DÖNEM: 23 YASAMA YILI: 4
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
CİLT : 66
84’üncü
Birleşim
8 Nisan 2010 Perşembe
(Bu Tutanak Dergisi’nde yer
alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar
tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına
uygun olarak yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. - YOKLAMALAR
IV. - OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.- TBMM Başkan Vekili Meral
Akşener’in, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl dönümüne ilişkin
konuşması
V. - AÇIKLAMALAR
1.- Kayseri Milletvekili
Mustafa Elitaş’ın, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl dönümüne
ilişkin açıklaması
2.- İstanbul Milletvekili
Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl
dönümüne ilişkin açıklaması
3.- Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır’ın, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl dönümüne
ilişkin açıklaması
4.- Bursa Milletvekili Ali
Koyuncu’nun, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl dönümüne ilişkin
açıklaması
5.- Muğla Milletvekili Gürol
Ergin’in, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl dönümüne ilişkin
açıklaması
6.- Tunceli Milletvekili
Kamer Genç’in, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl dönümüne
ilişkin açıklaması
7.- Şırnak Milletvekili Hasip
Kaplan’ın, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl dönümüne ilişkin
açıklaması
8.- Malatya Milletvekili
Öznur Çalık’ın, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl dönümüne
ilişkin açıklaması
9.- İstanbul Milletvekili
Sacid Yıldız’ın, Sağlık ve Sosyal Güvenlik Haftası’na ilişkin açıklaması
10.- Mersin Milletvekili
Behiç Çelik’in, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl dönümüne
ilişkin açıklaması
11.- Ankara Milletvekili
Tekin Bingöl’ün, milletvekilleri, Genel Kurulda, ülkenin çok önemli sorunlarını
dile getirirken Hükûmetin bir yetkilisinin bulunmamasına ve iktidar grubuna
mensup çok az sayıda milletvekilinin bulunmasına ilişkin açıklaması
12.- Muş Milletvekili Sırrı
Sakık’ın, Mersin Milletvekili Kürşad Tüzmen’in, bayrakla ilgili ifadelerine
ilişkin açıklaması
VI. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI
1.- Şanlıurfa Milletvekili
Abdulkadir Emin Önen’in, Şanlıurfa’nın kurtuluşunun 90’ıncı yıl dönümüne
ilişkin gündem dışı konuşması
2.- Çanakkale Milletvekili
Ahmet Küçük’ün, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl dönümüne,
Dünya Romanlar Günü’ne ve süt üreticilerinin sorunları ve süt fiyatlarına
ilişkin gündem dışı konuşması
3.- Denizli Milletvekili Emin
Haluk Ayhan’ın, Denizli ilinin ekonomik sorunlarına ilişkin gündem dışı
konuşması
VII. - BAŞKANLIĞIN
GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) TEZKERELER
1.- Senegal Ulusal Meclisi
Dışişleri, Afrika Birliği ve Yurtdışındaki Senegalliler Komisyonu Başkanı Bocar
Sedikh Kane ve beraberindeki Parlamento heyetinin ülkemizi ziyaret etmesinin
uygun bulunduğuna ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1155)
B) MECLİS ARAŞTIRMASI
ÖNERGELERİ
1.- Bursa Milletvekili Necati
Özensoy ve 21 milletvekilinin, sokak hayvanlarının ıslahı sorununun
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/662)
2.- Diyarbakır Milletvekili
Selahattin Demirtaş ve 19 milletvekilinin, televizyon programlarının çocukların
gelişimi üzerindeki etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/663)
3.- Trabzon Milletvekili
Mehmet Akif Hamzaçebi ve 22 milletvekilinin, tütün sektöründe yaşanan
sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/664)
4.- Mersin Milletvekili Ali
Rıza Öztürk ve 25 milletvekilinin, sokak hayvanlarının ıslahı sorununun
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/665)
VIII.- ÖNERİLER
A) SİYASİ PARTİ GRUBU
ÖNERİLERİ
1.- (10/449) esas numaralı
Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 8/4/2010
Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi
2.- (10/489) esas numaralı
Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 8/4/2010
Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi
3.- (10/515, 10/606) esas
numaralı Meclis araştırması önergelerinin ön görüşmelerinin Genel Kurulun
8/4/2010 Perşembe günkü birleşiminde birlikte yapılmasına ilişkin CHP Grubu
önerisi
IX.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Tunceli Milletvekili
Kamer Genç’in, Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
2.- Mersin Milletvekili
Kürşad Tüzmen’in, Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
3.- Muş Milletvekili Sırrı
Sakık’ın, Mersin Milletvekili Kürşad Tüzmen’in, grubuna sataşması nedeniyle
konuşması
4.- Kayseri Milletvekili
Mustafa Elitaş’ın, Eskişehir Milletvekili Beytullah Asil’in, şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
5.- İstanbul Milletvekili
Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, grubuna
sataşması nedeniyle konuşması
6.- Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır’ın, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, grubuna sataşması
nedeniyle konuşması
X. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ
1.- Türk Ticaret Kanunu
Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)
2.- Türk Borçlar Kanunu
Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)
3.- Milletlerarası Para Fonu
ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki
Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/761) (S. Sayısı: 458)
4.- Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Milli Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/808) (S. Sayısı: 487)
XI.- YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Tokat Milletvekili Reşat
Doğru’nun, Tokat’taki kamu binalarının jeolojik etütlerine ilişkin Başbakandan
sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/13163)
2.- Adıyaman Milletvekili
Şevket Köse’nin, bazı illerde depreme yönelik çalışmalara ilişkin Başbakandan
sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/13173)
3.- Aydın Milletvekili Ali
Uzunırmak’ın, TOKİ’nin konut üretimine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/13261)
4.- Muğla Milletvekili Fevzi
Topuz’un, Elâzığ depremindeki afet yönetimine ilişkin Başbakandan sorusu ve
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/13270)
5.- İzmir Milletvekili Ahmet
Ersin’in, Ege Bölgesinde depreme yönelik çalışmalara ilişkin Başbakandan sorusu
ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/13272)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat
13.04’te açılarak sekiz oturum yaptı.
Birinci, İkinci, Üçüncü, Dördüncü, Beşinci, Altıncı Oturum
Afyonkarahisar Milletvekili
Abdülkadir Akcan, Afyonkarahisar ilinin sorunlarına,
İstanbul Milletvekili Mehmet
Ali Özpolat, Avukatlar Günü’ne,
Hakkâri Milletvekili Rüstem
Zeydan, sınır ticareti ve Derecik beldesinin ilçe olması gerektiğine,
İlişkin gündem dışı birer
konuşma yaptılar.
İstanbul Milletvekili Necat
Birinci, Türk kadınının seçme ve seçilme hakkını kazanmasında Türk Kadınlar
Birliğinin rolüne;
Konya Milletvekili Ayşe
Türkmenoğlu,
Batman Milletvekili Mehmet
Emin Ekmen,
Avukatlar Günü’ne;
İlişkin birer açıklamada
bulundular.
Diyarbakır Milletvekili
Selahattin Demirtaş ve 19 milletvekilinin:
Basın, yayın ve ifade
özgürlüğünün önündeki engellerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi (10/658),
Balıkçılık sektörünün
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/659),
Pancar üreticilerinin
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/660),
Turgut Özal’ın ölümü
konusundaki iddiaların araştırılması (10/661),
Amacıyla birer Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu;
önergelerin gündemdeki yerini alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde
yapılacağı açıklandı.
Gündemin “Genel Görüşme ve
Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler” kısmında yer alan:
(10/480) esas numaralı,
tutuklu ve hükümlülerin sağlık sorunlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergenin görüşmelerinin Genel Kurulun 7/4/2010 Çarşamba günkü birleşiminde
yapılmasına ilişkin BDP,
(10/348) esas numaralı,
kanser hastalığının boyutlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergenin
görüşmelerinin Genel Kurulun 7/4/2010 Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına
ilişkin MHP,
(10/654) esas numaralı Meclis
araştırması önergesinin görüşmelerinin Genel Kurulun 7/4/2010 Çarşamba günkü
birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP,
Grubu önerileri yapılan
görüşmelerinden sonra kabul edilmedi.
Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaş, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, AK PARTİ Grubu Başkanına,
Tunceli Milletvekili Kamer
Genç, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, şahsına,
Sataşması nedeniyle birer
konuşma yaptılar.
Gündemin “Kanun Tasarı ve
Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:
1’inci sırasında bulunan ve
İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak
bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve
Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),
2’nci sırasında bulunan ve İç
Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak
bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve
Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/499) (S. Sayısı: 321),
3’üncü sırasında bulunan,
Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak
İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana
Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun (1/761) (S.
Sayısı: 458),
Görüşmeleri komisyon
yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.
4’üncü sırasında bulunan ve
İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak
bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen ve görüşmelerine devam olunan, Ankara
Milletvekili Haluk İpek’in, Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri
Hakkında Kanun ile Milletvekili Seçimi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi ile Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve 18
Milletvekilinin; Afyonkarahisar Milletvekili Halil Ünlütepe ve Denizli
Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün; Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi ve 10
Milletvekilinin; Diyarbakır Milletvekili Gültan Kışanak ve 19 Milletvekilinin;
Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır’ın; Milliyetçi Hareket Partisi Grup
Başkanvekilleri İzmir Milletvekili Oktay Vural ve Mersin Milletvekili Mehmet
Şandır’ın; Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Denizli Milletvekili Hasan
Erçelebi ve 5 Milletvekilinin Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ile Anayasa
Komisyonu Raporu’nun (2/636, 2/123, 2/200, 2/288, 2/304, 2/342, 2/364, 2/474,
2/596) (S. Sayısı: 490) ikinci bölümünün 26’ncı maddesine kadar kabul edildi;
yeni madde ihdasına dair önerge okundu.
Yeni madde ihdasına dair
önergenin cezai hükmü affedip affetmediği konusunu görüşmek üzere birleşime
22.17’de ara verildi.
Meral AKŞENER |
Başkan
Vekili |
|
Harun
TÜFEKCİ Bayram
ÖZÇELİK |
Konya Burdur |
Kâtip Üye Kâtip
Üye |
Yedinci, Sekizinci Oturum
Gündemin “Kanun Tasarı ve
Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:
4’üncü sırasında bulunan ve
İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak
bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen ve görüşmelerine devam olunan, Ankara
Milletvekili Haluk İpek’in, Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri
Hakkında Kanun ile Milletvekili Seçimi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi ile Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve 18
Milletvekilinin; Afyonkarahisar Milletvekili Halil Ünlütepe ve Denizli
Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün; Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi ve 10
Milletvekilinin; Diyarbakır Milletvekili Gültan Kışanak ve 19 Milletvekilinin;
Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır’ın; Milliyetçi Hareket Partisi Grup
Başkanvekilleri İzmir Milletvekili Oktay Vural ve Mersin Milletvekili Mehmet
Şandır’ın; Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Denizli Milletvekili Hasan
Erçelebi ve 5 Milletvekilinin Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ile Anayasa
Komisyonu Raporu (2/636, 2/123, 2/200, 2/288, 2/304, 2/342, 2/364, 2/474,
2/596) (S. Sayısı: 490) elektronik cihazla yapılan açık oylamadan sonra kabul
edildi ve kanunlaştı.
Kanun teklifine, af niteliği
taşıyan yeni madde ihdasına dair önergenin oylamasında nitelikli çoğunluk
aranıp aranmayacağı hususunda açılan usul tartışması sonucunda, Oturum Başkanı,
tutumunda bir değişiklik olmadığını açıkladı; yapılan oylamayla da getirilen
düzenlemenin af niteliğinde olmadığı kabul edildi.
Genel Kurulca alınan kararın
“7 Nisan 2010 Çarşamba günü 490 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin bitimine kadar”
görüşülmesi şeklinde olduğu, saat 24.00’ü geçince 7 Nisanın bittiği ve bu
nedenle çalışmalara devam edilip edilemeyeceği konusunda açılan usul tartışması
sonucunda, Oturum Başkanı, tutumunda bir değişiklik olmadığını açıkladı.
8 Nisan 2010 Perşembe günü,
alınan karar gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşime 02.41’de son
verildi.
Sadık YAKUT |
Başkan
Vekili |
|
Harun TÜFEKCİ Bayram
ÖZÇELİK |
Konya Burdur |
Kâtip Üye Kâtip
Üye |
No.: 118
II.- GELEN KÂĞITLAR
8 Nisan 2010 Perşembe
Rapor
1.- Kooperatifler Kanunu ile
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ile Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili
Mustafa Elitaş’ın; Kooperatifler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi ile Tarım, Orman ve Köyişleri ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve
Turizm Komisyonları Raporları (1/811, 2/633) (S. Sayısı: 496) (Dağıtma tarihi:
8.4.2010) (GÜNDEME)
Yazılı Soru Önergeleri
1.- Eskişehir Milletvekili F.
Murat Sönmez’in, milletvekillerinin yurt dışı ziyaretlerine ilişkin Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/13623) (Başkanlığa
geliş tarihi: 12/02/2010)
2.- Adana Milletvekili
Mustafa Vural’ın, susam ürününde teşvik uygulanmasına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/13624) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)
3.- Adana Milletvekili
Mustafa Vural’ın, SGK Teftiş Kurulu Adana Grup Başkanlığının kapatılmasına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13625) (Başkanlığa geliş tarihi:
31/03/2010)
4.- Şırnak Milletvekili
Sevahir Bayındır’ın, çocuğa yönelik şiddete ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/13626) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)
5.- Antalya Milletvekili
Hüseyin Yıldız’ın, istisnai memuriyet kadrolarına yapılan atamalara ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13627) (Başkanlığa geliş tarihi:
31/03/2010)
6.- Antalya Milletvekili
Hüseyin Yıldız’ın, TÜİK’in endeks ve enflasyon verilerine ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/13628) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)
7.- Balıkesir Milletvekili
Hüseyin Pazarcı’nın, Balıkesir’de tarım, hayvancılık ve sanayinin
desteklenmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13629) (Başkanlığa
geliş tarihi: 01/04/2010)
8.- Antalya Milletvekili
Hüsnü Çöllü’nün, TEKEL işçilerinin eyleminin engellenmesine ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/13630) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)
9.- Muğla Milletvekili Ali
Arslan’ın, Bodrum’daki TOKİ projesi hazırlığına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/13631) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)
10.- Denizli Milletvekili Ali
Rıza Ertemür’ün, Denizli’deki kredi kullanımına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/13632) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)
11.- Denizli Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, Çardak Havaalanına ve
uçak seferlerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13633) (Başkanlığa
geliş tarihi: 01/04/2010)
12.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’in, 1995’teki Gazi olaylarına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/13634) (Başkanlığa geliş tarihi:
01/04/2010)
13.- Batman Milletvekili Bengi Yıldız’ın, bir cezaevinde yapıldığı iddia
edilen uygulamalara ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/13635)
(Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)
14.- Kırklareli Milletvekili Tansel Barış’ın, HSYK’nın yapısıyla ilgili
basında çıkan açıklamaya ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi
(7/13636) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)
15.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Van’daki sulama kanallarına ilişkin
Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/13637) (Başkanlığa geliş
tarihi: 01/04/2010)
16.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Van Gölündeki kirliliğe ilişkin
Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/13638) (Başkanlığa geliş
tarihi: 01/04/2010)
17.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, RTÜK ve TRT yöneticilerine
ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Bülent Arınç) yazılı soru
önergesi (7/13639) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)
18.- Zonguldak Milletvekili Ali Koçal’ın, TRT’de yönetim kademesinde
görev yapan iki personele ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından
(Bülent Arınç) yazılı soru önergesi (7/13640) (Başkanlığa geliş tarihi:
01/04/2010)
19.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, TAPDK yöneticilerine ilişkin
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi
(7/13641) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)
20.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, BDDK yöneticilerine ilişkin
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi
(7/13642) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)
21.- Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, bir kişinin öldüğü olaya
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/13643) (Başkanlığa geliş
tarihi: 31/03/2010)
22.- Batman Milletvekili Ayla Akat Ata’nın, kaybolan bir öğretmeni arama
çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/13644)
(Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)
23.- Antalya Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, turizm bölgelerinde alınan
tedbirlere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/13645)
(Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)
24.- Antalya Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, mobese cihazlarının
kurulumuna ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/13646)
(Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)
25.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, Şanlıurfa’daki bir köy
yoluna ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/13647) (Başkanlığa
geliş tarihi: 31/03/2010)
26.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Van’daki altyapı çalışmalarına
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/13648) (Başkanlığa geliş
tarihi: 01/04/2010)
27.- Gaziantep Milletvekili Akif Ekici’nin, Gaziantep Büyükşehir
Belediyesinin bir yatırımına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/13649) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)
28.- Bursa Milletvekili Abdullah Özer’in, bir köyün adının
değiştirilmesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/13650)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)
29.- Batman Milletvekili Ayla Akat Ata’nın, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi
Başkanına suikast iddialarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/13651) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)
30.- Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’ın, Akdamar Kilisesinin ibadete
açılmasına ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/13652)
(Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)
31.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Van’da turizmin
geliştirilmesine ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi
(7/13653) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)
32.- Aydın Milletvekili Mehmet Fatih Atay’ın, turistlerle ilgili bir
açıklamaya ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/13654)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)
33.- Giresun Milletvekili Murat Özkan’ın, fındıktaki gelir desteğine
uygulanan vergiye ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/13655)
(Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)
34.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, özelleştirilen kuruluşların
faaliyetlerine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/13656)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)
35.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in, özelleştirilecek şeker
fabrikalarının işçilerinin kadrolarının değiştirilmesine çalışıldığı
iddialarına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/13657)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)
36.- Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, bir köydeki işitme ve konuşma
engelli çocukların durumuna ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/13658) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)
37.- Batman Milletvekili Ayla Akat Ata’nın, kaybolan bir öğretmene
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13659) (Başkanlığa
geliş tarihi: 31/03/2010)
38.- Giresun Milletvekili Murat Özkan’ın, Ankara Üniversitesi
bünyesindeki Oyuncak Müzesine başörtülü velilerin alınmamasına ilişkin Milli
Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13660) (Başkanlığa geliş tarihi:
31/03/2010)
39.- İstanbul Milletvekili Atila Kaya’nın, Anadolu Üniversitesi Açık
Öğretim Fakültesinde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü açılmasına ilişkin Milli
Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13661) (Başkanlığa geliş tarihi:
31/03/2010)
40.- İstanbul Milletvekili Atila Kaya’nın, bir dalda doçentlik
kriterlerinde yapılan değişikliklere ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı
soru önergesi (7/13662) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)
41.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Yüzüncü Yıl Üniversitesinin
bazı ihtiyaçlarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/13663) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)
42.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Van’daki derslik ve öğretmen
ihtiyacına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13664)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)
43.- Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, Gaziantep’te okul arsası
teminine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13665)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)
44.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, okullardaki kantin
işletmecileri ve servis şoförlerine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/13666) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)
45.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, iç denetim faaliyet
raporundaki bulgulara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/13667) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)
46.- Van Milletvekili Özdal Üçer’in, Yüzüncü Yıl Üniversitesindeki soruşturmalara
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/13668) (Başkanlığa
geliş tarihi: 01/04/2010)
47.- Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, bir köydeki konuşma ve işitme
engellilere ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/13669) (Başkanlığa
geliş tarihi: 31/03/2010)
48.- Antalya Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, Pandemi Kurulu üyelerinden
ilaç firmalarında danışmanlık yapan bulunup bulunmadığına ilişkin Sağlık
Bakanından yazılı soru önergesi (7/13670) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)
49.- Antalya Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, kiralanan binalara ve
sağlık evlerine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/13671)
(Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)
50.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Erbaa Devlet Hastanesindeki uzman
doktor açığına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/13672)
(Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)
51.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Van’daki sağlık personeli
ihtiyacına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/13673) (Başkanlığa
geliş tarihi: 01/04/2010)
52.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Van Yüksek İhtisas Eğitim ve
Araştırma Hastanesinin kapatılmasına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru
önergesi (7/13674) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)
53.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, bir grup kamu görevlisinin
yaptırdığı alerji testine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi
(7/13675) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)
54.- Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, sigara üretiminde kullanılan
maddelere ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/13676) (Başkanlığa
geliş tarihi: 01/04/2010)
55.- Aydın Milletvekili Recep Taner’in, Aydın’ın bazı dağ köylerindeki
tarla faresi istilasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/13677) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)
56.- Edirne Milletvekili Cemaleddin Uslu’nun, Edirne’de dağıtılacak
toprak normunun düşürüldüğü iddiasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/13678) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)
57.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, canlı hayvan ve et ithalatına
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/13679)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)
58.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, Osmaniye’deki tarım arazilerine
ve toplulaştırma projelerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/13680) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)
59.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, Adana’daki tarım arazilerine ve
toplulaştırma projelerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/13681) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)
60.- Muğla Milletvekili Ali Arslan’ın, satın alınan damızlık atlara
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/13682)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)
61.- Muğla Milletvekili Ali Arslan’ın, at yarışlarını izlemek üzere
Dubai’ye yapılan seyahate ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/13683) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)
62.- Denizli Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, Denizli’de tarım
sektörünün durumuna ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/13684) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)
63.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, TMO yöneticilerine ilişkin
Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/13685) (Başkanlığa geliş
tarihi: 01/04/2010)
64.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Van’a ulaşan demiryolu ağına
ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/13686) (Başkanlığa geliş
tarihi: 01/04/2010)
65.- İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen’in, OGS’deki bazı uygulamalara
ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/13687) (Başkanlığa geliş
tarihi: 01/04/2010)
66.- Giresun Milletvekili Murat Özkan’ın, KOSGEB Başkanı olarak atanan
kişiye ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/13688)
(Başkanlığa geliş tarihi: 31/03/2010)
67.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Van’daki cami ihtiyacına
ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Çelik) yazılı soru önergesi (7/13689)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)
68.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Van’da serbest bölge kurulması
ve sınır ticaretine ilişkin Devlet Bakanından (Hayati Yazıcı) yazılı soru
önergesi (7/13690) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)
69.- Samsun Milletvekili Suat Binici’nin, bir enerji nakil hattına
ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/13691)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)
70.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, Balıkesir Gençlik ve Spor
İl Müdürlüğünün bir ihalesine ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Nafız Özak)
yazılı soru önergesi (7/13692) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/04/2010)
Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Bursa Milletvekili Necati
Özensoy ve 21 Milletvekilinin, sokak hayvanlarının ıslahı sorununun
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/662) (Başkanlığa geliş tarihi:
24.02.2010)
2.- Diyarbakır Milletvekili
Selahattin Demirtaş ve 19 Milletvekilinin, televizyon programlarının çocukların
gelişimi üzerindeki etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/663)
(Başkanlığa geliş tarihi: 25.02.2010)
3.- Trabzon Milletvekili M.
Akif Hamzaçebi ve 22 Milletvekilinin, tütün sektöründe yaşanan sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/664) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.02.2010)
4.- Mersin Milletvekili Ali
Rıza Öztürk ve 25 Milletvekilinin, sokak hayvanlarının ıslahı sorununun
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/665) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.02.2010)
Süresi İçinde Cevaplanmayan Yazılı Soru Önergeleri
1.- İstanbul Milletvekili
Sebahat Tuncel’in, bir derneğin kiracısı olduğu araziden tahliyesine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12864)
2.- Muğla Milletvekili Fevzi
Topuz’un, yabancı mimar ve mühendislerin çalışmasına imkan veren düzenlemeye
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12867)
3.- Muğla Milletvekili Fevzi
Topuz’un, Milas-Güllük Dalyan Bölgesindeki balık üreticilerinin sorunlarına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12868)
4.- Zonguldak Milletvekili
Ali İhsan Köktürk’ün, bir şirketin vergi ödemelerine ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/12869)
5.- İzmir Milletvekili Selçuk
Ayhan’ın, cemevlerinin ibadet yeri sayılmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/12870)
6.- Tunceli Milletvekili
Şerafettin Halis’in, geçici güvenlik bölgesi uygulamasına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/12875)
7.- Balıkesir Milletvekili
Hüseyin Pazarcı’nın, maden ocaklarında yaşanan grizu patlamalarının önlenmesine
ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/12881)
8.- İstanbul Milletvekili
Ayşe Jale Ağırbaş’ın, madenlerdeki iş güvenliğine ilişkin Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/12882)
9.- Hakkari Milletvekili
Hamit Geylani’nin, Hakkari’de yapımı devam eden barajlara ilişkin Çevre ve
Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/12884)
10.- Trabzon Milletvekili M. Akif Hamzaçebi’nin, Yanbolu Deresine
yapılması planlanan hidroelektrik santrale ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanından yazılı soru önergesi (7/12887)
11.- Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, Muş’taki bir intihar vakasına
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12889)
12.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, bir Ermeni kilisesinin
internet sitesindeki bir duruma ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/12892)
13.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, bir köyün bazı sorunlarına
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12894)
14.- Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis’in, Antalya Valiliğinin bir
davayı etkilemeye çalıştığı iddiasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/12895)
15.- Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, bir ölüm olayına ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12896)
16.- Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, sipariş verildiği iddia edilen
çelik gömleklere ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/12898)
17.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Erzurum Büyükşehir
Belediyesinin kredi kullanımına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12899)
18.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Kayseri Büyükşehir
Belediyesinin kredi kullanımına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12900)
19.- Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, ana dilde eğitim taleplerine
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/12902)
20.- Muğla Milletvekili Fevzi Topuz’un, Marmaris İlçe Milli Eğitim
Müdürü hakkındaki iddialara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/12903)
21.- İstanbul Milletvekili Sacid Yıldız’ın, sağlık kurumları
yöneticiliği yüksek lisans programına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı
soru önergesi (7/12904)
22.- Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’ın, bir yatılı ilköğretim bölge
okulunun sorunlarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12905)
23.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, tren kazalarına
ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/12914)
24.- Edirne Milletvekili Bilgin Paçarız’ın, Edirne merkezindeki yeni
köprü ihtiyacına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12915)
25.- Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, askerlik görevi esnasında
hayatını kaybedenlere ilişkin Milli Savunma Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12916)
26.- Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, 2016 UEFA Avrupa Şampiyonası
için Gaziantep’in aday gösterilmemesine ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Nafız
Özak) yazılı soru önergesi (7/12918)
27.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, yabancı yatırımcıların para ve
sermaye piyasasında yaptıkları işlemlere ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/12919)
28.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, maden ocaklarının
denetimine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12924)
29.- Denizli Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, maden kazalarına ve
sağlık hizmetlerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12925)
30.- Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, Ankara Büyükşehir Belediyesinin
bazı medya şirketleri yönetimleriyle ilişkisi olduğu iddialarına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12926)
31.- Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, kamudaki personel istihdamına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12929)
32.- Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, bir şube müdürünün tayinine
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12931)
33.- Bursa Milletvekili H. Hamit Homriş’in, fişleme iddialarına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12932)
34.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, şeker fabrikalarının özelleştirilmesine
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12934)
35.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Kolon Operasyonuna ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12935)
36.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, kamu çalışanlarına toplu sözleşme
ve grev hakkı tanınmasına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı
soru önergesi (7/12939)
37.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, işçilere yönelik vergi
düzenlemelerine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru
önergesi (7/12940)
38.- Muş Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, Murat Nehri üzerindeki barajlara
ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/12941)
39.- Erzincan Milletvekili Erol Tınastepe’nin, Ankara’da ilan panolarına
asılan bazı afişlere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12950)
40.- Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük’ün, karayollarındaki hız sınırı
aşımı cezalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12951)
41.- Muş Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, bir köyün kanalizasyon sorununa
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12952)
42.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, bir köyün yol sorununa ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12953)
43.- Edirne Milletvekili Cemaleddin Uslu’nun, Meriç Nehrinden yapılan
yasal olmayan geçişlere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12954)
44.- Giresun Milletvekili Murat Özkan’ın, İstanbul’da İsrail
Konsolosluğunun bulunduğu sokakta yaşandığı iddia edilen bazı olaylara ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12955)
45.- Antalya Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, terör olaylarına ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12956)
46.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Ankara’daki kent içi ulaşım
projelerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12957)
47.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Mardin-Nusaybin Belediye
Meclisinin basında çıkan bir kararına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/12958)
48.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, uyuşturucu kaçakçılığına ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12959)
49.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, belediyelere yapılan yardımlara
ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/12960)
50.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, özürlü çocukların eğitimlerine
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/12962)
51.- Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, anadilde eğitime ilişkin Milli
Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/12964)
52.- Batman Milletvekili Bengi Yıldız’ın, öğrenci devamsızlığıyla ilgili
bir genelgeye ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12965)
53.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, atıl bir okul binasına
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/12966)
54.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, özel rehabilitasyon
merkezlerine verilmeyen ödeneklere ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/12967)
55.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, onur üyesi kartının
öğretmenler dışındaki çalışanlara verilmemesine ilişkin Milli Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/12968)
56.- Antalya Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, yapılan dersliklere ilişkin
Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/12969)
57.- İstanbul Milletvekili Bayram Ali Meral’in, TEKEL işçilerinin
eylemiyle ilgili açıklamasına ilişkin Devlet Bakanından (Hayati Yazıcı) yazılı
soru önergesi (7/12987)
58.- Giresun Milletvekili Eşref Karaibrahim’in, Giresun’daki bazı ulaşım
projelerine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/12988)
59.- Kars Milletvekili Gürcan Dağdaş’ın, Kars’ta düzenlenebilecek yaz
spor organizasyonlarına ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Nafız Özak) yazılı
soru önergesi (7/12991)
60.- Giresun Milletvekili Murat Özkan’ın, İstanbul’da İsrail
Konsolosluğunun bulunduğu sokakta yaşandığı iddia edilen bazı olaylara ilişkin
Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12992)
8 Nisan 2010 Perşembe
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 13.05
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Harun
TÜFEKCİ (Konya)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 84’üncü Birleşimini açıyorum.
III.- YOKLAMA
BAŞKAN - Elektronik cihazla
yoklama yapacağız.
Yoklama için üç dakika süre
vereceğim.
Sayın milletvekillerinin oy
düğmelerine basarak solanda bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde
elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin salonda hazır bulunan teknik
personelden yardım istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise
yoklama pusulularını görevli personel aracılığıyla üç dakikalık süre içerisinde
Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Yoklama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama
yapıldı)
BAŞKAN – Sayın Seyit
Eyyüpoğlu, Şanlıurfa Milletvekili? Burada.
Sayın Zeki Ergezen, Bitlis
Milletvekili? Burada.
Sayın Erdoğan Yetenç? Burada.
Sayın Hüsnü Tuna, Konya
Milletvekili?
Sayın Hüsnü Tuna burada mı?
H. TAYFUN İÇLİ (Eskişehir) –
Onlar sonradan geldi.
BAŞKAN – Hayır, bunları ben
gördüm, sonra olanları almadım yani ona çok dikkat ediyorum.
Sayın Cevdet Erdöl? Burada.
Sayın Ali Koyuncu? Burada.
Toplantı yeter sayısı vardır,
görüşmelere başlıyoruz.
IV.- OTURUM
BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.- TBMM Başkan
Vekili Meral Akşener’in, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl
dönümüne ilişkin konuşması
BAŞKAN – Bu hafta Türk polis
teşkilatımızın 165’inci kuruluş yılını kutlamaktayız. Özverili ve cefakâr
polislerimizi ve emniyet teşkilatı mensuplarımızı güvenliğimiz ve asayişi
sağlama adına gösterdikleri gayretli çalışmalarından dolayı tebrik ediyorum. Şehitlerimizi
rahmetle, gazilerimizi şükranla anıyor, tüm teşkilatımıza ve şehit ailelerimize
sağlık, sıhhat ve başarılar diliyorum.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Sayın Başkan, gruplara da bu anlamda söz
verseniz, bizler de gruplar olarak konuşsak.
BAŞKAN – Tamam, sisteme
girin.
Sayın Elitaş ...
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci
yıl dönümüne ilişkin açıklaması
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Bugün Türk polis teşkilatının
kuruluşunun 165’inci yılını kutluyoruz. Güvenliğimizin teminatı, hakikaten
vatandaşına karşı yakın davranışlarıyla birlikte son zamanlarda milletimizin
büyük teveccühüne mazhar olmuş polis teşkilatımızın çalışanlarına, mensuplarına
görevlerinde başarılar dilerken, görev şehidi olmuş polis teşkilatımızın bütün
mensuplarını rahmetle anıyorum. Tekrar, polis teşkilatımızın 165’inci kuruluş
yıl dönümünü tebrik ediyor, kutluyor ve başarılar diliyorum.
BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu…
2.- İstanbul
Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Türk polis teşkilatının kuruluşunun
165’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul)
– Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Polis teşkilatımız özveriyle
görev yapan, köklü gelenekleri, kendine özgü kültürü olan bir kuruluşumuz. Biz,
polis arkadaşlarımızın Parlamentoda görev yaptıkları süre içerisinde gerek
Türkiye’de görev yaptıkları süre içerisinde, gittiğimiz, gezdiğimiz, gördüğümüz
yerlerde özveriyle görev yaptıklarını biliyoruz. Kendilerinin pek çok sorunu
olmasına karşın görevden, görev aşkından çekinmiyorlar, bu görevlerini
özveriyle yerine getiriyorlar. Biz kendilerini yürekten kutluyoruz.
Parlamentoya düşen görevlerden birisi de özveriyle görev yapan bu polis
arkadaşlarımızın sorunlarını çözmek, onların beklentilerine uygun politikaları
geliştirmektir. Ben kendilerini yürekten kutluyorum.
Görev sırasında şehit olan
polislerimize Allah’tan rahmet, onların yakınlarına başsağlığı diliyoruz ve
onların her zaman, her ortamda acılarını paylaşıyoruz. Onların şehitlikleri
kendi ailelerinin göğüslerine taktıkları birer onurdur, şeref belgesidir.
Ben, polis arkadaşlarımızı
tekrar yürekten kutluyorum. Onların sorunlarını çözme konusundaki Parlamentonun
iradesinin de bundan sonra daha güçlü olarak dillendirilmesi gerektiği
kanısındayım.
Saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Sayın Şandır…
3.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl
dönümüne ilişkin açıklaması
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak
biz de Türk polis teşkilatının, emniyet teşkilatımızın, güvenlik güçlerimizin
yıl dönümünü yürekten, candan kutluyoruz, başarılar diliyoruz, hizmetlerine
teşekkür ediyoruz, şükranlarımızı sunuyoruz.
Görevlerini yaparken şehit
düşen, hayatını kaybeden tüm güvenlik güçlerimize, polislerimize yüce Allah’tan
rahmet diliyorum, yakınlarına sabır diliyorum.
Türk emniyet teşkilatı, polis
teşkilatımız, gerçekten toplum hayatımız için, ülkemiz için çok hayati değerde
bir görev yapmaktadır, her türlü takdirin üzerindedir. Çok kötü şartlarda, çok
ağır şartlar altında görev yapmaktadırlar. Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak,
Parlamento olarak, başta Hükûmet olmak üzere güvenlik güçlerimize olan
görevimizi yerine getirmemiz gerektiği kanaatindeyim. Özellikle Sayın Hükûmeti
ve Hükûmet partisinin sayın grubunu tekrar buradan uyarıyorum: Polislere
verilen söz yerine getirilsin, seçimden önce seyyanen ödenmesine söz verilen
miktar ödensin; polis teşkilatımız bunu beklemektedir, polislerimiz buna
layıktır, haklarıdır; bu yerine getirilmeli, kuru kuru bir polis günü
kutlamakla yetinilmemelidir. Bugünün anısına, bugünün hatırına –size de çok
teşekkür ediyorum, söz verdiniz Sayın Başkanım ama- bunun da takipçisi
olmalıyız. Polislere verilen sözler yerine getirilmelidir.
Tekrar emniyet teşkilatımıza
başarılar diliyorum, hizmetlerinden dolayı şükranlarımızı sunuyoruz. Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu olarak onları kutluyoruz, onlara şükranlarımızı sunuyoruz
efendim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Koyuncu…
4.- Bursa
Milletvekili Ali Koyuncu’nun, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl
dönümüne ilişkin açıklaması
ALİ KOYUNCU (Bursa) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Öncelikle Türk polis
teşkilatının kuruluş yıl dönümünü kutluyoruz. Polis arkadaşlarımıza, polis
teşkilatımıza da başarılar diliyorum.
Ayrıca bugün Dünya Romanlar
Günü. Bugün bütün dünyada Romanlar kendilerine yönelik ön yargıları ortadan
kaldırmak için, her yurttaş gibi birinci sınıf vatandaş olduklarını haykırmak
için kutlamalar yapıyorlar.
Dünya Romanlar Günü Nisan
1971’de Romanların sorunlarını tartışmak üzere ilk kez Londra’da toplanmış olan
Uluslararası Roman Kongresi’ne atfen 1990’dan itibaren her 8 Nisanda bütün
dünyada kutlanmaktadır. Ben de bu vesileyle buradan hem dünyadaki hem de
ülkemizdeki bütün Roman kardeşlerimin 8 Nisan Dünya Romanlar Günü’nü
kutluyorum.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde
ilk kez bir başbakan, Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan 14 Mart 2010
tarihinde 15 bin Roman yurttaşla bir araya gelerek bir tarih yazdı. Bütün
dünyada Romanlara karşı ırkçılığın yükseldiği, İtalya’da Romanların parmak
izinin alındığı, Slovakya’nın bir kasabasında Romanlarla Roman olmayanlar
arasında 150 metrelik bir duvarın inşa edildiği, Çek Cumhuriyeti’nde “Roman
kadınlar kısırlaştırılsın.” diye önlemlerin alındığı bir dönemde Türkiye’de,
etnik kökeninden, dilinden, kültüründen dolayı bütün dünyada ayrımcılığa
uğrayan bütün dünya Romanlarını kucaklayan 14 Mart buluşması ile tüm dünyaya
Türkiye örnek olmuştur. Ayrıca Roman çalıştayında Roman temsilcileriyle
birlikte barınma, eğitim, istihdam konularında alınan kararlar ve…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ALİ KOYUNCU (Bursa) - …çözümlerde de tek tek uygulama
başlatılmıştır.
BAŞKAN – Sayın Ergin…
ALİ KOYUNCU (Bursa) – Tek bir
cümleyle bitirecektim.
BAŞKAN – İkişer dakika
veriyorum. İki dakika da doldu.
5.- Muğla
Milletvekili Gürol Ergin’in, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl
dönümüne ilişkin açıklaması
GÜROL ERGİN (Muğla) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Ben de Polis Günü nedeniyle
söz aldım. Her zaman iftihar duyguları içerisinde ve herkese polis çocuğu
olduğumu söylemekten gurur duydum. Bu bakımdan, özellikle babamın görevi
sırasında yaşadıklarım bana polislerin görevlerini hangi koşullar altında
yaptığını çok güzel gösterdi. Onların o zor koşullar altında kendilerine karşı
her türlü yanlışı yapabilecek kanun dışı yaşayan insanlara karşı verdikleri
mücadelede gösterdikleri özverileri biliyorum. Bu nedenle ben bütün
polislerimizi burada saygıyla selamlıyorum. Ebediyete göçenleri rahmetle
anıyorum.
Ayrıca, polislerin hiçbir
mesai kavramı yoktur. Bu bakımdan da iktidar hangi iktidar olursa olsun,
özellikle bu konuya dikkat edilmesi, hiç olmazsa fazla mesai ücreti konusunda
polislerin dikkate alınması ama diğer sosyal haklarının verilmesinde de cömert
davranılması gerektiğini ifade ediyorum.
Tekrar, polislerimizin bu
mutlu gününü kutluyorum. Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Sayın Genç…
6.- Tunceli
Milletvekili Kamer Genç’in, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl
dönümüne ilişkin açıklaması
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Ben de polis teşkilatımızın
kuruluş yıl dönümünü candan kutluyorum, kendilerine, aile efratlarına
mutluluklar, esenlikler diliyorum.
Sayın Başkan, hakikaten
polislerimiz çok zor şartlar altında görev yapıyorlar. Güvenlik görevlileri
arasında her koşulda ağır şartlar altında görev yapıyorlar. Ben, siyasi
iktidarın polis teşkilatına geçmişte verdikleri sözlerin üzerinde durmasını ve
polislerimizin çağdaş bir yaşamda insanca yaşanabilir bir ücret seviyesine
kavuşturulmasını diliyorum.
Ayrıca, son zamanlarda AKP
ile beraber polis teşkilatımız üzerinde oyun oynanmaya başlanıyor. AKP’nin
özellikle polis teşkilatı içinden elini çekmesini kendilerine dostça tavsiye
ediyorum. Polis teşkilatımızı bir Hamas, bir Taliban örgütleri biçimine
dönüştürme yönünde birtakım çalışmalar olduğunu da biliyoruz; bunu şiddetle
kınıyorum. Polislere çok büyük saygı duyuyorum ve polis teşkilatının da bu
oyuna gelmeyeceğine inanıyorum.
Ayrıca, polis
akademilerindeki eğitimin de çağdaş olmasını diliyorum. Buraya atanacak
kişilerin laik Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş felsefesine uygun
yetiştirilmeleri gerektiğine inanıyorum ve tekrar polislerimize başarılar
diliyorum.
Siyasi iktidarın da geçmişte
yaptığı, özellikle polis teşkilatı üzerinde kendi emellerine uygun olarak
yapmak istedikleri bu davranışlardan vazgeçmesini, hele son zamanlarda Tekel
işçilerine karşı, gidip de gözlerine gaz sıkması veya bazı yerlerde, bu gibi
konularda çok güç kullanarak polisimizin itibarının sarsılmamasını diliyorum.
Siyasi iktidarın kendi hain emellerine polisi alet etmemesini diliyorum.
Saygılar sunuyorum efendim.
BAŞKAN – Sayın Kaplan…
7.- Şırnak
Milletvekili Hasip Kaplan’ın, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl
dönümüne ilişkin açıklaması
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Üniformalı emekçilerimizin,
polisimizin toplu sözleşmeli grev hakkını savunan bir parti olarak, polis
teşkilatının kuruluş yıl dönümünü biz de Barış ve Demokrasi Partisi olarak
kutluyor ve bugün görüşülecek Anayasa değişiklikleri kapsamında bu hakkın da
inşallah yasaya girmesini umut ediyoruz.
Umuyoruz ve inanıyoruz ki
sayıları 200 bini aşkın polis teşkilatımızın siyasi iktidarların vesayetinden
kurtularak bağımsız ve tarafsız görevini yapacağı, modernize edileceği günler
ve yeni yapılanması yakın olacaktır.
Hâlâ askerlik görevleri
çözülmeyen, parası olanların Burdur’da yirmi bir gün askerlik yaptığı bugünde,
Şırnak’ta, Uludere’de, her yerde en ağır koşullarda görev yapan polislerin
tekrar bu görevi yapması gibi olumsuzlukların da bir an önce giderilmesi
gerektiğini düşünüyoruz.
Yine, bugün 8 Nisan, Roman
vatandaşlarımızın Dünya Romanlar Günü’nü kutluyor ve bu konuda araştırma
önergesi vermiş Barış ve Demokrasi Partisi olarak bir Roman atasözünü burada,
Mecliste dile getirmek istiyorum. Tek atasözüdür, derler ki: “Evde yalnız kalan
ölür.” Onun için, hakları için, mücadeleleri için, dayanışmaları için
“Alanlara, meydanlara…” demişler. Ne zaman ki Türkiye’de Roman kardeşlerimiz de
eşit yurttaş ve özgür yurttaş oldukları gün Türkiye’de de hukuk devleti, insan
hakları ve demokrasi gelişecektir diyorum.
Tekrar bu iki önemli, anlamlı
günü kutluyoruz.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Çalık.
8.- Malatya
Milletvekili Öznur Çalık’ın, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl
dönümüne ilişkin açıklaması
ÖZNUR ÇALIK (Malatya) – Sayın
Başkanım, teşekkür ediyorum.
Polis teşkilatımızın, emniyet
teşkilatımızın 165’inci yıl dönümünü ben de canı gönülden kutluyorum. Can
dostumuz polislerimiz, canımızı, malımızı emanet ettiğimiz polislerimiz
biliyoruz ki canları pahasına, vatan uğruna çok ciddi mücadeleler veriyorlar ve
bu vesileyle şehit polislerimizi rahmetle anıyorum ve yakınlarına bir kez daha
başsağlığı dileklerimi iletiyorum ve polislerimizin bugüne kadar yapmış olduğu
bütün hizmetlerden dolayı da onlara minnet duygularımızı, şükran duygularımızı
bir kez daha ifade ediyorum ve emniyet
teşkilatımızın kuruluşunun 165’inci yılı yeniden kutlu olsun diyorum.
Sağ olun Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Yıldız…
9.- İstanbul
Milletvekili Sacid Yıldız’ın, Sağlık ve Sosyal Güvenlik Haftası’na ilişkin
açıklaması
SACİD YILDIZ (İstanbul) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bilindiği gibi, içinde
bulunduğumuz hafta, 7-13 Nisan haftası aynı zamanda Sağlık ve Sosyal Güvenlik
Haftası’dır. Sağlıklı ve güvenli bir ortamda yaşamak tüm yurttaşlarımızın
doğuştan kazanmış olduğu bir hak olsa da Hükûmet tarafından “sağlıkta dönüşüm”
adı altında çıkarılan yasalar sağlığı bir hak olmaktan çıkarmıştır. Oysaki
yurttaşlarının sağlıklı ve güvenli bir ortamda yaşamalarını sağlamak sosyal
devlet olmanın bir gereğidir.
Türkiye giderek kayıt dışı
istihdamın arttığı bir ülke hâline gelmiştir. Aslında bu kayıt dışı istihdam
aynı zamanda sağlıktan yararlanamayan insanları da temsil etmektedir, yani
sosyal güvencesi olmayan, sosyal güvenlikten yoksun insanlardır bunlar.
Hükûmetin sosyal güvenlik uygulamaları hakkında birkaç tane örnek vermek
istiyorum. Mesela, evlenmemiş kız çocukları, yaşı ne olursa olsun,
çalışmadıkları sürece anne ve babasının sigortasından yararlanarak tedavi
olabilmekteydi, 5510 sayılı Yasa’yla bu kaldırıldı. Sosyal güvenlik
sistemindeki açığı bahane eden AKP Hükûmeti tedavileri nedeniyle hastanelere
yatan hastalardan “katılım payı” adı altında para almaya başladı. Ölen
sigortalının dul eşine hiçbir şart aranmadan sigortalının aylığının yüzde 75’i
oranında bağlanan ölüm aylığı yasayla yüzde 50’ye indirildi. Bunları çoğaltmak
mümkün değerli arkadaşlar.
Sizce sağlığı özelleşmiş bir
ülkede sosyal güvenlikten söz edilebilir
mi? Tedavi hizmetleri için alınan katkı payları konusunda yurttaşlarımızın
kafası netleşmemiştir. Tüm bu düzenlemeler Hükûmetin yurttaşlarımıza ne kadar
önem verdiğinin bir göstergesidir. Bu düzenlemeler yüzünden yurttaşlarımız
Hükümete olan inancını yitirmişlerdir. Daha geçtiğimiz günlerde Fethiye’de bir
dram yaşandı. Dershane parasını veremediği için hapse düşen annenin oğlu
intihar etti ve bu anne altı kez kaymakamlığa ve sosyal yardımlaşmaya
başvurduğunu ve yardım istediğini söyledi. Yardım istediği şey eğitim hakkıdır,
eğitim güvenliğidir. Bu, sosyal devlet olmanın da gereği değildir.
Bunları da dikkatlerinize
sunuyorum, teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın İnal… Sayın
İnal yok mu?
YAHYA AKMAN (Şanlıurfa) –
Kifayeti müzakere talebinde bulunuyorum Sayın Başkanım. Yani 10 kişiye söz
verdiniz.
BAŞKAN – Sayın Çelik…
10.- Mersin
Milletvekili Behiç Çelik’in, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl
dönümüne ilişkin açıklaması
BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sayın
Başkan, teşekkür ediyorum.
Ben de 10 Nisan münasebetiyle
uzun yıllar birlikte ülkenin huzur ve güveni için çalıştığımız kahraman emniyet
teşkilatımızın gününü kutluyorum, onlara sağlık ve afiyetler diliyorum. Bu
vesileyle İçişleri Bakanlığına bağlı
olan emniyet teşkilatımızın, İçişleri Bakanlığı bünyesinde güvenlik
politikaları oluşturulurken bu Bakanlığın şehitler bakanlığı olduğunu oradaki
Sayın Bakanın ve diğer bürokratların asla unutmaması gerektiğini bu gün
vesilesiyle hatırlatırım. Açılım politikaları İçişleri Bakanlığına hiç yakışmamıştır. Bunu özellikle vurgulamak
istedim. Günlerini tekraren kutluyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Gündeme geçmeden
önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk söz Şanlıurfa
ilinin kurtuluş yıl dönümü münasebetiyle
söz isteyen Şanlıurfa Milletvekili Sayın Abdulkadir Emin Önen’e aittir.
Buyurun Sayın Önen. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
VI.- GÜNDEM
DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Şanlıurfa
Milletvekili Abdulkadir Emin Önen’in, Şanlıurfa’nın kurtuluşunun 90’ıncı yıl
dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması
ABDULKADİR EMİN ÖNEN
(Şanlıurfa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Şanlıurfa’mızın
kurtuluşunun 90’ıncı yılı münasebetiyle söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle
yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Vatan, uğruna şehit
kanlarının aktığı topraktır. Esareti yaşamayan milletler, hürriyetin tadını
bilemezler. Bilindiği gibi, ülkeler ve bilhassa şehirler, kültür ve sanatları,
tarihî geçmişleri, mazide bıraktığı izler dolayısıyla bir hüviyet kazanırlar.
Şanlıurfa’mız bunların hepsini en güzel bir şekilde yaşayıp yaşattığı için
Şanlıurfa olmuştur.
Osmanlı Devleti’nin Birinci
Cihan Savaşı’nda yenilmesiyle şehrimiz de düşman işgaline uğramış fakat esareti
bir türlü hazmedemeyen Urfalılar, el ele vererek köylüsüyle şehirlisiyle birlik
ve beraberlik içerisinde Fransızlara karşı tek vücut olmuşlardır. Bu birlik ve
beraberlik neticesinde 11 Nisan 1920’da Fransızlara son darbe vurulmuş ve
kurtuluş gerçekleşmiştir.
Şanlıurfa, 1920’den bu yana
tarihine yakışır bir şekilde geçmişindeki yerini tekrar almak için çalışmaya
başlamış, eski tarihî yerler olan Balıklı Göl’e, dünyanın ilk üniversitesinin
kurulduğu Harran’a ve harabelerine, Hazreti Eyyüp makamına, Şuayp Peygamberin
şehrine, şehir içinde bir benzeri bulunmayan mimari eserlere sahip çıkmış,
folkloruyla, edebiyatıyla, ortaya koyduğu eserleriyle dünya çapında bir üne
kavuşmuştur.
Şanlıurfa, tarihin gelişen
süreci içerisinde birçok uygarlığa beşiklik etmiş bir şehir olarak ülke ve
dünya coğrafyasında müstesna bir yere gelmiştir. Maddi ve manevi alandaki
kültürlerin oluşumunda, gelişiminde ve yaşatılmasında önemli bir mekândır.
Coğrafi özelliği nedeniyle de üzerinde birçok bağımsız devlet ve beyliğin
kurulmuş olduğu, değişik kültürlerin, oluşumların kaynaştığı bir yerleşim
merkezi olmuştur. Gerek tarihin başladığı ilk çağlarda ve gerekse diğer
devirlerde doğu ile batı kültürü arasında bir köprü vazifesi görmüştür.
Şanlıurfa, tarih boyunca hep çekim merkezi olmuş “bereketli hilal” diye tabir
edilen Dicle ve Fırat arasındaki en önemli tarım ve su şehridir. Tarım, ilk olarak
bu topraklarda başlamıştır. Türkiye’de sulanabilir arazi miktarının önemli bir
kısmı Şanlıurfa sınırları dâhilindedir. Şehrin bu birikimini göz önünde
bulunduran hükûmetler, tarihin sürdürülebilir en büyük projesi GAP’ı uygulamaya
sokmuş ve Atatürk Barajı’yla Şanlıurfa’yı kültürün yanında bir de ticaret ve
tarım şehri yapmıştır. Fırat’ın suları ile bölge barışına katkı sağlayan
Şanlıurfa, bölgenin en büyük uluslararası hava limanına da sahip bir şehirdir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Şanlıurfa, Irak’a ve Suriye’ye komşu olması yani Şam ve
Bağdat’a ve dolayısıyla Kudüs’e açılan kapı olması sebebiyle de stratejik öneme
sahiptir. Anadolu’nun Orta Doğu’ya, Mezopotamya’ya açılan kapısıdır. Tarih
boyunca medeniyetlerin buluştuğu bir kent olarak uygarlıkların doğduğu ve
yeşerdiği ilim ve irfan merkezi ve peygamberler şehridir. Birçok peygamberi
bağrından çıkarmış, birçok peygamberin uğrak yeri olmuş ve bir arada yaşama
kültürünü en iyi biçimde örneklemiş bu yüce insanlara da ev sahipliği
yapmıştır. Maddi ve manevi alandaki kültürlerin oluşumunda, gelişiminde ve
yaşatılmasında insanlık kültürüne büyük katkı sağlamıştır. Farklı inançlar ve
bu inançlarla bağlantılı kültürlerin yüzyıllar boyu sergilendiği bir şehir
unvanıyla, ülke ve dünya coğrafyasında önemli bir hoşgörü şehri olmuştur.
Sahip olduğu kültür ve turizm
potansiyeli ile ve tarihî mirası on bir bin beş yüz yıllık bir maziye sahiptir.
Günümüzden on bir bin beş yüz yıl öncesinde bu bölgede yerleşik bir hayatın
olduğu Göbeklitepe kazılarıyla bilimsel olarak kanıtlanmıştır. İl genelinde
yapılan otuz beş arkeolojik kazı sayısı ile Türkiye’de en çok arkeolojik kazı
yapılan il olma özelliğin hâlâ korumaktadır. Bu bağlamda şehir merkezi ve iki
ilçe merkezi kentsel sit alanı olarak ilan edilmiştir. Bundan dolayı Şanlıurfa
“müze şehri” olarak da anılmaktadır.
Şanlıurfa turizm alanında bir
çeşitliliktir. Peygamberler şehri, bu peygamberlere ait makam ve türbeler ile
inanç ve kültür turizmi, Karacadağ Kayak Merkezi ile kış turizmi, Karaali
Kaplıcaları ile termal turizmi, Karacadağ ve Tektek Dağları’ndaki bitki
örtüsüyle yayla turizmi, Atatürk Barajı ve Halfeti ilçesiyle su sporları
turizmi ile önemli bir potansiyele sahip bir şehirdir.
Urfalıların şanlı
direnişinden dolayı şehrimize 1984 yılında Meclisimizce “Şanlı” unvanı
verilmiştir. Bu kararı verenleri de bu vesileyle minnetle anıyoruz.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) – Bir de Şanlıurfa’yı büyükşehir belediyesi yapabilirsek ne mutlu
bize!
ABDULKADİR EMİN ÖNEN
(Devamla) – İstiklal Marşı şairimiz merhum Mehmet Akif ne güzel ifade etmiş…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ek süre
veriyorum, tamamlayın lütfen.
ABDULKADİR EMİN ÖNEN
(Devamla) – Teşekkürler Sayın Başkanım.
“Girmeden tefrika bir millete
düşman giremez,
Toplu vurdukça yürekler, onu
top sindiremez “
Düşmanlarımızı korkutan aziz
milletimizin birlik beraberliği ve kardeşlik duygularıdır. Bu haslet
milletimizde dün de vardı, bugün de vardır. Şehitlerimizin ve gazilerimizin
kanları ve canlarıyla bize teslim ettiği emaneti gelecek nesillere aktarmak
bizim asli vazifemizdir.
11 Nisan Şanlıurfa’da önemli
bir gündür. Bu önemli gün Şanlıurfa kültüründe bir beldeye, bir mahalleye, bir
spor salonuna, bir futbol takımına, bir parka, cadde ve sokağa, kimi zaman
şiirlere, kimi zaman da türkülere ilham kaynağı olmuştur.
Son söz olarak bu millî
günümüz vesilesiyle Fransız işgaline karşı çarpışmış ve gazi olmuş bir dedenin
torunu olarak kahraman Şanlıurfalı şehit ve gazilerimizi rahmetle anar, tüm
Şanlıurfalı hemşehrilerimin kurtuluş bayramlarını canıgönülden kutlarım.
Hepinize saygılar sunarım.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Önen.
Gündem dışı ikinci söz, süt
üreticilerinin sorunları ve süt fiyatları hakkında söz isteyen Çanakkale
Milletvekili Sayın Ahmet Küçük’e aittir.
Buyurun Sayın Küçük.
2.- Çanakkale Milletvekili
Ahmet Küçük’ün, Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl dönümüne,
Dünya Romanlar Günü’ne ve süt üreticilerinin sorunları ve süt fiyatlarına
ilişkin gündem dışı konuşması
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) –
Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; öncelikle sözlerime
başlamadan önce ben de -bugün 8 Nisan Polis Haftası kutlamaları var- bu
vesileyle tüm polis teşkilatımızın bu önemli günü kutluyor, onların özlük
haklarının bir an önce Meclisimiz tarafından, iktidar tarafından, Hükûmet tarafından
verilmesi ve kendilerine layık özlük haklarına uygun bir şekilde çalışmalarının
sağlanması ve sosyal konumlarının iyileştirilmesi gereğini ifade ediyorum.
Aynı zamanda bugün Dünya
Romanlar Günü. Romanlar bu ülkenin önemli bir parçası ve bu ülkenin en mağdur
insanları. Biraz önce arkadaşlarımızın bazıları bu konuda da görüşlerini ifade
ettiler, 14 Martta büyük buluşmalarla ve kavuşmalarla Romanların çok mutlu
edildiğini söylediler. Hâlbuki Romanların açılımlara değil, ekmeğe ihtiyacı
var, Romanların işe ihtiyacı var; en önemlisi, Romanların, insan olduğunun
ifade edilmesine ve insan gibi davranılmasına ihtiyacı var. Bugün vesilesiyle
ben bunu ifade ediyor, saygılar sunuyorum, Roman kardeşlerimin bu güzel gününü
kutluyorum.
Değerli arkadaşlarım, bugün
esas konumuz süt. Biga’da, Çanakkale’de, Balıkesir’de, Bursa’da, Ege’de,
Trakya’da, İç Anadolu’da, Türkiye’de sütü konuşmaya çalışacağım, süt
üreticisini, sorunlarını ve onların üretim araçları inekleri, onların
sorunlarını ifade etmeye çalışacağım.
Değerli arkadaşlarım, süt,
insanın gelişmesinde en önemli yapı taşlarını içinde barındıran en önemli besin
maddesi ve önemli vitaminleri barındırıyor. En büyük sorunumuz bugün,
Avrupa’nın beşte 1’i, altıda 1’i kadar süt tüketiyor olmak. Yani yetersiz süt
üretiyoruz, yetersiz süt tüketiyoruz. Dolayısıyla daha çok süt üretmemiz ve
daha çok tüketmenin önünü açacak politikaları oluşturmamız gerekiyor değerli
arkadaşlarım.
Yani bugün, değerli
arkadaşlarım, çocuklarımızın maması, büyüklerimizin gıdası yoğurdu, peyniri
velhasıl sütle ilgili her şeyi ifade etmeye çalışacağım üç dakika içinde.
Üretici için de çocukların istikbali, düğün parası, dershane parası, kısacacı
sağlığı, her şeyi olan sütü konuşmaya çalışacağım.
En büyük sorunu sütün,
istikrarsız süt fiyatları ve değerli arkadaşlarım, tabii hayvancılığın en büyük
sorunu olan girdi maliyetleri, yani yem fiyatları, yani kaba yem sorunu
yıllardır çözülemeyen.
Bakın, değerli arkadaşlarım,
bunu nasıl tespit ederiz? Bu İktidarın, yani AKP İktidarının iktidara geldiğinden
bugüne fiyat karşılaştırmalarını kısaca yaparsak içinde bulundukları tabloyu
sanıyorum görmüş oluruz.
2003 yılı itibarıyla süt
fiyatları Türkiye’de -inek sütü olarak söylüyorum- 40 kuruş, yani 400 bin lira
eski parayla, yem fiyatı 9 milyon lira. Değerli arkadaşlarım, 2003 yılında 40
kuruş olan fiyatlar uzun bir süre aynı devam etmiş ve arkadaşlar, 2009 yılında
40 kuruş olan süt fiyatları 52 kuruş, daha sonra 67 kuruşa çıkmış 2009’un son
dört ayında ve 2010’da yapılan ihalede de 86 kuruşa çıkmış fiyatlar.
İşte, ne olduysa ondan sonra
olmuş. Süte olan talebin Türkiye’deki hayvan azalmasından kaynaklanan
nedenlerle artmasından dolayı süt fiyatları yükselmiş ve bu, ihaleye de
yansımış ama mart ayı süt fiyatlarının ödemesiyle ilgili sanayici maalesef yan
kıvırmış ve bu işin bir hukuki altyapısı olmadığı için mart ayı süt fiyatlarını
72,5 kuruştan ödeme talebinde bulunmuş ve bu durumda da tabii anlaşmazlık
ortaya çıkmış ve bazı birlikler, kooperatifler de direnişe geçme ihtiyacı
hissetmişler ve bir anlaşmazlık ortaya çıkmıştır.
Değerli arkadaşlarım, süt
fiyatlarının düştüğünde 1.500-2.000 liraya ineğini kestirmek için mezbahada
sıraya giren köylüler süt fiyatları 86 kuruşa çıkınca birden 5 bin liraya, 10
bin liraya, açığa, yani vadeli olarak inek almışlar ve bir sürü borca girmişler
ve maalesef şimdi süt fiyatları 72,5 kuruşa inmiştir.
Değerli arkadaşlarım, köylü
direnmek istiyor ama direnmek için önce bir mevzinizin olması lazım,
direnebilecek yapınızın, teşkilatınızın, kurumlarınızın olması lazım ama
maalesef bunların var olanları da süt endüstri kurumlarının özelleştirilmesiyle
ortadan kalkmış ve dolayısıyla direnebilecek bir imkân hiçbir şekilde
kalmamıştır.
Peki, ne yapmalıyız
arkadaşlar? Şimdi, süt fiyatlarının biraz artması neticesinde arkadaşlar,
ithalat konuşulmaya başlamıştır süt ve ette. Kesinlikle ithalatın önü
açılmamalıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ek süre
veriyorum, tamamlayın lütfen.
AHMET KÜÇÜK (Devamla) – Ne
sütte ne ette ne de damızlıkta kesinlikle ithalat yapılmamalıdır. Direnebilme
gücüyle ilgili olarak değerli arkadaşlarım, mutlaka 5 bin ton kapasiteli süt
tozu fabrikaları kurulmalıdır. Bu çok büyük bir maliyet değildir. Özellikle
Marmara’da, İç Anadolu’da ve Ege’de üç tane ikişer bin tonluk süt tozu
fabrikası kurulursa bunlar çalıştırılmasa bile böyle direniş gerektiren
durumlarda direniş mevzisi olarak değerlendirilip sanayici karşısında köylüye
güç kazandırılabilir. Derhâl destekleme primleri 4 kuruştan 12 kuruşa
çıkarılmalı ve süt üreticisinin bozulan şartları düzeltilmelidir.
Kısacası, değerli arkadaşlarım, gündem süttür,
geçinmedir; halkın derdi, üreticinin en büyük derdi budur ama koyun can
derdindedir, maalesef kasap et derdinde. İktidar kendisini yargıdan kurtarma
anlayışı içinde anayasa değişikliği tartışmaları içerisinde Türkiye'nin
gündemini tıkamaya çalışmaktadır. Hâlbuki, bugün için iktidarın gündemi bu
iken, değerli arkadaşlarım, köyde insanlar süt fiyatlarının nasıl
artırılacağını, geçimlerini nasıl temin edeceklerini, çocuklarının geleceğini…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
AHMET KÜÇÜK (Devamla) – Bir
selam vereyim Sayın Başkan.
BAŞKAN – Öyle yapmıyoruz
işte, verin selam şimdi, tamamdır. Hiç yapmadım.
AHMET KÜÇÜK (Devamla) –
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Gündem dışı üçüncü söz,
Denizli ilinin ekonomik sorunları hakkında söz isteyen Denizli Milletvekili
Sayın Emin Haluk Ayhan’a aittir. (MHP sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Ayhan.
3.- Denizli
Milletvekili Emin Haluk Ayhan’ın, Denizli ilinin ekonomik sorunlarına ilişkin
gündem dışı konuşması
EMİN HALUK AYHAN (Denizli) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; periyodik aralıklarla Denizli’nin ekonomik durumuna ilişkin
görüşlerimi sizlerle paylaşıyorum. Bu nedenle söz aldım. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle müjdeli bir haber
vermek istiyorum. Denizli’de ihracat arttı, hem de AKP’ye rağmen, ancak
Ocak-Mart döneminin ihracatı daha 2008 yılının gerisinde.
Denizli’de resmî kayıtlara
göre yaklaşık 30 bin kişi işini kaybetti. Her üç evden birine icra dosyası
düşüyor. 7. İcra Dairesi açıldı. Yatırım taahhütleri 440 milyondan 137 milyon
TL’ye düştü. İstihdam taahhüdü 4.500’den 765’e düştü. İnşaat ve mermer sektörü
sıkıntı içinde.
Tarım yanıyor, üzüm, tütün,
kekik, diğerleri. Ürün para etmiyor, maliyetler artıyor, kota daralıyor,
hacizler kol geziyor. Hayvancılık perişan, et pahalı, hayvanın sahibine faydası
yok.
Toplam krediler içinde
tekstil sektörünün payı yüzde 40’dan 16’ya düştü. İstihdam 162 binden 130
binlere düştü. Tekstilin payı istihdamda yüzde 51’den yüzde 27’ye geriledi.
Elektrik tüketimi azaldı, doğal gaz tüketimi azaldı. AKP’nin teşviki
“Fabrikaları güneydoğuya götürürseniz veririz.” dediği bir il oldu Denizli.
Sosyal travma çok yoğun
yaşanıyor. İntiharlar yaşanıyor. Kiralar ödenemiyor. Denizlili vatandaşlar
krediden korkar hâle geldiler.
Mevcut yollardan arabalarda
parça, takım kalmadı. 5084 sayılı Yasa ve diğer teşvik düzenlemeleri Denizli’yi
ikinci sınıf saydı. Enerji maliyetleri bel büküyor. İl makine çöplüğüne
dönüyor, Van ilinin onda 1’i kadar yatırım alıyor. On milyonlarca dolarlık
yatırımlar, hacizler nedeniyle milyon dolar etmiyor. Müşteri yok. Yarım asırlık
işletmeler AKP döneminde kapanıyor. Kredi takipleri artıyor. Sendikacılar
sürülüyor.
Bir süre önce Ekonomik
Koordinasyon Kurulu toplandı. Muhalefet milletvekilleri davet edilmedi, iktidar
milletvekilleri oradaydı. Muhalefetin çağrılmamasının mevzuattan kaynaklandığı
ifade edilecekse onlar hangi mevzuata göre çağrıldı?
Denizli’de Sayın Başbakan
Yardımcısı, bir bölgenin çözülemeyen sorununun diğer bölgeleri etkilediğini
söyledi, doğu illerindeki işsizlik ve yoksulluğun terörü tetiklediğini,
Denizli’yi Diyarbakır’dan ayrı tutmanın mümkün olmadığını söyledi. Söylüyor da
Denizli’deki işsizliği AKP Hükûmetinin teşvik ettiğini söylemiyor, “Denizli’ye
açılım yapacağız.” diyemiyor.
Denizlili sanayiciler ne
demiş 2010 Görünüm Anketinde? Bakın, 2009 sarsıcı gelişmelere sahne olmuş. Bu
anket bugüne kadar yapılan anketler içinde en olumsuzu. Peki bu AKP’nin eseri
değil mi? Krizin en derin izi istihdamda Denizli’de. Önümüzdeki dönemin en
önemli meselesi istihdam. Sağlanabilecek büyümenin istihdam yaratmaması hayal
kırıklığına yol açacak. Üretim, satış ve siparişlerde düşüş beklentileri de
aştı. Kârlılık azalışı damgasını vurdu. Maliyetler yüksek, tahsilat vadeleri
uzun, teneşir vade var. Yatırımlar başka bahara kaldı. Firmaların yüzde 7’si
kapasitelerinin yüzde 25’ini kullanıyor, yüzde 14’ü kapasitelerini yüzde 26-50
arasında kullanıyor, yüzde 37’sinin kapasite kullanım oranı yüzde 51 ile 75 arasında.
“Üretim azaldı.” diyenler tekstilde yüzde 67,“İç satış azaldı.” diyenler yüzde
52, “Dış satış azaldı.” diyenler yüzde 60, “Siparişler azaldı.” diyenler yüzde
56, “İstihdam azaldı.” diyenler yüzde 51, yatırım yapmayacakların oranı yüzde
77, tarımda yapacaklar yüzde 12. Gerisini siz düşünün. Hükûmetten iş dünyasının
basit talepleri var. Lojistik destek istiyorlar. Limana ulaşım, Kaklık
İstasyonu’nda konteyner rampalarının tamamlanması, havaalanının bakım ve tamir
esnasında kapanmaması. Ankara’ya uçak seferleri yeni başladı. Şimdi, belli
sürelerde uçamayacak. Sivil toplum örgütlerinin oluşturduğu platform bu işin
düzenlenmesini ve zamanlamasının değiştirilmesini istiyor.
Biz bu problemleri dile
getiriyoruz. Yetkililere ulaştırmaya gayret gösteriyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ek süre
veriyorum, tamamlayın lütfen.
EMİN HALUK AYHAN (Devamla) –
Denizli’nin derdi karnını doyurmak. Biz bu problemleri dile getiriyoruz.
Yetkililere ulaştırmaya da gayret gösteriyoruz. Bunlar biran önce tamamlansın
diyoruz. Sayın Ulaştırma Bakanından ve Bakanlığından bu problemin çözülmesini
istiyoruz. Sivil toplum örgütlerinin oluşturduğu platformlar da bunu istiyor.
Denizli’ye iş lazım, Denizli’ye açılım lazım, Denizli’ye proaktif tedbirler
lazım.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) – Denizli büyükşehir olmuyor mu?
EMİN HALUK AYHAN (Devamla) -
Denizli’ye iş lazım, yatırım lazım. AKP’liler Denizli’de Kürt açılımı
anlatıyorlar ama Habur’u anlatmıyorlar. Denizli’ye gerçekten iş lazım, aş lazım,
yatırım lazım. Bunun için bir tek şey gerekli: AKP’nin gitmesi. Ülkenin motoru
ekonomi çok zor duruma sokuldu maalesef.
Bunları dile getirmek
istedim.Hepinize saygılar sunuyorum.
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
(MHP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Ayhan.
Sayın Bingöl.
V.- AÇIKLAMALAR
(Devam)
11.- Ankara
Milletvekili Tekin Bingöl’ün, milletvekilleri, Genel Kurulda, ülkenin çok
önemli sorunlarını dile getirirken Hükûmetin bir yetkilisinin bulunmamasına ve
iktidar grubuna mensup çok az sayıda milletvekilinin bulunmasına ilişkin
açıklaması
TEKİN BİNGÖL (Ankara) – Sayın
Başkanım, teşekkür ediyorum.
Maalesef şu andaki
Parlamentonun görünümüne dikkatlerinizi çekmek istiyorum: Siz yoklama yaptınız
ama maalesef milletvekili arkadaşlarımız ülkenin çok önemli sorunlarını,
işsizliği, yoksulluğu Parlamento kürsüsünden dile getiriyorlar, hiçbir Hükûmet
yetkilisi yok. Bırakınız Hükûmet yetkilisini, İktidar Partisi
milletvekillerinin oturduğu sıralara baktığımızda, sadece 16 kişi var. Bu,
İktidar Partisinin aczinin en önemli göstergesidir. Sabahlara kadar yağmadan
mal kaçırır gibi Parlamentoyu çalıştırmaya çalışan zihniyetin sonucu budur,
ürünü budur. Dikkatlerinize sunmak istiyorum.
Teşekkür ederim. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula
sunuşları vardır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup bilgilerinize sunacağım.
VII.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Tezkereler
1.- Senegal
Ulusal Meclisi Dışişleri, Afrika Birliği ve Yurtdışındaki Senegalliler
Komisyonu Başkanı Bocar Sedikh Kane ve beraberindeki Parlamento heyetinin
ülkemizi ziyaret etmesinin uygun bulunduğuna ilişkin Başkanlık tezkeresi
(3/1155)
07 Nisan 2010
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Senegal Ulusal Meclisi
Dışişleri, Afrika Birliği ve Yurtdışındaki Senegalliler Komisyonu Başkanı Bocar
Sedikh Kane ve beraberindeki parlamento heyetinin Türkiye Büyük Millet
Meclisi'nin konuğu olarak resmi temaslarda bulunmak üzere ülkemizi ziyaretleri
TBMM Başkanlık Divanı'nın 22 Mart 2010 tarih ve 67 sayılı Kararı ile uygun
bulunmuştur.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi'nin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanun'un 7.
Maddesi gereğince Genel Kurul'un bilgisine sunulur.
Mehmet
Ali Şahin
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN – Bilgilerinize
sunulmuştur.
Meclis araştırması açılmasına
ilişkin dört önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:
B) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Bursa
Milletvekili Necati Özensoy ve 21 milletvekilinin, sokak hayvanlarının ıslahı
sorununun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/662)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Sokak hayvanlarının ıslahı
sorununun araştırılması amacıyla Anayasa'nın 98 ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
İç Tüzük'ünün 104 ve 105'inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasını
saygılarımızla arz ederiz.
1) Necati Özensoy (Bursa)
2) Hamza Hamit Homriş (Bursa)
3) İsmet Büyükataman (Bursa)
4) Beytullah Asil (Eskişehir)
5) Şenol Bal (İzmir)
6) Hasan Çalış (Karaman)
7) Oktay Vural (İzmir)
8) Mustafa Enöz (Manisa)
9) Abdülkadir Akcan (Afyonkarahisar)
10) Cemaleddin Uslu (Edirne)
11) Hasan Özdemir (Gaziantep)
12) Mümin İnan (Niğde)
13) Behiç Çelik (Mersin)
14) Sabahattin Çakmakoğlu (Kayseri)
15) Gürcan Dağdaş (Kars)
16) Rıdvan Yalçın (Ordu)
17) Mehmet Günal (Antalya)
18) Murat Özkan (Giresun)
19) Emin Haluk Ayhan (Denizli)
20) Yılmaz Tankut (Adana)
21) Cumali Durmuş (Kocaeli)
22) Muharrem Varlı (Adana)
Gerekçe:
Sokak hayvanları, ülkemizde,
toplum sağlığını tehdit etmenin yanında uğradığı kötü muameleyle kamuoyu
vicdanını sızlatan, yıllardır çözülememiş bir sorundur.
5199 sayılı Kanun, içeriği ve
uygulamadaki aksaklıklar nedeniyle yetersiz kalmaktadır.
Kısırlaştırma, sokaktaki
hayvan popülasyonunun azaltılmasında bilimsel ve vicdanı yönden en uygun
yöntemdir fakat tek başına yeterli değildir. Sokak hayvanı sorununun en temel
nedeni, yurt dışından kaçak olarak getirilip pet-shoplarda satılan ve
istatistiklere göre yüzde 70'i sokağa atılan hayvanlardır. Bu hayvanların
üremesiyle caddeler, barınaklar binlerce hayvana kucak açmak zorunda kalmıştır.
Ayrıca, pet-shoplar, sattıkları hayvanların aşı ve tedavilerini gerektiği
şekilde yapmadığından ve yeterince denetlenmediğinden, halk sağlığını tehdit
etmektedir.
Dolayısıyla, yurt çapında
belediyelerce yapılacak etkin kısırlaştırma çalışmalarının yanında, tıpkı
Avrupa ülkelerinde olduğu gibi pet-shoplarda hayvan satışı yasaklanmalı,
gümrüklerin denetimi artırılmalı, süs hayvanı ithalatına bir süre yasak
getirilmelidir. Aksi takdirde belediyeler kısırlaştırma için seferber ettikleri
iş gücü ve maddi kaynağa rağmen çözümsüzlükten kurtulamayacaklardır.
Sorunun bir ayağını da
vatandaşların bilinçsizliği oluşturmaktadır. Eğitim çalışmalarıyla vatandaşlar
bilinçlendirilmeli, barınaklardan ve sokaklardan hayvan sahiplenmeleri teşvik
edilmelidir. Okullarda STK ve MEB iş birliğiyle eğitim programları
düzenlenmeli, çocuklara hem kendilerini korumaları hem de sokak hayvanlarına
zarar vermemeleri için, hayvanlara nasıl davranmaları gerektiği anlatılmalıdır.
Bunun yanında, terk etmelere
karşı caydırıcı olması açısından hayvanlara çiplenme zorunluluğu getirilmeli,
terk edilen hayvanların sahiplerine, hayvanların kimlik ve sağlık bilgilerinin yer
aldığı bu çipler vasıtasıyla ulaşılarak yüksek cezalar ödetilmeli, bir daha
hayvan edinmeleri yasaklanmalıdır.
Bugün 5199 sayılı Kanun'da
yasak olmasına karşın, Zabıta Kanunu'yla belediyelere, kuduzdan sadece şüphe
duyulması hâlinde bile zehirleme imkânı verilmesi büyük bir çelişkidir. Oysa
bilimsel çalışmalar göstermektedir ki zehirlemelerle hayvan nüfusu ilk anda
azalmakla birlikte, geride kalan hayvanlar daha kolay beslenme ve üreme imkânı
bulduğu için hayvan nüfusu en kısa zamanda eskisinden çok daha büyük bir
miktara ulaşmaktadır. Bir çift köpekten beş yılda 60 bin köpek ürediği göz
önüne alındığında, belediyelerde ve belediye sınırları dışındaki, tarım ve
hayvancılıkla geçinen il, ilçe ve köylerde etkin kısırlaştırma uygulanması,
şimdiye kadar sokak hayvanı sorununu çözmekte hiçbir şekilde etkili olmayan,
aynı zamanda millî medeniyet düzeyimiz açısından bir yüz karası olan
zehirlemelerin acilen durdurulması gerektiği çok net bir şekilde görülmektedir.
Diğer taraftan, otoyollarda
veya şehir içinde trafik kazasına uğramış veya hasta ruhlu kişiler tarafından
işkence edilmiş hayvan görüntüleri kamuoyunda tedirginlik yaratmaktadır. Birçok
ünlü sen katil ilk cinayetlerini hayvan öldürerek işlemişlerdir. Hayvana
tecavüz eden birinin, fırsatını bulduğunda engelli bir insana veya bir çocuğa
tecavüz etmesi an meselesidir. Dolayısıyla toplum huzuru ve güvenliği için
hayvanlara karşı işlenen suçlar, tıpkı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi,
Kabahatler Kanunu kapsamından çıkarılmalı, Ceza Kanunu kapsamına alınmalıdır
Vatandaşların sokak
hayvanlarıyla ilgili en büyük iki sıkıntısı hayvanlara karşı duydukları
tedirginlik ve idari mekanizmaların görevlerini yerine getirmemeleri sebebiyle
zor durumdaki yaralı hayvanların tedavilerini kendilerinin üstlenmek zorunda
kalışlarıdır. Bu nedenle belediyelerin hayvan ambulansı, bakımevi ve tedavi
merkezlerine kavuşturulması, acil bilgi ve destek alınması gereken durumlar
için çağrı merkezleri ve yerel hayvan koruma görevlilerinin istihdam edildiği
mahallî bilgi gişeleri kurulması gerekmektedir. Yine, çevreyi kirleten,
vatandaşları rahatsız eden veya köpeklerini dövüştüren hayvan sahiplerine
yüksek cezalar uygulanmalı, bunun için gerekirse kolluk güçleri
yetkilendirilmelidir
Gönüllülerin yardım ve
gözetiminde yavru ve sakat hayvanlara hizmet vermesi gereken bakımevlerine
ödenekleri verilmeli, hayvanlar belediye üzerine kaydedilerek veteriner işleri
müdürlüklerinden sorgulanabilmelidir.
2.- Diyarbakır
Milletvekili Selahattin Demirtaş ve 19 milletvekilinin, televizyon
programlarının çocukların gelişimi üzerindeki etkilerinin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/663)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Televizyonda yayınlanan dizi,
reklam, haber vb. bütün programların çocukların psikolojik, sosyolojik ve
kişisel gelişimlerini olumsuz yönde etkileyen temalardan arındırılması, gözden
geçirilmesi ve TV programlarının çocuklar üzerindeki olumsuz etkilerinin
ortadan kaldırılması için Anayasanın 98. İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri
gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz.
1) Selahattin Demirtaş (Diyarbakır)
2) Gültan Kışanak (Diyarbakır)
3) Ayla Akat Ata (Batman)
4) Bengi Yıldız (Batman)
5) Akın Birdal (Diyarbakır)
6) Emine Ayna (Mardin)
7) Fatma Kurtulan (Van)
8) Hasip Kaplan (Şırnak)
9) Hamit Geylani (Hakkâri)
10) İbrahim Binici (Şanlıurfa)
11) M. Nuri Yaman (Muş)
12) Mehmet Nezir Karabaş (Bitlis)
13) Mehmet Ufuk Uras (İstanbul)
14) Osman Özçelik (Siirt)
15) Özdal Üçer (Van)
16) Pervin Buldan (Iğdır)
17) Sebahat Tuncel (İstanbul)
18) Sevahir Bayındır (Şırnak)
19) Sırrı Sakık (Muş)
20) Şerafettin Halis (Tunceli)
Gerekçe:
Günümüzde kitle iletişim
araçlarının başında televizyon gelmektedir. Pek çok ülkede televizyonun olumlu
veya olumsuz etkileri tartışılmaktadır. Ülkelerin toplumsal yapıları ve buna
bağlı olarak televizyon yayınlarının biçim ve içeriğine göre bu etkilenmeler
farklılıklar gösterebilmektedir. Kitle iletişim araçları genelde bilgilendirme,
haber verme, eğlendirme , reklam gibi amaçlar içerse de televizyonun çocuklar
üzerinde olumsuz etkileri de olmaktadır. Özellikle TV programlarındaki şiddet
içerikli yayınlar, çocuklar açısından olumsuz etkiler yaratmaktadır.
Ayrıca gerek ülkemizde,
gerekse dünyada yapılan tüm araştırmalar göstermiştir ki, istisnai durumların
dışında çocukların televizyon izleme sıklığı ve alışkanlığı, televizyonun bu
özellikleri de göz önüne alındığında, kişiliğinin oluşması ve başarısı için
önemli sorunlar teşkil etmektedir. Çocuklar büyük bir zamanını televizyon
izlemekle geçirmektedir. Reklamlar, sadece yetişkin bireyleri değil, toplumda
önemli bir çoğunluk olan çocukları da ekran karşısına çekmektedir.
TV programlarında çizilen
kadın ve erkek rolleri, yetişkinlere yönelik tüm programlarda olduğu gibi,
çocuk programlarında, reklamlarda ve hatta çizgi filmlerde bile karşımıza
çıkmaktadır. Bu durum, küçük yaştan itibaren çocukların kadınlık ve erkeklik
rolleri öğretilmesini ve yetişkin bir birey olma yolunda cinsiyet eşitsizliğini
pekiştirmektedir. Özellikle çizgi filmlerde dikkati çeken cinsiyet rol
tanımlamaları çocuklara, bir kadın ya da erkek olarak nasıl olmaları
gerektiğine ilişkin oluşturulmuş ideal tipleri göstermektedir. Oluşturulan bu
tiplere bakıldığında kadınların zayıf, pasif, her zaman erkekten yardım talep
eden, kurtarılmayı bekleyen taraf, erkeklerin ise evin geçimini sağlayan,
aktif, kurtarıcı, güçlü, hizmet talep eden olarak gösterilmektedir. Aynı
şekilde, programlarda yer alan mesajlarda erkek çocukların daha fazla şiddete
başvuran taraf olarak, kız çocukları ise, sessiz, sakin, edilgen bir taraf
olduğu gösterilmektedir.
Tüm programların içeriğinde
aktarılan anne tipinde olduğu gibi iyi ve ideal anne, evin tüm işlerini yapan,
babaya ve çocuklara sürekli hizmet eden, onların her dediğini yerine getiren
sorun yaratan, baba ise sorun çözen güçlü olarak yansıtılmaktadır. Yine bir üst
bölümde tanımlanan cinsiyet rolleri anne gibi babayı da iki anlamda
etkilemektedir. Birincisi baba dışarıda çalışır, para kazanır, evin tüm
ihtiyaçlarını sağlar ve hatta onun da ötesinde karısının ve çocuklarının en iyi
biçimde rahat ve konforlu yaşamalarını sağlamakla yükümlüdür.
Bu konuların dışında televizyon
programlarının çocuklar üzerindeki en olumsuz etkisi şiddet içeren yayınlar
olduğu bilinmektedir. Televizyon programlarında şiddet, haberlerden, filmlere,
dizilerden çizgi filmlere kadar her yerde her an hayatın bir parçası olarak
sunulmaktadır. Bu da şiddetin sıradanlaştırılması gibi çok tehlikeli bir olguyu
beraberinde getirmektedir. Görüldüğü gibi, televizyon şiddetin de ötesinde
çocuğun kişisel gelişimini olumsuz yönde etkilemektedir. Çocuklar, kendini
izlediği programlardaki kişilerin veya daha yoğun olarak filmlerdeki
karakterlerin yerine koymaktadırlar. Özellikle şiddet içeren dizi, haber ve
çizgi filmleri izleyen çocuklarda model alma yoluyla saldırgan davranışlar ve
şiddet eğilimi ortaya çıkarabileceği uzmanlar tarafından belirtilmektedir.
Program yapımcıları
tarafından, çocuklara yönelik programlar hazırlanırken, çocukların özellikleri
dikkate alınmalı ve gelişimin en hızlı olduğu okul öncesi dönemde onların dış
uyarılardan çok fazla etkilenebilecekleri düşünülmelidir. Çocukların uzun süre
televizyon karşısında kalmaları, çocuğun sosyalleşmesini ve yaratıcılığını
olumsuz yönde etkileyeceği bilinmektedir. Bu nedenle, televizyon programlarının
çocuklar üzerindeki olumsuz etkilerinin tespit edilip, çocukların psikolojik,
sosyolojik ve kişisel gelişimlerini olumlu yönde etkileyecek programların
yapılması, var olan TV programlarının gözden geçirilmesi gerekmektedir.
3.- Trabzon
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi ve 22 milletvekilinin, tütün sektöründe
yaşanan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/664)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
17’nci yüzyılda İngiliz ve
Venedik gemicileri tarafından ilk kez İstanbul'a getirilen tütün, 19’uncu
yüzyıldan itibaren Anadolu topraklarında üretilmeye başlanmıştır. Türkiye'de
yetiştirilen tütünler, kuru yapraklarının renklerinin çok güzel olması, yaprak
boyutu, dokusu, yanıcılık ve aromatik özellikleri nedeniyle dünyada
yetiştirilen diğer tütünlerden ayrı değerlendirilmiş, "Türk Tütünü"
adıyla dünya pazarında önemli bir yer edinmiştir.
Cumhuriyetin ilk yıllarından
itibaren yüz binlerce aileye geçim kaynağı olan Türk Tütünü, 2008 yılındaki
özelleştirmeye kadar TEKEL'in bağlı ortaklığı olan Sigara Sanayi İşletmeleri ve
Ticareti A.Ş. tarafından ülkemize ve dünyaya pazarlanmaktaydı. TEKEL'in sigara
bölümünün özelleştirme çalışmaları 2003 yılında başlatıldı. Aynı yıl
gerçekleştirilen ihalede, Özelleştirme Yüksek Kurulu, teklifin beklentileri
karşılamadığı gerekçesiyle ihaleyi iptal etti. Daha sonra, TEKEL'in yeniden
yapılandırma çalışmalarına başlandı. Bazı müesseseler ile pazarlama ve dağıtım
müdürlüklerinin bir bölümü kapatılırken, tütün stokları da azaltıldı. TEKEL'in
ikinci kez özelleştirme ihalesi çalışmalarında marka satışı da gündeme geldi.
Ancak, yapılan çalışmalar sonucunda TEKEL'in sigara işletmelerinin "varlık
satışı" bağlamında yeniden bir bütün halinde satışına karar verildi.
İkinci ihale teklif gelmemesi nedeniyle iptal edildi Üçüncü kez 22.02.2008
tarihinde yapılan ihalede TEKEL'in Sigara Üretim ile Sigara Pazarlama ve
Dağıtım kısmı BAT (British American Tobacco) Tütün Mamulleri Sanayi ve Ticaret
AŞ'ye 1.720 milyon ABD Doları bedelle satıldı.
Özelleştirme çalışmalarının
başlatıldığı 2003 yılından itibaren gerek TEKEL markalarının pazar payı gerekse
Türkiye'de tütün üretici sayısı, üretim alanları ve üretiminde ciddi bir düşüş
başlamıştır. TEKEL markalarının pazar payı 2003 yılında yüzde 55,8 iken,
satışın yapılığı 2008 yılında yüzde 30 civarına, 2009 yılında ise yüzde 20,6'ya
düşmüştür. 2002 üretim yılında 406.000 kişi olan tütün üreticisi 2008 üretim
yılı sonunda yüzde 55 oranında azalarak 181.000, tütün üretimi ise 2002 üretim
yılında 160 bin ton düzeyindeyken 2008 üretim yılında 93 bin tona, 2002 üretim
yılında üretim alanı 199 bin hektarken 2008 üretim yılında 146 bin hektara
düşmüştür. Öte yandan en son 03.04.2008 tarihli 5752 sayılı Kanun ile 2008 yılı
ürünü için yapılan sözleşmeli üretim uygulaması yeni bir düzenleme yapılmadığı
için 2009 yılından itibaren sona ermiştir.
Sektörde bu gelişmeler
olurken 31.12.2009 tarihli Resmî Gazete’de yayınlanan bir Bakanlar Kurulu
Kararı ile sigara ithalatında paket başına 40 cent, homojenize (işlenmiş) tütün
ithalatında kg başına 3 ABD doları olarak öteden beri alınmakta olan Tütün Fonu
1 Ocak 2010'dan itibaren kaldırılmıştır. Bu karar ile yabancı sigara
şirketlerinin önündeki bütün engeller kaldırılmış, Türk Tütünü ve üreticisi
sahipsiz bırakılmıştır. Son karardan sonra kalan üretim alanları da ortadan
kalkacak ve dünyaca ünlü Türk Tütünü tarihe gömülmüş olacaktır.
AKP Hükûmetlerinin göreve
başladığı tarihten bu yana izlediği politikalar nedeniyle, ağır darbelere maruz
kalmış olan Türk Tütününün ve tütün üreticisinin sorunları ile son Bakanlar
Kurulu Kararı'nın Türkiye'deki sigara üretimi ile Türk Tütünü üretimine ve
üreticisine etkilerinin araştırılarak, çözüm yollarının tespiti amacıyla
Anayasa’nın 98, İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri uyarınca Meclis
araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.
Saygılarımızla.
1) Mehmet Akif Hamzaçebi (Trabzon)
2) Şevket Köse (Adıyaman)
3) Sacid Yıldız (İstanbul)
4) Osman Kaptan (Antalya)
5) Birgen Keleş (İstanbul)
6) Bihlun Tamaylıgil (İstanbul)
7) Abdulaziz Yazar (Hatay)
8) Ali Rıza Öztürk (Mersin)
9) Mehmet Ali Özpolat (İstanbul)
10) Durdu Özbolat (Kahramanmaraş)
11) Ahmet Küçük (Çanakkale)
12) Nevingaye Erbatur (Adana)
13) Ensar Öğüt (Ardahan)
14) Tekin Bingöl (Ankara)
15) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
16) İsa Gök (Mersin)
17) Abdullah Özer (Bursa)
18) Mehmet Şevki Kulkuloğlu (Kayseri)
19) Canan Arıtman (İzmir)
20) Nesrin Baytok (Ankara)
21) Ali Koçal (Zonguldak)
22) Ali Rıza Ertemür (Denizli)
23) Muhammet Rıza Yalçınkaya (Bartın)
4.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 25 milletvekilinin, sokak hayvanlarının ıslahı
sorununun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/665)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Sokak hayvanlarının ıslahı
sorununun araştırılması amacıyla Anayasa’nın 98 ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
İç Tüzüğü’nün 104 ve 105’inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasını
saygılarımızla arz ederiz.
1) Ali Rıza Öztürk (Mersin)
2) Ahmet Küçük (Çanakkale)
3) Şahin Mengü (Manisa)
4) Hüseyin Ünsal (Amasya)
5) Hüsnü Çöllü (Antalya)
6) Metin Arifağaoğlu (Artvin)
7) Hikmet Erenkaya (Kocaeli)
8) Atila Emek (Antalya)
9) Vahap Seçer (Mersin)
10) Birgen Keleş (İstanbul)
11) Fevzi Topuz (Muğla)
12) Bihlun Tamaylıgil (İstanbul)
13) Rahmi Güner (Ordu)
14) Yaşar Ağyüz (Gaziantep)
15) Yaşar Tüzün (Bilecik)
16) Nevingaye Erbatur (Adana)
17) Canan Arıtman (İzmir)
18) Nesrin Baytok (Ankara)
19) Ali Koçal (Zonguldak)
20) Durdu Özbolat (Kahramanmaraş)
21) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
22) Mevlüt Coşkuner (Isparta)
23) Mehmet Ali Özpolat (İstanbul)
24) Ali Rıza Ertemür (Denizli)
25) Ensar Öğüt (Ardahan)
26) Muhammet Rıza Yalçınkaya (Bartın)
Gerekçe:
Sokak hayvanları, ülkemizde,
toplum sağlığını tehdit etmenin yanında uğradığı kötü muameleyle kamuoyu
vicdanını sızlatan, yıllardır çözülememiş bir sorundur.
5199 sayılı Kanun, içeriği ve
uygulamadaki aksaklıklar nedeniyle yetersiz kalmaktadır. Kısırlaştırma,
sokaktaki hayvan popülasyonunun azaltılmasında bilimsel ve vicdanı yönden en
uygun yöntemdir fakat tek başına yeterli değildir. Sokak hayvanı sorununun en
temel nedeni, yurt dışından kaçak olarak getirilip pet-shoplarda satılan ve
istatistiklere göre yüzde 70'i sokağa atılan hayvanlardır. Bu hayvanların
üremesiyle caddeler, barınaklar binlerce hayvana kucak açmak zorunda kalmıştır.
Ayrıca, pet-shoplar, sattıkları hayvanların aşı ve tedavilerini gerektiği
şekilde yapmadığından ve yeterince denetlenmediğinden, halk sağlığını tehdit
etmektedir.
Dolayısıyla, yurt çapında
belediyelerce yapılacak etkin kısırlaştırma çalışmalarının yanında, tıpkı
Avrupa ülkelerinde olduğu gibi pet-shoplarda hayvan satışı yasaklanmalı,
gümrüklerin denetimi artırılmalı, süs hayvanı ithalatına bir süre yasak
getirilmelidir. Aksi takdirde belediyeler kısırlaştırma için seferber ettikleri
iş gücü ve maddi kaynağa rağmen çözümsüzlükten kurtulamayacaklardır.
Sorunun bir ayağını da
vatandaşların bilinçsizliği oluşturmaktadır. Eğitim çalışmalarıyla vatandaşlar
bilinçlendirilmeli, barınaklardan ve sokaklardan hayvan sahiplenmeleri teşvik
edilmelidir. Okullarda STK ve MEB iş birliğiyle eğitim programları
düzenlenmeli, çocuklara hem kendilerini korumaları hem de sokak hayvanlarına
zarar vermemeleri için, hayvanlara nasıl davranmaları gerektiği anlatılmalıdır.
Bunun yanında, terk etmelere
karşı caydırıcı olması açısından hayvanlara çiplenme zorunluluğu getirilmeli,
terk edilen hayvanların sahiplerine, hayvanların kimlik ve sağlık bilgilerinin yer
aldığı bu çipler vasıtasıyla ulaşılarak yüksek cezalar ödetilmeli, bir daha
hayvan edinmeleri yasaklanmalıdır.
Bugün 5199 sayılı Kanun'da
yasak olmasına karşın, Zabıta Kanunu'yla belediyelere, kuduzdan sadece şüphe
duyulması hâlinde bile zehirleme imkânı verilmesi büyük bir çelişkidir. Oysa
bilimsel çalışmalar göstermektedir ki zehirlemelerle hayvan nüfusu ilk anda
azalmakla birlikte, geride kalan hayvanlar daha kolay beslenme ve üreme imkânı
bulduğu için hayvan nüfusu en kısa zamanda eskisinden çok daha büyük bir
miktara ulaşmaktadır. Bir çift köpekten beş yılda 60 bin köpek ürediği göz
önüne alındığında, belediyelerde ve belediye sınırları dışındaki, tarım ve
hayvancılıkla geçinen il, ilçe ve köylerde etkin kısırlaştırma uygulanması,
şimdiye kadar sokak hayvanı sorununu çözmekte hiçbir şekilde etkili olmayan,
aynı zamanda millî medeniyet düzeyimiz açısından bir yüz karası olan
zehirlemelerin acilen durdurulması gerektiği çok net bir şekilde görülmektedir.
Diğer taraftan, otoyollarda
veya şehir içinde trafik kazasına uğramış veya hasta ruhlu kişiler tarafından
işkence edilmiş hayvan görüntüleri kamuoyunda tedirginlik yaratmaktadır. Birçok
ünlü seri katil ilk cinayetlerini hayvan öldürerek işlemişlerdir. Hayvana
tecavüz eden birinin, fırsatını bulduğunda engelli bir insana veya bir çocuğa
tecavüz etmesi an meselesidir. Dolayısıyla toplum huzuru ve güvenliği için hayvanlara
karşı işlenen suçlar, tıpkı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, Kabahatler Kanunu
kapsamından çıkarılmalı, Ceza Kanunu kapsamına alınmalıdır.
Vatandaşların sokak
hayvanlarıyla ilgili en büyük iki sıkıntısı hayvanlara karşı duydukları
tedirginlik ve idari mekanizmaların görevlerini yerine getirmemeleri sebebiyle
zor durumdaki yaralı hayvanların tedavilerini kendilerinin üstlenmek zorunda
kalışlarıdır. Bu nedenle belediyelerin hayvan ambulansı, bakımevi ve tedavi
merkezlerine kavuşturulması, acil bilgi ve destek alınması gereken durumlar
için çağrı merkezleri ve yerel hayvan koruma görevlilerinin istihdam edildiği
mahallî bilgi gişeleri kurulması gerekmektedir. Yine, çevreyi kirleten,
vatandaşları rahatsız eden veya köpeklerini dövüştüren hayvan sahiplerine yüksek
cezalar uygulanmalı, bunun için gerekirse kolluk güçleri yetkilendirilmelidir.
Gönüllülerin yardım ve
gözetiminde yavru ve sakat hayvanlara hizmet vermesi gereken bakımevlerine
ödenekleri verilmeli, hayvanlar belediye üzerine kaydedilerek veteriner işleri
müdürlüklerinden sorgulanabilmelidir.
BAŞKAN – Bilgilerinize
sunulmuştur.
Önergeler gündemdeki
yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki
görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.
Barış ve Demokrasi Partisi
Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır. Okutup
işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım:
VIII.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- (10/449)
esas numaralı Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin Genel Kurulun
8/4/2010 Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi
08.04.2010
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu’nun 08.04.2010
Perşembe günü (Bugün) yaptığı toplantıda oy birliği sağlanamadığından
Grubumuzun aşağıdaki önerisinin, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel
Kurul’un onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.
Ayla
Akat Ata
Batman
Grup
Başkan Vekili
Öneri:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Ön Görüşmeler
Kısmının 354 üncü sırasında yer alan 10/449 Kamudaki geçici personelin
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir
Meclis Araştırması açılmasına ilişkin önergelerin görüşülmesini, Genel Kurulun
08.04.2010 Perşembe günlü birleşiminde birlikte yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN – Barış ve Demokrasi
Partisi Grubu önerisi lehinde ilk söz Tunceli Milletvekili Sayın Halis’e aittir.
Buyurun Sayın Halis. (BDP
sıralarından alkışlar)
ŞERAFETTİN HALİS (Tunceli) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri Barış ve Demokrasi Partisi adına
saygıyla selamlıyorum.
Tabii, 25 Haziran 2009
tarihinde bir araştırma önergesi vermiştik. Bilindiği üzere 4/C olarak
adlandırılan ama diğer devlet ya da kamu çalışanlarından çok farklı özlük
haklarına sahip olan bir nevi mağduriyet yasasının görüşülmesi ve Mecliste
çözüm bulunması önergesiydi. 2007 yılında özelleştirmelerin mağduru hâline getirilen
215 bin işçi çeşitli yerlere, çeşitli çalışma alanlarına dağıtılarak
mağduriyetleri giderilmişti ancak ne yazık ki 22 bine yakın işçinin mağduriyeti
giderilmemiş ve gerçekten bunların mağduriyeti bugüne kadar devam etmişti.
Bunlar yetmiyormuş gibi bugüne kadar bu mağduriyetlere yenileri eklenmeye
başlandı.
Her şeyden önce, 4/C olarak
bilinen bu mağduriyet yasası, mağduriyet kanunu dediğimiz duruma bir bakalım.
4/C nedir? Devlet Memurları Yasası’nın 4’üncü maddesinin (C) bendinin tanıma ve
tanımlaması, çalışanları. Ne söylüyor bu maddenin (C) bendi? “Bir yıldan daha
az süreli veya mevsimlik hizmet olduğunda Bakanlar Kurulunca karar verilen
görevler ve belirtilen ücret ve adet sınırları içinde sözleşmeyle çalıştırılan
işçi olmayan kişiler.” Burada özellikle işçi olmadığı çok açık ve net
belirtiliyor.
Şimdi, Bakanlar Kurulu
kararıyla her yıl bir düzenleme yapılmaya çalışılıyor, yıllık geçici personel
kararnamesi deniyor buna. Her yılın başında bu düzenlemeler Resmî Gazete’de
yayınlanıyor, yıllık uygulamalar böylece kamuoyuyla paylaşılıyor. En son 4
Şubat 2010 yılında -yani bu yıl- iyileştirmeler yapılmıştı. En son yapılan
iyileştirmeler dâhilinde bakıldığında bile, hâlâ 4/C’li çalışanların bir
mağduriyet içinde olduğunu çok açık ve net görürüz.
4/C’lilere bakıyoruz, yani bu
geçici personele, bunların kıdem ve ihbar tazminatları yok; böyle, bu
tazminatlardan yararlanamıyorlar. Bugüne kadar, son düzenlemenin yapıldığı güne
kadar yılda on ay çalışıyorlardı, bunu on bir aya çıkarmışlar ama biraz sonra
açıklayacağım aldığı ücret, aldıkları ücret on iki aya bölündüğünde, bu ücretin
asgari ücretin altında olduğunu da görmüş olacağız. Ücretler son derece düşük.
Yani kendilerini sosyal yaşam koşullarında idame etmelerine yetecek bir ücret
değil. Yüksekokulu bitirmiş bir 4/C’li 875 lira alıyor, yine ortaokul ve dengi
okullardan mezun olan çalışanlar 793 lira alıyor, ilkokul mezunu çalışanlar 711
lira alıyor. Bugün piyasadaki enflasyona ve pahalılığa bakıldığında, bu
ücretlerle değil yaşamak, ev kirası ödendikten sonra elektrik su parası dahi
ödemeye yetmeyecek kadar bir ücret. Oysaki bu ücreti alan insanlar devlet
memurlarıyla, kendi çalışma arkadaşlarıyla aynı yerde, aynı zaman süresi içinde
bir günde aynı işi yapmaktalar. İşte, Anayasa’nın eşitlik ilkesine de denk düşmeyen,
ters düşen bu durumun mutlaka giderilmesi gerekiyordu, bugün bunu tartışıyoruz.
Kaldı ki, aynı yerde, aynı süre içinde, aynı işi yapan sadece 4/C’liler değil,
eğitim camiasına da bakıldığında öğretmenler, kadrolu, sözleşmeli, vekil,
ücretli ve usta öğretici olarak gruplandırılmış ve bunlar farklı özlük
haklarına sahip ve farklı ücret almaktalar. Dolayısıyla aynı yerde aynı işi
yapıp farklı ücreti almak, hem iş yerinin verimliliği açısından hem de
çalışanlar arasındaki psikoloji ve dayanışma açısından çok ciddi zaaflara yol
açıyor.
4/C’lilerin çalışma
saatlerine bakıyoruz. 4/C’lilerin çalışma sürelerinin belirlenmesinde “Devlet
memurları için tespit edilen çalışma saat ve süreleri dikkate alınır.” deniyor.
Yine, 4/C’lilerin iş yapma
yasağı konusunda “Çalıştıkları süre dâhilinde bir başka iş yapamazlar.”
hükmüyle hükme bağlanıyor.
Yine, 4/C’lilere suç sayılan
fiiller devlet memurlarıyla aynı değerlendiriliyor. “Devlet memurları için suç
sayılan fiil ve hareketler ve yaptırımlar bu karar gereğince geçici personel
için de geçerlidir.” deniyor.
İzinlere bakıyoruz. “Karar
gereği çalışanları her ay için azami bir gün ücretli izin alınır.” Şimdi,
değerli milletvekilleri, “azami bir gün” ne demektir? Acaba bunun asgarisi ne
kadardır? Bunu da doğrusu anlamış değilim.
“Yıl içinde tabip raporuyla
kanıtlanan hastalıklar çalıştıkları her dört ay için iki günü geçmemek üzere
ücretli izin sayılır.” ve bu iki ayda bir gün demektir.
Yine “Rapor süresi içinde iki
gün ücretli izin verilir.” deniyor. Şu demektir: İki günün dışında hasta
yatağında da olsa ihtiyaç sınırı ne olursa olsun ücret verilmeyecek demektir.
Sözleşmenin feshine gelince.
Sözleşmenin feshi tam bir kişinin tasarrufuna sunulmuş ve bir kişinin
vicdanına, merhametine bırakılmayacak kadar değerli olan bu iş akdi
feshedilmeye müsait hâle getiriliyor ve sözleşmenin bitiminde, ihbar kıdemi
vesair adlar altında herhangi bir tazminat ödemesi yapılmıyor, yapılamıyor.
Geçen aylarda, daha doğrusu
soğukların sıfırın altında olduğu günlerde yetmiş sekiz gün süren Tekel işçilerinin
burada direnişi vardı. İşte, kendi haklarından yoksun bırakılan 12 bin Tekel
işçisi bu koşulları kabul etmemek için direnmişti. Çoğunun emeklilik vakti
gelmişti ve biliyorlardı ki bu sözleşme ya da bu statü dâhilinde bir çalışmayla
emeklilik haklarını dahi kaybedecekleriydi. Bu yüzden direndiler ama AKP
İktidarı bir iyileştirmeye yönelik adım atma yerine ya da uzlaşma arayışları
yerine dünya kamuoyunun gözünden kaçmayan 12 Eylül koşullarının vahşetini
uyguladılar. Ne yaptılar? Polis ablukasıyla, polis işgaliyle, coplarla, biber
gazlarıyla sindirmeye çalıştılar. Daha sonra geldiler, yetmiş sekiz günün
sonrasında geldiler yine aynı durum. Oysaki Tekel işçilerinin yetmiş sekiz
günlük mücadelesi dâhilinde tek bir esnafın dahi camı kırılmamış, tek bir
insanın canı yanmamış ve üstüne üstlük esnaflardan takdir ve övgü görmüşlerdi.
4/C’yle çalıştırılanlar
sadece Tekel işçileri değil. Kendi Parlamentomuzda da, sayısını tam
bilemeyeceğim, çok sayıda 4/C’li çalışan var. Yani bir yasama organının
çalışanlarının Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı bir şekilde
çalıştırılmasının mantığını anlamak gerçekten çok zor.
Biz, başta 4/C’liler olmak
üzere Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı duran, aynı yerde aynı zamanda aynı
işi yapan aynı bağlayıcı hükümlere tabi olan çalışanlar arasında bir eşitliğin
sağlanması ve 4/C’lilerin yaşamış olduğu mağduriyetin giderilmesini istiyoruz.
Değerli milletvekilleri,
yine, Mecliste ben bir başka konuyu dikkatlerinize sunmaya çalışacağım.
Ofislerimizin bulunduğu A Blok’ta bir restoran var, yemekhane. Dikkat
ettiyseniz, biz oraya girerken cakalı bir şekilde geçip gidiyoruz ama onlarca
metre kuyrukta bekleyen Meclis personeli var. Biz yemeğimizi yiyip geri
döndükten sonra dahi onların ancak 1 ya da
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ek süre
veriyorum, tamamlayın lütfen.
ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) –
Teşekkür ediyorum.
…sadece personele ayrılarak
personelin kuyruğa girmeden, daha uygun koşullar içinde, daha uygun bir ortamda
yemek yemelerinin olanağını yaratmak bizim görevimizdir diye düşünüyorum.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Barış ve Demokrasi Partisi
Grup önerisinin aleyhinde ilk söz Kayseri Milletvekili Sayın Mustafa Elitaş’a
aittir.
Buyurun Sayın Elitaş. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Barış ve Demokrasi
Partisinin, Danışma Kurulunda çoğunluk sağlanamadığından dolayı İç Tüzük’ün
19’uncu maddesine göre getirdiği grup önerisinin, 4/C’li çalışanların
sorunlarının araştırılmasıyla ilgili komisyon kurulmasına dair grup önerisinin
aleyhinde söz almış bulunuyorum.
Değerli milletvekilleri, 4/C
hepinizin de bildiği gibi 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4’üncü
maddesindeki (C) fıkrası hükmü kapsamında kamuda çalışan personeli ifade
etmektedir. Kısa dönemli çalışmayı ifade eden, kamunun kısa dönemli, sürekli
olmayan işlerinde ihtiyaç duyduğu personeli çalıştırmak amacıyla ihdas edilmiş
ve uzun zamandır uygulanmakta olan bir kanun fıkrası ama Türkiye’de 1980
yılından itibaren başlayan özelleştirmeler ve verimsiz çalışan tesislerin
kapatılması sorunuyla karşı karşıya kalınmış, 2004 yılına kadar hem 1980
yılından başlayan özelleştirmeler ve AK PARTİ iktidarları dönemine kadar gelen
özelleştirmeler çerçevesinde toplam 40 bin kişi kamuda çalışmadan dolayı ya
özelleştirme veya kapatmadan dolayı tazminatlarını ve bütün hak ve imkânlarını
alarak işsiz kalma ile karşı karşıya kalmıştır.
Kamuda çalışan personelin
yaşlarının belli bir seviyeye ulaşması, özel sektörde de iş imkânı bulamaması
ve özellikle de kamuda çalışan personelin özel sektörde iş imkânı
bulamamasından dolayı ortaya çıkan emeklilik hakları-nı elde edebilmek ve
sigortalılıklarını devam ettirmek gibi sorunlarla, olumsuz meselelerle karşı
karşıya kalınmış. Biz bu dönemi 2002 yılı seçimlerine gider-ken ilimizde, hepinizin
de illerinde, özelleştirme olan illerde değerli milletvekil-lerinin bu konunun
büyük bir sorun olduğunu, bu sorunun çözülmesini en azın-dan kendilerine
emeklilik hakkının verilmesiyle ilgili özelleştirmeden dolayı iş-siz kalmış,
ama emeklilik hakkını elde edememiş insanların haklı talepleriyle karşı karşıya
kaldık.
Muhakkak ki, bizden önceki,
1980 yılından itibaren özelleştirmeyle ilgili bu konuda mağdur olan insanların
haklarını alabilmek, emeklilik imkânlarını sağlayabilmek için hükûmetler de
elinden gelen gayreti göstermeye çalışmış-lar, ama bir sonuç elde edilememiş.
Ne zaman ki, 2004 yılında Bakanlar Kuru-lunun aldığı bir karar gereğince
4/C’nin yapısı değiştirilerek kamuda özelleş-tirmeden dolayı işsiz kalmış, ama
bütün hak ve imkânlarını almış, emeklilik hakkını elde edememiş kişilerin
emeklilik haklarını sağlayabilmek kastı ve amacıyla 4/C’deki Bakanlar Kurulu
kararıyla bir değişikliğe gidilmiş, o günden bu tarafa yaklaşık 1980 yılından
itibaren özelleştirmelerden dolayı işsiz kal-mış, emeklilik imkânını elde
edememiş 17.774 kişi 4/C kapsamında istihdam edilmiş. Bu 4/C kapsamının
oluşmasındaki en büyük etken de şu anda Türk-İş yönetiminde olan o zamanki
Tekgıda-İş Sendikası Genel Başkanının tekli-fi ve Türk-İş Başkanı, o dönemdeki
Türk-İş Başkanı Hükûmetimize gelerek “Böyle bir talebi yerine getirdiğimiz
takdirde bu insanların uzun yıllardır or-taya çıkan mağduriyetlerinin
giderilmesine bir imkân sağlanır.” diye beya-natta bulunmuş ve bu da Hükûmet
tarafından uygun görülerek Bakanlar Ku-rulu kararıyla kabul edilmiş. Ve önemli
olan nokta şu: Bugün, meydanlardan Tekel işçilerinin sıkıntıyla karşı karşıya
olduğunu ifade edip onları eyleme sürükleyen insanlar, Sayın Başbakana ve
Hükûmete bu konuda teşekkür plaketi vermiştir.
Değerli arkadaşlar, 4/C ile
ilgili 2009 yılına kadar sendikanın ve işçilerin bizden talepleri, Hükûmetten
talepleri şuydu: On ay çalışıp bir ay gezmek, arkasından -sonra tekrar iş
akitlerinin devamıyla ilgili sorun vardı- on ay çalışıp on iki ayda on aylık
ücret alma durumuyla karşı karşıyaydı yani bir yılda aldıkları ücreti on iki
aya böldüğünüz takdirde asgari ücretin çok az miktar üzerinde bir ücret elde
etme imkânları sağlanmıştı. Sendika ve diğer yetkililerle yapılan görüşmeler
çerçevesinde bu çalışma zamanının on bir aya çıkarılması ve izin haklarının,
yılda on günlük olan izin haklarının daha da artırılması şeklinde talep Hükûmet
tarafından kabul edilmiş ve 4/C’nin maaşlarına da bir iyileştirme yapılmıştır.
4/C’nin maaşlarına reel olarak ortalama yüzde 15 iyileştirme yapılmıştır ve
bütün 4/C’lilerin on aylık aldıkları ücreti on bir aya çıkardığımız takdirde,
yüzde 10 da aldıkları reel ücretin eskiden on ay alırken on bir aya çıkmasıyla
birlikte 4/C kapsamında olan işçi kardeşlerimizin şu anda aldıkları maaşlara
2009 yılının başı itibarıyla baktığımızda yüzde 25 ile yüzde 30 arasında zam
yapıldığı ortaya çıkmaktadır.
Tekel işçilerinin durumuna
gelince: Şu anda 4/C kapsamına giren 8.367 Tekel işçisi var. Bunların illere
göre dağılımını ifade etmek istiyorum: İzmir 1.738, Tokat 1.171, Diyarbakır
1.067, Ankara 982, Samsun 881, Manisa 802, Adıyaman 754, Hatay 592, diğer iller
de var, toplamı 10.818 kişi ama bunların 8.367’si 4/C kapsamına girecek, geriye
kalan kısmı da zaten nakle tabi personel. Bu 8.367 kişiden hemen hemen 2 bin civarında
olan şahıslar, haziran ve temmuz aylarında, Tekel depolarının kapanma süreci o
güne denk geldiğinden, işlerine devam edecekler.
Değerli arkadaşlar, bu süreç
içerisinde, Tekelin özelleştirilmesinden bugüne kadarki geçen süreç içerisinde
özelleştirme ile özelleştirilen kuruluş sahibi olan firma 4/C kapsamındaki
işçilere iş garantisi, ücret garantisi, maaş artış garantisi vermek üzere işçi
talebinde bulunmuş ama maalesef, sadece 300 işçi, özel sektörün bu yüksek
oranlardaki maaşlarına, üç yıl iş garantisi olmak kaydıyla ve ikramiyeler de
dâhil olmak üzere taleplerine, isteklerine cevap verebilmiş. Şimdi, bir buçuk
yıl olmuş özelleştirme gerçekleştirileli ki, Tekelin özelleştirilmesi 2000 ve
2001 yılında yapılan Bakanlar Kurulu kararıyla ortaya çıkmış ve 2 bakan
eskitmiş. Bir bakan, Tekelin özelleştirilmesi konusunda, Tekelin sadece isim ve
üzerindeki taşınabilir mallarının özelleştirilmesini iddia ederken, ısrar
ederken maalesef görevinden istifa etmek zorunda kalmış, yerine gelen bakan
2001 yılında alınan Bakanlar Kurulu kararıyla Tekelin bütün mamelekiyle
birlikte özelleştirilmesine fırsat tanıyacak kararı almıştır.
Tekel, çeşitli zamanlarda
ihaleye çıkarılmış, alıcı bulamamış ama 2008 yılında özelleştirmeyle birlikte,
bir buçuk yıldır 4/C kapsamında Tekelde çalışan işçi arkadaşlarımıza toplam
aylık 40 milyon liralık yani 40 trilyon liralık ücret ve maaş ödenmiş. Bunların
aldıkları, kendilerine, iş akitleri feshedildiği takdirde, kıdem ve ihbar
tazminatlarıyla birlikte, bütün haklarıyla birlikte, ortalama 40 bin lira yani
40 milyar lira kıdem ve ihbar tazminatı ödenmiş, hesaplarına yatırılmış. En az
alan 20 milyar lira, en fazla alan 80 milyar lira, hesaplarına yatırılmış,
ödenmiş. 1 Şubat 2010 tarihi itibarıyla gerçekleşmiş.
Ama burada, ne yazık ki farklı
bir durumla karşı karşıya kaldık. Hükûmetin 1 Şubattan itibaren 4/C kapsamında
müracaat ettikleri takdirde işe yerleştirileceklerini ifade etmesiyle birlikte,
2.500-3.000 civarındaki işçi kardeşimiz istihdam edilmek üzere müracaat
etmişler Devlet Personel Başkanlığına, bir kısım işçiler de eylemlerine devam
etmişler ama acı bir gerçek, maalesef, Danıştay, Hükûmetin aldığı kararın
yürütmesini durdurarak 4/C’li işçilerin eylem yapmalarına fırsat verici yeni
bir karara imza atmıştır.
MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis)
– Çok üzüldük öyle bir karar alındığı için!
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Bununla birlikte ne olmuştur? Bununla birlikte ne olmuştur?
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ek süre
veriyorum, tamamlayın lütfen.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Bitiriyorum Başkanım.
Bakınız, şu anda 4/C
kapsamındaki işçiler, sekiz aya kadar asgari ücretin 2 katı kadar ücret almayı
hak edecekler ve sekiz aya kadar da bu eylemlerini sürdürme imkânı bulacaklar.
Bakınız, Danıştayın bu aldığı kararın Türkiye ekonomisine maliyeti yaklaşık 100
milyon lira, 100 trilyon lira.
ALİ ARSLAN (Muğla) – Alkollü
İçkilerin özelleştirilmesinden kaybınız ne kadar biliyor musun?
MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis)
– Hazineyi boşalttılar, doğru mu?
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Bunu siz eğer 4/C kapsamındaki işçilere iş akdi verilirken, onlara iş imkânı
sağlanırken Danıştayın sadece Hükûmetin yaptığı işlemlere karşı bir direnişi,
bir eylemi desteklemek, teşvik etmek amacıyla yapılan işin, hukukun temel
kavramlarına ve kurallarına aykırı olduğunu düşünüyorum. Açıkçası, aç ve açıkta
kalmıyor insanlar.
ALİ ARSLAN (Muğla) – İşçiye
hakkını vermiyorsunuz, peşkeş çekiyorsunuz!
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Bugün aldıkları ücretler: Ortalama 900 lira ücret alıyorlar.
ALİ ARSLAN (Muğla) – Yazıklar olsun!
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Asgari ücretin 577 lira olduğu bir yerde 900 lira ortalama ücret alındığını
düşünürsek…
ÖZDAL ÜÇER (Van) – Onlara
sor, ne sebeple gidiyorlar.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
…Hükûmet bu insanları geçmiş dönemdeki gibi mağdur etmemiş, emeklilik haklarını
ve evine aş götürme imkânını vermiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ÖZDAL ÜÇER (Van) – Siz
talepte bulunan işçilerin hepsine “terörist” damgasını vurdunuz; kadınlar
terörist, işçiler terörist, emekçiler terörist!
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri… Sayın Üçer…
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bu
önergenin zamansız getirilmiş bir talep olduğunu ifade ediyor, hepinize
saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Elitaş.
Barış ve Demokrasi Partisi
grup önerisinin lehinde, Kocaeli Milletvekili Sayın Cevdet Selvi. (CHP
sıralarından alkışlar)
M. CEVDET SELVİ (Kocaeli) –
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 4/C’li çalıştırılanlar hakkında
verilmiş olan Meclis araştırması önergesi konusunda Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına görüş ve düşüncelerimizi söylemek üzere huzurunuzdayım. Hepinizi
saygı ve sevgiyle selamlarım.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye'nin genelinde var olan
huzursuzluğun, yoksulluğun, rahatsızlığın, tedirginliğin asgariye indirilmesi
için, ortadan kaldırılması için iktidarlar tarafından her türlü gayretin,
çalışmanın, çabanın gösterilmesi gerektiği açıktır ancak ne yazık ki yıllardan
beri o genel huzursuzluğu, değişik açılardan ve değişik sosyal grupları daha da
mağdur ederek, mağduriyeti yaygınlaştırarak gerginliği, kaygıyı, huzursuzluğu
artırmayı maalesef Hükûmetimiz bir yöntem olarak benimsemiştir. O nedenle,
artık toplumun tahammülü kalmamıştır. Bunların en önemlilerinden bir tanesi de:
“4/C” diye tanınan, bilinen, gerçekten çağımıza uygun olmayan, demokratik
olmayan, hukuka uygun olmayan bir problem kangren hâline getirilmiştir.
Sayıları hakkında ciddi bir bilgi almak mümkün değildir. Ancak bu sayılar ne
olursa olsun geleceğe dönük bu mağduriyetin, bu haksızlığın yaygınlaştırılması
için de bu 4/C’nin düzeltilmemesi için gayret gösterilmektedir. O nedenle bu
önergenin bugün bir kere daha Meclisimizin önüne gelmesi büyük önem
taşımaktadır ve bu kangren olan, bu çözümsüzlükten yarar umanlara yarar sağlayacağı düşünülen olay çözülmelidir. Bu konuda
Cumhuriyet Halk Partisi bu sorununun çözülmesi için 12/6/2009’da araştırma önergesi vermiştir.
Değerli milletvekillerimiz bu
yanlışlığın düzeltilmesi, bu haksızlığın giderilmesi için yine bu kürsüde samimiyetle ayrıntılı bir biçimde konunun
çözümünü açıklamıştır, anlatmıştır ama ne yazık ki her zaman olduğu gibi halkın
sorunlarının reddedildiği, çözümlerinin kabul edilmediği gibi bu öneri de 2009
yılında maalesef reddedilmiş, daha büyük
kanayan yara hâline gelmiştir.
Yine, bu sorunun
çözülmesinden yana olan ve önerilerini her vesileyle -soru önergeleriyle,
gündem dışıyla- Meclisimize getiren ve toplumsal huzursuzluğa ilave, ek
olmaması gayretinde, bu adaletsizliğin giderilmesi gayretinde olan Cumhuriyet
Halk Partisi milletvekilleri Sayın Tekin Bingöl ve arkadaşları tarafından 21
Aralık 2009’da bir yasa teklifi
verilmiştir, daha somutlaştırılmıştır, sorunun çözümü için yardımcı olunmaya
uğraşılmıştır.
Yine, 4 Şubat 2010’da son
derece ciddiyetle bir teklif, yasa teklifi daha hazırlanmıştır. Orada da bu
sorunun ayrıntılı nedenleri, haksızlıkları, hukuki yönü, sosyal ve ekonomik
boyutu ayrıca belirtilerek gerekçelerinde, bu yasanın çıkması için Sayın Oğuz
Oyan ve Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri ciddiyetle, sorumluluk
içerisinde gündeme getirdiği hâlde bir samimi cevap alamamıştır laftan başka.
Bunun dışında, soru önergelerine, ne yazık ki ucundan tutulabilecek ciddi,
gerçekçi yorumlar yapılabilecek rakamlar ve sayılar maalesef Hükûmetimiz
tarafından da -soru önergelerine- böyle bir cevap, ciddi bir cevap
verilmemiştir. Ancak seçim yaklaştığı zaman, 29 Mart seçiminden önce 2007
yılında 218 bin tane işçi alelacele… Pek çok geçici işçi, 4/C de dâhil yıllarca
emek vermiş olmasına rağmen, hepimizi rahatsız eden, sonradan buna oy verenleri
de rahatsız eden, altı ay çalışanları kadroya geçirme konusunda böyle bir
adaletsizlik de yapılmıştır. On beş yıldır geçici çalışanlar kadroya alınmamış
ama altı ay geçici çalışanlar -onun nedeni de o zaman açıklanmıştı-
belediyelere alınanlar hesap edilmiş, altı ay olanlar yabancı olmadığı için,
Hükûmetten yana olduğu için kadroya geçirilmiş 218 bin işçi ama yıllarca 4/C’li
geçici işçiler maalesef yine askıda bırakılmıştır. Bu ve bunun gibi olaylar çok
fazladır.
657 sayılı Yasa’nın o 4/C’si
-eğer yasa geçmişi de- değişiklikten önce bakıldığında “yevmiyeli işçi”
demektedir yani günlük çalışan, ertesi gün çalışıp çalışmayacağı belli olmayan
bir statüdür; sonradan değişmiştir, “geçici işçi” statüsüne alınmıştır. Ancak,
işte görüldüğü gibi, Anayasa’ya aykırıdır, eşitlik ilkesine aykırıdır. Yıllarca
alın teriyle ülke ekonomisine vergisiyle, primiyle katkıda bulunan, üretimiyle
katkıda bulunan, on beş- yirmi yılını veren kalifiye elemanlar işte, bu 4/C
diye yerlerinden edilmiş, -geçici olarak da 4/C’li olarak da alınmıştır- pek
çok tornacı, tesviyeci, kalifiye eleman; bahçıvan olarak, çaycı olarak, açıkça
söyleyeyim, işten ayrılması için baskılar yapılacak, onurunu dahi zedeleyecek
işlerde çalıştırılır hâle gelmiş ama derdini anlatacak yer bulamamışlardır.
Değerli arkadaşlarım, bu
olay, sadece, bizim söylediğimiz, yıllarca sendikaların ve 4/C’lilerin
söylediğiyle sınırlı değildir. Tekel işçileri, o çalıştıkları ve sonradan
özelleştirilen yerlerde belirli kesimler zengin edilirken, oraya yıllarca emek
vermiş insanlar derhâl işten atılır ve 4/C’ye zorlanır hâle gelmiştir.
4/C nedir? 4/C, adaletsizlik,
haksızlık, insanları güç durumda bırakan bir çalışma düzenidir. Kıdem tazminatı
yoktur, emeklilik yoktur, fazla mesaisi yoktur, verilen her işi yapmak
zorundadır, yıllık izni yoktur ve iktidarın söyleyivereceği bir rakamla
yıllarca çalışanların oralarda baskı altında tutularak işten uzaklaştırılması
âdeta zorunlu hâle getirilmiştir.
İşte bu nedenledir ki Tekel
işçilerinin namuslu, haklı mücadelelerinin sonunda Danıştay bir karar vermiş:
“Verilen sürenin durdurulmasına.” Burada umutlu olmamıza rağmen, Hükûmet daha
da aksine davranışlar içerisinde bunu bir fırsat olarak bu yarayı onarma
ihtiyacı hissetmemiş ve dolayısıyla yaşanan diğer şiddet, o çağımıza uygun
olmayan, Türkiye Cumhuriyeti’nin başkentinin ortasındaki herkesin yüreğini
sızlatan olaylar meydana gelmiştir. Danıştayın otuz günlük süreyi uzatması,
durdurmasının sonunda, Anayasa Mahkemesine de bu 4/C konusunu intikal
ettirmiştir.
4/C insanlık dışı bir çalışma
anlayışıdır. 4/C kölelik anlayışıyla istihdam anlayışıdır.
Eğer bir devlet, kendi
çalıştırdığı insanını ekonomik ve demokratik haklarından yoksun bırakıp bu
haksızlığa karşı gelenlere de gazla, biber gazıyla, copla, pis suyla en büyük
şiddeti gösteriyorsa buna söylenecek bir şey yoktur.
Değerli arkadaşlarım, ne
kadar söylersek söyleyelim bugüne kadar pek çok duyarlı milletvekili
4/C’lilerin ailelerinin hangi mağduriyet ve bunalım içinde olduğunu bu kürsüden
getirip anlattılar. Cinnetlerin, intiharların, o yarını ne olacak yaşam
standardından birdenbire ücretlerini düşürerek, sosyal haklarını yok sayarak
geleceğini karartan durumu elbette ciddiyetle ele almak gerekir. Bunların
sayısı artmaktadır. Bakın, “babalar gibi” satmaya devam edeceksiniz. Topun
ucunda şeker işçileri vardır. Binlerce işçi hayatı boyunca çalışmış, verilen
işi günü gününe yapan bu insanları da mağdur etmek için bunun üstünde
inatlaşılmaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ek süre
veriyorum. Tamamlayın lütfen.
M. CEVDET SELVİ (Devamla) –
Ama şunu açıkça söyleyeyim ki, bu baskılar, bu şiddet ne yazık ki, Türkiye’deki
bunalımı artıracak önemli bir boyuta ulaşmıştır. Asgari ücretin durumu
bellidir. Bunlara yapılan iyileştirmeler ortadır, anlam ifade etmemektedir.
O nedenle, bir an önce
Türkiye’de iktidarlar görevlerini yerine getirmek mecburiyetindedir. Sorunları
kangren hâline getirmek, sorunları daha da yaygınlaştırmak yerine çözümü bulmak
zorundadır ama ne yazık ki sadece 4/C değil sekiz yılın muhasebesi yapıldığında
hiçbir sorun -dış ilişkilerden, ekonomik, sosyal, siyasal sorunlara-
çözülememiş, o sorunlar kangren hâline getirilmiş, yeni sorunlar yaratılmıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
M. CEVDET SELVİ (Devamla) –
Biz, bu konuda milletvekillerimizi, iktidar milletvekilleri Anayasa’ya da
intikal eden bu konunun çözümü konusunda eğer daha samimi, gerçekçi davranırsa
ancak bundan memnun olur, teşekkür ederiz, çünkü bu yarayı çözmüş olurlar. Ve
biz, bu önergenin… Tabii ki sınırlı süre içerisinde daha gerçekçi, daha
rakamsal olarak birtakım şeyleri anlatmak mümkün değil, ama istenen nedir? Bu
toplumsal bir yaradır, bu çalışma hayatının yarasıdır, bir partimiz de, bu
konuyu gelin Mecliste, iktidarıyla muhalefetiyle, bu sorunu, bu toplumsal
yarayı çözelim diye Tüzük’ün verdiği bir yetkiyi istemiştir. Gelin, bir
komisyon kuralım, bunu nasıl çözeriz Türkiye'nin gerçekleri içerisinde diye.
Buna her zaman olduğu gibi tepki göstermek, reddetmek yerine bu çalışmaya imkân
verirseniz bundan ancak mutlu oluruz.
BAŞKAN – Sayın Selvi,
teşekkür ediyorum.
M. CEVDET SELVİ (Devamla) –
Biz, bu önergenin lehine oy vereceğiz.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Barış ve Demokrasi
Partisi Grubu önerisinin aleyhinde, Konya Milletvekili Sayın Mustafa Kalaycı.
(MHP sıralarından alkışlar)
MUSTAFA KALAYCI (Konya) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun
4’üncü maddesinin (C) bendi kapsamında çalıştırılan personelin sorunları ve
Milliyetçi Hareket Partisi olarak önerilerimizi ifade etmek üzere huzurlarınızda
bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
10 Nisan Polis Günü. Türk
milletini koruma görevini hiçbir karşı eylem ve tehditten korkmadan canı
pahasına sürdüreceğine duyduğum inançla, Türk polis teşkilatının 165’inci
kuruluş yıl dönümünü en samimi dileklerimle kutluyorum.
10 Nisan 1845 tarihinde
kurulmuş bulunan ve bugüne kadar ülkemizde güvenlik ve düzeni sağlamak ve
korumakla görevli Türk polisi, çok zor çalışma koşullarına karşın halkın gurur
kaynağı olmuştur. Her şeyden önce bir fedakârlık mesleği olan polis
teşkilatımız, hem vatandaşlarımızın can, mal ve namusunun korunmasında hem de
adaletin tecellisinde önemli bir görev üstlenmiştir. Türk polisi bu görevlerini
üstün bir gayretle yerine getirirken bölücü terör örgütleriyle mücadelede de
takdire şayan başarılar elde etmiştir. Polisin bu meşakkatli görevinde en büyük
desteği, milletimizin kendisine olan güven ve sevgisidir.
Bu duygularla, emniyet
teşkilatımızın bugünkü seviyesine gelmesinde emeği geçenlere teşekkür ediyor, bu
vatan ve Türk milleti uğruna canını vermiş aziz şehit polislerimize rahmet,
gazilerimize şükranlarımızı sunuyor ve tüm polis teşkilatına da sevgi ve
saygılarımı sunuyorum.
Değerli milletvekilleri, 657
sayılı Kanun’un 4’üncü maddesinin (C) bendi kapsamında geçici personel
istihdamı bir yıldan az süreli veya mevsimsel hizmetler için öngörüldüğü hâlde,
asli ve süreklilik arz eden kamu hizmetlerinde her yıl yenilenen sözleşmelerle
çalıştırılan geçici personel, geçici olmaktan uzaklaşmış, sürekli istihdam edilir
hâle gelmiştir. Mevcut uygulama kanunun lafzına da ruhuna da aykırıdır.
4/C mağduru arkadaşların
hangi hizmetlerde çalıştıklarını siz de biliyorsunuz. İçinizde 4/C’lilerin
geçici hizmetlerde, mevsimsel hizmetlerde çalıştırıldığını iddia edebilecek bir
milletvekili var mı? Bu arkadaşların hepsi devletin asli ve süreklilik arz eden
hizmetlerini ifa etmektedir. Bu nasıl geçicidir? Üç yıldır gerek Plan ve Bütçe
Komisyonunda gerekse Genel Kurulda yaptığım konuşmalarda ilgili bakanlarımıza
ve kurumlarımıza soruyorum, ama cevap alamadım. Allah aşkına, bu insanlar bu
statüde çalışarak emekli oluyor, buna nasıl “geçici” diyebiliyorsunuz? AKP
Hükûmetinin yaptığı uygulama açık bir biçimde kanuna aykırıdır. Hukuka aykırı
uygulamanın yanında, bu insanlar, 4/C mağdurları kamuda çalışan emsallerinin
sahip oldukları mali ve sosyal haklara sahip olmaksızın düşük ücretli istihdama
zorlanarak yıllardır mağdur edilmektedir. Şimdi soruyorum: Hani eşit iş yapana
eşit ücret verecektiniz? Hani ücret reformunu, personel rejimi reformunu
gerçekleştirecektiniz? Tam yedi buçuk yıl oldu, maalesef bugüne kadar bu konuda
hiçbir adım atmadınız. Bu arkadaşlar 4/C mağdurları olarak anılmaktadır. AKP
hükûmetlerinin yaptığı uygulama hukuka da vicdana da insafa da sığmamaktadır.
AKP Hükûmeti Tekel
işçilerinin haksız olduğunu ileri sürmüştür. Haksız olan bir insan bu kadar
tepki verebilir mi? Hakkını aramayan biri bu kadar zulme, eziyete katlanabilir
mi? Haklarını arıyorlar, haklarını alabilmek için de her şeye katlanıyorlar. Siz işçilere eziyet etmekten, acı
çektirmekten zevk mi alıyorsunuz? Siz Danıştayı, işçileri suçlayacağınıza,
Tekelin içki bölümünün deposundaki mallarından düşük bir fiyatla konsorsiyuma
nasıl devredildiğinin, o konsorsiyumun, söz konusu bölümü 518 milyon dolar
havadan kazançla bir Amerikan şirketine nasıl sattığının, Tekelin bütün
birimleriyle yabancılara devredilmiş olmasının ve ardından sigara
fabrikalarının kapanışına seyirci kalmanızın bir hesabını verin. Daha bu yılın
başında ithal tütün ve sigaradan alınan fonu kaldırıp, yabancı şirketlere nasıl
kaynak aktardığınızın, yerli üreticiyi nasıl perişan ettiğinizin öncelikle bir
hesabını verin.
Değerli milletvekilleri,
Milliyetçi Hareket Partisi olarak, daha önce bazı torba kanunlarda ve bütçe
kanunlarıyla ilgili görüşmelerde sürekli önergeler verdik. Bu önergelerimizle,
657 sayılı Kanun’un 4’üncü maddesinin (C) fıkrası kapsamında sözleşmeyle
çalıştırılan mevcut geçici personelin durumlarına uygun memur ya da işçi
kadrolarına atanmalarını teklif ettik.
Ayrıca, bu statüde çalışan
mevcut personele durumlarına uygun kadroya atama yapılıncaya kadar kamu
kurumlarında çalışan emsallerine ödenen aylık ek gösterge ve tazminatlar dâhil
ele geçen ücretleri almaları hususunu teklif ettik ancak AKP Grubunun oylarıyla
reddedildi.
Yine aynı konuda verilmiş
kanun teklifleri var, Milliyetçi Hareket Partisi olarak verdiğimiz kanun
teklifi var; komisyon gündeminde görüşülmeyi beklemektedir. Milliyetçi Hareket
Partisi olarak verdiğimiz kanun teklifi şu an elimde. 12 Ocak 2010 tarih, 2010/4965
sayı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bu kanun teklifini verdik.
Bu kanun teklifinde öngördüğümüz hususları kısaca ifade etmek istiyorum:
Öncelikle bu “4/C fıkrası”
dediğimiz 657 sayılı Kanun’un 4’üncü maddesinin (C) fıkrası hükümlerinin
yürürlükten kaldırılmasını teklif ettik. Bu yürürlükten kaldırıldıktan sonra da
geçici personelin bir yıl içerisinde durumlarına uygun memur ya da işçi
kadrolarına atanmalarını teklif ettik, ayrıca bunlara da yeni kadrolara
atanıncaya kadar emsallerine ödenen ücretlerin ödenmesini öngördük.
Esasen bu uygulamaya
baktığımız zaman, 2004 yılı öncesi 657 sayılı Kanun’un 4/C maddesi hükümlerine
göre geçici personel çalıştırmanın sık uygulanan bir çalışma statüsü olmadığı,
çok az sayıda ve özellik arz eden kısa süreli bazı işlerde uygulandığı
anlaşılmakta. Günümüzde hizmet alımı uygulaması geniş bir alana yaygınlaşmış
olup ortaya çıkabilecek geçici işler için böyle bir uygulama yapılabileceği
düşünülmektedir. O nedenle 657 sayılı Kanun’un 4’üncü maddesinin (C) fıkrası
hükümlerine ihtiyaç kalmadığını düşünüyoruz. Bu nedenle bu fıkranın yürürlükten
çıkarılmasını kanun teklifimizde öngörüyoruz.
Değerli milletvekilleri, AKP
İktidarı döneminde kamu yönetiminde kadrolaşma, kayırmacılık, yolsuzluk ve
yozlaşma anlayışı hâkimdir. Kamu kurumlarına müdahale edilerek kamu yönetimi
geleneği yok edilmiş, kamu yönetimi, kurum, kural ve çalışanlar bakımından her
yönüyle tahrip edilmiştir. Bugüne kadar kamu yönetimi alanında yapılan, kamu
yönetiminde birlik ve bütünlük ilkesinden tamamen uzak, temel dengeleri tahrip
eden, eşitliği zedeleyen, adaletsizliğe yol açan düzenlemelerdir. Yedi yıldır
Hükûmet, hatta yedi buçuk yıldır Hükûmet, bir yandan kamu yönetimindeki
dengesizlik, verimsizlik ve kalitesizlikten, bürokratik oligarşiden şikâyet
etmiş, bir yandan da bu düzensizlikleri gidermek yerine kullanmak, bu yolla
kayırmacılık yapmak tercih edilmiştir. Kamu hizmetine girişte liyakati ve
hakkaniyeti temin maksadıyla çıkarılan merkezî sınav ve görevde yükselme
uygulaması subjektif değerlendirmelere açık hâle getirilmiş, ana sistemden
uzaklaşılarak sözleşmeli ve geçici istihdam yöntemleri, amacı dışında,
istenilen kişiyi işe yerleştirme aracı olarak kullanılmıştır.
Kamu yönetimindeki yolsuzluk
ve yozlaşma büyük boyutlara ulaşmış, işler çoğu zaman meşru zeminde yürür hâle
gelmiştir. Hükûmetin vücut dilinden anlamayan personel taciz edilmiş, yıldırma
politikası uygulanmıştır. Terfilerde kayırma esas olmuş, hizmet ihtiyacına
bağlı olmaksızın çok sayıda yeni personel alınmış ve idari görevler siyasi
yandaşlarla doldurulmuştur.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ek süre
veriyorum, tamamlayın lütfen.
MUSTAFA KALAYCI (Devamla) –
Değerli milletvekilleri, tabii, bir araştırma açılması teklifi var. Yalnız,
konu o kadar açık ki yani verdiğimiz iki maddelik kanun teklifi bu sorunu
çözecek niteliktedir. Ayrıca, araştırma yaparak zaman kaybına meydan vermemek
açısından, bir an önce, komisyonda gündemde bekleyen Milliyetçi Hareket Partisi
kanun teklifinin, 4/C’li mağdurların durumlarına uygun memur ve işçi
kadrolarına alınmasını öngören kanun teklifimizin hızla komisyonda görüşülüp
Genel Kurula indirilmesiyle ve sizlerin vereceği destekle bu sorunun
çözüleceğine yürekten inanıyorum. Bu vesileyle desteklerinizi bekliyorum.
Hepinizi saygılarımla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Kalaycı.
Grup önerisini oylarınıza
sunuyorum…
III.- YOKLAMA
(CHP sıralarından bir grup
milletvekili ayağa kalktı)
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul)
– Toplantı yeter sayısı istiyoruz.
BAŞKAN – Yoklama talebi
vardır.
Sayın Kılıçdaroğlu, Sayın
Selvi, Sayın Aslanoğlu, Sayın Oksal, Sayın Öğüt, Sayın Köse, Sayın Arat, Sayın Çakır,
Sayın Yalçınkaya, Sayın Barış, Sayın Tütüncü, Sayın Paçarız, Sayın Diren, Sayın
Bingöl, Sayın Seçer, Sayın Hacaloğlu, Sayın Aydoğan, Sayın Ünsal, Sayın
Karaibrahim, Sayın Günday, Sayın Altay.
Yoklama için üç dakika süre
veriyorum ve süreyi başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama
yapıldı)
BAŞKAN - Toplantı yeter
sayısı yoktur.
Birleşime on dakika ara
veriyorum.
Kapanma
Saati:15.02
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.17
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Harun
TÜFEKCİ (Konya)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 84’üncü Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
III.- YOKLAMA
BAŞKAN – Barış ve Demokrasi
Partisinin, İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş önerisinin oylanmasına
geçmeden önce istem üzerine yapılan yoklamada toplantı yeter sayısı
bulunamamıştı.
Şimdi elektronik cihazla
tekrar yoklama yapacağım.
Yoklama için üç dakika süre
veriyorum ve yoklamayı başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama
yapıldı)
BAŞKAN – Toplantı yeter
sayısı vardır.
VIII.- ÖNERİLER
(Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
1.- (10/449)
esas numaralı Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin Genel Kurulun
8/4/2010 Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi (
Devam)
BAŞKAN – Öneriyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri reddedilmiştir.
Milliyetçi Hareket Partisi
Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup
işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.
2.- (10/489) esas
numaralı Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin Genel Kurulun
8/4/2010 Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi
Tarih: 08.04.2010
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu'nun 08.04.2010
Perşembe günü (bugün) yaptığı toplantısında, Siyasi Parti Grupları arasında
oybirliği sağlanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisinin İçtüzüğün 19 uncu
Maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.
Saygılarımla.
Mehmet
Şandır
Mersin
MHP
Grup Başkanvekili
Öneri:
Türkiye Büyük Millet
Meclisinin Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair
Öngörüşmeler kısmında yer alan 10/489 esas numaralı, "Emniyet Teşkilatı
mensuplarının çalışma şartlarındaki ve özlük haklarındaki sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla"
Anayasanın 98. ve İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince Meclis araştırması
önergelerinin görüşmelerinin Genel Kurulun 08.04.2010 Perşembe günkü
birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN – Milliyetçi Hareket
Partisi grup önerisinin lehinde ilk söz, Mersin Milletvekili Sayın Behiç
Çelik’e aittir.
Buyurun Sayın Çelik. (MHP
sıralarından alkışlar)
BEHİÇ ÇELİK (Mersin) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu tarafından
(10/489) esas numaralı emniyet teşkilatı mensuplarının çalışma şartları ve
özlük hakları sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılması için söz almış
bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Kahraman Türk polisi, kuruluş
tarihi olan 10 Nisan 1845’ten bu yana ülkenin dirlik ve düzeni, huzur ve
güveni, asayişin temini bakımından oldukça önemli hizmetler ifa etmiş, savaşta
cephede savaşmış, terör, isyan ve ayrılıkçılık hareketlerinde antiterör mücadelesini
yürütmüş, suç ve suçlu ile canını dişine takarak mücadele vermiş, bunu yaparken
de şehitler ve gaziler vermiş bir ocağın mensuplarıdır. Polis marşında dediği
gibi: “Hudutta ordu bekler, dahilde biz bekleriz. Biz kanunu, rejimi koruyan
polisleriz.”
Değerli milletvekilleri, Türk
polis teşkilatı 165 yıldır ülkesine ve milletine çok zor şartlar altında
şerefle hizmet etmektedir, etmiştir. Geçen zaman içerisinde hizmet kalitesinin
ve eğitim seviyesinin yükselmesi amacıyla Polis Akademisine bağlı Güvenlik Bilimleri
Fakültesi kurulmuştur. Polis okulları iki yıllık meslek yüksekokulu hâline
dönüştürülmüştür. Bugün polisimizin
yüzde 70’inin eğitim seviyesi üniversite düzeyine gelmiştir. Bu, çok
sevindiricidir. Mevcut polislerimizin yüzde 1’i ortaokul, yüzde 21’i lise,
yüzde 52’si ön lisans ve yüzde 26’sı ise lisans mezunu durumuna gelmiştir.
Devletimizin en köklü kuruluşundan olan polis teşkilatımız bugün 200 bini aşan
personeliyle ülkemizin huzur ve güvenliği için çalışmalarını başarıyla
sürdürmektedir.
Avrupa ülkelerinde ortalama
250 kişiye bir 1 polis düşmektedir. Ülkemizde ise bu rakam 313’tür. Emniyet
teşkilatımızın da hedefi, 250 vatandaşımıza 1 polis düşmesi şeklinde
kadrolaşmaktır. 20 bini İstanbul için olmak üzere 45 bin polisin derhâl
alınmasında, güvenliğimiz açısından fayda mülahaza etmekteyiz.
Avrupa Birliğine giriş
sürecinde polisin ve jandarmanın temel insan haklarına saygılı, nezarethane
koşullarının mümkün olduğunca iyi, sanık haklarının gözetiliyor olması önemli
bir gelişmedir ancak bu iyi uygulamaların devamı istenirken âdeta suçluyu daha
güçlü konuma getirme çabaları, asayişsizliğin özendirilmesi, devlete olan güven
duygusunun sarsılması, bilinçli olarak, gelen her AB heyetinin soluğu hassas
bölgelerde alması polisin göreve olan aşkının şiddetini azaltmakta ve
maneviyatını bozmaktadır.
İğneyi başkasına çuvaldızı
kendimize batırırsak, teşkilat içerisinde çok az da olsa çürük elmaların olduğu
da bir gerçektir. İmajı ve makamı koruma telaşında olan birtakım amirler,
teşkilatın yetki, imkân ve gücünü tehlikeli bir şekilde dönüştürmeye tevessül
edebiliyorlar. Bu sebeple disiplinsizlik egemen olmaya başlıyor. Disiplinsiz ve
keyfî polis, hukuk devleti için en büyük tehdit unsuru hâline gelebiliyor.
Bunların önlemi de derhâl alınmalıdır.
Değerli milletvekilleri,
polisin moral, etik, insani değerleri yüceltilerek güç kullanma yetki ve
imkânları artırılmalıdır. Polis, Türk devletinin varoluş simgesidir. Asla
caydırıcılığı gölgelendirilmemelidir. Gerek Ceza Kanunu gerek Ceza Muhakemeleri
Kanunu ile polisin elinden alınan yetkiler tekrar verilmeli, önleyici zabıta
güç ve kudreti sağlanmalıdır.
Soruşturma ve kovuşturmada
şahsi kusur dışında polise mutlaka sahip çıkılacak sistemler kurulmalıdır.
Polisin maaş imkânları artırılmalı, polis çocuklarının okumalarında kolaylıklar
sağlayacak düzenlemeler yapılmalıdır.
Arkadaşlar, polis gerek
önleyici ve gerekse adli görevler yapar. Kamu düzenini bozucu bir suç
işlendiğinde adli polis delilleri toplamak, suç işleyen şahısları yakalamak,
cumhuriyet savcısı adına soruşturmayı yürütmek ve suçluları adalete teslim etmekle mükelleftir.
Nitekim 2559 sayılı Kanun da bu keyfiyeti düzenlemektedir.
Sosyal ve genel düzenle
ilgili kanun, nizam ve emirlerin yapılmasını sağlayan, suçu oluşundan evvel
önleyici tedbirleri alan polis ise önleyici polistir, idari polistir. İdari
kolluğun en belirgin özelliği önleyici nitelikte olmasıdır. İdare, kanunların
suç saydığı fiillerin oluşmaması için önceden bazı önlemler alır ve uygular,
emir ve yasaklar koyar, gerektiğinde kuvvet kullanarak bu faaliyetleri
engeller. İdari kolluk, kural olarak suçluları izleyici, delilleri toplayıcı
değil; düzenleyici, önleyici ve durdurucudur.
Değerli milletvekilleri,
İçişleri Bakanlığına bağlı olmasına rağmen Emniyet Genel Müdürlüğünün ayrı bir
bütçeye sahip olması teşkilata verilen önemin bir göstergesidir. Kurumsal
gelişim için gösterilen çabalar, polisimizin çalışma koşulları ve aldıkları ücrete
maalesef yansımamaktadır. Polisimiz diğer devlet memurlarından daha fazla
çalışmaktadır ve ne taşıdığı riskin ne de verdiği hizmetin karşılığını tam
olarak alamamaktadır. Polislik zorlu ve sıkıntılı bir meslektir, risk
mesleğidir. Bu sebeple son on yılda 276 polisimiz ne yazık ki intihar etmiştir;
102 polis şehit olmuş, toplam 1.556 polis görev sırasında veya görevin
yarattığı meslek hastalığından vefat etmiştir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Başbakan tarafından 2007 yılı genel seçimleri öncesi maaş
artışlarıyla ilgili polislerimize söz verilmiştir. Üzülerek söylüyorum, şu ana
kadar, 2007’den bu yana polisimizin maaşında ve özlük haklarında kayda değer
bir gelişme olmamıştır.
Ülkemizde cezaevlerinin 100
bini aşan rakamla son otuz yıldaki en yüksek doluluk oranına ulaşmış olması da
ayrıca dikkat çekicidir. Bu durum polisimizin suça karşı etkin mücadelesindeki
başarısını göstermekle birlikte, bu rakamların AKP İktidarının ekonomide
basiretsiz politikalarının sonucunda ekonomik sıkıntılar içerisinde suç
işlemeye yönelinmesi bir etkendir. AKP’nin ekonomide çeteleşme, kayırmacılık,
soygun, vurgun, talan, yolsuzluk gibi toplumsal vahamet yansımaları bunun en
önemli sonucudur.
Arkadaşlar, öte yandan,
özellikle büyük kent merkezleri ve bilhassa Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da terör
faaliyetlerinde görülen artış yine AKP’nin iç ve dış güvenlik politikalarında
ve işbirlikçi politikalarının bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. AKP’nin
takip ettiği yanlış güvenlik politikaları bir yandan Türk milletinin millî
birliğini zedelerken, diğer taraftan da terör eylemlerinin tırmanmasına
elverişli iklimi oluşturmuştur. MHP olarak büyük Türk milletine kurulan tuzağın
farkındayız.
Değerli milletvekilleri, tüm
bu tablolara rağmen, karanlık tabloya rağmen, yinelersem, Başbakan tarafından
söz verilmesine rağmen, polisimizin özlük hakları, çalışma saatleri ve
koşulları gibi alanlarda diğer devlet memurlarına sağlanan imkânlar mutlaka
sağlanmalıdır. İktidarın polise verdiği söz havada kalmasın. Namusumuzu,
canımızı emanet ettiğimiz polisimizi ortada bırakmayalım, yoksa yanlış yapmış
oluruz.
Emniyet teşkilatı gece
gündüz, üstün gayret ve fedakârlıklarla çalışmasına rağmen, özlük hakları
maalesef, tekrar ediyorum, iç açıcı değildir. Polisler 657 sayılı Kanun
kapsamında özlük haklarından yararlanmakta ama diğer memurlardan…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ek süre
veriyorum, tamamlayın lütfen.
BEHİÇ ÇELİK (Devamla) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
…çok zor ve riskli bir görev
yapmaktadır. Bu itibarla emniyet müdürleri olsun, diğer emniyet görevlileri
olsun kendileriyle eş değer diğer kamu görevlilerine eşit maaşa kavuşturulması
gerekmektedir. Özellikle emniyet mensuplarının, emeklilerinin aldığı emekli
maaşının yüzde 40 oranında, emekli olunca, asli maaşından daha az olduğunu
görmekteyiz.
Bu duygularla, sayısı 200
bini geçen emniyet teşkilatımıza saygılar sunuyoruz, 10 Nisan Polis Günü’nü
kutluyoruz ve Meclis araştırma önergemizin yüce heyetinizce kabulünü arz ve
talep ediyoruz. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Teşekkür ederim. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Çelik.
Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu önerisinin aleyhinde Malatya Milletvekili Sayın Öznur Çalık. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
ÖZNUR ÇALIK (Malatya) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; kahraman polis teşkilatımızın kuruluşunun
165’inci yıl dönümü ve Polis Haftası nedeniyle şahsım adına söz almış
bulunuyorum. Konuşmama başlamadan önce yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Polis teşkilatımız kendisini
sürekli geliştirerek çağın gereksinimlerine uygun biçimde kendini yenilemiş ve
bugün uluslararası alanda saygı duyulan bir teşkilat hâlini almıştır. Asya ile
Avrupa arasında bir köprü vazifesi gören ülkemizin karşılaştığı, başta terör
olmak üzere, yasa dışı pek çok sorunla mücadelede tecrübeli idarecilerimiz ve
teşkilatıyla sayısız başarılara imza atmıştır polis teşkilatımız. Yine polis
teşkilatımız, ülkemizin eğitim düzeyine uygun olarak eğitim çıtasını çok ciddi
manada yükseltmiştir. 1913 Polis Nizamnamesi’ne göre polis adayının seçiminde
okuma ve yazmasının olması, yazısının okunaklı olması, imlasının düzgün olması,
okuduğunu anlayacak ve tekrar edecek zekâ gücüne sahip olması özelliği
aranmaktaydı. Şimdi ise yüksekokul şartı aranmaktadır.
Değerli milletvekilleri,
Emniyet Genel Müdürlüğümüz bugünkü yapısıyla 81 il emniyet müdürlüğü, 408 ilçe
emniyet müdürlüğü, 476 ilçe emniyet amirliği, 1.313 adet polis merkeziyle,
kendi görev alanlarında yaklaşık 210 bin personeliyle iç güvenlik hizmeti
sunmaktadır.
Polisimizin ihtiyacının
karşılanmasına yönelik olarak AK PARTİ İktidarları döneminde çok önemli adımlar
atıldı. Bu bağlamda, polis teşkilatının hizmet öncesi ve hizmet içi
eğitimlerine büyük önem verdik. Polis meslek yüksekokullarının sayısını
artırdık. Ayrıca, dört yıllık fakülte mezunlarının altı aylık eğitimden sonra
polis memuru olarak teşkilata katılmasını sağlayan yasal düzenlemeyi yaptık. Bu
amaçla 9 polis meslek eğitim merkezi açtık. Polis meslek eğitim merkezi
müdürlüklerinden bugüne kadar 14 bin dolayında polis memurumuz mezun olmuştur.
Polis okullarının polis
meslek yüksekokullarına dönüştürülmesi ve üniversite mezunlarının polis meslek
eğitim merkezlerine alınmasıyla üniversite mezunu polis memurlarımızın oranı
teşkilatta yüzde 75’e ulaşmıştır.
Geçtiğimiz yıl iki yüz elli
farklı konuda düzenlenen hizmet içi eğitim faaliyetlerine yaklaşık 100 bin
polisimiz katılmış ve bu, her yıl devam etmektedir.
Dış temsilciliklerimizin
koruma misyonlarında, Birleşmiş Milletlerin barış misyonlarında, Avrupa Güvenlik
ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) gibi çeşitli görevlerde 730 bin polisimiz
ülkemizi başarıyla uluslararası alanlarda temsil etmektedir. Bununla beraber,
polisimiz, suçla mücadeledeki etkinlik ve başarısını uluslararası eğitimlerle
diğer ülke polis teşkilatlarına da aktarmaktadır. Gerek hizmet öncesi gerek
hizmet içi eğitimlerle öyle bir noktaya ulaşıldı ki, bugün polisimiz birçok
yabancı ülke polisini eğitir düzeye gelmiştir.
2008 yılı içerisinde 16
ülkeden 1.621 yabancı ülke polisine kendi ülkelerinde eğitimler verilmiştir.
Ayrıca, yine bu yıl içerisinde 19 ülkeden 646 yabancı ülke polisi ülkemizde
Türk polisi tarafından eğitilmiştir. Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri
Fakültemizde hâlen 20 ülkeden 291 yabancı uyruklu öğrenci eğitim görmektedir ve
biz, polis teşkilatımızın bu uluslararası imajı ve prestijiyle gerçekten
övünüyoruz.
Kıymetli arkadaşlar, büyük
fedakârlıklarla hizmet sunan emniyet mensuplarımıza sağladığımız imkânların
onların çabalarının tam karşılığı olmadığını tabii ki biliyoruz. Geçtiğimiz
süreçte, Hükûmetimiz döneminde bazı iyileştirmeler yapılmış olmakla birlikte
bunun da yeterli olmadığını tabii ki biliyoruz. Yine, imkân ve fırsatlar
elverdiğinde bu konuda Hükûmet olarak, AK PARTİ İktidarı olarak gerekenin
yapılacağından hiç endişeniz olmasın.
Nitekim, 2008 yılı içerisinde
yapılan ayarlamalarla, polis memurlarımız -yeni atamayla, memur maaşlarına-
yaklaşık 2 milyon maaş almaktadır. Diğer yandan, TOKİ Başkanlığıyla imzalanan
protokol gereği, 2005-2008 yılları arasında, Doğu ve Güneydoğu Anadolu
Bölgeleri ağırlıklı olmak üzere, 6.658 adet lojman teslim edilmiştir. Emniyet
personelimize, yine TOKİ aracılığıyla lojmanları tahsis ederek hizmet
sunmaktayız. TOKİ’nin bu konudaki çalışmaları artarak devam etmektedir.
Yine, iç güvenlik hizmetlerinde
teşkilatlarımızın modernizasyonunu, en son araç gereçleri ve teknolojiyi
kullanmasını çok önemli görüyoruz. Ama modernizasyonu sadece araç ve gereçle ve
binayla değil, bu modernleşme sürecinde zihinsel dönüşümün aktif rol almasını
da gerekli görüyoruz. Güvenlik alanında olması gereken zihinsel dönüşümün en
önemli noktası da “hukukun üstünlüğü” ilkesinin benimsenmiş olmasıdır. Bununla
birlikte sivil katılım ve denetime açıklık, şeffaflık, hesap verilebilirlik
gibi çağdaş niteliklere sahip bir güvenlik teşkilatı oluşturmayı da amaç
edindik. Bu vesileyle de teşkilatımıza tekrar teşekkürlerimizi ve
şükranlarımızı sunuyoruz.
Polis ihtiyacının
karşılanmasına yönelik olarak AK PARTİ döneminde, İktidarımız döneminde yine
çok önemli atılımlar yaptık. Bu yapılan atılımlar ve çalışmalarla birlikte,
verilen bu önergenin aleyhinde söz almış olmamla birlikte bizim bu çalışmaları
memnuniyetle desteklediğimizin ve ileriye dönük yapılacak polis memurlarımızın
ve emniyet teşkilatımızın özlük haklarının iyileştirilmesiyle ilgili olarak
çalışmalarımızın devam edeceğinin bilinmesini gönülden arzu etmekteyiz.
Ayrıca, teknoloji olarak yine
MOBESE sisteminin bütün şehirlerimizde yaygınlaştırılması yönündeki
çalışmalarımız da hızla devam etmektedir. MOBESE sistemimiz özellikle turizm
bölgelerimizdeki ilçelerimize çok ciddi ve çok güçlü hizmetler sunmaktadır.
Yunuslarımız çok önemli
hizmetleri milletimize sunmaktadır.
Canıyla, malıyla ülkeye
fedakârlıkta bulunan emniyet teşkilatımızın yapmış olduğu mücadeleyi hepimiz
takdirle karşılamaktayız. Bu vesileyle, bu önergenin aleyhinde olmakla
birlikte, bir kez daha emniyet teşkilatımızın vermiş olduğu mücadelede biz
bütün emniyet mensuplarımıza teşekkürlerimizi sunuyoruz. Halka hizmet aşkıyla
gece-gündüz demeden görev yapan, çağın teknolojilerine uyum sağlayan, yenilikçi
vizyonuyla daima daha iyi hizmet verebilmenin gayreti içerisinde olan,
canımızı, malımızı ve sevdiklerimizi emanet ettiğimiz, huzur ve güvenliğimizin
savunucu Türk polis teşkilatının kuruluşunun 165’inci yıl dönümünü en içten
dileklerimle kutluyorum.
Bu vesileyle, görevi başında
şehit olan polislerimizi bir kez daha minnet ve şükranla anıyorum. Suçluların
amansız takipçisi, günün yirmi dört saatinde, günün her saatinde karşı karşıya
kaldığımız ve canımızı, malımızı emanet ettiğimiz bu halkın dostu
polislerimizin 165’inci kuruluş yıl dönümünü bir kez daha kutluyorum ve
polislerimize en derin saygılarımı sunuyor, yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN -
Teşekkür ederim Sayın Çalık.
Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu önerisinin lehinde Malatya Milletvekili Sayın Mevlüt Aslanoğlu. (CHP
sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Aslanoğlu.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket
Partisinin, Polis Günü dolayısıyla verdiği bu araştırma önergesinde grubum
adına söz almış bulunuyorum. Öncelikle, tüm polislerimize başarı dileklerimizi
iletiyoruz, tüm polislerimize sağlık ve sıhhat dileklerimizi iletiyoruz ve
görevi başında şehit olan polis arkadaşlarımız yüce Tanrı’dan rahmetler
diliyorum.
Değerli arkadaşlarım, tabii,
polis teşkilatımızın 165’inci yıl dönümü. Öncelikle polis teşkilatımızın
huzurlu ve mutlu olması lazım ki, vatandaşımız da huzurlu ve mutlu olsun.
Değerli arkadaşlarım, can
güvenli ve mal güvenliği, yani can güvenliği, vatandaşın can güvenliği,
vatandaşın mal güvenliği; bu, çok önemli bir olgu. Tabii, ülkemizde bunu temin
etmekte en etkin görev yapan insanlar polis teşkilatımız. Polis teşkilatına
vatandaş inanmalı, vatandaş polisine inanmalı ve eğer vatandaş polis
teşkilatına inanıyorsa, polis teşkilatının ülkede huzuru, ülkedeki can ve mal
güvenliğini yansız, tarafsız ve yasaların emrettiği şekilde yaptığına inanırsa,
o ülkede huzur ve mutluluk mutlaka olur. Öncelikle, vatandaşın can ve mal
güvenliğinin en büyük sigortası olan polis teşkilatımızın mutlaka bu yapıda
olması lazım. Hepimizin, bu ülkede yaşayan herkesin can güvenliği, bu ülkede
yaşayan herkesin mal güvenliğini eşit koşullarda yansız ve tarafsız sağlamak
polis teşkilatımızın birinci görevidir. Bu bir kere olmazsa olmazdır. Eğer
vatandaş, polis teşkilatımızın yanlı ve taraflı olduğunu hissederse o ülkede
can ve mal güvenliğinin temininde sorunlar doğar değerli arkadaşlarım.
Değerli arkadaşlarım, tabii
mutlaka polis teşkilatı bu yapıda olmalı ama bunu yaparken polis teşkilatımızın
da polis arkadaşlarımızın da özellikle ekonomik ve can güvenliklerinin mutlaka
olması lazım. Aynı şekilde, ekonomik bağımsızlığı olmayan bir teşkilata, can
güvenliği olmayan bir teşkilata bir şekilde her türlü riske karşı yaptığı
görevde, canını her türlü riske atarak yapılan görevde mutlaka polislerimize
her türlü olanak ve imkânları vermeliyiz. Bu nedenle değerli arkadaşlarım,
başta polislerimizin ücreti konusunda sorun vardır, dert vardır, bunu herkes
böyle bilsin, hiç kimse “Bu böyledir.” demesin.
Bir kere polis teşkilatımızın
yaptığı göreve karşı, yaptığı mesaiye karşı aldığı fazla mesai ücreti son
derece yetersizdir. Mesai günü yok, haftanın yedi günü çalışıyor! Hangi saatte
nerede olacağı belli değil. Hangi saatte nerede olacağı, nerede görev yapacağı
belli değil. “Haydi şurada sorun var, şurada maç var, şurada toplumsal olay
var.” diye hiçbir gün evinde yatamayan polis arkadaşlarımızın bu emeğinin
hakkını biz veremiyoruz arkadaşlar. Özellikle fazla mesai konusunda verilen
aylık 180’le 210 lira arasındaki bir ücret… Polis arkadaşlarımızın Devlet
Memurları Kanunu’ndaki… Devlet memuru haftada kırk saat çalışıyor ama polis
arkadaşlarımızdan haftada seksen saat çalışan polis arkadaşlarımız var. Verilen
200 lirayla 180 lira arasındaki bir fazla mesai ücreti arkadaşlar, onların
emeklerine karşı değildir, bir kere bunun altını çizelim. İki, tabii bunun
getirdiği başka bir sorun var. “Tazminat” dediğimiz olgular maaşa yansımıyor.
Belki şu anda çok yetersiz olan ücret birimi emekli olduğu zaman bir faciaya
dönüşüyor arkadaşlar. Çünkü emekli maaşları düşük, tazminatları yetersiz. Bu
tazminatları yetersiz olmasına rağmen, maaş kısmına girmediği için,
emekliliklerinde, polis arkadaşlarımızın ve emniyet müdürü arkadaşlarımızın
emekliliklerinde çok önemli bir şekilde emeklilik maaşları çok geriye düşüyor.
Çünkü niye? Verilen çok yetersiz olsa da bu tazminatlar maaş kısmını
kapsamadığı için, tazminat kısmı olduğu için, onlar emekli maaşlarının
hesaplanmasında dikkate alınmadığı için emekli olan bir polis arkadaşımızın
aldığı emekli ücreti çok çok çok komik duruma düşüyor. Bu nedenle,
arkadaşlarım, özellikle polis arkadaşlarımızın emeklilikleri de dikkate
alınarak şu anda verilen tazminatların, yetersiz tazminatların önemli bir
kısmı, tazminat olarak, maaş olarak ilave edilerek özellikle emekliliklerinde
bunun dikkate alınmasında büyük yarar var.
Değerli arkadaşlarım, bir
başka konu, tabii, polis arkadaşlarımızın, emniyet teşkilatımızın mutlaka araç,
gereç; modern araç, çağdaş araç gereçlerin… Mutlaka onlara bir şekilde her
türlü olanağı ve imkânı vermek zorundayız. Çünkü can ve mal güvenliğinin
korunmasında, kollanmasında eğer araç ve gereç olanağı varsa, teknolojik araç
ve gereçleri bu arkadaşlarımıza verebiliyorsak suçluların yakalanmasında son
derece başarılı…
Bu ülkede, arkadaşlar,
suçluyu hiç kimse koruyamaz. Eğer biz bu ülkede suçluyu korur ve kollarsak bu
ülkede her türlü sorun doğar. Bu nedenle, suçu kim işliyorsa, suçu kim yapıyorsa
polis teşkilatımızın hiç kimseyi ayırmadan suçluyu suçlu gibi görerek herkese
eşit muamele yapıyorsa o zaman emniyetimizin çok başarılı olduğunu anlarız.
Arkadaşlar, hiç kimseyi korumak, kollamak bu ülkede, hukuk devletinde kimsenin
haddi değildir. Eğer hukuk devletiysek, suçluyu suçlu olarak görüyorsak,
suçluyu korursak, kollarsak yarın daha büyük bir şekilde başımıza felaketler
gelir. Bu nedenle, hukuk devletinde suçlu suçludur, kim olursa olsun ne olursa
olsun. Bu nedenle, polis teşkilatımızın kendinden emin, gücünü sadece
yasalardan alan, gücünü kimseden almayan, gücünü yasalara dayandıran ve onları
sadece yasaları uygulayan insan olarak görürsek hepimizin buna saygı duyması
lazım. Kim olursa olsun, yasayı uygulayan polis arkadaşlarımıza saygıyı göstermek
hepimizin görevidir.
Ben şahsen, trafik polisine
yakalandığımda, eğer radara düşmüşsem, vatandaşım, gidiyorum, önümü ilikliyorum
“Ben de suç işledim.” diyorum. Orada vatandaşlar bekliyorsa, onlar eğer radara
yakalandı ise, ceza ödeyecekse benim onlardan farkım yok ki. Önümü ilikliyorum
“Ben de radara düştüm.” diyorum ve görevimi yapıp çıkıyorum. Yani, benim
korunmam, milletvekili olmam hiçbir şey ifade etmez, suçsa suç işlemişimdir.
Eğer vatandaşa ceza kesiyorsa ben de o cezayı ödemek zorundayım.
Bu nedenle, biz olaya böyle
bakarsak, suçluya eşit bir şekilde davranırsak, bir şekilde ve polis
arkadaşlarımız da suçluyu suçlu olarak gören herkesi cezalandırıyorsa, onlara
eşit muamele yapıyorsa, onlara saygı duymak lazım. Ama, kişileri ayırıyorsa…
MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) –
Savcılara yazmıyor, ne olacak? Savcılara yazmıyor, hâkimlere yazmıyor, ne
olacak o zaman?
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - Ben görüşümü söylüyorum, ben bir vatandaşım, vatandaşla benim
farkım yoktur. Vatandaşla benim farkım yoktur, ben bir vatandaşım, ceza
işlediysem cezamı öderim. Benim etik görüşüm budur ve nitekim de bugüne kadar,
ne kadar trafik suçu işlediysem hep cezamı ödemişimdir. Çünkü, ben bir
vatandaşım, önce bir vatandaşım, bir ayrıcalığım yok. Orada vatandaşım ceza
öderken “Ben milletvekiliyim, hadi bana ceza kesme.” demek önce benim için
ayıptır.
AHMET YENİ (Samsun) – Suç
işlemeyeceksin, suç!
MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – O
zaman suç işleme kardeşim.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) – Olur, olur Ahmet Bey, radara bir daha düşmem. Hemen geçtiğim zaman,
Ahmet Bey demişti ki işte, hemen frene basarım Ahmet Bey, merak etmeyin.
MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – O
zaman suç işleme.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - Merak etmeyin, merak etmeyin.
TEKİN BİNGÖL (Ankara) –
Kalpazanlık yapma suçu olanlar orada konuşamazlar. Kalpazanlıkla yargılananlar
var.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bir de mahalle ve köy bekçileri var.
Arkadaşlar, mahalle, köy bekçileri var. Bu insanlar yıllarca… Bu insanlara
hepimiz vefa göstermemiz lazım. Özellikle yıllar yılı mahallelerimizde,
köylerimizde bekçilik yapan, şu anda artık biliyorsunuz yok, kalktı bunlar ama
hâlâ daha eskiden gelen ve bir şekilde, şu anda kadrolu olan mahalle ve köy
bekçilerimiz var. Maalesef, bunların emeğinin hakkını ödeyemedik. Burada
mahalle ve köy bekçileriyle ilgili bir yasa çıkardık geçen dönem, bazı
haklarını vermeye çalıştık -ha, yeterli değildi- ama maalesef Emniyet Genel
Müdürlüğü uygulamıyor arkadaşlar. Ben, Emniyet Genel Müdürlüğünden, özellikle
Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçen dönem çıkan yasanın mahalle ve köy
bekçilerimize uygulanmasını istiyorum, onların sosyal haklarının verilmesini
talep ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, tabii,
emniyet teşkilatı hepimizin göz bebeği, vatandaşımızın can ve mal güvenliğini
sağlayan kurum olduğuna göre onun hakkında tek bir soru işareti olmaması lazım.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ek süre
veriyorum, tamamlayın lütfen.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) – Her şeyin şeffaf olması lazım, açık olması lazım. Onun hakkında
yaratılan en küçük bir soru işareti toplumu üzer, hepimizi üzer. Özellikle
geçen dönem polis teşkilatımızın giriş sınavlarında yaşanan soru çalma olayı
bana göre polis teşkilatını derinden yaralamıştır, buna yürekten inanıyorum ama
böyle bir olgunun vatandaş içinde “Acaba polis teşkilatında da mı soru
çalınıyor?” diye yüreklerde tartışılması hepimizi üzer arkadaşlar. Onun için,
polis teşkilatının, şaibesiz, açık, şeffaf ve herkesin inanacağı ve güveneceği
bir teşkilat olması lazım.
Ben, bir kez daha… Türk
polisi, emniyet teşkilatı herkesin emniyet teşkilatıdır, can ve mal güvenliğini
sağlayan kurum herkesin kurumudur ama bu kurumun mensuplarının onurlu, şerefli
görevlerini yapması için onların ekonomik özgürlüklerinin olması lazım. Bir kez
daha bunu dile getiriyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Aslanoğlu.
Milliyetçi Hareket Partisi
grup önerisinin aleyhinde Eskişehir Milletvekili Sayın Tayfun İçli.
H. TAYFUN İÇLİ (Eskişehir) –
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Milliyetçi Hareket Partisi grup
önerisi hakkında görüşlerimi belirteceğim.
Değerli arkadaşlarım, bugün
Türk polis teşkilatının 165’inci kuruluş yıl dönümü. Diğer arkadaşlarım gibi
ben de bu önemli günü kutluyorum. Emniyet teşkilatında çalışan emniyet
mensuplarının ve emeklilerinin gerçekten çok ciddi sorunları var. Benden önce
söz alan arkadaşlarım bunları sizlere aktardılar. Ben de çok kısa başlıklarda
bu konulara değinmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, birçok
konuda Avrupa Birliği standartları arandığı hâlde emniyet mensuplarıyla ilgili
ne yazık ki Avrupa Birliği standartlarına riayet edilmiyor. Emniyet mensupları
neredeyse yirmi dört saat, yedi gün çalışıyor,
benden önceki arkadaşlarım da bunu ifade etti.
Terfi ve yükselmelerde,
değerli arkadaşlarım, liyakate önem verilmediği emniyet mensuplarının en büyük
itirazlarından birisi. Liyakate önem verilmiyor da neye önem veriliyor? Değerli
arkadaşlarım, tarikat ve cemaatlere yakınlığına, kim daha yakınsa, terfi ve
yükselmelerde bu tür kriterlere önem veriliyor. Bu, bir emniyet teşkilatı için
çok sakıncalı bir yaklaşımdır. Bu konuda mutlaka -Meclis araştırması kabul
edildiği takdirde- ciddi bir araştırmanın yapılması lazım. Fazla mesai konusunda
-değerli arkadaşlarım da ifade etti- ücretler çok yetersiz. Cumartesi, pazar
günleri, konser, maçta her ne kadar yasal düzenleme yapılmış olmasına rağmen
bunlara uyulmadığı ve polis arkadaşlarımızın, neredeyse bir angarya, her yerde
her şekilde görevlendirme şeklinde çok ciddi birtakım eksiklikleri olduğu
hepimizce biliniyor.
Bir başka konu: Sayın
Başbakanın, 2007 seçimleri öncesinde polis mensuplarına seyyanen 400 TL -eski
parayla 400 milyon lira- verileceğine dair taahhüdü vardı. Polis
arkadaşlarımız, Sayın Başbakanın bu taahhüdünü yerine getirmesini bekliyor,
bunu da bu vesileyle iletmiş oluyorum. Özlük haklarını, değerli arkadaşlarım,
belirttim.
Şimdi, Anayasa’mızın 18’inci
maddesine göre angarya yasak. Ne diyor Anayasa’mızın 18’inci maddesi:”Hiç kimse
zorla çalıştırılamaz. Angarya yasaktır.” Peki, Anayasa hükmü karşımızda
dururken, polislerimizin yirmi dört saat, yedi gün çalıştırılmasının adı nedir?
Bunun adı angaryadır ve anayasal suçtur.
Şimdi, birazdan bu önerge
oylanacak. Barış ve Demokrasi Partisinin önergesi reddedildi. Bu önerge de
AKP’nin sayısal çoğunluğuyla reddedilecek ve bu önergeden sonra Milliyetçi
Hareket Partisinin önergesi gündeme gelecek, o da AKP’nin sayısal çoğunluğuyla reddedilecek.
Değerli arkadaşlarım, bu
doğru bir yaklaşım değil. Anayasa’mızın 87’nci maddesine göre Türkiye Büyük
Millet Meclisinin görevleri sayılırken, kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak,
Bakanlar Kurulunu ve bakanları denetlemek Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevleri
arasındadır. Peki, bu denetim görevini nasıl yapacak milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisi? İşte o da Anayasa’mızın 98’inci maddesinde belirtildiği
gibi, İç Tüzük’ümüzün 96 ila 114’üncü maddeleri arasında belirtilmiş. Değerli
arkadaşlarım, bu denetleme görevini Türkiye Büyük Millet Meclisi yapamıyor.
Bakın, elimde gündem var, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının dağıttığı
gündem. İlk aldığı karar 2007 seçimlerinden sonra, 3/10/2007 tarihli kararı şu
şekilde: “Genel Kurulun toplantı günlerinden Salı gününün denetim konularına…”
Yani denetim konusu derken, bu AKP’nin oylarıyla reddedilen Meclis araştırması,
genel görüşme gibi konulara ayrılması konusunda, çarşamba ve perşembe günleri
de soru, sözlü soruların görüşülmesi konusunda Genel Kurulun bir kararı var.
Değerli arkadaşlarım, İç
Tüzük sayısal çoğunlukla değiştirilemez. Sayısal çoğunlukla değiştirmeye
kalkarsanız bu değişiklik, bu işlemler Anayasa’ya aykırı olur. Anayasa
Mahkemesinin bu konuda, değerli arkadaşlarım, çok önemli kararları vardır.
Sayısal gücünü eline alan bir kişi İç Tüzük kurallarını değiştirmeye teşebbüs
edemez. “Böyle bir teşebbüs İç Tüzük’e ve Anayasa’ya aykırıdır.” der Anayasa
Mahkemesi.
Şimdi Anayasa Mahkemesi
kararları demişken bugün Anayasa Komisyonu yukarıda toplantısına devam ediyor.
Şimdi, huzurunuzda şunları ifade etmek isterim: Anayasa hükümlerinin
bağlayıcılığı Anayasa’mızın 11’inci maddesinde çok açık bir şekilde ifade
edilmektedir. “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare
makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.”
der 11’inci madde. Anayasa’mızın 153’üncü maddesinin son fıkrası da Anayasa
Mahkemesi kararlarının –yine aynı şekilde 11’de belirtildiği gibi- yasama,
yürütme ve yargı organlarını bağlayacağını açık bir şekilde ifade eder.
Peki, biz neye uyacağız
değerli arkadaşlarım? Anayasa hükümlerine. Şimdi, Anayasa hükümlerine uyacağız
da son dönemlerde Anayasa hükümlerinin rafa kaldırıldığını gördüğümüz gibi,
Anayasa Mahkemesi kararlarının da rafa kaldırıldığını, hiç dikkate alınmadığını
görüyoruz. Anayasa Mahkemesinin kararlarını eleştirmek herkesin hakkıdır ama
Anayasa Mahkemesi kararlarına uymak her kişinin görevidir, bir zorunluluktur.
Şimdi, Anayasa değişiklik
teklifi konusunda yukarıda birtakım görüşmeler yapılacak, sanıyorum birçok
milletvekilinin de bilgisi var ama ben burada şunu açıkça ifade etmek
istiyorum: Değerli arkadaşlarım, Anayasa’nın 68’inci maddesi dördüncü fıkrası
çok çok önemlidir. Bu son teklifle Anayasa’nın 69’uncu maddesinin beşinci
fıkrası yürürlükten kaldırılıyor ve Anayasa’nın 68’inci maddesinin dördüncü
fıkrasının ortadan kalkması sağlanıyor.
Bakın, elimde -dün laf
atmalar nedeniyle giremedim, yanımda da yoktu- Resmî Gazete var. Bu Resmî
Gazete AKP’nin kapatılmasıyla ilgili Anayasa Mahkemesi kararı, tam 701 sayfa.
Burada, hepimizi ve Türk toplumunu ilgilendiren bir bölümü sizlere aktarmak
isterim, 68’inci maddeyle ilgili Anayasa Mahkemesinin vurgusu ama sadece
Anayasa Mahkemesi bu vurgusunu AKP kapatma davasında yapmadı. 11/12/2009
tarihli DTP kapatma davasının gerekçesinde de bu okuduğum paragraf en can alıcı
paragraftır.
Der ki: “Bu çerçevede bir
siyasi partinin tüzüğü ve programı ile eylemlerinin Anayasa’nın 68’inci
maddesinin dördüncü fıkrasında korunan ilkelere aykırılığı değerlendirilirken,
Anayasa’nın siyasi partilere verdiği özel önemi vurgulayan diğer kurallarının
da göz önünde bulundurulması gerekir. Bu nedenle, Anayasa’nın 69’uncu maddesi
uyarınca tüzük ve programlarındaki söylemleri ya da eylemlerinin, ancak -bakın,
burası çok önemli- Anayasa’nın 68’inci maddesinin dördüncü fıkrasında korunan
ilkelere temel esasları itibarıyla aykırı olamaz. Bu ilkeleri ortadan
kaldırmayı amaçlaması, bakın, bu ilkeleri ortadan kaldırmayı amaçlaması ve bu
nitelikleriyle demokratik yaşam için doğrudan açık ve yakın tehlike oluşturması
durumunda siyasi partilerin kapatılmasına elverişli ağırlıkta olduğu kabul
edilir.” dedikten sonra Fazilet Partisi kararına değinmiştir. Son, DTP
kapatmasında Venedik Komisyonunun kararlarından da atıf yapmak suretiyle
İspanya’daki Batasuna kararını değerlendirmiştir, o da çok kapsamlıdır.
Buradan şunu söylemek
istiyorum: Şu yukarıda görüşülecek Anayasa değişiklik teklifinde Anayasa’nın
69/5, 68/4’le ilgili teşebbüsü hukuk devleti ilkesini ortadan kaldıracak bir
nedendir ve bu Anayasa Mahkemesinin her iki içtihadı çok çok önemli
içtihatlardır. Onun için değerli arkadaşlarım, bunu bilginize sunuyorum çünkü
komisyondan geçtiği zaman Genel Kurula gelecek, bizlerin oylarıyla bir şekilde
yasalaşacak bu Anayasa değişiklik teklifi.
Burada, bir milletvekili
olarak kendi görüşlerimi ifade ettim. Bu çok önemli bir konudur. Nereden
geldik? Anayasa’nın bağlayıcılığı meselesi, Anayasa Mahkemesi kararlarının
bağlayıcılığı meselesi…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ek süre
veriyorum, tamamlayın lütfen.
H. TAYFUN İÇLİ (Devamla) –
Bitiriyorum Sayın Başkanım.
…bunlara mutlaka uymak
durumundayız çünkü burası Türkiye Büyük Millet Meclisi. Çıkartılan, uyulması
gereken bütün hususlar da aslında buranın iradesiyle oluşmuş hususlardır.
Onun için, İç Tüzük
ihlalleri, Anayasa ihlalleri gibi konularda Türkiye Büyük Millet Meclisinin çok
ama çok özenli davranması gerekir diyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
III.- Y O K L A
M A
(CHP sıralarından bir grup
milletvekili ayağa kalktı)
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul)
– Toplantı yeter sayısı istiyoruz.
BAŞKAN – Peki.
Yoklama talebi vardır.
Sayın Kılıçdaroğlu, Sayın
Bingöl, Sayın Selvi, Sayın Oksal, Sayın Ünlü, Sayın İçli, Sayın Arat, Sayın
Seçer, Sayın Barış, Sayın Koçal, Sayın Ağyüz, Sayın Serter, Sayın Arslan, Sayın
Hacaloğlu, Sayın Ergün, Sayın Günday, Sayın Öztrak, Sayın Diren, Sayın Öztürk,
Sayın Mert.
Yoklamayı başlatıyorum, üç
dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Toplantı yeter
sayısı yoktur.
Birleşime on dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati:
16.10
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 16.23
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Harun
TÜFEKCİ (Konya)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 84’üncü Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum.
III.- YOKLAMA
BAŞKAN - Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun İç
Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş önerisinin oylamasına geçmeden önce
istem üzerine yapılan yoklamada toplantı yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi, elektronik cihazla
tekrar yoklama yapacağım.
Yoklama için üç dakika süre
veriyorum ve yoklamayı başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama
yapıldı)
BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır.
VIII.- ÖNERİLER
(Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
2.- (10/489)
esas numaralı Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin Genel Kurulun
8/4/2010 Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi
(Devam)
BAŞKAN – Öneriyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Öneri reddedilmiştir.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup
işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.
3.- (10/515, 10/606)
esas numaralı Meclis araştırması önergelerinin ön görüşmelerinin Genel Kurulun
8/4/2010 Perşembe günkü birleşiminde birlikte yapılmasına ilişkin CHP Grubu
önerisi
08.04.2010
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu’nun,
08.04.2010 Perşembe günü (Bugün) yaptığı toplantısında, siyasi parti grupları
arasında oy birliği sağlanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin
İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurul’un onayına sunulmasını
saygılarımla arz ederim.
Kemal
Kılıçdaroğlu
İstanbul
Grup
Başkanvekili
Öneri:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler
Kısmında yer alan 10/515 ile 10/606 esas numaralı Meclis Araştırma
Önergelerinin görüşmelerinin, Genel Kurul’un, 08.04.2010 Perşembe günlü
birleşiminde birlikte yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN – Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu önerisinin lehinde ilk söz, Kırklareli Milletvekili Sayın Turgut
Dibek’e aittir.
Buyurun Sayın Dibek. (CHP
sıralarından alkışlar)
TURGUT DİBEK (Kırklareli) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, grup
önerimiz üzerine, TRT’nin özerkliğinin araştırılmasına yönelik vermiş olduğumuz
Meclis araştırmasının gündeme alınması için verdiğimiz bu önergeyle ilgili
olarak Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Öncelikle tüm Meclisi
saygılarımla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, tabii,
TRT’nin son dönemde, özellikle 2007 yılında Sayın Şahin göreve atandıktan sonra
bugün hangi noktaya geldiğini sizlerle paylaşmak istiyorum. Bununla ilgili
olarak birazdan ayrıntılı bilgileri sizlere vereceğim ama “TRT, bizim
Anayasa’mızda ve kendi Yasası’nda nasıl tarif ediliyor, yasal olarak hukuksal
tanımı nedir?” önce onu sizlerle bir paylaşmak istiyorum. Anayasa’mızın
133’üncü maddesi şunu diyor değerli arkadaşlar: “Devletçe kamu tüzelkişiliği
olarak kurulan tek radyo ve televizyon kurumu ile kamu tüzelkişilerinden yardım
gören haber ajanslarının özerkliği ve yayınlarının tarafsızlığı esastır.” Tabii
bu ifade, aynı zamanda 2954 sayılı Radyo ve Televizyon Kanunu yani TRT’nin
Kanunu’nun da 1’inci maddesinde, paralel olarak yer almış; orada da TRT’nin
özerkliği ve tarafsızlığı hüküm altına alınmış. Tabii, yasal mevzuat bu.
Anayasa’da da, Yasa’sında da “Özerktir ve tarafsızdır TRT” diyor. Niye böyle
diyor? Çünkü TRT bir kamu kurumu niteliğinde. Devlet orada, vergilerle,
vatandaşlarımızın vergileriyle, toplanan o kaynakla faaliyetini sürdürüyor; ona
göre de görev yapması yasalarla düzenlenmiş.
Gelin görün ki gerçek nasıl?
Değerli arkadaşlar, bunları sizlerle paylaşalım: Şimdi, 2007 yılında İbrahim
Şahin Genel Müdür oldu biliyorsunuz. Israrla uğraşlardan sonra kendisi o makama
atandı. Değerli arkadaşlar, kendisi göreve atandıktan sonra bir beyanı var,
önce ondan başlamak istiyorum. Zaman gazetesine bir mülakat yapmış, orada
kendisi şöyle bir şey söylemiş göreve geldikten sonra, demiş ki: “TRT’de aşırı
derecede bir personel şişkinliği var.” demiş ve bunun göz ardı edilemeyeceğini
söylemiş ve şunu da iddialı bir şekilde belirtmiş: “Ben, bu personel ile kırk
tane kanalı yönetirim.” demiş Sayın İbrahim Şahin. Tabii “Bunu söyleyen İbrahim
Şahin ne yapmış 28 ayda?” diye düşündüğünüzde veya soranlar varsa, değerli
arkadaşlar, tam 1.260 kişiyi, bu yirmi sekiz aylık sürede yani “Kırk tane
kanalı -geldiği zamanki- mevcut kadroyla yönetirim.” diyen Şahin, 1.260 kişiyi
istihdam etmiş, işe almış, aldırmış. Tabii, bu konuya aslında medyada
bakıyorum, en son 26 Martta Star gazetesinde bir haber çıkmıştı bununla ilgili
olarak. Çarpıtılmak… Yani bu gerçekler burada gösterilmek de istenmiyor. Orada
“Bu dönemde 1.260 kişi değil de 560 kişi alınmıştır.” gibi de bir haber var,
bunu da bilgilerinize sunmak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, bu
özerklik, bu kadrolaşma… Bu kadar kişi oraya nasıl alınmıştır? Yasal mevzuat
nasıl düzenlenmiştir? Öncelikle bununla ilgili sizlerle yaşananları paylaşayım.
Önce ne yapıldı? Geçtiğimiz dönemde bir TRT Kanunu’nda değişiklik yapıldı ve
sözleşmeli personel alınmasının yolu açıldı biliyorsunuz. Burada TRT’deki, o
Kanun’daki değişiklikler yapıldı. Onun dışında, 2009’un 14 Nisanında Resmî Gazete’de
yayınlanan TRT’nin Atama Yönetmeli’ğinde bir değişiklik yapıldı. O değişiklikte
de bu personel alımlarının önü açıldı. Orada ne yapıldı? Yani burada, TRT’de
sözleşmeli program, haber personeli için mutlaka üniversite mezunu olması yani
yüksekokul ve üniversite mezunu olması gerekiyordu, fakülte mezunu olması
gerekiyordu. Ama ne yapıldı? İşte, onun önüne geçmek için “Yurt içi veya yurt
dışı yayın kuruluşlarında, yayın, yapım, program veya haber hizmetlerinde en az
iki yıl çalışmış olanlarda bu şart aranmaz.” diye bir hüküm koydu. Hani her
zaman başarılı bir şekilde yaptığınız dolanma işi burada da yapıldı ve işin
ilginç tarafı da bu Yönetmelik değişikliği, değerli arkadaşlar, 14 Nisan
2009’da yapıldı ama 2 Şubat 2009 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere yani
“geçmişte yürür” diye böyle bir hüküm kondu. Ne yapıldı? Önce alımlar yapıldı,
daha sonra, alımlardan sonra Yönetmelik bu alımlara uyduruldu. Yani o personel
Yönetmelik’e uygun alınmadı, Yönetmelik’i alımlara uydurdular. Mevzuat böyle
değiştirildi. Tabii, bu değiştirildikten sonra çok ciddi… Birazdan bazılarının
isimlerini de sizlerle paylaşacağım. Yani kamuoyu bunları biliyor ama bu
isimleri de paylaştığımı da göreceksiniz. Çok ciddi usulsüzlüklerle beraber
müthiş bir kadrolaşma yapıldı orada. Fakat önce, Sayın Genel Müdürün
memleketinden, köyünden, Amasya’dan bahsetmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, şimdi,
Amasya ilinin merkez ilçesine bağlı bir Akyazı köyü var, Sayın Genel Müdürün
köyü, memleketi. Şimdi, oraya baktım ben, 2000 yılı verilerine göre burada
yalnızca 116 kişi yaşıyor nüfus kayıt tespitlerinde yani 116 kişilik bir köy.
Ama değerli arkadaşlar, son dönemde, kendisi genel müdür olduktan sonra,
Amasya’dan ve Akyazı doğumlu olarak oradan müthiş bir şekilde İstanbul, Ankara,
İzmir ve TRT’ye göçler yaşandığını tespit ettim. Çok yoğun bir göç yaşanıyor
değerli arkadaşlar oraya.
Değerli arkadaşlar, kimler
var bu köyden? Bakın, Selami Karanfil, Amasya Akyazı, İçişleri Bakanlığında
kontrolör iken TRT’ye Satın Alma Dairesi Başkanı yapılmış; Hakan Kutlu, Amasya
Akyazı, Özel Kalem Müdürü, Türk Telekom Genel Müdür Yardımcısı ve Devlet Demiryolları
Genel Müdür Yardımcısı Şükrü Kutlu’nun akrabası; Metin Yıldırım, Amasya Akyazı,
TRT’de İnsan Kaynakları Daire Başkan Yardımcısı olarak atanmış; Osman Oğuz
Darçın, Amasya Akyazı, MKE’de mühendis olarak çalışırken TRT’ye alınmış; Ömer
Avcı, Amasya Akyazı, kendisi PTT’de memurmuş, TRT Satın Alma Dairesi
Başkanlığında müdür olarak atanmış; Ali Güney, Amasya Akyazı, aynı şekilde
ASKİ’de görev yapıyormuş özel kalemde, 3 Mart 2009’da TRT’ye geçmiş; Gökhan
Günaydın, Amasya’da PTT’de uzman kadrosunda çalışırken genel müdür uzmanı
olarak TRT’ye atanmış; Mustafa Binici, Hasan Bahçıvan, Murat Şimşek, Uğur
Alıcı, Ahmet Torun, Anda Ayva, Ümit Sezgin, Kadir Gökhan Tunçel; hepsi
Amasyalı, hemşehriler. Sayın Genel Müdür, önce kendi hemşehrilerinden ve
köylülerinden başlamış -orada gerçekten görevini de layıkıyla yapmış gözüküyor-
TRT’ye bu kişileri almış değerli arkadaşlar.
“Bununla yetinmiş mi?”
derseniz, ne yapmış ondan sonra? Bir de şunu yapmış: Bakanlıkların basın
müşavirliği ve özel kalem müdürlüğü kadroları da TRT’ye geçiş için bir köprü
olarak kullanılmış. Burada da değerli arkadaşlar, isimlerini saymam mümkün
değil -yani bitmez, sürem de yetmez, zaten üç dakika süre kalmış burada- 120
kişiyi başka kurumlardan TRT’ye almış. Yani burada bakanlıkların basın müşavirliği
ve özel kalem müdürlüğünde çalışan kişiler, AKP yandaşı medyada çalışanlar,
önce bunlar değerli arkadaşlar, buralara, bakanlıklara, o kadrolara atanmışlar,
daha sonra da, birkaç ay sonra TRT’ye transfer edilmişler değerli arkadaşlar.
Şimdi, az önce bahsetmiştim,
bu sözleşmeli personel alımı burada yasayla değiştirilmişti. Orada da değerli
arkadaşlar, bir liste var, onu da burada okuyamam. Bakın, bu listedekiler
sözleşmeli personel olarak alınan kişiler. İsimlerini tek tek okuyamam ama
nereden alındıklarını ben size onların belirteyim: Samanyolu, Samanyolu,
Samanyolu, devam ediyor, Cihan Haber, Kanal 7, Cihan Haber, Zaman gazetesi,
Aksiyon dergisi, Kanal 7, Yurt Haber Ajansı, Kanal 24, Kanal A… Yaklaşık 40
kişi, sözleşmeli olarak, tamamı, ama buradan. En nitelikli personeller demek ki
burada çalışıyor değerli arkadaşlar. Yani yandaş medyadaki bu arkadaşlar
gerçekten liyakat unsurları açısından en üst noktada, onların oraya tamamını
hemen hemen almışlar. İsimlerini okumam mümkün değil arkadaşlar.
Şimdi, bir de bunlara verilen
maaşlar var, ödemeler var değerli arkadaşlar. Şimdi, bu sözleşmeli
personellere… Bakın, bir tane isim vereyim: Sefer Turan, Kanal 7’de kendisi
program personeliymiş, Arapça Kanal Koordinatörü olarak şu anda görev yapıyor,
lise mezunu, 5.770 lira alıyor değerli arkadaşlar, sözleşmeli personel. Aynı
görevi TRT Türk’de yapan kadrolu üniversite mezunu -isim vermeyeyim, isim
verirsem orada da o kişiyle ilgili sıkıntı çıkmasın ama üniversite mezunu- ve
TRT’nin kendi personeli, kadrolu personeli 3.471 lira alıyor. Böyle de bir
tezat var değerli arkadaşlar. Bunu da sizlerin bilgisine sunuyorum.
Kanal Haber, bizim hepimizin
TRT 2 diye bildiği ama daha sonra ismi değiştirilerek sanki yeni bir kanalmış
gibi açılan bir TRT 2 var haber kanalı olarak. Oraya alınanlar arkadaşlar, bir
sayarsam size Ahmet Böken, Ahmet Torun, Cavit Atasever, Bertan Golal, Özcan
Keser, Mehmet Çığın, Meryem Özkurt, Hakan Aksel, Hülya Hökenek, Seyid Kılıç,
Sefer Turan, Cumali Çaygeç, Savaş Genç.
Değerli arkadaşlar, bu
kişiler, tümü yandaş medya dediğimiz, az önce bahsettiğim Samanyolu, Kanal 7,
Zaman gazetesi ve diğerlerinden alınmış ve TRT’de şu anda sözleşmeli olarak
görev yaptırılıyor. Yasalara göre aslında bunların bu görevleri yapmaları
mümkün değil. Yani orada mutlaka yönetici olarak şu andaki konumlarına
atanmaları mümkün değil ama onlara da bir dolanma yolu bulunmuş değerli
arkadaşlar, orada da bu arkadaşlar görev yapıyorlar.
Tabii, süre yetmediği için,
aslında o kadar çok şey var ki TRT’yle ilgili sizlerin bilgisine sunmam ve
halkımızın bilgisine sunmam gereken şey… Bu Euronews var, oraya da üye oldu
biliyorsunuz 30 Ocak 2010’da.
Değerli arkadaşlar, orayla
ilgili ilginç bir şey var: Şimdi, İstanbul’da bir tören yapılmıştı.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ek süre
veriyorum, tamamlayın lütfen.
TURGUT DİBEK (Devamla) –
Şimdi, orada, değerli arkadaşlar, Euronews’te, Tekelle ilgili burada günlerce
insanlar eylem yaptılar, bir tek haber yok, Yunanistan’da grev yapan memur ve
işçiler var bizim TRT kanalında. Bunu da sizin dikkatlerinize çekiyorum.
İhaleler var. Bu ihaleler,
değerli arkadaşlar, hep aynı adrese veriliyor: Yapal inşaat, Demirel inşaat,
Birbey inşaat. İsimleri farklı ama hepsinde Amasyalı ortak var, adresleri de
aynı. Yani bunlar hangi yerleri almışlar? Bunları da burada belirtecek zamanım
yok ama şunu söyleyeyim değerli arkadaşlar: Yani Cumhurbaşkanlığı
danışmanlarının programları, yandaş medyadan yine görev yapan, program yapan
kişiler ama en önemlisi şu: TRT dışarıya program yaptırıyor, yandaş medyadan
çok sayıda insana program yaptırıyor, kaç para ödendiğini bilmiyoruz değerli
arkadaşlar. Bu vatandaş Cumhurbaşkanının maaşını, milletvekilinin maaşını,
Başbakanın maaşını biliyor ama TRT’de program yapan o yandaş medyadaki
kişilerin maaşlarını bilmiyor.
Arkadaşlar, TRT özel bir
kanal olsa anlayacağım, gizleyecektir, patron der ki: “Ya, size ne benim
verdiğim paradan?” Ama TRT, kamunun malı, halkın malı, vatandaşın elektrik
faturalarındaki ödemelerle o finanse ediliyor. O maaşları, daha doğrusu ne
kadar verildiğini vatandaşın bilmesi gerekiyor değerli arkadaşlar.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
TURGUT DİBEK (Devamla) -
Başkanım, kısa bir süre vermek mümkün mü?
BAŞKAN – Yok, teşekkür
ederim, sağ olun.
TURGUT DİBEK (Devamla) -
Evet, değerli arkadaşlar, TRT’yle ilgili söylenecek o kadar çok şey var ki
çoğunu atladım aslında burada… Bu Meclis araştırma önergesini kabul edersek bu
TRT’deki özerkliğin sağlanması için bir adım atarız diye düşünüyorum ve sizlerden
destek bekliyorum.
Teşekkür ederim. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Dibek.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
önerisinin aleyhinde Samsun Milletvekili Sayın Suat Kılıç. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın
Başkanım, çok saygıdeğer milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi grup
önerisinin aleyhinde söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle sizleri saygıyla
selamlıyorum.
Çok değerli arkadaşlar, Türkiye Radyo Televizyon Kurumundaki personel
politikaları ve yayın politikaları müteaddit kereler Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kuruluna getirilmiş ve bu kürsüden defalarca bu konular
görüşülmüştür. Bir defasında yine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu tarafından
TRT’deki personel politikaları ve yayın politikaları gensoru konusu hâline de
getirilmiştir Sayın Mehmet Aydın’ın sorumlu devlet bakanı olduğu dönemde ve
bütün bu konular Meclis Genel Kurulunda bu kürsüden defalarca konuşulmuş
konulardır. Yeni yeni keşifler yapmaya, yeniden malumu ortaya koymaya esasında
çok gerek yok. Ancak, bu kadar yıpratıcı bir politikanın TRT üzerinde
uygulanıyor olmasını doğrusu biraz maksatlı bir yaklaşım olarak
değerlendiriyorum. Bütün iddialar tek tek ele alındığı zaman rakamların da
tutmadığı, söylenenlerin de gerçeği yansıtmadığı, verilen her isim karşısında
farklı cepheden onlarca ayrı ismin ortaya konulabileceği apaçık görülüyor. Ama
hemen ifade etmek isterim: Bu kürsüye gelmeden önce TRT yetkilileriyle görüşmek
suretiyle… Muhalefete özellikle TRT yayınlarında haber programlarında, haber
bültenlerinde yeterince yer verilmediği iddiası var…
İSMET BÜYÜKATAMAN (Bursa) –
Hiç görmüyoruz zaten, hiç yok.
SUAT KILIÇ (Devamla) -
…muhalefet liderlerinin, sözcülerinin, genel başkan yardımcılarının ve grup
başkan vekillerinin TRT yayınlarına yeterince çıkarılmadığı noktasında iddialar
var. Burada hemen ifade edeyim, Milliyetçi Hareket Partisiyle ilgili olarak
değil ama özellikle Cumhuriyet Halk Partisiyle alakalı olarak söylenen şey
şudur: Başta Genel Başkan Sayın Deniz Baykal olmak üzere Cumhuriyet Halk
Partisinin yöneticilerine, grup sözcülerine defalarca canlı yayın davetinde
bulunulduğu hâlde CHP’nin bilinçli ve sistemli bir karşı duruşla TRT Radyo ve
Televizyon Kurumunun değişik kanallarından gelen yayın davetlerini ısrarla geri
çevirdiği bilgisi verilmiştir.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul)
– Doğrudur.
SUAT KILIÇ (Devamla) - TRT
1’in yayınlarına da CHP’li arkadaşlarımız davet aldıkları hâlde çıkmamaktadır.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul)
– Doğrudur.
SUAT KILIÇ (Devamla) - TRT
2’nin yayınlarına da, TRT Haber kanalının yayınlarına da, diğer TRT
kanallarının yayınlarına da bilinçli bir tavırla karşı koymaktasınız.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
– Doğrudur.
TANSEL BARIŞ (Kırklareli) –
Neden acaba, neden?
SUAT KILIÇ (Devamla) - Yani
Türkiye Büyük Millet Meclisi de TRT 3 üzerinden yayınlanıyor, burada da biraz
rezerv koysanız aslında, kanun tasarıları ve teklifleri belki daha hızlı
görüşülmüş olur.
ÖZDAL ÜÇER (Van) – Niye bize
hiç teklif bile gelmiyor?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul)
– Yasaklayabilirsiniz! Zaten bir o eksikti, onu da yasaklayın!
SUAT KILIÇ (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, bakınız, Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu milletin
vergileriyle yayınlarına devam eden bir kurum.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul)
– Bu anlayışın sergilenmesi bile ne kadar dramatik bir olay.
SUAT KILIÇ (Devamla) -
Devletin televizyonunda yayınlara çıkmalısınız, meramınızı anlatmalısınız,
konuları enine boyuna tartışmalısınız, oradaki yayınlara katılmalısınız…
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul)
- Yasağı savunuyorsunuz kürsüden.
SUAT KILIÇ (Devamla) - …ama hem
TRT’nin yayınlarına katılmayıp hem de TRT’nin tarafsız olmadığını iddia etmek
bana biraz aykırı bir durum gibi geliyor. Yani bu yayınlara çıkın, Enine Boyuna
yayınına çıkın, diğer programlarına çıkın TRT’nin reytinginden Cumhuriyet Halk
Partisinin de kendi mesajını kamuoyuna anlatmasına imkân sağlayın.
Az önce muhalefet grubunun önergesi adına
konuşan milletvekili arkadaşımız isim isim saymak suretiyle pek çok ismi
buradan zikretti. Esasında bu isimler kriminal vakalar değil, hiçbiri suçlu
değil, zanlı değil, sanık değil, davalı değil, davacı değil Türkiye’nin değişik
radyo ve televizyonlarında, gazetelerinde çalışan, sonrasında mesleki
birikimlerini, bilgilerini, deneyimlerini, tecrübelerini, tahsillerini devletin
televizyonu olan TRT’ye aktarmak üzere kendilerine giden iş talebini kabul eden
isimler. Ama siz zannediyorsunuz ki, TRT Televizyonu sadece yelpazenin bir
tarafından personel alır yelpazenin öbür tarafına hiç bakmaz, ortadaki isimler
realitenin bu olmadığını gösteriyor değerli arkadaşlarım. Bu şu demektir:
TRT’nin yayınlarına çıkmadığınız gibi TRT’nin yayınlarını izlememe noktasında
da kararlı bir tutumunuz var.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul)
– Aynen öyle.
SUAT KILIÇ (Devamla) - Oysaki TRT Haber Türk yayın hayatına önemli
bir kalite kattı, TRT’nin çocuk kanalı Türkiye’ye önemli bir güzellik getirmiş
oldu, TRT’nin Euronews kanalı, TRT’nin İngilizce haber yayını yapan kanalını
bugün bütün dünya izliyor.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul)
- Kimse izlemiyor.
SUAT KILIÇ (Devamla) -
TRT’nin Avaz kanalını bütün Türk dünyası, Balkanlar ve Orta Doğu Türkiye’nin
sesini soluğunu, Türk milletinin mesajını, Anadolu coğrafyasının ısısını,
hissiyatını TRT Avaz bütün dünyaya taşıyor. TRT’nin Arapça kanalı geçtiğimiz
günlerde yayına girdi. Bu kanal bütün Orta Doğu’ya yayın yapıyor ve Türkiye
Cumhuriyeti devletinin büyük ve iddialı bir devlet olduğunun kanıtı olarak
yayınlarına devam ediyor. TRT Şeş yayın hayatına girdi, Türkiye devletinin ne
kadar güçlü, ne kadar demokratik, kendine güvenen, özgüveni yüksek bir devlet anlayışıyla
idare edildiğini TRT’nin Şeş kanalı ortaya koymuş oldu.
Şimdi, çeşitlilik noktasında
birkaç isim zikretmek istiyorum, esasında isimlere hiç girmeyecektim ama
arkadaşımız isimlerden bahsettiği için ifade ediyorum. Halkımızın CNN Türk
ekranından yakinen tanıdığı Tayfun Talipoğlu programlarına TRT’de devam ediyor.
Milliyet gazetesinin köşe yazarı, yazılarını herkesin takip ettiği Sayın Taha
Akyol programlarına, TRT’de yayınlarına devam ediyor.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul)
– Taha Akyol bıraktı.
SUAT KILIÇ (Devamla) -
Radikal gazetesinden Avni Özgürel devam ediyor. Yine Radikal’den Oral Çalışlar
TRT Haber’de yeni dönemde yayın hayatının içinde.
TRT Türk’ün Genel Yayın
Yönetmeni, senelerce NTV’de ve CNBC-e kanalında yayın yönetmenliği yapan Ümit
Sezgin. Bunlar hep tanıdığınız, yakinen tanıdığınız isimler.
Yine TRT Türk’ün Haber Müdürü
Taşkın Şenol; çok iyi bildiğiniz bir isim. NTV kökenli Ece Özbek, Dilara Koçak,
yine Cüneyt Özdemir, CNN Türk kökenli Mete Belovacıklı, İlber Ortaylı gibi
isimler, hepinizin yakından bildiği isimler.
Kadir Çöpdemir, sokaktaki
mikrofon operasyonlarını NTV adına gerçekleştiriyordu, şimdi TRT’nin yayınında.
Yani baktığınız zaman, o
yandaş -tırnak içinde- sözcüğünün uygulamalar noktasında karşılığının
bulunmadığını, değerli arkadaşlarım, göreceksiniz. TRT’nin bugünkü yönetimi,
aksi yöndeki eleştirileri de farklı kesimlerden alıyor.
BİLGİN PAÇARIZ (Edirne) –
Nerede yaşıyorsun, Türkiye’de mi yaşıyorsun, uzayda mı yaşıyorsun?
SUAT KILIÇ (Devamla) – “Sizin
kapılarınız hep yelpazenin bu tarafına mı açık, öbür tarafından hiç isim almaz
mısınız?” eleştirileri geliyor.
BİLGİN PAÇARIZ (Edirne) –
Yaşadığın yer neresi? Sanki Türkiye’de değil, uzaydasın…
SUAT KILIÇ (Devamla) –
Kadrolaşma iddialarıyla ilgili hemen size rakamları konuşturayım.
BİLGİN PAÇARIZ (Edirne) -
Uzaydan bahsetme, gerçeklerden bahset, palavra söyleme.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen…
SUAT KILIÇ (Devamla) –
Bakınız, İbrahim Şahin, TRT’yi kuran, bugüne kadar görevini devam ettiren bir
genel müdür değil. İbrahim Şahin iki senedir görevi başında. Ondan önce Şenol
Demiröz vardı; Şenol Demiröz’ün Genel Müdürlük yaptığı dönemde TRT’ye alınan
personel sayısı 17 kişi. Yani iki elin parmaklarını koyun, iki elin
parmaklarını bir sefer daha üstüne ilave ettiğiniz zaman aldığı sayıyı 3
aşıyor; 17 kişi Şenol Demiröz’ün istihdam ettiği personel.
BİLGİN PAÇARIZ (Edirne) – Az
kaldı, az; bir sene kaldı.
SUAT KILIÇ (Devamla) – Önceki
genel müdürlerden bir örnek vereyim.
BİLGİN PAÇARIZ (Edirne) – Bir
sene sonra mevtasınız, mevta!
SUAT KILIÇ (Devamla) –
1997-2003 yılları arasında Yücel Yener TRT’de Genel Müdürlük yapmış.
BİLGİN PAÇARIZ (Edirne) –
Çoğu gitti, azı kaldı.
SUAT KILIÇ (Devamla) – Aldığı
personel sayısı altı senede 2.362 kişi.
84-88 yılları arasında
Anavatan Partisi İktidarı döneminde Tunca Toskay TRT Genel Müdürlüğü yapmış.
Dört senede TRT’nin istihdam ettiği personel sayısı 2.702 kişi.
Bakın, Devlet Denetleme
Kurulunun raporunun gazetelerde yer aldığı haber…
BİLGİN PAÇARIZ (Edirne) –
Hikâye okuma, hikâye…
SUAT KILIÇ (Devamla) – “TRT
personel politikaları konusunda Yücel Yener döneminde çiftliğe döndürülmüş.”
diyor, Devlet Denetleme Kurulunun raporu.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul)
– Bunlar araştırma önergesinde…
SUAT KILIÇ (Devamla) – Diğer
bir şey, ben isimler noktasında yorumlar yapmayı çok doğru bulmuyorum.
İnsanların aileleriyle, yakınlarıyla ilgili yorumlar getirmeyi, bunu gene ifade
etmeyeceğim. Bunu gene ifade etmiyorum ama şuradan hemen listeler üzerinde…
BİLGİN PAÇARIZ (Edirne) –
Çünkü senin yaşın müsait değil.
SUAT KILIÇ (Devamla) –
Arkadaşlar, bu listelerden arzu ettiğiniz takdirde alıp inceleyebilirsiniz.
DSP’den, CHP’den, MHP’den, diğer siyasi partilerden insanların yakınları
çalışabilir. İletişim fakültesi mezunudur bir milletvekilinin yakını. KPSS’ye
girer, puanını alır, mülakatına girer. CHP milletvekilinin yakını olması
girmesine mâni değildir, listede isim var. İsim zikrettirmeyin, doğru
bulmuyorum. MHP’den milletvekili arkadaşlarımızın yakınları içinde TRT’de
çalışanlar var. Son dönemde istihdam edilenler de var. Diğer siyasi partilerden
aynı şekilde var. Bunlar yasak, yanlış şeyler değil.
MEHMET GÜNAL (Antalya) – At,
işten at.
OSMAN ERTUĞRUL (Aksaray) –
Onları da işten atın o zaman. Ayıp ya!
SUAT KILIÇ (Devamla) –
Değerli arkadaşlar, isim zikretmiyorum, bakın, isim zikretmeyeceğim,
zorlamayın.
Diğer bir konu, eğer ki bu
TRT Kurumuna ve Genel Müdürüne tarafsız olamadığı için laf söylenecekse,
arkadaşlar, siz kendinizi yormayın. TRT’ye ve Genel Müdürüne laf söylenecekse
tarafsız olamadığı için bırakın biz söyleyelim.
MEHMET GÜNAL (Antalya) –
Aferin mi diyeceksin?
BİLGİN PAÇARIZ (Edirne) – Ona
Genel Başkanın izin vermez. Daha yaşın ufak. O kadar konuşamazsın sen daha.
SUAT KILIÇ (Devamla) – Bakın,
partiler bağlamında yayın süreleri: AK PARTİ’ye ilişkin haberler, 1 Ocak
2009-31 Aralık 2009; AK PARTİ konulu haberler 120,5 dakika, MHP konulu haberler
193 dakika, CHP konulu haberler 372 dakika, 1 Ocak-31 Aralık tarihleri
arasında.
SIRRI SAKIK (Muş) – Suat Bey,
peki BDP kaç dakika?
SUAT KILIÇ (Devamla) – Değerli
arkadaşlarım, Demokratik Toplum Partisi olarak söylüyorum, 2 saat 18 dakika 54
saniye.
SIRRI SAKIK (Muş) – Allah
için bir saniye bile yok.
SUAT KILIÇ (Devamla) –
Milletvekili sayısıyla orantılı olarak düşünürseniz çok adaletsizlik yok.
SIRRI SAKIK (Muş) – Nasıl
milletvekili sayısıyla! Böyle bir demokrasi olur mu ya?
SUAT KILIÇ (Devamla) – Ama
gene bizden sonra en büyük adaletsizliği TRT size yapmış diyebilirim.
Diğer bir konu, değerli
arkadaşlarım, TRT’nin idari tasarruf bağlamında mecburiyetten dolayı aldığı
bazı isimleri TRT’nin sanki listeler AK PARTİ’de hazırlanıp gönderilmiş gibi
bir yaklaşımla burada sunulması doğru değil, etik de değil, siyasi olabilir ama
etik değil.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ek süre
veriyorum, tamamlayın lütfen.
SUAT KILIÇ (Devamla) –
Deniliyor k: “1.348 kişi alındı.” Bakınız, 2954 sayılı TRT Kanunu’nun geçici
11’inci maddesinden kaynaklanan mecburiyet sebebiyle 621 kişiyle sözleşme yapma
zarureti doğmuştur. 1.348’ten 621’i düşeceksiniz. 459 kişi KPSS sınavı
sonuçlarıyla alınmış ve bunların mülakatları kamerayla kaydedilmiş. Yani burada
bir taraf olma, tarafgirlik olma, yandaş olma, yanlı davranma gibi bir durum
kesinlikle söz konusu değil ama TRT’nin uygulamaları konusunda şaşırmakta haklısınız.
TRT’nin uygulamalarının yarattığı şaşırmışlık hâliyle, hâletiruhiyesiyle TRT’yi
eleştirmekte de haklısınız. Biz de doğrusu çok şaşırıyoruz. Geçmişte bu kadar
politik tercihler yapan bir kurum son yedi senede politikadan bu kadar nasıl
uzaklaşabilmiştir, bunu takdire şayan bir durum olarak takdirlerinize havale
ediyorum.
Saygılar sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Kılıç.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
önerisi…
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın
Başkan, yalnız, BDP ile ilgili açıklamalar doğru değil. Demokratik Toplum
Partisinde bu konuyu onlarca kez buraya taşıdık. Hiçbir dönem bize yer
verilmedi ama şunu da unutuyor: Ben TRT Genel Müdürünü ziyaret ettim. TRT’de o
kadar çok bankamatik eleman var ki. Bunların büyük bir çoğunluğu askerî
elemanların çocukları, Yargıtayın, emekli valilerin çocukları. Bunlar geçmiş
dönemden bugüne kadar gidip oradan sadece maaş alıyorlardı ve yüzlercesi var,
bunu biliyoruz ama bize de haksızlık yapıldığını bütün Türkiye de biliyor.
Lütfen TRT’yi de savunmayın.
BAŞKAN – Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu önerisinin lehinde, Antalya Milletvekili Sayın Mehmet Günal… (MHP
sıralarından alkışlar)
MEHMET GÜNAL (Antalya) –
Teşekkürler Sayın Başkan.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Dilekçe verelim, bize ayırdıkları süreyi de size ayırsınlar. CHP, siz de verin
AKP’ye.
SUAT KILIÇ (Samsun) – Hakikaten
adaletsizlik var, gerçekten adaletsizlik var.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen…
MEHMET GÜNAL (Devamla) – Suat
Bey’in konuşması yetmemiş galiba, biraz daha süre istiyor. Grup Başkan Vekili
olarak onun her zaman hakkı var, müsaade buyururlarsa…
SUAT KILIÇ (Samsun)- Devam
et, dinliyoruz Mehmet Bey.
MEHMET GÜNAL (Devamla) –
Teşekkür ederim.
Değerli arkadaşlar, ben bu
sözleri duyunca Suat Bey’den, şaşırdım. Sayın Kılıç sanki hiç… TRT’yi izliyor
musunuz?
SUAT KILIÇ (Samsun) –
İzliyorum beğeniyle.
MEHMET GÜNAL (Devamla) – Kaç
saat izliyorsunuz?
SUAT KILIÇ (Samsun) – Günde
fazla televizyon izleyemiyorum zaten.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul)
– TRT Genel Müdüründen gelen notları okudu.
MEHMET GÜNAL (Devamla) –
Evet.
Tabii, şimdi, galiba
izlemiyorsunuz, bir süredir biz de izlemez olduk. Eskiden TRT açtığımız zaman
en azından TRT 2’yi açıyorduk. Yayınların kalitesi -bu teknik kaliteyle ilgili
değildir, yayının içeriğiyle ilgili kaliteden bahsediyorum- gerçekten son
dönemde biraz daha tam bir… Ben size böyle kaldırıp göstermiştim, şimdi
hazırlamadım. TRT Kanunu görüşülürken “AKRT oldu TRT” demiştim. Şimdi tamamıyla
bu söylediğimiz o günkü ironik olarak, durumu izafe etmek üzere söylediğim şey,
AKRT olmuş yani.
Şimdi, değerli arkadaşlar,
böyle bir devlet televizyonculuğu anlayışı olabilir mi? Yani “Veriyor.” diyorsunuz…
Yani ne zaman, ben, o söylediğiniz şeyleri nerede görüyorsunuz? Kaç saat? O
aldığınız rakamları bir de bize gönderin videolarını, biz bir izleyelim bakalım
MHP’yle ilgili ne haberi vermişsiniz, nasıl vermişsiniz? Sayın Başbakanı nasıl
vermişsiniz, sayın bakanları nasıl vermişsiniz?
SUAT KILIÇ (Samsun) –
Vermişler, TRT veriyor, biz vermiyoruz yayını.
MEHMET GÜNAL (Devamla) –
Hayır, bizi ayrı tuttunuz ona teşekkür ediyorum. “MHP’liler geliyor.” dediniz
ama kaç saniye gelmişler? Gerçekten bize gönderin bir aylık şeyin dokümanını.
Log dosyalarını istiyorum, Sayın Genel Müdür bizi dinliyorsa, belki TBMM TV’den
önünde açıksa izlesin. Siz de alabilirsiniz daha rahat bir şekilde. Log
dosyalarını istiyorum -yayının içerisinde ne geçmiş bütün haberlerin- otuz
günlük, fazla değil, bir tane bir aylık bir araştırma yapın. Bir ayın
görüntülerini getirin bize ama montajlamadan -diğerlerinde olduğu gibi olmasın-
ham hâliyle, biz onun üzerinden çalışalım.
Değerli arkadaşlarım,
gerçekten Anayasa’nın 133’üncü maddesi “Devletçe kamu tüzelkişiliği olarak
kurulan tek radyo ve televizyon kurumu ile kamu tüzelkişilerinden yardım gören
haber ajanslarının özerkliği ve yayınlarının tarafsızlığı esastır.” diyor. Önce
kuralı hatırlatalım. Şimdi, TRT Kanunu’nda ne diyoruz: “Bu kanunun amacı radyo
ve televizyon ile tüm medya araçlarından yapılan yayınların düzenlenmesine ve
özerkliği ve tarafsızlığı Anayasa’da hükme bağlanan Türkiye Radyo Televizyon
Kurumunun kuruluş, görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir.”
diyoruz.
Değerli arkadaşlar, size bir
tane Anayasa Mahkemesi kararından, 1990’daki bir kararından bir pasaj
okuyacağım. Bakalım, hiçbirini yerine getirebiliyor musunuz?
“Siyasal iktidarların
müdahalelerine açık olan kurumlar, çalışmalarında başarılı olamaz ve hızlı bir
bozulmaya uğrarlar. Hukuksal gereklerin yerini siyasal istemlerin alması
durumunda bu sonuç kaçınılmazdır. Hukuk devletinde ise adaletin, hak ve
özgürlüklerin gereklerine uyulması savsaklanamayacağı gibi yöneticilerin
kişisel tutumlarına, gelişigüzel isteklerine bırakılamaz. Anayasa’nın
radyo-televizyon yayınlarının çok yönlü etkinliği gereği sağladığı güvencenin
anlamına ters düşen düzenlemeler uygun karşılanamaz. Burada temel amaç,
radyo-televizyon yönetiminin siyasal iktidarın etkisinden uzak tutulmasıdır.
Dışlanan etki, yalnız siyasal iktidarla sınırlı olmayıp tüm yönetim
makamlarının, siyasal partilerin, gerçek ve tüzelkişilerin de yansızlığını
gölgeleyecek tutum ve davranışlarına kapalılığı anlatır. Yansızlığı olumsuz
yönde etkileyecek sınırlama ve kayıtlamalar da yerinde görülemez.” Bu
söylediğim 1990 yılındaki karar. Özellikle eski bir şey okudum ki, demek ki
esas olarak yapılacak atamalarda uyulması gereken husus ve yapılan yayınlarda
uyulması gereken husus, özerkliği ve yansızlığı zedelememek.
Şimdi, değerli arkadaşlarım,
az önce Sayın Kılıç bahsetti, arkadaşlarımız da değindiler. “TRT haber
kanalıdır.” diyor Sayın Şahin, “Onun için biz her yere önceden gideriz.” diyor.
Bakın, arka arkaya birkaç tane tarih. 8 Ocak 2009, “Yargıtay Onursal Başkanı
Sabih Kanadoğlu’nun evinde arama var.” haberi geliyor. Henüz daha tam arama
yapılmamış.
22 Şubat 2010, yine, 1. Ordu
Komutanının tutuklandığı haberi hemen, ilk önce TRT 2’de. Çok güzel habercilik…
Yine Sayın Şahin’in açıklaması, “Her yere eleman gönderiyoruz.” diyor.
SONER AKSOY (Kütahya) –
Rahatsız mı oldunuz?
MEHMET GÜNAL (Devamla) – 10
Mart 2010 saat 19.17, TRT 2 flaş haber geçiyor: “Ankara’da büyük operasyon.
Patlayıcı ve silah yüklü kamyon ele geçti.” Henüz daha kamyon kenara çekilip
üzeri aranmadan içindeki silahların dökümü veriliyor, sayısı veriliyor.
Şimdi…
SONER AKSOY (Kütahya) –
Verilmesin mi?
MEHMET GÜNAL (Devamla) – Onu
savcılık açıklar. Verilmesin mi? Tabii ki, nereden geliyor? Şimdi, TRT
habercilik mi yapıyor, yoksa bir yönlendirme, manipülasyon, istihbarat
biriminin yan kuruluşu olarak kamuoyunu mu yönlendiriyor, onu soruyoruz. Tabii
ki versin. Bunların hiçbirisini vermemesi gerekir hiçbir televizyon kanalının.
Açıklanmamış, henüz daha savcılığa intikal etmeyen… AKP döneminde böyle bir şey
yaygınlaştı, daha polisten savcılığa intikal etmeden bütün bilgiler çarşaf
çarşaf gazetelerde yer alıyor. Bu nasıl bir hukuk devletidir ben anlamıyorum,
yani henüz daha… Bazen de savcılıktan sızıyor.
CEVDET ERDÖL (Trabzon) –
Şeffaflaştı.
MEHMET GÜNAL (Devamla) – Önce
kendiniz bir şeffaflaşın. Şeffaflaşacaksanız şu dokunulmazlık dosyalarını
kaldırın, bir görelim bakalım nasıl şeffaflaşıyoruz, ondan sonra biz de…
Hukuk herkese lazımdır. Hukuk
sadece, o anda siz iktidardasınız, istediğinizi yapabilmek için bir araç
değildir. Bunun dışında daha çok şey var.
İlginç bir tane haber,
bunlara bakarken elime geçti. Bu haberleri kim yapıyor diye bir İnternet
sitesinde gördüm. Sürekli o işlerle görevlendirilen kişinin adını söylemeyeyim
de nasıl TRT’ye girdiğini söyleyeyim. Sesçi diye kadro almış, sesçi sınavında
yedekten ışıkçı olarak başlamış, muhabirlik yapıyormuş. Bu nasıl bir
anlayıştır? Profesyonel, dijital teknoloji, güncel yayın yapacağız derken… Yani
demek ki bu adamın bir mahareti var ki zorla TRT’nin kadrosuna sokulmuş!
Bunların ispatlandığı zaman yayınlanması da, savcılık süreci hukuki olarak
belli olduğu zaman her türlü sonucun yayınlanması da normaldir, herkes de hukuk
devletinde cezasını çeker. Ama böyle bir manipülasyona bunları aracı kılmak…
Sonradan özür dilemek zorunda
kalıyorsunuz.
Hadi onu söylediniz,
“yayınlansın” dediniz, peki. Şimdi, TRT tekrar haber veriyor, yine alt yazı
geçiyor, üst yazı geçiyor ve ne diyor biliyor musunuz arkasından, yakalanan
kişiyle ilgili, Sabih Kanadoğlu’ndan sonra o kişi de… “Kendisi de Reşadiyeli
olur ha!” diye altına bir dipnot düşüyor. Reşadiye’deki o katliamın arkasından
öyle bir haberi üst üste koyuyorsunuz ki, ilkokuldaki çocuklar bile ne demek
istediğinizi gayet net anlar. Bunun habercilikle falan alakası yoktur.
Operasyonel bir birim hâline gelmiştir o zaman TRT. AKP’nin kamuoyunda imajını
düzeltmek, reklamını yapmak, her şeyi tozpembe göstermek, bu arada da ona hasım
olan bütün kurumları, kuruluşları manipüle edip sindirebilmek için bir araç
hâline gelmiştir. Yapılan kadrolaşma da bunun örneklerinden bir tanesidir. En
vahimi ne biliyor musunuz? “Efendim, Tuncay Güney’i televizyona çıkarmışsınız,
falanca var onu da çıkarır mısınız?” diyor. Sayın Genel Müdür ne diyor? Bu
konuda hiç cevap da gelmedi, “Osman Öcalan’la yapılmış röportajımız var.” diye
gülüyor, “kasamda” diyor. Yani soruyu soran muhabire gülerek “Kasamda duruyor.”
diyor. Bu ne biçim bir yayıncılıktır arkadaşlar? Böyle bir röportaj yapılmışsa
bir amacı… Ne diyor arkasından da? Sayın Başbakanın dediği gibi, “Zamanı
gelince yayınlarız.” Ne zaman? “Belki bizimle ilgili bir sıkıntı olur –örneğin,
geçen gün yaptığınız gibi, imzaları eksik koyarsınız, sahte imza koyarsınız-
gündemi değiştirmek üzere haydi çekmeceden bir tane haber çıkaralım.” O zaman
mı gelecek zaman? Ne zaman gelecek? Böyle önemli bir haber varsa niye
tutuyorsunuz? Aldığınız gün, o röportajı yaptığınız gün yayınlayın.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bu
işlerde hiçbirinizin vicdanının rahat olmadığını biliyoruz ama maalesef artık
hiçbiriniz ses çıkaramaz duruma geldiniz. İki kişi ses çıkardığı zaman ne
olacağını sizler de biliyorsunuz. Dolayısıyla buradaki sonuç tamamıyla…
SONER AKSOY (Kütahya) – Fazla
personel alımı bakımından…
CEVDET ERDÖL (Trabzon) –
Fazla personel almışlar.
MEHMET GÜNAL (Devamla) –
Vicdanınızda rahat olmadığınızı biliyorum. Onun için böyle sataşma
yapıyorsunuz, yoksa söylediklerimizde yanlış bir şey yok. TRT Genel Müdürünün
kendisi bunlara açıklama gönderiyor, daha yeni, konuşulan şeylerle ilgili,
personelle filan alakası yok.
Değerli arkadaşlarım, bizler
TRT’nin radyo ve televizyon yayınlarıyla büyüyen bir nesiliz. Bizim zihnimizde
TRT’nin ayrı bir yeri var. O kıt imkânlarla TRT’nin yaptığı yayıncılığı
biliyoruz. Hâlâ kulağımızda bir Türk sanat müziği, Türk halk müziği ezgisi
varsa ve Türk kültüründen esintiler varsa haftada bir sabahleyin dinlediğimiz
“Arkası Yarın”daki Dede Korkut hikâyelerinden kalmıştır. Şimdi ne veriyorsunuz
siz? Allah rızası için bu dökümü bana… Sayın Kılıç’tan istiyorum, TRT’nin program
dökümünde ne kadar geliyormuş o, göstermelikler değil ama. Ondan sonra tekrar
bunları değerlendirme şansımız olacak.
SUAT KILIÇ (Samsun) – Avaz’ı
seyret Avaz’ı.
MEHMET GÜNAL (Devamla) –
Maalesef burada ciddi bir sıkıntı var, sizin de bunu kabul etmeniz gerekiyor.
Ha, sizin istediğinizi yapıyor, pembe tablolar çiziyor, sizin istemediğiniz
kurumlara sataşıyor, o yönlerden manipülasyon yapıyor…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ek süre
veriyorum, tamamlayın lütfen.
MEHMET GÜNAL (Devamla) –
Bitiriyorum Sayın Başkan.
Bu yönlerde yayın yapıyor
diye sizin için şu anda amaca uygun çalışıyor olabilir. Ben, az önce
arkadaşlarım personelle ilgili şeylere değindiği için söylemedim ama en son
çıkan haberlerde, yine az önce övünerek söylediğiniz TRT Şeş’le ilgili de
soruşturmanın başladığı, 5 kişinin de açığa alındığı söyleniyor. Onları soru
önergesi olarak da kısmen soran arkadaşlarımız var, onlara da Sayın Bakandan ve
Sayın Genel Müdürden bir an önce cevap bekliyoruz.
Biz özlediğimiz TRT’yi
istiyoruz. Özlediğimiz TRT’den kastımız teknik anlamdaki gelişmeler değildir,
yayın kalitesi anlamında, Türk millî kültürüne hizmet etme, özerk ve yayın
yaparken de tarafsız olma özelliklerine kavuşmasını bekliyoruz. Siz her ne
kadar araştırma önergelerimizi de grup önerilerimizi de dikkate almıyorsunuz
ama inşallah, bu vesileyle vicdanlarınıza seslenmiş oluruz, birileri çıkar da
doğru dürüst bir şeyler yapar, TRT de özlediğimiz kurum hâline gelir diye
düşünüyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Günal.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
önerisinin aleyhinde Şırnak Milletvekili Sayın Hasip Kaplan. (BDP sıralarından
alkışlar)
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz
almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Grup
adına değil kişisel söz aldın.
HASİP KAPLAN (Devamla) – Ben,
Barış ve Demokrasi Partisi Grubunun sözlerini anlatacağım.
Siz de çok parazit yapıyorsunuz
Sayın Kamer Genç, biraz sakin olursan, akıllı olursan iyi olur.
KAMER GENÇ (Tunceli) –Grup
adına söz almadın, kişisel söz aldın.
HASİP KAPLAN (Devamla) –
Fazla parazit yapmasan iyi olur.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Seni
doğru konuşmaya davet ediyorum.
MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) –
Doğru konuşmaya sen mi davet ediyorsun?
HASİP KAPLAN (Devamla) –
Değerli milletvekilleri, TRT’ye, aslında, on iki televizyon kanalıyla -altı
ulusal altı bölgesel, yerel- uluslararası radyolarıyla, İnternet’iyle otuz
dilde yayın yapan en büyük medya grubu diyebiliriz. Ama kimin grubu?
Gelirlerine baktığımız zaman, gelirleri belirlenmiş, işte, elektrik
faturalarından ödüyoruz -bütün halk ödüyor- kim ki elektriği yakıyorsa TRT’nin
bütçesine para katıyor, kim ki bandrollü bir işlem yapıyorsa TRT’nin bütçesine
para katıyor. Yani halkın geliri ile ayakta duran bir kurum.
Bir kere, peşin olarak, TRT
halkın malıdır, yurttaşın malıdır, yani siyasi iktidarların malı değildir.
Temel ölçüt, fark bu ama ne yazık ki TRT’yi bugüne kadar bütün siyasi
iktidarlar, istisnasız kendi borazanı olarak kullanmış, kendi sesi olarak
kullanmış, kendi siyasi hesapları için kullanmış, kendi siyasi kadrolarını
yerleştirmiş ve çok acımasız davranmışlar. Onun sonucudur ki yayın politikası
da, onun kadrolaşması da, onun çalışması da maalesef tarafsızlık, doğruluk,
çabukluk ilkelerine uygun değildir. Bunu tespit etmemiz gerekiyor. Eğer
araştırılması gereken bir durum varsa, çağdaş habercilik, teknik ve metotlarla
72 milyon Türkiye halkının hizmetine bunu nasıl sokabiliriz? Bence Meclisin
dört grubunun ve hatta bağımsız milletvekillerinin de katılımıyla bu konuda bir
konsensüs kurulursa, yani öyle bir sistem geliştirilirse ki, hem özerk hem de
medya alanında gerçekten çokça özel ulusal kanalın açıldığı ve halkın güven
duyacağı, bağımsız bir habercilik kanalına, bir sanat kanalına, bir kültür
kanalına son derece ihtiyaç duyulduğu bir zamanda böyle bir televizyonu
yaratabilir miyiz? Meclisin gündemi asli olarak bu olmalı. Yani bunu
yapmadığınız zaman yarın AK PARTİ yerine herhangi bir parti gelse aynısını
yapacaktır. Şu an Meclisteki durum, gidişat geçmişten bugüne bu. O zaman
burada “Tencere dibin kara, seninki daha
kara.” gibi bir duruşun bir anlamı yok.
Şimdi, elbette ki doğru olan
her adıma da doğru deriz. El TRT, Arapça yayın yapmış. Gecikmiş bir adım.
Doğru, otuz dilde yayın yapılıyorsa, Osmanlı tarihinden bugüne Türkiye’de
Arapça konuşan yurttaşlarımız da dikkate alınarak bunun çoktan yapılması
gerekirdi. Sabiha şarkıları çoktan söylenmeliydi, ya leyl şarkıları bugüne
bırakılmamalıydı çünkü öyle bir Türkiye’de yaşıyoruz. Antakyalı da Mardinli de
Mezopotamya’nın renkleri de bunu çok güzel ifade ediyor. Evet ama TRT 6 gibi
olmasın. TRT Şeş gibi yaptığınız zaman, eğer bir çerçevede, gözlükte bakıp
kadrolaşmaya baktığınız zaman, 20 milyonun üstünde farklı düşünen, farklı
kültürel grupların, vakıfların, merkezlerin, şirketlerin, sanatın, sinemanın,
müziğin olduğu kanalların da olduğunu görmezlikten gelirseniz, TRT Şeş’i
tekdüze bir resmî yayın politikası düzeyine çekerseniz, işte TRT Şeş, kendi
eserlerinde, kendi dizilerinde, kendi programlarında, kendi sinemasında,
dünyada değil hiçbir etkinlikte ödül alamaz, hiçbir etkinlikte ödül alamaz.
Bugüne kadar, Kürt sanatında, türküsünde, sinemasında, yapılan sanatında,
tiyatrosunda, TRT Şeş bir yıldır faaliyet yapıyor, bana bir tane eser gösterin,
Türkiye’de ödül aldı, uluslararası sanat festivallerinde ödül aldı. Alamaz. TRT
Türk için de bu geçerli, Azerice yayın yapılıyor, Türki cumhuriyetlere yayın
yapılıyor. Orada kaç tane ödül ölçüt? Ölçütlere bakacaksınız. Bir başarının
sırrı, o başarının mükafatlandırılması, taçlandırılması, aldığı ödüllerle
belirlenir ama bunu maalesef görmüyoruz.
Şimdi, ben yayın politikasını
neresinden alıp eleştireyim ki? Sağ olsun Suat Kılıç -Allah razı olsun- öyle
bir konuştu ki benim yerime de, itiraf gibi açıklamalar, itiraf, itiraf! Ne
diyor, TRT ne yapmış? Yayın yapmış. Kim? Mecliste dört, grubu olan, parti var.
AK PARTİ 120,5 saat, güzel. Yani, “Bize ilişkin yayın az” diyor. Fakat burada
bir hata, bir hesap hatası var. Herhâlde Başbakanın ve bakanların konuşmalarını
ve faaliyetlerini bu saate almamışlar. MHP’nin 193 saat. Şimdi, bakın, ana
muhalefet CHP’nin 372 saat.
Şimdi, saatleri birbirinin
karşısında aldığınız zaman, bu Mecliste grubu bulunan Demokratik Toplum Partisi
ve şimdiki Barış ve Demokrasi Partisinin 2 saat, 2! 2 saat beyler! “…”(x)
“…”(x)“…”(x) Fransızcası. Bunu anlayacaksınız ki burada şunu anlayacaksınız:
CHP’ye 180 katı fazla konuşma veriyorsunuz. Üstelik de CHP, iktidar TRT’yi bu
nedenle de boykot etmiş, gitmiyorlar programlara.
Şimdi, bakın, bizim 180
katımız CHP, 100 katımız MHP konuşuyor, maşallah siz de 60 katımız
konuşuyorsunuz. Böyle eşitlik, böyle… Adaletinize hayranım! Vallahi billahi
size ödül vermek gerekiyor. Bu TRT’yi yönetenlere ödül vermek gerekiyor. Ama
neydi, ne ödülüydü? Sayın Tüzmen, siz iyi biliyorsunuz.
KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Bana
hiç bulaşma bak.
HASİP KAPLAN (Devamla) –
Sayın Tüzmen, en kötü ödülün ismi neydi? Bamya Ödülü müydü? En kötü ödül neydi?
KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Onu
bilmem. Sen bir, Türk Bayrağı’nı söyle, “Bu bizim bayrağımız.” de, bitsin bu iş
ya!
HASİP KAPLAN (Devamla) –
Sayın Kürşad Tüzmen, şov yapıyorsun, şov.
KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Gel
şunu söyle ya, gel şunu söyle!
HASİP KAPLAN (Devamla) – Bak,
bak, rozete bak. Sen miyopsun, bak görmüyorsun. Altın yıldıza bizim…
KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) –
Arkandaki bayrağa, de ki: “Türk Bayrağı, bu bizim bayrağımız.” Bir onu de, her
şey bitecek.
HASİP KAPLAN (Devamla) –
Bakın, sizi Altın Bamya Ödülü’ne layık gösterebilirim.
KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) –
Rahat ol, rahat! “Bizim bayrağımız.” de, “Bizim…”
HASİP KAPLAN (Devamla) –
Bakın, Altın Bamya Ödülü’nü, En Kötü Eser Ödülü’nü alırsınız.
KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) –
“Bizim bayrağımız.” de, “Türk Bayrağı bizim bayrağımız.” de.
HASİP KAPLAN (Devamla) – Siz
şovmenlikten başka bir şey yapmazsınız.
KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Bir
söyle be! Bir söyle be!
HASİP KAPLAN (Devamla) –
Bakın, siz öyle konuşuyorsunuz ki, o kadar yanlış yapıyorsunuz ki…
KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Bir
söyle be!
HASİP KAPLAN (Devamla) – İlla
da bir konuşacaksınız, illa da konuşacaksınız.
Bayrağa karşı saygımız
sonsuz. Bakın, rozetini taşıyoruz.
KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) –
Tamam.
HASİP KAPLAN (Devamla) –
Burada Türkiye Büyük Millet Meclisi rozeti var, bak.
KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Bir
şuradan söyle ya!
HASİP KAPLAN (Devamla) – Bak
Sayın Tüzmen, bak…
KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Bir
söyle be! Bir söyle be!
HASİP KAPLAN (Devamla) – Bir
dakika…
KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Bir
söyle!
HASİP KAPLAN (Devamla) – Şu
cüzdanı aldığında üstünde Rus bayrağı yok.
KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Hah…
Türk Bayrağı var, hah…
HASİP KAPLAN (Devamla) – Bak,
bak, bak, bak…
KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) –
Haydi be, söyle şunu! Söyle alkışlayayım. Söyle alkışlayayım.
HASİP KAPLAN (Devamla) –
Bunun uğrunda Çanakkale’de şehitlerimiz yatıyor.
KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) –
Söyle alkışlayayım, söyle!
HASİP KAPLAN (Devamla) –
Dumlupınar şehitliğine git, orada Cizreli, Şırnaklı şehitleri görürsün ama…
KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) –
Söyle! Söyle alkışlayacağım, söyle!
HASİP KAPLAN (Devamla) – …iki
saat, bu vatandaşa zulüm eder gibi iki saat TRT’de yayın yaparsan…
KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) –
Zulüm falan yok.
HASİP KAPLAN (Devamla) –
…burada adaletten, eşitlikten bahsedemezsin.
KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Bu
millet hiç kimseye zulüm yapmaz, Türk milleti kimseye zulüm yapmaz.
SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) –
Sayın Başkan, müdahale eder misiniz, hatip konuşsun.
BENGİ YILDIZ (Batman) – Sen
buraya artistlik yapmaya mı geldin?
HASİP KAPLAN (Devamla) –
Burada şov yaptırtmam. Ben bu kürsüde konuştuğum zaman birilerine kalkıp bayrak
ticareti yaptırmam. Bayrak bu ulusun değeridir.
Bakın, kaçakçı da bayrağı
eline alıyor, çeteler de bayrağı eline alıyor, katiller de bayrağı eline
alıyor, herkes bayrağı eline alıyor, bu ortak değerimizi kirletiyor. (BDP
sıralarından alkışlar) Bu ortak değer karşısında herkesi, bir kere, saygıya
davet ediyoruz. Türk Bayrağı Kanunu var. Herkes buna saygılı olur.
KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) –
“Bizim bayrağımız.” de, “Türk Bayrağı bizim bayrağımız.” de.
HASİP KAPLAN (Devamla) –
Bayrağı da, Kur'an’ı da, Atatürk’ü de kullanan siyaset, siyaset etiğinin
dışındadır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ek süre
veriyorum, tamamlayın lütfen.
HASİP KAPLAN (Devamla) –
Bayrak, Kur'an, Atatürk kullanılacak değerler değildir. Kim ki bunların üstünde
siyaset yapıyorsa ayıp ediyor, yanlış ediyor.
KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) –
“Türk Bayrağı bizim bayrağımız.” de, “Bizim bayrağımız.” de, “Bizim…”
HASİP KAPLAN (Devamla) – Biz
böyle şeyler yapmıyoruz. Gelin, halk dilinde siyaset yapalım, halk gibi siyaset
yapalım.
KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Hah…
Onu söyle, onu! “Türk Bayrağı bizim bayrağımız.” de.
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın
Başkan, Tüzmen şov yapıyor!
BAŞKAN – Sayın Tüzmen… Sayın
Tüzmen…
SIRRI SAKIK (Muş) – Mevki,
makam kaybettiğin için sığınacağın tek liman bayrak mı? Ayıp, ayıp!
HASİP KAPLAN (Devamla) –
Sayın Tüzmen, seninle denizlere de dalarız, seninle denizlere de dalarız ama şovmenlikte…
Şu davranış biçimini de yakıştıramadım Hükûmetin eski bir bakanına.
Türkiye Cumhuriyeti’nin
birliği ve bütünlüğünün yegâne sigortası Barış ve Demokrasi Partisidir. Daha
dün 15 milletvekili -2 MHP’den, 2 CHP’den, 10 tane AK PARTİ’den- Cudi Dağı’nın
tepesine çıkmadık mı Halil Bey?
HALİL MAZICIOĞLU (Gaziantep)
– Çıktık.
HASİP KAPLAN (Devamla) – Cudi
Dağı’nın tepesine çıktık, Şırnak’a gittik, Midyat’a gittik, Deyrül Umur’a
gittik, Mardin’e gittik, Kırklar Kilisesi’nde paskalya kutladık. Biz böyle bir
ülkenin birliğini, bütünlüğünü, bütün renklerin kardeşliğini, bütün seslerin
kardeşliğini…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HASİP KAPLAN (Devamla) –
…eşitliğini, eşit ve özgür yurttaşı, özgür bireyin özgürlüğünü savunuyoruz,
hukuku ve demokrasiyi…
Siz, böyle yanlışlarınıza
devam edin!
KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Sen
beni çok iyi bilirsin!
HASİP KAPLAN (Devamla) – Biz
halk gibi düşünüyoruz.
KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Ben
sana diyorum ki: “Bu bayrağa sahip çık, bitecek bu iş.”
BAŞKAN – Sayın Tüzmen… Sayın
Tüzmen…
HASİP KAPLAN (Devamla) –
Hepinizi bu duygularla selamlıyorum ve “Terk et bu yanlışı!” diye sizi
uyarıyorum Sayın Tüzmen.
KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Hiç
yanlış yok. Bu bayrak sizin bayrağınız, hepimizin bayrağı.
BAŞKAN – Sayın Tüzmen…
KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) –
“Türk Bayrağı bizim bayrağımız.” de. Onu istiyorum ben senden, onu istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Tüzmen…
HASİP KAPLAN (Devamla) – Sana
kazandırmaz, AK PARTİ’ye kazandırmaz. Senin partinin korkutması da o değil…
KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Onu
istiyorum ben senden, onu istiyorum.
HASİP KAPLAN (Devamla) –
Senin partinin…
KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) –
Söyleyemiyor musun? Söyle!
SIRRI SAKIK (Muş) – Ya, sen
kimsin? Sen kimsin?
KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) –
Söyle!
SIRRI SAKIK (Muş) – Kimsin
sen? Yani kaybettiğin mevki, makamı şimdi bayrağa sarılarak mı kutsamaya
çalışıyorsun? (BDP sıralarından alkışlar)
KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) –
Yazık olur sana yazık! Onları karıştırma ha!
Başkalarıyla karıştırırsan…
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın
Başkan…
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Konuşmacı bana “parazit yapıyorsunuz” dedi. (Gülüşmeler)
BAŞKAN – Bir dakika… Bir
dakika… Şimdi sizden evvel Sayın Sakık…
Sayın Sakık sisteme girdiniz,
hayrola?
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın
Başkan, bu konuda bir açıklama yapmak istiyorum.
BAŞKAN – Hangi konuda?
SIRRI SAKIK (Muş) – Bayrakla
ilgili bir bütünümüzü töhmet altında tutan bir açıklama…
BAŞKAN – Peki, iki dakika
süre veriyorum.
Buyurun.
V.- AÇIKLAMALAR
(Devam)
12.- Muş
Milletvekili Sırrı Sakık’ın, Mersin Milletvekili Kürşad Tüzmen’in, bayrakla
ilgili ifadelerine ilişkin açıklaması
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Şimdi, ne gereği var? Burada
TRT’yle ilgili bir konuşma var. Bütün siyasi partiler düşüncelerini ifade
ettiler. Hepimiz, burada, bu kürsüde her gün, hemen hemen bütün
konuşmalarımızda bizim, hiçbirimizin bayrakla, ülkenin birliğiyle ilgili tek
bir sorunumuzun olmadığını söylüyoruz.
Şimdi sayın zat, uzun süredir
bulunduğu mevki ve makamları kaybedince sığınabileceği bir liman arıyor, bu
liman biz değiliz. Nereden ararsanız arayın, bizim üzerimizden size siyaset
yaptırtmayız. Yıllardır bunu yaptınız, bunu yapmayınız, bu ülkeye haksızlık
etmeyiniz. Bu ülke kimsenin babasının yurdu değil, kimse de burada sığıntı bir
şekilde yaşamıyor, hepimizin ortak anayurdudur. Bayrak da hepimizindir, ülke de
hepimizindir ama herkes de haddini bilmelidir.
Teşekkür ediyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Genç, buyurun.
KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) –
Sayın Başkan, ben de söz istiyorum.
BAŞKAN - Size de geleceğim.
Üç dakika süre veriyorum. Üç
dakikayı uzatmadığımı biliyorsunuz. Yeni bir sataşmaya mahal vermeden, buyurun
Sayın Genç.
IX.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Tunceli
Milletvekili Kamer Genç’in, Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
KAMER GENÇ (Tunceli) – Çok
teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın milletvekilleri, şimdi,
Hasip Bey söz aldı “Burada grubum adına konuşuyorum.” dedi. Ben de dedim ki
grup adına değil, kişisel konuşuyorsunuz. Yani İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine
göre milletvekillerinin aldıkları söz kişisel sözdür, grup adına değildir.
Fakat bu arkadaşlarımızdan bazıları zaman zaman bana karşı çok büyük tepki
gösteriyorlar.
SIRRI SAKIK (Muş) - Hepimiz
seni seviyoruz.
KAMER GENÇ (Devamla) - Dün
konuşmamın birisinde ben burada konuşurken, efendim, seni Tunceli’ye sokmayız…
Yahu, siz beni nereden… Gücünüz varsa sokmayın. Hasip Bey bilir, biz daha 2007
seçimlerinden önce kendisiyle bir televizyon kanalına çıktık, dedi ki: “Seni
Tunceli’de, Dersim’de sandığa gömeceğiz.” Bak, gördünüz ki boğulmadık. Tunceli
halkı, çok soylu ve asil bir halktır, insanın hakkını verir.
Ben, yıllarca bu Parlamentoda
görev yapmışım. Kürsüye çıkan bazı arkadaşlarımız eğer yanlış bir ifade
kullanıyorsa onlara bir ağabeylik görevini yaparak diyorum ki yani doğru
konuşun. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) –
Sen dede olursun, dede!
KAMER GENÇ (Devamla) – Yahu
bu eğitim, öğreteceğiz size. Yani diyoruz ki bundan sonra grup adına çıktığınız
zaman grup adına çıkın, kişisel olarak çıktığınız zaman kişisel sözden
bahsedin. Yani efendim, parazit… Neye
parazit etmiş oluyorum ki?
BENGİ YILDIZ (Batman) – Araya
girdiğiniz için söyledi Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Devamla) – Sizin
bilakis bana teşekkür etmeniz lazım. Yani yanlış kullandığı bir ifadeyi
düzelttiğim için teşekkür etmesi gerekirken “Parazit yapıyorsunuz.” demek ne
demek? Yani şimdi, bazı arkadaşlarımız kendilerini…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Kamer
Bey, teşekkür ediyorum.
KAMER GENÇ (Devamla) – Bakın,
Hasip Bey, size yaptığımda bir hata yok diyorum.
BAŞKAN – Sayın Genç… Sayın
Genç, bir saniye…
KAMER GENÇ (Devamla) –
Doğrusunu söyledim size.
BAŞKAN – Sayın Genç, bir
saniyecik…
Hem teşekkür etti hem kusura
bakmayın dedi.
KAMER GENÇ (Devamla) – Tamam
efendim, ben de yani bir şey… Ama bu vesileyle…
Hayır, yani teşekkür ettiği
için ben de kendisine teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum efendim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Tüzmen, buyurun.
Sataşma nedeniyle söz
istediğiniz için buyurun, buradan konuşacaksınız.
Size de üç dakika veriyorum.
Üç dakikalara ekleme
yapmadığım için o süre içerisinde...
Buyurun, sataşmaya mahal
vermeden… (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
2.- Mersin
Milletvekili Kürşad Tüzmen’in, Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aslında bir noktayı bence burada bizden
sonraki nesillere de örnek olacak şekilde halledip geçmemiz gerekiyor. Burada
gelen arkadaşlarımız güzel konuşmalar yapıyorlar, ben de uslu uslu orada oturuyordum
biliyorsunuz. Laf gelince, oradan dayanamadım, karıştım çünkü şöyle bir şey
var, şöyle bir yanılsama var: “Bizim bayrakla bir problemimiz yok.” diyor
arkadaşlar. Evet, biz de aynı şeyi söylüyoruz, diyoruz ki: “Tek devletiz. Tek
vatan var. Tek bayrak var.” “Bunda da bir problemimiz yok.” diyor arkadaşlar.
Evet, ben diyorum ki: “Bu yetmez, bunu benim söylemem de o kadar önemli değil.
Bunu Kürt kökenli kardeşlerim buradan söylediği zaman bir anlamı var.” “Türk
Bayrağı bizim bayrağımızdır deyin.” diyorum, bunu söyleyin. Ben bunu istiyorum.
(BDP sıralarından gürültüler)
ÖZDAL ÜÇER (Van) – Biz ne
diyeceğimizi senden mi öğreneceğiz?
KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) – Ben
bunu istiyorum.
ÖZDAL ÜÇER (Van) – Kimsin
sen, kimsin?
KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) –
“Bayrakla problemimiz yok.” demek farklı. (BDP sıralarından gürültüler)
Ya, arkadaşlar, gelin…
SIRRI SAKIK (Muş) – Sen
kimsin ya!
KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) –
Bak, ben hepinizi seviyorum ya! Gelin, gelin siz de bunu söyleyin. Ben hepinizi
seviyorum. (BDP sıralarından gürültüler)
Bak, bir şey söyleyeceğim
–Başkanım, izninizle- bir sakin olun, ben size bir şey söyleyeceğim. (BDP
sıralarından gürültüler)
ÖZDAL ÜÇER (Van) – Sen
ihalelerinden bahset!
KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) –
Suat Bey’le beraber biz İstanbul’dan Ankara’ya gidiyoruz. Ahmet Türk’le Aysel
Tuğluk beraber geliyorlar.
ÖZDAL ÜÇER (Van) – Sen
Mersin’deki ihalelerden bahset! “Vatan, millet, Sakarya” değil…
MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis)
– Sen başka şeylerden bahset!
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen… Sayın Üçer, lütfen…
KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) –
Aysel Hanım’ın bavulu ağırdı. Çantasını, bir bayan olduğu için nezaketen
çantasını ben aldım.
SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) –
Bizi yok saydığınız için özür dileyin, özür.
KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) – Ben
taşıdım. Aysel Tuğluk’un çantasını taşıdım ben, benim gibi adam. Taşıdım,
nezaketen… İçeride de dedim ki: “Bu olmaz. Gelin, biz aynı millet, aynı birlik
beraberlik, aynı devlet, aynı vatan içerisinde, Türk Bayrağı'nın altında
yaşıyoruz…”
SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) –
Aynı millet değil, biz Kürt’üz, siz Türk’sünüz. Biz aynı millet değiliz.
ÖZDAL ÜÇER (Van) – Aynı
millet değiliz. Biz Kürt’üz, sen Türk’sün.
KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) –
Tamam, Kürt’sün. Belki ben senden daha fazla Kürt’üm, ne biliyorsun? Sen belki
benden daha fazla Türk’sün, kim biliyor?
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ahmet
Türk’e o kabalığı yapmayacaktın sen!
KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) –
Bakalım kök araştırmasına, Hazreti Adem Türk müydü Kürt müydü?
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ahmet
Türk’e karşı saygılı olmak zorundasın!
KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) – Ya,
bırakın bunları, geçin.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ahmet
Türk’e karşı yaptığın çok ayıp!
KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) –
Bunlar tartışma değil. Türkiye'nin çok daha acil meseleleri var. Biz işsizlikle
mücadeleyi çalışalım. Boş verin buradan öyle siyaset yapmayı. Ucuz nutuklar
atmayın, hamaset yapmayın.
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Milletvekilliği düşmüş bir lidere karşı saygılı olacaksın!
BAŞKAN – Sayın Kaplan,
lütfen…
KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) -
“Türk Bayrağı bizim bayrağımız.” deyin. (BDP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Kaplan,
lütfen…
KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Bu
bayrak bizim bayrağımız. Benim söylediğim bu.
Teşekkür ediyorum, saygılar
sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın
Başkan, biz de meramımızı ifade etmek istiyoruz.
BAŞKAN – Buyurun.
Lütfen yeni bir sataşmaya
mahal vermeyin ama.
3.- Muş
Milletvekili Sırrı Sakık’ın, Mersin Milletvekili Kürşad Tüzmen’in, grubuna
sataşması nedeniyle konuşması
SIRRI SAKIK (Muş) – Sevgili
Başkan, sevgili arkadaşlar; merhaba.
Şimdi, ne gereği vardı? Allah
rızası için, burada, bu tartışmalarda gelip burada oturup… Kaç gündür sevgili
arkadaşımızı görüyoruz, her oturduğunda o elindeki çantayı böyle hiddetle,
şiddetle yere vuruyor, çatabileceği bir yer arıyor. Nedir? Zayıf halka
Kürtlerdir, zayıf halka Türkiye'nin temel değerleridir. Nedir? Onun için,
dönüyor… Arkadaşımız burada düşüncesini ifade ediyor. Bayrak…
Şimdi, bakın bir düşünür
diyor ki: “Her alçağın en son sığınacağı limanlar bu kutsal değerlerdir.” Şimdi,
hiç kimsenin bu kutsal değerlere sığınarak bir başkasına haksızlık etme hakkı
yok. Bu kürsüde ve hayatın her alanında ortak vatandan bahseden bir halk, ortak
bayraktan bahseden… Bu değerleri kendi değerimiz olarak algılıyoruz ve bu
değerler kimsenin tekelinde değil ama birileri de çıkıp bizi tehdit ederek,
beynimizin, bedenimizin efendisi olamazlar. Biz hiç kimseye ne boyun eğeriz ne
kimsenin dayatmasıyla da… Siz dayatmayla bayrağı insanlara sevdiremezsiniz.
Eğer sevgi bağını oluşturamazsanız o bayrak çatışmaya dönüşür.
Niye bölgede bayrağa insanlar
bu kadar tepki gösterdi? Çünkü o panzerlere bayrakları takıp, gidip ev
yaktılar. O koca metal direklerle bayrakları asarak bu ülkede birliği,
bütünlüğü sağlayamazsınız. Onun için, yürekten; onun için, duygu bağıyla
hepimizin bağlı olduğu değerleri birileri kendilerine ait ve dönüp efendi-köle
muamelesi yaparcasına, çıkın… Buna hiç kimsenin hakkı yoktur ve burada tekrar
altını çizerek söylüyoruz, bu değerlerle siyaset yapılmaz. Evet, bayrakla,
resmî dille, üniter yapıyla hiçbir sorunumuz yok. Sorunumuz nedir? Tek, ırktır.
Evet, biz Türk değiliz. Burada farklı kavimler var. Anadolu farklı kavimlerin
geçtiği bir yerdir. Biz de Kürt kimliğimiz var.
Bakın, dün akşam burada
tartışmalar oldu, “Kürt” sözcüğünden dolayı ne kıyametler kopuyor ve dönüp
söylüyorlar: “Efendim, biz kardeşiz.” Böyle kardeşlik batsın. Böyle kardeşliği
istemiyoruz. Böyle bir kardeşlik, bizim beklentimiz bu değil. Bize efendi-köle
muamelesi kimse yapamaz. Bu kardeşlik değil, efendi-köle ilişkisidir, bu
değerleri dayatmak efendi-köle ilişkileridir.
Onun için, eğer gerçekten
kardeşlik diyorsanız, bütün dillere, bütün kültürlere özgürlük tanınmalıdır.
Bir tek “Kürt” sözcüğünün, dün akşam, efendim…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
SIRRI SAKIK (Devamla) – Sayın
Başkan, son sözü söyleyeyim.
BAŞKAN – Ama, bakın,
yapmayın…
SIRRI SAKIK (Devamla) – Peki,
teşekkür ediyorum.
VIII.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
3.- (10/515,
10/606) esas numaralı Meclis araştırması önergelerinin ön görüşmelerinin Genel
Kurulun 8/4/2010 Perşembe günkü birleşiminde birlikte yapılmasına ilişkin CHP
Grubu önerisi (Devam)
BAŞKAN – Cumhuriyet Halk
Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Öneri reddedilmiştir.
Birleşime beş dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati:
17.26
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 17.38
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Harun
TÜFEKCİ (Konya)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 84’üncü Birleşiminin Dördüncü
Oturumunu açıyorum.
Gündemin “Kanun Tasarı ve
Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.
1’inci sırada yer alan, Türk
Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
X.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Türk
Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2’nci sırada yer alan, Türk
Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
2.- Türk
Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3’üncü sırada yer alan,
Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak
İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana
Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
3.-
Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak
İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana
Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/761) (S.
Sayısı: 458)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
4’üncü sırada yer alan,
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ve Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu’nun
görüşmelerine başlayacağız.
4.- Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve
Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/808) (S. Sayısı: 487)
(x)
BAŞKAN – Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada.
Komisyon Raporu 487 sıra
sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde söz
isteyen, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Oğuz
Oyan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Van Milletvekili Sayın Kerem
Altun, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Eskişehir Milletvekili Sayın
Beytullah Asil; şahıslar adına Eskişehir Milletvekili Sayın Beytullah Asil,
Konya Milletvekili Sayın Sami Güçlü, bu arkadaşlarımız olmazsa Tunceli
Milletvekili Sayın Kamer Genç.
İlk söz Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Oğuz Oyan’da.
Buyurun Sayın Oyan. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA OĞUZ OYAN
(İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; efendim, geçen haftalarda bir
Türk-Alman Üniversitesi kurduk. Bugün de 4 vakıf üniversitesi kuracağız.
Böylece, birkaç haftada 5 üniversite kuran bir Meclis konumundayız.
Bu durumda Meclisin,
üniversite kavramını sorgulaması, üniversitenin işlevlerini sorgulaması, genel
olarak da üniversite sorununu tartışması gerekir. Esasen, bilindiği gibi,
Anayasa bu konuda Meclisi sorumlu ve görevli tutmuştur. Anayasa’ya girmiş
kavramlarla üniversite tanımlanmıştır, vakıf üniversiteleri tanımlanmıştır ve
bunların ticari amaçlarla kurulamayacağı da söylenmiştir. Yani vakfedilecekse
bir üniversite için bir kaynak, bunun eğitim amaçlı olması öngörülmüştür.
Şimdi, işler böyle mi yoksa
başka türlü mü cereyan ediyor, ona bakmamız lazım. Ama şimdi, önce bir bilanço
çıkaralım: 2002 yılında 76 üniversite söz konusuydu. Yani AKP iktidara gelmeden
önceki döneme baktığımızda, 76 üniversite var, bunun 23’ü vakıf olmak üzere.
Aradan zaman geçti, AKP dönemini yaşadık. Bugün bu 4 vakıf üniversitesi -şimdi
tartıştığımız- eğer kurulacak olursa üniversite sayısı 76’dan 144’e çıkmış
olacak, bunun 49’u da vakıf üniversitesi olacak. Aslında 2’ye yakın bir artış
var. Vakıf üniversitesinde 2’den fazla artış var, 23’den 49’a. Vakıf
üniversitesi sayısı 49 olacak, 2 kattan fazla.
Şimdi, eğer gelişmeyi sadece
nicelik olarak görürseniz, sadece sayıların diliyle konuşursanız, yani “Sayılar
2’ye katlanmış. Ee, o zaman her şey iyidir, olumludur.” derseniz bununla
övünebilirsiniz ama eğer bu gelişme üniversite eğitiminde bir nitelik
aşınmasıyla ortaya çıkmışsa o zaman bu sayısal artışın çok da iyi bir gelişme
olup olmadığı konusunu burada sorgulamak gerekir.
Değerli arkadaşlarım,
üniversiteler esas itibarıyla düşünce üreten kuruluşlardır ve düşünmeyi öğreten
kurumlardır. Üniversite bir meslek yüksekokulundan farklıdır. Meslek
yüksekokulu ne yapar? Balık tutmasını öğretir ama üniversite bunun doğru olup
olmadığını tartışır, bunun tarihini tartışır, bunun ekosistem üzerindeki
etkilerini tartışır, bunun aslında üniversite olarak başka mecralara
taşınmasını, yeni düşünce üretme sistemlerine aracılık etmesini sağlar.
Üniversite ile meslek
yüksekokulu bu nedenle de çok farklı yapılardır ama bugün Türkiye'de gördüğümüz
şey, meslek yüksekokulları seviyesinde üniversiteler kurmaktan öteye
gitmemektedir. Ders verme makinesi hâline getirilmiş öğretim üyeleri ve giderek
kendi aralarında büyük kalite farklılıkları ortaya çıkan… Hem devlet
üniversitelerinin kendi içinde büyük kalite farklılıkları var hem vakıf
üniversitelerinin kendi arasında büyük kalite farklılıkları var hem de bu ikisi
arasında büyük kalite farklılıkları var.
Sonuç olarak Türkiye'de
“üniversite” dediğimiz zaman homojen bir yapıdan bahsetmiyoruz.
Türkiye'deki üniversite sistemi çok
birbirinden farklı öğretim birimlerini içinde barındırıyor. Hatta aynı
üniversite içinde iyi fakülte var, kötü fakülte var, iyi bölüm var, kötü bölüm
var ve dolayısıyla bizim her bakımdan iyi diyebileceğimiz üniversite sayısı
parmakla sayılacak kadar az. Yani 144 tane üniversite ama “Hadi bakalım, bunun
içinden bir 10 tane say.” dediğinizde güçlük çekebiliyorsunuz.
Dolayısıyla değerli
arkadaşlarım, üniversiteler bir kere,
1) Düşünce üreten
kuruluşlardır, düşünmeyi öğreten kurumlardır, kuruluşlardır.
2) Üniversiteler bir
toplumun, bir ülkenin aynasıdır, bir ülkenin gelişmişlik düzeyinin
göstergesidir. Üniversiteler, dolayısıyla sadece toplumun değil, içinde yer
aldıkları bölgenin, ilin ileriye taşıyıcı unsurlarıdırlar, öyle olmalıdırlar.
3) Üniversiteler aydınlanma
geleneğinin ışığıdırlar, meşalesidirler. Ancak bu görevi yerine getirdikleri
takdirde üniversiteler üniversite olurlar. Bu nedenle biz burada üniversite
meselesini, umarım bundan sonraki konuşmacılarla enine boyuna tartışırız.
Değerli arkadaşlarım,
Anayasa’mız, kazanç amacına yönelik olmamak şartına bağlı olarak ve devletin
gözetimi, denetimi altında çalışacak şekilde vakıf üniversiteleri de
kurulmasına imkân verir. Şimdi, gerçekten Türkiye’de bu vakıf üniversiteleri ne
kadar vakıf, ne kadar ticari amaçlı? Yani, buna bir bakmak lazım, bir.
İkincisi, vakıf
üniversitelerinin dağılımı çok ilginç. Türkiye’de bu sözünü ettiğimiz, şimdi
kurulacak olanlarla birlikte 49 vakıf üniversitesinin 28’i İstanbul’da, 8’i
Ankara’da, 4’ü İzmir’de yani 49 vakıf üniversitesinden 40’ı üç büyük ilde.
Yani, burada bunu söylerken biz demiyoruz ki her ile bir vakıf üniversitesi,
devlet üniversitesinde olduğu gibi. Bu yanlış da anlaşılmasın. Fakat ilginç bir
şey var. Bu vakıf üniversiteleri niye üç büyük ilde ve niye özellikle
İstanbul’da? Yani, yüzde 57’si sadece İstanbul’da. Neden? Çünkü oradaki rekabet
vakfedenlerin eğitim sistemi üzerinden bir rekabeti değil, orada, Türkiye'nin
en zengin şehri olan İstanbul’da ödeme gücü olan kitlelere seçenek sunmaktan
ibaret. Esas itibarıyla bu. Tabii cemaat vakıflarının gelişmesi, artışı falan,
bu da ayrı bir mesele olarak var ama esas buradaki kaygımız, bu üniversitelerin,
vakıf üniversitelerinin eğitim amacını ön planda tutmuyor olmalarıdır.
Şimdi, burada, yeni
üniversiteler var. Bir tane daha bir Anadolu Üniversitesi -bu dört
üniversiteden biri- kurulacak, Samsun’da bir Canik Başarı Üniversitesi ama gene
kurulan dört üniversiteden şu an üçü İstanbul’da kurulacak olan üniversiteler
ve ilginç bir gelişme olarak iki tane de “yarı kamusal” diyebileceğimiz
üniversite tipi ortaya çıkıyor vakıflar içinde. Bunlardan bir tanesi, Vakıflar
Genel Müdürlüğünün öncülük ettiği bir üniversite olacak, Fatih Sultan Mehmet
Üniversitesi, öbürü de Diyanet Vakfının kuracağı bir üniversite olacak. Yani,
bu, tabii, yeni bir gelişme ama bu bizim kaygılarımızı azaltır mı? Yani bu
üniversitelerin finansal gücü açısından, belki daha az sıkıntı olur bu ikisi
açısından. Peki ama diğer kaygılarımız açısından yani bir cemaat vakıflarına
doğru gitme açısından, bir özgür düşünce yuvaları olma işlevi açısından, bir
aydınlanma ve cumhuriyet geleneğini sürdürme açısından acaba bunlar bu
işlevleri yerine getirecekler mi? Burada kaygılarımız vardır ve devam
etmektedir. Dünya çapında üniversite oluşturmak acaba bu Fatih Sultan
Üniversitesinin içine konduğu gibi bir “Medeniyetler İttifakı Enstitüsü”
kurmakla mı olacak?
Değerli arkadaşlarım,
bakınız, bu tür klişeleri, bu tür “medeniyetler ittifakı” gibi daha çok
siyasetin alanında olan birtakım klişeleri üniversite bünyesi içine taşımak
üniversiteleri geliştirmez. Siyaset bu biçimiyle… Yani bir kere dünyada bir tek
medeniyet vardır, tek medeniyet vardır, o da gelişmişliğin medeniyeti. Bugün
dünya öncülüğünde hangisi dünyanın ortak medeniyeti, ortak aklıdır? Farklı
kültürler olabilir ama “medeniyetler arası ittifak” dediğiniz zaman
“medeniyetler arasında çatışma var” tezinden yola çıkıyorsunuz demektir ve bu “medeniyetler
arasındaki çatışma” tezi de bizzat Amerika’nın Huntington’a ısmarladığı tezler
üzerinden üretilmiş ve Amerika’nın Yeni Dünya sahnesinde kendisine yeni
çatışma, yeni birtakım –Sovyetlerin
çökmesinden sonra- düşman imgeleri yaratmak için ortaya çıkardığı bir şeydir.
Türkiye'nin bunda ne işi var? Türkiye’de bu konuda üniversitede enstitü mü
kurulur? Yani değerli arkadaşlarım, böyle birtakım modalar izlenerek, bilim
dışı siyaset peşine takılarak üniversite geliştirilmez.
Türkiye’de üniversitede iki
zıt eğilim var değerli arkadaşlarım. Bunlardan bir tanesi üniversite sayısının
hızlı artışıdır, öbürü de üniversite sayısı artarken yüksek öğretimin
kalitesinin aynı hızla düşmesidir. Yani iki zıt eğilim var, bir taraftan
nicelik artıyor, öbür taraftan nitelik düşüyor. Yani biz bir yol ayırımındayız,
acilen bir tercih yapmak durumundayız Türkiye’de. Nicelik mi, nitelik mi? Yani
sayıyı mı daha çok artırarak gelişeceğiz, yoksa niteliği artırarak, kaliteyi
artırarak mı gelişeceğiz? Yani Türkiye eğer dünya çapında üniversite üretmek
istiyorsa, çağdaş üniversiteler geliştirmek istiyorsa herhâlde sayıdan daha çok
niteliğe önem vermek durumunda.
Bugün üniversite eğitimi
itibarıyla baktığınızda, yükseköğretim düzeyinin devalüe edilmiş olduğunu
görüyorsunuz, değer yitirmiş olduğunu görüyorsunuz. Bugün birçok alanda verilen
mezunlar, bundan otuz sene önceki lise mezunlarının ayarından daha düşük
oluyorsa orada bir sıkıntı var, üniversite, üniversite fonksiyonunu göremiyor
demektir. Bunu da burada büyük çoğunluğu üniversite mezunu olan milletvekilleri
herhâlde daha iyi takdir ediyorlardır.
Bu kalite aşınması hızlanarak
sürerken YÖK Başkanı daha fazla üniversite açarak üniversite önündeki
yığılmaların önlenebileceği gibi bir faraziye peşinde koşuyor. Şimdi, “Böyle bir
YÖK’le yani yüksek eğitim planlamasını yapan bir YÖK’le nereye kadar
gidebiliriz?” sorusunu sormamız lazım. YÖK Başkanı diyor ki: “Benim dönemimde
biz kontenjanları arttırdık, 200 bin kontenjan arttırdık.” Gerçekten,
üniversiteler kontenjan bildiriyorlar YÖK’e, YÖK “O yetmez, 100 yerine 200
alın, 300 yerine 450 alın.” diye
dayatmalar yapıyor, fiziki kapasitelerinin ötesinde, öğretim üyeleri sayısının
ve imkânlarının ötesinde zorlamalar yapıyor. Tabii, ikinci eğitim üzerinden
zorlamalar yapılıyor vesaire. Ama üniversite önündeki yığılmaları önlemenin
yolu, üniversitelere bu mevcut sistem içinde, orta eğitim sistemini
değiştirmeden daha fazla öğrenci almak değildir. Bu, sayıyı artırmak ama
niteliği daha da kötüleştirmek demektir. Bunun yolu Cumhuriyet Halk Partisinin
Programı’nda var. Ben size iki satırla özetleyeyim: Bunun yolu, öncelikle, orta
eğitimi klasik liseden büyük ölçüde çıkarmaktan geçiyor. Orta eğitimdeki
öğrencilerin en fazla üçte 1’ini üniversite eğitimine kanalize eden klasik lise
eğitimi içinde tutmak, geri kalanını mesleki ve teknik eğitim üzerinde
yoğunlaştırmak ve onların üniversiteye geçiş yani yüksek meslek okullarına
geçiş kanalını açık tutmakla birlikte bu kanalı daha dar tutarak, esas
itibarıyla daha orta eğitimden itibaren lisenin üniversiteye kanalize olmasını
sağlamak. Böylece üniversite önündeki yığılmayı önlersiniz ve piyasada lise
mezunu olup da iş arayan milyonlarca gence en azından bir meslek sahibi olarak
iş arama imkânını verirsiniz ve Türkiye’deki işsizliği de önemli bir sorun
yumağı olmaktan çıkarırsınız. Dünya bunu böyle. Yapıyor. Yani bu Almanya’da
böyle, başka ülkelerde böyle. Yani Türkiye burada yeni bir şey yapacak değil.
Üniversite önündeki
yığılmayı, daha fazla üniversite açarak, daha fazla üniversitelerde kontenjan artırarak
çözemezsiniz. Çözmek, burada kaliteyi düşürmek üzerinden olsa bile mümkün
değil.
Dolayısıyla, tabii bir şeyi
daha hatırlatayım: Bakınız, Türkiye’deki üniversitelerin yaklaşık üçte 1’i
vakıf üniversitesi. Peki, vakıf üniversitelerinin toplam öğrenci sayısı
içindeki payı nedir? Yüzde 11,7’yle yüzde 9. Yani siz vakıf üniversiteleri
açarak bu açığı kapatamazsınız çünkü bunlar paralı okullardır, Türkiye’de
insanların ödeme gücü buna yetmemektedir ve büyük bir bölümü kontenjanlarını
dolduramamaktadır. Birçoğu yüzde 50’ye ulaşamıyor bu vakıf üniversitelerinin.
Bizzat YÖK Başkanı şubat ayında yaptığı bir değerlendirmede bunu kendi
belirtti, ama ilginç bir şey daha söylüyor: “Vakıf üniversiteleri modelinde
ticarileşme var” diyor, doğru tespit. “Biz bunu önlemek için özel üniversite
yolunu açalım, bir tarafta vakıflar olsun, yani devlet üniversitesi, vakıf
üniversitesi, bir de özel üniversite yolunu açalım, böylece her şey yerli
yerine otursun.”
Değerli arkadaşlarım, bu da
tabii Türkiye’de üniversiter sistemi, akademik dünyayı daha da herhalde kalite
kaybına götürecek bir paralı eğitim olgusu ortaya çıkaracaktır. Bunun doğru bir
yol almadığını buradan şey yapalım.
Tabii, bu arada YÖK
Başkanından bahsederken… Kendisini göremiyoruz galiba.
MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK
VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Başkan Vekili burada.
OĞUZ OYAN (Devamla) – Yani
Başkan Vekili değil, biz tabii burada Sayın Yusuf Özcan’ı görmek isterdik. YÖK
Başkanının herhalde kendisiyle ilgili dört tane üniversite kurulan bir konuda
burada bizzat olması herhalde kendi sorumluluğu ve kendi yaptığı işe saygısı
gereği gerekli olurdu.
Şimdi değerli arkadaşlarım,
üniversitelerin gelişmesinin, esas itibarıyla, öğretim üyesi dediğimiz unsurun
yaptığı işi özgürce yapabilmesinden geçtiğini, gerek eğitim faaliyeti olarak
gerek araştırma faaliyeti olarak geçtiğini bir kere kabul etmeliyiz. Peki ama
acaba bu ticari amaçla büyük ölçüde çalışan ve öğrenciyi müşteri olarak kabul
eden vakıf üniversitelerinde, vakıf üniversitesi mütevelli heyeti başkanının,
yani patronun diğer deyişle karşısında el pençe divan durmaya zorlanmış,
zorlanan öğretim üyelerinin hangi eğitim ve araştırma kalitesi düzeyinde
olacağını bana birileri söyleyebilir mi? Yani bu, büyük ölçüde, bu vakıf
üniversitelerinin büyük çoğunluğunda bu biçimde işlemektedir.
O üniversitenin patronunun,
mütevelli heyeti başkanının siyasi eğilimleri de tabii birçok şeyi
belirlemektedir ya da o üniversitenin siyasi iktidarla olan bağlantıları ya da
siyasi iktidarla iyi geçinme dürtüleri oradaki eğitimi yönlendirebilmektedir.
Oysa bir üniversitenin siyasi iktidarla iyi geçinmek, kötü geçinmek diye bir
kaygısı olmaz. Üniversiteler, kendi söyleyeceği sözleri, kendi araştırmalarını
söyleyebilmek açısından bir yere, bir referans noktasına bakarak konuşmazlar.
Bu, bir cemaat de olmaz, iktidar da olmaz, muhalefet de olmaz. Onların bakacağı
yer bilimdir, tek kıstasları bilimdir ve bakacakları başka bir yer olamaz. O
nedenle, ben, burada da çok ciddi bir değer aşınması olduğunu düşünüyorum.
Üniversite öğretim üyelerini
özgürleştirmeliyiz değerli arkadaşlarım. Ama bu özgürleştirmenin de bir yolu da
yetişecek yardımcı öğretim elemanlarını özgürleştirmekten geçiyor. Vakıf
üniversitelerinin -söyleyiniz bana- kaç tanesi öğretim üyesi yardımcısı
yetiştiriyor, kaç tanesi araştırma görevlisi yetiştiriyor, kaç tanesi yatırım
yapıyor bu alana? Aslında devlet bu alanlara yatırım yapıyor. Devlet
üniversitelerinde yetişiyorlar, doktorasını vesairesini verdikten sonra, belli
bir olgunluğa geldikten sonra bunlar kapışılmaya başlanıyor vakıf
üniversiteleri tarafından, yani hazıra konuyorlar. Güzel de, biraz da ellerini
taşın altına sokup onlar da araştırma görevlisine yatırım yapsalar fena mı
olurdu? Bunu zorlayacak hükümleri YÖK Yasası’na koysak kötü mü olurdu? Yani
onlara kadro tahsis edemiyoruz ama en azından zorlama yapabiliriz değil mi?
Yani bu konular, düşünülmesi gereken konular.
Tabii bir başka şey daha var
düşünülmesi gereken. Türkiye’de, bugün, araştırma görevlilerinin üniversiteye
girişleri, devlet üniversitesine girişleri iki kanaldan olmaktadır: Bir 33’üncü
maddeye göre, 2547 sayılı YÖK Yasası’nın, bir de 50’nci maddesine göre. Yani
iki ayrı kanaldan araştırma görevlisi alabiliyor üniversiteler ve ilginç bir
şey: Bu 50’nci maddenin (d) fıkrası aslında tali bir yoldur yani yüksek lisans
ve doktora yapan öğrencilere geçici olarak tahsis edilen bir burs gibidir,
fakat bu ana yol olmuş durumda. Yani tali yol ana yol durumuna getirilmiş,
üniversitelere sadece 50’nci maddenin (d) fıkrasından araştırma görevlisi
alınıyor. Dolayısıyla ne oluyor? Yüksek lisans, doktora bitince “güle, güle”
deniyor kendisine çünkü o maddeye göre bu doktoralı çocukları tutmanın bir
anlamı kalmıyor. Belki tıpta bir kısmen geçerli olabilir, her yıl binlerce, on
binlerce çocuğun TUS sınavına girdiği şeyde belki olabilir ama orada dahi
tartışılır. Ama bu sosyal
bilimlerde, fen bilimlerinde, edebiyatta, mühendislikte falan…
Yani zar zor
öğretim üyesi yardımcısı
yetiştirmiş -doktorasını yapmış-
ondan sonra onu tutması gerekirken -ki piyasada da müthiş bir talep var
muhtemelen, bir kısmına olabilir, bir kısmına olmayabilir, ayrı ama ne
diyorsunuz siz- “güle, güle” diyorsunuz, pasaportu eline veriyorsunuz.
Değerli arkadaşlarım, bu,
üniversitenin öğretim elemanı yetiştirme anlayışına tamamen ters bir
düzenlemedir. O nedenle benim verilmiş bir kanun teklifim var, ta geçen senenin
temmuz ayında verdim, bu 50’nci maddenin (d) fıkrasının kaldırılması, ilga
edilmesi… Bu bakımdan onun sadece bir burs olarak düzenlenmesi mümkündür ama
üniversite öğretim üyesini o düzgün, kadrolu bir biçimde 33’üncü maddeye göre
alacaksınız. Eğreti öğretim elemanı yardımcısı üniversitelerin yapısına,
doğasına aykırıdır. Mutlaka araştırma görevlilerini bu biçimde bizim
güçlendirmemiz gerekiyor. Bu teklifin burada görüşülmesi hâlinde, mevcut
durumda 50’nci maddeye göre görev yapanların da 33’üncü maddeye intibaklarının
yapılması gerekiyor.
Değerli arkadaşlarım, tekrar
edeyim bitirirken: Üniversiteler -ki Avrupa’da 12’nci yüzyıldan bu yana-
aslında özgür düşünce yolunda sürekli ilerlemişlerdir, bir medrese eğitiminden
farklı olarak özgür düşünce yolunda ilerlemişlerdir ve bugün Batı’nın farkını
ortaya çıkaran, Batı’yı bugün gelişmiş ülkeler bloku hâline getiren ana
özellik, üniversitelerin bu özgür gelişmesidir. Ve bugün eğer Batı teknolojik
açıdan, yenilikleri, icatları vesaire geliştirme açısından eğer özgün bir
noktada bulunuyorsa…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ek süre
veriyorum, tamamlayın lütfen.
OĞUZ OYAN (Devamla) - …eğer
gelişmekte olan ülkeler, bu arada bütün bir İslam dünyası gelişmiş ülkeleri çok
geriden izliyorlarsa ve bağımlı bir biçimde izliyorlarsa, bunun arkasında
üniversitelerin bilim üretme merkezleri olarak buralarda ne yazık ki yeterli
bir gelişmeye sahip olamaması yatar. Özellikle de üniversite-iktidar
ilişkilerinin bu gelişmemiş ülkeler ya da gelişmekte olan ülkeler bloklarında
yeterli bir özerklik alanına sahip olmaması üniversitelerin iktidar karşısında
giderek bağımlı bir noktaya gelmeleriyle ilişkilidir. Türkiye’deki gidişat da
ne yazık ki bu yöndedir. Eğer üniversiteler daha özerk olurlarsa, iktidara
karşı da daha özerk olurlarsa, siyasete karşı daha özerk olurlarsa, bu,
üniversite içi demokrasinin gelişmesi açısından da çok önemlidir. Türkiye’de
artık üniversitelerde yardımcı öğretim elemanının, araştırma görevlisinin
mutlaka ve mutlaka yönetime katılması şarttır. Üniversite bir bütündür. Sadece
profesörlerin, doçentlerin üniversitesi değildir, herkesin üniversitesidir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika
eklemiştim Sayın Oyan.
OĞUZ OYAN (Devamla) – Peki,
teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına Van Milletvekili Sayın Kerem Altun. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA KEREM
ALTUN (Van) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; 487 sıra
sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı üzerine AK PARTİ Grubu adına söz aldım. Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Bugün polis teşkilatımızın
kuruluşunun 165’inci yıl dönümü, bu vesileyle emniyet teşkilatımızın bu güzel
haftasını kutluyorum, kendilerine başarılar diliyorum.
Değerli milletvekilleri,
ülkemiz çok genç nüfusa sahip bir ülke. Son yıllarda ortaöğretimdeki okullaşma
oranının yükselmesi yükseköğretime olan talebi de sürekli olarak artırmaktadır.
Bu talep karşılanmadığı sürece üniversitelerin önünde yığılmalar devam edecektir.
Tüm dünyada yükseköğretimde
okullaşma oranı artmaktadır. Gelişmiş ülkelerdeki çağ nüfusunun okullaşma oranı
ise ülkemizin çok üzerinde seyretmektedir. Ülkemizdeki yükseköğretimdeki
okullaşma oranı sürekli olarak artmış olmasına rağmen dünyadaki gelişmeler göz
önüne alındığında gelişmiş ülkelerin gerisinde kalınmıştır.
Ülkemizde yükseköğretime olan
yoğun talebin mevcut üniversite ve bu üniversitelere bağlı yükseköğretim
birimleriyle karşılanması ve Dokuzuncu Plan’da yükseköğretim için öngörülen
yüzde 48’lik hedefe, özellikle örgün öğretimdeki hedefe ulaşması mümkün
görünmemektedir ne yazık ki. Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de
yükseköğretimin amaçları arasında eğitim öğretim işlevini görmek, bilimsel
araştırma yapmak ve topluma hizmet olarak zikredilebilir. Yükseköğretimin
planlı bir şekilde yaygınlaştırılması, nicelik ve niteliğinin yükseltilmesi
için gerekli tedbirlerin alınması Millî Eğitim Bakanlığının görevleri arasında
sayılmıştır. Bu amaçla Hükûmetimizce 2003 yılından itibaren toplumumuzun ihtiyaç
ve taleplerini karşılamak üzere üniversite bulunmayan tüm illerimizde birer
devlet üniversitesi kurulması yoluna gidilmiş, ayrıca vakıf üniversitelerinin
kurulması da teşvik edilmiştir. Anayasa’mızın 130’uncu maddesine göre vakıflar,
kazanç amacına yönelik olmamak şartıyla, devletin gözetim ve denetimine tabi
yükseköğretim kurumları kurabilmektedir.
Vakıf üniversitelerinin hangi usulle kurulabileceği 2547 sayılı
Yükseköğretim Kanunu’nda belirtilmiştir. Üniversiteler, bilimsel ve mali açıdan
özerk kuruluşlardır.
Cumhuriyet döneminde
üniversitelerin kuruluş gerekçelerine baktığımızda, bölgelerimizin ekonomik ve
sosyal durumları, illerimizin kalkınmışlık durumları hep göz önüne alınmıştır.
Bunları geriye doğru örneklersek, Atatürk’ün modern bir kültür şehri kurmak
için Doğu Anadolu Bölgesi’nde, Van Gölü sahillerinde üniversite kurma arzuları
hayatında gerçekleşmemiştir. Çok sonraları, bu anlayışa ve amaca uygun Van
Yüzüncü Yıl Üniversitesi kurulmuştur. Keza, bu bölgede sosyal, kültürel,
ekonomik ve teknik açıdan rol oynayacak Erzurum Atatürk Üniversitesi
kurulmuştur.
Bulunduğu bölgenin kültür
hayatını, dolayısıyla, modern yöntemlerle çalıştırma imkânlarını ve refahını
yükseltmede doğrudan etkili olacak Ege Bölgesi’nde İzmir Ege Üniversitesi,
uluslararası bilgiyle yetinmeyip özellikle doğal kaynakları, mahallî imkânları
incelemek, halkın özel yeteneklerini de ele alarak şimdiye kadar değinilmemiş
ekonomik sorunları çözmeye çalışmak için Karadeniz Bölgesi’nde Karadeniz Teknik
Üniversitesi, çevreyi kültürel ve ekonomik yönde inceleme, çevreyi laboratuvar
olarak kullanmak suretiyle bölge kalkınmasına katkıda bulunacak, Güneydoğu
Anadolu Bölgemizde Diyarbakır Dicle Üniversitesi kurulmuştur.
Değerli milletvekilleri,
günümüzde şiddetlenen küresel rekabetle birlikte bilgiye daha yaygın erişme,
bilgiyi yönetme, ülkenin insan ve doğal kaynaklarını teknolojik yeniliklerle
destekleme konusundaki kamuoyunun talebi değişimin itici gücü olmuş,
yükseköğretim açısından da yeni şartlar yaratmıştır.
Ülkeler kendi yükseköğretim
sistemini ve bu sistemleri oluşturan kurumları, millî ihtiyaçları dikkate
alarak ulusal kalkınmaya etkin bir biçimde katkıda bulunulmasına yardımcı
olacak önlemleri almak zorundadır. Hükûmetimiz, genç bir nüfusun ihtiyaç ve
talebini karşılayabilmek amacıyla yükseköğrenimi nicelik ve nitelikle birlikte
bilimsel çalışma ve inceleme, araştırma alanlarında desteklemektedir. Bu konu,
ulusal stratejimizin öncelikleri arasında yer almıştır. Bugün yükseköğretime
olan talebin karşılanması nedeniyle birçok vatandaşımız yurt dışında
yükseköğrenim görme arayışı içine girmiştir. Millî Eğitim Bakanlığının
verilerine göre, öğrenciliklerini tanıtmadan gidenler hariç, hâlen yurt dışında
22 binin üzerinde gencimiz ailelerinin maddi imkânlarını zorlayarak özel
öğrenci statüsünde öğrenimlerini görmektedirler. Hâlbuki, ülkemizin ekonomik ve
jeopolitik yapısı gereği yükseköğretim kurumlarını yaygınlaştırıp çok sayıda ve
farklı ülkelerde öğrenciye hizmet vererek ülke ekonomisine önemli kaynak
sağlayabilecek durumdadır.
Değerli milletvekilleri,
bütün bunlara rağmen ülkemiz yükseköğretimi dikkate değer bir büyüme
göstermiştir. 1923-2010 yılları arasında üniversite sayısı 1’den -sadece1’den-
139’a yükselmiş ise, öğrenci sayısı 2 binlerden 2 milyonlara çıkmış ise, yıllık
mezun sayısı 321’den 397 bine ulaşmış ise, akademik personel sayısı 307’den 97
binlere sıçramış ise bu bir gelişme ve başarı değil mi?
Öğrenci durumu itibarıyla,
devlet üniversitelerindeki öğrenci sayısının bütün öğrenciler içerisindeki payı
yüzde 94,2; vakıf üniversitelerindeki öğrenci sayısının bütün öğrenciler
içerisindeki payı sadece yüzde 5,8’dir. 2003 yılından sonra kurulan vakıf
üniversitelerinin bir kısmı üç büyük ilimizin dışında da kurulmuştur.
Bugün görüşülmekte olan
üniversitelerden biri de Samsun ilimizde kurulacaktır. Daha önceleri Kayseri,
Mersin, Konya ve Gaziantep illerimizde ikişer vakıf üniversitesi kurulmuştur.
Vakıf üniversiteleri eğitimde
verimliliği artıracak, eğitime destek olacak şekilde sorumluluğu
paylaşacaklardır. Devlet üniversiteleri tarafından karşılanması giderek
zorlaşan yükseköğretim yükünü kısmen de olsa devletin üstünden alacaklardır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; insana yapılan yatırım, geleceğe yapılan en büyük yatırımdır.
Zenginlik dediğimiz şey ne yer altındaki madenler ne tarladaki mahsul ne
fabrikanın ürettiği mallardır. Esas sermaye ve zenginlik kaynağı bugün modern
toplumda bilgidir, eğitimli insandır. Türkiye’nin genç nüfusunun iyi eğitilmesi
hâlinde inanıyoruz ki 21’inci yüzyılın gerçek anlamda milletimizin lehine olacağınadır.
Karamsar değiliz. Karamsarlık pompalayarak karanlık tablolarla milletimizin
enerjisini ve heyecanını yok etmemeliyiz.
Değerli milletvekilleri, AK
PARTİ İktidarı bütün politikalarının merkezine insanı, bireyi koymuştur. Başta
düşünce, ifade, inanç, eğitim, örgütlenme ve teşebbüs özgürlükleri olmak üzere
özgürlükleri çoğulculuğun barış ve uzlaşmanın temel şartı olarak görüyoruz. Tüm
bu özgürlükler Türkiye’yi herkes için yarınlardan emin olacakları büyük bir
umut hâline getirmenin de olmazsa olmaz şartlarıdır çünkü özgürlükler
demokrasinin temelini oluşturur. Toplumda herkes özgür olmadıkça kimse özgür
değildir. Bu anlamda hiçbir bireysel ve kurumsal baskı kabul edilemez. Soğuk
savaş döneminin basmakalıp ideolojileriyle eğitim meselelerine yaklaşmak eğitimi
katletmektir. Biz millî eğitim meselelerine ideolojik değil, pedagojik
yaklaşmak zorundayız. Biz yükseköğretimin meselelerine ideolojik değil,
evrensel ölçekte akademik yaklaşmak zorundayız. Avrupa Birliği İlerleme
Raporu’nda Türkiye’nin son yıllarda kaydettiği gelişmenin takdirle ifade
edildiği belirtilmektedir. Eğitim sistemindeki gelişmelerin en az eleştiri
gören alanlardan biri olduğunu görüyoruz. Bologna İlerleme Raporu’nda,
Türkiye’de yükseköğretimin çeşitli açılardan dinamik bir gelişme içinde
olduğunu ortaya koymaktadır. Bu raporda, Bologna sürecinde, bütün
üniversitelerimizin yaşam boyu öğrenmeye katkıda bulunan sürekli eğitim
merkezleri, ulusal öğrenci temsilcilikleri ile Bologna destekleyicisi ulusal
ekibin oluşturulması, teknoloji geliştirme bölgelerinin sayısının hızla
artmakta olduğunu önemle vurgulamaktadır.
Bunlar sevindirici
gelişmelerdir. Ne yazık ki, bugüne kadar bardağın hep boş kısmına bakma
alışkanlığımız, nedense dolu kısmına bakmamızı engelliyor. Karanlıktan şikâyet
edeceğimize bir mum da biz yakarsak daha iyi olmaz mı? Büyük fikir adamı Cemil
Meriç “Her aydınlığı yangın sanıp söndürmeye çalışanlar, karanlığa o kadar
alışmışsınız ki, yıldızlar bile rahatsız ediyor sizi.” der. Biz biliyoruz ki,
değişim ve gelişime kapalı olan statükocu anlayış, alışkanlıklarının esiri
olarak, çözüm yerine zihinleri bulandırarak sorun üretirler, iş yerine laf
üretirler yüksek perdeden. Aristo “Sözün en güzeli, söyleyenin doğru olarak
söylediği, dinleyenin de yararlandığı sözdür.” der. Topluma yol göstericiler,
söylediklerini yapan ve yapabileceklerini söyleyen insanlardır. Ziya Paşa ünlü
hicvinde:
“Onlar ki laf ile verirler
dünyaya nizamat,
Bin türlü teseyyüb bulunur
hanelerinde.” der.
Evet… Eğitim politikaları
üzerinde gündelik siyaset yapılmamalıdır çünkü eğitim politikaları bugünle
değil, gelecekle ilgilidir. Günlük kısırdöngüler üzerinde geleceği ipotek
altına almaya kimsenin hakkı olamaz. Eğitim politikalarında başarı da,
başarısızlık da, başta yüce Meclis olmak üzere, sorumluluk makamında bulunan
herkese, her kuruma aittir. Başarı mutluluk ve refaha, başarısızlık ise
toplumsal kaosa neden olur. Eğitim politikalarını belirlemek ve yürütmek vergi
politikalarını belirlemeye benzemez. Eğitim politikalarının somut etki ve
sonuçları ancak yirmi-yirmi beş yılda görülebilir. Onun için diyoruz ki:
“Bedeli başkalarının ödeyeceği kararlar alırken daha özenli, daha dikkatli,
üzerinde millî uzlaşma sağlanmış kararlar olmalıdır.” Eğitim politikaları
süreklilik ve iyi bir planlama gerektirir. Bunun için geçmişin iyi analiz
edilerek dersler çıkarılması, bugünün sorunlarının tespit edilmesi ve gelecekte
yaratacağı etkilerin öngörülmesi gerekir.
Eğitim politikaları, bireysel
ihtiyaçları belirli bir kesimin taleplerine ya da belirli bir dünya görüşünün
anlayışına bırakılamaz. Bu olduğunda birilerini kurtarabilir veya zirveye
çıkarabilirsiniz ama uluslararası arenaya çıkıldığında şu ya da bu iyi
denilmez. Yargılar Türkiye etiketi üzerine yapışır ve kalır. Hiç kimsenin,
bireysel ve zümresel beklenti ve talepleri Türkiye’nin üzerinde değildir. O
bizim evimiz, başka evimiz yok. Onu korumanın, yüceltmenin, sevmenin
yollarından birisi de kapsayıcı, uzlaştırıcı, bilimsel eğitim politikalarını
geliştirmektir. Eğitim politikaları ekonomik bir değer olarak da ciddi ve
pahalı yatırımlar gerektirir. Buna harcanan para milletin parasıdır. Bu parayı
en etkin ve verimli şekilde kullanmak sadece ekonomik yatırımlara has bir durum
değildir. Eğitim yatırımlarında da aynı özen ve basiretin gösterilmesi gerekir.
Amerika Birleşik Devletleri’nde,
eğitiminde, geçmişte büyük bir şok
yaşanmasına sebep olan olay Sovyetler Birliği’nin 4 Ekim 1957’de uzaya
gönderdiği Sputnik 1 roketini göndermesidir. Amerika bu olaydan sonra eğitim
politikalarını geliştirmek için büyük yatırımlara girişmiştir. Bu yatırımlar,
özellikle matematik, pozitif bilimler ve yabancı dil alanında yoğunlaşmıştır.
Bu eğitim politikaları Amerika Birleşik Devletleri’ne “aya yolculuk yapan
millet” sıfatını kazandırmıştır. Bir Afrika atasözünü hatırlatmak isterim:
Afrika’da her sabah bir ceylan uyanır, onun tek bir düşüncesi vardır: En hızlı
koşan aslandan daha hızlı koşmak. Yoksa aslana yem olacağını bilir. Afrika’da
her sabah bir aslan uyanır, onun da tek bir düşüncesi vardır: En yavaş koşan
ceylandan daha hızlı koşmak. Aksi hâlde aç kalacağını bilir. Aslan ya da ceylan olmamızın bir önemi
yoktur, yeter ki güneş doğduğunda daha çok koşmak zorunda olduğumuzu bilelim.
Değerli milletvekilleri, geliniz, milletimizle birlikte her sabah daha
çok, daha çok koşalım ülkemizin aydınlık yarınlarına; daha mutlu, daha umutlu,
daha güzel kalkınmış özgürlükler ülkesi bir Türkiye için.
Değerli milletvekilleri, iki
haftadan beri yeni üniversitelerin kurulmasıyla ilgili yapılan tartışmaların
zaman zaman yüce Meclisin mehabetine uygun düşmeyen bir üslupla sürdüğüne
üzülerek tanık oluyoruz. Devletin ali makamlarının insaf sınırlarını zorlayan
bir üslupla yermek, o makamlara gölge düşürmek, ülkemizin menfaatlerine
olmadığı gibi seviyeli bir siyasetin doğasına da uygun düşmediğini belirtmek
istiyorum. Goethe’nin ifade ettiği gibi “Çözüme katkı sağlamayanlar, çözüme
katılmayanlar eğer sadece eleştiriyorlarsa sorunun bir parçası hâline
gelirler.” İyi niyetlerle daha iyiye ulaşmak, ülkemiz adına, gelecek nesiller
adına daha iyiye ulaşma açısından yapılacak olan eleştiriler saygıdeğer
eleştirilerdir. Bize yanlışlarımızı gösterenlere biz sadece müteşekkir oluruz,
onlara şükranlarımızı ifade ederiz ancak yanlışları göstermek kadar takdir ve
teşvik etmenin de entelektüel ve sorumlu insanların sahip olması gereken
meziyetlerden olduğunu vurgulamak isterim.
Bakınız, iletişim teknolojisi
açısından biz bugün dünyanın birçok gelişmiş ülkesinin önündeyiz ancak bilgi
iletişimi açısından maalesef durumumuz o kadar iyi değil ama şükranla ifade
etmeliyim ki, Hükûmetimiz döneminde öğrenci kitlemizin yüzde 90’ına ulaşarak
bütün okullarımıza geniş bant İnternet bağlantısı sağlandı. Özellikle dünyanın
en büyük sanal kütüphanesi olan 10 milyar sayfalık İnternet’in Şemdinli’den
İpsala’ya, Sinop’tan Anamur’a kadar yaygınlaştırılmış olması büyük bir
kazanımdır. Yeterli midir? Elbette değil. Geldiğimiz noktayı yeterli bulursak
yerimizde donuk kalır, donuklaşırız.
Önemli bir düşünürün ifade
ettiği gibi, akıllı insanlar sadece kendi akıllarını kullanırlar, daha akıllı
insanlar başka insanların aklından da istifade ederler. Biz onun için ortak
akıl diyoruz. Ortak akıl bize yol gösterecektir.
Çağdaş medeniyet seviyesine
ulaşmanın yolunun bilgiye ulaşma, bilgiyi yönetme, kısacası bilgi toplumu olma
gerekliliğine dair bir farkındalığın oluşmasıyla gerçekleşebileceği inancıyla,
bugün kurulmasına çalıştığımız yeni vakıf üniversitelerimizin milletimize ve
yükseköğretimimize hayırlı olmasını diliyorum.
Bu duygularla, yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Altun.
Barış ve Demokrasi Partisi
Grubu adına Van Milletvekili Sayın Özdal Üçer. (BDP sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA ÖZDAL ÜÇER
(Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlar; 487 sıra sayılı Kanun
Tasarısı hakkında grubum adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla
selamlarım.
Türkiye’de eğitim
sorunlarının, okulöncesi dönemden yükseköğretim sonrası, lisansüstü döneme
kadar çözümü bütün Türkiye yurttaşları için en önemli sorunlardan biridir.
Çünkü dünyada eğitim ve eğitimle ilgili toplumsal sorunlarını çözememiş hiçbir
ulus, hiçbir toplum, hiçbir ülke gelişmiş medeniyetler çerçevesi içerisinde yer
alamayacaktır. Yükseköğrenimdeki genç nüfusumuzun çokluğu ve yükseköğrenimin
gerekliliği konusunda herkesin hemfikir olduğunu ifade etmek lazım. Evet,
Türkiye Cumhuriyeti devleti, genç nüfusu çok olan ve bütün bu genç nüfusunun
yükseköğrenime ihtiyacı ve talebi çok olan bir ülke. Fakat yükseköğrenimin
diğer okulöncesi, ilköğretim, ortaöğretimde olduğu gibi yükseköğretimdeki
okullaşma ve yükseköğretim hizmetinin sunumlarıyla ilgili sorunların birçoğunun
giderilmediği ve bu sorunu en derinden hisseden en büyük kesimin de halkın
kendisi olduğunu ifade etmek lazım.
Evet, üniversiteler
kurulmalıdır, bunların bir kısmı devlet üniversitesi olmalıdır, bunların bir
kısmı vakıf ve bir kısmı özel üniversite olmalıdır. Üniversitelerin
gerekliliğiyle ilgili herhangi bir muhalefetin söz konusu olmadığı bir ortamda,
üniversitelerin nitelikleriyle ilgili muhalefete de hoşgörüyle yaklaşılması
gerekmektedir iktidar partisi tarafından. Sayın Grup Sözcüsü Vekilimizin
belirttiği şekilde şairane söylemlerle, eğitimin sorunlarını soyut bir şekilde,
üzerini cilalayarak değerlendirmemizin çok sağlıklı sonuçlara yol açmayacağını
da belirtmek isterim. Biz, bu anlamda Türkiye’de yükseköğrenime olan ihtiyacı
ve yükseköğrenimin kurumsallaşmasıyla ilgili sorunları dile getirirken, vakıf
üniversitelerinin kuruluş amaçları, vakıf üniversitelerinin nitelikleri,
öğrenci hizmeti, eğitim hizmeti, öğrencilere olan katkısı, devlet
üniversitelerinin niteliği, devlet üniversitesinde yaşanan sorunlar, akademik
kadronun yaşadığı sorunlar, öğrencilerin yaşadığı sorunlar, hizmet
personellerinin yaşamış olduğu sorunlar, topyekûn kurumsal yapının yaşamış
olduğu sorunlar, bunlar ayrı ayrı değerlendirilebilecek şeylerdir. Fakat,
mevzunun girift olması itibarıyla vakıf üniversitelerinden yola çıkarak
Türkiye’de yükseköğrenimin niteliğini de değerlendirmek lazım.
Genelde AKP Hükûmeti
“Türkiye’de yükseköğrenimde üniversite sayısını artırdık.” diye övünüyor ama
üniversite diye rektörlük verilmiş olan şey… Mesela Hakkâri’den bahsedeceğim.
Hakkâri’de üniversite var, rektörü var. Peki, Hakkâri’de üniversite olan bu kurum
daha önceden, Yüzüncü Yıl Üniversitesine bağlı bir meslek yüksekokuluydu. Oraya
bir rektör atandı ve orası üniversite oldu. Eğer rektör atanmasıyla bir yerin
üniversite olması yeterliyse, seksen bir ile vali atar gibi birer de rektör
atayalım, seksen bir ilde birer tane üniversite olsun, eğer niteliği
düşünmezsek.
Burada, sadece muhalefet
etmek açısından, yani kuru bir muhalefet etmek açısından değil, üniversite
öğrencilerinin yaşamış olduğu sorunu dile getirmek adına, akademisyen kadronun
yaşamış olduğu sorunları dile getirmek adına, ülkemizdeki eğitim sorunlarını…
Ki, yaşamış olduğumuz eğitim sorunlarından dolayı bir beyin göçü yaşanmaktadır.
Nitelikli beyinlerin çoğu gidip başka ülkelerde çalışmak zorunda, başka
ülkelerde yükseköğrenimini tamamlamak, lisansüstü eğitimini tamamlamak
durumundadır. Bu neden böyle olur? Siz hiç Amerika’dan “Ben yüksek lisansımı
tamamlamak için Türkiye’ye gidip okuyacağım.” diyen bir üniversiteliye
rastladınız mı? Neden buradan oraya göç oluyor da oradan buraya göç olmuyor? Kaç
tane gelişmiş ülke akademisyeni “Ben gideyim Türkiye’de biraz kariyer
edineyim.” gibi bir amaçla Türkiye’ye geliyor? Burada tek bir gerçeklik var,
demek ki batık bir eğitim sistemi var ve bu batık eğitim sistemi içerisinde en
önemli unsurlardan biri de yükseköğretim sürecinde yaşanan sorunlardır.
Vakıf üniversiteleriyle
övünülüyor. İşte, daha önceden 23 olan vakıf üniversite sayısı 45’e yükselmiş,
4 daha olacak. Dörder dörder, beşer beşer vakıf üniversiteleri açılıyor. Vakıf
üniversitelerinin açılmasıyla ilgili… “Ülkemizde okuma oranının artmasıyla
birlikte üniversite talebinin arttığı bir dönemde, yasal boşlukların
oluşturduğu olanaklar doğrultusunda art arda kurulmaya başlanan vakıf
üniversiteleri, adeta toplumun eğitim ihtiyacının karşılanması gibi lanse
edilmektedir. Özel bir statüde kurulan bu üniversiteler kamu kurumuymuş gibi
kamu kaynaklarını kullanabilmekte, devlet eliyle zengin yaratmaktadır. Fakat
devletin eğitim kurumları niteliğindeki devlet üniversiteleri, büyük ekonomik
sıkıntılar içerisinde kıvranmakta ve eğitim gereken düzeyde verilememektedir.
Vakıf üniversiteleri şirket mantığıyla kurulmakta olup gelir gider dengesini de
üniversiteyi kuranların kâr çıkarları doğrultusunda yapmaktadır ki; bu da vakıf
üniversitelerinin toplumun eğitim ihtiyacını karşılamayı hedeflemediğini,
tersine toplumun eğitim ihtiyacı üzerinden zenginleşmeyi hedeflediğini
göstermektedir.” Bu, bizim muhalefet şerhimizin ana metniydi.
Şimdi, burada vakıflarla
ilgili olarak sorulması gereken ve… İncelemişseniz eğer, bizzat bu 487 sıra
sayılı Kanun Tasarısı’nın metinlerinde de, komisyon raporlarında da bütün
muhalefet partilerinin ve iktidar partisi mensubu olan milletvekillerinin kısmi
eleştirileri de söz konusudur. Vakıflarla ilgili değerlendirilmesi gereken
şeyler: Bu dört vakıf üniversitesinin kurucuları kimlerdir? Bununla ilgili
Komisyona bilgiler verilmemiş. Bu vakıf üniversitelerinin yapısal durumu nedir?
Mali durumu nedir? İnsan gücü yapılanması nedir? Akademik kadrosu nedir?
Bununla ilgili eğitim programı nedir? Üniversite öğrencilerine vereceği burslar
nelerdir? Üniversite öğrencilerinden
almayı hedeflediği harçlar ne kadardır? Bunlarla ilgili hiçbir bilgi
verilmemiş, ama vakıf üniversitelerinin kuruluşuyla ilgili temel ilkeler
vardır, bu ilkelere uygunluk durumu sadece YÖK Üst Kurulu tarafından
belirlenmiş, Komisyona hiçbir bilgi verilmemiştir. Bilginin gizlenmesinin temel
maksadı nedir? Bu bilgiyi biz şu an Sayın Bakandan ve Sayın Komisyon
Başkanından rica ediyoruz. Kurulacak üniversitelere kamuya ait hangi araziler
veriliyor veya verilecek?
Sayın Bakanım, lütfen, dinler
misiniz, bu soruları size yöneltiyorum: Vakıfların mali gücü nedir? Kuracakları
üniversitelere ayırdıkları eğitim fonu nedir? Üniversitede çalıştırılacak
personel sayısı kaçtır, hedeflenen personel sayısı kaçtır? Akademik kadroların
niteliği ne olacaktır ve sayısı ne kadar olacaktır? Öğrencilerden almayı
planladıkları harçların fakültelere göre miktarı nedir? Bunlar eğer kâr amacı
gütmeyeceklerse, öğrenciden düşük bir harç almış olmaları lazım, ama biz burada
“öğrenciye hizmet” diye fakültelerin, üniversitelerin, vakıf üniversitelerinin
kuruluşunu onaylayacağız, bunlar da gidecekler de 30 bin lira harç karşılığında
öğrenci okutacaklar! Peki, vakıf olma niteliği bunun neresinde? Vakfın temel
mantığı nedir? Vakfetmenin temel mantığı, bireylerin birikimini kamuya
aktarmaktır, kamunun birikimini bireylere aktarmaksa eğer, burada kamu
olanaklarını birilerine peşkeş çekme durumu söz konusudur, “Vakıf olma özelliği
de ortada yoktur.” denir. Eğer vakıfsa bunlar, kendi birikimlerini, kendi mal
varlıklarını kamuya, eğitim kurumu yapısı içerisinde kamuya bir lütuf olarak
sunmak istiyorlarsa, kâr amacı gütmeden çalışmak zorundadırlar ve en azından
öğrencilerden alacakları harçların minimize edilmesi için bir teminat sunmak
zorundadırlar. Biz bu teminatı almadan bunların kuruluşunu nasıl onaylayacağız?
Ki diğer vakıf üniversitelerinde olduğu gibi, şu an, Türkiye'de en yüksek
harçları alan üniversitelere baktığımızda, bunların çoğunluğu vakıf
üniversiteleridir. Hani kâr amacı güdülmeyecekti? Bunların denetimiyle ilgili…
Bu üniversitelerin ana gelir kalemi ne olacaktır? Vakıf üniversitelerinin
hamisi olan vakıfların kendi ana fonlarından eğitim harcamalarına ayırdıkları
ödeneler mi olacaktır, yoksa bir şirket mantığıyla öğrencilerden alacakları
yüksek harçlar mı olacaktır?
Öğrenci sorunlarıyla ilgili
sadece harç sorunları yoktur fakat bunları daha sonra -bizim gündeme
getireceğimiz- üniversite öğrencilerinin yaşamış olduğu sorunlarla ilgili
araştırma önergelerinde, soru önergelerinde ve gündemlerde dile getireceğiz.
Şu an Türkiye'de
ücret-harcama dengesini vakıf üniversitelerinin yüzde 30’u ancak
sağlayabilmektedir. Yani üniversitede öğrenciden aldığını öğrenciye harcayan
vakıf üniversitelerinin sayısı üçte 1’dir. Diğer üçte 2’si ne yapıyor?
Öğrenciden aldığını kâr payına dönüştürüyor ve bunu nereye harcadığı belli
değil. Peki bunun neresi vakıf, neresi hizmet? Hani öğrencinin hakları nerede?
Öğrencileri okutan ve büyük bedeller ödeyerek okutan cefakâr, vefakâr ailelerinin
yaşadığı sorunlar nerede, nasıl değerlendirilecek? Yani biz kurduğumuz,
kuracağımız, kurmayı hedeflediğimiz bu üniversiteleri oyladığımızda, ailelerin
on binlerce harç parası ödeyip birilerini zengin etmesine mi vesile olacağız?
Türkiye'de, kâr amacı gütmeme
misyonuyla kurulan vakıf üniversitelerinin büyük bir çoğunluğu üniversite
öğrencilerinden aldıkları ücretin yarısını bile öğrenciye harcamıyor. Ki bu
vakıf üniversitelerinden 30 bin liraya kadar harç alan üniversiteler var.
Dünyadaki başarılı örneklerde
ise finansman yapısını güçlü ana varlık fonları üzerine oturtuyor
üniversiteler; mesela, Harvard Üniversitesi, Yale, Stanford üniversiteleri
gibi. İşte bunlar bu yüzden başarılıdırlar. Onlar “Biz öğrencinin cebinden kaç
kuruş alırız da kendi vakfımıza ya da kendi siyasi yandaşlarımıza kurumsal kâr
olarak dönüştürürüz.” hesabını da yapmıyorlar. “Benim mali birikimim budur,
benim emeklerimle kazandığım para budur, ben bu kaynaklarımı kamu hizmetine
adıyorum; ben açtığım üniversitede ülkeme ne kadar bilim adamı kazandırırım, ne
kadar bürokrat kazandırırım, ne kadar aydın insan kazandırırım, ne kadar özgür
düşünceli insan kazandırırım, bilim insanı kazandırırım?” düşüncesiyle hareket
ettiği için kendi fonlarından üniversite öğrencilerine yüksek burslar verip,
üniversite öğrencilerini âdeta evlerinden alıp, onlar için ortamlar hazırlayıp
eğitimine… Ama bizde nasıl oluyor? Vakıf üniversitelerinde okuyan öğrencilerin
profiline baktığınız vakit, ekonomik durumu çok iyi olan ailelerin çocuklarını
askere göndermemek amaçlı okuttukları kurumlar hâline dönüşmüşlerdir. İşte
yüksek lisans yapacaktır, hatta çoğu, vakıfların etkileşimli olduğu -uluslararası
sözleşmeler gereği- başka üniversitelerde yüksek lisansını yaptırıp, orada
yerleşimini sağlayıp, orada çalışıyormuş gibi de gösterip daha sonra şey
yapıyor. Bu durumda olan acaba kaç milletvekili vardır ya da kaç üst düzey
bürokrat vardır veyahut da kaç siyasi yandaş sermayedarları vardır? İşte bundan
dolayıdır ki yoksul aile çocukları eğitim olanağı bulamazken varlıklı aile
çocukları hem eğitim olanağını buluyor hem de belli hizmetlerden kaçma durumu,
şansı yakalayabiliyor.
Devlet üniversiteleri de
paralı hâle getirilmeye çalışılıyor; harçlar yükseltiliyor, öğrencilere verilen
burslar da daha sonra faiziyle geri alınıyor. Devlet nedense kendi borcunu
öderken gıdım faiz vermezken, mesela konut edindirme yardımlarıyla ilgili kendi
borcunu öderken hiç faiz ödeme gereği duymuyor ama öğrencisine vermiş olduğu
bursu yüzde 400, yüzde 500, yüzde 600 faizle geri alabiliyor. Hani sosyal
adalet, hani adalet, hani kalkınma?
Şimdi, bütün bu sorunları üst
üste koyduğumuzda şöyle bir sonuç ortaya çıkıyor: Demek ki Türkiye’de vakıf
kurmak, toplumsal amaçlara hizmet etmek anlamına gelmiyor. Vakıf üniversitesi
kurmak, aydın, özgür düşünceli bilim adamı ve nitelikli insan gücü yetiştirmek
anlamı da taşımıyor. Yasal boşluklardan faydalanıp eğitimin bir ekonomik
sektöre dönüştürüldüğü bir ortamda “Eğitime ihtiyacı olan gençleri ekonomik
olarak ne kadar sömürebilirim?” mekanizmasına, sektörüne dönüşmektedir. Eğer
böyle bir işlerlik, böyle bir pratik varsa biz bunun karşısında olacağız. Vakıf
üniversitelerinin denetimi sağlanacaksa, vakıf üniversitelerinin öğrencilere,
eğitime aktardığı fonlar artırılacaksa ve vakıf üniversitesinde kamuya ait
mallar vakfa peşkeş çekilmeyecekse biz “evet” deriz ama peşkeş çekiliyor
biliyoruz ama öğrenciye hizmet, eğitim hizmeti verilmiyor biliyoruz. O yüzden
biz, vakıf üniversitelerinin kuruluşuna, üniversitelerin, yükseköğrenimin
ihtiyacına binaen kurulması gerekliliğine olan inancımız mevcut olsa bile bu
vakıf üniversitelerinin kuruluşuna bizim bu hâliyle “evet” dememizin
beklenmesinin doğru olmadığını, insafsızlık olduğunu ifade etmek isteriz. Bu
vakıf üniversiteleri…
Deniyor ki “Türkiye Diyanet
Vakfının 263 milyon lirası var, üniversite kurabilir.” Peki, biz sorarız, bu
263 milyon lirasının kaç lirasını üniversite fonu için ayırmış? Böyle bir bilgi
yok. “Efendim, birinin 45 milyonu var.” Bunun, üniversiteye altyapı yatırımı
olarak, öğrenci yatırımı olarak, eğitim yatırımı olarak kaç milyonunu ayırmış?
Bunu bilen yok. Ama, biz biliyoruz ki bu 45 milyon, iki sene sonra,
öğrencilerden aldıkları harçlarla 145 milyonu bulacaktır.
Biz, toplumsal ihtiyaçların,
eğitim alanında olsun, sağlık alanında olsun, sosyal güvenlik alanında olsun,
her anlamda karşılanmasına yönelik adımları destekleyeceğimizi belirtiyoruz.
Ben, bir öğretmen olarak, üniversite öğrencilerinin, okul öncesi çağı
öğrencilerinin, öğretmenlerinin, ilköğretim öğrencisi ve öğretmenlerinin, lise,
ortaöğretim düzeyindeki okulların öğrenci ve öğretmenlerinin, dershane
öğrencilerinin, üniversite öğrencilerinin yaşamış oldukları sorunları en iyi
bilenlerden biri olarak kabul ediyorum kendimi çünkü bunu temelde yaşayıp gelen
biriyim ve bu doğrultuda, bir öğretmen duyarlılığıyla, üniversitelerin
kurulması gerekliliğini, niteliklerinin geliştirilmesi gerekliliğini
benimsediğim hâlde, bu vakıf üniversitelerinin kuruluşuna vicdanı rahat bir
şekilde evet diyemeyeceğim.
Vakfın kime ait olduğu bizi
ilgilendirmiyor, genel amaçları bizi ilgilendiriyor. Bunların kendi
cemaatlerini kalkındırmaya dönük… Cemaat de bizim cemaate olgusal anlamda şey
değil, din istismarı yapan onlarca cemaat var Türkiye’de.
ENGİN ALTAY (Sinop) –
Yüzlerce, yüzlerce…
ÖZDAL ÜÇER (Devamla) –
Yüzlerce cemaat var ve bu cemaatler, din adına, hak adına, siyaseti, kendi dinî
amaçlarını, siyasi amaçlarını, kendi ekonomik çıkarlarına heba eder düzeyde
çalışmaktadırlar. Bunun için örnek mi isteniyor: O zaman, eğitimde cemaatleşme
sorunlarıyla ilgili bir eğitim araştırma önergesi vereceğiz, bunu lütfen
destekleyin, bizim yorumumuzun gerçekçi olup olmadığına ilişkin.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ek süre
veriyorum, tamamlayın lütfen.
ÖZDAL ÜÇER (Devamla) – Yükseköğrenimin
sorunlarının sadece vakıf üniversitelerinin kurulmasıyla çözülmeyeceğini,
devlet üniversitelerinin, özel vakıf üniversitelerinin niteliklerinin
artırılmasına dönük tedbirlerin alınması gerektiğini ifade ediyorum.
Ve son olarak da dershane ücretini
ödeyemediği için intihar etmek zorunda kalan öğrenciyi rahmetle anmak
istiyorum. Bir yarış sendromuna kurban ettiğimiz gençlerimizin üniversite
sınavında hepsinin başarılı olmasını istiyorum ama bu bir yarış olduğu için
maalesef ki hepsi başarılı olamayacaktır, kaybedenleri olacaktır ve
kaybedenlerin olduğu hiçbir yerde…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BENGİ YILDIZ (Batman) –
…adalet yoktur.
ÖZDAL ÜÇER (Devamla) - …
kazananlar bile sevinemeyecektir.
Bu duygu ve düşüncelerle
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Üçer.
Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına Eskişehir Milletvekili Sayın Beytullah Asil. (MHP sıralarından
alkışlar)
Şimdi, Sayın Asil, sizin bir
de şahsınız adına söz talebiniz var, o nedenle birbirine bağlayabilirsiniz.
Buyurun.
MHP GRUBU ADINA BEYTULLAH
ASİL (Eskişehir) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 487 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın tümü üzerinde Milliyetçi Hareket
Partisinin görüşlerini, son on dakikasında da şahsım adına görüşlerimi ifade
edeceğim. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
yükseköğretimde kapasite artırımı için vakıf üniversitelerinde okuyan
öğrencilerimizin toplam öğrenci sayısı içerisindeki oranını yüzde 20’lere
çıkarma hedefini ve bunun için yapılacak her türlü çalışmaya olumlu destek
vereceğimizi ifade ederek sözlerime başlamak istiyorum.
Bugün kuracağımız
üniversitelerimizden biri de güzide ilimiz Samsun’da açılacak. Vakıf
üniversitelerinin büyük şehirler dışında açılmaya başlaması önemli bir
gelişmedir ve Milliyetçi Hareket Partisi olarak fevkalade önemsiyoruz. Vakıf
üniversitelerinin çoğalıyor olması, misyonları, kuruluş gerekçeleri, yönetim
tarzları, personel rejimi, içerikleri ve eğitim tarzları alabildiğine farklı
yükseköğretim kurumlarının kurulmasına imkân tanıyacaktır. Ayrıca, hem
üniversitede okuyacak öğrenci sayısının artmasına yardımcı olacak hem de
üniversiteler arasındaki rekabetin artmasını da sağlayacaktır. Bu
üniversiteler, mezunlarını piyasada istihdam edebilmek için toplum ve piyasa
ile sağlam ilişkiler kurmak zorunda kalacaklardır. Bu ise Türkiye’de üniversite
ile toplum ve piyasa arasındaki ilişkilerin daha da güçlenmesine zemin
hazırlayacaktır.
Bütün bunları ifade ettikten
sonra, değerli arkadaşlarım, hepimiz için, yüce Parlamento için çok önemli bir
hususun üzerinde durmak istiyorum. Anayasa’mızın 130’uncu maddesi “Çağdaş
eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde milletin ve ülkenin
ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirmek amacı ile; ortaöğretime dayalı
çeşitli düzeylerde eğitim-öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık
yapmak, ülkeye ve insanlığa hizmet etmek üzere çeşitli birimlerden oluşan kamu
tüzelkişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip üniversiteler Devlet tarafından
kanunla kurulur.” diyor.
Şu anda yaptığımız da odur.
Üniversite kurmak üzere kanun çıkarıyoruz. Gerek Komisyonda gerek Türkiye Büyük
Millet Meclisinde siz değerli milletvekili arkadaşlarıma, kurulacak üniversitelerin
mütevelli heyetlerinin kimler olduğu… Anayasa’nın amir hükmü olan -yukarıda
saydığım- çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen kurabilecekler mi?
Ülkenin ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirme amacına ulaşmak için ne gibi
çalışmalar yapılmış? Açılan fakülteler bu amaçla yapılan hangi projeksiyonlara
dayanıyor? Bunları sağlayacak sermayeye
sahipler mi? Ve buna benzer konularda bu soruları artırmak mümkün.
Değerli arkadaşlarım, bugüne
kadar bu konularda size herhangi bir bilgi verildi mi? Üzülerek ifade ediyorum
ki “hayır.” Ne iktidar milletvekillerine ne muhalefet milletvekillerine. Bu
konuda Anayasa’nın yüklediği bu görevi ifa etmek üzere birazdan oy kullanacak
bu arkadaşlarıma bununla ilgili en ufak bir açıklama yapılmış değil.
Bu, şu soruyu akla
getirmekte: Kanun koyucudan ne saklanıyor? Bununla ne amaçlanıyor? Komisyonda
sordum, verilen cevap: “Bu konuda YÖK gerekli çalışmayı yaptı, yeterli
oldukları görüldü, biz de bunu tasarıya dönüştürdük, Türkiye Büyük Millet
Meclisine sevk ettik.”
Değerli arkadaşlarım, biz de
bilelim, ne sakıncası var? Bu kanunu burada bizler oylamayacak mıyız, “evet”
veya “hayır” demeyecek miyiz? Bizim bunları bilme hakkımız yok mu? Neye göre
“evet” diyeceksiniz, neye göre “hayır” diyeceksiniz? Böyle bir şey olabilir mi?
Bu konuda, lütfen, iktidar
milletvekilleri, Sayın Bakanı bundan sonraki aşamada Parlamentoyu bilgilendirme
noktasında göreve davet etmelisiniz.
ENGİN ALTAY (Sinop) – Kime
söylüyorsunuz!
BEYTULLAH ASİL (Devamla) -
Biz ettik, bugüne kadar herhangi bir cevap alamadık.
Bakın, değerli arkadaşlarım,
bunlar niçin önemli? Bunu niye bu kadar önemsiyorum, bunun üzerinde niye bu
kadar durdum, şimdi de onu izah edeceğim. 28 Aralık 2009’da göreve gelişinin
yıl dönümü münasebetiyle Sayın YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan bir toplantı
yapıyor. Bu toplantıda, üniversite sayısını iki yüze çıkarmak istediklerini ve
2010’da özel üniversite kurulması için girişimlerde bulunacaklarını açıkladı.
Özel üniversitelerin açılabilmesi için Anayasa değişikliği gerektiğini belirten
Özcan “Şimdiki vakıfların bir kısmı özel üniversite statüsüne geçecek, bir
kısmı da vakıf olarak kalacaktır.” dedi. Vakıf üniversitelerinin kâr amacı
gütmemesi gerektiğini belirten YÖK Başkanı “Bazen maalesef para için de bu işi
yapmış olabiliyorlar.” Bu söz YÖK Başkanının ifadesi değerli arkadaşlarım.
“Onları da zor durumdan kurtarmış olacağız.”diye konuştu. YÖK işini iyi yapmış
olsaydı, bütün bu kriterleri ölçüp biçip tartsaydı, bizlerden, kanun koyucudan
bu bilgileri saklamasaydı böyle bir itirafın içerisinde olmasına da gerek
kalmayacaktı. Bugün bu işi para için yapan vakıf üniversitelerinin olduğunu
itiraf etmek zorunda da kalmayacaktı. Kanuna karşı hile yapanları “Zor duruma
düşmüş mağdurlar.” diye de nitelendirmeyecekti. Buradan Sayın Millî Eğitim
Bakanına soruyorum: Bu YÖK Başkanı bu itirafları yaptıktan sonra, bu
üniversitelerin ilgili kuruluş işlemlerini onaylayan, onları “Zor duruma düşmüş
mağdurlar.” diye açıklayan YÖK Başkanı hakkında, bu işlemleri yapanlar hakkında
bugüne kadar ne işlem yapılmıştır? Bu üniversiteler hangileridir? Bunu
kamuoyunun bilmesi en doğal hakkı. Vakıf üniversitesi diye çocuklarımızı
gönderdiğimiz ama özel üniversite mantığıyla çalışan bu üniversiteler
hangileri? Bunu kamuoyunun da bilmeye hakkı var, yüce Parlamentonun da bilmeye
hakkı var. Az sonra soru olarak Bakana tekrar tevdi edeceğim, yönelteceğim.
Değerli arkadaşlarım, o, YÖK Başkanının itirafları…
Şimdi, Vakıf Üniversiteleri
Birliği Başkanı Sayın Rıfat Sarıcaoğlu’nun ifadeleriyle bu gerçeği önünüze
getirmek istiyorum. Bu üniversitelerin altyapıları… Uzun, sadece vaktimizi iyi
kullanmak, sabrınızı zorlamamak adına da sadece, küçük alıntılar, önemli,
çarpıcı bölümlerinden alıntılar yapmak istiyorum: Bu üniversitelerin
altyapıları olmadan açılmalarına izin verildiğini, bu nedenle kaliteli eğitimde
gerileme olduğunu kaydetti. “Böyle giderse vakıf üniversitelerinin birkısmı
kapatılacak ve devletin üzerine büyük bir yük binecek.” diyen Sarıcaoğlu,
üniversite kapandığı takdirde bu yükün devlete devrolacağını ancak çözüm
yolunun bu olmadığını da sözlerine ekledi.
Yine devam ediyor: “Finansal
sorunu olmayan yok.” Değerli arkadaşlarım, bunu söyleyen Vakıf Üniversiteleri
Birliği Başkanı. “Finansal sorunu olmayan yok. Sadece dayanma gücü bir yerde
daha fazla, bazılarının dayanma gücü daha az.” İşte, az önce ifade ettiklerim.
“Niçin? Bu kanun koyucudan ne saklanmak isteniyor?” dememdeki gaye bu. Bundan
önce kurulan üniversiteler de aynı mantıkla kurulduğu için bütün bu sıkıntıları
yaşıyor şu anda vakıf üniversiteleri.
Değerli arkadaşlarım,
ülkemizde 80 bin araştırmacı var. Bu kadar araştırmacı, öğretim üyesi ve
öğretim görevlisinin bulunduğu ülkemizde bilimsel makalede, yaratıcılıkta,
dönüşümde maalesef son sıralarda yer almaktayız. Dünya bilimine katkımız, nüfus
oranımıza göre binde 13 civarında. Araştıran ve bilim üretmesini beklediğimiz
akademisyen, nasıl geçineceğini düşünüyor, çocuğunun eğitimini nasıl
planlayacağı üzerinde kafa yoruyor, pazar, market ihtiyaçlarına kendi koşuyor,
gelir düzeyleri yoksulluk sınırının altında, ek iş peşinde koşuyor.
İyiler değil, zayıf bireyler
üniversitelerde akademisyen olma sürecine girmiş durumda. Ülkenin ciddi bir
eğitim politikası yok. Sorun bir tane değil ki…
Yüksek lisans ve doktora
eğitimi arzu edilenin çok gerisinde. YÖK ve üniversiteler arasındaki hiyerarşik
yapı, üniversitelerde ilerleme heyecanını maalesef kazandıramıyor.
Rektör atamaları hâlâ
sorunsa, akademisyenler oy kullanıyor, kullandıkları oyun değeri olmuyorsa, bu
yapı ile öğretim potansiyelini daha yukarılara taşımak maalesef mümkün değildir.
İşte, işe, değerli arkadaşlarım, hep birlikte el ele vermek suretiyle
üniversite reformu ile başlamalıyız.
ENGİN ALTAY (Sinop) – Önce
bunları gönderelim, ondan sonra biz yaparız.
BEYTULLAH ASİL (Devamla) –
Bir bilim ordusu oluşturmalıyız. Bilim ve teknoloji bakanlığı kurmalıyız.
Kendimize yakışan bir bilim, eğitim ve teknoloji politikaları belirlemeliyiz ve
bunları da belirli aralıklarla revize etmeliyiz.
Bugün on binde 72 olan bilim
ve araştırmaya ayırdığımız payı başlangıç için gayrisafi millî hasılamızın
yüzde 2’si düzeylerine mutlaka yükseltmeliyiz çünkü değerli arkadaşlarım,
modern hayatın önemli bir özelliği hızlı değişen ihtiyaçlara uyum sağlamak.
Ülkelerin ve insanların başarısı için bu mutlaka gerekli. ARGE alanında yoğun
yatırım yapan ülkeler küreselleşme sürecinin getirdiği fırsatlardan en fazla
yararlanan ve küreselleşmenin zararlı etkilerinden en iyi kurtulan, korunan
ülkeler oluyor. Teknoloji insan kapasitesini de güçlendiriyor. Görece küçük
yeni yatırımlarla -çünkü kıt sermayeye sahip, sermaye sıkıntısı çeken ülke ve
bireyleriz- büyük istihdam imkânları yaratmalıyız ve ekonomiyi yücelterek,
yükselterek, verimliliği artırarak büyümeyi de sağlamalıyız.
Değerli arkadaşlarım, eğer
gayemiz ülkemizi, milletimizi ileriye taşımaksa, fark yaratmaksa birinci
önceliğimizin eğitim olması gerekir. Dünyamız bilim çağında hızlı bir şekilde
ilerlerken her an yeni alanların da oluştuğunu görüyoruz. Eğitim düzeylerini
belli bir seviyeye getiren toplumlar bilgi üretir hâle geldi. Bilim ve eğitim
politikası olmayan hiçbir toplumun, hiçbir milletin başarılı olma şansı yok.
Bir ülkenin kaynakları,
yetişmiş insan gücü varsa o toplum ilerler ama kaynağı olan yetişmiş insanı
olmayan ülkelerin yol alamadığını görüyoruz ama yetişmiş insanı olup kaynağı
olmayan pek çok ülkenin de bu yetişmiş insanlarla kendi kaynağını yarattığını
da görüyoruz. Bunun için, her alanda, iyi donanımlı, dünyayı iyi okuyabilen,
uluslararası ölçekte güçlü insanlar yetiştirmemiz gerekmektedir. Yetişmiş insan
gücü, gelişmişliğin de ölçüsüdür. Peki, bizim, geleceğe yönelik, bilim adamı
yetiştirme projelerimiz var mıdır? Çok isterdim göğsümü gere gere “var”
diyebilmek, bunları da size izah edebilmek; maalesef bu sorunun cevabı “hayır.”
Yetişmiş insan gücünün en üst
aşaması olan üniversitenin temel fonksiyonları, araştırma yapmak, eğitim
vermek, toplumu aydınlatmak ve millete hizmet etmektir. Üniversite, akla
gelmeyeni görme, belli bir kalıplar içerisinde düşünmeme, yenilikleri bulma,
yaratıcı olabilme, her şeyden önce, hakikati araştırabilen, kuşkuculuğu ve
sorgulayıcılığı en üstte tutabilen ve sürprizlere açık olan, bilim insanlarının
faaliyet gösterdiği, beyin fırtınası için en uygun alanlardır. Hâl böyle iken
dünyadaki başarılı üniversiteler sıralamasında hiçbir üniversitemiz ilk 500
üniversite arasına girememiştir. Bu durum, dünyanın 17’nci, Avrupa’nın 6’ncı
ekonomisi olan bir ülkeye maalesef yakışmamaktadır. Onun için, bütün bu ifade
ettiklerim noktasında yapılacak her türlü çalışmada Milliyetçi Hareket Partisi
olarak sonuna kadar destek vereceğimizi de buradan ifade etmek istiyorum. Her
konuda, ülkeyi daha iyi, daha müreffeh bir toplum yaratma noktasında
üniversitelerle ilgili yapacağımız her türlü çalışmada sonuna kadar destek
vermeye hazırız.
Değerli arkadaşlarım, bugün
sabah AKP Grup Başkan Vekili Sayın Mustafa Elitaş, bir televizyon programında
soruları cevaplandırırken dün çıkarttığımız Seçimlerin Temel Hükümleri ve
Seçmen Kütükleri Yasası’nı da örnek göstererek, işte, Parlamentoda muhalefetten
şikâyet etti, uzun süre çalışmaya mecbur bırakıldığı noktasında.
Değerli arkadaşlarım, şimdi,
yasalar geliyor. Az önce ifade ettim. Şu vakıf üniversiteleri ile ilgili
komisyon aşamasında bütün bu bilgiler bize gelmiş olsaydı, yeterli
bilgilendirme yapılmış olsaydı, muhalefet olarak bizlerin katkısı alınmış
olsaydı -ki Millî Eğitim Komisyonunda bunun örnekleri son derece fazla- burada
çok kısa süreler içerisinde kanunları yasalaştırdığımızı da biliyoruz. Ama ne
hikmetse, komisyonlarda bazı yasalar çıkartılırken, eğitim komisyonlarında, bu birlikteliği, bu
katkıyı yaşayamıyoruz. Öyle olunca da, Seçim Kanunu’nda da olduğu gibi, her
maddesinde önerge vermek suretiyle, doğruları ifade etmek suretiyle, millet
adına, milletin hayrına görmediğimiz icraatları burada ifade etmek adına İç
Tüzük’ün muhalefete verdiği bütün yetkileri de kullanmak zorundayız. Onun için
de bir grup başkan vekilinin çıkıp televizyonlarda muhalefeti millete şikâyet
etmesini hoş bulmadığımı da burada ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, meslek
okulları mezunlarının, devletten, iş dünyasından ve genelde toplumdan daha
fazla destek almaya ihtiyaçları var. E şimdi bunları söylemeyelim mi? Bir
taraftan mesleki ve teknik okullar diğer taraftan da sanayi ve hizmet
dallarında faaliyet gösteren özel sektör kuruluşları arasındaki karşılıklı
ilişkinin yeniden düşünülmesi gerekiyor. Bunları ifade etmeyelim mi Sayın
Elitaş? Sanayi odaları ve organize sanayi bölgesi yönetimleri, meslek
okullarının kalitesini geliştirme, eğitim malzemelerini, kullanılan araç ve
gereçleri yenileyip modernleştirme konusunda destek olabileceklerini ifade
ediyorlar ama bu konuda yasal düzenleme yapılması lazım. Örneğin, benim
şehrimde, Eskişehir’de Sanayi Odası organize sanayinin içerisinde bir endüstri
meslek lisesi açmak istiyor ama Organize Sanayi Bölgeleri Yasası buna cevaz
vermiyor. Bu değişikliğin yapılması lazım. Şimdi, bunları yapmıyorsanız burada
ifade etmeyelim mi?
Eğer, okullardan mezun
olanlar doğru düzgün okuyup yazamıyorsa ve bugünün dünyasında hayati bir önem
taşıyan bilgisayar okuryazarlığı, eleştirel düşünce ve etkin problem çözümü
gibi bazı genel becerilerle donatılmış değillerse, bütün çocukların eğitime
erişmesini garantilemek noktasında bizler de burada iktidarı çalışmaya teşvik
etme noktasında bunları ifade etmek zorundayız.
Değerli arkadaşlarım, bu
vesileyle bir konu üzerinde de durmak istiyorum: Bir araştırma şirketi 16
Martta bir araştırma sonucunu yayınlıyor. “En acil çözüm beklediğiniz sorunlar
ne diye?” sorulmuş bu araştırma şirketi tarafından insanlarımıza. Geçim
sıkıntısı diyenlerin sayısı yüzde 35,4; işsizlik yüzde 30,3; eğitim yüzde 8,1;
demokrasi yüzde 3; Kürt sorunu yüzde 1,6; bir sorun yaşamıyorum diyenlerin de
yüzde 11,5. Şimdi, Sayın Elitaş, bu Meclisi gerçek gündemine getirelim;
vatandaşın sıkıntısı geçim sıkıntısı, vatandaşın sıkıntısı işsizlik; gerçek
gündeme dönsün. Bu Parlamentoda vatandaşımızın geçim sıkıntısına çare bulacak
tedbirler alalım. İşsizliği ortadan kaldıracak, istihdamı artıracak, bu işsiz
insanlarımıza iş sağlayacak yasalara öncelik verelim demek Parlamentoyu meşgul
etmek olmasa gerek.
Yine, geçen bir konuşmamda da
ifade ettim, değerli arkadaşlarım, 15-24 yaş arası 12 milyon 800 bin genç
insanın yüzde 40’ı, yani 5 milyonun üstünde bir nüfus maalesef ne okuyor ne de
çalışıyor. Ülkenin bunlara çözüm bulma gerekliliği var. Bu çözümü de yüce
Parlamento gerekli tedbirleri almak suretiyle yapacak. Bütün bunları ifade
etmek durumundayız.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ek süre
veriyorum, tamamlayın lütfen.
BEYTULLAH ASİL (Devamla) –
Sağ olun Sayın Başkanım, bitiriyorum.
Değerli arkadaşlarım, bütün
bunlara rağmen eğitimi çok önemsiyoruz. Eğitim noktasında bu insanımıza en ufak
bir katkı verecek her türlü oluşumun da yanındayız. Ama bu eleştirilerimizin de
mutlaka dikkate alınmasını hem yüce Parlamentodan, siz sayın
milletvekillerinden hem de Sayın Millî Eğitim Bakanlığından bekliyoruz ve
olumlu katkı vereceğimizi ifade ediyor, yüce heyeti bu vesileyle bir kez daha
saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Asil.
Şahıslar adına son söz…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkanım, Sayın Asil, konuşmasında dört veya beş kere ismimi zikretti.
İzin verirseniz kısa bir açıklama yapmak istiyorum.
BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) –
Yanlış bir şey söylemedim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Yanlış söylemedi.
İzin verirseniz iki dakikada…
BAŞKAN – Buyurun.
IX.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
4.- Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, Eskişehir Milletvekili Beytullah Asil’in,
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Asil son konuşmasının
beşinci dakikasından itibaren her dakikada bir benim ismimi zikrederek bazı
önermelerde bulundu. Öncelikle şunu ifade edeyim: Kendisini, eleştirirken
gösterdiği üslubundaki nezaketten dolayı, hakikaten, koyduğu konuya katılmasam
da, o nezaketle, soyadına uygun bir asaletle eleştiri gösterdiğinden dolayı
şahsım adına teşekkür ediyorum.
Yalnız, benim arzu ettiğim,
benim televizyondaki ifade ettiğim eleştiri şuydu: Bir televizyon programında
“Anayasa görüşmeleri çerçevesinde, muhalefet, Parlamentoyu tıkayacak gibi bir
durum var, ne diyorsunuz?” dedi. İnşallah, ümit ediyorum, tıkamazlar mealinde
bir şey söyledim. Ama biz, dün, önceki günlerde yaptığımız konuşmalarda,
muhalefet İç Tüzük’ün kendilerine verdiği yetkiyi istismar eder ölçüde
kullandığından dolayı maalesef Türkiye'nin gündemindeki yasaları çıkaramıyoruz
dedim. Mesela, geçen hafta, iki hafta altı maddelik Türk-Alman Üniversitesiyle
ilgili görüşme yaptık.
Şimdi, saat 13.00’te Türkiye
Büyük Millet Meclisi açıldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldıktan itibaren
tam dört buçuk saat sonra 17.30’da gündeme geçebildik. Nitekim, Danışma
Kurulunda değerli grup başkan vekilleriyle beraberken dedik ki, bizim 3 Ekim
2007 tarihinde aldığımız bir karar var. O karar da şu: Salı günleri denetim
yapalım, bir saat sözlü sorulara gündem ayıralım. Çarşamba günleri bir saat
sözlü sorulara cevap verelim, ondan sonraki günlere de kanun tasarı ve
tekliflerine devam edelim. Bugün perşembe Sayın Asil. 3 Ekim 2007 tarihindeki
aldığımız karar çerçevesinde, Danışma Kurulu centilmenlik anlaşması gereğince
yapmamamız gerekir. Dört buçuk saatlik zamanı, dün yine dört buçuk saatlik
zamanı, salı günü yaklaşık altı saatlik bir zamanı Danışma Kurulu önerileri
çerçevesinde, gündemi farklı farklı noktalarda ve gece saat 03.00’te, 04.00’te
Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemi bitiyor. Benim arzu ettiğim, ifade
ettiğim nokta buydu.
Mesela, bugün grup başkan vekilleriyle
bir anlaşma yaptık, salı gününün gündemini belirledik. Dünkü konuştuğumuz
kanser araştırmasıyla ilgili bütün siyasi parti gruplarından birer milletvekili
önerge verecek ve o önergeler çerçevesinde kurulmasına karar vereceğiz. Gruplar
adına da konuşmayacağız, önerge sahipleri adına da konuşmayacağız ve kanser
araştırma komisyonunu kuracağız dedik, bugün aldığımız karar oydu. Eğer o karar
çerçevesinde, salı gününün programını hazırladığımızda bugün Danışma Kurulu
önerileri gelmemiş olsaydı…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Sayın Başkan, bitiriyorum.
BAŞKAN – Üç dakika vermiştim,
üç dakikayı tamamladınız.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) –
Ben teşekkürlerimi arz ediyorum.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul)
– Sayın Başkan…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun gelin Sayın
Kılıçdaroğlu.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul)
– Sayın Başkan, Sayın Elitaş görüşürken, konuşurken…
BAŞKAN – Ben sizi kürsüye
çağırdım. Üç dakika orada konuşup, sonra da üç dakika, toplam altı dakika
olacaktı da...
Buyurun.
5.- İstanbul
Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın,
grubuna sataşması nedeniyle konuşması
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul)
– Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Elitaş burada hatibe
yanıt verirken “Muhalefetin İç Tüzük’ü istismar eder ölçüde kullandığı için
gündeme geçemiyoruz.” diye bir ifadesi oldu. Değerli milletvekilleri, İç
Tüzük’ün milletvekillerine tanıdığı imkânları kullanması, onun istismar
edilmesi anlamına gelmez. Eğer siz verilen bir hakkın kullanılmasını
istismardır şeklinde yorumluyorsanız, o zaman, bizim, demokrasinin “d” sinden başlayıp, yeniden oturup,
konuşmamız gerekecek.
Sayın Elitaş, sizin
gündeminizle veya yürütme organının gündemiyle yasama organının gündemi farklı
olabilir. Siz kendinizi yürütme organının emrinde gibi görüyorsanız o zaman
yanlış yaparsınız.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Hiç de öyle değil.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
– O zaman, müsaade edin… Siz diyorsunuz ki, bizim gündemimiz şudur. Saygı
duyuyoruz ama biz de diyoruz ki, bizim gündemimiz işsizliktir, yoksulluktur,
başka bir yerde yapılan işlemlerdir, yolsuzluktur diyoruz ve biz bunu getirip
Parlamentoda tartışmak istiyoruz, bunu araştıralım diyoruz. Siz buna
katılmıyorsunuz ve biz bu konuyu araştıralım ve bir on dakika konuşalım diye
buraya getiriyoruz, buna bile siz kalkıp itiraz ediyorsunuz.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Nasıl on dakika konuşalım diyorsunuz?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
– Evet efendim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Efendim, olur mu on dakika?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
– Yani, bir konu gelir, burada oturur konuşuruz, sizler de görüş bildirirsiniz;
lehte, aleyhte görüşler bildiriliyor. Yani bir araştırma komisyonu kuralım
diyoruz.
Bakın, bugün TRT’den söz
ettik, sizin Grup Başkan Vekiliniz Sayın Kılıç, kalktı TRT’yle ilgili gerçekten
de araştırılması gereken pek çok şeyi söyledi. O zaman demek ki getirilen konu
ne kadar haklı, oturup biz bunu araştıralım. Yani bir araştırma komisyonu
kurmak, gerçekleri ortaya çıkarmak Parlamentonun görevi değil mi? “Biz bunu
getiriyoruz ama siz İç Tüzük’ün getirdiği hükümleri kullanarak gündemi istismar
ediyorsunuz.” gibi bir suçlamayla karşı karşıya kalıyoruz. Bunu en azından siz
yapmayın Sayın Elitaş. Uzun süre Plan ve Bütçe Komisyonunda beraber çalıştık.
Bizi eleştirebilirsiniz, bakın buna saygımız var, siz “Bunu gündeme
getirmeyin.” diyebilirsiniz ama “istismar ediyorsunuz” sözcüğünü kullandığınız
zaman doğru olmamış olur.
Teşekkür ediyorum efendim.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Buyurun Sayın
Şandır.
Dokuz dakika gitti, Sayın
Bakana duyurulur.
Buyurun.
6.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, grubuna
sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Çok
teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Gerçekten Genel Kurul
yoruldu, azıcık nefes alınsın, iyi oldu bu fırsat da.
Şimdi, tabii, şunu kabul
etmek mümkün değil Sayın Elitaş: Bu Genel Kurulu, bu Meclisi çalıştırmak
sorumluluğu sizin üzerinde. Yine bir başka sorumluluğunuz: Bu ülkenin
sorunlarını çözmek için gereken hukuku bu Meclisi çalıştırarak kurmak
sorumluluğu da sizin üzerinizde. Bu koordinasyonu siz sağlayacaksınız, nasıl
sağlayacağınızı da siz bileceksiniz. Bize göre yolu çok basit: Uzlaşmayla.
Uzlaşma neye dayalı? Güvene dayalı. Eğer güven tesis edilemiyor ve uzlaşma
temin edilemiyorsa bu sizin bu konudaki eksiğinizdir, ihmalinizdir, neyse
sebebi, sorgulamak bana düşmez ama bir sonuç olarak eğer sizin öngördüğünüz
gündemin dışında burada bir gündem tartışması oluyorsa sizi size oy verenlere
şikâyet ediyorum, sizi millete şikâyet ediyorum. Demek ki bu muhalefet
partileriyle gereken uzlaşmayı temin edemiyorsunuz ve şikâyet ettiğiniz gibi,
dört saat, beş saat, bize göre çok faydalı, size göre faydasız ama gerçekten
toplumun sorunlarının konuşulduğu bir dört saat geçiriyoruz. Bakın, toplumun
sorunlarını…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Yani şuna bağlı kalmak güven değil mi? Bunu tavsiye etmek güven değil mi?
MEHMET ŞANDIR (Devamla) –
Efendim, ben size tekrar hatırlatmayı çok istemem ama sözünde durmayan
sizsiniz.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) –
Hayır.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) -
Hani çarşamba günü sözlü sorulara devam edecektik? Gösterdiğiniz, verdiğiniz
tarihte aldığımız karar salı ve çarşamba günü… Hatta bu İç Tüzük’ün amir hükmü,
“En az iki gün.” diyor bu İç Tüzük.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – İç
Tüzük’ün diğer hükmü de…
MEHMET ŞANDIR (Devamla) - Danışma Kurulunun kararı,
çarşamba günü de sözlü sorulara cevap verilecekti. Bundan geri dönen sizsiniz.
Bakın, biz bundan şikâyet
etmiyoruz. Şikâyetimiz şu: Sokakta vatandaş bağırıyor. Vatandaşın sorunlarının
çözümü noktasında gerçekten muhalefet partileri olarak bizlerin sizlere daha
çok baskı yapmamızı, daha çok burada tenkit ve sizi uyarmamızı istiyorlar. Ama
şunu tekrar ifade ediyorum: Gerçekten bugün ülkemizin, milletimizin önünde
çözülmesi gereken devasa sorunlar var, bunlar için çıkartılması gereken hukuk
var. Tekrar ediyorum, Borçlar Kanunu, Ticaret Kanunu ve diğer temel kanunlar
konusunda… Bu dönem de çıkartamayacaksınız, bu dönem de çıkmayacak, görünen
odur. Dolayısıyla bunların sorumlusu sizsiniz. Burada yapılan işi de böyle, bir
istismar olarak, lüzumsuz bir meşgale gibi değerlendirmiş olmanız da gerçekten
üzüntü verici. Genel Kurul milletin sorunlarını konuşuyor. Bunun lüzumsuz ve
gereksiz bir konuşma, iştigal içerisinde olmadığını tekrar ifade ediyor,
teşekkür ediyorum efendim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın
Başkan, ben de kendime sataşma nedeniyle…
BAŞKAN – Yok. Yani, siyasi
partilerden bahsetti. Henüz…
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Efendim, hayır, “Muhalefet” dedi.
BAŞKAN – Sayın Genç, henüz
Kamer Genç partisini kurmadığınız için! Yapmayın!
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Efendim, parti kurmam gerekmiyor.
BAŞKAN – Şimdi bakın, gruplardan
bahsettiği için Sayın Elitaş…
KAMER GENÇ (Tunceli) - Ama,
bakın, Meclisin çalışmalarının… Yani, Mustafa Elitaş’a bunun hangi anlama
geldiğini anlatayım ben kendisine.
BAŞKAN – Yapmayın, ne olur!
Ne olur, yapmayın!
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Efendim, ben burada bağımsız bir milletvekiliyim.
BAŞKAN – Ya, yapmayın!
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın
Başkanım, bakın…
BAŞKAN – Bakın, ara veririm,
lütfen yapmayın! Yani, bakın, benim iyi niyetimi…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır
efendim, iyi niyet meselesi değil.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, benim iyi niyetimi istismar etmeyin lütfen. Yani bakın…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ya,
istismar meselesi değil Sayın Başkanım, şimdi, Mustafa Elitaş hep bu Meclisin
çalışmasını engelliyor. Müsaade ederseniz ben… Yani iktidardan kaynaklandığını…
BAŞKAN – Hayır, teşekkür
ediyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Yani,
en fazla Meclisi çalıştırmayan AKP. Çıkıyorlar, bütün konuşmaları onlar
yapıyorlar.
X.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
4.-
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ve Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/808) (S.
Sayısı: 487) (Devam)
BAŞKAN - Şahısları adına son
söz Konya Milletvekili Sayın Sami Güçlü.
Buyurun. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Bu arada, bizim saat dörtlere
kadar çalışmamızın failini henüz anlayabilmiş değilim, onu da Genel Kurula arz
edeyim.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Mustafa
Elitaş efendim.
SAMİ GÜÇLÜ (Konya) – Sayın
Başkanım, saygıdeğer milletvekilleri; görüşülmekte olan 487 sıra sayılı yeni
vakıf üniversitelerinin kurulmasıyla ilgili tasarı üzerinde görüşlerimi ifade
etmek üzere söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri,
24 Mart 2010’da Türk-Alman Üniversitesi konusu görüşülürken Türk
yükseköğretimiyle ilgili bir kısım tespitler yapmıştım, oradan başlamak
istiyorum. Şu anda çok yoğun olarak üzerinde tartışılan hususların dışında
biraz genel değerlendirmeye devam etmek istiyorum, daha sonraki maddelerde
vakıf üniversiteleriyle ilgili düşüncelerimi anlatmaya çalışacağım.
Türk yükseköğretimiyle ilgili
çok önemli eleştiriler var, bugün de ifade edildi arkadaşlarımız tarafından,
ama aynı zamanda Türk yükseköğretiminin çok önemli başarıları da var. Bu
başarıları Türkiye’nin yetişmiş insan gücünü karşılayan kaynak
üniversitelerimizdir. Bunun ne kadar önemli olduğunu bir an için düşünsek, bu
ülkede ne kadar nitelikli insan gücü varsa kendi üniversitelerimizde
yetişmiştir, çok az istisna yurt dışında eğitim görerek gelmiştir.
İkincisi, biz bu eğitimi
kendi dilimizle, Türkçe’yle yapıyoruz; bu, Türkiye’nin en önemli kaynağıdır.
Nitekim bu önemli kaynaktan dolayı Türkiye, cumhuriyetten sonra üniversite sistemi
içerisindeki gelişmeleri takip ederken, bu alanda, 1975’ler, 1983’ler,
1992’lerde çok önemli sayıda üniversiteleri kurmuş ve bir bakıma, Türk
yükseköğretimindeki gelişmeyi bu tarihlerde oluşturduğu üniversitelerle
sağlamış. Bunu yapabilmesinin de en önemli kaynağı, kendi diliyle eğitim yapan
bir sistemi kurmuş olması, öğretim üyelerini yetiştirmiş olması ve dolayısıyla,
büyük bir servete sahip olmasıdır.
Bugün yeni vakıf
üniversiteleri kuruyoruz, bunlarla ilgili görüşmeleri yapıyoruz ama asıl
gelişme, bir bakıma, 2002’den sonra Hükûmetimiz döneminde oluşturulan, kurulan,
42’si devlet, 22’si vakıf üniversitesi olmak üzere 64 üniversitenin
kurulmasıdır.
Değerli arkadaşlarım,
cumhuriyet tarihi içerisinde, biraz önce bahsettiğim zaman dilimlerinde çok önemli
hamleler olmuş. 83 ve 92, bunlar çok önemli gelişmelerdir. 92’de yirmi iki yeni
üniversite kurulmuş. Bu üniversitelerin kuruluşundan bugüne geçen süre on sekiz
yıl civarındadır. Bu süre içerisinde bu üniversitelerimizde ortalama öğretim
üyesi sayısı 500’e, öğretim elemanı sayısı ise binin üzerine çıkmıştır.
Dolayısıyla, Türkiye bu kadar büyük öğretim üyesi ihtiyacını da kendi sahip
olduğu bu büyük servetle ortaya koymuştur.
Şimdi, son yıllarda
üniversite konusunda sağlamış olduğumuz bu önemli hamleyi şöyle ifade
edebiliriz: Değerli arkadaşlarım, Türkiye gelişmekte olan bir ülkedir ve çok
sorunu vardır. Özellikle en önemli sorunu kaynak sorunudur. Tasarruf
yetersizliğinden kaynaklanan, yatırımlarını kendi öz kaynaklarıyla yapma
konusunda ta kuruluşundan beri sıkıntılar çeken bir ülkedir. Onun için, yabancı
sermaye konusunda çok büyük ihtiyaç vardır. Bu sadece AK PARTİ Hükûmetinin
değil Türkiye Cumhuriyeti hükûmetlerinin sorunudur.
Şimdi, bu dönem içerisinde
Türkiye, güncel birçok sorunu içerisinde yükseköğretim konusunda, 2002’yle 2010
dönemi arasında 42’si devlet, 22’si vakıf üniversitesi olmak üzere 64
üniversitenin kuruluşunu sağlamış, bunu Meclisimizden geçirmiş ve sistem içerisinde
yerlerini almıştır. Bir an için düşündüğümüzde, Türkiye böyle bir ihtiyacı
nereden duyuyor? Türkiye, yüzde 50 oranında kapasitesini artıracak, yüzde 100
oranında kapasitesini artıracak bir gelişmeye neden ihtiyaç duyuyor? Bununla
ilgili birkaç hususa değinmek istiyorum. Evvela, dünyayla Türkiye’yi mukayese
ettiğimizde, Türkiye'nin durumu yeni üniversite kurulması konusunda bir ihtiyaç
mı gösteriyor? İki: Yükseköğretimdeki talep karşılanamadığı için mi ve bunun
ötesinde daha temel sebepler var mı?
Değerli arkadaşlarım,
bunlarla ilgili olarak söylenecek husus şudur: Öğretim elemanı başına düşen
öğrenci sayısı dünyada 2005’te 16’dır, Türkiye’de 26’dır. Öğretim üyesi başına
düşündüğümüzde bu rakam dünyada 24 Türkiye’de 37’dir. Şimdi, dünyanın
gelişmekte olan çok sayıda ülkesinin de dâhil olduğu sistem içerisinde böyle
bir tablo, Türkiye’de yeni üniversitelerin kurulması konusunda bir ihtiyaç
ortaya koyuyor. 2007 yılında okullaşma oranı yükseköğretimde -brüt okullaşma
oranı- yüzde 44,7’dir. Örgün öğretimi alırsak, yani açık öğretim dışındaki
öğrencilerimizi kaydedersek, hesap edersek 31,3’tür. Dünyanın gelişmiş
ülkelerinde bu oran yüzde 50’nin üstündedir; Kore’de yüzde 90’dır, Amerika
Birleşik Devletlerinde yüzde 85’tir, Avrupa Birliği üyesi ülkelerde de
böyledir.
Bir başka husus: UNESCO’nun
yapmış olduğu bir çalışmada dünyanın gelişmiş ülkelerinde 500 bin nüfusa bir
üniversite düşmektedir. Türkiye 72 milyon nüfusuyla ve 2010’a kadar
gerçekleştirdiği üniversite sayısıyla bu orana yeni ulaşmıştır. Yani, bu
hamleyi yapmak durumunda kalmıştır.
Son olarak şunu, bu hususla
ilgili olarak… Türkiye'nin 2013 hedefi, brüt okullaşma oranı yüzde 48’dir. Hâlâ
dünyanın gelişmiş ülkelerine göre daha düşük bir seviyededir, ama önemli bir
hedefi kendisine seçmiştir ulaşmak için.
Değerli arkadaşlarım, bunlar
sayısal hususlardır ama ondan daha önemlisi işin niteliğidir. Dünyayla ilgili
değerlendirmeler yaparken bir bilgi toplumundan bahsediyoruz. Dünya Bankası, bu
konuda, bilgi tabanlı ekonomiye geçme konusunda, ülkelerin stratejik olarak
bazı konularda temel altyapılara ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Bunlardan bir
tanesi uygun bir ekonomik ve kurumsal rejim, sistem, güçlü bir insan sermayesi,
dinamik bir bilişim altyapısı, etkin bir ulusal inovasyon sistemidir.
Şimdi, değerli arkadaşlarım,
küreselleşme, teknoloji ve rekabet dünyayı, kültürleri ve toplumları etkiliyor,
kurumları da etkiliyor, üniversiteleri de etkiliyor ve üniversiteler yeni
arayış içerisinde. Üniversiteyle ilgili bir tanım yani biz dünya bilgi
toplumuna dâhil olmak istiyorsak güçlü bir insan sermayesine ihtiyacımız
olmalı. Yükseköğretim ise bunu sağlayacak unsurdur çünkü UNESCO’nun tarifi
şöyle: “Sosyal gelişmede, ekonomik büyümede, rekabet edebilir mal ve
hizmetlerin üretiminin desteklenmesinde, kültürel kimliğin şekillenmesi ve
korunmasında, sosyal bağın sürdürülmesinde ve barış kültürünün desteklenmesinde
yükseköğretimin yeri doldurulamaz.” Şimdi arkadaşlarımız günlük sorunlar
içerisinde bazı sorunlara çok dikkat çekiyor. Doğru, çok can yakıyor, çok da
hepimizi üzüyor ve Türkiye bu sorunlarıyla boğuşuyor âdeta ama yükseköğretimle
ilgili konu, biraz önce tanıdığım çerçevede, Türkiye’nin hem sosyal hem
ekonomik hem teknolojik hem yabancı ülkelerle olan ilişkilerinde hem de
geleceğinde esas kendisine büyük imkân sağlayacak bir alanı öne çekme
hadisesidir. Bu değişim konusu içerisinde üniversiteyle ilgili dünyadaki
gelişmiş ülkelerin de hepsinin amacı dünya rekabetinde, yükseköğretimle ilgili
rekabette, üretimle ilgili rekabette dünya çapında üniversite kurmak. Biraz
önce arkadaşlarım da söyledi, Türkiye dünyanın gelişmiş ülkeleri arasında henüz
üniversitenin ismini dâhil edemedi, bir tek İstanbul Üniversitesi katıldı.
Şimdi, Türkiye bir taraftan yükseköğretimle ilgili sayısal hedeflerine
yönelirken, diğer taraftan bütün gücüyle, gelenekleri oluşmuş
üniversitelerimizin dünya çapında üniversite olabilmesi için gerekli altyapıyı
oluşturması gerekiyor. Yükseköğretim kurumu başta olmak üzere, Millî Eğitim
Bakanlığımız, bir bakıma, bu niteliğe yönelik büyük hedefin hazırlıklarını yapmak
durumundadırlar, onların görevidir, sorumluluğudur.
İkinci önemli nokta,
Türkiye’de yükseköğretim talebi diye bir olay var.
Değerli arkadaşlarım,
yükseköğretime başvuru 1,6 milyon -2007 için bu rakamları söylüyorum-
üniversiteye kayıt 413 bindir. Şimdi, biz bu talebi görmezden gelemeyiz.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ek süre
veriyorum, tamamlayın lütfen.
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) – Çok
teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Dolayısıyla Türkiye’nin bir
başka önemli sorunudur bu ama bu sorunu çözmek için üniversite kurmak doğru
değil. Yani bu iddiayla kurulmaz ama bu temel sebeplerden birisidir ve Türkiye
bunun için bir kaynak ayırıyor. Bu kaynakla ilgili hususta hepimizin bildiği
bir nokta var. Millî Eğitim Bakanlığımızla birlikte yükseköğretimin gayri safi
millî hâsıladan aldığı pay yüzde 2,3’ten 3,65’e, konsolide bütçe içerisindeki
yeri 9,4’ten 13’e yükseliyor. Yani çok zorunlu harcamalar varken, acil
harcamalara ihtiyaç duyulurken, yükseköğretimle ilgili payların artması kaçınılmaz.
Türkiye bu tercihini doğru yapıyor çünkü günlük sorunlarımızı çözebiliriz ama
Türkiye yapısal sorunlarını, insan gücü ihtiyacını yetiştirmeyi erteleyemez.
Efendim, ben düşüncelerimi,
söylemek istediklerimin hepsini ifade edemedim ama tekrar söz hakkım olduğunu
düşünüyorum. Kaldığım yerden devam etmek üzere Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Güçlü.
Soru-cevap işlemine
geçiyorum.
Sayın Orhan, buyurun.
AHMET ORHAN (Manisa) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakana yöneltmek
istediğim soru öğretmenler hakkında.
Bugün gazetelerde yer alan
bir haberi tekrar ederek sözlerime başlamak istiyorum. 70 bin tane sözleşmeli
öğretmeni kadroya geçirmek için Maliye Bakanından uygun yazı geldi Bakanlar
Kurulunda da kanun tasarısıyla ilgili imza işlemine başlandığına dair. Sayın
Bakanım, sözleşmeli öğretmenler ve yakınları sizden haber bekliyor, açıkçası
müjde bekliyor. Bu seneki, bu dönemde birleşimler içerisinde bu kadro
çıkarılabilecek mi, öğretmenlerimiz bu dertten kurtarılabilecek mi?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Asil…
BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) –
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakan, konuşmamda da
ifade ettim, YÖK Başkanı bir konuşmasında özel üniversitelerin açılabilmesi ile
ilgili, Anayasa değişikliği ile ilgili çalışmalara başlandığını ifade ediyor ve
devamla vakıf üniversitelerinin kâr amacı gütmemesi gerektiğini belirtmiş.
Ardından da… “Bazen, maalesef, para için de bu işi yapmış olabiliyorlar, onları
da zor durumdan kurtarmış olacağız.” Şimdi, Sayın Bakan, öğrenmek istediğim bu
işi para için yapan vakıf üniversiteleri hangileridir? Bu üniversitelerin
kuruluşu ile ilgili çalışmayı yapan sorumlular hakkında…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) -
…bugüne kadar herhangi bir işlem yapılmış mıdır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Buldan…
PERVİN BULDAN (Iğdır) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Aracılığınızla Sayın Bakana
sormak istiyorum: Pazar günü üniversite sınavının ilk aşaması yapılacak. Başta
Hakkâri ve Mardin’in Kızıltepe ilçesi olmak üzere Doğu ve Güneydoğu
Bölgesi’ndeki birçok ilde sınava girecek olan öğrenciler bulundukları illerden
kilometrelerce uzak yerlere verilmişler. Kıbrıs’ta bile sınava girecek olan öğrenciler
var. Bu uygulamanın sebebini öğrenmek istiyorum. Gerçi konuyla ilgili soru
önergesi verdim ama buradan bir kez daha bu konuya nasıl bir cevap vereceğinizi
merak ediyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Tankut...
YILMAZ TANKUT (Adana) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, vakıf
üniversitelerinin kurulmasıyla ilgili bu tasarı haricinde yeni devlet
üniversitesi kurulmasıyla ilgili Hükûmetinizin herhangi bir düşünce ve
tasarrufu var mıdır? Varsa, bu devlet üniversitelerinin kurulması hangi
illerimizde olacaktır? Yeni devlet üniversitelerinin kurulması düşünülmekte ise
hangi kriterlere göre yer seçimleri yapılacaktır? Seçilecek olan iller arasında
Adana ilimiz bulunmakta mıdır?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Paksoy...
MEHMET AKİF PAKSOY
(Kahramanmaraş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, Kahramanmaraş
Sütçü İmam Üniversitesi 1992 yılında kurulmuş, tıp fakültesi ise 1998 yılında
eğitim öğretime başlamıştır. Bugüne kadar tıp fakültemize kadrosu
verilmemiştir. On iki seneden beri kadrosu verilmeyen başka bir tıp fakültesi
var mıdır? Kadronun verilmemesinin nedeni nedir? Ne zaman vermeyi
planlıyorsunuz?
İkinci sorum: Üniversitede
görev yapan daire başkanları, genel sekreter yardımcısı ve hukuk müşavirleri
diğer kamu kuruluşlarında çalışan muadillerinden düşük maaş almaktadır. Söz
konusu personelin mağduriyetlerini ne zaman çözmeyi düşünüyorsunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Işık...
ALİM IŞIK (Kütahya) - Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, en güncel
verilerle ülkemizdeki bilimsel göstergelerin ve fiziki altyapıların
üniversitelerimizdeki durumu nedir? Dünya ortalaması ve gelişmiş ülkeler
ortalamasıyla kıyaslandığında Türkiye nerededir? Bakanlığınızın bu konuda orta
ve uzun vadeli hangi hedefleri vardır? Örneğin, öğretim üyesi başına düşen
öğrenci sayısı, öğretim üyesi başına düşen bilimsel yayın sayısı ve benzeri
konularda hedeflerinizi açıklayabilir misiniz?
İkinci sorum: 1’inci
derecenin 4’üncü kademesinde görevli bir doçent ve profesör öğretim üyesinin
eline geçen net maaş nedir ve Türkiye’deki maaş sıralamasında öğretim
üyelerinin durumu ne durumdadır? 6’ncı derecedeki bir araştırma görevlisinin
yıllık ortalama maaşı ve Türkiye’deki sıralaması nedir?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Taner…
RECEP TANER (Aydın) – Sayın
Bakan, mevcut üniversitelerimizin uluslararası üniversiteler seviyesine
gelebilmesi için ne kadar eğitim elemanına ihtiyaç vardır? Planlanan ve serbest
bırakılan kadro kaç kişidir?
İki, aynı bağlamda Aydın
Adnan Menderes Üniversitesinin eğitim elamanı ihtiyacı ne kadardır? 2010 yılı
için ne planlamaktasınız?
Bir üçüncü soru, Türk-Alman
Üniversitesinin kuruluşu Mecliste kabul edildi. Türkiye’de yaşayan Alman ve
Almanya’da yaşayan Türk sayılarına baktığımızda Türkiye Cumhuriyeti Meclisinin
yapmış olduğu Türk-Alman Üniversitesinin karşılığı olarak Alman Hükûmetinin
Alman-Türk üniversitesi kurulması yönünde bir çalışması var mıdır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Doğan…
YAHYA DOĞAN (Gümüşhane) – Teşekkür
ederim Sayın Başkanım.
Ben, özellikle Meclis Genel
Kuruluna üniversiteler kurulmasıyla alakalı kanun teklifleri geldiği zaman
inanın çok büyük bir mutluluk duyuyorum. Ayrıca, Hükûmetimizin, ülkemizde
üniversitesiz il bırakmamasından da büyük mutluluk duyuyorum.
Hem soru hem bir değinme
olacak benimkisi. Geçen hafta bütün Güneydoğu’yu dolaştım, Diyarbakır, Batman,
Şırnak, Mardin yöre halkının arasına girdim. En çok memnun oldukları husus,
illerinde üniversitelerin açılmış olmasıydı. Ancak bir genç arkadaşımızın,
biraz önce yeni kurulan üniversitelerle alakalı olarak ve örnek olarak da
Hakkâri’yi verip küçümseyici bir tarzda, “Bir rektör, bir üniversite…” Ben bu
yaklaşımı doğru bulmuyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ÖZDAL ÜÇER (Van) – Sayın
Başkanım, Sayın Vekilin sorusu varsa sorsun, yoksa kafasında sorular varsa biz
cevaplandıralım.
BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) – Sayın Bakan, eğer lütfederseniz, bize, sadece Meclis Genel
Kuruluna… Örneğin “Süleyman Şah Üniversitesi” diyor. Bu Mecliste ben bir
milletvekili olarak bu üniversiteyi kimin kurduğunu, bu vakfın mali
değerlerinin ne olduğunu bilmek zorundayım. Bu bilgiyi lütfedip Meclisteki
milletvekillerine verirseniz hepimiz mutlu olacağız. Ama ben, örneğin, en
azından burada bu üniversiteleri kuran mütevelliler kimlerdir, hangi amaçla
kuruyorlar, bilmek isterim; lütfedip verirseniz.
İki, sorum YÖK’e: Vakıf
üniversitesi kurmak için şu ana kadar YÖK’te kaç tane müracaat beklemektedir?
Bu müracaatlar ne zamandan beri bekliyor? Özellikle son üç yılda -önce yapılan-
bekleyen müracaatlar var mı? Meclis Başkanlığına önerdiğiniz, YÖK’ün önerdiği
ve Millî Eğitim Bakanlığının önerdiği müracaatları hangi kritere göre
öneriyorsunuz, burada öncelikler nedir yani objektif kriteriniz nedir?
Bir başka soru ise yine bir
vakıf üniversitesi kurmak isteyenleri acaba Ankara, İstanbul, İzmir dışında…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Birer dakika ayırdım
herkese.
Sayın Arat…
NECLA ARAT (İstanbul) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakanım, size bir
yazılı önergeyle yatılı bölge ilköğretim okullarındaki açık kontenjanların
sayısı sormuştum. Teşekkür ederim, yanıtını aldım ama yanıtı aldıktan sonra
doğrusu çok sarsıldığımı ifade etmem lazım. Çünkü 35 bin boş kontenjan olduğu
söyleniyordu verilen yanıtta. Şimdi, göç vurgunu yemiş ve de yoksul ailelerin
çocukları sokaklarda mendil satarlarken, 35 bin kadronun yahut kontenjanın atıl
kapasite olarak durması nasıl izah edilebilir? Bunu sormak istiyorum.
Acaba, kadından sorumlu
Devlet Bakanlığıyla Millî Eğitim Bakanlığımız ortak bir proje çerçevesinde bu
atıl kapasiteyi çocuklarımızın lehine kullanabilir mi, böyle bir girişimde
bulunabilir misiniz?
Çok teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Üçer…
ÖZDAL ÜÇER (Van) – Teşekkürler
Sayın Başkan.
Kurulacak üniversitelere
ilişkin soruları sormuştum. Eğer Sayın Bakan dinlemişse o soruların
cevaplanmasını isterdim. Vakıf üniversitelerine verilen kamu mali yardımı
nedir?
Bu kamu mali yardımıyla,
eğitim camiasında atanmayı bekleyen kaç öğretmen atanabilirdi acaba diye böyle
bir soru sormak istedim. Çünkü ataması yapılmayan öğretmenler sorunu şu an
eğitimin en önemli sorunudur.
BAŞKAN – Sayın Çalış…
HASAN ÇALIŞ (Karaman) – Sayın
Başkan, teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan, artık her çocuk
okula başlayınca, ailesi, üniversiteye nasıl yerleştireceğim telaşına düşüyor
ve her aile şunu düşünüyor: “Özel dershanelere çocuğumu göndermezsem Millî
Eğitim Bakanlığımızın okullarından üniversiteye yerleştirmem zorlaşacak.”
diyor. Bu özel dershaneler sorununu nasıl çözmeyi düşünüyorsunuz? Çünkü,
aileler için bu çok önemli bir yük hâline gelmiştir.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Bakan, on
dakikanız var.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.
Öncelikle Genel Kurulumuzda
bugün yükseköğrenim sistemimize yeni kazandırılacak olan dört vakıf
üniversitesinin kuruluşunu görüşüyor olmaktan büyük bir memnuniyet duyduğumu
ifade etmek istiyorum ve hepinizin de bildiği gibi üniversiteler, özellikle
yükseköğrenim ihtiyacı devam eden ülkemizde yaş ortalamasının 27,7 olduğu
düşünülürse Avrupa’nın en genç nüfusuna sahip olan ülkemizde elbette ki
çocuklarımızın yükseköğrenime devam edebilmeleri için eğitimin her kademesinde
yaygın ve nitelikli bir eğitim sisteminin oluşturulması gerekiyor. Bu çerçeve
içerisinde baktığımız zaman da vakıf üniversitelerini yükseköğrenim
sistemimizin bir alternatifi değil, bir parçası olarak gördüğümüzü vurgulamak
isterim.
Gerçekten dünyayla rekabet
edebilmek için daha fazla sayıda gencimizin yükseköğrenim görmesi ve nitelikli
yükseköğrenim görmesi için vakıf üniversitelerimizin de yükseköğrenim
sistemimize katkısı inkâr edilemez. Burada genel çerçeve içerisinde sorulan
soruların büyük bir bölümü vakıf üniversitelerinin, kurulan bu vakıf üniversitelerinin
mütevellilerinin kimlerden oluştuğu, ne kadar bir kaynağa sahip olup
olmadıkları, bu hizmeti verip veremeyecekleri yönünde yoğunlaştı. Hem muhalefet
sözcülerinin hem soru-cevaplar bu yönde yoğunlaştığı için bu konuya genel
çerçeveyi çizerek bir cevap vermek isterim.
Özellikle Millî Eğitim
Komisyonumuzda da dile getirilen bu hususlara cevap verirken, özellikle daha
önceki yıllarda da aslında vakıf üniversitelerinin kuruluşuna ilişkin bir
sistematik kriter oluşturulmadığını, aslında bunun zaman içerisinde özellikle
yükseköğrenim sistemimizde önemli bir pay sahibi olmasını düşündüğümüz vakıf
üniversitelerimizin olumsuz gelişmelere yol açabileceği endişesiyle bu
doğrultuda Yükseköğretim Kurulumuz genel kuralları belirleyen objektif
kriterler, yani ölçütler getirdi ve bu ölçütler içerisinde vakıf
mütevellisinin, zaten bir vakfın mütevelli üyesi olup olmamanın, kanunen
sakıncalı bir kişi olup olmamanın genel hükümlerle de çelişmeyecek şekilde
düzenlenmesi lazım.
Ne kadarlık bir nakit
varlığına, ne kadarlık bir gayrimenkul varlığına sahip oldukları ve bu hizmeti
sürdürüp sürdüremeyecekleri, kurmayı düşündükleri fakültelerin kontenjanlarının
ne olması gerektiğini, ne kadar süre içerisinde kurulması gerekliliği gibi
hususlar gerçekten son derece objektif ölçütlerle belirleniyor.
Dolayısıyla, bugün huzurunuza
getirdiğimiz vakıf üniversitelerinin de özelde ayrıntılı olarak her birinin
mütevellisini, kriterlerini belki sizlere aktarmakta güçlük çekebilirim ama
bunları yazılı olarak cevaplandırabilirim soru sormanız durumunda. Çünkü bütün
bu üniversitelerin, vakıflarımızın daha doğrusu, her şeyden önce üniversite
kurma kapasitesine sahip ve yetkinlikte olduklarının objektif ölçütlerle
araştırıldığını ve bu değerlendirmelerin sonucunda Komisyondan da geçip
huzurunuza geldiğini bir kez daha ifade etmek isterim.
Bir de “Bekleyen ne kadar
vakıf üniversitesi var YÖK’ün gündeminde?” dendi. Şu anda on üç vakıf
üniversitesi kurulmak üzere bekliyor.
Bugün huzurunuza gelen ve
kurulması düşünülen üniversitelerimizin,
vakıf üniversitelerimizin iki tanesi, zaten bir tanesi Vakıflar Genel
Müdürlüğünün kuracağı üniversite, diğeri de Diyanet Vakfının. Yani her ikisi de
kamu vakıflarından oluşuyor ve mal varlıkları, gelir durumları bu hizmete,
yükseköğrenim hizmetine tahsis edecekleri mal varlıkları da son derece yüksek.
Bir diğer soru hem
konuşmalarda yer alan hem de soru olarak iletilen, bu vakıf üniversitelerinin
kamu kaynaklarıyla desteklendiği, kamu kaynaklarının bu vakıf üniversitelerine
tahsis edildiği gibi sorular soruldu veya değerlendirmeler yapıldı.
Sayın Üçer soru sordunuz,
sizin sorunuzu cevaplandırıyorum, eğer dinlerseniz, belki tekrar benzer bir
soruyu sormamış olursunuz! Her şeyden önce, bu vakıf üniversitelerine hiçbir
kamu kaynağı tahsis edilmemiştir, kamu gayrimenkulü de tahsis edilmemiştir.
Dolayısıyla daha önceki yıllarda yapılanlar bizi bu anlamda kurulan ve
kurulacak üniversitelerin kamu kaynaklarıyla değil kendi kaynaklarıyla
oluşturulan kriterler çerçevesinde hizmet veriyorlar.
ÖZDAL ÜÇER (Van) – Sayın
Bakan, bu yıl Maliyeden vakıf üniversitelerine, tam, kaç lira ödenmiştir?
BAŞKAN – Sayın Üçer,
karşılıklı konuşmazsak… Çok soru soruldu, Sayın Bakan ona cevap versin.
Lütfen… Nasıl olsa maddeler devam
edecek.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Bunun dışında, bir taraftan da vakıf üniversiteleri
hakkında YÖK Başkanının kamuoyuna yansıyan değerlendirmeleri hakkında sorular
soruldu. Elbette, özel üniversitelerin, daha doğrusu vakıf dışında özel
üniversitelerin, ticari şirketlerin de üniversite kurmasına yönelik olarak
herhangi bir yasal düzenleme çalışması YÖK tarafından bana iletilmedi,
dolayısıyla bu yönde bir değerlendirme yapmayacağım ama “vakıf üniversitelerini
para için yapanlar” vesaire gibi değerlendirmeler yapıldı.
Yükseköğretim Kurulu
hepinizin de bildiği gibi anayasal bir kuruluş ve anayasal kurumlar, her hukuk
devletinde bu kurumlar denetleme işlevlerini de kendi yasal organları
vasıtasıyla yaparlar. YÖK’ün de bir denetleme kurulu var ve vakıf
üniversiteleri düzenli bir şekilde, bu çerçevede, çizilen çerçevede
yükseköğrenim hizmetinin amacına uygun şekilde icra edilip edilmediği, kâr
amacı güdülüp güdülmediği veya yükseköğrenim sisteminin ilkelerine ters bir
uygulama olup olmadığını zaman zaman denetler, ilgili vakıf üniversitelerini bu
konuda uyarır, gerekirse hepinizin de bildiği gibi, vakıf üniversiteleri bir
devlet üniversitesinin himayesinde kurulur. Bu hizmeti yapamayacak duruma
gelmesi durumunda da bu sistem içerisinde vakıf üniversitesinin kapatılmasına
karar verilir ve Yükseköğretim Kurulu kararı doğrultusunda hami üniversiteye öğrencileriyle
birlikte devredilir.
“Vakıf üniversiteleri dışında
bu yıl yeni devlet üniversiteleri kurulacak mı?” diye bir soru soruldu. Evet,
Bakanlar Kurulundan bu konudaki kanun tasarısı Meclis Başkanlığımıza intikal
etti. Kurulacak olan yedi devlet üniversitesinin kurulacağı şehirler Ankara,
İstanbul, İzmir, Bursa, Konya, Erzurum ve Kayseri. Yine, bu illerin seçiminde
de Yükseköğretim Kurulumuz bu illerdeki üniversitelerin öğrenci kapasitesinin
yüksekliği, öğrenci sayısının yüksekliği ve diğer hususlar dikkate alınarak
kentlerin ihtiyacı doğrultusunda kararlaştırılmıştır. Hepinizin de bildiği gibi
yükseköğrenim talebinin bu kadar yüksek olduğu, genç nüfusun bu kadar yüksek
olduğu bir ülkede, üniversitelerin, eski üniversitelerin kadro ve diğer
hususlarla desteklenmesi gerektiği kadar yeni üniversiteler kurmak ve
kontenjanları büyütmek suretiyle gençlerimizin üniversite öğrenim hakkı
talebinin yerine getirilmesine çalışılmakta.
Üniversitelerimizin özellikle
bilimsel yayın konusunda ve üniversitelerimizin özellikle dünya bilimsel
skalasında çok kötü bir yerde olduğu, hatta sonuncu sıralarda yer aldığı gibi,
aslında biraz da açıkçası kompleksli bulduğumuz bir tutum var. Gerçekten
Türkiye'de üniversitelerimiz bu anlamda, sıralamada, 2006 yılında 20’nci sırada
-bilimsel makale ve yayında- 2007 yılında 19, 2008 yılında da 18’inci sırada.
2009 yılına ilişkin bir çalışma henüz elimize ulaşmadı, ama dünya sıralamasında
Türk üniversiteleri bu anlamda iyi bir yerdedir. Dolayısıyla kendi
üniversitelerimizle ve bilimsel çalışmalarıyla bu anlamda hepimiz de gurur
duymalıyız diye düşünüyorum.
Bunun dışında, özellikle bazı
üniversitelere ilişkin kadrolar, kadro taleplerinin karşılanamaması gibi şu
anda elimde bilgi olarak bulunmayan hususları cevaplandıramayacağım, bunların
hepsini yazılı olarak cevaplandırmayı düşünüyorum.
Bir diğer soru, başlangıçta
sorulan sorulardan bir tanesi öğretmenler hakkındaydı, sözleşmeli öğretmenler
hakkında bir soru soruldu. Hepinizin de bildiği gibi sözleşmeli öğretmenler,
kadrolu öğretmen ihtiyacımızın karşılanamadığı, özellikle güçlük arz eden,
kadrolu öğretmenler yoluyla hizmeti götüremediğimiz eğitim öğretim sistemi
içerisinde önemli bir yer tutacak şekilde düşünülüp planlanmış bir çalışma.
Dolayısıyla, bir diğer
taraftan da sözleşmeli öğretmenlerin kadroya geçirilmesine ilişkin sorular,
bulunduğum her yerde ve sıklıkla bana da soruluyor ve bunu da yine daha önceki
cevaplarımı tekrar edecek şekilde cevaplandırmak istiyorum. Sözleşmeli
öğretmenlerin tamamının bir yıl içerisinde veya çok kısa bir süre içerisinde
kadroya geçirilmesi çalışması yok. Fakat, öğretmenlerimizin, sözleşmeli
öğretmenlerimizin kademeli olarak çalışma süreleri göz önüne alınarak kadroya
geçirilmesi çalışmalarını tamamladık. Maliye Bakanlığımızla çalışmalarımız
sonuçlandıktan sonra, kamuoyuyla bunu paylaşacağız ve bu çalışmayı bir yasa
tasarısı olarak Meclisin gündemine getireceğiz.
Sayın Arat’ın bir sorusu
vardı. Yazılı olarak iletilmiş yatılı ilköğretim bölge okullarına ilişkin,
kontenjan açığına ilişkin “Bunlar doldurulamaz mıydı?” şeklinde bir soruydu.
Her şeyden önce yatılı
ilköğretim bölge okulları da hepinizin de bildiği gibi yoksul ve dezavantajlı,
eğitim hizmetlerine erişiminde güçlük çekilen çocuklara eğitim verilen alanlar.
Yatılı ilköğretim bölge okullarında kuruluş koşulları itibarıyla bazı nüfus ve
yer değişiklikleri hareketlerinin yansıması neticesinde kontenjanlar boş kalıyor.
Oysaki, bu kontenjanlar şu anda yerleşik sistemden, kırsal kesimden kente
göçleri göz önüne aldığımızda, baz aldığımızda bazılarında kontenjan açığımız
ve ihtiyacımız devam ederken, diğerlerinde boşluk arz eden yerler var.
Dolayısıyla, herhangi bir şehirden, sokakta çalışan bir çocuğu ailesinin rızası
ve bilgisi olmaksızın alıp bir yatılı ilköğretim bölge okuluna göndermemiz
mümkün olmadığı gibi, şu ana kadar bize bu yönde talepte bulunan ve başvuran
herhangi bir ailenin talebini de reddetmiş değiliz. Dolayısıyla, yatılı
ilköğretim bölge okullarının planlama ve hedefleri doğrultusunda çalışma
yapıldığını söylemek isterim. Özellikle diğer alanda da çalışmaların devlet
bakanlığımız ve diğer bakanlıkların koordinasyon hâlinde yürüttüğü çalışmalarla
sağlıklı bir yönde ilerlediğini ifade etmek isterim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Süremiz doldu.
Teşekkür ediyorum.
Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
III.- Y O K L A
M A
(CHP sıralarından bir grup
milletvekili ayağa kalktı)
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul)
– Toplantı yeter sayısı istiyorum.
BAŞKAN – Toplantı yeter
sayısı talebi vardır.
Sayın Kılıçdaroğlu, Sayın
Özyürek, Sayın Aslanoğlu, Sayın Altay, Sayın Diren, Sayın Köse, Sayın Koçal,
Sayın Ağyüz, Sayın Seçer, Sayın Özkan, Sayın Oksal, Sayın Arat, Sayın Aydoğan,
Sayın Hacaloğlu, Sayın Yıldız, Sayın Tüzün, Sayın Barış, Sayın Bingöl, Sayın
Anadol, Sayın Yazar.
Yoklama için üç dakika süre
veriyorum.
Yoklama başlamıştır.
(Elektronik cihazla yoklama
yapıldı)
BAŞKAN - Toplantı yeter
sayısı yoktur.
Birleşime beş dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati:
20.04
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 20.11
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Harun
TÜFEKCİ (Konya)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 84’üncü Birleşiminin Beşinci
Oturumunu açıyorum.
III.- YOKLAMA
BAŞKAN – 487 sıra sayılı
Kanun Tasarısı’nın maddelerine geçilmesinin oylanmasından önce yapılan
yoklamada toplantı yeter sayısı bulunamamıştı. Bu nedenle yeniden yoklama
yapacağız.
Yoklama için üç dakika süre
veriyorum.
(Elektronik cihazla yoklama
yapıldı)
BAŞKAN – Toplantı yeter
sayısı yoktur.
Alınan karar gereğince, sözlü
soru önergeleri ile kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer
işleri sırasıyla görüşmek için, 13 Nisan 2010 Salı günü saat 15.00’te toplanmak
üzere birleşimi kapatıyorum.