DÖNEM: 23 CİLT:
65 YASAMA YILI:
4
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
81’inci
Birleşim
1 Nisan 2010 Perşembe
(Bu
Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür
belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş
alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L
E R
I. - GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ
II. - GELEN
KÂĞITLAR
III. - YOKLAMALAR
IV. - GÜNDEM DIŞI
KONUŞMALAR
A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI
1.- Kahramanmaraş
Milletvekili Durdu Özbolat’ın, su kaynakları ve
kullanımına ilişkin gündem dışı konuşması
2.- Karabük
Milletvekili Cumhur Ünal’ın, Karabük Demir Çelik Fabrikalarının ve Karabük’ün
kuruluşunun 73’üncü yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması
3.- Kocaeli
Milletvekili Hikmet Erenkaya’nın, Kocaeli Şekerpınar’da yaşayan bir kısım vatandaşların imarla ilgili
sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Van
Milletvekili Kerem Altun’un, Van’ın düşman işgalinden
kurtuluşunun 92’nci yıl dönümüne ilişkin açıklaması
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Tezkereler
1.- Moldova
Cumhuriyeti Gökoğuz Halk Topluşu
heyetinin ülkemizi ziyaret etmesinin uygun bulunduğuna ilişkin Başkanlık
tezkeresi (3/1146)
B) Önergeler
1.- Antalya
Milletvekili Tayfur Süner’in (6/1912) esas numaralı
sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/199)
C) Genel Görüşme Önergeleri
1.- İzmir
Milletvekili Mehmet Ali Susam ve 25 milletvekilinin, ekonomi politikası
konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/12)
D) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal ve 24 milletvekilinin, kadına yönelik şiddetin
nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/651)
2.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel ve 24 milletvekilinin, İstanbul Çevre Düzeni
Planı’nın olası etkilerinin araştırılması amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/652)
3.- BDP Grubu
adına grup başkan vekilleri Batman milletvekilleri Ayla Akat
Ata ve Bengi Yıldız’ın, hayvancılık sektörünün sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/653)
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Türk Ticaret
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)
2.- Türk Borçlar
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)
3.-
Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak
İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana
Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/761) (S.
Sayısı: 458)
4.- Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/769) (S. Sayısı: 486)
5.- Ankara Milletvekili Haluk İpek’in, Seçimlerin Temel Hükümleri
ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Milletvekili Seçimi Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve 18 Milletvekilinin, Afyonkarahisar
Milletvekili Halil Ünlütepe ve Denizli Milletvekili
Ali Rıza Ertemür’ün, Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi ve 10 Milletvekilinin, Diyarbakır Milletvekili Gültan Kışanak ve 19
Milletvekilinin, Şırnak Milletvekili Sevahir
Bayındır’ın, Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri İzmir Milletvekili
Oktay Vural ve Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın,
Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi ve 5 Milletvekilinin Benzer Mahiyetteki Kanun
Teklifleri ile Anayasa Komisyonu Raporu (2/636, 2/123, 2/200, 2/288, 2/304, 2/342,
2/364, 2/474, 2/596) (S. Sayısı: 490)
VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Konya
Milletvekili Faruk Bal’ın, Anayasa Komisyonu Başkan Vekili ve Sakarya
Milletvekili Ayhan Sefer Üstün’ün, şahsına sataşması nedeniyle konuşması
IX.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- İzmir
Milletvekili Kamil Erdal Sipahi’nin, İzmir İktisat Kongresi’ne ilişkin sorusu
ve Devlet Bakanı Cevdet Yılmaz’ın cevabı (7/12861)
2.- Balıkesir
Milletvekili Hüseyin Pazarcı’nın, Millî Emlak Genel
Müdürlüğünde çalışan bazı personelin sorunlarına ilişkin sorusu ve Maliye
Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/12897)
3.- Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, kurum içi millî emlak uzmanlığı sınavı
açılmasına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/12961)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu
saat 13.00’te açılarak üç oturum yaptı.
Balıkesir
Milletvekili Ergün Aydoğan, Balıkesir ilindeki tarım
ve hayvancılık sektörünün sorunlarına,
Şırnak
Milletvekili Sevahir Bayındır, Diyarbakır Göğüs
Hastalıkları Hastanesinin kapatılmasına,
Eskişehir
Milletvekili Beytullah Asil, İnönü Zaferi’nin 89’uncu
yıl dönümüne,
İlişkin gündem
dışı birer konuşma yaptılar.
İzmir
Milletvekili K. Kemal Anadol, İnönü Zaferi’nin
89’uncu yıl dönümüne ilişkin bir açıklamada bulundu.
Gaziantep
Milletvekili Hasan Özdemir’in (6/1759) esas numaralı sözlü sorusunu geri
aldığına ilişkin önergesi okundu; sözlü sorunun geri verildiği bildirildi.
Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse ve 22 milletvekilinin, töre ve namus cinayetlerinin
nedenlerinin araştırılarak, önlenmesi için (10/647),
Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse ve 24 milletvekilinin, olumsuz hava koşullarının tarım
sektörüne etkilerinin araştırılarak (10/648),
İstanbul
Milletvekili Sacid Yıldız ve 24 milletvekilinin,
organ nakli konusundaki sorunların araştırılarak (10/649),
İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal ve 24 milletvekilinin, hayvancılık sektörünün
sorunlarının araştırılarak (10/650),
Alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini
alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Gündemin “Genel
Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler”
kısmında yer alan (10/487, 10/535) esas numaralı, şeker fabrikalarının
özelleştirilmesinin yol açacağı sorunların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergelerin görüşmelerinin Genel Kurulun 31/3/2010
Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi yapılan
görüşmelerden sonra kabul edilmedi.
Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:
1’inci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),
2’nci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/499) (S. Sayısı: 321),
3’üncü sırasında
bulunan, Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına
Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para
Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun (1/761)
(S. Sayısı: 458),
Görüşmeleri
komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.
4’üncü sırasında
bulunan ve görüşmelerine devam olunan, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu
ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/769) (S. Sayısı: 486)
5’inci maddesine kadar kabul edildi; 5’inci maddesi üzerinde bir süre
görüşüldü.
1 Nisan 2010
Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşime
20.04’te son verildi.
Şükran
Güldal MUMCU |
Başkan
Vekili |
|
Fatih
METİN Yusuf
COŞKUN |
Bolu Bingöl |
Kâtip
Üye Kâtip
Üye |
|
Gülşen
ORHAN |
Van |
Kâtip
Üye |
No.: 113
II.- GELEN KÂĞITLAR
1 Nisan 2010 Perşembe
Tasarılar
1.- Türkiye
Cumhuriyeti ile Lüksemburg Büyük Dükalığı Arasında
Gelir ve Servet Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve
Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşmasını Değiştiren Protokol ve İlgili
Notaların Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/840) (Plan ve
Bütçe ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 25.3.2010)
2.- Gümrük
Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı (1/841) (Avrupa
Birliği Uyum ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
26.3.2010)
Teklifler
1.- İzmir
Milletvekili Oğuz Oyan’ın; İşsizlik Sigortası
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/651) (Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 18.3.2010)
2.- Konya
Milletvekili Mustafa Kalaycı ve 22 Milletvekilinin; İstiklal Madalyası Verilmiş
Bulunanlara Vatani Hizmet Tertibinden Şeref Aylığı Bağlanması Hakkında Kanunda
ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/652) (Plan ve
Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 18.3.2010)
3.- İstanbul
Milletvekili Sebahat Tuncel’in; 4447 Sayılı İşsizlik
Sigortası Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/653) (Sağlık,
Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 23.3.2010)
4.- Ankara
Milletvekili Yılmaz Ateş’in; Belediye Kanunu ile Doğal Gaz Piyasası Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/654) (Sanayi, Ticaret, Enerji,
Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ile İçişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 24.3.2010)
5.- Tunceli Milletvekili
Şerafettin Halis’in; Diyarbakır Eski E Tipi Cezaevinin “İnsan Hakları ve
Özgürlük Müzesi” Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/655) (Milli Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 25.3.2010)
Raporlar
1.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşik Meksika Devletleri Hükümeti Arasında
Diplomatik ve Konsüler Misyon Üyelerinin Yakınlarının
Kazanç Getirici Bir İşte Çalışmalarına Olanak Sağlayan Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/677) (S.Sayısı: 491) (Dağıtma tarihi: 01.04.2010) (GÜNDEME)
2.- Bursa
Milletvekili Ali Koyuncu ve 4 Milletvekilinin; 5683 Sayılı Yabancıların
Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi ve İçişleri Komisyonu Raporu (2/644) (S.Sayısı: 492) (Dağıtma
tarihi: 01.04.2010) (GÜNDEME)
Genel Görüşme Önergesi
1.- İzmir
Milletvekili Mehmet Ali Susam ve 25 Milletvekilinin, ekonomi politikası
konusunda bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/12) (Başkanlığa
geliş tarihi: 19.02.2010)
Meclis Araştırması Önergeleri
1.- İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal ve 24 Milletvekilinin, kadına yönelik şiddetin
nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/651) (Başkanlığa geliş
tarihi: 19.02.2010)
2.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel ve 24 Milletvekilinin, İstanbul Çevre Düzeni
Planı’nın olası etkilerinin araştırılması amacıyla bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/652) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.02.2010)
3.- BDP Grubu
adına grup başkanvekilleri Batman Milletvekilleri Ayla Akat
Ata ve Bengi Yıldız’ın, hayvancılık sektörünün sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/653) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.02.2010)
1 Nisan 2010 Perşembe
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 13.00
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN
(Bingöl), Fatih METİN (Bolu)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
81’inci Birleşimini açıyorum.
III. YOKLAMA
BAŞKAN – Elektronik cihazla yoklama yapacağız.
Yoklama için üç dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı yoktur, on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 13.04
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 13.23
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN
(Bingöl), Fatih METİN (Bolu)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
81’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
III.- YOKLAMA
Açılışta yapılan yoklamada yeter sayı bulunamamıştı. Şimdi
yoklamayı yineliyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz
vereceğim.
Gündem dışı ilk söz su kaynaklarımız ve kullanımı hakkında söz
isteyen Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat’a
aittir.
Buyurunuz Sayın Özbolat.(CHP
sıralarından alkışlar)
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin
Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Kahramanmaraş Milletvekili
Durdu Özbolat’ın, su kaynakları ve kullanımına
ilişkin gündem dışı konuşması
DURDU ÖZBOLAT (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sekiz yıllık AKP Hükûmeti her işin olduğu
gibi su meselesinin de ne yazık ki suyunu çıkarmıştır.
Kurulduğu 1954 yılından bu yana su ve toprak kaynaklarının
geliştirilmesi için çok büyük yatırımlar gerçekleştiren Devlet Su İşleri Genel
Müdürlüğü, AKP İktidarı dönemindeki sürgün ve görevden alma politikalarıyla içi
tamamen boşaltılarak iş göremez hâle getirilmiştir.
AKP Hükûmeti, bölge müdürlerinin yüzde
140’ını, daire başkanlarının yüzde 120’sini, şube müdürlerinin yüzde 95’ini
görevden alarak sürgün etmiştir. Sürgün edilen ve emekliliğe zorlanan yönetici sayısı 3.200’dür. Bunları
niye mi yapmıştır; kurumdaki birikim ve ulusal su bilincini yok etmek, dışa
bağımlı, ulusal yarar gözetmeyen küresel su ve enerji politikalarının önünü
açmak için.
Neler olmuştur bu dönemde? Sekiz yıllık AKP hükûmetleri
döneminde sulamaya açılan alan ancak 666 bin hektardır. Bunların tamamına
yakını da AKP İktidarı öncesi başlanmış projelerdir. Bu hızla gidilirse
ekonomik olarak sulanabilecek topraklarımızın tamamı ancak doksan beş yılda
sulanabilecektir.
Küresel güçlerin dayatmasıyla iş yapan AKP Hükûmeti,
su temini ve dağıtımında işi sulama birlikleri vasıtasıyla yapmaya çalışmış ve
bunun sonucunda özellikle kuyu sulamalarındaki elektrik bedeli çok artmıştır,
öyle ki çiftçinin borcu 80 trilyona ulaşmıştır. Çiftçi, bu borcu ödeyemediği
için birçok yerde toprağını sulayamamaktadır. Ülkemizin en önemli projesi olan
GAP’ta sulamalardaki gerçekleşme oranı sekiz yılda 1,3’tür. Bu hızla gidilirse
GAP sulamaları ancak yüz yetmiş üç yılda bitirilebilecektir.
Çevre ve Orman Bakanına bakacak olursanız, her ay yüz elli büyük
tesis açılışı yapmaktadır. Sayın Bakan, 10 metrelik bentleri tesis diye
yutturmakta, bir barajı parça parça 10 defada
açmaktadır. Açılan küçük HES’ler ise özel sektörün
yaptığı HES’lerdir. Oysa sekiz yıllık AKP hükûmetleri döneminde sadece Mavi Tünel ve Ilısu Barajı temelleri hariç başka hiçbir temel
atılmamıştır. Ilısu Barajı da Hazine ve Devlet
Planlamanın karşı çıkmasına rağmen, yasalara aykırı biçimde ihalesiz olarak bir
konsorsiyuma devredilmiştir. Sekiz yılda HES kurulu gücü ancak 1.355 megavat artmıştır yani yılda
sadece 193 megavat kurulu güç tesis edilmiştir. Oysa eski Enerji Bakanı, 2012
yılından sonra ülkemizin karanlıkta kalmaması için bunun yılda en az 850
megavat olması gerektiğini basın önünde anlatmıştır. Buna rağmen, DSİ neden
sekiz yılda iki HES dışında başka hiçbir HES temeli atmamıştır, neden elli iki
akarsu santralini özelleştirmeye çıkarmıştır, neden kırk beş adet termik ve
hidrolik santrali satmak için ihale açılmaktadır? Bakan, bilerek devleti zarara
uğratmaktadır. Bu milletin dünyanın en pahalı elektriğini kullanıyor olması
Sayın Bakanı hiç rahatsız etmiyor mu? Doğal gazdan elde edilen elektriğin kilovatsaati 11 sent, HES’lerden
elde edilen elektriğin kilovatsaati ise 3 sent
olmasına karşın, AKP doğal gazın önünü açmak için HES’lerdeki
kapasite kullanımını sekiz yıl içerisinde yüzde 65 azaltmıştır. Bu nedenle,
barajlardaki türbinler bilerek çalıştırılmamıştır. Şu an bile Atatürk
Barajı’nda sadece üç santral çalıştırılmakta, beş santral ise uzun yıllardan bu
yana çalıştırılmamaktadır.
Son sekiz yılda elektrik üretiminde doğal gazın payı yüzde 22’den
yüzde 52’ye yükselmiş, buna karşılık para ödemeden daha ucuza elde ettiğimiz
hidrolik enerjide bu pay yüzde 38’den yüzde 17’ye düşürülmüştür. Siz değil
miydiniz ANAP hükûmetlerini imzaladığı doğal gaz
anlaşmaları nedeniyle suçlayan? Şimdi doğal gazın önünü neden açıyorsunuz? Bu
işten kârınız ne?
Bir de meşhur Deriner Barajı var, öyküsü
ibretlik. 1997 yılında 711 milyon dolara ihale edilen ve dört yıl önce bitmesi
gerekirken sadece yüzde 57’si biten, yüzde 57’si 4 milyar dolara tamamlanan ve
iş kapsamında hiçbir değişiklik olmamasına rağmen yüzde 570 keşif artışıyla
rekor kıran ibretlik bir vaka.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
DURDU ÖZBOLAT (Devamla) – Teşekkür ediyorum.
İnsanları basit keşif artışlarını bahane göstererek görevden alıp
sürgün eden eski DSİ Genel Müdürü, şimdiki Çevre Bakanı buna nasıl bir açıklama
getirecek acaba? Bu baraj neden bitirilmiyor? Bittiğinde kaç milyar dolara
bitecek? Bu barajda elektriğin kilovatsaat maliyeti
şimdiden 48 sente ulaşmıştır. Bu barajla ilgili elimizde bir dosya var, yakında
anlatacağız. Böyle bir soygun nasıl olurmuş, halkımız görecek.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Özbolat.
Sayın Altun, sisteme girmişsiniz…
KEREM ALTUN (Van) – Sayın Başkan, Van’ın kurtuluşuyla ilgili kısa
bir söz almak istiyorum.
BAŞKAN – Buyurunuz.
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Van Milletvekili Kerem Altun’un, Van’ın düşman işgalinden kurtuluşunun 92’nci yıl
dönümüne ilişkin açıklaması
KEREM ALTUN (Van) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, nisan ayının ilk günlerinin
Van’ımız için ayrı bir önemi vardır. 1 Nisan, Karakoyunlulara başkentlik yapmış
Erciş ilçemizin ve Gürpınar ilçemizin; 2 Nisan, Van’ın ve Muradiye ilçemizin; 3
Nisan, Çaldıran, Saray ve Özalp ilçelerimizin bu yıl işgalci güçlerden
kurtuluşunun 92’nci yıl dönümü. Kadim bir medeniyetin izlerini taşıyan,
hoşgörünün, toleransın, merhametin, faziletin, erdemin timsali olmuş aziz
Vanlıların bu güzel günlerini kutluyorum.
Vatan topraklarını özgürlük ve bağımsızlık mücadelesiyle canlarını
vererek bize tekrar yurt yapan isimsiz kahramanları, aziz şehitlerimizi
saygıyla, rahmetle anıyorum.
Millî Mücadele, Kurtuluş Savaşı’nda, Çanakkale ve Sarıkamış’tan
sonra en fazla şehit veren il Van ilimizdir. İstiklal Savaşı’ndan sonra
istikbal savaşını veren Vanlılar bu toprakları artık ebedî olarak dostluğa,
kardeşliğe ve barışa adamışlardır.
Kine, nefrete, husumete, düşmanlığa yer kalmayacak kadar gönlü
insan onuru ve sevgisiyle dolu Van Gölü çocuklarının bir de mesajları var:
Geçmişte yaşanan tarihî hakikatleri emperyalist emelleri için kimse
çarpıtmasın. Milletimiz, insanlığa karşı işlenebilecek en ağır suç olan
“soykırım” gibi kara bir insanlık lekesini tarihin hiçbir döneminde
taşımamıştır. Arşivler geçmişin tanığı ve aynasıdır. Kini, geriletici nefreti diasporalara bırakıyoruz.
Güneşin kutsal bir tören edasıyla battığı, tokmaklı kapıların bir
zamanlar hiç kapanmadığı, gölünün deniz, kedilerinin sevimli, peynirinin otlu
olduğu, gerçekle düş arasındaki bir masal kenti Van’a, saygın Vanlılara selam
olsun. (AK PARTİ ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Altun.
Gündem dışı ikinci söz Karabük Demir Çelik Fabrikalarının 73’üncü
kuruluş yıl dönümü münasebetiyle söz isteyen Karabük Milletvekili Cumhur Ünal’a
aittir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
(Devam)
A)
Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları (Devam)
2.- Karabük Milletvekili Cumhur
Ünal’ın, Karabük Demir Çelik Fabrikalarının ve Karabük’ün kuruluşunun 73’üncü
yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması
CUMHUR ÜNAL (Karabük) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 3
Nisan KARDEMİR (Karabük Demir Çelik Fabrikaları) ve Karabük’ün kuruluşunun
73’üncü yıl dönümü nedeniyle bugün gündem dışı söz almış bulunmaktayım.
AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Başkan, üniformayla çıkılabilir mi?
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sayın Başkan, tebrik ediyoruz ama İç
Tüzük’e aykırı.
BAŞKAN – Sayın Ünal, herkes yeterince gördü. Lütfen Karabüksporun şeyini çıkarırsanız…
CUMHUR ÜNAL (Devamla) – Peki, ben bütün arkadaşlarımızın Karabüksporu tebrik ettiğini düşünerek çıkartıyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN – Evet, çok teşekkür ederiz. Karabüksporlulara
da başarılar diliyoruz, sağ olun.
CUMHUR ÜNAL (Devamla) – Öncelikli olarak bana bu konuşma fırsatını
veren Sayın Başkana teşekkür ediyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Karabük, Ulu Önder Atatürk’ün
ülkemizi çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmak için ortaya koyduğu sanayileşme
hedefinin ilk merkezi, Karabük Demir Çelik Fabrikaları ise bu sanayileşme
hedefinin ilk yapı taşlarından birisidir. 3 Nisan 1937 tarihinde ülkemizin
içinde bulunduğu tüm ekonomik zorluklara rağmen büyük bir öngörüyle temelleri
atılarak iki yıl gibi kısa bir sürede üretime başlayan KARDEMİR (Karabük Demir
Çelik Fabrikaları) uzun yıllar ülkemizdeki endüstrileşme hareketinin lokomotifi
olmuş, fabrikalar yapan fabrika unvanına layık görülecek kadar ülkemiz
sanayisine öncülük etmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; emeğin potalarda eritilerek
çeliğe dönüştürüldüğü bu fabrika kimi zaman Adana ovalarında çimento, kimi zaman
Konya bozkırlarında şeker fabrikası, kimi zaman da Fırat’ta köprü, Karakaya’da baraj olmuştur. Ülkemizin yazgısında böylesine
onurlu bir görevi üstlenen Karabük Demir Çelik Fabrikalarını ayrıcalıklı kılan
başka bir husus ise yöresine yaptığı hizmetlerdir. 3 Nisan 1937 tarihinde,
çeltik tarımının yapıldığı bu alanda kurulan Karabük Demir Çelik Fabrikaları,
on üç hanelik küçücük bir köyden, bugün 225 bin nüfuslu Karabük iline
dönüşmesini sağlamıştır. İşte onun içindir ki 3 Nisan, KARDEMİR’le
birlikte, Karabük’ün doğum günüdür; işte onun içindir ki KARDEMİR ve Karabük
bugün aynı coşkuyu ve aynı heyecanı yaşamaktadır. Bu vesileyle, kuruluşundan
bugüne kadar Karabük’e ve KARDEMİR’e emeği geçenlere
bir kez daha minnet ve şükranlarımı sunuyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ne mutludur ki yetmiş üç
yıl sonra bugün KARDEMİR, üretimde 2 milyon tonları hedefleyen ve bu hedef
doğrultusunda yatırımlarını sürdüren bir şirket hâline gelmiştir. Ne mutludur ki ülkemizde artık KARDEMİR tarafından
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; KARDEMİR’in
gelecekte daha büyük başarılara imza atacağına olan inancımı ifade ederek
buradan KARDEMİR yönetimini ve tüm çalışanlarını ve Çelik-İş Sendikamızı bir
kez daha yürekten kutluyorum.
Karabük 1953 yılında ilçe, 1995 yılında il olmuştur. Cumhuriyetin
ilanından sonra kurulan ilk planlı sanayi kentlerinden birisidir. Karabük ilk
sanayi şehri olmanın yanında çevresi ve ilçeleriyle birlikte tarihî, kültürel
değerleri ve doğal güzellikleri ile de ön plana çıkmaktadır. Safranbolu’muz bu
kültürel zenginlikler içerisinde UNESCO tarafından dünya miras kentleri
listesine alınmış bir kültürel mirastır. Yenice ilçemiz dünyanın en nadide ağaç
türlerini bünyesinde barındıran orman varlığı ile dikkat çekmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
CUMHUR ÜNAL (Devamla) – Teşekkür ediyorum.
Hadrianapolis antik şehri ile
Eskipazar, kaya mezarları ile Ovacık ilçemiz ve insanları büyüleyen doğal
zenginlikleri ile Eflani ilçemiz Karabük’ün incisi olan ilçelerimizdendir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kuruluşumuzun 73’üncü yıl
dönümünde duble yol, su, doğal gaz, üniversite, tıp
fakültesi, polis meslek yüksekokulu, eğitim yatırımları, sağlık yatırımları,
TOKİ yatırımları, stadyum yatırımları ve teşvik alanlarında AK PARTİ Hükûmeti dönemimizde Karabük’e yaptığımız hizmetler
vesilesiyle Meclis Başkanımıza, Hükûmetimize,
bakanlarımıza ve Sayın Başbakanımıza Karabük halkı adına teşekkür eder, tüm
Karabüklülerin sizlere selam ve saygılarını iletiyor, hemşehrilerimin
kuruluş yıl dönümlerini kutluyorum.
Karabük halkı, şahsım ve milletvekili arkadaşlarım adına bu
heyecanı sizlerle paylaşırken, bu güzel günümüze sizleri de davet eder, yüce
Meclisimizi saygıyla selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Ünal.
Gündem dışı üçüncü söz Kocaeli’de
yaşanan sorunlar hakkında söz isteyen Kocaeli Milletvekili Hikmet Erenkaya...
Buyurunuz Sayın Erenkaya. (CHP
sıralarından alkışlar)
3.- Kocaeli Milletvekili Hikmet Erenkaya’nın, Kocaeli Şekerpınar’da
yaşayan bir kısım vatandaşların imarla ilgili sorunlarına ilişkin gündem dışı
konuşması
HİKMET ERENKAYA (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
öncelikle Kocaeli iliyle ilgili, sorunlarıyla ilgili gündem dışı söz almış
bulunuyorum. Bu çerçevede, şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
sizleri saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, hepinizin bildiği gibi Kocaeli
ili Türkiye’nin en önemli, en gelişmiş illerinden bir tanesi ancak bu söylev
2002 yılına kadar böyle devam etti ama maalesef 2002 yılından sonra, özellikle Hükûmetinizin döneminden sonra yapılan özelleştirmeler
nedeniyle Türkiye’nin gündemindeki Kocaeli maalesef ülkemizin sıradan bir ili
hâline gelmiş bulunmaktadır. Özellikle işsizlik konusunda, yolsuzluk konusunda,
yoksulluk konusunda şu anda Kocaeli’nin hangi durumda olduğunu önümüzdeki
dönemlerdeki gündem dışı konuşmalarda sizlerle paylaşacağım.
Kocaeli’yle ilgili önemli
bir sorunu sizlerle paylaşmak istiyorum değerli arkadaşlar. Biliyorsunuz Kocaeli,
Türkiye’nin en göç alan illerinden bir tanesi. Özellikle Gebze bölgesinde
bulunan vatandaşlarımız, Gebze’sinde, Darıca’sında, Çayırova’sında bulunan vatandaşlarımız, genellikle göç eden
vatandaşlarımız memleketlerinde bütün varlıklarını kaybederek ve satarak oraya
yerleşip orada hayatını idame ettirmeye çalışan insanların yoğun olduğu
bölgelerdir. Özellikle sizlerin belirttiği gibi bir belediyecilik anlayışını da
AKP milletvekillerinin huzurunda, sizlerin huzurunda bazı görüşlerimi paylaşmak
istiyorum.
Değerli milletvekilleri, Gebze bölgesinde Şekerpınar
köyü 1998 yılına kadar orada köy statüsünde bulunan köyde muhtarlık
aracılığıyla 1.100 vatandaşımıza paraları ödenmek kaydıyla arsalar tahsis
edilmiştir. Sizlerin de bildiği gibi, 1999 yılında o bölgede belde belediyesi
kuruldu ve o belediye olduktan sonra da oradaki vatandaşlarımızın yerleri aynı
şekilde korunmaya çalışıldı ama daha sonraki dönemde bu tapular verilirken
vatandaşlarımıza, sizlerin de bildiği gibi, beş yıllık süreç bir şart konuldu.
Beş yıl içerisinde bina yapılabilir mi noktasında bir şerh konuldu. Ancak, yine
sizin bildiğiniz gibi, 1999/17 Ağustosundaki büyük bir depremle karşı karşıya
kaldı Kocaeli. Hâliyle o vatandaşlarımız, almış olduğu, edinmiş olduğu bu
yerlerle ilgili o beş yıllık süreç içerisinde bina yapma şansına sahip
olamadılar. Çünkü deprem nedeniyle -o dönem ben de belediye başkanıydım o
bölgede- ve Bayındırlık ve İskân Bakanlığının Afet İşleri Genel Müdürlüğüyle
birlikte o dönem ruhsatlar durduruldu ve belde belediyesi olan bu Şekerpınar da işlemleri yapma olanağını bulamadı. Bu
noktada, oradaki yer sahibi olan insanlarımız, maalesef, bina yapma şansına da
sahip olamadılar. Ama gelinen noktada, yeni bir düzenlemeyle şu anda orası ilçe
belediyesi oldu ve ilçe belediyesi olmak kaydıyla da şu anda AKP’nin mevcut
yönetiminin, o bölgedeki insanlarımızın, o yoksul vatandaşlarımızın
memleketlerindeki bütün varlıklarını yok edip bu bölgeye gelen insanlarımızın o
zor şartlarda aldıkları yerleri ellerinden alma noktasında gayretleri olduğunu
görüyoruz.
Bizler Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak, hem orada yerel
anlamda, aynı zamanda da oradaki çalışmalarda o vatandaşlarımızın o yerlerinin
ellerinden alınmaması noktasında, o yöneticileri uyarma noktasında olduk. Ama
gelinen noktada, mahkemelik duruma geldi vatandaşlarımız ve mahkeme noktasında
da o yerleri devralma noktasına geldiklerini görüyoruz.
Ancak, değerli arkadaşlar, tabii ki bu bir yanlış uygulama. Çünkü
deprem nedeniyle, beş yıllık süreç içerisinde, bu binaları yapamadıkları için
bu yerlerin ellerinden alınmasını gayri ciddi olarak bizler görmekteyiz. On beş
gün önce, Sayın Başbakan o bölgeye geldiğinde, bu vatandaşların bu
problemlerini öncelikle yerel anlamda, daha sonra da Türkiye Büyük Millet
Meclisinde çözme noktasında o vatandaşlarımıza söz verdiğini biliyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
HİKMET ERENKAYA (Devamla) – Şimdi, tabii o bölgedeki arazilerin rantının yüksek olması nedeniyle, tekrar onların
vatandaşların ellerinden alınması noktasında gayretleri vardır. Ama şunu ifade
ediyoruz: Bizler, hem yerel bazda, aynı zamanda da
genel bazda, Cumhuriyet Halk Partililer olarak, hiçbir siyasi kaygı belirtmeden
ve siyasi kaygı düşünmeden o vatandaşlarımızın problemlerinin orada mutlaka
halledilmesi gerektiğine inanıyoruz. Eğer, o yoksul vatandaşların oradaki
durumlarını AKP milletvekilleri olarak görseniz vicdanınız sızlar ama sizlerin
onu görme noktasında olmadığınızı da bizler görmekteyiz. Bu anlayış içerisinde,
hangi şartlarda olursa olsun, oradaki vatandaşlarımızın yerlerinin ellerinden
alınmaması noktasında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak sonuna kadar
mücadele edeceğimizi de buradan, bu kürsüden ifade etmek istiyorum. Aynı
zamanda, Başbakanımızın vermiş olduğu bu sözü de, o vatandaşlarımızın adına,
yerine getirmesini sizlerin huzurunda söylemek istiyorum.
Bu duygular içerisinde de çalışmalarınızda başarılar diliyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Erenkaya.
Sayın milletvekilleri, gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır,
okutup bilgilerinize sunacağım:
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI
A)
Tezkereler
1.- Moldova Cumhuriyeti Gökoğuz Halk Topluşu heyetinin
ülkemizi ziyaret etmesinin uygun bulunduğuna ilişkin Başkanlık tezkeresi
(3/1146)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
TBMM Başkanlık Divanı’nın 10 Mart 2010 tarih, 66 sayılı
Kararı’yla, Moldova Cumhuriyeti Gökoğuz Halk Topluşu heyetinin Türkiye Büyük Millet Meclisinin konuğu
olarak ülkemizi ziyareti uygun bulunmuştur.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi
Hakkında 3620 sayılı Kanun’un 7. maddesi gereğince Genel Kurulun bilgisine
sunulur.
Mehmet
Ali Şahin
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Sözlü soru önergesinin geri alınmasına dair bir önerge vardır,
okutuyorum:
B)
Önergeler
1.- Antalya Milletvekili Tayfur Süner’in (6/1912) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına
ilişkin önergesi (4/199)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Gündemin Sözlü Sorular kısmının 558. sırasında yer alan (6/1912)
esas numaralı sözlü soru önergemi geri alıyorum.
Gereğini saygılarımla arz ederim.
Tayfur
Süner
Antalya
BAŞKAN – Sözlü soru önergesi geri verilmiştir.
Bir genel görüşme önergesi vardır, okutuyorum:
C) Genel
Görüşme Önergeleri
1.- İzmir Milletvekili Mehmet Ali
Susam ve 25 milletvekilinin, ekonomi politikası konusunda genel görüşme
açılmasına ilişkin önergesi (8/12)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Son 8 yıldır ülkeyi tek başına yöneten AKP'nin uyguladığı ekonomik
politikalar, çalışan, üreten, katma değer ve istihdam yaratan, ihracat yapan
kesimleri zor durumda bırakmaktadır
Uygulanan düşük kuryüksek faiz politikası
ihracatı zorlaştırmakta, enerji, istihdam gibi üretimin temel girdilerindeki
aşırı vergi yükü Türk sanayisinin uluslararası alanda rekabetçi olmasının önüne
geçmektedir.
AKP'nin iktidara geldiği 2002 yılından dünya ekonomisindeki
başlayan olumlu hava ve finans bolluğu, 2008'e kadar AKP'nin bir sanayileşme ve
ekonomi politikası bulunmayışını hissettirmeydiyse de, küresel krizin etkisini
göstermeye başladığı tarihten itibaren sorunlar son derece can yakıcı biçimde
baş göstermektedir.
Üretim yerine ithalatı körükleyen, Cumhuriyetle yaşıt fabrikalara
kepenk kapattıran, bir yılda 1 milyon ilave işsiz yaratan politikasızlık; artık
sanayicimizin soluğunu kesmiş bulunmaktadır.
İstanbul Sanayi Odası Başkanı Sayın Tanıl Küçük; Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Sayın Ali Babacan'ın katıldığı ve basına yansıyan bir
toplantıda sanayinin sorunlarını bir kez daha dile getirmiş, sanayicide
önemsenmediği duygusunun geliştiğini ifade etmiştir.
Küçük, sanayinin kârlılığının giderek azaldığı bu süreçte
sanayicimizin; krize rağmen küresel rekabet koşullarında var olmaya çalışmakta
olduğunu, elindeki kıt kaynaklarla teknolojiyi yenilemek, istihdamını korumak,
devletin sürekli artan taleplerine yetişmeye çalışmak arasında sıkışıp
kaldığını söylemiştir.
Tanıl Küçük, bir sanayicimizin "Benim şirketime yabancı
sermayeli firmalar teklif veriyor. Satıp çıkabilirim. Ancak devlet bana destek
verse, bana teklif veren firmaları rekabete zorlayabilecek durumdayım. Şimdi
‘pes mi edeyim yoksa mücadeleye devam mı edeyim' diye düşünecek duruma
geldim" şeklindeki sözlerini hatırlatmış, sanayicimizin içinde bulunduğu
hâli bütün açıklığıyla dile getirmiştir.
Başta sanayicilerimiz olmak üzere bütün reel kesim kayıt
dışı ekonomiyle mücadele, istihdamın üzerindeki yüklerin azalması, vergi ve
sosyal güvenlik primi borçlarında yeniden yapılandırma, enerji maliyetlerinin
düşürülmesi, iç piyasayı canlandırmaya yönelik adımlar, esnek çalışmanın
yaygınlaştırılması, Kredi Garanti Fonu'nun daha etkin hâle getirilmesi,
yatırımcıların finansmana ulaşmasının kolaylaştırılması, kontrolsüz ithalata
standart getirilmesi, ARGE faaliyetlerinden küçük işletmelerin faydalanabilmesi
ve daha adil bir teşvik sistemi getirilmesi gibi tedbirler beklerken, hükûmet, devlete borcu olanların banka hesaplarına el
konulmasını gündeme getirmiştir.
Ülkeyi 8 yıldır yöneten AKP anlayışı, gerek ülkenin gerekse
sanayicinin sorunlarından kopuk, sadece kendi iktidarını korumayı
düşünmektedir. Bunun için uluslararası şirketlerin Türkiye pazarını ve
sanayisini ele geçirme çabalarına da kayıtsız kalmaktadır.
Türk ekonomisinin lokomotifi olması gereken sanayi sektörünün
GSYİH içindeki payı, 10 yılda yüzde 27'den yüzde 19'a düşmüştür. Uzakdoğu
ülkelerinde yüzde 35'lerin üzerinde olan bu paydaki düşüş, sanayi kesiminin
sorunlarının çözülmediği, aksine arttığının göstergesidir.
Bu genel görüşme talebinin amacı, ülkeyi oluşturulmak istenen suni
gündemler yerine, gerçek gündemi olan ekonomiye çevirmek, sanayicinin,
üretenin, işçinin, işsizin ve çiftçinin sorununu Meclis gündemine getirmektir.
Tüm bu gelişmelerin değerlendirilmesi için Anayasa'nın 98 ve İç
Tüzük'ün 101, 102 ve 103. maddeleri uyarınca Genel Görüşme açılmasını arz ve
teklif ederiz.
1) Mehmet Ali Susam (İzmir)
2) Ali Koçal (Zonguldak)
3) Ali Rıza Öztürk (Mersin)
4) Akif Ekici (Gaziantep)
5) Tayfur Süner (Antalya)
6) Hulusi Güvel (Adana)
7) Şevket Köse (Adıyaman)
8) Ferit Mevlüt Aslanoğlu (Malatya)
9) Mehmet Ali Özpolat (İstanbul)
10) Turgut Dibek (Kırklareli)
11) Canan Arıtman (İzmir)
12) Ali Rıza Ertemür (Denizli)
13) Durdu Özbolat (Kahramanmaraş)
14) Enis Tütüncü (Tekirdağ)
15) Gürol Ergin (Muğla)
16) Mevlüt Coşkuner (Isparta)
17) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
18) Nevingaye Erbatur (Adana)
19) Orhan Ziya Diren (Tokat)
20) Sacid Yıldız (İstanbul)
21) Kemal Demirel (Bursa)
22) Rasim Çakır (Edirne)
23) Muhammet Rıza Yalçınkaya (Bartın)
24) Ensar Öğüt (Ardahan)
25) Hüsnü Çöllü (Antalya)
26) Atila Emek (Antalya)
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Önerge gündemde yerini alacak ve genel görüşme açılıp açılması
konusundaki ön görüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.
Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:
D) Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- İstanbul Milletvekili Çetin
Soysal ve 24 milletvekilinin, kadına yönelik şiddetin nedenlerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/651)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Adalet Bakanlığı verilerine göre Türkiye'de kadın cinayetlerinde
2002'den 2009'a kadar % 1400 oranında artış olmuştur. 2002 yılında 66 kadın
öldürülürken bu sayı 2009'un ilk 7 ayında 953'e ulaşmıştır. Ortaya çıkan tablo
kadına bakış açısında toplumsal olarak bir gelişme yaşanmadığını hatta bir
gerilemenin olduğunu ortaya koymaktadır. 2003'te 83, 2004'te 164, 2005'te 317,
2006'da 663, 2007'de 1011, 2008'de ise 806 kadın yaşamını kaybetmiştir.
Rakamlar yıldan yıla kadına yönelik şiddetin yükselen bir periyotta
seyrettiğini ortaya koymaktadır. Kamuoyunda uzun bir süre konuşulan Münevver
Karabulut'un vahşice katledilmesi, Adana, Osmaniye'de 6 yıl önce kaybolan Selma
Saçmalı'nın karşılıksız aşk nedeniyle hunharca
öldürülmesi, Güldünya Töre’nin namus gerekçesiyle
gencecik yaşta öldürülmesi, Nişantaşı'nda otomobili içinde kıskançlık nedeniyle
Esra Karsel'in telle boğularak öldürülmesi
örneklerden sadece birkaç tanesidir. Ancak basında bu tür olayların dile
getirilmesi toplumsal bilinci geliştiren ya da farkındalık
yaratan bir etkiye sahip değildir.
Fiziksel şiddetin yanında, evde, işte, hemen hemen
toplumsal her ortamda kadına yönelik fiziksel ve psikolojik şiddetin
örneklerine rastlamak mümkündür. Olumsuz bu tablonun giderilmesi, sorunun
çözümlenmesi için öncelikle şiddetin kaynağını, nedenlerini tespit etmek son
derece önemlidir. Şiddetin kaynağını tek bir nedene bağlamak ve sorunun bu
şeklide çözülmesini beklemek gerçekle bağdaşacak bir yaklaşım değildir.
Şiddetin ortaya çıkmasında önemli etkenler olarak ekonomik, kültürel, sosyal ve
siyasal nedenlerin tamamının tespiti gereklidir. Aile içinde şiddeti görerek
büyüyen çocukların, şiddeti kanıksaması ve büyüdüklerinde şiddet gören ya da
şiddet uygulayan bireyler olmaları yüksek bir olasılıktır. Bu nedenle öncelikle
aile içinde her türlü şiddetin engellenmesi için yasal, toplumsal
mekanizmaların harekete geçirilmesi gerekmektedir. Çünkü mevzuattaki
düzenlemeler yeterli olmasına rağmen bu düzenlemelerin pratikte uygulama
bulmaması sadece yasal düzenlemelerle şiddetin ortadan kaldırılamayacağını
ortaya koymaktadır. Toplumsal gelişmelere paralel olarak ekonomik, sosyal ve
siyasal gelişmeler bireyleri de doğrudan etkilemektedir. Günümüzde genel olarak
yaşanan sorunlar içinde kadına yönelik şiddet her yıl artmaktadır.
Anayasa'nın 56. maddesine göre her birey sağlıklı bir çevrede
yaşama hakkına sahiptir. Bu nedenle devlet yasal düzenlemelerin yanında sivil
toplum kuruluşları aracılığıyla toplumsal gelişmişliği sağlamak için adım
atmalıdır. Şiddetin önlenmesi için kişilerin dolayısıyla toplumun
bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Şiddetin kanıksanmasının önüne geçilmeli,
şiddetin toplumsal bir sorun olarak algılanmasının yolu açılmalıdır. Eğitimin
yükseltilmesi ekonomik ve sosyal koşulların düzeltilmesi şiddeti engellemede
önemli girişimlerdir.
Basın yayın organlarında şiddete karşı bilinçlendirici ve şiddeti
önleyici filmlerin yayınlanması konunun toplumsal olarak da önemsenmesini
sağlayacaktır. Şiddete uğrayan kadınlar açısından da kapsamlı bir çalışma
yapılması gerekmektedir.
Çünkü şiddet gören kadın hem ailesi tarafından hem de toplum
tarafından dışlanma riskiyle karşı karşıyadır. Şiddet göreni kınama anlayışı
ortadan kaldırılmadığı sürece, şiddet gören kadınlara devletin sahip çıkması
gerekmektedir. Sosyal güvencesinin sağlanması, barınma ve yaşamını idame
ettirmede yeterli desteklerin sağlanması gerekmektedir. Fiziksel ihtiyaçların
karşılanmasının yanında psikolojik olarak da desteklenen ve sahipsiz olmadığını
düşünen kadın çok daha güçlü ve sağlıklı bir birey olacaktır. Tüm bu önlemlerin
alınmaması şiddetin daha da arttığı ve günden güne şiddetin olağanlaştığı bir
toplum hâline gelmemiz kaçınılmazdır. Sağlıklı düşünen, üreten, başkalarının
haklarına saygı gösteren ve saygı gören bireylerden oluşan bir toplum
olunabilmesi için kadına yönelik şiddetin engellenmesi için bir an önce
harekete geçilmelidir.
Kadına yönelik şiddetin nedenleri ile bu nedenlerin ortadan
kaldırılması için yapılacakların tespiti amacıyla, Anayasa’nın 98. ve Türkiye
Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 104. ve 105. maddeleri gereğince meclis
araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz. 15.02.2010
1) Çetin Soysal (İstanbul)
2) Ali Rıza Öztürk (Mersin)
3) Tayfur Süner (Antalya)
4) Hulusi Güvel (Adana)
5) Şevket Köse (Adıyaman)
6) Ferit Mevlüt Aslanoğlu (Malatya)
7) Turgut Dibek (Kırklareli)
8) Mehmet Ali Özpolat (İstanbul)
9) Ali Rıza Ertemür (Denizli)
10) Durdu Özbolat (Kahramanmaraş)
11) Canan Arıtman (İzmir)
12) Gürol Ergin (Muğla)
13) Enis Tütüncü (Tekirdağ)
14) Mevlüt Çoşkuner (Isparta)
15) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
16) Nevingaye Erbatur (Adana)
17) Orhan Ziya Diren (Tokat)
18) Sacid Yıldız (İstanbul)
19) Kemal Demirel (Bursa)
20) Rasim Çakır (Edirne)
21) Muhammet Rıza Yalçınkaya (Bartın)
22) Ensar Öğüt (Ardahan)
23) Ali Koçal (Zonguldak)
24) Hüsnü Çöllü (Antalya)
25) Atila Emek (Antalya)
2.- Bursa Milletvekili Kemal
Demirel ve 24 milletvekilinin, İstanbul Çevre Düzeni Planı’nın olası
etkilerinin araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/652)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi, "İstanbul Çevre Düzeni
Planı" adında bir plana imza atmıştır. Bu planla, İstanbul'un kültür,
turizm ve üst düzey hizmet merkezi olması hedeflenmektedir.
Bu planla, İstanbul'un taşıdığı gereksiz yüklerin Marmara
Bölgesi'nde etkin bir biçimde dağıtılması hedeflenmektedir. Bunun için de;
Bursa ve Kocaeli ovalarını, Tekirdağ'ın uçsuz bucaksız verimli tarım
topraklarını, binlerce sanayi kuruluşunun talanına açılması sonucu ortaya
çıkmaktadır.
Yani, İstanbul'a yük olan sanayinin, Bursa Ovası, Tekirdağ, Ergene
Havzası, Adapazarı ve Bilecik illerine taşınması düşünüldüğü ortaya
çıkmaktadır. Bu yönde bir çalışma olduğunda; plansız sanayileşme, tarım
alanlarının talan edilmesi, doğal çevrenin korunmaması ve göç yüzünden büyük
sorunlar yaşayan İstanbul dışındaki diğer illerde de birkaç yıl içinde nüfusun
birkaç milyon artacağı ve sahip olduğu doğal zenginlikler, verimli ovaların
yapısının bozulacağı görülmektedir.
Burada özellikle dikkat çekmek istediğimiz bir nokta vardır ki,
yıllardır kamuoyunu ve basını sürekli tedirgin eden olası bir Marmara depremi
konusu. "İstanbul Çevre Düzeni Planı"nı hazırlamış olan profesyonel
ekibin yaptıkları bu çalışmalarda bu konuyu görmezden gelmeleri ya da göre göre yok farz etmeleri anlaşılamamaktadır.
Çünkü İstanbul'daki "yüklerin" aktarılacağı iller de
yine Marmara Bölgesi’nde ve hepsi de 1. ve 2. derece deprem bölgesi olarak
belirlenmiş olan illerdir.
Sözü geçen bu proje uygulanmaya başlanır ve buna paralel olarak
İstanbul'dan diğer illere sevk edilen her şey için yeni baştan yatırımlar
düzenlenip bu yönde uygulamalar yapıldıktan sonra, ortaya çıkabilecek deprem
ve/veya doğal afetlerle birlikte, ülkemizin ekonomisi düzeltilmesi imkânsız bir
hâl alabilecektir.
İstanbul ve Marmara Bölgesi’nin mutlaka ve mutlaka bir "Çevre
Düzeni Planı"na ihtiyacı olduğu ortadadır. Ancak bu çalışma yapılırken hem
doğal zenginlikler ve sahip olunan verimli yerlerin talan edilmemesi, sahip
olunan ekonomik değerlerin heba edilmemesi ve hem de ileri görüş ve olabilecek
aksaklıklar en ince şekilde gözden geçirilerek ona göre bir çalışma yapılması
ve ülkemizin depremlerden daha az etkilenebilecek yerlerinin yapılandırılması
hedef alınmalıdır.
1. İstanbul Çevre Düzeni Planında sanayinin nereye ihracı
düşünülmektedir? Bunun sebepleri nelerdir?
2. Planda bahsedilen; İstanbul'da ileri teknolojili sanayi
alanlarının olası depremler de göz önüne alınarak değerlendirilip
değerlendirilmediği?
3. Sanayi kenti hâline dönüşmüş olan İstanbul, Bursa ve diğer
illerin neye göre değerlendirildiği ve bundan sonraki gelişmelerde hangi
özelliklerinin ortaya çıkarılarak yapılandırılacağı konusunda, şimdiye kadar
neler planlandığı ve bu planlamaların kimlerle nasıl yapıldığı? İlgili illerden
ne düzeyde görüş alındığı ortaya koyulmalıdır?
4. Bu protokol ile Bakanlıkların hangi yetkileri İstanbul
Metropoliten Planlama bürosuna bırakmıştır?
5. Bu protokolün denetim ve takibi için görevlendirilmiş bir birim
mevcut mudur? Varsa bu birimde kimler görev yapacaktır? Yoksa böyle bir
denetlemeye gerek duyulmamasının sebepleri nelerdir?
6. Onaylanan planda Bursa, Tekirdağ, Kocaeli, Balıkesir, Yalova,
Çanakkale gibi çevre illere yüklenen fonksiyonlar nelerdir? Bunlar
belirlenirken hangi kriterler göz önünde
bulundurulmuştur?
Yukarıda bahsi geçen konular dikkate alınarak sorulan
sorulara cevap bulunması ve bölgede ileriye yönelik sorunlar zincirinin
oluşmaması için; İstanbul Çevre Düzeni Planı ile ilgili şimdiye kadar yapılmış
olan çalışmaların yeniden gözden geçirilerek olası sorunlar açısından gereken
önlemlerin alınması ve olası bir Marmara depremine hazırlıklı olması açısından,
Marmara Bölgesi ve İstanbul ilinin bir bütün hâlinde değerlendirilmeye
alınmasına ışık tutulması amacıyla Anayasanın 98'inci, İçtüzüğün 104 ve
105'inci maddeleri uyarınca bir Meclis Araştırması açılması hususunda gereğini
saygılarımızla arz ederiz.
1) Kemal Demirel (Bursa)
2) Ali Rıza Öztürk (Mersin)
3) Akif Ekici (Gaziantep)
4) Ali Koçal (Zonguldak)
5) Tayfur Süner (Antalya)
6) Hulusi Güvel (Adana)
7) Ferit Mevlüt Aslanoğlu
(Malatya)
8) Şevket Köse (Adıyaman)
9) Mehmet Ali Özpolat (İstanbul)
10) Turgut Dibek (Kırklareli)
11) Ali Rıza Ertemür (Denizli)
12) Durdu Özbolat (Kahramanmaraş)
13) Canan Arıtman (İzmir)
14) Enis Tütüncü (Tekirdağ)
15) Gürol Ergin (Muğla)
16) Mevlüt Coşkuner
(Isparta)
17) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
18) Nevingaye Erbatur
(Adana)
19) Orhan Ziya Diren (Tokat)
20) Sacid Yıldız (İstanbul)
21) Rasim Çakır (Edirne)
22) Muhammet Rıza Yalçınkaya (Bartın)
23) Ensar Öğüt (Ardahan)
24) Hüsnü Çöllü (Antalya)
25) Atila Emek (Antalya)
3.- BDP Grubu adına grup başkan
vekilleri Batman milletvekilleri Ayla Akat Ata ve
Bengi Yıldız’ın, hayvancılık sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/653)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na
Ülkemizde hayvancılık sektöründe yaşanan temel sorunların ve bu
sorunların üreticilere, ülke ekonomisine olan olumsuz yansımalarının bütün
yönleriyle araştırılması ve alınacak tedbirlerin, uygulanacak yeni
politikaların belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98'inci, İçtüzüğün 104 ve 105'inci
maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılması için gereğini arz ederiz.
22.02.2010
Ayla Akat Ata Bengi
Yıldız |
Grup Başkan
Vekili Grup
Başkan Vekili |
Gerekçe:
Türkiye, bulunduğu iklim ve arazi koşulları itibarıyla hayvancılık
faaliyetlerine oldukça müsait bir konumdadır. Üzerinde yaşadığımız coğrafya,
hem tarihsel hem de konjonktürel olarak hayvancılığa
önem vermiş, bu sektör temel istihdam ve geçim kaynaklarından biri hâline
gelmiştir. Kırsal bölgelerde yoğunluk kazanan bu faaliyetler, modern şartlarda
yapılan üretim çiftlikleriyle de yaygınlık kazanmıştır.
Ülkemizin temel geçim alanlarından biri olan hayvancılık,
özellikle 1980 sonrası dönemde sistematik olarak bir gerileme yaşamış ve
geldiğimiz dönem itibarıyla bir çöküşle karşı karşıyadır. Resmî verilere göre
ülkemizdeki büyük ve küçükbaş hayvan sayısı yıldan yıla azalmış ve 2008'de bir
önceki yıla göre, büyükbaş hayvan sayısında %1.58, küçükbaş hayvan sayısında da
% 6.87 oranında gerileme meydana gelmiştir. Özellikle 1980'lerin başından
günümüze hayvan sayısı yaklaşık 60 milyon dolayında iken, şimdi bu rakamın
yarısının da altına inmiştir.
Ülkemizde hayvancılığın kötü gidişatının en önemli nedeni kuşkusuz
yıllardır sürdürülen yanlış hükümet politikaları, yetersiz desteklemeler ve
mera yasaklarıdır. Hayvan besiciliğinde yükselen girdi
fiyatları, hayvan sağlığı açısından yeterli eğitim ve desteklemenin yapılmaması
ve özellikle de geniş yayla ve meralara sahip olan ve hayvancılık açısından
vazgeçilmez bölgelerden biri olan Doğu ve Güneydoğu illerinde çatışmalı ortamın
ve operasyonların bahane edilerek buradaki yaylaların ve meraların
yasaklanması, zorunlu göç uygulamalarından kaynaklı bölge illerinin kırsal
alanlarının insansızlaşması, bu yıkımı daha da derinleştirmiştir.
Özellikle son yıllarda, hayvan sayısındaki düşmeye paralel olarak,
et ithalatında 5 kattan fazla artış meydana gelmiş ve bu durumla birlikte et
ithalatının olumsuz sonuçları tüm yakıcılığıyla bu sektörde hissedilmiştir.
Hayvancılığın daha da gerilemesi sonucu günümüzde kırmızı et fiyatları 30
TL'nin üzerine çıkmış ve halkımızın zayıf olan alım gücüne bir darbe de yüksek
et fiyatları tarafından vurulmuştur.
AB'deki kişi başına düşen et tüketiminin ancak yarısı oranında et
tüketimi gerçekleştirilen ülkemizde bu durum, halk sağlığı açısından riskli bir
ortam yaratmaktadır. Protein ihtiyacının büyük oranda etten karşılandığı göz
önüne alındığında, sağlıklı nesillerin yetiştirilmesinde de en büyük engeli
yine bu sorunlar oluşturmaktadır. Özellikle süt sığırcılığının, yüksek yem
fiyatları ve sütün bu maliyetleri karşılayamaması sonucu yok olmaya yüz
tutması, hayvancılığa büyük oranda darbe vururken, süt ürünleri alanında da
ciddi sorunları doğurmaktadır. Yoğurt ve diğer süt ürünlerinin ithalatını
arttıran bu durum, büyük şirketlerin kâr amacıyla kalitesini düşürdükleri süt
ve süt ürünlerinin ülkemize girmesine neden olmaktadır. Bu durum özellikle
gelişme çağındaki nesil üzerinde büyük sağlık riskleri ortaya çıkarmaktadır.
Azalan et ürünleri ve artan fiyatlarla beraber, özellikle et
kaçakçılığı ve sağlıksız ortamlarda gerçekleştirilen kaçak kesimlerde de
artışlar meydana gelmekte ve bu durum, sektörü halk sağlığını tehdit eden
unsurlardan biri halini almaktadır. Kayıt dışılığı ve rant
alanlarını arttırıcı bu durum, önlem alınmadığı taktirde koca bir sektörü
tamamen kuralsız ve üretimden kopuk büyük rant alanı haline getirecektir.
Yanlış hükümet politikalarının ortaya çıkarmış olduğu ülkemiz
hayvancılığındaki yıkımın işsizlik, yüksek et fiyatları, kalitesiz süt ürünleri
gibi sonuçları göz önüne alındığında buna yol açan nedenlerden olan mera
yasakları, yanlış ve yetersiz teşvikler ve ithalatın yarattığı sonuçların bir
bütün olarak Meclis gündemine gelmesi elzem hale gelmiştir.
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp
açılmaması konusundaki görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.
Sayın milletvekilleri, şimdi gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.
1’inci sırada yer alan Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet
Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri
1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2’nci sırada yer alan Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet
Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3’üncü sırada yer alan Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası
İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna
Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin
Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
3.- Milletlerarası Para Fonu ile
Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki
Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/761) (S. Sayısı: 458)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
4’üncü sırada yer alan Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu
ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
4.- Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/769) (S.
Sayısı: 486) (x)
BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet? Yerinde.
Geçen birleşimde tasarının 5’inci maddesi üzerinde gruplar adına
konuşmalar tamamlanmıştı.
Şimdi söz sırası şahsı adına Sinop Milletvekili Engin Altay’a
aittir. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Altay.
ENGİN ALTAY (Sinop) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın milletvekilleri, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Geçen haftadan beri Türk-Alman Üniversitesinin kuruluş kanununu
görüşüyoruz. Geçen hafta, malum, Almanya Başbakanı Türkiye’deyken Sayın
Başbakan bu Meclisten bu kanunu geçirip ona bir hediye takdim edecekti ama
burada çoğunluk sağlayamadığınız için Meclisi kapatmak durumunda kaldınız.
Başbakan hediyesini veremedi.
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) – Postayla yollar!
ENGİN ALTAY (Devamla) – Evet, postayla yollar!
Şimdi, tabii, benim asıl burada merak ettiğim şudur: Bu
kanunla ilgili müteaddit defalar çeşitli milletvekili arkadaşlarım “Bunun
muadili, karşılığı olması lazım, Almanya’da da bir Türk-Alman Üniversitesinin
olması lazım.” diye söylüyoruz ama benim dikkatimi çeken: Sayın Başbakan bütün
geçen haftayı, Almanya Başbakanının bütün ziyaretini hem kendi programıyla hem
medyayla Almanya’daki Türk lisesine ayırdı. Varsa yoksa Türk lisesi, varsa yoksa Türk
lisesi.
Şimdi, bunu, geçen ben bu kanunun tümü üzerinde konuşurken
Başbakanın bu konuyla ilgili çekincelerini de söyledim ama bir şeyi anlamak
mümkün değil: Almanya Başbakanı buraya gelmiş, “imtiyazlı ortaklık” diyor, vize
konusunda katı tutumundan vazgeçmiyor, Almanya’daki 3 milyon Türk’ün
sorunlarıyla ilgili dişe dokunur bir şey söylemiyor ve en önemlisi tabii burada
imtiyazlı ortaklıkla ilgili ketum, katı tutumunu sürdürüyor, Başbakan sanki hiç
bu konular Türkiye’de Merkel’le konuşulmuyor, varsa
yoksa efendim bu Türk lisesi.
Şimdi, sayın milletvekilleri, akla tabii şu geliyor: Niye Türk
lisesi diye diretiyor Başbakan, “Türk-Alman Üniversitesi ya da Alman-Türk
Üniversitesi orada niye kurmuyorsunuz?” demiyor da? Başbakanın hâlâ kafasının
çok değişmediğini buradan da anlıyoruz. Orta Asya’da, Afrika’da, dünyanın
çeşitli ülkelerindeki o malum liselerin Almanya’da olamayışı belli ki Sayın
Başbakanı çok rahatsız ediyor. Şimdi bu Türk lisesiyle hem içindeki asıl derdi
ortaya döküyor hem de Almanya Başbakanının Türkiye ziyaretinin ana gündemini
saptırarak bu Türkiye-Almanya arasındaki ilişkilerde büyük bir hezimete
uğradığımızı, gol yediğimizi de milletten saklıyor. Bunu bir söylemek
istiyorum.
Şimdi, sayın milletvekilleri, yükseköğretimi konuşuyoruz.
Yükseköğretimin sorunları, sancıları saatlerce konuşsak bitmez ama çok somut
bakın ben size bir şey söyleyeyim: Önümüzdeki hafta da altı üniversite daha bu
Meclisten geçecek, açılacak. Hakkâri Üniversitesine Harvard’dan hoca geldi.
Adam bir iyi niyetle, bir hümanist anlayışla, vatansever yaklaşımla geldi ve 55
öğretim üyesi için ilan verdi. 2 kişi ancak gitmiş. Sayın milletvekilleri, 2
kişi… Biz burada, yerden mantar biter gibi buradan üniversite açmakla bir şeyi
çözmüyoruz, yükseköğretimin sorununu çözmüyoruz. Yükseköğretimde istatistiksel
olarak okullaşma oranını artırmaya da bir faydası olmuyor bu işin. Bu işin bir
tek şeye belki faydası olur: İşsiz çağ nüfusu üniversiteye saklarsınız,
işsizlik oranını düşük gösterirsiniz.
(x) 486 S. Sayılı Basmayazı 24/3/2010 tarihli 77’nci
Birleşim tutanağına eklidir.
Bakın, bir soru önergemize Millî Eğitim Bakanlığının verdiği
cevaptan bir şeyi ben size söyleyeyim vakıf üniversiteleriyle ilgili: 2009
yılında vakıf üniversitelerinde ne kadar boş kontenjan kalmış biliyor musunuz
sayın milletvekilleri? 35.177. Ya zaten bu vakıf üniversitelerinin hepsinde
toplam 125 bin, bir rakama göre, bir rakama göre 166 bin öğrenci var, hepsi. 45
tane vakıf üniversitesi, 35 bin boş kontenjan var -sadece vakfı söylüyorum-
devletle beraber bu 103 bin yapıyor. Şimdi önümüzdeki hafta biz altı tane daha vakıf
üniversitesi açacağız. Yani buna tam olarak “Ayranı yok içmeye, atla gidiyor
çeşmeye.” derler, başka hiçbir şey demezler. Böyle bir şey olmaz sayın
milletvekilleri. Bu YÖK ne işe yarar, ben bunu anlamıyorum. Benim bildiğim yani
YÖK dediğin şey bir planlama yapar her şeyden önce. Hiçbir planlaması, YÖK’ün
yükseköğretimle ilgili bir penceresi, bir bakışı olduğuna ben inanmıyorum.
YÖK’le ilgili bir şey söyleyeyim.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
ENGİN ALTAY (Devamla) – Biraz sonra bir önerge var, ondan da
konuşacağım.
Şimdi, padişah birini çok sevmiş, “Buna bir iş verin.” demiş. Bu
adama verecek iş bulamamışlar. Padişaha sormuşlar, demişler ki: “Efendim, bunun
tahsili yok, ufku yok, işte şusu yok busu yok. Buna bir iş bulamıyoruz, hiçbir
baş yapamıyoruz bunu.” Padişah demiş ki: “Bunu ibrikçibaşı
yapın.” Adamı ibrikçibaşı yapmışlar, göndermişler
camiye. Millet geliyor, abdestini alıyor falan, adam bir şey yapmıyor orada.
Sonra demiş ki: “Hop, hemşerim, bir dakika, o ibriği bırak.” “Niye?” “Şu ibriği
kullan.” “Niye?” “Ben burada eşekbaşı değilim ibrikçibaşıyım.”
demiş.
Şimdi, teşbihte hata olmaz. YÖK, bu ülkede yükseköğretimle ilgili
bir paragraf, gelsin, şu Meclisin önüne bir şey koysun. Bu YÖK’ün ne işe
yaradığını ben anlamadım. Allah aşkına, şu rakamlar ortadayken böyle plansız,
altyapısız, piyasa bağlantısından yoksun, hiçbir şekilde işlevi olmayan
üniversite açmak mıdır YÖK’ün görevi?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözünüzü bağlayınız.
ENGİN ALTAY (Devamla) – Bunlara vize vermek midir? Birkaç
tanesinin arsası yok, ben biliyorum, arsası yok. Bize diyorlar ki: “Efendim,
yirmi tane kriter var. YÖK bu kriterlere
göre üniversite açılmasına vize veriyor.” Yani üniversite açılacaksa başta ismi
onların hoşuna giden bir isim olursa hiç mesele yok. Ben geçen de burada
söyledim, yine söylüyorum sayın milletvekilleri: Burada yasama organı olarak
ciddi işler yapıyoruz. Yaptığımız iş ciddidir, oyun oynamıyoruz burada. Şimdi,
kanun yapıyoruz. Yaptığımız kanunlardaki sakatlıkları söylemek istemiyorum ama
bir şeyi tabii ki bilmek zorundayız -hep söylersiniz, hep söyleriz, hep
inanırız, israf haramdır- bu YÖK Türkiye’de israfın odağı olmuştur, bununla da
kalmamıştır, partinizin strateji geliştirme merkezi olmuştur.
Tekrar devam edeceğim. Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Altay, teşekkür ediyoruz efendim.
Şahsı adına Bitlis Milletvekili Cemal Taşar.
Buyurunuz Sayın Taşar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
CEMAL TAŞAR (Bitlis) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 486
sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilat Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun
Hükmündeki Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 5’inci
maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, milletler ve medeniyetler arası yarışın tüm
hızıyla devam ettiği günümüzde, bilime, bilimin güvenilir rehberliğine her
zamankinden daha çok ihtiyacımız vardır. Bir toplumun başı dik ve refah içinde
yaşayabilmesi, bilim ve teknolojideki gücüne bağlıdır. Bilim ve teknolojideki
güç, tüm dünyada üniversitelerin öncülüğünde meydana gelmektedir. Gelişmiş
ülkelerde üniversiteler, özerkliğe ve akademik özgürlüğe sahip, bilgi ve hizmet
üreten fabrikalar olarak tanımlanmaktadır. Bizim de üniversitelerimiz artık
sadece bilgi tüketen kurumlar değil, bilgi üreten yerler hâline yavaş yavaş gelmektedir.
Değerli arkadaşlar, bilime önem veren ülkeler bugün dünyaya
hükmetmektedirler. AK PARTİ olarak bunun farkında ve bilincindeyiz. Bu nedenle
eğitimi önceliklerimizin birinci sırasına aldık, bugüne kadar İktidarımız
döneminde de bütçede en büyük payı her yıl eğitime ayırdık.
Değerli milletvekilleri, tüm dünyada yükseköğretimde okullaşma
oranı artmaktadır. Gelişmiş ülkelerdeki yükseköğretim çağı nüfusunun okullaşma
oranlarının ülkemiz oranlarının önünde olduğu malumdur. Örnek verecek olursak
Belçika’da yüzde 56, Fransa’da yüzde 51, ABD’de yüzde 81, Kanada’da yüzde
88’dir. Bizde açık öğretimle birlikte bu oran yüzde 38’dir. Bunun farkında olan
Hükûmetimiz bu alanda ciddi bir çalışma
içerisindedir.
AK PARTİ İktidarından önce Türkiye'de 53’ü devlet, 23’ü vakıf
olmak üzere toplam 76 üniversite mevcuttu. İktidara gelirken her ile bir
üniversite sözü vermiştik. 2002’den bugüne 41’i devlet, 22’si vakıf olmak üzere
toplam 63 üniversite kurmayı İktidarımız başarmıştır.
ENGİN Altay (Sinop)
– Tabela kurdunuz, tabela astınız. Nerede üniversite?
CEMAL TAŞAR (Devamla) – Bu rakam hedeflerin üzerinde bir sayıdır.
Bu bir rekordur. AK PARTİ olarak halkımıza verdiğimiz sözü tuttuk. Her alanda
olduğu gibi bu alanda da yüzümüz aktır, milletimiz yapılanları takdir
etmektedir hamdolsun. AK iktidarlar döneminde kurulan üniversitelerle birlikte
bugün 94’ü devlet, 45’i vakıf olmak üzere toplam 139 üniversite sayısına
ulaşmış bulunmaktayız. Bu rakamların kesinlikle yeterli olmadığını açık
yüreklilikle söyleyebilirim. Gelişmiş ülkelerdeki yükseköğretim standartlarına
ulaşmak için var gücümüzle çalışmaya devam etmekteyiz. Türk-Alman
Üniversitesinin kurulmasıyla bu alandaki hedeflere bir adım daha yaklaşmış
bulunmaktayız. Bugün kurmayı düşündüğümüz bu üniversite, Almanya’yla tarihten
gelen kültürel ilişkileri güçlendirecek ve karşılıklı anlayış geliştirerek iki
ülke arasındaki ikili ilişkileri daha da geliştirecek ve pekiştirecektir. Bu
üniversite Türk yükseköğretim mevzuatına tabi olacaktır. Almanya tedrisatlı
programlar sunulacak olup üniversitede lisans, yüksek lisans ve doktora
düzeyinde Türk yükseköğretim diplomasıyla birlikte veya tamamlayıcı nitelikte
Alman üniversite diploması verilecektir.
Değerli arkadaşlar, eğitimde yapmış olduğumuz devrim niteliğindeki
ulusal ve uluslararası çalışmalar artarak devam edecektir. Böylesine güzel ve
hayırlı bir kurumun açılmasında art niyet aramak doğru değildir.
Ben bu vesileyle, yeni kurulacak Türk-Alman Üniversitesinin
ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını temenni ediyorum.
Emeği geçen herkese teşekkür ediyor, yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Taşar.
Soru-cevap bölümüne geçiyoruz.
Sayın Akkuş ve Sayın Asil dün sisteme girmişler, Sayın Asil girmiş
ama Sayın Akkuş’tan rica edeyim.
Sayın Taner’e, Sayın Asil’e, eğer sisteme girerse Sayın Akkuş’a,
sırasıyla söz vereceğim.
Buyurunuz Sayın Taner.
RECEP TANER (Aydın) – Sayın Bakanım, taşımalı eğitim faaliyetini
gerçekleştiren şoför esnafımız zamanında tahakkuk eden ücretlerini
alamadıklarından yakınmaktalar. Bu, Bakanlığınızdan mı, Maliye Bakanlığından mı
yoksa il millî eğitim müdürlüklerinden mi kaynaklanmaktadır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Taner.
Sayın Asil…
BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım, on beş-yirmi dört yaş arası 12,8 milyon genç
insandan yüzde 30’u okula gidiyor, yüzde 30’u çalışıyor; yüzde 40’ı, yani bir
başka deyişle 5,1 milyon genç atıl durumda, ne çalışıyor ne de okula gidiyor.
Yirmi beş-kırk dört yaş grubu çalışma çağındaki 24,2 milyon
nüfusun yüzde 6,5’i okuma yazma bilmiyor, yüzde 2,6’sı da okulu bitirmemiş.
2010 yılına geldiğimizde, bu konuda Bakanlığınızın bu tablolar
karşısında hangi çalışmaları vardır? Bu konuda bilgi verirseniz teşekkür
ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Asil.
Sayın Akkuş…
AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Başkan, Sayın Bakanım; birçok
üniversitemiz maalesef yabancı dille eğitim yapıyor. Ancak bu yabancı dil
genellikle İngilizce. Türk-Alman Üniversitesinde ise Almanca eğitim dili
olacak.
Bu üniversitenin açılıyor olması yabancı dilde eğitim yapan
üniversitelerimizin İngilizce yerine Almancayı tercih etmemesinin bir sonucu
mudur? Bu üniversitenin kurulması fikri kim tarafından ortaya atılmıştır?
Ülkeler bazında soruyorum tabii.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Akkuş.
Buyurunuz Sayın Bakan.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Taşımalı eğitimin, taşıma işiyle meşgul esnafın ücretlerini
zamanında alamamasına yönelik şikâyetlerin bazı illerde bazı sorunlardan
kaynaklandığı söyleyebilirim. Genel olarak Türkiye genelinde taşıma ücretlerine
ilişkin ödenekler bize Maliye Bakanlığı tarafından zamanında aktarılıyor, bizim
tarafımızdan da ödenmek üzere illere vaktinde aktarılıyor ama bazen taşıma
ücretlerine ilişkin yaşanan sorunlar bazı illere özgü olarak gerçekleşiyor.
Gecikmeli de olsa mutlaka ve mutlaka şoförlerimizin ve bu işi yapanların
ücretlerinin zamanında ödendiğini söylemek isterim.
Sayın Asil’in on beş-yirmi dört yaş arası gençlerin eğitimde
kalmaları ve iş gücüne katılımlarına ilişkin sorunlardan söz eden genel bir
değerlendirmesi söz konusu. Ülkemizde gerçekten çok uzun yıllar boyunca
birikmiş eğitim sorunları var. Bir kere bunları göz ardı edemeyiz. Göreve geldiğimiz dönemde Türkiye'de eğitimde feda edilecek tek bir
ferdimizin bile olmadığı düşüncesinden hareketle, başta dezavantajlı gruplar
olmak üzere kırsal kesimde ve eğitime erişimde problemi olan, aynı zamanda, bir
şekilde ayrımcılığa uğrayan kız çocuklarımız, engellilerimiz gibi eğitim ve
öğretim çağında ve bir meslek sahibi olmaları konusunda son derece önemli
çalışmalarımız oldu. Sizlerle birlikte kamuoyu da bunlardan haberdar. Özellikle
şartlı nakit transferiyle, eğitime erişiminde güçlük çekilen ve dezavantajlı
olduğunu düşündüğümüz çocuklarımızın, gençlerimizin eğitime kazanımları için
çok büyük çalışmalar yapıldı.
Bunlardan kısaca bahsedeceğim ama asıl geldiğimiz noktayı
özetlemek istersek: Evet, bugün artık, çağ nüfusu içerisinde okullaşma oranı
yüzde 98’in üzerine çıktı Türkiye'de. Bu gerçekten övünülecek bir rakam ki bu
rakamlar yüzde 85’lerle 90 aralığında ilerliyordu.
Kısa bir zamanda, yedi yıl gibi kısa bir zamanda eğitimde elde edilen sonuçlar
ve başarılar gerçekten sadece Türkiye'de değil, dışarıda da ve birtakım
uluslararası kuruluşlarda da karşılaştığımız ve övgüyle söz edilen alanlar.
Türkiye'de yaklaşık 5 milyon civarında, ifade ettiğiniz gibi,
okuma yazma bilmeyen insan vardı ve biz yetişkin insanların da eğitime
kazandırılması ve bir meslek sahibi olmalarını öngören çalışmaları başlattık. Özellikle kız çocuklarının okullaşmasını -okumaz yazmaz nüfusun
içerisinde kadın nüfusunun oranı yüzde 80’e yakın, sizlerin de bildiği gibi-
önemli bir hedef olarak aldık ve 2003 yılından bu yana başlattığımız “Haydi
Kızlar Okula!” kampanyasıyla ve yetişkin kadınların eğitime erişimlerini
sağlamak amacıyla başlatılan “Ana Kız Okuldayız.” kampanyalarıyla Türkiye'de
özellikle eğitimin ortalamalarının negatife ve olumsuza dönmesine yol açan bu
oranların, çok hızlı bir şekilde ve olumluya dönüştüğünü söylemek isterim. Gerçekten
bu kampanyalarla eğitimin dışında, öğretimin dışında kalmış çağ nüfusu
içerisindekiler, eğitim çağı dışında kalmış insanların eğitimiyle ilgili -okuma
yazma kursları da dâhil olmak üzere- çok büyük bir başarı elde edildiğini
söyleyebilirim ama -sizlerin de bildiği gibi- Türkiye’de eğitim alanında son
derece birikmiş ve zamana yayılarak çözülebilecek problemlerden birisi.
Özellikle belli bir yaş üstü, elli yaş üstü yetişkin insanların eğitim ve
öğretim sistemine kazandırılmaları bir hayli güç. Ama inanıyorum ki bugün
başlatılan bu projeler sayesinde ve geldiğimiz nokta itibarıyla, çağ nüfusunun
okullaşmasının yüzde 98’e yaklaştığını düşünürsek önümüzdeki dönemde bu ve
benzeri sorunlarının minimuma ineceğini söyleyebilirim.
Diğer taraftan, öğrencilerin temel eğitimlerini almalarının yanı
sıra gençlerimizin ortaöğretim kurumlarına devam etmesi, herhangi bir mesleki
beceriyle donanmış olarak yetişmesi ve eğitimde daha fazla kalmaları ve
yükseköğrenime kadar taşınmaları da tabii ki eğitimin niteliğinin ve
kalitesinin yükselmesi açısından son derece önemli. Bunları yaparken ve
planlarken de elbette, hem ülkemizin ihtiyaçları hem dünyada iş gücüne katılım
dâhil olmak üzere, yeni gelişen meslekler de dâhil olmak üzere, hem mesleki
ortaöğretimde hem de yükseköğrenimde bu planlamalar doğrultusunda hareket
ettiğimizi söyleyebilirim. Dolayısıyla bu alanda yapılan olumlu değişikliklerin
de ve eğitim alanında yapılan bu yapısal dönüşümün de en azından kısa vadede
sonuçlarının alınması değil, uzun vadede sonuçlarının alınması mümkün.
Hepinizin de bildiği gibi, eğitim alanında yapılan yatırımlar uzun vadede sonuç
veren yatırımlardır.
Sayın Akkuş’un bir sorusu oldu: “Almanca eğitim dili olacak. Acaba
bu, liselerde, ortaöğretim kurumlarında İngilizcenin eğitim dili olarak çok
fazla seçiliyor olmasının, Almanca dilinin biraz geride bırakılmış olmasının
bir teşviki, desteği olabilir mi?” dedi. Artık, İngilizce dil olarak, yabancı
dil olarak evrensel normlarda kabul edilmiş bir dil. Dolayısıyla, Türkiye’de
ortaöğretim kurumundaki gençlerimizin de -haklı olarak kendilerini- küresel
dünyada rekabet gücü yüksek olan bir yabancı dili seçmeleri son derece normal.
Bu seçimin, bu üniversitenin diliyle herhangi bir bağlantısı yok. Elbette ki bu üniversite her şeyden önce Türk-Alman Üniversitesi
olarak kuruluyor ve dil olarak sadece Almanca değil, Türkçe ve Almanca eğitim
verecek yani her iki dil aynı anda eğitim verecek, kısmen de İngilizce eğitim
verilecek, özellikle master ve doktora
programlarında, yüksek lisans ve doktora programlarında da dil olarak yine
İngilizce tercih edilecek.
Sanıyorum soruları cevaplandırdım.
Sayın Başkan, teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Bakan.
Madde üzerinde üç önerge vardır.
Önergeleri önce geliş sıralarına göre okutacağım, sonra aykırılık
sıralarına göre de işleme alacağım.
TBMM Başkanlığına
Görüşülmekte olan 486 sıra sayılı yasa tasarısının 5. maddesinin
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ederiz.
Saygılarımızla.
Ferit Mevlüt Aslanoğlu Ali Rıza Öztürk Şevket Köse |
Malatya Mersin Adıyaman |
Hüseyin
Ünsal Orhan Ziya
Diren Malik Ecder Özdemir |
Amasya Tokat Sivas |
Madde 5: Bu kanun yayımı tarihinden 1 ay sonra yürürlüğe girer.
T.B.M. Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 486 sıra sayılı yasa tasarısının 5. maddesinde
geçen yayımı tarihinin, yayımını takip eden 6 ay sonra biçiminde
değiştirilmesini arz ederim.
Kamer
Genç
Tunceli
TBMM Başkanlığına
486 Sıra Sayılı Kanun Tasarısının 5. maddesinin “Bu Kanun
31.12.2011 tarihinde yürürlüğe girer” olarak değiştirilmesini arz ve teklif
ederiz.
Beytullah Asil Şenol
Bal Reşat
Doğru |
Eskişehir İzmir Tokat |
Hüseyin
Yıldız Ahmet Duran
Bulut |
Antalya Balıkesir |
BAŞKAN – Komisyon son okuttuğum önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ RECAİ BERBER (Manisa) –
Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Hükûmet?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Kim konuşacak?
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Beytullah Asil
efendim.
BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Asil. (MHP sıralarından alkışlar)
BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; ülkemizde, Alman Federal Cumhuriyeti ile yapılan bir anlaşma
sonrasında bugün üzerinde görüştüğümüz Türk-Alman Üniversitesinin kuruluşunun
son yürürlük maddesine gelmiş bulunuyoruz. Yürürlük maddesinin ileri bir
tarihte yürürlüğe girmesindeki muradımız, önergemizin konusu olarak,
karşılıklılık ilkesi çerçevesinde gerek Genel Kurulda gerek komisyonlarda
milletvekillerinin böyle bir temayülünün oluştuğunu görüyoruz, şu ana kadar
yapılan müzakereler sonucunda. Bu nedenle de bunun üzerinde yeteri kadar
durduk. Bir süre tanınması, Alman Hükûmetiyle
yapılacak görüşmelerin ve yapılacak anlaşma çerçevesinde bir süre tanınması ve
iki üniversite kuruluşunun birlikte yürürlüğe girmesini amaçladığımızdan böyle
bir önergeyle huzurlarınızdayız. Bu önergemizin kabulünü arz ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, konumuz insan, öğrencilerimizin yetişmesi ve
topluma birer yararlı fert olarak bunları topluma kazandırabilmemiz. Bir baba,
akşam eve gelirken oğluna, çocuğuna bir yapboz getiriyor. Yapımı gayet zor, bir
hafta, on günde yapabileceği zorlukta bir yapboz alıp geliyor. Çocuk, bir saat
sonra “Yaptım baba.” diye babasına yapbozu alıp geliyor. Baba hayret içinde bu
kadar kısa sürede nasıl yaptığını soruyor. Çocuk “Ortasında bir adam vardı, onu
düzelttim, ondan sonra her şey düzeldi.” Şimdi, biz iyi insanlar, düzgün
insanlar yetiştirirsek sorunları çözmemiz de çok kolay olur. Bu insanımız gerek
yurt içinde olsun gerekse yurt dışında yaşıyor olsun, sonuçta bizim insanımız.
Biz, insanımızı düzgün yetiştirmek zorundayız.
Bu nedenle, meslek okulları ve mezunlarının devletten, iş
dünyasından ve genelde toplumdan daha fazla destek almaya ihtiyaçları var; ülke
kaynaklarımız kıt. Bir taraftan mesleki ve teknik okullar, diğer taraftan da
sanayi ve hizmet dallarında faaliyet gösteren özel sektör kuruluşları arasında
karşılıklı ilişkinin yeniden düzenlenmesi gerektiği ortaya çıkıyor. Sanayi
odaları ve organize sanayi bölgesi yönetimleri, meslek okullarının kalitesini
geliştirme, eğitim malzemelerini, kullanılan araç ve gereçleri yenileyip
modernleştirme konusunda destek olabilirler ancak bu konuda yasal düzenlemelere
ihtiyaç var. Sayın Bakanım, bu yasal düzenlemelerin de mutlaka, bir an önce
hayata geçirilmesi lazım.
Değerli arkadaşlarım, eğer okullardan mezun olanlar doğru düzgün
okuyup yazamıyorlarsa ve bugünün dünyasında hayati bir önem taşıyan bilgisayar
okuryazarlığı, eleştirel düşünce ve etkin problem çözümü gibi bazı genel
becerilerle donatılmış değillerse bütün çocukların eğitime erişebilmesini
garantilemek de maalesef, sonuç itibarıyla yeterli olamayabiliyor. Bugünün
ekonomileri daha hizmete yönelik, daha bilişim teknolojilerine dayalı ve bu
nedenle daha çok bilgisayar becerisine sahip olmayı gerektiriyor. Bilgisayar
okuryazarı olmak artık çalışma hayatında başarının ön koşullarından biri.
Kaliteli bir eğitimin, gençlerin bu tür becerilerle donatılması da gerekiyor.
Değerli arkadaşlarım, İzmir’den lise mezunu genç bir kadın şöyle
yazmış…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
BEYTULLAH ASİL (Devamla) – “On altı yıl okuyor, birçok aşamadan
geçiyor ama onlar bile iş bulamıyor. Artık bu gençler nasıl düşünsün? Bir
insanın mantıklı ve doğru dürüst düşünebilmesi için koşulların iyi olması
lazım. İnsanların kendi sorunlarını düşünmekten ülkeyi kalkındırmak için proje
ve fikirler üretmeye vakti kalmıyor. İnsanın önce bir işi
olması lazım. İşi olmayan insanların kendi sorunlarını düşünmekten
ülkeyi kalkındırmak için proje ve fikirler üretmeye vakti kalmıyor.”
Değerli arkadaşlarım, “Her okuyana iş bulmak zorunda mıyız?” diyen
Başbakana ithaf ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Asil.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, önergenin oylamasında
karar yeter sayısı istiyoruz.
BAŞKAN – Karar yeter sayısı arayacağım.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Karar yeter sayısı yoktur. (AK PARTİ sıralarından “Vardır” sesleri)
On dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 14.39
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 14.51
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN
(Bingöl), Fatih METİN (Bolu)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
81’inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
Eskişehir Milletvekili Beytullah Asil ve
arkadaşlarının önergesinin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi
önergeyi yeniden oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir, karar yeter
sayısı da vardır.
Şimdi 486 sıra sayılı Tasarı’nın görüşmelerine devam ediyoruz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
İkinci önergeyi okutuyorum:
T.B.M. Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 486 sıra sayılı yasa tasarısının 5. maddesinde
geçen yayımı tarihinin, yayımını takip eden 6 ay sonra biçiminde
değiştirilmesini arz ederim.
Kamer
Genç
Tunceli
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ EYÜP AYAR (Kocaeli) – Katılmıyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Sayın Genç, buyurunuz efendim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 486
sıra sayılı Yasa Tasarısı’nın 5’inci maddesiyle ilgili verdiğim önerge üzerinde
söz almış bulunuyorum. Hepinize saygılar sunuyorum.
Sayın milletvekilleri, tabii, ülkemizin çeşitli yerlerinde sorunu
olan vatandaşlar her gün geliyor, en kolay ulaştıkları milletvekili ben olduğum
için. Geçenlerde Karaman ilimizden Ekinözü köyünden bir grup vatandaş gelmişti.
Diyorlar ki: “Bu Alarko Elektrik dağıtımı üzerine almış. Maalesef, şimdi ekim
zamanı, kuyuların hepsinin elektrikleri kesik.” Bu aynı zamanda Niğde’de var,
Konya’da var, Aksaray’da var, Kırşehir’de var, Nevşehir’de var. Bu vatandaşlara
söz verdim “Genel Kurul Salonu’nda bunları dile getireceğim.” diye. Tam tarımın
başladığı bu sırada bu insanların kuyularının elektriğini kesmek kadar vicdana
sığmayan bir davranış olamaz.
Şimdi, değerli milletvekilleri, AKP’yle beraber Türkiye’de eğitim
medrese eğitimine dönüştü. Bunu artık görmemek için kör olmak lazım. YÖK’e bir
kişi atadılar. Geldi, sanki adamın işi gücü… Bu memlekete tam medrese eğitimini
getirmekten başka bir şey yapmıyor. Yani şurada üniversite eğitiminin
seviyesini yükseltme konusunda hiç ciddi bir hareketi var mı? İşi gücü “Danıştayın, Anayasa Mahkemesinin, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin verdiği kararları nasıl aşarım?” diyor. Yahu senin görevin o mu?
Niye peki bunu Anayasa değişikliği teklifine koymuyorsunuz?
Ben kendi ilimden özellikle söz etmek istiyorum. Maalesef, AKP
İktidarıyla beraber benim ilimde de eğitimin seviyesi çok düştü. Dün konuşan
Değerli Arkadaşım Şerafettin Halis Bey de bu konuyu dile getirdi. Bakın, bir
batı ilinde din kültürü öğretmeni olan bir öğretmen hakkında soruşturma
açılıyor ve suçlu bulunuyor. Tabii, suçlu bulunanlar nereye gidiyor? Efendim,
Tunceli’ye. Tunceli’ye gidiyor, vatandaş orada. Soruşturma yapılmış, suçlu
bulunmuş. Ondan sonra -zaten Türkiye’de ne kadar kötü kamu görevlileri varsa
sürgün yeri Tunceli- hemen oraya gidiyor, üç ay sonra bir liseye müdür yardımcısı
olarak görevlendiriliyor, arkasından Anadolu lisesine müdür olarak
yetkilendiriliyor, daha üç beş ay sonra da tutuyorlar Millî Eğitim Bakanlığı
şube müdürlüğüne atıyorlar.
Bakın, bu kimin zamanında oluyor? Şu andaki Giresun Valisi Mustafa
Yaman zamanında. Zaten Tunceli’de en fazla eğitimin darbe gördüğü dönem de onun
dönemi.
Şimdi, bu kişi, hakkında işte kendisi tutuyor Samsun’dan “Vurucu
Kobra” diye, o aleyhinde, Türkiye’deki eğitim seviyesiyle, Tunceli’deki eğitim
seviyesiyle ilgili yazı yazan Tunceli Emek gazetesine bir mail gönderiyor.
Bakın, mail’de ne diyor… Sonra, bu mail’in kendisine ait olduğunu söylüyor.
Diyor ki: “Benim gelip buraya göreve başlamama çatladınız, hasedinizden
patladınız desenize. Nasıl olur da bizim olan bir ilde birkaç da olsa din
öğretmeni, 3-5 de olsa yabancı birileri idareci olur. Yüzde 100 bizden, bizim
ırkımızdan, inancımızdan olmalıydı desenize... Çekemiyoruz, hasedimizden içimiz
içimize sığmıyor desenize. Siz gerçekten faşistsiniz! Irkçısınız yani.
Bilinçaltınızda bu var.”
Bakın, Tunceli’de bir… Sonra bunu, isimsiz bir kişi bu mail’i
çekiyor fakat sonradan araştırıyorlar, cumhuriyet başsavcılığınca da bu konu
araştırılınca bir Millî Eğitim şube müdürü… Ki o, şube müdürlüğüne gelmesi
mümkün olmayan birisi. Bunu atayan Vali de işte, sizin çok... Tayyip Bey’in
“Ben bunu yedirtmem.” dediği kişi ve tutuyor ondan sonra… Bu Tunceli halkına
karşı beslediği duygulara bakın! Böyle bir şey olur mu? Bu
hâlâ görevinde. Yine getirmişler, Millî Eğitim şube müdürü ve tayin ve
nakilleri de buna şey etmişler.
Şimdi, değerli milletvekilleri, tabii, beş dakikada ne
söyleyebilirim ki. Şimdi bakın, geçen gün… O “Mustafa Yaman” dediğiniz Vali var
ya, oraya giden o paraları o kadar keyfî harcadı ki bunun çok şeyleri var.
Tayyip Bey “Ben bu Valimi yedirtmem.” dedi ama bakın, Tunceli mahkemesi bununla
ilgili bir karar veriyor. Tunceli’ye üniversite açıldı. Rektöre bir konut
tamiratı yapılıyor. Nereden yapılıyor? Özel İdare parasıyla, köy yollarına, KÖYDES’e göndermek istediğiniz parayla. Böyle bir şey olur
mu? Kaç liraya yapılsa iyi, bir lojmanın tamiri kaç liraya olsa? Tam 240 milyar
liraya, 240 milyar arkadaşlar, tamirat. Hâlbuki 240 milyar liraya, Tunceli’de,
en azından dört tane daire yapılır, yepyeni daire yapılır. Kime veriyor?
Oradaki İl Özel İdaresi ve Vali bunu tutuyor AKP’li bir il yönetim kurulu
üyesine veriyor. Bakın, işte, Tunceli’ye giden paraların nasıl heba edildiğini,
nasıl keyfî harcandığını…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
KAMER GENÇ (Devamla) – Ve bunu da pazarlıkla veriyor sayın
milletvekilleri. İşte, bakın, ben size diyorum ki: Gelin yahu, şu Tunceli’ye
gönderdiğiniz paralara hele bakalım, nasıl harcanıyor? Çünkü Tunceli Valisi
olan -o zamanki, şimdiki Giresun Valisi olan- bu Mustafa Yaman’ı, biliyorsunuz
-hakkında- Yargıtay yargıladı ve kendisine ceza verdi. Şimdi niye almıyorsunuz
bunu görevden? Niye Tunceli’yle ilgili yapılan bu keyfî harcamalar hakkında
soruşturma açmıyorsunuz? Vilayetin, bilmem, lojmanlarında yapılan alemleri soruşturmuyorsunuz? Böyle bir şey olmaz arkadaşlar.
Bunlar o kadar keyfî hareket ediyorlar. Ondan sonra arkası da kime dayanıyor?
İşte, AKP İktidarına dayanıyor. Onun için, gerçekten, Tunceli halkına karşı
reva görülen… İşte bu yönetici de hâlâ orada görevde. Bakalım Sayın Bakan
alacak mı bunu, onu da göreceğiz.
Tunceli’de taşıma eğitimi doğru dürüst yapılmıyor Sayın Bakanım.
Maalesef, oradaki yöneticiler o fakir çocukların taşıma parasını vermemek için
bin tane bahane arıyorlar. Kendileri 4x4 ciplere biniyorlar ama bir çocuğun
taşıma parasını vermiyorlar. Bunları tabii…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Genç, lütfen sözlerinizi bağlayınız.
KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, bunları kısa zamanda anlatmak mümkün
değil sayın milletvekilleri.
Şimdi, bizim orada bölge yatılı okulları var. Bazı okullar açık
ama bu da… Sayın Bakana bir tane soru sordum. Arkadaşlar, terör nedeniyle
Tunceli’de bütün köy okulları yakıldı. Arkasından, şimdi, yavaş yavaş vatandaş köye dönmek istiyor. Köye dönmek için de
köyünde çocuğunu okutacak okul yok. Birkaç tane yerde… Dün ben Sayın Bakana
söyledim, lütfen hep mahallinde bir araştırma yapın, bu okulları yaptırın. Yani
40 öğrenci, 50 öğrenci bir köyde varsa bu köye bir okul yapmak lazım. Tunceli’nin
birçok köyünde bu dönüş nedeniyle belli bir öğrenci potansiyeli var,
dolayısıyla bunu karşılamak lazım. Bölge yatılı okulları da sağlıklı işlemiyor.
İşte orada tabii, altı-yedi yaşındaki çocuğu on beş gün anasından, babasından
ayırarak bölge yatılı okuluna vermek o çocuk için ciddi sıkıntı yaratıyor. Onun
için bunları ileride daha geniş anlatacağım.
Saygılar sunuyorum efendim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Genç.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
TBMM Başkanlığı’na
Görüşülmekte olan 486 sıra sayılı yasa tasarısının 5. maddesinin
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ederiz.
Saygılarımızla.
Ferit
Mevlüt Aslanoğlu (Malatya)
ve arkadaşları
Madde 5: Bu kanun yayımı tarihinden 1 ay sonra yürürlüğe girer.
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ EYÜP AYAR (Kocaeli) – Katılmıyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Sayın Öztürk, buyurunuz.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, parlamentoların görevi, kendi ülke
halklarının ihtiyacı olan ihtiyaçları gidermek, ona uygun yasalar yapmaktır
yani parlamentolar kendi halkının ihtiyaçları için yasa yaparlar. Oysa uzunca
bir süreden beri bizim Parlamentomuz ya Avrupa Birliği istediği için ya AKP
kendi ihtiyaçlarını gidermek için ya da başkaları için yasa yapıyor. Görüşmekte
olduğumuz yasa tasarısı da Alman Başbakanı -sırf- Merkel
istediği nedenle Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine gelmiştir. Oysa
halkımızın gündeminde açlık vardır, yokluk vardır, yoksulluk vardır, yolsuzluk
vardır ve bunlarla mücadele vardır, halkımızın gündeminde milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması vardır. Eğer bu Parlamento gerçekten halkın
taleplerini dikkate alacaksa ve siyaset halkın sorunlarına çözüm üretecekse
öncelikle halkın esas gündemi olan konularda çözüm üretmelidir, halkın
öncelikli taleplerini dikkate almalıdır.
Bakın, elimde milletvekillerinin dokunulmazlık dosyalarını
gösteren bir çizelge var. Eğer bugün de artmadıysa bu, şu
anda 603 tane dosya var ve halkımız bu milletvekili dokunulmazlıklarının
kaldırılmasını beklediği hâlde AKP milletvekili arkadaşlarımız radyo ve
televizyon ekranlarına çıkıyorlar ve bu suçların genellikle trafik suçları
olduğunu ve Seçim Yasası’na muhalefet suçları olduğunu, çok önemli suçlar
olmadığını halkın gözünün içine baka baka
söyleyebiliyorlar. Bir milletvekili olarak ben bundan utanıyorum ve
inceledim arkadaşlar. Gerçekten, suçun küçüğü büyüğü olmaz. Yani
Seçim Yasası’na muhalefet veya trafik suçu da suçtur ancak gerçekten suçlar
öyle midir değil midir diye inceledim ve elimdeki bu suçlara baktığımda, özel
evrakta sahtecilik -isimlerini söylemiyorum- 2886 sayılı İhale Kanunu’na
muhalefet, görevi kötüye kullanmak, zimmet, kamu taşıma biletlerinde
kalpazanlık, resmî evrak ve kayıtlarda sahtecilik, cürüm işlemek için teşekkül
oluşturmak, ihaleye fesat karıştırmak, evrakta sahtecilik ve kamu kurumunu
dolandırmak, görevi kötüye kullanmak, müteselsilen
görevde yetkiyi kötüye kullanma suçu, Vergi Usul Kanunu’na aykırılık yani
naylon fatura düzenleme suçu ve böyle gidiyor değerli arkadaşlarım. Yani
söylenildiği gibi, o kadar basit, masum görülecek değil. Eğer gerçekten halkın
taleplerine yönelik biz dikkatli yasa çıkaracaksak, işte halkın talebi bu,
milletvekili dokunulmazlıklarının sadece kürsü dokunulmazlığıyla
sınırlandırılması, diğerlerinin kaldırılması.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, yine elimde, bakın burada, Abdullah
Gül’ün, yani bugün AKP’de siyaset yapan ve partinin önde gelen kimi kişilerin
Refah Partisi döneminden itibaren söyledikleri sözler var. Elimde Abdullah
Gül’ün sözü var, Salih Kapusuz’un sözü var, Cemil
Çiçek Bey’in sözleri var, Mehmet Ali Şahin Bey’in var.
Şimdi bakın, burada deniliyor ki, Sayın Gül diyor ki: “YÖK statükocu.” diyor. Üniversiteler Arası Kurulun hükûmeti eleştiren ve üniversiteler üzerinde hâkimiyet
kuracağı iddialarına ilişkin Sayın Abdullah Gül 2002 tarihinde, YÖK’ün statükocu olduğunu söylemiş. “YÖK’ün statüsü değişecek.”
denilmiş. “Hükûmet YÖK’e yükleniyor.” denilmiş. Yine,
Salih Kapusuz’un bir beyanı, bu kürsüde söylemiş,
demiş ki: “Cumhuriyet Halk Partisi seçim bildirgesinde YÖK’ün kaldırılacağını
ileri sürmüştü, YÖK’ün kaldırılması gerekir.” demiş. Yine burada bir beyan,
YÖK’le ilgili düzenlemenin pakette yer alacağı yani Anayasa değişikliği
paketinde yer alacağını belirtmişler. Kim belirtmiş? Sayın Mehmet Ali Şahin
belirtmiş. “Yeni Anayasa paketinde Anayasa Mahkemesi, Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulu ve Yükseköğrenim Kurumu yani YÖK’le ilgili düzenleme
getirilecek.” demiş.
Değerli arkadaşlarım, oysa Parlamentoya halkın otuz yıldır
beklediği özlem olarak AKP’nin ileri sürdüğü Anayasa paketinde YÖK’le ilgili
bir değişiklik de söz konusu değil, halkın talepleriyle de ilgili bir
değişiklik söz konusu değil. Dün “statükocu”
dedikleri, antidemokratik yapıya sahip olan YÖK’le ilgili bir değişiklik
olmadığı gibi, Cumhurbaşkanının YÖK’ten Anayasa Mahkemesine adam seçme hakkı
bile tanınabiliyor.
Şimdi, ben burada yüce Meclise soruyorum: Dün antidemokratik olan
YÖK ve gerçekten statükocu olan YÖK, değiştirilmesi
gereken YÖK, bugün ne olmuştur da bu değişiklikten vazgeçilmiştir, bugün
dinamik bir kurum mu olmuştur?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) – Ve bugün sadece değişen bir tek şey
olmuştur, YÖK’ün statüsü değişmemiştir. YÖK dün olduğu gibi bugün de üniversitelerin
bilimsel, akademik ve idari özerkliğinin önündeki en büyük engellerden
birisidir, üniversitelerdeki düşünce özgürlüğünü kelepçeleyen, kilitleyen
kurumlardan bir tanesidir. Bu da 12 Eylül darbe anayasasının ürünüdür ama
AKP’nin buradaki samimiyet sınavı başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Demek ki 12
Eylül darbe anayasasında kendilerinin ele geçirdiği kurumlar, ele geçirme
işleminin tamamlanmasından sonra demokratik hâle gelmiştir.
Size böyle bir demokrasi hayırlı olsun diyorum, hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Öztürk.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge kabul edilmemiştir.
5’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… 5’inci madde kabul edilmiştir.
6’ncı maddeyi okutuyorum:
MADDE 6- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN – Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Adana
Milletvekili Hulusi Güvel. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA HULUSİ GÜVEL (Adana) – Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, öncelikle ülkemizde bir Türk-Alman
Üniversitesinin kurulmasının getireceği dinamizm ile üniversite yaşamımıza
zenginlik katacağına olan inancımı belirtmek isterim.
Kurulacak üniversitenin iki ülke arasındaki ilişkilerin
gelişmesinde olumlu rol oynayacağı ortadadır ancak iki konu üzerinde
eleştirilerimizi bildirmek istiyorum.
İlk olarak, kurulacak Türk-Alman Üniversitesinde Türkiye’nin
yükümlülükleri ve Almanya’nın yapacağı katkı arasında daha eşit bir denge
olması gerekirken, Türkiye’nin katkı ve yükümlülüklerinin daha ağır bastığı
görülmektedir.
İkinci olarak, karşılıklılık ilkesinin yeterince işlemediğini
görmekteyiz. Almanya’da açılacak bir Türk üniversitesinin, hem oradaki
vatandaşlarımız için hem Türk öğretim üyelerinin yetiştirilmesi açısından
yararlı olacağı düşüncesini taşımaktayız.
Değerli arkadaşlar, dünyadaki bilimsel ve teknolojik gelişime ayak
uydurabilecek nitelikli cumhuriyet kuşakları yetiştirmekte üniversitelerin rolü
tartışılmazdır.
Ülkemizin gelişimine katkıda bulunacak, yaşadığımız sorunlara
doğru çözümler üretebilecek çağdaş insanlar yetiştirmek, ülkemizin geleceğine
olan borcumuzdur. Bunları sağlayabilecek yeni bir öğretim kurumunun açılması
elbette çok sevindiricidir.
Cumhuriyet Halk Partisi olarak eğitime katkı sağlayacak her
girişimi şükran ile karşılayacağımızı belirtmek isterim. Bunlar olumlu
gelişmelerdir. Ancak sistemle ilgili sorunlar giderilmediği sürece yapılan bu
çabaların yeterince verimli olmayacağını ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, bugün yükseköğrenim sistemine baktığımızda,
özerk olmayan, uluslararası anlamda bilim üretmeyen, kalite yerine sayının öne
çıkarıldığı bir yapı görmekteyiz. YÖK’ün eski başkan vekilinin intihalle
suçlandığı, yukarıdan alınan kararlarla üniversitelerde bölümlerin kapatıldığı,
bütün enerjisini katsayı konusuna harcayan bir kurumun yönettiği bir sistemle
karşı karşıyayız.
İktidara geldiğinde YÖK’ün başındaki yöneticileri engel olarak
gören, her konuda onları sorumlu tutan İktidar, YÖK Başkanı değiştikten sonra,
kadrolaşmak ve üniversiteleri ele geçirmenin telaşına düşmüştür. Nasıl olsa
İktidarın arzu ettiği rektörleri atayan bir Cumhurbaşkanı da Çankaya’da idi,
sorun kalmamıştı. Öğretim üyelerinin oylarıyla birinci sıraya, ikinci sıraya
yerleşmiş rektör adayları görmezden gelinip kendi kadrolarını yerleştirebilecek
rektörler seçilmiştir. Böyle bir üniversitenin özerk davranabileceğini,
demokratik bir yapı sergileyeceğini söyleyebilmek olanaksızdır. Yükseköğretim
Kurumunun bugünkü hâliyle üniversite sistemine sağlıklı bir yapı kazandırması
mümkün değildir.
Değerli arkadaşlar, YÖK’ün uygulamalarına bakıldığında, bu kurumun
giderek siyasallaştığı, Hükûmetin direktifleri
doğrultusunda hareket ettiği, akademik özerkliği hiçe saydığı görülmektedir.
Son yıllardaki rektör atamalarına bakıldığında, YÖK’ün, üniversitelerdeki
seçimlerde öğretim üyelerinin oylarıyla birinci olan çok sayıda rektör adayını
yok sayıp AKP’ye yakın olduğu bilinen adayları birinci sıraya yerleştirdiği
görülmektedir. Böyle bir sistemin 3 milyona yakın öğrenciye hizmet eden 100 bin
öğretim üyesinin geleceğini belirleme hakkına sahip olması tartışma götürür.
Özerk ve bilimsel üniversite anlayışı olmadan YÖK, sistemin
üzerinde bir kambur olmaya devam edecektir. Giderek siyasallaşan, iktidarın
güdümünde davranan bir kurumdan sağlıklı bir üniversite sistemini yönlendirmesi
beklenemez.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geçtiğimiz yıl içinde
YÖK’ün baskısı ile üniversitelerde, fakültelerde ana bilim dalları
kapatılmıştır. Örneğin Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde Roma hukuku,
karşılaştırmalı hukuk, çevre hukuku gibi kürsüler ortadan kaldırılmıştır. Amaç
nedir? Amaç “üniversite reformu” adı altında, çağdaş, bilimsel üniversite
yapısının yok edilmesidir. Amaç üniversiteleri ticarileştirmektir.
Ancak bu kararlar alınırken üniversitelerin bilim üreten yerler
olduğu göz ardı edilmektedir. Üniversite reformunu özerklikten uzak, yalnızca
ekonomik bir anlayışla ele alırsak, bilim üretmek, öğrencileri çağdaş dünyaya
uygun yetiştirmek mümkün olmayacaktır.
Yine geçtiğimiz yıl, üniversite araştırma görevlilerinin iş
güvencesini ortadan kaldıran, onları sözleşmeli hâle getiren bir sistem ortaya
konuldu. Bu düzenlemeyle, doktora çalışmalarının bitiminde asistanların
üniversiteyle ilişikleri kesilmektedir. Daha önce gerekli akademik ölçütlere
sahip oldukları sürece yükselme yolları açıktı. Bu düzenlemeyle, doktorasını
bitiren asistanlar kapının önüne konulacaktır.
Bu, yalnızca iş güvencesi sorunu değildir. Bu, bilimsel özerklikle
doğrudan bağlantılıdır. Akademisyenlerin üzerinde Demokles’in
kılıcı gibi duran böyle bir düzenleme yapılması, üniversitelerin bilimsel
ölçütlerle değil siyasi tercihlere göre yapılandırılması anlamına gelecektir.
Değerli arkadaşlar, Yükseköğretim Kurumunun uygulamaları iktidarın
siyasi tercihleriyle biçimlenmektedir. Bunun getireceği olumsuzluklar
ortadadır. Özerk olmayan yapıların siyasallaşması kaçınılmazdır. Yıllardan
beri, üniversitelerin özerk birer kurum hâline gelmeden verimli olamayacağını
savunuyoruz.
AKP İktidarı ve onun uzantısı gibi davranan bir Yükseköğretim
Kurulunun, özerk olmayan üniversitelerin yaratacağı olumsuzlukları bir kez daha
gösterdiği ortadadır. Üniversitelerin birer bilim yuvası olması isteniyorsa,
AKP, üniversitelerden elini çekmelidir, “reform” adı altında yandaş kurumlar
yaratma çabasından vazgeçmelidir.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; üniversiteler üzerinde
konuşurken Adana’daki durumdan da biraz söz etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, bildiğiniz gibi, Çukurova Üniversitesi, 1967
yılında Ankara Üniversitesine bağlı olarak kurulan Adana Ziraat Fakültesi ile
1972 yılında Atatürk Üniversitesine bağlı olarak kurulan Çukurova Tıp
Fakültesinin yeni bir üniversitenin çatısı altında bir araya getirilmesiyle
1973 yılında kurulmuştur. Kuruluşunun üzerinden geçen otuz yedi yıl içinde
üniversiteye 10 fakülte, 1 konservatuvar, 3
yüksekokul, 9 meslek yüksekokulu, 3 enstitü, 29 araştırma ve uygulama merkezi
eklenmiştir. Her yıl 7 bin öğrenci kayıt yaptırmaktadır. 35 bin öğrenci
Çukurova Üniversitesinde öğrenim görmektedir. Bütün bu olumlu özelliklerine
rağmen, Çukurova Üniversitesi, nüfusu 2 milyonu aşan Adana’ya yetmemektedir.
Nüfusu Adana’nın yarısı kadar olan Eskişehir’de iki üniversite bulunmaktadır.
Kurulan ikinci üniversitenin bu ilimize yaptığı katkı ortadadır.
Adana’da her yıl, genel ve meslek liselerinden mezun olan 70 binin
üzerinde gencimiz üniversite sınavına girmektedir. Bu gençlerimiz, Adana’da
yeterli eğitim olanağı bulamadığından başka illerdeki üniversitelere gitmek
zorunda kalmaktadır. Bu gençlerimize daha iyi bir eğitim olanağı sunmak için
Adana’ya ikinci bir üniversite kurulması gerekmektedir.
Değerli arkadaşlar, Adana, kurulacak ikinci bir devlet
üniversitesine her şeyiyle hazırdır. Sosyoekonomik gelişmişlik sıralamasında
8’inci sıradadır Adana ilimiz. Kentleşme oranı yüzde 80 ile ülke ortalamasının
üzerindedir. Eğitim anlamında tam bir cazibe merkezi olabilecek niteliklere
sahiptir. Çukurova Üniversitesi gösterdiği başarı ile bunu kanıtlamıştır.
Adana’ya kurulacak ikinci bir devlet üniversitesi bu potansiyellerin
kullanılması açısından büyük önem taşımaktadır. Kentin tarım, sanayi, turizm,
sağlık sektörü, enerji sektörü, tarıma dayalı sanayi iş kollarında büyük bir
potansiyeli vardır, ancak bu sektörleri harekete geçirecek temel unsur yetişmiş
insan gücüdür.
Şimdiye dek Çukurova Üniversitesi bu konuda üzerine düşeni yerine
getirmiştir, ama şimdilerde kentin gereksinim duyduğu hareketlenmeyi sağlamak
için yetersiz kalmaktadır…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen,
sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
HULUSİ GÜVEL (Devamla) – Teşekkür ediyorum Başkanım.
Bu nedenlerle Adana’ya kurulabilecek ikinci bir devlet
üniversitesinin kente büyük katkı sağlayacağı tartışılmazdır.
Değerli arkadaşlarım, Adana, hazır altyapısı, gelişkin kültür
yaşamı, sahip olduğu üniversitelilik bilinci ve sosyal olanaklarıyla ikinci bir
üniversiteye uygun koşullara sahip bir ilimizdir. Adana’nın ekonomik
potansiyelinin doğru kullanılabilmesi için, eğitimli, konusunda uzman ve
dünyadaki değişimleri doğru yorumlayabilecek nitelikli kuşaklara ihtiyaç
duyulmaktadır.
İlimizin yaşadığı işsizlik sorunu hepinizin malumudur. Bu durumun
aşılmasında Adana’ya kurulacak üniversitenin büyük fayda sağlayacağı ortadadır.
Bu nedenle Adana’ya ikinci bir üniversite kurulması konusunda
vereceğiniz desteğin Adana ili için büyük önem taşıdığını belirtiyor, yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Güvel.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili
Akif Akkuş.
Buyurunuz Sayın Akkuş. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 486 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 6’ncı maddesi üzerinde
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, geçen haftadan beri bu tasarıyla ilgili
görüşler, birçok milletvekili tarafından açıkça belirtildi. Ancak, sorulan
sorulara verilen cevaplardan ve iktidar mensubu milletvekillerinin yaptıkları
konuşmalardan anlaşılıyor ki, bizim burada Türk millî eğitiminin geleceğine
sunmaya çalıştığımız samimi katkılar dikkate alınmayarak bu yasa da bu şekilde
geçirilmek isteniyor. Bu yüzden, bu üniversitenin bu hâliyle kuruluşuna niçin
karşı çıktığımız konusunda sizleri biraz daha, belki de yeniden aydınlatmaya
çalışmak doğru olur kanaatindeyim.
Değerli milletvekilleri, biraz önce de arkadaşlarımız belirttiler,
özellikle iktidar milletvekillerinden bir arkadaşımız çıktı, üniversitenin bir
ülkedeki faziletlerinden bahsetti, üniversitenin gerek kültür gerek sosyal
gerekse ekonomik seviyemizi geliştireceğini belirtti; bunu tabii kimsenin inkâr
etmesi yahut buna “Hayır, böyle değil.” demesi mümkün değil, elbette böyle.
Yani bir ülkede üniversite sayısı ne kadar fazla ise o ülkenin kültür seviyesi
de o oranda yüksek olacaktır, en azından bilimsel seviyesi yüksek olacaktır,
hatta ekonomik seviyesi yüksek olacaktır ama bizim burada tartıştığımız,
belirttiğimiz, söylemek istediğimiz şu değerli kardeşlerim, değerli
milletvekilleri: Burada bir “Türk-Alman Üniversitesi” adıyla üniversite
kuruluyor. Bu üniversitenin yerini biz tahsis ediyoruz, binalarını biz
yapacağız, iç ekipmanını biz tamamlayacağız, ondan
sonra da orada görev yapacak bilim elemanlarının, bilim adamlarının ücretlerini
de yine Türkiye olarak biz karşılayacağız. Peki, Almanlar ne yapacak? Almanlar,
sadece, bize “Almanca dili öğretecek olan öğretim görevlisi desteği vereceğiz”
diyorlar ancak onun da ücretlerini yine bize yüklemeye çalışıyorlar; biz buna
karşıyız değerli arkadaşlarım, yoksa üniversiteye karşı değiliz.
Düşünün bir, geçtiğimiz dönemlerde Tarsus’a bir üniversite
açılması için yasa teklifi vermiştim ancak bu dikkate bile alınmadı. Tarsus,
gerçekten bir üniversiteye ihtiyacı olan ve üniversiter
hayatı her yönüyle kaldırabilecek bir şehrimiz. Nüfus tabelasında “230 bin”
yazıyor ama bunun tabii 230 binden biraz daha yüksek olduğu kanaatindeyiz.
Şimdi, biz buraya bir üniversite yapmazken, üniversite yapılması için verilmiş
olan bir teklifi dikkate bile almazken, artık üniversiteye doymuş bir şehrimiz
olan İstanbul’a yeni bir üniversite daha ilave etmekle karşı karşıyayız. 6 tane
devlet üniversitemiz var İstanbul’da. Bu 40 küsur vakıf üniversitesinin de eminim
35 tanesi yine İstanbul’da. Özellikle vakıf üniversitelerinden bir kısmının
İstanbul’un dışındaki illerimize kuruluyor olması geçtiğimiz günlerde gündeme
gelmişti bir üniversitenin kuruluş aşamasında ve bunu belirten arkadaşımız,
sayın milletvekili çok sevindiğini belirtmişti yani İstanbul’un dışına, büyük
şehirlerin dışını da artık üniversite yayılıyor diye. Ama biz bakıyoruz,
Türk-Alman Üniversitesi bizi, özellikle Tarsusluları bu sevinçten mahrum
ediyor. Şöyle olsaydı, yani biraz önce belirttiğim bütün fiziki yapım
masrafları, ondan sonra da öğretim üyelerinin gelecekteki maaşları Almanlar
tarafından ödense idi o zaman derdik ki “Almanlar haklı. İstedikleri yerde bu
üniversiteyi yapma teklifini bize getirebilirler.” Ama öyle bir şey yok değerli
arkadaşlarım. Ne var bunun yerine? Her şeyi biz veriyoruz ama onların ismini
kullanıyoruz, onların artık dünyada pek de itibar görmeyen dillerini o
üniversitemizde eğitim dili hâline getiriyoruz. Sayın Bakan az önce belirtti
“Türkçe de öğretilecek. Türkçe de olacak.” dedi. Zaten, şu anda, Türkiye’deki
üniversitelerin birçoğunda -ismi Hacettepe olur, Ankara Üniversitesi olur,
falan filan olur- yabancı dil eğitimi var, yabancı dille eğitim var yani
İngilizceyle eğitim yapılıyor. Dolayısıyla, şimdi, tükenmeye yüz tutmuş,
itibarı azalmış bir dilde, biz onlara, tabiri caizse, bir kıyak
yapıyoruz. Dolayısıyla, bu kıyağı yaparken masrafın
onlardan olması gerektiğini söylüyoruz. Bir daha belirtiyorum: Kesinlikle, biz,
herhangi bir üniversitenin açılışına karşı değiliz. Üniversitenin açılması bizi
hem gururlandırır hem sevindirir ama bu şekilde, bütün masrafları bizim
tarafımızdan yapıldığı hâlde, bizim birilerine -isim olarak da olsa- bu
üniversiteyi peşkeş çekmemiz, Milliyetçi Hareket Partililerin hazmedemedikleri
bir meseledir. Onun için, biz, bu Türk-Alman Üniversitesine karşı çıkıyoruz,
aslında karşı da çıkmıyoruz her şeye rağmen. Mütekabiliyet esasına göre,
Almanya’da da bununla eş değer olan, Almanca ve Türkçe eğitim yapacak olan bir
üniversite açılması çalışmaları başlasın ve bu üniversite çalışmaları bugünkü
aşamaya gelsin yani onların da yetkili meclislerinde görüşülecek hâle gelsin, o
zaman biz bunu yeniden gündeme getirelim diyoruz. Soruyorum değerli
milletvekilleri: Bunun böyle olması gerekmez mi?
Tabii, burada bir başka şeyi belirtmek istiyorum. Dün bir soru
sormuştum bu üniversitenin kurulacağı yerle ilgili. Kurulacağı yerle ilgili,
geçen hafta, Sayın Başbakanımızın bir beyanatları oldu: “Biz, bu üniversite
için, İstanbul Boğazı çevresinde 119 dönümlük bir arazi tahsis ettik.” dedi.
Sayın Bakan, dünkü sorduğum soruya verdiğiniz cevapta ise “Henüz yeri net
olarak belli değil, yazışmalar yapılıyor.” demiştiniz.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Belli değil
demedim. Ben, burayla ilgili yazı gönderdik Maliye Bakanlığına dedim. Tarım
Bakanlığının olumlu görüşü var.
AKİF AKKUŞ (Devamla) – Peki, ben o zaman yazışma safhasında
olduğunu anlamışımdır, özür diliyorum.
Tabii, dün televizyonda, televizyonu şöyle karıştırırken, Beykoz
Belediye Başkanı, bu üniversiteye tahsis edilen yeri gösterdi. Ancak, yine
üzüldüğüm bir şey oldu, öyle bir edayla gösterdi ki yani burası zaten işe
yaramaz bir yer gibi gösterdi. Ayrıca, orada bir şey daha belirtti, o kadar
binanın, okulun oraya nasıl sığacağını da bilmiyorum, bu 119 dönümlük yere bir
Türk-Alman Üniversitesi yapılacak, bunun yanında bir de yedi tane teknik okul
ve ortaöğretim kurumu yapılacağı belirtildi. Dolayısıyla…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Üniversite için 120 dönüm az değil mi?
AKİF AKKUŞ (Devamla) – Zaten onu belirteceğim. 120 dönümlük bir
yer, bir üniversite için fevkalade az yani oraya iki tane…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi bağlayınız.
AKİF AKKUŞ (Devamla) – Teşekkür ederim efendim.
Oraya sadece iki fakülte binası ya sığar ya sığmaz. Şu anda,
Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesinin kurulu olduğu alan 110 dönüm yani 10
dönümcük eksik bundan ama orada sadece bir fakülte var ve o fakültenin
kurulmasıyla, öğrencilerin gezeceği, ders aralarında nefes alacağı yerler de son
derece küçük ve sınırlı. Dolayısıyla bu 119 dönümlük yerin, sanki,
etrafındaki birtakım hazine arazileri de ileriki aşamada bu üniversiteye
verilecek gibi.
Değerli milletvekilleri, bütün bunlardan sonra şunu diyorum: Biz
Türk-Alman Üniversitesinin kurulmasına da karşı değiliz ama gelin, bunu daha
açık bir şekilde ortaya koyalım, her şeyiyle ortaya koyalım, ondan sonra bunun
açılmasına izin verelim diyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Akkuş.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Tunceli Milletvekili
Şerafettin Halis. (BDP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Halis.
BDP GRUBU ADINA ŞERAFETTİN HALİS (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ben de Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış
bulunmaktayım. Sizleri saygıyla selamlıyorum.
Bu sabah Ankara’ya girmek isteyen Tekel işçileri, Ankara düşmandan
korunurcasına, Ankara’ya sokulmak istenmediler. Tabii, öncelikle biz bunu, AKP
her ne kadar antidemokratik uygulamalarıyla tanınıyorsa da 1 Nisan şakası
zannettik ama sonradan öğrendik ki gerçekten Tekel işçileri Ankara’ya sokulmak
istenmiyor. Kızılay’a indik, her taraf polis kuşatmasında, âdeta polis devleti
görüntüleri sergileniyor.
Tekel işçileri ocak ve şubat aylarında, soğuğun en yoğun olduğu
dönemde, hak aramak için Ankara’ya toplanmışlardı. O dönem yine sistemin baskı
ve uygulamalarıyla karşılaştılar; biber gazıyla, copla bastırılmaya
çalışıldılar. Tabii, limon üreticilerini çok etkilemese bile, limon
satışlarında bir artışın yolunu açtılar.
Biz, burada, haklarını arayan, işçi statüsünden 4/C statüsüne
düşürülen… 4/C ki, büyük haklarından yoksun bırakılan bir statü. Bu statünün
insanca bir yaşam için doğru olmadığını biliyoruz ve söylüyoruz. Zaten konu, Anayasa Mahkemesinde. Öyle umuyor ve inanıyorum
ki Anayasa Mahkemesinden gerekli haklı sonuç verilir ve işçilerin hakları
alınır.
Ben buradan Tekel işçilerini Barış ve Demokrasi Partisi adına
selamlıyorum ve onların haklı direnişinin yanında olacağımızı söylüyorum.
Tabii, değerli milletvekilleri, Alman üniversitesine geçmeden önce
Türkiye'nin kanayan yarası olan cezaevleri sorununu sizinle paylaşmak
istiyorum, Neredeyse 12 Eylül koşullarındaki gibi cezaevlerinde var olan
mevcudun yarım katına yakın bir mevcutla cezaevleri dolmuş durumda. Yaklaşık 70
bin kapasiteli Türkiye cezaevleri bugün 120 bin kişinin üzerinde mahkûm
barındırıyor. Bugüne kadar her yıl cezaevleri yapıldı, dönem dönem aflar çıkarıldı ama her ne hikmetse cezaevlerinin
kısa sürede dolması engellenemedi. Siz bir ülkede temel hak ve özgürlüklerin
arayışını terörle mücadele algısı içinde değerlendirirseniz, yine sizler
yoksulluk ve geri bırakılmışlık içinde olan bir halkın ne yapacağının hesabını
tutmazsanız haliyle cezaevleri dolar taşar.
Her şeyden önce Terörle Mücadele Kanunu’nda ve Türk Ceza
Kanunu’nda bir değişikliğin yapılması, kişilere trilyon kazandıran
uygulamalardan vazgeçilerek yaşam koşullarının düzeltilmesi esastır diyoruz.
Cezaevlerinde bulunan mahkûmların, tutuklu ve hükümlülerin en ağır sorunu bugün
hasta ve yaşlı mahkûmların durumudur. Bugüne kadar cezaevi koşullarında tedavi
imkânı bulamayan, bugün, İHD’nin raporları dahilinde 49 isim vardır. Biz bunu bugüne kadar çeşitli
defalarca hem Adalet Bakanının hem Sayın Cumhurbaşkanının dikkatlerine sunmuştuk
ama bizim tüm dikkatlere sunmamıza rağmen, İHD’nin
2009 raporuna göre, Mustafa Elelçi, Gurbet Mete,
Hasan Kert, Beşir Özer, Recep Çelik, İsmet Ablak adlı hükümlüler, mahkûmlar
yaşamlarını yitirmişlerdi. Oysaki bunlar cezaevi koşullarında olmayıp da dışarıda
özgür koşullar içinde tedavi bulmuş olsalardı, bugün, öyle inanıyorum ki,
yaşıyor olacaklardı.
Kamuoyunun gündemine düşer Güler Zere
olayı vardı. Hepimiz hassasiyet gösterdik. Güler Zere Sayın Cumhurbaşkanının
hassasiyetiyle son anda cezaevinden çıkarıldı, bugün tedavisi devam etmektedir.
Güler Zere’ye gösterilen hassasiyet, bugün
cezaevlerinde bulunan, bizim elimizdeki sayısı 49 olan diğer mahkûmlara da
gösterilmelidir diye düşünüyoruz.
Ben, 49 mahkûm içinden sadece Taylan Çintay
adlı mahkûmun sizinle durumunu paylaşmak istiyorum: Otuz üç yaşında, on iki
yıldır Gaziantep Cezaevi’nde. Yaşına göre çok erken tutulmuş olduğu bir
hastalığı var, mesane kanseri. İki defa ameliyat olmuş. Üç aylık periyotlarla yeniden tıbbi operasyon görmesi gerekiyor bu
hastalığın. Cezaevi koşullarında bunun mümkün olmadığı biliniyor ve her
defasında başvurusu reddediliyor. Durumun kötüleşmesi üzerine Adana Balcalı Hastanesi Üroloji Servisi’ne getiriliyor, genç bir
doktor muhatap ediliyor. Genç doktorun uzman olup olmadığı da kuşkulu ve
“Dosyan kayıp, işlemlere yeni baştan başlayacağız.” deniyor kendisine. Bunun
üzerine hasta Çintay “Hastalığım belli, gerekli
uygulamaları yapın, raporumu verin, ben gideceğim.” diyor. Dosyasının
kaybolduğunu tekrardan söyleyerek, dosyan kayıp, biz sana hiçbir uygulamaya
yapamayız, sana rapor vermemiz için, heyete çıkarmamız için de hastalığın bütün
vücuduna yayılması gerektiği kendilerine söyleniyor ve tedavi yaptırılmadan
gerisin geriye cezaevine gönderiliyor.
Şimdi, burada, suçu her ne olursa olsun cezaevlerine düşmüş her
yurttaşımızın can güvenliği devletin sorumluluğu dâhilindedir. Cezaevine düşmüş
insanların, yurttaşların can güvenliğini, oraya düşme nedenleri ve suç
tasnifine göre yaparsanız, bu adil bir durum olmaz devlet için. Bu, olsa olsa öç alma olur ki, bugün hasta ve tutuklular üzerinde
yapılmak istenen budur, siyasi tutsaklar üzerinde yapılmak istenen budur ve öç
alma durumudur. Adalet Bakanlığının ve Cumhurbaşkanının bu konuya biraz daha
hassasiyet göstererek, gerçekten cezaevleri koşullarında tedavisi yapılmayan
hasta ve tutukluların tedavi görme olanakları yaratılmalıdır.
Yine, belediye başkanlarımıza yönelik gözaltı sırasında, gözaltına
alınıp tutuklanan Diyarbakır Sur Belediye Başkanımız Sayın Abdullah Demirbaş da
yine hasta. Bugün her ne kadar tedavisi Dicle Hastanesinde sürüyorsa da kısa
süre sonra yine cezaevine döndürüleceğini biliyoruz. Ancak Sayın Demirbaş’ın
hastalığının, sürekli tedavi edilmezse, bir kan pıhtılaşmasından dolayı çok
daha büyük bir boyuta taşınacağını ve yaşamını riske edeceğini de biliyoruz. Bu
konuda da hassasiyet bekliyoruz.
Tabii, Alman Üniversitesi yapılacak. Değerli milletvekilleri,
garip bir durum var: Külfeti bizden, ne hikmetse bu halkın parasıyla bir Alman
Üniversitesi yapılıyor. “Bunun altındaki neden ne olabilir?” diye düşünüyoruz. Fethullah Gülen okullarına Almanya’da liseler, okullar
açtırmanın bir yolu mu açılmaya çalışılıyor? Bugün haberlere bakıyoruz, 56
milyon euroluk bir tank alımı sözleşmesi var. Şimdi,
burada bakıyoruz, farklı soru işaretleri kafamızda peydahlanıyor. Eğer biz
oradan tank alacaksak kendi tanklarını bize satmaları için onların bize rüşvet
vermeleri gerekiyor. Ama ne hikmetse biz bu Alman Üniversitesini kendi
paramızla yaptırarak bir nevi biz onlara rüşvet vermiş durumuna geliyoruz.
Bu konuda biz Alman Üniversitesini yaparken, yaptırırken mutlaka
eşit, dengeli bir ortaklık temelinde yapılması noktasında bir yapıma karşı
değildik ve özellikle de, dünyanın neresinde olursa olsun her insanın kendi ana
dilinde eğitim yapmasının karşısında olmadığımızı söylemiştik. Ama ondan önce
de Türkiye’deki -zamanım daraldı ama- üniversitelerde okuyan öğrenciler
üzerindeki baskıların ne olduğuna bir bakalım.
Ocak, şubat, mart aylarında Ankara, Balıkesir, İstanbul, Elâzığ,
Muğla, Antep, yine Ankara, yine İstanbul, Eskişehir, Kocaeli, Sivas, Antep,
yine Eskişehir, yine Adana’da öğrencilere baskılar yapıldı, sivil gruplarca
saldırılar yapıldı. Bu saldırılarda polis ve özel güvenlik dönem dönem destek oldular saldırılara.
Çok ilginç bir durum var: Bugün haklarını arayan Tekel işçilerine
destek sunan Sarıgazi Mehmetçik Lisesi öğrencilerine
polis saldırıyor. Çok ilginçtir, yine Sivas’ta Cumhuriyet Üniversitesinde Tekel
işçilerinin haklı mücadelesini desteklemeye çalışan Cumhuriyet Üniversitesi
öğrencileri basın açıklaması yaptıkları gerekçesiyle soruşturulmaya tabi
tutuluyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) – Çok daha ilginci, Adana’da at ve eşek
eti yedirilen öğrenciler soruşturulmadan geçiriliyor.
Şimdi, burada, her şeyden önce, siyaset yapmaktan önce insani bir
vicdan gerekiyor. “At ve eşek eti yemiyorum.” diyen bir öğrenciye soruşturma
açmanın, bunu soruşturmaya tabi tutmanın insani bir boyutu var mıdır? Ben bunu
sizlerin takdirlerine sunuyorum ve sizleri tekrardan saygıyla selamlıyorum.
(BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Halis.
Şahsı adına, Erzurum Milletvekili Muzaffer Gülyurt.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Gülyurt.
MUZAFFER GÜLYURT (Erzurum) – Sayın Başkanım, değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Ülkemizde bir Türk-Alman Üniversitesinin kurulmasına dair kanun
tasarısının 6’ncı maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunmaktayım.
Türk-Alman Üniversitesi iki ülke arasında var olan tarihî ve
kültürel ilişkileri daha da güçlendirecek olan bir projedir. Öğrenci ve öğretim
üyesi mübadelesi imkânını sağlayacak olan bu proje daha önceden de ülkeler
arasındaki kültürel değişim programı içerisinde uygulanmıştı. Nitekim, ben de bir üniversite mensubu olarak 1979 yılında
Federal Alman Hükûmetinin bursunu kazanmış ve Mainz Üniversitesinde misafir öğretim elemanı olarak görev
yapmıştım. Dolayısıyla, iki ülke arasındaki bilimsel ve kültürel açıdan bu tür ilişkilerin
çok faydası olduğunu bizzat müşahede etmiş bulunmaktayım.
Değerli milletvekilleri, üniversiteler misyon
olarak bilimi öğreten, üreten, yorumlayan, eleştirip zenginleştiren
kurumlardır. Bilgi ışıktır, güçtür. Bilgiye, bilimsel ve teknolojik gelişmelere
sahip olan ve bunu üretime dönüştüren ülkeler güçlü ülkelerdir. Biz de bu güce
sahip olmak için üniversitelere, yükseköğretime çok önem vermekteyiz. İşte, bu
amaçla Hükûmetimiz seksen bir ilde üniversite kurmuş
bulunmaktadır. Şu an sayısı 139 olan üniversitelerimizin bugünkü sizlerin
oylarıyla kurulacak olan yeni üniversiteyle 140’a ve daha sonra yine Hükûmetimizin, Bakanlar Kurulumuzun almış olduğu kararla
yeni kurulacak üniversitelerle sayısı daha da artacaktır.
Bu yeni kurulacak üniversiteler içerisinde benim de ilimin içinde
bulunmuş olması, Erzurum Üniversitesinin de ayrıca kurulmuş olması bizi çok
büyük bir memnuniyete sevk etmiştir. Yıllardan beri özlemini çekmiş olduğumuz
ikinci üniversitemizin devletimiz tarafından kurulmuş olmasında başta Sayın
Başbakanımız, emeği geçenler ve Sayın Bakanımıza huzurunuzda şükranlarımızı arz
etmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, üniversiteler eğitim-öğretim yanında
bilimsel ve teknolojik çalışmalar yaparak ARGE çalışmalarına önem verirler. Bu
amaçla, teknoloji geliştirme bölgeleri oluşturulmaktadır. 2002 yılına kadar
sadece 5 adet olan teknoloji geliştirme bölgeleri 2010 yılına kadar 37’ye
çıkarılmıştır ve bunlardan 21 tanesi aktif olarak hizmet vermektedir. Teknoloji
geliştirme bölgelerinde amaç, sanayici ile bilim adamını bir araya getirerek
bilimsel çalışmaların üretime dönüşmesini sağlamaktır. İşte, bu amaçla
teknoloji bölgelerinde faaliyet gösteren firma sayıları da gittikçe
artmaktadır. Şöyle ki: 2002 yılında yok denecek kadar az olan firma sayısı 2003
yılında 169, 2010 yılında ise 1.287 firmaya yükselmiştir.
Ayrıca, buralarda istihdam edilen personel sayısında da büyük bir
artış olmuş, 2003’te 2.543 personel görev yaparken, 2010 yılında 11.150
personel burada istihdam edilmiş bulunmaktadır.
Ayrıca, 2003 ve 2009 yılları arasında bilim insanı sayısında 9
kattan fazla bir artış olduğu görülmektedir; bu da Hükûmetimizin
bilime, ARGE’ye verdiği önemi açıkça ortaya
koymaktadır. ARGE’ye ayrılan para ve harcamalar, 2002
ve 2008 yılları arasında yüzde 2,9 oranında artırılmıştır.
Bilim ve teknoloji çalışmalarının ticari ürün veya üretime
dönüştürülmesi ve bunun sonucunda da patentle sonuçlandırılması arzu edilen bir
sonuçtur.
Yine, geçmiş yıllarla mukayese yaparak baktığımız zaman, 2002 ila
2003 yılları arasında, maalesef patent alan ürün sayısının sıfır olduğunu
görüyoruz, ama daha sonraları, 2005 yılında 63 ürün, 2010 yılında ise 297
ürünün patent aldığını görmekteyiz.
Bu bilgiler doğrultusunda, Türk-Alman Üniversitesinin yapacağı
eğitim ve öğretim yanında bilim ve teknoloji alanında da önemli faydalar
sağlayacağına inanıyor, hayırlı olması dileğiyle yüce Meclisimizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Gülyurt.
Şahsı adına İzmir Milletvekili Kamil Erdal Sipahi. (MHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Sipahi.
KAMİL ERDAL SİPAHİ (İzmir) – Sayın Başkan, size ve yüce Meclise
saygılar sunuyorum. 6’ncı madde üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum.
Önce şunu belirtmekte fayda var: Bu Mecliste hiç kimse Türkiye’de
üniversite kurulmasına karşı değil, fanatik Alman düşmanı hiç değil, ancak
millî onur ve gururun korunması, dış ilişkilerin en önemli kuralı olan
mütekabiliyet ilkesinin Batı kompleksi veya muhip
zihniyetiyle ihlal edilmesine de hassasiyet göstermek, bu yüce Mecliste siyasi
parti ve görüş farkı olmadan her Meclis üyesinin görevi değil mecburiyeti.
Yasanın dayandığı anlaşmada bir Alman koordinatör var.
Rektörlüğün, senatonun ve idari kurulun faaliyetleri hakkında kendisine bilgi
arz ediliyor, danışılıyor. Fakültelerde ise Alman fakülte koordinatörleri var.
Anlayacağınız araziyi, binayı, altyapıyı sağlayıp, sürekli giderlerini
karşılayacağımız bu güya devlet üniversitesinde rektör ve dekanlarımız Alman
koordinatörlerin vesayeti altında görev yapacaklar. Kusura bakmayın, böylesine
devlet üniversitesi denmez, koloni üniversitesi denir.
Yıllardır Almanya’da 3 milyona yakın vatandaşımız için entegrasyon, uyum sorunu bahane edilir. Ne bizler ne oradaki
vatandaşlarımız ne yapsak yaranamayız. Sonunda, yabancılar konusunda güya en
yumuşak olan Yeşiller Partisinin eski Dışişleri Bakanı Joschka
Fischer kafalarının arkasındakini söyledi, “Türkler
için en iyi entegrasyon asimilasyondur.” dedi,
kurtuldu. Hiç izaha, yoruma gerek yok.
Alman eğitim sisteminde ortaöğretim üç kategoridir. En üstteki Gymnasium’larda Türk öğrenci sayısı elin parmaklarını
geçmez, yani önleri daha ortaöğretimde tıkanır. İkinci kategoride Realschule’ler vardır, üç beş Türk öğrenciye lütfen
rastlarsınız. En alt kademelerde en vasıfsız Alman öğrenciler için mevcut Hauptschule’ler ise Alman’dan çok Türk öğrenciyle doludur.
Bu da belki bir meslek eğitimine katılırlarsa, bir işte çırak diplomasını alma
imkânını sağlar onlara. Tabii, bu Türk çıraklar Alman iş yerlerinde iş
bulamayacakları için Türk iş yerlerinde çırak olmak için akraba, hemşehri aramaya başlarlar; sonunda kaderleri Türkiye’deki
gençlerle aynıdır: “Ne iş bulsam yaparım.” Ama Almanlar nezdinde, işlerini
ellerinden alan, işsizliğin ve ekonomik krizin sorumlusu sadece Türklerdir.
Şimdi, işsizlik konusuna değinelim: AKP sayesinde dünya işsizlik
sıralamasında ilk üçte yer almaya başladık. Son bir araştırma vardı, herhâlde
izlediniz. Gayriresmî 7 milyona yaklaşan işsizlik
22-25 milyon insanımızı, yani aile ferdini etkilemekte. İşsizlerin yüzde
42’sini evinde hiç çalışan olmayanlar teşkil ediyor, yani bu evler aç.
İşsizlerin yüzde 25’i üniversite mezunu ve bunların yüzde 36’sı sigortasız,
yüzde 32’si ise asgari ücretle çalışmaya razı. İşte, üniversite mezunlarımızdan
manzaralar.
Konuya dönelim: Üniversite kurulacaksa neden İstanbul? Neden
Boğaz’da Beykoz ve neden orman arazisi? İstanbul’daki bir avuç ormandan AKP
yandaşlarınca yağmalamakla bitmeyen kısmı da sözde Alman dostluğuna mı peşkeş
çekilecek?
Sayın Başbakan Almanya’da Türk lisesinden bahsedince Alman basını
haddini bilmezlikle suçladı. Alman muhalefet sözcüsü “Bu, Almanya’ya
hakarettir.” dedi. Alman Başbakanı ise “belki” ile,
“bir gün” ile, “fakat” ile savuşturdu. Biz burada neyi tartışıyoruz?
Gelmişken Alman Başbakanına jest yapalım konusunu da aydınlatmakta
fayda var. Kime, neyin jestini yapıyoruz? Şansölye Merkel
gayet açık ifadeyle fikirlerini söyledi. “Ankara Protokolü’nü imzaladınız;
liman ve havaalanlarınızı Rumlara açın. Vize konusunu aklınıza bile getirmeyin.
Avrupa Birliği için 35 başlıktan 27-28’ini açabilirsek, adı olur ‘imtiyazlı
ortaklık’ işte bizden bu kadar.” İşte, Bayan Merkel’in
söyledikleri. Tabii, kapalı kapılar ardındakileri bilemiyoruz. Ziyaret sonucu
bizim açımızdan fiyasko. Kimse allayıp pullamaya kalkmasın.
Tabii, Frau Merkel’in
Deniz Feneri’ne açıktan değinmemesi…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
KAMİL ERDAL SİPAHİ (Devamla) – Evet, Frau
Merkel’in Deniz Feneri olayına açıktan değinmemesi AKP
için büyük nezaket ve incelik.
Bir de barış güvercini komedisi var. “Biblo” deseniz değil, bir
parça alçıya boyanmış, güvercin mi tavuk mu belirsiz bir garip mahluk. Bir de yazı eklenmiş; ben ne yazıldığını okudum,
anlayamadım, Sayın Başbakan herhâlde bu kuş açılımını anlamıştır.
Karşılığında altın taktık Frau Merkel’e. Her zamanki Batı kompleksi,
hacıağa kafası. Güya jest yaptık; evet, Beykoz ormanlarını yağmalayıp jeste
devam edelim.
Yüce Meclise saygılar sunarım. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Sipahi.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, oylamadan evvel yoklama
istiyorum.
BAŞKAN – Soru-cevap var efendim. Onu dikkate alacağız.
Sayın Taner…
RECEP TANER (Aydın) – Sayın Bakan, özel ve devlet üniversitelerini
açmak için aradığınız kriterler nelerdir ve bu
görüştüğümüz Türk-Alman Üniversitesi bu kriterlere uygun mudur?
Bir diğeri: Anayasa’ya göre ülkemizde kurulan üniversitelerin adil
ve dengeli bir şekilde ülkeye yayılması gerekmektedir. Mevcut
üniversitelerimizin yüzde kaçı üç büyük ilimizdedir?
Bir de, son olarak, kaç üniversite için kuruluş kanunu Mecliste
beklemektedir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Taner.
Sayın Çelik…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Çelik yok efendim.
BAŞKAN – Peki, Sayın Çelik yok.
Sayın Işık…
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, bu Türk-Alman Üniversitesine 1.200’ün üzerinde
akademik, 400’ün üzerinde de idari olmak üzere çok sayıda kadro verilmiş
bulunmaktadır. Acaba bu kadro kullanımı nasıl planlanmıştır? Örneğin 2010 yılı
için bu kadroların kaçına kullanım izni verilmesi düşünülmektedir?
Hâlen ülkemizde birçok üniversite olduğu gibi Kütahya’da kurulmuş
olan Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesinin iki yıl önce çıkarılan kadro
kanununa rağmen bir adet kadrosu dahi bugüne kadar kullanım izni verilmediği
için kullanılamamıştır.
Tekrar soruyorum, Kütahyalılar adına, özellikle bu defa da size
sözlü soruyorum: Bu kadroları niçin serbest bırakmıyorsunuz?
2) Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi kadroları ne zaman serbest
bırakılacak?
3) Bu nedenle kapanmak üzere olan Tıp Fakültesindeki 25 öğrencinin
vebalini kim yüklenecektir?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Işık.
Sayın Birdal…
AKIN BİRDAL (Diyarbakır) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın Bakanımdan şunu öğrenmek istiyorum: Dün gece
Diyarbakır’da, Dicle Üniversitesinde önceki gün öğrenci grupları arasındaki bir
gerilim fırsat bilinerek, dün gece, güvenlik güçleri, ağır silahlarla Dicle
Üniversitesi yurdu kantinini bastılar ve daha sonra, bir olayın çıkacağından
kaygı duyan avukat arkadaşlarımız ve İnsan Hakları Derneği yöneticilerinin
araya girmesiyle, gece yarısı bir sorunun çıkması önlendi. Yani, Alman Üniversitesi, Alman-Türk Üniversitesi veya Türkiye'nin
üniversiteleri… Bu üniversitelerin demokratikliğini, güvenliğini ve özgürlüğünü
nasıl sağlayabiliriz? Bunu öğrenmek istedim.
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Birdal.
Buyurunuz Sayın Bakan.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Öncelikle, soruların başında gelen Türk-Alman Üniversitesinin
niçin İstanbul’da kurulduğu… Aslında bu konuda, hem kanunun
sunuşuna ilişkin yaptığım konuşmada hem daha önceki soru-cevap bölümünde
verdiğim cevaplarda, özellikle büyük kentlerimizde yaşayan nüfusun,
yükseköğrenime talebi karşılamaktan çok uzak olduğu, yani her ne kadar
üniversitelerimizin Anadolu’ya yayılması ve her şehirde bir üniversitenin,
üniversitenin gelişmesine, sosyokültürel dokusuna katkı sağlamak amacıyla
yayılıyor olsa dahi, hâlihazırda İstanbul, nüfusu itibarıyla, mevcut üniversite
sayısı itibarıyla çok daha fazla üniversitenin kurulmasını kaldırabilecek bir
şehir ve yükseköğrenim görecek genç nüfusun sayısı itibarıyla de bu açık devam
ediyor. Dolayısıyla, üniversitelerin bu büyük illerde yoğunlaşıyor
olmasının bu taleple de doğru orantılı olduğunu ifade etmek isterim.
“Şu anda Mecliste kaç tane daha üniversitenin kuruluşu
bekleniyor?” diye bir soru geldi. Vakıf üniversitelerinin kuruluşuna ilişkin
bir düzenleme önümüzdeki hafta itibarıyla gelecek ve şu anda mevcut kuruluş
safhasında Mecliste bekleyen üniversite sayısı altı.
Dumlupınar Üniversitesinin kadrosuna ilişkin 2009 yılında…
Yani, hiç kadro izni verilmediğini
söylediniz. 2009 yılında izin verilen kadro sayısı 99 öğretim görevlisi izni
verilmiş durumda.
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Sayın Bakan, sizi yanıltıyor bürokratlarınız, yapmayın lütfen. Dumlupınar
Üniversitesinin diğer fakültelerine verilen kadrolardır bunlar. Bunun yazılı
cevabını da verdiniz.
BAŞKAN – Sayın Işık… Sayın Işık, lütfen…
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Üniversitelerin
dağılımına ilişkin bir soru soruldu. Diğer illerde 88, Ankara, İstanbul ve
İzmir’de toplam 51 olmak üzere toplam şu anda 139 üniversitemiz var.
Sayın Birdal’ın soru olarak yönelttiği Dicle
Üniversitesinde yaşanan meseleye ilişkin olarak yazılı olarak cevaplandırayım
Sayın Başkan.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Daha süremiz var.
Sayın Ersin, buyurun.
AHMET ERSİN (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakana, aracılığınızla sormak istiyorum: Uşak Eşme’deki
Yatılı İlköğretim Okulunda iki ay kadar önce müdür yardımcısı ve bir
hizmetlinin adının karıştığı çocuk yaştaki kız öğrencilere tecavüz ve taciz
olayını biliyoruz. Daha sonra 22 Mart günü Umut Balık isimli çocuk, on
yaşındaki Umut Balık kayboldu ve dün gece cesedi bulundu.
Bu okulda üst üste bu tür olayların, sorunların ortaya çıkması ve
okulda bir güvenliğin olmaması, okuldaki güvenlik kameralarının her iki olayda
da devre dışı kalmış olması, acaba, Sayın Millî Eğitim Bakanına bir sorumluluk
yüklüyor mu, kendisini sorumlu hissediyor mu?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Ersin.
Sayın Işık…
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Sayın Bakan, özellikle bu konuyu tekrar hatırlatmak istiyorum. Size verilen
cevap söz konusu üniversitenin diğer fakültelerine 2009 yılında verilen
kadrolardır. Sizi kim yanıltıyor ise bunu lütfen araştırınız. Yazılı cevapla da
sizi yanıltmışlardır. Ben bu konuyu bizzat Sayın YÖK Başkanıyla da görüştüm.
Dolayısıyla tıp fakültesine verilen bir tane dâhi kadro yoktur. İki yıla yakın
süredir 1 kadronun dâhi kullanım izni verilmemiştir. Lütfen bu konuyu takip
ederseniz Kütahya adına teşekkür edeceğim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Işık.
Son olarak Sayın Özensoy…
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Dün konuşmamda dile getirdiğim kantincilerle ilgili hassasiyetiniz
sabıka kaydı istemenizle alakalı… Bunun yanında İŞKUR’la
birlikte yapılan çalışmada, bu sizin hassasiyetinizi göstermeyen, ilkokul
diplomasının dışında herhangi bir şey istemeyen, dolayısıyla 1.700 kişinin
içerisinde sakıncalı insanların da olabileceğinden hareketle, bu işle alakalı
sorumlular hakkında herhangi bir soruşturma yapmayı düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Özensoy.
Buyurunuz Sayın Bakan.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKCU (İstanbul) – Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan.
Son sorudan başlayayım. Dün, zannediyorum soru-cevap bölümünde
eksik bıraktığım bir konuydu. “Kantincilerle ilgili yaptığınız çalışmanın
benzerini İŞKUR’la yürütülen çalışmada düşünüyor
musunuz?” demiştiniz. İŞKUR tarafından düzenlenen Toplum Yararına Çalışma
Projesi çerçevesi içerisinde Bakanlığımız bünyesinde ve diğer bazı
bakanlıklarda çalışma yürütülüyor biliyorsunuz ve bizim istediğimiz belgenin
sadece “İlkokul mezunu olmak” olduğunu söylüyorsunuz. Bu belgeler ve çalışma
koşullarına ilişkin tüm belgeler İŞKUR bünyesinde toplanıyor. Dolayısıyla biz İŞKUR’un düzenlediği ve yürüttüğü personelin uygun
olanlarının bize gönderilmesi sonucu bir çalışma yapıyoruz. Bu belgelerin ve
evrakların ben İŞKUR tarafından da temin edildiğini ve istendiğini biliyorum.
Sayın Ersin bir soru sordu. Uşak Eşme Yatılı İlköğretim Bölge
Okulunda meydana gelen maalesef elim hadise nedeniyle… Gerçekten Uşak Eşme’de 28/12/2009 tarihinde de meydana gelen birtakım hadiseler
oldu ve bu hadiseler çerçevesinde Bakanlığımız tarafından çok kapsamlı bir
soruşturma yürütüldü ve bu soruşturma neticesinde Eşme Yatılı İlköğretim Bölge
Okulu öğretmenleri ve müdürleri, müdür başyardımcıları hakkında yasal işlem
yapıldı ve yöneticileri değişti.
Bu çerçeve içerisinde, yaklaşık on gündür kayıp olan ve
maalesef, dün gece itibarıyla cesedine ulaşılan Umut Balık isimli çocuğumuzun
da ölümünden tabii ki çok derin bir üzüntü duymaktayım ama bunun yanı sıra, her
ne söz konusu olursa olsun hiçbir sorumlunun yaptığı ve sorumluluğu alanına
giren hiçbir konunun tarafımdan örtbas edilemeyeceğini ve edilmeyeceğini, bu
konuda en yüksek düzeyde sorumluluk ve hassasiyet gösterdiğimi Genel Kurulla bu
vesileyle paylaşmak isterim.
Yürütülen soruşturma neticesinde, ilk etapta, o gece nöbetçi olan
ve sorumluluklarını yerine getirmeme ihtimalleri yüksek gözüken nöbetçi
öğretmenlerimiz açığa alındı. Diğer soruşturmalarımız da ayrıntılı olarak
sürüyor. Sonuçlandıktan sonra, sorumlular hakkında durum netleştikten sonra
bunu da kamuoyuyla paylaşmak istiyorum ama her şeyden önce, aileye başsağlığı
diliyorum ve sabır diliyorum.
Bunun dışında, sanıyorum tamamlandı Sayın Başkan.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Bakan.
III.- YOKLAMA
(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)
BAŞKAN – Yoklama talebinizi yerine getiriyorum efendim.
Sayın Anadol, Sayın Aslanoğlu,
Sayın Özdemir, Sayın Ersin, Sayın Güvel, Sayın Keleş,
Sayın Gök, Sayın Kart, Sayın Çöllü, Sayın Oyan, Sayın Süner,
Sayın Altay, Sayın Hacaloğlu, Sayın Kesici, Sayın
Ünsal, Sayın Günday, Sayın Diren, Sayın Yıldız, Sayın
Köktürk.
Üç dakika süre veriyorum efendim.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın İlknur İnceöz? Yok.
Sayın Sabahattin Cevheri? Burada.
Sayın Atilla Koç? Burada.
Sayın Hasan Altan? Burada.
Toplantı yeter sayısı vardır.
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
4.- Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/769) (S.
Sayısı: 486) (Devam)
BAŞKAN – 6’ncı maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… 6’ncı madde kabul edilmiştir.
Tasarının tümünü oylamadan önce oyunun rengini açıklamak
üzere, lehte, Tunceli Milletvekili Kamer Genç.
Buyurunuz Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
486 sıra sayılı Türkiye’de Türk-Alman Üniversitesi Kurulmasına
İlişkin Yasa Tasarısı’nın tümünün oylanmasından önce oyumun rengini belirtmek
üzere söz almış bulunuyorum. Hepinize saygılar sunuyorum.
Şimdi, değerli milletvekilleri, geçenlerde Türk-İtalyan
Üniversitesini kurma kararını aldık, şimdi Türk-Alman Üniversitesini kurmak
üzere karar aldık, yarına Türk-Amerikan Üniversitesini kurmak üzere karar
alacağız, Türk-Fransız… Herhâlde böyle gidiyor! Tayyip Bey, işte herhâlde
kendisine gelen bu konudaki istekleri geri çevirecek durumda da değil. Bence bu
İstanbul’un… Evvela Anayasa’nın 130’uncu maddesine aykırı bu
tasarı. Çünkü Anayasa’nın 130’uncu maddesinde der ki: “Üniversiteler
devlet eliyle kurulur veyahut da özel kanunla vakıf tarafından kurulur.” Şimdi
devletin gidip de özel bir kişiyle birlikte ortak üniversite kurması veyahut da
yabancı bir devletle kurması bana göre 130’uncu maddeye aykırı. Çok açık bir hüküm yani. Dolayısıyla bana göre 130’uncu
maddeye aykırı bir tasarı. Ama tabii bunun üzerinde durulmuyor. Zaten AKP’nin
de Anayasa’nın pek öyle üzerinde durduğu yok. Şimdi zaten “Anayasa” diye bir
kavram da yok kendilerinde.
Değerli milletvekilleri, yeni bir Anayasa değişikliğine giderken
gerçekten Türkiye’de yargı yetkisini gasp etmeye çalışan bir siyasi iktidar
var.
ÜNAL KACIR (İstanbul) – Ya bırak Anayasa’yı!
KAMER GENÇ (Devamla) – Ve burada şimdi ceviz kabuğunu doldurmayan
şeyler tartışılıyor: “Mehmet Ali Şahin Anayasa teklifini imzaladı mı, imzaladı
mı?” Yahu Anayasa’ya göre bunu imzalamasını engelleyen bir şey yok.
VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Açıklama yaptı bugün.
KAMER GENÇ (Devamla) – Meclis başkanlarının yapamayacağı herhangi
bir şey yok. Var yok, bunu bile tartışma konusu yapmak cehaletin eseri! Yani
Mehmet Ali Şahin’in maalesef bu Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
seçilmesi çok büyük talihsizlik olmuştur.
Soru önergesini veriyoruz sayın milletvekilleri. Diyoruz ki: “Bak,
İstanbul’da Birinci Ordu Komutanını tevkif etmeden önce Adalet Bakanı
Müsteşarıyla, onu tutuklama kararını veren hâkim görüşüyor. Hem de beş buçuk
saat görüşüyor. Peki, o görüşmeden sonra bu tutuklama kararı veriliyor.”
Diyorum ki: “Burada bu kararı veren hâkim tarafsızlığını yitirmiştir.
Dolayısıyla hâkimlerin tayin ve nakil meseleleri Hâkimler ve Savcılar Kuruluna
ait olmasına rağmen neden bu hâkimi görevden almıyorsunuz?” Mehmet Ali Şahin
bana diyor ki: “Efendim, bu soru, 96’ncı maddedeki soru niteliğinde değil.”
Yahu, şimdi Mehmet Ali Bey, sana özel bir ders mi verelim, hangi sorular 96’ncı
maddenin kapsamına giriyor veya girmiyor!
Diyorum ki: “Abdullah Gül, Çankaya’da oturan Abdullah Gül…
ÜNAL KACIR (İstanbul) – “Sayın”, “Sayın.”
KAMER GENÇ (Devamla) – … yurt dışına
yaptığı şu seyahatlerde ne kadar para harcamıştır?” Diyor ki: “Hayır efendim,
burada kaba ve yaralayıcı söz var.”
Yahu, değerli milletvekilleri, bu Mehmet Ali Şahin’e söyleyin de
kaba ve yaralayıcı söz nedir bir öğrensin bakalım. Yani “Çankaya” söylemekte mi
kaba ve yaralayıcı söz? Ayrıca da “Abdullah Gül” demek de mi kaba ve yaralayıcı
söz?
Kaldı ki 96’ncı maddede “kaba ve yaralayıcı söz” diye bir kavram
yok. Ama orada oturmuş, ondan sonra, maalesef kendi aklına esen ve hukukla,
mantıkla ilgisi olmayan gerekçelerle sorduğumuz soruları geri çevirerek, AKP
İktidarı ve onun bakanları tarafından yapılan suistimalleri
âdeta bir zırh germek suretiyle engellemeye çalışıyor.
Şimdi, bana göre, Mehmet Ali Şahin’in yaptığı en büyük ihlal
Anayasa ihlalidir. Anayasa’nın 4’üncü maddesine göre diyor ki: “Türkiye
Cumhuriyetinin işte şu şu maddelerine aykırı,
değiştirilmesine dair teklif verilemez.”
Daha önce, biliyorsunuz, 411 oyla kabul edilen Anayasa
değişikliğini Anayasa Mahkemesi iptal etti. Şekil değil esasa girdi. Niye esasa
girdi? Ben, burada… Anayasa’nın temel ideolojisini, temel kuruluşunu, devletin,
işte laik düzenini, hukuk devleti ilkesini eğer sen ihlal edersen, bu, şekil
değil, Anayasa’nın esasından ihlal edilmesi şeklindedir ve bunu iptal etti.
Buna benzer daha Anayasa Mahkemesinin kararları var.
Burada da Mehmet Ali Şahin’e düşen, bu teklifi komisyona sevk
etmeden, bunun Anayasa’nın 2’nci maddesine aykırı olan maddelerinin tekliften
çıkarılması için geriye iade etmesi lazım ama nerde… Mehmet Ali Bey, Tayyip
Bey’in âdeta bir emir eri gibi hareket ediyor. Böyle bir Meclis Başkanlığı
olmaz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
KAMER GENÇ (Devamla) – Arkadaşlar, bu makamlarda oturmak önemli
değil, o makamların gereğini yapacak dirayeti, basireti göstermek önemli. Yoksa, orada ne emrediliyorsa yapmak… Buna o zaman gerek de
yok, boş sandalye daha iyi yani! Orada boş sandalyeyi bırakalım, orada gelenler
boş geçsin diye! Böyle bir şey olmaz, böyle bir hukuk düzeni olmaz.
Kaldı ki, şu memlekette bu kadar aç, çıplak, yoksul insan varken,
bunları bir tarafa iterek, efendim, Anayasa’yı gündeme getirmek bu milletle
alay etmektir, bu milletle eğlenmektir.
Maalesef, AKP’nin bir huyu var “Acaba nerede bir mağduriyeti
oynarım da işte o mağduriyet yolunu bulup seçime giderim.” gibi bir oyun
içindedir ve işte, efendim, yok “Yargının karşısında aciz kaldık…”
Tayyip Bey diyor ki “En verimli yerde bana iş yaptırmadı.” Yahu,
Tayyip Bey, sen ne getirdin de yaptırmadı? Her gün yurt dışındasın, her gün
yurt dışındasın. Yahu, biraz vicdanlı ol, gelip şurada otur! Şu, Allah… Yahu
utanır insan bu sıralardan, utanır ya, utanır! Nerede bu bakanlar? Bu başbakanlar
nerede yahu? Nerede? Utanır yahu, utanır. Şu manzara değer vermiyor, bu manzara
size değer vermiyor, böyle şey olur mu? (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Devamla) – Yahu, böyle bir şey olmaz.
BAŞKAN –Sayın Genç Teşekkür ediyoruz.
Aleyhte, Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt
Aslanoğlu. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Aslanoğlu.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hepinize saygılar sunuyorum.
Değerli arkadaşlarım, hiçbir üniversitenin kurulmasında kimse
aleyhte olamaz. Ama, ama…(AK PARTİ sıralarından
gürültüler) Bu ülkede bulunan devlet üniversitesinin bütçesini kim yapıyor?
Bütçesi yapılıyor ve buradan geçiyor. Şimdi acaba bu üniversitenin bütçesini
kim yapacak? Almanların yönettiği bir üniversitemin… Bir üniversitemin… Şimdi,
devlet üniversitem, devlet üniversitelerim son derece yokluk içinde, döner
sermayeleri maaşa giderken devlet üniversitelerdi bir sürü ödenekten yoksun
iken, acaba bu üniversitede bütçe nasıl yapılacak? Ve
Almanların yaptığı bütçeyi acaba YÖK aynı şekilde onaylayıp ve bir şekilde,
Maliye Bakanlığından, Millî Eğitim Bakanlığından aynı şekilde istedikleri her
kuruş para geçecekse, benim devlet üniversitelerim perişan hâlde beklerken
acaba bu üniversitenin her istediği kuruş verilecekse benim gönlüm buna razı
olmaz arkadaşlar benim devlet üniversitelerimle aynı şekilde, aynı ödeneklere
sahip değil ama bu üniversiteye Alman yöneticilerin istediği her türlü ödenek
verilecek ve öbür üniversitelerim fakruzaruret içinde
olacak.
Değerli arkadaşlarım, buradan YÖK’e sesleniyorum. Millî Eğitim
Bakanlığı Yükseköğretim Genel Müdürlüğünün elinde, hangi üniversitenin kaç
kadro açık olduğunun tek tek rakamı var. Acaba YÖK ne
iş yapar? Bu üniversitelerim yıllarca kadro isterken bu kadrolar verilmiyorsa,
acaba ey YÖK ,bunun hesabını sormak senin görevin
değil mi; bu üniversitelerdeki çocuklarımın en iyi öğretimi görmesi senin
görevin değil mi? Ama Türkiye’de her üniversitenin -altını çiziyorum-
Yükseköğretim Genel Müdürlüğüne baksın, orada var. Hangi üniversitede kaç kadro
açığı var? Yıllarca istiyorlar. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi ne zamandan beri
kadro istiyor? Ve Türkiye’de her üniversite… Demin Kütahya milletvekilim
söyledi, “Kadro verdik.” diyorlar. Hayır arkadaşlar,
serbest kadro. serbest bırakılmıyor.
Şunun için buna karşıyım: Bu üniversite her türlü olanağa sahip
olacak, varsın olsun. Orada yetişen çocuklarımla gurur duymak da benim görevim
ama aynı şekilde, aynı duyarlılıkla diğer üniversitelere duyarlılık göstermeyen
bir YÖK acaba bu üniversitenin bütçesini, Almanların yönettiği ve onların
gönderdiği bütçeyi onaylayacak ve her istediği parayı verecek arkadaşlar. Ben
bunu söylemek istiyorum.
Tabii bir başka konu, yine vakıf üniversitelerinin yerleşkeleri,
arkadaşlar. Yine söylüyorum, komisyonda söyledim. Adı “vakıf üniversitesi”,
yüksekokul veya fakülte açıyor. Çocuklarımızın öğrenim gördüğü yerlerin,
hepimizin çocuğu girdiği zaman hepimiz ondan rahatsız olmamalıyız ama öyle
yerlerde öyle yüksekokullar açılıyor ki, öyle fakültelere izin veriliyor ki,
çocuklarımızın oraya girmesinde sakıncalar var arkadaşlar. Maalesef,
bu konuda YÖK’ün daha duyarlı olması lazım. Bir fakülte ve yüksekokul
izni verirken, açılacak yerin kesinlikle bizim çocuklarımızın gidebileceği
yerler olması lazım ama mezbele, bir şekilde sokak aralarında, giriş çıkışlarda
sorunları olan birtakım yerler var arkadaşlar. Ben bunu bir kez daha
uyarıyorum. Artı…
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – O yerlerin
isimlerini açıklayın.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Efendim size söyledim, YÖK’e de
söyledim.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – O üniversiteler ne
zaman kuruldu, nerede kuruldu, lütfen açıklayın.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Söyledim, Komisyonda söyledim.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – İsimlerini
söyleyin, kamuoyu duysun.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Ben burada okul ismi vermek
istemiyorum. Ben sizi uyarıyorum.
İki, artı… Artık YÖK şunu kitabına yazsın: İlla bina olacak… Hayır arkadaşlar, Türkiye’de artık… Yani elli yıl işletme
hakkı verilen binalar da olabilir, illa tapu yerine… İlla tapu diyor. Yani çok
kötü bir yerde bir tapu olacağına, şehrin göbeğinde, çok iyi bir yerde, elli
yıl eğer kullanma hakkı verilen, vakfa verilen bir yer varsa, YÖK’ün artık bunu
kabul etmesi lazım, bu okulda, bu yerleşkede öğretime izin vermesi lazım.
Maalesef…
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Eskidendi…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Hanımefendi, ben, Sayın Bakan…
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Kast ettiğiniz okul
çok eski.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – …bu olaylar oldu mu olmadı mı,
var mı yok mu onu soruyorum…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu, lütfen
konuşmanıza devam edin.
Sayın Bakan, müdahale etmeyiniz lütfen.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – “Eskiden” diyor da ben bunu
soruyorum. (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Bu olaylar var mı, yok mu? Ben bu olaylar oldu mu olmadı mı, oluyor mu olmuyor mu…
BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu, lütfen Genel
Kurula hitap ediniz.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Ama,
siz “eskidendi” diyorsunuz, demek ki var. Varsa, o zaman ben bunları düzeltin
diyorum.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Şu anda yok ama.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Nasıl yok?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – “Varmış” diyorsun.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – “Varmış” diyor işte, “varmış”
diyor.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Kim diyor onu?
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Bunu görüp söylüyorsam,
uyarıyorsam daha ne istiyorsunuz?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – “Doğruları söyle” diye uyarıyor seni.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Uyarıyorum.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Uyarıyor, “Ben Komisyonda söyledim.”
diyorsun. Burada da söyle doğruları.
BAŞKAN – Karşılıklı konuşmayınız lütfen… Sayın Elitaş…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Vakıf adını, üniversite adını
vermek bana yakışmaz. Sadece diyorum, böyle okullar var mı? Bakın, gezin,
göreviniz. Bakın… Yani bu çocuklarımızın yöre olarak, eğitim göremeyeceği
yöreler varsa bu okulları taşıttırın. Bunları kapayın demiyorum, ben size yol
gösteriyorum ve bunu söylemek de benim görevim.
Hepinize saygılar sunarım, teşekkür ederim. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Aslanoğlu.
Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Tasarı kabul edilmiştir ve kanunlaşmıştır.
Yirmi dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 16.23
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 16.51
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN
(Bingöl), Fatih METİN (Bolu)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
81’inci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
5’inci sırada yer alan, Ankara Milletvekili Haluk İpek’in;
Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Milletvekili
Seçimi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Kastamonu
Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve 18 Milletvekilinin;
Afyonkarahisar Milletvekili Halil Ünlütepe
ve Denizli Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün; Denizli
Milletvekili Hasan Erçelebi ve 10 Milletvekilinin;
Diyarbakır Milletvekili Gültan Kışanak
ve 19 Milletvekilinin; Şırnak Milletvekili Sevahir
Bayındır’ın; Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri İzmir Milletvekili
Oktay Vural ve Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın;
Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi ve 5 Milletvekilinin Benzer Mahiyetteki Kanun
Teklifleri ile Anayasa Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
5.- Ankara
Milletvekili Haluk İpek’in, Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri
Hakkında Kanun ile Milletvekili Seçimi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi ile Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu
ve 18 Milletvekilinin, Afyonkarahisar Milletvekili
Halil Ünlütepe ve Denizli Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi
ve 10 Milletvekilinin, Diyarbakır Milletvekili Gültan
Kışanak ve 19 Milletvekilinin, Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır’ın, Milliyetçi Hareket Partisi Grup
Başkanvekilleri İzmir Milletvekili Oktay Vural ve Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, Denizli
Milletvekili Hasan Erçelebi ve 5 Milletvekilinin
Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ile Anayasa Komisyonu Raporu (2/636, 2/123,
2/200, 2/288, 2/304, 2/342, 2/364, 2/474, 2/596) (S. Sayısı: 490) (x)
BAŞKAN –Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon raporu 490 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince bu teklif İç
Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında görüşülecektir. Bu nedenle, teklif tümü
üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra
bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.
Şimdi teklifin tümü üzerinde, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu
adına Hakkâri Milletvekili Hamit Geylani.
Buyurunuz Sayın Geylani. (BDP
sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan 490 sıra sayılı Yasa Teklifi’nin tümü
üzerine Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz aldım. Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
(x) 490 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Değerli milletvekilleri, AKP Hükûmetinin
açılım açmazı, başta bu yasa teklifi olmak üzere şu an Adalet Komisyonunda
görüşülen Terörle Mücadele Yasası ve açıklanan Anayasa değişikliği paketi ile
açığa çıkmıştır. Kürt açılımı, demokratik açılım ve eklemeler derken veda
kapanışı projesine dönüşen bu kandırmaca hadise yaşamın her alanında boy göstermektedir.
Görüldüğü gibi, açılış yok, bir ölçüde kapanış var.
Görüşmekte olduğumuz bu yasa teklifi de çözüm noktasında yine
gereken demokratik düzenlemeyi içinde barındırmadığı gibi devletin ve resmî
ideolojinin Kürtlere ve de diğer farklı kültürlere bakış açısını bir kez daha
ortaya koymaktadır. Oysaki Anayasa kadar önemli olan Siyasi Partiler Yasası,
Milletvekili Seçilme Yasası ve Seçim Yasası’nın mutlaka önümüzdeki genel
seçimlere kadar yetişecek biçimde, eşit ve demokratik bir yarış temelinde değiştirilmesi
kaçınılmaz olmuştur. Üstelik bu yasaları değiştirmek için anayasal çoğunluğun
olmasına da gerek yoktur. AKP Hükûmetinin tek başına
bile bu değişiklikleri yapmaya yasal yeterliliği vardır.
Değerli arkadaşlar, kamuoyunda beklenti yaratan ve demokrasi adına
değiştirilmesi kaçınılmaz olan Türkçe dışındaki başka dillerde propagandaya
ilişkin Meclise sunulan yasa teklifinde hiçbir düzenleme yer almazken, alt
komisyonda bu maddede değişikliğe gidilerek sadece sözlü propagandanın
yapılabileceği hüküm altına alınmıştır. Üst Komisyon toplantısında bu maddeyle
ilgili verdiğimiz değişiklik önergeleri de reddedilerek hüküm aynen
korunmuştur. Yasanın bağlayıcı hükmünde “Dilde ve bütün propaganda araçlarında
-tırnak içinde- Türkçe’nin kullanılması esastır.”
denilmektedir. Yapılan değişiklikle “Ancak siyasi partiler ve adaylar seçim
döneminde, Cumhuriyetin Anayasada belirtilen temel niteliklerine, Devletin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı olmamak şartıyla, Türk
vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları yerel dil
ve lehçelerle de sözlü propaganda yapılır.” şekline dönüşmüştür.
Değerli arkadaşlar, bakınız, bu değişiklik bile sistemin, doksan
yıllık Kürtlere ve diğer aidiyetlere bakış açısını çok iyi özetlemektedir.
Böyle bir yazım tekniği ya da formülasyonu, tarihsel
hazımsızlığın bir başka biçimi olarak değerlendirmek gerekir. Neden başka bir
dilde konuşulunca hemen “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne
aykırı” ezberi gündeme geliyor? Bölücülük başka dillerde konuşulunca mı ortaya
çıkıyor? Bizce asıl bölücülük, diğer dilleri yasaklamak, başka kültürleri yok
saymaktır. Teklifteki bu kırıntı değişiklikte bile onur kırıcı ve dili
küçümseyen, basite alan bir bakış açısı hâkimdir. Ayrıca, 40 milyon insanın
konuştuğu ana dili “günlük dil”, “geleneksel lehçe” ve benzeri benzetmeler
olarak yasa maddesine dökmek tarihsel, siyasal ve sosyokültürel bir körlüktür.
Bu da, 21’inci yüzyılda kabul edilmez bir insanlık ayıbıdır.
Bu ayıba rağmen, seçim propagandasında Türkçe dışında başka bir
dilin serbest kalmasını mevcut Anayasa’nın ruhuna aykırı bulanlar bile vardır.
Aslında, biz de ironik bir bakışla bu görüşe
katılıyoruz çünkü öncelikle 82 Anayasası’nın ruhu yoktur. O, ruhsuz bir
mevtadır, insanın varlığı bile o ölü ruha aykırıdır. Onun içindir ki, bu
Anayasa’nın tümden değişmesi 72 milyon yurttaşımızın istem ve özlemidir.
Değişime karşı direnen mantıkla, geçmişten bugüne toplumda var
olan farklılıkların ve çoğulculuğun bölünme nedeni olacağı şeklinde bir fobi
yaratılmıştır. Oysa, çağımız, insan hak ve
özgürlükleri çağı olarak tanımlanmaktadır. Farklı kültürler ve sosyolojik
kategoriler arasında hoşgörü esasına dayalı uzlaşma kültürü çağımızın gelişen,
önemli bir değeridir. Demokratikleşme ve demokratik standartların yükseltilmesi
sonucu bölünmüş, parçalanmış devlet örneği yoktur. Aksine, demokrasi ve insan
haklarıyla zıtlaşan sistemlerde istikrarsızlık, kaos,
kargaşa, şiddet ve değişik biçimlerde çatışmalar olur.
Değerli milletvekilleri, seçim propagandası eşit koşullarda
olmalıdır. Seçim afişleri, pankartları, el ilanları, radyo ve televizyonlarla
yapılacak her türlü propagandanın da yasaksız dillerle yapılması bir
vazgeçilmezliktir. Ayrıca, başka dillerde propaganda yapmanın önündeki tek
engel, Seçim Yasası da değildir, asıl engeli oluşturan, Siyasi Partiler
Yasası’nın ta kendisi. Bu Yasa’nın 43 ve 81’inci maddeleri, herkesin ana
diliyle propaganda yapması önündeki en büyük engeldir. Onun için, ilgisi ve
zorunlu uyum nedeniyle Komisyon toplantısında, anılan Yasa’daki bu maddelerin
değiştirilmesi için verdiğimiz ek değişiklik önergeleri de görüşme gündemine
dahi alınmamıştır.
Seçimlerde temel amaç, aday ile seçmen arasındaki sağlıklı
iletişimdir. Bu iletişimin en doğal yolu, farklı dilleri de kullanabilme
olanağıdır ancak bu yasaklayıcı yasa hükümleri nedeniyle hakkımızda bugüne
değin yüzlerce fezleke düzenlenmiştir. Çağımızda ana dilin yasak konusu
yapılması kabul edilemez; Türkiye bu ayıptan bir an önce kurtulmalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; seçim hukuku, ilgili yasalarla
birlikte bir bütündür. Başta Anayasa olmak üzere, Siyasi Partiler Yasası,
Milletvekili Seçilme Yasası ve Seçim Yasası ile birlikte bir bütün olarak ele
alınmalıdır. Seçim hukukunun en büyük handikabı ise,
yerküresinde rastlanmayan yüzde 10’luk seçim barajıdır. Gerekçesi de sözüm ona
temsilde adaleti ve yönetimde istikrarı sağlamadır. Ne var ki, gerçek anlamda
adaletin olmadığı bir sistemde, yönetimde de demokratik istikrardan söz etmek
mümkün değildir. Nitekim, yaşadığımız son çeyrek
yüzyılın şiddet ve çatışma kültürünün sarmalında tüm acımasızlığıyla toplum
olarak hep birlikte ölme ve öldürme iklimini yaşadık, hâlen de yaşamaya devam
ediyoruz. Yaşanan kaotik ortamın temelinde yatan nedenlerden biri de ret ve
inkârla birlikte, işte, seçim sistemlerinde uygulanan yüzde 10’luk barajdır.
Bakınız, son altı milletvekili genel seçimlerinde milyonlarca
seçmenin iradesi anılan baraj nedeniyle Meclise ne yazık ki yansımamıştır.
Belirgin bir kanıtı da, 2002 seçiminde, seçmen yurttaşların yüzde 49’unun
oyunun Meclise yansımadığını görüyoruz. Bunun anlamı nedir biliyor musunuz
değerli arkadaşlar? Temsilde toplumu bölen yüzde yarımlık ve istikrarda
cehennemî kaos demektir. Seçim barajının yüzde 2 ile 5
arasında belirlenmesi durumunda, Parlamentonun toplumun daha geniş kesimlerini
kapsayacağı ve temsiliyetini sağlayacağı gerçeğini
bütün toplum olarak kabullenmekte ve bilinmekte.
Baraj sistemini öngören ülkelerin demokratik standartları da en
fazla bu oranlar arasındadır. İşte böylesi bir uyum için, Komisyon toplantısında,
yine yüzde 10’luk seçim barajının düşürülmesi için verdiğimiz değişiklik
önergesi de kabul görmemiştir. Oysaki biz demokrasiyi toplum için ve her siyasi
görüş için savunuyoruz. Bakınız, şu an, Meclisteki siyasi partiler dâhil
-Milliyetçi Hareket Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi ve AKP, bütün partiler
dâhil- tüm siyasal geleneklerin partileri bu baraj altında kalmadılar mı
değerli arkadaşlar? Bence açmaya gerek yok. Atatürk’ün partisi -İnönü’den
Ecevit’e, Baykal’a kadar- Özal’ın partisi, rahmetli Türkeş’in partisi,
Demirel’in partisi, bütün partilerin devamları bu baraja takılmışlardır. Onun
için, sarıldığınız hukuksuzluk mutlaka bir gün sizin de ayağınıza dolanacaktır.
Bizim çağrımız, hukuki eşitlik ortaklaşmasıdır. Böylesi bir konsensüsle demokratik katılımı güçlendirilmiş bir yasama
gücü, Türkiye’nin kendi iç dinamikleriyle sorunları çözme kültürünü
geliştirecek ve uluslararası platformlarda da güçlü temsiliyet
sağlanacaktır ve ülkenin itibarının da bu ölçüde demokratik standartlara
ulaşacağı bir gerçek. Ama ne hazindir ki sistem bunu anlamakta zorlanıyor ve
çoğulculuğa karşı da âdeta direniyor.
Değerli arkadaşlar, her açıdan eşit koşullarda başlamayan seçim
yarışının adil bir yarış olduğu kabul edilemez. Yönetme erkini kullanmaya aday
olan siyasal partilerin ekonomik sorunlardan ötürü herhangi bir ekonomik ve
sosyal etki altına girmesinin engellenmesi açısından devlet yardımları
yapılmaktadır ve bu yardımın adil bir şekilde dağılımı öngörülmekte.
Son olarak, 1995 yılında, Anayasa’nın 68’inci maddesinde yapılan
son değişiklikle siyasi partilere devlet yardımı yapılması anayasal güvenceye
bağlanmıştır. Emredici nitelikteki bu düzenlemeyle siyasi partilere yeterli
düzeyde ve hakça mali yardım yapılması ve bu yardımın tabi olduğu esasların
yasa ile düzenlenmesi öngörülmüştür ancak yapılan yasal düzenlemeler,
Anayasa’da öngörüldüğü gibi hakça devlet yardımı yapılmasına olanak
sağlamamıştır.
Yüzde 10 genel seçim barajı nasıl temsilde bir adaletsizliği
oluşturuyor ise devlet yardımı alabilmek için konulan yüzde 7’lik baraj da aynı
eşitsizliği destekleyen diğer bir hukuksuzluktur. Yüzde 7 oy alma zorunluluğu,
tıpkı seçim barajı gibi, çoğunluğu oluşturan partilerin desteklenmesini
öngörmekte ve demokrasinin çoğulculuk ilkesini ortadan kaldırmaktadır.
Değerli arkadaşlar, yine, Komisyon çalışmalarımızda, ilgisi
nedeniyle Siyasi Partiler Yasası’nın bu haksız hükmünü düzenleyen ek 1’inci
maddenin beşinci fıkrasının değiştirilmesine ilişkin verdiğimiz değişiklik
önergesi de gerekçesiz suskunlukla gündeme yine alınmamıştır.
Ekonomik sıkıntılar girdabında, örgütsel yapısını geliştiremeyen,
siyasi bir etkinlik yapamayan ve de geniş kitlelere ulaşamayan bir siyasi
partinin siyasi yaşamda varlığını sürdürmesi oldukça zordur, nitekim,
hâlen Türkiye’de mevcut olan çoğu parti aynı sıkıntılarla karşı karşıyadır.
Ayrıca, bu durum, en başından siyasi partiler arasında eşitliği ortadan
kaldırmakta ve küçük partileri ya yok olmaya ya da marjinal
kalmaya zorlamaktadır. Şu an, tüm yurttaşların siyaseten helal olmayan,
hazineden toplanan, alın teri olan vergilerini, üç parti -trilyonlarca-
aralarında bölüşmektedirler; diğer siyasi partilere karşı devletin bir siyasi
silahı olarak kullanmakta da sakınca görülmüyor. Bence bir empati
yaparak bunu gözden geçirmek durumundayız.
Değerli arkadaşlar, görüştüğümüz yasa teklifi, daha çok seçimlerin
yapılış tekniği ile uyulacak bazı kuralları yeniden düzenlemektedir, kuşkusuz,
olumlu bulduğumuz hükümleri de içermektedir. Bu hukuki
teknikler, pratikte yaşanan sorunları ortadan kaldırma adına kuşkusuz yapılması
gerekiyor ancak baştan beri anlattığımız gibi, seçimlerin demokratik ve adil
olabilmesi, eşit koşullarda yürütülmesi ve eşit koşulların tüm seçmenlere ve o
seçmenleri temsil eden siyasi partilere dağıtılması noktasında, sadece o teknik
anlamda yapılan değişikliklerle güneşin doğuşu, batışı, saatler ya da sandık ve
pusula ebatlarıyla sınırlı kalması mümkün değildir. Seçimlerin adil
olabilmesi için her şeyden önce eşit koşulların yaratılması kaçınılmazdır.
Ayrıca, her seçim bölgesi için propaganda zamanının 06.00 ile 23.00 arasında
olması noktasında -Komisyondaki arkadaşlar da anımsayacaklar- bir ortaklaşma
olduğu hâlde, Komisyon kararına değişik yansımasını hiç de doğru bulmuyoruz ve
anlamakta da güçlük çekiyoruz. Zira, güneşin doğuşu,
en doğudaki ilde çıkış saati, zamanı ayrıdır, İstanbul’da batışı ayrıdır ama
eşitliği sağlaması açısından 06.00’yı başlangıç saati, 23.00’ü de bitiş saati
olarak belirlemiştik ve öyle bir ortaklaşma da yaşamıştık.
Değerli milletvekilleri, sonuç olarak, Türkçe dışındaki başka
dillerde propaganda, seçim barajı, hazine yardımı gibi çok önemli hadiselerin
yanında bu yasa teklifinde yer alan, bağımsız adayların birleşik oy
pusulalarında yer almasının da haksız ve hukuka aykırı bir düzenleme olduğu
görüşündeyiz. Yasa teklifinin 30’uncu maddesi ile düzenlenen birleşik oy
pusulası hakkında vermiş olduğumuz değişiklik önergesi de diğer önergelerde
olduğu gibi dikkate alınmadı ve reddedilerek kapsam dışında bırakıldı.
Milletvekili genel seçimlerine katılan bağımsız adayların birleşik oy
pusulalarında yer alması, uygulamada çok ciddi sorunlara neden olmaktadır.
Birleşik oy pusulalarında yer alan bağımsız adayların sadece isim ve soyisimlerinin yanı sıra, kendilerini tanıtıcı hiçbir
ibarenin olmaması okuma yazma bilmeyen seçmen yurttaşlar bakımından da ciddi
sorunlar oluşturmaktadır.
Özce sunduğumuz bu nedenlerle birlikte maddeler üzerinde
arkadaşlarımızla birlikte çekincelerimizi değişiklik önergeleriyle gündeme
getireceğiz. Ancak, yasa teklifinin bu hâliyle yasalaşmasına karşı olduğumuzu
belirtiyor, Genel Kurulu bir kez daha saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ederim. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Geylani.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili İsa
Gök. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Gök.
CHP GRUBU ADINA İSA GÖK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 490 sıra sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri
Hakkında Kanun ile Milletvekili Seçimi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi hakkında, tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz
aldım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle arkadaşlar, bunu duyurmakta ciddi fayda var: Türkiye,
seçim sürecine girmiştir. Değil mi Haluk Bey? Türkiye, seçim sürecine
girmiştir. Geçtiğimiz günlerde, Anayasa değişikliklerinin halkoyuna sunulması
hakkındaki kanun teklifi yasalaştı. Ardından, Seçim Kanunu, Milletvekili Seçimi
Kanunu’nda değişiklik, bunların tümü, Türkiye'nin artık seçim sürecine
girdiğini gösteriyor. Bir de zaten, Anayasa değişikliklerinin halkoyuna
sunulmasında referandum gündeme gelirse demektir ki tam seçim sathındayız, startı veriyoruz. Hayırlı uğurlu olsun yeni seçim döneminiz.
HALUK İPEK (Ankara) – Sağ olun.
İSA GÖK (Devamla) – Şimdi, bu kanun neden son zamana kaldı? Anayasa’nın
67’nci maddesinin son fıkrasını arkadaşlar biliyorsunuz: Seçim hukukuna ilişkin
değişiklikler seçim tarihinden bir yıl önceden ilişkin dönemde kullanılamaz.
AKP sıkıştı, Haluk Bey çok sıkıştı, farkındayız, o kadar sıkışıldı ki Komisyon
çalışmalarındaki süreler kısmı arkadaşlar çok enteresan oldu. Bir yıllık sürece
girilmesin diye, bakın, Anayasa Komisyonu nasıl çalıştırıldı: 16 Mart tarihinde
Komisyona geldi kanun teklifi, gündem yapıldı, yani salı günü geldi, perşembe
günü 18 Martta toplantıya girdik sabahleyin. Teknik bir
kanun, çalışılması lazım. Alt komisyon kararı çıktı. Alt komisyon hemen
akabinde, 23 Martta, hemen salı günü toplandı. Sabahleyin başladık, gecenin bir
saatine kadar çalışıldı.
AHMET YENİ (Samsun) – Çalışacaksınız, çalışacaksınız.
İSA GÖK (Devamla) – Biz çalışmaktan korkmayız ama eğer ki kanunu
çıkarmakla görevli ve istekli olan AKP bunu çıkaracaksa seçimlerden bu tarafa
geçen üç yıl uyuyup da son bir yıla bir hafta on gün kala “Aman, kanunun
çıkması lazım!” diye bu kadar hata yapılmasına sebebiyet veren değişikliklere
gitmesi gereksiz. Daha önce yapılabilirdi, altı ay önce yapılabilirdi, bu kanun
sindire sindire çalışılır, bir hataya mahal
verilmezdi -teknik bir kanun- ve arkadaşlar, salı günü akşamın bir saati
çalışmamız bitti. Perşembe günü esas komisyona -Anayasa Komisyonuna- çıktı ve
perşembe günü bitti, bu hafta salı da Genel Kurula indi.
Şimdi, sürelere bakarsanız zaten, sıkıştırılmayı görürsünüz. Bu
hızlılık var ama bunun dışında, aslında, bu teklifle beraber yani 16 Martta
havaleyle Komisyona gelip bir anda bu kadar telaşla çalışılırken Mecliste başka
milletvekillerine de açıkça saygısızlık yapıldı, açıkça. Nedir biliyor musunuz
arkadaşlar?
Bakın, bu Mecliste, hangi gruptan olursa olsun ve bağımsız olursa
olsun, milletvekili arkadaşlarımız var. Sayın Ali Rıza Ertemür,
CHP Grubumuzdan, Denizli Vekilimiz ve Halil Ünlütepe,
Afyonkarahisar, bu konuda bir kanun teklifi verdiler,
26 Mart 2008. Sayın Sevahir Bayındır, Şırnak
Milletvekili, Sevahir Hanım 2008’in Kasımında bir
kanun teklifi verdi. Sayın Hasan Erçelebi, Denizli
Milletvekili -Hüseyin Mert ile beraber ve diğer vekil arkadaşları var- 29 Ocak
2009’da kanun teklifi verdi. Çünkü bu kanun, herkesin, milletin iradesinin
buraya yansımasını düzenleyen kanundur, son derece önemli. Sayın Mehmet Şandır,
Oktay Vural, Mehmet Serdaroğlu; MHP Grubunun bir
teklifi var 2008’in Ocak ayında, hiçbirisi bunların, arkadaşlar, gündeme
alınmadı, görüşülmedi dahi. Yine, Mustafa Vural, Hasan Erçelebi,
Denizli Milletvekili; onların teklifi var, 13 Haziran 2008, yine görüşülmedi. Gültan Kışanak, Diyarbakır
Vekilimiz; Gültan Hanım’ın teklifi var 2008’in Temmuz
ayında, görüşülmedi bugüne kadar. Oktay Vural ve Mehmet Şandır’ın
teklifleri var 2008’in Aralık ayında, bugüne kadar görüşülmedi ve Kamer Genç,
Tunceli Milletvekili, bağımsız Vekilimiz; arkadaşlar, onun da teklifi var, 2009
Haziran, yine görüşülmedi. Ama 16 Martta AKP’den Sayın Haluk İpek’in teklifi
geldiği an -bu kadar vekil, bu kadar vekilin teklifi hiç umursanmadı- bir anda
Komisyon toplantısı kondu.
Şimdi, işin komik yanı, arkadaşlar, Anayasa Komisyonunda bu
teklifler toplantıya sunulmadı dahi, teklif sahiplerine haber dahi verilmedi.
Anayasa Komisyonunda sorun dile getirilip konuşulduktan sonra -ki bu teklifler
o günkü, yani 18 Mart tarihli toplantıda hiç kimseye sunulmadı; bir toplantı
oldu zaten- salı gününe alt komisyon kondu, salı günü alt komisyon zamanı bu
tekliflere ulaşıldı. Demek ki bu Mecliste, AKP’li vekillerin, CHP, BDP, MHP,
bağımsızlara göre ayrı bir üstünlüğü var; bizim teklifler nazara alınmıyor. Ama
aslında, bu diğer teklifler incelendiğinde, içinde, adaletin tecellisi,
milletin iradesinin sandığa düzgün yansıması konusunda son derece reel öneriler
var, bu da ayrı bir husus. Alt komisyonda geldi arkadaşlar, alt komisyona kadar
bu teklifler incelenemedi. Zaten, salı gündeminden sonra, çarşamba elimize
ulaşan tekliflerle perşembe günü Komisyona geldiğimizde AKP’li Komisyon üyeleri
dahi bu teklifi ilk toplantıda görmemişlerdi, incelememişlerdi, direkt alt
komisyona girdi.
Tabii, esas farklılıklar böyle de bitmedi. Alt komisyonda bir cansiparane çalışıldı, AKP’li teklif olunca özel bir
muameleye tabi tutuldu. Alt komisyona girdiğimizde arkadaşlar, yine bunlar
konuşulmadı. Bakıyorsun ama bunlar konuşulmadı, bunları masaya yatırmadınız. Az
önce saydığım vekil arkadaşlarımın tekliflerini nazarı itibara… Şöyle bir
baktınız, Türkçesi bu.
HALUK İPEK (Ankara) – Alt komisyon…
İSA GÖK (Devamla) – O zaman onu da açıklayayım Haluk Bey, peki,
siz istediniz, açıklayacağım o zaman onu da.
Şimdi bakın arkadaşlar, bu teklifin adı Haluk İpek teklifi, Ankara
Milletvekili. Bizim Komisyon toplantımızda önümüze getirilen teklif şu idi, biz
de buna çalışarak gelmiştik. Alt komisyon kararı çıktı, ben partim adına
görevliydim. Alt komisyona gelirken de ben yine bizim için önemli olan, Meclisi
de ilgilendiren, İç Tüzük’ün de amir olduğu şekli ben Haluk İpek teklifini
inceleyerek geldim. Toplantıya başladık ama başka bir teklifle karşılaştık; bu
teklife isim vermek lazım -teklifler karışacak- ben de buna Ayhan Sefer Üstün
teklifi dedim çünkü alt komisyon toplantısı salı günü…
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Haluk İpek versiyonunun
kötü bir kopyası.
İSA GÖK (Devamla) – Bilemiyorum… Onu demeyelim.
Şimdi, salı günü alt komisyona gelirken elimizde Meclis
Başkanlığının ve Anayasa Komisyonu Başkanının havaleli olan teklifiyle ben o
kadar çalışma yapmışım, çalışmalarla geldim ama öğrendim ki cumartesi ve pazar
günü, Meclisimiz yokken çalışmıyorken ve Meclis çatısı altında olmaksızın
dışarıda, başka bir yerde -ben merkezi söylemeyeyim- başka bir kanun teklifi
çalışılıyor âdeta. Yepyeni bir metin
geldi, bu metne de Ayhan Sefer Üstün teklifi diyoruz.
AHMET YENİ (Samsun) – Kanunla ilgili bir görüşünüz yok mu Sayın
Vekilim?
İSA GÖK (Devamla) – Öğreneceksin, ona da geleceğim.
Ama böyle bir teklif havale edilmedi, incelenmedi, bizim önümüzde
arkadaşlar otuz üç maddelik yepyeni bir teklif oluştu. Hangisine çalışacağız?
Ama tabii ki AKP Grubunca, Haluk İpek teklifi değil, Ayhan Sefer Üstün
teklifini masaya yatırıp bu maddeler üzerinden tartışacağız dendiği için bizler
de eli mahkûm bu tekliften çalışmaya başladık. Her iki teklif arasında son
derece farklı şeyler var. Bunları sorduğumuzda ise ilk komisyon toplantısında
ortaya dökülen görüşlerden feyiz alındığını -bu feyiz benim kelimem- bu feyzle yeniden teklifin ele alındığını, yeniden yazıldığını
söylediler. Yani alt komisyon aslında Mecliste kurulmuyor, alt komisyon AKP
Genel Merkezinde kuruluyor. Bizim gitmemiz nafile, biz boşuna çabalıyoruz ama
gittik.
Arkadaşlar, her iki teklif farklıdır, birçok maddesi farklıdır.
Madde ihdası vardır, madde iptali vardır; iki farklı tekliftir. Bu iki teklifin
resmî olan komisyona sunuluş tarih ve saatleri arasında hiçbir resmî toplantı
yoktur. Demek ki bu teklif gayriresmî olarak dışarıda
ele alınıp, yeniden pişirilip, Meclis Başkanlığına sunulmaksızın, bir sıra
sayısı, hiçbir numara almaksızın doğrudan alt komisyonun önüne dayanmıştır. Bu
da böyle mi arkadaşlar?
Biz, ona rağmen bu teklif çalışmasında Ayhan Sefer Üstün
teklifinin daha makul, milletin iradesinin sandığa yansıyıp buraya kadar,
mahallî idareler seçimleri dâhil… Çünkü bu kanun bir temel kanundur, yalnızca
milletvekili değil mahallî idarelere de uygulanacaktır. Biz grup olarak
elimizden geldiğince bu teklifi düzeltmeye, uygulanabilir kılmaya ve adilliği
sağlamaya çalıştık, çalıştık ama yine de bu teklifte anlaşamadığımız ve o
yüzden muhalefet etmek zorunda kaldığımız hususlar ortaya çıktı.
Şimdi, arkadaşlar, 1’inci maddesinde… Ha, bir şey daha söyleyeyim:
Bakın, Sayın İpek, seçim süreci başladı ama yakın çağ tarihimiz bir şey
gösteriyor, bir şey diyor: Seçimlere az süre kala seçim hukukuyla oynayarak,
seçim kanunlarıyla oynayarak, seçim hukukunun üstüne bir abluka kurarak
egemenlik sağlamaya çalışan tüm partilerin sonu ilk seçimde hüsran olmuştur. Bu da bir gerçeklik. Bunu tarihe not düşmek için söylüyorum,
en geç bir yıl sonra olacak seçimlerde de bir hüsran bekliyor.
Şimdi, arkadaşlar, bu teklifte iyi şeyler de yok değil, var.
Mesela, çerçeve 1’inci maddede biz Yüksek Seçim Kuruluna temsilci olarak, son
seçimlerde en çok oyu almış dört siyasi parti ve bir de -düşünerek- grubu
bulunan partinin Yüksek Seçim Kuruluna temsilci vermesini -1 asil, 1 yedek-
kabul ettik. Sonuçta bu oylarla buraya tecelli edecek olan, iradeye yansıyacak olan
partilerin YSK nezdinde bu oylarının takibini yapması lazım. Şu anda deniliyor
ki, dün bana söylendi, bunun Anayasa 79’a aykırılık olabileceği… Tüm partilerin
ortak kararından geri dönüş sinyalleri veriliyor, bunu yapmayın. YSK’da her parti mutlaka bir temsilci bulundurmalı, Anayasa
79’a aykırılık yoktur, üye değiller, oy kullanmayacaklar. İtirazların,
denetimin YSK nezdinde daimî kılınmasını sağlamak istiyoruz. Lütfen bu adımdan
geri dönmeyin arkadaşlar.
Ama bununla beraber başka sorunlar da var. Şimdi, bakın, bir ana
makine var, HAVELSAN’da olduğu söyleniyor. Seçim
kurullarında manuel olarak “SEÇSİS” dediğimiz,
Bilgisayar Destekli Merkezî Seçmen Kütüğü Sistemi’ne girilen oyların Ankara’ya
gelip buradan dağılması sürecinde bir de o ana makinenin kontrolü gerekiyor. Bu
ana makine sebebiyle mutlaka her siyasi parti -o dört parti ve grubu bulunan
partiler buna dâhil olmak üzere- bilgisayar, yazılım, işletimden anlayan bir
uzman marifetiyle orada bulunmalı, sisteme giriş değil, kontrolünü yapmalı.
Bizim amacımız, milletin oyunun, sandığa giren oyun aynen çıkışını sağlamak,
arada her türden girişe, oyuna, yasa dışılığa izin vermemek.
Arkadaşlar, iki: İlçe seçim kurullarında mutlaka ve mutlaka -bunu
konuştuk, hüküm altına altık, geri dönmeyin- ilçe seçim kurullarında manuel olarak sandık seçim sonuçları girilirken, SEÇSİS’e girilirken, o son tuşa basmadan önce herkes bir
ekranda, tüm partiler, müşahitleri gelen sandık sonuçlarını okurken görebilmeli
ilçe seçim kurullarında. Çünkü sandık sonuçlarını alsanız dahi, o bilgisayar
sistemine, iletişim sistemine girerken bir hata olduğunda sonradan bunu giderme
imkânı yok. Mutlaka bir gönderilen… Seçim kurulunun tek makinesinden girilir
arkadaşlar, seçim kurulları görev paylaştırabilir ama bir makine üzerinden SEÇSİS’e veri aktarımı olur. Oraya mutlaka bir ekran
koyarak, büyük ekran koyarak herkesin görmesini sağlamak zorundayız. Yine,
bununla beraber, sandık sonuç listelerinin, tutanaklarının mutlaka imza
karşılığı her müşahide verilmesi konusunda -en alta zaptı mutlaka ve mutlaka
yaratılmalı- buna vermeliyiz. Çerçeve 1’inci madde konusunda hassasız
arkadaşlar, bundan ödün verilmesine razı değiliz.
2’nci maddede, güneş esaslı olarak biz seçim yasaklarını başlatıp
bitiriyoruz. Güneş esaslı yani güneşin doğuşundan, batışından dediğimiz usulde
her zaman için fezlekelerle karşılaşılıyor. Bu davalara son verelim. Güneş
battı batmadı, bulut var, erken oldu, yaz oldu, kış oldu, sabit bir saat… Bunu
size anlattık yine bir kez daha anlatıyoruz, sabit saat uygulaması olsun. Herkes
bilsin ki açık yerdeki görüşmelerde bu saat -23.00 demiştik biz 23.00 olarak-
bilinsin. Emniyet geldiğinde, güneş battı batmadı, bugün iki dakika önce sonra,
fezleke düzenleniyor, olmasın bunlar. Yani siyasetçinin önünü açmak lazım, bu
konuda kolluğun eline siyasetçiyi vermemek lazım çünkü kolluk yani polis, bir
zaman, özellikle seçim süresinde çok kötü kullanılıyor.
Arkadaşlar, çerçeve madde 3… Burada, ben AKP’nin bu mülki amirlere
bu kadar bağlı ve sevecen olmasını anlayamıyorum. Yine seçim bürolarında ve
birçok yerde, o yerin en büyük mülki amirine birsürü
yetki verdik. Arkadaşlar, vermeyin. İlçe seçim kurulları var, orada hâkimler
var, hâkimler muhatap olsun. En büyük mülki amire yetki verdiğinizde ne oluyor
arkadaşlar?
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Buzdolabı veriyor!
İSA GÖK (Devamla) – Buzdolabı dağıtıyor, hem de kışın! Suyu
olmuyor, çamaşır makinesi veriyor, çekyat dağıtıyor. Arkadaşlar, bu olmaz.
Yalnızca o değil, başka vali çıkıyor “Ben ’One minute’ diyen Başbakan istiyorum.” diyor. Seçim işlerini,
arkadaşlar, mülki amirlere bıraktığınızda mutlaka siyasi baskı, siyasi etki
çıkıyor. Biz o sebeple çerçeve 3 ve sonrasında mülki amir saplantısından kurtulunmasını öneriyoruz.
Arkadaşlar, canlı yayın… Bakın, canlı yayında sorun çıkacak. Bunu
tekrar uyarıyoruz size. Şu canlı yayın olayı, çerçeve 4’üncü maddeden vazgeçin.
Çerçeve 5’te 61/3 yasağı, anket yasağı… Bunu son on güne
indirdiniz. Bu, seçmeni yönlendirmektir. Baştan beri bizim söylemimiz ne oldu
arkadaşlar? Anket yasağını önceki 61/3 gibi seçim sürecinin başlangıcına kadar
koymak zorundasınız, daraltmayın, daha da alta getirmeyin onu.
Arkadaşlar, telefonla görüşme yasağı… Bunun ele alınması lazım.
Sandık seçmen listesine ilave… Buna “Evet.” dediniz AKP olarak. Bu
sorunlu. Sandık seçmen listesine ilave SEÇSİS sistemine uymaz, uymuyor
arkadaşlar. Bilgisayar destekli merkezî seçmen kütük sistemine geçtik, tabii
Türkiye’de UYAP var, bunun dışında MERNİS var, bilgisayar ortamında
çalışılıyor. Tabii bu bilgisayarın sorunu ayrı, yani sun microsystem
işletim sistemini kullanıyor Türkiye, burada ciddi sorunlar olduğu söyleniyor.
Bu kısma geçmiyorum, yani o sun microsystem, şuna
buna girmiyorum ama sandık seçmen listesine, bilgisayar destekli listeye siz
seçim kurullarından son dakika ilave seçmen göndermeye son verin. Çerçeve
15’inci maddeye, arkadaşlar, dikkatinizi çekiyorum, bunun acilen düzeltilmesi
lazım.
16’ncı maddede, ısrarla biz bunu basın açıklamasında söyledik,
Türkiye Cumhuriyeti kimlik numaralı kimliklerin kullanılması… Arkadaşlar, 5490
sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu var, bunun 47’nci maddesi, açıkça buna aykırı
düzenleme getiriyorsunuz. Yani oradaki belediyelerden alınacak belgelerle dahi
-kimlik yerine kullandırıp- oy kullandırma imkânı veriyorsunuz. 5490 sayılı
Nüfus Hizmetleri Kanunu’na aykırı düzenlemeden vazgeçin. Bunu alt komisyonda
itirazın yer aldığı şekilde mutlaka kullanın.
Kolluk güçlerinin ve ulaştırma görevlilerinin oy kullanması…
Arkadaşlar, tekrar ediyoruz, bu çok tehlikeli. Bir yerde mahallî seçimlerde,
anlattık, bir oyla belediye başkanlığı değişiyor. O yerde kolluk güçlerinin ve
ulaşım görevlilerinin kendi ilçelerinde oy kullanmasını sağlayamıyorsunuz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
İSA GÖK (Devamla) – Örneklerini verdim ben size arkadaşlar. Bunu
sağlayamadığınızda binlerle ifade edilen kolluğu, polisi yönlendirerek tüm il
seçimlerinde yapıyı değiştirirsiniz, seçim sonucunu belirlersiniz. Bundan
vazgeçin, buna girmeyin.
Sandık sonuç tutanağının verilmesi… Arkadaşlar, itirazlarımız çok,
o yüzden kanuna muhalif oluyoruz. Sandık sonuç tutanaklarının -o 26 tane bent
saydık- en sonuna mutlaka matbu olarak, oradaki parti görevlilerine,
müşahitlere verilmesi konusunda bir matbu, mutlaka, tutanak sureti konmak
zorunda, imza karşılığı tutanak alınmak zorunda. Aksi hâlde, sandık sonuç
tutanaklarının seçim kurullarına, milletin sandığa attığı iradenin düz olarak
yansımasını sağlayamazsınız. Zira, biz yolda değişen
sandık torbaları, değişen sandık sonuç tutanaklarını, bunları biliyoruz.
Arkadaşlar, eğer ki amacımız milletin iradesinin, sandığa atılan
iradenin sandıktan çıkmasını teminse…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözünüzü bağlayınız.
İSA GÖK (Devamla) – Peki, efendim.
…arz ettiğim ve daha sonra maddelere gelince arz edeceğimiz
konular konusunda da uyarılarımıza kulak verin. Bu kanunu AKP kanunu, bizim
dediğimiz olsun kanunu olmaktan çıkartın, millî iradenin, milletin iradesinin
sandığa yansıdığı şekilde çıkmasını teminen
uyarılarımıza kulak vererek bu değişiklikleri yapın.
Ben yüce Meclise saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Gök.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Konya Milletvekili
Faruk Bal.
Buyurunuz Sayın Bal. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA FARUK BAL (Konya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz Seçim
Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi hakkında Milliyetçi
Hareket Partisinin görüşlerini açıklamak için huzurunuzdayım. Yüce heyeti
saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, seçim kanunları seçmen eğiliminin millî
iradeye dönüştürülmesine dair usul kanunlarıdır. Tekrar ediyorum: Seçim
kanunları seçmen eğilimlerinin millî iradeye dönüştürülmesine dair usul kanunlarıdır.
Dolayısıyla, demokrasinin vazgeçilmez unsuru olarak nitelediğimiz siyasi
partilerin seçim sathı mailinde yarıştıklarında aralarındaki yarışın demokratik
kurallara uygun olması ve seçme ve seçilme hürriyeti diye tanımladığımız
evrensel bir insanlık değeri olan ve demokrasinin de özünü teşkil eden
kuralların uygulanmasını icap ettirir.
Bu nitelikleri itibarıyla seçim kanunları uygulandığı ülkelerin
siyasi rejiminin rengini ve şeklini belirler. Yani bir ülke “demokratik bir
ülkedir” diye anayasasında yazsa bile eğer seçim mevzuatı demokratik toplum
gereklerine uygun hükümler ihtiva etmiyorsa, o takdirde o ülkenin rejimi
demokratik olarak nitelendirilemez. Bu özelliğini dikkate aldığımızda, Siyasi
Partiler Kanunu, Seçim Kanunu, Milletvekili Seçimi Kanunu ve Mahallî İdareler
Seçimi Kanunu’yla ilgili değişiklikler Anayasa değişikliği kadar önemlidir,
Anayasa değişikliği kadar özeldir çünkü bir ülkenin demokratik yapısının
uygulanmasıyla ilgili olmak üzere halkın iradesinin belirleneceği sistemi
ortaya koymaktadır.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak, gerek Anayasa değişikliğinde
gerekse bu özellikleri itibarıyla seçim mevzuatının değiştirilmesine ilişkin
tasarı ve tekliflerde, uzlaşma yöntemiyle bu değişikliklerin
gerçekleştirilmesine inanan bir partiyiz.
Görüştüğümüz kanun, maalesef bu felsefeden uzak bir kanundur,
dayatmacı bir kanundur, yasakçı bir kanundur, devlet yetkilerini iktidarın
emrine vererek seçmen iradesini iktidar istekleri doğrultusunda
gerçekleştirmeyi amaçlamış bir kanundur.
Bu teklif geliş yöntemi itibarıyla böyledir. Bu
kadar önemli, bir ülkenin siyasi rejiminin rengini ortaya koyacak kadar önemli
olan bir kanunda, AKP İktidarının demek ki söyleyecek bir sözü yok ki bunu bir Hükûmet tasarısı olarak getirmemiştir, bir milletvekili
teklifi olarak getirmiştir ya da AKP, yaklaşan seçimlerde istediği sonucu
alabilecek bir seçim kanununun engellenmesini ortadan kaldırmak amacıyla, bu
konuda söz söyleyebilecek başta Yüksek Seçim Kurulu olmak üzere, devletin
ilgili kurum ve kuruluşlarının bilgisinden ve onların bu çalışma hakkında
katkılarından korkmuştur ki bunu bir milletvekili teklifi olarak getirmiştir.
Bu teklif alelacele görüşülmüştür. 16 Mart
tarihinde Meclise sunulan teklif, çok süratli bir şekilde 18 Martta Komisyona,
23 Martta alt komisyona gitmiş, 23 Martta alt komisyonda farklı bir metin
üzerinde on bir saat çalışan alt komisyon raporunu verir vermez, 26 Mart
tarihinde Anayasa Komisyonuna gelmiş ve bugün 1 Nisan, bu hızlı turu katederek yüce Meclisin huzuruna gelmiştir. Ne
olmuştur? Acele edilmiştir. Acele işe şeytan karışır. Acele eden ecele gider.
Değerli arkadaşlarım, temenni ederim ki seçmen iradesine bu acele
nedeniyle şeytani işler bulaşmaz, bu aceleden bir şeytani sonuç çıkmaz ve
temenni ederim ki, bu acele işin neticesinde, seçmenin eğilimini belirleyecek,
millî iradeye dönüştürecek olan seçim mevzuatımız ciddi bir şekilde hasar
görmez.
Değerli arkadaşlarım, komisyon çalışmaları sırasında bu Seçim
Kanunu’nu uygulayan, başta Yüksek Seçim Kurulu olmak üzere, nüfus idaresi olmak
üzere, kurum ve kuruluşların görüşlerine itibar edilmemiştir. İtibar edilmediği
gibi, mütalaalarının alınmasına imkân ve fırsat da sağlanmamıştır. Dolayısıyla,
Hükûmet teklifi tek yanlı olarak değerlendirilmiş,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak uzlaşma kültürünün gereği verdiğimiz
katkıların bir kısmı kabul görmüş ama asıl üzerinde durduğumuz ve seçmen
iradesini bir ayna gibi yansıtacak, sandığa giren oyun aynen iradeye
dönüşmesini sağlayacak tedbirler, maalesef, hiç dikkate alınmamıştır.
Bu tedbirlerin başında, yürütme gücünün seçim iş ve işlemlerinde
etkisinin daraltılması ve yürütme gücünün seçim iş ve işlemlerinde kullandığı
yetkinin denetlenmesidir. Eğer yürütme, yani iktidar seçim süreci içerisinde
çok geniş bir yetkiyle seçim işlerine müdahale etmeye başlarsa ve bu müdahalesi
denetlenemez bir boyutta olur ise o takdirde, o ülkede seçim demokratik bir
seçim değildir, o ülkedeki rejim de dolayısıyla demokratik bir rejim değildir.
Şimdi, mülki idare amirlerinin bizim Seçim Yasamızda belirli
görevleri vardır. Bu Seçim Yasası’nı 1960’lı yıllarda çıkaran Meclis zannetmiş
ki hakikaten mülki amirler kamu yararına çalışan ve eşitliği, adaleti ön planda
tutan bir anlayışa sahip. Ama gelin görün ki, 2010 Türkiye’sinde, Tunceli’de
AKP seçim kazansın diye promosyon olarak beyaz eşya
dağıtan bir valiyle karşı karşıyadır. Bu Vali bu suçtan dolayı Yargıtayda mahkûm olmuştur. Bu Vali hâlâ validir ve bu
Valinin seçim sırasında seçim iş ve işlemleriyle ilgili yetkisini nasıl
kullanacağından benim gibi herkesin şüphesi vardır.
2010 yılının Türkiye’sinde bir vali çıkmıştır. Rahmetli bir
başbakanın bir yabancı ülkeyi ziyareti ile Sayın başbakanın Davos
“One minute” olayını
karşılaştırarak “Ben böyle bir başbakan istemiyorum, böyle bir başbakan
istiyorum.” şeklinde particilik yapmıştır. Bu Vali hâlâ valilik görevini ifa
etmektedir.
Başbakanın “Valiler de kömür dağıtacak.” lafını duyan bir vali,
kamyon şoförü muavini olarak binmiş kamyonun başına, vatandaşa kömür dağıtmış,
vatandaşa kömürle birlikte AKP’ye oy devşirmiştir. Bu Vali seçim iş ve
işlemlerinde nasıl adaletli olacaktır? O Valinin kullandığı yetkiler nasıl adil
bir şekilde seçmenin iradesini sandığa yansıtacaktır?
Sayın İçişleri Bakanı, haklarında onlarca yolsuzluk suçu,
iddiası, ithamı, Danıştaydan verilmiş yargılanmasına
dair karar bulunan İstanbul Belediye Başkanı, Çorum Belediye Başkanı, Malatya
Belediye Başkanı, Ankara Belediye Başkanı, bölücülük suçundan hakkında tahkikat
bulunan Diyarbakır ve sair belediye başkanları dururken Adana Belediye
Başkanını Belediyeler Birliği ile ilgili açtığı davayı kazanması üzerine
görevden almıştır. Bu İçişleri
Bakanının yetkisindeki ve idari amirliğindeki vali ve kaymakamlar nasıl adil
olabileceklerdir?
Fak Fuk Fon diye bilinen,
vatandaşa, yoksula, fakire, garibe, gurebaya devletin
imkânlarını eşit, adil bir şekilde sunmakla görevli bazı mülki idare
amirlerinin muhtarları toplayarak “AKP’ye oy vermemeniz hâlinde bunları
keseceğim.” tehdidi altında oy devşiriciliğinde bulunması ile
değerlendirdiğimizde mülki idare amirlerinin önemli bir kısmının bugün parti
memuru hâline geldiğini anlıyoruz ve dolayısıyla onların kontrolünde
yapılabilecek bir seçimin eşit ve adil bir seçim olmayacağını anlıyoruz.
Değerli arkadaşlarım, söz burada iken, bizim Seçim Kanunu’muzda “Sandık kurulu başkanları kura ile
belirlenir.” diye hüküm vardır. Sandık kurulu başkanları kura ile belirlenir
ama uygulamada hiçbir zaman kura çekilmez, mülki idare amirlerine bir yazı
yazılır “Sandıklarda görevlendirilecek memurların isimlerini bildirin.” diye.
İşte, “One minute” valisi,
beyaz eşya dağıtan vali, kömürcü vali, Fak Fuk
Fon’dan AKP’ye oy toplayan kaymakam bu listeleri nasıl dolduracaktır?
Dolayısıyla sandık kurulu başkanının AKP tarafından doğrudan atanmış bir başkan
olması ihtimali karşımızdadır. Biz komisyon çalışmaları sırasında böyle bir
yazının yazılmaması gerektiğini, ilçede görevli tüm kamu görevlilerinin
listesinin alınması ve bu kamu görevlilerinin bulundukları sandıklarda
görevlendirilmesi ve bu görevlendirmenin de kura çekilme suretiyle gerçekleştirilmesini
talep ettik. Eğer demokrasiye inancı olsaydı AKP Grubuna mensup olan
arkadaşlarımız bu temel demokratik talebi kabul ederlerdi.
Değerli arkadaşlarım, demek ki yürütmenin etkisinin azaltılması ve
denetlenebilir hâle getirilmesi gerekirdi bu kanunun düzenlenmesi sırasında
ancak yürütmenin yetkisi daraltılmadığı gibi, artırıldı; denetlenmediği gibi,
denetsiz bir hâle getirildi.
Bu seçim yasasında teknolojinin seçim hukukuna sokulması için
teklifte bulunduk. Özellikle en büyük kaosun
yaşandığı, en büyük seçim usulsüzlüklerinin yapıldığı sandık torbalarının ilçe
seçim kurullarına teslimi sırasında… İki tane talepte bulunduk: Bunlardan bir
tanesi, sandık sonuç tutanağının otomatik olarak bilgisayar tarafından
okunabilecek şekilde tanzim edilmesine ilişkin talep idi. Bu, her türlü hileyi
hurdayı ortadan kaldırabilecek bir talepti; bu reddedildi.
İkincisi ise, özellikle birden fazla -ki Türkiye'nin tamamına
yakını böyledir, muhtarlık bölgeleri hariç olmak üzere- bilgisayar ile sandık
sonuçlarını kabul eden ilçe seçim kurullarında, ilçe seçim kurulu bir kenarda
toplantı hâlinde oturmakta, bilgisayarın başında bir tek memur bulunmaktadır. O
bir tek memur ile bir tek sandık kurulu başkanı karşı karşıya bulunmaktadır;
siyasi partiler ortada yoktur. Dolayısıyla siyasi partilerin bu teslim anında,
teslim alan bilgisayar memurunun etrafında, müşahit olarak, yapılan işlemi
gözleyebilmelerine imkân sağlamalarını talep etmiştik, maalesef bu talep de
reddedilmiştir. Dolayısıyla, demek ki, yapılacak birtakım iş ve işlemlerin adım
adım, parke taşı gibi, yolu döşenmektedir.
Değerli arkadaşlarım, iş aceleye getirilmiştir. Aceleyle birlikte,
çok ciddi, tehlikeli işler de yapılmıştır. Bunlardan bir tanesi de sandık
alanıyla ilgili düzenlemelerdir. Türkiye demokratik seçimleri yapmaya başladığı
tarihten itibaren sandık alanı
Değerli arkadaşlarım, bunun anlamı şu: “Ben, tehlikeli bulunduğunu
gördüğüm sandıklara emrimdeki, iktidarın emrindeki zabıtayı yığarım, ulaştırma
elemanlarını yığarım, orada ben seçimi alırım.” Bunun Türkçesi budur. Bu,
iktidar yetkisinin suistimalidir, antidemokratiktir
ve “Acele eden ecele gider.” lafının bir işaretidir. 1946 yılında da açık oy,
gizli sayım kuralı getirilmişti. Bu millet açık oy, gizli sayıma rağmen “Dur”
demesini bilmiştir, size de “Dur” demesini bilecektir.
Değerli arkadaşlarım, bir başka gariplik de alt komisyonda bir
teklif üzerine Anayasa’mızda millî birlik ve bütünlüğü, resmî dili ve
Anayasa’nın değiştirilmez maddelerini delen, Türkçeden başka bir lisanla
propaganda yapılmasını yasaklayan hükmü ihlal edilmiştir.
Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak Türk milletinin bin yıllık
kardeşlik hukukunu muhteşem bir terkip hâline getirdiğine, vatandaşlarımızın
hepsinin, birini diğerinden tefrik etmeden, birinci sınıf vatandaş olduğuna
inanmakta ve farklı dilleri olsa da, farklı inanışları olsa da ülkemizi bir
çiçek bahçesine benzetmekteyiz. Bu çiçeklerin elbette farklı renkleri, elbette
farklı kokuları olacaktır ancak bu çiçek bahçesi bütünüyle birlikte güzeldir,
bütünüyle birlikte bir anlam ifade etmektedir. O anlam da bin yıllık
kardeşliktir. Bin yıllık kardeşlik süreci içerisinde, aynı
Allah’a inanarak, aynı Peygambere inanarak, aynı Kâbe’ye beş vakit namaza
durarak, düğünlerimizde oynadığımız halayı aynı, düğünlerimizde söylediğimiz
şarkısı türküsü aynı olmak üzere, kadınlarımızın saç örgüsü aynı olmak üzere,
kilimlerimizin deseni aynı olmak üzere, ağıtlarımız aynı olmak üzere,
sevinçlerimiz, kıvançlarımız aynı olmak üzere bir kardeşlik yarattık. İşte
o çiçek bahçesi içerisindeki güllerin hepsine yer vardır, çiçek bahçesinde
ayrılık otlarına gerek yoktur, yer yoktur.
Değerli arkadaşlarım, bu kapsam içerisinde, Milliyetçi
Hareket Partisi, biraz önce bir kısmını sıralayabildiğim müştereklerden hareket
ederek millî bütünleşmeyi ve millî birliği savunmaktadır; tek bir farklılıktan
yola çıkarak farklılaştırmayı ve ayrıştırmayı, Anayasa’nın ortaya koymuş olduğu
millî birlik ve bütünlük kavramına ve Anayasa ilkelerine aykırı görmektedir
ancak maalesef, bu adım atılmıştır, AKP’nin açılımı burada kendisini ortaya
çıkarmış, Habur’dan ortaya çıkan sonuçlar, Habur’dan sonra toplumun ayrışma sürecini ortaya koyan,
insanların birbirinin, komşusunun kim olduğu, fırıncının, kasabın kim olduğu
sorusunu aklına getiren ve gelecekte tartışmalara, çatışmalara ve sosyal
kargaşaya yol açabilecek bu maddeye şiddetle karşıdır.
Değerli arkadaşlarım, garip bir şekilde israf hükmü getirilmiştir
bu teklifle. Yüksek Seçim Kurulunun yaptığı hesaplara göre 150 trilyon liraya
yakın bir masraf çöpe atılmaktadır. Oy zarflarının, oy pusulalarının,
sandıkların ve kabinlerin yenilenmesi suretiyle getirilen değişiklikler
israftan başka, başka bir mana daha ifade etmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
FARUK BAL (Devamla) – Milimetrik hesaplar, santimetreyle tarif
edilen hususlar, kullanılacak metalin cinsi, şekli bize modern bir seçim
sisteminden ziyade, bunları temin için yapılacak ihalede bir şartnameyi
hatırlatıyor. Acaba bu şartname bir firmayı mı tarif ediyor, burada kaygımız
vardır, burada kuşkumuz bulunmaktadır.
Değerli arkadaşlarım, oy zarfları, oy pusulalarının geçerli,
geçersiz olması noktasındaki ayrıntı “Şeytan ayrıntıda gizlidir.” darbımeselini
aklımıza getirmektedir. Bu kadar yoğun bir kazuistik
anlayışla yapılan bu düzenlemenin, bizim, uygulama sırasında görevli olacak
seçim görevlilerimize bir kaos yaşatacağı inancı
içerisindeyiz. Bu itibarla bu ayrıntıların da ortadan kaldırılması
gerekmektedir.
Değerli arkadaşlarım, tekrar ediyorum: Bunun demokratik ölçülere
uygun bir yasa hâline getirilmesi için Milliyetçi Hareket Partisi…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi bağlayınız.
FARUK BAL (Devamla) – Tamamlıyorum Sayın Başkanım.
…uzlaşma kültürünün gereği olarak katkılarda bulunmaya hazırdır.
Yaklaşık on maddesi Milliyetçi Hareket Partisinin teklifiyle olgunlaştırılmış
olan bu teklifin, daha da olgunlaştırılması için her maddesinde elimizden gelen
katkıyı önergelerle sağlamaya çalışacağız diyor, hepinizi saygılarla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bal.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Haluk
İpek.
Buyurunuz Sayın İpek. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA HALUK İPEK (Ankara) – Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri
Hakkında Kanun ile 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile ilgili AK PARTİ Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Demokratik toplum düzeni gereklerine uygun bir seçimin yapılabilmesi,
oy verme gününden önce siyasi partilerin ve bağımsız adayların özgür, eşit,
serbest biçimde kendilerini seçmene, topluma tanıtmalarına, program ve
projeleriyle rekabet etmelerine imkân sağlayan bir ortamın oluşturulmasına
bağlıdır. Nitekim, demokratik seçim için gerekli
ortamın oluşturulabilmesi amacıyla seçimin başlangıcı olarak belirlenen
tarihten oy verme gününe kadar geçen süreyi kapsayan seçim döneminde
uygulanacak usul ve esaslar 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen
Kütükleri Hakkında Kanun, 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu ve 2972 sayılı
Mahalli İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında
Kanun ve 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nda ayrıntılı biçimde
düzenlenmiştir.
298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında
Kanun’un 1’inci maddesine göre, özel kanunlarına göre yapılacak milletvekili,
il genel meclisi üyeliği, belediye başkanlığı, belediye meclisi üyeliği,
muhtarlık, ihtiyar meclisi üyeliği, ihtiyar heyeti üyeliği seçimlerinde ve
Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların halkoyuna sunulmasında yine 298
sayılı Kanun uygulanmaktadır.
298 sayılı Kanun, zaman içinde yapılan kimi değişikliklerle bugüne
kadar 1’inci maddede belirtilen tüm seçimlerde ve halk oylamalarında uygulanan
usul kanunu olma özelliğini hâlen devam ettirmektedir. Ancak, yaklaşık elli
yıldır uygulanmakta olan bu kanunun, güncel gelişmeler ve teknolojik
ilerlemeler karşısında yetersiz kalması doğal olduğu gibi, bazı hükümleri de
özel kanunlarda yapılan düzenlemeler nedeniyle uygulanamaz hâle gelmiştir.
298 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği yılda yapılan 15 Ekim 1961
milletvekili genel seçimleri ile 29 Mart 2009 mahallî idareler genel seçimleri
il genel meclisi sonuçlarını nüfus, seçmen, geçerli ve geçersiz oy, sandık
sayıları ve katılım oranları açısından analize tabi tuttuğumuzda şu sonuçlar
çok dikkat çekicidir:
1961’de seçmen sayısı 12.924.395 iken son mahallî seçimlerde
seçmen sayısı 48.049.446’dır. 1961’de seçmenlerin nüfusa oranı yüzde 46 iken
son mahallî seçimde seçmenlerin nüfusa oranı yüzde 67 olmuştur. Toplam sandık
sayısı 1961’de 56.894 iken bu son mahallî seçimde sandık sayısı 177.431’dir.
Katılım oranı yüzde 81’den yüzde 85’e çıkmış ama yüzde 15 seçmen hâlâ seçimlere
katılmamaktadır. Geçersiz oy sayısı 385.281 iken 1961’de, son seçimde geçersiz
oy sayısı 950 bin olmuştur.
Bu kıyaslamadan şuraya varmak istiyorum: 298 sayılı Yasa yaklaşık
elli yıldır uygulamada ve bu elli yılda Türkiye nüfusu 3 kat, seçmenin nüfusa
oranı yaklaşık 1 kat, sandık sayısı 3 kat artarken buna paralel olarak geçersiz
oy sayısı 3 kat artmıştır. Yani, seçmen sayısının hızla artmasından kaynaklanan
problemlere karşı mevcut kanun bazı noktalarda yetersiz kalmıştır. Bu artışın getirdiği ve getireceği problemleri gideren, vatandaşların
seçme hakkını kullanmasını engelleyen ve güçleştiren fiilî durumları ortadan
kaldıran ve hukuki güvenceler getiren, seçimin şeffaflığı, dürüstlüğü ve seçim
sonuçlarının sağlıklı ve doğru biçimde tespitine dair yeni esaslar getiren bir
düzenlemeye ihtiyaç vardı ve bu vatandaşların beklentileri, ilerleyen
teknoloji, gelişen nüfus yapısı ve eğitimine rağmen geçersiz oy sayısının 3 kat
artması, seçime katılım oranlarının yüzde 85’te kalması gibi sebeplerle ve
bilimsel açıdan yapılan çalışmalarla 298 sayılı Yasa’da değişiklik yapılması
ihtiyacı doğdu.
Uygulamayı ve teamülleri standartlara kavuşturmak amacıyla
hukuki metinler oluşturmak, toplumun problemlerine çözüm bulma arayışını
kolektif ihtiyaçların karşılanması amacıyla bütünleştirip toplumun beklentilerine
yönelik kanun teklifleri hazırlamak saik ve göreviyle hareket eden her
parlamenter arkadaşımın yaptığı gibi, 298 sayılı bu Yasa’da da çok geniş bir
araştırma yaparak bu konuyla ilgili, seçimle ilgili bugüne kadar birçok alanda
çalışmalar yapan kişilerin görüşlerinden yararlanılmıştır. Yine, İstanbul Milletvekilimiz Mustafa Ataş’ın önemli katkıları
olmuştur, yine Sakarya Milletvekilimiz Ayhan Sefer Üstün’ün önemli katkıları
olmuştur bu kanunda. Yine, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’ın bu teklifin
hazırlanmasında katkıları olmuştur, Çankırı Milletvekili Sayın Nurettin Akman
Bey’in katkıları olmuştur, Konya Milletvekili Kerim Özkul’un
önemli katkıları olmuştur, İstanbul Milletvekili Halide İncekara’nın
katkıları olmuştur ve yine seçim hukukuyla ilgili birçok eseri bulunan Avukat
Mehmet Doğan Kubat’ın da birçok katkısı olmuştur. Kendilerine burada,
huzurunuzda teşekkür ediyorum.
Anayasa Komisyonunun teklifle ilgili ilk toplantısında son söz
olarak bu teklifle ilgili hiçbir maddeyle ilgili ön yargılarımızın olmadığını,
tek amacımızın seçimlerin güvenle yapılması, seçmen iradesinin tam ve eksiksiz
olarak sonuçlara yansımasını amaçladığımı, seçimlerin rekabete dayalı bir
süreç, bir yarış alanı olduğunu, dolayısıyla iktidar ve muhalefetin birlikte
katkılar vermesinin gerekliliğini vurgulayarak alt komisyona havale edilmesini,
buradan önemli katkıların alınmasını ve bu katkılarla oluşacak bir anlamlı konsensüsün bir eseri olması gerektiğini açıkça söyleyerek
bir bakıma partimizin alışılagelmiş uzlaşma kültürünün altını çizmiş ve
mülahazalara açık tavrımızı ortaya koymuştum ki bu husus Anayasa Komisyonunun
tutanaklarında da vardır.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Hiç samimi değilsin, doğru
söylemiyorsun.
KADİR URAL (Mersin) – “Alışılmış uzlaşma kültürü” nasıl bir şey
oluyor? “Alışılmış uzlaşma kültürü”nü bir açıkla
Hocam.
HALUK İPEK (Devamla) – Eğer Anayasa Komisyonunun tutanaklarını
incelerseniz, bu beyanımın öyle olduğunu, özellikle CHP’nin ve MHP’nin de orada
katkılarının olduğunu, kendi taleplerinin metne geçtiğini de göreceksiniz.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Şimdi garip olan, uzlaşma o değil
Haluk Bey.
HALUK İPEK (Devamla) – Alt komisyonun ve Anayasa Komisyonunun AK PARTİ’li üyeleri de bu tavrı Komisyon çalışmalarında
göstermiş, muhalefet milletvekillerinin görüşleri ve önerileri metne
yansıtılarak seçim mevzuatı açısından önemli katkılar alınmıştır.
KADİR URAL (Mersin) – Kendin bile inanıyorsun!
HALUK İPEK (Devamla) – Muhalefet milletvekillerinin bir kısım
teklifleri ise doğru olmadığı için Anayasa Komisyonunda dikkate alınmamıştır.
KAMİL ERDAL SİPAHİ (İzmir) – Bak sen!
HALUK İPEK (Devamla) – Bütün Komisyon üyelerimizin bu anlamlı
katkılarına ayrıca teşekkür ediyorum.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Kendi yazdığınız komisyonların
kararlarını bile çıkaracaksınız.
HALUK İPEK (Devamla) – Bu teklifle neler getirilmiştir? Seçim
büroları… Normalde Yüksek Seçim Kurulunun kararlarında seçim büroları
açılıyordu. Ancak, teklifle, seçim kirliliğini ortadan
kaldırmak için, rastgele asılan o bayraklar, o görüntü kirliliği ve israfı yok
etmek için şu düzenleme getirilmiştir: Artık bundan sonra parti genel
merkezleri, il binaları, ilçe binaları ve belde binalarına her zaman ama seçim
bürolarında seçimin başlangıcından propaganda süresinin sonuna kadar bayrak
asılabilecek, onun dışında o yollara, ara sokaklara, direklerin kenarlarına
bayraklar asılmayacak. Bu israfı ve bu kirliliği bu teklifle önlemiş
olduk ama seçim büroları bu süreçte çok önemli bir yer kazanacağı için seçim
bürolarını kanunda tanımlayan ve kanunda yeri olan bir hâle getirmek istedik.
Teklifin 1’inci maddesinde bunun yer almasının sebebi budur.
Bugüne kadar Yüksek Seçim Kurulunun -biraz önce eleştiriler oldu
“Niye mülki amirlere veriliyor?” diye, “Niye mülki amirler inceliyor?” diye-
verdiği kararlarda da il seçim büroları, yine mülki amirlere dilekçeyle
müracaat edildiğinde beyan usulüyle yani sadece bildirimle açılabiliyordu. Bu
konudaki muhalefetin eleştirisi YSK kararlarıyla çelişmektedir.
Yine, bilindiği gibi, hava karardıktan sonra propaganda yapılamamaktaydı.
Bununla ilgili birçok milletvekili hakkında veya belediye başkanı hakkında
tutanak tutulup haklarında dava açılıyordu. Hatta,
yukarıdaki, Anayasa Komisyonunda da birçok dokunulmazlıkla ilgili dava bununla
ilgiliydi. Güneş battıktan iki saat sonrasına kadar propaganda yapılmasıyla
ilgili bir düzenleme getirdik. Muhalefet “23.00’le sınırlayalım.” dedi,
reddettik. Sebebi şu: Van ile İzmir arasında bir saat yirmi dakikalık bir saat
farkı vardır arkadaşlar, güneşten yararlanma açısından. Eğer aynı saatle bunu
sınırlar, “
Yine, propaganda yapılmasıyla ilgili düzenlemeler getirdik. Ha, bu
arada, katkılardan birisi, dedi ki: “Şu anda dağıtılıyor, işte anahtarlık, kalem.
Bunlara bir sınır getirelim.” dedik. Muhalefet “Ya, bu yanlış anlaşılır, kimi
dağıtır kimi dağıtmaz.” dedi, çıkardık tekliften. Muhalefetin de teklifiyle,
arkadaşların da teklifiyle bunu çıkardık.
Yine, sabit ilan yerlerinden yararlanmayla ilgili -sabit ilan
yerlerinden belediyelerin, biliyorsunuz, bir sürü billboard’ları
var- buradan yararlanmayı çok sıkı kurallara bağladık. Bütün siyasi partilerin…
Bakın, arkadaşlar, bunu iktidardan bir milletvekili teklif ediyor.
Muhalefetin haklarını korumak ve bütün siyasi partilerin seçimde o billboard’lardan eşit yararlanmasıyla ilgili düzenlemeyi biz
teklif ettik ki şeyde…
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – O öneri bizim önerimiz.
HALUK İPEK (Devamla) – Hayır, hayır…
SIRRI SAKIK (Muş) – Peki, bağımsızlar ne olacak?
HALUK İPEK (Devamla) – Bağımsızlar da dâhil, bağımsızlar da dâhil…
SIRRI SAKIK (Muş) – Birleşin, birleşin yine beğımsızlara…
HALUK İPEK (Devamla) – Yok yok,
bağımsızlar da dâhil. İsterseniz okuyayım: “Siyasi partiler ve bağımsız
adaylar.” Teklifte böyle yazıyor. Dolayısıyla, hiç eşitlikten taviz vermedik.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Yine vardır bir bildiğiniz.
HALUK İPEK (Devamla) – Yine…
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Boşuna iyilik yapmazsınız siz, bir
hinlik vardır yine.
HALUK İPEK (Devamla) – Aynaya bir bak aynaya.
LÜTFİ ÇIRAKOĞLU (Rize) – Sizin gibi tuzak kurmayız biz.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Aynaya sen bak.
HALUK İPEK (Devamla) – Seçimin başlangıç tarihinden oy verme
gününü takip eden güne kadar şehir içi veya şehirler arası
toplu taşıma amacıyla kamu hizmetlerinde kullanılan hava, kara, deniz ve raylı
sistem gibi taşıtlarda, bu tür yerlerde siyasi partilerle ilgili reklam
olmayacağına ilişkin düzenlemeyi getirdik.
Oy sandıklarıyla ilgili… Oy sandıklarının şeffaf olmasını arzu
eden bir teklif getirdik. Sebebi de şu: Çevremizdeki bütün ülkeler -Irak da
dâhil olmak üzere, Batılı devletler de dâhil olmak üzere- artık seçimleri
şeffaf sandıklarda yapıyorlar. Ama bu düzenlemeyi getirmemizin asıl sebebi şu:
Sadece sandık değil. Arkadaşlar, bütün ülkelerde oy kabinleri var, bizim
ülkemizde yok. Biz bu düzenlemeyle oy kabinini mecbur hâle getirdik. Şu ana
kadar, şöyle, çay kartonlarını kesip küçücük yerlerde, Anayasa’daki gizlilik
ilkesini ihlal edici tarzda oylar kullanılıyordu. Şu an Yüksek Seçim Kurulu oy
kabinini mecbur hâle getirecek.
Biraz hızlı geçiyorum.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Zarfları da şeffaflaştıracak mısınız,
zarfları?
HALUK İPEK (Devamla) – Sandık alanı ve sandık çevresiyle…
Ha, ondan önce oy zarfları… Arkadaşlar, İstanbul’da çok büyük oy pusulaları
kullanılırdı, ama sığdırmak istedikleri zarf küçücüktü. Zarfları 2 katına
çıkardık, oylar daha rahat kullanılsın, zarftan çıkarılırken oylar iptal
edilmesin diye.
Yine, oy kabinlerini getirdik.
Sandık alanı, sandık çevresi… Arkadaşlar, seçimin en önemli
sıkıntılarından birisi güvenlik. Güvenliğin birçok yerde ne şekilde olduğu
biliniyor. Sınıfın içinde oy kullanılırken sandık başkanına güvenliği
sağlamakla ilgili emniyeti çağırma yükümlülüğü getirilmiş. Dolayısıyla,
koridorlarda ve bahçede güvenlikle ilgili sıkıntıyı göremediği için o sandığın
başındaki sandık kurulu üyesi onları çağıramamakta, bu da çok büyük bir
güvenlik zafiyetine yol açmakta. Dolayısıyla “sandık alanı ve sandık çevresi”
diye ilk defa seçimlere bir düzenleme getirdik. Sebebi güvenliği
daha iyi sağlamak. Biraz önce muhalefetten bir arkadaşımız dedi ki:
“Sandık kurulu üyelerinden bir tanesinin bile güvenliği çağırmasıyla ilgili
düzenleme getiriyorsunuz. Bu doğru değil.” dedi. Arkadaşlar, biz bunu buraya
yazmasak bile biz oradaki kurul üyesinin çağırmasıyla ilgili yetkiyi “Cebir,
şiddet, tehdit hâlinde çağırabilir.” dedik, diğer sandıkla ilgili uyumsuz
davranışlarda değil. Eğer orada birisine cebir, şiddet, tehdit uygulanıyorsa
biz bunu buraya yazmasak bile güvenlik kuvvetlerini çağırma yetkisi vardı ama
bir kısım güvenlikçiler “Sadece sandık kurulu başkanı çağırırsa geliriz.” diye
bugüne kadar böyle bir uygulama yaptıkları için buraya açıkça yazma zorunluluğu
doğdu.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Muhalefet kimi çağıracak? Bakanınız tehdit
ediyor insanları. Kimi çağıracağız biz?
HALUK İPEK (Devamla) – O kadar çok bağırıyorsun ki sesini
duymuyorum!
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Bağırırım, benim sesim gürdür, sesimi
kesemezsiniz.
HALUK İPEK (Devamla) – O kadar çok bağırıyorsun ki sesini duymuyorum!
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Duymazsın. Kulaklarınız duymaz,
gözleriniz görmez oldu zaten.
HALUK İPEK (Devamla) – Yine, diyelim, sandık seçmen listesinde
birisinin ismi var veya ismi yok. Liste kesinleştiğinde, bakıyorsunuz, listede
var olan birisi listeden çıkarılmış veya müracaat etmiş, dilekçe vermiş ama
sandık listesine yazılmamış. Dolayısıyla ilçe seçim kurulu hâkimine başvurarak
Anayasa’da yazılan o kutsal oy hakkını takip etmesi ve alması için ilçe seçim
kuruluna bu konuda yükümlülük yükledik.
Tabii vaktim dar olduğu için ileriki aşamalarda konuşurum.
Özellikle iptal edilen oylara belli bir standart getirmek için kazuistik yöntemi benimsedik. Seçim Yasası, şu an mevcut
298 sayılı Yasa da yine kazuistik yöntemle
yazılmıştır.
Yine, oylar sayılırken iki ayrı tutanak tutulmasını, zarfların iki
kez sayılmasını, iki kez tutanak tutulduğu zaman bu tutanaklardan bir tanesi,
yani birbiriyle çeliştiği zaman oyların yeniden sayılmasını, bunu da hükme
bağladık. Yine, ilçe seçim kurullarında oyların tamamı sisteme girildikten
sonra çıktı alınarak orada bulunan siyasi parti temsilcisine çıktının verilip
tekrar oradaki ilçe seçim kurulu hâkimi tarafından bütün sandık sonuçlarının
yüksek sesle okunması ve siyasi parti temsilcilerinin bunu kontrol etmesiyle ilgili
bir düzenleme getirdik.
Vaktim dar olduğu için biraz da muhalefetin eleştirilerine de
cevap vermek istiyorum. Özellikle şunu söylemek istiyorum, denildi ki: “Siz,
emniyet güçlerine belli bir yerde oy kullanma hakkı vererek seçim sonuçlarını
etkileyeceksiniz.” diye bir beyan oldu, özellikle onu söylemem lazım.
Arkadaşlar, getirilen düzenlemeyle, bir emniyet görevlisi hangi
seçim çevresinde oy kullanması gerekiyorsa orada kullanacak.
Milletvekilliğinde, diyelim Yenimahalle’de oturuyor, Keçiören’de de oy
kullanabilecek. Niye? Toplamda aynı seçim çevresinde, aynı milletvekilini
seçeceği için. Belediyede de kendi oturduğu yerde oy kullanabilecek. Bununla
ilgili Yüksek Seçim Kurulunun Kararını okuyorum: “Güvenlik görevlileri ise
seçmen bilgi kartları bulunmak şartıyla, görevli oldukları sandıkta oy
kullanabilirler.” YSK kararı… Hani, siz yapıyor dediniz ya, biz YSK kararını
kanunlaştırıyoruz.
Yine “Sandık kurulu üyeleri, bina
sorumluları, güvenlik görevlileri oy kullanmış ise sandık seçmen listesindeki
oy verenlerin toplamına dâhil edilir.” Yine Yüksek Seçim
Kurulunun kararı. Dolayısıyla Yüksek Seçim Kurulunun mevcut
uygulamalarını burada sanki biz ilk defa getiriyormuşuz gibi dile getirmek
doğru değil.
Yine, şunu da özellikle belirtmek istiyorum; bunu hiçbir ön yargı
olmadan, hiçbir kompleks olmadan söylüyorum: Muhalefet
de bu seçimlerde birlikte oynayacağımız bu kuralların belirlenmesinde gerçekten
önemli katkılar vermiştir Komisyonda. Ben burada, gelen sözcülerin, biz şu, şu,
şu maddeleri teklif ettik, Komisyonda da burada geçirildi diye burada beyan
etmelerini aslında arzu ediyordum. İnşallah görüşmelerin devamında söylerler.
Birçok hususta mesela anketlerle ilgili hususta görüşleri buraya…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
HALUK İPEK (Devamla) – Anketlerle ilgili hususta görüşleri dile
getirilmiştir. Şu anda anket yayınlanması YSK kararıyla seçimden önceki son
yirmi dört saat kalaya göre olabilmektedir. Arkadaşlar, bunu seçim yasaklarının
başladığı o on günle sınırladık. On günden önce eğer bu anket yayınlanacaksa bu
anketi kim yaptırıyor, kaynağını nereden alıyor, parasını, şununu,
bununu, her şeyini açıklaması gerekir diye kural getirdik, şarta bağladık.
Dolayısıyla bu kanun yasalaştıktan sonra, bundan sonra seçimler çok daha
sağlıklı olacak, çok daha güvenli yapılabilecek. Seçimin daha güvenli ve seçmen
iradesinin tabelaya düzgün bir şekilde yansıtılmasıyla ilgili çok fazla önlem
alındı, çok iyi önlemler alındı.
Oy pusulalarımız renkli olacak arkadaşlar, onu da söyleyeyim. Hani
gidiyoruz, siyah beyaz oluyordu. Bundan sonra oy pusulaları renkli olacak,
herkesin İçişleri Bakanlığına verdiği kurumsal kimlik doğrultusunda. 298
sayılı…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HALUK İPEK (Devamla) – Son, tamamlıyorum eğer uzatırsanız.
BAŞKAN – Evet, tamamlayınız.
Buyurunuz.
HALUK İPEK (Devamla) – 298 sayılı Yasa’yı bundan elli yıl önce
yapanları tebrik etmek lazım. Elli yıldır bu yasalarla seçimler yaptık ama bu
değişiklik teklifiyle -iktidar muhalefet hiç fark etmez- herkes seçimlerini çok
daha güvenli yapabilecek, -bunu çok iddialı bir şekilde söylüyorum- çok daha
iyi yapabilecek.
Katkı… Mesela biraz önce İsa Bey söyledi: “Tutanak verildikten
sonra, bunu, deftere imzasını alalım.” Biraz önce söyledi. Arkadaşlar, ilave
edelim. Dolayısıyla hiçbir ön yargımız yok.
Ben tekrar, 298 sayılı Yasa’da yapılacak değişikliklerin
milletimize ve demokrasimize hayırlı olmasını diliyor, katkısı geçen, emeği
geçen bütün arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın İpek.
Şahsı adına İstanbul Milletvekili Algan Hacaloğlu.
Buyurunuz Sayın Hacaloğlu. (CHP
sıralarından alkışlar)
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, çok değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Görüşülmekte olan 490 sıra
sayılı Yasa Teklifi üzerinde, genelinde şahsım adına söz almış bulunuyorum.
Esasında, biraz evvel ifade ettiğim gibi, evet, bu bir yasa
teklifi ancak arkasında Hükûmetin var olduğu
biliniyor ve bu tanımıyla esasında bu bir AKP yasası. Bu teklif de diğer
birçok, hemen hemen tüm AKP yasalarında olduğu gibi
öze dokunmuyor, sorunları çözmüyor, sadece çözer gibi yapıyor ve göz boyuyor.
Gerçekten bu. Bu nedenle -uyarıyorum AKP’li arkadaşlarımı, Hükûmeti-
giderek halkın önünde itibarınız erimekte, tükenmekte. Yasama organı olarak
gerçekten Türkiye’nin sorunlarını çözmeye yönelik yasa çıkarmak öncelikli
görevimiz ve seçimler demokrasinin en temel unsuru, mekanizması. Ben, şahsen, bürokrasiden ayrıldıktan sonra siyasete girdiğim
günden bugüne, 80’li yılların başından bugüne yedi genel seçimde yönetici
olarak bir şekilde ilgilendim, görevim oldu ve Türkiye, benim kanaatime göre,
esasında belirli ülkelerle mukayese edilirse seçim yapmasını halk olarak
öğrendi ama kurumsallaşma açısından zaman zaman çok
ciddi müdahaleler nedeniyle seçimlerin sağlıklı yapılabildiğini söylemek mümkün
değil. Tabii, bu yasa kapsamı içinde olmayan seçmen kütüklerinin hazırlanma
meselesinde vatandaşlık kimlik numarasının devreye girmiş olmasını ciddi bir
aşama olarak görüyoruz, doğrudur ancak orada bir taraftan İçişleri Bakanlığının
doğrudan ve dolaylı denetimi altında gelişen Mernis
artı ondan üretilen seçmen kütükleri diğer taraftan o seçmen kütüklerinde
düzeltmelere alan açan, kapı açan nüfus müdürlükleri -ki onlar da devlet
memurları, devlet memurlarına bütün saygım içinde ifade ediyorum- ne yazık ki
siyasetin son derece derinine, AKP siyasetinin son derece kapsamlı bir şekilde
bürokrasiyi etkilemekte oluşu nedeniyle yer yer
zaaflar, güven boşlukları ve yönlendirmeler olmaktadır.
Bir evvelki seçimde çok ciddi seçmen kaydırmaları olmuştu. Son
seçimde, ben, Yüksek Seçim Kurulu Başkanının son sunuşunda partiyi temsilen
bulunduğum toplantıda, seçimlere birkaç hafta kala “3 milyon seçmenin
vatandaşlık kimlik numarası yok.” dediğini biliyorum. Sonra, gelinen o günden
bugüne nüfusun nasıl değiştiğini biliyoruz. Bunlar hep sorun alanı. Bu yasa
bunları düzeltmekle yükümlü saymıyor kendisini.
Son genel seçimlerde değerli arkadaşlar, Diyarbakır’da Hava
Kuvvetleri Lojmanlarının olduğu sandık grubunda, dışarıdan hiç kimsenin müdahil
olamadığı, oy kullanamadığı kapalı alanda 4.700 oy kullanıldı. Bu 4.700 oyun
3.700’ü AKP’ye çıktı. 875’i MHP’ye çıktı. O sizlerin orduyu yönlendiriyor,
orduyla iş birliği içinde dediğiniz CHP’ye çıkan oy sayısı sadece 4. Burada…
SIRRI SAKIK (Muş) – Bize karşı birleştiler, bize karşı. Orada
bütün güvenlik güçleri bize karşı birleştiler.
ALGAN HACALOĞLU (Devamla) – Ben ne söylediğimi biliyorum, ne
söylediğimi biliyorum. Rakam veriyorum. Bir dakika lütfen.
Ben üç partinin aldığı oylardan bahsettim. Bir başka tespiti de
söyleyeyim: O seçimlerde güvenlik alan ayrımı yapmıştır. Partiler arasında
uzlaşma sağlamıştır. Neyi ifade ettiğimi anlıyorsunuz? “Şuralar bu partiye,
buralar bu partiye” denmiştir. Çok net ifade ediyorum. Burada söylüyorum bunu.
Zabıtlara geçiyor. Bunu gidin, inceleyin, bakın, göreceksiniz. O nedenle,
esasında, Türkiye’de, şu anda, özellikle son zamanlarda yargı bağımsızlığına
yönelik bunca baskının, yönlendirmenin oluştuğu ortamda, önümüzdeki genel
seçimlere yönelik güven ortamının sağlanması, özellikle yargıya yönelik
yaratılan bu güvensizlik süreci gerçekten hepimizi ürkütmektedir. Güvenlik
güçleri, yargının bu şekilde yönlendirilmesi ve tabiatıyla -biraz evvel ifade
etti arkadaşlarım- idarenin yoğun bir şekilde siyasetle iç içeliği
-açıkça ifade ediyorum- cumhuriyetin kuruluşunda payı olan partimin şu andaki
gücünü, gerçek gücünü sandıkta siyasi irade olarak yansıtabilmesinin önünde
ciddi engeller oluşturmaktadır. Bunu ne yazık ki ifade ediyorum. Ama biz, yine
sandık iradesine saygılıyız, genel seçimin derhâl, en kısa zamanda yapılmasını
istiyoruz ve sonuçlarının da herkes tarafından, olduğu şekliyle, çıkacak
şekliyle kabul edilmesini istiyoruz. Demokrasimizin çıkışı yine sandıktadır.
Burada iki noktada, hatta üç noktada sıkıntı olduğunu ifade
ediyoruz. Nedir? Biri, sandıklar. Orada HAVELSAN’ın
yapmış olduğu o prototip elektronik oy kullanma
mekanizmalarının bu seçimlere yetişemeyeceği biliniyor. O zaman ne yapmak
lazım? İkinci kademede, insan hatasından kaynaklanan
yönlendirmenin, seçim sonuçlarını etkilemenin en yoğun, kontrolsüz olarak
yapıldığı ilçe seçim kurullarında bazı önlemlerin alınması lazım. Türkiye’de
yaklaşık bin tane ilçe seçim kurulu vardır. Sandıklardan gelen sonuçları yani
imzalı tutanakları muhakkak ve muhakkak sandık sorumluları vermekle, muhakkak
vermekle, imzalı şekilde partilere, parti temsilcilerine iletmekle yükümlü
olmalıdır. İsterlerse değil, vermekle, ulaştırmakla yükümlü olmalıdır. Bu
sandık sonuçlarını kapsayan mühürlü belgeler güvenli bir şekilde seçim
kurullarına, ilçe seçim kurullarına intikal ettirildiğinde, orada bilgisayar ve
iletişim teknolojilerinin bütün olanakları kullanılarak, birleştirme süreci
doğrudan bu verilerin bilgisayar ortamına aktarılarak ve eş zamanlı olarak
anında büyük ekrana yansıtılarak, etkin denetimiyle insan hatasından doğacak
müdahalelerin önü alınmalıdır. Bunun için bin tane bilgisayar, bin tane scanner veya benzeri gereç ve bin tane büyük ekrana ihtiyaç
vardır. Bu da Türkiye Cumhuriyeti’nin önümüzdeki dönemde, bir yılsa bir yıl,
altı aysa altı ay, ne zaman yapılacaksa genel seçim o zamana kadar
oluşturabileceği bir altyapıdır. Bunun yapılması demokrasimiz
için gereklidir, halkın seçim sonuçlarına güven duyması için şarttır ve ondan
sonraki süreçte HAVELSAN’ın denetiminde, Yüksek Seçim
Kurulu adına o süreci denetlemekte olan HAVELSAN’ın
denetiminde devam eden sürecin -benden evvel bir arkadaşım da ifade etti- bir
yerde, partilere de direkt sonuçların anında iletilmesini sağlayacak link
kurarak da ayrı bir denetim mekanizması oluşturulabilir. Ancak, ifade
ediyorum tekrar, ilçe seçim kurullarına da büyük hatalar dönmekte, olmakta.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen,
sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
ALGAN HACALOĞLU (Devamla) – Bağlıyorum.
Bunun önünü almadan sistemimize, demokrasimize olan güveni
artırabilmek kolay değil, olası değil. Bir de 7’nci maddede -ki 298’de
değişiklik öngören 7’nci maddede- işte şöyle deniyor: “Türk vatandaşlarının
günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları yerel dil ve lehçelerde de
sözlü propaganda yapılabilir.” Bu söyleniyor. Peki, ondan evvel ne deniyor?
“Ama” diyor “bir şartla”: “Cumhuriyetin Anayasa’da belirtilen temel
niteliklerine, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı
olmamak şartıyla.” Ya, bunlar zaten yasaya uygun davranışlar mı? Yasanın açık
seçik, Anayasa’nın açık seçik suç olarak kabul ettiği böyle bir tanımı ne diye
getiriyorsunuz?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen,
sözlerinizi bağlayınız.
ALGAN HACALOĞLU (Devamla) – Yani, bu ne perhiz, bu ne lahana
turşusu diye bir tanım vardır, aynen budur.
Saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Hacaloğlu.
Anayasa Komisyonu adına Komisyon Başkan Vekili Sakarya
Milletvekili Sayın Ayhan Sefer Üstün konuşacaktır.
Buyurunuz Sayın Üstün. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ANAYASA
KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; 490 sıra sayılı, Ankara Milletvekili Sayın Haluk İpek’in
Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun Teklifi ile
Milletvekili Seçimi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile
Benzer Mahiyetteki Diğer Kanun Teklifleriyle Anayasa Komisyonu Raporu üzerinde
Anayasa Komisyonu adına söz aldım. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, üzerinde görüştüğümüz Seçimlerin Temel
Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun 1961 yılında yapılmış, o zamandan
beri bazı değişiklikler görmüş ama esaslı bir değişikliğe uğramamış. Şimdi ise
önümüzde birtakım esaslı değişiklikler getiren bir kanun teklifi ve Anayasa
Komisyonu Raporu var. Ben bu teklifi veren Sayın Haluk İpek’e ve diğer
teklifleri hazırlayan milletvekili arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum.
Yine, değerli arkadaşlar, alt komisyonda ciddi bir çalışma yaptık.
AK PARTİ Grubundan Sayın Hacı Hasan Sönmez, Sayın Canan Candemir
Çelik ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan Sayın İsa Gök, yine, Milliyetçi
Hareket Partisi Grubundan Sayın Behiç Çelik vardılar; gerçekten üstün bir
gayret gösterdiler, katkı sağladılar, ben de onlara huzurlarınızda tekrar
teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlar, bu kanun teklifi Anayasa Komisyonuna
geldiğinde Komisyonda değerli üyelerimiz fikirlerini serdetti ve bir alt
komisyon kurulması noktasında bir fikir birliğine varıldı. Burada tutanaklardan
okuyacağım. Anayasa Komisyonu Başkanı Sayın Burhan Kuzu’nun “Bir hafta
içerisinde bunu çözmeniz gerekir ve bir hafta içerisinde raporunuzu
hazırlamanız gerekir.” diye böyle bir talimatı oldu bize. Yine, o arada Sayın
Faruk Bal da “Biz partimiz açısından tüm gün çalışılacak şekilde yetki
veriyoruz.” diyerek bir kesintisiz çalışma yöntemini bize önerdi. Aslında, perşembe günü toplantımız sona erdi ve hemen ben
çalışmaları devam ettirmek istiyordum yani cuma günü, akabinde pazartesi, salı,
çarşamba çalışarak bir hafta sonraki perşembe gününe raporumuzu hazırlamak
istiyordum ama arkadaşlarımız, kendi seçim bölgelerine gideceklerini, dolayısıyla
“Cuma ve pazartesi gününe bir çalışma saati koymayalım ama örneğin salı günü
toplanalım ve kesintisiz bir şekilde o günü değerlendirerek raporumuzu
hazırlayalım.” diye bir teklif getirdiler. Biz de o teklif doğrultusunda
salı günü toplandık ve gerçekten on saati aşkın bir süreyle, uzun bir
çalışmayla bu raporumuzu hazırladık.
Değerli arkadaşlar, burada, tabii işin esasına yönelik fazla da
bir itiraz gelmedi. Gerçekten seçim kanunları, anayasalardan sonra önemli temel
kanunlardan bir tanesidir. Uzlaşmayla çıkması gerekir, buna önem vermek
gerekir. Bu kanun teklifini de uzlaşmayla çıkarmaya azami gayret ettik. Nitekim
Sayın İsa Gök, burada, “İşte, bir Haluk İpek teklifi vardı, ardından Sayın
Üstün teklifi geldi.” dedi. Biraz da işe magazin katarak söyledi ama biz orada
Sayın Haluk İpek’in teklifi üzerinden çalışmalarımızı devam ettirdik. Yalnız,
alt komisyon çalışmaları başlamadan önce, özellikle YSK’nin
komisyonumuza öneri ve teklifleri vardı. Yine, Kanunlar Kararlar Dairesinin
birtakım önerileri vardı. Ayrıca, üst Komisyonda görüşmeler sırasında değerli
üyelerimizin önerileri vardı. Yine, bakın burada isimleri
sayılmış: Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve
18 milletvekilinin, Afyonkarahisar Milletvekili Halil
Ünlütepe ve Denizli Milletvekili Ali Rıza Ertemür'ün, Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi
ve 10 milletvekilinin, Diyarbakır Milletvekili Gültan
Kışanak ve 19 milletvekilinin, Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır'ın, Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan
Vekilleri İzmir Milletvekili Oktay Vural ve Mersin Milletvekili Mehmet Şandır'ın, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, Denizli
Milletvekili Hasan Erçelebi ve 5 milletvekilinin
olmak üzere, sekiz adet daha ayrı teklifi alt komisyonda görüştük ve
değerlendirdik. Oradan istifade ettiğimiz maddelerle birlikte, elbette,
alt komisyonda teklifteki birtakım madde sayıları arttı. Bunlar ne? Bunlara
bakalım. Yani burada eleştirilecek ne var diye baktığımızda…
Bakın, ilave ettiğimiz maddelerden bir tanesi: Yüksek Seçim
Kurulunda, biliyorsunuz siyasi partilerin temsilcileri yok. Üst Komisyonda,
Anayasa Komisyonunda görüşürken aşağı yukarı, neredeyse eksiksiz bütün
partilerin teklifi oldu. Dediler ki: “İl, ilçe seçim kurullarında siyasi
partilerin temsilcileri var da YSK’da niye yok? Orada
da olması gerekir. Biz de oralara temsilci verelim ve bu şekilde, oralardaki
işlemleri gözlemleyelim.” Mantıklı, doğru bir teklifti ve biz alt komisyon
metnine aldık.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Şimdi niye geri çekeceğiz?
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ AYHAN SEFER ÜSTÜN (Devamla) –
Efendim “Şimdi niye çektiniz?” Oradaki önergenin hesabını ben veremem.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Geri çekilmesine karşı çıkmanız
lazım.
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ AYHAN SEFER ÜSTÜN (Devamla) – Ben,
alt komisyon başkanı olarak yapılan işlemleri izah ediyorum.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Fakat bu görüşten sonra geri
çekilmesine karşı çıkmanız lazım.
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ AYHAN SEFER ÜSTÜN (Devamla) –
Bakın, bütün buradaki ilave edilen maddeleri tek tek
izah edebiliriz.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Hem mantıklı hem destekleme!
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ AYHAN SEFER ÜSTÜN (Devamla) –
Yine, değerli arkadaşlar, bakın, adaylık için görevden çekilmesi gerekenlerle
ilgili bir madde ilave ettik. Buradaki Milliyetçi Hareket Partisi Grubu Başkan
Vekilleri Sayın Oktay Vural ve Sayın Mehmet Şandır’ın
neredeyse teklifini bire bir alt komisyon metnine aldık hatta bunu üst
Komisyonda biraz daha geliştirdik. Yani şimdi “Madde sayısı niye arttı? Haluk
İpek teklifi oldu Ayhan Sefer Üstün teklifi!” Bunun mantığını anlayamıyorum.
Değerli arkadaşlar, bunun yanı sıra, bakın, başka neler ilave
etmişiz: Mesela, hesaba katılan ve katılmayan oy pusulalarıyla ilgili bir madde
ilave etmişiz. Sayın Haluk İpek’in metninde geçerli-geçersiz oylarla ilgili bir
düzenleme vardı. YSK “Hesaba katılan-katılmayanlarla ilgili de bir madde
düzenler misiniz?” dedi. Elbette, düzenledik biz de burada. Yani bunun neresi
kanun tekniğine aykırı, onu anlayamıyorum.
Değerli arkadaşlar, yine, bakın, mesela 58’inci maddede, seçim
zamanlarında yerel dil ve lehçelerde sözlü propaganda yapılabilmesine ilişkin
bir imkân getirdik. Üst Komisyonda birçok değerli üyemiz -bu konuda bir
eksiklik var- bununla ilgili bir düzenleme yapılmasını talep etti. Yine
tekliflerimizde de vardı.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Nerede talep etti efendim?
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ AYHAN SEFER ÜSTÜN (Devamla) – Üst
Komisyonda talep etti.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Esas Komisyonda mı talep ettiler,
nerede? Size mi söylediler?
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ AYHAN SEFER ÜSTÜN (Devamla) –
Efendim, bakın, şimdi, şey yapmayın, yani bir dakika… Sakin olun.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Canım, Komisyon toplantılarında biz
de varız.
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ AYHAN SEFER ÜSTÜN (Devamla) – Yani
sakin olun… Sakin olun…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Alt komisyon başkanı konuşuyor,
anlatıyor.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Biz de varız. Bu teklifi kime, ne
zaman yapmışlar? Ben Komisyon üyesiyim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Hangi komisyon? Alt komisyon üyesi
misiniz?
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Hayır, efendim, esas Komisyonda. Ne
zaman söylenmiş bu teklif?
BAŞKAN –Sayın Üstün, devam ediniz.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Ama alt komisyondaki olayları
anlatıyor.
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ AYHAN SEFER ÜSTÜN (Devamla) –
Değerli arkadaşlar, şimdi alt komisyondaki olayları anlatıyoruz. Bakın…
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Biz Komisyondan gelen teklif
zannettik. Nerede konuşuldu teklif? Ben, o Komisyondayım
Mustafa Bey.
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ AYHAN SEFER ÜSTÜN (Devamla) – Ben
devam edeyim konuşmama. Devam edeceğim zaten.
BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Üstün.
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ AYHAN SEFER ÜSTÜN (Devamla) – Ben,
isim vermeden söyleyeceğim sadece, yani kim etmiş, falan filan itirazlarını.
298 sayılı Yasa’nın 58’inci maddesinde “propaganda yayınlarına
ilişkin yasalar” demiş bir arkadaşımız. “Yerel seçim propagandalarında
Türkçeden başka dil ve yazı kullanılması yasaktır. Yani burada özellikle seçim
dönemlerinde ana dilde propaganda yapılması noktasında düşüncemi ifade
ediyorum. 58’inci maddenin, bu anlamda, o cümlenin son bölümünü kastediyorum,
ilk bölümlerini kastetmiyorum. Yanlış anlaşılmasın, yanlış bir değerlendirmeye
varılmasın. Türkçe dışında başka dillerle de o halka, seçmen kitlesine doğrudan
konuşulabilmesinin gerektiği düşüncesindeyim.” diyerek bir üyemiz görüşlerini
serdediyor. Yine sunulan kanun teklifleri içerisinde de buna benzer teklifler
var.
Kaldı ki arkadaşlar, bununla ilgili niye bu kadar itiraz
ediyorsunuz anlayamıyorum.
OKTAY VURAL (İzmir) – İtiraz etmeyelim mi yani?
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ AYHAN SEFER ÜSTÜN (Devamla) –
Bakın, şimdi burada daha önce çok önemli bir değişiklik yapılmış 2001 yılında.
2001 yılında, değerli arkadaşlar, Anayasa’da çok ciddi bir değişiklik yapılmış.
Anayasamızın 26’ncı maddesi: Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti. Burada
diyor ki: “Düşüncelerin açıklanması ve yayılmasında kanunla yasaklanmış olan
herhangi bir dil kullanılamaz.” 2001 değişikliğine kadar. Gene bir başka madde,
28’inci madde: Basın ve yayımla ilgili hükümler ve basın hürriyeti. Burada
deniyor ki: “Kanunla yasaklanmış olan herhangi bir dilde yayım yapılamaz.”
Şimdi, bu, tabii, Anayasa’mızda yer almış, yasaklayıcı bir hüküm.
Ben şahsen bu yasaklayıcı hükme katılmıyorum. Nitekim,
bu yasaklayıcı hükmü…
MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis) – Niye getiriyorsunuz ama, katılmadığınız şeyi niye getiriyorsunuz?
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ AYHAN SEFER ÜSTÜN (Devamla)
– 2001 yılında, 4700 sayılı Kanun Teklifi’yle birlikte, Demokratik Sol Parti
Genel Başkanı İstanbul Milletvekili Rahmetli Sayın Bülent Ecevit’in, yine
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin, Anavatan
Partisi Genel Başkanı Rize Milletvekili Sayın Mesut Yılmaz’ın teklifleriyle
birlikte, bu yasaklar Anayasa maddelerinden çıkartılmış. Son derece doğru bir
hareket, son derece doğru bir teklif. Kesinlikle bundan
alınganlık gösterilmemesi lazım, ben bunu önemsiyorum.
Bakın burada, bu teklifin gerekçesinde deniyor ki: “Bu
değişiklikle, düşünce ve anlatım özgürlüğünün sınırları genişletilmekte,
vatandaşların günlük yaşamlarında farklı dil, lehçe ve ağızların kullanılmasına
herhangi bir engel bulunmadığı kabul edilmektedir.”
Şimdi, Anayasa…
MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis) – Peki, seçim bir bütün değil mi?
Seçim propagandası yazılı propagandayla birlikte değil mi?
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ AYHAN SEFER ÜSTÜN (Devamla) –
Efendim, bir saniye ya, bir saniye…
MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis) – Bunu ayırdığınız zaman kalır mı
propaganda?
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ AYHAN SEFER ÜSTÜN (Devamla) –
Bakın, Anayasa’da bir yasak varken bunu kaldırmış o zamanki hükûmet,
çok da iyi bir iş yapmış. Eğer bugün Agos gazetesi
kapanma tehlikesi yaşamadan bir yayın yapabiliyorsa 2001’de yapılan bu basın
özgürlüğüyle ilgili bu düzenlemedir. Yani, bu noktada, şimdi almışız bunu,
2001’de yapılan bu değişiklikle birlikte önümüzü açmış, kanunlarda mademki
yerel dil ve lehçelerde artık kullanılmasının o yasağı kalkmış Anayasa’da,
bununla ilgili teklifler de var, getirilmiş, hem Komisyon üyelerimiz teklif
etmiş hem de tekliflerin içerisinde var. Dolayısıyla, seçim zamanlarında siyasi
partilerin yerel dil ve lehçelerde sözlü propaganda yapabileceği noktasında bir
hüküm getirmişiz. Şimdi, bunun neresi eleştirilebilir arkadaşlar? Yani burada
eleştirilecek ne var? İşte, ilave ettiğimiz maddelerden bir tanesi de bu. Yani
“Alt komisyon metni değişti.” vesaire, falan deniyor ya, ilave ettiğimiz
maddelerden bir tanesi de bu.
Bunun dışında, yine, bir maddeyi çıkarmışız. Neden? O da şu,
değerli arkadaşlar: Eksik listeyle ilgili, seçime girebilmesine yönelik bir
teklif gelmişti, teklifin içerisinde bir madde vardı. Biliyorsunuz, eksik liste
verebilirsiniz ama YSK size der ki: “İki gün içerisinde bu adayların tamamını
tamamlayın.” Tamamladınız, tamamladınız; tamamlamazsanız şayet, o seçim
bölgesinin tamamında seçime giremiyorsunuz. Bununla ilgili bir düzenleme
getirilmiş. Aslında bence, şahsen, mantıklıydı bu fakat YSK dedi ki: “Bunu
çıkaralım tekliften.” “Niye?” diye sorduğumuzda: “Örneğin 2 milletvekiliyle
girdi bir seçim bölgesinde, bir ilde ama 3 tane, 4 tane -2’den fazla sayıyla-
milletvekili çıkardı. O zaman ne olacak? Bizim bütün hesaplarımız altüst olur.”
Sırf YSK’nın bu noktadaki talepleri açısından bunu da
metinden çıkardık.
Değerli arkadaşlar, bunun gibi daha onlarca düzenlemeyi alt
komisyondaki arkadaşlarımızla birlikte yaptık, onların teklifleri doğrultusunda
geliştirdik. Bakın, “Taşınabilir veya sabit telefonlara SMS gönderilmesin.”
dendi. Hem üst Komisyonda görüşler böyle çıktı hem de alt komisyonda, “Hayhay.”
dendi. Yani biz kendimize seçim kanunu yapmıyoruz ki! Biz Türkiye’ye seçim
kanunu yapıyoruz.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Beraber hazırlasak iyi olmaz mıydı?
AYHAN SEFER ÜSTÜN (Devamla) – Bakın, bu çalışmalar sırasında bir
gazeteci geldi…
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Ayhan Bey, madem hepimiz için
yapıyoruz, beraber hazırlasak iyi olmaz mıydı?
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Dinler misiniz.
AYHAN SEFER ÜSTÜN (Devamla) – …dedi ki: “Sayın Başkan, ya, ben
baktım, baktım, bu teklifte iktidara yarayacak bir tane cümle bulamadım.”
TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Önerge verin.
AYHAN SEFER ÜSTÜN (Devamla) – Çünkü daha önce iktidarlar seçim
kanunları yaparlar ama kendi menfaatlerini öne çıkarmak için yaparlar. Biz,
şimdi… İktidar kendine seçim kanunu yapmıyor arkadaşlar, Türkiye’ye seçim
kanunu yapıyor. Hani, bu kanun değişirse inşallah, bu objektif düzenlemelerden
bütün partiler ortak yararlanacak. O bakımdan, hakikaten bu konuda objektif
birtakım düzenlemeler getirilmiş, ben emeği geçenlere tekrar teşekkür ediyorum
ve nitekim, alt komisyonda da bütün bu teklifleri,
önerileri dikkate aldık.
Bakın, mesela mülki amirlerle ilgili çok eleştiri var. “Mülki
amirlere yetki veriyorsunuz, yetki veriyorsunuz…” falan deniyor. Hayır, mülki
amirlere, bu teklifte, bir tek yerde, seçim bürolarının açılmasıyla alakalı bir
yetki veriyoruz, o da zaten uygulamada aslında seçim gününe kadar fiilen seçim
bürosu açtığınızda mülki amirlere müracaat ediyordunuz. Bu düzenlemeyi kanun
teklifine taşıdığımızda dedi ki arkadaşlarımız: “Efendim, bu konuda tek yetkili
mülki amir olmasın.” “Hayhay, o zaman, tamam.” dedik, “Propaganda süresinden
önce mülki amirler, propaganda süresi başladıktan sonra ilçe seçim kurulları
yetkilidir.” diye bir düzenleme yaptık. Bu da bir uzlaşıyla çıktı.
Peki, bu kanunda hiç mi yok, yani “mülki amirler” lafı geçmiyor mu
bu kanunda? Birçok yerinde geçiyor. Bakın, şimdi, biliyorsunuz, mitingler
yapıyorsunuz, son on güne kadar bütün mitinglerle ilgili izni mülki amirlerden
alıyorsunuz. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na göre son on… Bu Kanun’un
belki de aksak yönüdür bu ama bu Kanun’da verilmiş daha önce mülki amirlere bu
yetkiler. Dolayısıyla, burada da elbette bazen bu seçim bürolarının açılmasında
mülki amirlere de yetki verildiği hususlar olmuştur.
Yine, bakın, “Promosyonlar çıkarılsın.” dendi. “Tamam, elbette
çıkarılsın, eyvallah.” dedik, bu kanundan bunları çıkardık.
Yine, bağımsız adaylarla ilgili belki eşitlik ilkesine aykırı
birtakım düzenlemeler vardı, onları da çıkardık arkadaşlar.
En fazla şu anda T.C. kimlik numarasına itiraz var “Niye bu
sistemi değiştiriyorsunuz?” diye. Değerli arkadaşlarım, 22 Temmuzdan sonra
geldik, Anayasa Komisyonu toplantısında, o zaman muhalefet partilerindeki söz
alan bütün arkadaşlarımız “Bu kimlik numarasını nereden çıkardınız? 1 milyona
yakın seçmenimiz oy kullanamadı, niye şimdi bunu böyle getirdiniz?” vesaire
diye sitem ettiler bize. Şimdi bunu birazcık esneten, birazcık daha seçmenin oy
kullanmasına imkân getiren bir düzenleme getiriyoruz, bu sefer de “Bunu niye
kaldırıyorsunuz?” diye bir itiraz var. O bakımdan arkadaşlar genel olarak
buraya çıkan, muhalefet adına buraya çıkan konuşmacılar da kanunun içeriği
noktasında fazla eleştiride bulunmadılar, usuli
birtakım itirazlarda bulundular.
Kanunun içeriğine baktığımızda bütün siyasi partilere objektif
uygulanacak hükümler getirmektedir. Dolayısıyla bu kanun teklifi inşallah
kanunlaşır. Ben bu kanunu hazırlayan herkese tekrar teşekkür ediyorum.
Komisyonda çalışan değerli bürokratlara teşekkür ediyorum çünkü gerçekten on
saatten fazla aralıksız bir çalışmayla bunları hazırladık.
Kanunun şimdiden de hayırlı olmasını diler, saygılar sunarım. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Üstün.
FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Efendim…
FARUK BAL (Konya) – Efendim, Sayın Hatip bu dil ile ilgili konuyu
anlatırken benim de görev yaptığım dönemde, 2001 yılında çıkarılan Anayasa
değişikliğini gerekçe olarak göstermek suretiyle yanlış bilgi vermiştir. İzin
verirseniz iki dakika içinde açıklayayım.
BAŞKAN – Buyurun.
VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR
1.- Konya Milletvekili Faruk
Bal’ın, Anayasa Komisyonu Başkan Vekili ve Sakarya Milletvekili Ayhan Sefer
Üstün’ün, şahsına sataşması nedeniyle konuşması
FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
nedense, Adalet ve Kalkınma Partisi yaptığı hataların bir tarafını Milliyetçi
Hareket Partisine bulaştırma gibi bir gayretin içerisindedir. Bu gayret
beyhudedir tabii. Biraz önce Sayın Hatibin ifade ettiği beyhude bir çırpınış
gibidir.
2001 yılında yapılan -gerekçesini de kendisinin ifade ettiği gibi-
Anayasa değişikliği “gündelik hayatlarında kullanılan dil ve lehçeler” şeklinde
bir sınırlama getirmiştir. Bunun hukuki anlamı bireysel hakların
kullanılmasıdır. Elbette ki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tamamı bireysel
hakların kullanılmasında özgürdür ve evrensel değerlerin tümünden yararlanma
hakkına sahiptir. Ancak bunların kolektif hakka dönüştürülmesi, bir grubun, bir
inanç grubunun, bir din grubunun, bir sosyal zümrenin hakkı hâline getirerek
kolektif hakka dönüştürülmesi demek azınlık hakkıdır. Oysa Türkiye Cumhuriyeti
sınırları içerisinde yaşayan vatandaşlarımızın azınlık hakkı ile diğerlerinin
hakkı 1923 yılında Lozan Anlaşması’yla belirlenmiş ve bu konu kapanmıştır.
Dolayısıyla, Sayın Hatibin ima etmeye çalıştığı gibi, Milliyetçi
Hareket Partisi, AKP’nin açılımlarının doğumunu yaptırmaya çalışan bir parti
değildir. Milliyetçi Hareket Partisi, açılımın bir adımı olarak gördüğü bu
kanun teklifinde de bir adım öne götürmek suretiyle kolektif bir hakka
dönüştürmeye çalıştığı ve seçim gibi kamu hukukunun ilgilendiği bir alana bu
hakkı sokmaya çalışması Milliyetçi Hareket Partisinin ortağı bulunduğu
koalisyon dönemindeki Anayasa değişikliğiyle ilgisi, alakası yoktur.
Yüce Kurulun bilgilerine saygıyla sunarım. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bal.
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri
(Devam)
5.- Ankara
Milletvekili Haluk İpek’in, Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri
Hakkında Kanun ile Milletvekili Seçimi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi ile Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu
ve 18 Milletvekilinin, Afyonkarahisar Milletvekili
Halil Ünlütepe ve Denizli Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi
ve 10 Milletvekilinin, Diyarbakır Milletvekili Gültan
Kışanak ve 19 Milletvekilinin, Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır’ın, Milliyetçi Hareket Partisi Grup
Başkanvekilleri İzmir Milletvekili Oktay Vural ve Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, Denizli
Milletvekili Hasan Erçelebi ve 5 Milletvekilinin
Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ile Anayasa Komisyonu Raporu (2/636, 2/123,
2/200, 2/288, 2/304, 2/342, 2/364, 2/474, 2/596) (S. Sayısı: 490) (Devam)
BAŞKAN – Şahsı adına Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Aydın.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 490 sıra sayılı Kanun
Teklifi’nin tümü üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, seçim bir ülkede yönetilenlerin yani
vatandaşların kendilerini yönetecek ve temsil edecek kişileri seçip onları
iktidara taşımalarıdır. Bu seçim sadece ve sadece iktidarla sınırlı kalmamakta,
demokrasinin diğer vazgeçilmez unsurları olan parlamento yapısı içerisindeki
diğer kanatları da, diğer siyasi partileri de belirlemektedir. Siyasi partiler
de siyasal mücadele yoluyla mümkün olan en geniş onaya ulaşarak millî iradenin
devlete egemen kılınmasını sağlayan hayati nitelikteki demokratik unsurlardır.
Bu anlamda, siyasal partilerin de kuruluş ve çalışmalarının özgürlük içinde
olması temel ilkedir.
Demokratik sistemlerde esas olan, halkın yönetim yetkisinin bizzat
kaynağı olmasıdır. Aslolan da bir bütün olarak
vatandaşların hepsinin katılacağı geniş katılımlı bir seçimdir. Gerçek
demokrasinin varlığını işte ancak o zaman hissedebiliriz.
Demokrasi tarihi boyunca seçimler pek çok aşamadan geçmiştir.
Günümüz çağdaş demokrasilerine ulaşıncaya kadarki süreçte önemli değişmeler,
gelişmeler kaydedilmiştir. Günümüzde seçim artık belirli evrensel ilkelere ve
değerlere sahip bir demokratik araç olarak karşımıza çıkmaktadır. Anayasa’nın
67’nci maddesinin 23/7/1995 tarihli ve 4121 sayılı
Kanun’la değişik ikinci fıkrasında da bahsedildiği üzere seçimler serbest,
eşit, gizli, tek dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre, yargı
yönetim ve denetimi altında yapılan bir eylem olarak tanımlanmaktadır.
Değerli arkadaşlar, genel oy ilkesi, bir ülkedeki bütün
vatandaşların dil, din ayrımı yapılmaksızın, yaş, cinsiyet ayrımı yapılmaksızın
herkesin oy kullanabilmesidir. Serbest ve rekabetçi seçim ilkesi, seçime
katılacak kişi ve partilere yasak getirilememesi, propaganda serbestliğinin
olmasıdır. Eşitlik ilkesi, herkesin yalnızca bir oya sahip olmasıdır. Dağdaki
çobandan tutun cumhurbaşkanına kadar herkesin yalnızca bir oyu olacak ve o
oylar eşit sayılacak. Gizlilik ilkesi, oy vermenin gizli olması ve son olarak
da serbest oy ilkesi de oy verecek kişinin her türlü baskı ve etkiden uzak
olarak oy vermesidir.
İşte bu evrensel kavramlar günümüzde demokrasinin vazgeçilmezi
olan seçimlerin temel mantığıdır ve dinamikleridir aynı zamanda. Bu evrensel
değerlere sahip olmamış bir seçim ise çok farklı yönetim yapılarında karşımıza
çıkmaktadır. Bilindiği üzere uluslararası saygınlığını artırmaya ve rejimini
meşrulaştırmaya çalışan çoğu totaliter rejimler de seçim sistemine başvurmaktadır.
Ülkemizde de seçim sistemi ve usulü, seçim dönemi ve zamanları ile
seçim çevreleri, aday olabilme ve seçilme ilkeleriyle seçim propagandası,
sayım, döküm ve sonuçların alınması, seçim yasakları, yaptırımlar, itirazlar ve
bunların karara bağlanması gibi çeşitli konular mevzuatımızda yer almaktadır.
Ancak 298 sayılı Kanun uzun zamandır uygulanmaktadır, yaklaşık elli yıl
civarında bir uygulama süreci var ve zaman içerisinde de kimi değişikliklerle
bugüne kadar gelmiş, ancak bu değişikliklere rağmen hâlen günümüzde usul kanunu
olma özelliğini devam ettirmektedir.
Günümüzdeki teknolojik gelişmeler de göz önünde bulundurulduğunda,
mevcut Kanun, 298 sayılı Kanun günümüz şartlarında yetersiz hâle de gelmiş
durumdadır. Örneğin, Anayasa Mahkemesine göre de seçim çalışmaları, özellikle
propaganda, Anayasa’nın -67’nci maddesinde- güvencesi altında bulunmaktadır. Bu
manada seçimlerin vazgeçilmezi olan propagandanın demokrasiyle bağdaşmayacak
biçimde sınırlanması, Anayasa’ya da açık bir aykırılık oluşturmaktadır. Uluslararası
ve ulusal mevzuatlara göre de siyasi partilerin serbestçe faaliyette bulunması,
programlarını ve görüşlerini serbestçe vatandaşlara anlatabilmeleri özgürlükçü
ve demokratik bir düzenin de gereğidir.
Seçim propagandası 298 sayılı Kanun’un üçüncü bölümün ikinci
kısmında 49 ila 66’ncı maddeler arasında düzenlenmiştir. Bu maddelerde siyasi
partilerin açık ve kapalı yer toplantıları, hoparlörlerle propaganda, el ilanı,
duvar ilanı, afiş ve benzeri yöntemlerle propaganda, radyo ve televizyonlarda
propagandayla ilgili usul ve esaslara yer verilmiş, ayrıca bir kısım propaganda
yasakları da hükme bağlanmıştır. Günümüz teknolojisi ve şartlarında propaganda
araçları değişmeye yüz tutmuştur. Örneğin İnternet, örneğin bilboardlar,
elektronik bilboardlar, görüntülü yayın yapan dijital
reklam panoları gibi yeni birtakım teknolojik gelişmeler karşısında mevcut
Yasa’nın yetersiz kaldığı da aşikârdır.
İşte bu eksiklikler de nazara alınarak, aynı zamanda Yüksek Seçim
Kurulunun kararlarıyla, içtihatlarıyla da dercolunan
birçok hüküm bu teklife konmuştur. Görüşülmekte olan kanun teklifiyle de siyasi
partilerin ve bağımsız adayların serbestçe ve günün şartları çerçevesinde
propaganda yapılmasına imkân verecek nitelikte bazı düzenlemeler yapılmaktadır.
Bugün, gelişen çağdaş demokrasi anlayışının özgürlükleri genişleten yaklaşımı
çerçevesinde yine bu Parlamento TRT Şeş’i yayına açmıştır. Yine şu anda,
günümüzde birçok özel radyo ve televizyon yerel dil ve lehçelerde süresiz yayın
yapabilmektedir. Kaldı ki Anayasa’mızın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti”
başlıklı 26’ncı maddesi ve “Basın hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde de
2001’de 4709 sayılı Kanun ile değişiklik yapılmıştır. Kanun’da “Yasaklanmış
herhangi bir dil kullanılamayacağı” şeklinde düzenlemeler Anayasa metninden
çıkarılarak düşünce ve anlatım özgürlüklerinin sınırları genişletilmiş,
vatandaşların günlük yaşamlarında farklı dil ve lehçeleri kullanmaları ve yayın
yapmaları serbestliği, Anayasa’nın temel niteliklerine, devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı olmamak koşuluyla getirilmiştir.
Seçim zamanlarında siyasi partiler ve bağımsız adayların belli
şartlarla seçim büroları açabilmesi ve modern iletişim teknolojileriyle
propaganda yapabilmeleri sağlanmak istenmektedir.
Getirilen diğer bir kolaylık da parti ve adayların programlarını,
görüş ve düşüncelerini daha etkili ve daha kolay biçimde vatandaşa
ulaştırabilmelerine imkân sağlamaktadır.
Siyasi parti ve adayların belediyelere ve özel kişilere ait sabit
ilan ve reklam yerlerinden bir düzen altında faydalanması da sağlanmıştır.
Diğer taraftan, kanunun getirdiği yenilikler ve kolaylıklar
yanında propaganda faaliyetlerinin bir düzen ve disiplin içerisinde yapılması
sağlanmış, seçimin başlangıç tarihinden itibaren oy verme gününü takip eden güne
kadar getirilen şartlarla çevre ve görüntü kirliliğinin önlenmesi de
amaçlanmıştır.
Yapılan bir başka düzenlemeyle de yine “sandık alanı” ve “sandık
çevresi” tabirleri getirilmiş, sandık alanında ve çevresinde bulunması gereken
kimselerle, uyulması gereken hususlar bir esas altında bağlanmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepimizin malumu olduğu
üzere özgür, eşit ve dürüst seçimlerin yapılamadığı bir ülke, demokratik bir
ülke değildir. Seçimlerin bu şartlara uygun bir biçimde tamamlanması devletin
en başta gelen yükümlülüğüdür. Seçme, seçilme ve halk oylamasına katılma hakkı
demokratik bir devlet yönetiminin vazgeçilmez koşulları arasında yer
almaktadır. Bu aynı zamanda rejimin sağlıklı yaşamı için temel bir koşuldur.
298 sayılı Kanun’un 86’ncı, 87’nci ve 94’üncü maddelerinde yapılan
değişikliklerle de vatandaşlarımızın seçme hakkını kullanmasını engelleyen
fiilî durumlara karşı hukuki güvenceler getirilmiştir.
Yapılan düzenlemeyle, ayrıca, oy sayım ve dökümüne ilişkin yeni
esaslar getirilmiştir.
Bu düzenlemelerle özellikle de sandık başında sıkça karşılaşılan
sorunların azaltılması da amaçlanmaktadır.
Seçim sonuçlarının doğru bir biçimde tespiti ve bu sonuçlara parti
ve adayların rahatlıkla kavuşabilmesi de sağlanıyor.
Yine, değerli arkadaşlar, ilçe seçim kuruluna itiraz edebilmek
için mevcut Kanun’da sandık kuruluna şikâyet ve itirazda bulunmuş olma şartı
olmamasına rağmen, bu şartın ortadan kaldırılması adına -Yüksek Seçim Kurulu
içtihatlarında da var- sandık kuruluna şikâyet etmeden de ilçe seçim
kurullarına vatandaşlar haklarını aramak adına -seçmenler- şikâyette
bulunabilecekler.
Yine, seçimlerde kullanılan araç ve gereçler, materyaller, oy
sandıkları, oy pusulaları, aynı şekilde, oy zarfları ve oy kabinleri için
çeşitli standartlar geliştirilmiş, daha objektif, daha dürüst seçimlerin
yapılmasına imkân sağlayacak şekilde geliştirilmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
AHMET AYDIN (Devamla) – Gün batımına ilişkin esaslar geliştirilmiş
ve yine gün batımına ilaveten iki saat daha propaganda serbestisi
tanınmıştır.
Değerli arkadaşlar, bizim temel hedefimiz, bu seçimlerin, bu
ülkede, bu vatandaşlara, herkese eşit bir şekilde uygulanmasını sağlamak. Özgür bir seçim ortamını oluşturmak ve daha adil, şaibesiz
seçimleri geliştirmek adına getirilen birçok yeni düzenlemeler var ve bu
düzenlemeler de gerçekten hem uygulamada sıkıntısı yaşanılan birtakım
hususların kanuna dercedilmesi hem de uygulamada YSK
içtihatlarında var olup da kanunda olmayan birtakım hususların kanuna konmak
suretiyle çok güzel seçimlerin yapılmasını düşünüyoruz, yapılabileceğini
düşünüyoruz. Bu manada çok ciddi destekler verdi herkes, ben de onu
biliyorum, uzun süre de takip ettim.
Hakikaten, teklif sahibi Sayın Haluk İpek Bey’e ben de çok
teşekkür etmek istiyorum. İki ayı aşkın bir süredir üzerinde çalıştığını
biliyorum. Anayasa Komisyonunun tüm üyelerine ve çalışanlarına -Haluk Bey de
bahsetti- Avukat Mehmet Doğan Kubat Beyefendi’ye ve bu teklifin oluşmasında,
yine aynı şekilde sizlerin desteğiyle de kanunlaşmasıyla da inşallah…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi bağlayınız.
AHMET AYDIN (Devamla) – Hepinize teşekkür ediyor, emeği geçen
herkese tekrar teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Aydın.
Sayın milletvekilleri, İç Tüzük’ün 72’nci maddesine göre
görüşmelerin devam etmesine dair bir önerge gelmiştir.
Önergeyi okutuyorum:
TBMM Başkanlığına
490 sıra sayılı Kanun teklifinin tümünün görüşmelerinin devam
etmesini arz ederim.
Faruk
Bal Oktay
Vural Behiç
Çelik |
Konya İzmir Mersin |
S.
Nevzat Korkmaz Alim Işık |
Isparta Kütahya |
OKTAY VURAL (İzmir) – Gerekçe...
Gerekçe:
Görüşmelerin açıklığa kavuşması için verilmiştir.
BAŞKAN – Oylarınıza sunuyorum…
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Oylamadan evvel karar yeter sayısı
istiyoruz.
BAŞKAN – Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Karar yeter sayısı
yoktur.
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 19.08
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 19.23
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN
(Bingöl), Fatih METİN (Bolu)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
81’inci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.
490 sıra sayılı Teklif’in tümü üzerindeki konuşmaların bitiminde
İç Tüzük’ün 72’nci maddesi uyarınca verilen görüşmelere devam olunması
yönündeki önergenin oylanmasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi, önergeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı
arayacağım. Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Karar yeter sayısı var mı sayın vekillerimiz?
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Karar yeter sayısı var efendim.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Nerede var?
AHMET YENİ (Samsun) – Bu kadar da gözükmüyorsa…
BAŞKAN – O zaman oylamayı elektronik cihazla yapacağım.
Oylamayı başlattık. İki dakika veriyorum. Böylece, sonucu
tartışmasız yapalım.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Karar yeter sayısı vardır; önerge reddedilmiştir.
490 sıra sayılı Teklif’in görüşmelerine kaldığımız yerden devam
edeceğiz.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım, tutanaklara girmesi
açısından, biraz önce, Sayın Ayhan Sefer Üstün, benim ve Mehmet Şandır Bey’in
teklifinin olduğu gibi alt komisyon metnine alındığını ifade etti.
Efendim, bizim grup başkan vekilleri olarak sunduğumuz kanun
teklifinin hiçbir noktası Komisyonda görüşülmüş değildir. Zannederim Mehmet Serdaroğlu’nun Kanun Teklifi’ndeki imzaları kastettiniz
siz. Dolayısıyla bizim kanun teklifimizin bu Anayasa Komisyonundaki metinde ele
alınmadığını paylaşmak istiyorum. Zaten mümkün değil. Çünkü 11 Ocak 2009’da
yapılmasını istiyorduk biz sayımın. Dolayısıyla ele alınması da mümkün değil.
Mehmet Serdaroğlu ve 18 milletvekilinin Kanun
Teklifi’ndeki birtakım hususlar alt komisyonda değerlendirilmiştir. Bunun kayda
girmesi açısından söz aldım.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Evet, kayda geçti böylece.
Teşekkür ediyoruz Sayın Vural.
Şimdi, Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Soru-cevap işleminde kalmıştık.
Sayın Yıldız, Sayın Çelik, Sayın Işık, Sayın Coşkunoğlu,
Sayın Genç, Sayın Karabaş ve Sayın Sakık sisteme
girmişlerdi. Tekrar girmelerini rica edeceğiz. Çünkü işlem yapılınca sistem
siliniyor. Sayın Yıldız ve Işık sisteme girmişler, diğer arkadaşlarımızın,
sayın milletvekillerimizin sisteme girmelerini rica ediyorum.
Soru-cevap işlemine başlıyoruz.
Sayın Yıldız…
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, seçim öncesinde ya da seçim sırasında partilerin ve
adayların siyasi propaganda yapacakları alanlara ulaşımından ve güvenliklerinden
kim sorumludur; adaylar mı, partiler mi, Hükûmet ve
organları mı?
İkinci sorum: Oy kabinleri ve şeffaf sandıkların temin edilmesi
noktasında rekabet ortamının oluşturulabilmesi için yeterli zaman sağlanacak
mıdır; yoksa, adrese teslim ihale mi yapılacaktır;
yoksa, kamu kurumları tarafından mı bunlar temin edilecektir?
Üçüncü sorum: Oy kabinlerinin ve şeffaf sandıkların yaklaşık
maliyeti nedir?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Yıldız.
Sayın Işık…
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, Yüksek Seçim Kurulu tarafından seçimlerde kullanılan
oyların değerlendirilmesi ve analizi için kullanılan bilgisayar programı ya da
programları hangi şirket ya da şirketler tarafından yazılmıştır? Bu program ya
da programlar güvenlik ve geçerlilik testine tabi tutulmuşlar mıdır?
Tutulmuşlarsa bu test kimler tarafından yapılmıştır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Işık.
Sayın Coşkunoğlu…
OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Seçimlerde olası yanlışlıkları veya hileleri önlemeyi eminim
herkes istiyor, Hükûmet de istiyor. Bunun için her ne
kadar bütün yanlışlıkları, hileleri önleme olanağı olmasa da teknolojiden
olabildiğince yararlanmak gerektiğini kabul ediyor musunuz? Birinci
sorum bu.
İkinci sorum: Bunu kabul etme durumunda ama olabildiğince
yararlanmak yani teknolojinin elverdiği tüm olanaklardan yararlanmak için
gerekli bütçeyi sağlamaya hazır mı Hükûmet? Bunu
sormak istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Coşkunoğlu.
Sayın Çelik…
BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Ben de söz konusu teklifin 2’nci maddesindeki “Açık yerlerde,
güneşin batmasını müteakip ikinci saatin sonundan güneşin doğmasına kadar toplu
olarak, sözlü propaganda yapılamaz.” hükmüyle yine teklifin 3’üncü maddesinin
son fıkrasındaki “Seçim büroları saat 09.00’dan 23.00’e kadar halka açık
faaliyette bulunabilir.” hükmü arasında ileride ihtilafların oluşacağını
düşünmekteyim. O nedenle, bunu aynılaştırma adına, 2’nci maddedeki “güneşin
doğması” şeklinde düzenleme değil, fiks bir saatin
verilmesi, “
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Çelik.
Sayın Karabaş…
MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Aracılığınızla Sayın Bakana sormak istiyorum: Şimdi, kanun
teklifinin 7’nci maddesinde, Türkçenin dışında yerel dillerde sözlü propaganda
yapılabileceği ancak yazılı propagandanın yasak olduğu söyleniyor. Şimdi,
Anayasa’da ve yasalarda da bir bütünlük vardır. Siz “propaganda” dediğiniz
zaman, sözlü, her türlü afiş, pankart, CD yani yazılı, hep birlikte
yapılabilir. Bunları çıkardığınız zaman, sözlü propaganda, Seçim Kanunu’nda
sözlü propaganda propaganda sayılabilir mi? Bunu
hangi mantıkla bu yasaya koymuşsunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Karabaş.
Sayın Sakık…
SIRRI SAKIK (Muş) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Ben de Sayın Bakanıma soruyorum: 2007 seçimleri öncesi, burada bir
ittifakla, bağımsızların birleşik oy pusulasına dâhil edilmesiyle ilgili bir
anayasal değişiklik yapıldı. Şimdi, o süreç aşıldı yani bütün haksızlıklara
rağmen, insanlar gidip iradesini özgürce ortaya koydular. Acaba bunu
değiştirmeyi düşünüyorlar mı, bir.
İkincisi de: Dünyanın hiçbir yerinde olmayan yüzde 10’luk barajın
değiştirilmesi acaba onların aklına geliyor mu? Sürekli özgürlüklerden ve
demokrasiden bahsedenler, 12 Eylül Anayasası’na karşı olduklarını söyleyenler,
12 Eylülün bu tür Siyasi Partiler ve Seçim Kanunu’na sığınmak ne kadar etiktir?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Sakık.
Sayın Vural…
OKTAY VURAL (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Bu kabul edilen metnin 7’nci maddesi ile “Radyo ve televizyonda
yapılacak propaganda yayınlarıyla, diğer seçim propagandalarında, Türkçe'nin kullanılması esastır.” denmiş, sonra “Ancak”
diyerek bir istisna getirilmiş ve “… yerel dil ve
lehçelerde de sözlü propaganda yapabilirler.” denmiş. Bu durumda, mesela TRT’de
tanımlanan, siyasi partilere verilen o sözlü propaganda yapmak için kullanılan
o sürede bu “Ancak” çerçevesinde farklı dil ve lehçelerde de böyle bir yayın
yapılması mümkün kılınmış olmakta mıdır, olmamakta mıdır? Bu konuda izahat
verirseniz memnun olurum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Vural.
Sayın Genç…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, İç Tüzük 26’ncı maddesinde “Komisyonların toplantıya
çağrılması” başlıklı bir madde var. Burada “Komisyon başkanı daha önceden,
işte, şuralara şuralara toplantıya çağırır.” diyor.
“teklifi komisyon gündemine alınan milletvekilleri de çağrılır.” diyor. Burada
benim de kanun teklifim olduğu hâlde Komisyon Başkanı hangi gerekçeyle bizi
çağırmıyor? Bu Komisyon Başkanı zaten İç Tüzük’ü her zaman ihlal ediyor.
Geçenlerde Cumhurbaşkanı seçimi ile ilgili benim teklifim vardı, yine aynı
şekilde, yani bu İç Tüzük’ü sanki görmezlikten geliyor. Şimdi, bir komisyon
başkanı, hem de Anayasa Komisyonu Başkanı İç Tüzük’ü bu kadar askıya alabilir
mi? Bunu neyle izah edebilir? Birinci sorum bu.
İkinci sorum: Efendim, geçen seçimlerde bağımsız üyeler için çok
büyük bir haksızlık yapıldı. Yani oy pusulasında bütün partiler baştan aşağı
giderken, bağımsızlar, alt bir çizgi çizilmiş bir kısmı yukarıda bir kısmı
altta, sanki üst bağımsıza veren alt bağımsıza veriyor gibi. Böyle bir şey…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Evet, süreniz doldu Sayın Genç. Tekrar sisteme girin,
sorunuzu şey yapalım.
Sayın Türkmenoğlu…
KAYHAN TÜRKMENOĞLU (Van) – Sayın Başkanım, ben de özellikle bu
yasamızın hayırlı olmasını temenni ediyorum. Aslında hep gönlümüzün arzu ettiği
bir yasaydı, ancak geç kalınmış bir yasa. Gelen yenilikler, özellikle benim
seçim bölgem Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde büyük bir memnuniyetle
karşılanmıştır. Ben özellikle bunu ifade etmek için söz aldım. Bundan dolayı bu
yasada emeği geçen bütün emek sahiplerine sonsuz teşekkür ediyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Türkmenoğlu.
Sayın Mengü…
ŞAHİN MENGÜ (Manisa) – Sayın Bakan, geçen seçimlerde uygulanan
bilgisayar programlarıyla ilgili büyük şaibe vardı. Hatta,
en son Yunanistan’da yapılan seçimlerde bu programların reddedildiği ileri
sürüldü. Şu anda HAVELSAN çok ciddi bir araştırma ve çalışma üstünde.
Önümüzdeki genel seçimlerde, HAVELSAN’ın hazırladığı
bu programdan istifade etmeyi düşünüyor musunuz? Düşünmüyor iseniz sebebi
nedir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Mengü.
Sayın Genç, lütfen net olarak sorunuzu bitirin.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, bağımsızlarla ilgili. Şimdi, 6
tane bağımsız vardı bizim seçim bölgemizde. Şimdi, partilerin her birisi bir
sütundan geliyor ama bağımsızlara gelince üç tanesi yukarıda, üç tanesi aşağıda
olunca, sanki üstteki ile alttaki birbirine karışıyordu. Bu seçim pusulasında
bağımsızlara da siyasi partiler gibi bir sütun ayrılması düşünülüyor mu?
İkincisi, bağımsızların ismi o kadar küçük yazılmıştı ki kendimiz
kendi ismimizi okuyamıyorduk. Bu bağımsızlar için de en azından isim
yazılmasında vatandaşın rahatlıkla ismi okuyabileceği bir büyüklükte yazmayı
düşünüyorlar mı?
Bir de bağımsızlar için, icabında oy pusulasında, mesela -masrafı
ilgili bağımsız tarafından ödenmek koşuluyla- fotoğrafının basılmasında bir
sakınca var mıdır? Bunu öğrenmek istiyorum efendim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Genç.
Buyurunuz Sayın Bakan.
DEVLET BAKANI HAYATİ YAZICI (İstanbul) – Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Yıldız “Propaganda
çalışmalarından kim sorumlu, kim düzenleyecek?” diyor güvenlikle alakalı. Bir
defa her şeyden önce o çalışmayı kim yapıyorsa birinci sorumlu o. Kişi
kendisini sorumlu tutmadıkça faaliyetinin elbette ki sağlıklı olduğundan söz
edilemez. Kim eylemi planlıyorsa, projelendiriyorsa önce o önlemleri alacak.
Ama bunun yanında, bizim idari sistemimizde bugüne kadar uyguladığımız uygulamada,
yerleşik uygulamada güvenliği elbette ki güvenlik güçleri alacaktır, emniyet
güçleri alacaktır, bunda da yadırganacak herhangi bir şey yoktur. Birbirimize
güvenimizin olması gerekir.
İkinci soru: “Oy kabinlerinin yenilenmesinde rekabet ortamı olacak
mı? Yaklaşık maliyet nedir?” Bir maliyet hesabı yapılıp da bana verilmiş değil.
Elbette ki bu kabinlerin yenilenmesini sağlayacak olan kurum YSK’dır. Bunun planlamasını, projelendirmesini YSK yapacak,
ölçüleri, standartları kanunda belirlenmiştir, planlamayı yapacak, yaklaşık
maliyeti belirleyecek, ödenek talep edecek, Hükûmet
de ödenek tahsisini yapacaktır. Büyük bir ihtimalle -ki öyledir, öyle olacak-
elbette ki rekabet ortamını oluşturacaktır diye düşünüyorum.
Sayın Işık’ın “Bilgisayar programlarının güvenliği”, yine benzer
mahiyette Sayın Mengü’nün “Bilgisayar programlarıyla
ilgili sorunlar var, şaibeler var.” şeklindeki soruları elbette ki dikkate
alınacak. Türkiye’nin bu Seçim Yasası’yla hedeflediği husus, seçimlerin
güvenliğini sağlamak, oyların sandığa girdiği gibi vatandaş iradesine uygun
olarak sandıktan çıkmasını temin etmek, bunun güvenliğini sağlamak; bütün çaba,
gayret bu. Bu noktada da kullanılacak teknolojinin, son derece, yanılmaları
önleyici, şaibelere yer bırakmayan, elbette ki nitelikte ve içerikte olması
gözetilecektir.
Sayın Coşkunoğlu, işte, “Olası
yanlışlıkları önlemek için teknolojiden faydalanıyor muyuz, faydalanmayı
düşünüyor musunuz? Bütçe hazır mı?” diyor. Aynı çerçevede. Deminki cevabımla bu
soruyu cevaplamış oluyorum. Elbette ki amacımız, en uygun teknolojiyi
kullandırmak ve bütün yanılgıları ortadan kaldıracak bir yöntemi egemen
kılmaktır.
Sayın Çelik’in “güneşin batmasından itibaren iki saat sonra açık
hava propagandası yapılmaz; bir diğer maddede de, 3’üncü maddede de, saat 23.00’e
kadar toplu propaganda yapılır, bu bir çelişki değil mi?” Çelişki değil. Bu çok açık. Birincisi güneşin batmasından itibaren iki saat
sonra meydan mitinglerine dönük, diğeri ise kapalı mekânlarda ama kamuya açık
alanlarda yapılacak propagandayı düzenleyen iki ayrı madde. Ben öyle anlıyorum,
yani hukukçu kimliğimle bunu ifade ediyorum.
Sayın Karabaş’ın sözlü propaganda… Yine, benzer şekilde Sayın Sakık’ın da beyanları var. Bu, Türkiye’de önemli bir aşama.
Yani, vatandaşın kullandığı lehçeyle, sözcükle muhatabına amacını, hedefini
anlatmasına yasal imkân sağlanmış olması önemli bir aşama. Sanırım bunu takdir
edeceksiniz, vatandaşlarımız bunu takdir ediyor ama Türkiye Cumhuriyeti…
SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Zaten konuşuyoruz, izin almıyoruz ki
Sayın Bakan.
DEVLET BAKANI HAYATİ YAZICI (İstanbul) – Vallahi, karşılıklı böyle
monoloğa girersek ben sizin sorunuzu cevaplayamam.
Ben düşüncelerimi ifade edeyim ama sonra konuşmak isterseniz buyurun makamıma
gelin, başka yerde konuşalım, görüşelim.
Yani bu, Türkiye için önemli bir aşama. Hiç kimse, bu yasa
çıktıktan sonra “Ben, muhatabıma, anneme, babama, teyzeme, komşuma, kardeşime,
arkadaşıma, dostuma amacımı anlatamıyorum.” diyemeyecektir. Bu yasal
düzenlemeyle bunu sağlıyoruz. Ha, bunu sadece sözlü olarak ifade
edebileceksiniz.
Yine buna bağlantılı olarak Sayın Vural’ın sorusu vardı:
“Televizyonda olabilecek mi?” Olmayacak. Madde açık. Yani maddeyi okuduğunuz
zaman, bunun ölçüsü, sınırları nedir belli, maddede çok net olarak verilmiş.
Sözlü olarak bunu yapabileceksiniz. Bu da Türkiye açısından önemli bir aşama.
Sözlü olarak muhatabınıza yapacaksınız. Yani araç-gereçlerle, televizyonda
resmen planlanmış propaganda zamanlaması içerisinde, o araçlarla bunu
yapamayacaksınız. Bu çok açık.
Efendim, Sayın Genç’in “Komisyon çalışmalarında Tüzük ihlal
ediliyor…” O Komisyon çalışmalarında kısmen ben de bulundum, Anayasa Komisyonu
Başkanımız Sayın Kuzu büyük bir hassasiyet içerisinde.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ben Komisyon Başkanına sordum.
DEVLET BAKANI HAYATİ YAZICI (İstanbul) – Nitekim bu yasanın genel
görüşmeleri çerçevesinde 2 arkadaşım, bütün tasarı ve tekliflerin dikkate
alındığını ve alt komisyonda ve ana Komisyonda değerlendirildiğini ifade
ettiler.
Bağımsız adaylarla ilgili olarak “Niçin hâlâ listede bağımsız adaylara
bir yer öngörülüyor? İşte, 2007 seçimleri öncesinde böyle bir yöntem izlendi,
bugün hâlâ niye devam ediliyor?” diye bir soru var. Bu, çok
doğru bir yöntem. Bu, aslında iyi irdelenirse bağımsız adaylarımıza bir
katkıdır. Yani düşünebiliyor musunuz, bağımsız adaylar arasında da seçimlerde
çok önemli rekabetler oluşuyor. Sandık kabinlerinde oy pusulaları
bulunduruluyor ya da bulundurulmuyor ama şimdi hiç böyle bir kaygıya kapılmadan
birleşik oy pusulasını seçmen alacak, ister tercih ettiği siyasi partiye,
istiyorsa bağımsız adaya oyunu verecek, bir tane oy pusulası bu seçimlerde
işlem görecek.
Efendim, “Baraj değişecek mi?” Barajın değişmeyeceği ortada.
Barajın aslında değişmesi tartışmalarında siyasi partiler görüşlerini daha önce
açıkladılar, bu konu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine de götürüldü. Şu aşamada
Türkiye, barajın bu şekliyle var olmasını siyasal istikrar bakımından
önemsemektedir.
Teşekkür ediyorum Başkanım.
BAŞKAN – Sayın Komisyon Başkanı, Sayın Kuzu, buyurunuz, söz
istediniz.
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Evet, şimdi,
Sayın Başkanım…
OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) – Sayın Başkan, çok köşeli bir soru
sordum, benim soruma yuvarlak bir cevap verdi.
BAŞKAN – O zaman, herhâlde, Sayın Kuzu da söz istedi, belki o,
sizin sorunuzu cevaplayacaktır.
OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) – Bütçe hazırlanacak mı bunun için? Yani
iyi niyetle “Biz her şeyi yaparız” falan ama teknolojinin tüm olanaklarından
yararlanmak için gerekli bütçe hazırlanacak mı?
BAŞKAN – Evet, Sayın Kuzu, o zaman bu cevabı siz tam net olarak
belki verebilirsiniz.
Buyurunuz.
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Ben, Kamer
Genç’in sorusuna cevap vereceğim efendim, bana sorulan sadece o çünkü.
Şimdi, efendim, Kamer Genç her fırsatta İç Tüzük’teki bir
aykırılığı ya da ihlal olduğunu kendi yorumunca yapıyor. İç Tüzük’ü herkesten
iyi bildiğini zannediyor. Hiç de bir şey bilmiyor ve kürsüye çıktığı zaman da
sürekli hakaret ediyor. Kendisiyle mahkemede buluşacağız, o ayrı bir mesele, o
günü bekliyoruz.
Şimdi, burada çıkıp bir bilim adamına sürekli hakaret etmek bir
defa yaşına başına yakışmıyor Sayın Genç. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Birazcık bu konuda tecrübeli bir insansınız, yaşına saygımız var. Bak dün
burada yaptığın konuşmada, efendim, utanmadan dedin ki: “Kuzu beyinli!” Allah
sana beyin de vermemiş, ne yapacağız o zaman! Böyle bir şey olabilir mi yani!
OKTAY VURAL (İzmir) – Efendim, bu üsluplar yakışmıyor. Meclise
yakışmıyor bu üslup.
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Yakışmıyorsa,
tabii ki bunu söylediği zaman da söyleseydiniz.
OKTAY VURAL (İzmir) – O da yanlıştır tabii. Yani kişisel konuları
buraya taşımayın.
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – O da
yakışmıyor. Ama bakın, dün burada Sayın Başkanın huzurunda… Ayıp denen bir şey var.
Bilim adamlığımızı koymuyor, ilim adamlığımızı koymuyor, vekilliğimizi
koymuyor.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Güzel de, aynı üslupla konuşulur mu
Sayın Başkan?
BAŞKAN – Lütfen…
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Tabii ki
konuşulmaz ama o noktaya getiriyor maalesef.
BAŞKAN – Sayın Kuzu, lütfen cevaplayınız soruyu.
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Şimdi
26’ncı maddedeki konuya gelince. Ben bunu kasten
hiçbir zaman yapmadım. Bu bir yorum meselesi. Yanlış
da yorumluyor olabilirim. Ama benim bugüne kadar yapmış olduğum yedi yıllık
uygulamam şu olmuştur: Elimdeki metin… Gelen bir teklifi gündeme alıyorum.
Almış olduğum o gündemdeki teklifle alakalı varsa, onları da çıkarıyorum.
Uzmanım burada. Bütün onları çoğaltıyorum. Alt komisyona gitmişse, alt
komisyona gittiği zaman orada dikkate alsın diye alt komisyon başkanından rica
ediyorum. Öbür türlüyse bizzat teklif sahibini çağırıyoruz. Bugüne kadar bakın
Cumhurbaşkanlığı oldu, Sayın Genç’in kendisini çağırdım, teklifini dikkate aldım,
birleştirerek…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sen çağırmadın.
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Hayır efendim,
çağırdım. Nasıl çağırmadım?
KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır efendim, sen çağırmadın, ben geldim
kendi kendime.
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Yahu, hoş
geldin safa geldin de, çağırdım. Biliyorum çağırdığımı. Bak, uzman…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır, çağırmadınız.
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Peki, tamam,
çağırmadım.
BAŞKAN – Lütfen bu tartışmayı yapmayalım. Çünkü kayıtlarda vardır
çağırıp çağırmadığınız.
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Sayın Başkanım,
son cümlemi söyleyeyim.
BAŞKAN – Buyurunuz.
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Şimdi ikinci
bir husus: Elimizdeki metinde sekiz adet, burada bu teklifle alakalı,
bağlantılı teklifler gelmiş. Bakın hepsi matbu olarak geçmiş. Yani tarihe not
olarak bu düşmüştür ve şu tekliflerin tamamı, bizim Komisyonda, hepsi burada
dikkate alınmıştır. “Ama, efendim, tabii, benim teklif
çok yansımamıştır.” denebilir, o ayrı bir mesele, o başka bir mesele. Tabii
dikkate alınma demek… Şimdi o zaman şu ortaya çıkıyor değerli arkadaşlar: İç
Tüzük'ümüz bunu da düşünerek ve haklı olarak 37’nci maddeye bir hüküm koymuş.
Diyor ki: Milletvekili, kırk beş gün içinde görüşülmezse teklifi komisyonda,
kendisi, efendim, dilekçe verir, Genel Kurula indirir. Bu da bir yöntem, o
zaman bunu kullanacağız, başka çare yok. Ben bu sekiz teklifi tek tek nasıl inceleyip de her birini ayrı ayrı
buraya getireceğim. Mecburen toplu olarak getireceğim.
OKTAY VURAL (İzmir) – Geçici madde. İlgisi yok Sayın Başkan.
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Hayır, 37’nci
madde…
OKTAY VURAL (İzmir) – İlgisi yok.
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) –Anlamadım…
OKTAY VURAL (İzmir) – Bizim verdiğimiz teklifin sizin bu teklifle
hiçbir alakası yok ki. Sadece o seçimlerde uygulanmasının önünü kesecek…
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Şimdi, neyse…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Genç, lütfen…
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Tabii, ayrıca
bu, panolarda ilan ediliyor, duyuruluyor. Bir de o tarafı da var. Daha dikkatli
olmak gerekir. Tamam, yani bundan sonra uygulamalarımızda bizzat çağırmakta yarar
var. Ama bugüne kadar, sizi temin ederim ki benim komisyonda dikkate almadığım
hiçbir teklif olmamıştır. Bunu samimi olarak söylüyorum, hiçbir aksi yoktur
bunu.
Teşekkür ederim Başkanım.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Kuzu.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Bir daha bu çağırmalar yazılı olarak yapılsa herhâlde
böyle tartışmalara yol açmayacak.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, müsaade eder misiniz… Efendim, aynı konuda kendisi de bana hakaret etti… Davetiye
gönderme şimdiye kadar hep hatalı yapılmıştır. Uygulamayı hatalı yaptığından
dolayı…
BAŞKAN – Sayın Genç…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, gerektiği zaman konuştu
zaten, siz işleme devam edin efendim.
BAŞKAN – Sayın Genç…
KAMER GENÇ (Tunceli) – “Kuzu beyinli” çok kötü bir şey değil.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, siz devam edin.
BAŞKAN – Sayın Genç, bu tartışmayı keselim lütfen. Lütfen,
yeterince konuşma oldu bu konuda. Demin de söyledim, yazılı olarak çağrılsa,
herhâlde bu tür tartışmalara bir daha yol açmayız bu tür gereklerde.
Şimdi, teklifin tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, çalışma süremizin sonuna geldiğimizden,
alınan karar gereğince, sözlü soru önergeleri ile kanun tasarı ve teklifleri
ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için 6 Nisan 2010 Salı
günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 19.49