Normal 45115 2 5 2010-05-12T13:02:00Z 2010-05-12T13:02:00Z 1 49636 282931 TBMM 2357 663 331904 11.5606 0 0 nk 0 nk 0 0 false false false 0 nk 0 nk MicrosoftInternetExplorer4

DÖNEM: 23              YASAMA YILI: 4

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

CİLT : 66

84’üncü Birleşim

8 Nisan 2010 Perşembe

 

 

(Bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

İ Ç İ N D E K İ L E R

         I.  - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

       II.  - GELEN KÂĞITLAR

     III.  - YOKLAMALAR

      IV.  - OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- TBMM Başkan Vekili Meral Akşener’in, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl dönümüne ilişkin konuşması

V. - AÇIKLAMALAR

1.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

2.- İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

3.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

4.- Bursa Milletvekili Ali Koyuncu’nun, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

5.- Muğla Milletvekili Gürol Ergin’in, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

6.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

7.- Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

8.- Malatya Milletvekili Öznur Çalık’ın, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

9.- İstanbul Milletvekili Sacid Yıldız’ın, Sağlık ve Sosyal Güvenlik Haftası’na ilişkin açıklaması

10.- Mersin Milletvekili Behiç Çelik’in, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

11.- Ankara Milletvekili Tekin Bingöl’ün, milletvekilleri, Genel Kurulda, ülkenin çok önemli sorunlarını dile getirirken Hükûmetin bir yetkilisinin bulunmamasına ve iktidar grubuna mensup çok az sayıda milletvekilinin bulunmasına ilişkin açıklaması

12.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, Mersin Milletvekili Kürşad Tüzmen’in, bayrakla ilgili ifadelerine ilişkin açıklaması 


VI. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI

1.- Şanlıurfa Milletvekili Abdulkadir Emin Önen’in, Şanlıurfa’nın kurtuluşunun 90’ıncı yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük’ün, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl dönümüne, Dünya Romanlar Günü’ne ve süt üreticilerinin sorunları ve süt fiyatlarına ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Denizli Milletvekili Emin Haluk Ayhan’ın, Denizli ilinin ekonomik sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

VII. -  BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) TEZKERELER

1.- Senegal Ulusal Meclisi Dışişleri, Afrika Birliği ve Yurtdışındaki Senegalliler Komisyonu Başkanı Bocar Sedikh Kane ve beraberindeki Parlamento heyetinin ülkemizi ziyaret etmesinin uygun bulunduğuna ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1155)

B) MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.- Bursa Milletvekili Necati Özensoy ve 21 milletvekilinin, sokak hayvanlarının ıslahı sorununun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/662)

2.- Diyarbakır Milletvekili Selahattin Demirtaş ve 19 milletvekilinin, televizyon programlarının çocukların gelişimi üzerindeki etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/663)

3.- Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi ve 22 milletvekilinin, tütün sektöründe yaşanan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/664)

4.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 25 milletvekilinin, sokak hayvanlarının ıslahı sorununun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/665)

VIII.- ÖNERİLER

A) SİYASİ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ

1.- (10/449) esas numaralı Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 8/4/2010 Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi

2.- (10/489) esas numaralı Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 8/4/2010 Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi

3.- (10/515, 10/606) esas numaralı Meclis araştırması önergelerinin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 8/4/2010 Perşembe günkü birleşiminde birlikte yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi

IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

2.- Mersin Milletvekili Kürşad Tüzmen’in, Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

3.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, Mersin Milletvekili Kürşad Tüzmen’in, grubuna sataşması nedeniyle konuşması

4.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Eskişehir Milletvekili Beytullah Asil’in, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

5.- İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, grubuna sataşması nedeniyle konuşması

6.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, grubuna sataşması nedeniyle konuşması

X. -  KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ

1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)

2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)

3.- Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/761) (S. Sayısı: 458)

4.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/808) (S. Sayısı: 487)

XI.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’taki kamu binalarının jeolojik etütlerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/13163)

2.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin, bazı illerde depreme yönelik çalışmalara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/13173)

3.- Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak’ın, TOKİ’nin konut üretimine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/13261)

4.- Muğla Milletvekili Fevzi Topuz’un, Elâzığ depremindeki afet yönetimine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/13270)

5.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, Ege Bölgesinde depreme yönelik çalışmalara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/13272)

 

 


I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu saat 13.04’te açılarak sekiz oturum yaptı.

 

Birinci, İkinci, Üçüncü, Dördüncü, Beşinci, Altıncı Oturum

Afyonkarahisar Milletvekili Abdülkadir Akcan, Afyonkarahisar ilinin sorunlarına,

İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Özpolat, Avukatlar Günü’ne,

Hakkâri Milletvekili Rüstem Zeydan, sınır ticareti ve Derecik beldesinin ilçe olması gerektiğine,

İlişkin gündem dışı birer konuşma yaptılar.

 

İstanbul Milletvekili Necat Birinci, Türk kadınının seçme ve seçilme hakkını kazanmasında Türk Kadınlar Birliğinin rolüne;

Konya Milletvekili Ayşe Türkmenoğlu,

Batman Milletvekili Mehmet Emin Ekmen,

Avukatlar Günü’ne;

İlişkin birer açıklamada bulundular.

 

Diyarbakır Milletvekili Selahattin Demirtaş ve 19 milletvekilinin:

Basın, yayın ve ifade özgürlüğünün önündeki engellerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/658),

Balıkçılık sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/659),

Pancar üreticilerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/660),

Turgut Özal’ın ölümü konusundaki iddiaların araştırılması (10/661),

Amacıyla birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerini alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

 

Gündemin “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler” kısmında yer alan:

(10/480) esas numaralı, tutuklu ve hükümlülerin sağlık sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergenin görüşmelerinin Genel Kurulun 7/4/2010 Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin BDP,

(10/348) esas numaralı, kanser hastalığının boyutlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergenin görüşmelerinin Genel Kurulun 7/4/2010 Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP,

(10/654) esas numaralı Meclis araştırması önergesinin görüşmelerinin Genel Kurulun 7/4/2010 Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP,

Grubu önerileri yapılan görüşmelerinden sonra kabul edilmedi.

Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, AK PARTİ Grubu Başkanına,

Tunceli Milletvekili Kamer Genç, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, şahsına,

Sataşması nedeniyle birer konuşma yaptılar.

 

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:

1’inci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),

2’nci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/499) (S. Sayısı: 321),

3’üncü sırasında bulunan, Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun (1/761) (S. Sayısı: 458),

Görüşmeleri komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.

 

4’üncü sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen ve görüşmelerine devam olunan, Ankara Milletvekili Haluk İpek’in, Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Milletvekili Seçimi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve 18 Milletvekilinin; Afyonkarahisar Milletvekili Halil Ünlütepe ve Denizli Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün; Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi ve 10 Milletvekilinin; Diyarbakır Milletvekili Gültan Kışanak ve 19 Milletvekilinin; Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır’ın; Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri İzmir Milletvekili Oktay Vural ve Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın; Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi ve 5 Milletvekilinin Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ile Anayasa Komisyonu Raporu’nun (2/636, 2/123, 2/200, 2/288, 2/304, 2/342, 2/364, 2/474, 2/596) (S. Sayısı: 490) ikinci bölümünün 26’ncı maddesine kadar kabul edildi; yeni madde ihdasına dair önerge okundu.

 

Yeni madde ihdasına dair önergenin cezai hükmü affedip affetmediği konusunu görüşmek üzere birleşime 22.17’de ara verildi.

 

                                                                       

Meral AKŞENER

Başkan Vekili

 

                 Harun TÜFEKCİ                                                                   Bayram ÖZÇELİK

                          Konya                                                                                     Burdur

                       Kâtip Üye                                                                                Kâtip Üye

 


Yedinci, Sekizinci Oturum

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:

4’üncü sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen ve görüşmelerine devam olunan, Ankara Milletvekili Haluk İpek’in, Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Milletvekili Seçimi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve 18 Milletvekilinin; Afyonkarahisar Milletvekili Halil Ünlütepe ve Denizli Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün; Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi ve 10 Milletvekilinin; Diyarbakır Milletvekili Gültan Kışanak ve 19 Milletvekilinin; Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır’ın; Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri İzmir Milletvekili Oktay Vural ve Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın; Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi ve 5 Milletvekilinin Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ile Anayasa Komisyonu Raporu (2/636, 2/123, 2/200, 2/288, 2/304, 2/342, 2/364, 2/474, 2/596) (S. Sayısı: 490) elektronik cihazla yapılan açık oylamadan sonra kabul edildi ve kanunlaştı.

 

Kanun teklifine, af niteliği taşıyan yeni madde ihdasına dair önergenin oylamasında nitelikli çoğunluk aranıp aranmayacağı hususunda açılan usul tartışması sonucunda, Oturum Başkanı, tutumunda bir değişiklik olmadığını açıkladı; yapılan oylamayla da getirilen düzenlemenin af niteliğinde olmadığı kabul edildi.

 

Genel Kurulca alınan kararın “7 Nisan 2010 Çarşamba günü 490 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin bitimine kadar” görüşülmesi şeklinde olduğu, saat 24.00’ü geçince 7 Nisanın bittiği ve bu nedenle çalışmalara devam edilip edilemeyeceği konusunda açılan usul tartışması sonucunda, Oturum Başkanı, tutumunda bir değişiklik olmadığını açıkladı.

 

8 Nisan 2010 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşime 02.41’de son verildi.

 

                                                                       

Sadık YAKUT

Başkan Vekili

 

                 Harun TÜFEKCİ                                                                   Bayram ÖZÇELİK

                          Konya                                                                                     Burdur

                       Kâtip Üye                                                                                Kâtip Üye

 

                       



No.: 118

II.- GELEN KÂĞITLAR

8 Nisan 2010 Perşembe

Rapor

1.- Kooperatifler Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın; Kooperatifler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Tarım, Orman ve Köyişleri ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonları Raporları (1/811, 2/633) (S. Sayısı: 496) (Dağıtma tarihi: 8.4.2010) (GÜNDEME)

Yazılı Soru Önergeleri

1.- Eskişehir Milletvekili F. Murat Sönmez’in, milletvekillerinin yurt dışı ziyaretlerine ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/13623) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/02/2010)

2.- Adana Milletvekili Mustafa Vural’ın, susam ürününde teşvik uygulanmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13624) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)

3.- Adana Milletvekili Mustafa Vural’ın, SGK Teftiş Kurulu Adana Grup Başkanlığının kapatılmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13625) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)

4.- Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır’ın, çocuğa yönelik şiddete ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13626) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)

5.- Antalya Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, istisnai memuriyet kadrolarına yapılan atamalara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13627) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)

6.- Antalya Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, TÜİK’in endeks ve enflasyon verilerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13628) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)

7.- Balıkesir Milletvekili Hüseyin Pazarcı’nın, Balıkesir’de tarım, hayvancılık ve sanayinin desteklenmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13629) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

8.- Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, TEKEL işçilerinin eyleminin engellenmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13630) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

9.- Muğla Milletvekili Ali Arslan’ın, Bodrum’daki TOKİ projesi hazırlığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13631) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

10.- Denizli Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, Denizli’deki kredi kullanımına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13632) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

11.-  Denizli Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, Çardak Havaalanına ve uçak seferlerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13633) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

12.-  İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’in, 1995’teki Gazi olaylarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13634) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

13.-  Batman Milletvekili Bengi Yıldız’ın, bir cezaevinde yapıldığı iddia edilen uygulamalara ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/13635) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)

14.-  Kırklareli Milletvekili Tansel Barış’ın, HSYK’nın yapısıyla ilgili basında çıkan açıklamaya ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/13636) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

15.-  Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Van’daki sulama kanallarına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/13637) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

16.-  Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Van Gölündeki kirliliğe ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/13638) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

17.-  Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, RTÜK ve TRT yöneticilerine ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Bülent Arınç) yazılı soru önergesi (7/13639) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

18.-  Zonguldak Milletvekili Ali Koçal’ın, TRT’de yönetim kademesinde görev yapan iki personele ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Bülent Arınç) yazılı soru önergesi (7/13640) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

19.-  Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, TAPDK yöneticilerine ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/13641) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

20.-  Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, BDDK yöneticilerine ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/13642) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

21.-  Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, bir kişinin öldüğü olaya ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/13643) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)

22.-  Batman Milletvekili Ayla Akat Ata’nın, kaybolan bir öğretmeni arama çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/13644) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)

23.-  Antalya Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, turizm bölgelerinde alınan tedbirlere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/13645) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)

24.-  Antalya Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, mobese cihazlarının kurulumuna ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/13646) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)

25.-  Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, Şanlıurfa’daki bir köy yoluna ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/13647) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)

26.-  Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Van’daki altyapı çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/13648) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

27.-  Gaziantep Milletvekili Akif Ekici’nin, Gaziantep Büyükşehir Belediyesinin bir yatırımına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/13649) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

28.-  Bursa Milletvekili Abdullah Özer’in, bir köyün adının değiştirilmesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/13650) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

29.-  Batman Milletvekili Ayla Akat Ata’nın, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Başkanına suikast iddialarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/13651) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

30.-  Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’ın, Akdamar Kilisesinin ibadete açılmasına ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/13652) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)

31.-  Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Van’da turizmin geliştirilmesine ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/13653) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

32.-  Aydın Milletvekili Mehmet Fatih Atay’ın, turistlerle ilgili bir açıklamaya ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/13654) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

33.-  Giresun Milletvekili Murat Özkan’ın, fındıktaki gelir desteğine uygulanan vergiye ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/13655) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)

34.-  Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, özelleştirilen kuruluşların faaliyetlerine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/13656) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

35.-  Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in, özelleştirilecek şeker fabrikalarının işçilerinin kadrolarının değiştirilmesine çalışıldığı iddialarına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/13657) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

36.-  Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, bir köydeki işitme ve konuşma engelli çocukların durumuna ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13658) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)

37.-  Batman Milletvekili Ayla Akat Ata’nın, kaybolan bir öğretmene ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13659) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)

38.-  Giresun Milletvekili Murat Özkan’ın, Ankara Üniversitesi bünyesindeki Oyuncak Müzesine başörtülü velilerin alınmamasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13660) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)

39.-  İstanbul Milletvekili Atila Kaya’nın, Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesinde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü açılmasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13661) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)

40.-  İstanbul Milletvekili Atila Kaya’nın, bir dalda doçentlik kriterlerinde yapılan değişikliklere ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13662) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)

41.-  Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Yüzüncü Yıl Üniversitesinin bazı ihtiyaçlarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13663) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

42.-  Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Van’daki derslik ve öğretmen ihtiyacına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13664) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

43.-  Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, Gaziantep’te okul arsası teminine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13665) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

44.-  Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, okullardaki kantin işletmecileri ve servis şoförlerine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13666) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

45.-  Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, iç denetim faaliyet raporundaki bulgulara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13667) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

46.-  Van Milletvekili Özdal Üçer’in, Yüzüncü Yıl Üniversitesindeki soruşturmalara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13668) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

47.-  Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, bir köydeki konuşma ve işitme engellilere ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/13669) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)

48.-  Antalya Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, Pandemi Kurulu üyelerinden ilaç firmalarında danışmanlık yapan bulunup bulunmadığına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/13670) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)

49.-  Antalya Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, kiralanan binalara ve sağlık evlerine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/13671) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)

50.-  Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Erbaa Devlet Hastanesindeki uzman doktor açığına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/13672) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)

51.-  Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Van’daki sağlık personeli ihtiyacına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/13673) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

52.-  Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Van Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesinin kapatılmasına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/13674) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

53.-  Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, bir grup kamu görevlisinin yaptırdığı alerji testine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/13675) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

54.-  Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, sigara üretiminde kullanılan maddelere ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/13676) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

55.-  Aydın Milletvekili Recep Taner’in, Aydın’ın bazı dağ köylerindeki tarla faresi istilasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/13677) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)

56.-  Edirne Milletvekili Cemaleddin Uslu’nun, Edirne’de dağıtılacak toprak normunun düşürüldüğü iddiasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/13678) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)

57.-  Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, canlı hayvan ve et ithalatına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/13679) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

58.-  Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, Osmaniye’deki tarım arazilerine ve toplulaştırma projelerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/13680) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

59.-  Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, Adana’daki tarım arazilerine ve toplulaştırma projelerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/13681) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

60.-  Muğla Milletvekili Ali Arslan’ın, satın alınan damızlık atlara ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/13682) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

61.-  Muğla Milletvekili Ali Arslan’ın, at yarışlarını izlemek üzere Dubai’ye yapılan seyahate ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/13683) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

62.-  Denizli Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, Denizli’de tarım sektörünün durumuna ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/13684) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

63.-  Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, TMO yöneticilerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/13685) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

64.-  Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Van’a ulaşan demiryolu ağına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/13686) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

65.-  İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen’in, OGS’deki bazı uygulamalara ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/13687) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

66.-  Giresun Milletvekili Murat Özkan’ın, KOSGEB Başkanı olarak atanan kişiye ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/13688) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)

67.-  Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Van’daki cami ihtiyacına ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Çelik) yazılı soru önergesi (7/13689) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

68.-  Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Van’da serbest bölge kurulması ve sınır ticaretine ilişkin Devlet Bakanından (Hayati Yazıcı) yazılı soru önergesi (7/13690) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

69.-  Samsun Milletvekili Suat Binici’nin, bir enerji nakil hattına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/13691) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

70.-  Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, Balıkesir Gençlik ve Spor İl Müdürlüğünün bir ihalesine ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Nafız Özak) yazılı soru önergesi (7/13692) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)

Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Bursa Milletvekili Necati Özensoy ve 21 Milletvekilinin, sokak hayvanlarının ıslahı sorununun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/662) (Başkanlığa geliş tarihi: 24.02.2010)

2.- Diyarbakır Milletvekili Selahattin Demirtaş ve 19 Milletvekilinin, televizyon programlarının çocukların gelişimi üzerindeki etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/663) (Başkanlığa geliş tarihi: 25.02.2010)

3.- Trabzon Milletvekili M. Akif Hamzaçebi ve 22 Milletvekilinin, tütün sektöründe yaşanan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/664) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.02.2010)

4.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 25 Milletvekilinin, sokak hayvanlarının ıslahı sorununun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/665) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.02.2010)

Süresi İçinde Cevaplanmayan Yazılı Soru Önergeleri

1.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’in, bir derneğin kiracısı olduğu araziden tahliyesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12864)  

2.- Muğla Milletvekili Fevzi Topuz’un, yabancı mimar ve mühendislerin çalışmasına imkan veren düzenlemeye ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12867)  

3.- Muğla Milletvekili Fevzi Topuz’un, Milas-Güllük Dalyan Bölgesindeki balık üreticilerinin sorunlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12868)  

4.- Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, bir şirketin vergi ödemelerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12869)  

5.- İzmir Milletvekili Selçuk Ayhan’ın, cemevlerinin ibadet yeri sayılmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12870)  

6.- Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis’in, geçici güvenlik bölgesi uygulamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12875)  

7.- Balıkesir Milletvekili Hüseyin Pazarcı’nın, maden ocaklarında yaşanan grizu patlamalarının önlenmesine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/12881)

8.- İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, madenlerdeki iş güvenliğine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/12882)

9.- Hakkari Milletvekili Hamit Geylani’nin, Hakkari’de yapımı devam eden barajlara ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/12884)

10.-  Trabzon Milletvekili M. Akif Hamzaçebi’nin, Yanbolu Deresine yapılması planlanan hidroelektrik santrale ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/12887)  

11.-  Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, Muş’taki bir intihar vakasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12889)  

12.-  Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, bir Ermeni kilisesinin internet sitesindeki bir duruma ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12892)  

13.-  Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, bir köyün bazı sorunlarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12894)  

14.-  Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis’in, Antalya Valiliğinin bir davayı etkilemeye çalıştığı iddiasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12895)  

15.-  Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, bir ölüm olayına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12896)  

16.-  Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, sipariş verildiği iddia edilen çelik gömleklere ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/12898)  

17.-  Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Erzurum Büyükşehir Belediyesinin kredi kullanımına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/12899)  

18.-  Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Kayseri Büyükşehir Belediyesinin kredi kullanımına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/12900)  

19.-  Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, ana dilde eğitim taleplerine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/12902)  

20.-  Muğla Milletvekili Fevzi Topuz’un, Marmaris İlçe Milli Eğitim Müdürü hakkındaki iddialara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/12903)  

21.-  İstanbul Milletvekili Sacid Yıldız’ın, sağlık kurumları yöneticiliği yüksek lisans programına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/12904)  

22.-  Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’ın, bir yatılı ilköğretim bölge okulunun sorunlarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/12905)  

23.-  Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, tren kazalarına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/12914)  

24.-  Edirne Milletvekili Bilgin Paçarız’ın, Edirne merkezindeki yeni köprü ihtiyacına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/12915)  

25.-  Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, askerlik görevi esnasında hayatını kaybedenlere ilişkin Milli Savunma Bakanından yazılı soru önergesi (7/12916)  

26.-  Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, 2016 UEFA Avrupa Şampiyonası için Gaziantep’in aday gösterilmemesine ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Nafız Özak) yazılı soru önergesi (7/12918)  

27.-  Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, yabancı yatırımcıların para ve sermaye piyasasında yaptıkları işlemlere ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/12919)  

28.-  Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, maden ocaklarının denetimine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12924)  

29.-  Denizli Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, maden kazalarına ve sağlık hizmetlerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12925)  

30.-  Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, Ankara Büyükşehir Belediyesinin bazı medya şirketleri yönetimleriyle ilişkisi olduğu iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12926)  

31.-  Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, kamudaki personel istihdamına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12929)  

32.-  Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, bir şube müdürünün tayinine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12931)  

33.-  Bursa Milletvekili H. Hamit Homriş’in, fişleme iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12932)  

34.-  Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, şeker fabrikalarının özelleştirilmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12934)  

35.-  Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Kolon Operasyonuna ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12935)  

36.-  Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, kamu çalışanlarına toplu sözleşme ve grev hakkı tanınmasına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/12939)  

37.-  Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, işçilere yönelik vergi düzenlemelerine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/12940)  

38.-  Muş Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, Murat Nehri üzerindeki barajlara ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/12941)  

39.-  Erzincan Milletvekili Erol Tınastepe’nin, Ankara’da ilan panolarına asılan bazı afişlere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12950)  

40.-  Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük’ün, karayollarındaki hız sınırı aşımı cezalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12951)  

41.-  Muş Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, bir köyün kanalizasyon sorununa ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12952)  

42.-  Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, bir köyün yol sorununa ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12953)  

43.-  Edirne Milletvekili Cemaleddin Uslu’nun, Meriç Nehrinden yapılan yasal olmayan geçişlere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12954)  

44.-  Giresun Milletvekili Murat Özkan’ın, İstanbul’da İsrail Konsolosluğunun bulunduğu sokakta yaşandığı iddia edilen bazı olaylara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12955)  

45.-  Antalya Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, terör olaylarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12956)  

46.-  Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Ankara’daki kent içi ulaşım projelerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12957)  

47.-  Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Mardin-Nusaybin Belediye Meclisinin basında çıkan bir kararına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12958)  

48.-  Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, uyuşturucu kaçakçılığına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12959)  

49.-  Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, belediyelere yapılan yardımlara ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/12960)  

50.-  Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, özürlü çocukların eğitimlerine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/12962)  

51.-  Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, anadilde eğitime ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/12964)  

52.-  Batman Milletvekili Bengi Yıldız’ın, öğrenci devamsızlığıyla ilgili bir genelgeye ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/12965)  

53.-  Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, atıl bir okul binasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/12966)  

54.-  Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, özel rehabilitasyon merkezlerine verilmeyen ödeneklere ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/12967)  

55.-  Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, onur üyesi kartının öğretmenler dışındaki çalışanlara verilmemesine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/12968)  

56.-  Antalya Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, yapılan dersliklere ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/12969)  

57.-  İstanbul Milletvekili Bayram Ali Meral’in, TEKEL işçilerinin eylemiyle ilgili açıklamasına ilişkin Devlet Bakanından (Hayati Yazıcı) yazılı soru önergesi (7/12987)  

58.-  Giresun Milletvekili Eşref Karaibrahim’in, Giresun’daki bazı ulaşım projelerine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/12988)  

59.-  Kars Milletvekili Gürcan Dağdaş’ın, Kars’ta düzenlenebilecek yaz spor organizasyonlarına ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Nafız Özak) yazılı soru önergesi (7/12991)  

60.-  Giresun Milletvekili Murat Özkan’ın, İstanbul’da İsrail Konsolosluğunun bulunduğu sokakta yaşandığı iddia edilen bazı olaylara ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12992)

 

 

8 Nisan 2010 Perşembe

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 13.05

BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Harun TÜFEKCİ (Konya)

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 84’üncü Birleşimini açıyorum.

III.- YOKLAMA

BAŞKAN - Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Yoklama için üç dakika süre vereceğim.

Sayın milletvekillerinin oy düğmelerine basarak solanda bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin salonda hazır bulunan teknik personelden yardım istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise yoklama pusulularını görevli personel aracılığıyla üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın Seyit Eyyüpoğlu, Şanlıurfa Milletvekili? Burada.

Sayın Zeki Ergezen, Bitlis Milletvekili? Burada.

Sayın Erdoğan Yetenç? Burada.

Sayın Hüsnü Tuna, Konya Milletvekili?

Sayın Hüsnü Tuna burada mı?

H. TAYFUN İÇLİ (Eskişehir) – Onlar sonradan geldi.

BAŞKAN – Hayır, bunları ben gördüm, sonra olanları almadım yani ona çok dikkat ediyorum.

Sayın Cevdet Erdöl? Burada.

Sayın Ali Koyuncu? Burada.

Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

IV.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- TBMM Başkan Vekili Meral Akşener’in, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl dönümüne ilişkin konuşması

BAŞKAN – Bu hafta Türk polis teşkilatımızın 165’inci kuruluş yılını kutlamaktayız. Özverili ve cefakâr polislerimizi ve emniyet teşkilatı mensuplarımızı güvenliğimiz ve asayişi sağlama adına gösterdikleri gayretli çalışmalarından dolayı tebrik ediyorum. Şehitlerimizi rahmetle, gazilerimizi şükranla anıyor, tüm teşkilatımıza ve şehit ailelerimize sağlık, sıhhat ve başarılar diliyorum.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, gruplara da bu anlamda  söz verseniz, bizler de gruplar olarak konuşsak.

BAŞKAN – Tamam, sisteme girin.

Sayın Elitaş ...

V.- AÇIKLAMALAR

1.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Bugün Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yılını kutluyoruz. Güvenliğimizin teminatı, hakikaten vatandaşına karşı yakın davranışlarıyla birlikte son zamanlarda milletimizin büyük teveccühüne mazhar olmuş polis teşkilatımızın çalışanlarına, mensuplarına görevlerinde başarılar dilerken, görev şehidi olmuş polis teşkilatımızın bütün mensuplarını rahmetle anıyorum. Tekrar, polis teşkilatımızın 165’inci kuruluş yıl dönümünü tebrik ediyor, kutluyor ve başarılar diliyorum.

BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu…

2.- İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Polis teşkilatımız özveriyle görev yapan, köklü gelenekleri, kendine özgü kültürü olan bir kuruluşumuz. Biz, polis arkadaşlarımızın Parlamentoda görev yaptıkları süre içerisinde gerek Türkiye’de görev yaptıkları süre içerisinde, gittiğimiz, gezdiğimiz, gördüğümüz yerlerde özveriyle görev yaptıklarını biliyoruz. Kendilerinin pek çok sorunu olmasına karşın görevden, görev aşkından çekinmiyorlar, bu görevlerini özveriyle yerine getiriyorlar. Biz kendilerini yürekten kutluyoruz. Parlamentoya düşen görevlerden birisi de özveriyle görev yapan bu polis arkadaşlarımızın sorunlarını çözmek, onların beklentilerine uygun politikaları geliştirmektir. Ben kendilerini yürekten kutluyorum.

Görev sırasında şehit olan polislerimize Allah’tan rahmet, onların yakınlarına başsağlığı diliyoruz ve onların her zaman, her ortamda acılarını paylaşıyoruz. Onların şehitlikleri kendi ailelerinin göğüslerine taktıkları birer onurdur, şeref belgesidir.

Ben, polis arkadaşlarımızı tekrar yürekten kutluyorum. Onların sorunlarını çözme konusundaki Parlamentonun iradesinin de bundan sonra daha güçlü olarak dillendirilmesi gerektiği kanısındayım.

Saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Sayın Şandır…

3.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak biz de Türk polis teşkilatının, emniyet teşkilatımızın, güvenlik güçlerimizin yıl dönümünü yürekten, candan kutluyoruz, başarılar diliyoruz, hizmetlerine teşekkür ediyoruz, şükranlarımızı sunuyoruz.

Görevlerini yaparken şehit düşen, hayatını kaybeden tüm güvenlik güçlerimize, polislerimize yüce Allah’tan rahmet diliyorum, yakınlarına sabır diliyorum.

Türk emniyet teşkilatı, polis teşkilatımız, gerçekten toplum hayatımız için, ülkemiz için çok hayati değerde bir görev yapmaktadır, her türlü takdirin üzerindedir. Çok kötü şartlarda, çok ağır şartlar altında görev yapmaktadırlar. Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, Parlamento olarak, başta Hükûmet olmak üzere güvenlik güçlerimize olan görevimizi yerine getirmemiz gerektiği kanaatindeyim. Özellikle Sayın Hükûmeti ve Hükûmet partisinin sayın grubunu tekrar buradan uyarıyorum: Polislere verilen söz yerine getirilsin, seçimden önce seyyanen ödenmesine söz verilen miktar ödensin; polis teşkilatımız bunu beklemektedir, polislerimiz buna layıktır, haklarıdır; bu yerine getirilmeli, kuru kuru bir polis günü kutlamakla yetinilmemelidir. Bugünün anısına, bugünün hatırına –size de çok teşekkür ediyorum, söz verdiniz Sayın Başkanım ama- bunun da takipçisi olmalıyız. Polislere verilen sözler yerine getirilmelidir.

Tekrar emniyet teşkilatımıza başarılar diliyorum, hizmetlerinden dolayı şükranlarımızı sunuyoruz. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak onları kutluyoruz, onlara şükranlarımızı sunuyoruz efendim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Koyuncu…

4.- Bursa Milletvekili Ali Koyuncu’nun, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

ALİ KOYUNCU (Bursa) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Öncelikle Türk polis teşkilatının kuruluş yıl dönümünü kutluyoruz. Polis arkadaşlarımıza, polis teşkilatımıza da başarılar diliyorum.

Ayrıca bugün Dünya Romanlar Günü. Bugün bütün dünyada Romanlar kendilerine yönelik ön yargıları ortadan kaldırmak için, her yurttaş gibi birinci sınıf vatandaş olduklarını haykırmak için kutlamalar yapıyorlar.

Dünya Romanlar Günü Nisan 1971’de Romanların sorunlarını tartışmak üzere ilk kez Londra’da toplanmış olan Uluslararası Roman Kongresi’ne atfen 1990’dan itibaren her 8 Nisanda bütün dünyada kutlanmaktadır. Ben de bu vesileyle buradan hem dünyadaki hem de ülkemizdeki bütün Roman kardeşlerimin 8 Nisan Dünya Romanlar Günü’nü kutluyorum.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez bir başbakan, Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan 14 Mart 2010 tarihinde 15 bin Roman yurttaşla bir araya gelerek bir tarih yazdı. Bütün dünyada Romanlara karşı ırkçılığın yükseldiği, İtalya’da Romanların parmak izinin alındığı, Slovakya’nın bir kasabasında Romanlarla Roman olmayanlar arasında 150 metrelik bir duvarın inşa edildiği, Çek Cumhuriyeti’nde “Roman kadınlar kısırlaştırılsın.” diye önlemlerin alındığı bir dönemde Türkiye’de, etnik kökeninden, dilinden, kültüründen dolayı bütün dünyada ayrımcılığa uğrayan bütün dünya Romanlarını kucaklayan 14 Mart buluşması ile tüm dünyaya Türkiye örnek olmuştur. Ayrıca Roman çalıştayında Roman temsilcileriyle birlikte barınma, eğitim, istihdam konularında alınan kararlar ve…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ALİ KOYUNCU (Bursa) -  …çözümlerde de tek tek uygulama başlatılmıştır.

BAŞKAN – Sayın Ergin…

ALİ KOYUNCU (Bursa) – Tek bir cümleyle bitirecektim.

BAŞKAN – İkişer dakika veriyorum. İki dakika da doldu.

5.- Muğla Milletvekili Gürol Ergin’in, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

GÜROL ERGİN (Muğla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Ben de Polis Günü nedeniyle söz aldım. Her zaman iftihar duyguları içerisinde ve herkese polis çocuğu olduğumu söylemekten gurur duydum. Bu bakımdan, özellikle babamın görevi sırasında yaşadıklarım bana polislerin görevlerini hangi koşullar altında yaptığını çok güzel gösterdi. Onların o zor koşullar altında kendilerine karşı her türlü yanlışı yapabilecek kanun dışı yaşayan insanlara karşı verdikleri mücadelede gösterdikleri özverileri biliyorum. Bu nedenle ben bütün polislerimizi burada saygıyla selamlıyorum. Ebediyete göçenleri rahmetle anıyorum.

Ayrıca, polislerin hiçbir mesai kavramı yoktur. Bu bakımdan da iktidar hangi iktidar olursa olsun, özellikle bu konuya dikkat edilmesi, hiç olmazsa fazla mesai ücreti konusunda polislerin dikkate alınması ama diğer sosyal haklarının verilmesinde de cömert davranılması gerektiğini ifade ediyorum.

Tekrar, polislerimizin bu mutlu gününü kutluyorum. Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Sayın Genç…

6.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Ben de polis teşkilatımızın kuruluş yıl dönümünü candan kutluyorum, kendilerine, aile efratlarına mutluluklar, esenlikler diliyorum.

Sayın Başkan, hakikaten polislerimiz çok zor şartlar altında görev yapıyorlar. Güvenlik görevlileri arasında her koşulda ağır şartlar altında görev yapıyorlar. Ben, siyasi iktidarın polis teşkilatına geçmişte verdikleri sözlerin üzerinde durmasını ve polislerimizin çağdaş bir yaşamda insanca yaşanabilir bir ücret seviyesine kavuşturulmasını diliyorum.

Ayrıca, son zamanlarda AKP ile beraber polis teşkilatımız üzerinde oyun oynanmaya başlanıyor. AKP’nin özellikle polis teşkilatı içinden elini çekmesini kendilerine dostça tavsiye ediyorum. Polis teşkilatımızı bir Hamas, bir Taliban örgütleri biçimine dönüştürme yönünde birtakım çalışmalar olduğunu da biliyoruz; bunu şiddetle kınıyorum. Polislere çok büyük saygı duyuyorum ve polis teşkilatının da bu oyuna gelmeyeceğine inanıyorum.

Ayrıca, polis akademilerindeki eğitimin de çağdaş olmasını diliyorum. Buraya atanacak kişilerin laik Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş felsefesine uygun yetiştirilmeleri gerektiğine inanıyorum ve tekrar polislerimize başarılar diliyorum.

Siyasi iktidarın da geçmişte yaptığı, özellikle polis teşkilatı üzerinde kendi emellerine uygun olarak yapmak istedikleri bu davranışlardan vazgeçmesini, hele son zamanlarda Tekel işçilerine karşı, gidip de gözlerine gaz sıkması veya bazı yerlerde, bu gibi konularda çok güç kullanarak polisimizin itibarının sarsılmamasını diliyorum. Siyasi iktidarın kendi hain emellerine polisi alet etmemesini diliyorum.

Saygılar sunuyorum efendim.

BAŞKAN – Sayın Kaplan…

7.- Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Üniformalı emekçilerimizin, polisimizin toplu sözleşmeli grev hakkını savunan bir parti olarak, polis teşkilatının kuruluş yıl dönümünü biz de Barış ve Demokrasi Partisi olarak kutluyor ve bugün görüşülecek Anayasa değişiklikleri kapsamında bu hakkın da inşallah yasaya girmesini umut ediyoruz.

Umuyoruz ve inanıyoruz ki sayıları 200 bini aşkın polis teşkilatımızın siyasi iktidarların vesayetinden kurtularak bağımsız ve tarafsız görevini yapacağı, modernize edileceği günler ve yeni yapılanması yakın olacaktır.

Hâlâ askerlik görevleri çözülmeyen, parası olanların Burdur’da yirmi bir gün askerlik yaptığı bugünde, Şırnak’ta, Uludere’de, her yerde en ağır koşullarda görev yapan polislerin tekrar bu görevi yapması gibi olumsuzlukların da bir an önce giderilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Yine, bugün 8 Nisan, Roman vatandaşlarımızın Dünya Romanlar Günü’nü kutluyor ve bu konuda araştırma önergesi vermiş Barış ve Demokrasi Partisi olarak bir Roman atasözünü burada, Mecliste dile getirmek istiyorum. Tek atasözüdür, derler ki: “Evde yalnız kalan ölür.” Onun için, hakları için, mücadeleleri için, dayanışmaları için “Alanlara, meydanlara…” demişler. Ne zaman ki Türkiye’de Roman kardeşlerimiz de eşit yurttaş ve özgür yurttaş oldukları gün Türkiye’de de hukuk devleti, insan hakları ve demokrasi gelişecektir diyorum.

Tekrar bu iki önemli, anlamlı günü kutluyoruz.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Çalık.

8.- Malatya Milletvekili Öznur Çalık’ın, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

ÖZNUR ÇALIK (Malatya) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Polis teşkilatımızın, emniyet teşkilatımızın 165’inci yıl dönümünü ben de canı gönülden kutluyorum. Can dostumuz polislerimiz, canımızı, malımızı emanet ettiğimiz polislerimiz biliyoruz ki canları pahasına, vatan uğruna çok ciddi mücadeleler veriyorlar ve bu vesileyle şehit polislerimizi rahmetle anıyorum ve yakınlarına bir kez daha başsağlığı dileklerimi iletiyorum ve polislerimizin bugüne kadar yapmış olduğu bütün hizmetlerden dolayı da onlara minnet duygularımızı, şükran duygularımızı bir kez daha ifade ediyorum ve  emniyet teşkilatımızın kuruluşunun 165’inci yılı yeniden kutlu olsun diyorum.

Sağ olun Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Yıldız…

9.- İstanbul Milletvekili Sacid Yıldız’ın, Sağlık ve Sosyal Güvenlik Haftası’na ilişkin açıklaması

SACİD YILDIZ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bilindiği gibi, içinde bulunduğumuz hafta, 7-13 Nisan haftası aynı zamanda Sağlık ve Sosyal Güvenlik Haftası’dır. Sağlıklı ve güvenli bir ortamda yaşamak tüm yurttaşlarımızın doğuştan kazanmış olduğu bir hak olsa da Hükûmet tarafından “sağlıkta dönüşüm” adı altında çıkarılan yasalar sağlığı bir hak olmaktan çıkarmıştır. Oysaki yurttaşlarının sağlıklı ve güvenli bir ortamda yaşamalarını sağlamak sosyal devlet olmanın bir gereğidir.

Türkiye giderek kayıt dışı istihdamın arttığı bir ülke hâline gelmiştir. Aslında bu kayıt dışı istihdam aynı zamanda sağlıktan yararlanamayan insanları da temsil etmektedir, yani sosyal güvencesi olmayan, sosyal güvenlikten yoksun insanlardır bunlar. Hükûmetin sosyal güvenlik uygulamaları hakkında birkaç tane örnek vermek istiyorum. Mesela, evlenmemiş kız çocukları, yaşı ne olursa olsun, çalışmadıkları sürece anne ve babasının sigortasından yararlanarak tedavi olabilmekteydi, 5510 sayılı Yasa’yla bu kaldırıldı. Sosyal güvenlik sistemindeki açığı bahane eden AKP Hükûmeti tedavileri nedeniyle hastanelere yatan hastalardan “katılım payı” adı altında para almaya başladı. Ölen sigortalının dul eşine hiçbir şart aranmadan sigortalının aylığının yüzde 75’i oranında bağlanan ölüm aylığı yasayla yüzde 50’ye indirildi. Bunları çoğaltmak mümkün değerli arkadaşlar.

Sizce sağlığı özelleşmiş bir ülkede  sosyal güvenlikten söz edilebilir mi? Tedavi hizmetleri için alınan katkı payları konusunda yurttaşlarımızın kafası netleşmemiştir. Tüm bu düzenlemeler Hükûmetin yurttaşlarımıza ne kadar önem verdiğinin bir göstergesidir. Bu düzenlemeler yüzünden yurttaşlarımız Hükümete olan inancını yitirmişlerdir. Daha geçtiğimiz günlerde Fethiye’de bir dram yaşandı. Dershane parasını veremediği için hapse düşen annenin oğlu intihar etti ve bu anne altı kez kaymakamlığa ve sosyal yardımlaşmaya başvurduğunu ve yardım istediğini söyledi. Yardım istediği şey eğitim hakkıdır, eğitim güvenliğidir. Bu, sosyal devlet olmanın da gereği değildir.

Bunları da dikkatlerinize sunuyorum, teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın İnal… Sayın İnal yok mu?

YAHYA AKMAN (Şanlıurfa) – Kifayeti müzakere talebinde bulunuyorum Sayın Başkanım. Yani 10 kişiye söz verdiniz. 

BAŞKAN – Sayın Çelik…

10.- Mersin Milletvekili Behiç Çelik’in, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Ben de 10 Nisan münasebetiyle uzun yıllar birlikte ülkenin huzur ve güveni için çalıştığımız kahraman emniyet teşkilatımızın gününü kutluyorum, onlara sağlık ve afiyetler diliyorum. Bu vesileyle İçişleri Bakanlığına  bağlı olan emniyet teşkilatımızın, İçişleri Bakanlığı bünyesinde güvenlik politikaları oluşturulurken bu Bakanlığın şehitler bakanlığı olduğunu oradaki Sayın Bakanın ve diğer bürokratların asla unutmaması gerektiğini bu gün vesilesiyle hatırlatırım. Açılım politikaları İçişleri Bakanlığına hiç  yakışmamıştır. Bunu özellikle vurgulamak istedim. Günlerini tekraren kutluyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz Şanlıurfa ilinin kurtuluş yıl  dönümü münasebetiyle söz isteyen Şanlıurfa Milletvekili Sayın Abdulkadir Emin Önen’e aittir.

Buyurun Sayın Önen. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

VI.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Şanlıurfa Milletvekili Abdulkadir Emin Önen’in, Şanlıurfa’nın kurtuluşunun 90’ıncı yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

ABDULKADİR EMİN ÖNEN (Şanlıurfa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Şanlıurfa’mızın kurtuluşunun 90’ıncı yılı münasebetiyle söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Vatan, uğruna şehit kanlarının aktığı topraktır. Esareti yaşamayan milletler, hürriyetin tadını bilemezler. Bilindiği gibi, ülkeler ve bilhassa şehirler, kültür ve sanatları, tarihî geçmişleri, mazide bıraktığı izler dolayısıyla bir hüviyet kazanırlar. Şanlıurfa’mız bunların hepsini en güzel bir şekilde yaşayıp yaşattığı için Şanlıurfa olmuştur.

Osmanlı Devleti’nin Birinci Cihan Savaşı’nda yenilmesiyle şehrimiz de düşman işgaline uğramış fakat esareti bir türlü hazmedemeyen Urfalılar, el ele vererek köylüsüyle şehirlisiyle birlik ve beraberlik içerisinde Fransızlara karşı tek vücut olmuşlardır. Bu birlik ve beraberlik neticesinde 11 Nisan 1920’da Fransızlara son darbe vurulmuş ve kurtuluş gerçekleşmiştir.

Şanlıurfa, 1920’den bu yana tarihine yakışır bir şekilde geçmişindeki yerini tekrar almak için çalışmaya başlamış, eski tarihî yerler olan Balıklı Göl’e, dünyanın ilk üniversitesinin kurulduğu Harran’a ve harabelerine, Hazreti Eyyüp makamına, Şuayp Peygamberin şehrine, şehir içinde bir benzeri bulunmayan mimari eserlere sahip çıkmış, folkloruyla, edebiyatıyla, ortaya koyduğu eserleriyle dünya çapında bir üne kavuşmuştur.

Şanlıurfa, tarihin gelişen süreci içerisinde birçok uygarlığa beşiklik etmiş bir şehir olarak ülke ve dünya coğrafyasında müstesna bir yere gelmiştir. Maddi ve manevi alandaki kültürlerin oluşumunda, gelişiminde ve yaşatılmasında önemli bir mekândır. Coğrafi özelliği nedeniyle de üzerinde birçok bağımsız devlet ve beyliğin kurulmuş olduğu, değişik kültürlerin, oluşumların kaynaştığı bir yerleşim merkezi olmuştur. Gerek tarihin başladığı ilk çağlarda ve gerekse diğer devirlerde doğu ile batı kültürü arasında bir köprü vazifesi görmüştür. Şanlıurfa, tarih boyunca hep çekim merkezi olmuş “bereketli hilal” diye tabir edilen Dicle ve Fırat arasındaki en önemli tarım ve su şehridir. Tarım, ilk olarak bu topraklarda başlamıştır. Türkiye’de sulanabilir arazi miktarının önemli bir kısmı Şanlıurfa sınırları dâhilindedir. Şehrin bu birikimini göz önünde bulunduran hükûmetler, tarihin sürdürülebilir en büyük projesi GAP’ı uygulamaya sokmuş ve Atatürk Barajı’yla Şanlıurfa’yı kültürün yanında bir de ticaret ve tarım şehri yapmıştır. Fırat’ın suları ile bölge barışına katkı sağlayan Şanlıurfa, bölgenin en büyük uluslararası hava limanına da sahip bir şehirdir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Şanlıurfa, Irak’a ve Suriye’ye komşu olması yani Şam ve Bağdat’a ve dolayısıyla Kudüs’e açılan kapı olması sebebiyle de stratejik öneme sahiptir. Anadolu’nun Orta Doğu’ya, Mezopotamya’ya açılan kapısıdır. Tarih boyunca medeniyetlerin buluştuğu bir kent olarak uygarlıkların doğduğu ve yeşerdiği ilim ve irfan merkezi ve peygamberler şehridir. Birçok peygamberi bağrından çıkarmış, birçok peygamberin uğrak yeri olmuş ve bir arada yaşama kültürünü en iyi biçimde örneklemiş bu yüce insanlara da ev sahipliği yapmıştır. Maddi ve manevi alandaki kültürlerin oluşumunda, gelişiminde ve yaşatılmasında insanlık kültürüne büyük katkı sağlamıştır. Farklı inançlar ve bu inançlarla bağlantılı kültürlerin yüzyıllar boyu sergilendiği bir şehir unvanıyla, ülke ve dünya coğrafyasında önemli bir hoşgörü şehri olmuştur.

Sahip olduğu kültür ve turizm potansiyeli ile ve tarihî mirası on bir bin beş yüz yıllık bir maziye sahiptir. Günümüzden on bir bin beş yüz yıl öncesinde bu bölgede yerleşik bir hayatın olduğu Göbeklitepe kazılarıyla bilimsel olarak kanıtlanmıştır. İl genelinde yapılan otuz beş arkeolojik kazı sayısı ile Türkiye’de en çok arkeolojik kazı yapılan il olma özelliğin hâlâ korumaktadır. Bu bağlamda şehir merkezi ve iki ilçe merkezi kentsel sit alanı olarak ilan edilmiştir. Bundan dolayı Şanlıurfa “müze şehri” olarak da anılmaktadır.

Şanlıurfa turizm alanında bir çeşitliliktir. Peygamberler şehri, bu peygamberlere ait makam ve türbeler ile inanç ve kültür turizmi, Karacadağ Kayak Merkezi ile kış turizmi, Karaali Kaplıcaları ile termal turizmi, Karacadağ ve Tektek Dağları’ndaki bitki örtüsüyle yayla turizmi, Atatürk Barajı ve Halfeti ilçesiyle su sporları turizmi ile önemli bir potansiyele sahip bir şehirdir.

Urfalıların şanlı direnişinden dolayı şehrimize 1984 yılında Meclisimizce “Şanlı” unvanı verilmiştir. Bu kararı verenleri de bu vesileyle minnetle anıyoruz.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Bir de Şanlıurfa’yı büyükşehir belediyesi yapabilirsek ne mutlu bize!

ABDULKADİR EMİN ÖNEN (Devamla) – İstiklal Marşı şairimiz merhum Mehmet Akif ne güzel ifade etmiş…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

ABDULKADİR EMİN ÖNEN (Devamla) – Teşekkürler Sayın Başkanım.

“Girmeden tefrika bir millete düşman giremez,

Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez “

Düşmanlarımızı korkutan aziz milletimizin birlik beraberliği ve kardeşlik duygularıdır. Bu haslet milletimizde dün de vardı, bugün de vardır. Şehitlerimizin ve gazilerimizin kanları ve canlarıyla bize teslim ettiği emaneti gelecek nesillere aktarmak bizim asli vazifemizdir.

11 Nisan Şanlıurfa’da önemli bir gündür. Bu önemli gün Şanlıurfa kültüründe bir beldeye, bir mahalleye, bir spor salonuna, bir futbol takımına, bir parka, cadde ve sokağa, kimi zaman şiirlere, kimi zaman da türkülere ilham kaynağı olmuştur.

Son söz olarak bu millî günümüz vesilesiyle Fransız işgaline karşı çarpışmış ve gazi olmuş bir dedenin torunu olarak kahraman Şanlıurfalı şehit ve gazilerimizi rahmetle anar, tüm Şanlıurfalı hemşehrilerimin kurtuluş bayramlarını canıgönülden kutlarım.

Hepinize saygılar sunarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Önen.

Gündem dışı ikinci söz, süt üreticilerinin sorunları ve süt fiyatları hakkında söz isteyen Çanakkale Milletvekili Sayın Ahmet Küçük’e aittir.

Buyurun Sayın Küçük.

2.- Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük’ün, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl dönümüne, Dünya Romanlar Günü’ne ve süt üreticilerinin sorunları ve süt fiyatlarına ilişkin gündem dışı konuşması

AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; öncelikle sözlerime başlamadan önce ben de -bugün 8 Nisan Polis Haftası kutlamaları var- bu vesileyle tüm polis teşkilatımızın bu önemli günü kutluyor, onların özlük haklarının bir an önce Meclisimiz tarafından, iktidar tarafından, Hükûmet tarafından verilmesi ve kendilerine layık özlük haklarına uygun bir şekilde çalışmalarının sağlanması ve sosyal konumlarının iyileştirilmesi gereğini ifade ediyorum.

Aynı zamanda bugün Dünya Romanlar Günü. Romanlar bu ülkenin önemli bir parçası ve bu ülkenin en mağdur insanları. Biraz önce arkadaşlarımızın bazıları bu konuda da görüşlerini ifade ettiler, 14 Martta büyük buluşmalarla ve kavuşmalarla Romanların çok mutlu edildiğini söylediler. Hâlbuki Romanların açılımlara değil, ekmeğe ihtiyacı var, Romanların işe ihtiyacı var; en önemlisi, Romanların, insan olduğunun ifade edilmesine ve insan gibi davranılmasına ihtiyacı var. Bugün vesilesiyle ben bunu ifade ediyor, saygılar sunuyorum, Roman kardeşlerimin bu güzel gününü kutluyorum.

Değerli arkadaşlarım, bugün esas konumuz süt. Biga’da, Çanakkale’de, Balıkesir’de, Bursa’da, Ege’de, Trakya’da, İç Anadolu’da, Türkiye’de sütü konuşmaya çalışacağım, süt üreticisini, sorunlarını ve onların üretim araçları inekleri, onların sorunlarını ifade etmeye çalışacağım.

Değerli arkadaşlarım, süt, insanın gelişmesinde en önemli yapı taşlarını içinde barındıran en önemli besin maddesi ve önemli vitaminleri barındırıyor. En büyük sorunumuz bugün, Avrupa’nın beşte 1’i, altıda 1’i kadar süt tüketiyor olmak. Yani yetersiz süt üretiyoruz, yetersiz süt tüketiyoruz. Dolayısıyla daha çok süt üretmemiz ve daha çok tüketmenin önünü açacak politikaları oluşturmamız gerekiyor değerli arkadaşlarım.

Yani bugün, değerli arkadaşlarım, çocuklarımızın maması, büyüklerimizin gıdası yoğurdu, peyniri velhasıl sütle ilgili her şeyi ifade etmeye çalışacağım üç dakika içinde. Üretici için de çocukların istikbali, düğün parası, dershane parası, kısacacı sağlığı, her şeyi olan sütü konuşmaya çalışacağım.

En büyük sorunu sütün, istikrarsız süt fiyatları ve değerli arkadaşlarım, tabii hayvancılığın en büyük sorunu olan girdi maliyetleri, yani yem fiyatları, yani kaba yem sorunu yıllardır çözülemeyen.

Bakın, değerli arkadaşlarım, bunu nasıl tespit ederiz? Bu İktidarın, yani AKP İktidarının iktidara geldiğinden bugüne fiyat karşılaştırmalarını kısaca yaparsak içinde bulundukları tabloyu sanıyorum görmüş oluruz.

2003 yılı itibarıyla süt fiyatları Türkiye’de -inek sütü olarak söylüyorum- 40 kuruş, yani 400 bin lira eski parayla, yem fiyatı 9 milyon lira. Değerli arkadaşlarım, 2003 yılında 40 kuruş olan fiyatlar uzun bir süre aynı devam etmiş ve arkadaşlar, 2009 yılında 40 kuruş olan süt fiyatları 52 kuruş, daha sonra 67 kuruşa çıkmış 2009’un son dört ayında ve 2010’da yapılan ihalede de 86 kuruşa çıkmış fiyatlar.

İşte, ne olduysa ondan sonra olmuş. Süte olan talebin Türkiye’deki hayvan azalmasından kaynaklanan nedenlerle artmasından dolayı süt fiyatları yükselmiş ve bu, ihaleye de yansımış ama mart ayı süt fiyatlarının ödemesiyle ilgili sanayici maalesef yan kıvırmış ve bu işin bir hukuki altyapısı olmadığı için mart ayı süt fiyatlarını 72,5 kuruştan ödeme talebinde bulunmuş ve bu durumda da tabii anlaşmazlık ortaya çıkmış ve bazı birlikler, kooperatifler de direnişe geçme ihtiyacı hissetmişler ve bir anlaşmazlık ortaya çıkmıştır.

Değerli arkadaşlarım, süt fiyatlarının düştüğünde 1.500-2.000 liraya ineğini kestirmek için mezbahada sıraya giren köylüler süt fiyatları 86 kuruşa çıkınca birden 5 bin liraya, 10 bin liraya, açığa, yani vadeli olarak inek almışlar ve bir sürü borca girmişler ve maalesef şimdi süt fiyatları 72,5 kuruşa inmiştir.

Değerli arkadaşlarım, köylü direnmek istiyor ama direnmek için önce bir mevzinizin olması lazım, direnebilecek yapınızın, teşkilatınızın, kurumlarınızın olması lazım ama maalesef bunların var olanları da süt endüstri kurumlarının özelleştirilmesiyle ortadan kalkmış ve dolayısıyla direnebilecek bir imkân hiçbir şekilde kalmamıştır.

Peki, ne yapmalıyız arkadaşlar? Şimdi, süt fiyatlarının biraz artması neticesinde arkadaşlar, ithalat konuşulmaya başlamıştır süt ve ette. Kesinlikle ithalatın önü açılmamalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

AHMET KÜÇÜK (Devamla) – Ne sütte ne ette ne de damızlıkta kesinlikle ithalat yapılmamalıdır. Direnebilme gücüyle ilgili olarak değerli arkadaşlarım, mutlaka 5 bin ton kapasiteli süt tozu fabrikaları kurulmalıdır. Bu çok büyük bir maliyet değildir. Özellikle Marmara’da, İç Anadolu’da ve Ege’de üç tane ikişer bin tonluk süt tozu fabrikası kurulursa bunlar çalıştırılmasa bile böyle direniş gerektiren durumlarda direniş mevzisi olarak değerlendirilip sanayici karşısında köylüye güç kazandırılabilir. Derhâl destekleme primleri 4 kuruştan 12 kuruşa çıkarılmalı ve süt üreticisinin bozulan şartları düzeltilmelidir.

 Kısacası, değerli arkadaşlarım, gündem süttür, geçinmedir; halkın derdi, üreticinin en büyük derdi budur ama koyun can derdindedir, maalesef kasap et derdinde. İktidar kendisini yargıdan kurtarma anlayışı içinde anayasa değişikliği tartışmaları içerisinde Türkiye'nin gündemini tıkamaya çalışmaktadır. Hâlbuki, bugün için iktidarın gündemi bu iken, değerli arkadaşlarım, köyde insanlar süt fiyatlarının nasıl artırılacağını, geçimlerini nasıl temin edeceklerini, çocuklarının geleceğini…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

AHMET KÜÇÜK (Devamla) – Bir selam vereyim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Öyle yapmıyoruz işte, verin selam şimdi, tamamdır. Hiç yapmadım.

AHMET KÜÇÜK (Devamla) – Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Gündem dışı üçüncü söz, Denizli ilinin ekonomik sorunları hakkında söz isteyen Denizli Milletvekili Sayın Emin Haluk Ayhan’a aittir. (MHP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Ayhan.

3.- Denizli Milletvekili Emin Haluk Ayhan’ın, Denizli ilinin ekonomik sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

EMİN HALUK AYHAN (Denizli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; periyodik aralıklarla Denizli’nin ekonomik durumuna ilişkin görüşlerimi sizlerle paylaşıyorum. Bu nedenle söz aldım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle müjdeli bir haber vermek istiyorum. Denizli’de ihracat arttı, hem de AKP’ye rağmen, ancak Ocak-Mart döneminin ihracatı daha 2008 yılının gerisinde.

Denizli’de resmî kayıtlara göre yaklaşık 30 bin kişi işini kaybetti. Her üç evden birine icra dosyası düşüyor. 7. İcra Dairesi açıldı. Yatırım taahhütleri 440 milyondan 137 milyon TL’ye düştü. İstihdam taahhüdü 4.500’den 765’e düştü. İnşaat ve mermer sektörü sıkıntı içinde.

Tarım yanıyor, üzüm, tütün, kekik, diğerleri. Ürün para etmiyor, maliyetler artıyor, kota daralıyor, hacizler kol geziyor. Hayvancılık perişan, et pahalı, hayvanın sahibine faydası yok.

Toplam krediler içinde tekstil sektörünün payı yüzde 40’dan 16’ya düştü. İstihdam 162 binden 130 binlere düştü. Tekstilin payı istihdamda yüzde 51’den yüzde 27’ye geriledi. Elektrik tüketimi azaldı, doğal gaz tüketimi azaldı. AKP’nin teşviki “Fabrikaları güneydoğuya götürürseniz veririz.” dediği bir il oldu Denizli.

Sosyal travma çok yoğun yaşanıyor. İntiharlar yaşanıyor. Kiralar ödenemiyor. Denizlili vatandaşlar krediden korkar hâle geldiler.

Mevcut yollardan arabalarda parça, takım kalmadı. 5084 sayılı Yasa ve diğer teşvik düzenlemeleri Denizli’yi ikinci sınıf saydı. Enerji maliyetleri bel büküyor. İl makine çöplüğüne dönüyor, Van ilinin onda 1’i kadar yatırım alıyor. On milyonlarca dolarlık yatırımlar, hacizler nedeniyle milyon dolar etmiyor. Müşteri yok. Yarım asırlık işletmeler AKP döneminde kapanıyor. Kredi takipleri artıyor. Sendikacılar sürülüyor.

Bir süre önce Ekonomik Koordinasyon Kurulu toplandı. Muhalefet milletvekilleri davet edilmedi, iktidar milletvekilleri oradaydı. Muhalefetin çağrılmamasının mevzuattan kaynaklandığı ifade edilecekse onlar hangi mevzuata göre çağrıldı?

Denizli’de Sayın Başbakan Yardımcısı, bir bölgenin çözülemeyen sorununun diğer bölgeleri etkilediğini söyledi, doğu illerindeki işsizlik ve yoksulluğun terörü tetiklediğini, Denizli’yi Diyarbakır’dan ayrı tutmanın mümkün olmadığını söyledi. Söylüyor da Denizli’deki işsizliği AKP Hükûmetinin teşvik ettiğini söylemiyor, “Denizli’ye açılım yapacağız.” diyemiyor.

Denizlili sanayiciler ne demiş 2010 Görünüm Anketinde? Bakın, 2009 sarsıcı gelişmelere sahne olmuş. Bu anket bugüne kadar yapılan anketler içinde en olumsuzu. Peki bu AKP’nin eseri değil mi? Krizin en derin izi istihdamda Denizli’de. Önümüzdeki dönemin en önemli meselesi istihdam. Sağlanabilecek büyümenin istihdam yaratmaması hayal kırıklığına yol açacak. Üretim, satış ve siparişlerde düşüş beklentileri de aştı. Kârlılık azalışı damgasını vurdu. Maliyetler yüksek, tahsilat vadeleri uzun, teneşir vade var. Yatırımlar başka bahara kaldı. Firmaların yüzde 7’si kapasitelerinin yüzde 25’ini kullanıyor, yüzde 14’ü kapasitelerini yüzde 26-50 arasında kullanıyor, yüzde 37’sinin kapasite kullanım oranı yüzde 51 ile 75 arasında. “Üretim azaldı.” diyenler tekstilde yüzde 67,“İç satış azaldı.” diyenler yüzde 52, “Dış satış azaldı.” diyenler yüzde 60, “Siparişler azaldı.” diyenler yüzde 56, “İstihdam azaldı.” diyenler yüzde 51, yatırım yapmayacakların oranı yüzde 77, tarımda yapacaklar yüzde 12. Gerisini siz düşünün. Hükûmetten iş dünyasının basit talepleri var. Lojistik destek istiyorlar. Limana ulaşım, Kaklık İstasyonu’nda konteyner rampalarının tamamlanması, havaalanının bakım ve tamir esnasında kapanmaması. Ankara’ya uçak seferleri yeni başladı. Şimdi, belli sürelerde uçamayacak. Sivil toplum örgütlerinin oluşturduğu platform bu işin düzenlenmesini ve zamanlamasının değiştirilmesini istiyor.

Biz bu problemleri dile getiriyoruz. Yetkililere ulaştırmaya gayret gösteriyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

EMİN HALUK AYHAN (Devamla) – Denizli’nin derdi karnını doyurmak. Biz bu problemleri dile getiriyoruz. Yetkililere ulaştırmaya da gayret gösteriyoruz. Bunlar biran önce tamamlansın diyoruz. Sayın Ulaştırma Bakanından ve Bakanlığından bu problemin çözülmesini istiyoruz. Sivil toplum örgütlerinin oluşturduğu platformlar da bunu istiyor. Denizli’ye iş lazım, Denizli’ye açılım lazım, Denizli’ye proaktif tedbirler lazım.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Denizli büyükşehir olmuyor mu?

EMİN HALUK AYHAN (Devamla) - Denizli’ye iş lazım, yatırım lazım. AKP’liler Denizli’de Kürt açılımı anlatıyorlar ama Habur’u anlatmıyorlar. Denizli’ye gerçekten iş lazım, aş lazım, yatırım lazım. Bunun için bir tek şey gerekli: AKP’nin gitmesi. Ülkenin motoru ekonomi çok zor duruma sokuldu maalesef.

Bunları dile getirmek istedim.Hepinize saygılar sunuyorum.

Teşekkür ederim Sayın Başkan. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ayhan.

Sayın Bingöl.

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

11.- Ankara Milletvekili Tekin Bingöl’ün, milletvekilleri, Genel Kurulda, ülkenin çok önemli sorunlarını dile getirirken Hükûmetin bir yetkilisinin bulunmamasına ve iktidar grubuna mensup çok az sayıda milletvekilinin bulunmasına ilişkin açıklaması

TEKİN BİNGÖL (Ankara) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Maalesef şu andaki Parlamentonun görünümüne dikkatlerinizi çekmek istiyorum: Siz yoklama yaptınız ama maalesef milletvekili arkadaşlarımız ülkenin çok önemli sorunlarını, işsizliği, yoksulluğu Parlamento kürsüsünden dile getiriyorlar, hiçbir Hükûmet yetkilisi yok. Bırakınız Hükûmet yetkilisini, İktidar Partisi milletvekillerinin oturduğu sıralara baktığımızda, sadece 16 kişi var. Bu, İktidar Partisinin aczinin en önemli göstergesidir. Sabahlara kadar yağmadan mal kaçırır gibi Parlamentoyu çalıştırmaya çalışan zihniyetin sonucu budur, ürünü budur. Dikkatlerinize sunmak istiyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup bilgilerinize sunacağım.

VII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Senegal Ulusal Meclisi Dışişleri, Afrika Birliği ve Yurtdışındaki Senegalliler Komisyonu Başkanı Bocar Sedikh Kane ve beraberindeki Parlamento heyetinin ülkemizi ziyaret etmesinin uygun bulunduğuna ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1155)

        07 Nisan 2010

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Senegal Ulusal Meclisi Dışişleri, Afrika Birliği ve Yurtdışındaki Senegalliler Komisyonu Başkanı Bocar Sedikh Kane ve beraberindeki parlamento heyetinin Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin konuğu olarak resmi temaslarda bulunmak üzere ülkemizi ziyaretleri TBMM Başkanlık Divanı'nın 22 Mart 2010 tarih ve 67 sayılı Kararı ile uygun bulunmuştur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanun'un 7. Maddesi gereğince Genel Kurul'un bilgisine sunulur.

                                                                                                                       Mehmet Ali Şahin

                                                                                                              Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                                               Başkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin dört önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:

 

B) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Bursa Milletvekili Necati Özensoy ve 21 milletvekilinin, sokak hayvanlarının ıslahı sorununun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/662)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Sokak hayvanlarının ıslahı sorununun araştırılması amacıyla Anayasa'nın 98 ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzük'ünün 104 ve 105'inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz.

1) Necati Özensoy                           (Bursa)

2) Hamza Hamit Homriş                 (Bursa)

3) İsmet Büyükataman                     (Bursa)

4) Beytullah Asil                             (Eskişehir)

5) Şenol Bal                                     (İzmir)

6) Hasan Çalış                                 (Karaman)

7) Oktay Vural                                (İzmir)

8) Mustafa Enöz                              (Manisa)

9) Abdülkadir Akcan                       (Afyonkarahisar)

10) Cemaleddin Uslu                       (Edirne)

11) Hasan Özdemir                         (Gaziantep)

12) Mümin İnan                              (Niğde)

13) Behiç Çelik                                (Mersin)

14) Sabahattin Çakmakoğlu             (Kayseri)

15) Gürcan Dağdaş                         (Kars)

16) Rıdvan Yalçın                           (Ordu)

17) Mehmet Günal                          (Antalya)

18) Murat Özkan                             (Giresun)

19) Emin Haluk Ayhan                   (Denizli)

20) Yılmaz Tankut                           (Adana)

21) Cumali Durmuş                         (Kocaeli)

22) Muharrem Varlı                        (Adana)

Gerekçe:

Sokak hayvanları, ülkemizde, toplum sağlığını tehdit etmenin yanında uğradığı kötü muameleyle kamuoyu vicdanını sızlatan, yıllardır çözülememiş bir sorundur.

5199 sayılı Kanun, içeriği ve uygulamadaki aksaklıklar nedeniyle yetersiz kalmaktadır.

Kısırlaştırma, sokaktaki hayvan popülasyonunun azaltılmasında bilimsel ve vicdanı yönden en uygun yöntemdir fakat tek başına yeterli değildir. Sokak hayvanı sorununun en temel nedeni, yurt dışından kaçak olarak getirilip pet-shoplarda satılan ve istatistiklere göre yüzde 70'i sokağa atılan hayvanlardır. Bu hayvanların üremesiyle caddeler, barınaklar binlerce hayvana kucak açmak zorunda kalmıştır. Ayrıca, pet-shoplar, sattıkları hayvanların aşı ve tedavilerini gerektiği şekilde yapmadığından ve yeterince denetlenmediğinden, halk sağlığını tehdit etmektedir.

Dolayısıyla, yurt çapında belediyelerce yapılacak etkin kısırlaştırma çalışmalarının yanında, tıpkı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi pet-shoplarda hayvan satışı yasaklanmalı, gümrüklerin denetimi artırılmalı, süs hayvanı ithalatına bir süre yasak getirilmelidir. Aksi takdirde belediyeler kısırlaştırma için seferber ettikleri iş gücü ve maddi kaynağa rağmen çözümsüzlükten kurtulamayacaklardır.

Sorunun bir ayağını da vatandaşların bilinçsizliği oluşturmaktadır. Eğitim çalışmalarıyla vatandaşlar bilinçlendirilmeli, barınaklardan ve sokaklardan hayvan sahiplenmeleri teşvik edilmelidir. Okullarda STK ve MEB iş birliğiyle eğitim programları düzenlenmeli, çocuklara hem kendilerini korumaları hem de sokak hayvanlarına zarar vermemeleri için, hayvanlara nasıl davranmaları gerektiği anlatılmalıdır.

Bunun yanında, terk etmelere karşı caydırıcı olması açısından hayvanlara çiplenme zorunluluğu getirilmeli, terk edilen hayvanların sahiplerine, hayvanların kimlik ve sağlık bilgilerinin yer aldığı bu çipler vasıtasıyla ulaşılarak yüksek cezalar ödetilmeli, bir daha hayvan edinmeleri yasaklanmalıdır.

Bugün 5199 sayılı Kanun'da yasak olmasına karşın, Zabıta Kanunu'yla belediyelere, kuduzdan sadece şüphe duyulması hâlinde bile zehirleme imkânı verilmesi büyük bir çelişkidir. Oysa bilimsel çalışmalar göstermektedir ki zehirlemelerle hayvan nüfusu ilk anda azalmakla birlikte, geride kalan hayvanlar daha kolay beslenme ve üreme imkânı bulduğu için hayvan nüfusu en kısa zamanda eskisinden çok daha büyük bir miktara ulaşmaktadır. Bir çift köpekten beş yılda 60 bin köpek ürediği göz önüne alındığında, belediyelerde ve belediye sınırları dışındaki, tarım ve hayvancılıkla geçinen il, ilçe ve köylerde etkin kısırlaştırma uygulanması, şimdiye kadar sokak hayvanı sorununu çözmekte hiçbir şekilde etkili olmayan, aynı zamanda millî medeniyet düzeyimiz açısından bir yüz karası olan zehirlemelerin acilen durdurulması gerektiği çok net bir şekilde görülmektedir.

Diğer taraftan, otoyollarda veya şehir içinde trafik kazasına uğramış veya hasta ruhlu kişiler tarafından işkence edilmiş hayvan görüntüleri kamuoyunda tedirginlik yaratmaktadır. Birçok ünlü sen katil ilk cinayetlerini hayvan öldürerek işlemişlerdir. Hayvana tecavüz eden birinin, fırsatını bulduğunda engelli bir insana veya bir çocuğa tecavüz etmesi an meselesidir. Dolayısıyla toplum huzuru ve güvenliği için hayvanlara karşı işlenen suçlar, tıpkı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, Kabahatler Kanunu kapsamından çıkarılmalı, Ceza Kanunu kapsamına alınmalıdır

Vatandaşların sokak hayvanlarıyla ilgili en büyük iki sıkıntısı hayvanlara karşı duydukları tedirginlik ve idari mekanizmaların görevlerini yerine getirmemeleri sebebiyle zor durumdaki yaralı hayvanların tedavilerini kendilerinin üstlenmek zorunda kalışlarıdır. Bu nedenle belediyelerin hayvan ambulansı, bakımevi ve tedavi merkezlerine kavuşturulması, acil bilgi ve destek alınması gereken durumlar için çağrı merkezleri ve yerel hayvan koruma görevlilerinin istihdam edildiği mahallî bilgi gişeleri kurulması gerekmektedir. Yine, çevreyi kirleten, vatandaşları rahatsız eden veya köpeklerini dövüştüren hayvan sahiplerine yüksek cezalar uygulanmalı, bunun için gerekirse kolluk güçleri yetkilendirilmelidir

Gönüllülerin yardım ve gözetiminde yavru ve sakat hayvanlara hizmet vermesi gereken bakımevlerine ödenekleri verilmeli, hayvanlar belediye üzerine kaydedilerek veteriner işleri müdürlüklerinden sorgulanabilmelidir.


2.- Diyarbakır Milletvekili Selahattin Demirtaş ve 19 milletvekilinin, televizyon programlarının çocukların gelişimi üzerindeki etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/663)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Televizyonda yayınlanan dizi, reklam, haber vb. bütün programların çocukların psikolojik, sosyolojik ve kişisel gelişimlerini olumsuz yönde etkileyen temalardan arındırılması, gözden geçirilmesi ve TV programlarının çocuklar üzerindeki olumsuz etkilerinin ortadan kaldırılması için Anayasanın 98. İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz.

1) Selahattin Demirtaş                     (Diyarbakır)

2) Gültan Kışanak                           (Diyarbakır)

3) Ayla Akat Ata                             (Batman)

4) Bengi Yıldız                                (Batman)

5) Akın Birdal                                 (Diyarbakır)

6) Emine Ayna                                                (Mardin)

7) Fatma Kurtulan                           (Van)

8) Hasip Kaplan                              (Şırnak)

9) Hamit Geylani                             (Hakkâri)

10) İbrahim Binici                           (Şanlıurfa)

11) M. Nuri Yaman                         (Muş)

12) Mehmet Nezir Karabaş             (Bitlis)

13) Mehmet Ufuk Uras                   (İstanbul)

14) Osman Özçelik                          (Siirt)

15) Özdal Üçer                                (Van)

16) Pervin Buldan                           (Iğdır)

17) Sebahat Tuncel                          (İstanbul)

18) Sevahir Bayındır                       (Şırnak)

19) Sırrı Sakık                                 (Muş)

20) Şerafettin Halis                          (Tunceli)

Gerekçe:

Günümüzde kitle iletişim araçlarının başında televizyon gelmektedir. Pek çok ülkede televizyonun olumlu veya olumsuz etkileri tartışılmaktadır. Ülkelerin toplumsal yapıları ve buna bağlı olarak televizyon yayınlarının biçim ve içeriğine göre bu etkilenmeler farklılıklar gösterebilmektedir. Kitle iletişim araçları genelde bilgilendirme, haber verme, eğlendirme , reklam gibi amaçlar içerse de televizyonun çocuklar üzerinde olumsuz etkileri de olmaktadır. Özellikle TV programlarındaki şiddet içerikli yayınlar, çocuklar açısından olumsuz etkiler yaratmaktadır.

Ayrıca gerek ülkemizde, gerekse dünyada yapılan tüm araştırmalar göstermiştir ki, istisnai durumların dışında çocukların televizyon izleme sıklığı ve alışkanlığı, televizyonun bu özellikleri de göz önüne alındığında, kişiliğinin oluşması ve başarısı için önemli sorunlar teşkil etmektedir. Çocuklar büyük bir zamanını televizyon izlemekle geçirmektedir. Reklamlar, sadece yetişkin bireyleri değil, toplumda önemli bir çoğunluk olan çocukları da ekran karşısına çekmektedir.

TV programlarında çizilen kadın ve erkek rolleri, yetişkinlere yönelik tüm programlarda olduğu gibi, çocuk programlarında, reklamlarda ve hatta çizgi filmlerde bile karşımıza çıkmaktadır. Bu durum, küçük yaştan itibaren çocukların kadınlık ve erkeklik rolleri öğretilmesini ve yetişkin bir birey olma yolunda cinsiyet eşitsizliğini pekiştirmektedir. Özellikle çizgi filmlerde dikkati çeken cinsiyet rol tanımlamaları çocuklara, bir kadın ya da erkek olarak nasıl olmaları gerektiğine ilişkin oluşturulmuş ideal tipleri göstermektedir. Oluşturulan bu tiplere bakıldığında kadınların zayıf, pasif, her zaman erkekten yardım talep eden, kurtarılmayı bekleyen taraf, erkeklerin ise evin geçimini sağlayan, aktif, kurtarıcı, güçlü, hizmet talep eden olarak gösterilmektedir. Aynı şekilde, programlarda yer alan mesajlarda erkek çocukların daha fazla şiddete başvuran taraf olarak, kız çocukları ise, sessiz, sakin, edilgen bir taraf olduğu gösterilmektedir.

Tüm programların içeriğinde aktarılan anne tipinde olduğu gibi iyi ve ideal anne, evin tüm işlerini yapan, babaya ve çocuklara sürekli hizmet eden, onların her dediğini yerine getiren sorun yaratan, baba ise sorun çözen güçlü olarak yansıtılmaktadır. Yine bir üst bölümde tanımlanan cinsiyet rolleri anne gibi babayı da iki anlamda etkilemektedir. Birincisi baba dışarıda çalışır, para kazanır, evin tüm ihtiyaçlarını sağlar ve hatta onun da ötesinde karısının ve çocuklarının en iyi biçimde rahat ve konforlu yaşamalarını sağlamakla yükümlüdür.

Bu konuların dışında televizyon programlarının çocuklar üzerindeki en olumsuz etkisi şiddet içeren yayınlar olduğu bilinmektedir. Televizyon programlarında şiddet, haberlerden, filmlere, dizilerden çizgi filmlere kadar her yerde her an hayatın bir parçası olarak sunulmaktadır. Bu da şiddetin sıradanlaştırılması gibi çok tehlikeli bir olguyu beraberinde getirmektedir. Görüldüğü gibi, televizyon şiddetin de ötesinde çocuğun kişisel gelişimini olumsuz yönde etkilemektedir. Çocuklar, kendini izlediği programlardaki kişilerin veya daha yoğun olarak filmlerdeki karakterlerin yerine koymaktadırlar. Özellikle şiddet içeren dizi, haber ve çizgi filmleri izleyen çocuklarda model alma yoluyla saldırgan davranışlar ve şiddet eğilimi ortaya çıkarabileceği uzmanlar tarafından belirtilmektedir.

Program yapımcıları tarafından, çocuklara yönelik programlar hazırlanırken, çocukların özellikleri dikkate alınmalı ve gelişimin en hızlı olduğu okul öncesi dönemde onların dış uyarılardan çok fazla etkilenebilecekleri düşünülmelidir. Çocukların uzun süre televizyon karşısında kalmaları, çocuğun sosyalleşmesini ve yaratıcılığını olumsuz yönde etkileyeceği bilinmektedir. Bu nedenle, televizyon programlarının çocuklar üzerindeki olumsuz etkilerinin tespit edilip, çocukların psikolojik, sosyolojik ve kişisel gelişimlerini olumlu yönde etkileyecek programların yapılması, var olan TV programlarının gözden geçirilmesi gerekmektedir.

3.- Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi ve 22 milletvekilinin, tütün sektöründe yaşanan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/664)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

17’nci yüzyılda İngiliz ve Venedik gemicileri tarafından ilk kez İstanbul'a getirilen tütün, 19’uncu yüzyıldan itibaren Anadolu topraklarında üretilmeye başlanmıştır. Türkiye'de yetiştirilen tütünler, kuru yapraklarının renklerinin çok güzel olması, yaprak boyutu, dokusu, yanıcılık ve aromatik özellikleri nedeniyle dünyada yetiştirilen diğer tütünlerden ayrı değerlendirilmiş, "Türk Tütünü" adıyla dünya pazarında önemli bir yer edinmiştir.

Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren yüz binlerce aileye geçim kaynağı olan Türk Tütünü, 2008 yılındaki özelleştirmeye kadar TEKEL'in bağlı ortaklığı olan Sigara Sanayi İşletmeleri ve Ticareti A.Ş. tarafından ülkemize ve dünyaya pazarlanmaktaydı. TEKEL'in sigara bölümünün özelleştirme çalışmaları 2003 yılında başlatıldı. Aynı yıl gerçekleştirilen ihalede, Özelleştirme Yüksek Kurulu, teklifin beklentileri karşılamadığı gerekçesiyle ihaleyi iptal etti. Daha sonra, TEKEL'in yeniden yapılandırma çalışmalarına başlandı. Bazı müesseseler ile pazarlama ve dağıtım müdürlüklerinin bir bölümü kapatılırken, tütün stokları da azaltıldı. TEKEL'in ikinci kez özelleştirme ihalesi çalışmalarında marka satışı da gündeme geldi. Ancak, yapılan çalışmalar sonucunda TEKEL'in sigara işletmelerinin "varlık satışı" bağlamında yeniden bir bütün halinde satışına karar verildi. İkinci ihale teklif gelmemesi nedeniyle iptal edildi Üçüncü kez 22.02.2008 tarihinde yapılan ihalede TEKEL'in Sigara Üretim ile Sigara Pazarlama ve Dağıtım kısmı BAT (British American Tobacco) Tütün Mamulleri Sanayi ve Ticaret AŞ'ye 1.720 milyon ABD Doları bedelle satıldı.

Özelleştirme çalışmalarının başlatıldığı 2003 yılından itibaren gerek TEKEL markalarının pazar payı gerekse Türkiye'de tütün üretici sayısı, üretim alanları ve üretiminde ciddi bir düşüş başlamıştır. TEKEL markalarının pazar payı 2003 yılında yüzde 55,8 iken, satışın yapılığı 2008 yılında yüzde 30 civarına, 2009 yılında ise yüzde 20,6'ya düşmüştür. 2002 üretim yılında 406.000 kişi olan tütün üreticisi 2008 üretim yılı sonunda yüzde 55 oranında azalarak 181.000, tütün üretimi ise 2002 üretim yılında 160 bin ton düzeyindeyken 2008 üretim yılında 93 bin tona, 2002 üretim yılında üretim alanı 199 bin hektarken 2008 üretim yılında 146 bin hektara düşmüştür. Öte yandan en son 03.04.2008 tarihli 5752 sayılı Kanun ile 2008 yılı ürünü için yapılan sözleşmeli üretim uygulaması yeni bir düzenleme yapılmadığı için 2009 yılından itibaren sona ermiştir.

Sektörde bu gelişmeler olurken 31.12.2009 tarihli Resmî Gazete’de yayınlanan bir Bakanlar Kurulu Kararı ile sigara ithalatında paket başına 40 cent, homojenize (işlenmiş) tütün ithalatında kg başına 3 ABD doları olarak öteden beri alınmakta olan Tütün Fonu 1 Ocak 2010'dan itibaren kaldırılmıştır. Bu karar ile yabancı sigara şirketlerinin önündeki bütün engeller kaldırılmış, Türk Tütünü ve üreticisi sahipsiz bırakılmıştır. Son karardan sonra kalan üretim alanları da ortadan kalkacak ve dünyaca ünlü Türk Tütünü tarihe gömülmüş olacaktır.

AKP Hükûmetlerinin göreve başladığı tarihten bu yana izlediği politikalar nedeniyle, ağır darbelere maruz kalmış olan Türk Tütününün ve tütün üreticisinin sorunları ile son Bakanlar Kurulu Kararı'nın Türkiye'deki sigara üretimi ile Türk Tütünü üretimine ve üreticisine etkilerinin araştırılarak, çözüm yollarının tespiti amacıyla Anayasa’nın 98, İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

1) Mehmet Akif Hamzaçebi            (Trabzon)

2) Şevket Köse                                (Adıyaman)

3) Sacid Yıldız                                 (İstanbul)

4) Osman Kaptan                            (Antalya)

5) Birgen Keleş                               (İstanbul)

6) Bihlun Tamaylıgil                        (İstanbul)

7) Abdulaziz Yazar                          (Hatay)

8) Ali Rıza Öztürk                           (Mersin)

9) Mehmet Ali Özpolat                    (İstanbul)

10) Durdu Özbolat                          (Kahramanmaraş)

11) Ahmet Küçük                            (Çanakkale)

12) Nevingaye Erbatur                    (Adana)

13) Ensar Öğüt                                (Ardahan)

14) Tekin Bingöl                             (Ankara)

15) Ramazan Kerim Özkan             (Burdur)

16) İsa Gök                                     (Mersin)

17) Abdullah Özer                           (Bursa)

18) Mehmet Şevki Kulkuloğlu        (Kayseri)

19) Canan Arıtman                          (İzmir)

20) Nesrin Baytok                           (Ankara)

21) Ali Koçal                                   (Zonguldak)

22) Ali Rıza Ertemür                       (Denizli)

23) Muhammet Rıza Yalçınkaya     (Bartın)

 

4.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 25 milletvekilinin, sokak hayvanlarının ıslahı sorununun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/665)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Sokak hayvanlarının ıslahı sorununun araştırılması amacıyla Anayasa’nın 98 ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzüğü’nün 104 ve 105’inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz.

1) Ali Rıza Öztürk                           (Mersin)

2) Ahmet Küçük                              (Çanakkale)

3) Şahin Mengü                               (Manisa)

4) Hüseyin Ünsal                            (Amasya)

5) Hüsnü Çöllü                                (Antalya)

6) Metin Arifağaoğlu                       (Artvin)

7) Hikmet Erenkaya                         (Kocaeli)

8) Atila Emek                                  (Antalya)

9) Vahap Seçer                                (Mersin)

10) Birgen Keleş                             (İstanbul)

11) Fevzi Topuz                              (Muğla)

12) Bihlun Tamaylıgil                      (İstanbul)

13) Rahmi Güner                             (Ordu)

14) Yaşar Ağyüz                             (Gaziantep)

15) Yaşar Tüzün                              (Bilecik)

16) Nevingaye Erbatur                    (Adana)

17) Canan Arıtman                          (İzmir)

18) Nesrin Baytok                           (Ankara)

19) Ali Koçal                                   (Zonguldak)

20) Durdu Özbolat                          (Kahramanmaraş)

21) Ramazan Kerim Özkan             (Burdur)

22) Mevlüt Coşkuner                      (Isparta)

23) Mehmet Ali Özpolat                  (İstanbul)

24) Ali Rıza Ertemür                       (Denizli)

25) Ensar Öğüt                                                (Ardahan)

26) Muhammet Rıza Yalçınkaya     (Bartın)

Gerekçe:

Sokak hayvanları, ülkemizde, toplum sağlığını tehdit etmenin yanında uğradığı kötü muameleyle kamuoyu vicdanını sızlatan, yıllardır çözülememiş bir sorundur.

5199 sayılı Kanun, içeriği ve uygulamadaki aksaklıklar nedeniyle yetersiz kalmaktadır. Kısırlaştırma, sokaktaki hayvan popülasyonunun azaltılmasında bilimsel ve vicdanı yönden en uygun yöntemdir fakat tek başına yeterli değildir. Sokak hayvanı sorununun en temel nedeni, yurt dışından kaçak olarak getirilip pet-shoplarda satılan ve istatistiklere göre yüzde 70'i sokağa atılan hayvanlardır. Bu hayvanların üremesiyle caddeler, barınaklar binlerce hayvana kucak açmak zorunda kalmıştır. Ayrıca, pet-shoplar, sattıkları hayvanların aşı ve tedavilerini gerektiği şekilde yapmadığından ve yeterince denetlenmediğinden, halk sağlığını tehdit etmektedir.

Dolayısıyla, yurt çapında belediyelerce yapılacak etkin kısırlaştırma çalışmalarının yanında, tıpkı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi pet-shoplarda hayvan satışı yasaklanmalı, gümrüklerin denetimi artırılmalı, süs hayvanı ithalatına bir süre yasak getirilmelidir. Aksi takdirde belediyeler kısırlaştırma için seferber ettikleri iş gücü ve maddi kaynağa rağmen çözümsüzlükten kurtulamayacaklardır.

Sorunun bir ayağını da vatandaşların bilinçsizliği oluşturmaktadır. Eğitim çalışmalarıyla vatandaşlar bilinçlendirilmeli, barınaklardan ve sokaklardan hayvan sahiplenmeleri teşvik edilmelidir. Okullarda STK ve MEB iş birliğiyle eğitim programları düzenlenmeli, çocuklara hem kendilerini korumaları hem de sokak hayvanlarına zarar vermemeleri için, hayvanlara nasıl davranmaları gerektiği anlatılmalıdır.

Bunun yanında, terk etmelere karşı caydırıcı olması açısından hayvanlara çiplenme zorunluluğu getirilmeli, terk edilen hayvanların sahiplerine, hayvanların kimlik ve sağlık bilgilerinin yer aldığı bu çipler vasıtasıyla ulaşılarak yüksek cezalar ödetilmeli, bir daha hayvan edinmeleri yasaklanmalıdır.

Bugün 5199 sayılı Kanun'da yasak olmasına karşın, Zabıta Kanunu'yla belediyelere, kuduzdan sadece şüphe duyulması hâlinde bile zehirleme imkânı verilmesi büyük bir çelişkidir. Oysa bilimsel çalışmalar göstermektedir ki zehirlemelerle hayvan nüfusu ilk anda azalmakla birlikte, geride kalan hayvanlar daha kolay beslenme ve üreme imkânı bulduğu için hayvan nüfusu en kısa zamanda eskisinden çok daha büyük bir miktara ulaşmaktadır. Bir çift köpekten beş yılda 60 bin köpek ürediği göz önüne alındığında, belediyelerde ve belediye sınırları dışındaki, tarım ve hayvancılıkla geçinen il, ilçe ve köylerde etkin kısırlaştırma uygulanması, şimdiye kadar sokak hayvanı sorununu çözmekte hiçbir şekilde etkili olmayan, aynı zamanda millî medeniyet düzeyimiz açısından bir yüz karası olan zehirlemelerin acilen durdurulması gerektiği çok net bir şekilde görülmektedir.

Diğer taraftan, otoyollarda veya şehir içinde trafik kazasına uğramış veya hasta ruhlu kişiler tarafından işkence edilmiş hayvan görüntüleri kamuoyunda tedirginlik yaratmaktadır. Birçok ünlü seri katil ilk cinayetlerini hayvan öldürerek işlemişlerdir. Hayvana tecavüz eden birinin, fırsatını bulduğunda engelli bir insana veya bir çocuğa tecavüz etmesi an meselesidir. Dolayısıyla toplum huzuru ve güvenliği için hayvanlara karşı işlenen suçlar, tıpkı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, Kabahatler Kanunu kapsamından çıkarılmalı, Ceza Kanunu kapsamına alınmalıdır.

Vatandaşların sokak hayvanlarıyla ilgili en büyük iki sıkıntısı hayvanlara karşı duydukları tedirginlik ve idari mekanizmaların görevlerini yerine getirmemeleri sebebiyle zor durumdaki yaralı hayvanların tedavilerini kendilerinin üstlenmek zorunda kalışlarıdır. Bu nedenle belediyelerin hayvan ambulansı, bakımevi ve tedavi merkezlerine kavuşturulması, acil bilgi ve destek alınması gereken durumlar için çağrı merkezleri ve yerel hayvan koruma görevlilerinin istihdam edildiği mahallî bilgi gişeleri kurulması gerekmektedir. Yine, çevreyi kirleten, vatandaşları rahatsız eden veya köpeklerini dövüştüren hayvan sahiplerine yüksek cezalar uygulanmalı, bunun için gerekirse kolluk güçleri yetkilendirilmelidir.

Gönüllülerin yardım ve gözetiminde yavru ve sakat hayvanlara hizmet vermesi gereken bakımevlerine ödenekleri verilmeli, hayvanlar belediye üzerine kaydedilerek veteriner işleri müdürlüklerinden sorgulanabilmelidir.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır. Okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım:

 

VIII.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- (10/449) esas numaralı Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 8/4/2010 Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi

                                        08.04.2010

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu’nun 08.04.2010 Perşembe günü (Bugün) yaptığı toplantıda oy birliği sağlanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisinin, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurul’un onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                                           Ayla Akat Ata

                                                                                                                                 Batman

                                                                                                                       Grup Başkan Vekili

Öneri:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Ön Görüşmeler Kısmının 354 üncü sırasında yer alan 10/449 Kamudaki geçici personelin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis Araştırması açılmasına ilişkin önergelerin görüşülmesini, Genel Kurulun 08.04.2010 Perşembe günlü birleşiminde birlikte yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Barış ve Demokrasi Partisi Grubu önerisi lehinde ilk söz Tunceli Milletvekili Sayın Halis’e aittir.

Buyurun Sayın Halis. (BDP sıralarından alkışlar)

ŞERAFETTİN HALİS (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri Barış ve Demokrasi Partisi adına saygıyla selamlıyorum.

Tabii, 25 Haziran 2009 tarihinde bir araştırma önergesi vermiştik. Bilindiği üzere 4/C olarak adlandırılan ama diğer devlet ya da kamu çalışanlarından çok farklı özlük haklarına sahip olan bir nevi mağduriyet yasasının görüşülmesi ve Mecliste çözüm bulunması önergesiydi. 2007 yılında özelleştirmelerin mağduru hâline getirilen 215 bin işçi çeşitli yerlere, çeşitli çalışma alanlarına dağıtılarak mağduriyetleri giderilmişti ancak ne yazık ki 22 bine yakın işçinin mağduriyeti giderilmemiş ve gerçekten bunların mağduriyeti bugüne kadar devam etmişti. Bunlar yetmiyormuş gibi bugüne kadar bu mağduriyetlere yenileri eklenmeye başlandı.

Her şeyden önce, 4/C olarak bilinen bu mağduriyet yasası, mağduriyet kanunu dediğimiz duruma bir bakalım. 4/C nedir? Devlet Memurları Yasası’nın 4’üncü maddesinin (C) bendinin tanıma ve tanımlaması, çalışanları. Ne söylüyor bu maddenin (C) bendi? “Bir yıldan daha az süreli veya mevsimlik hizmet olduğunda Bakanlar Kurulunca karar verilen görevler ve belirtilen ücret ve adet sınırları içinde sözleşmeyle çalıştırılan işçi olmayan kişiler.” Burada özellikle işçi olmadığı çok açık ve net belirtiliyor.

Şimdi, Bakanlar Kurulu kararıyla her yıl bir düzenleme yapılmaya çalışılıyor, yıllık geçici personel kararnamesi deniyor buna. Her yılın başında bu düzenlemeler Resmî Gazete’de yayınlanıyor, yıllık uygulamalar böylece kamuoyuyla paylaşılıyor. En son 4 Şubat 2010 yılında -yani bu yıl- iyileştirmeler yapılmıştı. En son yapılan iyileştirmeler dâhilinde bakıldığında bile, hâlâ 4/C’li çalışanların bir mağduriyet içinde olduğunu çok açık ve net görürüz.

4/C’lilere bakıyoruz, yani bu geçici personele, bunların kıdem ve ihbar tazminatları yok; böyle, bu tazminatlardan yararlanamıyorlar. Bugüne kadar, son düzenlemenin yapıldığı güne kadar yılda on ay çalışıyorlardı, bunu on bir aya çıkarmışlar ama biraz sonra açıklayacağım aldığı ücret, aldıkları ücret on iki aya bölündüğünde, bu ücretin asgari ücretin altında olduğunu da görmüş olacağız. Ücretler son derece düşük. Yani kendilerini sosyal yaşam koşullarında idame etmelerine yetecek bir ücret değil. Yüksekokulu bitirmiş bir 4/C’li 875 lira alıyor, yine ortaokul ve dengi okullardan mezun olan çalışanlar 793 lira alıyor, ilkokul mezunu çalışanlar 711 lira alıyor. Bugün piyasadaki enflasyona ve pahalılığa bakıldığında, bu ücretlerle değil yaşamak, ev kirası ödendikten sonra elektrik su parası dahi ödemeye yetmeyecek kadar bir ücret. Oysaki bu ücreti alan insanlar devlet memurlarıyla, kendi çalışma arkadaşlarıyla aynı yerde, aynı zaman süresi içinde bir günde aynı işi yapmaktalar. İşte, Anayasa’nın eşitlik ilkesine de denk düşmeyen, ters düşen bu durumun mutlaka giderilmesi gerekiyordu, bugün bunu tartışıyoruz. Kaldı ki, aynı yerde, aynı süre içinde, aynı işi yapan sadece 4/C’liler değil, eğitim camiasına da bakıldığında öğretmenler, kadrolu, sözleşmeli, vekil, ücretli ve usta öğretici olarak gruplandırılmış ve bunlar farklı özlük haklarına sahip ve farklı ücret almaktalar. Dolayısıyla aynı yerde aynı işi yapıp farklı ücreti almak, hem iş yerinin verimliliği açısından hem de çalışanlar arasındaki psikoloji ve dayanışma açısından çok ciddi zaaflara yol açıyor.

4/C’lilerin çalışma saatlerine bakıyoruz. 4/C’lilerin çalışma sürelerinin belirlenmesinde “Devlet memurları için tespit edilen çalışma saat ve süreleri dikkate alınır.” deniyor.

Yine, 4/C’lilerin iş yapma yasağı konusunda “Çalıştıkları süre dâhilinde bir başka iş yapamazlar.” hükmüyle hükme bağlanıyor.

Yine, 4/C’lilere suç sayılan fiiller devlet memurlarıyla aynı değerlendiriliyor. “Devlet memurları için suç sayılan fiil ve hareketler ve yaptırımlar bu karar gereğince geçici personel için de geçerlidir.” deniyor.

İzinlere bakıyoruz. “Karar gereği çalışanları her ay için azami bir gün ücretli izin alınır.” Şimdi, değerli milletvekilleri, “azami bir gün” ne demektir? Acaba bunun asgarisi ne kadardır? Bunu da doğrusu anlamış değilim.

“Yıl içinde tabip raporuyla kanıtlanan hastalıklar çalıştıkları her dört ay için iki günü geçmemek üzere ücretli izin sayılır.” ve bu iki ayda bir gün demektir.

Yine “Rapor süresi içinde iki gün ücretli izin verilir.” deniyor. Şu demektir: İki günün dışında hasta yatağında da olsa ihtiyaç sınırı ne olursa olsun ücret verilmeyecek demektir.

Sözleşmenin feshine gelince. Sözleşmenin feshi tam bir kişinin tasarrufuna sunulmuş ve bir kişinin vicdanına, merhametine bırakılmayacak kadar değerli olan bu iş akdi feshedilmeye müsait hâle getiriliyor ve sözleşmenin bitiminde, ihbar kıdemi vesair adlar altında herhangi bir tazminat ödemesi yapılmıyor, yapılamıyor.

Geçen aylarda, daha doğrusu soğukların sıfırın altında olduğu günlerde yetmiş sekiz gün süren Tekel işçilerinin burada direnişi vardı. İşte, kendi haklarından yoksun bırakılan 12 bin Tekel işçisi bu koşulları kabul etmemek için direnmişti. Çoğunun emeklilik vakti gelmişti ve biliyorlardı ki bu sözleşme ya da bu statü dâhilinde bir çalışmayla emeklilik haklarını dahi kaybedecekleriydi. Bu yüzden direndiler ama AKP İktidarı bir iyileştirmeye yönelik adım atma yerine ya da uzlaşma arayışları yerine dünya kamuoyunun gözünden kaçmayan 12 Eylül koşullarının vahşetini uyguladılar. Ne yaptılar? Polis ablukasıyla, polis işgaliyle, coplarla, biber gazlarıyla sindirmeye çalıştılar. Daha sonra geldiler, yetmiş sekiz günün sonrasında geldiler yine aynı durum. Oysaki Tekel işçilerinin yetmiş sekiz günlük mücadelesi dâhilinde tek bir esnafın dahi camı kırılmamış, tek bir insanın canı yanmamış ve üstüne üstlük esnaflardan takdir ve övgü görmüşlerdi.

4/C’yle çalıştırılanlar sadece Tekel işçileri değil. Kendi Parlamentomuzda da, sayısını tam bilemeyeceğim, çok sayıda 4/C’li çalışan var. Yani bir yasama organının çalışanlarının Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı bir şekilde çalıştırılmasının mantığını anlamak gerçekten çok zor.

Biz, başta 4/C’liler olmak üzere Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı duran, aynı yerde aynı zamanda aynı işi yapan aynı bağlayıcı hükümlere tabi olan çalışanlar arasında bir eşitliğin sağlanması ve 4/C’lilerin yaşamış olduğu mağduriyetin giderilmesini istiyoruz.

Değerli milletvekilleri, yine, Mecliste ben bir başka konuyu dikkatlerinize sunmaya çalışacağım. Ofislerimizin bulunduğu A Blok’ta bir restoran var, yemekhane. Dikkat ettiyseniz, biz oraya girerken cakalı bir şekilde geçip gidiyoruz ama onlarca metre kuyrukta bekleyen Meclis personeli var. Biz yemeğimizi yiyip geri döndükten sonra dahi onların ancak 1 ya da 2 metre kuyrukta yol almış olduğunu görüyoruz. Nasıl ki milletvekilleri için kolaylaştırıcı düzenlemeler yapılıyorsa, nasıl ki milletvekilleri için Ana Bina’nın alt katındaki restorana personel ya da başkaları alınmıyorsa A Blok’taki yemekhanenin de…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) – Teşekkür ediyorum.

…sadece personele ayrılarak personelin kuyruğa girmeden, daha uygun koşullar içinde, daha uygun bir ortamda yemek yemelerinin olanağını yaratmak bizim görevimizdir diye düşünüyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Barış ve Demokrasi Partisi Grup önerisinin aleyhinde ilk söz Kayseri Milletvekili Sayın Mustafa Elitaş’a aittir.

Buyurun Sayın Elitaş. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Barış ve Demokrasi Partisinin, Danışma Kurulunda çoğunluk sağlanamadığından dolayı İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre getirdiği grup önerisinin, 4/C’li çalışanların sorunlarının araştırılmasıyla ilgili komisyon kurulmasına dair grup önerisinin aleyhinde söz almış bulunuyorum.

Değerli milletvekilleri, 4/C hepinizin de bildiği gibi 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4’üncü maddesindeki (C) fıkrası hükmü kapsamında kamuda çalışan personeli ifade etmektedir. Kısa dönemli çalışmayı ifade eden, kamunun kısa dönemli, sürekli olmayan işlerinde ihtiyaç duyduğu personeli çalıştırmak amacıyla ihdas edilmiş ve uzun zamandır uygulanmakta olan bir kanun fıkrası ama Türkiye’de 1980 yılından itibaren başlayan özelleştirmeler ve verimsiz çalışan tesislerin kapatılması sorunuyla karşı karşıya kalınmış, 2004 yılına kadar hem 1980 yılından başlayan özelleştirmeler ve AK PARTİ iktidarları dönemine kadar gelen özelleştirmeler çerçevesinde toplam 40 bin kişi kamuda çalışmadan dolayı ya özelleştirme veya kapatmadan dolayı tazminatlarını ve bütün hak ve imkânlarını alarak işsiz kalma ile karşı karşıya kalmıştır.

Kamuda çalışan personelin yaşlarının belli bir seviyeye ulaşması, özel sektörde de iş imkânı bulamaması ve özellikle de kamuda çalışan personelin özel sektörde iş imkânı bulamamasından dolayı ortaya çıkan emeklilik hakları-nı elde edebilmek ve sigortalılıklarını devam ettirmek gibi sorunlarla, olumsuz meselelerle karşı karşıya kalınmış. Biz bu dönemi 2002 yılı seçimlerine gider-ken ilimizde, hepinizin de illerinde, özelleştirme olan illerde değerli milletvekil-lerinin bu konunun büyük bir sorun olduğunu, bu sorunun çözülmesini en azın-dan kendilerine emeklilik hakkının verilmesiyle ilgili özelleştirmeden dolayı iş-siz kalmış, ama emeklilik hakkını elde edememiş insanların haklı talepleriyle karşı karşıya kaldık.

Muhakkak ki, bizden önceki, 1980 yılından itibaren özelleştirmeyle ilgili bu konuda mağdur olan insanların haklarını alabilmek, emeklilik imkânlarını sağlayabilmek için hükûmetler de elinden gelen gayreti göstermeye çalışmış-lar, ama bir sonuç elde edilememiş. Ne zaman ki, 2004 yılında Bakanlar Kuru-lunun aldığı bir karar gereğince 4/C’nin yapısı değiştirilerek kamuda özelleş-tirmeden dolayı işsiz kalmış, ama bütün hak ve imkânlarını almış, emeklilik hakkını elde edememiş kişilerin emeklilik haklarını sağlayabilmek kastı ve amacıyla 4/C’deki Bakanlar Kurulu kararıyla bir değişikliğe gidilmiş, o günden bu tarafa yaklaşık 1980 yılından itibaren özelleştirmelerden dolayı işsiz kal-mış, emeklilik imkânını elde edememiş 17.774 kişi 4/C kapsamında istihdam edilmiş. Bu 4/C kapsamının oluşmasındaki en büyük etken de şu anda Türk-İş yönetiminde olan o zamanki Tekgıda-İş Sendikası Genel Başkanının tekli-fi ve Türk-İş Başkanı, o dönemdeki Türk-İş Başkanı Hükûmetimize gelerek “Böyle bir talebi yerine getirdiğimiz takdirde bu insanların uzun yıllardır or-taya çıkan mağduriyetlerinin giderilmesine bir imkân sağlanır.” diye beya-natta bulunmuş ve bu da Hükûmet tarafından uygun görülerek Bakanlar Ku-rulu kararıyla kabul edilmiş. Ve önemli olan nokta şu: Bugün, meydanlardan Tekel işçilerinin sıkıntıyla karşı karşıya olduğunu ifade edip onları eyleme sürükleyen insanlar, Sayın Başbakana ve Hükûmete bu konuda teşekkür plaketi vermiştir.

Değerli arkadaşlar, 4/C ile ilgili 2009 yılına kadar sendikanın ve işçilerin bizden talepleri, Hükûmetten talepleri şuydu: On ay çalışıp bir ay gezmek, arkasından -sonra tekrar iş akitlerinin devamıyla ilgili sorun vardı- on ay çalışıp on iki ayda on aylık ücret alma durumuyla karşı karşıyaydı yani bir yılda aldıkları ücreti on iki aya böldüğünüz takdirde asgari ücretin çok az miktar üzerinde bir ücret elde etme imkânları sağlanmıştı. Sendika ve diğer yetkililerle yapılan görüşmeler çerçevesinde bu çalışma zamanının on bir aya çıkarılması ve izin haklarının, yılda on günlük olan izin haklarının daha da artırılması şeklinde talep Hükûmet tarafından kabul edilmiş ve 4/C’nin maaşlarına da bir iyileştirme yapılmıştır. 4/C’nin maaşlarına reel olarak ortalama yüzde 15 iyileştirme yapılmıştır ve bütün 4/C’lilerin on aylık aldıkları ücreti on bir aya çıkardığımız takdirde, yüzde 10 da aldıkları reel ücretin eskiden on ay alırken on bir aya çıkmasıyla birlikte 4/C kapsamında olan işçi kardeşlerimizin şu anda aldıkları maaşlara 2009 yılının başı itibarıyla baktığımızda yüzde 25 ile yüzde 30 arasında zam yapıldığı ortaya çıkmaktadır.

Tekel işçilerinin durumuna gelince: Şu anda 4/C kapsamına giren 8.367 Tekel işçisi var. Bunların illere göre dağılımını ifade etmek istiyorum: İzmir 1.738, Tokat 1.171, Diyarbakır 1.067, Ankara 982, Samsun 881, Manisa 802, Adıyaman 754, Hatay 592, diğer iller de var, toplamı 10.818 kişi ama bunların 8.367’si 4/C kapsamına girecek, geriye kalan kısmı da zaten nakle tabi personel. Bu 8.367 kişiden hemen hemen 2 bin civarında olan şahıslar, haziran ve temmuz aylarında, Tekel depolarının kapanma süreci o güne denk geldiğinden, işlerine devam edecekler.

Değerli arkadaşlar, bu süreç içerisinde, Tekelin özelleştirilmesinden bugüne kadarki geçen süreç içerisinde özelleştirme ile özelleştirilen kuruluş sahibi olan firma 4/C kapsamındaki işçilere iş garantisi, ücret garantisi, maaş artış garantisi vermek üzere işçi talebinde bulunmuş ama maalesef, sadece 300 işçi, özel sektörün bu yüksek oranlardaki maaşlarına, üç yıl iş garantisi olmak kaydıyla ve ikramiyeler de dâhil olmak üzere taleplerine, isteklerine cevap verebilmiş. Şimdi, bir buçuk yıl olmuş özelleştirme gerçekleştirileli ki, Tekelin özelleştirilmesi 2000 ve 2001 yılında yapılan Bakanlar Kurulu kararıyla ortaya çıkmış ve 2 bakan eskitmiş. Bir bakan, Tekelin özelleştirilmesi konusunda, Tekelin sadece isim ve üzerindeki taşınabilir mallarının özelleştirilmesini iddia ederken, ısrar ederken maalesef görevinden istifa etmek zorunda kalmış, yerine gelen bakan 2001 yılında alınan Bakanlar Kurulu kararıyla Tekelin bütün mamelekiyle birlikte özelleştirilmesine fırsat tanıyacak kararı almıştır.

Tekel, çeşitli zamanlarda ihaleye çıkarılmış, alıcı bulamamış ama 2008 yılında özelleştirmeyle birlikte, bir buçuk yıldır 4/C kapsamında Tekelde çalışan işçi arkadaşlarımıza toplam aylık 40 milyon liralık yani 40 trilyon liralık ücret ve maaş ödenmiş. Bunların aldıkları, kendilerine, iş akitleri feshedildiği takdirde, kıdem ve ihbar tazminatlarıyla birlikte, bütün haklarıyla birlikte, ortalama 40 bin lira yani 40 milyar lira kıdem ve ihbar tazminatı ödenmiş, hesaplarına yatırılmış. En az alan 20 milyar lira, en fazla alan 80 milyar lira, hesaplarına yatırılmış, ödenmiş. 1 Şubat 2010 tarihi itibarıyla gerçekleşmiş.

Ama burada, ne yazık ki farklı bir durumla karşı karşıya kaldık. Hükûmetin 1 Şubattan itibaren 4/C kapsamında müracaat ettikleri takdirde işe yerleştirileceklerini ifade etmesiyle birlikte, 2.500-3.000 civarındaki işçi kardeşimiz istihdam edilmek üzere müracaat etmişler Devlet Personel Başkanlığına, bir kısım işçiler de eylemlerine devam etmişler ama acı bir gerçek, maalesef, Danıştay, Hükûmetin aldığı kararın yürütmesini durdurarak 4/C’li işçilerin eylem yapmalarına fırsat verici yeni bir karara imza atmıştır.

MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis) – Çok üzüldük öyle bir karar alındığı için!

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bununla birlikte ne olmuştur? Bununla birlikte ne olmuştur?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bitiriyorum Başkanım.

Bakınız, şu anda 4/C kapsamındaki işçiler, sekiz aya kadar asgari ücretin 2 katı kadar ücret almayı hak edecekler ve sekiz aya kadar da bu eylemlerini sürdürme imkânı bulacaklar. Bakınız, Danıştayın bu aldığı kararın Türkiye ekonomisine maliyeti yaklaşık 100 milyon lira, 100 trilyon lira.

ALİ ARSLAN (Muğla) – Alkollü İçkilerin özelleştirilmesinden kaybınız ne kadar biliyor musun?

MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis) – Hazineyi boşalttılar, doğru mu?

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bunu siz eğer 4/C kapsamındaki işçilere iş akdi verilirken, onlara iş imkânı sağlanırken Danıştayın sadece Hükûmetin yaptığı işlemlere karşı bir direnişi, bir eylemi desteklemek, teşvik etmek amacıyla yapılan işin, hukukun temel kavramlarına ve kurallarına aykırı olduğunu düşünüyorum. Açıkçası, aç ve açıkta kalmıyor insanlar.

ALİ ARSLAN (Muğla) – İşçiye hakkını vermiyorsunuz, peşkeş çekiyorsunuz!

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bugün aldıkları ücretler: Ortalama 900 lira ücret alıyorlar.

 ALİ ARSLAN (Muğla) – Yazıklar olsun!

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Asgari ücretin 577 lira olduğu bir yerde 900 lira ortalama ücret alındığını düşünürsek…

ÖZDAL ÜÇER (Van) – Onlara sor, ne sebeple gidiyorlar.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – …Hükûmet bu insanları geçmiş dönemdeki gibi mağdur etmemiş, emeklilik haklarını ve evine aş götürme imkânını vermiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÖZDAL ÜÇER (Van) – Siz talepte bulunan işçilerin hepsine “terörist” damgasını vurdunuz; kadınlar terörist, işçiler terörist, emekçiler terörist!

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri… Sayın Üçer…

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bu önergenin zamansız getirilmiş bir talep olduğunu ifade ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Elitaş.

Barış ve Demokrasi Partisi grup önerisinin lehinde, Kocaeli Milletvekili Sayın Cevdet Selvi. (CHP sıralarından alkışlar)

M. CEVDET SELVİ (Kocaeli) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 4/C’li çalıştırılanlar hakkında verilmiş olan Meclis araştırması önergesi konusunda Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına görüş ve düşüncelerimizi söylemek üzere huzurunuzdayım. Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlarım.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin  genelinde var olan huzursuzluğun, yoksulluğun, rahatsızlığın, tedirginliğin asgariye indirilmesi için, ortadan kaldırılması için iktidarlar tarafından her türlü gayretin, çalışmanın, çabanın gösterilmesi gerektiği açıktır ancak ne yazık ki yıllardan beri o genel huzursuzluğu, değişik açılardan ve değişik sosyal grupları daha da mağdur ederek, mağduriyeti yaygınlaştırarak gerginliği, kaygıyı, huzursuzluğu artırmayı maalesef Hükûmetimiz bir yöntem olarak benimsemiştir. O nedenle, artık toplumun tahammülü kalmamıştır. Bunların en önemlilerinden bir tanesi de: “4/C” diye tanınan, bilinen, gerçekten çağımıza uygun olmayan, demokratik olmayan, hukuka uygun olmayan bir problem kangren hâline getirilmiştir. Sayıları hakkında ciddi bir bilgi almak mümkün değildir. Ancak bu sayılar ne olursa olsun geleceğe dönük bu mağduriyetin, bu haksızlığın yaygınlaştırılması için de bu 4/C’nin düzeltilmemesi için gayret gösterilmektedir. O nedenle bu önergenin bugün bir kere daha Meclisimizin önüne gelmesi büyük önem taşımaktadır ve bu kangren olan, bu çözümsüzlükten yarar umanlara yarar  sağlayacağı düşünülen olay çözülmelidir. Bu konuda Cumhuriyet Halk Partisi bu sorununun çözülmesi için 12/6/2009’da  araştırma önergesi vermiştir.

Değerli milletvekillerimiz bu yanlışlığın düzeltilmesi, bu haksızlığın giderilmesi için yine bu kürsüde  samimiyetle ayrıntılı bir biçimde konunun çözümünü açıklamıştır, anlatmıştır ama ne yazık ki her zaman olduğu gibi halkın sorunlarının reddedildiği, çözümlerinin kabul edilmediği gibi bu öneri de 2009 yılında maalesef reddedilmiş, daha  büyük kanayan yara hâline gelmiştir.

Yine, bu sorunun çözülmesinden yana olan ve önerilerini her vesileyle -soru önergeleriyle, gündem dışıyla- Meclisimize getiren ve toplumsal huzursuzluğa ilave, ek olmaması gayretinde, bu adaletsizliğin giderilmesi gayretinde olan Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri Sayın Tekin Bingöl ve arkadaşları tarafından 21 Aralık 2009’da  bir yasa teklifi verilmiştir, daha somutlaştırılmıştır, sorunun çözümü için yardımcı olunmaya uğraşılmıştır.

Yine, 4 Şubat 2010’da son derece ciddiyetle bir teklif, yasa teklifi daha hazırlanmıştır. Orada da bu sorunun ayrıntılı nedenleri, haksızlıkları, hukuki yönü, sosyal ve ekonomik boyutu ayrıca belirtilerek gerekçelerinde, bu yasanın çıkması için Sayın Oğuz Oyan ve Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri ciddiyetle, sorumluluk içerisinde gündeme getirdiği hâlde bir samimi cevap alamamıştır laftan başka. Bunun dışında, soru önergelerine, ne yazık ki ucundan tutulabilecek ciddi, gerçekçi yorumlar yapılabilecek rakamlar ve sayılar maalesef Hükûmetimiz tarafından da -soru önergelerine- böyle bir cevap, ciddi bir cevap verilmemiştir. Ancak seçim yaklaştığı zaman, 29 Mart seçiminden önce 2007 yılında 218 bin tane işçi alelacele… Pek çok geçici işçi, 4/C de dâhil yıllarca emek vermiş olmasına rağmen, hepimizi rahatsız eden, sonradan buna oy verenleri de rahatsız eden, altı ay çalışanları kadroya geçirme konusunda böyle bir adaletsizlik de yapılmıştır. On beş yıldır geçici çalışanlar kadroya alınmamış ama altı ay geçici çalışanlar -onun nedeni de o zaman açıklanmıştı- belediyelere alınanlar hesap edilmiş, altı ay olanlar yabancı olmadığı için, Hükûmetten yana olduğu için kadroya geçirilmiş 218 bin işçi ama yıllarca 4/C’li geçici işçiler maalesef yine askıda bırakılmıştır. Bu ve bunun gibi olaylar çok fazladır.

657 sayılı Yasa’nın o 4/C’si -eğer yasa geçmişi de- değişiklikten önce bakıldığında “yevmiyeli işçi” demektedir yani günlük çalışan, ertesi gün çalışıp çalışmayacağı belli olmayan bir statüdür; sonradan değişmiştir, “geçici işçi” statüsüne alınmıştır. Ancak, işte görüldüğü gibi, Anayasa’ya aykırıdır, eşitlik ilkesine aykırıdır. Yıllarca alın teriyle ülke ekonomisine vergisiyle, primiyle katkıda bulunan, üretimiyle katkıda bulunan, on beş- yirmi yılını veren kalifiye elemanlar işte, bu 4/C diye yerlerinden edilmiş, -geçici olarak da 4/C’li olarak da alınmıştır- pek çok tornacı, tesviyeci, kalifiye eleman; bahçıvan olarak, çaycı olarak, açıkça söyleyeyim, işten ayrılması için baskılar yapılacak, onurunu dahi zedeleyecek işlerde çalıştırılır hâle gelmiş ama derdini anlatacak yer bulamamışlardır.

Değerli arkadaşlarım, bu olay, sadece, bizim söylediğimiz, yıllarca sendikaların ve 4/C’lilerin söylediğiyle sınırlı değildir. Tekel işçileri, o çalıştıkları ve sonradan özelleştirilen yerlerde belirli kesimler zengin edilirken, oraya yıllarca emek vermiş insanlar derhâl işten atılır ve 4/C’ye zorlanır hâle gelmiştir.

4/C nedir? 4/C, adaletsizlik, haksızlık, insanları güç durumda bırakan bir çalışma düzenidir. Kıdem tazminatı yoktur, emeklilik yoktur, fazla mesaisi yoktur, verilen her işi yapmak zorundadır, yıllık izni yoktur ve iktidarın söyleyivereceği bir rakamla yıllarca çalışanların oralarda baskı altında tutularak işten uzaklaştırılması âdeta zorunlu hâle getirilmiştir.

İşte bu nedenledir ki Tekel işçilerinin namuslu, haklı mücadelelerinin sonunda Danıştay bir karar vermiş: “Verilen sürenin durdurulmasına.” Burada umutlu olmamıza rağmen, Hükûmet daha da aksine davranışlar içerisinde bunu bir fırsat olarak bu yarayı onarma ihtiyacı hissetmemiş ve dolayısıyla yaşanan diğer şiddet, o çağımıza uygun olmayan, Türkiye Cumhuriyeti’nin başkentinin ortasındaki herkesin yüreğini sızlatan olaylar meydana gelmiştir. Danıştayın otuz günlük süreyi uzatması, durdurmasının sonunda, Anayasa Mahkemesine de bu 4/C konusunu intikal ettirmiştir.

4/C insanlık dışı bir çalışma anlayışıdır. 4/C kölelik anlayışıyla istihdam anlayışıdır.

Eğer bir devlet, kendi çalıştırdığı insanını ekonomik ve demokratik haklarından yoksun bırakıp bu haksızlığa karşı gelenlere de gazla, biber gazıyla, copla, pis suyla en büyük şiddeti gösteriyorsa buna söylenecek bir şey yoktur.

Değerli arkadaşlarım, ne kadar söylersek söyleyelim bugüne kadar pek çok duyarlı milletvekili 4/C’lilerin ailelerinin hangi mağduriyet ve bunalım içinde olduğunu bu kürsüden getirip anlattılar. Cinnetlerin, intiharların, o yarını ne olacak yaşam standardından birdenbire ücretlerini düşürerek, sosyal haklarını yok sayarak geleceğini karartan durumu elbette ciddiyetle ele almak gerekir. Bunların sayısı artmaktadır. Bakın, “babalar gibi” satmaya devam edeceksiniz. Topun ucunda şeker işçileri vardır. Binlerce işçi hayatı boyunca çalışmış, verilen işi günü gününe yapan bu insanları da mağdur etmek için bunun üstünde inatlaşılmaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum. Tamamlayın lütfen.

M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Ama şunu açıkça söyleyeyim ki, bu baskılar, bu şiddet ne yazık ki, Türkiye’deki bunalımı artıracak önemli bir boyuta ulaşmıştır. Asgari ücretin durumu bellidir. Bunlara yapılan iyileştirmeler ortadır, anlam ifade etmemektedir.

O nedenle, bir an önce Türkiye’de iktidarlar görevlerini yerine getirmek mecburiyetindedir. Sorunları kangren hâline getirmek, sorunları daha da yaygınlaştırmak yerine çözümü bulmak zorundadır ama ne yazık ki sadece 4/C değil sekiz yılın muhasebesi yapıldığında hiçbir sorun -dış ilişkilerden, ekonomik, sosyal, siyasal sorunlara- çözülememiş, o sorunlar kangren hâline getirilmiş, yeni sorunlar yaratılmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Biz, bu konuda milletvekillerimizi, iktidar milletvekilleri Anayasa’ya da intikal eden bu konunun çözümü konusunda eğer daha samimi, gerçekçi davranırsa ancak bundan memnun olur, teşekkür ederiz, çünkü bu yarayı çözmüş olurlar. Ve biz, bu önergenin… Tabii ki sınırlı süre içerisinde daha gerçekçi, daha rakamsal olarak birtakım şeyleri anlatmak mümkün değil, ama istenen nedir? Bu toplumsal bir yaradır, bu çalışma hayatının yarasıdır, bir partimiz de, bu konuyu gelin Mecliste, iktidarıyla muhalefetiyle, bu sorunu, bu toplumsal yarayı çözelim diye Tüzük’ün verdiği bir yetkiyi istemiştir. Gelin, bir komisyon kuralım, bunu nasıl çözeriz Türkiye'nin gerçekleri içerisinde diye. Buna her zaman olduğu gibi tepki göstermek, reddetmek yerine bu çalışmaya imkân verirseniz bundan ancak mutlu oluruz.

BAŞKAN – Sayın Selvi, teşekkür ediyorum.

M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Biz, bu önergenin lehine oy vereceğiz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Barış ve Demokrasi Partisi Grubu önerisinin aleyhinde, Konya Milletvekili Sayın Mustafa Kalaycı. (MHP sıralarından alkışlar)

MUSTAFA KALAYCI (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4’üncü maddesinin (C) bendi kapsamında çalıştırılan personelin sorunları ve Milliyetçi Hareket Partisi olarak önerilerimizi ifade etmek üzere huzurlarınızda bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

10 Nisan Polis Günü. Türk milletini koruma görevini hiçbir karşı eylem ve tehditten korkmadan canı pahasına sürdüreceğine duyduğum inançla, Türk polis teşkilatının 165’inci kuruluş yıl dönümünü en samimi dileklerimle kutluyorum.

10 Nisan 1845 tarihinde kurulmuş bulunan ve bugüne kadar ülkemizde güvenlik ve düzeni sağlamak ve korumakla görevli Türk polisi, çok zor çalışma koşullarına karşın halkın gurur kaynağı olmuştur. Her şeyden önce bir fedakârlık mesleği olan polis teşkilatımız, hem vatandaşlarımızın can, mal ve namusunun korunmasında hem de adaletin tecellisinde önemli bir görev üstlenmiştir. Türk polisi bu görevlerini üstün bir gayretle yerine getirirken bölücü terör örgütleriyle mücadelede de takdire şayan başarılar elde etmiştir. Polisin bu meşakkatli görevinde en büyük desteği, milletimizin kendisine olan güven ve sevgisidir.

Bu duygularla, emniyet teşkilatımızın bugünkü seviyesine gelmesinde emeği geçenlere teşekkür ediyor, bu vatan ve Türk milleti uğruna canını vermiş aziz şehit polislerimize rahmet, gazilerimize şükranlarımızı sunuyor ve tüm polis teşkilatına da sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, 657 sayılı Kanun’un 4’üncü maddesinin (C) bendi kapsamında geçici personel istihdamı bir yıldan az süreli veya mevsimsel hizmetler için öngörüldüğü hâlde, asli ve süreklilik arz eden kamu hizmetlerinde her yıl yenilenen sözleşmelerle çalıştırılan geçici personel, geçici olmaktan uzaklaşmış, sürekli istihdam edilir hâle gelmiştir. Mevcut uygulama kanunun lafzına da ruhuna da aykırıdır.

4/C mağduru arkadaşların hangi hizmetlerde çalıştıklarını siz de biliyorsunuz. İçinizde 4/C’lilerin geçici hizmetlerde, mevsimsel hizmetlerde çalıştırıldığını iddia edebilecek bir milletvekili var mı? Bu arkadaşların hepsi devletin asli ve süreklilik arz eden hizmetlerini ifa etmektedir. Bu nasıl geçicidir? Üç yıldır gerek Plan ve Bütçe Komisyonunda gerekse Genel Kurulda yaptığım konuşmalarda ilgili bakanlarımıza ve kurumlarımıza soruyorum, ama cevap alamadım. Allah aşkına, bu insanlar bu statüde çalışarak emekli oluyor, buna nasıl “geçici” diyebiliyorsunuz? AKP Hükûmetinin yaptığı uygulama açık bir biçimde kanuna aykırıdır. Hukuka aykırı uygulamanın yanında, bu insanlar, 4/C mağdurları kamuda çalışan emsallerinin sahip oldukları mali ve sosyal haklara sahip olmaksızın düşük ücretli istihdama zorlanarak yıllardır mağdur edilmektedir. Şimdi soruyorum: Hani eşit iş yapana eşit ücret verecektiniz? Hani ücret reformunu, personel rejimi reformunu gerçekleştirecektiniz? Tam yedi buçuk yıl oldu, maalesef bugüne kadar bu konuda hiçbir adım atmadınız. Bu arkadaşlar 4/C mağdurları olarak anılmaktadır. AKP hükûmetlerinin yaptığı uygulama hukuka da vicdana da insafa da sığmamaktadır.

AKP Hükûmeti Tekel işçilerinin haksız olduğunu ileri sürmüştür. Haksız olan bir insan bu kadar tepki verebilir mi? Hakkını aramayan biri bu kadar zulme, eziyete katlanabilir mi? Haklarını arıyorlar, haklarını alabilmek için de her şeye katlanıyorlar.  Siz işçilere eziyet etmekten, acı çektirmekten zevk mi alıyorsunuz? Siz Danıştayı, işçileri suçlayacağınıza, Tekelin içki bölümünün deposundaki mallarından düşük bir fiyatla konsorsiyuma nasıl devredildiğinin, o konsorsiyumun, söz konusu bölümü 518 milyon dolar havadan kazançla bir Amerikan şirketine nasıl sattığının, Tekelin bütün birimleriyle yabancılara devredilmiş olmasının ve ardından sigara fabrikalarının kapanışına seyirci kalmanızın bir hesabını verin. Daha bu yılın başında ithal tütün ve sigaradan alınan fonu kaldırıp, yabancı şirketlere nasıl kaynak aktardığınızın, yerli üreticiyi nasıl perişan ettiğinizin öncelikle bir hesabını verin.

Değerli milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, daha önce bazı torba kanunlarda ve bütçe kanunlarıyla ilgili görüşmelerde sürekli önergeler verdik. Bu önergelerimizle, 657 sayılı Kanun’un 4’üncü maddesinin (C) fıkrası kapsamında sözleşmeyle çalıştırılan mevcut geçici personelin durumlarına uygun memur ya da işçi kadrolarına atanmalarını teklif ettik.

Ayrıca, bu statüde çalışan mevcut personele durumlarına uygun kadroya atama yapılıncaya kadar kamu kurumlarında çalışan emsallerine ödenen aylık ek gösterge ve tazminatlar dâhil ele geçen ücretleri almaları hususunu teklif ettik ancak AKP Grubunun oylarıyla reddedildi.

Yine aynı konuda verilmiş kanun teklifleri var, Milliyetçi Hareket Partisi olarak verdiğimiz kanun teklifi var; komisyon gündeminde görüşülmeyi beklemektedir. Milliyetçi Hareket Partisi olarak verdiğimiz kanun teklifi şu an elimde. 12 Ocak 2010 tarih, 2010/4965 sayı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bu kanun teklifini verdik. Bu kanun teklifinde öngördüğümüz hususları kısaca ifade etmek istiyorum:

Öncelikle bu “4/C fıkrası” dediğimiz 657 sayılı Kanun’un 4’üncü maddesinin (C) fıkrası hükümlerinin yürürlükten kaldırılmasını teklif ettik. Bu yürürlükten kaldırıldıktan sonra da geçici personelin bir yıl içerisinde durumlarına uygun memur ya da işçi kadrolarına atanmalarını teklif ettik, ayrıca bunlara da yeni kadrolara atanıncaya kadar emsallerine ödenen ücretlerin ödenmesini öngördük.

Esasen bu uygulamaya baktığımız zaman, 2004 yılı öncesi 657 sayılı Kanun’un 4/C maddesi hükümlerine göre geçici personel çalıştırmanın sık uygulanan bir çalışma statüsü olmadığı, çok az sayıda ve özellik arz eden kısa süreli bazı işlerde uygulandığı anlaşılmakta. Günümüzde hizmet alımı uygulaması geniş bir alana yaygınlaşmış olup ortaya çıkabilecek geçici işler için böyle bir uygulama yapılabileceği düşünülmektedir. O nedenle 657 sayılı Kanun’un 4’üncü maddesinin (C) fıkrası hükümlerine ihtiyaç kalmadığını düşünüyoruz. Bu nedenle bu fıkranın yürürlükten çıkarılmasını kanun teklifimizde öngörüyoruz.

Değerli milletvekilleri, AKP İktidarı döneminde kamu yönetiminde kadrolaşma, kayırmacılık, yolsuzluk ve yozlaşma anlayışı hâkimdir. Kamu kurumlarına müdahale edilerek kamu yönetimi geleneği yok edilmiş, kamu yönetimi, kurum, kural ve çalışanlar bakımından her yönüyle tahrip edilmiştir. Bugüne kadar kamu yönetimi alanında yapılan, kamu yönetiminde birlik ve bütünlük ilkesinden tamamen uzak, temel dengeleri tahrip eden, eşitliği zedeleyen, adaletsizliğe yol açan düzenlemelerdir. Yedi yıldır Hükûmet, hatta yedi buçuk yıldır Hükûmet, bir yandan kamu yönetimindeki dengesizlik, verimsizlik ve kalitesizlikten, bürokratik oligarşiden şikâyet etmiş, bir yandan da bu düzensizlikleri gidermek yerine kullanmak, bu yolla kayırmacılık yapmak tercih edilmiştir. Kamu hizmetine girişte liyakati ve hakkaniyeti temin maksadıyla çıkarılan merkezî sınav ve görevde yükselme uygulaması subjektif değerlendirmelere açık hâle getirilmiş, ana sistemden uzaklaşılarak sözleşmeli ve geçici istihdam yöntemleri, amacı dışında, istenilen kişiyi işe yerleştirme aracı olarak kullanılmıştır.

Kamu yönetimindeki yolsuzluk ve yozlaşma büyük boyutlara ulaşmış, işler çoğu zaman meşru zeminde yürür hâle gelmiştir. Hükûmetin vücut dilinden anlamayan personel taciz edilmiş, yıldırma politikası uygulanmıştır. Terfilerde kayırma esas olmuş, hizmet ihtiyacına bağlı olmaksızın çok sayıda yeni personel alınmış ve idari görevler siyasi yandaşlarla doldurulmuştur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

MUSTAFA KALAYCI (Devamla) – Değerli milletvekilleri, tabii, bir araştırma açılması teklifi var. Yalnız, konu o kadar açık ki yani verdiğimiz iki maddelik kanun teklifi bu sorunu çözecek niteliktedir. Ayrıca, araştırma yaparak zaman kaybına meydan vermemek açısından, bir an önce, komisyonda gündemde bekleyen Milliyetçi Hareket Partisi kanun teklifinin, 4/C’li mağdurların durumlarına uygun memur ve işçi kadrolarına alınmasını öngören kanun teklifimizin hızla komisyonda görüşülüp Genel Kurula indirilmesiyle ve sizlerin vereceği destekle bu sorunun çözüleceğine yürekten inanıyorum. Bu vesileyle desteklerinizi bekliyorum.

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kalaycı.

Grup önerisini oylarınıza sunuyorum…

III.- YOKLAMA

(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Toplantı yeter sayısı istiyoruz.

BAŞKAN – Yoklama talebi vardır.

Sayın Kılıçdaroğlu, Sayın Selvi, Sayın Aslanoğlu, Sayın Oksal, Sayın Öğüt, Sayın Köse, Sayın Arat, Sayın Çakır, Sayın Yalçınkaya, Sayın Barış, Sayın Tütüncü, Sayın Paçarız, Sayın Diren, Sayın Bingöl, Sayın Seçer, Sayın Hacaloğlu, Sayın Aydoğan, Sayın Ünsal, Sayın Karaibrahim, Sayın Günday, Sayın Altay.

Yoklama için üç dakika süre veriyorum ve süreyi başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN - Toplantı yeter sayısı yoktur.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

 

 

Kapanma Saati:15.02
 

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.17

BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Harun TÜFEKCİ (Konya)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 84’üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

III.- YOKLAMA

BAŞKAN – Barış ve Demokrasi Partisinin, İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş önerisinin oylanmasına geçmeden önce istem üzerine yapılan yoklamada toplantı yeter sayısı bulunamamıştı.

Şimdi elektronik cihazla tekrar yoklama yapacağım.

Yoklama için üç dakika süre veriyorum ve yoklamayı başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır.

VIII.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

1.- (10/449) esas numaralı Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 8/4/2010 Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi ( Devam)

BAŞKAN – Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri reddedilmiştir.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

2.- (10/489) esas numaralı Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 8/4/2010 Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi

                        Tarih: 08.04.2010

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu'nun 08.04.2010 Perşembe günü (bugün) yaptığı toplantısında, Siyasi Parti Grupları arasında oybirliği sağlanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisinin İçtüzüğün 19 uncu Maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.      

Saygılarımla.

                                                                                                                          Mehmet Şandır

                                                                                                                                Mersin

                                                                                                                  MHP Grup Başkanvekili

Öneri:

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler kısmında yer alan 10/489 esas numaralı, "Emniyet Teşkilatı mensuplarının çalışma şartlarındaki ve özlük haklarındaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla" Anayasanın 98. ve İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince Meclis araştırması önergelerinin görüşmelerinin Genel Kurulun 08.04.2010 Perşembe günkü birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisinin lehinde ilk söz, Mersin Milletvekili Sayın Behiç Çelik’e aittir.

Buyurun Sayın Çelik. (MHP sıralarından alkışlar)

BEHİÇ ÇELİK (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu tarafından (10/489) esas numaralı emniyet teşkilatı mensuplarının çalışma şartları ve özlük hakları sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılması için söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Kahraman Türk polisi, kuruluş tarihi olan 10 Nisan 1845’ten bu yana ülkenin dirlik ve düzeni, huzur ve güveni, asayişin temini bakımından oldukça önemli hizmetler ifa etmiş, savaşta cephede savaşmış, terör, isyan ve ayrılıkçılık hareketlerinde antiterör mücadelesini yürütmüş, suç ve suçlu ile canını dişine takarak mücadele vermiş, bunu yaparken de şehitler ve gaziler vermiş bir ocağın mensuplarıdır. Polis marşında dediği gibi: “Hudutta ordu bekler, dahilde biz bekleriz. Biz kanunu, rejimi koruyan polisleriz.”

Değerli milletvekilleri, Türk polis teşkilatı 165 yıldır ülkesine ve milletine çok zor şartlar altında şerefle hizmet etmektedir, etmiştir. Geçen zaman içerisinde hizmet kalitesinin ve eğitim seviyesinin yükselmesi amacıyla Polis Akademisine bağlı Güvenlik Bilimleri Fakültesi kurulmuştur. Polis okulları iki yıllık meslek yüksekokulu hâline dönüştürülmüştür.  Bugün polisimizin yüzde 70’inin eğitim seviyesi üniversite düzeyine gelmiştir. Bu, çok sevindiricidir. Mevcut polislerimizin yüzde 1’i ortaokul, yüzde 21’i lise, yüzde 52’si ön lisans ve yüzde 26’sı ise lisans mezunu durumuna gelmiştir. Devletimizin en köklü kuruluşundan olan polis teşkilatımız bugün 200 bini aşan personeliyle ülkemizin huzur ve güvenliği için çalışmalarını başarıyla sürdürmektedir.

Avrupa ülkelerinde ortalama 250 kişiye bir 1 polis düşmektedir. Ülkemizde ise bu rakam 313’tür. Emniyet teşkilatımızın da hedefi, 250 vatandaşımıza 1 polis düşmesi şeklinde kadrolaşmaktır. 20 bini İstanbul için olmak üzere 45 bin polisin derhâl alınmasında, güvenliğimiz açısından fayda mülahaza etmekteyiz.

Avrupa Birliğine giriş sürecinde polisin ve jandarmanın temel insan haklarına saygılı, nezarethane koşullarının mümkün olduğunca iyi, sanık haklarının gözetiliyor olması önemli bir gelişmedir ancak bu iyi uygulamaların devamı istenirken âdeta suçluyu daha güçlü konuma getirme çabaları, asayişsizliğin özendirilmesi, devlete olan güven duygusunun sarsılması, bilinçli olarak, gelen her AB heyetinin soluğu hassas bölgelerde alması polisin göreve olan aşkının şiddetini azaltmakta ve maneviyatını bozmaktadır.

İğneyi başkasına çuvaldızı kendimize batırırsak, teşkilat içerisinde çok az da olsa çürük elmaların olduğu da bir gerçektir. İmajı ve makamı koruma telaşında olan birtakım amirler, teşkilatın yetki, imkân ve gücünü tehlikeli bir şekilde dönüştürmeye tevessül edebiliyorlar. Bu sebeple disiplinsizlik egemen olmaya başlıyor. Disiplinsiz ve keyfî polis, hukuk devleti için en büyük tehdit unsuru hâline gelebiliyor. Bunların önlemi de derhâl alınmalıdır.

Değerli milletvekilleri, polisin moral, etik, insani değerleri yüceltilerek güç kullanma yetki ve imkânları artırılmalıdır. Polis, Türk devletinin varoluş simgesidir. Asla caydırıcılığı gölgelendirilmemelidir. Gerek Ceza Kanunu gerek Ceza Muhakemeleri Kanunu ile polisin elinden alınan yetkiler tekrar verilmeli, önleyici zabıta güç ve kudreti sağlanmalıdır.

Soruşturma ve kovuşturmada şahsi kusur dışında polise mutlaka sahip çıkılacak sistemler kurulmalıdır. Polisin maaş imkânları artırılmalı, polis çocuklarının okumalarında kolaylıklar sağlayacak düzenlemeler yapılmalıdır.

Arkadaşlar, polis gerek önleyici ve gerekse adli görevler yapar. Kamu düzenini bozucu bir suç işlendiğinde adli polis delilleri toplamak, suç işleyen şahısları yakalamak, cumhuriyet savcısı adına soruşturmayı yürütmek ve  suçluları adalete teslim etmekle mükelleftir. Nitekim 2559 sayılı Kanun da bu keyfiyeti düzenlemektedir.

Sosyal ve genel düzenle ilgili kanun, nizam ve emirlerin yapılmasını sağlayan, suçu oluşundan evvel önleyici tedbirleri alan polis ise önleyici polistir, idari polistir. İdari kolluğun en belirgin özelliği önleyici nitelikte olmasıdır. İdare, kanunların suç saydığı fiillerin oluşmaması için önceden bazı önlemler alır ve uygular, emir ve yasaklar koyar, gerektiğinde kuvvet kullanarak bu faaliyetleri engeller. İdari kolluk, kural olarak suçluları izleyici, delilleri toplayıcı değil; düzenleyici, önleyici ve durdurucudur.

Değerli milletvekilleri, İçişleri Bakanlığına bağlı olmasına rağmen Emniyet Genel Müdürlüğünün ayrı bir bütçeye sahip olması teşkilata verilen önemin bir göstergesidir. Kurumsal gelişim için gösterilen çabalar, polisimizin çalışma koşulları ve aldıkları ücrete maalesef yansımamaktadır. Polisimiz diğer devlet memurlarından daha fazla çalışmaktadır ve ne taşıdığı riskin ne de verdiği hizmetin karşılığını tam olarak alamamaktadır. Polislik zorlu ve sıkıntılı bir meslektir, risk mesleğidir. Bu sebeple son on yılda 276 polisimiz ne yazık ki intihar etmiştir; 102 polis şehit olmuş, toplam 1.556 polis görev sırasında veya görevin yarattığı meslek hastalığından vefat etmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Başbakan tarafından 2007 yılı genel seçimleri öncesi maaş artışlarıyla ilgili polislerimize söz verilmiştir. Üzülerek söylüyorum, şu ana kadar, 2007’den bu yana polisimizin maaşında ve özlük haklarında kayda değer bir gelişme olmamıştır.

Ülkemizde cezaevlerinin 100 bini aşan rakamla son otuz yıldaki en yüksek doluluk oranına ulaşmış olması da ayrıca dikkat çekicidir. Bu durum polisimizin suça karşı etkin mücadelesindeki başarısını göstermekle birlikte, bu rakamların AKP İktidarının ekonomide basiretsiz politikalarının sonucunda ekonomik sıkıntılar içerisinde suç işlemeye yönelinmesi bir etkendir. AKP’nin ekonomide çeteleşme, kayırmacılık, soygun, vurgun, talan, yolsuzluk gibi toplumsal vahamet yansımaları bunun en önemli sonucudur.

Arkadaşlar, öte yandan, özellikle büyük kent merkezleri ve bilhassa Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da terör faaliyetlerinde görülen artış yine AKP’nin iç ve dış güvenlik politikalarında ve işbirlikçi politikalarının bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. AKP’nin takip ettiği yanlış güvenlik politikaları bir yandan Türk milletinin millî birliğini zedelerken, diğer taraftan da terör eylemlerinin tırmanmasına elverişli iklimi oluşturmuştur. MHP olarak büyük Türk milletine kurulan tuzağın farkındayız.

Değerli milletvekilleri, tüm bu tablolara rağmen, karanlık tabloya rağmen, yinelersem, Başbakan tarafından söz verilmesine rağmen, polisimizin özlük hakları, çalışma saatleri ve koşulları gibi alanlarda diğer devlet memurlarına sağlanan imkânlar mutlaka sağlanmalıdır. İktidarın polise verdiği söz havada kalmasın. Namusumuzu, canımızı emanet ettiğimiz polisimizi ortada bırakmayalım, yoksa yanlış yapmış oluruz.

Emniyet teşkilatı gece gündüz, üstün gayret ve fedakârlıklarla çalışmasına rağmen, özlük hakları maalesef, tekrar ediyorum, iç açıcı değildir. Polisler 657 sayılı Kanun kapsamında özlük haklarından yararlanmakta ama diğer memurlardan…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

BEHİÇ ÇELİK (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

…çok zor ve riskli bir görev yapmaktadır. Bu itibarla emniyet müdürleri olsun, diğer emniyet görevlileri olsun kendileriyle eş değer diğer kamu görevlilerine eşit maaşa kavuşturulması gerekmektedir. Özellikle emniyet mensuplarının, emeklilerinin aldığı emekli maaşının yüzde 40 oranında, emekli olunca, asli maaşından daha az olduğunu görmekteyiz.

Bu duygularla, sayısı 200 bini geçen emniyet teşkilatımıza saygılar sunuyoruz, 10 Nisan Polis Günü’nü kutluyoruz ve Meclis araştırma önergemizin yüce heyetinizce kabulünü arz ve talep ediyoruz. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çelik.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu önerisinin aleyhinde Malatya Milletvekili Sayın Öznur Çalık. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ÖZNUR ÇALIK (Malatya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kahraman polis teşkilatımızın kuruluşunun 165’inci yıl dönümü ve Polis Haftası nedeniyle şahsım adına söz almış bulunuyorum. Konuşmama başlamadan önce yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Polis teşkilatımız kendisini sürekli geliştirerek çağın gereksinimlerine uygun biçimde kendini yenilemiş ve bugün uluslararası alanda saygı duyulan bir teşkilat hâlini almıştır. Asya ile Avrupa arasında bir köprü vazifesi gören ülkemizin karşılaştığı, başta terör olmak üzere, yasa dışı pek çok sorunla mücadelede tecrübeli idarecilerimiz ve teşkilatıyla sayısız başarılara imza atmıştır polis teşkilatımız. Yine polis teşkilatımız, ülkemizin eğitim düzeyine uygun olarak eğitim çıtasını çok ciddi manada yükseltmiştir. 1913 Polis Nizamnamesi’ne göre polis adayının seçiminde okuma ve yazmasının olması, yazısının okunaklı olması, imlasının düzgün olması, okuduğunu anlayacak ve tekrar edecek zekâ gücüne sahip olması özelliği aranmaktaydı. Şimdi ise yüksekokul şartı aranmaktadır.

Değerli milletvekilleri, Emniyet Genel Müdürlüğümüz bugünkü yapısıyla 81 il emniyet müdürlüğü, 408 ilçe emniyet müdürlüğü, 476 ilçe emniyet amirliği, 1.313 adet polis merkeziyle, kendi görev alanlarında yaklaşık 210 bin personeliyle iç güvenlik hizmeti sunmaktadır.

Polisimizin ihtiyacının karşılanmasına yönelik olarak AK PARTİ İktidarları döneminde çok önemli adımlar atıldı. Bu bağlamda, polis teşkilatının hizmet öncesi ve hizmet içi eğitimlerine büyük önem verdik. Polis meslek yüksekokullarının sayısını artırdık. Ayrıca, dört yıllık fakülte mezunlarının altı aylık eğitimden sonra polis memuru olarak teşkilata katılmasını sağlayan yasal düzenlemeyi yaptık. Bu amaçla 9 polis meslek eğitim merkezi açtık. Polis meslek eğitim merkezi müdürlüklerinden bugüne kadar 14 bin dolayında polis memurumuz mezun olmuştur.

Polis okullarının polis meslek yüksekokullarına dönüştürülmesi ve üniversite mezunlarının polis meslek eğitim merkezlerine alınmasıyla üniversite mezunu polis memurlarımızın oranı teşkilatta yüzde 75’e ulaşmıştır.

Geçtiğimiz yıl iki yüz elli farklı konuda düzenlenen hizmet içi eğitim faaliyetlerine yaklaşık 100 bin polisimiz katılmış ve bu, her yıl devam etmektedir.

Dış temsilciliklerimizin koruma misyonlarında, Birleşmiş Milletlerin barış misyonlarında, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) gibi çeşitli görevlerde 730 bin polisimiz ülkemizi başarıyla uluslararası alanlarda temsil etmektedir. Bununla beraber, polisimiz, suçla mücadeledeki etkinlik ve başarısını uluslararası eğitimlerle diğer ülke polis teşkilatlarına da aktarmaktadır. Gerek hizmet öncesi gerek hizmet içi eğitimlerle öyle bir noktaya ulaşıldı ki, bugün polisimiz birçok yabancı ülke polisini eğitir düzeye gelmiştir.

2008 yılı içerisinde 16 ülkeden 1.621 yabancı ülke polisine kendi ülkelerinde eğitimler verilmiştir. Ayrıca, yine bu yıl içerisinde 19 ülkeden 646 yabancı ülke polisi ülkemizde Türk polisi tarafından eğitilmiştir. Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Fakültemizde hâlen 20 ülkeden 291 yabancı uyruklu öğrenci eğitim görmektedir ve biz, polis teşkilatımızın bu uluslararası imajı ve prestijiyle gerçekten övünüyoruz.

Kıymetli arkadaşlar, büyük fedakârlıklarla hizmet sunan emniyet mensuplarımıza sağladığımız imkânların onların çabalarının tam karşılığı olmadığını tabii ki biliyoruz. Geçtiğimiz süreçte, Hükûmetimiz döneminde bazı iyileştirmeler yapılmış olmakla birlikte bunun da yeterli olmadığını tabii ki biliyoruz. Yine, imkân ve fırsatlar elverdiğinde bu konuda Hükûmet olarak, AK PARTİ İktidarı olarak gerekenin yapılacağından hiç endişeniz olmasın.

Nitekim, 2008 yılı içerisinde yapılan ayarlamalarla, polis memurlarımız -yeni atamayla, memur maaşlarına- yaklaşık 2 milyon maaş almaktadır. Diğer yandan, TOKİ Başkanlığıyla imzalanan protokol gereği, 2005-2008 yılları arasında, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri ağırlıklı olmak üzere, 6.658 adet lojman teslim edilmiştir. Emniyet personelimize, yine TOKİ aracılığıyla lojmanları tahsis ederek hizmet sunmaktayız. TOKİ’nin bu konudaki çalışmaları artarak devam etmektedir.

Yine, iç güvenlik hizmetlerinde teşkilatlarımızın modernizasyonunu, en son araç gereçleri ve teknolojiyi kullanmasını çok önemli görüyoruz. Ama modernizasyonu sadece araç ve gereçle ve binayla değil, bu modernleşme sürecinde zihinsel dönüşümün aktif rol almasını da gerekli görüyoruz. Güvenlik alanında olması gereken zihinsel dönüşümün en önemli noktası da “hukukun üstünlüğü” ilkesinin benimsenmiş olmasıdır. Bununla birlikte sivil katılım ve denetime açıklık, şeffaflık, hesap verilebilirlik gibi çağdaş niteliklere sahip bir güvenlik teşkilatı oluşturmayı da amaç edindik. Bu vesileyle de teşkilatımıza tekrar teşekkürlerimizi ve şükranlarımızı sunuyoruz.

Polis ihtiyacının karşılanmasına yönelik olarak AK PARTİ döneminde, İktidarımız döneminde yine çok önemli atılımlar yaptık. Bu yapılan atılımlar ve çalışmalarla birlikte, verilen bu önergenin aleyhinde söz almış olmamla birlikte bizim bu çalışmaları memnuniyetle desteklediğimizin ve ileriye dönük yapılacak polis memurlarımızın ve emniyet teşkilatımızın özlük haklarının iyileştirilmesiyle ilgili olarak çalışmalarımızın devam edeceğinin bilinmesini gönülden arzu etmekteyiz.

Ayrıca, teknoloji olarak yine MOBESE sisteminin bütün şehirlerimizde yaygınlaştırılması yönündeki çalışmalarımız da hızla devam etmektedir. MOBESE sistemimiz özellikle turizm bölgelerimizdeki ilçelerimize çok ciddi ve çok güçlü hizmetler sunmaktadır.

Yunuslarımız çok önemli hizmetleri milletimize sunmaktadır.

Canıyla, malıyla ülkeye fedakârlıkta bulunan emniyet teşkilatımızın yapmış olduğu mücadeleyi hepimiz takdirle karşılamaktayız. Bu vesileyle, bu önergenin aleyhinde olmakla birlikte, bir kez daha emniyet teşkilatımızın vermiş olduğu mücadelede biz bütün emniyet mensuplarımıza teşekkürlerimizi sunuyoruz. Halka hizmet aşkıyla gece-gündüz demeden görev yapan, çağın teknolojilerine uyum sağlayan, yenilikçi vizyonuyla daima daha iyi hizmet verebilmenin gayreti içerisinde olan, canımızı, malımızı ve sevdiklerimizi emanet ettiğimiz, huzur ve güvenliğimizin savunucu Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl dönümünü en içten dileklerimle kutluyorum.

Bu vesileyle, görevi başında şehit olan polislerimizi bir kez daha minnet ve şükranla anıyorum. Suçluların amansız takipçisi, günün yirmi dört saatinde, günün her saatinde karşı karşıya kaldığımız ve canımızı, malımızı emanet ettiğimiz bu halkın dostu polislerimizin 165’inci kuruluş yıl dönümünü bir kez daha kutluyorum ve polislerimize en derin saygılarımı sunuyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

 BAŞKAN -  Teşekkür ederim Sayın Çalık.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu önerisinin lehinde Malatya Milletvekili Sayın Mevlüt Aslanoğlu. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Aslanoğlu.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisinin, Polis Günü dolayısıyla verdiği bu araştırma önergesinde grubum adına söz almış bulunuyorum. Öncelikle, tüm polislerimize başarı dileklerimizi iletiyoruz, tüm polislerimize sağlık ve sıhhat dileklerimizi iletiyoruz ve görevi başında şehit olan polis arkadaşlarımız yüce Tanrı’dan rahmetler diliyorum.

Değerli arkadaşlarım, tabii, polis teşkilatımızın 165’inci yıl dönümü. Öncelikle polis teşkilatımızın huzurlu ve mutlu olması lazım ki, vatandaşımız da huzurlu ve mutlu olsun.

Değerli arkadaşlarım, can güvenli ve mal güvenliği, yani can güvenliği, vatandaşın can güvenliği, vatandaşın mal güvenliği; bu, çok önemli bir olgu. Tabii, ülkemizde bunu temin etmekte en etkin görev yapan insanlar polis teşkilatımız. Polis teşkilatına vatandaş inanmalı, vatandaş polisine inanmalı ve eğer vatandaş polis teşkilatına inanıyorsa, polis teşkilatının ülkede huzuru, ülkedeki can ve mal güvenliğini yansız, tarafsız ve yasaların emrettiği şekilde yaptığına inanırsa, o ülkede huzur ve mutluluk mutlaka olur. Öncelikle, vatandaşın can ve mal güvenliğinin en büyük sigortası olan polis teşkilatımızın mutlaka bu yapıda olması lazım. Hepimizin, bu ülkede yaşayan herkesin can güvenliği, bu ülkede yaşayan herkesin mal güvenliğini eşit koşullarda yansız ve tarafsız sağlamak polis teşkilatımızın birinci görevidir. Bu bir kere olmazsa olmazdır. Eğer vatandaş, polis teşkilatımızın yanlı ve taraflı olduğunu hissederse o ülkede can ve mal güvenliğinin temininde sorunlar doğar değerli arkadaşlarım.

Değerli arkadaşlarım, tabii mutlaka polis teşkilatı bu yapıda olmalı ama bunu yaparken polis teşkilatımızın da polis arkadaşlarımızın da özellikle ekonomik ve can güvenliklerinin mutlaka olması lazım. Aynı şekilde, ekonomik bağımsızlığı olmayan bir teşkilata, can güvenliği olmayan bir teşkilata bir şekilde her türlü riske karşı yaptığı görevde, canını her türlü riske atarak yapılan görevde mutlaka polislerimize her türlü olanak ve imkânları vermeliyiz. Bu nedenle değerli arkadaşlarım, başta polislerimizin ücreti konusunda sorun vardır, dert vardır, bunu herkes böyle bilsin, hiç kimse “Bu böyledir.” demesin.

Bir kere polis teşkilatımızın yaptığı göreve karşı, yaptığı mesaiye karşı aldığı fazla mesai ücreti son derece yetersizdir. Mesai günü yok, haftanın yedi günü çalışıyor! Hangi saatte nerede olacağı belli değil. Hangi saatte nerede olacağı, nerede görev yapacağı belli değil. “Haydi şurada sorun var, şurada maç var, şurada toplumsal olay var.” diye hiçbir gün evinde yatamayan polis arkadaşlarımızın bu emeğinin hakkını biz veremiyoruz arkadaşlar. Özellikle fazla mesai konusunda verilen aylık 180’le 210 lira arasındaki bir ücret… Polis arkadaşlarımızın Devlet Memurları Kanunu’ndaki… Devlet memuru haftada kırk saat çalışıyor ama polis arkadaşlarımızdan haftada seksen saat çalışan polis arkadaşlarımız var. Verilen 200 lirayla 180 lira arasındaki bir fazla mesai ücreti arkadaşlar, onların emeklerine karşı değildir, bir kere bunun altını çizelim. İki, tabii bunun getirdiği başka bir sorun var. “Tazminat” dediğimiz olgular maaşa yansımıyor. Belki şu anda çok yetersiz olan ücret birimi emekli olduğu zaman bir faciaya dönüşüyor arkadaşlar. Çünkü emekli maaşları düşük, tazminatları yetersiz. Bu tazminatları yetersiz olmasına rağmen, maaş kısmına girmediği için, emekliliklerinde, polis arkadaşlarımızın ve emniyet müdürü arkadaşlarımızın emekliliklerinde çok önemli bir şekilde emeklilik maaşları çok geriye düşüyor. Çünkü niye? Verilen çok yetersiz olsa da bu tazminatlar maaş kısmını kapsamadığı için, tazminat kısmı olduğu için, onlar emekli maaşlarının hesaplanmasında dikkate alınmadığı için emekli olan bir polis arkadaşımızın aldığı emekli ücreti çok çok çok komik duruma düşüyor. Bu nedenle, arkadaşlarım, özellikle polis arkadaşlarımızın emeklilikleri de dikkate alınarak şu anda verilen tazminatların, yetersiz tazminatların önemli bir kısmı, tazminat olarak, maaş olarak ilave edilerek özellikle emekliliklerinde bunun dikkate alınmasında büyük yarar var.

Değerli arkadaşlarım, bir başka konu, tabii, polis arkadaşlarımızın, emniyet teşkilatımızın mutlaka araç, gereç; modern araç, çağdaş araç gereçlerin… Mutlaka onlara bir şekilde her türlü olanağı ve imkânı vermek zorundayız. Çünkü can ve mal güvenliğinin korunmasında, kollanmasında eğer araç ve gereç olanağı varsa, teknolojik araç ve gereçleri bu arkadaşlarımıza verebiliyorsak suçluların yakalanmasında son derece başarılı…

Bu ülkede, arkadaşlar, suçluyu hiç kimse koruyamaz. Eğer biz bu ülkede suçluyu korur ve kollarsak bu ülkede her türlü sorun doğar. Bu nedenle, suçu kim işliyorsa, suçu kim yapıyorsa polis teşkilatımızın hiç kimseyi ayırmadan suçluyu suçlu gibi görerek herkese eşit muamele yapıyorsa o zaman emniyetimizin çok başarılı olduğunu anlarız. Arkadaşlar, hiç kimseyi korumak, kollamak bu ülkede, hukuk devletinde kimsenin haddi değildir. Eğer hukuk devletiysek, suçluyu suçlu olarak görüyorsak, suçluyu korursak, kollarsak yarın daha büyük bir şekilde başımıza felaketler gelir. Bu nedenle, hukuk devletinde suçlu suçludur, kim olursa olsun ne olursa olsun. Bu nedenle, polis teşkilatımızın kendinden emin, gücünü sadece yasalardan alan, gücünü kimseden almayan, gücünü yasalara dayandıran ve onları sadece yasaları uygulayan insan olarak görürsek hepimizin buna saygı duyması lazım. Kim olursa olsun, yasayı uygulayan polis arkadaşlarımıza saygıyı göstermek hepimizin görevidir.

Ben şahsen, trafik polisine yakalandığımda, eğer radara düşmüşsem, vatandaşım, gidiyorum, önümü ilikliyorum “Ben de suç işledim.” diyorum. Orada vatandaşlar bekliyorsa, onlar eğer radara yakalandı ise, ceza ödeyecekse benim onlardan farkım yok ki. Önümü ilikliyorum “Ben de radara düştüm.” diyorum ve görevimi yapıp çıkıyorum. Yani, benim korunmam, milletvekili olmam hiçbir şey ifade etmez, suçsa suç işlemişimdir. Eğer vatandaşa ceza kesiyorsa ben de o cezayı ödemek zorundayım.

Bu nedenle, biz olaya böyle bakarsak, suçluya eşit bir şekilde davranırsak, bir şekilde ve polis arkadaşlarımız da suçluyu suçlu olarak gören herkesi cezalandırıyorsa, onlara eşit muamele yapıyorsa, onlara saygı duymak lazım. Ama, kişileri ayırıyorsa…

MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Savcılara yazmıyor, ne olacak? Savcılara yazmıyor, hâkimlere yazmıyor, ne olacak o zaman?

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Ben görüşümü söylüyorum, ben bir vatandaşım, vatandaşla benim farkım yoktur. Vatandaşla benim farkım yoktur, ben bir vatandaşım, ceza işlediysem cezamı öderim. Benim etik görüşüm budur ve nitekim de bugüne kadar, ne kadar trafik suçu işlediysem hep cezamı ödemişimdir. Çünkü, ben bir vatandaşım, önce bir vatandaşım, bir ayrıcalığım yok. Orada vatandaşım ceza öderken “Ben milletvekiliyim, hadi bana ceza kesme.” demek önce benim için ayıptır.

AHMET YENİ (Samsun) – Suç işlemeyeceksin, suç!

MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – O zaman suç işleme kardeşim.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Olur, olur Ahmet Bey, radara bir daha düşmem. Hemen geçtiğim zaman, Ahmet Bey demişti ki işte, hemen frene basarım Ahmet Bey, merak etmeyin.

MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – O zaman suç işleme.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Merak etmeyin, merak etmeyin.

TEKİN BİNGÖL (Ankara) – Kalpazanlık yapma suçu olanlar orada konuşamazlar. Kalpazanlıkla yargılananlar var.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bir de mahalle ve köy bekçileri var. Arkadaşlar, mahalle, köy bekçileri var. Bu insanlar yıllarca… Bu insanlara hepimiz vefa göstermemiz lazım. Özellikle yıllar yılı mahallelerimizde, köylerimizde bekçilik yapan, şu anda artık biliyorsunuz yok, kalktı bunlar ama hâlâ daha eskiden gelen ve bir şekilde, şu anda kadrolu olan mahalle ve köy bekçilerimiz var. Maalesef, bunların emeğinin hakkını ödeyemedik. Burada mahalle ve köy bekçileriyle ilgili bir yasa çıkardık geçen dönem, bazı haklarını vermeye çalıştık -ha, yeterli değildi- ama maalesef Emniyet Genel Müdürlüğü uygulamıyor arkadaşlar. Ben, Emniyet Genel Müdürlüğünden, özellikle Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçen dönem çıkan yasanın mahalle ve köy bekçilerimize uygulanmasını istiyorum, onların sosyal haklarının verilmesini talep ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, tabii, emniyet teşkilatı hepimizin göz bebeği, vatandaşımızın can ve mal güvenliğini sağlayan kurum olduğuna göre onun hakkında tek bir soru işareti olmaması lazım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Her şeyin şeffaf olması lazım, açık olması lazım. Onun hakkında yaratılan en küçük bir soru işareti toplumu üzer, hepimizi üzer. Özellikle geçen dönem polis teşkilatımızın giriş sınavlarında yaşanan soru çalma olayı bana göre polis teşkilatını derinden yaralamıştır, buna yürekten inanıyorum ama böyle bir olgunun vatandaş içinde “Acaba polis teşkilatında da mı soru çalınıyor?” diye yüreklerde tartışılması hepimizi üzer arkadaşlar. Onun için, polis teşkilatının, şaibesiz, açık, şeffaf ve herkesin inanacağı ve güveneceği bir teşkilat olması lazım.

Ben, bir kez daha… Türk polisi, emniyet teşkilatı herkesin emniyet teşkilatıdır, can ve mal güvenliğini sağlayan kurum herkesin kurumudur ama bu kurumun mensuplarının onurlu, şerefli görevlerini yapması için onların ekonomik özgürlüklerinin olması lazım. Bir kez daha bunu dile getiriyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aslanoğlu.

Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisinin aleyhinde Eskişehir Milletvekili Sayın Tayfun İçli.

H. TAYFUN İÇLİ (Eskişehir) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi hakkında görüşlerimi belirteceğim.

Değerli arkadaşlarım, bugün Türk polis teşkilatının 165’inci kuruluş yıl dönümü. Diğer arkadaşlarım gibi ben de bu önemli günü kutluyorum. Emniyet teşkilatında çalışan emniyet mensuplarının ve emeklilerinin gerçekten çok ciddi sorunları var. Benden önce söz alan arkadaşlarım bunları sizlere aktardılar. Ben de çok kısa başlıklarda bu konulara değinmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, birçok konuda Avrupa Birliği standartları arandığı hâlde emniyet mensuplarıyla ilgili ne yazık ki Avrupa Birliği standartlarına riayet edilmiyor. Emniyet mensupları neredeyse yirmi dört saat, yedi gün çalışıyor,  benden önceki arkadaşlarım da bunu ifade etti.

Terfi ve yükselmelerde, değerli arkadaşlarım, liyakate önem verilmediği emniyet mensuplarının en büyük itirazlarından birisi. Liyakate önem verilmiyor da neye önem veriliyor? Değerli arkadaşlarım, tarikat ve cemaatlere yakınlığına, kim daha yakınsa, terfi ve yükselmelerde bu tür kriterlere önem veriliyor. Bu, bir emniyet teşkilatı için çok sakıncalı bir yaklaşımdır. Bu konuda mutlaka -Meclis araştırması kabul edildiği takdirde- ciddi bir araştırmanın yapılması lazım. Fazla mesai konusunda -değerli arkadaşlarım da ifade etti- ücretler çok yetersiz. Cumartesi, pazar günleri, konser, maçta her ne kadar yasal düzenleme yapılmış olmasına rağmen bunlara uyulmadığı ve polis arkadaşlarımızın, neredeyse bir angarya, her yerde her şekilde görevlendirme şeklinde çok ciddi birtakım eksiklikleri olduğu hepimizce biliniyor.

Bir başka konu: Sayın Başbakanın, 2007 seçimleri öncesinde polis mensuplarına seyyanen 400 TL -eski parayla 400 milyon lira- verileceğine dair taahhüdü vardı. Polis arkadaşlarımız, Sayın Başbakanın bu taahhüdünü yerine getirmesini bekliyor, bunu da bu vesileyle iletmiş oluyorum. Özlük haklarını, değerli arkadaşlarım, belirttim.

Şimdi, Anayasa’mızın 18’inci maddesine göre angarya yasak. Ne diyor Anayasa’mızın 18’inci maddesi:”Hiç kimse zorla çalıştırılamaz. Angarya yasaktır.” Peki, Anayasa hükmü karşımızda dururken, polislerimizin yirmi dört saat, yedi gün çalıştırılmasının adı nedir? Bunun adı angaryadır ve anayasal suçtur.

Şimdi, birazdan bu önerge oylanacak. Barış ve Demokrasi Partisinin önergesi reddedildi. Bu önerge de AKP’nin sayısal çoğunluğuyla reddedilecek ve bu önergeden sonra Milliyetçi Hareket Partisinin önergesi gündeme gelecek, o da AKP’nin sayısal çoğunluğuyla reddedilecek.

Değerli arkadaşlarım, bu doğru bir yaklaşım değil. Anayasa’mızın 87’nci maddesine göre Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevleri sayılırken, kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak, Bakanlar Kurulunu ve bakanları denetlemek Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevleri arasındadır. Peki, bu denetim görevini nasıl yapacak milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi? İşte o da Anayasa’mızın 98’inci maddesinde belirtildiği gibi, İç Tüzük’ümüzün 96 ila 114’üncü maddeleri arasında belirtilmiş. Değerli arkadaşlarım, bu denetleme görevini Türkiye Büyük Millet Meclisi yapamıyor. Bakın, elimde gündem var, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının dağıttığı gündem. İlk aldığı karar 2007 seçimlerinden sonra, 3/10/2007 tarihli kararı şu şekilde: “Genel Kurulun toplantı günlerinden Salı gününün denetim konularına…” Yani denetim konusu derken, bu AKP’nin oylarıyla reddedilen Meclis araştırması, genel görüşme gibi konulara ayrılması konusunda, çarşamba ve perşembe günleri de soru, sözlü soruların görüşülmesi konusunda Genel Kurulun bir kararı var.

Değerli arkadaşlarım, İç Tüzük sayısal çoğunlukla değiştirilemez. Sayısal çoğunlukla değiştirmeye kalkarsanız bu değişiklik, bu işlemler Anayasa’ya aykırı olur. Anayasa Mahkemesinin bu konuda, değerli arkadaşlarım, çok önemli kararları vardır. Sayısal gücünü eline alan bir kişi İç Tüzük kurallarını değiştirmeye teşebbüs edemez. “Böyle bir teşebbüs İç Tüzük’e ve Anayasa’ya aykırıdır.” der Anayasa Mahkemesi.

Şimdi Anayasa Mahkemesi kararları demişken bugün Anayasa Komisyonu yukarıda toplantısına devam ediyor. Şimdi, huzurunuzda şunları ifade etmek isterim: Anayasa hükümlerinin bağlayıcılığı Anayasa’mızın 11’inci maddesinde çok açık bir şekilde ifade edilmektedir. “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.” der 11’inci madde. Anayasa’mızın 153’üncü maddesinin son fıkrası da Anayasa Mahkemesi kararlarının –yine aynı şekilde 11’de belirtildiği gibi- yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlayacağını açık bir şekilde ifade eder.

Peki, biz neye uyacağız değerli arkadaşlarım? Anayasa hükümlerine. Şimdi, Anayasa hükümlerine uyacağız da son dönemlerde Anayasa hükümlerinin rafa kaldırıldığını gördüğümüz gibi, Anayasa Mahkemesi kararlarının da rafa kaldırıldığını, hiç dikkate alınmadığını görüyoruz. Anayasa Mahkemesinin kararlarını eleştirmek herkesin hakkıdır ama Anayasa Mahkemesi kararlarına uymak her kişinin görevidir, bir zorunluluktur.

Şimdi, Anayasa değişiklik teklifi konusunda yukarıda birtakım görüşmeler yapılacak, sanıyorum birçok milletvekilinin de bilgisi var ama ben burada şunu açıkça ifade etmek istiyorum: Değerli arkadaşlarım, Anayasa’nın 68’inci maddesi dördüncü fıkrası çok çok önemlidir. Bu son teklifle Anayasa’nın 69’uncu maddesinin beşinci fıkrası yürürlükten kaldırılıyor ve Anayasa’nın 68’inci maddesinin dördüncü fıkrasının ortadan kalkması sağlanıyor.

Bakın, elimde -dün laf atmalar nedeniyle giremedim, yanımda da yoktu- Resmî Gazete var. Bu Resmî Gazete AKP’nin kapatılmasıyla ilgili Anayasa Mahkemesi kararı, tam 701 sayfa. Burada, hepimizi ve Türk toplumunu ilgilendiren bir bölümü sizlere aktarmak isterim, 68’inci maddeyle ilgili Anayasa Mahkemesinin vurgusu ama sadece Anayasa Mahkemesi bu vurgusunu AKP kapatma davasında yapmadı. 11/12/2009 tarihli DTP kapatma davasının gerekçesinde de bu okuduğum paragraf en can alıcı paragraftır.

Der ki: “Bu çerçevede bir siyasi partinin tüzüğü ve programı ile eylemlerinin Anayasa’nın 68’inci maddesinin dördüncü fıkrasında korunan ilkelere aykırılığı değerlendirilirken, Anayasa’nın siyasi partilere verdiği özel önemi vurgulayan diğer kurallarının da göz önünde bulundurulması gerekir. Bu nedenle, Anayasa’nın 69’uncu maddesi uyarınca tüzük ve programlarındaki söylemleri ya da eylemlerinin, ancak -bakın, burası çok önemli- Anayasa’nın 68’inci maddesinin dördüncü fıkrasında korunan ilkelere temel esasları itibarıyla aykırı olamaz. Bu ilkeleri ortadan kaldırmayı amaçlaması, bakın, bu ilkeleri ortadan kaldırmayı amaçlaması ve bu nitelikleriyle demokratik yaşam için doğrudan açık ve yakın tehlike oluşturması durumunda siyasi partilerin kapatılmasına elverişli ağırlıkta olduğu kabul edilir.” dedikten sonra Fazilet Partisi kararına değinmiştir. Son, DTP kapatmasında Venedik Komisyonunun kararlarından da atıf yapmak suretiyle İspanya’daki Batasuna kararını değerlendirmiştir, o da çok kapsamlıdır.

Buradan şunu söylemek istiyorum: Şu yukarıda görüşülecek Anayasa değişiklik teklifinde Anayasa’nın 69/5, 68/4’le ilgili teşebbüsü hukuk devleti ilkesini ortadan kaldıracak bir nedendir ve bu Anayasa Mahkemesinin her iki içtihadı çok çok önemli içtihatlardır. Onun için değerli arkadaşlarım, bunu bilginize sunuyorum çünkü komisyondan geçtiği zaman Genel Kurula gelecek, bizlerin oylarıyla bir şekilde yasalaşacak bu Anayasa değişiklik teklifi.

Burada, bir milletvekili olarak kendi görüşlerimi ifade ettim. Bu çok önemli bir konudur. Nereden geldik? Anayasa’nın bağlayıcılığı meselesi, Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı meselesi…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

H. TAYFUN İÇLİ (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkanım.

…bunlara mutlaka uymak durumundayız çünkü burası Türkiye Büyük Millet Meclisi. Çıkartılan, uyulması gereken bütün hususlar da aslında buranın iradesiyle oluşmuş hususlardır.

Onun için, İç Tüzük ihlalleri, Anayasa ihlalleri gibi konularda Türkiye Büyük Millet Meclisinin çok ama çok özenli davranması gerekir diyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.


III.- Y O K L A M A

(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Toplantı yeter sayısı istiyoruz.

BAŞKAN – Peki.

Yoklama talebi vardır.

Sayın Kılıçdaroğlu, Sayın Bingöl, Sayın Selvi, Sayın Oksal, Sayın Ünlü, Sayın İçli, Sayın Arat, Sayın Seçer, Sayın Barış, Sayın Koçal, Sayın Ağyüz, Sayın Serter, Sayın Arslan, Sayın Hacaloğlu, Sayın Ergün, Sayın Günday, Sayın Öztrak, Sayın Diren, Sayın Öztürk, Sayın Mert.

Yoklamayı başlatıyorum, üç dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı yoktur.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 16.10
 

 

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 16.23

BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Harun TÜFEKCİ (Konya)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 84’üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

III.- YOKLAMA

BAŞKAN -  Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş önerisinin oylamasına geçmeden önce istem üzerine yapılan yoklamada toplantı yeter sayısı bulunamamıştı.

Şimdi, elektronik cihazla tekrar yoklama yapacağım.

Yoklama için üç dakika süre veriyorum ve yoklamayı başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

 BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır.

VIII.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

2.- (10/489) esas numaralı Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 8/4/2010 Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi (Devam)

BAŞKAN – Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Öneri reddedilmiştir.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

3.- (10/515, 10/606) esas numaralı Meclis araştırması önergelerinin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 8/4/2010 Perşembe günkü birleşiminde birlikte yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi

        08.04.2010

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu’nun, 08.04.2010 Perşembe günü (Bugün) yaptığı toplantısında, siyasi parti grupları arasında oy birliği sağlanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurul’un onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.  

                                                                                                                           Kemal Kılıçdaroğlu

                                                                                                                                    İstanbul

                                                                                                                            Grup Başkanvekili  

Öneri:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler Kısmında yer alan 10/515 ile 10/606 esas numaralı Meclis Araştırma Önergelerinin görüşmelerinin, Genel Kurul’un, 08.04.2010 Perşembe günlü birleşiminde birlikte yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisinin lehinde ilk söz, Kırklareli Milletvekili Sayın Turgut Dibek’e aittir.

Buyurun Sayın Dibek. (CHP sıralarından alkışlar)

TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, grup önerimiz üzerine, TRT’nin özerkliğinin araştırılmasına yönelik vermiş olduğumuz Meclis araştırmasının gündeme alınması için verdiğimiz bu önergeyle ilgili olarak Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Öncelikle tüm Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, tabii, TRT’nin son dönemde, özellikle 2007 yılında Sayın Şahin göreve atandıktan sonra bugün hangi noktaya geldiğini sizlerle paylaşmak istiyorum. Bununla ilgili olarak birazdan ayrıntılı bilgileri sizlere vereceğim ama “TRT, bizim Anayasa’mızda ve kendi Yasası’nda nasıl tarif ediliyor, yasal olarak hukuksal tanımı nedir?” önce onu sizlerle bir paylaşmak istiyorum. Anayasa’mızın 133’üncü maddesi şunu diyor değerli arkadaşlar: “Devletçe kamu tüzelkişiliği olarak kurulan tek radyo ve televizyon kurumu ile kamu tüzelkişilerinden yardım gören haber ajanslarının özerkliği ve yayınlarının tarafsızlığı esastır.” Tabii bu ifade, aynı zamanda 2954 sayılı Radyo ve Televizyon Kanunu yani TRT’nin Kanunu’nun da 1’inci maddesinde, paralel olarak yer almış; orada da TRT’nin özerkliği ve tarafsızlığı hüküm altına alınmış. Tabii, yasal mevzuat bu. Anayasa’da da, Yasa’sında da “Özerktir ve tarafsızdır TRT” diyor. Niye böyle diyor? Çünkü TRT bir kamu kurumu niteliğinde. Devlet orada, vergilerle, vatandaşlarımızın vergileriyle, toplanan o kaynakla faaliyetini sürdürüyor; ona göre de görev yapması yasalarla düzenlenmiş.

Gelin görün ki gerçek nasıl? Değerli arkadaşlar, bunları sizlerle paylaşalım: Şimdi, 2007 yılında İbrahim Şahin Genel Müdür oldu biliyorsunuz. Israrla uğraşlardan sonra kendisi o makama atandı. Değerli arkadaşlar, kendisi göreve atandıktan sonra bir beyanı var, önce ondan başlamak istiyorum. Zaman gazetesine bir mülakat yapmış, orada kendisi şöyle bir şey söylemiş göreve geldikten sonra, demiş ki: “TRT’de aşırı derecede bir personel şişkinliği var.” demiş ve bunun göz ardı edilemeyeceğini söylemiş ve şunu da iddialı bir şekilde belirtmiş: “Ben, bu personel ile kırk tane kanalı yönetirim.” demiş Sayın İbrahim Şahin. Tabii “Bunu söyleyen İbrahim Şahin ne yapmış 28 ayda?” diye düşündüğünüzde veya soranlar varsa, değerli arkadaşlar, tam 1.260 kişiyi, bu yirmi sekiz aylık sürede yani “Kırk tane kanalı -geldiği zamanki- mevcut kadroyla yönetirim.” diyen Şahin, 1.260 kişiyi istihdam etmiş, işe almış, aldırmış. Tabii, bu konuya aslında medyada bakıyorum, en son 26 Martta Star gazetesinde bir haber çıkmıştı bununla ilgili olarak. Çarpıtılmak… Yani bu gerçekler burada gösterilmek de istenmiyor. Orada “Bu dönemde 1.260 kişi değil de 560 kişi alınmıştır.” gibi de bir haber var, bunu da bilgilerinize sunmak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, bu özerklik, bu kadrolaşma… Bu kadar kişi oraya nasıl alınmıştır? Yasal mevzuat nasıl düzenlenmiştir? Öncelikle bununla ilgili sizlerle yaşananları paylaşayım. Önce ne yapıldı? Geçtiğimiz dönemde bir TRT Kanunu’nda değişiklik yapıldı ve sözleşmeli personel alınmasının yolu açıldı biliyorsunuz. Burada TRT’deki, o Kanun’daki değişiklikler yapıldı. Onun dışında, 2009’un 14 Nisanında Resmî Gazete’de yayınlanan TRT’nin Atama Yönetmeli’ğinde bir değişiklik yapıldı. O değişiklikte de bu personel alımlarının önü açıldı. Orada ne yapıldı? Yani burada, TRT’de sözleşmeli program, haber personeli için mutlaka üniversite mezunu olması yani yüksekokul ve üniversite mezunu olması gerekiyordu, fakülte mezunu olması gerekiyordu. Ama ne yapıldı? İşte, onun önüne geçmek için “Yurt içi veya yurt dışı yayın kuruluşlarında, yayın, yapım, program veya haber hizmetlerinde en az iki yıl çalışmış olanlarda bu şart aranmaz.” diye bir hüküm koydu. Hani her zaman başarılı bir şekilde yaptığınız dolanma işi burada da yapıldı ve işin ilginç tarafı da bu Yönetmelik değişikliği, değerli arkadaşlar, 14 Nisan 2009’da yapıldı ama 2 Şubat 2009 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere yani “geçmişte yürür” diye böyle bir hüküm kondu. Ne yapıldı? Önce alımlar yapıldı, daha sonra, alımlardan sonra Yönetmelik bu alımlara uyduruldu. Yani o personel Yönetmelik’e uygun alınmadı, Yönetmelik’i alımlara uydurdular. Mevzuat böyle değiştirildi. Tabii, bu değiştirildikten sonra çok ciddi… Birazdan bazılarının isimlerini de sizlerle paylaşacağım. Yani kamuoyu bunları biliyor ama bu isimleri de paylaştığımı da göreceksiniz. Çok ciddi usulsüzlüklerle beraber müthiş bir kadrolaşma yapıldı orada. Fakat önce, Sayın Genel Müdürün memleketinden, köyünden, Amasya’dan bahsetmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, şimdi, Amasya ilinin merkez ilçesine bağlı bir Akyazı köyü var, Sayın Genel Müdürün köyü, memleketi. Şimdi, oraya baktım ben, 2000 yılı verilerine göre burada yalnızca 116 kişi yaşıyor nüfus kayıt tespitlerinde yani 116 kişilik bir köy. Ama değerli arkadaşlar, son dönemde, kendisi genel müdür olduktan sonra, Amasya’dan ve Akyazı doğumlu olarak oradan müthiş bir şekilde İstanbul, Ankara, İzmir ve TRT’ye göçler yaşandığını tespit ettim. Çok yoğun bir göç yaşanıyor değerli arkadaşlar oraya.

Değerli arkadaşlar, kimler var bu köyden? Bakın, Selami Karanfil, Amasya Akyazı, İçişleri Bakanlığında kontrolör iken TRT’ye Satın Alma Dairesi Başkanı yapılmış; Hakan Kutlu, Amasya Akyazı, Özel Kalem Müdürü, Türk Telekom Genel Müdür Yardımcısı ve Devlet Demiryolları Genel Müdür Yardımcısı Şükrü Kutlu’nun akrabası; Metin Yıldırım, Amasya Akyazı, TRT’de İnsan Kaynakları Daire Başkan Yardımcısı olarak atanmış; Osman Oğuz Darçın, Amasya Akyazı, MKE’de mühendis olarak çalışırken TRT’ye alınmış; Ömer Avcı, Amasya Akyazı, kendisi PTT’de memurmuş, TRT Satın Alma Dairesi Başkanlığında müdür olarak atanmış; Ali Güney, Amasya Akyazı, aynı şekilde ASKİ’de görev yapıyormuş özel kalemde, 3 Mart 2009’da TRT’ye geçmiş; Gökhan Günaydın, Amasya’da PTT’de uzman kadrosunda çalışırken genel müdür uzmanı olarak TRT’ye atanmış; Mustafa Binici, Hasan Bahçıvan, Murat Şimşek, Uğur Alıcı, Ahmet Torun, Anda Ayva, Ümit Sezgin, Kadir Gökhan Tunçel; hepsi Amasyalı, hemşehriler. Sayın Genel Müdür, önce kendi hemşehrilerinden ve köylülerinden başlamış -orada gerçekten görevini de layıkıyla yapmış gözüküyor- TRT’ye bu kişileri almış değerli arkadaşlar.

“Bununla yetinmiş mi?” derseniz, ne yapmış ondan sonra? Bir de şunu yapmış: Bakanlıkların basın müşavirliği ve özel kalem müdürlüğü kadroları da TRT’ye geçiş için bir köprü olarak kullanılmış. Burada da değerli arkadaşlar, isimlerini saymam mümkün değil -yani bitmez, sürem de yetmez, zaten üç dakika süre kalmış burada- 120 kişiyi başka kurumlardan TRT’ye almış. Yani burada bakanlıkların basın müşavirliği ve özel kalem müdürlüğünde çalışan kişiler, AKP yandaşı medyada çalışanlar, önce bunlar değerli arkadaşlar, buralara, bakanlıklara, o kadrolara atanmışlar, daha sonra da, birkaç ay sonra TRT’ye transfer edilmişler değerli arkadaşlar.

Şimdi, az önce bahsetmiştim, bu sözleşmeli personel alımı burada yasayla değiştirilmişti. Orada da değerli arkadaşlar, bir liste var, onu da burada okuyamam. Bakın, bu listedekiler sözleşmeli personel olarak alınan kişiler. İsimlerini tek tek okuyamam ama nereden alındıklarını ben size onların belirteyim: Samanyolu, Samanyolu, Samanyolu, devam ediyor, Cihan Haber, Kanal 7, Cihan Haber, Zaman gazetesi, Aksiyon dergisi, Kanal 7, Yurt Haber Ajansı, Kanal 24, Kanal A… Yaklaşık 40 kişi, sözleşmeli olarak, tamamı, ama buradan. En nitelikli personeller demek ki burada çalışıyor değerli arkadaşlar. Yani yandaş medyadaki bu arkadaşlar gerçekten liyakat unsurları açısından en üst noktada, onların oraya tamamını hemen hemen almışlar. İsimlerini okumam mümkün değil arkadaşlar.

Şimdi, bir de bunlara verilen maaşlar var, ödemeler var değerli arkadaşlar. Şimdi, bu sözleşmeli personellere… Bakın, bir tane isim vereyim: Sefer Turan, Kanal 7’de kendisi program personeliymiş, Arapça Kanal Koordinatörü olarak şu anda görev yapıyor, lise mezunu, 5.770 lira alıyor değerli arkadaşlar, sözleşmeli personel. Aynı görevi TRT Türk’de yapan kadrolu üniversite mezunu -isim vermeyeyim, isim verirsem orada da o kişiyle ilgili sıkıntı çıkmasın ama üniversite mezunu- ve TRT’nin kendi personeli, kadrolu personeli 3.471 lira alıyor. Böyle de bir tezat var değerli arkadaşlar. Bunu da sizlerin bilgisine sunuyorum.

Kanal Haber, bizim hepimizin TRT 2 diye bildiği ama daha sonra ismi değiştirilerek sanki yeni bir kanalmış gibi açılan bir TRT 2 var haber kanalı olarak. Oraya alınanlar arkadaşlar, bir sayarsam size Ahmet Böken, Ahmet Torun, Cavit Atasever, Bertan Golal, Özcan Keser, Mehmet Çığın, Meryem Özkurt, Hakan Aksel, Hülya Hökenek, Seyid Kılıç, Sefer Turan, Cumali Çaygeç, Savaş Genç.

Değerli arkadaşlar, bu kişiler, tümü yandaş medya dediğimiz, az önce bahsettiğim Samanyolu, Kanal 7, Zaman gazetesi ve diğerlerinden alınmış ve TRT’de şu anda sözleşmeli olarak görev yaptırılıyor. Yasalara göre aslında bunların bu görevleri yapmaları mümkün değil. Yani orada mutlaka yönetici olarak şu andaki konumlarına atanmaları mümkün değil ama onlara da bir dolanma yolu bulunmuş değerli arkadaşlar, orada da bu arkadaşlar görev yapıyorlar.

Tabii, süre yetmediği için, aslında o kadar çok şey var ki TRT’yle ilgili sizlerin bilgisine sunmam ve halkımızın bilgisine sunmam gereken şey… Bu Euronews var, oraya da üye oldu biliyorsunuz 30 Ocak 2010’da.

Değerli arkadaşlar, orayla ilgili ilginç bir şey var: Şimdi, İstanbul’da bir tören yapılmıştı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

TURGUT DİBEK (Devamla) – Şimdi, orada, değerli arkadaşlar, Euronews’te, Tekelle ilgili burada günlerce insanlar eylem yaptılar, bir tek haber yok, Yunanistan’da grev yapan memur ve işçiler var bizim TRT kanalında. Bunu da sizin dikkatlerinize çekiyorum.

İhaleler var. Bu ihaleler, değerli arkadaşlar, hep aynı adrese veriliyor: Yapal inşaat, Demirel inşaat, Birbey inşaat. İsimleri farklı ama hepsinde Amasyalı ortak var, adresleri de aynı. Yani bunlar hangi yerleri almışlar? Bunları da burada belirtecek zamanım yok ama şunu söyleyeyim değerli arkadaşlar: Yani Cumhurbaşkanlığı danışmanlarının programları, yandaş medyadan yine görev yapan, program yapan kişiler ama en önemlisi şu: TRT dışarıya program yaptırıyor, yandaş medyadan çok sayıda insana program yaptırıyor, kaç para ödendiğini bilmiyoruz değerli arkadaşlar. Bu vatandaş Cumhurbaşkanının maaşını, milletvekilinin maaşını, Başbakanın maaşını biliyor ama TRT’de program yapan o yandaş medyadaki kişilerin maaşlarını bilmiyor.

Arkadaşlar, TRT özel bir kanal olsa anlayacağım, gizleyecektir, patron der ki: “Ya, size ne benim verdiğim paradan?” Ama TRT, kamunun malı, halkın malı, vatandaşın elektrik faturalarındaki ödemelerle o finanse ediliyor. O maaşları, daha doğrusu ne kadar verildiğini vatandaşın bilmesi gerekiyor değerli arkadaşlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

TURGUT DİBEK (Devamla) - Başkanım, kısa bir süre vermek mümkün mü?

BAŞKAN – Yok, teşekkür ederim, sağ olun.

TURGUT DİBEK (Devamla) - Evet, değerli arkadaşlar, TRT’yle ilgili söylenecek o kadar çok şey var ki çoğunu atladım aslında burada… Bu Meclis araştırma önergesini kabul edersek bu TRT’deki özerkliğin sağlanması için bir adım atarız diye düşünüyorum ve sizlerden destek bekliyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Dibek.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisinin aleyhinde Samsun Milletvekili Sayın Suat Kılıç. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkanım, çok saygıdeğer milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisinin aleyhinde söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle sizleri saygıyla selamlıyorum.

Çok değerli arkadaşlar,  Türkiye Radyo Televizyon Kurumundaki personel politikaları ve yayın politikaları müteaddit kereler Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna getirilmiş ve bu kürsüden defalarca bu konular görüşülmüştür. Bir defasında yine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu tarafından TRT’deki personel politikaları ve yayın politikaları gensoru konusu hâline de getirilmiştir Sayın Mehmet Aydın’ın sorumlu devlet bakanı olduğu dönemde ve bütün bu konular Meclis Genel Kurulunda bu kürsüden defalarca konuşulmuş konulardır. Yeni yeni keşifler yapmaya, yeniden malumu ortaya koymaya esasında çok gerek yok. Ancak, bu kadar yıpratıcı bir politikanın TRT üzerinde uygulanıyor olmasını doğrusu biraz maksatlı bir yaklaşım olarak değerlendiriyorum. Bütün iddialar tek tek ele alındığı zaman rakamların da tutmadığı, söylenenlerin de gerçeği yansıtmadığı, verilen her isim karşısında farklı cepheden onlarca ayrı ismin ortaya konulabileceği apaçık görülüyor. Ama hemen ifade etmek isterim: Bu kürsüye gelmeden önce TRT yetkilileriyle görüşmek suretiyle… Muhalefete özellikle TRT yayınlarında haber programlarında, haber bültenlerinde yeterince yer verilmediği iddiası var…

İSMET BÜYÜKATAMAN (Bursa) – Hiç görmüyoruz zaten, hiç yok.

SUAT KILIÇ (Devamla) - …muhalefet liderlerinin, sözcülerinin, genel başkan yardımcılarının ve grup başkan vekillerinin TRT yayınlarına yeterince çıkarılmadığı noktasında iddialar var. Burada hemen ifade edeyim, Milliyetçi Hareket Partisiyle ilgili olarak değil ama özellikle Cumhuriyet Halk Partisiyle alakalı olarak söylenen şey şudur: Başta Genel Başkan Sayın Deniz Baykal olmak üzere Cumhuriyet Halk Partisinin yöneticilerine, grup sözcülerine defalarca canlı yayın davetinde bulunulduğu hâlde CHP’nin bilinçli ve sistemli bir karşı duruşla TRT Radyo ve Televizyon Kurumunun değişik kanallarından gelen yayın davetlerini ısrarla geri çevirdiği bilgisi verilmiştir.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Doğrudur.

SUAT KILIÇ (Devamla) - TRT 1’in yayınlarına da CHP’li arkadaşlarımız davet aldıkları hâlde çıkmamaktadır.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Doğrudur.

SUAT KILIÇ (Devamla) - TRT 2’nin yayınlarına da, TRT Haber kanalının yayınlarına da, diğer TRT kanallarının yayınlarına da bilinçli bir tavırla karşı koymaktasınız.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Doğrudur.

TANSEL BARIŞ (Kırklareli) – Neden acaba, neden?

SUAT KILIÇ (Devamla) - Yani Türkiye Büyük Millet Meclisi de TRT 3 üzerinden yayınlanıyor, burada da biraz rezerv koysanız aslında, kanun tasarıları ve teklifleri belki daha hızlı görüşülmüş olur.

ÖZDAL ÜÇER (Van) – Niye bize hiç teklif bile gelmiyor?

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Yasaklayabilirsiniz! Zaten bir o eksikti, onu da yasaklayın!

SUAT KILIÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bakınız, Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu milletin vergileriyle yayınlarına devam eden bir kurum.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Bu anlayışın sergilenmesi bile ne kadar dramatik bir olay.

SUAT KILIÇ (Devamla) - Devletin televizyonunda yayınlara çıkmalısınız, meramınızı anlatmalısınız, konuları enine boyuna tartışmalısınız, oradaki yayınlara katılmalısınız…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) - Yasağı savunuyorsunuz kürsüden.

SUAT KILIÇ (Devamla) - …ama hem TRT’nin yayınlarına katılmayıp hem de TRT’nin tarafsız olmadığını iddia etmek bana biraz aykırı bir durum gibi geliyor. Yani bu yayınlara çıkın, Enine Boyuna yayınına çıkın, diğer programlarına çıkın TRT’nin reytinginden Cumhuriyet Halk Partisinin de kendi mesajını kamuoyuna anlatmasına imkân sağlayın.

Az  önce muhalefet grubunun önergesi adına konuşan milletvekili arkadaşımız isim isim saymak suretiyle pek çok ismi buradan zikretti. Esasında bu isimler kriminal vakalar değil, hiçbiri suçlu değil, zanlı değil, sanık değil, davalı değil, davacı değil Türkiye’nin değişik radyo ve televizyonlarında, gazetelerinde çalışan, sonrasında mesleki birikimlerini, bilgilerini, deneyimlerini, tecrübelerini, tahsillerini devletin televizyonu olan TRT’ye aktarmak üzere kendilerine giden iş talebini kabul eden isimler. Ama siz zannediyorsunuz ki, TRT Televizyonu sadece yelpazenin bir tarafından personel alır yelpazenin öbür tarafına hiç bakmaz, ortadaki isimler realitenin bu olmadığını gösteriyor değerli arkadaşlarım. Bu şu demektir: TRT’nin yayınlarına çıkmadığınız gibi TRT’nin yayınlarını izlememe noktasında da kararlı bir tutumunuz var.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Aynen öyle.

SUAT KILIÇ (Devamla) -  Oysaki TRT Haber Türk yayın hayatına önemli bir kalite kattı, TRT’nin çocuk kanalı Türkiye’ye önemli bir güzellik getirmiş oldu, TRT’nin Euronews kanalı, TRT’nin İngilizce haber yayını yapan kanalını bugün bütün dünya izliyor.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) - Kimse izlemiyor.

SUAT KILIÇ (Devamla) - TRT’nin Avaz kanalını bütün Türk dünyası, Balkanlar ve Orta Doğu Türkiye’nin sesini soluğunu, Türk milletinin mesajını, Anadolu coğrafyasının ısısını, hissiyatını TRT Avaz bütün dünyaya taşıyor. TRT’nin Arapça kanalı geçtiğimiz günlerde yayına girdi. Bu kanal bütün Orta Doğu’ya yayın yapıyor ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin büyük ve iddialı bir devlet olduğunun kanıtı olarak yayınlarına devam ediyor. TRT Şeş yayın hayatına girdi, Türkiye devletinin ne kadar güçlü, ne kadar demokratik, kendine güvenen, özgüveni yüksek bir devlet anlayışıyla idare edildiğini TRT’nin Şeş kanalı ortaya koymuş oldu.

Şimdi, çeşitlilik noktasında birkaç isim zikretmek istiyorum, esasında isimlere hiç girmeyecektim ama arkadaşımız isimlerden bahsettiği için ifade ediyorum. Halkımızın CNN Türk ekranından yakinen tanıdığı Tayfun Talipoğlu programlarına TRT’de devam ediyor. Milliyet gazetesinin köşe yazarı, yazılarını herkesin takip ettiği Sayın Taha Akyol programlarına, TRT’de yayınlarına devam ediyor.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Taha Akyol bıraktı.

SUAT KILIÇ (Devamla) - Radikal gazetesinden Avni Özgürel devam ediyor. Yine Radikal’den Oral Çalışlar TRT Haber’de yeni dönemde yayın hayatının içinde.

TRT Türk’ün Genel Yayın Yönetmeni, senelerce NTV’de ve CNBC-e kanalında yayın yönetmenliği yapan Ümit Sezgin. Bunlar hep tanıdığınız, yakinen tanıdığınız isimler.

Yine TRT Türk’ün Haber Müdürü Taşkın Şenol; çok iyi bildiğiniz bir isim. NTV kökenli Ece Özbek, Dilara Koçak, yine Cüneyt Özdemir, CNN Türk kökenli Mete Belovacıklı, İlber Ortaylı gibi isimler, hepinizin yakından bildiği isimler.

Kadir Çöpdemir, sokaktaki mikrofon operasyonlarını NTV adına gerçekleştiriyordu, şimdi TRT’nin yayınında.

Yani baktığınız zaman, o yandaş -tırnak içinde- sözcüğünün uygulamalar noktasında karşılığının bulunmadığını, değerli arkadaşlarım, göreceksiniz. TRT’nin bugünkü yönetimi, aksi yöndeki eleştirileri de farklı kesimlerden alıyor.

BİLGİN PAÇARIZ (Edirne) – Nerede yaşıyorsun, Türkiye’de mi yaşıyorsun, uzayda mı yaşıyorsun?

SUAT KILIÇ (Devamla) – “Sizin kapılarınız hep yelpazenin bu tarafına mı açık, öbür tarafından hiç isim almaz mısınız?” eleştirileri geliyor.

BİLGİN PAÇARIZ (Edirne) – Yaşadığın yer neresi? Sanki Türkiye’de değil, uzaydasın…

SUAT KILIÇ (Devamla) – Kadrolaşma iddialarıyla ilgili hemen size rakamları konuşturayım.

BİLGİN PAÇARIZ (Edirne) - Uzaydan bahsetme, gerçeklerden bahset, palavra söyleme.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

SUAT KILIÇ (Devamla) – Bakınız, İbrahim Şahin, TRT’yi kuran, bugüne kadar görevini devam ettiren bir genel müdür değil. İbrahim Şahin iki senedir görevi başında. Ondan önce Şenol Demiröz vardı; Şenol Demiröz’ün Genel Müdürlük yaptığı dönemde TRT’ye alınan personel sayısı 17 kişi. Yani iki elin parmaklarını koyun, iki elin parmaklarını bir sefer daha üstüne ilave ettiğiniz zaman aldığı sayıyı 3 aşıyor; 17 kişi Şenol Demiröz’ün istihdam ettiği personel.

BİLGİN PAÇARIZ (Edirne) – Az kaldı, az; bir sene kaldı.

SUAT KILIÇ (Devamla) – Önceki genel müdürlerden bir örnek vereyim.

BİLGİN PAÇARIZ (Edirne) – Bir sene sonra mevtasınız, mevta!

SUAT KILIÇ (Devamla) – 1997-2003 yılları arasında Yücel Yener TRT’de Genel Müdürlük yapmış.

BİLGİN PAÇARIZ (Edirne) – Çoğu gitti, azı kaldı.

SUAT KILIÇ (Devamla) – Aldığı personel sayısı altı senede 2.362 kişi.

84-88 yılları arasında Anavatan Partisi İktidarı döneminde Tunca Toskay TRT Genel Müdürlüğü yapmış. Dört senede TRT’nin istihdam ettiği personel sayısı 2.702 kişi.

Bakın, Devlet Denetleme Kurulunun raporunun gazetelerde yer aldığı haber…

BİLGİN PAÇARIZ (Edirne) – Hikâye okuma, hikâye…

SUAT KILIÇ (Devamla) – “TRT personel politikaları konusunda Yücel Yener döneminde çiftliğe döndürülmüş.” diyor, Devlet Denetleme Kurulunun raporu.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Bunlar araştırma önergesinde…

SUAT KILIÇ (Devamla) – Diğer bir şey, ben isimler noktasında yorumlar yapmayı çok doğru bulmuyorum. İnsanların aileleriyle, yakınlarıyla ilgili yorumlar getirmeyi, bunu gene ifade etmeyeceğim. Bunu gene ifade etmiyorum ama şuradan hemen listeler üzerinde…

BİLGİN PAÇARIZ (Edirne) – Çünkü senin yaşın müsait değil.

SUAT KILIÇ (Devamla) – Arkadaşlar, bu listelerden arzu ettiğiniz takdirde alıp inceleyebilirsiniz. DSP’den, CHP’den, MHP’den, diğer siyasi partilerden insanların yakınları çalışabilir. İletişim fakültesi mezunudur bir milletvekilinin yakını. KPSS’ye girer, puanını alır, mülakatına girer. CHP milletvekilinin yakını olması girmesine mâni değildir, listede isim var. İsim zikrettirmeyin, doğru bulmuyorum. MHP’den milletvekili arkadaşlarımızın yakınları içinde TRT’de çalışanlar var. Son dönemde istihdam edilenler de var. Diğer siyasi partilerden aynı şekilde var. Bunlar yasak, yanlış şeyler değil.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – At, işten at.

OSMAN ERTUĞRUL (Aksaray) – Onları da işten atın o zaman. Ayıp ya!

SUAT KILIÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, isim zikretmiyorum, bakın, isim zikretmeyeceğim, zorlamayın.

Diğer bir konu, eğer ki bu TRT Kurumuna ve Genel Müdürüne tarafsız olamadığı için laf söylenecekse, arkadaşlar, siz kendinizi yormayın. TRT’ye ve Genel Müdürüne laf söylenecekse tarafsız olamadığı için bırakın biz söyleyelim.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Aferin mi diyeceksin?

BİLGİN PAÇARIZ (Edirne) – Ona Genel Başkanın izin vermez. Daha yaşın ufak. O kadar konuşamazsın sen daha.

SUAT KILIÇ (Devamla) – Bakın, partiler bağlamında yayın süreleri: AK PARTİ’ye ilişkin haberler, 1 Ocak 2009-31 Aralık 2009; AK PARTİ konulu haberler 120,5 dakika, MHP konulu haberler 193 dakika, CHP konulu haberler 372 dakika, 1 Ocak-31 Aralık tarihleri arasında.

SIRRI SAKIK (Muş) – Suat Bey, peki BDP kaç dakika?

SUAT KILIÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, Demokratik Toplum Partisi olarak söylüyorum, 2 saat 18 dakika 54 saniye.

SIRRI SAKIK (Muş) – Allah için bir saniye bile yok.

SUAT KILIÇ (Devamla) – Milletvekili sayısıyla orantılı olarak düşünürseniz çok adaletsizlik yok.

SIRRI SAKIK (Muş) – Nasıl milletvekili sayısıyla! Böyle bir demokrasi olur mu ya?

SUAT KILIÇ (Devamla) – Ama gene bizden sonra en büyük adaletsizliği TRT size yapmış diyebilirim.

Diğer bir konu, değerli arkadaşlarım, TRT’nin idari tasarruf bağlamında mecburiyetten dolayı aldığı bazı isimleri TRT’nin sanki listeler AK PARTİ’de hazırlanıp gönderilmiş gibi bir yaklaşımla burada sunulması doğru değil, etik de değil, siyasi olabilir ama etik değil.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

SUAT KILIÇ (Devamla) – Deniliyor k: “1.348 kişi alındı.” Bakınız, 2954 sayılı TRT Kanunu’nun geçici 11’inci maddesinden kaynaklanan mecburiyet sebebiyle 621 kişiyle sözleşme yapma zarureti doğmuştur. 1.348’ten 621’i düşeceksiniz. 459 kişi KPSS sınavı sonuçlarıyla alınmış ve bunların mülakatları kamerayla kaydedilmiş. Yani burada bir taraf olma, tarafgirlik olma, yandaş olma, yanlı davranma gibi bir durum kesinlikle söz konusu değil ama TRT’nin uygulamaları konusunda şaşırmakta haklısınız. TRT’nin uygulamalarının yarattığı şaşırmışlık hâliyle, hâletiruhiyesiyle TRT’yi eleştirmekte de haklısınız. Biz de doğrusu çok şaşırıyoruz. Geçmişte bu kadar politik tercihler yapan bir kurum son yedi senede politikadan bu kadar nasıl uzaklaşabilmiştir, bunu takdire şayan bir durum olarak takdirlerinize havale ediyorum.

Saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kılıç.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisi…

SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, yalnız, BDP ile ilgili açıklamalar doğru değil. Demokratik Toplum Partisinde bu konuyu onlarca kez buraya taşıdık. Hiçbir dönem bize yer verilmedi ama şunu da unutuyor: Ben TRT Genel Müdürünü ziyaret ettim. TRT’de o kadar çok bankamatik eleman var ki. Bunların büyük bir çoğunluğu askerî elemanların çocukları, Yargıtayın, emekli valilerin çocukları. Bunlar geçmiş dönemden bugüne kadar gidip oradan sadece maaş alıyorlardı ve yüzlercesi var, bunu biliyoruz ama bize de haksızlık yapıldığını bütün Türkiye de biliyor. Lütfen TRT’yi de savunmayın.

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisinin lehinde, Antalya Milletvekili Sayın Mehmet Günal… (MHP sıralarından alkışlar)

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Teşekkürler Sayın Başkan.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Dilekçe verelim, bize ayırdıkları süreyi de size ayırsınlar. CHP, siz de verin AKP’ye.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Hakikaten adaletsizlik var, gerçekten adaletsizlik var.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Suat Bey’in konuşması yetmemiş galiba, biraz daha süre istiyor. Grup Başkan Vekili olarak onun her zaman hakkı var, müsaade buyururlarsa…

SUAT KILIÇ (Samsun)- Devam et, dinliyoruz Mehmet Bey.

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Teşekkür ederim.

Değerli arkadaşlar, ben bu sözleri duyunca Suat Bey’den, şaşırdım. Sayın Kılıç sanki hiç… TRT’yi izliyor musunuz?

SUAT KILIÇ (Samsun) – İzliyorum beğeniyle.

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Kaç saat izliyorsunuz?

SUAT KILIÇ (Samsun) – Günde fazla televizyon izleyemiyorum zaten.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – TRT Genel Müdüründen gelen notları okudu.

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Evet.

Tabii, şimdi, galiba izlemiyorsunuz, bir süredir biz de izlemez olduk. Eskiden TRT açtığımız zaman en azından TRT 2’yi açıyorduk. Yayınların kalitesi -bu teknik kaliteyle ilgili değildir, yayının içeriğiyle ilgili kaliteden bahsediyorum- gerçekten son dönemde biraz daha tam bir… Ben size böyle kaldırıp göstermiştim, şimdi hazırlamadım. TRT Kanunu görüşülürken “AKRT oldu TRT” demiştim. Şimdi tamamıyla bu söylediğimiz o günkü ironik olarak, durumu izafe etmek üzere söylediğim şey, AKRT olmuş yani.

Şimdi, değerli arkadaşlar, böyle bir devlet televizyonculuğu anlayışı olabilir mi? Yani “Veriyor.” diyorsunuz… Yani ne zaman, ben, o söylediğiniz şeyleri nerede görüyorsunuz? Kaç saat? O aldığınız rakamları bir de bize gönderin videolarını, biz bir izleyelim bakalım MHP’yle ilgili ne haberi vermişsiniz, nasıl vermişsiniz? Sayın Başbakanı nasıl vermişsiniz, sayın bakanları nasıl vermişsiniz?

SUAT KILIÇ (Samsun) – Vermişler, TRT veriyor, biz vermiyoruz yayını.

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Hayır, bizi ayrı tuttunuz ona teşekkür ediyorum. “MHP’liler geliyor.” dediniz ama kaç saniye gelmişler? Gerçekten bize gönderin bir aylık şeyin dokümanını. Log dosyalarını istiyorum, Sayın Genel Müdür bizi dinliyorsa, belki TBMM TV’den önünde açıksa izlesin. Siz de alabilirsiniz daha rahat bir şekilde. Log dosyalarını istiyorum -yayının içerisinde ne geçmiş bütün haberlerin- otuz günlük, fazla değil, bir tane bir aylık bir araştırma yapın. Bir ayın görüntülerini getirin bize ama montajlamadan -diğerlerinde olduğu gibi olmasın- ham hâliyle, biz onun üzerinden çalışalım.

Değerli arkadaşlarım, gerçekten Anayasa’nın 133’üncü maddesi “Devletçe kamu tüzelkişiliği olarak kurulan tek radyo ve televizyon kurumu ile kamu tüzelkişilerinden yardım gören haber ajanslarının özerkliği ve yayınlarının tarafsızlığı esastır.” diyor. Önce kuralı hatırlatalım. Şimdi, TRT Kanunu’nda ne diyoruz: “Bu kanunun amacı radyo ve televizyon ile tüm medya araçlarından yapılan yayınların düzenlenmesine ve özerkliği ve tarafsızlığı Anayasa’da hükme bağlanan Türkiye Radyo Televizyon Kurumunun kuruluş, görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir.” diyoruz.

Değerli arkadaşlar, size bir tane Anayasa Mahkemesi kararından, 1990’daki bir kararından bir pasaj okuyacağım. Bakalım, hiçbirini yerine getirebiliyor musunuz?

“Siyasal iktidarların müdahalelerine açık olan kurumlar, çalışmalarında başarılı olamaz ve hızlı bir bozulmaya uğrarlar. Hukuksal gereklerin yerini siyasal istemlerin alması durumunda bu sonuç kaçınılmazdır. Hukuk devletinde ise adaletin, hak ve özgürlüklerin gereklerine uyulması savsaklanamayacağı gibi yöneticilerin kişisel tutumlarına, gelişigüzel isteklerine bırakılamaz. Anayasa’nın radyo-televizyon yayınlarının çok yönlü etkinliği gereği sağladığı güvencenin anlamına ters düşen düzenlemeler uygun karşılanamaz. Burada temel amaç, radyo-televizyon yönetiminin siyasal iktidarın etkisinden uzak tutulmasıdır. Dışlanan etki, yalnız siyasal iktidarla sınırlı olmayıp tüm yönetim makamlarının, siyasal partilerin, gerçek ve tüzelkişilerin de yansızlığını gölgeleyecek tutum ve davranışlarına kapalılığı anlatır. Yansızlığı olumsuz yönde etkileyecek sınırlama ve kayıtlamalar da yerinde görülemez.” Bu söylediğim 1990 yılındaki karar. Özellikle eski bir şey okudum ki, demek ki esas olarak yapılacak atamalarda uyulması gereken husus ve yapılan yayınlarda uyulması gereken husus, özerkliği ve yansızlığı zedelememek.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, az önce Sayın Kılıç bahsetti, arkadaşlarımız da değindiler. “TRT haber kanalıdır.” diyor Sayın Şahin, “Onun için biz her yere önceden gideriz.” diyor. Bakın, arka arkaya birkaç tane tarih. 8 Ocak 2009, “Yargıtay Onursal Başkanı Sabih Kanadoğlu’nun evinde arama var.” haberi geliyor. Henüz daha tam arama yapılmamış.

22 Şubat 2010, yine, 1. Ordu Komutanının tutuklandığı haberi hemen, ilk önce TRT 2’de. Çok güzel habercilik… Yine Sayın Şahin’in açıklaması, “Her yere eleman gönderiyoruz.” diyor.

SONER AKSOY (Kütahya) – Rahatsız mı oldunuz?

MEHMET GÜNAL (Devamla) – 10 Mart 2010 saat 19.17, TRT 2 flaş haber geçiyor: “Ankara’da büyük operasyon. Patlayıcı ve silah yüklü kamyon ele geçti.” Henüz daha kamyon kenara çekilip üzeri aranmadan içindeki silahların dökümü veriliyor, sayısı veriliyor.

Şimdi…

SONER AKSOY (Kütahya) – Verilmesin mi?

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Onu savcılık açıklar. Verilmesin mi? Tabii ki, nereden geliyor? Şimdi, TRT habercilik mi yapıyor, yoksa bir yönlendirme, manipülasyon, istihbarat biriminin yan kuruluşu olarak kamuoyunu mu yönlendiriyor, onu soruyoruz. Tabii ki versin. Bunların hiçbirisini vermemesi gerekir hiçbir televizyon kanalının. Açıklanmamış, henüz daha savcılığa intikal etmeyen… AKP döneminde böyle bir şey yaygınlaştı, daha polisten savcılığa intikal etmeden bütün bilgiler çarşaf çarşaf gazetelerde yer alıyor. Bu nasıl bir hukuk devletidir ben anlamıyorum, yani henüz daha… Bazen de savcılıktan sızıyor.

CEVDET ERDÖL (Trabzon) – Şeffaflaştı.

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Önce kendiniz bir şeffaflaşın. Şeffaflaşacaksanız şu dokunulmazlık dosyalarını kaldırın, bir görelim bakalım nasıl şeffaflaşıyoruz, ondan sonra biz de…

Hukuk herkese lazımdır. Hukuk sadece, o anda siz iktidardasınız, istediğinizi yapabilmek için bir araç değildir. Bunun dışında daha çok şey var.

İlginç bir tane haber, bunlara bakarken elime geçti. Bu haberleri kim yapıyor diye bir İnternet sitesinde gördüm. Sürekli o işlerle görevlendirilen kişinin adını söylemeyeyim de nasıl TRT’ye girdiğini söyleyeyim. Sesçi diye kadro almış, sesçi sınavında yedekten ışıkçı olarak başlamış, muhabirlik yapıyormuş. Bu nasıl bir anlayıştır? Profesyonel, dijital teknoloji, güncel yayın yapacağız derken… Yani demek ki bu adamın bir mahareti var ki zorla TRT’nin kadrosuna sokulmuş! Bunların ispatlandığı zaman yayınlanması da, savcılık süreci hukuki olarak belli olduğu zaman her türlü sonucun yayınlanması da normaldir, herkes de hukuk devletinde cezasını çeker. Ama böyle bir manipülasyona bunları aracı kılmak… Sonradan özür dilemek zorunda  kalıyorsunuz.

Hadi onu söylediniz, “yayınlansın” dediniz, peki. Şimdi, TRT tekrar haber veriyor, yine alt yazı geçiyor, üst yazı geçiyor ve ne diyor biliyor musunuz arkasından, yakalanan kişiyle ilgili, Sabih Kanadoğlu’ndan sonra o kişi de… “Kendisi de Reşadiyeli olur ha!” diye altına bir dipnot düşüyor. Reşadiye’deki o katliamın arkasından öyle bir haberi üst üste koyuyorsunuz ki, ilkokuldaki çocuklar bile ne demek istediğinizi gayet net anlar. Bunun habercilikle falan alakası yoktur. Operasyonel bir birim hâline gelmiştir o zaman TRT. AKP’nin kamuoyunda imajını düzeltmek, reklamını yapmak, her şeyi tozpembe göstermek, bu arada da ona hasım olan bütün kurumları, kuruluşları manipüle edip sindirebilmek için bir araç hâline gelmiştir. Yapılan kadrolaşma da bunun örneklerinden bir tanesidir. En vahimi ne biliyor musunuz? “Efendim, Tuncay Güney’i televizyona çıkarmışsınız, falanca var onu da çıkarır mısınız?” diyor. Sayın Genel Müdür ne diyor? Bu konuda hiç cevap da gelmedi, “Osman Öcalan’la yapılmış röportajımız var.” diye gülüyor, “kasamda” diyor. Yani soruyu soran muhabire gülerek “Kasamda duruyor.” diyor. Bu ne biçim bir yayıncılıktır arkadaşlar? Böyle bir röportaj yapılmışsa bir amacı… Ne diyor arkasından da? Sayın Başbakanın dediği gibi, “Zamanı gelince yayınlarız.” Ne zaman? “Belki bizimle ilgili bir sıkıntı olur –örneğin, geçen gün yaptığınız gibi, imzaları eksik koyarsınız, sahte imza koyarsınız- gündemi değiştirmek üzere haydi çekmeceden bir tane haber çıkaralım.” O zaman mı gelecek zaman? Ne zaman gelecek? Böyle önemli bir haber varsa niye tutuyorsunuz? Aldığınız gün, o röportajı yaptığınız gün yayınlayın.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bu işlerde hiçbirinizin vicdanının rahat olmadığını biliyoruz ama maalesef artık hiçbiriniz ses çıkaramaz duruma geldiniz. İki kişi ses çıkardığı zaman ne olacağını sizler de biliyorsunuz. Dolayısıyla buradaki sonuç tamamıyla…

SONER AKSOY (Kütahya) – Fazla personel alımı bakımından…

CEVDET ERDÖL (Trabzon) – Fazla personel almışlar.

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Vicdanınızda rahat olmadığınızı biliyorum. Onun için böyle sataşma yapıyorsunuz, yoksa söylediklerimizde yanlış bir şey yok. TRT Genel Müdürünün kendisi bunlara açıklama gönderiyor, daha yeni, konuşulan şeylerle ilgili, personelle filan alakası yok.

Değerli arkadaşlarım, bizler TRT’nin radyo ve televizyon yayınlarıyla büyüyen bir nesiliz. Bizim zihnimizde TRT’nin ayrı bir yeri var. O kıt imkânlarla TRT’nin yaptığı yayıncılığı biliyoruz. Hâlâ kulağımızda bir Türk sanat müziği, Türk halk müziği ezgisi varsa ve Türk kültüründen esintiler varsa haftada bir sabahleyin dinlediğimiz “Arkası Yarın”daki Dede Korkut hikâyelerinden kalmıştır. Şimdi ne veriyorsunuz siz? Allah rızası için bu dökümü bana… Sayın Kılıç’tan istiyorum, TRT’nin program dökümünde ne kadar geliyormuş o, göstermelikler değil ama. Ondan sonra tekrar bunları değerlendirme şansımız olacak.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Avaz’ı seyret Avaz’ı.

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Maalesef burada ciddi bir sıkıntı var, sizin de bunu kabul etmeniz gerekiyor. Ha, sizin istediğinizi yapıyor, pembe tablolar çiziyor, sizin istemediğiniz kurumlara sataşıyor, o yönlerden manipülasyon yapıyor…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

MEHMET GÜNAL (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.

Bu yönlerde yayın yapıyor diye sizin için şu anda amaca uygun çalışıyor olabilir. Ben, az önce arkadaşlarım personelle ilgili şeylere değindiği için söylemedim ama en son çıkan haberlerde, yine az önce övünerek söylediğiniz TRT Şeş’le ilgili de soruşturmanın başladığı, 5 kişinin de açığa alındığı söyleniyor. Onları soru önergesi olarak da kısmen soran arkadaşlarımız var, onlara da Sayın Bakandan ve Sayın Genel Müdürden bir an önce cevap bekliyoruz.

Biz özlediğimiz TRT’yi istiyoruz. Özlediğimiz TRT’den kastımız teknik anlamdaki gelişmeler değildir, yayın kalitesi anlamında, Türk millî kültürüne hizmet etme, özerk ve yayın yaparken de tarafsız olma özelliklerine kavuşmasını bekliyoruz. Siz her ne kadar araştırma önergelerimizi de grup önerilerimizi de dikkate almıyorsunuz ama inşallah, bu vesileyle vicdanlarınıza seslenmiş oluruz, birileri çıkar da doğru dürüst bir şeyler yapar, TRT de özlediğimiz kurum hâline gelir diye düşünüyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Günal.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisinin aleyhinde Şırnak Milletvekili Sayın Hasip Kaplan. (BDP sıralarından alkışlar)

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Grup adına değil kişisel söz aldın.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Ben, Barış ve Demokrasi Partisi Grubunun sözlerini anlatacağım.

Siz de çok parazit yapıyorsunuz Sayın Kamer Genç, biraz sakin olursan, akıllı olursan iyi olur.

KAMER GENÇ (Tunceli) –Grup adına söz almadın, kişisel söz aldın.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Fazla parazit yapmasan iyi olur.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Seni doğru konuşmaya davet ediyorum.

MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Doğru konuşmaya sen mi davet ediyorsun?

HASİP KAPLAN (Devamla) – Değerli milletvekilleri, TRT’ye, aslında, on iki televizyon kanalıyla -altı ulusal altı bölgesel, yerel- uluslararası radyolarıyla, İnternet’iyle otuz dilde yayın yapan en büyük medya grubu diyebiliriz. Ama kimin grubu? Gelirlerine baktığımız zaman, gelirleri belirlenmiş, işte, elektrik faturalarından ödüyoruz -bütün halk ödüyor- kim ki elektriği yakıyorsa TRT’nin bütçesine para katıyor, kim ki bandrollü bir işlem yapıyorsa TRT’nin bütçesine para katıyor. Yani halkın geliri ile ayakta duran bir kurum.

Bir kere, peşin olarak, TRT halkın malıdır, yurttaşın malıdır, yani siyasi iktidarların malı değildir. Temel ölçüt, fark bu ama ne yazık ki TRT’yi bugüne kadar bütün siyasi iktidarlar, istisnasız kendi borazanı olarak kullanmış, kendi sesi olarak kullanmış, kendi siyasi hesapları için kullanmış, kendi siyasi kadrolarını yerleştirmiş ve çok acımasız davranmışlar. Onun sonucudur ki yayın politikası da, onun kadrolaşması da, onun çalışması da maalesef tarafsızlık, doğruluk, çabukluk ilkelerine uygun değildir. Bunu tespit etmemiz gerekiyor. Eğer araştırılması gereken bir durum varsa, çağdaş habercilik, teknik ve metotlarla 72 milyon Türkiye halkının hizmetine bunu nasıl sokabiliriz? Bence Meclisin dört grubunun ve hatta bağımsız milletvekillerinin de katılımıyla bu konuda bir konsensüs kurulursa, yani öyle bir sistem geliştirilirse ki, hem özerk hem de medya alanında gerçekten çokça özel ulusal kanalın açıldığı ve halkın güven duyacağı, bağımsız bir habercilik kanalına, bir sanat kanalına, bir kültür kanalına son derece ihtiyaç duyulduğu bir zamanda böyle bir televizyonu yaratabilir miyiz? Meclisin gündemi asli olarak bu olmalı. Yani bunu yapmadığınız zaman yarın AK PARTİ yerine herhangi bir parti gelse aynısını yapacaktır. Şu an Meclisteki durum, gidişat geçmişten bugüne bu. O zaman burada  “Tencere dibin kara, seninki daha kara.” gibi bir duruşun bir anlamı yok.

Şimdi, elbette ki doğru olan her adıma da doğru deriz. El TRT, Arapça yayın yapmış. Gecikmiş bir adım. Doğru, otuz dilde yayın yapılıyorsa, Osmanlı tarihinden bugüne Türkiye’de Arapça konuşan yurttaşlarımız da dikkate alınarak bunun çoktan yapılması gerekirdi. Sabiha şarkıları çoktan söylenmeliydi, ya leyl şarkıları bugüne bırakılmamalıydı çünkü öyle bir Türkiye’de yaşıyoruz. Antakyalı da Mardinli de Mezopotamya’nın renkleri de bunu çok güzel ifade ediyor. Evet ama TRT 6 gibi olmasın. TRT Şeş gibi yaptığınız zaman, eğer bir çerçevede, gözlükte bakıp kadrolaşmaya baktığınız zaman, 20 milyonun üstünde farklı düşünen, farklı kültürel grupların, vakıfların, merkezlerin, şirketlerin, sanatın, sinemanın, müziğin olduğu kanalların da olduğunu görmezlikten gelirseniz, TRT Şeş’i tekdüze bir resmî yayın politikası düzeyine çekerseniz, işte TRT Şeş, kendi eserlerinde, kendi dizilerinde, kendi programlarında, kendi sinemasında, dünyada değil hiçbir etkinlikte ödül alamaz, hiçbir etkinlikte ödül alamaz. Bugüne kadar, Kürt sanatında, türküsünde, sinemasında, yapılan sanatında, tiyatrosunda, TRT Şeş bir yıldır faaliyet yapıyor, bana bir tane eser gösterin, Türkiye’de ödül aldı, uluslararası sanat festivallerinde ödül aldı. Alamaz. TRT Türk için de bu geçerli, Azerice yayın yapılıyor, Türki cumhuriyetlere yayın yapılıyor. Orada kaç tane ödül ölçüt? Ölçütlere bakacaksınız. Bir başarının sırrı, o başarının mükafatlandırılması, taçlandırılması, aldığı ödüllerle belirlenir ama bunu maalesef görmüyoruz.

Şimdi, ben yayın politikasını neresinden alıp eleştireyim ki? Sağ olsun Suat Kılıç -Allah razı olsun- öyle bir konuştu ki benim yerime de, itiraf gibi açıklamalar, itiraf, itiraf! Ne diyor, TRT ne yapmış? Yayın yapmış. Kim? Mecliste dört, grubu olan, parti var. AK PARTİ 120,5 saat, güzel. Yani, “Bize ilişkin yayın az” diyor. Fakat burada bir hata, bir hesap hatası var. Herhâlde Başbakanın ve bakanların konuşmalarını ve faaliyetlerini bu saate almamışlar. MHP’nin 193 saat. Şimdi, bakın, ana muhalefet CHP’nin 372 saat.

Şimdi, saatleri birbirinin karşısında aldığınız zaman, bu Mecliste grubu bulunan Demokratik Toplum Partisi ve şimdiki Barış ve Demokrasi Partisinin 2 saat, 2! 2 saat beyler! “…”(x) “…”(x)“…”(x) Fransızcası. Bunu anlayacaksınız ki burada şunu anlayacaksınız: CHP’ye 180 katı fazla konuşma veriyorsunuz. Üstelik de CHP, iktidar TRT’yi bu nedenle de boykot etmiş, gitmiyorlar programlara.

Şimdi, bakın, bizim 180 katımız CHP, 100 katımız MHP konuşuyor, maşallah siz de 60 katımız konuşuyorsunuz. Böyle eşitlik, böyle… Adaletinize hayranım! Vallahi billahi size ödül vermek gerekiyor. Bu TRT’yi yönetenlere ödül vermek gerekiyor. Ama neydi, ne ödülüydü? Sayın Tüzmen, siz iyi biliyorsunuz.

KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Bana hiç bulaşma bak.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Sayın Tüzmen, en kötü ödülün ismi neydi? Bamya Ödülü müydü? En kötü ödül neydi?

KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Onu bilmem. Sen bir, Türk Bayrağı’nı söyle, “Bu bizim bayrağımız.” de, bitsin bu iş ya!

HASİP KAPLAN (Devamla) – Sayın Kürşad Tüzmen, şov yapıyorsun, şov.

KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Gel şunu söyle ya, gel şunu söyle!

HASİP KAPLAN (Devamla) – Bak, bak, rozete bak. Sen miyopsun, bak görmüyorsun. Altın yıldıza bizim…

KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Arkandaki bayrağa, de ki: “Türk Bayrağı, bu bizim bayrağımız.” Bir onu de, her şey bitecek.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Bakın, sizi Altın Bamya Ödülü’ne layık gösterebilirim.

KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Rahat ol, rahat! “Bizim bayrağımız.” de, “Bizim…”

HASİP KAPLAN (Devamla) – Bakın, Altın Bamya Ödülü’nü, En Kötü Eser Ödülü’nü alırsınız.

KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – “Bizim bayrağımız.” de, “Türk Bayrağı bizim bayrağımız.” de.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Siz şovmenlikten başka bir şey yapmazsınız.

KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Bir söyle be! Bir söyle be!

HASİP KAPLAN (Devamla) – Bakın, siz öyle konuşuyorsunuz ki, o kadar yanlış yapıyorsunuz ki…

KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Bir söyle be!

HASİP KAPLAN (Devamla) – İlla da bir konuşacaksınız, illa da konuşacaksınız.

Bayrağa karşı saygımız sonsuz. Bakın, rozetini taşıyoruz.

KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Tamam.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Burada Türkiye Büyük Millet Meclisi rozeti var, bak.

KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Bir şuradan söyle ya!

HASİP KAPLAN (Devamla) – Bak Sayın Tüzmen, bak…

KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Bir söyle be! Bir söyle be!

HASİP KAPLAN (Devamla) – Bir dakika…

KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Bir söyle!

HASİP KAPLAN (Devamla) – Şu cüzdanı aldığında üstünde Rus bayrağı yok.

KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Hah… Türk Bayrağı var, hah…

HASİP KAPLAN (Devamla) – Bak, bak, bak, bak…

KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Haydi be, söyle şunu! Söyle alkışlayayım. Söyle alkışlayayım.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Bunun uğrunda Çanakkale’de şehitlerimiz yatıyor.

KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Söyle alkışlayayım, söyle!

HASİP KAPLAN (Devamla) – Dumlupınar şehitliğine git, orada Cizreli, Şırnaklı şehitleri görürsün ama…

KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Söyle! Söyle alkışlayacağım, söyle!

HASİP KAPLAN (Devamla) – …iki saat, bu vatandaşa zulüm eder gibi iki saat TRT’de yayın yaparsan…

KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Zulüm falan yok.

HASİP KAPLAN (Devamla) – …burada adaletten, eşitlikten bahsedemezsin.

KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Bu millet hiç kimseye zulüm yapmaz, Türk milleti kimseye zulüm yapmaz. 

SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Sayın Başkan, müdahale eder misiniz, hatip konuşsun.

BENGİ YILDIZ (Batman) – Sen buraya artistlik yapmaya mı geldin?

HASİP KAPLAN (Devamla) – Burada şov yaptırtmam. Ben bu kürsüde konuştuğum zaman birilerine kalkıp bayrak ticareti yaptırmam. Bayrak bu ulusun değeridir.

Bakın, kaçakçı da bayrağı eline alıyor, çeteler de bayrağı eline alıyor, katiller de bayrağı eline alıyor, herkes bayrağı eline alıyor, bu ortak değerimizi kirletiyor. (BDP sıralarından alkışlar) Bu ortak değer karşısında herkesi, bir kere, saygıya davet ediyoruz. Türk Bayrağı Kanunu var. Herkes buna saygılı olur.

KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – “Bizim bayrağımız.” de, “Türk Bayrağı bizim bayrağımız.” de.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Bayrağı da, Kur'an’ı da, Atatürk’ü de kullanan siyaset, siyaset etiğinin dışındadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Bayrak, Kur'an, Atatürk kullanılacak değerler değildir. Kim ki bunların üstünde siyaset yapıyorsa ayıp ediyor, yanlış ediyor.

KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – “Türk Bayrağı bizim bayrağımız.” de, “Bizim bayrağımız.” de, “Bizim…”

HASİP KAPLAN (Devamla) – Biz böyle şeyler yapmıyoruz. Gelin, halk dilinde siyaset yapalım, halk gibi siyaset yapalım.

KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Hah… Onu söyle, onu! “Türk Bayrağı bizim bayrağımız.” de.

SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, Tüzmen şov yapıyor!

BAŞKAN – Sayın Tüzmen… Sayın Tüzmen…

SIRRI SAKIK (Muş) – Mevki, makam kaybettiğin için sığınacağın tek liman bayrak mı? Ayıp, ayıp!

HASİP KAPLAN (Devamla) – Sayın Tüzmen, seninle denizlere de dalarız, seninle denizlere de dalarız ama şovmenlikte… Şu davranış biçimini de yakıştıramadım Hükûmetin eski bir bakanına.

Türkiye Cumhuriyeti’nin birliği ve bütünlüğünün yegâne sigortası Barış ve Demokrasi Partisidir. Daha dün 15 milletvekili -2 MHP’den, 2 CHP’den, 10 tane AK PARTİ’den- Cudi Dağı’nın tepesine çıkmadık mı Halil Bey?

HALİL MAZICIOĞLU (Gaziantep) – Çıktık.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Cudi Dağı’nın tepesine çıktık, Şırnak’a gittik, Midyat’a gittik, Deyrül Umur’a gittik, Mardin’e gittik, Kırklar Kilisesi’nde paskalya kutladık. Biz böyle bir ülkenin birliğini, bütünlüğünü, bütün renklerin kardeşliğini, bütün seslerin kardeşliğini…

 (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HASİP KAPLAN (Devamla) – …eşitliğini, eşit ve özgür yurttaşı, özgür bireyin özgürlüğünü savunuyoruz, hukuku ve demokrasiyi…

Siz, böyle yanlışlarınıza devam edin!

KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Sen beni çok iyi bilirsin!

HASİP KAPLAN (Devamla) – Biz halk gibi düşünüyoruz.

KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Ben sana diyorum ki: “Bu bayrağa sahip çık, bitecek bu iş.”

BAŞKAN – Sayın Tüzmen… Sayın Tüzmen…

HASİP KAPLAN (Devamla) – Hepinizi bu duygularla selamlıyorum ve “Terk et bu yanlışı!” diye sizi uyarıyorum Sayın Tüzmen.

KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Hiç yanlış yok. Bu bayrak sizin bayrağınız, hepimizin bayrağı.

BAŞKAN – Sayın Tüzmen…

KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – “Türk Bayrağı bizim bayrağımız.” de. Onu istiyorum ben senden, onu istiyorum.

BAŞKAN – Sayın Tüzmen…

HASİP KAPLAN (Devamla) – Sana kazandırmaz, AK PARTİ’ye kazandırmaz. Senin partinin korkutması da o değil…

KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Onu istiyorum ben senden, onu istiyorum.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Senin partinin…

KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Söyleyemiyor musun? Söyle!

SIRRI SAKIK (Muş) – Ya, sen kimsin? Sen kimsin?

KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Söyle!

SIRRI SAKIK (Muş) – Kimsin sen? Yani kaybettiğin mevki, makamı şimdi bayrağa sarılarak mı kutsamaya çalışıyorsun? (BDP sıralarından alkışlar)

KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Yazık olur sana yazık! Onları karıştırma ha!  Başkalarıyla karıştırırsan…

SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Konuşmacı bana “parazit yapıyorsunuz” dedi. (Gülüşmeler)

BAŞKAN – Bir dakika… Bir dakika… Şimdi sizden evvel Sayın Sakık…

Sayın Sakık sisteme girdiniz, hayrola?

SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, bu konuda bir açıklama yapmak istiyorum.

BAŞKAN – Hangi konuda?

SIRRI SAKIK (Muş) – Bayrakla ilgili bir bütünümüzü töhmet altında tutan bir açıklama…

BAŞKAN – Peki, iki dakika süre veriyorum.

Buyurun.

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

12.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, Mersin Milletvekili Kürşad Tüzmen’in, bayrakla ilgili ifadelerine ilişkin açıklaması

SIRRI SAKIK (Muş) –  Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Şimdi, ne gereği var? Burada TRT’yle ilgili bir konuşma var. Bütün siyasi partiler düşüncelerini ifade ettiler. Hepimiz, burada, bu kürsüde her gün, hemen hemen bütün konuşmalarımızda bizim, hiçbirimizin bayrakla, ülkenin birliğiyle ilgili tek bir sorunumuzun olmadığını söylüyoruz.

Şimdi sayın zat, uzun süredir bulunduğu mevki ve makamları kaybedince sığınabileceği bir liman arıyor, bu liman biz değiliz. Nereden ararsanız arayın, bizim üzerimizden size siyaset yaptırtmayız. Yıllardır bunu yaptınız, bunu yapmayınız, bu ülkeye haksızlık etmeyiniz. Bu ülke kimsenin babasının yurdu değil, kimse de burada sığıntı bir şekilde yaşamıyor, hepimizin ortak anayurdudur. Bayrak da hepimizindir, ülke de hepimizindir ama herkes de haddini bilmelidir.

Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Genç, buyurun.

KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Sayın Başkan, ben de söz istiyorum.

BAŞKAN - Size de geleceğim.

Üç dakika süre veriyorum. Üç dakikayı uzatmadığımı biliyorsunuz. Yeni bir sataşmaya mahal vermeden, buyurun Sayın Genç.


IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

KAMER GENÇ (Tunceli) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın milletvekilleri, şimdi, Hasip Bey söz aldı “Burada grubum adına konuşuyorum.” dedi. Ben de dedim ki grup adına değil, kişisel konuşuyorsunuz. Yani İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre milletvekillerinin aldıkları söz kişisel sözdür, grup adına değildir. Fakat bu arkadaşlarımızdan bazıları zaman zaman bana karşı çok büyük tepki gösteriyorlar.

SIRRI SAKIK (Muş) - Hepimiz seni seviyoruz.

KAMER GENÇ (Devamla) - Dün konuşmamın birisinde ben burada konuşurken, efendim, seni Tunceli’ye sokmayız… Yahu, siz beni nereden… Gücünüz varsa sokmayın. Hasip Bey bilir, biz daha 2007 seçimlerinden önce kendisiyle bir televizyon kanalına çıktık, dedi ki: “Seni Tunceli’de, Dersim’de sandığa gömeceğiz.” Bak, gördünüz ki boğulmadık. Tunceli halkı, çok soylu ve asil bir halktır, insanın hakkını verir.

Ben, yıllarca bu Parlamentoda görev yapmışım. Kürsüye çıkan bazı arkadaşlarımız eğer yanlış bir ifade kullanıyorsa onlara bir ağabeylik görevini yaparak diyorum ki yani doğru konuşun. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Sen dede olursun, dede!

KAMER GENÇ (Devamla) – Yahu bu eğitim, öğreteceğiz size. Yani diyoruz ki bundan sonra grup adına çıktığınız zaman grup adına çıkın, kişisel olarak çıktığınız zaman kişisel sözden bahsedin. Yani efendim, parazit…  Neye parazit etmiş oluyorum ki?

BENGİ YILDIZ (Batman) – Araya girdiğiniz için söyledi Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Devamla) – Sizin bilakis bana teşekkür etmeniz lazım. Yani yanlış kullandığı bir ifadeyi düzelttiğim için teşekkür etmesi gerekirken “Parazit yapıyorsunuz.” demek ne demek? Yani şimdi, bazı arkadaşlarımız kendilerini…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Kamer Bey, teşekkür ediyorum.

KAMER GENÇ (Devamla) – Bakın, Hasip Bey, size yaptığımda bir hata yok diyorum.

BAŞKAN – Sayın Genç… Sayın Genç, bir saniye…

KAMER GENÇ (Devamla) – Doğrusunu söyledim size.

BAŞKAN – Sayın Genç, bir saniyecik…

Hem teşekkür etti hem kusura bakmayın dedi.

KAMER GENÇ (Devamla) – Tamam efendim, ben de yani bir şey… Ama bu vesileyle…

Hayır, yani teşekkür ettiği için ben de kendisine teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Tüzmen, buyurun.

Sataşma nedeniyle söz istediğiniz için buyurun, buradan konuşacaksınız.

Size de üç dakika veriyorum.

Üç dakikalara ekleme yapmadığım için o süre içerisinde...

Buyurun, sataşmaya mahal vermeden… (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

2.- Mersin Milletvekili Kürşad Tüzmen’in, Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aslında bir noktayı bence burada bizden sonraki nesillere de örnek olacak şekilde halledip geçmemiz gerekiyor. Burada gelen arkadaşlarımız güzel konuşmalar yapıyorlar, ben de uslu uslu orada oturuyordum biliyorsunuz. Laf gelince, oradan dayanamadım, karıştım çünkü şöyle bir şey var, şöyle bir yanılsama var: “Bizim bayrakla bir problemimiz yok.” diyor arkadaşlar. Evet, biz de aynı şeyi söylüyoruz, diyoruz ki: “Tek devletiz. Tek vatan var. Tek bayrak var.” “Bunda da bir problemimiz yok.” diyor arkadaşlar. Evet, ben diyorum ki: “Bu yetmez, bunu benim söylemem de o kadar önemli değil. Bunu Kürt kökenli kardeşlerim buradan söylediği zaman bir anlamı var.” “Türk Bayrağı bizim bayrağımızdır deyin.” diyorum, bunu söyleyin. Ben bunu istiyorum. (BDP sıralarından gürültüler)

ÖZDAL ÜÇER (Van) – Biz ne diyeceğimizi senden mi öğreneceğiz?

KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) – Ben bunu istiyorum.

ÖZDAL ÜÇER (Van) – Kimsin sen, kimsin?

KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) – “Bayrakla problemimiz yok.” demek farklı. (BDP sıralarından gürültüler)

Ya, arkadaşlar, gelin…

SIRRI SAKIK (Muş) – Sen kimsin ya!

KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) – Bak, ben hepinizi seviyorum ya! Gelin, gelin siz de bunu söyleyin. Ben hepinizi seviyorum. (BDP sıralarından gürültüler)

Bak, bir şey söyleyeceğim –Başkanım, izninizle- bir sakin olun, ben size bir şey söyleyeceğim. (BDP sıralarından gürültüler)

ÖZDAL ÜÇER (Van) – Sen ihalelerinden bahset!

KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) – Suat Bey’le beraber biz İstanbul’dan Ankara’ya gidiyoruz. Ahmet Türk’le Aysel Tuğluk beraber geliyorlar.

ÖZDAL ÜÇER (Van) – Sen Mersin’deki ihalelerden bahset! “Vatan, millet, Sakarya” değil…

MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis) – Sen başka şeylerden bahset!

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen… Sayın Üçer, lütfen…

KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) – Aysel Hanım’ın bavulu ağırdı. Çantasını, bir bayan olduğu için nezaketen çantasını ben aldım.

SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Bizi yok saydığınız için özür dileyin, özür.

KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) – Ben taşıdım. Aysel Tuğluk’un çantasını taşıdım ben, benim gibi adam. Taşıdım, nezaketen… İçeride de dedim ki: “Bu olmaz. Gelin, biz aynı millet, aynı birlik beraberlik, aynı devlet, aynı vatan içerisinde, Türk Bayrağı'nın altında yaşıyoruz…”

SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Aynı millet değil, biz Kürt’üz, siz Türk’sünüz. Biz aynı millet değiliz.

ÖZDAL ÜÇER (Van) – Aynı millet değiliz. Biz Kürt’üz, sen Türk’sün.

KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) – Tamam, Kürt’sün. Belki ben senden daha fazla Kürt’üm, ne biliyorsun? Sen belki benden daha fazla Türk’sün, kim biliyor?

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ahmet Türk’e o kabalığı yapmayacaktın sen!

KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) – Bakalım kök araştırmasına, Hazreti Adem Türk müydü Kürt müydü?

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ahmet Türk’e karşı saygılı olmak zorundasın!

KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) – Ya, bırakın bunları, geçin.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ahmet Türk’e karşı yaptığın çok ayıp!

KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) – Bunlar tartışma değil. Türkiye'nin çok daha acil meseleleri var. Biz işsizlikle mücadeleyi çalışalım. Boş verin buradan öyle siyaset yapmayı. Ucuz nutuklar atmayın, hamaset yapmayın.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Milletvekilliği düşmüş bir lidere karşı saygılı olacaksın!

BAŞKAN – Sayın Kaplan, lütfen…

KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - “Türk Bayrağı bizim bayrağımız.” deyin. (BDP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Kaplan, lütfen…

KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Bu bayrak bizim bayrağımız. Benim söylediğim bu.

Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, biz de meramımızı ifade etmek istiyoruz.

BAŞKAN – Buyurun.

Lütfen yeni bir sataşmaya mahal vermeyin ama.

3.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, Mersin Milletvekili Kürşad Tüzmen’in, grubuna sataşması nedeniyle konuşması

SIRRI SAKIK (Muş) – Sevgili Başkan, sevgili arkadaşlar; merhaba.

Şimdi, ne gereği vardı? Allah rızası için, burada, bu tartışmalarda gelip burada oturup… Kaç gündür sevgili arkadaşımızı görüyoruz, her oturduğunda o elindeki çantayı böyle hiddetle, şiddetle yere vuruyor, çatabileceği bir yer arıyor. Nedir? Zayıf halka Kürtlerdir, zayıf halka Türkiye'nin temel değerleridir. Nedir? Onun için, dönüyor… Arkadaşımız burada düşüncesini ifade ediyor. Bayrak…

Şimdi, bakın bir düşünür diyor ki: “Her alçağın en son sığınacağı limanlar bu kutsal değerlerdir.” Şimdi, hiç kimsenin bu kutsal değerlere sığınarak bir başkasına haksızlık etme hakkı yok. Bu kürsüde ve hayatın her alanında ortak vatandan bahseden bir halk, ortak bayraktan bahseden… Bu değerleri kendi değerimiz olarak algılıyoruz ve bu değerler kimsenin tekelinde değil ama birileri de çıkıp bizi tehdit ederek, beynimizin, bedenimizin efendisi olamazlar. Biz hiç kimseye ne boyun eğeriz ne kimsenin dayatmasıyla da… Siz dayatmayla bayrağı insanlara sevdiremezsiniz. Eğer sevgi bağını oluşturamazsanız o bayrak çatışmaya dönüşür.

Niye bölgede bayrağa insanlar bu kadar tepki gösterdi? Çünkü o panzerlere bayrakları takıp, gidip ev yaktılar. O koca metal direklerle bayrakları asarak bu ülkede birliği, bütünlüğü sağlayamazsınız. Onun için, yürekten; onun için, duygu bağıyla hepimizin bağlı olduğu değerleri birileri kendilerine ait ve dönüp efendi-köle muamelesi yaparcasına, çıkın… Buna hiç kimsenin hakkı yoktur ve burada tekrar altını çizerek söylüyoruz, bu değerlerle siyaset yapılmaz. Evet, bayrakla, resmî dille, üniter yapıyla hiçbir sorunumuz yok. Sorunumuz nedir? Tek, ırktır. Evet, biz Türk değiliz. Burada farklı kavimler var. Anadolu farklı kavimlerin geçtiği bir yerdir. Biz de Kürt kimliğimiz var.

Bakın, dün akşam burada tartışmalar oldu, “Kürt” sözcüğünden dolayı ne kıyametler kopuyor ve dönüp söylüyorlar: “Efendim, biz kardeşiz.” Böyle kardeşlik batsın. Böyle kardeşliği istemiyoruz. Böyle bir kardeşlik, bizim beklentimiz bu değil. Bize efendi-köle muamelesi kimse yapamaz. Bu kardeşlik değil, efendi-köle ilişkisidir, bu değerleri dayatmak efendi-köle ilişkileridir.

Onun için, eğer gerçekten kardeşlik diyorsanız, bütün dillere, bütün kültürlere özgürlük tanınmalıdır. Bir tek “Kürt” sözcüğünün, dün akşam, efendim…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SIRRI SAKIK (Devamla) – Sayın Başkan, son sözü söyleyeyim.

BAŞKAN – Ama, bakın, yapmayın…

SIRRI SAKIK (Devamla) – Peki, teşekkür ediyorum.

 VIII.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

3.- (10/515, 10/606) esas numaralı Meclis araştırması önergelerinin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 8/4/2010 Perşembe günkü birleşiminde birlikte yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi (Devam)

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri reddedilmiştir.

Birleşime beş dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 17.26
 

 

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 17.38

BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Harun TÜFEKCİ (Konya)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 84’üncü Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1’inci sırada yer alan, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2’nci sırada yer alan, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

3’üncü sırada yer alan, Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.


3.- Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/761) (S. Sayısı: 458)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

4’üncü sırada yer alan, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

4.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/808) (S. Sayısı: 487) (x)

BAŞKAN – Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Komisyon Raporu 487 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde söz isteyen, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Oğuz Oyan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Van Milletvekili Sayın Kerem Altun, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Eskişehir Milletvekili Sayın Beytullah Asil; şahıslar adına Eskişehir Milletvekili Sayın Beytullah Asil, Konya Milletvekili Sayın Sami Güçlü, bu arkadaşlarımız olmazsa Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç.

İlk söz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Oğuz Oyan’da.

Buyurun Sayın Oyan. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA OĞUZ OYAN (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; efendim, geçen haftalarda bir Türk-Alman Üniversitesi kurduk. Bugün de 4 vakıf üniversitesi kuracağız. Böylece, birkaç haftada 5 üniversite kuran bir Meclis konumundayız.

Bu durumda Meclisin, üniversite kavramını sorgulaması, üniversitenin işlevlerini sorgulaması, genel olarak da üniversite sorununu tartışması gerekir. Esasen, bilindiği gibi, Anayasa bu konuda Meclisi sorumlu ve görevli tutmuştur. Anayasa’ya girmiş kavramlarla üniversite tanımlanmıştır, vakıf üniversiteleri tanımlanmıştır ve bunların ticari amaçlarla kurulamayacağı da söylenmiştir. Yani vakfedilecekse bir üniversite için bir kaynak, bunun eğitim amaçlı olması öngörülmüştür.

Şimdi, işler böyle mi yoksa başka türlü mü cereyan ediyor, ona bakmamız lazım. Ama şimdi, önce bir bilanço çıkaralım: 2002 yılında 76 üniversite söz konusuydu. Yani AKP iktidara gelmeden önceki döneme baktığımızda, 76 üniversite var, bunun 23’ü vakıf olmak üzere. Aradan zaman geçti, AKP dönemini yaşadık. Bugün bu 4 vakıf üniversitesi -şimdi tartıştığımız- eğer kurulacak olursa üniversite sayısı 76’dan 144’e çıkmış olacak, bunun 49’u da vakıf üniversitesi olacak. Aslında 2’ye yakın bir artış var. Vakıf üniversitesinde 2’den fazla artış var, 23’den 49’a. Vakıf üniversitesi sayısı 49 olacak, 2 kattan fazla.

Şimdi, eğer gelişmeyi sadece nicelik olarak görürseniz, sadece sayıların diliyle konuşursanız, yani “Sayılar 2’ye katlanmış. Ee, o zaman her şey iyidir, olumludur.” derseniz bununla övünebilirsiniz ama eğer bu gelişme üniversite eğitiminde bir nitelik aşınmasıyla ortaya çıkmışsa o zaman bu sayısal artışın çok da iyi bir gelişme olup olmadığı konusunu burada sorgulamak gerekir.

Değerli arkadaşlarım, üniversiteler esas itibarıyla düşünce üreten kuruluşlardır ve düşünmeyi öğreten kurumlardır. Üniversite bir meslek yüksekokulundan farklıdır. Meslek yüksekokulu ne yapar? Balık tutmasını öğretir ama üniversite bunun doğru olup olmadığını tartışır, bunun tarihini tartışır, bunun ekosistem üzerindeki etkilerini tartışır, bunun aslında üniversite olarak başka mecralara taşınmasını, yeni düşünce üretme sistemlerine aracılık etmesini sağlar.

Üniversite ile meslek yüksekokulu bu nedenle de çok farklı yapılardır ama bugün Türkiye'de gördüğümüz şey, meslek yüksekokulları seviyesinde üniversiteler kurmaktan öteye gitmemektedir. Ders verme makinesi hâline getirilmiş öğretim üyeleri ve giderek kendi aralarında büyük kalite farklılıkları ortaya çıkan… Hem devlet üniversitelerinin kendi içinde büyük kalite farklılıkları var hem vakıf üniversitelerinin kendi arasında büyük kalite farklılıkları var hem de bu ikisi arasında büyük kalite farklılıkları var.

Sonuç olarak Türkiye'de “üniversite” dediğimiz zaman homojen bir yapıdan bahsetmiyoruz. Türkiye'deki  üniversite sistemi çok birbirinden farklı öğretim birimlerini içinde barındırıyor. Hatta aynı üniversite içinde iyi fakülte var, kötü fakülte var, iyi bölüm var, kötü bölüm var ve dolayısıyla bizim her bakımdan iyi diyebileceğimiz üniversite sayısı parmakla sayılacak kadar az. Yani 144 tane üniversite ama “Hadi bakalım, bunun içinden bir 10 tane say.” dediğinizde güçlük çekebiliyorsunuz.

Dolayısıyla değerli arkadaşlarım, üniversiteler bir kere,

1) Düşünce üreten kuruluşlardır, düşünmeyi öğreten kurumlardır, kuruluşlardır.

2) Üniversiteler bir toplumun, bir ülkenin aynasıdır, bir ülkenin gelişmişlik düzeyinin göstergesidir. Üniversiteler, dolayısıyla sadece toplumun değil, içinde yer aldıkları bölgenin, ilin ileriye taşıyıcı unsurlarıdırlar, öyle olmalıdırlar.

3) Üniversiteler aydınlanma geleneğinin ışığıdırlar, meşalesidirler. Ancak bu görevi yerine getirdikleri takdirde üniversiteler üniversite olurlar. Bu nedenle biz burada üniversite meselesini, umarım bundan sonraki konuşmacılarla enine boyuna tartışırız.

Değerli arkadaşlarım, Anayasa’mız, kazanç amacına yönelik olmamak şartına bağlı olarak ve devletin gözetimi, denetimi altında çalışacak şekilde vakıf üniversiteleri de kurulmasına imkân verir. Şimdi, gerçekten Türkiye’de bu vakıf üniversiteleri ne kadar vakıf, ne kadar ticari amaçlı? Yani, buna bir bakmak lazım, bir.

İkincisi, vakıf üniversitelerinin dağılımı çok ilginç. Türkiye’de bu sözünü ettiğimiz, şimdi kurulacak olanlarla birlikte 49 vakıf üniversitesinin 28’i İstanbul’da, 8’i Ankara’da, 4’ü İzmir’de yani 49 vakıf üniversitesinden 40’ı üç büyük ilde. Yani, burada bunu söylerken biz demiyoruz ki her ile bir vakıf üniversitesi, devlet üniversitesinde olduğu gibi. Bu yanlış da anlaşılmasın. Fakat ilginç bir şey var. Bu vakıf üniversiteleri niye üç büyük ilde ve niye özellikle İstanbul’da? Yani, yüzde 57’si sadece İstanbul’da. Neden? Çünkü oradaki rekabet vakfedenlerin eğitim sistemi üzerinden bir rekabeti değil, orada, Türkiye'nin en zengin şehri olan İstanbul’da ödeme gücü olan kitlelere seçenek sunmaktan ibaret. Esas itibarıyla bu. Tabii cemaat vakıflarının gelişmesi, artışı falan, bu da ayrı bir mesele olarak var ama esas buradaki kaygımız, bu üniversitelerin, vakıf üniversitelerinin eğitim amacını ön planda tutmuyor olmalarıdır.

Şimdi, burada, yeni üniversiteler var. Bir tane daha bir Anadolu Üniversitesi -bu dört üniversiteden biri- kurulacak, Samsun’da bir Canik Başarı Üniversitesi ama gene kurulan dört üniversiteden şu an üçü İstanbul’da kurulacak olan üniversiteler ve ilginç bir gelişme olarak iki tane de “yarı kamusal” diyebileceğimiz üniversite tipi ortaya çıkıyor vakıflar içinde. Bunlardan bir tanesi, Vakıflar Genel Müdürlüğünün öncülük ettiği bir üniversite olacak, Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi, öbürü de Diyanet Vakfının kuracağı bir üniversite olacak. Yani, bu, tabii, yeni bir gelişme ama bu bizim kaygılarımızı azaltır mı? Yani bu üniversitelerin finansal gücü açısından, belki daha az sıkıntı olur bu ikisi açısından. Peki ama diğer kaygılarımız açısından yani bir cemaat vakıflarına doğru gitme açısından, bir özgür düşünce yuvaları olma işlevi açısından, bir aydınlanma ve cumhuriyet geleneğini sürdürme açısından acaba bunlar bu işlevleri yerine getirecekler mi? Burada kaygılarımız vardır ve devam etmektedir. Dünya çapında üniversite oluşturmak acaba bu Fatih Sultan Üniversitesinin içine konduğu gibi bir “Medeniyetler İttifakı Enstitüsü” kurmakla mı olacak?

Değerli arkadaşlarım, bakınız, bu tür klişeleri, bu tür “medeniyetler ittifakı” gibi daha çok siyasetin alanında olan birtakım klişeleri üniversite bünyesi içine taşımak üniversiteleri geliştirmez. Siyaset bu biçimiyle… Yani bir kere dünyada bir tek medeniyet vardır, tek medeniyet vardır, o da gelişmişliğin medeniyeti. Bugün dünya öncülüğünde hangisi dünyanın ortak medeniyeti, ortak aklıdır? Farklı kültürler olabilir ama “medeniyetler arası ittifak” dediğiniz zaman “medeniyetler arasında çatışma var” tezinden yola çıkıyorsunuz demektir ve bu “medeniyetler arasındaki çatışma” tezi de bizzat Amerika’nın Huntington’a ısmarladığı tezler üzerinden üretilmiş ve Amerika’nın Yeni Dünya sahnesinde kendisine yeni çatışma, yeni birtakım    –Sovyetlerin çökmesinden sonra- düşman imgeleri yaratmak için ortaya çıkardığı bir şeydir. Türkiye'nin bunda ne işi var? Türkiye’de bu konuda üniversitede enstitü mü kurulur? Yani değerli arkadaşlarım, böyle birtakım modalar izlenerek, bilim dışı siyaset peşine takılarak üniversite geliştirilmez.

Türkiye’de üniversitede iki zıt eğilim var değerli arkadaşlarım. Bunlardan bir tanesi üniversite sayısının hızlı artışıdır, öbürü de üniversite sayısı artarken yüksek öğretimin kalitesinin aynı hızla düşmesidir. Yani iki zıt eğilim var, bir taraftan nicelik artıyor, öbür taraftan nitelik düşüyor. Yani biz bir yol ayırımındayız, acilen bir tercih yapmak durumundayız Türkiye’de. Nicelik mi, nitelik mi? Yani sayıyı mı daha çok artırarak gelişeceğiz, yoksa niteliği artırarak, kaliteyi artırarak mı gelişeceğiz? Yani Türkiye eğer dünya çapında üniversite üretmek istiyorsa, çağdaş üniversiteler geliştirmek istiyorsa herhâlde sayıdan daha çok niteliğe önem vermek durumunda.

Bugün üniversite eğitimi itibarıyla baktığınızda, yükseköğretim düzeyinin devalüe edilmiş olduğunu görüyorsunuz, değer yitirmiş olduğunu görüyorsunuz. Bugün birçok alanda verilen mezunlar, bundan otuz sene önceki lise mezunlarının ayarından daha düşük oluyorsa orada bir sıkıntı var, üniversite, üniversite fonksiyonunu göremiyor demektir. Bunu da burada büyük çoğunluğu üniversite mezunu olan milletvekilleri herhâlde daha iyi takdir ediyorlardır.

Bu kalite aşınması hızlanarak sürerken YÖK Başkanı daha fazla üniversite açarak üniversite önündeki yığılmaların önlenebileceği gibi bir faraziye peşinde koşuyor. Şimdi, “Böyle bir YÖK’le yani yüksek eğitim planlamasını yapan bir YÖK’le nereye kadar gidebiliriz?” sorusunu sormamız lazım. YÖK Başkanı diyor ki: “Benim dönemimde biz kontenjanları arttırdık, 200 bin kontenjan arttırdık.” Gerçekten, üniversiteler kontenjan bildiriyorlar YÖK’e, YÖK “O yetmez, 100 yerine 200 alın, 300 yerine 450 alın.”  diye dayatmalar yapıyor, fiziki kapasitelerinin ötesinde, öğretim üyeleri sayısının ve imkânlarının ötesinde zorlamalar yapıyor. Tabii, ikinci eğitim üzerinden zorlamalar yapılıyor vesaire. Ama üniversite önündeki yığılmaları önlemenin yolu, üniversitelere bu mevcut sistem içinde, orta eğitim sistemini değiştirmeden daha fazla öğrenci almak değildir. Bu, sayıyı artırmak ama niteliği daha da kötüleştirmek demektir. Bunun yolu Cumhuriyet Halk Partisinin Programı’nda var. Ben size iki satırla özetleyeyim: Bunun yolu, öncelikle, orta eğitimi klasik liseden büyük ölçüde çıkarmaktan geçiyor. Orta eğitimdeki öğrencilerin en fazla üçte 1’ini üniversite eğitimine kanalize eden klasik lise eğitimi içinde tutmak, geri kalanını mesleki ve teknik eğitim üzerinde yoğunlaştırmak ve onların üniversiteye geçiş yani yüksek meslek okullarına geçiş kanalını açık tutmakla birlikte bu kanalı daha dar tutarak, esas itibarıyla daha orta eğitimden itibaren lisenin üniversiteye kanalize olmasını sağlamak. Böylece üniversite önündeki yığılmayı önlersiniz ve piyasada lise mezunu olup da iş arayan milyonlarca gence en azından bir meslek sahibi olarak iş arama imkânını verirsiniz ve Türkiye’deki işsizliği de önemli bir sorun yumağı olmaktan çıkarırsınız. Dünya bunu böyle. Yapıyor. Yani bu Almanya’da böyle, başka ülkelerde böyle. Yani Türkiye burada yeni bir şey yapacak değil.

Üniversite önündeki yığılmayı, daha fazla üniversite açarak, daha fazla üniversitelerde kontenjan artırarak çözemezsiniz. Çözmek, burada kaliteyi düşürmek üzerinden olsa bile mümkün değil.

Dolayısıyla, tabii bir şeyi daha hatırlatayım: Bakınız, Türkiye’deki üniversitelerin yaklaşık üçte 1’i vakıf üniversitesi. Peki, vakıf üniversitelerinin toplam öğrenci sayısı içindeki payı nedir? Yüzde 11,7’yle yüzde 9. Yani siz vakıf üniversiteleri açarak bu açığı kapatamazsınız çünkü bunlar paralı okullardır, Türkiye’de insanların ödeme gücü buna yetmemektedir ve büyük bir bölümü kontenjanlarını dolduramamaktadır. Birçoğu yüzde 50’ye ulaşamıyor bu vakıf üniversitelerinin. Bizzat YÖK Başkanı şubat ayında yaptığı bir değerlendirmede bunu kendi belirtti, ama ilginç bir şey daha söylüyor: “Vakıf üniversiteleri modelinde ticarileşme var” diyor, doğru tespit. “Biz bunu önlemek için özel üniversite yolunu açalım, bir tarafta vakıflar olsun, yani devlet üniversitesi, vakıf üniversitesi, bir de özel üniversite yolunu açalım, böylece her şey yerli yerine otursun.”

Değerli arkadaşlarım, bu da tabii Türkiye’de üniversiter sistemi, akademik dünyayı daha da herhalde kalite kaybına götürecek bir paralı eğitim olgusu ortaya çıkaracaktır. Bunun doğru bir yol almadığını buradan şey yapalım.

Tabii, bu arada YÖK Başkanından bahsederken… Kendisini göremiyoruz galiba.

MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Başkan Vekili burada.

OĞUZ OYAN (Devamla) – Yani Başkan Vekili değil, biz tabii burada Sayın Yusuf Özcan’ı görmek isterdik. YÖK Başkanının herhalde kendisiyle ilgili dört tane üniversite kurulan bir konuda burada bizzat olması herhalde kendi sorumluluğu ve kendi yaptığı işe saygısı gereği gerekli olurdu.

Şimdi değerli arkadaşlarım, üniversitelerin gelişmesinin, esas itibarıyla, öğretim üyesi dediğimiz unsurun yaptığı işi özgürce yapabilmesinden geçtiğini, gerek eğitim faaliyeti olarak gerek araştırma faaliyeti olarak geçtiğini bir kere kabul etmeliyiz. Peki ama acaba bu ticari amaçla büyük ölçüde çalışan ve öğrenciyi müşteri olarak kabul eden vakıf üniversitelerinde, vakıf üniversitesi mütevelli heyeti başkanının, yani patronun diğer deyişle karşısında el pençe divan durmaya zorlanmış, zorlanan öğretim üyelerinin hangi eğitim ve araştırma kalitesi düzeyinde olacağını bana birileri söyleyebilir mi? Yani bu, büyük ölçüde, bu vakıf üniversitelerinin büyük çoğunluğunda bu biçimde işlemektedir.

O üniversitenin patronunun, mütevelli heyeti başkanının siyasi eğilimleri de tabii birçok şeyi belirlemektedir ya da o üniversitenin siyasi iktidarla olan bağlantıları ya da siyasi iktidarla iyi geçinme dürtüleri oradaki eğitimi yönlendirebilmektedir. Oysa bir üniversitenin siyasi iktidarla iyi geçinmek, kötü geçinmek diye bir kaygısı olmaz. Üniversiteler, kendi söyleyeceği sözleri, kendi araştırmalarını söyleyebilmek açısından bir yere, bir referans noktasına bakarak konuşmazlar. Bu, bir cemaat de olmaz, iktidar da olmaz, muhalefet de olmaz. Onların bakacağı yer bilimdir, tek kıstasları bilimdir ve bakacakları başka bir yer olamaz. O nedenle, ben, burada da çok ciddi bir değer aşınması olduğunu düşünüyorum.

Üniversite öğretim üyelerini özgürleştirmeliyiz değerli arkadaşlarım. Ama bu özgürleştirmenin de bir yolu da yetişecek yardımcı öğretim elemanlarını özgürleştirmekten geçiyor. Vakıf üniversitelerinin -söyleyiniz bana- kaç tanesi öğretim üyesi yardımcısı yetiştiriyor, kaç tanesi araştırma görevlisi yetiştiriyor, kaç tanesi yatırım yapıyor bu alana? Aslında devlet bu alanlara yatırım yapıyor. Devlet üniversitelerinde yetişiyorlar, doktorasını vesairesini verdikten sonra, belli bir olgunluğa geldikten sonra bunlar kapışılmaya başlanıyor vakıf üniversiteleri tarafından, yani hazıra konuyorlar. Güzel de, biraz da ellerini taşın altına sokup onlar da araştırma görevlisine yatırım yapsalar fena mı olurdu? Bunu zorlayacak hükümleri YÖK Yasası’na koysak kötü mü olurdu? Yani onlara kadro tahsis edemiyoruz ama en azından zorlama yapabiliriz değil mi? Yani bu konular, düşünülmesi gereken konular.

Tabii bir başka şey daha var düşünülmesi gereken. Türkiye’de, bugün, araştırma görevlilerinin üniversiteye girişleri, devlet üniversitesine girişleri iki kanaldan olmaktadır: Bir 33’üncü maddeye göre, 2547 sayılı YÖK Yasası’nın, bir de 50’nci maddesine göre. Yani iki ayrı kanaldan araştırma görevlisi alabiliyor üniversiteler ve ilginç bir şey: Bu 50’nci maddenin (d) fıkrası aslında tali bir yoldur yani yüksek lisans ve doktora yapan öğrencilere geçici olarak tahsis edilen bir burs gibidir, fakat bu ana yol olmuş durumda. Yani tali yol ana yol durumuna getirilmiş, üniversitelere sadece 50’nci maddenin (d) fıkrasından araştırma görevlisi alınıyor. Dolayısıyla ne oluyor? Yüksek lisans, doktora bitince “güle, güle” deniyor kendisine çünkü o maddeye göre bu doktoralı çocukları tutmanın bir anlamı kalmıyor. Belki tıpta bir kısmen geçerli olabilir, her yıl binlerce, on binlerce çocuğun TUS sınavına girdiği şeyde belki olabilir ama orada  dahi  tartışılır. Ama  bu sosyal bilimlerde, fen bilimlerinde, edebiyatta, mühendislikte  falan…  Yani   zar  zor  öğretim  üyesi   yardımcısı  yetiştirmiş  -doktorasını yapmış- ondan sonra onu tutması gerekirken -ki piyasada da müthiş bir talep var muhtemelen, bir kısmına olabilir, bir kısmına olmayabilir, ayrı ama ne diyorsunuz siz- “güle, güle” diyorsunuz, pasaportu eline veriyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, bu, üniversitenin öğretim elemanı yetiştirme anlayışına tamamen ters bir düzenlemedir. O nedenle benim verilmiş bir kanun teklifim var, ta geçen senenin temmuz ayında verdim, bu 50’nci maddenin (d) fıkrasının kaldırılması, ilga edilmesi… Bu bakımdan onun sadece bir burs olarak düzenlenmesi mümkündür ama üniversite öğretim üyesini o düzgün, kadrolu bir biçimde 33’üncü maddeye göre alacaksınız. Eğreti öğretim elemanı yardımcısı üniversitelerin yapısına, doğasına aykırıdır. Mutlaka araştırma görevlilerini bu biçimde bizim güçlendirmemiz gerekiyor. Bu teklifin burada görüşülmesi hâlinde, mevcut durumda 50’nci maddeye göre görev yapanların da 33’üncü maddeye intibaklarının yapılması gerekiyor.

Değerli arkadaşlarım, tekrar edeyim bitirirken: Üniversiteler -ki Avrupa’da 12’nci yüzyıldan bu yana- aslında özgür düşünce yolunda sürekli ilerlemişlerdir, bir medrese eğitiminden farklı olarak özgür düşünce yolunda ilerlemişlerdir ve bugün Batı’nın farkını ortaya çıkaran, Batı’yı bugün gelişmiş ülkeler bloku hâline getiren ana özellik, üniversitelerin bu özgür gelişmesidir. Ve bugün eğer Batı teknolojik açıdan, yenilikleri, icatları vesaire geliştirme açısından eğer özgün bir noktada bulunuyorsa…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

OĞUZ OYAN (Devamla) - …eğer gelişmekte olan ülkeler, bu arada bütün bir İslam dünyası gelişmiş ülkeleri çok geriden izliyorlarsa ve bağımlı bir biçimde izliyorlarsa, bunun arkasında üniversitelerin bilim üretme merkezleri olarak buralarda ne yazık ki yeterli bir gelişmeye sahip olamaması yatar. Özellikle de üniversite-iktidar ilişkilerinin bu gelişmemiş ülkeler ya da gelişmekte olan ülkeler bloklarında yeterli bir özerklik alanına sahip olmaması üniversitelerin iktidar karşısında giderek bağımlı bir noktaya gelmeleriyle ilişkilidir. Türkiye’deki gidişat da ne yazık ki bu yöndedir. Eğer üniversiteler daha özerk olurlarsa, iktidara karşı da daha özerk olurlarsa, siyasete karşı daha özerk olurlarsa, bu, üniversite içi demokrasinin gelişmesi açısından da çok önemlidir. Türkiye’de artık üniversitelerde yardımcı öğretim elemanının, araştırma görevlisinin mutlaka ve mutlaka yönetime katılması şarttır. Üniversite bir bütündür. Sadece profesörlerin, doçentlerin üniversitesi değildir, herkesin üniversitesidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika eklemiştim Sayın Oyan.

OĞUZ OYAN (Devamla) – Peki, teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Van Milletvekili Sayın Kerem Altun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA KEREM ALTUN (Van) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; 487 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerine AK PARTİ Grubu adına söz aldım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Bugün polis teşkilatımızın kuruluşunun 165’inci yıl dönümü, bu vesileyle emniyet teşkilatımızın bu güzel haftasını kutluyorum, kendilerine başarılar diliyorum.

Değerli milletvekilleri, ülkemiz çok genç nüfusa sahip bir ülke. Son yıllarda ortaöğretimdeki okullaşma oranının yükselmesi yükseköğretime olan talebi de sürekli olarak artırmaktadır. Bu talep karşılanmadığı sürece üniversitelerin önünde yığılmalar devam edecektir.

Tüm dünyada yükseköğretimde okullaşma oranı artmaktadır. Gelişmiş ülkelerdeki çağ nüfusunun okullaşma oranı ise ülkemizin çok üzerinde seyretmektedir. Ülkemizdeki yükseköğretimdeki okullaşma oranı sürekli olarak artmış olmasına rağmen dünyadaki gelişmeler göz önüne alındığında gelişmiş ülkelerin gerisinde kalınmıştır.

Ülkemizde yükseköğretime olan yoğun talebin mevcut üniversite ve bu üniversitelere bağlı yükseköğretim birimleriyle karşılanması ve Dokuzuncu Plan’da yükseköğretim için öngörülen yüzde 48’lik hedefe, özellikle örgün öğretimdeki hedefe ulaşması mümkün görünmemektedir ne yazık ki. Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de yükseköğretimin amaçları arasında eğitim öğretim işlevini görmek, bilimsel araştırma yapmak ve topluma hizmet olarak zikredilebilir. Yükseköğretimin planlı bir şekilde yaygınlaştırılması, nicelik ve niteliğinin yükseltilmesi için gerekli tedbirlerin alınması Millî Eğitim Bakanlığının görevleri arasında sayılmıştır. Bu amaçla Hükûmetimizce 2003 yılından itibaren toplumumuzun ihtiyaç ve taleplerini karşılamak üzere üniversite bulunmayan tüm illerimizde birer devlet üniversitesi kurulması yoluna gidilmiş, ayrıca vakıf üniversitelerinin kurulması da teşvik edilmiştir. Anayasa’mızın 130’uncu maddesine göre vakıflar, kazanç amacına yönelik olmamak şartıyla, devletin gözetim ve denetimine tabi yükseköğretim kurumları kurabilmektedir.  Vakıf üniversitelerinin hangi usulle kurulabileceği 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nda belirtilmiştir. Üniversiteler, bilimsel ve mali açıdan özerk kuruluşlardır.

Cumhuriyet döneminde üniversitelerin kuruluş gerekçelerine baktığımızda, bölgelerimizin ekonomik ve sosyal durumları, illerimizin kalkınmışlık durumları hep göz önüne alınmıştır. Bunları geriye doğru örneklersek, Atatürk’ün modern bir kültür şehri kurmak için Doğu Anadolu Bölgesi’nde, Van Gölü sahillerinde üniversite kurma arzuları hayatında gerçekleşmemiştir. Çok sonraları, bu anlayışa ve amaca uygun Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi kurulmuştur. Keza, bu bölgede sosyal, kültürel, ekonomik ve teknik açıdan rol oynayacak Erzurum Atatürk Üniversitesi kurulmuştur.

Bulunduğu bölgenin kültür hayatını, dolayısıyla, modern yöntemlerle çalıştırma imkânlarını ve refahını yükseltmede doğrudan etkili olacak Ege Bölgesi’nde İzmir Ege Üniversitesi, uluslararası bilgiyle yetinmeyip özellikle doğal kaynakları, mahallî imkânları incelemek, halkın özel yeteneklerini de ele alarak şimdiye kadar değinilmemiş ekonomik sorunları çözmeye çalışmak için Karadeniz Bölgesi’nde Karadeniz Teknik Üniversitesi, çevreyi kültürel ve ekonomik yönde inceleme, çevreyi laboratuvar olarak kullanmak suretiyle bölge kalkınmasına katkıda bulunacak, Güneydoğu Anadolu Bölgemizde Diyarbakır Dicle Üniversitesi kurulmuştur.

Değerli milletvekilleri, günümüzde şiddetlenen küresel rekabetle birlikte bilgiye daha yaygın erişme, bilgiyi yönetme, ülkenin insan ve doğal kaynaklarını teknolojik yeniliklerle destekleme konusundaki kamuoyunun talebi değişimin itici gücü olmuş, yükseköğretim açısından da yeni şartlar yaratmıştır.

Ülkeler kendi yükseköğretim sistemini ve bu sistemleri oluşturan kurumları, millî ihtiyaçları dikkate alarak ulusal kalkınmaya etkin bir biçimde katkıda bulunulmasına yardımcı olacak önlemleri almak zorundadır. Hükûmetimiz, genç bir nüfusun ihtiyaç ve talebini karşılayabilmek amacıyla yükseköğrenimi nicelik ve nitelikle birlikte bilimsel çalışma ve inceleme, araştırma alanlarında desteklemektedir. Bu konu, ulusal stratejimizin öncelikleri arasında yer almıştır. Bugün yükseköğretime olan talebin karşılanması nedeniyle birçok vatandaşımız yurt dışında yükseköğrenim görme arayışı içine girmiştir. Millî Eğitim Bakanlığının verilerine göre, öğrenciliklerini tanıtmadan gidenler hariç, hâlen yurt dışında 22 binin üzerinde gencimiz ailelerinin maddi imkânlarını zorlayarak özel öğrenci statüsünde öğrenimlerini görmektedirler. Hâlbuki, ülkemizin ekonomik ve jeopolitik yapısı gereği yükseköğretim kurumlarını yaygınlaştırıp çok sayıda ve farklı ülkelerde öğrenciye hizmet vererek ülke ekonomisine önemli kaynak sağlayabilecek durumdadır.

Değerli milletvekilleri, bütün bunlara rağmen ülkemiz yükseköğretimi dikkate değer bir büyüme göstermiştir. 1923-2010 yılları arasında üniversite sayısı 1’den -sadece1’den- 139’a yükselmiş ise, öğrenci sayısı 2 binlerden 2 milyonlara çıkmış ise, yıllık mezun sayısı 321’den 397 bine ulaşmış ise, akademik personel sayısı 307’den 97 binlere sıçramış ise bu bir gelişme ve başarı değil mi?

Öğrenci durumu itibarıyla, devlet üniversitelerindeki öğrenci sayısının bütün öğrenciler içerisindeki payı yüzde 94,2; vakıf üniversitelerindeki öğrenci sayısının bütün öğrenciler içerisindeki payı sadece yüzde 5,8’dir. 2003 yılından sonra kurulan vakıf üniversitelerinin bir kısmı üç büyük ilimizin dışında da kurulmuştur.

Bugün görüşülmekte olan üniversitelerden biri de Samsun ilimizde kurulacaktır. Daha önceleri Kayseri, Mersin, Konya ve Gaziantep illerimizde ikişer vakıf üniversitesi kurulmuştur.

Vakıf üniversiteleri eğitimde verimliliği artıracak, eğitime destek olacak şekilde sorumluluğu paylaşacaklardır. Devlet üniversiteleri tarafından karşılanması giderek zorlaşan yükseköğretim yükünü kısmen de olsa devletin üstünden alacaklardır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; insana yapılan yatırım, geleceğe yapılan en büyük yatırımdır. Zenginlik dediğimiz şey ne yer altındaki madenler ne tarladaki mahsul ne fabrikanın ürettiği mallardır. Esas sermaye ve zenginlik kaynağı bugün modern toplumda bilgidir, eğitimli insandır. Türkiye’nin genç nüfusunun iyi eğitilmesi hâlinde inanıyoruz ki 21’inci yüzyılın gerçek anlamda milletimizin lehine olacağınadır. Karamsar değiliz. Karamsarlık pompalayarak karanlık tablolarla milletimizin enerjisini ve heyecanını yok etmemeliyiz.

Değerli milletvekilleri, AK PARTİ İktidarı bütün politikalarının merkezine insanı, bireyi koymuştur. Başta düşünce, ifade, inanç, eğitim, örgütlenme ve teşebbüs özgürlükleri olmak üzere özgürlükleri çoğulculuğun barış ve uzlaşmanın temel şartı olarak görüyoruz. Tüm bu özgürlükler Türkiye’yi herkes için yarınlardan emin olacakları büyük bir umut hâline getirmenin de olmazsa olmaz şartlarıdır çünkü özgürlükler demokrasinin temelini oluşturur. Toplumda herkes özgür olmadıkça kimse özgür değildir. Bu anlamda hiçbir bireysel ve kurumsal baskı kabul edilemez. Soğuk savaş döneminin basmakalıp ideolojileriyle eğitim meselelerine yaklaşmak eğitimi katletmektir. Biz millî eğitim meselelerine ideolojik değil, pedagojik yaklaşmak zorundayız. Biz yükseköğretimin meselelerine ideolojik değil, evrensel ölçekte akademik yaklaşmak zorundayız. Avrupa Birliği İlerleme Raporu’nda Türkiye’nin son yıllarda kaydettiği gelişmenin takdirle ifade edildiği belirtilmektedir. Eğitim sistemindeki gelişmelerin en az eleştiri gören alanlardan biri olduğunu görüyoruz. Bologna İlerleme Raporu’nda, Türkiye’de yükseköğretimin çeşitli açılardan dinamik bir gelişme içinde olduğunu ortaya koymaktadır. Bu raporda, Bologna sürecinde, bütün üniversitelerimizin yaşam boyu öğrenmeye katkıda bulunan sürekli eğitim merkezleri, ulusal öğrenci temsilcilikleri ile Bologna destekleyicisi ulusal ekibin oluşturulması, teknoloji geliştirme bölgelerinin sayısının hızla artmakta olduğunu önemle vurgulamaktadır.

Bunlar sevindirici gelişmelerdir. Ne yazık ki, bugüne kadar bardağın hep boş kısmına bakma alışkanlığımız, nedense dolu kısmına bakmamızı engelliyor. Karanlıktan şikâyet edeceğimize bir mum da biz yakarsak daha iyi olmaz mı? Büyük fikir adamı Cemil Meriç “Her aydınlığı yangın sanıp söndürmeye çalışanlar, karanlığa o kadar alışmışsınız ki, yıldızlar bile rahatsız ediyor sizi.” der. Biz biliyoruz ki, değişim ve gelişime kapalı olan statükocu anlayış, alışkanlıklarının esiri olarak, çözüm yerine zihinleri bulandırarak sorun üretirler, iş yerine laf üretirler yüksek perdeden. Aristo “Sözün en güzeli, söyleyenin doğru olarak söylediği, dinleyenin de yararlandığı sözdür.” der. Topluma yol göstericiler, söylediklerini yapan ve yapabileceklerini söyleyen insanlardır. Ziya Paşa ünlü hicvinde:

“Onlar ki laf ile verirler dünyaya nizamat,

Bin türlü teseyyüb bulunur hanelerinde.” der.

Evet… Eğitim politikaları üzerinde gündelik siyaset yapılmamalıdır çünkü eğitim politikaları bugünle değil, gelecekle ilgilidir. Günlük kısırdöngüler üzerinde geleceği ipotek altına almaya kimsenin hakkı olamaz. Eğitim politikalarında başarı da, başarısızlık da, başta yüce Meclis olmak üzere, sorumluluk makamında bulunan herkese, her kuruma aittir. Başarı mutluluk ve refaha, başarısızlık ise toplumsal kaosa neden olur. Eğitim politikalarını belirlemek ve yürütmek vergi politikalarını belirlemeye benzemez. Eğitim politikalarının somut etki ve sonuçları ancak yirmi-yirmi beş yılda görülebilir. Onun için diyoruz ki: “Bedeli başkalarının ödeyeceği kararlar alırken daha özenli, daha dikkatli, üzerinde millî uzlaşma sağlanmış kararlar olmalıdır.” Eğitim politikaları süreklilik ve iyi bir planlama gerektirir. Bunun için geçmişin iyi analiz edilerek dersler çıkarılması, bugünün sorunlarının tespit edilmesi ve gelecekte yaratacağı etkilerin öngörülmesi gerekir.

Eğitim politikaları, bireysel ihtiyaçları belirli bir kesimin taleplerine ya da belirli bir dünya görüşünün anlayışına bırakılamaz. Bu olduğunda birilerini kurtarabilir veya zirveye çıkarabilirsiniz ama uluslararası arenaya çıkıldığında şu ya da bu iyi denilmez. Yargılar Türkiye etiketi üzerine yapışır ve kalır. Hiç kimsenin, bireysel ve zümresel beklenti ve talepleri Türkiye’nin üzerinde değildir. O bizim evimiz, başka evimiz yok. Onu korumanın, yüceltmenin, sevmenin yollarından birisi de kapsayıcı, uzlaştırıcı, bilimsel eğitim politikalarını geliştirmektir. Eğitim politikaları ekonomik bir değer olarak da ciddi ve pahalı yatırımlar gerektirir. Buna harcanan para milletin parasıdır. Bu parayı en etkin ve verimli şekilde kullanmak sadece ekonomik yatırımlara has bir durum değildir. Eğitim yatırımlarında da aynı özen ve basiretin gösterilmesi gerekir.

Amerika Birleşik Devletleri’nde, eğitiminde,  geçmişte büyük bir şok yaşanmasına sebep olan olay Sovyetler Birliği’nin 4 Ekim 1957’de uzaya gönderdiği Sputnik 1 roketini göndermesidir. Amerika bu olaydan sonra eğitim politikalarını geliştirmek için büyük yatırımlara girişmiştir. Bu yatırımlar, özellikle matematik, pozitif bilimler ve yabancı dil alanında yoğunlaşmıştır. Bu eğitim politikaları Amerika Birleşik Devletleri’ne “aya yolculuk yapan millet” sıfatını kazandırmıştır. Bir Afrika atasözünü hatırlatmak isterim: Afrika’da her sabah bir ceylan uyanır, onun tek bir düşüncesi vardır: En hızlı koşan aslandan daha hızlı koşmak. Yoksa aslana yem olacağını bilir. Afrika’da her sabah bir aslan uyanır, onun da tek bir düşüncesi vardır: En yavaş koşan ceylandan daha hızlı koşmak. Aksi hâlde aç kalacağını bilir.  Aslan ya da ceylan olmamızın bir önemi yoktur, yeter ki güneş doğduğunda daha çok koşmak zorunda olduğumuzu bilelim.

Değerli milletvekilleri,  geliniz, milletimizle birlikte her sabah daha çok, daha çok koşalım ülkemizin aydınlık yarınlarına; daha mutlu, daha umutlu, daha güzel kalkınmış özgürlükler ülkesi bir Türkiye için.

Değerli milletvekilleri, iki haftadan beri yeni üniversitelerin kurulmasıyla ilgili yapılan tartışmaların zaman zaman yüce Meclisin mehabetine uygun düşmeyen bir üslupla sürdüğüne üzülerek tanık oluyoruz. Devletin ali makamlarının insaf sınırlarını zorlayan bir üslupla yermek, o makamlara gölge düşürmek, ülkemizin menfaatlerine olmadığı gibi seviyeli bir siyasetin doğasına da uygun düşmediğini belirtmek istiyorum. Goethe’nin ifade ettiği gibi “Çözüme katkı sağlamayanlar, çözüme katılmayanlar eğer sadece eleştiriyorlarsa sorunun bir parçası hâline gelirler.” İyi niyetlerle daha iyiye ulaşmak, ülkemiz adına, gelecek nesiller adına daha iyiye ulaşma açısından yapılacak olan eleştiriler saygıdeğer eleştirilerdir. Bize yanlışlarımızı gösterenlere biz sadece müteşekkir oluruz, onlara şükranlarımızı ifade ederiz ancak yanlışları göstermek kadar takdir ve teşvik etmenin de entelektüel ve sorumlu insanların sahip olması gereken meziyetlerden olduğunu vurgulamak isterim.

Bakınız, iletişim teknolojisi açısından biz bugün dünyanın birçok gelişmiş ülkesinin önündeyiz ancak bilgi iletişimi açısından maalesef durumumuz o kadar iyi değil ama şükranla ifade etmeliyim ki, Hükûmetimiz döneminde öğrenci kitlemizin yüzde 90’ına ulaşarak bütün okullarımıza geniş bant İnternet bağlantısı sağlandı. Özellikle dünyanın en büyük sanal kütüphanesi olan 10 milyar sayfalık İnternet’in Şemdinli’den İpsala’ya, Sinop’tan Anamur’a kadar yaygınlaştırılmış olması büyük bir kazanımdır. Yeterli midir? Elbette değil. Geldiğimiz noktayı yeterli bulursak yerimizde donuk kalır, donuklaşırız.

Önemli bir düşünürün ifade ettiği gibi, akıllı insanlar sadece kendi akıllarını kullanırlar, daha akıllı insanlar başka insanların aklından da istifade ederler. Biz onun için ortak akıl diyoruz. Ortak akıl bize yol gösterecektir.

Çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmanın yolunun bilgiye ulaşma, bilgiyi yönetme, kısacası bilgi toplumu olma gerekliliğine dair bir farkındalığın oluşmasıyla gerçekleşebileceği inancıyla, bugün kurulmasına çalıştığımız yeni vakıf üniversitelerimizin milletimize ve yükseköğretimimize hayırlı olmasını diliyorum.

Bu duygularla, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Altun.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Van Milletvekili Sayın Özdal Üçer. (BDP sıralarından alkışlar)

BDP GRUBU ADINA ÖZDAL ÜÇER (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlar; 487 sıra sayılı Kanun Tasarısı hakkında grubum adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlarım.

Türkiye’de eğitim sorunlarının, okulöncesi dönemden yükseköğretim sonrası, lisansüstü döneme kadar çözümü bütün Türkiye yurttaşları için en önemli sorunlardan biridir. Çünkü dünyada eğitim ve eğitimle ilgili toplumsal sorunlarını çözememiş hiçbir ulus, hiçbir toplum, hiçbir ülke gelişmiş medeniyetler çerçevesi içerisinde yer alamayacaktır. Yükseköğrenimdeki genç nüfusumuzun çokluğu ve yükseköğrenimin gerekliliği konusunda herkesin hemfikir olduğunu ifade etmek lazım. Evet, Türkiye Cumhuriyeti devleti, genç nüfusu çok olan ve bütün bu genç nüfusunun yükseköğrenime ihtiyacı ve talebi çok olan bir ülke. Fakat yükseköğrenimin diğer okulöncesi, ilköğretim, ortaöğretimde olduğu gibi yükseköğretimdeki okullaşma ve yükseköğretim hizmetinin sunumlarıyla ilgili sorunların birçoğunun giderilmediği ve bu sorunu en derinden hisseden en büyük kesimin de halkın kendisi olduğunu ifade etmek lazım.

Evet, üniversiteler kurulmalıdır, bunların bir kısmı devlet üniversitesi olmalıdır, bunların bir kısmı vakıf ve bir kısmı özel üniversite olmalıdır. Üniversitelerin gerekliliğiyle ilgili herhangi bir muhalefetin söz konusu olmadığı bir ortamda, üniversitelerin nitelikleriyle ilgili muhalefete de hoşgörüyle yaklaşılması gerekmektedir iktidar partisi tarafından. Sayın Grup Sözcüsü Vekilimizin belirttiği şekilde şairane söylemlerle, eğitimin sorunlarını soyut bir şekilde, üzerini cilalayarak değerlendirmemizin çok sağlıklı sonuçlara yol açmayacağını da belirtmek isterim. Biz, bu anlamda Türkiye’de yükseköğrenime olan ihtiyacı ve yükseköğrenimin kurumsallaşmasıyla ilgili sorunları dile getirirken, vakıf üniversitelerinin kuruluş amaçları, vakıf üniversitelerinin nitelikleri, öğrenci hizmeti, eğitim hizmeti, öğrencilere olan katkısı, devlet üniversitelerinin niteliği, devlet üniversitesinde yaşanan sorunlar, akademik kadronun yaşadığı sorunlar, öğrencilerin yaşadığı sorunlar, hizmet personellerinin yaşamış olduğu sorunlar, topyekûn kurumsal yapının yaşamış olduğu sorunlar, bunlar ayrı ayrı değerlendirilebilecek şeylerdir. Fakat, mevzunun girift olması itibarıyla vakıf üniversitelerinden yola çıkarak Türkiye’de yükseköğrenimin niteliğini de değerlendirmek lazım.

Genelde AKP Hükûmeti “Türkiye’de yükseköğrenimde üniversite sayısını artırdık.” diye övünüyor ama üniversite diye rektörlük verilmiş olan şey… Mesela Hakkâri’den bahsedeceğim. Hakkâri’de üniversite var, rektörü var. Peki, Hakkâri’de üniversite olan bu kurum daha önceden, Yüzüncü Yıl Üniversitesine bağlı bir meslek yüksekokuluydu. Oraya bir rektör atandı ve orası üniversite oldu. Eğer rektör atanmasıyla bir yerin üniversite olması yeterliyse, seksen bir ile vali atar gibi birer de rektör atayalım, seksen bir ilde birer tane üniversite olsun, eğer niteliği düşünmezsek.

Burada, sadece muhalefet etmek açısından, yani kuru bir muhalefet etmek açısından değil, üniversite öğrencilerinin yaşamış olduğu sorunu dile getirmek adına, akademisyen kadronun yaşamış olduğu sorunları dile getirmek adına, ülkemizdeki eğitim sorunlarını… Ki, yaşamış olduğumuz eğitim sorunlarından dolayı bir beyin göçü yaşanmaktadır. Nitelikli beyinlerin çoğu gidip başka ülkelerde çalışmak zorunda, başka ülkelerde yükseköğrenimini tamamlamak, lisansüstü eğitimini tamamlamak durumundadır. Bu neden böyle olur? Siz hiç Amerika’dan “Ben yüksek lisansımı tamamlamak için Türkiye’ye gidip okuyacağım.” diyen bir üniversiteliye rastladınız mı? Neden buradan oraya göç oluyor da oradan buraya göç olmuyor? Kaç tane gelişmiş ülke akademisyeni “Ben gideyim Türkiye’de biraz kariyer edineyim.” gibi bir amaçla Türkiye’ye geliyor? Burada tek bir gerçeklik var, demek ki batık bir eğitim sistemi var ve bu batık eğitim sistemi içerisinde en önemli unsurlardan biri de yükseköğretim sürecinde yaşanan sorunlardır.

Vakıf üniversiteleriyle övünülüyor. İşte, daha önceden 23 olan vakıf üniversite sayısı 45’e yükselmiş, 4 daha olacak. Dörder dörder, beşer beşer vakıf üniversiteleri açılıyor. Vakıf üniversitelerinin açılmasıyla ilgili… “Ülkemizde okuma oranının artmasıyla birlikte üniversite talebinin arttığı bir dönemde, yasal boşlukların oluşturduğu olanaklar doğrultusunda art arda kurulmaya başlanan vakıf üniversiteleri, adeta toplumun eğitim ihtiyacının karşılanması gibi lanse edilmektedir. Özel bir statüde kurulan bu üniversiteler kamu kurumuymuş gibi kamu kaynaklarını kullanabilmekte, devlet eliyle zengin yaratmaktadır. Fakat devletin eğitim kurumları niteliğindeki devlet üniversiteleri, büyük ekonomik sıkıntılar içerisinde kıvranmakta ve eğitim gereken düzeyde verilememektedir. Vakıf üniversiteleri şirket mantığıyla kurulmakta olup gelir gider dengesini de üniversiteyi kuranların kâr çıkarları doğrultusunda yapmaktadır ki; bu da vakıf üniversitelerinin toplumun eğitim ihtiyacını karşılamayı hedeflemediğini, tersine toplumun eğitim ihtiyacı üzerinden zenginleşmeyi hedeflediğini göstermektedir.” Bu, bizim muhalefet şerhimizin ana metniydi.

Şimdi, burada vakıflarla ilgili olarak sorulması gereken ve… İncelemişseniz eğer, bizzat bu 487 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın metinlerinde de, komisyon raporlarında da bütün muhalefet partilerinin ve iktidar partisi mensubu olan milletvekillerinin kısmi eleştirileri de söz konusudur. Vakıflarla ilgili değerlendirilmesi gereken şeyler: Bu dört vakıf üniversitesinin kurucuları kimlerdir? Bununla ilgili Komisyona bilgiler verilmemiş. Bu vakıf üniversitelerinin yapısal durumu nedir? Mali durumu nedir? İnsan gücü yapılanması nedir? Akademik kadrosu nedir? Bununla ilgili eğitim programı nedir? Üniversite öğrencilerine vereceği burslar nelerdir?  Üniversite öğrencilerinden almayı hedeflediği harçlar ne kadardır? Bunlarla ilgili hiçbir bilgi verilmemiş, ama vakıf üniversitelerinin kuruluşuyla ilgili temel ilkeler vardır, bu ilkelere uygunluk durumu sadece YÖK Üst Kurulu tarafından belirlenmiş, Komisyona hiçbir bilgi verilmemiştir. Bilginin gizlenmesinin temel maksadı nedir? Bu bilgiyi biz şu an Sayın Bakandan ve Sayın Komisyon Başkanından rica ediyoruz. Kurulacak üniversitelere kamuya ait hangi araziler veriliyor veya verilecek?

Sayın Bakanım, lütfen, dinler misiniz, bu soruları size yöneltiyorum: Vakıfların mali gücü nedir? Kuracakları üniversitelere ayırdıkları eğitim fonu nedir? Üniversitede çalıştırılacak personel sayısı kaçtır, hedeflenen personel sayısı kaçtır? Akademik kadroların niteliği ne olacaktır ve sayısı ne kadar olacaktır? Öğrencilerden almayı planladıkları harçların fakültelere göre miktarı nedir? Bunlar eğer kâr amacı gütmeyeceklerse, öğrenciden düşük bir harç almış olmaları lazım, ama biz burada “öğrenciye hizmet” diye fakültelerin, üniversitelerin, vakıf üniversitelerinin kuruluşunu onaylayacağız, bunlar da gidecekler de 30 bin lira harç karşılığında öğrenci okutacaklar! Peki, vakıf olma niteliği bunun neresinde? Vakfın temel mantığı nedir? Vakfetmenin temel mantığı, bireylerin birikimini kamuya aktarmaktır, kamunun birikimini bireylere aktarmaksa eğer, burada kamu olanaklarını birilerine peşkeş çekme durumu söz konusudur, “Vakıf olma özelliği de ortada yoktur.” denir. Eğer vakıfsa bunlar, kendi birikimlerini, kendi mal varlıklarını kamuya, eğitim kurumu yapısı içerisinde kamuya bir lütuf olarak sunmak istiyorlarsa, kâr amacı gütmeden çalışmak zorundadırlar ve en azından öğrencilerden alacakları harçların minimize edilmesi için bir teminat sunmak zorundadırlar. Biz bu teminatı almadan bunların kuruluşunu nasıl onaylayacağız? Ki diğer vakıf üniversitelerinde olduğu gibi, şu an, Türkiye'de en yüksek harçları alan üniversitelere baktığımızda, bunların çoğunluğu vakıf üniversiteleridir. Hani kâr amacı güdülmeyecekti? Bunların denetimiyle ilgili… Bu üniversitelerin ana gelir kalemi ne olacaktır? Vakıf üniversitelerinin hamisi olan vakıfların kendi ana fonlarından eğitim harcamalarına ayırdıkları ödeneler mi olacaktır, yoksa bir şirket mantığıyla öğrencilerden alacakları yüksek harçlar mı olacaktır?

Öğrenci sorunlarıyla ilgili sadece harç sorunları yoktur fakat bunları daha sonra -bizim gündeme getireceğimiz- üniversite öğrencilerinin yaşamış olduğu sorunlarla ilgili araştırma önergelerinde, soru önergelerinde ve gündemlerde dile getireceğiz.

Şu an Türkiye'de ücret-harcama dengesini vakıf üniversitelerinin yüzde 30’u ancak sağlayabilmektedir. Yani üniversitede öğrenciden aldığını öğrenciye harcayan vakıf üniversitelerinin sayısı üçte 1’dir. Diğer üçte 2’si ne yapıyor? Öğrenciden aldığını kâr payına dönüştürüyor ve bunu nereye harcadığı belli değil. Peki bunun neresi vakıf, neresi hizmet? Hani öğrencinin hakları nerede? Öğrencileri okutan ve büyük bedeller ödeyerek okutan cefakâr, vefakâr ailelerinin yaşadığı sorunlar nerede, nasıl değerlendirilecek? Yani biz kurduğumuz, kuracağımız, kurmayı hedeflediğimiz bu üniversiteleri oyladığımızda, ailelerin on binlerce harç parası ödeyip birilerini zengin etmesine mi vesile olacağız?

Türkiye'de, kâr amacı gütmeme misyonuyla kurulan vakıf üniversitelerinin büyük bir çoğunluğu üniversite öğrencilerinden aldıkları ücretin yarısını bile öğrenciye harcamıyor. Ki bu vakıf üniversitelerinden 30 bin liraya kadar harç alan üniversiteler var.

Dünyadaki başarılı örneklerde ise finansman yapısını güçlü ana varlık fonları üzerine oturtuyor üniversiteler; mesela, Harvard Üniversitesi, Yale, Stanford üniversiteleri gibi. İşte bunlar bu yüzden başarılıdırlar. Onlar “Biz öğrencinin cebinden kaç kuruş alırız da kendi vakfımıza ya da kendi siyasi yandaşlarımıza kurumsal kâr olarak dönüştürürüz.” hesabını da yapmıyorlar. “Benim mali birikimim budur, benim emeklerimle kazandığım para budur, ben bu kaynaklarımı kamu hizmetine adıyorum; ben açtığım üniversitede ülkeme ne kadar bilim adamı kazandırırım, ne kadar bürokrat kazandırırım, ne kadar aydın insan kazandırırım, ne kadar özgür düşünceli insan kazandırırım, bilim insanı kazandırırım?” düşüncesiyle hareket ettiği için kendi fonlarından üniversite öğrencilerine yüksek burslar verip, üniversite öğrencilerini âdeta evlerinden alıp, onlar için ortamlar hazırlayıp eğitimine… Ama bizde nasıl oluyor? Vakıf üniversitelerinde okuyan öğrencilerin profiline baktığınız vakit, ekonomik durumu çok iyi olan ailelerin çocuklarını askere göndermemek amaçlı okuttukları kurumlar hâline dönüşmüşlerdir. İşte yüksek lisans yapacaktır, hatta çoğu, vakıfların etkileşimli olduğu -uluslararası sözleşmeler gereği- başka üniversitelerde yüksek lisansını yaptırıp, orada yerleşimini sağlayıp, orada çalışıyormuş gibi de gösterip daha sonra şey yapıyor. Bu durumda olan acaba kaç milletvekili vardır ya da kaç üst düzey bürokrat vardır veyahut da kaç siyasi yandaş sermayedarları vardır? İşte bundan dolayıdır ki yoksul aile çocukları eğitim olanağı bulamazken varlıklı aile çocukları hem eğitim olanağını buluyor hem de belli hizmetlerden kaçma durumu, şansı yakalayabiliyor.

Devlet üniversiteleri de paralı hâle getirilmeye çalışılıyor; harçlar yükseltiliyor, öğrencilere verilen burslar da daha sonra faiziyle geri alınıyor. Devlet nedense kendi borcunu öderken gıdım faiz vermezken, mesela konut edindirme yardımlarıyla ilgili kendi borcunu öderken hiç faiz ödeme gereği duymuyor ama öğrencisine vermiş olduğu bursu yüzde 400, yüzde 500, yüzde 600 faizle geri alabiliyor. Hani sosyal adalet, hani adalet, hani kalkınma?

Şimdi, bütün bu sorunları üst üste koyduğumuzda şöyle bir sonuç ortaya çıkıyor: Demek ki Türkiye’de vakıf kurmak, toplumsal amaçlara hizmet etmek anlamına gelmiyor. Vakıf üniversitesi kurmak, aydın, özgür düşünceli bilim adamı ve nitelikli insan gücü yetiştirmek anlamı da taşımıyor. Yasal boşluklardan faydalanıp eğitimin bir ekonomik sektöre dönüştürüldüğü bir ortamda “Eğitime ihtiyacı olan gençleri ekonomik olarak ne kadar sömürebilirim?” mekanizmasına, sektörüne dönüşmektedir. Eğer böyle bir işlerlik, böyle bir pratik varsa biz bunun karşısında olacağız. Vakıf üniversitelerinin denetimi sağlanacaksa, vakıf üniversitelerinin öğrencilere, eğitime aktardığı fonlar artırılacaksa ve vakıf üniversitesinde kamuya ait mallar vakfa peşkeş çekilmeyecekse biz “evet” deriz ama peşkeş çekiliyor biliyoruz ama öğrenciye hizmet, eğitim hizmeti verilmiyor biliyoruz. O yüzden biz, vakıf üniversitelerinin kuruluşuna, üniversitelerin, yükseköğrenimin ihtiyacına binaen kurulması gerekliliğine olan inancımız mevcut olsa bile bu vakıf üniversitelerinin kuruluşuna bizim bu hâliyle “evet” dememizin beklenmesinin doğru olmadığını, insafsızlık olduğunu ifade etmek isteriz. Bu vakıf üniversiteleri…

Deniyor ki “Türkiye Diyanet Vakfının 263 milyon lirası var, üniversite kurabilir.” Peki, biz sorarız, bu 263 milyon lirasının kaç lirasını üniversite fonu için ayırmış? Böyle bir bilgi yok. “Efendim, birinin 45 milyonu var.” Bunun, üniversiteye altyapı yatırımı olarak, öğrenci yatırımı olarak, eğitim yatırımı olarak kaç milyonunu ayırmış? Bunu bilen yok. Ama, biz biliyoruz ki bu 45 milyon, iki sene sonra, öğrencilerden aldıkları harçlarla 145 milyonu bulacaktır.

Biz, toplumsal ihtiyaçların, eğitim alanında olsun, sağlık alanında olsun, sosyal güvenlik alanında olsun, her anlamda karşılanmasına yönelik adımları destekleyeceğimizi belirtiyoruz. Ben, bir öğretmen olarak, üniversite öğrencilerinin, okul öncesi çağı öğrencilerinin, öğretmenlerinin, ilköğretim öğrencisi ve öğretmenlerinin, lise, ortaöğretim düzeyindeki okulların öğrenci ve öğretmenlerinin, dershane öğrencilerinin, üniversite öğrencilerinin yaşamış oldukları sorunları en iyi bilenlerden biri olarak kabul ediyorum kendimi çünkü bunu temelde yaşayıp gelen biriyim ve bu doğrultuda, bir öğretmen duyarlılığıyla, üniversitelerin kurulması gerekliliğini, niteliklerinin geliştirilmesi gerekliliğini benimsediğim hâlde, bu vakıf üniversitelerinin kuruluşuna vicdanı rahat bir şekilde evet diyemeyeceğim.

Vakfın kime ait olduğu bizi ilgilendirmiyor, genel amaçları bizi ilgilendiriyor. Bunların kendi cemaatlerini kalkındırmaya dönük… Cemaat de bizim cemaate olgusal anlamda şey değil, din istismarı yapan onlarca cemaat var Türkiye’de.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Yüzlerce, yüzlerce…

ÖZDAL ÜÇER (Devamla) – Yüzlerce cemaat var ve bu cemaatler, din adına, hak adına, siyaseti, kendi dinî amaçlarını, siyasi amaçlarını, kendi ekonomik çıkarlarına heba eder düzeyde çalışmaktadırlar. Bunun için örnek mi isteniyor: O zaman, eğitimde cemaatleşme sorunlarıyla ilgili bir eğitim araştırma önergesi vereceğiz, bunu lütfen destekleyin, bizim yorumumuzun gerçekçi olup olmadığına ilişkin.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

ÖZDAL ÜÇER (Devamla) – Yükseköğrenimin sorunlarının sadece vakıf üniversitelerinin kurulmasıyla çözülmeyeceğini, devlet üniversitelerinin, özel vakıf üniversitelerinin niteliklerinin artırılmasına dönük tedbirlerin alınması gerektiğini ifade ediyorum.

Ve son olarak da dershane ücretini ödeyemediği için intihar etmek zorunda kalan öğrenciyi rahmetle anmak istiyorum. Bir yarış sendromuna kurban ettiğimiz gençlerimizin üniversite sınavında hepsinin başarılı olmasını istiyorum ama bu bir yarış olduğu için maalesef ki hepsi başarılı olamayacaktır, kaybedenleri olacaktır ve kaybedenlerin olduğu hiçbir yerde…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BENGİ YILDIZ (Batman) – …adalet yoktur.

ÖZDAL ÜÇER (Devamla) - … kazananlar bile sevinemeyecektir.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Üçer.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Eskişehir Milletvekili Sayın Beytullah Asil. (MHP sıralarından alkışlar)

Şimdi, Sayın Asil, sizin bir de şahsınız adına söz talebiniz var, o nedenle birbirine bağlayabilirsiniz.

Buyurun.

MHP GRUBU ADINA BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 487 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın tümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini, son on dakikasında da şahsım adına görüşlerimi ifade edeceğim. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, yükseköğretimde kapasite artırımı için vakıf üniversitelerinde okuyan öğrencilerimizin toplam öğrenci sayısı içerisindeki oranını yüzde 20’lere çıkarma hedefini ve bunun için yapılacak her türlü çalışmaya olumlu destek vereceğimizi ifade ederek sözlerime başlamak istiyorum.

Bugün kuracağımız üniversitelerimizden biri de güzide ilimiz Samsun’da açılacak. Vakıf üniversitelerinin büyük şehirler dışında açılmaya başlaması önemli bir gelişmedir ve Milliyetçi Hareket Partisi olarak fevkalade önemsiyoruz. Vakıf üniversitelerinin çoğalıyor olması, misyonları, kuruluş gerekçeleri, yönetim tarzları, personel rejimi, içerikleri ve eğitim tarzları alabildiğine farklı yükseköğretim kurumlarının kurulmasına imkân tanıyacaktır. Ayrıca, hem üniversitede okuyacak öğrenci sayısının artmasına yardımcı olacak hem de üniversiteler arasındaki rekabetin artmasını da sağlayacaktır. Bu üniversiteler, mezunlarını piyasada istihdam edebilmek için toplum ve piyasa ile sağlam ilişkiler kurmak zorunda kalacaklardır. Bu ise Türkiye’de üniversite ile toplum ve piyasa arasındaki ilişkilerin daha da güçlenmesine zemin hazırlayacaktır.

Bütün bunları ifade ettikten sonra, değerli arkadaşlarım, hepimiz için, yüce Parlamento için çok önemli bir hususun üzerinde durmak istiyorum. Anayasa’mızın 130’uncu maddesi “Çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde milletin ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirmek amacı ile; ortaöğretime dayalı çeşitli düzeylerde eğitim-öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık yapmak, ülkeye ve insanlığa hizmet etmek üzere çeşitli birimlerden oluşan kamu tüzelkişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip üniversiteler Devlet tarafından kanunla kurulur.” diyor.

Şu anda yaptığımız da odur. Üniversite kurmak üzere kanun çıkarıyoruz. Gerek Komisyonda gerek Türkiye Büyük Millet Meclisinde siz değerli milletvekili arkadaşlarıma, kurulacak üniversitelerin mütevelli heyetlerinin kimler olduğu… Anayasa’nın amir hükmü olan -yukarıda saydığım- çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen kurabilecekler mi? Ülkenin ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirme amacına ulaşmak için ne gibi çalışmalar yapılmış? Açılan fakülteler bu amaçla yapılan hangi projeksiyonlara dayanıyor? Bunları  sağlayacak sermayeye sahipler mi? Ve buna benzer konularda bu soruları artırmak mümkün.

Değerli arkadaşlarım, bugüne kadar bu konularda size herhangi bir bilgi verildi mi? Üzülerek ifade ediyorum ki “hayır.” Ne iktidar milletvekillerine ne muhalefet milletvekillerine. Bu konuda Anayasa’nın yüklediği bu görevi ifa etmek üzere birazdan oy kullanacak bu arkadaşlarıma bununla ilgili en ufak bir açıklama yapılmış değil.

Bu, şu soruyu akla getirmekte: Kanun koyucudan ne saklanıyor? Bununla ne amaçlanıyor? Komisyonda sordum, verilen cevap: “Bu konuda YÖK gerekli çalışmayı yaptı, yeterli oldukları görüldü, biz de bunu tasarıya dönüştürdük, Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk ettik.”

Değerli arkadaşlarım, biz de bilelim, ne sakıncası var? Bu kanunu burada bizler oylamayacak mıyız, “evet” veya “hayır” demeyecek miyiz? Bizim bunları bilme hakkımız yok mu? Neye göre “evet” diyeceksiniz, neye göre “hayır” diyeceksiniz? Böyle bir şey olabilir mi?

Bu konuda, lütfen, iktidar milletvekilleri, Sayın Bakanı bundan sonraki aşamada Parlamentoyu bilgilendirme noktasında göreve davet etmelisiniz.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Kime söylüyorsunuz!

BEYTULLAH ASİL (Devamla) - Biz ettik, bugüne kadar herhangi bir cevap alamadık.

Bakın, değerli arkadaşlarım, bunlar niçin önemli? Bunu niye bu kadar önemsiyorum, bunun üzerinde niye bu kadar durdum, şimdi de onu izah edeceğim. 28 Aralık 2009’da göreve gelişinin yıl dönümü münasebetiyle Sayın YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan bir toplantı yapıyor. Bu toplantıda, üniversite sayısını iki yüze çıkarmak istediklerini ve 2010’da özel üniversite kurulması için girişimlerde bulunacaklarını açıkladı. Özel üniversitelerin açılabilmesi için Anayasa değişikliği gerektiğini belirten Özcan “Şimdiki vakıfların bir kısmı özel üniversite statüsüne geçecek, bir kısmı da vakıf olarak kalacaktır.” dedi. Vakıf üniversitelerinin kâr amacı gütmemesi gerektiğini belirten YÖK Başkanı “Bazen maalesef para için de bu işi yapmış olabiliyorlar.” Bu söz YÖK Başkanının ifadesi değerli arkadaşlarım. “Onları da zor durumdan kurtarmış olacağız.”diye konuştu. YÖK işini iyi yapmış olsaydı, bütün bu kriterleri ölçüp biçip tartsaydı, bizlerden, kanun koyucudan bu bilgileri saklamasaydı böyle bir itirafın içerisinde olmasına da gerek kalmayacaktı. Bugün bu işi para için yapan vakıf üniversitelerinin olduğunu itiraf etmek zorunda da kalmayacaktı. Kanuna karşı hile yapanları “Zor duruma düşmüş mağdurlar.” diye de nitelendirmeyecekti. Buradan Sayın Millî Eğitim Bakanına soruyorum: Bu YÖK Başkanı bu itirafları yaptıktan sonra, bu üniversitelerin ilgili kuruluş işlemlerini onaylayan, onları “Zor duruma düşmüş mağdurlar.” diye açıklayan YÖK Başkanı hakkında, bu işlemleri yapanlar hakkında bugüne kadar ne işlem yapılmıştır? Bu üniversiteler hangileridir? Bunu kamuoyunun bilmesi en doğal hakkı. Vakıf üniversitesi diye çocuklarımızı gönderdiğimiz ama özel üniversite mantığıyla çalışan bu üniversiteler hangileri? Bunu kamuoyunun da bilmeye hakkı var, yüce Parlamentonun da bilmeye hakkı var. Az sonra soru olarak Bakana tekrar tevdi edeceğim, yönelteceğim. Değerli arkadaşlarım, o, YÖK Başkanının itirafları…

Şimdi, Vakıf Üniversiteleri Birliği Başkanı Sayın Rıfat Sarıcaoğlu’nun ifadeleriyle bu gerçeği önünüze getirmek istiyorum. Bu üniversitelerin altyapıları… Uzun, sadece vaktimizi iyi kullanmak, sabrınızı zorlamamak adına da sadece, küçük alıntılar, önemli, çarpıcı bölümlerinden alıntılar yapmak istiyorum: Bu üniversitelerin altyapıları olmadan açılmalarına izin verildiğini, bu nedenle kaliteli eğitimde gerileme olduğunu kaydetti. “Böyle giderse vakıf üniversitelerinin birkısmı kapatılacak ve devletin üzerine büyük bir yük binecek.” diyen Sarıcaoğlu, üniversite kapandığı takdirde bu yükün devlete devrolacağını ancak çözüm yolunun bu olmadığını da sözlerine ekledi.

Yine devam ediyor: “Finansal sorunu olmayan yok.” Değerli arkadaşlarım, bunu söyleyen Vakıf Üniversiteleri Birliği Başkanı. “Finansal sorunu olmayan yok. Sadece dayanma gücü bir yerde daha fazla, bazılarının dayanma gücü daha az.” İşte, az önce ifade ettiklerim. “Niçin? Bu kanun koyucudan ne saklanmak isteniyor?” dememdeki gaye bu. Bundan önce kurulan üniversiteler de aynı mantıkla kurulduğu için bütün bu sıkıntıları yaşıyor şu anda vakıf üniversiteleri.

Değerli arkadaşlarım, ülkemizde 80 bin araştırmacı var. Bu kadar araştırmacı, öğretim üyesi ve öğretim görevlisinin bulunduğu ülkemizde bilimsel makalede, yaratıcılıkta, dönüşümde maalesef son sıralarda yer almaktayız. Dünya bilimine katkımız, nüfus oranımıza göre binde 13 civarında. Araştıran ve bilim üretmesini beklediğimiz akademisyen, nasıl geçineceğini düşünüyor, çocuğunun eğitimini nasıl planlayacağı üzerinde kafa yoruyor, pazar, market ihtiyaçlarına kendi koşuyor, gelir düzeyleri yoksulluk sınırının altında, ek iş peşinde koşuyor.

İyiler değil, zayıf bireyler üniversitelerde akademisyen olma sürecine girmiş durumda. Ülkenin ciddi bir eğitim politikası yok. Sorun bir tane değil ki…

Yüksek lisans ve doktora eğitimi arzu edilenin çok gerisinde. YÖK ve üniversiteler arasındaki hiyerarşik yapı, üniversitelerde ilerleme heyecanını maalesef kazandıramıyor.

Rektör atamaları hâlâ sorunsa, akademisyenler oy kullanıyor, kullandıkları oyun değeri olmuyorsa, bu yapı ile öğretim potansiyelini daha yukarılara taşımak maalesef mümkün değildir. İşte, işe, değerli arkadaşlarım, hep birlikte el ele vermek suretiyle üniversite reformu ile başlamalıyız.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Önce bunları gönderelim, ondan sonra biz yaparız.

BEYTULLAH ASİL (Devamla) – Bir bilim ordusu oluşturmalıyız. Bilim ve teknoloji bakanlığı kurmalıyız. Kendimize yakışan bir bilim, eğitim ve teknoloji politikaları belirlemeliyiz ve bunları da belirli aralıklarla revize etmeliyiz.

Bugün on binde 72 olan bilim ve araştırmaya ayırdığımız payı başlangıç için gayrisafi millî hasılamızın yüzde 2’si düzeylerine mutlaka yükseltmeliyiz çünkü değerli arkadaşlarım, modern hayatın önemli bir özelliği hızlı değişen ihtiyaçlara uyum sağlamak. Ülkelerin ve insanların başarısı için bu mutlaka gerekli. ARGE alanında yoğun yatırım yapan ülkeler küreselleşme sürecinin getirdiği fırsatlardan en fazla yararlanan ve küreselleşmenin zararlı etkilerinden en iyi kurtulan, korunan ülkeler oluyor. Teknoloji insan kapasitesini de güçlendiriyor. Görece küçük yeni yatırımlarla -çünkü kıt sermayeye sahip, sermaye sıkıntısı çeken ülke ve bireyleriz- büyük istihdam imkânları yaratmalıyız ve ekonomiyi yücelterek, yükselterek, verimliliği artırarak büyümeyi de sağlamalıyız.

Değerli arkadaşlarım, eğer gayemiz ülkemizi, milletimizi ileriye taşımaksa, fark yaratmaksa birinci önceliğimizin eğitim olması gerekir. Dünyamız bilim çağında hızlı bir şekilde ilerlerken her an yeni alanların da oluştuğunu görüyoruz. Eğitim düzeylerini belli bir seviyeye getiren toplumlar bilgi üretir hâle geldi. Bilim ve eğitim politikası olmayan hiçbir toplumun, hiçbir milletin başarılı olma şansı yok.

Bir ülkenin kaynakları, yetişmiş insan gücü varsa o toplum ilerler ama kaynağı olan yetişmiş insanı olmayan ülkelerin yol alamadığını görüyoruz ama yetişmiş insanı olup kaynağı olmayan pek çok ülkenin de bu yetişmiş insanlarla kendi kaynağını yarattığını da görüyoruz. Bunun için, her alanda, iyi donanımlı, dünyayı iyi okuyabilen, uluslararası ölçekte güçlü insanlar yetiştirmemiz gerekmektedir. Yetişmiş insan gücü, gelişmişliğin de ölçüsüdür. Peki, bizim, geleceğe yönelik, bilim adamı yetiştirme projelerimiz var mıdır? Çok isterdim göğsümü gere gere “var” diyebilmek, bunları da size izah edebilmek; maalesef bu sorunun cevabı “hayır.”

Yetişmiş insan gücünün en üst aşaması olan üniversitenin temel fonksiyonları, araştırma yapmak, eğitim vermek, toplumu aydınlatmak ve millete hizmet etmektir. Üniversite, akla gelmeyeni görme, belli bir kalıplar içerisinde düşünmeme, yenilikleri bulma, yaratıcı olabilme, her şeyden önce, hakikati araştırabilen, kuşkuculuğu ve sorgulayıcılığı en üstte tutabilen ve sürprizlere açık olan, bilim insanlarının faaliyet gösterdiği, beyin fırtınası için en uygun alanlardır. Hâl böyle iken dünyadaki başarılı üniversiteler sıralamasında hiçbir üniversitemiz ilk 500 üniversite arasına girememiştir. Bu durum, dünyanın 17’nci, Avrupa’nın 6’ncı ekonomisi olan bir ülkeye maalesef yakışmamaktadır. Onun için, bütün bu ifade ettiklerim noktasında yapılacak her türlü çalışmada Milliyetçi Hareket Partisi olarak sonuna kadar destek vereceğimizi de buradan ifade etmek istiyorum. Her konuda, ülkeyi daha iyi, daha müreffeh bir toplum yaratma noktasında üniversitelerle ilgili yapacağımız her türlü çalışmada sonuna kadar destek vermeye hazırız.

Değerli arkadaşlarım, bugün sabah AKP Grup Başkan Vekili Sayın Mustafa Elitaş, bir televizyon programında soruları cevaplandırırken dün çıkarttığımız Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Yasası’nı da örnek göstererek, işte, Parlamentoda muhalefetten şikâyet etti, uzun süre çalışmaya mecbur bırakıldığı noktasında.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, yasalar geliyor. Az önce ifade ettim. Şu vakıf üniversiteleri ile ilgili komisyon aşamasında bütün bu bilgiler bize gelmiş olsaydı, yeterli bilgilendirme yapılmış olsaydı, muhalefet olarak bizlerin katkısı alınmış olsaydı -ki Millî Eğitim Komisyonunda bunun örnekleri son derece fazla- burada çok kısa süreler içerisinde kanunları yasalaştırdığımızı da biliyoruz. Ama ne hikmetse, komisyonlarda bazı yasalar çıkartılırken,  eğitim komisyonlarında, bu birlikteliği, bu katkıyı yaşayamıyoruz. Öyle olunca da, Seçim Kanunu’nda da olduğu gibi, her maddesinde önerge vermek suretiyle, doğruları ifade etmek suretiyle, millet adına, milletin hayrına görmediğimiz icraatları burada ifade etmek adına İç Tüzük’ün muhalefete verdiği bütün yetkileri de kullanmak zorundayız. Onun için de bir grup başkan vekilinin çıkıp televizyonlarda muhalefeti millete şikâyet etmesini hoş bulmadığımı da burada ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, meslek okulları mezunlarının, devletten, iş dünyasından ve genelde toplumdan daha fazla destek almaya ihtiyaçları var. E şimdi bunları söylemeyelim mi? Bir taraftan mesleki ve teknik okullar diğer taraftan da sanayi ve hizmet dallarında faaliyet gösteren özel sektör kuruluşları arasındaki karşılıklı ilişkinin yeniden düşünülmesi gerekiyor. Bunları ifade etmeyelim mi Sayın Elitaş? Sanayi odaları ve organize sanayi bölgesi yönetimleri, meslek okullarının kalitesini geliştirme, eğitim malzemelerini, kullanılan araç ve gereçleri yenileyip modernleştirme konusunda destek olabileceklerini ifade ediyorlar ama bu konuda yasal düzenleme yapılması lazım. Örneğin, benim şehrimde, Eskişehir’de Sanayi Odası organize sanayinin içerisinde bir endüstri meslek lisesi açmak istiyor ama Organize Sanayi Bölgeleri Yasası buna cevaz vermiyor. Bu değişikliğin yapılması lazım. Şimdi, bunları yapmıyorsanız burada ifade etmeyelim mi?

Eğer, okullardan mezun olanlar doğru düzgün okuyup yazamıyorsa ve bugünün dünyasında hayati bir önem taşıyan bilgisayar okuryazarlığı, eleştirel düşünce ve etkin problem çözümü gibi bazı genel becerilerle donatılmış değillerse, bütün çocukların eğitime erişmesini garantilemek noktasında bizler de burada iktidarı çalışmaya teşvik etme noktasında bunları ifade etmek zorundayız.

Değerli arkadaşlarım, bu vesileyle bir konu üzerinde de durmak istiyorum: Bir araştırma şirketi 16 Martta bir araştırma sonucunu yayınlıyor. “En acil çözüm beklediğiniz sorunlar ne diye?” sorulmuş bu araştırma şirketi tarafından insanlarımıza. Geçim sıkıntısı diyenlerin sayısı yüzde 35,4; işsizlik yüzde 30,3; eğitim yüzde 8,1; demokrasi yüzde 3; Kürt sorunu yüzde 1,6; bir sorun yaşamıyorum diyenlerin de yüzde 11,5. Şimdi, Sayın Elitaş, bu Meclisi gerçek gündemine getirelim; vatandaşın sıkıntısı geçim sıkıntısı, vatandaşın sıkıntısı işsizlik; gerçek gündeme dönsün. Bu Parlamentoda vatandaşımızın geçim sıkıntısına çare bulacak tedbirler alalım. İşsizliği ortadan kaldıracak, istihdamı artıracak, bu işsiz insanlarımıza iş sağlayacak yasalara öncelik verelim demek Parlamentoyu meşgul etmek olmasa gerek.

Yine, geçen bir konuşmamda da ifade ettim, değerli arkadaşlarım, 15-24 yaş arası 12 milyon 800 bin genç insanın yüzde 40’ı, yani 5 milyonun üstünde bir nüfus maalesef ne okuyor ne de çalışıyor. Ülkenin bunlara çözüm bulma gerekliliği var. Bu çözümü de yüce Parlamento gerekli tedbirleri almak suretiyle yapacak. Bütün bunları ifade etmek durumundayız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

BEYTULLAH ASİL (Devamla) – Sağ olun Sayın Başkanım, bitiriyorum.

Değerli arkadaşlarım, bütün bunlara rağmen eğitimi çok önemsiyoruz. Eğitim noktasında bu insanımıza en ufak bir katkı verecek her türlü oluşumun da yanındayız. Ama bu eleştirilerimizin de mutlaka dikkate alınmasını hem yüce Parlamentodan, siz sayın milletvekillerinden hem de Sayın Millî Eğitim Bakanlığından bekliyoruz ve olumlu katkı vereceğimizi ifade ediyor, yüce heyeti bu vesileyle bir kez daha saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Asil.

Şahıslar adına son söz…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkanım, Sayın Asil, konuşmasında dört veya beş kere ismimi zikretti. İzin verirseniz kısa bir açıklama yapmak istiyorum.

BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Yanlış bir şey söylemedim.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Yanlış söylemedi.

İzin verirseniz iki dakikada…

BAŞKAN – Buyurun.

IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

4.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Eskişehir Milletvekili Beytullah Asil’in, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Asil son konuşmasının beşinci dakikasından itibaren her dakikada bir benim ismimi zikrederek bazı önermelerde bulundu. Öncelikle şunu ifade edeyim: Kendisini, eleştirirken gösterdiği üslubundaki nezaketten dolayı, hakikaten, koyduğu konuya katılmasam da, o nezaketle, soyadına uygun bir asaletle eleştiri gösterdiğinden dolayı şahsım adına teşekkür ediyorum.

Yalnız, benim arzu ettiğim, benim televizyondaki ifade ettiğim eleştiri şuydu: Bir televizyon programında “Anayasa görüşmeleri çerçevesinde, muhalefet, Parlamentoyu tıkayacak gibi bir durum var, ne diyorsunuz?” dedi. İnşallah, ümit ediyorum, tıkamazlar mealinde bir şey söyledim. Ama biz, dün, önceki günlerde yaptığımız konuşmalarda, muhalefet İç Tüzük’ün kendilerine verdiği yetkiyi istismar eder ölçüde kullandığından dolayı maalesef Türkiye'nin gündemindeki yasaları çıkaramıyoruz dedim. Mesela, geçen hafta, iki hafta altı maddelik Türk-Alman Üniversitesiyle ilgili görüşme yaptık.

Şimdi, saat 13.00’te Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldıktan itibaren tam dört buçuk saat sonra 17.30’da gündeme geçebildik. Nitekim, Danışma Kurulunda değerli grup başkan vekilleriyle beraberken dedik ki, bizim 3 Ekim 2007 tarihinde aldığımız bir karar var. O karar da şu: Salı günleri denetim yapalım, bir saat sözlü sorulara gündem ayıralım. Çarşamba günleri bir saat sözlü sorulara cevap verelim, ondan sonraki günlere de kanun tasarı ve tekliflerine devam edelim. Bugün perşembe Sayın Asil. 3 Ekim 2007 tarihindeki aldığımız karar çerçevesinde, Danışma Kurulu centilmenlik anlaşması gereğince yapmamamız gerekir. Dört buçuk saatlik zamanı, dün yine dört buçuk saatlik zamanı, salı günü yaklaşık altı saatlik bir zamanı Danışma Kurulu önerileri çerçevesinde, gündemi farklı farklı noktalarda ve gece saat 03.00’te, 04.00’te Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemi bitiyor. Benim arzu ettiğim, ifade ettiğim nokta buydu.

Mesela, bugün grup başkan vekilleriyle bir anlaşma yaptık, salı gününün gündemini belirledik. Dünkü konuştuğumuz kanser araştırmasıyla ilgili bütün siyasi parti gruplarından birer milletvekili önerge verecek ve o önergeler çerçevesinde kurulmasına karar vereceğiz. Gruplar adına da konuşmayacağız, önerge sahipleri adına da konuşmayacağız ve kanser araştırma komisyonunu kuracağız dedik, bugün aldığımız karar oydu. Eğer o karar çerçevesinde, salı gününün programını hazırladığımızda bugün Danışma Kurulu önerileri gelmemiş olsaydı…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Sayın Başkan, bitiriyorum.

BAŞKAN – Üç dakika vermiştim, üç dakikayı tamamladınız.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Ben teşekkürlerimi arz ediyorum.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun gelin Sayın Kılıçdaroğlu.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Elitaş görüşürken, konuşurken…

BAŞKAN – Ben sizi kürsüye çağırdım. Üç dakika orada konuşup, sonra da üç dakika, toplam altı dakika olacaktı da...

Buyurun.

5.- İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, grubuna sataşması nedeniyle konuşması

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Elitaş burada hatibe yanıt verirken “Muhalefetin İç Tüzük’ü istismar eder ölçüde kullandığı için gündeme geçemiyoruz.” diye bir ifadesi oldu. Değerli milletvekilleri, İç Tüzük’ün milletvekillerine tanıdığı imkânları kullanması, onun istismar edilmesi anlamına gelmez. Eğer siz verilen bir hakkın kullanılmasını istismardır şeklinde yorumluyorsanız, o zaman, bizim, demokrasinin  “d” sinden başlayıp, yeniden oturup, konuşmamız gerekecek.

Sayın Elitaş, sizin gündeminizle veya yürütme organının gündemiyle yasama organının gündemi farklı olabilir. Siz kendinizi yürütme organının emrinde gibi görüyorsanız o zaman yanlış yaparsınız.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Hiç de öyle değil.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – O zaman, müsaade edin… Siz diyorsunuz ki, bizim gündemimiz şudur. Saygı duyuyoruz ama biz de diyoruz ki, bizim gündemimiz işsizliktir, yoksulluktur, başka bir yerde yapılan işlemlerdir, yolsuzluktur diyoruz ve biz bunu getirip Parlamentoda tartışmak istiyoruz, bunu araştıralım diyoruz. Siz buna katılmıyorsunuz ve biz bu konuyu araştıralım ve bir on dakika konuşalım diye buraya getiriyoruz, buna bile siz kalkıp itiraz ediyorsunuz.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Nasıl on dakika konuşalım diyorsunuz?

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Evet efendim.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Efendim, olur mu on dakika?

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Yani, bir konu gelir, burada oturur konuşuruz, sizler de görüş bildirirsiniz; lehte, aleyhte görüşler bildiriliyor. Yani bir araştırma komisyonu kuralım diyoruz.

Bakın, bugün TRT’den söz ettik, sizin Grup Başkan Vekiliniz Sayın Kılıç, kalktı TRT’yle ilgili gerçekten de araştırılması gereken pek çok şeyi söyledi. O zaman demek ki getirilen konu ne kadar haklı, oturup biz bunu araştıralım. Yani bir araştırma komisyonu kurmak, gerçekleri ortaya çıkarmak Parlamentonun görevi değil mi? “Biz bunu getiriyoruz ama siz İç Tüzük’ün getirdiği hükümleri kullanarak gündemi istismar ediyorsunuz.” gibi bir suçlamayla karşı karşıya kalıyoruz. Bunu en azından siz yapmayın Sayın Elitaş. Uzun süre Plan ve Bütçe Komisyonunda beraber çalıştık. Bizi eleştirebilirsiniz, bakın buna saygımız var, siz “Bunu gündeme getirmeyin.” diyebilirsiniz ama “istismar ediyorsunuz” sözcüğünü kullandığınız zaman doğru olmamış olur.

Teşekkür ediyorum efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Şandır.

Dokuz dakika gitti, Sayın Bakana duyurulur.

Buyurun.

6.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, grubuna sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Gerçekten Genel Kurul yoruldu, azıcık nefes alınsın, iyi oldu bu fırsat da.

Şimdi, tabii, şunu kabul etmek mümkün değil Sayın Elitaş: Bu Genel Kurulu, bu Meclisi çalıştırmak sorumluluğu sizin üzerinde. Yine bir başka sorumluluğunuz: Bu ülkenin sorunlarını çözmek için gereken hukuku bu Meclisi çalıştırarak kurmak sorumluluğu da sizin üzerinizde. Bu koordinasyonu siz sağlayacaksınız, nasıl sağlayacağınızı da siz bileceksiniz. Bize göre yolu çok basit: Uzlaşmayla. Uzlaşma neye dayalı? Güvene dayalı. Eğer güven tesis edilemiyor ve uzlaşma temin edilemiyorsa bu sizin bu konudaki eksiğinizdir, ihmalinizdir, neyse sebebi, sorgulamak bana düşmez ama bir sonuç olarak eğer sizin öngördüğünüz gündemin dışında burada bir gündem tartışması oluyorsa sizi size oy verenlere şikâyet ediyorum, sizi millete şikâyet ediyorum. Demek ki bu muhalefet partileriyle gereken uzlaşmayı temin edemiyorsunuz ve şikâyet ettiğiniz gibi, dört saat, beş saat, bize göre çok faydalı, size göre faydasız ama gerçekten toplumun sorunlarının konuşulduğu bir dört saat geçiriyoruz. Bakın, toplumun sorunlarını…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Yani şuna bağlı kalmak güven değil mi? Bunu tavsiye etmek güven değil mi?

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Efendim, ben size tekrar hatırlatmayı çok istemem ama sözünde durmayan sizsiniz.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Hayır.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) - Hani çarşamba günü sözlü sorulara devam edecektik? Gösterdiğiniz, verdiğiniz tarihte aldığımız karar salı ve çarşamba günü… Hatta bu İç Tüzük’ün amir hükmü, “En az iki gün.” diyor bu İç Tüzük.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – İç Tüzük’ün diğer hükmü de…

MEHMET ŞANDIR       (Devamla) - Danışma Kurulunun kararı, çarşamba günü de sözlü sorulara cevap verilecekti. Bundan geri dönen sizsiniz.

Bakın, biz bundan şikâyet etmiyoruz. Şikâyetimiz şu: Sokakta vatandaş bağırıyor. Vatandaşın sorunlarının çözümü noktasında gerçekten muhalefet partileri olarak bizlerin sizlere daha çok baskı yapmamızı, daha çok burada tenkit ve sizi uyarmamızı istiyorlar. Ama şunu tekrar ifade ediyorum: Gerçekten bugün ülkemizin, milletimizin önünde çözülmesi gereken devasa sorunlar var, bunlar için çıkartılması gereken hukuk var. Tekrar ediyorum, Borçlar Kanunu, Ticaret Kanunu ve diğer temel kanunlar konusunda… Bu dönem de çıkartamayacaksınız, bu dönem de çıkmayacak, görünen odur. Dolayısıyla bunların sorumlusu sizsiniz. Burada yapılan işi de böyle, bir istismar olarak, lüzumsuz bir meşgale gibi değerlendirmiş olmanız da gerçekten üzüntü verici. Genel Kurul milletin sorunlarını konuşuyor. Bunun lüzumsuz ve gereksiz bir konuşma, iştigal içerisinde olmadığını tekrar ifade ediyor, teşekkür ediyorum efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, ben de kendime sataşma nedeniyle…

BAŞKAN – Yok. Yani, siyasi partilerden bahsetti. Henüz…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, hayır, “Muhalefet” dedi.

BAŞKAN – Sayın Genç, henüz Kamer Genç partisini kurmadığınız için! Yapmayın!

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, parti kurmam gerekmiyor.

BAŞKAN – Şimdi bakın, gruplardan bahsettiği için Sayın Elitaş…

KAMER GENÇ (Tunceli) - Ama, bakın, Meclisin çalışmalarının… Yani, Mustafa Elitaş’a bunun hangi anlama geldiğini anlatayım ben kendisine.

BAŞKAN – Yapmayın, ne olur! Ne olur, yapmayın!

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, ben burada bağımsız bir milletvekiliyim.

BAŞKAN – Ya, yapmayın!           

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkanım, bakın…

BAŞKAN – Bakın, ara veririm, lütfen yapmayın! Yani, bakın, benim iyi niyetimi…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır efendim, iyi niyet meselesi değil.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, benim iyi niyetimi istismar etmeyin lütfen. Yani bakın…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ya, istismar meselesi değil Sayın Başkanım, şimdi, Mustafa Elitaş hep bu Meclisin çalışmasını engelliyor. Müsaade ederseniz ben… Yani iktidardan kaynaklandığını…

BAŞKAN – Hayır, teşekkür ediyorum.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Yani, en fazla Meclisi çalıştırmayan AKP. Çıkıyorlar, bütün konuşmaları onlar yapıyorlar.

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

4.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/808) (S. Sayısı: 487) (Devam)

BAŞKAN - Şahısları adına son söz Konya Milletvekili Sayın Sami Güçlü.

Buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bu arada, bizim saat dörtlere kadar çalışmamızın failini henüz anlayabilmiş değilim, onu da Genel Kurula arz edeyim.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Mustafa Elitaş efendim.

SAMİ GÜÇLÜ (Konya) – Sayın Başkanım, saygıdeğer milletvekilleri; görüşülmekte olan 487 sıra sayılı yeni vakıf üniversitelerinin kurulmasıyla ilgili tasarı üzerinde görüşlerimi ifade etmek üzere söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Saygıdeğer milletvekilleri, 24 Mart 2010’da Türk-Alman Üniversitesi konusu görüşülürken Türk yükseköğretimiyle ilgili bir kısım tespitler yapmıştım, oradan başlamak istiyorum. Şu anda çok yoğun olarak üzerinde tartışılan hususların dışında biraz genel değerlendirmeye devam etmek istiyorum, daha sonraki maddelerde vakıf üniversiteleriyle ilgili düşüncelerimi anlatmaya çalışacağım.

Türk yükseköğretimiyle ilgili çok önemli eleştiriler var, bugün de ifade edildi arkadaşlarımız tarafından, ama aynı zamanda Türk yükseköğretiminin çok önemli başarıları da var. Bu başarıları Türkiye’nin yetişmiş insan gücünü karşılayan kaynak üniversitelerimizdir. Bunun ne kadar önemli olduğunu bir an için düşünsek, bu ülkede ne kadar nitelikli insan gücü varsa kendi üniversitelerimizde yetişmiştir, çok az istisna yurt dışında eğitim görerek gelmiştir.

İkincisi, biz bu eğitimi kendi dilimizle, Türkçe’yle yapıyoruz; bu, Türkiye’nin en önemli kaynağıdır. Nitekim bu önemli kaynaktan dolayı Türkiye, cumhuriyetten sonra üniversite sistemi içerisindeki gelişmeleri takip ederken, bu alanda, 1975’ler, 1983’ler, 1992’lerde çok önemli sayıda üniversiteleri kurmuş ve bir bakıma, Türk yükseköğretimindeki gelişmeyi bu tarihlerde oluşturduğu üniversitelerle sağlamış. Bunu yapabilmesinin de en önemli kaynağı, kendi diliyle eğitim yapan bir sistemi kurmuş olması, öğretim üyelerini yetiştirmiş olması ve dolayısıyla, büyük bir servete sahip olmasıdır.

Bugün yeni vakıf üniversiteleri kuruyoruz, bunlarla ilgili görüşmeleri yapıyoruz ama asıl gelişme, bir bakıma, 2002’den sonra Hükûmetimiz döneminde oluşturulan, kurulan, 42’si devlet, 22’si vakıf üniversitesi olmak üzere 64 üniversitenin kurulmasıdır.

Değerli arkadaşlarım, cumhuriyet tarihi içerisinde, biraz önce bahsettiğim zaman dilimlerinde çok önemli hamleler olmuş. 83 ve 92, bunlar çok önemli gelişmelerdir. 92’de yirmi iki yeni üniversite kurulmuş. Bu üniversitelerin kuruluşundan bugüne geçen süre on sekiz yıl civarındadır. Bu süre içerisinde bu üniversitelerimizde ortalama öğretim üyesi sayısı 500’e, öğretim elemanı sayısı ise binin üzerine çıkmıştır. Dolayısıyla, Türkiye bu kadar büyük öğretim üyesi ihtiyacını da kendi sahip olduğu bu büyük servetle ortaya koymuştur.

Şimdi, son yıllarda üniversite konusunda sağlamış olduğumuz bu önemli hamleyi şöyle ifade edebiliriz: Değerli arkadaşlarım, Türkiye gelişmekte olan bir ülkedir ve çok sorunu vardır. Özellikle en önemli sorunu kaynak sorunudur. Tasarruf yetersizliğinden kaynaklanan, yatırımlarını kendi öz kaynaklarıyla yapma konusunda ta kuruluşundan beri sıkıntılar çeken bir ülkedir. Onun için, yabancı sermaye konusunda çok büyük ihtiyaç vardır. Bu sadece AK PARTİ Hükûmetinin değil Türkiye Cumhuriyeti hükûmetlerinin sorunudur.

Şimdi, bu dönem içerisinde Türkiye, güncel birçok sorunu içerisinde yükseköğretim konusunda, 2002’yle 2010 dönemi arasında 42’si devlet, 22’si vakıf üniversitesi olmak üzere 64 üniversitenin kuruluşunu sağlamış, bunu Meclisimizden geçirmiş ve sistem içerisinde yerlerini almıştır. Bir an için düşündüğümüzde, Türkiye böyle bir ihtiyacı nereden duyuyor? Türkiye, yüzde 50 oranında kapasitesini artıracak, yüzde 100 oranında kapasitesini artıracak bir gelişmeye neden ihtiyaç duyuyor? Bununla ilgili birkaç hususa değinmek istiyorum. Evvela, dünyayla Türkiye’yi mukayese ettiğimizde, Türkiye'nin durumu yeni üniversite kurulması konusunda bir ihtiyaç mı gösteriyor? İki: Yükseköğretimdeki talep karşılanamadığı için mi ve bunun ötesinde daha temel sebepler var mı?

Değerli arkadaşlarım, bunlarla ilgili olarak söylenecek husus şudur: Öğretim elemanı başına düşen öğrenci sayısı dünyada 2005’te 16’dır, Türkiye’de 26’dır. Öğretim üyesi başına düşündüğümüzde bu rakam dünyada 24 Türkiye’de 37’dir. Şimdi, dünyanın gelişmekte olan çok sayıda ülkesinin de dâhil olduğu sistem içerisinde böyle bir tablo, Türkiye’de yeni üniversitelerin kurulması konusunda bir ihtiyaç ortaya koyuyor. 2007 yılında okullaşma oranı yükseköğretimde -brüt okullaşma oranı- yüzde 44,7’dir. Örgün öğretimi alırsak, yani açık öğretim dışındaki öğrencilerimizi kaydedersek, hesap edersek 31,3’tür. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde bu oran yüzde 50’nin üstündedir; Kore’de yüzde 90’dır, Amerika Birleşik Devletlerinde yüzde 85’tir, Avrupa Birliği üyesi ülkelerde de böyledir.

Bir başka husus: UNESCO’nun yapmış olduğu bir çalışmada dünyanın gelişmiş ülkelerinde 500 bin nüfusa bir üniversite düşmektedir. Türkiye 72 milyon nüfusuyla ve 2010’a kadar gerçekleştirdiği üniversite sayısıyla bu orana yeni ulaşmıştır. Yani, bu hamleyi yapmak durumunda kalmıştır.

Son olarak şunu, bu hususla ilgili olarak… Türkiye'nin 2013 hedefi, brüt okullaşma oranı yüzde 48’dir. Hâlâ dünyanın gelişmiş ülkelerine göre daha düşük bir seviyededir, ama önemli bir hedefi kendisine seçmiştir ulaşmak için.

Değerli arkadaşlarım, bunlar sayısal hususlardır ama ondan daha önemlisi işin niteliğidir. Dünyayla ilgili değerlendirmeler yaparken bir bilgi toplumundan bahsediyoruz. Dünya Bankası, bu konuda, bilgi tabanlı ekonomiye geçme konusunda, ülkelerin stratejik olarak bazı konularda temel altyapılara ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Bunlardan bir tanesi uygun bir ekonomik ve kurumsal rejim, sistem, güçlü bir insan sermayesi, dinamik bir bilişim altyapısı, etkin bir ulusal inovasyon sistemidir.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, küreselleşme, teknoloji ve rekabet dünyayı, kültürleri ve toplumları etkiliyor, kurumları da etkiliyor, üniversiteleri de etkiliyor ve üniversiteler yeni arayış içerisinde. Üniversiteyle ilgili bir tanım yani biz dünya bilgi toplumuna dâhil olmak istiyorsak güçlü bir insan sermayesine ihtiyacımız olmalı. Yükseköğretim ise bunu sağlayacak unsurdur çünkü UNESCO’nun tarifi şöyle: “Sosyal gelişmede, ekonomik büyümede, rekabet edebilir mal ve hizmetlerin üretiminin desteklenmesinde, kültürel kimliğin şekillenmesi ve korunmasında, sosyal bağın sürdürülmesinde ve barış kültürünün desteklenmesinde yükseköğretimin yeri doldurulamaz.” Şimdi arkadaşlarımız günlük sorunlar içerisinde bazı sorunlara çok dikkat çekiyor. Doğru, çok can yakıyor, çok da hepimizi üzüyor ve Türkiye bu sorunlarıyla boğuşuyor âdeta ama yükseköğretimle ilgili konu, biraz önce tanıdığım çerçevede, Türkiye’nin hem sosyal hem ekonomik hem teknolojik hem yabancı ülkelerle olan ilişkilerinde hem de geleceğinde esas kendisine büyük imkân sağlayacak bir alanı öne çekme hadisesidir. Bu değişim konusu içerisinde üniversiteyle ilgili dünyadaki gelişmiş ülkelerin de hepsinin amacı dünya rekabetinde, yükseköğretimle ilgili rekabette, üretimle ilgili rekabette dünya çapında üniversite kurmak. Biraz önce arkadaşlarım da söyledi, Türkiye dünyanın gelişmiş ülkeleri arasında henüz üniversitenin ismini dâhil edemedi, bir tek İstanbul Üniversitesi katıldı. Şimdi, Türkiye bir taraftan yükseköğretimle ilgili sayısal hedeflerine yönelirken, diğer taraftan bütün gücüyle, gelenekleri oluşmuş üniversitelerimizin dünya çapında üniversite olabilmesi için gerekli altyapıyı oluşturması gerekiyor. Yükseköğretim kurumu başta olmak üzere, Millî Eğitim Bakanlığımız, bir bakıma, bu niteliğe yönelik büyük hedefin hazırlıklarını yapmak durumundadırlar, onların görevidir, sorumluluğudur.

İkinci önemli nokta, Türkiye’de yükseköğretim talebi diye bir olay var.

Değerli arkadaşlarım, yükseköğretime başvuru 1,6 milyon -2007 için bu rakamları söylüyorum- üniversiteye kayıt 413 bindir. Şimdi, biz bu talebi görmezden gelemeyiz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) – Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Dolayısıyla Türkiye’nin bir başka önemli sorunudur bu ama bu sorunu çözmek için üniversite kurmak doğru değil. Yani bu iddiayla kurulmaz ama bu temel sebeplerden birisidir ve Türkiye bunun için bir kaynak ayırıyor. Bu kaynakla ilgili hususta hepimizin bildiği bir nokta var. Millî Eğitim Bakanlığımızla birlikte yükseköğretimin gayri safi millî hâsıladan aldığı pay yüzde 2,3’ten 3,65’e, konsolide bütçe içerisindeki yeri 9,4’ten 13’e yükseliyor. Yani çok zorunlu harcamalar varken, acil harcamalara ihtiyaç duyulurken, yükseköğretimle ilgili payların artması kaçınılmaz. Türkiye bu tercihini doğru yapıyor çünkü günlük sorunlarımızı çözebiliriz ama Türkiye yapısal sorunlarını, insan gücü ihtiyacını yetiştirmeyi erteleyemez.

Efendim, ben düşüncelerimi, söylemek istediklerimin hepsini ifade edemedim ama tekrar söz hakkım olduğunu düşünüyorum. Kaldığım yerden devam etmek üzere Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Güçlü.

Soru-cevap işlemine geçiyorum.

Sayın Orhan, buyurun.

AHMET ORHAN (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakana yöneltmek istediğim soru öğretmenler hakkında.

Bugün gazetelerde yer alan bir haberi tekrar ederek sözlerime başlamak istiyorum. 70 bin tane sözleşmeli öğretmeni kadroya geçirmek için Maliye Bakanından uygun yazı geldi Bakanlar Kurulunda da kanun tasarısıyla ilgili imza işlemine başlandığına dair. Sayın Bakanım, sözleşmeli öğretmenler ve yakınları sizden haber bekliyor, açıkçası müjde bekliyor. Bu seneki, bu dönemde birleşimler içerisinde bu kadro çıkarılabilecek mi, öğretmenlerimiz bu dertten kurtarılabilecek mi?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Asil…

BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakan, konuşmamda da ifade ettim, YÖK Başkanı bir konuşmasında özel üniversitelerin açılabilmesi ile ilgili, Anayasa değişikliği ile ilgili çalışmalara başlandığını ifade ediyor ve devamla vakıf üniversitelerinin kâr amacı gütmemesi gerektiğini belirtmiş. Ardından da… “Bazen, maalesef, para için de bu işi yapmış olabiliyorlar, onları da zor durumdan kurtarmış olacağız.” Şimdi, Sayın Bakan, öğrenmek istediğim bu işi para için yapan vakıf üniversiteleri hangileridir? Bu üniversitelerin kuruluşu ile ilgili çalışmayı yapan sorumlular hakkında…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) - …bugüne kadar herhangi bir işlem yapılmış mıdır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Buldan…

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Aracılığınızla Sayın Bakana sormak istiyorum: Pazar günü üniversite sınavının ilk aşaması yapılacak. Başta Hakkâri ve Mardin’in Kızıltepe ilçesi olmak üzere Doğu ve Güneydoğu Bölgesi’ndeki birçok ilde sınava girecek olan öğrenciler bulundukları illerden kilometrelerce uzak yerlere verilmişler. Kıbrıs’ta bile sınava girecek olan öğrenciler var. Bu uygulamanın sebebini öğrenmek istiyorum. Gerçi konuyla ilgili soru önergesi verdim ama buradan bir kez daha bu konuya nasıl bir cevap vereceğinizi merak ediyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Tankut...

YILMAZ TANKUT (Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, vakıf üniversitelerinin kurulmasıyla ilgili bu tasarı haricinde yeni devlet üniversitesi kurulmasıyla ilgili Hükûmetinizin herhangi bir düşünce ve tasarrufu var mıdır? Varsa, bu devlet üniversitelerinin kurulması hangi illerimizde olacaktır? Yeni devlet üniversitelerinin kurulması düşünülmekte ise hangi kriterlere göre yer seçimleri yapılacaktır? Seçilecek olan iller arasında Adana ilimiz bulunmakta mıdır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Paksoy...

MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi 1992 yılında kurulmuş, tıp fakültesi ise 1998 yılında eğitim öğretime başlamıştır. Bugüne kadar tıp fakültemize kadrosu verilmemiştir. On iki seneden beri kadrosu verilmeyen başka bir tıp fakültesi var mıdır? Kadronun verilmemesinin nedeni nedir? Ne zaman vermeyi planlıyorsunuz?

İkinci sorum: Üniversitede görev yapan daire başkanları, genel sekreter yardımcısı ve hukuk müşavirleri diğer kamu kuruluşlarında çalışan muadillerinden düşük maaş almaktadır. Söz konusu personelin mağduriyetlerini ne zaman çözmeyi düşünüyorsunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Işık...

ALİM IŞIK (Kütahya) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, en güncel verilerle ülkemizdeki bilimsel göstergelerin ve fiziki altyapıların üniversitelerimizdeki durumu nedir? Dünya ortalaması ve gelişmiş ülkeler ortalamasıyla kıyaslandığında Türkiye nerededir? Bakanlığınızın bu konuda orta ve uzun vadeli hangi hedefleri vardır? Örneğin, öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı, öğretim üyesi başına düşen bilimsel yayın sayısı ve benzeri konularda hedeflerinizi açıklayabilir misiniz?

İkinci sorum: 1’inci derecenin 4’üncü kademesinde görevli bir doçent ve profesör öğretim üyesinin eline geçen net maaş nedir ve Türkiye’deki maaş sıralamasında öğretim üyelerinin durumu ne durumdadır? 6’ncı derecedeki bir araştırma görevlisinin yıllık ortalama maaşı ve Türkiye’deki sıralaması nedir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Taner…

RECEP TANER (Aydın) – Sayın Bakan, mevcut üniversitelerimizin uluslararası üniversiteler seviyesine gelebilmesi için ne kadar eğitim elemanına ihtiyaç vardır? Planlanan ve serbest bırakılan kadro kaç kişidir?

İki, aynı bağlamda Aydın Adnan Menderes Üniversitesinin eğitim elamanı ihtiyacı ne kadardır? 2010 yılı için ne planlamaktasınız?

Bir üçüncü soru, Türk-Alman Üniversitesinin kuruluşu Mecliste kabul edildi. Türkiye’de yaşayan Alman ve Almanya’da yaşayan Türk sayılarına baktığımızda Türkiye Cumhuriyeti Meclisinin yapmış olduğu Türk-Alman Üniversitesinin karşılığı olarak Alman Hükûmetinin Alman-Türk üniversitesi kurulması yönünde bir çalışması var mıdır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Doğan…

YAHYA DOĞAN (Gümüşhane) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Ben, özellikle Meclis Genel Kuruluna üniversiteler kurulmasıyla alakalı kanun teklifleri geldiği zaman inanın çok büyük bir mutluluk duyuyorum. Ayrıca, Hükûmetimizin, ülkemizde üniversitesiz il bırakmamasından da büyük mutluluk duyuyorum.

Hem soru hem bir değinme olacak benimkisi. Geçen hafta bütün Güneydoğu’yu dolaştım, Diyarbakır, Batman, Şırnak, Mardin yöre halkının arasına girdim. En çok memnun oldukları husus, illerinde üniversitelerin açılmış olmasıydı. Ancak bir genç arkadaşımızın, biraz önce yeni kurulan üniversitelerle alakalı olarak ve örnek olarak da Hakkâri’yi verip küçümseyici bir tarzda, “Bir rektör, bir üniversite…” Ben bu yaklaşımı doğru bulmuyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÖZDAL ÜÇER (Van) – Sayın Başkanım, Sayın Vekilin sorusu varsa sorsun, yoksa kafasında sorular varsa biz cevaplandıralım.

BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Bakan, eğer lütfederseniz, bize, sadece Meclis Genel Kuruluna… Örneğin “Süleyman Şah Üniversitesi” diyor. Bu Mecliste ben bir milletvekili olarak bu üniversiteyi kimin kurduğunu, bu vakfın mali değerlerinin ne olduğunu bilmek zorundayım. Bu bilgiyi lütfedip Meclisteki milletvekillerine verirseniz hepimiz mutlu olacağız. Ama ben, örneğin, en azından burada bu üniversiteleri kuran mütevelliler kimlerdir, hangi amaçla kuruyorlar, bilmek isterim; lütfedip verirseniz.

İki, sorum YÖK’e: Vakıf üniversitesi kurmak için şu ana kadar YÖK’te kaç tane müracaat beklemektedir? Bu müracaatlar ne zamandan beri bekliyor? Özellikle son üç yılda -önce yapılan- bekleyen müracaatlar var mı? Meclis Başkanlığına önerdiğiniz, YÖK’ün önerdiği ve Millî Eğitim Bakanlığının önerdiği müracaatları hangi kritere göre öneriyorsunuz, burada öncelikler nedir yani objektif kriteriniz nedir?

Bir başka soru ise yine bir vakıf üniversitesi kurmak isteyenleri acaba Ankara, İstanbul, İzmir dışında…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Birer dakika ayırdım herkese.

Sayın Arat…

NECLA ARAT (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, size bir yazılı önergeyle yatılı bölge ilköğretim okullarındaki açık kontenjanların sayısı sormuştum. Teşekkür ederim, yanıtını aldım ama yanıtı aldıktan sonra doğrusu çok sarsıldığımı ifade etmem lazım. Çünkü 35 bin boş kontenjan olduğu söyleniyordu verilen yanıtta. Şimdi, göç vurgunu yemiş ve de yoksul ailelerin çocukları sokaklarda mendil satarlarken, 35 bin kadronun yahut kontenjanın atıl kapasite olarak durması nasıl izah edilebilir? Bunu sormak istiyorum.

Acaba, kadından sorumlu Devlet Bakanlığıyla Millî Eğitim Bakanlığımız ortak bir proje çerçevesinde bu atıl kapasiteyi çocuklarımızın lehine kullanabilir mi, böyle bir girişimde bulunabilir misiniz?

Çok teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Üçer…

ÖZDAL ÜÇER (Van) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Kurulacak üniversitelere ilişkin soruları sormuştum. Eğer Sayın Bakan dinlemişse o soruların cevaplanmasını isterdim. Vakıf üniversitelerine verilen kamu mali yardımı nedir?

Bu kamu mali yardımıyla, eğitim camiasında atanmayı bekleyen kaç öğretmen atanabilirdi acaba diye böyle bir soru sormak istedim. Çünkü ataması yapılmayan öğretmenler sorunu şu an eğitimin en önemli sorunudur.

BAŞKAN – Sayın Çalış…

HASAN ÇALIŞ (Karaman) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, artık her çocuk okula başlayınca, ailesi, üniversiteye nasıl yerleştireceğim telaşına düşüyor ve her aile şunu düşünüyor: “Özel dershanelere çocuğumu göndermezsem Millî Eğitim Bakanlığımızın okullarından üniversiteye yerleştirmem zorlaşacak.” diyor. Bu özel dershaneler sorununu nasıl çözmeyi düşünüyorsunuz? Çünkü, aileler için bu çok önemli bir yük hâline gelmiştir.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Bakan, on dakikanız var.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Öncelikle Genel Kurulumuzda bugün yükseköğrenim sistemimize yeni kazandırılacak olan dört vakıf üniversitesinin kuruluşunu görüşüyor olmaktan büyük bir memnuniyet duyduğumu ifade etmek istiyorum ve hepinizin de bildiği gibi üniversiteler, özellikle yükseköğrenim ihtiyacı devam eden ülkemizde yaş ortalamasının 27,7 olduğu düşünülürse Avrupa’nın en genç nüfusuna sahip olan ülkemizde elbette ki çocuklarımızın yükseköğrenime devam edebilmeleri için eğitimin her kademesinde yaygın ve nitelikli bir eğitim sisteminin oluşturulması gerekiyor. Bu çerçeve içerisinde baktığımız zaman da vakıf üniversitelerini yükseköğrenim sistemimizin bir alternatifi değil, bir parçası olarak gördüğümüzü vurgulamak isterim.

Gerçekten dünyayla rekabet edebilmek için daha fazla sayıda gencimizin yükseköğrenim görmesi ve nitelikli yükseköğrenim görmesi için vakıf üniversitelerimizin de yükseköğrenim sistemimize katkısı inkâr edilemez. Burada genel çerçeve içerisinde sorulan soruların büyük bir bölümü vakıf üniversitelerinin, kurulan bu vakıf üniversitelerinin mütevellilerinin kimlerden oluştuğu, ne kadar bir kaynağa sahip olup olmadıkları, bu hizmeti verip veremeyecekleri yönünde yoğunlaştı. Hem muhalefet sözcülerinin hem soru-cevaplar bu yönde yoğunlaştığı için bu konuya genel çerçeveyi çizerek bir cevap vermek isterim.

Özellikle Millî Eğitim Komisyonumuzda da dile getirilen bu hususlara cevap verirken, özellikle daha önceki yıllarda da aslında vakıf üniversitelerinin kuruluşuna ilişkin bir sistematik kriter oluşturulmadığını, aslında bunun zaman içerisinde özellikle yükseköğrenim sistemimizde önemli bir pay sahibi olmasını düşündüğümüz vakıf üniversitelerimizin olumsuz gelişmelere yol açabileceği endişesiyle bu doğrultuda Yükseköğretim Kurulumuz genel kuralları belirleyen objektif kriterler, yani ölçütler getirdi ve bu ölçütler içerisinde vakıf mütevellisinin, zaten bir vakfın mütevelli üyesi olup olmamanın, kanunen sakıncalı bir kişi olup olmamanın genel hükümlerle de çelişmeyecek şekilde düzenlenmesi lazım.

Ne kadarlık bir nakit varlığına, ne kadarlık bir gayrimenkul varlığına sahip oldukları ve bu hizmeti sürdürüp sürdüremeyecekleri, kurmayı düşündükleri fakültelerin kontenjanlarının ne olması gerektiğini, ne kadar süre içerisinde kurulması gerekliliği gibi hususlar gerçekten son derece objektif ölçütlerle belirleniyor.

Dolayısıyla, bugün huzurunuza getirdiğimiz vakıf üniversitelerinin de özelde ayrıntılı olarak her birinin mütevellisini, kriterlerini belki sizlere aktarmakta güçlük çekebilirim ama bunları yazılı olarak cevaplandırabilirim soru sormanız durumunda. Çünkü bütün bu üniversitelerin, vakıflarımızın daha doğrusu, her şeyden önce üniversite kurma kapasitesine sahip ve yetkinlikte olduklarının objektif ölçütlerle araştırıldığını ve bu değerlendirmelerin sonucunda Komisyondan da geçip huzurunuza geldiğini bir kez daha ifade etmek isterim.

Bir de “Bekleyen ne kadar vakıf üniversitesi var YÖK’ün gündeminde?” dendi. Şu anda on üç vakıf üniversitesi kurulmak üzere bekliyor.

Bugün huzurunuza gelen ve kurulması  düşünülen üniversitelerimizin, vakıf üniversitelerimizin iki tanesi, zaten bir tanesi Vakıflar Genel Müdürlüğünün kuracağı üniversite, diğeri de Diyanet Vakfının. Yani her ikisi de kamu vakıflarından oluşuyor ve mal varlıkları, gelir durumları bu hizmete, yükseköğrenim hizmetine tahsis edecekleri mal varlıkları da son derece yüksek.

Bir diğer soru hem konuşmalarda yer alan hem de soru olarak iletilen, bu vakıf üniversitelerinin kamu kaynaklarıyla desteklendiği, kamu kaynaklarının bu vakıf üniversitelerine tahsis edildiği gibi sorular soruldu veya değerlendirmeler yapıldı.

Sayın Üçer soru sordunuz, sizin sorunuzu cevaplandırıyorum, eğer dinlerseniz, belki tekrar benzer bir soruyu sormamış olursunuz! Her şeyden önce, bu vakıf üniversitelerine hiçbir kamu kaynağı tahsis edilmemiştir, kamu gayrimenkulü de tahsis edilmemiştir. Dolayısıyla daha önceki yıllarda yapılanlar bizi bu anlamda kurulan ve kurulacak üniversitelerin kamu kaynaklarıyla değil kendi kaynaklarıyla oluşturulan kriterler çerçevesinde hizmet veriyorlar.

ÖZDAL ÜÇER (Van) – Sayın Bakan, bu yıl Maliyeden vakıf üniversitelerine, tam, kaç lira ödenmiştir?

BAŞKAN – Sayın Üçer, karşılıklı konuşmazsak… Çok soru soruldu, Sayın Bakan ona cevap versin. Lütfen…  Nasıl olsa maddeler devam edecek.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Bunun dışında, bir taraftan da vakıf üniversiteleri hakkında YÖK Başkanının kamuoyuna yansıyan değerlendirmeleri hakkında sorular soruldu. Elbette, özel üniversitelerin, daha doğrusu vakıf dışında özel üniversitelerin, ticari şirketlerin de üniversite kurmasına yönelik olarak herhangi bir yasal düzenleme çalışması YÖK tarafından bana iletilmedi, dolayısıyla bu yönde bir değerlendirme yapmayacağım ama “vakıf üniversitelerini para için yapanlar” vesaire gibi değerlendirmeler yapıldı.

Yükseköğretim Kurulu hepinizin de bildiği gibi anayasal bir kuruluş ve anayasal kurumlar, her hukuk devletinde bu kurumlar denetleme işlevlerini de kendi yasal organları vasıtasıyla yaparlar. YÖK’ün de bir denetleme kurulu var ve vakıf üniversiteleri düzenli bir şekilde, bu çerçevede, çizilen çerçevede yükseköğrenim hizmetinin amacına uygun şekilde icra edilip edilmediği, kâr amacı güdülüp güdülmediği veya yükseköğrenim sisteminin ilkelerine ters bir uygulama olup olmadığını zaman zaman denetler, ilgili vakıf üniversitelerini bu konuda uyarır, gerekirse hepinizin de bildiği gibi, vakıf üniversiteleri bir devlet üniversitesinin himayesinde kurulur. Bu hizmeti yapamayacak duruma gelmesi durumunda da bu sistem içerisinde vakıf üniversitesinin kapatılmasına karar verilir ve Yükseköğretim Kurulu kararı doğrultusunda hami üniversiteye öğrencileriyle birlikte devredilir.

“Vakıf üniversiteleri dışında bu yıl yeni devlet üniversiteleri kurulacak mı?” diye bir soru soruldu. Evet, Bakanlar Kurulundan bu konudaki kanun tasarısı Meclis Başkanlığımıza intikal etti. Kurulacak olan yedi devlet üniversitesinin kurulacağı şehirler Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa, Konya, Erzurum ve Kayseri. Yine, bu illerin seçiminde de Yükseköğretim Kurulumuz bu illerdeki üniversitelerin öğrenci kapasitesinin yüksekliği, öğrenci sayısının yüksekliği ve diğer hususlar dikkate alınarak kentlerin ihtiyacı doğrultusunda kararlaştırılmıştır. Hepinizin de bildiği gibi yükseköğrenim talebinin bu kadar yüksek olduğu, genç nüfusun bu kadar yüksek olduğu bir ülkede, üniversitelerin, eski üniversitelerin kadro ve diğer hususlarla desteklenmesi gerektiği kadar yeni üniversiteler kurmak ve kontenjanları büyütmek suretiyle gençlerimizin üniversite öğrenim hakkı talebinin yerine getirilmesine çalışılmakta.

Üniversitelerimizin özellikle bilimsel yayın konusunda ve üniversitelerimizin özellikle dünya bilimsel skalasında çok kötü bir yerde olduğu, hatta sonuncu sıralarda yer aldığı gibi, aslında biraz da açıkçası kompleksli bulduğumuz bir tutum var. Gerçekten Türkiye'de üniversitelerimiz bu anlamda, sıralamada, 2006 yılında 20’nci sırada -bilimsel makale ve yayında- 2007 yılında 19, 2008 yılında da 18’inci sırada. 2009 yılına ilişkin bir çalışma henüz elimize ulaşmadı, ama dünya sıralamasında Türk üniversiteleri bu anlamda iyi bir yerdedir. Dolayısıyla kendi üniversitelerimizle ve bilimsel çalışmalarıyla bu anlamda hepimiz de gurur duymalıyız diye düşünüyorum.

Bunun dışında, özellikle bazı üniversitelere ilişkin kadrolar, kadro taleplerinin karşılanamaması gibi şu anda elimde bilgi olarak bulunmayan hususları cevaplandıramayacağım, bunların hepsini yazılı olarak cevaplandırmayı düşünüyorum.

Bir diğer soru, başlangıçta sorulan sorulardan bir tanesi öğretmenler hakkındaydı, sözleşmeli öğretmenler hakkında bir soru soruldu. Hepinizin de bildiği gibi sözleşmeli öğretmenler, kadrolu öğretmen ihtiyacımızın karşılanamadığı, özellikle güçlük arz eden, kadrolu öğretmenler yoluyla hizmeti götüremediğimiz eğitim öğretim sistemi içerisinde önemli bir yer tutacak şekilde düşünülüp planlanmış bir çalışma.

Dolayısıyla, bir diğer taraftan da sözleşmeli öğretmenlerin kadroya geçirilmesine ilişkin sorular, bulunduğum her yerde ve sıklıkla bana da soruluyor ve bunu da yine daha önceki cevaplarımı tekrar edecek şekilde cevaplandırmak istiyorum. Sözleşmeli öğretmenlerin tamamının bir yıl içerisinde veya çok kısa bir süre içerisinde kadroya geçirilmesi çalışması yok. Fakat, öğretmenlerimizin, sözleşmeli öğretmenlerimizin kademeli olarak çalışma süreleri göz önüne alınarak kadroya geçirilmesi çalışmalarını tamamladık. Maliye Bakanlığımızla çalışmalarımız sonuçlandıktan sonra, kamuoyuyla bunu paylaşacağız ve bu çalışmayı bir yasa tasarısı olarak Meclisin gündemine getireceğiz.

Sayın Arat’ın bir sorusu vardı. Yazılı olarak iletilmiş yatılı ilköğretim bölge okullarına ilişkin, kontenjan açığına ilişkin “Bunlar doldurulamaz mıydı?” şeklinde bir soruydu.

Her şeyden önce yatılı ilköğretim bölge okulları da hepinizin de bildiği gibi yoksul ve dezavantajlı, eğitim hizmetlerine erişiminde güçlük çekilen çocuklara eğitim verilen alanlar. Yatılı ilköğretim bölge okullarında kuruluş koşulları itibarıyla bazı nüfus ve yer değişiklikleri hareketlerinin yansıması neticesinde kontenjanlar boş kalıyor. Oysaki, bu kontenjanlar şu anda yerleşik sistemden, kırsal kesimden kente göçleri göz önüne aldığımızda, baz aldığımızda bazılarında kontenjan açığımız ve ihtiyacımız devam ederken, diğerlerinde boşluk arz eden yerler var. Dolayısıyla, herhangi bir şehirden, sokakta çalışan bir çocuğu ailesinin rızası ve bilgisi olmaksızın alıp bir yatılı ilköğretim bölge okuluna göndermemiz mümkün olmadığı gibi, şu ana kadar bize bu yönde talepte bulunan ve başvuran herhangi bir ailenin talebini de reddetmiş değiliz. Dolayısıyla, yatılı ilköğretim bölge okullarının planlama ve hedefleri doğrultusunda çalışma yapıldığını söylemek isterim. Özellikle diğer alanda da çalışmaların devlet bakanlığımız ve diğer bakanlıkların koordinasyon hâlinde yürüttüğü çalışmalarla sağlıklı bir yönde ilerlediğini ifade etmek isterim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Süremiz doldu.

Teşekkür ediyorum.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

III.- Y O K L A M A

(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Toplantı yeter sayısı istiyorum.

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı talebi vardır.

Sayın Kılıçdaroğlu, Sayın Özyürek, Sayın Aslanoğlu, Sayın Altay, Sayın Diren, Sayın Köse, Sayın Koçal, Sayın Ağyüz, Sayın Seçer, Sayın Özkan, Sayın Oksal, Sayın Arat, Sayın Aydoğan, Sayın Hacaloğlu, Sayın Yıldız, Sayın Tüzün, Sayın Barış, Sayın Bingöl, Sayın Anadol, Sayın Yazar.

Yoklama için üç dakika süre veriyorum.

Yoklama başlamıştır.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN - Toplantı yeter sayısı yoktur.

Birleşime beş dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 20.04
 

 

BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 20.11

BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Harun TÜFEKCİ (Konya)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 84’üncü Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

III.- YOKLAMA

BAŞKAN – 487 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın maddelerine geçilmesinin oylanmasından önce yapılan yoklamada toplantı yeter sayısı bulunamamıştı. Bu nedenle yeniden yoklama yapacağız.

Yoklama için üç dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı yoktur.

Alınan karar gereğince, sözlü soru önergeleri ile kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için, 13 Nisan 2010 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

               

Kapanma Saati: 20.15