluşmasına sebep vermektedir.

Ülkemizde sıklıkla arka arkaya yaşanan ölümlü iş kazaları ülkemizde yasa, yönetmelik ve uygulamaların yeterli olmadığının, ağır çalışma koşullarının düzeltilmeden ve yeterli güvenlik önlemleri alınmadan gerekli kontroller yapılmadan işçi çalıştıran işletmelere gerekli cezai işlemlerin ciddiyetle yapılmadığının göstergesidir.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1'inci sırada yer alan, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ

1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)

BAŞKAN - Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2'nci sırada yer alan, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)

BAŞKAN - Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

3'üncü sırada yer alan, Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

3.- Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/761) (S. Sayısı: 458)

BAŞKAN - Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

4'üncü sırada yer alan, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

4.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/808) (S. Sayısı: 487) (x)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükûmet? Yerinde.

Sayın milletvekilleri, geçen birleşimde tasarının çerçeve 1’inci maddesine bağlı ek 119’uncu maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına yapılan konuşma tamamlanmıştı.

Şimdi söz sırası Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Akif Akkuş’a aittir.

Sayın Akkuş, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 487 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın çerçeve 1’inci maddesine ekli, ek 119’du ancak dünkü değişiklikle ek 120’nci madde oldu, o madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu ve şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bu yasa ile 2547 sayılı Yükseköğrenim Kanunu’nun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine tabi olmak üzere dört yeni vakıf üniversitesi kurulması talep edilmektedir. Bunlardan birisi de İstanbul’da kurulacak olan İstanbul Ön Asya Üniversitesidir.

Konuşmama üniversitenin isminden başlamak istiyorum. Türkiye Diyanet Vakfının kurduğu bu üniversiteye, Batılıların ülkemize yakıştırdığı bir ismi vermelerini doğrusu yadırgadım. Daha ziyade, Alman ekolüne mensup coğrafyacılar “Anadolu” yerine “Ön Asya, Küçük Asya” demeyi tercih etmişlerdir. Bunlara ilave olarak, 1895 yılında, Alman araştırmacılar, daha ziyade filolojik çalışmalar yapmak maksadıyla Ön Asya Cemiyetini kurmuşlardır, “Vorderasiatische Gesellschaft” diye Ön Asya Cemiyetini kurmuşlar. 1908 yılında da Alman kültürü ve dilini yaymak için Alman Ön Asya Komitesini (Deutsche Vorderasienkomitee) kurarak Anadolu’da çalışmalara başlamışlardır.

Böylece “Ön Asya” tabiri, Batılara göre, Anadolu’nun her yönüyle Asya’nın bir devamı, -sosyal, kültürel ve siyasi olarak- olduğu anlayışı kullanılagelmiş bir tabirdir.

Değerli  milletvekilleri,  şimdi,  tabii,  belki  bu “Ön Asya” kelimesi ile Alman komitelerinin daha önce  kurulup,  çalışmalarını  gündeme  getirme  ihtiyacı  duymayabilirdik.  Ancak  geçen  hafta “Türk-Alman Üniversitesi” adıyla bir devlet üniversitesi kurulmasını sağladık. Dolayısıyla “Türk-Alman Üniversitesi” diye bir ad kullanılması, doğrusu buradaki “Ön Asya” kelimesi için de bende birtakım çağrışımlar yaptı ve bunun ne zaman, nerede, nasıl kullanıldığını araştırdığımda bunlar ortaya çıktı. Yani Almanlar demek ki daha Osmanlılar döneminde 2 defa Alman dilini ve Alman kültürünü yaymak üzere Anadolu’da bu şekilde “Ön Asya” tabiriyle cemiyetler kurmuşlar, bunu belirtmek istiyorum.

                        

(x) 487 S. Sayılı Basmayazı 8/4/2010 tarihli 84’üncü Birleşim Tutanağı’na eklidir.

Umut ederim ki yeni kurulacak olan bu üniversitemize verilen bu isim ile yukarıda belirttiklerimin bir ilgi ve alakası yoktur, öyle olmasını ümit ediyorum.

Değerli milletvekilleri, son yıllarda ülkemizde devletle yarışırcasına vakıflar yeni üniversiteler kurmaktalar ancak bu kurulan üniversitelerin küçük bir miktarı hariç, en azından şimdilik üniversitelerden beklenen faydayı sağlayamayacakları görünüyor. Çünkü üniversiteyi kuran vakıfların mal varlığı ne, bu üniversiteleri kuranlar kimdir, üniversite kuran vakıfların uğraş alanları nedir, kurdukları fakülteleri neye göre seçiyorlar, hemen hemen bunların hiçbiri hakkında doğru bir bilgi maalesef yok.

Komisyon görüşmeleri sırasında da yukarıdaki sorulara cevaplar istenmesi söz konusu oluyor ama birkaç vakıf hariç bir türlü bu bilgileri yazılı olarak vermiyor, veremiyorlar.

Üniversitelerimizin çoğalması sevindirici olmakla beraber eğitimin kalitesini düşürdüğü de bir gerçek. Bu sadece yeni kurulan vakıf üniversiteleriyle sınırlı değil, devlet üniversitelerindeki yetişmiş bir kısım bilim adamı maalesef vakıf üniversitelerindeki verilen ücretin yüksekliğiyle orantılı olarak devlet üniversitelerini terk etmekte ve vakıf üniversitelerine gitmektedirler.

Yeni açılan devlet üniversitelerinin öğretim üyesi kadrosunun oldukça sınırlı olduğu bilinen bir gerçektir. Yani, işte geçtiğimiz yıl birçok üniversite açtık “her ile bir üniversite” diye, kasabalardan küçük yerlere üniversiteler açtık. Buraların da öğretim üyesi kadrosu oldukça sınırlı.

Yeni üniversitelerde kadro arayan yetişmiş bilim adamlarına buralarda da yüksek ücret teklif olmasına rağmen tercihlerini vakıf üniversitelerinden yana koyuyorlar. Niye? Vakıf üniversiteleri daha çok büyük şehirlerde ve imkânlarının hızla artması söz konusu olan yerlerde de onun için.

Büyük şehirlerde atıl devlet binaları bulunmakta ve bu vakıf üniversiteleri de maalesef gözlerini bunlara dikmiş durumdadırlar. Bu vakıf binalarının yahut devlet binalarının bir kısmı da yavaş yavaş bu vakıf üniversitelerine tahsis edilmektedir.

Değerli milletvekilleri, açılan üniversitelerin hangi katkıları sağlayacağı “beylik” tabir edilen sözcüklerle açıklanıyor. Fakat son beş yıl içinde kurulmuş vakıf üniversiteleri nasıl bir gelişme sağlamış, bilime, üniversiter hayata ne katkıları olmuş, bunlar maalesef belli değil. Bunların mutlaka ortaya konması gerekiyor, bunun için birtakım çalışmaların yapılması gerekiyor. Yani bu kurulan üniversiteler gelişmelerini ne ölçüde tamamlayıcı çalışmalar yapmışlar, ne zamana tamamlayabile-cekler, bunların mutlaka araştırılması gerekiyor kanaatindeyim.

Millî Eğitim Bakanlığının bu konuda bir çalışmasının olup olmadığı, olumlu sonuçların alınıp alınmadığı belli değil. Bu yüzden, yeni kurulacak olan vakıf üniversiteleri için yapılan her başvurunun kabul edilip izin verilmesi oldukça düşündürücü. “Niye düşündürücü, yani vakıf üniversitesi açılsa ne olur?” diyeceksiniz. İşte düşündürücü olan şu: Bilindiği gibi, 1960’ların başlarında özel yüksekokullar açıldı. Bunlar üniversite hâline gelsinler diye açıldı ve Türkiye'nin birçok yerinde bunlar faaliyet gösterdi, özellikle İstanbul ve Ankara başta olmak üzere. Ama bunlarda birçok olumsuzluklar yaşandı. Yani aramızda buradan mezun olan arkadaşlarımız mutlaka vardır ama biz onların nasıl mezun olduğunu da, hepsini demiyorum ama bir kısmının nasıl mezun olduklarını da biliyoruz maalesef. Ve bunlar bir bir kapanmıştır. Daha sonra da devlet aldığı bir kararla bunların ülke yararına olmayacağını düşünmüş ve bir kanun çıkartarak bunları tamamen lağvetmiştir. Böyle giderse, üzülerek söylüyorum, vakıf üniversitelerinin akıbeti de bu olacak diye korkuyorum.

Elbette ülkemizde çok sayıda gencimiz ve onların yakınları, çocukları üniversiteye gitsin ve bir meslek edinerek daha yüksek standartta bir hayat sürsün istiyor. Maalesef, gençlerin ve ana babalarının bu isteği yerine gelmiyor. Bugün eğitimli nüfusun yüzde 25’i işsiz. AKP Hükûmeti vakıf üniversitelerinin açılmasını kolaylaştırdığı gibi, buralardan mezun olanların asgari ihtiyacını karşılayacak kadar bir iş bulması için de çalışmalıdır diyorum. Devletin elindeki kamu iktisadi kuruluşları âdeta yok pahasına eşe dosta peşkeş çekilip ortadan kaldırılırken, çiftçinin, köylünün ürettiği ürün yok pahasına satılıp üreticinin emeği dahi değerlendirilmemektedir. On sene kadar önce büyük bir üretim toplumu olan Türkiye, bugün maalesef dev bir tüketim toplumu hâline gelmiştir.

Vakıf üniversiteleri hızla kurulurken birçok problemi de beraberinde getirmektedir. Geçtiğimiz yıl boy boy ve bol bol ilan verilmesine “Bizim üniversitemiz en iyi.” propagandası yapılmasına rağmen 110 bin kişilik vakıf üniversitelerinde boş kontenjan olduğu belirtilmişti. Vakıf üniversiteleri, adı üstünde vakıf, her yıl burslu öğrenci aldıklarını belirtirler ve bu konuda vergi muafiyeti isteyenler de maalesef vardır, ancak 30 kişilik kontenjanı olan bölüme 5 veya 6 burslu öğrenci alınır. Aslında bu, son derece tehlikelidir, çünkü burslu öğrenci programa 350-380 puanla girerken, paralı öğrenci 230-240 puanla girer. Şimdi düşünün, birisi 350 puan, 380 puan almış girmiş, birisi de ondan aşağı yukarı 120 puan aşağı alarak giriyor ve siz bu çocukları tutuyorsunuz aynı sınıfa sokuyorsunuz. Bu, eğitim kurallarına uygun değil. Bunun için bunun dikkate alınması gerekiyor.

Ayrıca, bunların aldıkları ücret de maalesef vakıf üniversiteliliğine, vakıf anlayışına sığmıyor. 9 milyar ile 17 milyar lira arasında -eski parayla söylüyorum tabii- bunlar ücret alıyorlar. Peki, sonra da diyorlar ki: “Kâr gayesi gütmüyor.” Bir öğrenciye devlet üniversiteleri 5 milyara kadar masraf yaparken bunlar 9 ila 17 milyar lira arasında değişen miktarlarda ücret alıyorsa, ortaya çıkan fark nereye gidiyor, kime gidiyor?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Cari gidere gidiyor.

AKİF AKKUŞ (Devamla) – Cari gidere…

AHMET YENİ (Samsun) – Hocalara gidiyor.

BAŞKAN – Sayın Akkuş, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

AKİF AKKUŞ (Devamla) – Şimdi, Ahmet Bey diyor ki: “Hocalara gidiyor.” Elbette bir yerlere verecekler. Hocalara parlak çekiyorlar. Bizde güvercincilik işiyle uğraşanlar bir güvercin atarlar, parlak çekerler. Hocalara da maalesef parlak çekiyorlar “Gelin, bak biz size 3 bin dolar, 4 bin dolar veriyoruz, buraya gelin.” diye.

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Transfer var, transfer…

AKİF AKKUŞ (Devamla) - Burada üzerinde durmak istediğim bir şey de İstanbul Ön Asya Üniversitesinin fakültelerinden birisi eğitim fakültesidir. Aynı zamanda edebiyat fakültesi de var bu Üniversitenin içinde. Bugün ülkemizde bu iki fakülte mezunları yüzde 99 ihtimalle -yani hem edebiyat hem eğitim fakülteleri- öğretmen olabilecek şekilde yetiştirilmektedir. Yakın bir zaman öncesine kadar sadece eğitim fakültesi mezunları doğrudan doğruya öğretmen olabilmekteydi, şimdi ise “Bunlar, fen-edebiyat fakültesi öğrencileri de ders programı içerisinde pedagoji dersleri alarak öğretmen olabilecekler.” dendi.

Şu anda 250 bin civarında, eğitim fakültesinden mezun olmuş, atanmayı bekleyen, öğretmenlik hakkını kazanmış ama öğretmen olmamış çocuğumuz, arkadaşımız, kardeşimiz var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Akkuş, konuşmanızı tamamlar mısınız efendim.

Buyurun.

AKİF AKKUŞ (Devamla) – Dolayısıyla, buralara yapılmış olan, yapılacak olan emek ve masrafın bir yerde boşa gideceği, heba olacağı anlaşılmaktadır diyor, hepinize saygı ve selamlarımı sunuyorum efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Akkuş.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Sevahir Bayındır, Şırnak Milletvekili, buyurun efendim. (BDP sıralarından alkışlar)

BDP GRUBU ADINA SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan kanun değişikliği teklifi üzerine grubum adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlarken öncelikle, iki gün önce Samsun’da, siyaseten yasaklanmış, kapatılan Demokratik Toplum Partimizin Eş Başkanı ve Kürt halkının yüreğinin değişmeyen Eş Başkanı Sayın Ahmet Türk’e yönelik geliştirilmiş olan saldırıyı kınıyorum ve bu zihniyeti yaratan tüm kurumları, siyasetçileri bir an önce bu mayınlı zeminin ortadan kaldırılmasına dönük sorumluluğa davet ediyorum.

Ve yine, bugün 14 Nisan. 14 Nisanın artık Kürtler için çok önemli bir anlamı var. Nasıl ki, 29 Mart 2009, Kürtler açısından kendi haklarını korumak, yerelde özgürce siyasete katılmak, kendi idaresini özgürce gerçekleştirmek ve idare ettiği toplumun dilini, kültürünü geliştirmek ve yeni bir zihniyetle,  yeni bir anlayışla bir sistem geliştirmeye dönük katettiği bir aşama idiyse, bu aşamanın -yani Kürtlerin seçimde kazandığı bu gelişmenin- birilerini rahatsız ettiğini gördük, hemen 29 Mart arifesinde ve yine işbaşındaydılar Kürtlerin iradesini kabul etmeyenler, seçilmişine tahammül etmeyenler, Kürtlerin kimlikleriyle, inançlarıyla, emekleriyle, varlıklarıyla, tarihleriyle, dilleriyle, bin yıllardır yaşadıkları kadim topraklarda özgürce yaşamalarına tahammül geliştirilmedi ve bu tahammülsüzlüğün sonucu, o gün, içinde partimizin örgütlenmeden sorumlu Eş Başkan Yardımcısı Sayın Kamuran Yüksek, yine yerel yönetimlerden sorumlu Eş Başkan Yardımcımız Sayın Bayram Altun, yine gençlik mücadelesinin öncülüğünü yapmış ve yine merkez yürütmede bizi temsil eden Sayın Mazlum Tekdağ ve yine kadın temsilcimiz, kadın sözcümüz Sayın Besime Gonca ve yine daha önce DTP’de bir dönem eş başkanlık yapan Sayın Selma Irmak ve pek çok arkadaşımız, merkez yöneticisi, il yöneticisi ve büyük bir çoğunluğu da 29 Mart yerel seçimler zaferinin, başarısının imzacısı olan arkadaşlarımız hâlen cezaevinde ve bir yıl geçti, hâlen iddianameleri yok ortada. Neyle suçlandığı belli değil. Rahmetli Ahmet Kaya’nın dediği gibi: “Diyarbakırlıymış, adı Bahtiyar, suçu saz çalmakmış sadece öğrendiğimiz kadar.” Şu anda cezaevinde bulunan çocuklar da dâhil Kürt siyasetçisi, Kürt aydını, Kürt yazarı, insan hakları savunucusu, “Demokratım.” diyen insanlar suçsuz bir şekilde içerideler. Tek suçları özgürlük istemeleriydi, tek suçları insanca “Varız.” demeleriydi, tek suçları insan hak ihlallerine karşı kör-sağır olmamalarıydı, tek suçları bu ülkede herkesin eşit, özgür bir şekilde yaşamalarını sağlamak ve bunun gerçekleşmesi için de kendilerini adamaktı ve daha önceleri gibi, onların öncülüğünü yapan Mehmet Sincarlar gibi, Vedat Aydınlar gibi, Ape Musalar gibi Kürtlerin sesini duyurmak, Kürtlerin uğradığı haksızlığı bir nebze de olsa çığlık hâline getirip hem Kürt’e hem Kürt’ü kabul etmeyen resmî ideolojiye, bütün hükûmetlere, bütün Türkiye’nin kurumsal mekanizmalarında yer alan herkese, bütün herkese, tek amaçları Kürtlerin de var olduğunu, bir halk olduğunu; dilinin, kültürünün yasak olduğunu ve yirmi sekiz defa bu haksızlığa isyan ettiklerini ve yirmi dokuzuncu defa da bu isyanı yürüttüklerini, sürdürdüklerini anlatabilmekti tek kusurları. Tek suçları insan olmak istemekti ve bu suçlarının bedeli de maalesef, işte, belediye başkanları peşi sıra gözaltına alındı, tutuklandı, 29 Mart sürecinden sonra geliştirilen müdahale dinmeden, aralık vermeden devam etti. 14 Nisanda tutuklanmalar, mayısta İl Genel Başkanımız da dâhil… Diyarbakır İl Genel Başkanı demek, valinin de bütçesini denetleyen insan, yerel irade demek. O halka hizmetin, o halkın seçtiği kutsal emek ve değeri korumakla görevli o irade, o günden beri hâlâ cezaevinde ve 7 belediye başkanımız 29 Martta seçildiler, halkımız onları seçtiler ama hâlen cezaevindeler.

Çocuklarımız, Yahya Menekşe’nin arkadaşları, “Yahya Menekşe niye katledildi?” diyen arkadaşları cenaze törenlerine katıldı diye… Yahya Menekşe, 17 yaşındaki Yahya Menekşe’nin cenaze törenlerine katıldılar diye hâlâ suçlular, hâlâ yargılanıyorlar. “Bu çocuklar niye taş atıyor?” diye kimse sormuyor. Bu çocuklar taş atan çocuklar değil; bu çocuklar annesi öldürülen, kardeşi kaybedilen; babasından haber alamayan ve dili yasaklı, işkenceyi görmüş çocuklardır, bu çocuklar zulmün tanıkları çocuklardır. Bu çocukları tanıyın da büyüyün, tanıyın da karar verin. Suçlarken önce, bu çocuklara uygulanan haksızlığı, bu çocukların ait olduğu toprakların, bu çocukların ait olduğu halkın dilinin, kültürünün yasaklığına o yürekleriyle, o beyinleriyle isyanı olarak görmek gerekiyor.

Bu nedenle, bir yılı geçmiş ve bu bir yıl içinde siyasi partimiz kapatıldı, DTP cezalandırıldı. Eş başkanlarımız, DTP’nin kurucu eş başkanları cezalandırıldı, hedef hâline getirildi ve bugün Samsun’da gelişiyorsa bu müdahale ya da başka yerde gelişiyorsa, bunun tek müsebbibi, bu süreç içinde idareyi elinde bulunduran, Türkiye’yi yürüten yürütme gücüdür. Siyasal sorumluluk siyasal aktörlerindir ve AKP Hükûmeti bütün bu yaşananların ortağıdır, uygulayıcısıdır ve sorumlusudur. Üzerinden atamaz. İktidar kavgasına düşerek, “Ergenekon’la çatışıyorum.” diyerek sadece yürütme erkini eline almak ama halkın ekmek, su kadar ihtiyacı olan özgürlüğe, eşitliğe, demokrasiye, istihdama hiçbir şekilde eğilmeyeceksiniz, adım atmayacaksınız ama iktidarınızı elinize geçirmek için hiç dinmeden, yılmadan mücadele edeceksiniz. Samimiyete davet ediyoruz herkesi.

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Ayıp ediyorsun ama Sevahir Hanım.

SEVAHİR BAYINDIR (Devamla) – Herkesi samimiyete davet ediyoruz. Arkadaşlarımız suçsuz günahsız, Siirt’te, Midyat’ta, Diyarbakır’da, Urfa’da ve her yerde, Mersin’de, İstanbul’da, İzmir’de, her yerde bugün haksız bir şekilde cezaevindeler. Bir an önce bu halkımıza karşı sorumluluğun gereği olarak Hükûmet -hem Kürt- Sayın Ahmet Türk şahsında Kürtlerin onuruna müdahale edilmiş bu olay karşısında idari ve adli sorumluluğunu mutlaka yerine getirmelidir. Bu nasıl bir sistem ki, bu nasıl bir düzen ki katili, Muş’un Bulanık ilçesinden helikopterle alıp güvenliğini sağlayacaksınız ama katledilenin, mağduru, oğlunu, evladını kaybedeni ve siyasi parti üyesini, kaybettiği üyesini savunmak ve hakkını korumak için Samsun’a gidiyor ve orada Hükûmetin, haberi olmasına rağmen, tedbirini almıyor. Güvenlik güçleri sanki dublör kullanmışlardı orada! Sanki o yumruk hepsinin yumruğu gibiydi sayın vekiller, görüntüleri izlediniz sizler de.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Konuşmanızı tamamlar mısınız?

Buyurun.

SEVAHİR BAYINDIR (Devamla) – Sanki dublör kullanıyorlardı! Sanki o yumruk Kürtlerin inkârı, imhasına bileylenmiş, yemin etmiş, yeminli tüm kesimin orada ortak yumruğuydu. Yoksa niye o kadar seyirci pozisyonundaydılar? Sayın seyirci olsun diye mi gelmişti o üniformalılar? Üniformasızları arkasına getirip onları izlemek için mi gelmişlerdi oraya? Bütün bunları soruyoruz ve Sayın İçişleri Bakanına şunu söylemek istiyoruz: Atadığınız valiler bizim sorduğumuz soru önergelerine dair çok ciddiyetsiz, gayriciddi cevaplar veriyorlar. Bir tek örnek vereyim: 9 Ekim 2009’da Cizre’de on sekiz aylık Mehmet Uytun balkonda annesinin kucağındayken güvenlik güçleri tarafından atılan bomba ile öldürüldü. Vali ne diyor: “Gerekli ikazlar yapılmıştır. Bütün çocukların can güvenliği için gereken yapılmıştır.” diyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SEVAHİR BAYINDIR (Devamla) – “Peki, gereken öldürmek mi?” diye soruyoruz ve Sayın İçişleri Bakanını bu ciddiyetsiz ifadeleri ya da cevapları veren bütün mülki idareleri, bütün emniyet müdürleri hakkında bağımsız denetim kurulları oluşturmaya davet ediyoruz ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Bayındır, konuşmanızda belirttiniz ama bu süreç içerisinde Sayın Türk kadar sizin de sağduyulu olmanızı doğrusu beklerdik. Sayın Ahmet Türk’ün konuşmaları da meydanda. Bütün partilerimiz sizlere geçmiş olsun dileklerini, diğer ifadelerini, hepsini bildirdiler.

SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Sorun o değil...

BENGİ YILDIZ (Batman) – Sayın Başkan…

BAŞKAN - Ama burada en azından o şekilde olan insanlara bir “teşekkür” ifadesini kullanmanız gerekliydi ama böyle bir “teşekkür” ifadesi dahi olmadı. Sayın Ahmet Türk’e yapılan bu saldırı Türk milletinin bütün fertleri tarafından, siyasi partiler tarafından tasvip edilmemiştir, kınanmıştır. İlgili kişiler, belki bundan sonra diğerleri de yapılacaktır ama bu hususta biraz daha sakin olmak hepimize yakışır diyorum Sayın Yıldız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BENGİ YILDIZ (Batman) – Sayın Ahmet Türk bir yarım saat önce hastaneden tahliye edildi ve onunla beraber gittik.

BAŞKAN – Taburcu edildi.

BENGİ YILDIZ (Batman) – Sayın Türk orada basın huzurunda onu ziyaret eden, “Geçmiş olsun.” dileğinde bulunan bütün Türkiye’deki halklara, siyasetçilere şükranlarını sundu ve bu hassasiyetin, Türkiye’nin bir ortak hassasiyeti haline dönüştüğü için de buradan büyük bir sevinç duyduğunu belirtti.

BAŞKAN – Doğrudur.

BENGİ YILDIZ (Batman) – Biz de burada Meclisin huzurunda herkese, bu duyarlılığı gösteren bütün halkımıza, bütün siyasetçilere, basına şükranlarımızı sunuyoruz. Teşekkür ederiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz.

Sayın Yıldız, biz de sizin bu hassasiyetinize teşekkür ediyoruz. Sadece, bin yıldır kardeş olarak yaşayan toplulukların bu kardeşliğini devam ettirmesi hepimizin en samimi arzularıdır. Bu etle tırnak birbirinden kesinlikle ayrılmaz. Yani burada ben sadece bir üslup meselesini ifade ettim...

SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Sayın Başkan, bir şey söyleyeyim: Hükûmetin sorumlulukları var. Bu, sadece “pardon, geçmiş olsun”la geçiştirilecek bir olay değil. Ben bu nedenle açıklama yaptım.

BAŞKAN – Ben şahsen, kendim de dahil, Sırrı Bey’i, diğer arkadaşları, Genel Başkanı falan aradım, “Geçmiş olsun.” dileklerimi ifade ettim.

SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – “Pardon, geçmiş olsun”la geçiştirilebilecek kadar basit bir olay değil. Bu da benim kendi yüreğimden gelen ses.

BAŞKAN – Yani hassasiyetinize katılıyorum ama şöyle: Hem savcı hem yargıç olamayız. Belirli bir kısım şeylerin içerisinde tek taraflı karar veremeyiz. Zaman zaman bu şekilde oluyor. Ben, sadece -hassasiyetinizi takdir etmekle birlikte- toplumun bu husustaki duyarlılığına hep beraber bir merhem olalım ifadesinde bulundum. Sayın Yıldız’a da teşekkür ediyorum.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, şahsı adına Hasan Çalış, Karaman Milletvekili.

Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

HASAN ÇALIŞ (Karaman) – Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 487 sıra sayılı Tasarı’nın ek madde 120 ile ilgili, Milliyetçi Hareket Partisi adına görüşlerimi belirtmek üzere söz aldım.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Şahsınıza…

HASAN ÇALIŞ (Devamla) – Bu vesileyle yüce heyetinize saygılarımı, selamlarımı arz ediyorum.

Kıymetli arkadaşlar, bu ek maddeyle “Ön Asya Üniversitesi” adıyla Türkiye Diyanet Vakfı tarafından bir üniversite kurulması öngörülüyor ve bu tasarının yasalaşması ile de hayata geçecektir.

Kıymetli arkadaşlar, Türkiye Diyanet Vakfı, Türkiye’de vakıfçılık anlamında gerçekten örnek çalışmalar yapıyor. Sağlık alanında da örnek çalışmalar yapıyor. Vakıf anlamındaki sağlık hizmetlerinin sunumunda da gerçekten örnek çalışmalar sergilemektedir. Ben şahsen, Diyanet Vakfının üniversite anlamında da, altyapısıyla, birikimiyle, tecrübesiyle, şu ana kadar üniversite kuran vakıflar içerisinde en birikimli vakıf olduğuna inanıyorum. Bu vakfımızın kuracağı üniversitenin Türk dünyasına yönelik, Türkiye dışında yaşayan soydaşlara yönelik çok güzel hizmetler sunacağını umuyorum.

Tabii ki Diyanet Vakfı sağlık hizmetlerini de “29 Mayıs” adıyla yürütmekte. Gerçekten, kuracağı bir üniversitenin -belki “Ön Asya”nın da kendine göre bir anlamı var ama ben pek fazla anlamlı görmüyorum- 29 Mayıs ruhuna uygun olarak, “29 Mayıs” adıyla anılması, isminin de bu yönde değiştirilmesi gene olumlu bir gelişme olacaktır.

Kıymetli arkadaşlar, geçen hafta çocuklarımız üniversiteye giriş için çok ciddi bir sınavdan geçtiler, yarıştılar. Ben gençlerin hepsine başarılar diliyorum, mutluluklar diliyorum. Ama gerçekten çetin bir yarış. İlkokuldan başlayarak çocuklarımızı çok zorlu bir yarışın içine itiyoruz ve bu yarışta âdeta, aileler ve çocuklar, özel dershaneye gitmezlerse üniversite yarışında geride kalacaklarına inanıyorlar. Bu yarışta kıymetli arkadaşlar, şu anda gerçekten 5 milyar dolarlık bir piyasa oluşmuştu ve bu, velilerin cebinden çıkıyor kıymetli arkadaşlarım. Gerçekten, Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve Sayın İktidarın çözmesi gereken önemli bir problem. Yani bizim millî eğitimimizin amaçları doğrultusunda yetiştirilecek gençlerimiz, üniversiteye giriş yarışının ezbercisi hâline geliyorlar değerli arkadaşlar. Bunu önlemek de hepimizin görevi. Bu anlamda, Milliyetçi Hareket Partisine düşecek bir görevde biz her halükârda yanınızda olacağız arkadaşlar ama bu ciddi problemi çözmek gerekiyor.

Bir diğer husus da şu arkadaşlar: Tabii ki, üniversiteye girişte, üniversiteye yerleşmede çocuklarımızın içinde bulunduğu yarışta bir üniversiteye yerleşmek, her ailenin her çocuğun önemli beklentisi. Yeni yeni üniversiteler kuruyoruz, bu üniversitelerimizin sayı olarak artması önemli bir şey ama bu üniversitelerimizin donanımı, bu üniversitelerimizde yetişen gençlerin donanımı, gençlerin hayata ne kadar hazır olarak yetişebildiği de önemli bir gerçeklik. Bu anlamda, kıymetli arkadaşlar, üniversitelerin kurulmasıyla, üniversitelerin kurulduktan sonra öğretim ve eğitim hayatına devam edebilmesiyle ilgili ilmî, kalıcı kriterler olması gerekir. Bu kriterler olmadan… Gerçekten bugün Anadolu’nun pek çok yerinde üniversitelerimiz var, bunlar yetiyor mu gençlerimize? Yetmiyor, yurt dışına gidenler de oluyor ama bu üniversitelerimizin kalite sorunu çok önemli bir problemdir değerli arkadaşlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN -  Buyurun Sayın Çalış, konuşmanızı tamamlayınız.

HASAN ÇALIŞ (Devamla) – Ben şu kadarını söyleyeyim: Bu üniversitelerin pek çoğuna, şu salonda oturan değerli arkadaşlar, kendi çocuklarınızı gönderebilir misiniz? Türkiye’de gerçekten dünyanın en gözde üniversiteleriyle boy ölçüşecek üniversiteler varken, çocuklarımızı gönderirken rahatsız olacağımız üniversiteler var. Bu, şu salonda oturan herkesi rahatsız etmeli. Bunu çözmemiz lazım. Evet, üniversite kurmak çok önemli ama bu üniversitelerdeki kalite de çok önemli bir sorun.

Kıymetli arkadaşlar, on beş yıl önce kurulmuş tıp fakültesinin gidin hastanesini, polikliniklerini ziyaret edin; inanın, o fakülteden mezun olacak doktorlara kendinizi, çocuklarınızı, eşinizi emanet etmezsiniz. Lütfen, bu konuda ben herkesi aklıselime davet ediyorum, dikkatli olmaya davet ediyorum.

Bu vesileyle, kurmakta olduğumuz üniversitelerin de hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum, saygılarımı sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Çalış, “Buradan mezun olan doktorlara kendinizi emanet etmez…” gibi bir ifadeniz oldu, siz de doktorsunuz, uzmansınız…

HASAN ÇALIŞ (Karaman) – Vallahi efendim, bu yüreğimi sızlatan bir husus yani onun için onu özellikle söyledim.

BAŞKAN – Yani daha özenli olmak, daha çalışmak gerekir herhâlde!

HASAN ÇALIŞ (Karaman) – İsterseniz bir gün beraber gideriz o tür yerlere.

BAŞKAN – Evet.

HASAN ÇALIŞ (Karaman) – Yani tıp fakültesini örnek verdim, diğer fakültelerimizde de içler acısı olanlar var.

BAŞKAN – Yani “Hocalarımız diplomaları verirken daha titiz olsunlar.” diyorsunuz!

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Dünyada, yayın olarak tıp fakültelerimiz 12’nci sırada.

BAŞKAN – Şahsı adına Necat Birinci, İstanbul Milletvekili.

Buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair   487 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın ek maddeleri üzerine şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygı ile selamlarım.

Sözlerime, önce, bugün ulusal basında güzide bir fen lisemiz hakkında çıkan bir haberi düzeltmekle başlamak istiyorum. Yaşar Acar Fen Lisesi, Beylikdüzü’nde. Bir gazetemiz, okulun çökme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu yazıyor, fotoğrafları da veriyor. Pazar günü bu okulda idim, öğrencilerle sohbet ettim. Okul, eğitim vadisi olarak 90 dönümlük bir alan üzerinde kurulmuş, hemen üstünde de bir hayırsever tarafından yaptırılan iletişim lisesi inşaatı devam etmektedir. Vaktimi buna ayırmak durumundayım, çünkü Türkiye'nin bunu bilmesi lazım. Hemen altında, Kızılayın yapmak istediği bir hastane vardı, onun inşaatından çekilmiş bir fotoğraftır. Vadi, gerçekten inşaatı zor bir alan fakat binanın üstü kadar temeline harcama yapılmış. Müteahhidiyle konuştum, hayırseverle konuştum, hiçbir temel ve çökme şeyi yoktur. Bugün Valiyle de konuştum, Kızılayın terk ettiği temeli, pansiyon olarak, İl Özel İdaresinin tamamlama kararı aldığını belirtiyor. Sayın Bakanımıza da bunu bildirmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, ben de şahsım adına Ahmet Türk’e ve daha önceki hafta da Sayın Baykal’a yapılan saldırıyı şiddetle kınıyorum ama konuyu Türk halkına yapılmış bir saldırı olarak kabul ediyorum ve böyle değerlendirilmesi gerektiği inancını taşıyorum. Burada kendi tabanımızı tahrike yöneltecek herhangi bir girişimde bulunmamamız gerekir. Bu noktada, kalan vakitte de üniversite konusuna değinmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, üniversiteler, bütün eğitim, sadece devletin yükleneceği bir alan değil. Üstelik bizim geleneğimizde 1846’ya kadar bütün eğitim vakıflar tarafından yürütülürdü, devlet hiçbir şekilde eğitime bütçe ayırmazdı. Bugün vakıflarımız, Türkiye eğitimine, bilim dünyasına önemli katkılar yapmakta ve vakıf üniversiteleri kurulmaktadır.

Önemli olan, ilmî zihniyeti yakalayabilmektir. Şimdi sizlere bir pankart getirmek istiyordum, 1957 senesinde Erzurum Üniversitesinin temeli atılırken bir pankart vardı “İlim devrimlerin arkasından gelecektir.” Bu bana devamlı Pavlov’un köpeklerini ve asistanını hatırlatır. Pavlov, ekim ihtilali olduğu zaman köpeklerini eğitiyordu. Asistanı şiddetle girdi: “Üstat, ihtilal yapıldı, haberiniz var mı?”, “Evladım, biz ilmimizle uğraşalım, onlar başkasının işi.”

Yine, Türkiye'nin en eski üniversitelerinden birisinde, 1997 senesinde bir rektör “Ben sizden ilmî çalışmalar değil, siyasi devrimlerin tutunması için gayret bekliyorum.” diyebilme talihsizliğini bu ülkeye ve ilme yaşatmıştır. Bunları göz önünde tutmak lazım.

Dün burada yine “taraf üniversiteler” tabiri kullanıldı. Değerli dostlar, rektörlerimiz Türkiye'nin yetiştirdiği güzide profesörlerdir. Bunları taraf olarak tayin etmek, taraf olarak vasıflamak, en azından onların şahsına ve ifade ettikleri, taşıdıkları ilmin kariyerine saygısızlıktır. Buna dikkat edelim.

Üniversiteler bilim kalesidir, hür düşüncenin kaleleridir. Onlar herhangi bir dünyevi anlayışın temsilcileri değillerdir, sadece ilmin temsilcileridir. Onlara eğer “yandaş üniversite” sıfatını yakıştırmaya kalkarsanız, bu, Türkiye ilmine sıkıntı verir, heyecanı kırabilir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Birinci, konuşmanızı tamamlayınız efendim.

Buyurun.

NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Bir dakika içinde de… Hep burada üniversitelere eleman yetiştirme konusu getiriliyor. 1993’te Komisyon Başkanımız, devrin YÖK Başkanı dünyaya 7.500 üniversite öğrencisi göndermek için büyük bir proje başlattı ama bunların bir kısmı Türkiye’ye döndü ve yüksek seviyede ilim faaliyetleri içindeler. Ama 28 Şubat sürecinin ezici özelliği bu gençlerin çoğuna yılgınlık getirdi.

Ayrıca Millî Eğitim Bakanlığının 2005’te başlattığı Her Yıl Bin Öğrenci Projesi Türkiye'nin üniversitelerine eleman yetiştirecektir. Yeter ki biz üniversitelerimizi açalım. Onları donatmak bu ülkenin kaynaklarıyla mümkün olacaktır.

Bu duygularla, yeni açılacak olan vakıf üniversitesinin ve diğerlerinin hayırlara vesile olmasını temenni eder, hepinize tekrar saygılar sunarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)  

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz.

Sayın İnan…

MÜMİN İNAN (Niğde) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Aracılığınıza Sayın Bakanıma sormak istiyorum. Adına üniversite kuracağımız ve adına ne yaparsak yapalım az gelecek Fatih Sultan Mehmet Han’ı saygı ve sevgiyle, rahmetle anıyorum. Fatih Sultan Mehmet Han Üniversitesi içerisinde “Medeniyetler İttifakı Enstitüsü” başlığı altında bir enstitü kurulmak istenmektedir. Böyle bir başlığın olmasının çok uygun olmayacağı kanaati ve düşüncesindeyim; olsa olsa “Medeniyetler Enstitüsü” olabilir. Dolayısıyla, “medeniyetler ittifakı” çok fazla bir şey çağrıştırmıyor ve ne olduğu muğlak bir ifadedir. Dolayısıyla, bu konunun düzeltilmesi hem Fatih Sultan Mehmet’in, medeniyet ve Türk medeniyeti için önemli çığırlar açan, çağlar açan Fatih Sultan Mehmet Han’ın adına yakışır olacaktır hem de burada belki medeniyetlerin karşılaştırılması olabilir. Yoksa, medeniyetlerin ortaklığı, Batı medeniyeti ile Türk-İslam medeniyetinin hangi ölçüde ortaklığı vardır, onu takdirlerinize bırakıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Şandır…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, üniversite kurulmasında zannediyorum hukuklaştırılmış bir kriter listesi yok. Geçen dönemde de böyle bir kanun çıkarılsın arzusundaydık, üniversitelerin kuruluşu, yer seçimi buna göre yapılsın arzu ediliyordu ama gerçekleştirilemedi. Şimdi bir kararınız var, üniversiteleri il merkezlerinde kuruyorsunuz. “İlçelerde kurulmaz.” diye bir kararınız var mı? Eğitim ekonomisi, işletme ekonomisi açısından, mesela Mersin’in Tarsus ilçesinde, Hatay’ın İskenderun ilçesinde, buna benzer birçok ilden çok daha büyük ve ekonomi, işletme açısından çok daha rantabl bölgelerde, ilçelerde üniversite kurmayı ne zaman programlayacaksınız? Mesela Tarsus’ta bir üniversite kurmayı, devlet üniversitesi kurmayı düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Şandır.

Sayın Bulut…

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, dershane destekli olmaktan dershane merkezli hâle gelen eğitim sistemimizde acaba şehir merkezleri ve taşra olmak üzere dershanelere giden öğrenciler konusunda bir araştırma yaptınız mı, oran nedir? Dolayısıyla dershaneye gitme imkânı bulan gençlerle bulamayanların eğitimde fırsat eşitliği konusundaki adaletsizliği, siz bir Bakan olarak, uygun görüyor musunuz? Üniversiteye giren öğrenciler içerisinde dershanelere gidip başaranlar ile gidemeyip başaramayanlar arasında da bir araştırma yaptınız mı?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bulut.

Sayın Bakanım, buyurun efendim.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Öncelikle, Sayın İnan, Medeniyetler İttifakı Enstitüsü konusunda, bir önceki maddede zannediyorum düzenlenen konuya ilişkin olarak görüşünü açıkladı. Vakıf üniversitelerinde özellikle vakıf mütevellisinin aldığı kararlara, bu anlamda aldıkları kararlara YÖK’ün uyguladığı kriterler çerçevesinde izin veriliyor. İsim konusunda bu eleştirilerinizi zannediyorum vakıf mütevellisi de dikkate alır. Enstitünün ismi değişebilir, öyle olabilir, böyle olabilir. Doğrusu burada aslolan, dikkat ettiğimiz husus… Sayın Şandır’ın sorusuyla birlikte bağlayacağım, “Öncelikle üniversitelerin kuruluşuna ilişkin bir kriter var mı yani bu konuda bir kanuni düzenleme var mı?” diye sormuştu. Açıkçası bu konuda uygulanan bir kriter var elbette. Kanuni düzenlemeden ziyade, Yükseköğretim Kurulumuz, özellikle son yıllarda artan üniversite ihtiyacını da göz önüne alarak hem bir taraftan çok genç nüfusa sahip bir ülkede yükseköğrenim görme talebinde bulunan genç nüfusumuzun çokluğu, bunun yanı sıra ülkemizde yükseköğrenim görmüş gençlerimizin hâlâ oransal olarak Avrupa Birliği üyesi ülkelerin gerisinde olması elbette üniversitelerin kuruluşunu teşvik ve destekleyen bir politika izlenmesini gerekli kılıyor. Sizler de üniversitelerin kuruluşuna bu anlamda destek veriyorsunuz, teşekkür ederim.

Biz daha önceden Yükseköğretim Kurulunda hangi kriterlerle ve ne şekilde üniversitelerin kuruluşuna izin verildiği konusunda -doğrusunu isterseniz- objektif, eşit, adil bir kriter uygulanmasına ilişkin bir örnekleme yapamayız. Ama son yıllarda bildiğimiz, gözlemlediğimiz ve önümüze gelen üniversitelerin kuruluşuna ilişkin uygulanan objektif kriterler var. Nedir? Bir üniversitenin kurulabilmesi için en az 15 milyon TL kaynağı olması gerekiyor. Üniversiteyi kuracağı yerde arazisinin tahsis edilmesi gerekiyor, daha doğrusu bir arazisinin olması gerekiyor, bunu destekleyecek gayrimenkullerinin olması gerekiyor ve üniversiteye, kurmayı düşündüğü bölümlere ilişkin de objektif kriterler uygulanıyor. Nasıl? Her şeyden önce bu vakfın kaynaklarının bu hizmeti vermeye yeterli olup olmadığı, ülkemizde bu yönde kurulacak olan fakültenin veya bölümün ülkemizin gelecekteki ihtiyaçlarını karşılayıp karşılamayacağı, bu alandaki üniversite öğretim görevlisi sayısı, Türkiye’de, hemen hemen hepsi bir şekilde planlanıyor ve bu planlar çerçevesinde bizim önümüze geliyor.

Şimdi, genellikle bu vakıf üniversitelerinin kuruluşu esnasında hem Eğitim Komisyonumuzda hem de Meclisteki görüşmelerde çoklukla dile getirilen konu; mütevellinin kimlerden oluştuğunu bilmedikleri, mütevellinin nasıl oluştuğu. Şimdi, tabii ki bu vakıf hukukuna ilişkin bir düzenleme ve Medeni Kanun’a göre zaten bir vakfın mütevellisinde bulunmanın birtakım şartları var. Bu şartlarda sabıkasızlıktan tutun da kişinin özel durumlarına kadar, bu başka bir hukuk mekanizması içerisinde zaten denetim içerisinde olan bir husus. Dolayısıyla her vakıf üniversitesinin kuruluşuna ait dokümantasyon da yaklaşık yedi yüz elli ile iki bin sayfa arasında. Dolayısıyla bu konuda özel olarak bilgilenmek istenilen bir husus varsa eğer bizim Yükseköğretim Kurulumuz bu konuda çok açık. Yani “Bizim şu üniversitenin kuruluşuna ilişkin kafamızda bir şüphe var, bu üniversitenin bu bölümü yürütemeyeceğini düşünüyoruz veya bu üniversitenin kuracağı, taahhüt ettiği maddi kaynakların yetersiz olduğunu düşünüyoruz, sizdeki veriler nedir?” dediği takdirde bunu tatmin edecek yanıtlar ellerinde var ve bu kriterlere uygun olmayan hiçbir üniversitenin kuruluşuna izin vermiyoruz. Özellikle dile getirilen bu üniversitelerin birçoğunda, vakıf üniversiteleri bünyesinde kurulacak olan fakültelerle ilgili itirazlar da bu çerçevede ele alınıyor, ele almak gerekiyor.

Özellikle öğretmen yetiştiren eğitim fakültelerinin kuruluşuna dair itirazlar var. Gerçekten ülkemizde mevcut öğretmen yetiştiren eğitim fakülteleri kontenjanları itibarıyla ülke ihtiyaçlarının çok üstünde öğretmen mezun ediyorlar fakat bazı alanlarda, özellikle ortaöğretim alan branş öğretmenliğinde öğretmen fazlalılığı varken, Türkiye’nin gelişen şartları çerçevesinde çok fazla ihtiyaç duyduğumuz başka alan öğretmenlikleri var. Nasıl? Uygulamaya koyduğumuz, otuz iki ilde pilot olarak uygulamaya koyduğumuz okul öncesi eğitimin zorunlu hâle getirilmesi uygulaması neticesinde okul öncesi öğretmenlere ihtiyacımız var. 15 bin atama yaptık ve şu anda özel okul öncesi eğitim kurumlarında öğretmen açığı doğdu. Aynı zamanda, önümüzdeki yıl yirmi dört ili daha bu kapsama alacağız.

Bunun yanı sıra, özürlü öğrencilerimizin eğitimlerine ilişkin olarak özel özel eğitim kurumlarındaki sayılarının artışı, özel eğitim ve rehabilitasyon kurumlarının kuruluşu bu durumdaki öğrencilerin eğitimini çok önemli hâle getirdi. Zihinsel engellilerden tutun da diğer bütün eğitim alanındaki grupları sınıflandırarak biz bu alanlara izin veriyoruz. Yükseköğretim Kurulumuzdan da vakıf üniversitelerinde eğitim fakültesi kuruluşuna ilişkin olarak verdiğimiz izinler, ihtiyaç duyduğumuz alanlar, önümüzdeki dönemde de ihtiyaç duyacağımız alanlar.

Dolayısıyla, herhangi bir şekilde fazladan yeniden bir eğitim fakültesi kurup ülkemizin ihtiyaçlarının dışında öğretmen yetiştirilmesine izin vermiyoruz. Bu alanda ciddi bir planlama içerisindeyiz ve Millî Eğitim Bakanlığımız Yükseköğretim Kuruluyla koordinasyon hâlinde hareket ediyor. Sınıf öğretmenliği, özel eğitim, rehberlik ve özel özel eğitim, engel gruplarına yönelik eğitim, okul öncesi eğitim, sınıf öğretmenliği gibi alanlarda eğitim fakültesinin bölüm açmasına izin veriyoruz, onun dışında vermiyoruz. Bu da ülkemizin ihtiyaçları ve önümüzdeki dönem gerçekten çok ihtiyaç duyduğumuz alanlar.

Üniversitelerin ilçelerde kurulmasına ilişkin olarak bir kanuni düzenleme yok, engelleyici bir düzenleme de yok. Bildiğim kadarıyla Tarsus’ta da bir vakıf üniversitesi var. Tarsus, İskenderun gibi büyük ilçelerimizde… Gerçekten yükseköğrenimin, özellikle yükseköğrenimin katkı sağlayacağı ve o bölgenin de kaldırabileceği yerlerde kurulabilir. Bunda bir sakınca yok elbette ama şu anda tabii, çok daha yakın bir tarihte üniversitesi olmayan illerimiz olduğu için, önceliği, tercihimizi üniversitesi olmayan illerde üniversite kurmak şeklinde kullandık ama kurulmasına yasal bir engel yok.

Sayın Başkanım, zannediyorum sürem doldu.

Teşekkür ediyorum.

Diğerlerini yazılı olarak cevaplandıracağım.

BAŞKAN – Sayın Bulut’un da bir sorusu vardı.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Yazılı cevaplandırayım Sayın Başkan.

BAŞKAN – Yazılı cevaplayacaksınız, peki.

Teşekkür ederim Sayın Bakanım.

Madde üzerinde bir adet önerge vardır, önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 487 sıra sayılı Tasarı’nın 1’inci maddesine bağlı Ek 120’inci maddesinde ve başlığında geçen “İstanbul Ön Asya Üniversitesi” adının “İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                                 

Ahmet Yeni

Mustafa Elitaş

İhsan Koca

 

 

Samsun

Kayseri

Malatya

 

Özkan Öksüz

Mehmet Ceylan

Canan Kalsın

 

Konya

Karabük

İstanbul

 

 

Celal Erbay

 

 

 

Düzce

 

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılıyoruz…

BAŞKAN – Tamam, Komisyon takdire bırakıyor; anladım, olumlu görüşte.

Hükûmet?       

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Katılıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Yeni, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AHMET YENİ (Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 487 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Samsun Milletvekili olarak, eski DTP Genel Başkanı Sayın Ahmet Türk’e özellikle geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum ve olayı da kınıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, özünde güzel ahlak, doğruluk, barış ve sevgi olan, insanlığın mutluluğunu esas alan, İslam’ın evrensel ve çağlar üstü mesajını bize ulaştıran Peygamberimizin kutlu doğumunun 1.439’uncu yıl dönümünün cennet vatanımızın huzur ve mutluluğuna, milletimizin birlik ve beraberliğine, bütün insanlığın kurtuluşuna vesile olmasını Yüce Allah’tan niyaz ediyorum. Onun, insanlığın huzur ve mutluluğu için yaptığı çağrıyı güncelleştirmeye, temsil ettiği değerler bütününü iyi anlamaya ve özünde barındırdığı sevgi ve merhameti çağımıza taşımaya ihtiyaç duyduğumuzu ifade etmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK PARTİ hükûmetleri olarak eğitime çok önem verdik ve vermeye de devam ediyoruz. Gerek ilköğretim ve ortaöğretimde gerekse yükseköğretimde fiziki altyapıda, personel istihdamında ve teknolojik donanımın kurumlara ulaştırılmasında çeşitli çalışmalar yaptık.

Millî Eğitim Bakanlığı için 2010’da bütçeden 28,2 milyar TL kaynak ayrılmıştır. Yedi yılda millî eğitime ayrılan payı yüzde 278 oranında artırdık. İktidara geldiğimizde 2,5 milyar TL olan yükseköğrenim bütçesini yüzde 275 oranında artırarak 9,3 milyar TL’ye çıkarmış bulunmaktayız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2002 yılında 53’ü devlet, 23’ü vakıf olmak üzere Türkiye'deki üniversite sayısı 76 iken, şimdi 139 üniversite var; bunların 41’i devlet, 22’si vakıf olmak üzere 63’ü AK PARTİ iktidarları döneminde kurulmuştur. Bugün, burada görüşmekte olduğumuz kanun tasarısının kabulü, ülkemizde vakıf üniversitelerinin sayısını 51’e çıkaracaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tüm dünyada yükseköğretimde okullaşma oranları artmaktadır, gelişmiş ülkelerdeki yükseköğretimde okullaşma oranları ülkemizin çok üzerinde seyretmektedir. Ülkemiz de bu gelişmelere uzak kalmamalıdır. Çok genç nüfusa sahip Türkiye'de yükseköğretime talep artmaktadır. Hem bu talebin karşılanması hem de eğitimde kalitenin artırılması için, kendi yarattıkları kaynaklarla, kazanç amacı gütmeden, kanunla kurulan kamu tüzel kişiliğine sahip vakıf üniversitelerinin sayısının artmasının da faydalı olacağı kanaatindeyiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İstanbul’da, Türkiye Diyanet Vakfı tarafından 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine tabi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip İstanbul Ön Asya Üniversitesi adıyla bir vakıf üniversitesi kurulacaktır. Bu üniversitede rektörlüğe bağlı olarak edebiyat, iktisadi ve idari bilimler, eğitim ve sağlık bilimleri olmak üzere 4 fakülte, sosyal ve sağlık bilimlerinden oluşan 2 enstitü, ayrıca yabancı diller yüksekokulu ve çeşitli araştırma merkezleri bulunmaktadır.

Ön Asya Üniversitesi, Türk Cumhuriyetleri ile Balkan ülkelerindeki gençliğe hitap edecektir; oralardaki başarılı gençler burslu olarak Türkiye’ye getirilerek okutulacaktır, belli oranda Türkiye’den de öğrenci alınmaya devam edilecektir. Bu öğrencilere burs ve yurt imkânı da bir taraftan sağlanacaktır. Bu üniversite, özellikle Türk cumhuriyetleri ve Balkan ülkeleri ile Türkiye arasında kültürel, bilimsel ve sosyal alanda kaynaşmayı artıracak, ülkeler arasında çeşitli alanlarda iş birliği sağlayacaktır.

İstanbul Ön Asya Üniversitesinin adının İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi olarak değiştirilmesinin daha uygun olacağını düşünüyoruz. Bu konuda verdiğim önergeyi de desteklerinize arz ediyorum.

Ayrıca, bu kanunla Samsun’da Başarı Eğitim ve Kültür ve Sağlık Vakfı ile Tanrıverdi Eğitim ve Kültür ve Yardımlaşma Vakfı tarafından müştereken Canik Başarı Üniversitesi adıyla bir vakıf üniversitesi de kurulacaktır. Bu üniversite de rektörlüğe bağlı olarak İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinden, Mimarlık ve Mühendislik Fakültesinden, Fen-Edebiyat Fakültesinden, Eğitim Fakültesinden, Fen Bilimleri Enstitüsünden, Sosyal Bilimler Enstitüsünden oluşmaktadır.

Bu konuda katkı veren herkesi tebrik ediyorum, kutluyorum.

Kurulacak yeni üniversitelerin gençliğimize, milletimize ve ülkemize hayırlar getirmesini diliyorum ve yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, bu 29 Mayıs tarihinin özelliği ne? Bunu öğrenmek istiyorum.

VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Hatip açıkladı.

BAŞKAN – 29 Mayıs, arkadaşların konusu nedir bilmem ama benim bildiğim kadarıyla, Fatih Sultan Mehmet Han tarafından İstanbul’un fethinin yıl dönümüdür.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yeter sayısı istiyorum.

BAŞKAN- Karar yeter sayısını arayacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati : 16.40

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.59

BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu),Yaşar TÜZÜN (Bilecik)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 86’ncı Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Biraz önce, önergenin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.

Şimdi önergeyi tekrar oylarınıza sunacağım, karar yeter sayısını arayacağım.

Önergeyi kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir, karar yeter sayısı vardır.

Kabul edilen önerge doğrultusunda maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Böylece, 29 Mayıs Üniversitesinin kuruluşu tamamlanmıştır. Milletimize hayırlı olmasını diliyorum. İnşallah, ismine yaraşır bir üniversite olur.

487 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine devam ediyoruz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Ek madde 121’i okutuyorum:

Süleyman Şah Üniversitesi

EK MADDE 121- İstanbul'da Sistem Eğitim ve Kültür Vakfı tarafından 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine tabi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip Süleyman Şah Üniversitesi adıyla bir vakıf üniversitesi kurulmuştur. Bu Üniversite, Rektörlüğe bağlı olarak;

a) İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesinden,

b) Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesinden,

c) İşletme ve Yönetim Bilimleri Fakültesinden,

ç) Fen Bilimleri Enstitüsünden,

d) Sosyal Bilimler Enstitüsünden,

oluşur.

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına konuşmacıları arz ediyorum: Barış ve Demokrasi Partisi adına konuşmacı Nezir Karabaş, Bitlis Milletvekilimiz.

Sayın Karabaş, buyurun efendim.

BDP GRUBU ADINA MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kanun Tasarısı üzerine BDP Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii bugün, Yükseköğretim Kurumları Teşkilat Kanunu’ndaki değişiklik ve vakıf üniversitelerinin kuruluşuyla ilgili gündemimiz; ancak ben, 12 Nisan Pazartesi günü, benim de hazır bulunduğum Samsun’daki bir dava duruşmasından sonra gelişen olaylarla ilgili birkaç şey belirtmek istiyorum.

Şimdi, herkesin bildiği gibi, 12 Nisanda Samsun Ağır Cezada bir duruşma vardı. Bu duruşma, Muş Bulanık’ta yaşanan…

BENGİ YILDIZ (Batman) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Karabaş, birkaç saniyenizi rica edebilir miyim.

Sayın Yıldız, bir şey mi diyecektiniz?

BENGİ YILDIZ (Batman) – Bir uğultu var Başkanım, dinleyemiyoruz.

BAŞKAN – Ha uğultu var, evet, ön sıradaki arkadaşlarımız biraz daha sessiz olurlarsa…

MEHMET NEZİR KARABAŞ (Devamla) – Muş Bulanık’ta yaşanan olayda, 2 kişinin öldüğü, birçok kişinin yaralandığı bir davanın güvenlik gerekçesiyle Samsun’a verilmesinden sonra bu dava burada görüldü, 12 Nisanda da ilk duruşmasıydı.

Şimdi, tabii daha önce güvenlik nedeniyle Trabzon’a verilen Gazi olaylarını biliyoruz, Eskişehir’e verilen Uğur Kaymaz olayını biliyoruz ve benzeri olaylar var ve güvenlik gerekçesiyle verilen iller… Her nedense, öteden beri hem devletin içindeki derin yapıların hem şoven, ırkçı, faşist yapılanmaların olduğu illere veriliyor ve güvenlik nedeniyle sürdürülen bu davaların tümünde, mağdurlar başta olmak üzere, o davaları izleyen siyasetçiler, sivil toplum örgütü temsilcileri, savunma avukatları saldırıya uğruyor. Geçmişte Eskişehir’de yaşandı, linç girişimleri, Trabzon’da yaşandı, şimdi de Samsun’da.

Şimdi, birincisi, şunu başta söyleyeyim: Bu olayın yaşanmasından sonra başta Sayın Başbakan, Hükûmet yetkilileri olmak üzere, tüm siyasi partinin liderleri, grup başkan vekilleri, milletvekilleri ve Türkiye’de duyarlılığı olan tüm kesimler “Geçmiş olsun.” dileklerini hem Sayın Ahmet Türk’e hem partimize iletti ancak bu yeterli değil. Elbette bu gerekli, bu önemli bir duyarlılık; tüm kesimlerin, siyasetçilerin, siyasetin tüm kesimlerinin, tüm sivil toplum örgütlerinin, aydınların, basının ortak bir tutum sergilemesi, bu tür saldırılara ortak tutum alması önemli ama bu yeterli değil. Birincisi, Hükûmet açısından. Sonuçta, bu tür olayları yerinde inceleyen, hukukun herkes için eşit uygulanmasını, hukukun gerçekleşmesini sağlayan bir pratiği sergilemeleri gerekiyor, sorumlulukları var. İkincisi, bu tür davaların yer değiştirmesinden sonra o davanın selameti, o davaya katılan tüm kesimlerin -siyasetçilerin, sivil toplum örgütlerinin, mağdur yakınlarının, savunma avukatlarının- hepsinin güvenliğini sağlamakla yetkilidir.

Diğer yandan, siyasetçiler ve basının bir görevi de, bu tür olaylar yaşandıktan sonra “Geçmiş olsun.” dileklerini iletmek ve olayı kınamak yetmiyor… Yıllardır, başta Karadeniz olmak üzere, İç Anadolu’da, Türkiye'nin çeşitli yerlerinde, İzmir’de, diğer yerlerde yaşanan linçler ve bu tür “farklı olana tahammül etmeme, farklı olanı linç etme, ortadan kaldırma” kültürü siyasetçilerin, basının şu ana kadar kullandıkları dildir, o kültürdür. Biz bunu değiştirecek miyiz, değiştirmeyecek miyiz? Bir kesimi,  bir  toplumu,  onun  tüm  bireylerini,  siyasetçilerini  terörist  ilan  edecek  miyiz,  hâlâ  bunu sürdürecek  miyiz,  sürdürmeyecek miyiz? Eğer siyasetçiler siyaset adına, eğer Hükûmet yetkilileri -Sayın Başbakandan tutun bakanlara- devlet yetkilisi, Hükûmet yetkilisi olma adına bir siyasi partinin genel başkanına, eş başkanına, bazen milletvekillerine, bazen yetkililerine açık bir şekilde “terörist” sözcüğünü veya “yandaşı” sözcüğünü kullanıyorsa Samsun’da, Trabzon’da, başka bir ilde bu tür şeyler gerçekleşir.

Onun için, biz şunu önemsiyoruz: Herkesin bu çağrıları yaparken ve bu yaşanan vahim olay karşısında tavrını ortaya koyup bu olayı kınarken, bu işi yaparken samimiyetine inanıyoruz ama bu yetmez. Bunun pratiğe yansıması gerekiyor, bunun siyasi söyleme yansıması gerekiyor, Hükûmet açısından, Başbakan ve bakanlar açısından pratik icraata yansıması gerekiyor. Eğer bu gerçekleşmezse “Geçmiş olsun.” dileklerinin, kınamanın hiçbir anlamı olmayacaktır.

Güvenlik nedeniyle Samsun’a dava götürüldü. Peki, bu olaya baktığımız zaman, güvenlik denildiği zaman… Trabzon’da, Eskişehir’de, bugün de Samsun’da katilin güvenliğinden bahsedildi. Evet, bu kişi 2 kişiyi öldürmüş, diğerlerini yaralamış, açıkça söylüyor. Ha, bunu gerçi Sayın Başbakan da, Başbakan Yardımcısı Sayın Arınç da, Muş Valisi de kendisini savunmaya, meşru savunmaya soktu ama bu olayı gerçekleştiren kişi, kendisine ateş edildiğini, ölenlerin kendisine ateş etmesi sonucu öldüğünü söylüyor. Ha demek, Türkiye’de “güvenlik” denildiği zaman, olayın faillerinin güvenliği dile geliyor. “Güvenlik” denildiği zaman, yargılananlar, öldürmeyle, cinayetle yargılananların korunması gündeme geliyor, dile geliyor, bu anlaşılıyor. Yoksa, Sayın İçişleri Bakanının Müsteşarıyla görüşülmüş, daha önce bu davanın önemi biliniyor, güvenlik nedeniyle buraya gönderilmiş ve Samsun’un Sayın Valisi diyor ki: “En üst düzeyde güvenlik önlemi aldık.” Bu şahıs, Sayın Ahmet Türk’e yumruk atan şahıs Sayın Ahmet Türk’ün yanına, hepimizin yanına geldi. Bırakın silah, tabanca benzeri ateşli silahları, herhangi bir çakıyla, bir bıçakla adam öldürülebilirdi. Bu tür şeylerin sorumluluğu nasıl üstlenilir? Bu tür bir olay, eğer gelişmiş Avrupa’da, demokrasinin geliştiği ülkelerde gerçekleşirse içişleri bakanı anında istifa eder, o ilin valisi, emniyet müdürü, tüm yetkilileri görevinden alınır ama şimdi 2 tane emniyet yetkilisinin açığa alınması gerçekleşmiş ve bununla sorunun çözümleneceği söyleniyor. Bu yetmez değerli arkadaşlar.

Biz şunu söylüyoruz: Karadeniz’de, bu hatta Hrant Dink’in ölümü gerçekleşti. Daha önce çeşitli düşüncelerde, sol, demokrat, sosyal demokrat aydınların tüm etkinliklerine, Kürt olsun, Türk olsun, Laz olsun, demokratik çerçevedeki tüm etkinliklerine saldırı oldu, linç girişimleri gerçekleşti ve Hükûmet yetkilileri, o illerin valileri, emniyet müdürleri o günden bu güne kadar da hiçbir tedbir almadı, âdeta ödüllendirildi linç girişimini gerçekleştirenler. Şimdi de, Türkiye'nin her yerinde yıllardır süren çatışma, şiddet ortamı, kullanılan düşmanca dil, basının kullandığı dil, Hükûmet yetkililerinin, geçmiş hükûmetlerin, siyasilerin kullandığı dil halkın birçok kesimi üzerinde ciddi bir tepki, düşmanlık ve travma yaratmıştır. Her zaman bu tür olayları, linçleri gerçekleştirecek insanlar bulunur fakat bunu dil olarak hem Hükûmetin, hem devlet yetkililerinin hem siyasilerin yeni bir dili hem basının yeni bir dili kullanması gerekir, diğer taraftan da Hükûmetin ve yetkililerin bu tür olayların gerçekleşmemesi, bu tür olaylar yaşanmadan, bir travmaya neden olmadan tedbirlerin alınması konusunda ciddi hassasiyet göstermesi gerekiyor.

Değerli milletvekilleri, eğer Sayın Ahmet Türk’ün bu yaşa kadar kullandığı dil ve yaşama bakışı, Türkiye’de bu tür olaylara bakışı, partimizin yetkililerinin, bizlerin değerlendirmeleri olmasaydı, bizler bazı insanlar gibi sert bir dil kullansaydık düşünebiliyor musunuz, Türkiye’de nelere mal olacaktı? Toplum, Kürtler, Türkler, diğer kesimler, farklı düşünenler nasıl birbirlerini imha edecek, birbirlerine büyük zararlar verecek, bir daha birlikte yaşanmayacak koşullar gerçekleşebilirdi. Bunun vebalinin altından kim kalkabilir? Bu olaylara sıradan yaklaşılabilir mi?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun efendim, konuşmanızı tamamlar mısınız.

MEHMET NEZİR KARABAŞ (Devamla) – Teşekkür ederim Başkanım.

Şimdi, üniversitelerden, üniversitelerin açılmasından, gençlerimizin üniversitelerde okumasından bahsediyoruz, bugün birçok ilde gençler, üniversite gençleri, üniversite öğretim üyeleri, üniversitelerin profesörleri, doçentleri bilimsel anlamda düşüncelerini, fikirlerini dile getirdikleri zaman yargılamalara tabi oluyor. Öğrenciler, üniversite içinde ve dışında demokratik tepkilerini, sorunların çözümü için yaptıkları her eylemde, etkinlikte ya devlet güçleri tarafından şiddete maruz kalıyor veya linç girişimleriyle şiddete maruz kalıyor ve yine birçoğunun üniversitelerle ilişkisi kesiliyor, okullardan atılıyor. Biz, üniversite dediğimiz zaman bunları tartışmadan bilimi nasıl gerçekleştirebiliriz? Bir üniversite öğretim üyesinin, üniversite öğrencisinin düşüncesini, inancını özgürce söyleyemediği, kendisini alanlarda ifade edemediği bir yerde, üniversitelerin polisten, jandarmadan geçilmediği bir ortamda biz, bilimi geliştirebilir miyiz, üniversite açmayla bir sonuca varabilir miyiz?

Tüm bunları diğer maddeler görüşüldüğü zaman dile getireceğiz. Üniversitelerden gerçekten halkın beklentisi, gerçek bilimi yaratmak ve gerçek üniversiteleri yaratabilmek için bu konuların detaylı ele alınması gerekir diyorum, hepinize saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy.

Sayın Paksoy, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 487 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilat Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, ilk defa olarak bu kürsüye çıkarken derin bir üzüntü içindeyim. Yüce Meclis gündemine Hükûmetçe sunulan bu tasarıda Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi bünyesinde kurulması öngörülen Medeniyetler İttifakı Enstitüsü benim üzüntümün kaynağı olmuştur. Bu zamana kadar bu Hükûmetin, ötesine dilim varmıyor ama birçok yanlış icraatından son derece elem duyduk. Ancak, öylesine vahim bir durum ki, rahmetli Sultan Fatih’in ve şühedanın ruhlarını muazzez edeceğimize muazzep ediyorsunuz. Ne idüğü belirsiz, gayesi, maksadı açıklanmamış ve anlatılmamış, milletimizce hiçbir şekilde tasvip edilmeyen malum mahfillerin projesini getiriyor mübarek bir ismin aziz hatırasını ihya etmek amacıyla kurulan bir üniversitede enstitü kurarak ihya etmeye çalışıyorsunuz.

Çok değerli arkadaşlar, bu kürsüden defaten söyledik ancak kulaklarınızı tıkamaya devam ediyorsunuz. Türkiye'nin bir öğretim sorunu var. Üstelik bu sorunun temeli ilköğretim ve ortaöğretimde. Siz bu alanda gerekenleri yapmıyorsunuz. Bugün Türkiye’de üniversite sayısı 140’a ulaştı. Bu üniversitelerle birlikte 146 olacak. Muhtemelen önümüzdeki yıllarda 200’ü bulacağız. Peki, 200 veya 500 üniversite açsak eğitim-öğretimin sorunlarını çözecek miyiz? Herkese sertifika verir gibi diploma verirsek bu insanlarımızın sorununu çözecek miyiz? On binlerce öğretmen adayı yıllardır atanamıyor, eylem yapıyorlar, diğer üniversite mezunları öğrenim gördükleri alanda iş bulmak bir yana ilköğretim ve ortaöğretim mezunlarının istihdam edildiği alanlarda bile iş bulmaya razılar.

Kıymetli arkadaşlar, üniversite açılmasına, geleceğimiz olan gençlerimizin çok iyi bir eğitim görmelerine hepimiz taraftarız ancak sırf talepten hareket ederek, sırf seçim meydanlarında “Biz bilmem ne kadar üniversite açtık.” edebiyatı yaparak insanları kandırmayalım, yazık hem de bu ülkenin parasına hem de insanların umutlarına yazık hem de çok yazık.

Bakın, üniversitelerin sayısı hızla artıyor, ancak nitelikleri ne durumda? Bina, öğretim üyesi, barınma ve benzer diğer imkânlar ne durumda? Bunları hiç düşündünüz mü? Bugün kırk beş, biri de geçenlerde kuruldu kırk altı vakıf üniversitesinin kaç tanesi yeterli düzeyde? Eskiden dershane açılıyordu, şimdi üniversite açılmaya başlandı. Yanılmıyorsam dershanelerin kapanacağına dair bir teziniz vardı. İlköğretim okulu açamadığınız yere üniversite açarak ve bu hızla vakıf üniversitesi açarak bu teziniz gerçekleşecek, dershanelerin kapanmasına gerek kalmayacak, ancak dershanelerin büyük çoğunluğu üniversite olacak.

Şimdi deniliyor ki: “Gelişmiş ülkelerde yükseköğrenim oranı yüzde 60’ı bulmasına rağmen ülkemizde yüzde 20 düzeylerindedir.” Kardeşim, gelişmiş ülkelerde başka kıstaslar da var, onlarla niye ilgilenmiyorsunuz? Veya madem konumuz üniversite, gelişmiş ülkelerin nasıl üniversite kurduğunu bir zahmet niye araştırmıyorsunuz? Komisyonda arkadaşlarımız dile getirdiler, üniversite sayısı ve öğrenci kontenjanlarının artırılması sadece diplomalı işsizlerin sayısını artıracaktır. Son yıllarda vakıf üniversitelerinin sayısında büyük artış gözlendiği, kurucu vakıfların mali yapıları ve üniversiteye tahsis ettikleri arazi ve alanlarda üniversite kurulmasıyla ilgili öğretim hayatını devam ettirebilecek kapasitede bulunup bulunmadıklarının iyi araştırılması gerekir. Bunların hiçbirisi yok, sadece, beylik laflarla geçiştirmeler var. “Yok, mal varlığı 15 milyon liranın altında bulunan vakıflara üniversite kurma izni verilmediği; yok, Öğretim Üyesi Yetiştirme Projesi kapsamında 2 bin araştırma görevlisi kadrosunun Bütçe Kanunu’na eklenmek üzere olduğu yani kurulacak eğitim fakültelerinde okul öncesi eğitim ve engelli eğitimi bölümlerinin açılmasına izin verildiği” gibi sudan gerekçeler üretiliyor.

Mevcut kırk beş vakıf üniversitesinin büyük bir kısmının kendilerinden beklenen performansı gösteremediği bir vakıadır. Bu üniversitelerin birçok bölümündeki kontenjanların dolmadığı da bilinmektedir. Üstelik, devlet üniversitelerinde bile birçok kontenjan ek yerleştirmelere rağmen dolmamaktadır. Mesela, seçim bölgem Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesinin Fizik Bölümünün ikinci öğretimine 1 öğrenci gelmiş, ek kontenjandan ise bu sayı ancak 4’e ulaşabilmiştir. Bu bölümün normal olarak kontenjanı 50 kişidir. Diğer devlet üniversitelerinde benzer kontenjan açıkları bulunmaktadır. Vakıf üniversitelerinde bu açıklar daha fazla sayılardadır.

Diğer yandan, öğretim üyesi temini önemli bir sorundur. Eğitim fakültelerine hoca bulunamamaktadır. Öğretim üyelerinin ücretleri bakımından iller arasında farklılıklar olduğundan, özellikle Kahramanmaraş gibi büyük illerimizde öğretim üyesi açığı oluşmaktadır.

Ayrıca, vakıf üniversitelerinin sayısının çoğalması, bu üniversitelerin imkânlarının devlet üniversitelerine nazaran daha iyi durumda olması sebebiyle devlet üniversitelerinden vakıf üniversitelerine büyük oranda geçişler yaşanmaktadır.

Üniversitelerimize mevcut bütçe imkânları içinde yeterli ödenek verilememektedir. Yeni kurulan birçok üniversitemizin mevcut durumları sadece tabeladan ibarettir. Her fırsatta tekrar ediyorum, etmeye de devam edeceğim: Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesinin kadroları on iki yıldan beri bir türlü verilememiştir.

Son zamanlarda veya istediğiniz zamanlarda yüce Meclise getirdiğiniz tasarı ve tekliflerin yeterince tartışılmasına bile tahammül gösteremiyorsunuz.

Kıymetli arkadaşlar, bizim bildiğimiz vakıflar bir veya birkaç amaç için kurulur ve faaliyet gösterir, kesinlikle kâr amacı gütmez. En azından, eski vakıflar bu amaçla kurulurdu ancak şimdi bu gayeden hızla uzaklaşıldığını görmekteyiz. Türkiye Diyanet Vakfı birçok hizmeti zaten gerçekleştiriyor, Vakıflar Genel Müdürlüğü ise bir devlet kurumu. Siz bir devlet kurumuna üniversite kurduruyorsunuz. Şunu anlarım: Ülkemizde çok ihtiyaç duyulan özel bir alanda üniversite kurulur veya bir vakfımız yurt yapar, diğeri burs verir, diğeri eğitim öğretim materyali sağlar, fiziki bina yapar, öğretim üyesi yetiştirilmesi için maddi ve diğer yönden katkı sunar. Ancak bunlar yapılmıyor iş ticarete döküldü. Bugün bütün vakıf üniversitelerinin adı vakıf üniversitesi, halk nezdinde hepsi özel, paralı üniversiteler. Burslu okuyan çok az sayıda öğrenci dışında -ki bunların da tamamı sınavda derece yapmış öğrencilerden seçiliyor- diğer öğrencilere yönelik bir kolaylık yok. Ben hiçbir vakıf üniversitesinin belli bir puanı almış dar gelirli çocukları, kimsesizleri, şehit ve gazi çocuklarını ücretsiz kabul ettiklerini görmedim. Siz gördüyseniz açıklayın biz de öğrenelim.

Diğer bir husus: Mühendislik eğitimi veren programlarda öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı Avrupa ortalamasının 2 katından fazladır. Sizler de takdir edersiniz ki bu durum öğretimin niteliğini olumsuz yönde etkilemektedir. Hesapsız kitapsız hızla üniversite ve buna bağlı olarak bölüm açılması uzun vadede mühendislik hizmetlerinin niteliğini daha da olumsuz olarak etkileyeceği kesindir. Arkadaşlarımız bu hususu komisyonda dile getirmişler ancak ne Sayın Bakan ne de YÖK bu konuda doyurucu bir cevap vermemiş, zaten vermesi de mümkün değil. Bizce bu üniversitelerin açılması kamu kaynaklarının biraz daha savrulmasından başka bir fayda sağlamayacaktır. Türk yükseköğretiminin nicelik sorunu olduğu hepimizin kabulüdür, ancak bundan da ötesi, ilköğretim, ortaöğretim ve üniversitelerimizde ciddi bir nitelik sorunu bulunduğudur. Biz, öncelikle ve özellikle bu nitelik sorununa ve bundan sonraki istihdam sorununun çözümüne yönelik tedbirlerin alınmasını beklerdik. Size bu gidişle olacak olanı söyleyeyim. Sayın Bakanın tabiriyle 15 milyon TL varlığı olan her vakıf, üniversite kurmak için YÖK’ün kapısını çalacak, YÖK uygun gördüğü veya sizin yandaşınız olanlara izin verecek.

Tekrar bu Medeniyetler Arası İttifak Enstitüsüne dönmek istiyorum. Kıymetli arkadaşlar, hepimiz aslında bu projenin ne olup olmadığını gayet iyi biliyoruz ancak yine hepiniz hatırlarsınız, İsrail’in Gazze saldırıları sırasında Sayın Başbakanın eşi hanımefendi bu proje kapsamında İstanbul’da İsrail’i protesto etmek için lider eşlerinin katılacağı bir toplantı tertip etmişti.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Paksoy, buyurun efendim.

MEHMET AKİF PAKSOY (Devamla) – Bu toplantıya da Bosna-Hersek dışında Batılı ülkelerden hiçbir lider eşi katılmamıştı. Adı var, kendi yok bir proje veya sadece Müslümanları, Türkiye’yi, Türk-İslam dünyasını ehlileştirme projesi yani bu aslında bir büyük Orta Doğu projesi, “medeniyetler arası ittifak” sadece bu projenin alt ismi. Böyle bir projenin Gazi Sultan Mehmet Fatih’in adına kurulan bir üniversitede ihya edilmek istenmesinden kendi adıma utanç duymaktan öte nefret ediyorum. Sayın Başbakan, eş başkanı olduğu bu proje kapsamında İslam medeniyetinin yok olduğu Endülüs’te diğer eş başkan İspanya Başbakanından ödül aldı. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının böyle incitici bir ödülü kabul etmesi kadar üzücü bir durum olamaz. Bu Enstitünün Sultan Fatih’in ruhunu daha fazla muazzep etmemesi için tasarıdan çıkartılmasını teklif ediyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun, tamamlayınız.

MEHMET AKİF PAKSOY (Devamla) – Eğer Sayın Başbakan istiyorsa Başbakanlık bünyesinde veya AKP Genel Merkezinde böyle bir birim kurabilir. Bu işe de yeterince gönüllü taşeron bulacaktır, hatta yandaş sivil toplum örgütlerinden birini bu yönde teşkilatlandırabilir de diyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Adıyaman Milletvekili Sayın Şevket Köse. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 487 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerinde düzenlenen ek 120’nci madde üzerine söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, bildiğimiz gibi genç nüfus önemli güçtür, ülkemiz ise büyük oranda bu güce sahiptir. Yaklaşık olarak 25 milyon okuma çağında olan nüfusumuz bulunmaktadır. Bu 25 milyon kişi en iyi biçimde eğitilmezse güç olmaktan çıkar.

Eğitim-öğretim ve özellikle de yükseköğretim, AKP hükûmetleri döneminde sıkça konuşulan konuların başında gelmektedir. Okul binası yapmak, derslik ihtiyaçlarını azaltmak, eğitimin en önemli unsuru gibi görülmektedir. Oysa eğitim ve öğretim bir bütündür, okul öncesi ve sonrası süreci de kapsamaktadır. Bundan dolayı eğitimin planlamasına büyük ihtiyaç vardır. Yani planlama, okullaşma oranı, öğretmen yetiştirilmesi, öğretmen kadro sorunu ve atanması, kaliteli eğitim için gerekli fiziki yapılara sahip olmak ve öğrencilerin barınma sorunlarının çözülmesi gibi çok sayıda sorun doğrudan eğitimle ilgilidir. Bunların her birine çözüm bulmadan eğitim sisteminin düzelmesini beklemek yanlış olacaktır.

Her ile üniversite kuruldu ancak bu üniversitelerde okuyan öğrencilerin kalacak yeri yok. “TOKİ yurt yapsın.” diye bir Meclis araştırma önergesi vermiştim çünkü öğrencilerin barınma sorunu en öncelikli sorunlarından biridir ama maalesef henüz olumlu bir cevap almış değilim.

Sayın milletvekilleri, üniversiteler açılıyor ama bu üniversitelerin laboratuvarları yok ve öğretim elemanı sayısında da büyük sıkıntılar vardır. Peki, böyle bir üniversiteyi açmak ne kadar yararlı olacaktır? İyi bir altyapısı olmayan üniversite, istese de çok yararlı olmayacaktır, olmayacağı da ortadadır. Binlerce üniversite mezunu diplomalarını alıyor ancak iş bulamıyor. Sayın Başbakan “Her üniversite mezununa iş bulmak zorunda değiliz.” diyor. Eğer o gencimiz de bu ülkenin evladıysa, Başbakan iş bulmak zorundadır. Yoksa bu üniversiteler diplomalı işsizler ordusunu yaratmaktan başka bir işe yaramayacaktır.

Değerli milletvekilleri, geçtiğimiz günlerde YÖK büyük yanlıştan döndü. Yani yabancı ülkede lise öğrenimini tamamlayan öğrencilerin sınavsız olarak istedikleri üniversite ve bölüme geçmelerini sağlayan kararı geri çekti. Bu karardan önce Genel Başkanımız Sayın Deniz Baykal bu konuya özellikle değinmiş ve kararın yanlış olduğunu da dile getirmişti. Karara baktığımızda ne diyordu YÖK: “Eğer paran varsa ve yurt dışında liseni tamamlayabiliyorsan gel istediğin üniversite ve bölümde oku.”

Değerli arkadaşlar, buna adalet denir mi? Peki, Türkiye’deki öğrenciler ne yapacak? 2 milyon kişi ÖSS’ye giriyor, aileler yiyeceğinden kısıp çocuklarını okula ve dershaneye gönderiyor ve bunların içinden başarılı olanlar hak etmesine, emek vermesine rağmen kenarda bekleyecek, belki de istediği bölüme yerleşemeyecektir. İşte, görüldüğü gibi YÖK’ün bu kararı paralı eğitimi ön plana alan anlayışın ürünüdür. Her ne kadar bu karar geri çekildiyse de bu fikir artık AKP’nin ve YÖK’ün bilinç altına yerleşmiştir. Açıkça anlaşılıyor ki AKP ve YÖK paralı eğitimi istemektedir. Böylece sosyal devletin en önemli özelliği olan eğitim AKP’nin uygulamaları sonucunda artık parası olanların hakkı olacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; eğitim-öğretim sisteminde o kadar büyük sorunlar var ki buradan hepsini sayamıyoruz. Eğitimin en önemli ve ana parçası hiç şüphesiz öğretmenlerdir ve öğretmenlerin yaşayacağı sorun tüm eğitim sistemini olumsuz etkileyecektir. Ülkemizde öğretmen atamaları büyük sorun hâlini almıştır. Yüz binlerce öğretmenimiz atama beklemektedir.

Sayın milletvekilleri, hepimiz biliyoruz ki öğretmen açığı da büyük oranlardadır. Burada Hükûmetin görevi o açıkları doldurmaktır. Kaldı ki hâlihazırda da bu açığı kapatacak kadrolar da bulunmaktadır. Ancak nedense bu öğretmenler göz göre göre işsizlikle, yoksullukla pençeleşmek zorunda bırakılmaktadır.

Değerli arkadaşlar, yıllarca öğretmen olma hayaliyle okuyan gençlerimiz kutsal olan mesleklerini mevcut koşullar da uygunken ne yazık ki yerine getirememektedirler yani okulların öğretmeni, öğretmenlerin de sınıfı yok. Bu durumdan dolayı işsiz kalan öğretmenlerimize yazıktır, günahtır ve ülke içinse büyük bir kayıptır.

Değerli arkadaşlar, öğretmenleri atama sırasında da büyük sorunlar baş göstermektedir. Öğretmenler sözleşmeli, kadrolu ve geçici olarak istihdam edilmektedir yani tek tip kadro yapısında değildir öğretmenlerimiz. Bu durum eğitim-öğretim sistemine de büyük darbe vurmaktadır. Bu soruna bir an önce kesin çözüm bulunmalıdır. Sayın Genel Başkanımız Deniz Baykal’ın belirttiği gibi öğretmenliğin bir kariyer olduğunu da asla unutmamalıyız.

Sayın milletvekilleri, elbette yurdumuzun her tarafında öğretmenlerin görev alması gerekmektedir ancak mümkünse aileler parçalanmadan atama yapılmalıdır. Örnek vermem gerekirse, İzmirli bir öğretmen Adıyamanlı bir öğretmenle evleniyor, bundan sonra ise aile parçalanıyor yani bir araya gelebilecekleri zamanı bekleyip durmaktadırlar. Bu konuda bir yasal düzenleme yapılmasına acil ihtiyaç vardır.

Eğitimde önemli bir başka sorun ise hepimizin bildiği gibi “öğretim yılına hazırlık ödeneği” diye bir ödeme vardır. Halk arasında buna “kırtasiye yardımı” da denilmektedir. Bu yardımın tutarı 2010 yılı için 540 TL olarak belirlenmiştir. Oysa sendikalar kırtasiye yardımının en az bir öğretmen maaşı tutarında olması yönünde fikir belirtmişlerdir. Fakat ne yazık ki bu ödenekten yalnızca öğretmenler yararlanmaktadır yani Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde olmasına karşın diğer Millî Eğitim çalışanları bu ödemeden  yararlanamamaktadırlar.

Değerli arkadaşlar, bu adaletsiz bir durumdur ve bu kırtasiye yardımından diğer Millî Eğitim personelinin de yararlanması gerekmektedir diye düşünüyorum. Bu konuda Sayın Bakana bir soru sormuştum ancak şu an için herhangi bir düzenleme yapılmayacağını anlamaktayız.

Eğitimde başka bir sorun ise tüm dünyada bilim adamlarının çocukların eğitiminde yedi yaşın çok geç olduğunu kabul etmeleridir. Bu nedenle, okul öncesi eğitim özel bir öneme sahip olmaktadır. Gelecek nesillerin daha iyi yetişebilmesi ve bu yolla daha yüksek düzeyde kültüre sahip bir toplum yaratılması için okul öncesi eğitim olmazsa olmazdır değerli arkadaşlarım. Bu anlamda, okul öncesi eğitim yeni yetişen nesiller için yaşamsal değere sahiptir. Şunu üzülerek belirtmekteyim ki Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimiz okul öncesi öğrenim şansından yeterince de yararlanamıyorlar.

Değerli arkadaşlarım, doğu ve güneydoğu illerinde yaşanan en önemli sorunlardan birisi de taşımalı eğitimdir. Şüphesiz bir okulun yapılabilmesi için çok sayıda kriter ele alınmalıdır. Mesela, nüfus ve başka bir okulun yakınlığı gibi etkenler önemlidir. Bu konuda kriterler bazen esnek tutulmalıdır ve aynı zamanda da bu kriterlere de adil uygulamalar yapılmalıdır. Örnek vermek gerekirse, Adıyaman ilinin Çelikhan ilçesinin Recep köyünde böyle bir sorun yaşadık. Yani Recep’te hazır bir okul var iken ve mesafesi de yakın iken öğrenciler taşınmak zorunda bırakılmıştı. Aynı zamanda bu durum okul harcamalarını da artırmıştır.

Yine benzer bir durum merkeze bağlı Kömür beldesinde yaşanmaktadır. Sayın Bakan buradayken bu konuyu gündeme getirmek istiyorum. Belki Sayın Bakanın talimatıyla bir çözüm bulunur.

Sayın Bakanım, Kömür beldemizin 4 bin civarında nüfusu var ancak Kömür’de bir lisemiz yok. Oysaki Adıyaman’da nüfusu Kömür’den çok daha az olan on beldemizde lise bulunmaktadır. Kömür’de gün içinde 120 lise öğrencisi merkeze taşınmaktadır. Durumu iyi olmayan ve liseye gidemeyen çok sayıda öğrencimizin olduğu ve lise olmadığı için beldeden göç edenler olduğu da bilinmektedir. Fakat beldemizde yapılacak bir lise en az 500-600 öğrencimizin geleceğine ışık tutacaktır ve belki de böylelikle beldemizden merkez ilçemize göçü önlemiş olacağız.

Değerli arkadaşlar, üstelik Kömür beldesinde sırf bir lise yapılsın diye 11 bin metrekarelik bir arsa da Millî Eğitim Müdürlüğüne tapusuyla birlikte verilmiştir. Ancak yapılan bütün başvurular sadece nüfus ölçütü tutmadığından -lise yapımı- geri çevrilmektedir. Sayın Bakanım, Kömür beldesinde oturan yurttaşlarınız sizden bir müjde beklemektedirler.

Değerli arkadaşlarım, Adıyaman Üniversitesi ülkemizin parlayan yıldızlarından biridir. Ayrıca Sayın Rektörümüz bir dernek tarafından da yılın rektörü seçilmiştir. Üniversite, Rektörü ve yönetici kadrosu sayesinde hızla büyümektedir. Şöyle ki: Son üç yılda öğrenci sayısı binden 11 bini bulan ve sadece nicelik olarak değil nitelik olarak da gelişen üniversitemiz, öğretim üyesi başına düşen bilimsel yayın sayısına göre de Türkiye’de 114 üniversite arasında 5’inci sırada yer almaktadır.

Adıyaman Üniversitesinin ilimize sosyal, kültürel ve aydınlanma bakımından büyük katkıları vardır. Nitelikli eğitimle ön planda olan üniversitemizin aynı zamanda ilimizin ekonomisine de büyük katkıları vardır. Üniversite Rektörünün idari ve akademik kadrosunun daha da iyi çalışmalara imza atması için Hükûmetin desteklerine büyük ihtiyaç vardır.

Değerli arkadaşlar, okullarımızdaki hizmetli kadrolarının açık olması nedeniyle temizlik koşulları yeterince sağlanamamaktadır. Bu konuda geçici değil, derhâl kalıcı çözümler bulunmalıdır. Çünkü çocuklarımızın hijyenik ortamlarda eğitim görememesiyle eğitimin amacına ulaşması da mümkün değildir.

Değerli milletvekilleri, belirttiğim gibi eğitim sisteminde okul öncesinden yükseköğrenim sonrasına kadar her alanda onlarca sorun bulunmaktadır. Bu olumsuz tablo gelecek koşullar için özellikle büyük sorun doğuracaktır. Başka bir ifadeyle geleceğe umutsuz bakılmasına neden olacaktır. Bu sorunların çözümünde atılacak her iyi niyetli adıma Cumhuriyet Halk Partisi olarak destek olmaya hazırız.

Aslında Hükûmetin bir an önce, acilen eğitim ve öğretim açılımı yapması gerekmektedir. Unutmamalıyız ki ancak bu yolla ülkemizin geleceği aydınlanır. Ne demiştir Hacı Bektaş Veli? “İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.” Ne demiştir Hazreti Ali? “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum.”

Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi en içten sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Köse.

Şahsı adına Düzce Milletvekili Sayın Celal Erbay,buyurun.

CELAL ERBAY (Düzce) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ben de şahsım adına ek 120’inci madde üzerinde görüşlerimi açıklayacağım.

Elbette ki Türkiye’mizde gerek devlet tarafından açılsın, sevk ve yönetimi üstlenilsin ve gerekse vakıflar tarafından açılsın, ilim yuvalarının birer birer açılması hepimizi memnun edecek bir olgudur. Dolayısıyla Süleyman Şah Üniversitesinin İstanbul’da Sistem Eğitim Ve Kültür Vakfı tarafından açılma talebinin YÖK’e ulaşması ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine tabi olarak, bir tüzel kişilik mahiyetinde kurulması hepimizi memnun edecek bir hadisedir. Böylece, vakıf üniversitelerinin çoğalması sayesinde, devletin üzerindeki eğitim yükü sorumluluğu bir nebze olsun hafiflemiş olacaktır. Ben öyle zannediyorum ki, biraz daha sevk ve oluşturulan imkânlar sayesinde, vakıf üniversitelerinin bünyesinde biraz daha fazla araştırma imkânı -gerek zaman itibarıyla ve gerekse araştırmaya hasredilecek olan araçların gelişmişliği itibarıyla- ilmî araştırma yapmanın imkânı ve üretimin seviyesi, kalitesi biraz daha farklı, etkin, müessir olacaktır. Böylece, üniversiteler daha çok bilgi üretecekler, üniversiteler üretmiş oldukları bilgiyi bir sanatkâr ruhu içerisinde tahlil ve analiz ederek, kullanarak bilgiden hikmete doğru yol alacaklar ve diğer, son merhale olan ilmin ışığında, bilginin ışığında hikmetle birlikte birleşen gayretler hakikat dediğimiz sonuca ulaşacak.

Elbette ki arkadaşlarım ileriye sürmüş oldukları endişelerinde haklı olabilirler. Bizim kültürümüzde bir atasözü hepimizin kulaklarında, gönüllerinde yerini almıştır. Bizde “Kervan yolda düzülür.” denir. Bütün birimleriyle, tamamen mükemmel bir şekilde kuruluşunu tamamlamış olarak elbette ki bir vakıf üniversitesinin varlık kazanmasını, tüzel kişilik kazanmasını ve eğitim hayatına başlamasını hepimiz arzu ederiz ama ben şunu soracağım her bir arkadaşıma: Her birimiz ev edinmeye çalıştık. Evi alacağımız paranın hepsini bir kenara biriktirip yığdıktan sonra mı, farz ediniz ki onun fiyatı 300 bin lira ise 300 bin lirayı cebimize koyduktan sonra mı müteahhide gittik, satıcıya gittik, yoksa bir başlangıç teşkil edecek mahiyette bir adım attık, daha sonra mı bugünlere geldik? Ankara bir günde Ankara olmamıştır, İstanbul bir günde İstanbul olmamıştır ama Ankara bugün güzel Ankara’dır, İstanbul bugün güzel İstanbul’dur, yarın daha güzel olacaktır. Eğitim kurumlarımız da aynı şekilde.

Ben bizzat kendim 80 kişilik sınıfta okumuştum ortaöğretimde. Şimdi seçim bölgeme gidiyorum, sınıfa girdiğim zaman soruyorum: “Sınıfta kaç kişi var?” Aldığım cevap: “28 kişi, 29 kişi.”

MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Nereden bahsediyorsun!

CELAL ERBAY (Devamla) – Elbette ki Türkiye günden güne daha iyiye gidecek ve böylece, kurulan eğitim kurumlarımız, Türk halkının…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Erbay, buyurun efendim.

CELAL ERBAY (Devamla) – …ve Türk gençliğinin daha iyi bir şekilde gelişmesi için, daha aydın, daha müreffeh, daha seviyeli bir gönle, kafaya, ilme, irfana sahip olmasını temin edecek ve böylece insanımızın yetişmişlik oranı artacak ve bu artış doğrultusunda da toplumdaki sosyal barışıklık oranı yücelecek ve biz, birbirimizin dostu, kardeşi, kendisi için istediğini diğer kardeşi için de isteyen, kendisine reva görmediğini diğer kardeşine de reva görmeyen erdemli kişiler olacağız. Bu hedefe doğru, bu ümit ve arzularla birlikte hepinizi saygıyla selamlıyorum. Hepinize saygıyla selamlıyorum. Hepinize saygı sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

 BAŞKAN -  Teşekkür ederim.

Mümin İnan, Niğde milletvekili.

Buyurun Sayın İnan. (MHP sıralarından alkışlar)

MÜMİN İNAN (Niğde) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; görüşülmekte olan 487 sıra sayılı  Yüksek Öğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın madde 1, ek 121 ile Türk tarihinin önemli şahsiyetlerinden Süleyman Şah adına kurulmak istenen vakıf üniversitesi hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Ayrıca, âlemlere rahmet olarak gönderilen Yüce Peygamber’imizin Kutlu Doğum Haftası’nı idrak etmekteyiz. Kutlu Doğum’un ülkemize ve insanlık âlemine hayırlı ve uğurlu olmasını Cenabı Allah’tan temenni ediyorum.

Üniversiteler bilginin üretilmesi, üretilen bilgilerin topluma yansıtılması noktasında önemli görevler üstlenmiş kurumlardır. Üniversitelerin tarih sahnesine bugünkü bilinen adlarıyla çıkmasından bu yana, toplumun aydınlatılması, topluma yeni bilgilerin aktarılması, kurumlar içerisinde bilgi üretmesi bakımından niteliği hep ön planda olmuştur. Üniversitelerde nitelikli elemanların bilgiyi nitelikli öğrenciler vasıtasıyla topluma yansıtması, toplumun sosyal, kültürel ve bilimsel üretim yapısının gelişmesine önemli katkılar yapmaktadır.

Bilginin üretilmesi esastır. Fakat ondan daha önemlisi, üretilen bilginin ortaya çıktığı topluma ya da dünya insanlığına olan faydasıdır. Ortaya çıkan bilgilerin üniversite arşivlerine terk edilmesi değil, sosyal ve kültürel hayatın zenginleşmesine, tarımda ve sanayide üretime katkı yaparak toplumların ekonomik zenginleşmelerine katkı yapması önemlidir. Bugün Türkiye’de tartışılan, üniversitelerin niteliğinden çok, niceliğidir. Ülkemizde kurulan üniversitelerin niteliklerinden ziyade üniversite sayısının artırılmasına ve bunların kontenjanlarının genişletilmesine yönelik politikalar, maalesef, ülkemizin ve burada eğitim gören gençlerimizin sosyal ve ekonomik yaşamlarına çok önemli katkı sağlamamaktadır. Bugün, üniversiteden mezun olan gençlerimizin yarısı iş bu-lamamaktadır. Ülkemizde yanlış istihdam politikaları yüzünden iyi üniversitelerden mezun öğrencilerin kaymak tabakasını oluşturanlar yabancı ülkelerin cazip tekliflerinin peşinden sürüklenmektedirler.

Her ile üniversite açmakla övünüyoruz ancak üniversitelerden mezun olup da iş bulamayan üniversite mezunları iş istediklerinde “Ben her üniversite mezununa iş bulmak zorunda değilim.” diye Sayın Başbakan onları azarlamaktadır. Evet, Sayın Başbakan, yetkisini aldığınız milletin, hangi eğitim düzeyinde olursa olsun, çocuklarına iş imkânı sağlayacak politikaları hayata geçirmek gibi bir mecburiyetiniz vardır.

Uyguladığınız yanlış politikalar yüzünden, her eğitim düzeyinde işsizlik oranları dünya rekorları kırmaktadır. Bu işsizliğin içerisinde en büyük oranlardan bir tanesini de öğretmenlik hakkını elde etmiş eğitim fakültesi mezunları oluşturmaktadır. Türkiye'de çok büyük öğretmen açığı bulunduğu bilinen bir gerçektir. Hatta Millî Eğitim Bakanı Sayın Nimet Çubukçu Hanımefendi’ye yönelttiğimiz Niğde’deki öğretmen açığıyla ilgili sorumuza “Evet, açık vardır, bunları zaman zaman geçici istihdamla kapatmaya çalışıyoruz.” diye cevap vermiştir. O kadar formasyon sahibi eğitim fakültesi mezunu öğretmen adayı iş beklerken öğretmen açıklarının geçici tedbirlerle kapatılmaya çalışılmasına kimse bir anlam verememektir.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; bilgi çağı denilen yaşadığımız çağın, nitelikli bilgiyi üreten ve bunları toplumların her türlü üretimine yansıtan ülkelerin çağı olduğu bilinen bir gerçektir. Toplu iğne ucu kadar nitelikli bir bilginin binlerce ton niteliksiz bilginin üzerinde hâkimiyeti günümüzde çok daha fazla hissedilmektedir.

Geçen günlerde bir gazetenin sürmanşetinde “İhracatta acı gerçek” diye, Türkiye’nin 432 ton demir satışından elde ettiği gelirle 1 ton ilaç, 2.612 tır çimento satışından elde ettiği gelirle 1 tır bilgisayar, 1 tır domates satışıyla sadece 7 kilo domates tohumu alabildiği belirtilmektedir. Bu da Türkiye'de üniversite-sanayi iş birliğinin yeterince gelişmemesinden kaynaklanmaktadır.

Üniversitelerde çalışan bilim adamları, döner sermaye gelirleri dağılımındaki oranlar nedeniyle sanayicilerle yeterli oranda iş birliği yapamamaktadırlar. Bir öğretim elemanın sanayiyle birlikte yaptığı bir iş neticesinde elde ettiği gelirinin üçte 2’si vergi ve diğer kesintilere gitmektedir. Elde edilen gelir belli bir miktarı aşmamış ise bunun tamamını da devlet dolaylı bir biçimde geri almaktadır.

Ülkemizde geçmiş yıllarda kurulan üniversitelerimizin hâlâ aşağıda söyleyeceğim problemleri acil bir biçimde çözüm beklemektedir: Üniversite geliştirme ödeneği oranlarının yükseltilmesi ve üniversiteler arasında hakkaniyetle dağıtılması, kadro talebi olan üniversitelere kadrolarının serbest bırakılması, üniversitelerin laboratuvar şartlarının geliştirilmesi…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın İnan, konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

MÜMİN İNAN (Devamla) – Teşekkür ediyorum.

…üniversite öğretim elemanlarının ve idari personellerinin özlük haklarının iyileştirilmesi, fiziki şartların iyileştirilmesi için ödenek miktarlarının artırılması, üniversite öğrencilerinin yurt, harç ve burs sorunlarının çözülmesi gerekir.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz, ülkemizde sosyal hayatın iyileştirilmesi ve ekonomik hayatın gelişmesine katkı yapacak yeni üniversitelerin açılmasını desteklemekteyiz ancak açılan bunca yeni üniversitenin gerçekten bilimsel hayata ciddi katkılar yapan ve dünyada kabul gören üniversiteler gibi olmasını arzu etmekteyiz. Burada kanunu çıkartıp bir binaya tabela asmakla maalesef üniversite olunmuyor. Üniversite kurmak başka bir şey üniversite olmak başka bir şeydir. Umarım Hükûmet yetkilileri de bunun farkına varırlar.

Toplumun genel iyilik hâlinin yükseltilmesi konusunda Milliyetçi Hareket Partisi olarak her zaman olumlu katkı yapacağımızı belirtir, bu vesileyle yüce heyetinizi saygı ve sevgiyle selamlarım. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz.

Sayın İnan, buyurun.

MÜMİN İNAN (Niğde) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Bakanıma biraz önce bir soru sormuştum Medeniyetler İttifakı Enstitüsüyle ilgili. Bu konunun mütevelli heyetlerin konusu olduğunu ifade etmişti. Acaba, Sayın Bakanım Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan bu tasarının sunum bölümünün son paragrafını okumadı mı? Orada, bu eklemenin Komisyon tarafından yapıldığı ifade edilmektedir. Acaba, Sayın Komisyon Başkanımız da bu konuyu bilmemekte midir ya da Sayın Bakanıma niye acaba doğru bilgi vermemiştir?

Teşekkür ediyorum efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Bakana personeli bilgi verir, ben değil. Efendim, Bakana bilgi vermek gibi bir görevim yok ki!

BAŞKAN – Sayın Yalçın…

RIDVAN YALÇIN (Ordu) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, birkaç ay önce yüz yirmi yedi okulun toplu açılışını gerçekleştirdiniz Sayın Başbakanın katılımıyla. Bana da sayı çok fazla gelmişti. Biraz baktıktan sonra anladım ki burada on yıldır, on beş yıldır, yirmi yıldır eğitim veren okullar birkaç ilave derslik yapıldığı hâlde yeni okul yapılmış gibi açılmış ve Sayın Başbakan da burada konuşmacı olarak yüz yirmi yedi yeni okul açıldığını ifade etti. Siz bunu, sadece derslik ya da lojman yapılmış olmasına rağmen, yeni okul diye kamuoyuna bir törenle takdim etmekle neyi amaçlıyorsunuz? Bundan nasıl bir fayda umuyorsunuz? Bunu siyasi etik anlayışınızın neresine oturtuyorsunuz?

Bir diğer soru: Üniversite sınavı günü okul önlerinde kekli açılım paketleri dağıttı mensup olduğunuz parti. Ben o görüntüyü görünce çok sarsıldım Sayın Bakanım. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Nasıl bir fayda doğdu çocuklar için o paketten?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Genç…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, geçmiş yıllarda üniversitelerle ilgili bir müzakere yapılırken YÖK Başkanı buraya geliyordu. Gelmediği zaman da AKP’liler şiddetle saldırıyorlardı “Bu YÖK Başkanı nerede?” diye. Şimdi bu YÖK Başkanı nerede? Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin sorularına cevap verecek kadar bilgi sahibi değil midir? Onun için mi kaçıyor buradan?

İkincisi: Bu üniversiteleri -vakıf üniversitelerini- neden hep İstanbul’a kuruyorlar? Diyanet Ankara’da, İstanbul’da kuruluyor.

Bu kurulan üniversitelerde mütevelli heyet üyelerine para ödenecek mi? Özellikle Diyanet İşleri teşkilatında çalışanlar bu mütevelli heyette görev alacak mı ve bunlara kaç lira ücret ödenecek?

Millî Eğitim Bakanlığının bastırdığı kitaplar… Son beş yılda hangi matbaaya, kimlere ne miktarda para ödemişlerdir? Nasıl bastırmışlardır? Burada hangi ihale usulüyle bu kitap basma işi verilmektedir? Özellikle tabii bunları öğrenmek istiyorum.

Bütün vakıflardaki mütevelli heyet üyelerine ücret ödeniyor mu? Bunun bir kıstası…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Seçer…

VAHAP SEÇER (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, sorum açık meslek lisesi ve açık liselerle ilgili. Bu liselerimizde ikinci dönem sınavlarına henüz bir ay gibi bir süre kaldı ancak pek çok öğrenci ikinci dönem kayıtlarını zamanında yapamadıkları için bu sınavlara katılamayacaklar ve bir anlamda mağduriyet yaşayacaklar. Acaba bu öğrencilerimizin bu mağduriyetlerini giderme adına bir kayıt yapma şansı vermeyi düşünüyor musunuz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Işık…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, elbette ki üniversitelerimizin kuruldukları illere olan sosyoekonomik ve kültürel yönden katkıları hepimizin malumudur. Bizim de bu açıdan illerimize yeni üniversitelerin kurulmasını desteklediğimizi ifade ediyorum sözlerimin başında. Fakat, Anayasa hükmü gereğince de bu üniversitelerin ülke geneline dengeli bir yayılımının gerçekleştirilmesi açısından belirli bir nüfusun üzerinde nüfusa sahip büyük ilçelerimizin de bu anlamda değerlendirilmesi gerektiğine inanıyorum ve biraz önceki bölümde de zikredilen ilçelere niçin bir üniversite, devlet üniversitesi kurulmasının düşünülmediğini tekrar ben de sormak istiyorum.

İkincisi: Acaba Bakanlığınızca vakıf üniversitelerimizde eğitim ve öğretimlerini sürdüren öğrencilerimizin muhatap oldukları sorunların belirlenmesi ve çözümüne yönelik bir güdümlü proje yürütülmekte midir ya da şimdiye kadar bir çalışma yapılmış mıdır? Yapıldıysa, öğrencilerimizin en fazla karşılaştıkları temel sorunlar nelerdir?

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Işık.

Sayın Bakanım, buyurun.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Başkanım, genellikle soruların çerçevesi ve eleştiriler az önce söylediğim doğrultuda. Tek tek ve madde madde soruları cevaplandırmak yerine geneli üzerinde bir değerlendirme yapmak istiyorum ben de.

Özellikle, üniversitelerin, vakıf üniversitelerinin büyük kentlerde kurulmasının, İstanbul, Ankara gibi, İzmir gibi büyük kentlerde kurulmasının doğru olmadığı, dolayısıyla üniversitelerin biraz da Anadolu’ya yayılması gerektiği ve yaygın olması gerektiği eleştirisinin yanı sıra yine aynı minvalde “Niye Anadolu’nun kentlerine, küçük kentlerine üniversite kuruluyor? Bu üniversiteler birer tabela üniversitesi. Dolayısıyla aslında yükseköğrenim vermek için yeterli düzeyde olmayan bölgelerde üniversite kuruluyor.” şeklinde eleştiriler aynı paralellikte dile getiriliyor.

Öncelikle, üniversitelerin tüm Türkiye geneline yayılması ve her kentimizde bir üniversite bulunması Hükûmetimizin önemli politikalarından birisiydi ve bunu gerçekleştirdik. Bunun yanı sıra vakıf üniversitelerinin kuruluşu çerçevesi içerisinde bakışımız da vakıf üniversitelerini, yükseköğrenim sistemimizin bir alternatifi değil bir parçası olarak görüyoruz. Dolayısıyla vakıflarımızın da üniversite kurmalarını ve kuruluşlarını gerekli kriterleri ve şartları yerine getirmeleri durumunda destekliyoruz. Dolayısıyla vakıf üniversitelerimiz de ilk kez bu dönemde -gerçekten sevindirici- geçtiğimiz yedi sekiz ay içerisinde, bu Parlamentoda bulunan milletvekillerimiz hatırlayacaktır, Kayseri’de, Konya’da, Antep’te, Tarsus’ta üniversiteler kuruldu. Dolayısıyla vakıf üniversitelerimiz aslında sevinerek söylemeliyim ki artık Anadolu’nun her yerine yayılmakta ve bugün burada görüşeceğimiz ve birazdan ek madde olarak gelecek olan Başarı Canik Üniversitesi de Samsun’da kurulacak bir üniversite. Dolayısıyla üniversitelerin kuruluşuna ilişkin olarak gösterdiğimiz destek bu manada vakıf üniversitelerinin de, devlet üniversitelerinin de her birinin güçlenmesi için ve bölgesinde eğitim adına, ülkemiz eğitimi adına katkıda bulunabilmeleri için Hükûmet olarak elimizden gelen desteği en yüksek oranda veriyoruz. Zaten Yükseköğretim Kurulu, ARGE’ye, araştırma bütçesine, yurtlara, burslara ayrılan bütçe gerçekten dönemimizde kimisi yüzde 200’ün üzerinde kimisi de yüzde 400’ün üzerinde arttı.

Vakıf mütevelli üyelerine herhangi bir ücret ödenmiyor. Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği’nin 20’nci maddesine göre heyet üyeliği fahri bir görevdir. Dolayısıyla mütevelli heyet üyelerine toplantıya katılma karşılığında huzur ve yol hakkı verilebilir sadece, başka bir ödeme yapılamaz. Dolayısıyla böyle bir ödeme de yapılmıyor.

Ankara’da yapılan toplu açılışlara ilişkin, milletvekillerimizden çok fazla yazılı soru önergeleri de geldi. Bunları da cevaplandırdım. Aslında Mecliste genellikle yazılı soru önergelerine cevaplar verilmiş olmasına rağmen acaba bunlar okunmuyor mu diye de düşünüyorum. Çok açıklıkla defalarca, bugün burada soru soran milletvekillerimizin de yazılı soru önergelerine cevap verdik çünkü ben, bu kurumu önemli bir denetim mekanizması olarak görüyorum ve gerçekten süresinde, Bakanlık olarak, çok dikkatli bir şekilde cevaplandırıyoruz.

Ankara’da yapılan toplu açılışların her biri -neredeyse yüz yirmi yedi okul ve tesis, toplamı olarak ifade ediyorum- son iki yılda yapımı tamamlanan okulların açılışıydı. Hem Sayın Başbakanın takviminin müsait olmaması… Toplu açılışlar için o günü eğitim ve öğretim yılının ikinci yarı yılının açılışına denk getirdik ve bir kutlama şeklinde cereyan etti. Dolayısıyla son iki yılda açılmış okulların resmî toplu açılışının yapılmamış olması nedeniyle planlanan bir açılış. Burada yirmi yıldır…

RIDVAN YALÇIN (Ordu) – Sayın Bakan, on yıldır eğitim veren okullar var içlerinde onların. 

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – …on yıl önce yapılmış herhangi bir okulun açılışı söz konusu olmadığı gibi bu konuda ileri sürülen iddialar da tamamen gerçeklikten uzak iddialardır.

RIDVAN YALÇIN (Ordu) – Efendim, on yıldır açık okulları açtınız.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Bu okulların kimisi okul, kimisi spor salonu, kimisi ek derslik şeklinde yapılmıştır. Bunları ben soru önergelerinize verdiğim cevaplarda da verdim.

RIDVAN YALÇIN (Ordu) – Lojman açmışsınız, okul diye takdim ediyorsunuz.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Ben soru cevaplandırıyorum ama…

RIDVAN YALÇIN (Ordu) – Efendim, lojman açmışsınız, okul diye takdim ediyorsunuz.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Karşılıklı, böyle bir usul yok Mecliste.

Sayın Milletvekilim, böyle bir usul yok.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Evet, teşekkür ederim.

OKTAY VURAL (İzmir) – Usulü siz mi tayin edeceksiniz? Meclisi yöneten Sayın Başkan var. Biz Başkan adına soruyoruz size.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Usule uyun.

III.- YOKLAMA

(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Oylamadan evvel yoklama istiyoruz efendim.

BAŞKAN – Evet, yoklama talebi vardır.

Sayın Anadol, Sayın Aslanoğlu, Sayın Karaibrahim, Sayın Ekici, Sayın Çöllü, Sayın Köse, Sayın Özdemir, Sayın Güvel, Sayın Erenkaya, Sayın Arifağaoğlu, Sayın Diren, Sayın Süner, Sayın Oksal, Sayın Yıldız, Sayın Serter, Sayın Köktürk, Sayın Ertemür, Sayın Emek, Sayın Hacaloğlu, Sayın Aydoğan, Sayın Seçer, Sayın Oyan, Sayın Çakır.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, yoklama için üç dakikalık süre veriyorum ve yoklama işlemini de başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ (Devam)

4.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/808) (S. Sayısı: 487) (Devam)

BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Evet,  böylece milletimizi Avrupa’ya taşıyan “Süleyman Şah” adında bir üniversitenin kurulması da kazandırılmış oluyor. Hayırlı olmasını diliyorum. İnşallah hayırlı hizmetler yaparlar.

Ek madde 122’yi okutuyorum:

Canik Başarı Üniversitesi

EK MADDE 122- Samsun'da Başarı Eğitim Kültür ve Sağlık Vakfı ile Tanrıverdi Eğitim Kül-tür ve Yardımlaşma Vakfı tarafından müştereken 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine tabi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip Canik Başarı Üniversitesi adıyla bir vakıf üniversitesi kurulmuştur.

Bu Üniversite, Rektörlüğe bağlı olarak;

a) İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinden,     

b) Mimarlık ve Mühendislik Fakültesinden,

c) Fen-Edebiyat Fakültesinden,

ç) Eğitim Fakültesinden,

d) Fen Bilimleri Enstitüsünden,      

e) Sosyal Bilimler Enstitüsünden,

oluşur."

BAŞKAN – Madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Samsun Milletvekili Sayın Osman Çakır.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Alim Işık konuşacak efendim.

BAŞKAN – Peki.

Sayın Alim Işık, Kütahya Milletvekilimiz. (MHP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Işık.

MHP GRUBU ADINA ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 487 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın çerçeve 1’inci maddesi kapsamında kurulması amaçlanan Canik Başarı Üniversitesi hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına görüşlerimizi belirtmek üzere söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinize saygılarımı sunuyorum.

Samsun ilimizde Ondokuz Mayıs Üniversitesi adıyla 1975 yılında kurulmuş olan devlet üniversitesine ek olarak, Canik Başarı Üniversitesi adıyla iki vakfımız tarafından kurulması amaçlanan bu üniversitenin de öncelikle o ilimize ve ülkemize hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Ancak madde metninde de yer alan bazı fakültelerden, şu anda kurulu bulunan Ondokuz Mayıs Üniversitesi bünyesinde bulunan, örneğin fen edebiyat fakültesi mezunları tüm Türkiye'deki diğer fakülte mezunlarının çektiği sıkıntıları çekerken yeniden bu vakıf üniversitesi bünyesinde de bir fen edebiyat fakültesinin kuruluyor olmasını, hakikaten bir ön etüt yapılmadan rastgele hazırlanmış bir tasarının maalesef komisyondan geçerek buraya gelmiş olmasına bağlıyorum.

Değerli milletvekilleri, elbette ki birçok üniversitemizin kurulması hepimiz tarafından desteklenmekte. Son dönemde sayısal olarak yaklaşık yüzde 90 oranında üniversite sayısındaki artışa rağmen, üniversitelerin nitelik açısından ne noktaya geldiği konusu hepimizin dikkat etmesi gereken önemli bir konudur. Sadece bu konuda yapılmış ve TÜBİTAK tarafından yayınlanmış Türkiye Bilimsel Yayın Göstergeleri ismiyle hepimizin rahatlıkla incelemesine sunulmuş bir konudaki rapordan bahsetmek istiyorum.

Şu anda, bilimsel etki değeri açısından, yani üniversitede çalışan öğretim üyelerinin yapmış olduğu yayınları, her yayın başına düşen atıf sayısını dikkate alan bir inceleme sonucunu sizlerle paylaşmak istiyorum: 1981-2007 dönemini toptan değerlendirme yaptığımızda, dünya ortalaması 14,17 kişi olarak çıkmış, yani atıf olarak ABD 20,71; OECD ülkeleri 15,93; Orta Doğu ülkeleri 9,50; Türkiye sadece 4,55. Yani dünya ortalamasının yaklaşık üçte 1’i düzeyinde bir düzeye sahip Türkiye’deki üniversitelerimizin ortalama bir göstergesi. Buna benzer diğer birçok göstergede de nitelik açısından dünyada hak ettiğimiz yerde bulunmadığımızı ifade etmek istiyorum. Bunu da Sayın Bakanın özellikle dikkatine sunmak istiyorum. Sayısal ilerleme elbette ki bir başarıdır, gereklidir ama nicel ilerlemenin de bu ülke için mutlaka dikkate alınarak bir an önce artırılması gerektiğini söylemek istiyorum.

Diğer yandan, Milliyetçi Hareket Partisi Grubuna mensup milletvekillerimizin imzasıyla bir yılı aşkın süredir Meclis gündeminde bekleyen, üniversite çalışanlarının ve üniversitelerimizin sorunlarının araştırılmasıyla ilgili Meclis araştırması kurulması talebimizin bir an önce dikkate alınarak bu kapsamda üniversitelerimizin içinde bulunduğu bazı sorunların bir an önce Meclis gündemine taşınmasında yarar olduğu düşüncesindeyim.

Bu kapsamda, birkaç konuyu sizlerle tekrar paylaşmak istiyorum: Bugün üniversitelerimizin karşı karşıya bulunduğu önemli sorunların başında, üniversitelerimizde görev yapan akademik ve idari personelin ücret ve özlük haklarının ne yazık ki iyileştirilememiş olması ve buna yönelik de bir çalışmanın yapılamamış olmasıdır.

İkincisi: Üniversitelerimizde özellikle akademik kadrolarda yaşanan sıkışıklıklar bir türlü çözülememiş ve çözülememektedir.

Bir diğer sorun: Araştırma görevlisi kadroları başta olmak üzere tüm personel kadrolarındaki yetersizlikler ve kadroların dağıtımındaki keyfîlikler devam etmektedir. Sayın Bakanın bu konuya da özellikle eğileceğini ümit ediyorum en azından.

Bir diğer konu: Yardımcı doçent kadrolarının, daha önce birçok kez dile getirmiş olmamıza rağmen, diğer öğretim üyesi kadroları gibi daimî kadroya dönüştürülmesi, 3.600 ek gösterge yerine 4.200 ek gösterge ile 1’inci derecenin son kademesine kadar ilerlemelerinin sağlanması konusunda verilen sözler ne yazık ki bir türlü yerine getirilememiş ve getirilmemektedir. Yardımcı doçentlikten doçentliğe yükseltilmede uygulanan ve daha çok subjektif ölçütlerin öne çıktığı sözlü sınavlarda ve yabancı dil sınavıyla ilgili düzenlemeler maalesef yine yapılamamıştır ve bu dönemde de her hâlde yapılması yönünde bir çalışma görülmemektedir.

Bir diğer konu yine daha önce değişik defalar, müteaddit defalar gündeme getirdiğimiz bir konudur. Üniversitelerimizde görev yapan genel sekreter yardımcıları, daire başkanları ve hukuk müşavirlerinin diğer kamu kurumlarında görev yapan eş değerlerine benzer şekilde makam tazminatından yararlandırılmasını sağlayacak teknik düzenlemeler ne yazık ki her bütçe görüşmesinde söz verilmesine rağmen bir türlü gerçekleştirilememiştir.

Üniversitelerimizin birçoğunda Kredi ve Yurtlar Kurumuna ait yurt ve yatak kapasitesi eksikliği nedeniyle, özellikle yeni kaydolan gençlerimizin ve ailelerinin mağduriyetleri çok ciddi boyutlarda devam etmektedir. Sayın Bakan yıl ortalaması verilerine göre yurtların kapasitesinin yüzde 100 derecede dolu olmadığını söylüyor soru önergelerimize ve sözlü sorularımıza... Ancak sıkıntı yıl bazında değildir, yeni kaydolan öğrencilerimizin kayıt sırasında devletin yurtlarında yer bulamayarak çok farklı yerlerde istismara yol açacak sorunlarla karşı karşıya kalmasıdır. Hâlâ benim ilimde bugün yedekte olup da asilden devletin yurduna yerleşemeyen, özellikle kız öğrencilerin sayısı çok fazladır. Bu sorunlara çözüm bulmak zorundayız.

Bazı vakıf üniversitelerimizde öğrenci kayıtları sırasında burslu veya ücretli öğrenci bedelleriyle ilgili olarak ulusal basına da yansıyan mağduriyetler ne yazık ki çözülememiştir, çözülememektedir. Bunda somut bir örneği sizlerle paylaşmak istiyorum: ÖSYM’nin 12 Ağustos 2009 tarihinde öğrencimize verdiği sınav sonuç belgesi buradadır. Öğrencimiz Maltepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinin bir bölümünü burslu olarak kazanmıştır, çıktısı bu. Ancak kayıt dönemi 31 Ağustos-7 Eylül döneminde, bunun gibi birçok öğrencimiz de üniversiteye kayıt yaptırmak için gittiğinde bir şokla karşılaşmıştır. Velilerimize denilmiştir ki: “Hayır, burslu değil, öğrenciniz normal öğrencidir. Normal kayıt bedelini yatırmak zorundasınız.” Ve birçok veli, öğrenci o günden bu yana bu mağduriyetini aşamamıştır. Öğrenci, öğrenci belgesi almıştır, istemiştir ve normal kayıtlı öğrenci olarak öğrenci belgesi verilmiştir. Bu nasıl bir devlet, nasıl bir anlayış? Bir tarafta devletin bu işten sorumlu ÖSYM’si “Sen burslu öğrencisin.” diye kayıt veriyor, öbür taraftan üniversiteye gidiliyor, deniliyor ki: “Hayır, burslu yanlış olmuş, sen normal öğrencisin, şu kadar para yatıracaksın.” Ve 200’ü aşkın veli İstanbul sokaklarında bu konuyu protesto ettiler. O günden bugüne öğrenci velisi ve öğrenci birinci ay, ikinci ay, üçüncü ay, dördüncü ayda toplam yirmi iki adet dilekçeyle başvurmuştur ama hiçbirisine devletin yetkili makamlarından ve sayın Bakanlıktan bir cevap alınamamıştır ve en son 3 Mart tarihi itibarıyla denmiştir ki: “Dosyası kaldırıldı, işlemi bitti.” BİMER tarafından bir cevap var İnternet  aracılığıyla.

Efendim, burası, Türkiye Cumhuriyeti devleti ve Millî Eğitim Bakanlığının sorumluluğunda bulunan bir üniversitedir, vakıf üniversitesidir. Lütfen, bu konunun mutlaka düzeltilmesi ve bundan sonra kurulacak vakıf üniversitelerinde hiç olmazsa buna benzer sorunların yaşanmaması gerekir, bize yakışan da budur.

Sayın Bakana bir soru sordum biraz önce: “Vakıf üniversitelerimizde yaşayan, eğitim öğretimlerini devam ettiren öğrencilerimizin sorunlarıyla ilgili Bakanlığınız bir güdümlü proje başlatmış mıdır veya bu konuda bir çalışma var mıdır?” diyorum ve maalesef böyle bir çalışmanın olmadığını duymak isterdim veya olduğunu en azından, yürütülmekte olduğunu Sayın Bakanımızın ağzından duymak isterdim.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Işık.

ALİM IŞIK (Devamla) – 4 Mart 2010 tarihli komisyon raporunda bazı konular aslında çok özetle dile getirilmiş, vakıf üniversitelerimizin kuruluş gerekçeleriyle ilgili olarak bir detaylı çalışmanın yapılması ve bu çalışmanın komisyon üyelerine detaylı bir şekilde aktarılması gerektiği vurgulanmış. Ben de buna ek olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyelerinin de bu kurulacak vakıf üniversiteleriyle ilgili olarak, vakıfların özellikleriyle ilgili olarak çok detaylı bir bilgiyle donatılıp kendi vicdanlarının rahat oy vermesinin önünün açılması gerektiğini son cümle olarak söylüyor, tekrar hayırlı olsun dileklerimle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Işık.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Malatya Milletvekili Sayın Ferit Mevlüt Aslanoğlu.

Buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Üniversitelerin döner sermayeleriyle ilgili birkaç kelime etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, döner sermaye üniversitenin özerkliğidir -hani üniversiteler özerk diyoruz ya- ve döner sermayenin amacı üniversitelerin mali açıdan özerkliğidir ama gelin görün ki uygulamada ne var: Üniversitelerin döner sermayeleri, bilimsel her türlü araştırma, her türlü bilimsel çalışması için ayrılması gereken fonlar, maalesef, maalesef, üniversitelerin özellikle dışarıdan satın aldığı, ihale ettiği, hizmet bedeli olarak ihale ettiği işçilerin ücretini vermekte ve diğer konularda kullanılıyor. Yani döner sermaye hiçbir zaman bilimsel olarak kullandırılmıyor. Bir kere bu hakikaten ne üniversiteler… Kesinlikle Türkiye’de üniversiteler mali açıdan özerk değil arkadaşlar.

Değerli arkadaşlarım, birazcık şu ihaleden, yani taşeron ve ihaleden bahsetmek istiyorum. Neyi satın aldırıyorsunuz?

Değerli arkadaşlarım, belli kadroları, günlük yaşamlarını döndürmeleri için, maalesef döner sermayeden  kadro  verilmediği  için,  maalesef  sağlık memuru -öncesine gidiyorum- ebe, hemşire -özellikle tıp fakültelerine bunlar- verilmediği için üniversiteler bu hizmetleri dışarıdan satın almak zorunda kaldılar, ihale açtılar, yani ihale edildiler ve bunların parası da döner sermayeden ödendi. Bilimsel çalışmaya üniversitelerin hiçbir fonu kalmadı.

Değerli arkadaşlarım, bazı hizmetler var ki ihale edilemez. Şimdi soruyorum: Bir üniversite hastanesinde bir eben var, devlet memuru ama döndünüz, ihaleyle ebe ve hemşire aldınız, sağlık memuru aldınız ve asgari ücretin altında maaş verdiniz bu insanlara. Böyle bir hizmette eşitlik ilkesi, böyle bir hizmette, yani aynı hizmeti veren ebe, aynı hizmeti veren sağlık memuru, aynı hizmeti veren diğer hizmetliler… Böyle bir üniversitede barış olur mu arkadaşlar?

Ve maalesef üniversitelerin döner sermayeleri amacı dışında kullanılıyor. Ve özellikle sosyal devlet dediğimiz devlette eğer bir hastanede bir şekilde hemşireni, sağlık memurunu ihale ediyorsan ve tamamen temizlik şirketi üzerinden bunları çalıştırıyorsan yazıktır bize!

Değerli arkadaşlarım, belli üniversite hastanelerimizde on beş yıldır, on yedi yıldır temizlik şirketi ile ihale edilen ebe, hemşire, sağlık memuru var arkadaşlar. Şimdi, devlet memuru dediğimiz bir hemşiremiz belli bir ücret alırken, temizlik şirketi adı altında aldığımız hemşire ve ebeye asgari ücretin altında ücret veriliyorsa hakikaten yürek acısı bir durum var ortada, yani insanın yüreği parçalanıyor. Aynı hizmeti veriyor, aynı nöbeti tutuyor, daha fazla nöbet tutuyor ama aldığı ücret asgari ücretin altında.

Daha sonra bir 4/B çıkardılar, üniversite hastanelerimizde özellikle. Özellikle sağlık hizmetlerini veren ebe, hemşire, sağlık memurunu 4/B’ye geçirdiler ama bu yara tamir edilmedi yine. Hâlâ daha üniversite hastanelerimizde 4/B’li bir sürü insan var. Bunların aldığı ücret ve bunların sosyal hakları, yine, diğer çalışanlarla eşit değil arkadaşlar.

Bu açıdan, üniversitelerin döner sermaye konusunda, üniversitelerin bilimsel özerkliği konusunda çok büyük sorunlar var arkadaşlar. Yani biz, üniversitelerimizin mali özerkliğini temin için “Döner sermaye kullan.” diyoruz ama döner sermayeyi bu tür yerlere harcayan bir üniversite hangi bilimsel çalışmayı yapacaktır? Bu konuya dikkatlerinizi çekmek istiyorum.

Yine, 4/B kadrosuyla aldığınız, sağlık hizmeti veren sağlık sınıfı personeli var: Ebe, hemşire, sağlık memuru. Bunlar, kadrolulardan çok farklı, çok daha düşük ücret alıyor, çok daha fazla çalışıyorlar ama yine bu 4/B’li personelin hakkı verilmiyor.

Değerli arkadaşlarım, aynı hemşire, aynı nöbeti tutup aynı hastaya biri gece-gündüz, biri gündüz bakıyorsa, daha fazla çalışıyorsa bunun hakkını yemek, hakikaten… Vicdan azabı çekiyorum ben. Yıllardır hizmet etmişler, yıllardır hizmet vermişler, on altı yıl, on yedi yıl. Artık bu insana giriş sınavı izni vermiyorsunuz, KPSS sınavı, çünkü yaşı geçmiş. Ama bu insanı bir şekilde 4/B’ye aldıysanız, artık bunların sorunlarının mutlak çözülmesi lazım. Ben, özellikle üniversite hastanelerindeki bu sorunu, yani 4/B ve sabit çalışan sağlık personelinin farklı statüde olmasını hakikaten hazmedemiyorum.

Değerli arkadaşlarım, tabii, bir başka konu var. Biz, üniversite hastanelerimizde, yine, sağlık hizmeti dışında, özellikle hasta bakıcı dediğimiz, yemek servisi yapan, diğer yan hizmetlerde kullanılan insanları hâlâ daha temizlik şirketi adı altında ihale ediyoruz. Adı temizlik şirketi, temizlik ihalesi. Hayır. Bal gibi diğer hizmetlerde kullanmak üzere insan alıyorsunuz. Çaresiz üniversite hastaneleri. Bunların temizlik şirketiyle, temizlikle ilgileri yok arkadaşlar, hastalara yemek servisi yapıyorlar veya hastalara yardımcı oluyorlar, yardımcı hizmet veriyorlar. Değerli arkadaşlarım, pedagojik eğitim almayan bu insanları hastanelerde bu tür işlerde kullanmamız sorunlar doğuruyor. Hiçbir bilgisi, ilgisi olmayan, sadece bir temizlik şirketi ihalesiyle yapılan bu işler, hakikaten sorun doğuruyor. Yeterince hizmet edemiyor. Bu nedenle, özellikle sağlık hizmeti konusunda, üniversite hastanelerinde, şirket ihalesiyle, yani temizlik şirketi ihalesiyle verilen hizmeti yok etmemiz lazım arkadaşlar. Eğer biz sosyal devletsek hastalarımıza en iyi şekilde bakmak zorundayız. İşi bilmeyen, işten anlamayan kişiye temizlik şirketi adı altında eğer siz hastaya baktırıyorsanız, hakikaten, bu ülkede sağlık konusunda büyük sorun var demektir.

Yine, değerli arkadaşlarım, özellikle temizlik şirketine ihale edilenler arasında, birçok üniversite hastanemizde on yedi yıldır, on sekiz yıldır aynı statüde -temizlik şirketi adı altında ihale yapıp güya şirket alıyor- çalışan insanlarımız var. Yine bu insanların on yedi yılına yazık. Bir şekilde bu insanlar… En azından, üniversite hastanemizde kim çalışıyorsa belli bir süre çalışan insanları, mutlaka, sağlık hizmeti verenler gibi 4/B kadrosuna almak zorundayız. Eğer biz becerisiyle yaptığı işi hakikaten en iyi yapan insanı mağdur ediyorsak, yine hepimize yakışmayan bir durumdur arkadaşlar.

Tabii, biz burada özellikle döner sermayeleri farklı alanlarda kullanarak üniversitelerde önemli mali sorunlar, önemli ödenekler, ödenek boşluğu yarattığımız için bu sefer rektörlerimiz bir sürü iş yapmak zorunda kalıyor. Rektörlerimizi bilimsel yanıyla değil, rektörlerimizi üniversitenin diğer her sorunuyla ilgilenen -işçisiyle ilgilenen, ilacıyla ilgilenen ve bir sürü sorunuyla ilgilenen- bir hâle getiriyoruz. Hâlbuki rektörlerimiz üniversitenin bilimsel olarak en iyi çalışması için hizmet veren insanlardır.

Ayrıca, döner sermayenin farklı alanlarda kullanılması yine bazı üniversitelerimizde özelikle ilaç ve tıbbi alet ve teçhizat konusunda sorunlar doğurmaktadır. Zamanında hastaya verilecek tıbbi alet veya tedavide kullanılan birtakım araçları hastanede bulamıyoruz. Niye? Döner sermayeden süresinde ihale edilmediği için, döner sermayede para olmadığı için.

Değerli arkadaşlarım, hastalar hepimizin hastası, bu üniversiteler hepimizin ama biz burada bir şeyi tartışıyoruz ama gereklerini yerine getirmiyoruz. Yine söylüyorum: Üniversitelerin döner sermayesini biz, ilme… Üniversitelerin gelişmesi için veya oradaki çocuklarımızın, öğretim görevlilerimizin gerekli her türlü bilimsel çalışmayı yapması için ayırdığımız fonlar yok edilmektedir. Niye? Çünkü devlet kadro vermiyor. Bugün hepimiz biliyoruz ki -bu gerçeği hepiniz biliyorsunuz- özellikle devlet üniversitelerimizde, bir sürü üniversitemizde kadro açığı olmasına rağmen, bir sürü üniversitemizde öğretim elemanı açığı olmasına rağmen kadro verilmediği için hep bu sorunlar bir türlü giderilemiyor. Bu açıdan, arkadaşlar, döner sermayenin kullanılmasında üniversiteleri özerk bırakmak zorundayız, orada çalışan insanların hakkını vermek zorundayız ve üniversite hastanelerimize bilimsel…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu, buyurun efendim.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Üniversite hastanelerimiz ileri tetkik ve tedavi uygulayan ülkemizdeki en önemli hastaneler olmasına rağmen siz bu hastanelerle -özellikle Sosyal Güvenlik Kurumu bu hastanelerle- yeni açılan küçük bir sağlık merkezindeki ücreti aynı ücret olarak koyarsanız, üniversite hastanelerinin ileri tetkik ve tedavisini dikkate almazsanız burada da bir haksızlık yapmış oluyorsunuz. Bu açıdan üniversite hastanelerimizdeki uygulanan ileri tetkik, tedavi yöntemine normal bir kasabadaki küçük bir özel sağlık ocağıyla aynı ücreti vermek hakikaten olmaz arkadaşlar. Üniversitelerimizin bu yönde döner sermaye gelirlerini artırmak zorundayız.

Ben hepinize saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Tunceli Milletvekili Sayın Şerafettin Halis.

Buyurun efendim. (BDP sıralarından alkışlar)

BDP GRUBU ADINA ŞERAFETTİN HALİS (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de Barış ve Demokrasi Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Sizleri saygıyla selamlıyorum.

Tabii, iki gün önce Samsun’da Kürtlerin gönlündeki genel başkan Sayın Ahmet Türk’e bir saldırı yapıldı. Bu saldırı, deyim yerindeyse, alçaklığın dahi seviyesini yitirmiş olduğu bir saldırıydı. Çünkü yetmiş yaşındaki bir siyasi öndere yumruk atmanın, saldırmanın adlandırması ancak böyle olur diye düşünüyorum. Tabii bu atılan yumruk, bu yapılan saldırı sadece Kürtlere ve Kürtlerin partisine yani bizlere değil, aynı zamanda Türkiye demokrasisine yapılmış bir saldırı olarak kabul görmek durumundadır.

Değerli milletvekilleri, tabii bu saldırıya duyarlılık gösterildi. Biz duyarlılık gösterip ister hastaneye gelip ziyaret eden, “Geçmiş olsun.” dileklerinde bulunanlara isterse bulundukları yerlerde olayı kınayanlara teşekkür ediyoruz. Ancak, kınamanın ve “Geçmiş olsun.” demenin bu tür saldırıları önlemede bir yeterlilik arz etmediğini, bunu siyasetin ve yaşamımızın bir felsefesi hâline getirmemiz gerektiğine inanıyorum.

Tabii, dün sizler burada “Geçmiş olsun.” dileklerinde bulunurken, olayı kınarken yine Türkiye'nin doğusunda, Hakkâri’de Kürt çocuklarının şahsında insanlık yerde sürükleniyordu. Kürt çocuklarının şahsında insanlık ilk defa değil, yıllardır sürükleniyor. İşte şu fotoğraflarda bugünkü manzara ve 2008 “Nevrozu”nda yaşanan bir manzara. AKP’nin “Demokrasiyi arıyoruz, Türkiye’yi demokratize ediyoruz.” sözlerinden ya da siyasetinden sonra pratiğine baktığımızda karşımıza çıkan manzara bu, yani insanlığın hâlâ yerde sürükleniyor olduğu. Bu görüntüler bugüne kadar alışık olduğumuz Filistin sokaklarında olsaydı belki tepkimiz farklı olacaktı. Bu görüntüler Türkiye’nin bir ilinde. Oysaki çocuklara duyarlılığını dönem dönem gösteren milletvekillerimiz, bakanlarımız, başbakanımız oldu. Davos’ta Filistinlilerin haklı davasının üzerinde siyaset yapan Sayın Başbakan, yine Davos’ta ve benzeri yerlerde Filistin’de taş atan çocuklar üzerine siyaset yapmıştı. Ancak Türkiye’ye gelindiğinde dünyada çocuk bayramı yapmakla tek ülke olarak övünen Türkiye’de bu manzaraların yaşanıyor olması çok daha acıdır. Eğer gerçekten çocuklara yapılanlar vicdanları sızlatıyorsa ki, insan yaşamı sadece vicdana ve merhamete havale edilebilecek kadar değersiz değildir, ama yine de vicdanlarınıza sığınıyorum, vicdanlarınız bunu kabul ediyorsa, devamından yana olun diyoruz sizlere, ama biz mutlaka çocukları seven resimlerle dönem dönem kendimizi gösteriyoruz. Bu ülkenin cumhurbaşkanından, başbakanından, milletvekillerine, bakanlarına herkes çocukları okşayan, seven fotoğraflarla bir yerlerde kendisini teşhir etme olanağı buluyor, ama sadece fotoğraflarla çocuk sevmenin, sadece 23 Nisanlarda çocukları getirip göstermelik olarak makamlarda sembolik oturtmanın çocuk sevgisini içinde barındırmadığını da bilmenizi istiyorum.

Değerli milletvekilleri, bugün 14 Nisan, siyasi tarihimiz açısından önemli bir gün. Geçen yıl gece yarısı baskınlarıyla usulsüz ve kanunsuz olarak yöneticilerimizin evlerine operasyonlar yapılarak yöneticilerimiz evlerinden alındı. Tabii, bugün sayısı 1.483’ü geçmiş olan yöneticilerimiz, belediye başkanlarımız ve parti üyelerimiz, aradan bir yıl geçmiş olmasına rağmen, hâlen neyle suçlandıklarını bilmiyorlar.

Aradan bir yıl geçmiş olmasına rağmen, demokrasinin olmazsa olmazı en kısa zamanda hazırlanması gereken iddianameler hâlâ hazırlanmamış. Tabii, böyle olunca da ister istemez demokrasiyi sorgulamak, demokrasiyi yargılamak, bir hakkı da kendimizde görüyoruz.

Bir yıldır neyle suçlandığını bilmeyen 1.500’e yakın insanın cezaevinde bulunuyor olmasını bir daha kınıyorum ve buradan cezaevlerinde bulunan partidaşlarımı ve yoldaşlarımı selamlıyorum.

Tabii, cezaevlerinin durumu yalnızca bu değil. Geçen hafta da dikkatlerinize sunmuştum, cezaevlerinde İHD’nin saptadığı raporlara göre, 49 kişi cezaevinde yaşamını sürdüremeyecek kadar ağır hasta. Geçen hafta bunu dikkatlerinize sunmuştum, dikkatlerinize sunmaya da devam edeceğim. 49 hasta içinde yalnız Taylan Çintay’ı burada anlatmıştım; ağır mesane kanseri, üç ayda bir operasyon görmesi gerekiyor ama ne yazık ki bu hak kendisine tanınmıyor.

Yine, 14 Nisandan bu yana alınan belediye başkanlarımız arasında bulunan, daha önce de görevden alınmış olan Diyarbakır Sur Belediye Başkanı Sayın Abdullah Demirbaş da yine içeride tedavisinin mümkün olmayacağını bilmenizi istediğimiz bir hastalığa mustarip.

Değerli milletvekilleri, bir başka konu, biz üniversiteleri tartışırken üniversitede okuması gereken yaşta olan askerlerimizin, her ne hikmetse, bugüne kadar devam eden kuşkulu ölümleri. İki yıl önce sunmuştuk, geçen yıl sunmuştuk “Bu askerler nasıl ve neden ölüyor?” ama doyurucu bir cevap alamamıştık. Bundan tam beş gün önce bir soru önergesi vermiştim. Soru önergesinde son elli gün içinde 7 askerin kuşkulu bir şekilde öldüğünü sormuştum. Aradan beş gün geçti, elli beş gün içinde sekizinci kuşkulu ölüm yaşandı evvelsi gün. Şimdi soruyoruz: Verilen cevaplar muhtelif, verilen cevaplar çelişkili; “İntihar etti.” denilen askerin sırtından vurulduğu raporu geliyor, “zehirlendi” denilen askerin başından darp gördüğü saptanıyor ve çok daha ilginci ailelerine askerlerin cesetleri dahi gösterilmiyor.

Şimdi çok daha ilginç bir yönü var bu işin: Ölen askerlerin ya da kuşkulu ölen, öldürülen askerlerin ortak bir yanı var. Hemen hemen hepsinin ya da hepsine yakınının ortak bir yanı var: Bu askerler, Kürt, Alevi, ilerici ve demokrat. Tabii böyle olunca…

VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Yapmayın ya, yapmayın ya!

ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) - …bir tesadüfün, Kürtler, Aleviler, ilerici ve demokratlar üzerinde oluşması mümkün mü?

VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Yapmayın ya, yapmayın ya! Böyle bir şey yok.

ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) – Araştırma önergesi verelim, araştırın, kim oldukları çıkar meydana. Bu konuda samimiyseniz lütfen bizim bu beyanımızı bir araştırma vesilesi olarak kabul edin ve araştırın.

VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Kürt, Alevi, ilerici ve demokrat… Böyle bir şey olur mu?

ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) – Ve araştırın…

VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Böyle bir şey olur mu ya?

ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) – Böyle bir şey olur tabii, böyle bir şey olmuş ki söylüyoruz. Eğer gerçekten bu konuda bir samimiyet varsa, vicdan zerresi kadar bir sorumluluk duyuyorsanız, zerre kadar vicdani bir sorumluluk duyuyorsanız bu askerlerin nasıl öldürüldüğünü, ölen askerlerin doğum yerlerinin neresi olduğunu bir öğrenin.

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Gerçekten ayıp ediyorsunuz.

VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Böyle bir şey olur mu ya!

ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) – En son…

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Bu iddiaları gündeme getirirken elinizde delillerin olması gerekiyor.

ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) – En son Tekirdağ Çerkezköy 3. Zırhlı Tugayı’nda Ağrı doğumlu Erdi Alkan…

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Olabilir…

ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) – Olabilir… Ama cevaba bakın: “Ranzadan düştü.”

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Ayrımcılık yapmayın! Ayrımcılık yapıyorsunuz.

ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) – Hayır, “zehirlendi.” Yetmedi, “bayıldı, dili boğazına kaçtı.”

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Siz yapıyorsunuz ayrımcılığı.

ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) – Üç gün önce, Kars Çakmak Batıkışla’da Muş doğumlu Murat Çelik, ölümü sır gibi saklanıyor. Bu bir iddia. Biz yalan da söylemiş olabiliriz, biz iftira da yapmış olabiliriz ama bir iddia sunuluyorsa siz iktidarda olanlar, siz Hükûmet olarak bu ülkeyi yönetenler bu iddiayı ispatlamak zorundasınız; bu iddianın iftira olduğunu, en azından yalan olduğunu ispatlamak durumundasınız. Bizim söylediğimiz iddia eğer ispatlanmıyorsa…

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Kesin dille konuşmayacaksınız, “İddia ediliyor.” diyeceksiniz.

MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis) – Ayşe Nur Hanım, örnekleri görmediniz mi? 4 tane askerin bombayla öldürülmesi gizlenmedi mi, 7 tane askerin mayınla öldürülmesi gizlenmedi mi, “PKK’nin eylemi.” denilmedi mi?

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Ona itiraz etmiyoruz. Ona itiraz eden var mı? Ona itiraz eden yok.

BAŞKAN – Sayın Halis, devam edelim.

Sayın Karabaş, lütfen… Sayın milletvekilleri, karşılıklı konuşmayalım.

Sayın Halis, konuşmanızı tamamlayınız, buyurun efendim.

ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) – Biz bir iddiada bulunduk. Hadi diyelim ki yalan söylüyoruz, hadi diyelim ki iftira ediyoruz, o zaman hodri meydan! Yarın araştırma önergesini vereceğim. Eğer samimiyseniz araştırma önergesini şuraya getiririz, bu Mecliste değerlendiririz. Ak ile kara çok iyi belli olur; kim ak, kim kara çok daha net anlaşılır.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Halis.

Saygıdeğer arkadaşlarım, tabii ki Meclisin denetim yolları bellidir. Denetimi yapmak Meclisin de görevidir. Bunlar verilebilir ama kurumları veya kişileri böyle töhmet altında bulunduracak bir kısım ifadelerden özenle kaçınmamız lazım ama araştırılsın, ortaya çıksın ifadesini de sizlerle paylaşıyorum.

Manisa Milletvekilimiz Ahmet Orhan Bey’in şahsı adına söz talebi var.

Sayın Orhan, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

AHMET ORHAN (Manisa) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; üniversitelerin kurulmasına dair kanun tasarısı üzerine şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Sözlerimin başında, bu yıl yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in insanlığa indirilişinin 1400’üncü yılına tesadüf eden Kutlu Doğum Haftası’nın Türk milletinin birliğine, mutluluğuna ve huzuruna vesile olmasını yüce Allah’tan niyaz ediyor, bu vesileyle sizleri ve aziz Türk milletini saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’de her türlü yaşamsal faaliyetimizden fedakârlık yapmak pahasına evlatlarımızın eğitimi için gerekenleri yerine getirmekteyiz. Bu fedakârlıklar neler uğruna yapılmaktadır? Bu fedakârlıkların sonunda ortaya çıkan bugünkü tablo içinde beklentiler ile gerçekler birbiriyle acaba örtüşüyor mu? Maalesef bu sorulara olumlu cevap vermek mümkün değildir. Gençlerimiz için hayat mücadelesi bugünkü AKP İktidarı döneminde neredeyse okul öncesi çağında tüm aileyle birlikte başlamaktadır. Bu süreçte aile bütçesi sistemin dayatmasıyla eğitime endekslenmekte; birinci öncelik, hep dershane, özel öğretmen, yardımcı ders kitaplarının olmaktadır. Bu uğurda yapılan fedakârlıkların boyutları o kadar ileriye gitmiştir ki, ödenemeyecek senetler hapishaneye düşmek pahasına imzalanmaktadır. Anacığının aldığı hapis cezasına üzülüp intihar eden gençlerimizin varlığı su götürmez bir gerçektir. Soruyorum: Bu yaşantıyı Türk milleti hak ediyor mu? Bu konuda söylenecek çok şey var ancak ben başka bir konuya değinmek istiyorum müsaadelerinizle.

Bugünkü Türkiye’de iş bulma ümidi olmayanlar hâlâ okuma hevesi varsa yüksek lisans ve doktora denemeleriyle, neredeyse bir ömür olmasa da çeyrek ömürlük eğitim heba edilmektedir. Bu kapsamda atamaları 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 50/d maddesine göre yapılmış olan araştırma görevlisi kıymetli kardeşlerimizin sorunları büyüktür. Başka bir ifadeyle, doktora eğitimlerinin bitiminde yedi yıllık akademik hayatları sona ermiş olacak ve üniversiteyle ilişkileri kesilecektir. Bu durumda doktora eğitimleri boyunca kazanılmış olan bilgi, birikim ve tecrübeyi daha sonraki yıllarda ülkemizin ve üniversitelerimizin geleceği ve menfaati açısından kullanmaları mümkün olmayacaktır. Bu durum tüm ülkede yaklaşık 6 bin araştırma görevlisini ve ailelerini mağdur edecek ve çektikleri sıkıntıların daha da büyümesine sebep olacaktır. Şu anda tabi oldukları 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 50/d maddesindeki kadrolarının 33/a kalıcı kadrolarına -ki üniversitelerde bu kadrolar hususunda büyük bir yetersizlik vardır- aktarılması için gerekenin ivedi yapılmasına ihtiyaç vardır. Bu aynı zamanda üniversitelerimizin öğretim elemanı ihtiyacının karşılanmasında da önemli bir çözüm yolu olacaktır.

Öğretim görevlisi, uzman, okutman gibi kadrolardan farklı olarak araştırma görevlisi kadrolarına sadece belirli bir başarı seviyesinin üzerindeki adaylardan alım yapılmaktadır. Gelecekteki varlığımızı yetiştiren ve yetiştirecek olan kadroların bilgi, birikim ve vizyonundaki güçlü insanlar olması gerekmektedir. Bu statüdeki arkadaşlarımız hem yabancı dil olarak hem de akademik çalışmalar açısından üzerlerine düşeni fazlasıyla yerine getirmektedir. İstatistiksel olarak bakıldığında doktorasını bitirmek üzere olan pek çok araştırma görevlisi yukarıda anılan kadrolara ilave olarak mevcut emsallerinden daha fazla akademik yayına sahiptir. Türk milleti adına üretmek, verimli olmak isteyen çalışkan insanların âdeta cezalandırılması söz konusudur. Bu vefakâr, çalışkan kardeşlerimize sadece hak ettikleri değerin verilmesi üniversitelerin gelecekte emin ellerde olabilmesinin teminatı olacaktır.

Değerli milletvekilleri, huzurlarınızda başka bir hususa daha değinmek istiyorum. Türkiye’de bazı branşlar bir tarafa bırakılırsa en az iş bulma ümidi olanların başında mühendisler gelmektedir. Mühendislik, bilim ve matematiksel prensipleri tecrübe, karar ve ortak fikirleri kullanarak insanlığa faydalı yeni ürünler ortaya koyma sanatıdır veya belirli bir ihtiyacı karşılamak için teknik ürün ve sistemi üretme sürecidir, işin temeli üretmektir. Bugünlerde yurdumuzda en az yaptığımız şey üretmek.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun efendim.

AHMET ORHAN (Devamla) – Teşekkür ediyorum.

Tüm hayatı boyunca iş bulamadığı için mesleğini yapamayan binlerce mühendis bulunmaktadır. Artık Türkiye’de çalışan üniversite mezunları mı, yoksa işsiz mezunlar mı daha fazladır? Bu sorunun cevabını vermek zor değildir. Büyük maddi ve manevi fedakârlıklar yaparak yetiştirdiğimiz gençlerimizin istihdamına yönelik çalışmaların yapılması acil hususlardandır. Her ile, her semte üniversiteyi açmaktan ziyade mevcut üniversitelerimizin altyapı ve akademik doygunluğuna yönelik çalışmaların yapılması daha uygun olacaktır.

Bu vesileyle yüce heyetinizi tekrar saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Orhan, teşekkür ediyorum.

Başka söz talebi yok.

Soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz.

Sayın Tankut...

YILMAZ TANKUT (Adana) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, Adana Ticaret Odası vakıf üniversitesiyle ilgili son durum nedir?

En son, Adana AKP milletvekilleri, bu konuyla ilgili pürüzlerin giderildiğini ve yer tahsisinin yapıldığını basın aracılığıyla Adana kamuoyuyla paylaşmışlardır. Biz de hatırlarsanız bu konuyla ilgili, hem Genel Kurulda şahsınıza hem de yazılı önergeyle Bakanlığınıza sualler yöneltmiştik.

Şimdi sormak istiyorum: ATO vakıf üniversitesiyle ilgili son durum nedir? Söz konusu üniversitenin kurulmasıyla ilgili olarak kanun tasarısı ne zaman Meclise getirilecektir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tankut.

Sayın Nalcı...

KEMALETTİN NALCI (Tekirdağ) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, Antalya ili Döşemealtı Yeniköy okulunda tadilat ve yeni yapımdan dolayı giren müteahhit işi bırakıp bu okuldan tüm şeylerini çekmiştir. Şu anda orada eğitim gören öğrenciler mağdur durumdadır. Bununla ilgili bir şey yapmak istiyor musunuz? Bu, birinci sorum.

İkinci sorum: Demin Rıdvan Bey de sormuştu size, 127 okulun acaba kaç tanesi TOKİ projeleri çerçevesinde gerçekleştirilmiş, kaç tanesi de TOKİ aracılığıyla yapılmıştır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Yalçın…

RIDVAN YALÇIN (Ordu) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, biraz önce de aynı suali yöneltmiştim, cevaplandırmadınız. Samimiyetle merak ediyorum. Üniversite sınavı günü öğrenciler sınav stresi altındayken okul önlerinde Adalet ve Kalkınma Partili teşkilatların kek ve açılım kitapçığı dağıtmasını doğru buluyor musunuz? O görüntü beni gerçekten sarstı. Sizin kanaatinizi merak ediyorum. Bundan nasıl bir pedagojik fayda umulmaktadır? Okul önlerinde sınava günü böyle bir siyasi propagandanın yapılmasını siyasi etik bakımından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yalçın.

Sayın Sakık

SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Ben de Sayın Bakanıma sormak istiyorum. Kredi Yurtlar Kurumunun bu öğrencilere ödediği bursla ilgili ciddi sıkıntılar yaşanıyor yani rakam çok düşük. Her gün bize, eminim ki bütün milletvekili arkadaşlarımıza başvuruda bulunuyorlar. Bu özellikle yoksul ailelerle ilgili illerde bir araştırma veyahut da ilçelerde bir araştırma yaparak bu limiti daha yükseltme, daha da insani bir şekilde okuyabilme, yaşayabilme şansları olabilir. Yani sosyal devletin görevi de budur. Bu konuda bir katkınız olursa sevinirim.

İkincisi, Muş Kızılağaç beldesiyle ilgili -yani ilköğretimle ilgili- verdiğiniz talimattan ve duyarlılıktan dolayı da size teşekkür ediyorum, sağ olun.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Yıldız…

SACİD YILDIZ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Geçtiğimiz günlerde İstanbul Üniversitesi Rektörü Sayın Yunus Söylet “Üniversite hastanelerinin 1,2 milyar lira piyasaya borcu olduğunu.” söyledi Samsun’daki bir konuşmasında. Bu durum, tam gün yasasının yürürlüğe girmesiyle ve her gün yeniden çıkan sağlık uygulama tebliğlerinin de çıkmasıyla üniversite hastanelerini çok zor durumda bırakacaktır. Biraz evvelki konuşmasında Sayın Milletvekilimiz Mevlüt Aslanoğlu da konuya değindi. Daha evvelki günlerde İstanbul Ticaret Odası Başkanı Murat Yalçıntaş da bu konuya değinmişti. Böyle giderse üniversite hastaneleri eğitim araştırma hizmetlerini ve asli hizmetlerini veremeyeceklerdir. Bu konuda bir tedbir almayı düşünüyor musunuz? Nasıl onları geliştireceksiniz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yıldız.

Sayın Bulut...

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Bakan, genel bütçeden Millî Eğitim Bakanlığına ayrılan payı, girmek istediğiniz Avrupa Birliği  ülkelerinde genel bütçelerinden eğitime ayrılan pay oranları ile karşılaştırdınız mı? Türkiye’de eğitim-öğretime  bütçeden  ayrılan  bu paydan, yatırım ve ücretlerin dışında, aylıkların dışında, eğitim-öğretime ayrılan payı, bu genel bütçeden ayrılan payın kaçta kaçıdır efendim?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bulut.

Sayın Bakanım, buyurun efendim.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Tankut’un sorusuyla başlamak istiyorum, Adana ticaret üniversitesinin kuruluşuna dair. Adana Ticaret Odasının girişimlerinden haberdarız. Fakat henüz Yükseköğretim Kuruluna bu üniversitenin kuruluşuna ilişkin yasal bir başvuru yapılmamıştır. Bu yönde bir yasal başvuru yapıldıktan sonra da YÖK’te gerekli değerlendirmeler yapılabilir, ama şu anda Yükseköğretim Kuruluna müracaat edilmemiş.

Antalya Döşemealtı okuluna ilişkin olarak sorulan soruyu cevaplandırıyorum. Yani bir şekilde okullarımızın, ilköğretim okullarımızın, ortaöğretim kurumlarımızın yapılması esnasında istisnai de olsa nadir de olsa maalesef ihaleye alan müteahhitlerin işi tamamlamadan veya başka nedenlerle işi bıraktırılmaları nedeniyle yarım bırakılabiliyor. Fakat hiçbir okulumuz...

KEMALETTİN NALCI (Tekirdağ) – Sayın Bakan, bunu biliyoruz da önlem alınacak mı?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Ona geliyorum.

Hiçbir okulumuzun, müteahhit terk etti diye, müteahhit işi bırakıp gitti diye yapımı yarım bırakılmaz. Millî Eğitim Bakanlığı bu konuda gerekli ödenekleri göndermek suretiyle... Meselenin hukuki çözümünden sonra tabii ki. Bazı durumlarda müteahhitle il özel idaresi, valilik veya Bakanlık olarak bizler, yargı safhasına intikal etmiş bir hadise olabiliyor ve yargı neticesini almadan, bu konuda verilmiş bir karar olmadan müdahale etmemiz mümkün olmuyor. Bu konuya ilişkin olarak detay bilgiye sahip değilim, ama bizim genel tutumumuzdan bahsetmek istedim. Dolayısıyla, bu konuya ilişkin yazılı cevap vereyim.

Yine, “Ankara’da açılan okulların kaç tanesi TOKİ tarafından yapılmıştır?” dendi. Dediğim gibi, bu konuya ilişkin en az 5 veya 6 tane milletvekilinden soru önergesi geldi, bunları cevaplandırdım. Şu anda net olarak… Kaç tanesinin TOKİ tarafından yapıldığını yazılı olarak cevaplandırayım.

Yine, Sayın Yalçın’ın “Üniversite sınav günü -az önce sürem yeterli olmadığı için cevaplandıramadım- yapılanlarla ilgili tasvip ediyor musunuz?” şeklinde bir sorusu vardı. Türkiye genelinde AK PARTİ’nin genel olarak uyguladığı bir şey değildi, Fatih Gençlik Kollarımızın bildiğim kadarıyla. Üniversitenin yakınlarında bir yerde, öğrencilere destek olmak amacıyla Gençlik Kollarının düzenlediği, sınavda gençlerimize yardımcı olabileceğini düşündükleri birtakım paketler hazırlanmış, kalem vesairenin -içeriğini de çok iyi bilmiyorum- sunumuyla ilgili. Dolayısıyla, orada bundan yararlanacak olan öğrenciler veya yararlanmak isteyenlerin de yükseköğrenim görecek çağda olduğu düşünülerek… Şu anda siyasi parti olarak AK PARTİ’nin bu konuda ne tür bir araştırma yaptığından, ne tür bir çalışma yaptığından doğrusu haberdar değilim, ama pedagojik açıdan demek için her şeyden önce çocuklarla ilgili bir konu olması lazım. Büyük bir çoğunluğunun on sekiz yaş üstü, üniversite sınavına giren gençler olduğu düşünülürse, gençler üzerinde yapılan bir çalışma olarak algıladığımı ifade etmek istiyorum.

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Sizin bilginiz dâhilinde mi Sayın Bakan?

OKTAY VURAL (İzmir) – Millî Eğitim Bakanı olarak tasvip etmeniz üzüntü verici.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Sayın Sakık, Kredi ve Yurtlar Kurumuna ilişkin burslar dönemimizde son derece yükseltildi bildiğiniz gibi, ama Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğü… Burslar artık Devlet Bakanlığı olarak Faruk Nafız Özak’a bağlı.

ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) – Siyaseti okula soktunuz nihayet bu şekilde!

OKTAY VURAL (İzmir) – Onu da tasvip ediyorsunuz yani. Ne Millî Eğitim Bakanı ya!

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Dolayısıyla bu soru yazılı olarak kendisi tarafından cevaplandırılabilir diye düşünüyorum.

Üniversitelerimizin özellikle piyasaya olan borçlarına ilişkin bir değerlendirme yapıldı, İstanbul Üniversitesi Rektörümüzün yapmış olduğu açıklamaya ilişkin olaraktı. Bu borçlar, piyasaya üniversitelerin borçlarıyla ilgili bir konu. Dolayısıyla, detayda yazılı olarak Yükseköğretim Kurulundan aldığım bilgiler neticesinde sizlerle paylaşacağım ama döner sermayelerin üstünde harcama yapan üniversiteler, böyle bir mali sıkıntı içerisine giriyorlar hâliyle.

Yine, “Genel bütçeden eğitime ayrılan pay, yatırım ve ücretleri yeterli buluyor musunuz?” şeklinde bir soru vardı. Hepinizin de bildiği gibi 2002 yılından bugüne kadar eğitime ayrılan ve eğitime verilen önem Hükûmetimizin en önemli öncelikleri arasında yer aldı ve eğitime verdiğimiz önem ve öncelikte de cumhuriyet tarihinde ilk kez Millî Eğitim Bakanlığının bütçesi bütün bakanlıkların bütçesinin üstünde gerçekleşti. Bu bütçe nedeniyledir ki, aynı zamanda yürütülen kampanyalar ve hayırseverlerin de desteğiyle dönemimizde 142.600 derslik tamamlandı. Bu, tabii ki, tamamlanan derslikler cumhuriyet tarihinde yapılan dersliklerin üçte 1’ine tekabül ediyor. Dolayısıyla, eğitime verdiğimiz önem, eğitim için ayırdığımız bütçe neticesinde bugün Türkiye genelinde derslik başına düşen öğrenci sayısı hedef ortalamasına çok yaklaşmış bulunuyoruz. Bu konuda hedeflerimiz Avrupa Birliği hedefleridir ve eğitimde gerçekleştirmeyi düşündüğümüz hedef ve kriterler de bu doğrultudadır. Buna da son derece yaklaştığımızı bir kez daha vurgulamak isterim ve eğitim, AK PARTİ’nin her zaman Hükûmet olarak en öncelikli konularından birisi olmuştur. Ayrılan bütçe de bu doğrultuda en yüksek bütçe ayrılan bakanlıktır.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

III.- YOKLAMA

(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)                       

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, yoklama istiyoruz.

BAŞKAN -  Tamam, Sayın Anadol.

Evet, sayın milletvekilleri, maddenin oylanmasından önce bir yoklama talebi vardır.

Sayın Anadol? Burada.

Sayın Aslanoğlu? Burada.

Sayın Diren? Burada.

Sayın Erenkaya? Burada.

Sayın Çöllü? Burada.

Sayın Güvel? Burada.

Sayın Sönmez? Burada.

Sayın Yıldız? Burada.

Sayın Dibek? Burada.

Sayın Süner? Burada.

Sayın Özdemir? Burada.

Sayın Güner? Burada.

Sayın Emek? Burada.

Sayın Kaptan? Burada.

Sayın Aydoğan? Burada.

Sayın Hacaloğlu? Burada.

Sayın Arifağaoğlu? Burada.

Sayın Erten? Burada.

Sayın Ekici? Burada.

20 arkadaşımızın bu yoklama talebini yerine getireceğim.

Yoklama için üç dakika süre veriyorum ve yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ (Devam)

4.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/808) (S. Sayısı: 487) (Devam)

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul…

OKTAY VURAL (İzmir) – Divan eksik!

BAŞKAN – Evet, Divanımız teşekkül etti tekrar.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Birleşime on beş dakika ara veriyorum.

       

Kapanma Saati: 17.02

 

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 17.30

BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu),Yaşar TÜZÜN (Bilecik)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 86’ncı Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

487 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Saygıdeğer milletvekilleri, yeni ek madde 123 ihdasına dair bir önerge vardır. Malumlarınız olduğu üzere, görüşülmekte olan tasarı veya teklife konu kanunun komisyon metninde bulunmayan ancak tasarı veya teklif ile çok yakın ilgisi bulunan bir maddesinin değiştirilmesini isteyen ve komisyonun salt çoğunlukla katıldığı önergeler üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açılacağı, İç Tüzük'ün 87'nci maddesinin dördüncü fıkrası hükmüdür. Bu nedenle, önergeyi okutup Komisyona soracağım. Komisyon önergeye salt çoğunlukla, 13 üyesi ile katılırsa önergeyi işleme alacağım, Komisyonun salt çoğunlukla katılmaması hâlinde ise önergeyi işlemden kaldıracağım.

Şimdi önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

487 Sıra Sayılı Kanun Tasarısının 1 inci maddesine aşağıdaki ek maddenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

                                  

Suat Kılıç

Kürşad Tüzmen

Selami Uzun

 

 

Samsun

Mersin

Sivas

 

Ahmet Yeni

 

Öznur Çalık

 

Samsun

 

Malatya

"İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi

Ek Madde 123 - İstanbul’da İlim Yayma Vakfı tarafından 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine tabi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi adıyla bir vakıf üniversitesi kurulmuştur.

Bu Üniversite, Rektörlüğe bağlı olarak;

a) İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesinden,

b) Eğitim Fakültesinden,

c) İşletme ve Yönetim Bilimleri Fakültesinden

ç) Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesinden,

d) Yabancı Diller Yüksekokulundan,

e) Sosyal Bilimler Enstitüsünden,

f) Fen Bilimleri Enstitüsünden,

oluşur.”

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, sağlıklı bir sayım yapma açısından    -bir yanlışlık olmasın- kamu görevlisi olan arkadaşlarımız arka sıralara geçerlerse, milletvekillerimiz de ön taraflara gelirlerse, daha rahat sayma imkânımız olur. Onu istirham edeyim.

Sayın Komisyon, Sayın Başkan, önergeye salt çoğunlukla katılıyor musunuz? Çoğunluğunuz var mı?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Efendim, çoğunluğumuz var ve katıldığımızı zannediyorum, arkadaşlarımızdan oylama da isteyebiliriz.

BAŞKAN – Sayın Komisyon, çoğunlukla katılıyor musunuz?

Bir de sayalım arkadaşları.

Sayın milletvekilleri, sizlerin de müşahede ettiği üzere, Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılmış olduğundan önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşmeyi açıyorum.

Yeni ek madde üzerindeki ilk konuşmacı, AK PARTİ Grubu adına Sami Güçlü, Konya Milletvekili.

Sayın Güçlü, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA SAMİ GÜÇLÜ (Konya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Saygıdeğer milletvekilleri, görüşülmekte olan yeni üniversitelerle ilgili kanun tasarısı üzerinde ek olarak getirilen, İlim Yayma Vakfı tarafından kurulan Sabahattin Zaim Üniversitesinin kuruluşuyla ilgili madde görüşülürken söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Evvela, Profesör Sabahattin Zaim’le ilgili birkaç cümle söylemek istiyorum. Türk yükseköğretimi içerisinde en çok öğrenci yetiştiren, akademik faaliyetlerde Türkiye'nin çok değişik üniversitelerinde hizmet eden, Anadolu’da üniversitelerin kurulmasına öncülük eden ve buralarda akademik hayatın başlangıcında rol alıp, asistan, araştırma görevlisi olarak rol alan arkadaşların İstanbul Üniversitesinde akademik çalışmalarını tamamlaması konusunda yardımcı olan, insan vasfı çok önde, akademik niteliği fevkalade üstün ve geçen zaman içerisinde vefat eden bu değerli bilim adamı adına, Türkiye'nin en önemli vakıflarından, 1951 yılında kurulan İlim Yayma Cemiyetinin daha sonra oluşturduğu -1974 yılında oluşturduğu- vakfın üniversite kurma konusundaki faaliyetlerinde Sabahattin Zaim ismini üniversitesine ad olarak seçmesi dolayısıyla birlikte anılmaktadır. Zaten Sabahattin Zaim Hoca’mız da İlim Yayma Vakfının kurucularındandır ve onun mütevelli heyetinde de uzun süre hizmet etmiş bir şahıstır.

İlim Yayma Cemiyeti ve Vakfı hakkında da birkaç cümle söylemek istiyorum. 1951 yılında kurulan, kısa süre içerisinde Bakanlar Kurulundan gerekli izni alarak kamu yararına çalışır bir cemiyet hâline gelen, eğitim-öğretim konusunda çok büyük hizmetler eden, burslar, öğrenci yurtları, okullar açan ve bu konuda özellikle Anadolu’dan gelen, kırsal kesimden gelen insanların barınma ve iaşe konularında yardımcı olan, bu konuda da çok hizmet eden bir vakıftır.

Vakit açısından belli bir sınırımız olması dolayısıyla İlim Yayma Vakfı ve Sabahattin Zaim ile ilgili ilave söylenecek hususları burada kesmek durumundayım. Hocamızı rahmetle anarken, onun ismini üniversitelerine alan İlim Yayma Vakfı yöneticilerine de teşekkürlerimi ifade ediyorum.

Efendim, bugün yükseköğretimle ilgili konular Meclisimizin Genel Kurulunda gündeme geldi ve gündeme gelirken birçok eleştirilerle birlikte geldi. Özellikle muhalefet partilerimize mensup sözcü arkadaşlarımız işsizlikle üniversiteler arasındaki ilgiyi hep dile getirdiler ve yeni üniversitelerin hazırlıksız kurulduğundan bahsettiler. Devlet üniversitelerinin içinin boşaltıldığını, üniversitelerin âdeta liseler, meslek liseleri hâline geldiğini, bilim üretmeyen kurumlara dönüştüğünü ve aynı zamanda bir kısım vakıfların, özellikle Diyanet Vakfının hangi amaçla üniversite kurduğu sorusunu sorarken ve gerçekten de büyük bir içtenlikle, yani sebebini merak edecek bir hâlde “Bir ihtiyaç mı vardı?” derken de devamında “AK PARTİ zihniyetine yakın vakıflar kendi tabanlarını oluşturuyor.” gibi ifadeler kullandılar.

Değerli arkadaşlarım, evvela, kurduğumuz, üniversite. Kurduğumuz, Anayasa’ya, Yükseköğretim Kanunu’na ve Yükseköğretim Kurumunun çıkardığı idari mevzuata göre oluşturulan kuruluşlar. Dolayısıyla, çok büyük bir tedirginlik duymamız, bununla ilgili rahatsızlıklarımızı dile getirmemiz yerine hadiseye biraz olumlu bakmalıyız.

Ben bundan önceki konuşmamda dile getirmiştim. Şimdi, değerli arkadaşlarım, 2002’ye kadar Türkiye’de kurulu vakıf ve devlet üniversitelerinin sayısı 76. Şimdi, bu 76 üniversitenin varlığı sırasında Türkiye’de brüt okullaşma oranı yüzde 37, öğrenci başına düşen öğretim elemanı 26. Eğer öğretim üyesi başına diye düşünecek olursak rakamın çok daha büyüdüğünü görüyoruz. Hâlbuki dünyada dünya ortalaması, brüt okullaşma oranı yüzde 24 yani dünyanın gelişmekte olan, az gelişmiş ülkeleri dâhil olmak üzere yüzde 24 ama Türkiye yüzde 37.

İkincisi, öğretim elemanı başına düşen öğrenci sayısı dünyada yüzde 16, bizde yüzde 26. Dolayısıyla bu oranlar Türkiye’de yükseköğretimle ilgili bir eksikliği ortaya koyuyor. Gelişmiş ülkelerde okullaşma oranı yüzde 50’nin üzerinde, yüzde 90 olan var, yüzde 80 olan var. 1950’lerde birçok konuda beraber yola çıktığımız Güney Kore’de bugün yüzde 90’nın üzerinde bir okullaşma oranı var ve Amerika Birleşik Devletleri Başkanı diyor ki: “2020 yılında dünyada yükseköğretim oranı en yüksek ülke olarak Amerika’yı gerçekleştireceğiz.” Bu hedefe ulaştıracağını söylüyor. Hindistan, üniversite sayısını 1.500’e çıkarma konusunda bir büyük hedefi kendisine ölçü olarak alıyor. Dolayısıyla Türkiye bu dönemde gerçekten bir hamle yapıyor ama bu hamlenin elbette eleştirilmesi, eksik olan kısımlarının söylenmesi lazım ama olayın büyüklüğü de gözden kaçmamalı.

Değerli arkadaşlarım, dünyanın gelişmiş ülkelerinde 500 bin nüfusa bir üniversite düşüyor. Türkiye bu oranı, bugün kurulacak vakıf üniversiteleriyle birlikte ancak yakalıyor. 2008-2009 öğretim yılında, en son bilgilere göre, Türkiye’de brüt okullaşma oranı yüzde 44,2. Bu, 2013 için yüzde 48 hedef olarak alınmıştır.

Şimdi “üniversite bir ülkede nedir?” dediğimizde, ben -çok doğru bulduğum- UNESCO’nun şu tarifini bir daha okumak istiyorum: “Sosyal gelişmede, ekonomik büyümede rekabet edilebilir mal ve hizmetlerin üretiminin desteklenmesinde, kültürel kimliğin şekillenmesi ve korunmasında, sosyal bağın sürdürülmesinde ve barış kültürünün desteklenmesinde yükseköğretimin yeri doldurulamaz.”

Değerli arkadaşlarım, yükseköğretimle ilgili konuya ruhuyla, esasıyla, bütün kurallarıyla baktığımızda, hem sosyal hem ekonomik hem kültürel gelişme hem barışla ilgili bütün unsurları bünyesinde barındıran bir kurum oluşturuyoruz biz. Dolayısıyla bununla ilgili konuları ifade ederken, eleştirileri getirirken “Türkiye’de bilim öldü, bir kısım vakıflarımız niçin üniversite kuruyor?” diye sorgulamalarımızı ve bu hususta bir kaygı taşımamızı çok doğru bulmuyorum. Birbirimize güvenmeliyiz. Bunlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin üniversiteleri. Bunlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin kanunlarına göre kuruluyor ve geldiğimiz nokta nedir, ona baktığımızda, bu hususta hepimizi de sevindirecek gelişmeler var. Ben, Türkiye’de yeni üniversitelerin hazırlıksız kurulduğu konusunda dile getirilen bir hususa cevap vererek devam etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, hepiniz hatırlıyorsunuzdur -özellikle eğitim camiasından gelenler, yükseköğretimde görev alanlar- 1955-1958’de Karadeniz Teknik Üniversitesi, Atatürk Üniversitesi ve Anadolu Üniversitesi kuruldu. Düşünebiliyor musunuz, bu tarihlerde İstanbul, İzmir ve Ankara’nın dışında üniversite yoktu. Anadolu çocukları bir üniversitenin gelişini beklerken “Buralarda üniversite kurulmaz.” diyenler oldu. “Buralarda üniversite kurulmasın, olmaz, üniversite buralarda gelişemez.” diyenler oldu ama şimdi Türkiye'nin en gelişmiş üniversiteleri hâline geldiler. 1975-1978’de Selçuk, Erciyes kuruldu. Selçuk Üniversitesi, bugün Türkiye'nin en çok öğrencisi olan üniversite. Erciyes Üniversitesi, öğretim üyesi sayısı bakımından çok nitelikli hâle geldi. 1982’de Yüzüncü Yıl, Dokuz Eylül, Akdeniz kuruldu. Diğerlerini saymıyorum. Bugün bu üniversitelerimiz Türkiye'nin yüz akı ve en son 92’de çok büyük bir hamle oldu, Celal Bayar, Dumlupınar, Sakarya, Adnan Menderes, Abant…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Güçlü, konuşmanızı tamamlayınız lütfen.

Buyurun.

SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bu üniversitelerimizde bugün -ortalama olarak bu beş üniversiteyi kastederek söylüyorum- öğrenci sayısı ortalama 30 bin, öğretim üyesi sayısı 500, öğretim elemanı sayısı bin civarındadır ve bu üniversitelerimizde şu anda meydana gelen gelişme, o bölgelerde hem ekonomik sorunların hem sosyal sorunların hem sanat ve kültür faaliyetlerinin hem düşünce faaliyetlerinin merkezi olmuştur ve o bölgelerin kalkınmasına çok önemli hizmetler etmişlerdir.

Değerli arkadaşlarım, üniversiteler başlangıçta bir hazırlık yapmadan kurulur -1955’te kurulduğu gibi, 92’de, 82’de kurulanlar gibi- bir tüzel kişilik kazanır, devlet üniversitesiyse bütçeden bir pay ayrılır ve bir rektör tayin edilir. Üniversitenin binası, öğretim üyesinin hazırlığı bu saatten sonradır. Üniversitenin kurulması doğumdur. Siz “Üniversite kurulurken hiçbir hazırlık yapmadı.” diyorsunuz. O hazırlık zihinsel hazırlıktır ve olan budur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Olur mu öyle şey be! O, devlet olanaklarıyla olan üniversitede olur, özelde olur mu öyle şey? Arsa yok, teknik altyapı yok, sosyal altyapı yok, üniversite kuruyorsunuz…

BAŞKAN – Sayın Güçlü… Sayın Güçlü, konuşmanızı tamamlayınız lütfen.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Gelip burada da parmak kaldırıyorsunuz.

SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) – Sayın Anadol, sözlerimin doğruluğuna sizi şahit gösteriyorum.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Gelip burada da parmak kaldırıyorsunuz.

SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Arkadaşlarınızı da uyarmanızı istirham ediyorum. Ben düşüncelerimi söylüyorum.

HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Kimi uyaracak? Ne demek?

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Konuşman aydınlatıcı mı yani? Doğruları söylemiyorsun ki.

BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen…

Sayın Güçlü, cevap vermeyin, konuşmanızı tamamlayın.

HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Hayır, olur mu, durup dururken bir şey çıkartıyorsunuz. Bu kadar basit mi?

SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) – Hayır efendim, hiçbir şey söylemedim.

BAŞKAN – Efendim, şimdi biraz sonra, bakınız, Sayın Oyan konuşacak, grup adına cevap verebilir.

Buyurun.

SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – İyi, arsası olmasın, kaynağı olmasın, kâğıt üzerinde kurun…

HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – İki tane üniversiteye ihtiyacınız mı var? On beş dakika ara, bir saat içerisinde adam toplayıp öyle kuruyorsunuz. Hiç yakışacak bir şey mi? Bu mu çoğunluk anlayışınız?

BAŞKAN – Arkadaşlar… Sayın milletvekilleri…

Sayın Güçlü, tamamladınız mı efendim konuşmanızı?

SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) – Tamam efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) – Teşekkür ettim efendim.

BAŞKAN – Arkadaşlar, konuşan arkadaşlarımız üniversitede akademisyen olan, profesörlük yapmış, bölüm başkanlığı vesaire diğer görevlerde bulunmuş olan arkadaşlar. Şimdi diğer arkadaşlarımız onlara cevap vereceklerdir. Biz onları bir dinleyelim bakalım.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Balıkesir Milletvekili Sayın Ahmet Duran Bulut.

Sayın Bulut, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

“Vakıf üniversiteleri” adı altında kurulan yeni üniversitelerin ülkemize hayırlı olmasını diliyorum.

Tabii, üniversitelerin ihtiyaçlar göz önünde bulundurularak, ülkenin gelişmişliği, bölgesel sorunları, bunlar göz önüne alınarak ihtiyaca göre planlanması gerekirken, çoğu yerde, çoğu zaman siyasi amaçla da bu yönlendirmeler yapılıyor.

Tabii, bir üniversite ve üniversitenin kalitesi, o ülkenin gelişmişliğinin bir göstergesidir. Bundan önceki konuşmalarımda da ifade ettiğim gibi, Türkiye’de bununla herhâlde 146’ncı üniversitemiz oluyor. Dünyada ilk 500’ün içerisinde 1 tane üniversitemizin olmayışı üzücüdür tabii ki.

Yine, demin Sayın Bakana sordum, Türkiye Avrupa Birliğine girmek adına olağanüstü… Bilhassa AKP Grubu heveskâr, kendi işlerine gelen birçok konuda gösterge olarak Avrupa Birliği normlarını gösterirlerken, Avrupa ülkelerinin eğitime ayırdıkları genel bütçedeki pay ile Türkiye’dekini kıyaslar isek Türkiye’dekinin ne kadar düşük olduğunu görürüz.

Sayın Bakan -Millî Eğitim Bakanlığının başında kim olursa olsun- kaynakları dar olduğu için, az olduğu için, hâliyle, Bakanlığın işlerini, ticari bir mantıkla bakarak, ucuza öğretmen temin etmek, ucuza bina temin etmek bakışı ile götürmeye çalışacaktır.

Aslolan şudur ki, bir ülkede eğitimin yüksekliği, eğitime yapılan yatırım, en önemli, gelecek adına en ciddi, en faydalı yatırımlardan birisidir. Öğretmenlere gösterilen ilgi, onların toplum içerisindeki saygınlıkları, ekonomik sıkıntılardan kurtuluşları, kendilerini yenileme, geliştirme, ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri, bunlar, Millî Eğitim Bakanlığının buna yeterli bir bütçeye sahip olmasıyla mümkün olacak olan konular.

Tabii, Bakanlığın ihtiyaçları konusunda -dün de konuşuldu- birçok talepler dile getirildi. Öğ-retmen ihtiyacı konusunda işte, yanlış yapılanma ve planlamadan kaynaklanan, bugün 300 binin üzerindeki öğretmen fazlalığımıza bir türlü çözüm bulamıyoruz. Sayın Bakan, geçici öğretmenleri, sözleşmeli öğretmenleri kadrolu yapacağını söylemesine rağmen, Hükûmet kendilerine bu kaynağı sunamadığı için verdiği sözü de tutamadı. Hâliyle, almış oldukları mevcut öğretmenlerin ihtiyacı karşılayamadığı hepimizin malumu.

Önümüzdeki dönem içerisinde Türkiye ve Hükûmet şunu bilmelidir ki, yetişmiş, üniversiteyi bitirmiş bu insan gücünü sokaklara salmaktan kurtarmak, mutlaka bunun istihdamına dönük planlar, projeler geliştirmek zorundayız. Bugün sizsiniz, yarın biziz ama bunu mutlaka yapmak zorundayız. Bu insanlar teşkilatlanmışlar, örgütlenmişler, kendi adlarına İnternet  siteleri kurmuşlar, hep “öğretmen olacağız” diye kendilerini  hazırlamışlar, okullarını bitirmişler; aile onu bekliyor, nişanlanmış evlenecek, kız bunu bekliyor ama bu insanlar bir türlü kendi ekmeklerini elde edecek böyle bir imkâna sahip değiller.

Bu bakımdan, öğretmen atamaları konusunda mutlaka bu sorunun çözülmesi gerektiği gibi, öğretmenin verimliliğinin artırılması konusunda da Türkiye’de dersliklerdeki öğrenci sayılarının normal seviyeye düşürülmesi, Türkiye’de öğretmenlerin periyodik eğitimlere tabi tutulması, Türkiye’de öğretmenlerin kendilerine yakışır “hak” gibi bir kutsal kavramı karşı tarafa anlatabilmesi için kendisinin haksızlığa uğramamış olması gerekmektedir ama bir türlü şu Öğretmen Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği, öğretmenin moralini yükseltecek, hak ve hukuka riayet edebilecek, terfi, yükselme, atama konularındaki -bir sürü- bugüne kadar çıkmış olan yönetmelikler geri dönmüş vaziyette. Bu da teşkilatta büyük sıkıntı vermektedir. Türkiye’de değil belki dünyada çalışanlarıyla en yüksek seviyede mahkemelik olmuş, davalık olmuş bir bakanlık Millî Eğitim Bakanlığı. Bu, bugünün sorunu değil, hep böyle olmuş, ama AKP bu sekiz yıla varan iktidarı döneminde, geçmiş yılları aratmayacak derecede çok ciddi bir şekilde partizanca kadrolaşma yapmıştır. Bunda hak hukuk tanımamıştır. Bir öğretmeni almış daire başkanı yapmıştır. Bir öğretmeni almış millî eğitim müdürü yapmıştır. Kanuna, mevzuata uymuyorsa vekâleten vermiştir. Ankara Balâ’ya uymuyorsa bir başka ilçeye vermiştir, geçici görevle oraya görevlendirilmiştir.

Böylesine usulsüzlüğün, karmaşanın hâkim olduğu bir bakanlığın, Türk çocuklarına, önündeki insanlara bilimi, adaleti, hoşgörüyü, sevgiyi, ülkeyi anlatması nasıl mümkündür değerli milletvekilleri? Eğer bugün insanlarımız birbirini sevmiyorsa, ülkenin birlik ve beraberliği tartışılır noktaya geliyorsa, eğer ülkemizin kaynaklarını tanımıyor, göz göre göre heba olmasına sebep oluyorsak, her şeye politik gözlükle bakıyorsak, bu, yanlış ve eksik yetişmeden kaynaklanmaktadır.

Bakın, bir olayı anlatacağım sizlere değerli milletvekilleri. Üç tarafı denizlerle çevrili olan bir ülkede yaşıyoruz. 7.333 kilometre sahil şeridiyle dünyada ön sıralardayız. Denizi tanımayan bir milletiz. Denizler bizim zenginliğimiz, karaların artık kaynakları tükeniyor. Dünya denizlere yönelirken denizleri tanımayan bir milletiz. Denizden korktuğumuz için denize yatırım da yapamıyoruz. Yunanlılara mal taşıta taşıta onları armatör yaptık, biz bu “zengin sahillerin fakir sahipleri” kaderini yıllardan beri yaşamaya devam ediyoruz.

Bakın, balıkçılık konusunda 15 Nisanda balık tutma yasağı başlar. Üniversitelerden, çeşitli kuruluşlardan insanlar toplanır bir kurul oluşturulur; balık havyar dökmeye başladığında, yani yavrulama döneminde balık tutulmaz. Neden? Çünkü bir balığın canlı tutulmasıyla milyonlarca yeni yavru ürer.

Dün akşam Balıkesir’in Erdek ilçesinin Çakıl köyünden Halil isimli, Selahattin isimli balıkçı beni arıyor, diyor ki: “Sayın Vekilim, bugün 5 bin kasa balık tuttuk, 100 ton. Seneye bu balığı tutamayacağız biz. Her açtığımız balığın içinde bir avuç havyar var.” Torik, tombik, küçük çapta balıklar da içerisine dâhil olmak üzere balıkların şu an yumurtlama zamanı. Geçen sene 1 Mayısa uzattılar bu yasak süresini, on beş gün, en havyarlı döneminde taradılar.

Değerli milletvekilleri, bu sene üzerine düştüğüm hâlde, takip ettiğim hâlde… Yüzlerce balıkçı beni arıyor “Ekmek teknemiz bu bizim. Bu balık, denizler kurutulursa seneye biz ne yiyeceğiz? Karadeniz bitti, Marmara bitti, bir Ege kaldı.” diyor.

Egeli ve Marmaralı balıkçılar bu konuda yasağın bu dönemde başlamasını istedikleri hâlde, Karadenizli balıkçılar sizin Hükûmetinize, Hükûmetinizdeki Karadenizli bakanlar ilgili Tarım Bakanlığının Müsteşarına baskı yaparak ne yaptılar biliyor musunuz? 15 Nisan ile 15 Hazirana kadar, balığın  içinin  havyar  dolu  olduğu  dönemde  gırgır teknelerini serbest bıraktılar, 15 Temmuz ile 15 Eylül  döneminde  trol teknelerini serbest bıraktılar. Bu ne olacak biliyor musunuz? Dün akşam 100 ton balık yakalayan Erdek-Çakıl köyündeki balıkçı seneye 5 ton balık yakalayacak demektir. Giderek denizlerimiz öldürülüyor, giderek bu zenginliklerimiz yok ediliyor. Bu kaynakların yok edilmemesi için işte eğitime dikkat etmemiz gerekiyor. Eğitime düzgün insanlar yetiştireceğiz ki, iyi kaynaklar ayıracağız ki, insanlar bu tehlikeleri görsünler, sırf çıkarları için denizleri katletmesinler, sırf siyasi menfaatleri için, üç tane balıkçı babasının talebini yerine getirmek için binlerce balıkçının seneye aç kalmasına göz yummasınlar. İyi eğitilsin ki, siyaset de adam gibi yapılsın, balıkçılık da ticaret de. Ama bütün bunların hepsinin temeli eğitimdir, düzgün öğretmen yetiştirmek, o öğretmenlere toplumda saygın bir yer vermektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) 

BAŞKAN – Sayın Bulut, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

AHMET DURAN BULUT (Devamla) – Öğretmenleri mahvetti bu Hükûmet değerli milletvekilleri, öğretmenler odasını birbirine soktu; öğretmen, kadrolu öğretmen, vekil öğretmen, sözleşmeli öğretmen; gururlarıyla oynuyor bunların. Aldıkları paralar ayrı, ders saatleri farklı, özlük hakları değişik, atamalarındaki usuller farklı. Bunu düzeltmesi lazım. Sayın Bakan, olmuyor bu. Buna mutlaka el koyun. Bu işin partiyle pırtıyla alakası yok, eğitimle oynamayın. Tüccar zihniyetiyle eğitim yönetilmez.

Bu bakımdan, olaya bilimsel bakılmasını, ülkenin gerçekleri doğrultusunda değerlendirilmesini ve bize Allah’ın bir emaneti olarak teslim edilen çocuklarımızın ülke sevgisiyle, millet sevgisiyle donatılarak, ülkemiz üzerinde oynanan oyunları, döndürülen dümenleri anlayacak o perspektifin kazandırılması için uyanık öğretmenlere ihtiyaç var diyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bulut.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Oğuz Oyan. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA OĞUZ OYAN (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; efendim şimdi, bir kere, yöntem olarak alışılmışın dışında bir uygulamayla karşı karşıyayız. Dört vakıf üniversitesi kurulması üzerine önümüze bir tasarı geldi, şimdi beşinciyi yavruladı, birazdan yeni bir önergeyle herhâlde altıncıyı yavrulayacak. Böyle bir usul olabilir mi? Yani bir meclis, önüne gelen dört tane üniversite kurulmasıyla meşgul iken, kendi gündeminde olmayan yeni iki üniversite kurulmasıyla, Genel Kurul, acaba bu kadar kısa zamanda, beşer onar dakikalık konuşmalarla nasıl bilgilenecek, nasıl doğru karar verecek? Bir kere, bunu kınıyorum, grubum adına kınıyorum.

İkinci söyleyeceğim şey şu: Vakıf üniversitesi olayını bu kadar amacından saptıran bir düzenleme olamaz. Osmanlıda vakıflar iki türlüydü: 1) Hayri vakıflar, 2) Evlatlık vakıflar. Hayrî vakıflar ki, mazbut vakıflar olarak bugün Fatih Üniversitesinin burada kurulmasıyla ilgili bir şeyi var. Bu evlatlık vakıflar aslında mirî araziden yani devlet malından kaçırmak için kurulmuşlardı. Evlatlık, yani “Malıma mülküme müsadere gelmesin, el koymasın devlet.” diye yürürdü. En çok yürüyen kanal da oydu. Şimdi, bir icat yaptınız, bu, Osmanlıdan gelen, ta 16’ncı yüzyıldan bile gelen o hayrî nitelikte olan vakıfları da paralı eğitimin aracı hâline getiriyorsunuz. İnanılmaz bir şey. Yani siz kamu niteliği ağır basan kurumları ve bize atalarımızdan gelmiş kurumları öğrencilere ücretli eğitim vermek üzere bugün karşımıza getiriyorsunuz. Bir tanesi zaten vardı, şimdi iki tane daha yavruluyor. Bu inanılmaz bir şey değerli arkadaşlarım. Bu, hem vakıf sistemine olan bir saygı eksikliğidir hem Meclise karşı. Böyle bir şey olamaz. Yani şimdi karşımızda artık özel sermaye birikimi yapmış şahısların kurduğu sözde hayır amaçlı, eğitim hayrına amaçlı vakıflar değil, bu defa artık bu kamusal kaynakların… Üstelik Vakıflar Genel Müdürlüğü iki tane üniversiteye, birazdan kurulacakla, girmiş olacak. Böyle bir üniversite kurma mantığıyla Türkiye'nin gideceği yer Orta Çağdır. Geriyedir yani ileriye değildir. Orta Çağdır, medrese eğitimidir. Buradan üniversite çıkmaz değerli arkadaşlarım. Buradan dünya çapında üniversite çıkmaz, buradan çağdaşlaşma çıkmaz.

Şimdi, İlim Yayma Cemiyeti, İlim Yayma Vakfına üniversite kurduruyorsunuz, Sabahattin Zaim Hoca’nın adını vererek.

Değerli arkadaşlarım, böyle bir üniversite acaba neye hizmet edecek? Bunu burada tartışmak zorundayız. İlim Yayma Cemiyeti ya da Vakfı üzerinden hangi ilme, hangi bilime hizmet edecek?

Bakınız, değerli arkadaşlarım, Türkiye'de bugünkü sorun, bütünü üzerinde konuşmamda söylediğim mesele, nicelik mi nitelik mi meselesi hâlâ yerinde duruyor. Ama bir başka şey daha var. Vakıf üniversitelerinde iki tane yol var, bugün gördüğümüz: Bir, ticarileşme; iki, cemaatleşme.

 Bu üniversiteler niye İstanbul’da daha çok kurulurlar? Bunların ikisi orada buluştuğu için, hem ticaret hem cemaat, hem tarikat hem ticaret. Ne güzel, değil mi? İstanbul bunun için seçiliyor.

AHMET YENİ (Samsun) – Samsun’da kuruluyor, Samsun’da.

OĞUZ OYAN (Devamla) – Bakın, kurulanlarla birlikte 51 vakıf üniversitesinden 30 tanesi yani yüzde 60’ı İstanbul’da. Cemaatler arası rekabet kenti İstanbul, değil mi? Cemaatler arası büyük rekabet var, İstanbul merkezli olarak.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – İstanbul’da daha çok kişi yaşıyor.

OĞUZ OYAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, İstanbul, Türkiye nüfusunun yüzde 17’si ama vakıf üniversitelerinin yüzde 60’ı… Ne kadar iyi, değil mi? Ve bu ticari amaç ne kadar yerine geliyor, bunların kaçı kapanacak yakında, ayrı mesele. YÖK Başkanı bile “Bir kısmı kapanacak.” diye açıklamasında yer vermiş. Yani bu üniversitelerin çoğu kontenjanlarını dolduramazlar. Neden? Yüksek ücret, düşük nitelik, yani ücretler yukarı, nitelik aşağı.

Bu vakıf üniversitelerinden gerçekten üniversite adına layık olanlar herhâlde bir elin parmakları kadar. Bu biraz yazık değil mi? Bu Türkiye'nin kaynaklarına, insan kaynaklarına yazık değil mi? Bu ülkenin, tabii, insan kaynaklarına yazık olan başka şeyler de var. Başbakan “Üniversite mezunlarına biz iş bulmak zorunda değiliz.” diyor. Bir başbakanın söyleyeceği en son laftır, en son laftır. Bunu, silah zoruyla bile bir başbakan söylememelidir. Niye, biliyor musunuz? Çünkü bir ülkede, eğer eğitimlilerin iş bulması üzerine bir plan, bir program yapılmamışsa, eğitim planlaması yoksa, insanların iş bulabileceği alanlarda eğitimi planlamamışsanız, ondan sonra, yüksek eğitimli gençlerin üçte 1’i, yüzde 30’dan fazlası, Türkiye'deki işsizliğin 2-3 katı işsizken buna duyarsız kalmak, “Bana ne!” demek, bir siyasetçinin sorumsuzluk ilanıdır ve böyle bir sorumsuzluğun da Türkiye'de bugün iktidarda olması bir talihsizliktir.

Değerli arkadaşlar, bakın, pazar günü gençler, dershanelere karşı ve sınava karşı gösteri yapıyorlar, polis copu yiyorlar. Bu mu demokrasi? Hangi demokrasi anlayışı? Nerede, kim kaybetmiş de bulduk? Böyle demokrasi mi olurmuş? Gençlerine değer vermeyen, okumuş, eğitilmiş gençlerini önemsemeyen, bu potansiyeli ülkenin kalkınması amacıyla kullanamayan, dolayısıyla büyük bir kaynak israfına yol açan ve daha da yeni üniversitelerle bunu körükleyen bir sistem, herhâlde Türkiye’nin bugün ihtiyaç duyduğu sistem değil.

Değerli arkadaşlar, bir kere -daha önce de söyledim, tekrar söyleyeyim- orta eğitimdeki gençliği üçte 2 oranında mesleki eğitim içinde tutacaksınız ve o genç, mezun olduğu zaman hemen iş bulabilir konumda olacak. Tabii, imam- hatiplerden bahsetmiyorum, imam- hatiplerin sayısı zaten ihtiyaçtan fazla, ama mesleki eğitimden bahsediyorum; onun dışındaki, mesleki ve teknik eğitime vereceksiniz ağırlığı. Dolayısıyla üniversite kapılarındaki çocukların sayısını azaltacaksınız, ama oraya klasik liselerden gelenler de o yola girdikleri zaman belki sınava da gerek kalmaksızın… Çünkü, o zaman zaten bu sayı 500 bine falan düşecek. Üniversitenin örgün veya diğer eğitim kapasitesi zaten bu civardadır. Üniversiteye girmek için bir sınava bile gerek kalmadan yapabilirsiniz, yeter ki orta eğitimdeki planlamayı, ama anlamlı bir şekilde planlamayı gündeminize alın; o yok. Siz ne yapıyorsunuz? Biz, kontenjanları artırarak ya da yeni üniversiteler kurarak, ne yaparız? Yığılmayı önleriz. Böyle bir yöntem yok.

Bakın, vakıf üniversitelerinin Türkiye’deki toplam öğrenci istihdamı, daha doğrusu bünyesindeki toplam içindeki payı yüzde 9. Şu açtıklarınızla bu yüzde 9,5 olur, yüzde 10 bile olmaz. Yani, siz buradan mı Türkiye’deki eğitimin önündeki, yüksek eğitimdeki yığılmayı önleyeceksiniz? Boş işle uğraşıyorsunuz, nicelikle uğraşıyorsunuz.

Burada, değerli arkadaşım AKP adına geldi konuştu, hâlâ bize sayılardan bahsediyor; 76’ydı, 152’ye çıkarıyoruz, 146’ya çıkarıyoruz diye. Sayıları bırakın nitelikten bahsedin, kaliteden bahsedin.

Değerli arkadaşlarım, bu kalite bir ülkenin geleceğini gösterir. Üniversiteler ülkenin sadece bugününü değil geleceğini de gösterir. Üniversiteler aydınlanmanın kaleleridirler. Üniversiteler kör inançların merkezleri olamazlar. Din ve iman bir tarafa bilim bir tarafa. Eğer bir üniversite ortamında siz din ve imanı, dini ve tarikatları öne çıkarırsanız, bilim dışarı çıkar.

Değerli arkadaşlarım, dinde mutlak gerçekler dünyası çalışır. Orada bir kelamın aksini iddia edemezsiniz ama bilimde aksini iddia ederek ilerlersiniz. Bilimin karakteri mutlak değil görelidir. Bilimsel doğrulara adım adım tedricen ulaşılır, aksini söyleyerek. Yanlışlanabilir bilgi ancak bilimdir, yanlışlanamayan şey bilim değildir. Sizin burada kurduğunuz üniversiteler mutlak gerçekler doğrultusunda çalışacak üniversite modelleri olarak karşımıza daha fazla çıkmaya başladı. Bu üzücü bir durumdur. Bu üzücü duruma Meclisi alet etmeniz -hele böyle ilave birtakım önergelerle- gerçekten büyük bir talihsizliktir. Umarım bundan dönersiniz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Muş Milletvekili Sayın Nuri Yaman, buyurun efendim. (BDP sıralarından alkışlar)

BDP GRUBU ADINA M. NURİ YAMAN (Muş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 487 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında Kanun’un, Sabahattin Zaim Üniversitesinin kurulması hakkındaki görüşlerimizi belirtmek üzere Barış ve Demokrasi Partisi adına söz almış bulunuyorum. Bu nedenle hepinizi en içten duygularımla selamlıyorum.

Aslında görüşülmekte olan bu üniversitelerin kurulmasıyla ilgili konularda çok şeylerden bahsetmem gerektiğine inanıyorum. Öncelikle meslek yaşamımın yaklaşık yarı yılını kapsayan yirmi yıllık süre içinde, üniversitelerin altyapısını oluşturan ilköğretim ve ortaöğretimde eğitimin kalitesinin yükseltilmesi ve eğitim kurumlarının hem fiziki koşullarının ve hem de kaliteli eğitimin ülkemde daha iyi geliştirilmesi konusunda hizmet veren bir mülki idare amiri olarak söylenecek çok sözlerim var.

Ancak, günün önemine değinmeden ve -Barış ve Demokrasi Partisinin- son süreçte yaşanan ve Türkiye’deki bütün halkları -Kürtlerin, Türklerin ve diğer etnik, kültürel ve dinsel kimliklerde bulunan tüm insanları- yakından ilgilendiren güncel birtakım olaylara da değinmeden geçemeyeceğim. Bu değineceğim olay, ne yazık ki, iki gün önce, benim de içinde bulunduğum ve Samsun’daki, kapatılan Demokratik Toplum Partisi  Genel Başkanı Sayın Ahmet Türk’le ilgili saldırıyı kınamadan ve buradaki güvenlik önlemlerindeki eksikliklere değinmeden, benim de meslektaşım olan sayın il valisinin ve yol üzerindeki gerek Kavak ilçesinde gerekse Havza ilçesinde karşılaştığımız güvenlik zaafından kaynaklanan olumsuz durumlara değinmeden geçmenin mümkün olmadığına inanıyorum.

Evet, ne yazıktır ki, bu konuda sürekli pompalanan ve bu güzel Anadolu toprağında yaşayan insanlarımız arasında bu farklılıkların zenginlik olarak kabul edilmesi gerekirken, son bir yıllık süre içinde gerek Demokratik Toplum Partisinin kapatılmasından sonraki gelişmeler ve gerekse Hükûmetin, deyim yerindeyse, bu sorunun, otuz yıldır süregelen bu sorunun çözümündeki beceriksizliği, yetersizliği ve bu konudaki eksikliklerinden kaynaklanan gergin ortam, ne yazık ki, iki gün önce, güzel ilimiz Samsun’umuzda böyle olumsuz bir olayla sonuçlandı.

Ben, buradan, olayın içinde bulunan ve olayı yaşayan bir kişi olarak sayın Samsun halkının tamamını bu oluşumun o çirkin yüzünün dışında tutuyorum ve bu olaydan sonra başta Samsun’un milletvekilleri, Sayın Grup Başkan Vekili olmak üzere, bu konuyla ilgili diğer Samsun milletvekillerinin üzüntülerini bildirmelerini de burada belirtmeden geçemeyeceğim. O güzel insanların yaşadığı o güzel Samsun’da, Samsun’un gerçek yüzü o değildi, o olmamalıydı ama ne yazık ki, oradaki mülki idare amiri meslektaşlarımın, ya aymazlığı ya vurdumduymazlığı ya da yetersizliği diyeceğim, alınan güvenlik önlemlerinin bu kadar basit, bu kadar ilgisiz olmaması gerekirdi, çünkü biz sabahleyin olayın, davanın, önemli bir davanın, güvenlik nedeniyle ta Muş’tan Samsun’a nakledilen önemli bir davanın duruşmasının yapılacağı bir ilde, öyle inanıyorum ki, o mülki idare amiri, bu davanın buraya alındığını öğrendiği günden itibaren, hele hele duruşmanın yapıldığı günde, bütün iç güvenlik birimleriyle, jandarmasıyla, emniyetiyle, bütün kurumlarıyla, bence, uyumamalıydı. Bence o gün o davanın sonuçlanmasına kadar oradaki iç güvenlik birimleri, Samsun’un, o güzel insanların böyle bir provokasyona gelmemesi için her türlü önlemleri alması gerekirdi. Zaten, sabahleyin davanın görüldüğü duruşma salonuna girerken karşıda biriken ve belli bir damardan, belli bir  düşünceden ve maalesef pompalanan bir düşüncenin sonucunda orada kümelenen insanların o attıkları sloganlardan da o milliyetçi, o şoven söylemlerinden de olay geliyorum dedi ve ne yazık ki oradaki güvenlik birimlerinin amirleri bu işareti de alamadılar.

Evet, orada hiç kimsenin tasvip edemediği, sözlerimin başında da belirttiğim gibi, herkesin içtenliğine inandığım kınamaları belki bizim üzüntümüzü birazcık hafifletti ancak Sayın İçişleri Bakanlığına o anda bildirdiğimiz telefon görüşmeleri ve o anda Sayın Valiyle bizzat benim yaptığım görüşmelerden sonra, iş işten geçtikten sonra alınan önlemlerin de bu konuda bir yararı olmadığını yol güzergâhında da gördük. Kavak ilçesine, ilgili hastanesine ve Havza ilçesinin hastanesine gittiğimizde de, her ne kadar bu iki ilçenin kaymakamları bizi hastanelerde karşıladılar ama üzülerek belirteyim, gözümüzün içine baka baka bu her iki hastanede de yine o damardan, o şoven ve o milliyetçi söylemden kaynaklanan kişilerin, şahısların sözlü ve eğer müsaade edilseydi belki de, fiilî birtakım saldırılarına da uğramamız işten bile değildi.

Bu nedenle buradan bir kez daha belirtiyorum: Ben de o meslekten geliyorum. Bir kişinin can güvenliğinin sağlanması, güvenlik önlemlerinin alınması, can ve mal güvenliği bakımından İçişleri Bakanlığının temsilcisi olan oradaki valilerin ve kaymakamların görevidir. Sayın Samsun Valisini telefonla aradığımda da telefonla ulaşılmayacak veya makamında olmadığını öğrenmenin de ayrıca bir üzüntüsünü taşıyorum. Böyle bir olayın, böyle bir provokasyonun gelişmesi ihtimalini düşünmeyen bir valinin de basiretsiz olduğu kanaatine vardım. Bu nedenle, bu olayın, öyle anlaşılıyor ki, o provokatif durumun birtakım uzantıları ve örneklerinin de -Türkiye’de yaşandığı gibi- olduğuna inanıyorum.

Samsun-Trabzon hattındaki o şoven duyguların yıllardır kullanıldığı, yaratılan o milliyetçi düşüncelerin orada patlak vermesinden önce de, biliyorsunuz aynı olaylar Trabzon’da da, birtakım açıklamalarda bulunan üniversite gençlerine, TAYAD üyelerine de geçmişte saldırılar oldu. Yine, Hrant Dink olayında yakalanan kişinin Samsun’da bir kahraman gibi karşılanması Türkiye’de yaşayan bütün vicdanları sızlattı. Ne yazık ki aynı sahneyi daha dün yine Samsun’da bu olayın müsebbibi olan kişinin oradaki duruşmasına gelirken de, üzülerek kamuoyunun da izlediği, destek niteliğindeki birtakım uygun görülmeler ve destek sloganlarının atılması da kamu vicdanını ve dolayısıyla Kürt halkının vicdanını da çok sızlatmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Yaman, konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

M. NURİ YAMAN (Devamla) - Bu nedenle, Sayın İçişleri Bakanının bu olayın üzerinde çok duyarlı bir şekilde durarak ve Kürtlerin sızlayan bu vicdanlarının tatmin edilmesi bakımından çok iyi bir inceleme ve araştırmadan sonra mülki idare amirlerinin hem ilçelerinde hem de il merkezindeki bu güvenlik önlemlerinde görülen zafiyetlerin, aymazlıkların ve vurdumduymazlıkların muhakkak iyi bir şekilde incelenmesi ve ilgililer için de bir işlem yapılmaması hâlinde bundan hiç kimsenin memnun olmayacağını da buradan belirtmek isterim.

Sözlerimin başında belirttiğim gibi, eğitim ve öğretim kurumlarının, üniversitelerimizin temeli olan millî eğitimin çalışmaları, millî eğitim hizmetlerinin çalışmalarını da burada dile getirmek isterdim, fakat zamanım yeterli olmadığı için, bu konulara değinemediğim için de sizlerden özür diliyorum.

Beni dinlediğiniz için yüce Meclisi tekrar sevgi ve saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Şahsı adına Kütahya Milletvekili Sayın Soner Aksoy, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

SONER AKSOY (Kütahya) – Muhterem Başkan, muhterem milletvekilleri; ben de 487 sıra sayılı Yasa Tasarısı üzerinde görüşlerimi arz etmek üzere huzurunuzdayım. Sözlerime başlarken hepinize saygılar sunarım.

Efendim, sözlerime başlarken, Profesör Doktor Mümtaz Turhan’ın bir sözünü hazırlatarak başlamak istiyorum. Benim talebe olduğum dönemlerde kendisi konferanslarında şöyle bir cümlede, ifadede bulunuyordu: Türkiye’nin en büyük sorununun ilköğretim sorunu değil son öğrenim, öğretim sorunu olduğunu ifade ederdi. Buradan hareketle, kalkınmakta olan ülkelerin özellikle birtakım hamleler yapmak, sıçramalar yapmak, siyasi, ekonomik, ticari, kültürel kimliklerini yeniden kazanmak ve belli bir kademeye ulaşabilmek arzusunda olan ülkelerin son öğrenime çok değer vermeleri ve bu istikametteki girişim ve aktivitelerde hayli titizlik göstermeleri gerekir. Bu çerçeve içerisinden bakarken ve mevcut mevzuatlar içerisinden bakarken muhalefetin bu son öğretime bakış tarzında devletçi bir yaklaşım olduğunu görüyorum. Tabiatıyla bu yaklaşım diğer partilerde de var, AK PARTİ’de de var. Yani bizim her vilayete üniversite kurmuş olmamızda, bir noktada, son eğitimde devletçiliği veyahut da devlet üniversitelerinin çokluğundan medet umma istikametinde bir hamle var. Burada iktidar ve muhalefet örtüşüyor ama benim şahsi kanaatime göre, burada kurulmakta olan üniversiteler vakıf üniversiteleri olarak devlet üniversitelerinden biraz daha farklı bir nitelik taşımaktadır ve bu farklı nitelik de bugünkü içinde bulunduğumuz ve uygulanmakta olan ekonomik ve kültürel politikalarla örtüşen bir politikadır. Yani devlet üniversitelerinin sağlamış olduğu imkânlar veyahut da sağlayamadığı imkânları telafi edici mahiyette ve devlet üniversiteleriyle de rekabet edebilecek nitelikte olmayı göze alarak ortaya çıkan üniversitelerdir.

Bence, bu üniversiteleri teşvik etmek, desteklemek bizim için bir zarurettir çünkü bunlar, Türkiye'nin kalkınması için en önemli  ve bizim için en eksik olan “bilimde rekabet” dediğimiz kavramı ortaya getireceklerdir. Zaten görüyorsunuz, gazetelerde, mecmualarda Batı ülkelerinde olduğu gibi ilanlar başlamıştır: “Benim üniversiteme gel, benim okulumda oku.” İşte, bu çağrı ne kadar çok artarsa okullar arasında yarış ve rekabet de o kadar fazla olacaktır. Bunu temin etmek için, hatta bunu temin etmemek için biz maalesef Anayasa’mıza, vakıf üniversitesi bile kurarken bir kanun çıkartmaya mecbur hâle gelmişiz ve bir özel üniversite kurma hakkını da insanlarımıza vermemişiz. Eğer Amerika gibi olsaydı, insanlarımız özel üniversite kurmak isteseydi Türkiye’de bunu başaramazlardı ve buna da muazzam bir reaksiyon olurdu, özellikle muhalefetten.

Bence, bunlar doğru şeyler değil çünkü bilimde rekabeti sağlamak için insanların mutlaka belli bir yarışa girmeleri gerekir. Kaliteyi de bu yarış esnasında meydana getireceklerdir.

1773 yılında kurulan “Mühendishane-i Berri-i Hümayun” dediğimiz üniversitenin, İstanbul Teknik Üniversitesinin bugün eksikleri yok mudur? Bugün, hâlâ, dünyadaki sayılı 500 üniversitenin içerisine girememiş durumdadır. Amerika’da 3.500’ün üstünde üniversite var. Bunların kaç tanesi kaliteli üniversitedir ve dünya çapında ilk 500 üniversiteye girmektedir? Dolayısıyla, üniversitenin, hiçbir zaman gökten zembille her şeyi mükemmel olarak inip kurulması mümkün değildir. Zaman içerisinde, özellikle bilim ve teknolojide girdikleri yarışla, kendilerini tanıtmalarla ancak varlıklarını ifade edebilirler. Bu bakımdan, keyfiyet ancak bu hâliyle önem arz eder. Yani “bir tabela, bir mühür, bir sandalye” gibi ifadeler…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Aksoy, konuşmanızı tamamlayınız.

SONER AKSOY (Devamla) – …çok isabetli ifadeler sayılmaz.

Ben küçük bir anekdotumu anlatmak istiyorum: İngiltere’de bulunduğum bir sürede -bundan takriben on iki-on üç yıl önce- televizyonda bir program gördüm, master dersi veriyorlar televizyondan. Yanımdakilere sordum “Bu nedir? Yani, bu, akademik bir kariyer sayılır az çok master. Niye bunu televizyonda veriyorsunuz?” dedim. Dediler ki: “Bu sosyoekonomiyle alakalı ve kültürel değerlerle alakalı bir derstir. Dolayısıyla, bu ders, televizyonda veriliyor ama bunun sonunda toplumun vasfı gelişiyor. Gelişen vasıf bizim için son derece önemlidir.” Ne gibi faydaları olur?” dedim. “Mesela trafik kazaları azalır.” dedi. “İsraflar azalır.” dedi. “Yani ekonomiyi toplu olarak düşünen insanların sayısı artar.” dedi. Bu bakımdan, üniversitelerin, adetlerinin artmasından korkmayalım arkadaşlar. Üniversite mezunlarından işsizler varsa ilkokul mezunlarındaki işsizlerden daha şanslıdır onlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SONER AKSOY (Devamla) – Sayın Başkan bir dakika daha süre verirseniz...

BAŞKAN – Konuşmanızı tamamlayınız efendim.

Şöyle yani, bütün meseleleri üç beş dakika içinde halledemeyeceğimiz için süremize riayet edelim.

Buyurun.

SONER AKSOY (Devamla) – Yani şunu söylemek istiyorum: Üniversite mutlaka topluma bir vasıf kazandırır. Bizim de, toplumumuzun bir vasfa ihtiyacımız var ve bu vasfı kazanmak için de sadece devlet üniversitelerinin her vilayette açılması yetmez, vakıf üniversitelerinin yaygın bir şekilde kurulması gerekir, özel üniversitelerin de kurulması gerekir. Bu vakıf ve özel üniversiteler zaten bu işin finansmanını, bu işin düşünce silsilesini kendileri oluşturmuşlar ve onların gerekli fizibilitelerini kendileri yapmış bulunuyorlar. Bunların ülke için diğer herhangi bir fabrikaya nazaran çok çok üstün nitelikleri olduğunu, işsizliği önleme yönünden kurulacak bir fabrikadan çok çok daha üstün niteliklere sahip olduğunu düşünmek lazım. Bir üniversite mezunu simit de satsa yaptığı işe bir kalite getireceğini hiçbir zaman unutmayalım.

Çok teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Şahsı adına Kamer Genç, Tunceli Milletvekili.

Sayın Genç, buyurun efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 487 sıra sayılı Yasa Tasarısı’na bir ek madde verilmek suretiyle bir vakıf üniversitesi kurmak üzere yeni bir vakıf üniversitesini kuruyoruz. Aslında, bilindiği gibi, üniversite kurmak bakkal dükkânı açmak gibi bir şey değil. Üniversite kurmak için belli birtakım hazırlıklar yapmak lazım, altyapısını oluşturmak lazım, bunun çok ayrıntılı bir inceleme yapılması lazım ama burada konuşan arkadaşlarımız tabii hesabına geldiği için “Efendim, önce bir kuralım da ondan sonra geliştiririz…”

Şimdi, burada getirilmek ve kurulmaya çalışılan vakıf üniversitesi aslında İstanbul’da İlim Yayma Vakfı değil, “cemaat ve tarikat yayma” adı altındaki bir vakfa özel bir üniversite açmayı getiriyorsunuz.

SONER AKSOY (Kütahya) – İftira atma.

KAMER GENÇ (Devamla) – Bunun doğrusunu söyleyin arkadaşlar. Yahu niye gizliyorsunuz? Kendi kimliğinizi niye gizliyorsunuz? Yahu zaten sizin zamanınızda Türkiye cemaat ve tarikatlarla yönetilmeye başlandı ve cemaat ve tarikatlara her türlü imkânları sağlıyorsunuz!

Şimdi, vakıf üniversitesi açtıktan sonra buraya ne yapacaksınız? Getirip devletin en kıymetli arazisini vereceksiniz bir defa, vergi muafiyetini getireceksiniz, gümrük muafiyetini getireceksiniz, bir sürü avantajları doğuyor. Ondan sonra da tabii ne olacak? İşte, bunlar durup dururken, Meclisin birtakım kaynakları, işte burada çıkarılan bu kanunla bu insanlar sebepsiz yere zengin olacak.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, elbette ki üniversiteleri açalım ama kaynakları mümkün olduğu kadar en iyi şekilde kullanalım. Türkiye Cumhuriyeti Devleti iktidarınız zamanında borca batık bir hâle geldi. Birden bire iç ve dış borç miktarı 600 milyar doları geçti, bütçeniz ortada.

Şimdi, böyle bol keseden atmak iyi bir şey de, sonucu nerede? İşte, bir YÖK Başkanını atamışsınız, Meclisin Genel Kuruluna gelmeye yüzü yok. Çünkü gelse, burada muhatap kalacağı sorular belli! Bundan kaçtığı için gelmiyor. Hatta bırakın o YÖK Başkanını, burada artık birtakım bakanlarınız da gelip de burada oturma cesaretini kendisinde bulamıyor. Niye?

MUHYETTİN AKSAK (Erzurum) – İşine bak, işine! Bakanlara laf atma.

KAMER GENÇ (Devamla)- Yahu, şuraya bak, şu Hükûmet sıralarına bakın yahu! İnsan vallahi utanır buna yahu! Utanır bunlardan, utanır! Bunlardan utanır!

Onun için, değerli milletvekilleri, sizin zamanınızda tefessüh etmiş bir yasama faaliyeti ve yürütme faaliyeti. Getirdiniz, işte, Bakan geldi buraya, ondan önceki Bakan dedi ki “Biz millî eğitimi otomatik pilota bağladık.” Böyle bir şey söylenir mi? Yani şimdi, otomatik pilot! Ee, otomatik pilotun olduğu yerde canlı varlığa ihtiyaç var mı arkadaşlar? Böyle bir şeyler olur mu? (AKP sıralarından gürültüler) Yahu sizin yaptıklarınızı söylüyoruz, biz size yeni sıfatlar belirtmiyoruz. Biraz önce de Bakan makamında oturan arkadaş sorularımıza cevap veriyor: “Yahu biz bu sorulara cevap verdik, bilmiyor musunuz?” Hâlbuki yok, sorularımıza cevap vermiyorsunuz ki! Sorduğumuz sorulara cevap vermiyorsunuz, işinize geldiği gibi cevap veriyorsunuz. Ben sordum size: “Bu okul kitaplarını hangi matbaalarda basıyorsunuz?” Burada çok büyük suistimal iddiaları dönüyor. “Nasıl usullerle veriyorsunuz?” Trilyonlar, katrilyonlar seviyesinde buralara paralar ödeniyor. Bu devletin parası, bunun niye bize hesabını vermekten kaçınıyorsunuz? Gelin, bakalım söyleyin. Ondan sonra da milletin karşısına, şu kürsülere çıkıp da doğru şeyleri söylemiyorsunuz.

Şimdi, bakın, Diyanet İşleri Başkanlığı niye vakıf üniversitesi kursun arkadaşlar? Diyanet İşleri Anayasa’nın 136’ncı maddesine kurulmuş, laiklik ilkesi doğrultusunda, millî dayanışmayı ve birliği sağlamak gayesiyle kurulan bir kurum. E şimdi bu Diyanet Vakfı devasa bir kurum, büyük paralar kazanıyor. Bu paralar nereye harcanıyor? Şimdi, burada Diyanet Vakfı da yarın ne yapacak? Diyanet mensupları çocuklarını bedava okutacak. Ayrıca ne yapacaklar? İstanbul’a, işte, her hafta gidecekler, uçaklarla gidiş gelişler, bir sürü ders parası verme durumları. Yani şimdi böyle bir şey olur mu? Yani böyle bir, Diyanetin… O zaman niye, başka… Tapu Kadastro da bir vakıf kursun, o da bir üniversite açsın! Yani devleti yok etmeye, parçalamaya… Burada sağlıklı bir eğitimin zeminini yok etmek için elinizden gelen bütün çabaları sarf ediyorsunuz. Zaten sizin hesabınız, düşünmeyen, okumayan, işte, sadakaya muhtaç bir kitle yaratmaya çalışıyorsunuz. Sizin Türkiye’de yaratmak istediğiniz insan kitlesi, insan yapısı bu. Onun için, maalesef, böyle bir düşünceyle Türkiye’yi yönetime el koydunuz ama bakalım önümüzdeki seçimde bu millet ne yapacak gerçekten endişe ediyorum. İnşallah…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KAMER GENÇ (Devamla) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Efendim.

KAMER GENÇ (Devamla) – Bakın, şurada oturan arkadaş sırtını çeviriyor. Böyle bir, Mecliste, oturma usulü var mı?

BAŞKAN – Doğru söylüyorsunuz.

KAMER GENÇ (Devamla) – Doğru söylüyorsam ikaz edin bunları.

BAŞKAN – Hayrettin Bey, lütfen koltuğunuzu düzeltir misiniz?

MUHYETTİN AKSAK (Erzurum) – Konuşan da iyi konuşmuyor Başkanım!

BAŞKAN - Buyurun Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, değerli milletvekilleri, bakın, üniversiteler… Mesela benim ilimde ben de çok istiyordum, üniversiteyi kuralım dedik. Üniversiteyi kurdunuz da bir defa yurt yok…

BAŞKAN – Ahmet Bey, arkadaşlar; lütfen…

AHMET YENİ (Samsun) – Sırtımı çevirmiyorum Sayın Başkanım.

KAMER GENÇ (Devamla) – …gerekli bir altyapı yok. Tamam, zaman içinde oturur ama bir de üniversite rektörleri, hepsi de çok lükse düşkün. Altında bir bakıyorsunuz 300 milyar liralık arabalar, en lüks… Mesela bizim Tunceli’de işte bir rektör lojmanı tamir ediliyor lojmanı tamir ediliyor 360 milyar liraya! 360 milyar liraya bir rektör lojmanı tamir ediliyor! Yani böyle bir şey olur mu? Bu paralar heba ediliyor arkadaşlar, heba! Yani yazık bu milletin parasına. İnsanlar açken, çıplakken, ondan sonra bir bakıyorsunuz, genel olarak... Gidin bakalım, her rektör bütün sülalesini alıyor üniversiteye, ondan sonra en keyfî atamaları yapıyor, yine kendi yandaşlarını alıyor. Bunlara bir düzen getirelim, buna objektif kurallar koyalım. Yani bir rektör bir yere gelmişse oradaki eğitim görevlileri kendi yakınları olabilir! Böyle bir şey olur mu?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Genç, lütfen konuşmanızı tamamlar mısınız.

KAMER GENÇ (Devamla) – Evet.

Bunları önleyelim yani bunları önlemek varken bu toplumu tamamen kendi rayından saptırarak bir Arabistan, bir İran modeline dönüştürmek kime ne fayda getirir? Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi çağdaş, bilimi, ilimi hedef alan, akla, izana sahip bir devlet ve millet olması lazım. Bunlardan saptırma yapıyorsunuz, işte, dediğim gibi, bir tarikat ve cemaat felsefesine dayalı bir eğitim sistemini getiriyorsunuz ve bu Türkiye’nin her kurumunda ve devlet yapısında da bunlar var. Ee, bunlar da olunca Türkiye yani çok tabii geleceğe yönelik olarak büyük bir endişelerimiz oluyor. Bakalım, bu millet neye karar verecek.

Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz.

Sayın Işık, buyurun.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, bugün adına bir üniversite kurulan Sayın Değerli Bilim Adamı Sabahattin Zaim’i rahmetle anıyoruz tekrar. Ancak merak ettiğim bir konu var. 441 sıra sayılı Tasarı’yla bu isimde bir üniversitenin kurulması daha önce Millî Eğitim Komisyonundan geçmiş olmasına rağmen niçin bu tasarı bir önergeyle bugüne bırakıldı? Özellikle değerlendirmenizi almak istiyorum.

İkincisi: Bu üniversitede kurulması düşünülen insan ve toplum bilimleri fakültesi ile mühendislik ve doğa bilimleri fakültesi hâlen üniversitelerimizin hangisinde eşdeğer fakültelere denk gelmektedir? Buralardan mezun olacak öğrencilerin unvanları ne olacaktır? Bu fakültelerin altında hangi tür bölümler eğitim öğretim faaliyetine açılacaktır? Bilgi verirseniz sevinirim. Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Akcan...

ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın Bakana sormak istiyorum. Seçim bölgem Afyonkarahisar’da son üç yılda başarı sıralaması 81 ilde 51 ile 53’üncü sıra arasında değişmektedir. Afyonkarahisar’ın komşu vilayetlerinde başarı bunun 5 ile 8 kat daha üstündedir. Şimdi sormak istiyorum: Acaba bu başarısızlığın müsebbibi Afyonkarahisarlının çocuğu mudur, yoksa sizin yönetiminizdeki okullardaki mevcut altyapının yetersizliği veya eksikliği midir? Bu konuda herhangi bir inceleme yapmayı düşünür müsünüz veya yaptıysanız sonucu nedir?

İkincisi, bu başarılarda idare etmenin çok büyük rolü var ve idareci atamak amacıyla sınav yapıyorsunuz. Bu yaptığınız sınava bağlı olarak, hemen hemen illerin tamamında okul müdür yardımcılarının ataması gerçekleştiği hâlde sınav sonucunda atanması kesinleşen insanların...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) – ...Afyonkarahisar’da atanmamış olduğunu görüyoruz Sayın Bakan. Bunun sebebi nedir?

BAŞKAN – Sayın Ağyüz...

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, Sayın Bakanım; vakıf üniversitelerini bolca kuruyoruz. Şimdi buraya baktığım zaman da eğitim, edebiyat, fen bilimleri kurmuşuz. Sizin kapınıza dayanan, işsiz, bu bölümden mezun öğretmenler yok mu? İşsiz öğretmenler niye yürüyüş yapıyor? Yani bizde branşlaşma veya eğitim planlaması olmadığı müddetçe bu üniversiteleri kâğıt üzerinde kurmak, devlet üniversitelerinin içini boşaltmak değil midir? Vakıf üniversiteleri kendi öğretim üyelerini yaratmıyorlar, kadrolarını kurmuyorlar. Nasıl devlet hastanelerini boşalttı özel sağlık hastaneleri, sizin de devlet üniversiteleri bu şekilde boşalacak. Eğitimdeki en büyük sorun başarısızlık. Gaziantep 58-62’nci sırada. Okul, derslik, öğretmen açığı var, hâlen siz duyarsız olarak tepkinizi koymuyorsunuz. Sadece kâğıt üzerinde diyorsunuz ki: “Büyükşehir, göç alan büyükşehire…” Bunları herkes biliyor. Tedbir? Tedbir yok. O nedenle, hazine arazilerini alarak, kamu binalarını tahsis ederek üniversite kurmak yanlıştır. Komisyonda bile yeterli söz vermiyorsunuz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Hıdır…

MEHMET NİL HIDIR (Muğla) – Sayın Bakanım, özellikle değerli bilim adamı, rahmetle yâd ettiğimiz Sabahattin Zaim adına kurulan bilim üniversitesinin kuruluşundaki katkı ve gayretlerinizden dolayı sizi tebrik ediyor, ilgili vakıf mensuplarına da teşekkür ediyorum. Türkiye’de üniversiteleri ve bilimi kendi tekeli altında tutmaya çalışan zihniyeti de buradan kınıyorum.

Öyle zannediyorum ki, vakıf üniversiteleri üniversitelerden transfer edecekleri öğretim üyeleriyle gelişecek, özgürlüğün, bağımsızlığın sembolü olan üniversitelerimizde yeni bilim adamlarının yetişmesine katkı sağlayacaktır.

Bu konudaki ilgili arkadaşlarımızı da tebrik ediyorum, başarılarının devamını diliyorum.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Soru ne soru?

BAŞKAN – Sayın Ünsal…

HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Amasya Üniversitesinde 2 tane profesör, 6 tane doçent, 22 adet öğretim görevlisi görev yapıyor. Bu sayılar yetersiz. Bu konuda artırmak için bir çalışma yaptınız mı?

Bir de, yeri gelmişken, cemaatler arasında ayrımı ortadan kaldırmak için “İsmailağa Üniversitesi” adı altında bir üniversite açmayı düşünüyor musunuz?

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Bakanım, buyurun efendim.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Öncelikle, Sabahattin Zaim Üniversitesinin kurulmasına ilişkin ek madde düzenlemesinin bir önergeyle verilmiş olmasına ilişkin eleştirileri cevaplandırmak istiyorum.

Sabahattin Zaim Üniversitesi de, kuruluş süreci Yükseköğretim Kurulu ve Millî Eğitim Komisyonumuzdan, Parlamentomuzdan geçmiş, bu süreç içerisindeki tüm görüşmeleri tamamlanmış üniversitelerimizden bir tanesi. Dolayısıyla, bugün burada Meclise sevk edilen dört vakıf üniversitesinin yanı sıra diğer üniversitelerin de kuruluşuna ilişkin Meclisin gündemine alınmış olanlarının bir önergeyle gündeme eklenmiş olması son derece normal, İç Tüzük hükümleri çerçevesi içerisinde Komisyonun da büyük bir çoğunlukla katılımıyla olgunlaştırılmış bir çalışma. Dolayısıyla, bugün İç Tüzük’ün verdiği düzenleyici yetki çerçevesi içerisinde bugün zaten Sabahattin Zaim Üniversitesi Meclis Genel Kurulunun gündeminde olan vakıf üniversitelerinden bir tanesi.

“İnsan ve toplum bilimleri neyi kastediyor, bir örneği var mı?” dendi. Türkiye’de şu anda bu üniversitelerde kuruluşu desteklenen bu fakültelerin sistemimizde pek çok örneği var. Koç Üniversitesi, Sabancı Üniversitesi, devlet üniversitelerinden Ardahan Üniversitesi ilk olarak aklıma gelenler. Dolayısıyla, burada sistemimizde olmayan herhangi bir fakültenin, bu vakıf üniversitelerin-de kurulması söz konusu değil.

Yine, vakıf üniversiteleriyle en çok eleştiri getirilen veya burada söylenen konulardan bir tanesi devletin imkânlarının bu üniversitelere peşkeş çekileceği. Değerli arkadaşlar, bu üniversitelere, bu vakıf üniversitelerinin nasıl kurulduklarına ve ne şekilde faaliyetlerini sürdüreceklerine ilişkin şu ana kadar sorulan sorulara çok ayrıntılı olarak cevap verdim. Herhangi bir hazine arazisi tahsis edilmediği gibi, bugün burada kuruluşunu görüştüğümüz üniversitelere böyle bir destek de söz konusu değil.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Koç ve Sabancı’ya büyük araziler verildi Sayın Bakan?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Koç ve Sabancı Üniversitelerine tahsis edildiği dönemde ben Millî Eğitim Bakanı değildim, AK PARTİ de Hükûmet değildi.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Değildi de, bu cemaatlere…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Dolayısıyla, o hesabı o dönemde Mecliste olarak o zaman sorsaydınız Sayın Genç. Sanıyorum, siz Meclisteydiniz.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Başbakan da İstanbul Belediye Başkanıydı!

KAMİL ERDAL SİPAHİ (İzmir) – Alman Üniversitesine kim verdi?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Bir diğer sorunuz da -ısrarla, Sayın Genç az önce de söyledi- kitap basımına ilişkin konularda eğer bir duyumunuz, bir şikâyetiniz varsa, bunları Mecliste dile getirmenin yanı sıra hukuk devletinde gerekli yerlere suç duyurusunda da bulunursunuz.

Millî Eğitim Bakanlığı ücretsiz ders kitabı dağıtımına ilişkin ihalelerini açık, şeffaf, Kamu ihale Yasası’na uygun bir şekilde, Kamu İhale Kurumunun denetiminde yapıyor. İlgililer ve gerekli görenler Kamu İhale Kurumuna şikâyette bulunurlar, bu konuda gerekli işlemler, bir hukuk devletinde, eğer varsa ciddi bir iddianız, ithamınız… Burada iftira düzeyinde konuları dile getirmek, doğrusu Meclisin gündemini gereksiz yere meşgul etmek diye düşünüyorum.

Afyonkarahisar Milletvekili Sayın Akcan’ın sorusunu cevaplandırıyorum: Şimdi, Afyonkarahisar’ın eğitim durumuna ilişkin bir sıralamadan, 51 ve 53’üncü sırada olduğundan ve başarı sıralamasında kötü durumda olduğundan söz etti. Türkiye genelinde 2009-2010 öğretim yılı içerisinde okul başına düşen öğrenci sayısı ilköğretimde 316, ortaöğretimde 408, genel ortaöğretimde 492; Afyonkarahisar ilinde ise ilköğretimde 211, ortaöğretimde 265, genel ortaöğretimde 273, meslekî ve teknik ortaöğretimde ise 261’dir. Türkiye genelinde 2009-2010 yılları arasında derslik başına düşen öğrenci sayısı ilköğretimde 32, ortaöğretimde 33, genel ortaöğretimde 31, meslekî ve teknik ortaöğretimde ise 36’dır; Afyonkarahisar ilinde ise bu oran ilköğretimde 22, ortaöğretimde 26, genel ortaöğretimde 22, meslekî ve teknik ortaöğretimde ise 29’dur. Yani Afyonkarahisar, öğrenci başına düşen öğretmen sayısı ve diğer göstergeleri de ele aldığımızda, bilgisayar ve teknik donanımda Türkiye ortalamasının üzerinde ortalaması olan illerden birisi.

Eğer yükseköğrenime geçişte öğrenci seçme sınavındaki başarıyı baz alarak bir sıralama yaparsak, yükseköğrenime geçişte uygulanan sınav sistemi bir sıralamadır, bir il 1’inci sırada olurken diğeri 81’de olacaktır. Önemli olan, o il için yaptığımız eğitim yatırımlarındaki göstergelerdir Millî Eğitim Bakanlığını ilgilendiren. Onun dışında, yükseköğrenim sınavını kazanma ve ortaöğretimden yükseköğrenime geçiş sınavındaki başarı oranları da en başarılı il ile en başarısız il arasındaki puan farklarıdır bizi ilgilendiren. Bu puan farkları da dikkate değer bir oran oluşturmuyor şu anda. Dolayısıyla biz Millî Eğitim Bakanlığı olarak eğitim yatırımlarımızı bu göstergeler doğrultusunda sıralıyoruz, illerimizin başarı sıralamalarını da bu sıralamalar ölçeğinde yapıyoruz.

Sanıyorum Sayın Başkanım, sürem bitti.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.

III.- YOKLAMA

(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, yoklama istiyoruz.

BAŞKAN – Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, maddenin oylamasından önce bir yoklama talebi vardır, o talebi yerine getireceğim.

Yoklama talebinde bulunan arkadaşların isimlerini tespit edeceğim: Sayın Anadol, Sayın Mengü, Sayın Ekici, Sayın Özdemir, Sayın Sacid Yıldız Bey, Sayın Hulusi Güvel, Sayın Keleş, Sayın Çöllü, Sayın Emek, Sayın Özkan, Sayın Coşkuner, Sayın Hüseyin Ünsal, Sayın Süner, Sayın Oksal, Sayın Ziya Diren, Sayın Yaşar Ağyüz, Sayın Barış, Sayın Hacaloğlu, Sayın Dibek, Sayın Aydoğan.

Sayın milletvekilleri, ismini ifade etmiş olduğum arkadaşlarımız lütfen yoklamaya katılmasınlar.

Yoklama için üç dakikalık süre veriyorum ve yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER  (Devam)

A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ  (Devam)

4.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/808) (S. Sayısı: 487) (Devam)

BAŞKAN – Yeni madde ihdasıyla ilgili önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 18.53

 

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 19.05

BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu),Yaşar TÜZÜN (Bilecik)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 86’ncı Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

487 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Vural.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım, 18.53’te on dakika bir ara verdiniz. Geçen de, saat 16.02’de ara verdiniz, 18.30’da geldiniz. Türkiye Büyük Millet Meclisinde milletvekilleri olarak, on dakika ara verdiğiniz zaman biz burada oluyoruz ama takdir edersiniz ki… Meclis Genel Kurulunu sizin hangi sebeple beklettiğinizi bilmiyorum; ben inanıyorum ki sizin şahsi bir konunuzdan dolayı değildir ama bir komisyonun çoğunluğunu sağlamak için Meclis Genel Kurulunu bekletiyorsanız, en aşağısından bize haberdar edilmesini isteriz. Burada biz, yani saatlere bakarak ne zaman başlayacağı bilinmeyen bir Meclis toplantısına gelmiyoruz.

Dolayısıyla, bu konularla ilgili, gerçekten, Meclis Genel Kuruluna ve milletvekillerine gereken saygının gösterilmesi, burada bulunması gerekiyorsa Komisyon üyelerinin zamanında bulunması gerekiyor, yoksa da gereğinin yapılmasını istirham ediyorum. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen…

Sayın Vural, bir Grup Başkan Vekili olarak hassasiyetinizi takdir ediyorum. Çalışmalarımızda daha dikkatli, daha özenli olmaya gayret göstereceğiz.

Teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, yeni ek madde 124 ihdasına dair bir önerge vardır. Malumlarınız olduğu üzere, görüşülmekte olan tasarı veya teklife konu kanunun, komisyon metninde bulunmayan ancak tasarı veya teklif ile çok yakın ilgisi bulunan bir maddesinin değiştirilmesini isteyen ve komisyonun salt çoğunlukla katıldığı önergeler üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açılacağı İç Tüzük’ün 87’nci maddesinin dördüncü fıkrası hükmüdür. Bu nedenle önergeyi okutup Komisyona soracağım. Komisyon önergeye salt çoğunlukla -13 üyesiyle- katılırsa önergeyi işleme alacağım. Komisyonun salt çoğunlukla katılmaması hâlinde ise önergeyi işlemden kaldıracağım.

Şimdi önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 487 sıra sayılı kanun tasarısının 1 inci maddesine aşağıdaki ek maddenin ilave edilmesini arz ve teklif ederiz.

                         Suat Kılıç                          Kürşat Tüzmen                   Selami Uzun

                          Samsun                                  Mersin                               Sivas

                       Öznur Çalık                                                                   Ahmet Yeni

                          Malatya                                                                          Samsun

"Bezm-i Alem Vakıf Üniversitesi

EK MADDE 124- İstanbul'da, Bezm-i Alem Valide Sultan, Silahtar Abdullah Ağa ve Abdülhamit Sani mazbut vakıfları adına Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine tabi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip Bezm-i Alem Vakıf Üniversitesi adıyla bir vakıf üniversitesi kurulmuştur.

Bu Üniversite, Rektörlüğe bağlı olarak;

a) Tıp Fakültesinden,

b) Dış Hekimliği Fakültesinden,

c) Eczacılık Fakültesinden,

ç) Sağlık Bilimleri Fakültesinden,

d) Eğitim Fakültesinden,

e) Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulundan,

f) Sağlık Bilimleri Enstitüsünden,

g) Adli Bilimler Enstitüsünden,

ğ) Eğitim Bilimleri Enstitüsünden,

oluşur."

BAŞKAN – Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılıyor mu efendim?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılıyoruz efendim.

BAŞKAN – Milletvekili arkadaşlarım da ellerini kaldırırsa bir sayalım.

Sayın milletvekilleri, Komisyon önergeye salt çoğunlukla yani 13 üyesiyle katılmış olduğundan önergeyi işleme alıyorum, yeni bir madde olarak görüşmeye başlayacağız.

HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Kişisel söz hakkı istiyorum efendim.

BAŞKAN – Tamam efendim.

İlk söz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Afyonkarahisar Milletvekilimiz Abdülkadir Akcan’a aittir.

Sayın Akcan, buyurun efendim.

MHP GRUBU ADINA ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan, Yükseköğretim Kanunu’nu değiştirmek amacıyla hazırlanmış tasarının Komisyon kararıyla eklenen hükmü doğrultusunda Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyeti ve yüce Türk milletini saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bir önceki konu görüşülürken Milliyetçi Hareket Partisi Meclis Grubundan bir arkadaşımıza Sayın Bakanın vermiş olduğu ve üniversite sınavı sırasında bir siyasi partinin kendi görüşlerini ifade eden broşürün sınav öncesinde sınav yapılan mekânlarda dağıtılmasının doğru olup olmadığına yönelik soruya dün Sayın Bakanın yerine oturan Sayın Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun vermiş olduğu cevap “Etik ve ahlaki bulmuyorum.” olmuşken bugün Sayın Bakan, konudan sorumlu Sayın Bakan “Efendim, oraya gelen çocuklar on sekiz yaşını doldurduğuna göre, on sekiz yaşını dolduranlara da siyaset serbest olduğuna göre, bana göre etik bakımdan ve eğitim anlayışı bakımından mahzur yok.” demiştir. Buna “Ya, bu doğru olmadı.” demeyecek bir AK PARTİ milletvekilini tasavvur edemiyorum.

Şimdi, eğer Sayın Bakan bunu böyle ifade ederse, o zaman Sayın Bakan şunun tedbirini almakla yükümlüdür: Her siyasi parti lise son sınıftaki öğrencilerin seçilerek kendilerine verilmek üzere kendi siyasi programlarını içeren broşürleri dağıtabilir anlamı çıkar, çünkü dağıtılan broşür…

OKTAY VURAL (İzmir) – Belki ÖSYM de dağıtmıştır.

ABDÜLKADİR AKCAN (Devamla) – …bir siyasi partinin görüşlerini içermektedir. Bu şık ve doğru olmamıştır.

Benim burada söyleyeceğim hususlar: Bir üniversite mensubu olarak mensubu bulunmaktan onur duyduğum üniversitenin o gün, hasbelkader, yöneticilerinden birisi Komisyon Başkanımız, birisi de ben, aynı dönemde üniversitede yöneticilik yaptık. Sayın Millî Eğitim Bakanının, bizi, benim biraz önce Afyonkarahisar’la ilgili olarak sorduğum soruya, gözü açılmamış sığırcık yavrusu gibi mütalaa ederek hiç de doğru olmayan bir anlayışla verdiği cevaptır.

Sorumu tekrarlıyorum: “Sayın Bakanım, Afyonkarahisar son yapılan, 2009 yılında yapılan seçme sınavında başarı -sözel, sayısal vesaire- 51’le son birkaç yıl içerisinde 53’üncü sırada yer almıştır. Bu, başarı sıralamasıdır. Bu sıralama ortalamanın altında bir sıralamadır. Bu, bir başarısızlıktır. Bu sonuç üzerinde Afyonkarahisarlının çocuğu mu etkilidir yoksa sizin yönettiğiniz eğitimin altyapısı ve yönetim tarzı mı etkilidir?” tarzındaki soruma verdiği cevap -keşke Sayın Bakan burada olsaydı- çok basit: Efendim, Türkiye ortalaması ilköğretimde sınıf başına şu kadar öğrenci, Afyon’da şu kadar öğrenci; lisede şu kadar öğrenci, Afyon’da bunun altında şu kadar öğrenci.

Değerli milletvekilleri, ben şimdi size Anadolu çocuğu Abdülkadir Akcan’ı anlatayım: 1970 yılında Afyon ili Bolvadin ilçesindeki Bolvadin Lisesinden mezun oldum. Kayıtları, tutanakları Millî Eğitim Bakanının elindeki arşivlerdedir. Sınıftaki öğrenci sayısı 70. Benim  mezun olduğum Bolvadin Lisesi 6/Fen sınıfında kendi hatası yüzünden bir arkadaşım -biz o zaman ön kayıtla giriyorduk- veteriner fakültesine ön kayıt yaptırmadığı için, daha sonra da morali  bozulduğu için üniversiteye girememiştir. Geride kalan 69’un 69’u da -ben asla küçümsemem ama- iktisadi ticari ilimler akademisini sıradan yükseköğrenim kurumu olarak görmüş, İstanbul Teknik’e, Orta Doğu’ya, tıp fakültelerine, veteriner fakültesine, ziraat fakültesine girerek böyle bir başarı sergilemiştir ve bu Abdülkadir Akcan, mezun olduğu 1970’e kadar, on sekiz yaşına gelene kadar kendi ili Afyonkarahisar’ın merkezine üç defa gidebilmiştir.

Şimdi, o zamanla bu zamanı kıyaslıyorum: O zaman da bu zaman da mevcut öğrenci sayısına göre üniversitelerdeki öğrenci sıra sayısı oran olarak aynıydı.

Sayın Bakan, Afyonkarahisar liseleri, bu ülkeye Cumhurbaşkanı çıkarmıştır, bu ülkeye Genelkurmay Başkanı yetiştirmiştir, bu ülkeye bakanlar yetiştirmiştir ve sizin cevabınızda, bizim anladığımız, siyaset yapmak… Yapıyorsam namerdim. Ama insanlar sorumluluğu üstlenmeli. Siyaset adına söylemiyorum, Afyonlunun çocuğunu âdeta suçlu gösterdiniz.

İkinci sorumu cevaplandırmadı Sayın Bakan, dedi ki…

OKTAY VURAL (İzmir) – Yok zaten, gitti.

ABDÜLKADİR AKCAN (Devamla) - İkinci soru şuydu: Pek çok ilde öğretim kurumlarına idareci atamak için yapmış olduğunuz sınav sonucuna göre idareciler atandığı hâlde neden Afyonkarahisar’da ilköğretim ve ortaöğretimde, özellikle ilköğretimde müdür yardımcıları atanmıyor? Bunu bir araştırın. Konu ilde çözülüyor. Niye atanmıyor? “Ben, gereğini yapıp soruşturacağım.” demek en mantıklı, en doğru cevapken Sayın Bakan cevap da verme ihtiyacı hissetmedi, şimdi de gitti.

Değerli milletvekilleri, bu, Afyonkarahisar’da eğitimin partizanlaşma sonucunda geldiği durumdur. Afyonkarahisar’da eğitimin geldiği bu durumun sorumlusu, orada asgari ücretin altında, yaşadığı ilçeden veya il merkezinden çok uzaklarda bulunan ve kimsenin gitmediği okula ücreti karşılığı ders vermek üzere giden kız öğretmenin akşamleyin “Ben bu okuldan ilçeme nasıl dönerim?” diye düşünürken hangi mantıkla, hangi gayretle, hangi heyecanla, hangi şevkle oradaki çocuğu eğitecektir? Sorusunun tabii sonucudur. Niye ücreti karşılığı o kişiyi orada görevlendiriyorsunuz da o öğretmeni atamıyorsunuz? Değerli milletvekilleri, üzülerek, size Sayın Bakanın bu konudaki anlayışını söylüyorum.

Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak üniversitelerin açılmasına taraftarız. Ama programların düzgün seçilerek olması lazım. Bakın, Sayın Bakanın ve sayın Komisyonun aynı Komisyondaki görüşmelerini, Bezm-i Alem Üniversitesinin, ilgili, o zamanki sıra sayısıyla 461 sıra sayılı Tasarı’nın raporunu okuyorum: “Tasarı ile kurulması öngörülen Bezm-i Alem Vakıf Üniversitesinin sağlık alanında branşlaşacak bir üniversite olmasına rağmen, tasarıda Eğitim Bilimleri Fakültesi ve Eğitim Bilimleri Enstitüsüne de yer verildiği; ülkemizde eğitim fakültelerinden mezun olan binlerce öğrenci istihdam edilemezken yeni eğitim fakültesi açılmasının gereksiz olduğu…” Sayın Hocamız Mehmet Sağlam’ın Başkan olduğu Komisyondaki rapor ve paragraf. Sayın Bakanın verdiği cevap: “Üniversitelerde yeni kurulacak eğitim fakültelerinde, okul öncesi eğitim ve engelli eğitimi gibi ülkemizde öğretmen açığı bulunan bölümlerin açılmasına izin verildiği…” Bezm-i Alemdeki eğitim fakültesinin amacı bu.

Bir önceki tasarıda, Sabahattin Zaim Üniversitesinin açılışında, okuduğumuz hükümlerde -441 sıra sayılı- neler var? İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesinden… Soru soruldu: “Efendim, Ardahan’da var.” Yok Ardahan’da. “Koç Üniversitesinde var.” Yok Koç Üniversitesinde. Eğitim Fakültesinden… Sayın Bakan, bir taraftan “Biz bu Bezm-i Alemde eğitim fakültesini, okul öncesi eğitim ve engelliler için adam yetiştirmek üzere açtık.” diyorsunuz, öbür taraftan bir önceki tasarıda açtığınız fakülte düz eğitim fakültesi ve yüzlerce insan atanmak için bekliyor ama okullarda başarısızlığın en önemli nedeni olan…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Akcan, buyurun, konuşmanızı tamamlayınız efendim.

ABDÜLKADİR AKCAN (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

…bir ırgat, bir maraba anlayışıyla çalıştırılan, ücreti karşılığı ders vermek zorunda kalan, annesinin, babasının “Kızım git, psikolojik bunalım geçireceksin evde otura otura.” dediği kızını ücreti karşılığında gönderdiğiniz okullarda yetiştirirken, Sayın Çevre ve Orman Bakanı “Efendim, bizim dönemimizde 600 bin kişi çalışıyor -dün- bunun 200 küsur binini biz atadık.” diyor. Emekli olan kaçtı Sayın Bakan? Yani sizden önce öğretmen yoktu bu ülkede, siz atadınız ve öğretmen açığını siz… Allah rızası için, madem kapatıyorsunuz, şunu komple kapatın, var olanları atayın, ondan sonra ihtiyaca göre eğitim kurumlarını planlayın.

Her şeye rağmen, her iki üniversitemizin, Şaban Karataş Hocamızı da anarak -Bezm-i Alem Vakıf  Üniversitesinin 99’lu yıllarda çok peşine düşmüştü- gözü aydın diyerek hayırlı olmasını diliyor, yüce heyeti saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Akcan.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Sacid Yıldız.

Buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA SACİD YILDIZ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ek madde üzerine söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu ek madde 461 sıra sayısıyla Millî Eğitim Komisyonunda görüşülüp raporlaştırılmış ve bu Millî Eğitim Komisyonunda görüşülürken tali komisyon olarak da Plan ve Bütçe Komisyonu ve Sağlık Komisyonu belirtilmiş. Ama ne yazıktır ki bu Sağlık Komisyonunda tartışılmadı tali komisyon olsa da değerli arkadaşlar. Çünkü yüz altmış yedi yıllık bir vakfın yapısını, Bezm-i Alem Valide Sultan Vakfının yapısını değiştiren bir yasa tasarısı, oradaki çalışmayı değiştiriyor, orada bir üniversite kurulmasına yol açıyor ve bu, Sağlık Komisyonunda ele alınmamıştır değerli arkadaşlar. Bunu burada, huzurunuzda dile getiriyorum.

Ayrıca, gene o hastanede çalışan gerek şef, şef yardımcıları, başhekim, başhekim yardımcıları, sağlık personeli ve sağlık personeli dışındaki diğer personelin de kadrolarını, durumlarını yeniden düzenleyen bu tasarı, Millî Eğitim Komisyonu dışında Plan ve Bütçe Komisyonunda da görüşülmemiştir değerli arkadaşlar. Son zamanlarda nedense böyle tali komisyonlarda görüşülmeme huyu çıkmıştır. Eğer vaktim kalırsa buna bir iki daha örnek veririm sonunda.

Şimdi buradan soruyorum değerli arkadaşlar: Yüz altmış yedi yıl önce kurulmuş bir vakfın, hastanesi olan, Vakıf Gureba Hastanesini ilgilendirmekte olan ve onun yapısını değiştiren bu tasarı niçin Sağlık Komisyonunda görüşülmemiştir, tartışılmamıştır? Önemsiz olduğu için mi, Sağlık Komisyonunun çok yoğun çalışma programı olduğu için mi? Bunların hiçbiri değil değerli milletvekilleri, bu tasarı nasıl kamuoyunun gözünden, dikkatinden kaçırılmak istendiyse aynı nedenle yüce Meclisin de gözünden kaçırılmak istenmiştir. Onun için, 461’le buraya getirilmemiş, ek madde hâlinde getirilmiştir, buradaki arkadaşların çoğunun da bundan haberleri yoktur, bu iki tane maddenin buraya getirileceğinden. Bunu tekrar dikkatlerinize sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, tasarı ile üç mazbut vakıf adına, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından Bezm-i Alem Vakıf Üniversitesi kurulmaktadır. Değerli arkadaşlar, Vakıflar Genel Müdürlüğünün işi üniversite kurmak değildir, zaten pek çok vakıf kendi üniversitesini kurmaktadır. Vakıflar Genel Müdürlüğünün işi, kendilerine emanet edilmiş vakıfları korumak, kollamak, eksikliklerini gidermek, onların iyi çalışmasını düzenlemek ve denetlemektir; onlara ihanet etmek değildir, onları birilerine rant uğruna peşkeş çekmek değildir.

Vakıf Gureba Hastanesi, Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesinde olmasına ve yönetime defalarca iletilmesine karşın üç yıldır fakirliğin, garipliğin sembolü olan yeşil kartlıların giremediği, onların kabul edilmediği tek hastanedir değerli milletvekilleri, ancak sevkle gelebilmektedir bu garipler o amaçla kurulan bu hastaneye. Bu çok önemlidir. O hastane ki gariplere parasız hizmet vermek üzere kurulmuştur. Bu gerçekle gerek Vakıflar Genel Müdürlüğü gerekse Hükûmet övünebilir mi? Bu durum nasıl açıklanabilir?

Bezm-i Alem’i de kısaca söyleyeyim: II. Mahmut’un eşi, Abdülmecid’in annesi. 1843 yılında kurulan bir vakıf değerli arkadaşlar. SSK ve Sağlık Bakanlığının yönetiminde olduğu yedi yıl boyuncu ihmal edilerek üvey evlat muamelesi görerek kötü duruma düşürülmüş olan hastane son üç yıldır da Vakıflar Genel Müdürlüğünün yönetiminde olduğu hâlde çökertilmeye devam edilmiştir ve tarihinin en kötü dönemini yaşamaktadır. Kıymetli arazisini rant uğruna yağmalamak için bile bile bu duruma getirilmiştir. Vakıflar Genel Müdürlüğü kurulacak üniversiteye 330 bin metrekare arsa tahsis ederek bunun 100 bin metrekaresi üniversite kampüsü olacak, 230 bin metrekaresi ise alışveriş merkezi, ofis, rezidans ve otel olarak değerlendirilecektir yani büyük bir rant vardır burada değerli arkadaşlar. 230 bin metrekare arsa kırk dokuz veya doksan dokuz yıllığına kiralanacak, buraya yapılacak projeden üniversite yararlanacaktır. Bu gazetelerde de açık açık ocak ayında yazıldı, 2010’un Ocak ayında.

Değerli milletvekilleri, Bezm-i Alem Valide Sultan gibi vakıflar şefkat, merhamet, yardımlaşma, barış, birlik ve beraberlik ruhunun temel unsurlarıdır, bu duyguları pekiştirirler; kendi inançlarımız ve atalarımızdan gelen öz kültürümüzün dünyaya örnek olmuş kurumlarıdır. İyi bir hastane, üniversite kurabilirsiniz ama vakıf özelliklerini başka bir kurum içinde sürdüremezsiniz. Bu vakıf üniversiteye dönüştürüldüğü takdirde kısa sürede asimile olacak, özelliğini yitirecek, vakfın asıl amacına aykırı olarak çalışacaktır. Üniversite olduğunda oraya gelen gariplere, fakirlere parasız mı bakacaksınız? Hâlen devlet kurumlarında yeşil kartlılardan bile tedavi ve ilaç katkı payı alırken bu nasıl mümkün olacaktır değerli arkadaşlar? Ülkemizin çok sayıda üniversiteye, tıp fakültesine ihtiyacı olabilir. Bunlar tartışılabilir ancak yüz altmış yedi yıllık değerli bir vakfın yapısını, geleneğini, geleceğini bozmaya hiç gerek yoktur. Hele bu ülkenin millî, manevi, tarihî değerlerini korumak iddiasıyla iktidar olmuş bir partiye bu tutum hiç yakışmamaktadır. Partinizin misyonu olarak muhafazakâr ve demokrat demektesiniz.  Bu nasıl muhafazakârlık değerli arkadaşlar? Ama işin içinde rant olunca gözünüz nedense bir şey görmemektedir.

İktidara yakışan Vakıf Gureba Hastanesini cihaz, personel, mekân olarak geliştirmek ve donatmaktır. Bu şekilde fakirlere daha iyi hizmet verir hâle getirilebilir. Vakıf Gureba Hastanesinden üniversite eğitiminde yararlanmak istiyorsanız afiliye olup yararlanınız, üniversiteyle ilişkilendiriniz. Daha önceleri İstanbul Üniversitesi bu şekilde yararlanmıştır.

Değerli milletvekilleri, şefkat sembolü yüz altmış yedi yıllık bir tarihi yok etmenin siyasi, sosyal, hukuki, manevi faturaları olacaktır; vebali sizin üzerinizde olacaktır. Geçiş dönemi sancılı olacak veya hiç mümkün olmayacaktır çünkü 1979, 1989 ve 1999’da yaşanan ve vakfiyeye aykırılık sebebiyle hukuktan dönen süreç yeniden yaşanacak ve bir kaos dönemi başlayacaktır.

Bezm-i Alem Valide Sultan’ın vakfiyede yükseköğretim kurumu kurma iradesi bulunmamaktadır. Burası çok önemli değerli arkadaşlar. Bu nedenle, YÖK, 7 Mart 1989 tarihinde, 6 Kasım 1987 tarihli üniversite kurma kararını, hukuki durumun mevcut olmaması nedeniyle yürürlükten kaldırmıştır; YÖK, kendi aldığı kararı yürürlükten kaldırmıştır.

Bu mazbut vakıfların vakfedenlerinin iradesini ortaya koyan ve anayasa gibi değerlendirilen vakfiyelerinde yükseköğretim kurumu kurulacağına dair açıkça bir irade beyanının bulunmadığı dikkate alındığında, tasarının temelinde vakfiyeye aykırılık olduğu apaçık şekilde görülmektedir. Olsa olsa vakfiyede “rüştiye” geçmektedir, yani buraya ortaokul kurabilirsiniz, vakfiye senedinde bu geçmektedir.

Yükseköğretim Kurumu Kanunu’nun ek 3’üncü maddesi -bu söylediğim çok önemli değerli arkadaşlar- (d) bendine ve Vakıf Yükseköğretim Kurulları Yönetmeliği’nin 9/g bendine göre, Bezm-i Alem vakıf üniversitesinin kurulması için YÖK’e verilen taahhüt çerçevesinde belli şartlar oluştuğunda, çıplak mülkiyet veya intifa hakkı tahsis edilen taşınmazların, mazbut vakıfların, dolayısıyla Vakıflar Genel Müdürlüğünün elinden çıkacağı sonucunu doğurabilecektir.

Böyle bir durum, Vakıflar Genel Müdürlüğünün kuruluş amacı olan ve yıllarca önce kurulan bu vakıfları yaşatmak, mallarını en iyi şekilde değerlendirerek muhafaza etmek görevine uygun düşmeyecektir.

Vakfiyede, bu gayrimenkullerin fakir fukara hastaya bakma amacı olduğu dikkate alındığında, bu taşınmazların veya gelirlerinin vakıfların elinden çıkması hâlinde amaçlarının gerçekleşmesinin imkânsızlaşacağı unutulmamalıdır.

Anayasa’ya açıkça aykırı olan bu durum Anayasa Mahkemesinden dönecektir. O zaman da söylüyorsunuz “Niye Anayasa Mahkemesine gidiyorsunuz?” diye. Böyle, Anayasa’ya aykırı olan yasaların buradan çıkmaması lazım değerli arkadaşlar. Zaten şu anda üç tane idare mahkemesinde mahkemeliktir bu yasa, üç tane idare mahkemesinde görüşülmektedir. Bu yasadan sonra belki onlar değişebilir. Ama, asıl niyetin üniversite kurmaktan çok arazi yağması, rantiyeden pay kapma ve peşkeş çekme olduğu açıkça görülmektedir. Kirli, dolambaçlı işlerle vakfiyeyi yok etme çabalarını iktidarınızın misyonu ile nasıl bağdaştıracaksınız değerli arkadaşlar?

Seçmeninize, gönül dostlarınıza, Osmanlı’dan kalma üstelik gariplere hizmet eden önemli bir kurumu ortadan kaldırdığınızı nasıl açıklayacaksınız?

Bakınız, Beşiktaş-Akaretler Sıraevler’in açılışında yaptığı konuşmada vakıfların dokuz yüz altmış yıldır Türkiye’de olsun eski Osmanlı coğrafyasında olsun, yoksulun, kimsesizin, garibin, gurebanın ve yolda kalmışın kimsesi ve koruyucusu olduğunu ifade ederek, bu medeniyete sahip çıkmanın kendilerine nasip olduğunu belirtiyordu Sayın Başbakan. Bu nasıl koruyup sahip çıkmadır değerli arkadaşlar? Yok ediyorsunuz, sahip çıkmanın ötesinde.

Değerli milletvekilleri, kanun tasarısını, burada, hemen derhâl geri çekiniz. Lütfen görüşmeleri, Bezm-i Alem için burada sonlandıralım. Tasarı, ilgili komisyonlarda ve kamuoyunda iyice tartışıldıktan ve idare mahkemelerindeki yargı süreci sonlandıktan sonra olgunlaşıp önümüze gelmelidir. Vakıf Gureba Hastanesini eskiden olduğu gibi üniversiteye afiliye ediniz, hem vakfiye uygulamalarının hem de üniversite akademik uygulamalarının yapılabileceği bir kurum olarak geliştiriniz, asimile etmeyiniz, yani onu yok etmeyiniz, sindirmeyiniz, arazi yağmacılarına alet olmayınız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Yıldız, konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

SACİD YILDIZ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bakınız, Değerli Hukukçu Profesör Doktor Hüseyin Hatemi bu konuda iki buçuk sayfalık hukuki görüşünü ilettikten sonra sonucunu şu şekilde söylemektedir sonunda: “Kanaatimce saf ve gerçek anlamda bir hayır amacı güden Bezm-i Alem Valide Sultan Vakıf Gureba Hastanesinin İstanbul’un Kültür Başkenti olarak ilan edildiği 2010 yılında ve bundan sonra geçmişten kalan örnek bir vakıf kurumu olarak muhafaza edilmesi ve kurulması istenen üniversiteye devlet hazinesinden veya gönüllü kuruluşlardan başka kaynak aranması sosyal hukuk devleti ilkesine uygun olacaktır.”

Bu düşünce ve önerilerle yüce heyetinizi selamlıyorum. İnşallah -yapmayacaksınız ama- bu Bezm-i Alemi erteleyelim, yasaların sonucunu bekleyelim diyorum değerli milletvekilleri.

Saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yıldız.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Efendim Sayın Genç?

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, biraz önce aldığınız bir vakıf üniversitesinin kurulmasına ilişkin kanun bu gündemin 441’inci işlem görmüş ve 160’ıncı sırasında. Burada Bezm-i Alem ise 461 sıra sayısıyla 168’inci sırasında gündemin. Şimdi, gündemi sırasına göre görüşmek zorundayız. Şimdi, bir önergeyle gündemin en sonundaki bir kanun tasarı ve teklifini getirip burada değiştiremezsiniz, bu mümkün değil. O zaman Danışma Kurulu kararı alıp onları başa getirmemiz lazım, yoksa nasıl yapacaksınız? O konuda çok büyük hata yapıyorsunuz. Yani sıra sayısını almış, gündemin 160 ve 168’inci sırasında. E, nasıl önergeyle başa alınıyor efendim? O zaman bunu bir usul tartışmasına açalım.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Katılıyoruz efendim, doğrudur.

BAŞKAN – Sayın Genç, arkadaşlarımla tekrar, bir yanlışlığa mahal vermemek için istişare ettik.

O tasarılar gündemdeki yerinde duruyor. Burada önerge verilerek yeni bir madde ihdası söz konusudur. Komisyon da bu maddeye salt çoğunluğuyla katıldığı için önerge işlemini usule uygun olarak tamamladık.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, isterseniz bu konuda bir usul tartışması açalım.

Peki, o raporlar ne olacak efendim? Efendim, gündemi değiştiriyorsunuz.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Gündemi değiştirmiyoruz hayır.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Yani İç Tüzük’ü ihlal ediyorsunuz. Olur mu şimdi? Orada rapor yazılmış, Millî Eğitimden geçmiş, rapor yazılmış, gelmiş gündemin 160 ve 168’inci sırasına girmiş. Şimdi siz o sırayı beklemeden bir önergeyle alıyorsunuz. Bu daha Türkiye Büyük Millet Meclisi tarihinde görülmemiş bir şey. Onun için bence bu yapılan şey usulsüzdür efendim…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkanım, konuştuğumuz zaten 2809 sayılı Kanun.

BAŞKAN – Sayın Genç, burada, bir önergeyle yeni bir madde ihdası olarak görüştük bunu yani o maddeler, o tasarılar yerinde duruyor yani yeni bir işlem yok.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ama o, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündeminde olmayan bir konuyla ilgili olacak yani bu önerge Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine girmiş.

BAŞKAN – O, gündemde duruyor, bunu yeni bir önergeyle yapıyoruz. Herhangi bir ihtilaf yok Sayın Genç bu hususta yani…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Şimdi, Sayın Başkan, burada çok açık hata var. Burada, isterseniz usul tartışmasını konuşalım.

BAŞKAN – Hayır… Usul tartışması açmayayım ama görüşünüzü ifade etmek için size kısa bir söz verebilirim. Usul tartışması açmam bu hususta yani söyleyecek bir şey yok, usul tartışması açacak bir şey yok ama kısa bir açıklama vereyim size, buyurun. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

KAMER GENÇ (Tunceli) – Peki…

BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen, sakin olalım yani bir milletvekilimizin bir konuyla ilgili olarak bir açıklaması var, bir itirazı var. Onu bir değerlendirelim.

Buyurun Sayın Genç.

OKTAY VURAL (İzmir) – Efendim, neye göre söz verdiniz? Usul tartışması mı açtınız?

BAŞKAN – Hayır, açmadım.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Usul tartışması, başka söz veremez ki…

BAŞKAN – Açmadım.

OKTAY VURAL (İzmir) – Neye göre söz verdiniz?

BAŞKAN – 69’a göre verdim.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sataşma mı?

BAŞKAN - Bir açıklama talebiyle ilgili olarak verdim.

OKTAY VURAL (İzmir) – Yerindense…

BAŞKAN – Yok…

OKTAY VURAL (İzmir) - Kısa bir… İç Tüzük’ün hangi maddesine göre?

BAŞKAN – Yok, o 60 ayrı, 60 ayrı…

OKTAY VURAL (İzmir) – Hayır, İç Tüzük’ün hangi maddesine göre verdiğinizi öğrenmek istiyorum.

BAŞKAN - 69’a göre verdim Sayın Vural.

OKTAY VURAL (İzmir) – Evet, yani 69’a göre bir söz talebi yok, sataşma söz konusu değil; doğrudan doğruya usul tartışması açtığınızı söylüyor.

Evet, ben de aleyhinde…

BAŞKAN – Bir dakika Sayın Vural.

Evet, buyurun.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, üç dakika verdiniz Sayın Başkan. Bu usul tartışmaları…

OKTAY VURAL (İzmir) – On dakika…

BAŞKAN – Usul tartışması açmadım, size görüşünüzü açıklamak için verdim.

KAMER GENÇ (Devamla) – Olur mu? Yani, böyle bir şey yok. Ne sataşmadan istedim ne de sizin tutumunuzla...

OKTAY VURAL (İzmir) - Sayın Başkanım, o zaman yerinden söz verin.

KAMER GENÇ (Devamla) - Ben tutumunuz hakkında istedim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Genç, usul hakkında vermedim.

OKTAY VURAL (İzmir) – O zaman yerinden söz verin.

BAŞKAN - O zaman… Hayır, hayır, şimdi, şeyin içinde değil. Bakınız… (Gürültüler)

Sayın milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 19.37

 

BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 19.45

BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu),Yaşar TÜZÜN (Bilecik)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 86’ncı Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

487 sıra sayılı Tasarı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Biraz önce Sayın Kamer Genç Bey’i kürsüye davet etmiştim, kısa bir açıklama yapmak üzere. Arkadaşlarımla tekrar istişare ettik. Yani 69’uncu maddenin sadece sataşma gerekçesiyle değil, açıklama gerekçesiyle de kullanıldığını arkadaşlarımız arasında görüştük. İsterse kendisine yerinden, isterse buradan açıklama fırsatı vereceğim.

Buyurun.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım, bu daha başka bir usul şeyi. Bundan sonra her milletvekilinin bir açıklama yapma isteğini kürsüden yaptırmak zorunda kalırsınız. Hayır, olmaz Sayın Başkanım. Bakın, diyor ki: “Şahsına sataşılan veya ileri sürmüş olduğu görüşten farklı bir görüş kendisine atfolunan milletvekillerinin konuşma yapabilme hakkı vardır.” Dolayısıyla böyle bir olay yokken kürsüden söz vermeniz doğru değil. Bundan sonra her milletvekili yapar. Bu, Meclisin çalışma usullerine uygun değildir, o bakımdan usul tartışması açın. Süre takdiri size aittir. İç Tüzük’e uymamız gerekiyor. Yerinden söz verseydiniz diyecek bir şeyim yoktu.

BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen… Sayın Vural, bir usul noktasındaki, Meclisin çalışması noktasındaki bir hassasiyeti dile getiriyor. Arkadaşlarla görüştük. Buradaki husus yani Sayın Vural’ın  söylemek istediği husus “Başkan usul tartışması sırasında en fazla 4 kişiye veya daha az kişiye, lehte ve aleyhte  olmak üzere söz verebilir, bu süreyi de kendisi takdir eder. Bu konuyu kullanmanız daha uygundur çalışmalar açısından.” diyor.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ben de zaten ona göre söz istedim.

BAŞKAN – Efendim…

KAMER GENÇ (Tunceli) -  Ben 63’üncü maddeye göre söz istedim.

BAŞKAN – Ne için istediniz?

KAMER GENÇ (Tunceli) – Meclisin çalışma usullerine…

BAŞKAN – Bakın Sayın Genç, biraz önce zaten konuyu görüşmeye başladık. Şu anda bu yaptığımız ilgili önergeyi görüşüyoruz zaten o şeyin içerisinde.

Üç dakikalık süre vereceğim dediğiniz usul noktasında Sayın Genç’e, isterseniz size de söz hakkı verebilirim. Konuyu o şekilde bağlıyoruz.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Neyse, üç dakika bir konuşayım, anlatayım.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, bu İç Tüzük. Lütfen İç Tüzük’ü delmeyelim. Üçer dakika söz verin, isterseniz bir dakika verin ama İç Tüzük’e uymak esas olsun.

BAŞKAN – Sayın Vural, ben bir şey demedim, zaten sizinle aynı şeyi konuşuyoruz, aynı ifadeyi kullanıyorum.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, usul tartışması mı açıyorsunuz?

BAŞKAN – Evet.

O konuyla ilgili olarak Sayın Genç, üç dakikalık süre veriyorum, usul noktasındaki görüşünüzü alıyorum.

Buyurun efendim.

VIII.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER

1.- İki üniversite kurulmasıyla ilgili tasarıların görüşülmekte olan 487 sıra sayılı tasarıya ek madde olarak eklenmesinin İç Tüzük’e aykırı olup olmadığı hususunda

KAMER GENÇ (Tunceli) – Şimdi, değerli milletvekilleri, burası Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışma usulü İç Tüzük’te belirtilmiştir. Söz vermenin usulleri vardır. Birincisi, 60’ıncı maddeye göre, çok kısa bir sözü olan milletvekiline yerinden söz verilebilir, bir de sataşmadan söz istenebilir, bir de Başkanı çalışma usullerine davete göre söz verilebilir.

Şimdi, olay şu: İki tane rapor, iki üniversiteyle ilgili rapor Millî Eğitim Komisyonundan geçmiş, gelmiş, gündeme girmiş, bu sıra sayılarını almışlar. Yani bu Meclis kurulduğu günden bugüne kadar… Sıra sayısı almış, gündemin 160 ve 168’inci sırasında bekliyor bu üniversiteler.

Şimdi bunları, Meclisteki milletvekillerinin konuşma hakkını ortadan kaldırmak için… Normal olarak bu raporlar buraya geldiği zaman, bütün gruplar ayrı ayrı tümü ve maddeleri üzerinde söz alacak, önerge verecek, konuşacak. Şimdi, bunları ortadan kaldırmak için, iktidar partisi tutuyor, başka bir kanunu, bir önergeyle, o altı maddelik bir kanunu tek bir madde hâline getiriyor. Bu, tamamen Türkiye Büyük Millet Meclisini çalıştırılamaz hâle getirmektir.

O 168’inci ve 160’ıncı sıradaki kanun tasarı ve tekliflerini gündemin 1’inci sırasına almanın usulleri nedir? Danışma Kurulu kararıyla olur veyahut grup önerisiyle gelir. Burada Genel Kurulun karar vermesine bağlı.

Şimdi, biz bu önergeyle böyle şey edersek bundan sonra iktidar partisi ne yapacak? Bir kanun getirecek, oraya komisyonu da oturtacak, bütün sıradaki kanunları -hiç Mecliste müzakere imkânını ortadan kaldırmak suretiyle- buraya gelecek, bir maddeyle bunları müzakere edecek. Bu, Meclisin çalışma usullerine de aykırıdır, İç Tüzük’e de aykırıdır. Bana göre bununla ilgili bir Anayasa Mahkemesine gidilirse İç Tüzük’e aykırı, İç Tüzük’ün değiştirilmesine ilişkin bir şeyden dolayı bu iptal edilir.

Şimdi bunları çıkardık. Peki, 160’ıncı ve 168’inci maddesindeki bu raporlar ne olacak, nasıl olacak? O rapor orada bekliyor. Sen onun müzakeresini... Bir önergeyle onu fiilen kanunlaştırıyorsun. Bunlar olmaz arkadaşlar. Her şeyi usulüne göre yapmamız lazım ve Sayın Başkanlık makamında oturan evvela Meclis Başkanının bu işleri dikkatle gözetmesi lazım. Yani Meclisin İç Tüzük hükümlerine göre çalışmasını sağlamak Meclis Başkanlık Divanının görevi. Burada milletvekilleri… Nitekim birinci kanunda biz fark edemedik bunu. Ne olacak, yani böyle hep usulsüzlük mü yapılacak? Onun için, bu önergeyi bence müzakere etmememiz lazım. Öteki önergenin de -teklifte- tekriri müzakere suretiyle...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KAMER GENÇ (Devamla) – Sayın Başkan...

Kabul ettiğimiz öteki üniversiteyle ilgili -İç Tüzük’te hüküm var- orada yapılan bir hata nedeniyle onu da tekriri müzakere suretiyle bu tasarı metninden çıkarırsak, bana göre İç Tüzük hükümlerine uygun hareket ederiz.

Ama çoğunluk bizde, biz yaptık, oldu diyorsanız bence haksız. Yani İç Tüzük’ün açıkça ihlali anlamına gelir ve iktidar partisinin bunu halletmesi lazım. Yoksa böyle, arkadaşlar, kanun olmaz. Şimdi, yani demin de söylediğim gibi o zaman siz bir tane kanun maddesini getirirsiniz, orada yirmi tane sırada bekleyen kanunları getirirsiniz, ona monte edersiniz, bu iş biter. Böyle bir şey olmaz yani. Böyle bir Meclis çalışma usulü olmaz.

Doğrusunu söylüyoruz ama doğrusunu ister takdir edersiniz, etmezsiniz, o sizin bileceğiniz iş. Ama Sayın Başkan, sizden rica ediyorum, bu Meclisi İç Tüzük’e ve Anayasa’ya göre çalıştıracak makam Meclis Başkanlık Makamıdır. Burada açık hata var. Bence, bu önergeyi işleme koymayalım. Öteki kabul edilen maddeyi de tekriri müzakere yoluyla teklif metninden veya tasarı metninden çıkaralım.

Saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Genç.

Sayın Vural, buyurun efendim.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Ben de lehte istiyorum efendim.

OKTAY VURAL (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Gerçekten İç Tüzük önemli, çünkü bizim buradaki konuşmalarımız, özellikle İç Tüzük’le bağlanan hususlar bir milletvekilinin ve parti gruplarının haklarını oluşturur. Dolayısıyla, bu kürsüye çıkmanın yolu yöntemi bellidir, hakları bellidir. Dolayısıyla “Ben açıklama yapmak istiyorum.” diyen herkesin bu kürsüye çıkması Mecliste gerçekten İç Tüzük’ün ihlali olur. O bakımdan, bu konuyu bir usul tartışmasıyla sürdürmeniz bence yerinde olmuştur.

Sayın Başkanım, tabii yanlış olan husus şu, aslında yapılması gereken şuydu: Geri alması gerekiyordu Hükûmetin, yani Hükûmetin öncelikle bu tasarıları geri alması gerekiyordu. 75’inci maddeye göre, gündeme alınmışlarsa geri alınmaları için Genel Kurulun karar vermesi gerekiyordu. Gündemi olan bir konu artık Genel Kurulun gündemindedir ve bunların öne alınması da ancak Danışma Kurulu kararı ve Meclisin kararıyla olur. Dolayısıyla, öncelikle Hükûmetin hemen, ivedilikle yazıyı yazması ve bu kanunları geri çekmesi gerekiyordu ki, Meclis Genel Kurulunda o zaman bir önergeyle Genel Kurul ve milletvekillerinin bu konuda talepleri, açıkçası sözleri olacaktır. Bunlar ihlal edilmiş olmazdı.

Bir diğer konu da Sayın Başkanım, tabii, biliyorsunuz, komisyon üyelerinin aykırı konuşma yapması ancak ve ancak raporda bir muhalefet şerhine bağlı. Şimdi, böyle olunca da, tabii gerçekten Sayın Sağlam ve diğerleri diğer komisyon raporuna onay verdiler “Ben bu raporun görüşülmesini istiyorum:” dediler. Şimdi Komisyon o raporun görüşülmesini engelleyen bir adım attı. Şimdi, nasıl bunu yapacağız? Yani bir komisyon üyesi o raporun hilafına bir adım atmış oldu. Dolayısıyla gerçekten bu konuda öncelikli olarak yapılması gereken iş -ben bu konuda uyarıyorum Hükûmet olarak, bugün görüşülmeyecek bu- açıkçası bilemiyorum bugüne kadarki görüşmeler ne olur ama Hükûmet öncelikle bu tasarıları geri çekmelidir, Genel Kurulun oyuna sunmalıdır ve ondan sonra bunlarla ilgili adımlar atılmalıdır.

Sayın Başkanım, biliyorsunuz, özellikle Danışma Kurulu işlerin görüşme sırasını belirlediğine göre, bu yöntemle Komisyonun görüştüğü raporları dolanmak söz konusu olabilir. Bu durum da son derece… Mesela, bir komisyonun görev alanına giren bir konuyla ilgili bir başka kanunda bir önergeyle geçirdi, “Salt çoğunlukla katılıyorum.”, o komisyonun görüşü de burada ifade edilmemiş olur. Zannederim burada düğme yanlış iliklendi, geri alınması gerekiyordu. Geri alınmadan bunların önergeyle gündeme gelmesi doğru değil. Hükûmetin, gerçekten bu tasarıların arkasında imzası olanların Parlamentoda ne görüşüldüğünü, hangi önergeler verildiğini dikkate alması lazım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OKTAY VURAL (Devamla) – Doğrusu, burada katılmadığım bir husus da Sayın Başkanım, şudur: Hükûmet orada duruyor, tasarısı gündemde, bir önergeyle o tasarı ortadan kaldırılıyor, Hükûmet de “katılıyorum” diyor. Yani şimdi neye katılıyorsunuz siz? İşte, açıkçası bu konularda bilmeden parmak kaldırmak doğru değil. O bakımdan İç Tüzük gereğince, İç Tüzük uyarınca gerçekten çok yanlış birtakım adımların atılmış olduğunu görüyoruz. Henüz yürütme ve yürürlük görüşülmediğine göre bu konuda zannederim Başkanlığın tezekkür edeceği bir tavır olabilir.

Ben, söz verdiğiniz için teşekkür ederim.

Saygılarımı sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Vural.

Sayın Anadol, iki aleyhte oldu, şimdi size lehte söz vermem lazım.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Lehte…

BAŞKAN – Buyurun.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, söz verdiğiniz için teşekkür ederim.

Şimdi, niye lehte söz aldım önce onu söyleyeyim: 69’a göre değil, usul tartışması açtığınız için yaptığınız işlem doğrudur, destekliyorum. Eğer, usul tartışması açılmasaydı o zaman İç Tüzük’e aykırı bir işlem yapmış olacaktınız, onun için yaptığınız bu doğru işlem nedeniyle hem katılıyorum size hem teşekkür ediyorum.

Ancak, buradaki uygulamalar emsali de yoksa ve o uygulamalar geçerli sayılırsa kelimenin tam anlamıyla, sözcüğün tam anlamıyla kötü misal emsal hâline geliyor. Aradan üç sene geçiyor, ona benzer bir olay meydana geldiğinde “Efendim üç sene evvelki uygulama böyleydi.” denerek, kötü misal gösteriliyor ve yanlış uygulama doğru hâlde imiş gibi ikinci kez uygulanıyor, üçüncü kez uygulanıyor ve bu uygulama, yanlış uygulama Meclisin günlük işlerine, yasa çıkarma işlerine aykırı bir şekle bürünüyor.

Şimdi arkadaşlar, bugün, şu anda görüştüğümüz kanun tasarısı 487 sıra numarası almış. Kaç madde bu? Beş madde. Şimdi, bunun içine bir önergeyle 461 sıra sayısı alan ve dört maddeden ibaret olan, gündemde bekleyen bir teklifi alıp dört maddelik kanunu bir madde hâlinde görüştüğümüz bir başka sıra sayısı alan bir teklifi bu tasarıya monte ediyoruz. Böyle bir uygulama yok. Şimdiye kadar bir önergeyle sıra sayısı başka olan bir teklif veya tasarıyı bir başka teklif veya tasarının içine monte etme uygulamasını ben hatırlamıyorum arkadaşlar. Dolayısıyla, yanlıştan dönmek lazım.

Ayrıca, saydığım kadarıyla -orada da açıklık gerekiyor- önerge 87’nci maddeye aykırı, beş yüz kelimeden fazla. Bir özeti var mı bilmiyorum -onu da soruyorum Divandan- eğer bir özet yoksa önerge şekil bakımından da yanlış, geçersiz, beş yüz kelimeden fazla, saydım.

Şimdi, acele işe şeytan karışır derler, bu tür acele uygulamalarla üniversite kuruyoruz, üniversiteler kuruyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Ciddi iş yapıyoruz, bu yaptığımız ciddi işi sakatlamayalım.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Arkadaşlar, bir arkadaşımızın daha söz talebi var, o söz talebinin bitimine kadar çalışma süresinin uzatılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler.. Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın Elitaş, buyurun efendim.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, tutumunuzun lehinde söz aldım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Aslında, yaptığımız işlem, biraz önce verdiğimiz, 63’üncü maddeyle ilgili, Başkanlığın… “Görüşmeye yer olmaması, Başkanı gündeme veya Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışma usullerine uymaya davet, bir konuyu öne alma veya geriye bırakma gibi usule ait konular diğer işlerden önce konuşulur.” Şu anda biz, 487 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nı yani 2809 sayılı YÖK Kanunu’nda değişiklik yapan tasarıyı görüşüyoruz. Verilen ek madde önergeleri tamamıyla 2809 sayılı Kanun’la ilişkili olduğundan dolayı, yeni bir gündem ihdas etme şeklinde ileri sürülen savların yerinde olmadığını ifade etmek gerekir çünkü gündemin 160’ıncı sırasında olan kanun tasarısı hâlen yerinde duruyor. Biraz önce konuşmacı arkadaşımız ifade ederken “Hükûmet yetkilileri veya iktidar partisi, gündemin sırasında olan herhangi bir kanunu komisyonun çoğunluğunu buraya oturtarak istediği maddeleri ilave eder.” şeklindeki ifadesi, tamamen bugüne kadar uygulanmış kurallara aykırıdır ve İç Tüzük’e de aykırıdır...

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Öyle oldu.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) - …çünkü bizim, Başkanlık Divanının ve grupların bu konudaki aldıkları mutabakat İç Tüzük gereği. 87’nci maddede de zaten önergelerle ilgili durum açıkça ifade edilmiş. 87’nci maddede ne diyor? Görüşülmekte olan konuyla alakası olmayan önergeler alınmaz. Görüşülmekte olan konuyla, kanun tasarısıyla çok yakından ilgili olduğunu… Hatta öyle bir şey ki, mesela 2809 sayılı Kanun’un şu anda biz 5’inci maddesinde bir değişiklik yapmaya kalksak farklı bir şekilde aynı Kanun’da özellik değiştirdiğinden dolayı bunu yapabiliriz ama yükseköğretimin işleyişi ve usulüyle ilgili bir düzenlemeyi yapmaya kalktığımız takdirde, Başkanlık Divanının ve İç Tüzük’ün emredici hükümlerine göre buraya madde ihdas etmemiz, ilave etmemiz mümkün değil.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Yok, yok, öyle bir şey yok. Danışma Kurulu kararı yok, grup önerisi yok.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bizim yaptığımız iş hem 87’nci maddedeki önerge usullerine uygun, 2809 sayılı Kanun’la, verdiğimiz önerge tamamen usulüne uygun bir şekilde olmuştur. Açıkçası bunu “İç Tüzük’e aykırı” diye ifade etmek, bu konuda da usul tartışması açmak…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – GDO gibi bir şey oluyor, GDO.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) - …usulün bilinmediğiyle ilgili bir konudur diye ifade ediyorum.

Sayın Başkanım, aslında usul tartışması da… Çünkü 63’üncü madde açık; gündeme davet etmek. Bizim gündemimiz 2809 sayılı Kanun. Kırmızı gündemdeki, sıralamadaki neyse o, aynı şekilde devam ediyoruz. Buraya ek madde de ilave edebiliriz, geçici madde de ilave edebiliriz, maddenin çıkarılması konusunda da önergeler verebiliriz.

Bu konuda… Hepinize teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Başkanlığın tutumu hakkında bir gelişme, değişme olmamıştır.

Çalışma süremiz dolmuştur.

Kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için 15 Nisan 2010 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati: 20.04