DÖNEM: 23 CİLT: 65 YASAMA YILI: 4
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
80’inci
Birleşim
31 Mart 2010 Çarşamba
(Bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler
tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade
edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak
yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L
E R
I.- GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.- YOKLAMALAR
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI
1.- Balıkesir
Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, Balıkesir ilindeki
tarım ve hayvancılık sektörünün sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması
2.- Şırnak
Milletvekili Sevahir Bayındır’ın, Diyarbakır Göğüs
Hastalıkları Hastanesinin kapatılmasına ilişkin gündem dışı konuşması
3.- Eskişehir
Milletvekili Beytullah Asil’in, İnönü Zaferi’nin
89’uncu yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması
V.- AÇIKLAMALAR
1.- İzmir
Milletvekili K. Kemal Anadol’un, İnönü Zaferi’nin
89’uncu yıl dönümüne ilişkin
açıklaması
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) ÖNERGELER
1.- Gaziantep
Milletvekili Hasan Özdemir’in (6/1759) esas numaralı sözlü sorusunu geri
aldığına ilişkin önergesi (4/198)
B) MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1.- Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse ve 22 milletvekilinin, töre ve namus cinayetlerinin nedenlerinin
araştırılarak önlenmesi için
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/647)
2.- Adıyaman Milletvekili
Şevket Köse ve 24 milletvekilinin, olumsuz hava koşullarının tarım sektörüne
etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/648)
3.- İstanbul
Milletvekili Sacid Yıldız ve 24 milletvekilinin,
organ nakli konusundaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/649)
4.- İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal ve 24 milletvekilinin, hayvancılık sektörünün
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/650)
VII.- ÖNERİLER
A) SİYASİ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ
1.- (10/487,
10/535) esas numaralı Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergelerin ön
görüşmelerinin Genel Kurulun 31/3/2010 Çarşamba günkü
birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
1.- Türk Ticaret
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)
2.- Türk Borçlar
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)
3.-
Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak
İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana
Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/761) (S.
Sayısı: 458)
4.- Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/769) (S. Sayısı: 486)
IX.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Mersin
Milletvekili İsa Gök’ün, bazı istisnai memuriyet kadrolarına yapılan atamalara
ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı
(7/13149)
I. - GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu
saat 15.00’te açılarak üç oturum yaptı.
Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt, çiftçilerin sorunlarına,
Van Milletvekili
Kayhan Türkmenoğlu, Van’ın düşman işgalinden kurtuluşunun 92’nci yıl dönümüne,
Manisa
Milletvekili Ahmet Orhan, tarım satış kooperatiflerinin önemine ve pamuk
tarımının sorunlarına,
İlişkin gündem
dışı birer konuşma yaptılar.
Kütahya
Milletvekili Alim Işık ve 24 milletvekilinin, göç
veren illerde göçe neden olan sorunların araştırılarak, göçün önlenmesi için
(10/643),
Kütahya
Milletvekili Alim Işık ve 24 milletvekilinin, KOBİ’ler ile esnaf ve sanatkârların sorunlarının
araştırılarak (10/644),
Diyarbakır
Milletvekili Selahattin Demirtaş ve 19
milletvekilinin, hayvancılık sektörünün sorunlarının araştırılarak (10/645),
Trabzon
Milletvekili Süleyman Lâtif Yunusoğlu ve 19
milletvekilinin, çay üreticilerinin sorunlarının araştırılarak (10/646),
Alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini
alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Gündemin “Genel
Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler”
kısmında yer alan (10/331, 10/504) esas numaralı, denizcilik sektörünün sorunlarının araştırılması amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergelerin görüşmelerinin Genel Kurulun
30/3/2010 Salı günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi yapılan
görüşmelerden sonra kabul edilmedi.
Gelen kâğıtlar listesinde yayımlanan ve bastırılarak dağıtılan 490
sıra sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile
Milletvekili Seçimi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin 48
saat geçmeden bu kısmın 5’inci sırasına alınmasına, diğer işlerin sırasının
buna göre teselsül ettirilmesine; Genel Kurulun, 6, 13, 20, 27 Nisan 2010 Salı
günkü birleşimlerinde, 1 saat, sözlü soruları müteakip diğer denetim
konularının görüşülmeyerek gündemdeki “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında yer alan işlerin görüşülmesine; 7,
14, 21, 28 Nisan 2010 Çarşamba günkü birleşimlerde sözlü soruların
görüşülmemesine; Genel Kurulun, 6, 13, 20, 27 Nisan 2010 Salı günkü
birleşimlerinde 15.00-20.00 saatleri arasında, 1, 7, 8, 14, 15, 21, 22, 28, 29
Nisan 2010 Çarşamba ve Perşembe günkü birleşimlerde 13.00-20.00 saatleri
arasında çalışmalarını sürdürmesine; 490 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin İç
Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülmesine ilişkin AK
PARTİ Grubu önerisi yapılan görüşmelerden sonra kabul edildi.
Şanlıurfa
Milletvekili Zülfükar İzol,
Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, konuşmasındaki,
Şanlıurfa’da tefecilerin kol gezdiği, sokaklarının tefecilerle dolu olduğu
ifadeleriyle peygamberler diyarı Şanlıurfa’ya hakarette bulunduğuna, bu
ifadelerinden dolayı özür dilemesi gerektiğine,
Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır, Şanlıurfa Milletvekili Zülfükar
İzol’un sözlerini yanlış yorumladığına,
İlişkin birer
açıklamada bulundular.
Denizli Milletvekili
Hasan Erçelebi’nin, 4736 Sayılı Kamu Kurum ve
Kuruluşlarının Ürettikleri Mal ve Hizmet Tarifeleri ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi’nin (2/504) İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre doğrudan gündeme
alınmasına ilişkin önergesi, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilmedi.
Gündemin “Sözlü
Sorular” kısmının:
1’inci sırasında
bulunan (6/914),
Esas numaralı
soru, ilgili bakan Genel Kurulda hazır bulunmadığından, ertelendi.
2’nci sırasında bulunan
(6/918),
3’üncü “ “ (6/991),
4’üncü “ “ (6/1018),
17’nci “ “ (6/1088),
35’inci “ “ (6/1155),
50’nci “ “ (6/1190),
70’inci “ “ (6/1264),
71’inci “ “ (6/1265),
99’uncu “ “ (6/1309),
123’üncü “ “ (6/1364),
129’uncu “ “ (6/1376),
130’uncu “ “ (6/1377),
132’nci “ “ (6/1380),
164’üncü “ “ (6/1434),
165’inci “ “ (6/1435),
172’nci “ “ (6/1445),
214’üncü “ “ (6/1507),
217’nci “ “ (6/1510),
232’nci “ “ (6/1531),
319’uncu “ “ (6/1642),
391’inci “ “ (6/1733),
392’nci “ “ (6/1734),
420’nci “ “ (6/1764),
421’inci “ “ (6/1765),
422’nci “ “ (6/1766),
423’üncü “ “ (6/1767),
424’üncü “ “ (6/1768),
425’inci “ “ (6/1769),
Esas numaralı
sözlü sorulara Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu
cevap verdi; soru sahiplerinden Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt
Aslanoğlu, Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü, Tokat
Milletvekili Reşat Doğru, Manisa Milletvekili Mustafa Enöz,
Adıyaman Milletvekili Şevket Köse ve Mersin Milletvekili Akif Akkuş da
cevaplara karşı görüşlerini açıkladılar.
Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:
1’inci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),
2’nci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/499) (S. Sayısı: 321),
3’üncü sırasında
bulunan, Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına
Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para
Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun (1/761)
(S. Sayısı: 458),
Görüşmeleri
komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.
4’üncü sırasında
bulunan ve görüşmelerine devam olunan, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu
ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun (1/769) (S. Sayısı: 486)
1’inci maddesi üzerinde bir süre görüşüldü.
31 Mart 2010
Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşime
20.12’de son verildi.
Şükran
Güldal MUMCU |
|
|
|
|
|
Başkan Vekili |
|
|
Yusuf
COŞKUN |
|
Gülşen
ORHAN |
|
Bingöl |
|
Van |
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
|
|
Fatih
METİN |
|
|
|
Bolu |
|
|
|
Kâtip Üye |
|
No.: 112
II.- GELEN KÂĞITLAR
31 Mart 2010 Çarşamba
Teklif
1.- Adalet ve Kalkınma
Partisi Grup Başkanvekilleri Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ
ve Samsun Milletvekili Suat Kılıç ile 214 Milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi
(2/650) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.03.2010)
Tezkereler
1.- Diyarbakır Milletvekili
Selahattin Demirtaş’ın Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1139) (Anayasa ve Adalet
Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi:
29.3.2010)
2.- Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması
Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1140) (Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.3.2010)
3.- Batman Milletvekili Bengi
Yıldız’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
(3/1141) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 29.3.2010)
4.- Van Milletvekili Özdal Üçer’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması
Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1142) (Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.3.2010)
5.- Burdur Milletvekili
Mehmet Alp’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık
Tezkeresi (3/1143) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.3.2010)
6.- Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması
Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1144) (Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.3.2010)
7.- Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması
Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1145) (Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.3.2010)
Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Adıyaman Milletvekili
Şevket Köse ve 22 Milletvekilinin, töre ve namus cinayetlerinin nedenlerinin
araştırılarak, önlenmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/647) (Başkanlığa geliş
tarihi: 19.02.2010)
2.- Adıyaman Milletvekili
Şevket Köse ve 24 Milletvekilinin, olumsuz hava koşullarının tarım sektörüne
etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/648) (Başkanlığa geliş
tarihi: 19.02.2010)
3.- İstanbul Milletvekili Sacid Yıldız ve 24 Milletvekilinin, organ nakli konusundaki
sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/649) (Başkanlığa geliş
tarihi: 19.02.2010)
4.- İstanbul Milletvekili
Çetin Soysal ve 24 Milletvekilinin, hayvancılık sektörünün sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/650) (Başkanlığa geliş tarihi:
19.02.2010)
31 Mart 2010 Çarşamba
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 13.00
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu), Yusuf COŞKUN (Bingöl)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 80’inci Birleşimini açıyorum.
III.- YOKLAMA
BAŞKAN – Elektronik cihazla
yoklama yapacağız.
Yoklama için üç dakika süre
veriyorum.
(Elektronik cihazla yoklama
yapıldı)
BAŞKAN – Toplantı yeter
sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce üç
sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk söz,
Balıkesir ilinde tarım ve hayvancılık sektöründeki sorunlar hakkında söz
isteyen Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’a
aittir. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Aydoğan.
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI
1.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın,
Balıkesir ilindeki tarım ve hayvancılık sektörünün sorunlarına ilişkin gündem
dışı konuşması
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Yüce Meclisin değerli
üyeleri, Sayın Başkan; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, değerli
milletvekilleri; yapay gündemden fırsat buldukça ülkemizin temel sorunlarını
gündeme getiriyoruz. Üzerinde en çok konuşulan, nüfusun önemli bir kısmını
ilgilendiren tarım ve tarımın sorunlarını sıklıkla dile getirmemize rağmen Hükûmetinizin tarıma bakışı, maalesef, tarımı bitme
noktasına getirmiştir. Çiftçi toprağa küsmüş, ekmekten vazgeçmiştir. Oysa bu
dönemde İktidarınızın tarıma en önemli destek vermesi gereken alanlardan birisi
olduğunu düşünüyoruz.
Değerli arkadaşlar, değerli
milletvekilleri; gerçekten, iktidarın temsilcileri sıklıkla tarıma destek
verdiklerini ifade ediyorlar. Bütün ikaz ve uyarılarımıza rağmen, maalesef, bu
dönemde tarım ihmal edilmiştir. Yetkililer sürekli destek çeşitlerinden
bahsetti. Oysa esas olan, yasada belirtildiği gibi, gayrisafi millî hasılanın yüzde 1’i tarıma destek verilmelidir. Oysa sizler
adına konuşanlar tarıma verilen destek çeşitliliğinden bahsetmektedir.
Çeşitlilik yerine oranın daha önemli olduğu… Yasada belirtildiği gibi, en
azından gayrisafi millî hasılanın yüzde 1’inin tarıma
destek olarak verilmesi gerekmektedir.
Değerli arkadaşlar, değerli
milletvekilleri; yine desteklerden, araziye değil, üretene ürettiği kadar
destek verilmelidir.
Yine, seçimlerde söz verdiniz
Türk çiftçisine, yeşil mazot vereceğinizi söylediniz ama maalesef, rengini
tutturamadığınız için yeşil mazot şimdiye kadar görülemedi. Türk çiftçisi
dünyanın en yüksek mazotunu kullanmaktadır. Sizin iktidara geldiğiniz dönemde
1.050 lira olan mazot bugün 3 bin liradır değerli arkadaşlar. Oysa, hani, enflasyon düşmüştü, ekonomide çağ atlamıştık?
Geldiğiniz noktada, iktidarı aldığınızda 1.050 lira olan mazot bugün 3 bin
liradır.
Değerli arkadaşlar, değerli
milletvekilleri; çiftçimiz ÖTV’siz mazot, KDV’siz
gübreye ihtiyaç duymaktadır. Ziraat Bankasının kâr rekorunu kırdığı… Türk
çitçisinin desteğe ihtiyacı vardır. Oysa Türk çiftçisine destek vermesi gereken
Ziraat Bankası tarihî kâr rekoru açıklamıştır. Tarım müdürlükleri etkin duruma
getirilmelidir. Türk çiftçisi kredi yoluyla topraklarını kaybetme endişesi
taşımaktadır, dünyayla rekabet etmek için eşit şartlar istemektedir. Prim
sistemi gözden geçirilmeli ve yeniden düzenlenmelidir. Planlı, yönlendirici
tarım politikalarıyla Türk tarımı, Türk çiftçisi kalkınmalı, bazı tarım
ürünlerini ithal etmekten vazgeçmeliyiz.
Değerli arkadaşlar, değerli
milletvekilleri; özellikle büyük işletmelere dönüş Türk tarımı açısından
tehlikelidir. Küçük çiftçiler, Hollanda’da olduğu gibi, kooperatifler
çevresinde toplanmalıdır.
Balıkesir de her çeşit tarım
ve hayvancılığın yapıldığı en önemli illerimizdendir. Hükûmetiniz,
tarımı, çiftçiyi ihmal ettiği gibi selden etkilenen, sel mağduru olan Balıkesir
çitçisini de yok saymış, sahipsiz bırakmıştır. Tabii, sadece bununla ilgili
değil, geçtiğimiz dönemde Bandırma’da, Zeytinli’de,
Güre’de sel mağduru olan belediyelerimizin mağduriyetleri giderilmemiştir. Yine
Manyas’ta, Hamamlı, Kocagöl, Salur, Akçaova bu sel felaketinden en fazla zarar gören
köylerimizdir. Gönen Dereköy’de köprü, sel
felaketinden yıkılmıştır. Bütün bunlara rağmen, iktidarın temsilcileri bu
yaşanan mağduriyeti görmemektedir. Manyas’ın verimli arazileri her yıl yaşanan
sel felaketi nedeniyle çoraklaşmaya yüz tutmaktadır. Bir yıl önce çiftçinin
önemli sorunu olan tarla faresi sorunu bugün de aynen devam etmektedir.
Değerli arkadaşlar, değerli
milletvekilleri; geçtiğimiz yıl çiftçimizin en büyük sorunu olan tarla faresi
sorunu bugün de ne yazık ki devam etmektedir. Bu da gösteriyor ki ülkeyi
yöneten sizlerin tarımı, çiftçiyi yok saydığı, tarımın sorunlarını çözmek yerine
yapay gündemlerle ilgilendiği çok açık ortadadır.
Değerli arkadaşlar, değerli
milletvekilleri; bırakınız, var olan tarımın sorunlarını çözmek yerine, bir yıl
önce gündeme getirdiğimiz, soru önergeleri verdiğimiz, çiftçimizin en önemli
mağduriyet alanı olan tarla fareleri çiftçinin ortağı durumuna gelmiştir.
Alınmayan önlemler sonrasında bugün de çiftçimizin tarla fareleri sorunu devam
etmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
Buyurunuz.
ERGÜN AYDOĞAN (Devamla) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlar, değerli
milletvekilleri; gerçekten İktidarınızın özellikle ve özellikle tarıma ciddi
anlamda destek vermesi, dünyayla rekabet edebilir noktaya getirmesi çok
önemlidir. Açılımlardan başı dönen Türk çiftçisi çiftçi açılımı, tarım açılımı,
ekonomik açılım istemektedir yani açılımlarla meşgul ettiğiniz Türk çiftçisi,
Türk tarımı, bu açılımlar yerine, yapay gündem yerine, demokratik açılım,
Ermeni açılımı, Roman açılımı ve adını sayamadığımız açılımlarınız yerine Türk
çiftçisinin sorunlarını çözecek, Türk tarımının sorunlarını çözecek açılım
beklemektedir.
Bu duygu ve
düşüncelerle Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP ve MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Aydoğan.
Gündem dışı ikinci söz,
Diyarbakır Göğüs Hastalıkları Hastanesinin kapatılması hakkında söz isteyen
Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır’a aittir. (BDP
sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Bayındır.
2.- Şırnak
Milletvekili Sevahir Bayındır’ın, Diyarbakır
Göğüs Hastalıkları Hastanesinin kapatılmasına ilişkin gündem
dışı konuşması
SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Diyarbakır Göğüs Hastalıkları
Hastanesinin kapatılmasına ilişkin gündem dışı söz hakkı almış bulunuyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Diyarbakır Göğüs Hastalıkları
Hastanesi 1963 yılında faaliyete başlamış, o tarihten beri bölgenin tek göğüs
hastalıkları hastanesi işlevini görmektedir. 141 fiilî yatak kapasitesine sahip
ve 99’dan bugüne kadar, 2009’a kadarki faaliyet oranı da şöyle: Yatakların
doluluk oranı 1996’da yüzde 46 iken 2009 yılında yüzde 76,3’e ulaşmış.
Poliklinik hizmetleri 1996’da günlük 47 hasta muayene olurken 2009’da 258 hasta
muayene olmuş. Yine 12 polikliniğe sahip, 100 kamu personeli ve 70 küsur da
özel şirketlerde çalışan yaklaşık 200 çalışana da sahip.
Şimdi, bu hastanenin
kapatılma gerekçesi: Bir, işlevsiz olarak gösterilmesi. Yine en basit
gerekçelerden biri banyo ve tuvaletinin olmaması olarak gösterilmiş. Diğer bir
yandan, özel alanların yeterli olmadığı belirtilmiş ama özellikle Dağkapı
Meydanı Diyarbakır’ın, en işlek ve halkın en kolay ulaşabileceği bir alan ve bu
alanda çocuk hastalıkları hastanesi, devlet hastanesi ve yine göğüs
hastalıkları hastanesi bulunmaktadır. Bundan bir süre önce doğum hastanesi
Diyarbakır’ın
Şimdi buradan sormak isteriz:
Dağkapı Meydanı Diyarbakır’ın en yoksul iki semtinin
buluştuğu yerde, Suriçi ve Bağlar’ın
buluştuğu yerde ve bu yoksul kesiminin en kolay ulaştığı yer.
Yine, bölge hastanesi olması
itibarıyla, Mardin, Batman, Şırnak, Siirt ve bu illerin de en kolay
ulaşabileceği mekân ve alandır. Dolayısıyla hastanenin
kapatılma gerekçesi, hizmete erişim, hizmetin yetersizliği olarak
gösterilmesine rağmen, personel eksikliği olarak gösterilmesine rağmen,
özellikle son bir yılda domuz gribi sebebiyle de yaygın epidemik
hastalığa bağlı olarak bu hastaneye hasta ulaşımı ve başvurusu çok daha fazla
olmuştur sağlık hizmetinden faydalanmak için, artı, böyle bir yoğun sürede bile
İl Sağlık Müdürlüğü Diyarbakır Göğüs Hastalıkları Hastanesinden hemşireleri
başka hastanelere görevlendirmek durumunda kalmıştır.
Bu
anlamda, özellikle Diyarbakır Göğüs Hastalıkları Hastanesinin kapatılmasının
bir gerekçesi acaba faaliyete sunulmak istenen devlet hastanesine personel
bulamadıkları için mi ya da acaba Diyarbakır Dağkapı
Meydanı emlak açısından giderek çok yüksek fiyatlara sahip olması ve buranın,
işte lüks otellerin, zengin süpermarketlerin ya da alışveriş merkezlerinin ya
da özellikle Dağkapı Meydanı’nda özel sağlık
hastanelerinin artması ve bu ilginin artmasına bağlı olarak bu alan hangi
sermayecilere peşkeş çekilmek isteniyor? Bunun
sorusunu buradan sormak istiyoruz.
Yine “Sağlıkta Dönüşüm” adı
altında dönüşümden anlaşılan bu mudur?
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
Buyurunuz.
SEVAHİR BAYINDIR (Devamla) –
Acaba, sağlıkta dönüşüm şöyle mi yapılmak isteniyor: Diyarbakır İl Sağlık
Müdürü ve Diyarbakır Valililiğinin talebi üzerine Sağlık Bakanlığından bir
teftiş gidiyor. Yaptıkları inceleme sonucu hastanenin buradan taşınması gerektiğine
karar vermişler. Buna karşı çıkan sağlık meslek örgütlerinin ortak tepkisine
karşılık Diyarbakır İl Sağlık Müdürü Namık Kemal Kubat, Göğüs Hastalıkları
Hastanesinin kapatılmasına tepki gösteren sağlık mensuplarını tehdit etmiştir.
Yani yerel kanallarda da yayınlanan ses kaydının kendisine ait olduğunu kabul
eden Kubat, “Eğer ben de yarın, sizi, silahla buraya gelip sıkmazsam, eğer ben
de havaya sıkmazsam adam değilim.” demiş.
Şimdi, bu İl Sağlık Müdürü
Sayın Kubat, sağlık riskiyle karşı karşıya olan insanların sağlığını kurtarmak
amacıyla mı orada, yoksa insanları yeniden hayat güvenliği tehdidini yaratmak
üzere mi burada?
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözünüzü
bağlayınız.
SEVAHİR BAYINDIR (Devamla) –
Teşekkür ederim.
Bu konunun çok acil olarak
Sağlık Bakanı ve Meclis tarafından bir araştırma komisyonu kurularak yerinden
incelenmesini talep ediyorum ve bu tehdidi savuran Sağlık İl Müdürünün de
derhâl görevden alınması gerektiğini talep ediyorum. Şu anda da Diyarbakır’da
sağlık emek örgütleri ve meslek örgütleri eylem hâlindeler. Bu konuya ilişkin
50 bin imzayı da hem Cumhurbaşkanına hem de Meclise ilettiklerini
belirtiyorlar.
Dinlediğiniz için teşekkür
ediyorum, saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Bayındır.
Gündem dışı üçüncü söz, İnönü
Zaferi’nin 86’ncı yıl dönümü münasebetiyle söz isteyen Eskişehir Milletvekili Beytullah Asil’e aittir. (MHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Asil.
3.- Eskişehir
Milletvekili Beytullah Asil’in, İnönü Zaferi’nin 89’uncu yıl dönümüne
ilişkin gündem dışı konuşması
BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) –
Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, Millî Mücadele’mizin ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin ilk
zaferi olan İnönü Zaferi’nin 89’uncu yılı münasebetiyle gündem dışı söz aldım.
Yüce heyeti saygıyla selamlarım.
22 Haziran 1920 tarihinde
başlayan ikinci Yunan hareketi sonrası Nazilli, Uşak yöresi, Bursa ve dolayları
kaybedilmişti. Bu zaman içinde Türk halkının yer yer kurduğu savunma cephesinin yanı sıra Büyük Millet
Meclisinin açılması, emperyalizme karşı girişilen savaşın örgütlenme bilincinin
dünya önünde siyasal ifade bulması, Büyük Millet Meclisi Hükûmetinin,
altı yedi ay içinde, gerek iç isyanların bastırılmasında gerek ordunun yeniden
örgütlenmesinde gösterdiği çabalar itilaf devletlerini yeni tedbirler almaya
zorlamıştı.
Yunanlılar da Eskişehir’i ele
geçirerek Anadolu demir yollarının bu önemli kavşak noktasını kontrol altına
almak ve güçlerini ispat etmek, diğer taraftan da Eskişehir’i alıp itilaf
devletlerinin desteğine layık olduklarını ispatlamak istiyorlardı. 6 Ocak
1921’de Bursa Yenişehir doğrultusunda taarruza geçtiler. Üç dört gün içinde
İnegöl, Karaköy, Bilecik ve Sakarya boğazını geçerek Eskişehir-İnönü-Gündüzbey savunma hattına vardılar. "Ya istiklal, ya
ölüm!" diyebilen Türk evladının gösterdiği büyük direnç, 10 Ocak akşamı
taarruzu durdurdu. Karanlık basınca Yunan ordusu geri çekilmek zorunda kaldı.
Alınan bu galibiyet ve yaşanan bu zafer, kurtuluş mücadelemizin ilk büyük
başarısı olmuş, Büyük Millet Meclisinin siyasal gücünün ağırlık kazanmasını
sağlamış ve milletimizin Türkiye Büyük Millet Meclisine duyduğu güveni
artırmıştır.
Bu yenilginin ardından ikinci
hareket, Yunan Başkomutanlığının olağanüstü bir hazırlanışla Bursa cephesindeki
birliklerini 50-60 bin kişilik bir güce ulaştırarak son darbeyi vurma amacında
olduğu söylenebilir. 23 Mart 1921 sabahı Bursa ve Uşak kesimlerinde saldırıya
geçen Yunan ordusunun asker ve silah gücü yine büyük bir üstünlük taşıyordu.
Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa, savaşı yine İnönü mevzilerinde kabul edecek
biçimde planladığından İnegöl kesiminde bulunan birliklerimiz geri çekildiler.
30 Marta kadar süren savaşlarda, cepheyi koruyan ordu, Türk tarihinin en çetin
savaşlarından birini daha verdi. İyi donatılmış düşmana ilerleme fırsatı
vermedi. 31 Mart-1 Nisan gecesi bütün hatlarda geri çekilmeye başlamışlardı.
1 Nisan 1921 Cuma günü,
Keçiören’de -sonra Meteoroloji Genel Müdürlüğü olan- eski Ziraat Okulu binasına
yerleşmiş Genelkurmay Karargâhının ikinci katındaki genişçe odada harita serili
bir masanın başında Mustafa Kemal ve Fevzi Çakmak paşalar konuşmadan
oturuyorlardı. Saat 17.00 idi. Sağ kanadını taarruza kaldıracağını bildirmiş
olan İsmet Paşa ile öğleden beri bağlantı kurulamıyordu. Cephede ise bir Yunan
uçağı, ilerleyen Türk birliklerinin üzerine makineli tüfeğiyle ateş yağdırmaya
başlamıştı. Hücuma kalkmış bir takımın önünde koşan teğmen, birden sendeleyip
düştü. Teğmenin düştüğünü gören erler hemen yattılar. Takım çavuşu, sürünerek
sokuldu: “Komutanım!” Teğmen, boynundan vurulmuştu, zorlukla “Durma…” diye
fısıldadı, “Takımı hücuma kaldır. Hemen! Haydi!” Her kelimesinde yarasından
yeni bir kan boşalıyordu. Çavuş, gözlerinden yaş akarak ayağa fırladı, olanca
sesiyle haykırarak takımı yeniden hücuma kaldırdı. Erler doğruldular ve koşarak
savaş sisine karıştılar. Taşlı arazi çarıklarının altını erittiği için çoğu
yalın ayaktı. Bir top mermisi patladı. Fışkıran gevrek bahar toprağı, sönen
Teğmenin üzerini örttü.
Saat 18.30 olmuştu. Cephe
Komutanı İsmet Bey, Türk milletinin hürriyetine kavuşmada gelecek için mutlu
bir dönüm noktası olan İkinci İnönü Zaferi’nin müjdesini Metristepe’den
veriyordu: “Gündüzbey kuzeyinde sabahtan beri direnen
ve artçı olması muhtemel bir düşman müfrezesi, sağ kanat grubunun taarruzuyla
düzensiz bir şekilde çekiliyor. Yakından takip ediyoruz. Hamidiye
istikametinde temas ve faaliyet yok. Bozüyük yanıyor. Düşman binlerce ölüsüyle
doldurduğu meydanını silahlarımıza terk etmiştir.” Bu rapor, Genelkurmay
Karargâhındaki endişeli bekleyişi sevince dönüştürmüştü. Sevinç, Büyük Millet
Meclisi Başkanı Mustafa Kemal’in 1 Nisan 1921’de İsmet Bey’e gönderdiği
telgrafa şu sözlerle yansıyordu.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
BEYTULLAH ASİL (Devamla)
- “Siz, orada sadece düşmanı değil,
milletin makûs talihini de yendiniz. İstila altındaki bahtsız topraklarımızla
beraber bütün yurt, bugün sonuna kadar zaferinizi kutluyor.”
O gün Eskişehir’de
milletimizin ters giden talihini yenenlere rahmet diliyorum. Dahice
idaresiyle milletimize bu zaferi yaşatan başta komutan İsmet İnönü olmak üzere
şerefle hizmet eden komutanlara, silah arkadaşlarına, yöre halkına minnet ve
şükranlarımı sunarım.
Bu zaferleri bizlere yaşatan
ordu karargâhına ev sahipliği yapan İnönü halkına selam olsun. Bu memleketin
topraklarında gözü olanlara ders olsun. İkinci İnönü Zaferi’nin 89’uncu yıl
dönümü aziz milletimize kutlu olsun.
Değerli milletvekilleri,
ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın başarıya ulaşmasında
önemli yeri olan İnönü Savaşları’nda şehit düşen, zaferin kazanılmasında
kahramanlık gösteren ecdadımızın manevi şahsiyetine bir şükran nişanesi olarak
Eskişehir ilimizin İnönü ilçesine Ulu Önder Atatürk’ün…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen bağlayınız
sözlerinizi.
Buyurunuz.
BEYTULLAH ASİL (Devamla) –
Sağ olun Sayın Başkanım, bitiriyorum.
…“Siz orada yalnız düşmanı
değil, ulusun makûs talihini de yendiniz.” veciz sözünün yazılı olduğu bir
altın madalya verilmesiyle ilgili, milletvekili arkadaşım Sayın Murat Sönmez’in kanun teklifinin bir an önce gündeme alınmasını
zaferin yıl dönümü vesilesiyle bir kez daha yüce heyetten istirham ediyorum.
İnönü ilçe halkımız bu madalyayı hak etmiştir. Madalyayı şanlı bayrağımıza
asarak göndere çekmeyi hasretle beklemektedirler.
Hepinize bir kez daha
saygılar sunuyor, yüce milletimize “Zaferin yıl dönümü kutlu olsun.” diyorum.
Teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Asil.
Buyurunuz Sayın Anadol.
V.- AÇIKLAMALAR
1.- İzmir
Milletvekili K. Kemal Anadol’un, İnönü
Zaferi’nin 89’uncu yıl dönümüne ilişkin
açıklaması
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Sayın Başkan, söz verdiğiniz için teşekkür ederim.
Gerçekten, Çok Değerli
Milletvekili Arkadaşımız Beytullah Asil’in belirttiği
gibi, seksen dokuz yıl önce, 31 Mart gecesi ve 1 Nisan sabahı dünyada ilk kez
antiemperyalist mücadele veren ve işgal altında bulunan ülkemizin kazandığı çok
önemli bir zaferin, İkinci İnönü Zaferi’nin yıllar sonra önemini bir daha idrak
ediyoruz. Kahraman ordumuza selamlar, sevgiler, saygılar sunuyoruz.
Şehitlerimizi saygıyla ve rahmetle anıyoruz ve o gün, Mustafa Kemal Atatürk’ün
deyimiyle “Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin makûs talihini de
yendiniz.” sözünün önemini bugün bir daha hatırlıyoruz ve ulusumuzun özünde
-önümüzdeki günlerin- ulusun makûs talihini yenecek nitelikler olduğunu
biliyoruz.
Altını çizerek yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Anadol.
Gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula
sunuşları vardır.
Sözlü soru önergesinin geri
alınmasına dair bir tezkere vardır, okutuyorum:
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) ÖNERGELER
1.- Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir’in (6/1759) esas numaralı
sözlü sorusunu geri aldı-ğına ilişkin önergesi
(4/198)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Gündemin Sözlü Sorular
Kısmının 423. sırasında yer alan (6/1759) esas numaralı sözlü soru önergemi
geri alıyorum.
Gereğini saygılarımla arz
ederim.
Hasan
Özdemir
Gaziantep
BAŞKAN – Sözlü soru önergesi
geri verilmiştir.
Meclis araştırması açılmasına
ilişkin dört önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:
B) MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse ve 22 milletvekilinin, töre ve
namus cinayetlerinin ne-denlerinin araştırılarak
önlenmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/647)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
İnsanın yaşama hakkı, en
kutsal haklardan biridir. Bunun her ne nedenle olursa olsun engellenmemesi ya
da insanın elinden alınmaması gerekliliği, modern demokrasilerde kabul edilmiş
bir insan hakkı ilkesidir. Ülkemizde ise bu hakkın ihlaline ilişkin çok ciddi
bir sorun, son günlerde yeniden artış göstermektedir. Bu insan hakkı ihlali,
töre ve namus cinayetleridir.
11.10.2005 tarihinde, Türkiye
Büyük Millet Meclisi bünyesinde, "Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara
ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken
Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu"
kurulmuştur. Önemli bir çalışma yapan komisyonun raporu, 01.06.2006 tarihinde
görüşülmüştür. Ancak son günlerde töre ve namus cinayetlerinde meydana gelen
artış ve konunun tekrar gündeme gelmesi, daha ayrıntılı çalışmalar yapılması
gerekliliğine olan ihtiyacı gözler önüne sermektedir. Töre ve namus cinayetleri
üzerine hemen hemen hiç bilimsel bir çalışmanın
olmaması ise konunun, akademik anlamda da göz ardı edildiğinin göstergesidir.
Töre ve namus cinayetleri söz
konusu olduğunda, kimi yerlerinde hâlâ feodal ilişkilerin hüküm sürdüğü Doğu ve
Güneydoğu Anadolu Bölgeleri ilk olarak akla gelmektedir. Ancak son günlerde
yaşanan gelişmeler, töre ve namus cinayetini bu bölgelerin kapsamından
çıkarmış; yalnızca eğitimsizlik ya da ekonomik gerekçelerle açıklanamayacak
biçime getirmiştir. Son aylarda Adıyaman, Hakkâri, Ağrı, Diyarbakır'ın yanı
sıra Çorum, İstanbul gibi illerimizde ve daha da ötesi Almanya, Hollanda,
İngiltere gibi ülkelerde yurttaşlarımızın töre ve namus cinayetleriyle gündeme
geldiğini görmekteyiz. Gazetelerin 3'üncü sayfa haberlerinin en önemli konularından
birini töre ve namus cinayetleri oluşturmaktadır. Başka bir deyişle töre ve
namus cinayetleri artık sadece kırsal kesimle sınırlı kalmamakta; göçler, aşırı
kentleşme, köy-kent arasındaki toplumsal hareketlilik ve gelişen iletişim
yoluyla büyük kentlere taşınmakta ve hatta yurtdışına sıçramaktadır.
Töre ve namus cinayetlerinin
nedenleri arasında, ailenin ya da erkeğin, kadının duygu ve bedeni üzerinde
kendini hak sahibi görüyor olması baş sıradadır. Namus veya töre değerleri,
çevre baskısı, kadının bir mal, köle veya kirlenmiş bir eşya gibi görülmesi, bilinçli
bir cinayetle namus ve şerefin temizleneceği inancı, kadının öldürülmesi ile
failin toplum ve çevrede saygınlık kazanacağı inancı nedenleriyle koca, eski
koca, baba, kardeş ve diğer akrabalar tarafından töre ve namus cinayetleri
işlenmektedir. Aynı zamanda, zorla evlendirme, namus temizleme gibi nedenlerle
intiharları da bu cinayetler kapsamında değerlendirmek gerekmektedir.
Töre ve namus cinayetlerinin
insan haklarını yok saymasının yanında, insanların kanını donduran biçimlerde
de işlenmesi konunun ayrı bir boyutunu oluşturmaktadır. Bunun en son örneği
Adıyaman ili Kâhta ilçesinde yaşanmıştır. Erkeklerle konuştuğu iddiasıyla çocuk
yaşta bir kızın akrabaları tarafından diri diri
gömülmesi, ülkemizde töre ve namus cinayetleri konusunun vahametinin örneklerinden
biridir.
Töre ve namus cinayetlerinin
ekonomik temeli unutulmadan, eğitim, güvenlik, aile yapısı gibi unsurlarla
doğrudan ilgili olduğu bilinen bir gerçektir. Bu sorunun engellenmesi konusunda
ailelere ve bireylere görevler düşmektedir; ama, bu görevlerden
çok, devlete görevler düşmektedir.
Töre ve namus cinayetlerinin
nedenlerinin araştırılması ve bu cinayetlerin önlenmesi için gereken önlemlerin
tespiti amacıyla Anayasa'nın 98. ve TBMM İçtüzüğü'nün 104 ve 105. maddeleri
gereğince Meclis Araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz.
1) Şevket Köse |
(Adıyaman) |
2) Hulusi Güvel |
(Adana) |
3) Ali Rıza Öztürk |
(Mersin) |
4) Tayfur Süner |
(Antalya) |
5) Ali Koçal
|
(Zonguldak) |
6) Akif Ekici |
(Gaziantep) |
7) Mehmet Ali Özpolat |
(İstanbul) |
8) Ali Rıza Ertemür |
(Denizli) |
9) Durdu Özbolat |
(Kahramanmaraş) |
10) Canan Arıtman |
(İzmir) |
11) Enis Tütüncü |
(Tekirdağ) |
12) Gürol Ergin |
(Muğla) |
13) Mevlüt
Coşkuner |
(Isparta) |
14) Ramazan Kerim Özkan |
(Burdur) |
15) Nevingaye
Erbatur |
(Adana) |
16) Orhan Ziya Diren |
(Tokat) |
17) Sacid
Yıldız |
(İstanbul) |
18) Kemal Demirel |
(Bursa) |
19) Rasim Çakır |
(Edirne) |
20) Muhammet Rıza Yalçınkaya |
(Bartın) |
21) Ensar
Öğüt |
(Ardahan) |
22) Hüsnü Çöllü |
(Antalya) |
23) Atila
Emek |
(Antalya) |
2.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse ve 24 milletvekilinin, olumsuz
hava koşullarının tarım sektörüne etkilerinin araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/648)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Özellikle son günlerde,
ülkemizde hava koşullarının kötü gitmesinden tarım sektörü olumsuz olarak
etkilenmiştir. Çiftçiler, yaşanan kötü hava koşulları nedeniyle büyük bir
mağduriyet yaşama noktasına gelmiştir. Güneydoğu Anadolu, Akdeniz, Ege ve
Marmara Bölgeleri; bu konuda en çok mağduriyetin yaşandığı bölgelerdir.
Kötü hava koşulları, iller
bazında da büyük zararların yaşanmasına neden olmuştur. Yalnızca Adıyaman'da
don olayları nedeniyle 500 bin dekar ekimi yapılan hububat ve baklagillerin
zarar gördüğü belirtilmektedir. Benzer biçimde Aydın ilinin Milas ilçesinde
aşırı yağışlar sonucu yaklaşık 8 bin dekar; aynı ilin Söke ilçesinde 300 bin
dekar ve İncirliova ilçesinde büyük miktarda hububat ve narenciye sular altında
kalmıştır.
Ülkemizin diğer bölgelerinde
de aynı biçimde olaylara rastlamak olanaklıdır. Başka bir örnek ise Antalya
ilinin Kumluca ve Serik ilçelerinde baraj taşması sonucu barajlara yakın olan
seraların sular altında kalmasıdır. Çanakkale, Muğla, İzmir gibi çok sayıda ilimiz
benzeri mağduriyetleri yaşamıştır.
Tarım sektöründe yaşanan
sorunlar, doğrudan ya da dolaylı olarak sanayiyi, ekonomiyi ve en önemlisi gıda
sektörünü etkilemektedir. Yurttaşların gıda maddelerine ulaşmasında sorun
doğduğu gibi, gıda maddelerinin aşırı pahalı fiyatlara erişmesi bu sürecin sonuçları
olarak karşımıza çıkmaktadır. Başka bir ifadeyle tarım alanında yaşanan bu
sorun, toplum yaşamının tüm alanlarına olumsuz etkide bulunacaktır.
Çiftçilerimizin bu yıl için
sel ve su baskınlarına karşı henüz sigorta yaptırmadığı düşünüldüğünde, yaşanan
sorunun çiftçilerimiz için büyük bir mağduriyete dönüşeceği şüphesizdir.
Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB), bu konuda çalışmalar yapmakta ve
yaraların sarılabilmesi için nelerin yapılabileceğine dair alternatif öneriler
sunmaktadır. Bu durumda, konuyla ilgili oda, dernek, demokratik kitle örgütleri
ve konunun diğer uzmanlarının görüşlerine ihtiyaç duyulduğu anlaşılmaktadır.
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın acilen çalışmaya
başlaması gerekliliği de kamuoyunda üzerinde görüş birliğine varılmış konulardan
biridir.
Son günlerde yaşanan olumsuz
hava koşullarının tarım sektörüne olan etkilerinin araştırılması ve gerekli
önlemlerin tespiti amacıyla Anayasa'nın 98. ve TBMM İçtüzüğü'nün 104 ve 105.
maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz.
1) Şevket Köse |
(Adıyaman) |
2) Mehmet Ali Özpolat |
(İstanbul) |
3) Ali Rıza Öztürk |
(Mersin) |
4) Tayfur Süner |
(Antalya) |
5) Akif Ekici |
(Gaziantep) |
6) Hulusi Güvel |
(Adana) |
7) Turgut Dibek |
(Kırklareli) |
8) Ferit Mevlüt Aslanoğlu |
(Malatya) |
9) Ali Rıza Ertemür |
(Denizli) |
10) Sacid
Yıldız |
(İstanbul) |
11) Durdu Özbolat |
(Kahramanmaraş) |
12) Canan Arıtman |
(İzmir) |
13) Enis Tütüncü |
(Tekirdağ) |
14) Gürol Ergin |
(Muğla) |
15) Mevlüt
Coşkuner |
(Isparta) |
16) Ramazan Kerim Özkan |
(Burdur) |
17) Nevingaye
Erbatur |
(Adana) |
18) Orhan Ziya Diren |
(Tokat) |
19) Kemal Demirel |
(Bursa) |
20) Rasim Çakır |
(Edirne) |
21) Muhammet Rıza Yalçınkaya |
(Bartın) |
22) Ensar
Öğüt |
(Ardahan) |
23) Ali Koçal |
(Zonguldak) |
24) Hüsnü Çöllü |
(Antalya) |
25) Atila
Emek |
(Antalya) |
3.- İstanbul Milletvekili Sacid Yıldız ve 24
milletvekilinin, organ nakli konusundaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/649)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Organ nakli, vücutta işlevini
yitirmiş, görev yapmayan bir organın yerine, canlıdan veya kadavradan sağlam ve
fonksiyon yapabilen bir organın konulmasıdır. Organ yetmezliklerinde, özellikle
böbrek ve karaciğer yetmezliği gündemde olan bir konudur ve çok sayıda insan bu
nedenle organ beklemektedir. Canlı kişiden organ alınması, organ veren kişinin
yaşamını riske sokmayacak şekilde çift organlardan birinin alınması ile
gerçekleştirilir. Kadavradan organ nakli ise, yakınlarının rızasına bağlı
olarak ve kişinin ölmeden evvel organ bağışı yapmasıyla mümkündür.
Türkiye'de yarıdan fazlası
böbrek olmak üzere, 100 bin kişi organ nakli olmayı beklemektedir. Yoğun olarak
böbrek yetmezliği nedeniyle hemodiyaliz tedavisi gören hasta sayısı 55 bin
kişidir ve buna her yıl 4 bin kişi eklenmektedir. Böbrek ve karaciğer
yetmezliği nedeniyle organ nakledilmesini bekleyen yurttaşlarımız açısından
kadavra nakilleri büyük öneme sahiptir. Böbrek yetmezliği sonucunda beş yıllık
ortalama yaşam oranı yüzde 33 iken aynı hastaya böbrek nakli uygulaması
yapılırsa beş yıllık ortalama yaşam oranı yüzde 90'a ulaşmaktadır. Bu tedaviyle
hem hasta yaşam kalitesi artmakta hem de belirgin olarak uzamaktadır, yani
nakil yaşamak, diyaliz ise ölmemeye çalışmaktır. Fakat,
ülkemizde ne yazık ki nakillerin yalnızca dörtte biri kadavradandır. Avrupa
ülkelerinde ise organ nakillerinin yüzde 80'i kadavradandır. Bugüne kadar çok
sayıda hasta, organ vericisi bulunamaması nedeniyle hayatını kaybetmiştir.
Ülkemizde çok sayıda organ nakli merkezi ve birçok organ nakli cerrahımız
olmasına rağmen, kadavradan nakil olmadığı için yeterli sayıda organ nakli
gerçekleştirilememektedir. Bunun diğer önemli nedeni ise beyin ölüm vakalarının
bildirilmemesidir. Bu nedenle çok sayıda yurttaşımız organ nakli sıralarında hayatlarını
kaybetmektedir.
Ülkemizde borcu nedeniyle
internet üzerinden çeşitli organlarını satışa çıkaran insanların sayısı gün
geçtikçe artmaktadır. Bazı köylerde toplu hâlde böbreklerini satan insanlar
hâlâ unutulmamıştır. Bunun yanı sıra organ ticareti nedeniyle her gün çok
sayıda kayıp ve kaçırılma olayı yaşanmaktadır. Bu nedenle beyin ölümü
olgularının bildirilmesi kadavradan nakillerin artmasına yol açacaktır. Bu da
hem nakil listelerinde bekleyenlerin hayatlarını kurtarmak hem de organ
ticaretinin önüne geçilmesi açısından büyük önem taşımaktadır.
Organ
ticaretinin önüne geçilmesi amacıyla kadavradan organ nakillerinin
arttırılması, beyin ölümü tespiti ve organizasyonu yapan organ nakli
koordinatörlüğünün her kurum için zorunlu hâle getirilmesi ve beyin ölümü
olgularının kadavra ameliyatı masraflarının, kurumları ve ameliyatı yapan
ekipleri özendirici şekilde düzenlenmesi amacıyla Anayasanın 98. ve Türkiye
Büyük Millet Meclisi İç Tüzüğü'nün 104. ve 105. maddeleri uyarınca Meclis
Araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz.
1) Sacid
Yıldız |
(İstanbul) |
2) Ali Koçal |
(Zonguldak) |
3) Ali Rıza Öztürk |
(Mersin) |
4) Akif Ekici |
(Gaziantep) |
5) Hulusi Güvel |
(Adana) |
6) Tayfur Süner |
(Antalya) |
7) Turgut Dibek |
(Kırklareli) |
8) Şevket Köse |
(Adıyaman) |
9) Ferit Mevlüt Aslanoğlu |
(Malatya) |
10) Canan Arıtman |
(İzmir) |
11) Ali Rıza Ertemür |
(Denizli) |
12) Mehmet Ali Özpolat |
(İstanbul) |
13) Durdu Özbolat |
(Kahramanmaraş) |
14) Enis Tütüncü |
(Tekirdağ) |
15) Gürol Ergin |
(Muğla) |
16) Mevlüt
Coşkuner |
(Isparta) |
17) Ramazan Kerim Özkan |
(Burdur) |
18) Nevingaye
Erbatur |
(Adana) |
19) Orhan Ziya Diren |
(Tokat) |
20) Kemal Demirel |
(Bursa) |
21) Rasim Çakır |
(Edirne) |
22) Muhammet Rıza Yalçınkaya |
(Bartın) |
23) Ensar
Öğüt |
(Ardahan) |
24) Hüsnü Çöllü |
(Antalya) |
25) Atila
Emek |
(Antalya) |
4.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal ve 24 milletvekilinin,
hayvancılık sektörünün sorunları-nın araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/650)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Et fiyatlarında son 6 ayda
çok yüksek oranda bir artış yaşanmıştır. Kilosu 14-15 liradan alınabilen koyun
ve sığır fiyatları bugün 20 liranın üstüne çıkmıştır. 2009 yılında kuzu eti
fiyatı %45.9 oranında artarken, tavuk eti fiyatındaki
artış ise %33.9 oranında artmıştır. Yıllık et tüketimi ABD'de
Et fiyatlarındaki yükselmenin
pek çok açıdan değerlendirilmesi gerekmektedir. Besicilik maliyetlerinin
artması, küçük ve büyük baş hayvan sayısının azalması bugün yaşanan sonuçları
doğurmuştur. Devletin besiciliğe yeteri kadar destek vermemesi besicilik
maliyetlerini arttırırken, özellikle Doğu Anadolu Bölgesi'nde amaca uygun
desteklerin verilmemesi nedeniyle de hayvan sayısında çok büyük oranda düşüş
yaşanmıştır. Sayısı 30 milyon civarında olan büyük ve küçükbaş hayvan sayısı
son dönemde 7 milyona inmiştir. Bölgenin en önemli geçim kaynağı artık iflas
etme noktasına gelmiştir. Doğrudan desteklemenin kaldırılması, teşviklerin
yanlış verilmesi, pazar ve üretim açısından tarım ve hayvancılığın ayrılmaz
parçası olan sanayileşmede yaşanan özelleştirmeler bölgeyi iyice fakirleştirmiştir.
Koyunculukta Türkiye'yi besleyen Van, devlet desteğinin çekilmesi ile birleşen
güvenlik sorunu nedeniyle ihracat yapamaz hale gelmiştir. Bölge koşulları
yeterince değerlendirilmeden, Türkiye'nin tüm coğrafi bölgelerine aynı şekilde
teşvik verilmesi sorunu çözmeye yönelik bir adım değildir. Bölgesel kalkınma
modelinin uygulanması gerekliliği, uzun süren kış mevsimi, uzaklık, ihracatın
artması için yapılacaklarda temel alınmalıdır.
Hayvancılıkta yaşanan
sorunlara müdahale edilmemesi, hayvancılıkla geçimin sağlayan vatandaşlarımızı
olduğu kadar hayvansal gıda tüketicilerini de etkileyecektir. Özellikle dar
gelirli ailelerin hayvansal gıdalardaki aşırı artış nedeniyle özellikle et
tüketimini önemli oranda düşürdüğü bilinmektedir. Protein açısından önemli bir
gıda olan etin özellikle çocukların gelişiminde önemli yer tuttuğu
bilinmektedir.
Sonuç olarak et
fiyatlarındaki artıştan üreticiden, tüketiciye uzanan zincirde bulunan her
birim etkilenmektedir. Bunun dışında et fiyatlarındaki artış, halk sağlığını
tehdit eden sahte et satıcılarının da ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Özellikle son 2 ay içinde pek çok yerde sahte et üreticilerinin halk sağlığını
hiçe sayan satışları kamuoyuna yansımıştır.
Hayvancılıkta yaşanan
sorunların nedenleri, bu sorunlarla, hayvancılıkta yaşanan gerilemenin
önlenmesi için alınacak tedbirlerin tespiti amacıyla, Anayasanın 98. ve Türkiye
Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 104. ve 105. maddeleri gereğince meclis
araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.
1) Çetin Soysal |
(İstanbul) |
2) Ali Rıza Öztürk |
(Mersin) |
3) Tayfur Süner |
(Antalya) |
4) Hulusi Güvel |
(Adana) |
5) Şevket Köse |
(Adıyaman) |
6) Ferit Mevlüt Aslanoğlu |
(Malatya) |
7) Turgut Dibek |
(Kırklareli) |
8) Mehmet Ali Özpolat |
(İstanbul) |
9) Ali Rıza Ertemür |
(Denizli) |
10) Durdu Özbolat |
(Kahramanmaraş) |
11) Canan Arıtman |
(İzmir) |
12) Gürol Ergin |
(Muğla) |
13) Enis Tütüncü |
(Tekirdağ) |
14) Mevlüt
Coşkuner |
(Isparta) |
15) Ramazan Kerim Özkan |
(Burdur) |
16) Nevingaye
Erbatur |
(Adana) |
17) Orhan Ziya Diren |
(Tokat) |
18) Sacid
Yıldız |
(İstanbul) |
19) Kemal Demirel |
(Bursa) |
20) Rasim Çakır |
(Edirne) |
21) Muhammet Rıza Yalçınkaya |
(Bartın) |
22) Ensar
Öğüt |
(Ardahan) |
23) Ali Koçal |
(Zonguldak) |
24) Hüsnü Çöllü |
(Antalya) |
25) Atila
Emek |
(Antalya) |
BAŞKAN – Bilgilerinize
sunulmuştur.
Önergeler gündemdeki
yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki
görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.
Şimdi de Milliyetçi Hareket
Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisidir
vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.
VII.- ÖNERİLER
A) SİYASİ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ
1.- (10/487, 10/535) esas numaralı Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergelerin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 31/3/2010
Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi
Tarih:
31.03.2010
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Danışma Kurulu’nun 31.03.2010
Çarşamba günü (bugün) yaptığı toplantısında, Siyasi Parti Grupları arasında
oybirliği sağlanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisini İçtüzüğün 19 uncu
Maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.
Saygılarımla.
Oktay
Vural
İzmir
MHP
Grup Başkanvekili
Öneri:
Türkiye
Büyük Millet Meclisinin Gündeminin Genel Görüşme ve Meclis Araştırması
Yapılmasına Dair Öngörüşmeler Kısmında yer alan
10/487, 10/535 esas numaralı “Şeker fabrikalarının özelleştirilmesinin yol
açacağı sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla” Anayasanın 98. ve İçtüzüğün 104 ve 105. Maddeleri Gereğince Meclis
Araştırması önergelerinin görüşmelerinin Genel Kurulun 31.03.2010 Çarşamba
günlü birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN –
Önerinin lehinde, Tokat Milletvekili Reşat Doğru.
Buyurunuz Sayın Doğru. (MHP
sıralarından alkışlar)
REŞAT DOĞRU (Tokat) – Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; yüce Meclisi en derin saygılarımla selamlıyorum.
Sözlerime başlamadan önce
Hakkâri Çukurca’da şehit olan 3 uzman çavuşumuz ve 2 tane yaralımız var.
Şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum, yaralılara acil şifalar diliyorum.
Terör örgütünü lanetliyorum.
Sayın milletvekilleri, şeker
fabrikalarının özelleşmesiyle ilgili olarak vermiş olduğumuz önergeyle ilgili
söz almış bulunuyorum. Malumunuz olduğu şekliyle şeker fabrikaları, pancar
çiftçisinin en önemli ürünlerinin değerlendirilmiş olduğu yerdir. Şeker
fabrikaları, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş yıllarından itibaren…
Özellikle Turhal Şeker Fabrikasını söylemek istiyorum, Turhal Şeker Fabrikası
Tokatlılara çok büyük katma değer katmış olan bir eserimiz ve değerimizdir. Hükûmetin son yıllardaki özelleştirme kapsamı içerisinde
şeker fabrikalarımız bir bir özelleştirmeye doğru
gitmektedir.
Bakınız, şu anda
Türkiye’mizde şöyle bir araştırma yapıldığı zaman, en önemli sorunların başında
işsizlik, açlık ve yokluk olduğu görülmektedir. Tokat Milletvekiliyim ben,
Tokat Meydanı’nda insanlara şöyle bir soruyoruz, sorduğumuz zaman en önemli
sorunlarının iş olduğunu, ekmek olduğunu ve geçinme zorluğu içerisinde
bulunduklarını söylüyorlar. Çiftçi kardeşlerimize soruyoruz, çiftçilerimiz
üretmiş olduğu ürünlerin değerlendirilmediği, değerine satamadıklarını,
dolayısıyla da zarar ettiklerini ifade etmeye çalışıyorlar. Yani yoksulluk ve
açlık almış başını gidiyor.
İşte böyle bir ortamda şeker
fabrikalarımız özelleştirme kapsamı içerisinde satılıyor. Bakın, şu anda
Turhallı tüm kardeşlerimiz, Tokatlı tüm kardeşlerimiz Turhal Şeker Fabrikasına
sahip çıkılmasını, satılmamasını ve özelleştirilmemesini istiyorlar. Bununla
ilgili olarak da başta Şeker-İş Sendikası olmak üzere hep beraber çiftçisiyle,
esnafıyla, orada çalışanlarıyla -emekli kentidir- emeklilerle beraber büyük bir
miting yaptılar. Mitingleri esnasında da söylemiş oldukları söz şuydu: “Bizim
pancar üretimi devam etsin, şeker üretimi devam estin, fabrikalarımız açık
kalsın.”
Tabii bunlar bunu söylerken
Tokatlı çiftçilerimiz veyahut da işçilerimiz söylerken… İşte şu anda onunla
beraber altı tane şeker fabrikası satıldı. Bunlardan bir tanesi Çarşamba Şeker
Fabrikasıdır. Çarşambalı kardeşlerimiz, Samsunlu kardeşlerimiz aynı şeyleri
söylemiyorlar mı? Bakın şu anda Sorgun Şeker Fabrikası da satılan fabrikalar
içerisindedir. Yozgatlı çiftçilerimizin hepsi ayaktaydılar, onlar da o mitinge
katılmışlardı. Çorum’daki şeker fabrikası, yine, Kastamonu Şeker Fabrikası,
Kastamonulular, Çorumlular yani İç Anadolu Bölgesi’ndeki -tabii, diğer şeker
fabrikaları satıldı, satılıyor ama- insanlarımızın hepsi, hep beraber “Şeker
pancarı üretimi devam etsin ve şeker pancarı çiftçisi korunsun.” diyorlar ve
beraberinde de “Fabrikalarımız özelleştirme kapsamı içerisinde satılmasın,
sahiplenilsin.” diyorlar.
Tabii, Hükûmetin
değerli yetkilileri diyorlar ki: “Fabrikalar satılsa da üretime devam edecek.”
Sayın milletvekilleri, bu sözlerin doğru olmadığını veyahut da bu sözlerin ne
kadar doğru olduğunu hep beraber tartışalım. Bakın, şu anda, şeker fabrikaları
öncesinde sigara fabrikaları satılmıştı. Bunların içerisinde bulunan Tokat
Sigara Fabrikası da satılan, özelleştirilen fabrikalar içerisindeydi. Yine aynı
şekilde, iktidarın yetkilileri sigara fabrikası satılırken “Sigara fabrikası
üretime devam edecek, sigara fabrikasında tütün çiftçiliği devam edecek, üretim
devam edecek.” demişlerdi. Ne oldu? Şu anda Tokat Sigara Fabrikasının her
tarafında otlar bitiyor. Fabrikasını bırakın, içerisindeki makineler bile
parçalanarak alındı ve götürüldü. Şu anda, oradaki insanlar üzüntü içerisinde
Tokat Sigara Fabrikasının durumunu görüyorlar.
Aynı tabloyu tabii, diğer
yerlerde de görüyoruz. Ama Tokat Sigara Fabrikasının işçileri şu anda perme
perişan durumdadırlar. 4/C kapsamı içerisinde yaşam mücadelesi veriyorlar.
İşsizlik almış başını giderken 4/C’den dolayı şu anda
insanlarımızın büyük bir sıkıntı içerisinde, psikolojik yıkıntı içerisinde
olduğunu söylemek durumundayız. Şu anda, 4/C kapsamındaki yaklaşık olarak 10
binin üzerindeki işçi Türkiye'nin her tarafında acaba benim durumum ne olacak
diye beklenti içerisindedir.
Aynı tabloyu şu an itibarıyla
binlerce işçisi bulunan şeker fabrikalarında da yaşayacağız. Yani şeker
fabrikası işçisi de aynı 4/C kapsamındaki, o kapsama doğru itiliyor yani
işlerini kaybedecekler, aşlarını kaybedecekler. Şu anda esnafıyla, memuruyla kendi
bölgelerinde bulunan yani şeker fabrikalarının bulunduğu yerlerdeki insanların
hepsi acaba benim
fabrikam satılacak mı veyahut da ben fabrikamı kaybedecek miyim veyahut da
esnaf işte, buradan gelen o gelirin durumu ne olacak beklentisi içerisindedir.
Tokat Sigara Fabrikası
kapanmadan önce orada 1.200 işçi çalışıyordu. O 1.200 işçinin yaklaşık olarak
Tokat’ımıza yıllık 60-70 trilyon civarında -eski parayla- büyük bir girdisi
vardı.
Turhal Şeker Fabrikası,
Sorgun Şeker Fabrikası, işte, Çorum Şeker Fabrikası, Kastamonu Şeker Fabrikası
da aynı durumdadır; o bölgenin esnafına, o bölgedeki insanların hepsine çok
büyük katma değer sağlamaktadır. Bunları böyle değerlendirmediğimiz zaman, yani
şeker fabrikalarının tamamen yok olmasını sağlamış olduğumuz zaman çok şeyler
kaybederiz.
Bakın, dünyanın her
tarafında, şu anda dünyanın her tarafında şeker pancarıyla ilgili olarak çok
ciddi çalışmalar var. Avrupa Birliği ülkelerinde -her zaman örnek alıyoruz- şu anda şeker
pancarından elde edilen şeker üzerinde çok ciddi destekler var. Biliyor
musunuz, şu anda üretimle ilgili olarak yüzde 70’ini karşılıyor. Yani Avrupa
Birliği ülkeleri, şeker üretimi devam etsin diye özellikle destekleyerek
maliyetin yüzde 70’ini karşılamaya çalışıyorlar. İşte, böyle bir durumda, biz neden
şeker pancarının üretimini ortadan kaldırmaya çalışalım?
Bakınız, geçenlerde GDO’yla ilgili kanun çıkarttık. GDO’yla
ilgili kanun çıkarttık da çıkartırken bazı konular gündeme getirildi. Özellikle
nişasta bazlı şekerin insan vücuduna ne kadar zarar verdiğini
hep beraber biliyoruz. Şu anda gidiniz hastanelerdeki polikliniklerin hepsine,
nişasta bazlı şekerden dolayı alerjik hastalıkların
artmış olduğunu görürsünüz. Ondan dolayı da dünyanın her tarafında nişasta bazlı şeker oranları yüzde 2’lere düşürülürken -Avrupa
Birliği ülkeleri için veriyorum- bizim ülkemizde bu oran yüzde 15’ler
civarındadır. Gelin, yüzde 15’ler civarını yüzde 2’ye düşürelim. Gelin, hep
beraber, işte, Hükûmet olarak almış olduğumuz
tedbirlerle beraber, başta serbest bölgeler olmak üzere, şeker pancarıyla,
şekerle ilgili olarak kaçakçılığı ortadan kaldıralım. O zaman şeker pancarı
çiftçisinin ne kotalarında bir sıkıntımız kalır ne fabrikaların çalışmasında
bir sıkıntımız kalır. Ama işte bunları yapmazken, şeker pancarı çiftçisini bu
şekilde mağdur etmeye, şeker fabrikalarının kapanmasıyla beraber o bölgelerdeki
insanlarımızı mağdur etmeye hiçbirimizin hakkının olmadığını düşünüyorum.
Şeker ürünü tarımsal
stratejik bir üründür. Bu ürün mutlaka yaşamalıdır. Bu kadar önemli, avantajlı bir
ürün olan şeker pancarı, çiftçimizin vazgeçemeyeceği ve Hükûmetin
de gözden çıkardığı bir konuma gelmektedir. Şeker pancarı çiftçisi küsmekte,
fabrikaların kapanmasıyla karşı karşıya kalan işçilerimiz ise kara kara düşünmektedir.
Şeker pancarı, Türk tarımı
açısından çiftçiyi tarlaya ve köye bağlayan, ailenin tüm fertlerine çalışma
imkânı sağlayan, nüfusu kırsal kesimde tutan, hâliyle iç göçü yavaşlatan
ürünlerin başında gelmektedir. Bugün 1,7 milyon civarında pancar kooperatifi
ortağı vardır ve binlerce insan da şeker pancarı üretiminin devam etmesini
istemektedir.
Bakınız, İç Anadolu
Bölgesi’nden örnekler verdim çünkü şu anda İç Anadolu Bölgesi’nde altı tane
şeker fabrikası satılıyor. Tokat’ın nüfusu 840 binlerden 620 binlere inmiştir.
Gidiniz Yozgat’a. Yozgat’ın nüfusu da inmiştir. Çorum’a, Kastamonu’ya… Yani İç
Anadolu Bölgesi’ndeki birçok bölgemizde maalesef çiftçi ürününü ekmekten ve
tarlasına gitmekten artık heder eder duruma gelmiştir. Niye gelinmiştir? İşte
bunları hep beraber düşünmek mecburiyetindeyiz.
Sözlerimin başında en önemli
sorunun işsizlik sorunu olduğunu söyledim. Bakın, şu anda işte hep beraber
gittiğimiz zaman, kendi seçim bölgelerimizde olsun yahut da nereyi gezersek
gezelim, önümüze çıkan ilk konu işsizliktir. “Ben iş istiyorum.” diyor,
üniversite mezunları iş istiyor, lise mezunları iş istiyor. Çiftçi
kardeşlerimizin yanına gidiyoruz, pancar üreticisi böyle de diğerleri böyle
değil mi? Onlar da aynı şekilde yokluktan bahsediyorlar, yoksulluktan
bahsediyorlar, çiftçi ürününün para etmediğinden bahsediyorlar.
İşte bu ağır ortamda, şeker
fabrikalarının özelleşmesinin, ben çok yanlış olacağını düşünüyorum. Bundan
dolayı da bu konunun çok ciddi manada değerlendirilmesini istiyoruz.
Bakınız, Avrupa Birliği
ülkeleri mevcut stoklarına rağmen şeker pancarı üretimini kısmamakta, her yıl
dâhilî tüketimlerinin üzerinde üretim yapmaya devam etmektedir. Acaba bizim
ülkemizde bunlar yapılmakta mıdır? Avrupa Birliği ülkeleri şeker ithaline yüzde
200 gümrük vergisi koymuşken, bizde bu oran 2004 yılında yüzde 135’lere çekilmiştir.
Yani bu şudur değerli milletvekilleri: Şeker bazlı
dediğimiz, işte çikolatadır veya diğer ürünlerdir, Avrupa Birliği ülkelerine
girişlerinde çok ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kalınmaktadır. Yani oralarda
yüzde 200 civarında gümrük konarak şeker pancarı çiftçisi veyahut da şeker
üreticisi korunmaya çalışılmıştır ama enteresandır, bizim ülkemizde bu oran,
2004 yılında yüzde 135’lere düşürülmüştür.
Ülkemizde şeker pancarı
çiftçisine ton başına 142 euro destek sağlanmaktadır
ama şeker pancarı tarımı, sanayisi, alt sanayi dallarıyla birlikte gayrisafi
millî hasılaya 3 milyar dolar civarında değer
katmaktadır.
Ülke nüfusunun yüzde 15’inin
geçimi…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
Buyurunuz.
REŞAT DOĞRU (Devamla) – …bu
tarım ürünündendir. Şeker sanayisi, 500 bin çiftçi ailenin, sanayide 25 bin
çalışanıyla, alt sanayi kollarıyla beraber 10 milyonun üzerinde insanla
ilişkilidir. Yani Avrupa Birliği ülkeleri yüzde 70 oranında bir destek sağlarken,
bizim ülkemizde bu oran maalesef çok ciddi manada düşüktür.
Ülkemizde şeker pancarı ve
üreticisinin kurtarılması için şunların yapılmasını istiyoruz: Şeker ithalatına
ve işlenmiş ürünlerine yüksek gümrük vergisi uygulanması ve devlet tarafından
bunun garanti altına alınması. İhracatı teşvik edici fonlar ve kaynaklar
oluşturulması. Nişasta bazlı şeker üretiminde Avrupa
Birliği normlarında üretim yapacak yasal düzenlemelerin getirilmesi ve
denetimin sağlanması. Sınır ticareti ve serbest bölgeler yoluyla kaçak şeker
girişinin önlenmesi. Bavul ticareti yoluyla sentetik
tatlandırıcıların yurda girişinin engellenmesi. Şeker pancarı çiftçisi
reel manada desteklenmeli, maliyetin yüzde 70’i Avrupa Birliği ülkelerinde
olduğu gibi karşılanmalı. Şeker fabrikaları özelleştirilmemeli. Her şeye rağmen
özelleştirilecekse söz öncelikle üreticilerin olmalı. Üreticisiz bir
özelleştirme ve ortaklık oluşumu düşünülmemeli.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
bağlayınız.
Buyurunuz.
REŞAT DOĞRU (Devamla) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Pancar alım fiyatları mutlaka
reel şekilde düzenlenmeli ve de yıllardan beri devamlı olarak aşağıya doğru
gitmekte olan bunun, ton başına en az 300 bin lira civarında olması gerekir
diye düşünüyorum.
Yüce Meclisi en derin
saygılarımla selamlıyor, önergemizin lehinde oy kullanmanızı bekliyorum.
Saygılar sunuyorum efendim.
(MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Doğru.
Aleyhte,
Tunceli Milletvekili Kamer Genç.
Buyurunuz Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; MHP Grubunun verdiği grup önerisi üzerinde söz
almış bulunuyorum. Hepinize saygılar sunuyorum.
Değerli milletvekilleri,
tabii, bir ülkenin ayakta kalabilmesi için, vatandaşlarının kişilikli,
nitelikli, haysiyetli ve şerefli olabilmesi için o memleketin ekonomisinin
güçlü olması lazım. O memleketin vatandaşlarının iş bulması lazım, aş bulması
lazım, eğitim yapması lazım, başka bir ülkeye muhtaç olmaması lazım. Dış
ülkeler karşısında, ancak güçlü bir ekonomiyle o ülkenin vatandaşlarının başı
dik durur. Bir ülke düşünün ki ekonomisi yok, gençleri sokakta, iş bulamıyor.
Aşağı yukarı her tarafı bir işsizler ordusuyla çevrilmiş bir ülke düşünün.
Şimdi, o ülkenin o gençleri ne kadar zeki olursa olsun, ne kadar haysiyetli
olursa olsun, o ülkenin gençlerinin bir kişiliği olur mu? Yani ekmeğe muhtaç
olan, bir iş sahibi olmayan bir genç ne yapar? Bir sadaka gelir, dilenci
durumuna düşer. Onun için, evvela Türkiye Büyük Millet Meclisinin halletmesi
gereken konu, bana göre, Türkiye’de sağlıklı bir ekonominin oluşması için
gerekli çabaları göstermesi lazımdır.
Şimdi, AKP iktidara gelince
ne oldu? Bütün üretim kaynakları özelleştirildi. Ama nasıl özelleştirildi? Yani
bunun başında şeker fabrikaları geliyor. Şeker fabrikalarını alan kişiler şeker
üretmediler. Bunların bir kısmı, tabii bir kısım yerlerinde var… Burada,
eskiden KİT’ler zamanında, şeker fabrikaları bir yerlerde kurulurken oralara
geniş araziler verdiler. Şimdi, buraları alan kişiler ne yaptılar? Çoğu,
faaliyetlerini üretimden değil de bu arazileri ve arsaları değerlendirmek üzere
bu yerleri aldılar ve çoğu da bedava aldı. Yani işte gördünüz, geçenlerde altı
tane şeker fabrikası -600 milyon, pardon yani tam rakam aklımda değil de- çok
düşük bir fiyatla özelleştirildi. Mesela bunların içinde Kütahya Şeker
Fabrikası var; alan, sizin Bitlis Milletvekiliniz. Kaça aldı? Aralık ayında
-yani 2003’ün, vallahi 2003 müydü, 2004 müydü, hepsini aklımda tutmam mümkün
değil- teslim aldı, 23 milyon dolara aldı. O seneki Şeker Fabrikasının kârı 11
trilyon. Yani ne oldu? 11 trilyonu ondan çıkarırsanız o koskoca Şeker
Fabrikasını aşağı yukarı 14-15 milyon dolara aldı. Bu, tamamen orayı
bağışlaması demektir. Yani burada bu şeker fabrikasının bu kişiye bedava
verilmesi demektir.
Bu konuda ben de kendisiyle
bir bahse de girdim. Olay şöyle oluyor arkadaşlar: Bu şeker fabrikası
özelleştirildikten sonra, orada Kütahya Şeker Fabrikasının bir bölümü var, 113
dönümlük bir arazi ama bunun üzerinde tesisler de yani sosyal tesisler var. Bu, Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Ortaklığı adına kayıtlı. Fakat
özelleştirme yapıldıktan bir sene sonraya yakın bir zamanda tapuya gidiyor, hiç
Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Ortaklığı muvafakati yok, orada kütükte malik
hanesindeki “Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Ortaklığı”nı siliyor, yerine
“Kütahya Şeker Fabrikası” yazıyor. Dolayısıyla o 113 dönüm öyle geldi,
beyefendinin mülkiyetine geçti. Hatta bir gün uçakta gelirken dedi ki: “Ben
böyle bir tahrifat yapmamışım, eğer tahrifat yaptığımı ispat edersen şeker
fabrikasını sana bağışlarım. Eğer tahrifat yapmadığımı kanıtlarsam
milletvekilliğinden istifaya söz veriyor musun?” Ben dedim: “Sana şeref sözü.
Eğer sen tahrifat yapmamışsan ben milletvekilliğinden istifa ediyorum ama yapmışsan
fabrikayı da bana bağışlayacağına da söz ver.” O zaman Ulaştırma Bakanı da buna
şahitti. Şimdi, geçen gün gazeteler de yazdı, bu tahrifatın sabit olduğu
tamamen tapu kadastronun kayıtlarıyla sabit. Ama tabii karşımızda yiğit adam
isteriz, verdiği sözü tutan insan isteriz. Böyle olmayınca… Ben eğer
kaybetseydim milletvekilliğinden de istifa ederdim.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) – Fabrikanız mı oldu Kamer Bey, fabrikanız mı oldu?
KAMER GENÇ (Devamla) –
Efendim, kanıtlandı.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) – Fabrikanız var mı şimdi?
KAMER GENÇ (Devamla) – E, yok
işte, verirse olacak.
Şimdi, değerli
milletvekilleri, Meclisimiz çok ciddi bir durumla karşı karşıya. Bir Anayasa
değişikliği meselesi var. Şimdi, dün Beşir Atalay’ı dinledim, diyor ki: “Efendim,
bu Meclis Anayasa değişikliğini yapamaz diyorlar.” Kim diyor bunu? Diyen var mı
arkadaşlar? “Bu Meclis Anayasa değişikliği yapamaz.” diyen kimse var mı? Yok.
Kendi kendilerine uyduruyorlar. Ya, bu Meclis Anayasa değişikliğini de yapar,
daniskasını da yapar ama yeter ki bir uzlaşma olsun. Şimdi, diyorsunuz ki:
“Darbe Anayasası’nı değiştireceğiz.” Askerî darbe Anayasası’nı değiştirip de
yerine bir sivil darbe anayasasını getirmek olur mu? Şimdi, anayasaların,
anayasa kültürü almış insanların belirli bir altyapısı var. Şimdi ne
yapıyorsunuz? Anayasa Mahkemesini kaldırıyorsunuz. E peki, yerine ne
getiriyorsunuz? Bir şey yok. Hâkimler ve Savcılar Kurulunu kaldırıyorsunuz.
Kimi getiriyorsunuz oraya? Efendim, kendinize uygun bir sistem getiriyorsunuz.
Değerli arkadaşlarım,
bazıları ya dayak yememişler veyahut da hayatı tanımıyorlar.
Şimdi, alt mahkemelerden 8
tane adli hâkim getirdiniz, 3 tane idari yargıdan getirdiniz. Bu gelen
arkadaşlarımız orada ne yapacak? Önce kendilerini Danıştay ve Yargıtay üyeliğine
seçtirmek için gayret gösterecekler. Yahu yetki bendeyken evvela ben kendimi
seçtireyim diyecek. Böyle bir şey olur mu?
Ayrıca da bakın, maalesef,
bugünkü Adalet Bakanı ve Müsteşarı hiçbir surette buraya yakışan bir davranış
içinde değil. Hâkimler ve Savcılar Kurulunu çalışamaz hâle getirmiştir. Diyor
ki: İlle benim dediğim adamları atayacaksın. Yahu sen kimsin kardeşim! Orada
belli kurallar var. Ondan sonra, kendisi Hâkimler ve Savcılar Kuruluna
katılmamak suretiyle Anayasa’nın hâkimlerle, savcılarla ilgili maddesini
yürürlükten kaldırıyor. Dolayısıyla,
YARSAV, Ankara Cumhuriyet Başsavcısına ihbarda bulunmuş. Ben de kendilerini
göreve davet ediyorum, Ankara Cumhuriyet Başsavcısını çünkü Ceza Muhakemeleri
Usulü Kanunu’nun 250’nci maddesinin 3’üncü fıkrasına göre yapılan bir
uygulaması var Adalet Bakanlığının, Erzincan Cumhuriyet Başsavcısını yargılama
yetkisi Yargıtaya aitken Adalet Bakanlığının bir
yazısı üzerine Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi yapıyor. O zaman, aslında 250’nci
maddenin 3’üncü fıkrasında “Yargıtay ve Anayasa Mahkemesince yargılanacak
suçlular bu kapsam dışındadır.” diyor ama siz orada bunu ihmal ettiğinize göre,
o zaman, Adalet Bakanını da, buyurun, Anayasa Mahkemesinin yargılaması gereken
konudur, dolayısıyla, haydi bakalım yargılayın. Ama tabii, Türkiye'de hukuk
işlemiyor ki.
Değerli milletvekilleri,
bakın, memleket ciddi bir bunalıma gidiyor. AKP’li milletvekillerine
özellikle seslenmek istiyorum: Bu getirilen Anayasa, gerçekten, üç maddesini
çıkarırsanız, siyasi partilerin kapatılmasıyla ilgili maddeyi, Hâkimler ve
Savcılar Kurulunun kuruluşuyla ilgili maddeyi, bir de Anayasa Mahkemesiyle
ilgili o üç maddeyi çıkarırsanız biz destek veririz ama bunları çıkarmazsanız,
bakın, bu, tamamen Türkiye'de bir dikta anayasası olur ve bunu burada
halledelim. Hiç de referanduma meferanduma da,
götürmeye zaten gücünüz yetmez de, şimdi…
ORHAN KARASAYAR (Hatay) –
Millete gitmekten niye korkuyorsunuz?
KAMER GENÇ (Devamla) –
Efendim, millet… Bakın, millete gidelim de… Hayır, millete gidelim.
Yiğitliğiniz varsa, bakın, şimdi ara seçime gidelim. Bakın, Anayasa’ya göre,
otuz ayı doldurduktan sonra ara seçime gidiliyor. Bu, Anayasa’nın açık ve net
hükmü ve riayeti gereken… “Otuz ay dolduktan sonra ara seçime gidilir.” diyor.
Niye gitmiyorsunuz? Şu anda Türkiye Büyük Millet Meclisinde galiba 10’un
üzerinde milletvekili açığı var, gidelim işte millete, niye kaçıyorsunuz? Ondan
sonra, üç ay sonra ne olacak? Tabii, Anayasa’nın başka maddesine
sığınacaksınız, “Efendim, seçime bir yıl kala ara seçim yapılmaz.”
diyeceksiniz. Yani mesela, bana göre, orada da bir değişiklik yapılması
lazımdı, yani o otuz ay beş yıla göre hazırlanmış ara seçimdi, bence o otuz ayı
yirmi dört aya indirmek lazımdı.
Yani, tabii, sizin anayasa
hukukçularınızın Anayasa’nın hangi maddelerinde eksiklikler olduğunu pek
kavrayacak nitelikleri yok. Bir Anayasa Komisyonu Başkanınız var. Onun nasıl
Anayasadan başarılı olduğuna ben hâlâ hayret ediyorum. Yani okuduğunu anlamayan
bir arkadaşımız, tam kuzu beyinli birisi. Yani böyle bir şey olmaz gerçekten.
İç Tüzük’te hüküm var: “Komisyonlarda eğer milletvekillerinin teklifi varsa
onları davet edeceksin, dinleyeceksin.” diyor ama bizim teklifimiz var, hiç
dinlemeden, bizi de Komisyona davet etmeden işlem yapıyor. Yani hukuku bu kadar
askıya almak kimin haddine arkadaşlar?
Onun için, değerli
milletvekilleri, bence, Türkiye’de üretimin artırılması, bu Meclisin en
öncelikle ele alması gereken konudur. Bakın, tarımı öldürdünüz. Ya arkadaşlar,
hep dışarıdan borç almakla bu memleketi nereye götürebilirsiniz? Sizin,
iktidara geldiğiniz günden bugüne kadar, yani 2002’ye kadar, cumhuriyet
kurulduğu tarihten bugüne kadar yapılan dış borç 147 milyar dolar, sizin
zamanınızda, bu, yedi senede 148 milyar artmış. Peki, borç ala ala nereye kadar götüreceksiniz bu memleketi?
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
bağlayınız.
Buyurunuz.
KAMER GENÇ (Devamla) – Onun
için, bence, bu Meclise, artık AKP’li milletvekillerine bir sorumluluk düşüyor
arkadaşlar, lider sultasını muhakkak yıkmamız lazım. Burada oy kullanırken
vicdanımıza danışmamız lazım. Bu vicdan eğer sağlıklı düşünürse insanın başına
rahatlık getirir. En azından gelecekte “Ya ben şu Meclisteyken şu doğru kararı
verdim ama genel başkanımla da çatıştım, partiliyle çatıştım.” der ama onun
emrine girdiği zaman maalesef işte felaket o zaman insanların başına gelir.
Maalesef, AKP İktidarı zamanında yapılan bütün soygunlara, hırsızlıklara destek
veren bugünkü sizin kadronuzdur, bunlara karşı çıkın. Bakın, dün burada bunları
dile getirdim, daha da dile getireceğiz, lütfen şu memleketi -şurada bir
senelik bir zamanınız kalmış- yeni bir felakete götürmeden, hiç olmazsa bir
çekidüzen vererek yeni bir seçime getirmemiz gerektiğine inanıyorum.
Saygılar sunuyorum efendim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Genç.
Lehte,
Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek.
Buyurun Sayın Dibek. (CHP
sıralarından alkışlar)
TURGUT DİBEK (Kırklareli) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlar,
Milliyetçi Hareket Partisinin şeker fabrikalarının özelleştirilmesiyle ilgili
verdiği Meclis araştırması önergesinin lehinde söz almış bulunuyorum. Öncelikle
tüm Meclisi ve halkımızı saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, aslında,
ben, bu konuda farklı bir noktadan konuya yaklaşmak istiyorum. Bugün, ben,
şeker fabrikasındaki bu özelleştirmelerle ilgili olarak bir basın toplantısı
yaptım Mecliste, yani onunla da örtüştü aslında bu konu. Orada dile getirdiğim
önemli bir konu var. Tabii, onu öncelikle burada daha kapsamlı bir şekilde
halkımızın ve sizlerin bilgisine sunmak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, Sayın
Reşat Doğru konuşmasında bildirdi, bu konu aslında iki aşamalı, yani, iki ayrı
başlıkta değerlendirilebilir: Birincisi, tabii, üretim yapan, yani şeker
pancarı üreten çiftçimiz var, köylümüz var ya da onların bir sorunları var. Bu
fabrikaların özelleştirilmesinden sonra, her ne kadar “İmalatları sürecek,
bununla ilgili belirli bir süre koyuyoruz.” diyorsa da Özelleştirme İdaresi
Başkanlığı, önceki ihaleleri biliyoruz, yani diğer yapılan ihaleleri, onun
garantisi olmadığını görüyoruz. O pancar üreticimizin hangi sıkıntılar
içerisine gireceği, hangi sorunları yaşayacağı zaten ortada.
Gerçi AKP İktidarı sadece
pancar çiftçimizi, pancar üreticimizi bitirmiş değil. Hangi sektöre bakarsak
bakın, Tekel öncesi de, bizim tütün üreticimizin bugün ne hâle geldiğini zaten
hepimiz görüyoruz. Ama diğer açıdan da “O fabrikalarda çalışan işçilerin durumu
ne olacak?” dedi Sayın Doğru. Ben de o konuyu gündeme almak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, bu
fabrikalarda yaklaşık 18 bin kişi çalışıyor. Bunun 2-3 bin civarı memur ama 15
bini aşkın işçi var; 9 bin civarı daimî işçi yani kadrolu işçi, 6 bin küsuru da
geçici işçi, yani onlara “mevsimlik” deniyor, “kampanya sezonu” deniyor, 15
bini aşkın işçi var.
Değerli arkadaşlar, bu
işçilerin durumu ne olacak veya bu işçiler Tekel işçilerinin yaşadığı akıbete
mi uğrayacak diye, tabii, düşünülüyor.
Bakın, ben, Şeker Fabrikaları
Genel Müdürlüğünün daha geçenlerde yani 16 Martta yayımladığı bir tamimi bugün
basın toplantısında Mecliste kamuoyuna sundum. Bu tamim, aslında biliyorsunuz
hukuksal olarak belki Türkçesi “genelge” diyebiliriz “tamim”e ama “tamim”
başlığıyla Genel Müdürlük yayımlamış. Bu Genel Müdürlüğün tüm fabrikalara ve
diğer makine fabrikalarına gönderdiği yani Şeker Fabrikaları Genel Müdürlüğü
bünyesindeki tüm işletmelere gönderdiği bu tamimde işçilerle ilgili ne var?
Değerli arkadaşlar, ne var biliyor musunuz? Şunu diyor: Bu fabrikalarda çalışan
tüm işçiler, yani bu gerek daimî olan gerekse kampanya işçileri, tümünden,
birer form da göndermişler fabrikalara, daha şimdiden, yani özelleştirmesi
yapılmadan… Zaten bir kısmı özelleştirilmek istenmişti ama Danıştayın
13. Dairesinin durdurma ve iptal kararları var, yani Şeker Fabrikalarıyla
ilgili aslında süreç şu anda mahkeme kararı nedeniyle durmuş durumda. Bir form var, şu formu da göndermişler fabrikalara ve şunu
diyorlar: Şimdiden, bu işçilerden, 4/C’ye geçtiklerini,
kabul ettiklerini ve 4/C’yle ilgili tüm sosyal
hakları kabul ettiklerini, bu formla beraber, belirten bu taahhütnameleri
imzalatacaksınız, bunları alacaksınız ve bunları uhdenizde fabrikada ileride
kullanılmak üzere, dikkat edin, ileride kullanılmak üzere saklayacaksınız
diyorlar.
Değerli arkadaşlar, şimdi bu
konu önemli. Niye önemli? İnanıyorum ki Şeker fabrikalarındaki işçilerimiz,
Şeker-İş bu genelgeyi biliyor. Bu genelge de kimin tarafından, kimin isteğiyle
düzenlendi, kimin talebiyle yayınlandı, onu da konuşmak lazım. Birazdan onunla
ilgili düşüncelerimi de sizlerle paylaşmak istiyorum ama vatandaşlarımız
bilmiyorlar yani milletvekili arkadaşlarımız da bilmiyorlar, daha bir haftalık
veya on günlük bir olaydır bu olay. Burada, bu genelgede, yani işçilere,
fabrikalarda çalışan, Şeker-İş’e ait, Şeker Fabrikaları AŞ’ye ait olan
işçilere, yani o kadrolu işçilere, orada çalışan, tüm kadroları ve özlük
hakları hâlâ kamunun elinde olan işçilere daha şimdiden deniyor ki… Ne deniyor
biliyor musunuz, bakın, burada şunu okumak istiyorum. İşçilere deniyor ki:
“’Söz konusu Bakanlar Kurulunun 2004/7898 sayılı Kararnamesi kapsamında
istihdam edileceğim geçici personel statüsünü mali hakları ve görev alanları
itibarıyla kabul ediyorum.’diye imzalayacaksınız.”
Şimdi, değerli arkadaşlar,
tabii, bunun hukukla ne kadar bağlantısı var yani hukuka ne kadar sığar,
bunların bir geçerliliği var mı, onlar da tartışılır. Yani Tekelle ilgili,
Tekel işçileriyle ilgili Danıştayın vermiş olduğu…
Biliyorsunuz, Bakanlar Kurulunun kararına göre iş akitleri feshedildikten sonra
işçilerin otuz günlük süre içerisinde az önce okuduğum bu taahhütnameleri
imzalayarak 4/C statüsünün haklarını kabul ettiklerini belirten o otuz günlük
süreyi Danıştay durdurmuştu. Hatta Danıştay, daha sonra bununla ilgili olarak
Anayasa Mahkemesine bu 4/C’yle ilgili hükmün iptali
için de başvurdu. Şu anda olay Anayasa Mahkemesinde.
Ama, değerli
arkadaşlar, alelacele, apar topar, hangi telaşla, hangi endişelerle, neden
korkarak, kimlerden korkarak, kimlerin talebiyle bu genelgeyi Şeker Fabrikaları
Genel Müdürü Sayın Aksu hazırladı ve tüm fabrikalara gönderdi?
Değerli arkadaşlar, Sayın
Mehmet Azmi Aksu, biliyorsunuz, Şeker Fabrikaları AŞ’nin Genel Müdürü, aynı
zamanda Yönetim Kurulu Başkanı. Tabii, başka bir özelliği de var, Sayın Abdülkadir Aksu’nun da kardeşi. Kamuoyu tabii biliyor bunu.
Yıllardan beri belki şeker sektörünün içinde kendisi, yani o konuda haksızlık
da etmek istemem. Yani, kendisi, Anayasa Mahkemesi Raportörlüğüne geçtiğimiz
günlerde otuz bir günlük Denizcilik Müsteşarlığı Müsteşar Yardımcılığı
görevinden sonra Sayın Cumhurbaşkanı tarafından Anayasa Mahkemesi üyeliğine,
yedek üyeliğine atanan kişi gibi değil. Ben öyle biliyorum. Yani, kendisi,
yıllardan bu yana o sektörün içerisinde, ama Sayın Abdülkadir
Aksu’nun da kardeşi.
Yani, bu genelgeyle Hükûmetin bir ilgisinin olmamasını düşünmemiz zaten mümkün
değil. Yani bu genelgeyi Hükûmet istemiştir,
Özelleştirme İdaresi Başkanlığı talep etmiştir “İşçilerden şimdiden alın.”
demiştir. Peki, neden demiştir değerli arkadaşlar? Yarın, biliyorsunuz, 1
Nisan. Bu Tekel işçileri uzun bir süre -yaklaşık iki buçuk ay- bir eylem
yaptılar. Geçtiğimiz günlerde, eylemlerini, Danıştayın
kararından sonra buradaki o oturma eylemlerini sona erdirmişlerdi. Ama yarın tüm
Tekel işçileri, tekrar Ankara’da, 1 Nisanda, Türk-İş’in önünde -Türkiye’den
gelecekler, Türkiye'nin her bölgesinden gelecekler- o konuyu tekrar gündeme
taşıyacaklar, yani bu geçici işçi, 4/C kapsamındaki bu işçilerin sorununu
yeniden ülkenin gündemine getirecekler.
Arkadaşlar, korku dağları
sarmış. Şimdi, AKP, aynı sorun… Şeker fabrikalarındaki özelleştirmeden sonra
emekli olma hakkını kazanmamış işçiler için tabii ki bu 4/C süreci söz konusu,
tahmin ediyorum 5 binin üzerindedir bu süreç. Ardından, enerji ihalelerinden
binlerce işçi -yine Türkiye’de bu gündeme gelecektir- aynı şekilde belki Hükûmetin 4/C kapsamına almak üzere girişimde bulunacağı
işçiler olacaktır. İşte, Tekel işçilerinin, tüm Türkiye'nin desteğini alarak,
tüm Türkiye’deki vatandaşlarımızın “Evet, bu insanlar haklarını arıyorlar,
hukuk mücadelesi yapıyorlar.” dediği Tekel işçilerinin yaratmış olduğu o
havayı, yaratmış olduğu o -AKP Hükûmeti için
konuşuyorum- endişeyi, korkuyu tekrar yaşamamak için, önceden önlem almak adına
böyle bir genelgeyi hazırlamışlar. Kimsenin de haberi yok genelgeden. Yani ben
onu da söyleyeyim. İşçiler biliyorlar ama, işte
işçiler de daha… Dediğim gibi, bir hafta on günlük bir olay, ancak kamuoyunu
bir şekilde bizler bilgilendirmeye çalışıyoruz.
Diğer taraftan, değerli
arkadaşlar, daha bu işçiler çalışırken, Danıştayın
iptal kararı varken, Danıştayın diğer taraftan şeker
fabrikalarının o (B) ve (C) portföyündeki fabrikalarla
ilgili durdurma ve iptal kararları varken, işçiler henüz iş akitleri
feshedilmediği için bu 4/C statüsüyle ilgili süreci henüz daha başlatmamışken
böyle bir genelgenin hazırlanması hukuka ne kadar uygundur, bunu da sizlerin
takdirine bırakıyorum. Hiçbir şekilde uygun değildir. Burada yapılmak istenen
şey şudur arkadaşlar: Sayın Başbakan Tekel işçileriyle ilgili olarak şunu
söylemişti, eylem yaparken, biliyorsunuz, burada: “Acele edin, bak, dışarıda
binlerce, yüz binlerce işsiz insan var -sanki onlardan sorumlu değil Başbakan-
yani onlarla ilgili benim yapacaklarım yok.” falan diyor. Zaten üniversite
mezunları için de aynı şeyi söylemişti biliyorsunuz. “Yani ben herkese iş
bulmak zorunda değilim, diploma sahibi binlerce insan var, ya 4/C’ye geçersiniz, bunu onaylarsınız ya da işsiz kalırsınız.”
Yani onlara ölümü gösterip onları sıtmaya razı etmek –işçileri- gibi bir
anlayış, bildiğimiz anlayış, klasik AKP anlayışı.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözünüzü
tamamlayınız.
Buyurunuz.
TURGUT DİBEK (Devamla) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sekiz yıldan bu yana, hangi
konu olursa olsun ama, hak, adalet, nasafet, garip gureba diyerek
aslında uygulamaların ne olduğunu görüyoruz. Değerli arkadaşlar, korkudan böyle
bir genelge hazırlanmış, bu konuyu burada ülkenin gündemine sunmak istiyorum.
Diğer bir nokta da şu,
arkadaşlar: Bu işçilerin tazminatlarını devlet niye ısrarla üstlenerek,
ödeyerek bu fabrikaları sadece gayrimenkullerle beraber yani bir emlakçı anlayışıyla özelleştirmek ister, o da tartışılması
gereken bir şeydir yani bu işçilerin çok yüklü miktarda tazminatları vardır.
Niçin işçilerin haklarını koruyarak, o haklarla beraber şartnameye, ihaleye
işçilerin bu haklarını da koyarak, mademki bu fabrikalar çalışmaya devam
edecek, mademki bu fabrikalar üretimine devam edecek, bu işçilerin niye
haklarının devamını sağlamıyor, bunu burada da tartışmak gerekir.
Binlerce dekar arazisi var bu
fabrikaların. Alpullu Şeker Fabrikası benim ilimde,
Atatürk’ün gelip açtığı şeker fabrikası, değerli arkadaşlar, binlerce dekar;
Malatya aynı şekilde. Bu arazilerin değerlerinin maddi olarak belirlenmesi
mümkün değil.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
bağlayınız Sayın Dibek.
TURGUT DİBEK (Devamla) –
Bitiriyorum Sayın Başkan.
Bu konu da aslında
unutuluyor, görmezden geliniyor yani AKP İktidarı özleştirmeyi Tekelde de böyle
yaptı değerli arkadaşlar. Sadece alanlara sıfır maliyetle, kılçıksız balık
verir gibi “Alın kardeşim bu gayrimenkulü, trilyonlarca lira, hiçbir sorununuz
yok, işçilerle ilgilenmeyeceksiniz, onların tüm mali yükümlülüklerini devlet
olarak ben karşılıyorum, ben üstleniyorum. Alın size, tertemiz fabrikaları
çalıştırır mısınız, satar mısınız, iş yeri mi yaparsınız.” diyerek, bir
anlayışla bunları yapıyor.
Değerli arkadaşlar, o yüzden
bu özelleştirme politikalarının Türkiye’de
çok büyük sosyal sorunlar açtığı, yaralar açtığı zaten haberlerle de
ortada. Binlerce insan aynı sorunlarla karşı karşıya kalacak.
Ben tüm Meclisteki
milletvekillerimizi ve halkımızı duyarlılığa davet ediyor, saygılar sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Dibek.
Aleyhte, Adıyaman
Milletvekili Ahmet Aydın.
Buyurunuz Sayın Aydın. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisinin grup önerisi aleyhine söz almış
bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, dün de
yine bir grup önerisi vardı, buna karşın AK PARTİ’nin
de bir grup önerisi vardı. Bizler dün itibarıyla yüce Meclisin oylarıyla
gündemi belirledik aslında. Salı günleri saat 15.00-20.00, çarşamba, perşembe
de 13.00-20.00 olmak üzere ve aynı zamanda da bütün halkımızın gündeminde de
olan ve bizce de çok önemli olan bir yasanın, Seçim Yasası’nın öne alınması
suretiyle, sizlerin destekleriyle gündemi belirledik. Tabii,
Milliyetçi Hareket Partisinin grup önerisindeki konuları da hakikaten iktidar
olarak bizler de önemsiyoruz, bu konuyla ilgili de verilmiş, daha önce, Meclis
araştırma önergeleri de var ve bu manada bu konunun önemini biliyoruz ancak aciliyeti noktasında ve özellikle de daha önceden de
gündemin belirlenmiş olması nedeniyle biz bu grup önerisine katılmıyoruz.
Değerli arkadaşlar, burada
bir hususun özellikle altını çizmek istiyorum: Evet, bu Meclis, halkın yüksek
oylarıyla oluşmuş, teşekkül etmiş meşru bir Meclistir ve bu Meclis, ilk günden
son ana kadar her zaman gerek yasaları gerekse de Anayasa değişikliklerini
yapabilecek olan bir meclistir. Ve bu anlamda şunu ifade etmek istiyorum ki
özellikle Anayasa değişiklik teklifi, AK PARTİ milletvekilleri tarafından
verilen Anayasa değişiklik teklifinde, gerek bütün halkımızın gündeminde olan
ve gerekse de özellikle de sivil toplumun talepleri neticesinde genel mutabakatla
oluşmuş, belki burada siyasi partilerimiz siyaseten muhalefet etmiş olabilir ama, halkın genel mutabakatı neticesinde oluşmuş, teşekkül
etmiş, hak ve hürriyetleri genişleten, özgürlüklerin alanını genişleten son
derece demokratik bir Anayasa teklifidir. Bu teklif halk tarafından da çok
ciddi bir kabul görmektedir, onu da ifade etmek istiyorum.
OKTAY VURAL (İzmir) – Daha
milletvekilleri tarafından kabul edilmedi ki!
AHMET AYDIN (Devamla) – Yine,
değerli arkadaşlar, tabii, bu kürsü milletin kürsüsü. Bu kürsü hakaret kürsüsü
değildir, özellikle onu belirtmek istiyorum. Bu kürsüye olur olmadık söz alıp
gelen birçok arkadaşım, bazı, özellikle zaten malum olan arkadaşlarımız...
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) – Ahmet, şeker fabrikalarını konuş, şeker fabrikalarını!
AHMET AYDIN (Devamla) -
...burayı, bazen Sayın Cumhurbaşkanımızdan başlamak üzere en aşağıdaki hocalara
kadar ya da en sıradan vatandaşa kadar silsile, bütün herkesi -tabiri caizse-
âdeta boyayıp sıvıyor.
Evet değerli arkadaşlar,
yalnız bu tabirler burada hakikaten bizleri de çok ciddi manada üzüntüye sebep
veren ve halkımızın da “Acaba Türkiye Büyük Millet Meclisinde neler
görüşülüyor, neler konuşuluyor?” konusunda ciddi manada da tepkisini çeken
konulardır.
Az önce bir değerli
arkadaşımız, gene her zaman olduğu gibi, bu kürsüde, çok saygın olan, başta
anayasa profesörlerine ciddi hakaretlerde bulundu ve özellikle anayasacıların aklı yetmez kişiler
olduğunu burada -üzgünüm ama-
ifade etti.
Değerli arkadaşlar, dediğim
gibi, burası hakaret kürsüsü değil. Burada kim ne konuşuyorsa kulağı duyarak
konuşmalı, karşısında yüce Türk milletini, 72 milyonun izlediğini bilerek
konuşmalıdır. Biz şunu biliyoruz ki anayasacılarımızın, anayasa
hukukçularımızın hepsi saygın kişilerdir. Başta -burada da vardı
az önce, gördüm ama- Anayasa Komisyonu Başkanımız Sayın Burhan Kuzu olmak üzere
bütün anayasacılarımız ter dökerek bu noktaya gelmiş; birikimiyle, donanımıyla
bu noktalara gelmiş ve Türkiye’nin kalkınmasında, demokratikleşmesinde çok
ciddi emekleri olan insanlardır ve Anayasa’yı da çok çok
iyi bilirler ve bu noktada bilgileri doğrultusunda da, buranın
demokratikleşmesi noktasında da gayretlerine devam ediyorlar.
Yine,
değerli arkadaşlar, tabii ki, Anayasa Komisyonundan geçen Seçim Kanunu’nu
–nasip olursa tabii- üniversitelerden sonra inşallah görüşeceğiz ve bu manada
Anayasa Komisyonumuzun tüm üyeleri, başta Başkanı Sayın Burhan Kuzu olmak
üzere, özellikle Alt Komisyon Başkanı -ter döken- Ayhan Sefer Üstün
Milletvekilimize ve hassaten teklif sahibi Sayın Haluk İpek’e çok teşekkür
etmek istiyorum. Çok ciddi, çok güzel emekler
neticesinde hazırlanan bir teklif ve bu teklif, Anayasa Komisyonunda
olgunlaşarak buraya gelmiş. Burada da inşallah değerli katkılarınızla, bütün
siyasi partilerin değerli katkılarıyla çokça ciddi noktalara, daha da olumlu
noktalara taşınacaktır diye düşünüyorum ve bu nedenle daha önceden gündemin
belirlenmiş olması hasebiyle ben Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun önerisine
katılmadığımı belirtiyor, yüce milletimizi ve sizleri saygıyla selamlıyorum.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Aydın.
III.- YOKLAMA
(CHP sıralarından bir grup
milletvekili ayağa kalktı)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Sayın Başkan, oylamadan önce yoklama istiyoruz.
BAŞKAN – Yoklama
istiyorsunuz.
Sayın Anadol,
Sayın Öztürk, Sayın Aslanoğlu,
Sayın Dibek, Sayın İnce, Sayın Köse, Sayın Diren, Sayın Özdemir, Sayın Koçal, Sayın Akıncı, Sayın Süner,
Sayın Çöllü, Sayın Ayhan, Sayın Günday, Sayın Aydoğan, Sayın Keleş, Sayın Arat, Sayın Kart, Sayın Ünsal,
Sayın Topuz.
Evet, yoklama için üç dakika
süre veriyorum.
(Elektronik cihazla yoklama
yapıldı)
BAŞKAN – Toplantı yeter
sayısı yoktur.
On dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati : 14.28
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.39
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu), Yusuf COŞKUN (Bingöl)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 80’inci Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
İstem üzerine yapılan
yoklamada toplantı yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi tekrar yoklama yapacağım.
Üç dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla yoklama
yapıldı)
BAŞKAN – Toplantı yeter
sayısı vardır.
VII.- ÖNERİLER (Devam)
A) SİYASİ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ (Devam)
1.- (10/487, 10/535) esas numaralı Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergelerin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 31/3/2010
Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi (Devam)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.
Şimdi, alınan karar gereğince
sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.
1’inci sırada yer alan, Türk
Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S.
Sayısı: 96)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2’nci sırada yer alan, Türk
Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S.
Sayısı: 321)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3’üncü sırada yer alan,
Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak
İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana
Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
3.- Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma
Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek
Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin
Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/761) (S. Sayısı: 458)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
4’üncü sırada yer alan,
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
4.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/769) (S. Sayısı: 486) (x)
BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet? Yerinde.
Geçen birleşimde, tasarının
1’inci maddesi üzerinde gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştı.
Şimdi söz sırası,
şahsı adına söz istemiş olan Karabük Milletvekili Mustafa
Ünal’a aittir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Ünal.
MUSTAFA ÜNAL (Karabük) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 486 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerinde şahsım adına söz
aldım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tasarının 1’inci maddesinde
Türk-Alman Üniversitesinin kuruluşu düzenlenmektedir.
Ülkemiz ile Almanya arasında
tarihten gelen ve Osmanlı İmparatorluğu dönemine kadar uzanan ekonomik, sosyal
ve kültürel bağlar mevcuttur. 2009 yılı sonu itibarıyla Türkiye’de yatırım
yapmış olan Alman girişimci sayısı 4.074’e ulaşmıştır. Türkiye-Almanya ticari
ilişkileri Türkiye’de kurulu bu firmalar yanında
Almanya’daki 70 bin Türk kökenli göçmen işverenle de iki ülke arasında geniş
bir iktisadi köprü meydana getirmektedir. İki ülke arasındaki dış ticaret hacmi
2008 yılı sonu itibarıyla 35 milyar dolara ulaşmıştır.
İkinci Dünya Savaşı öncesi ve
bu savaş esnasında Almanya’yı ve bu ülkedeki üniversitelerini terk etmek
durumunda kalan birçok Alman ilim adamı yurdumuza sığınmış ve Türkiye’yi ikinci
vatanları kabul ederek üniversitelerimizde çok değerli ve unutulmaz hizmetler
vermiştir. Bu bilim adamları bir taraftan iki ülke arasındaki bilgi ve kültür değişimini
başlatırken diğer yandan da genç cumhuriyet Türkiyesi’nin
modernleşme sürecine, özellikle eğitim, teknik ve sanat alanında önemli
katkılar sağlamıştır. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde
şehircilik dersleri veren “Ernst Reuter”,
İstanbul ve Ankara Üniversitesi hukuk fakültelerinde binlerce öğrenci
yetiştiren ve birçok kanun taslaklarının hazırlanmasında eşsiz hizmetlerini
asla unutamayacağımız “Profesör Ernst Eduard Hirsch” ve iktisatçı “Fritz Neumark” bu ünlü Alman ilim
adamlarından ilk aklımıza gelenlerdir. Hâlen çok sayıda üniversitemiz Alman
üniversite ve yüksekokullarıyla yoğun akademik iş birliği içinde bulunmakta,
birçok gencimiz de yüksek tahsilini ve doktora öğrenimini Almanya’da, Alman
üniversitelerinde yapmaktadır.
(x) 486 S.
Sayılı Basmayazı 24/3/2010
tarihli 77’nci Birleşim Tutanağı’na eklidir.
İstanbul’da kurulacak olan
Türk-Alman Üniversitesi, yükseköğrenim ve akademik araştırmalar alanında iki
ülke arasındaki iş birliğinin geliştirilmesine büyük katkıda bulunacak ve
bundan böyle gençlerimizin bir kısmı Almanya’ya gitmeksizin aynı eğitimi burada,
kendi ülkemizde, İstanbul’da yapabilme imkânına kavuşacaklardır.
Ayrıca, bugün 3 milyon
insanımız Almanya’da bir süre çalışmanın ardından ülkeye geri dönmüş
bulunmaktadır. Bu insanlar ve onların çocukları kurulacak bu üniversite için
önemli bir potansiyel teşkil etmektedir.
Ben burada, 1974 yılında
hukuk doktorası yapmak için Almanya’da bulunduğum sırada doktora hocam Sayın
Profesör “Jutta Limbach”ın
bir düşüncesini de dile getirmek istiyorum. Daha sonra Almanya Federal Anayasa
Mahkemesi Başkanı da olan hocam o zaman bana “Sizler tahsil için buralara kadar
geliyorsunuz. Bu eğitimi kendi ülkenizde de alabilme imkânlarına kavuşmanızı
diliyorum.” demişti.
Bir yandan Türk-Alman
Üniversitesinde gençlerimizin bu üniversite bünyesinde oluşturulacak
fakülteler, enstitüler ve yüksekokulda bu imkânlara kavuşacak olması, diğer
yandan da bunun benim için âdeta bir hayalin otuz altı yıl sonra gerçekleşmesi
anlamına gelmesi bana büyük mutluluk vermektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
Buyurunuz.
MUSTAFA ÜNAL (Devamla) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Türk-Alman Üniversitesi
bünyesinde mühendislik, fen, hukuk, iktisadi ve idari bilimler, kültür ve
sosyal bilimler fakülteleri olmak üzere beş fakülte, bir yabancı diller
yüksekokulu ve fen bilimleri ile sosyal bilimler enstitüleri olmak üzere iki
enstitü bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türk-Alman Üniversitesinin ülkemiz ve gençlerimiz için hayırlı
olmasını ve Türkiye ile Almanya arasındaki sosyal ve kültürel bağların
pekiştirilmesine katkıda bulunmasını diliyor, bu üniversitenin kurulması
yolunda emeği geçen herkese şükranlarımı ve sizlere de en derin saygılarımı
sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Ünal.
Şahsı adına, Kırklareli
Milletvekili Sayın Turgut Dibek... Yok.
Soru-cevap bölümüne
geçiyoruz.
Daha önce Sayın Paksoy, Sayın Öztürk, Sayın Süner, Sayın Tankut, Sayın Yıldız
ve Sayın Köse sisteme girmişlerdi, eğer tekrar girerlerse soru-cevap işleminde
onlara öncelik tanıyacağım.
Soru-cevap işlemi bu bölümde
on dakikadır.
Sayın Paksoy,
buyurunuz.
MEHMET AKİF PAKSOY
(Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, Almanya’da 4
milyonun üzerinde Türk yaşamaktadır. Dış ilişkilerde mütekabiliyet esastır. Biz
Hükûmetimize Alman lisesi,
şimdi de Alman üniversitesi açma iznini veriyoruz. Biz Alman Hükûmetine Türk lisesi açılmasını
teklif ettiğimizde lütfen kabul ettiklerini de gazete haberlerinden
öğreniyoruz. Size göre bu bir mütekabiliyet midir? Biz Almanya’da bir
üniversite açılmasını talep etseydik kabul edilebilir miydi?
İkinci sorum: Hâlen Türkiye’de
kaç yabancı ortaöğretim ve yükseköğretim veren okul bulunmaktadır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Paksoy.
Sayın Yıldız…
SACİD YILDIZ (İstanbul) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bu Türk-Alman Üniversitesiyle
ilgili Sayın Başbakan birkaç gün evvel “Beykoz’da 120 dönümlük güzel fidanlık
yeri veriyoruz.” dedi. Bunun daha yasa Meclisten geçmeden nasıl verildiği,
hangi kurullarda, hangi komisyonlarda bu fidanlık alanla ilgili -ki bu fidanlık
alanın verilmesi Boğaz’ın imara da açılması anlamına gelmektedir- bu karar
nerede alındı, nasıl alındı, doğru mudur? Bundan sonra, bu karardan sonra, eğer
verilirse Boğaz’ın o kesimleri imara açılacak mıdır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Yıldız.
Sayın Doğru…
REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür
ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakana sormak istediğim
konu, öğrenci kredileri genel manada düşük oranda görünüyor. Önümüzdeki dönemle
ilgili olarak öğrenci kredilerini artırmayı düşünüyor musunuz?
İkinci sorum olarak, öğrenci
kredilerinin dönüşlerinde de, yani geri ödemelerinde çok büyük sıkıntılar
vardır. Ülkemizde özellikle işsizliğin olmasından dolayı okullarını bitiren çocuklarımız
bir işe giremiyorlar. Dolayısıyla da bu kredileri hemen ödemeleri gerekiyor.
Askerlik falan da işin içerisine girince -erkek öğrencilerimiz için- ödemekte
büyük sıkıntılar yaşanıyor. Bu manada öğrenci kredilerinin geri ödenmesiyle
ilgili veyahut da faizlerinin silinmesiyle ilgili önümüzdeki dönemle ilgili bir
çalışma yapılacak mıdır?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Doğru.
Sayın Sakık…
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın
Başkan, teşekkür ediyorum.
Şimdi, Sayın Bakanıma buradan
iletmek istiyorum: Eğitim-Sen 28 Mart 2010 tarihinde Muş’ta bir seminer
düzenliyor. Mardin Üniversitesinde “Kürt Dili Edebiyatı” adı altında bir
akademi açılıyor. Buradan Yardımcı Doçent Doktor Selim Temo
Muş’a davet ediliyor. Burada yapılan bir toplantıda, izin verildiği hâlde, Vali
sonradan, izin verenlerle ilgili bir soruşturma açıyor. Yani devletin
bünyesinde olan bir birimden burada bir seminer verildiği için Vali tarafından…
Sözüm ona bir de bir açılımdan bahsediliyor. Bu konuda acaba Sayın Muş
Valisiyle ilgili bir işlem yapılacak mı?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Sakık.
Sayın Nalcı…
KEMALETTİN NALCI (Tekirdağ) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakanım, bu
üniversiteleri, zaten sıkışmış olan İstanbul’dan vermek yerine, yan illerde
-yani Tekirdağ, Edirne, Kırklareli- kurulmasını teşvik etmek daha doğru değil
mi? Zaten nüfus olarak yoğunlaşmış olan İstanbul’a artı yük getireceğini
düşünmüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Nalcı.
Sayın Asil…
BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) –
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım, karşılıklılık
ilkesi çerçevesinde Türkiye’de kurulması öngörülen üniversitenin muadilinin de
Almanya’da kurulması gerektiği konusu hem Genel Kurul hem de komisyon
çalışmaları esnasında ortaya çıkmıştır. Bu ihtiyaç ortada iken Sayın Almanya
Başbakanının ülkemizi ziyaretinde bu konu niçin gündeme getirilmemiştir? Bu
konuda düşünceleriniz nedir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Asil.
Buyurunuz Sayın Bakan.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Paksoy’un
ve Sayın Asil’in soruları birbirinin benzeri olduğu için ikisine birlikte cevap
vereceğim. Özellikle en fazla konuşmalarda da yer verilen ve soru-cevap
bölümünde de konu olan en önemli konu bu üniversitenin mütekabiliyet esası
çerçevesi içerisinde kurulup kurulmayacağı ve Almanya’da da bir üniversitenin,
Türk üniversitesinin kurulması meselesiydi.
Doğrusunu isterseniz -daha
önce de defalarca vurguladım- Türkiye’de kurulan Galatasaray Üniversitesi de
Türk Alman Üniversitesiyle aynı şartlarda ve aynı hükümler çerçevesinde
kurulmuştur. Her şeyden önce kurulan bu üniversiteler Türkiye’de kurulan birer
devlet üniversiteleridir. Dolayısıyla, Türkiye’de kurulan devlet üniversiteleri
Türk üniversite sisteminin bir kazancıdır. Biz bu çerçevede görüyoruz. Elbette
ki, Almanya’da da bir Türk üniversitesinin kurulması, Almanya’da ortaöğretim
kurumlarının kurulması bir gerekliliktir. Bu konuda girişimlerde bulunulabilir
ama şu anda kontenjan baskısı altında, yaklaşık 1,5 milyon öğrencinin
yükseköğrenim talebinde bulunduğu bir ülkede, kendi ülkemizde bir devlet
üniversitesi olarak kurulan üniversitenin, uluslararası hukuk bağlamında
mütekabiliyet çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün görülmüyor. Dolayısıyla, bu
çerçevede, bunu bir uluslararası anlaşma ve bir mütekabiliyet çerçevesinde
değil, tam tersine Türkiye'de kurulacak bir devlet, Türk devlet üniversitesi
olarak düşünmek gerekir.
Tabii, Almanya’yla bu
üniversitenin ortak kurulmasının nedeni, Almanya’nın özellikle öğretim
görevlisi desteği vermesi, sektörel anlamda
kuruluşların destek vermesi şeklinde cereyan ediyor. Bu üniversite bizim
üniversitemiz, bu üniversitede okuyacak öğrenciler de bizim öğrencilerimiz, bu
ülkenin öğrencileri olacak.
Aynı zamanda üniversiteye
tahsis edilen arsayla ilgili bir soru geldi. Gerçekten de bunu bir kez daha
vurguluyorum, bu üniversite bir Türk üniversitesi, Türkiye'de kurulan bir
devlet üniversitesi. Devlet üniversitelerine yönelik çerçeve
çizdiğimiz zaman, devlet kurduğu bütün üniversitelere bir arsa tahsisi yapıyor
ve Beykoz’da tahsisi düşünülen arazi -bu
konuda yazışmalar devam ediyor, üniversite kurulmadan da, kurulma safhasında da
bunlar gerçekleşebilir- burası Tarım Bakanlığına ait bir fidanlık ve Boğaziçi
İmar Kanunu’na aykırı olmadığı gibi imara açık yerlerde bunun düzenlenmesi söz
konusu. Ayrıca, imara açık olmayan, Boğaziçi İmar Kanunu’yla korunan bir
yere imar izni vermek ve imar oluşturmak, imara açmak gibi bir niyetimiz yok;
orada zaten bu mümkün.
Sayın Reşat Doğru’nun sorduğu
sorular, öğrenci kredilerine yönelik olarak ve kredilerin geri dönüşüne yönelik
olarak sorular… Bildiğiniz gibi bu yeni dönemde öğrenim kredileri ve yurtlara
ilişkin Genel Müdürlük Devlet Bakanlığına bağlandı, Devlet Bakanımız
sorumludur. Bu soruyu Bakanlığımın görev alanına giren bir husus olmadığı için
cevaplandırmayacağım.
Sayın Sırrı Sakık’ın sorusu, Mardin Üniversitesi tarafından Muş’ta
düzenlenen bir toplantıya Mardin Üniversitesinden katılımla ilgili. Doğrusu
burada haberdar olduğum bir konu, bakacağım ve değerlendireceğim.
Bir diğer soru, İstanbul’da
sıkışan üniversiteler. Gerçekten bir yanıyla baktığımız zaman İstanbul’da çok
fazla üniversite varmış gibi gözükebilir, ama kurulan üniversitelerin,
özellikle devlet üniversitelerinin birçoğunun geçmişi çok eski. Yükseköğrenim
talebi açısından da büyüme açısından da büyük bir metropol
kentimiz ve yükseköğrenim taleplerinin en yoğun olduğu şehirlerin başında
İstanbul geliyor. Bu Türk-Alman Üniversitesinden sonra da Bakanlar Kurulu
kararı olarak açıklanan, yakında Meclis Komisyonlarına ve Genel Kurula
getirmeyi düşündüğümüz 7 devlet üniversitesi daha kuruyoruz ve bu
üniversitelerden 1’i tekrar İstanbul’da kuruluyor. Bunun nedeni, yükseköğrenim
talebinin doğduğu şehirlerin yükseköğrenim talebi doğrultusunda oluşturulması
ve şekillendirilmesidir.
Kastınız, üniversitelerin
özellikle Anadolu’ya yayılması ve yaygınlaştırılması, özellikle İstanbul’a
yakın Trakya’ya yaygınlaştırılması yönündeydi. Hepinizin de bildiği gibi, her
ile bir üniversite kurulması ve aslında Anadolu’yu da birer üniversite şehrine
dönüştürme projemiz de kendi çerçevesi içerisinde farklı bir mecrada bir konu
olduğu için de ilerlemekte olan bir konu diye düşünüyorum.
Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
KEMALETTİN NALCI (Tekirdağ) –
Sayın Başkan, Tekirdağ, İstanbul’a
BAŞKAN – Zamanımız var. Sayın
İnce, sisteme girmişsiniz, size de en son bir soru hakkı veriyorum.
Buyurun.
MUHARREM İNCE (Yalova) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakana şunu sormak
istiyorum: İki gündür gazetelerde Gaziantep İl Millî Eğitim Müdürünün
açıklamaları var. Eğer yanılmıyorsam, söz konusu müdür 2004’te emekli olmuş,
2009’da tekrar işe başlamış ve 2009’un 9’uncu ayından bu yana emekli maaşı
alıyor. Kadrosu nerede? Bu nasıl oluyor? Bu meşhur Millî Eğitim Müdürünün Sayın
Başbakanın oğlunun öğretmeni olduğu doğru mudur?
Ayrıntılarıyla bunu açıklarsa
Sayın Bakan çok memnun olurum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın İnce.
Buyurunuz Sayın Bakan.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) - Ben de teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Bilindiği üzere, emekli
olduktan sonra göreve dönüş için, şartlar, kararnameli bir görev olması
durumunda döner. Şu anda Gaziantep İl Millî Eğitim Müdürümüzün kadrosu Bakanlık
müşavirliği kadrosundadır.
Sayın Başbakanımızın oğlunun
öğretmeni olması tamamen bir tesadüftür. Onun öğretmeni olduğu gibi sayısız,
belki binlerce öğrencinin öğretmeni olmuştur. Bugün basına yansıyan Gaziantep
İl Millî Eğitim Müdürümüzün açıklamaları çerçevesinde bu soru sorulduysa eğer,
tabii bir il millî eğitim müdürüne bu konuşmaları, bu açıklamaları
yakıştırmamız mümkün değil. Kendisini bugün itibarıyla görevden alıyoruz, bunun
bilgisini Genel Kurulla paylaşmak istedim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Bakan.
Soru-cevap süremiz doldu.
Sayın milletvekilleri, şimdi
önerge işlemine geçiyoruz.
Madde üzerinde üç önerge
vardır, önergeleri önce geliş sırasına okutacağım, sonra aykırılık sırasına
göre de işleme alacağım.
İlk önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 486 sıra
sayılı kanun tasarısının 1. maddesine eklenen Ek Madde 118’in ikinci fıkrasına
(d) bendinden sonra gelmek üzere “e) Eğitim Bilimleri
Fakültesinden,” bendinin eklenmesini ve bentlerin teselsülünü arz ve talep
ederiz.
Ayla Akat
Ata |
Hasip Kaplan
|
Akın Birdal |
|
|
Batman |
Şırnak |
Diyarbakır |
|
Özdal Üçer |
M. Nezir Karabaş |
Pervin Buldan |
|
Van |
Bitlis |
Iğdır |
T.B.M.M Başkanlığına
Görüşülmekte olan 486 Sıra
Sayılı Yasa tasarısının 1. maddesinin sonuna (h) “Yabancı Diller Enstitüsünden”
bendinin ilave edilmesini arz ederiz.
Saygılarımızla.
|
Ferit Mevlüt
Aslanoğlu |
Rahmi Güner
|
Turgut Dibek |
|
|
Malatya |
Ordu |
Kırklareli |
|
|
Osman Kaptan |
|
Orhan Ziya Diren |
|
|
Antalya |
|
Tokat |
|
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
486 Sıra Sayılı Kanun
Tasarısının 1. maddesinin Türk-Alman Üniversitesi başlıklı ek 118. maddesinin
(d) bendinden sonra gelmek üzere Güzel Sanatlar Fakültesi ibaresinin
getirilmesi diğer bentlerin buna göre düzenlenmesini arz ve teklif ederiz.
|
Beytullah Asil |
Hasan Çalış |
Akif Akkuş |
|
Eskişehir |
Karaman |
Mersin |
|
Hüseyin Yıldız |
|
Cemaleddin Uslu |
|
Antalya |
|
Edirne |
BAŞKAN – Komisyon, okuttuğum
bu son önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
BAŞKAN VEKİLİ RECAİ BERBER (Manisa) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Hükûmet?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Kim konuşacak?
Buyurunuz Sayın Asil. (MHP
sıralarından alkışlar)
BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; tasarının 1’inci maddesinde, kurulacak olan mühendislik
fakültesi, fen fakültesi, hukuk fakültesi, iktisadi ve idari bilimler
fakültesi, kültür ve sosyal bilimler fakültesinin yanında bir de güzel sanatlar
fakültesinin kurulması doğrultusunda bir önerge verdik. Bu önergenin
gerekçelerini yüce heyetinize arz etmek için söz aldım. Yüce heyeti saygıyla
selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlarım, anlaşmanın, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti
ile Almanya Federal Cumhuriyeti Hükûmeti Arasında
Türkiye'de Bir Türk-Alman Üniversitesi Kurulmasına Dair Anlaşma’nın
başlangıcında “Yükseköğrenim ve akademik araştırmalar alanında her iki ülke
arasındaki ikili iş birliğini geliştirmek ve Türkiye ile Almanya’daki
yükseköğrenim sistemlerini karşılıklı olarak zenginleştirmek amacıyla
İstanbul’da bir Türk-Alman Üniversitesinin kurulması ile ilgili bu anlaşma
imzalanmıştır.” diyor.
Yine, Alman tarafının
yükümlülüklerine baktığımızda, Alman tarafı danışmanlık ve finansal katkılarla
Türk-Alman Üniversitesinin yapılandırılmasına ve işletilmesine destek
verecektir.
Şimdi, değerli arkadaşlarım,
bu noktada Almanya’da güzel sanatlar dalında ülkemize, ülke yükseköğrenim
sistemine çok büyük katkılar yapılabileceği kanaatiyle, ülkemizde, bu Alman
Federal Cumhuriyeti ile yapılan anlaşma çerçevesinde bir de güzel sanatlar
fakültesinin kurulması noktasında bu önergenin işleme alınması ve yüce
heyetiniz tarafından kabul görmesi en büyük arzumuzdur.
Değerli arkadaşlarım, tabii,
şimdi bu noktada, karşılıklılık ilkesi çerçevesinde gerek Komisyon çalışmaları
esnasında gerek Genel Kurulda konuşmacıların şu bölüme kadar yaptıkları
konuşmalar üzerinden hareket ettiğimizde böyle bir ihtiyacın, Almanya’da da bir
Türk-Alman Üniversitesinin kurulması ihtiyacının doğduğu anlaşılmaktadır. Bu,
gerek Komisyon çalışmalarında gerek Genel Kurul çalışmalarında sadece muhalefet
milletvekilleri tarafından dile getirilen bir husus da değildir. İktidar
milletvekili arkadaşlarımız tarafından da bu husus dile getirilmiştir.
Orada 4,5 milyon civarında
vatandaşımız yaşamaktadır. Bu ihtiyaç nedeniyle, ifadelerimiz, Sayın Bakana
sorularımız bu çerçevede cereyan etmiştir. Şimdi, bu konuda, Almanya
Başbakanının ülkemizi ziyareti esnasında, sadece orada kurulacak Türk liseleri
değil, aynı zamanda bir üniversitenin kurulması noktasında da bir anlaşma
yapılması hususunun dile getirilmesini gönül arzu etmişti. O nedenle bu
arzumuzu, bu isteğimizi, sadece bizim isteğimiz de değil, yapılan konuşmalardan
ortaya çıktığı gibi bütün Genel Kurulun isteğini… Bu doğrultuda Hükûmeti, Sayın Millî Eğitim Bakanını, Sayın Dışişleri
Bakanlığımızı harekete geçirme, bu ihtiyacı Alman makamlarıyla paylaşma
noktasında sık sık dile getirme arzusu taşıyoruz.
Ben, önergemizin kabulü
hususunda oy kullanmanızı istirham ediyor, yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.
(MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Asil.
Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
T.B.M.M Başkanlığına
Görüşülmekte olan 486 Sıra
Sayılı Yasa tasarısının 1. maddesinin sonuna (h) “Yabancı Diller Enstitüsünden”
bendinin ilave edilmesini arz ederiz.
Saygılarımızla.
Ferit
Mevlüt Aslanoğlu (Malatya)
ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon önergeye
katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
BAŞKAN VEKİLİ RECAİ BERBER (Manisa) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Hükûmet?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Kim konuşacak bu
konuda?
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sacid Yıldız konuşacak.
BAŞKAN – Buyurunuz Sayın
Yıldız.
SACİD YILDIZ (İstanbul) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri,
görüşülmekte olan 486 sıra sayılı Yasa Tasarısı’nın 1’inci maddesinin sonuna
“yabancı diller enstitüsü”nün eklenmesini öneriyoruz. Gerçi yabancı diller
yüksekokulu var ama bu Türk-Alman Üniversitesi olduğu için burada yabancı
dillerin ayrıca önemi var, böyle bir enstitünün de eklenmesini önemli
görüyoruz.
Değerli milletvekilleri,
şimdi görüşmekte olduğumuz 486 sıra sayılı Türk-Alman Üniversitesiyle ilgili
tasarı sadece Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmüştür. Son zamanlarda nedense,
ilgili tasarılar, tali de olsa komisyonlarda görüşülmeden Genel Kurula
indirilmektedir. Bu tasarı da çok önemli olduğu için Millî Eğitim, Kültür,
Gençlik, Spor Komisyonunda görüşülmeden buraya getirilmiştir. Aynı zamanda bu
tasarının Dışişleri Komisyonunda da görüşülmesi gerekir çünkü Türk-Alman
ilişkilerini de ilgilendiren bir tasarıydı fakat her nedense sadece Plan ve Bütçe
Komisyonunda görüşülmüştür, bu iki komisyonda tartışılmadan buraya
getirilmiştir, olgunlaşmamıştır. O nedenle, MHP’nin de bizim de muhalefet
şerhlerimiz vardır değerli milletvekilleri.
Son zamanlarda, mesela bir
Tam Gün Yasası geldi. Tam Gün Yasası sadece Sağlık Komisyonunda görüşüldü. Çok
önemli olmasına rağmen, Millî Eğitim Komisyonunda görüşülmedi, tüm
üniversitelere tam gün getiren bir yasaydı. Gülhane Askerî Tıp Akademisine tam
gün getiren bir yasaydı, orada da görüşülmedi. Son zamanlarda bu ilgili
komisyonlarda görüşülmemesi alışkanlık hâline getirilmiştir değerli
milletvekilleri.
Bu görüşmekte olduğumuz yasa
tasarısıyla üniversitelerimizin sayısı çok artmaktadır. Hâlen 45 tane vakıf
üniversitesi var, 94 tane devlet üniversitesi var. Bu Türk-Alman Üniversitesi
de… Çok eskilere dayanmakta bunun geçmişi. Önümüzdeki haftalarda da 5 tane daha
vakıf üniversitesi gelecek, yani, üniversitelerin sayısı 150 veya 150’yi
geçecek.
Bu kadar üniversite açıyoruz
ama hiçbirisinde altyapı yok değerli milletvekilleri. Altyapı yok ve
üniversiteyi bitirenlerde de istihdam sağlayamıyoruz. Bu açıdan bunu
dikkatlerinize sunuyorum. Daha geçtiğimiz haftalarda Muğla Üniversitesinde -dün
Sayın Arat da söyledi- Tıp Fakültesi açıldı, dekan feryat ediyordu “İki senedir
boş duruyoruz, kadrolarımız verilmedi.” diye. Daha birkaç ay önce yine Sakarya Tıp Fakültesi açılmıştı,
Sakarya Tıp Fakültesinde 1 tane dekan var, öğrencileri Kocaeli Tıp Fakültesinde
öğrenim görüyor ve bunlara da bir kadro verilmedi. Yani bunlar feryat ediyorlar.
Verilse ne olacak? Türkiye’de şimdi 70 civarında tıp fakültesi var, bunların 65
kadarı faaliyette, buradan, faaliyette olanlardan mezun olanlara da yeterli
hizmet verilemiyor. Daha Ankara’nın göbeğinde Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
mezunu bir arkadaşımız, Antalya Tıp Fakültesi mezunu bir arkadaşımız, iyi
eğitim alamadıklarından, kendi arkadaşlarına anne-babalarını hastalandıklarında
teslim edemediklerini, edemeyeceklerini söylüyorlardı, dile getiriyorlardı
değerli arkadaşlar. Bunları da dikkatinize sunuyorum.
Bu üniversitelerde de,
Türk-Alman Üniversitesinde daha burada görüşülmeden, işte Başbakan açıkladı,
biraz evvel de Sayın Bakan söyledi, “Beykoz’da güzel bir fidanlık alanı tahsis
ettik.” dedi. Bu nasıl tahsis edildi, tatmin olmadım ben. Bu Türk-Alman
Üniversitesinde Beykoz’daki alandan daha uygun alanlar, mesela Silivri
Belediyesi iki tane alan gösterdi, biri yaklaşık 600 dönüm, diğeri 300 dönüm,
bunlar kabul edilmedi. Çatalca Belediyesi de -ki bu Çatalca sınırları içinde
kurulması öngörülmüştü on beş sene evvel ama her nedense o zaman başka pürüzler
çıktı Sayın Mesut Yılmaz’ın Başbakanlığı döneminde- Çatalca’da 400 dönüm
araziyi tahsis etti ve
bu arazi hâlâ Çatalca Belediyesinde Millî Park ve Bahçelere ait olarak
kullanılmakta. Bunlar daha uygun olduğu hâlde acaba Cumhuriyet Halk Partisi
belediyelerine ait olduğu için mi Çatalca ve Silivri’ye verilmedi? Gene, Sarıyer Belediyesi de
bu üniversite arazisine sahip çıktı, buraya da verilmedi değerli
milletvekilleri. Bu açıdan
bu altyapı, yurt
sorunları var. Her konuşmamızda söylüyoruz,
yurt, kütüphane, sağlık
tesisleri, yol, bunlar olmadan sürekli üniversite açıyoruz. “Her ile bir
üniversite” diyoruz ama o ilin sosyal şartları uygun olmadığı takdirde, o ilde
öğrencilerin eğitimlerine katkıda bulunacak yan kuruluşlar -tiyatro, sinema,
diğer konferans alanları gibi- olmadığı sürece bunlardan sonuç alınmıyor. Biraz
evvel örneğini verdiğim gibi, gelişmiş olan yerlerde, Sakarya’da, Muğla’da bile
bunlar ilerleyemiyor, hâlâ kadro sıkıntısı çekiyorlar, eğitim sıkıntısı
çekiyorlar değerli milletvekilleri.
Bu Türk-Alman Üniversitesinde
de -sonunda, kurulduktan sonra- bizim öğretim üyesi havuzumuzdan öğretim
üyeleri çıkacak. Zaten üniversiteler sıkıntı çekmekte, öğretim üyesi sıkıntısı
çekmekte, üniversitelerde…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
SACİD YILDIZ (Devamla) –
Tamamlıyorum Sayın Başkan.
…özellikle tıp fakültesi olan
üniversitelerde hastanelerin döner sermayesi dolayısıyla, üniversitelerin döner
sermayesi güç günler geçirmekte, Tam Gün Yasası’ndan sonra daha da kötü olacak.
Hâlâ kamunun üniversite hastanelerine 1,1 milyar liralık borcu var değerli
arkadaşlar ve bu nedenle üniversite hastanelerinin medikal firmalara -bu,
basına da yansıdı, İstanbul Ticaret Odası Başkanı da feryat etti- binlerce
lira, milyonlarca lira borçları var. Bu normalde döndürülmüyor. Bu
üniversiteleri açarken sadece sayıya bakıyoruz, “140’tı, 150’ydi” diyoruz ama
bunların nitelikleri, buradan yetişecek öğrencilerin niteliği, kalitesi, burada
yetişecek öğretim üyelerinin niteliğini hiç değerlendirmiyoruz.
Bu düşüncelerle ve önergemize
destek vereceğiniz umuduyla hepinize saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Yıldız.
Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
ENGİN ALTAY (Sinop) –
Sayılsın Başkanım, sayılsın.
BAŞKAN – Sayalım.
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) –
Efendim, elektronik yapılsın, iki dakika süre verin. Sayıda sorun yok.
BAŞKAN - Elektronik yapalım.
İki dakika süre veriyorum.
Oylamayı elektronik cihazla
tekrarlıyorum.
(Elektronik cihazla oylama
yapıldı)
BAŞKAN – Önerge
reddedilmiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 486 sıra
sayılı kanun tasarısının 1. maddesine eklenen Ek Madde 118’in ikinci fıkrasına
(d) bendinden sonra gelmek üzere “e) Eğitim Bilimleri
Fakültesinden,” bendinin eklenmesini ve bentlerin teselsülünü arz ve talep
ederiz.
Ayla
Akat Ata (Batman) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon önergeye
katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
BAŞKAN VEKİLİ RECAİ BERBER (Manisa) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Hükûmet?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Kim konuşacak?
Sayın Üçer, buyurunuz.
ÖZDAL ÜÇER (Van) – Değerli
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlar; görüşülmekte olan yasa tasarısının
1’inci maddesiyle ilgili değişiklik önergemiz üzerine konuşmak için söz almış
bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi en derin içtenliklerle, büyük bir saygıyla
selamlarım.
Aslında “Türk-Alman
Üniversitesi” adıyla açılacak üniversiteyle ilgili ve üniversite sorunlarıyla
ilgili grubumuz adına söylenecek çok şey vardır. Değişik maddelerle ilgili
aldığımız söz talepleriyle beraber bunları dile getireceğiz. Bu değişiklik
önergemizin sebebi, eğitim fakültesinin son dönemde yükseköğretim kurumları
bünyesinde açılan yeni üniversitelerde gereksiz kurumlarmış gibi lanse edilmesi
ve birçok daha ileriki yasa tekliflerinde de göreceksiniz, eğitim
fakültelerinin olmadığını... Sebebine gelince, bildiğiniz üzere, Türkiye’de çok
sayıda eğitim fakültesi mezunu olup öğretmenlik yapmayı haiz insanların işsiz
olması; bu işsizlik ordusunun, işsiz öğretmenler ordusunun sanki Türkiye’de
kurulacak yeni üniversitelerde eğitim fakültelerinin olmamasının gerekçesiymiş
gibi gösterilmesi yanlış bir zihniyettir. Nihayetinde “Türk-Alman Üniversitesi”
adıyla kurulacak üniversite bünyesinde eğitim fakültelerine ihtiyaç vardır
çünkü bu kanunun temel gerekçelerinden bir tanesi, Almanya’da yaşayan
yurttaşlarımızın eğitim ihtiyaçlarını da gidermektir. Eğitim ihtiyaçları
kimlerle giderilir? Öğretmenlerle giderilir. Siz eğitim ihtiyaçlarını giderecek
en temel öge olan öğretmenlik olgusunu bir kenara
bırakıp farklı bir oluşuma giderseniz burada yanılgılı bir sonuç ortaya
çıkacaktır. Türkiye’nin geneli itibarıyla da öğretmen işsizlerin çok sayıda
olmasının sebebi öğretmenlik mesleğine ihtiyaç olmayışı değildir. Öğretmen
açığı, okullarda, şu an eğitim vermekte olan eğitim kurumlarındaki öğretmen
açığı mevcut işsiz öğretmen sayısından fazladır. Neden, öğretmen açığını
kapatmaya dönük bir tedbir alınmaya gidilmiyor? Neden ataması yapılmamış
öğretmenlerin ataması yapılmıyor ve bu konuda eğitim sorunlarının en büyük
önceliği olan eğitim kadrosunun sorunları giderilmiyor da eğitim fakültelerinin
sayısı azaltılmaya çalışılıyor? Bu, aslında garip meraklar oluşturmaktadır.
Şöyle bir durum da söz
konusudur: Öğretmenlik mesleğini yapmayı haiz insanların büyük bir çoğunluğu
kendi mesleğinde iş bulmadığı için değişik meslek gruplarında iş buluyor.
Mesela güvenlik kurumlarında, mesela uzman çavuşluk başvurusunda bulunuyorlar,
astsubaylık başvurusunda bulunuyorlar, mesela polislik başvurusunda
bulunuyorlar. Elbette ki bu kurumlarımızın personel
ihtiyaçlarının giderilmesi de gerekmektedir ama kendi alanıyla ilgili görev
yapabilme şansı varken ve Maliye Bakanlığının ödenek yokluğu gerekçisiyle atamadığı
öğretmenlerin salt bir işim olsun gerekçesiyle güvenlik kurumlarına yönelmesi
ve güvenlik kurumlarında görevlendirilirken herhangi bir mali zorluğun olmayışı
öğretmenlik mesleğinin onuru açısından zedeleyici bir durum yaratmaktadır. Ben
de bir öğretmen olarak, ataması yapılmamış bütün öğretmen arkadaşlarımızın
sorunlarının giderilmesi, ki ataması yapılmış olan
öğretmenlerimizin de sorunlarının giderilmesi konusunda Hükûmetin
gerekli tedbirleri alması gerektiğini düşünmekteyim ki, alınmazsa, eğitim kadrosunun,
inanın Hükûmet partisine oy vermiş eğitim kadrosunun
bile önünüze gelecek ilk seçim sandığında Hükûmete
kendi tepkisini bildireceğini düşünmekteyim.
Hangi partiye oy vermiş
olursa olsun, hangi siyasi düşüncede olursa olsun mesleki onuru açısından öğretmenlerin
sorunlarının tartışılması ve çözüme kavuşturulması gerekmektedir. Kamu
görevlisi öğretmen arkadaşlarımızın sorunları ortaktır ve bu sorunlarının
giderilmesi aciliyet arz etmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
Buyurunuz.
ÖZDAL ÜÇER (Devamla) – Bu
konuda bütün siyasi partilerin ortak duyarlılık, ortak eşit düzeyde duyarlılık
içinde olması gerekmektedir. Kaldı ki bir ülkenin eğitim sorunu çözülmeden
hiçbir sorununun çözülmeyeceğini her platformda hemen herkes dile getirir. Almanya’da
yaşayan yurttaşlarımızın eğitim sorunlarını da ifade ederken kendi dilinde
okuyan, sadece Almanya’da Türk olan yurttaşlarımız değil, Kürt olan
yurttaşlarımız Türkiye’deki yasal düzenlemelerin sorununu yaşıyor. Örneğin, bir
yurttaşımız çocuğuna tamamen edebî anlamı olan, hiçbir siyasal içeriği olmayan
“...” (*) ismini verdi diye orada bile çocuğunun ismini yazdıramıyor. Bu konuda
bile gereken şeyleri yapmak sorumluluğumuz vardır. “...” (*) şu anlama
gelmektedir: Gam kaçıran, gönül dinlendiren anlamına gelmektedir.
Hiçbir gamınız olmasın ve
hepinizin gönlü dinlensin temennimi iletiyorum, saygılarımla Genel Kurulu
selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Üçer.
Önergeyi oylarınıza...
(*) Bu
bölümlerde, Hatip tarafından Türkçe olmayan bir dille birtakım kelimeler ifade
edildi.
III.- Y O K L A M A
(CHP sıralarından bir grup
milletvekili ayağa kalktı)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Sayın Başkan, oylamadan evvel yoklama istiyoruz.
BAŞKAN – Yoklama talebinde
bulunan arkadaşlarımızın isimlerini tespit edeceğim: Sayın Anadol,
Sayın Dibek, Sayın İnce, Sayın Özdemir, Sayın Köse, Sayın Barış, Sayın Tütüncü,
Sayın Paçarız, Sayın Erbatur, Sayın Keleş, Sayın
Bingöl, Sayın Süner, Sayın Yıldız, Sayın Arat, Sayın Ağyüz, Sayın Coşkuner, Sayın
Ünsal, Sayın Köktürk, Sayın Kesici, Sayın Diren.
Yoklama için üç dakika süre
veriyorum.
(Elektronik cihazla yoklama
yapıldı)
BAŞKAN – Sayın Atilla Koç?
Burada.
Sayın Eyüp Ayar? Burada.
Sayın Abdülhadi
Kahya? Burada.
Toplantı yeter sayısı vardır.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ (Devam)
4.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/769) (S. Sayısı: 486) (Devam)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
1’inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 1’inci madde kabul edilmiştir.
Diğer maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- 2/9/1983
tarihli ve 78 sayılı Yükseköğretim Kurumları Öğretim Elemanlarının Kadroları
Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye aşağıdaki ek madde eklenmiştir.
“EK MADDE 12- Yeni kurulan
Türk-Alman Üniversitesinde kullanılmak üzere ekli (I) sayılı listede yer alan
öğretim elemanlarına ait kadrolar ihdas edilerek bu Kanun Hükmünde Kararnameye
bağlı cetvellere, ilgili üniversite bölümü olarak eklenmiştir.”
BAŞKAN - Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına Eskişehir Milletvekili Beytullah
Asil. (MHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Asil.
MHP GRUBU ADINA BEYTULLAH
ASİL (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu konuşmamda,
konunun kamuoyunda nasıl algılandığını ifade için birkaç köşe yazısından alıntı
yapmak istiyorum.
“Merkel
kestirdi attı ‘Almanya’da Türk okulu olmaz.’ Dün bir gazetede ifade edildiği
gibi bu tavır uygun bir tavır değil. Bunu söylerken Almanya’da milyonlarca Türk
olduğunu göz ardı ediyordu. ‘Göz ardı’ demeyelim de Merkel`e göre oradaki Türklerin Almanlaşması gerekiyor. Bir tür
asimilasyondan bahsediyor. Bu asimilasyonun adına ‘uyum’ diyor Almanlar! İyi
ama Almanya Türkiye’deki liselerinden sonra bir de üniversite açacak. Beykoz’da
açılacak üniversite için son aşamaya gelindi. Üstüne üstlük bir de Türk
liselerinde Almanca yabancı dil eğitimi de veriliyor. Almanca dünyada çok
geçerli bir dil değil ki çocuklarımıza Almanca öğretiyoruz.” diyerek devam
ediyor, “Şimdi gelelim Almanya’daki okulların durumuna: Almanya’da okullar
sınıf esasına göre düzenlenmiş. Dördüncü ve altıncı sınıftan sonra öğrenciler
farklı okul türlerine ayrılıyor. Orta ve üst sınıf çocukları ‘gymnasium’ denen ve mezunlarına yüksekokul kapısı açan
okullara gidiyor. Almanya’da alt sınıftan çocuklar da ‘hauptchule’
denilen okullara gidiyor ki bu okulların hâli içler acısı. Türk çocukları da
daha çok bu okullara gidiyor. Burada okuyan Türk öğrenciler ne Almancayı ne de
Türkçeyi tam öğrenebiliyor.”
Bir başka köşe yazısında:
“İkinci Dünya Harbi’nden mahvolmuş vaziyette çıkan Almanya’yı mamur eden esas
güç Türk işçisinin büyük fedakârlığıdır. Milyonlarca Türk, Alman sokaklarında,
iş yerlerinde gençliklerini bıraktılar. Türkiye'nin bu yaptıkları hiç
karşılığını görmedi. Bugün de Türk milleti Almanya’yı yabancı bir ülke gibi
görmez. Avrupa Birliğine girme sürecinde en büyük destekçimiz Almanya olması
gerekirdi, aksi oldu. Hep Türkiye’yi kösteklediler, onu rakip gibi gördüler.
Terörle mücadelemize bile destek olmadılar.
Bugün Türkler Almanya’da
dinamizmin adıdır. Bunlardan en önemlisi bilhassa üçüncü nesildir. Onlardan
bazısı orta yerde kalmıştır. Türkiye o insanları orada böylece bırakamaz.
Yaşadıkları ülkeyi, kültürünü tanıyacaklar fakat köklerinden de kopmayacaklar.
Bu da iyi eğitim görmeleri, kendileriyle barışık yaşamaları, ailelerin
parçalanmaması, nesiller arasında uçurumlar doğmamasıyla mümkün. Türk lisesi tek çare değildir ama önemli bir denge aracıdır.
Almanları, Türklerin kendilerini sevdiği kadar Türkleri sevmeye de
çağırıyoruz.”
Yine bir başka yazıda: “Bu
okullar, Almancanın da öğretildiği ama Türk kökenli genç Türklerin kendi
dillerini yarım yamalak değil, düzgün konuşup, kendi kültürlerini kulaktan
duyma değil, doğru düzgün öğrenecekleri, aynı zamanda yaşadıkları ülkeye de
uyum sağlamalarını kolaylaştıracakları bir eğitim verecek.”
Değerli arkadaşlarım bunları
sizlere niçin naklettim? Hem az önceki konuşmamda, gerek Komisyon üyelerinin
gerekse Genel Kurulun Almanya’da böyle bir Türk üniversitesinin kurulması
noktasında ortak düşüncesinin olduğunu, böyle bir ihtiyacı dile getirdiğini;
hem de bu konuşmamda kamuoyunda da böyle bir ihtiyacın algılandığını ifade
etmek için bu yazılardan alıntılar yaptım.
Değerli arkadaşlarım, orada
Türk gençlerinin sıkıntıları bir hayli fazla ama bugün aynı sıkıntılar maalesef
ülkemizde de yaşanmakta. Sizlere ülke eğitiminden birkaç paragraf okumak
istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, bugün
ülkemizde on beş-yirmi dört yaşları arasında yaklaşık 12,8 milyon genç yaşıyor.
Bu da genel nüfusun yüzde 18’ine tekabül ediyor. Gençlik, ülkemiz için kuşkusuz
çok güçlü bir potansiyeli temsil ediyor, hele gerek ekonomik gerekse sosyal ilişkilerimizin
en yoğun olduğu Avrupa devletlerinde nüfus hızla yaşlanırken. Ancak bu
potansiyelin gelişimi için yeterli çaba gösteriyor muyuz? Keşke bu soruya
“evet” cevabını verebilseydim.
On beş-yirmi dört yaş arası
12,8 milyon genç insandan yüzde 30’u okula gidiyor, yüzde 30’u çalışıyor, yüzde
40’ı, bir başka deyişle 5,1 milyon genç atıl durumda, ne çalışıyor ne okula
gidiyor. Yirmi beş-kırk dört yaş grubu çalışma çağındaki 24,2
milyon nüfusun yüzde 6,5’i maalesef okuma yazma bilmiyor, yüzde 2,6’sı okul bitirmemiş,
yüzde 48,3’ü ilkokul mezunu, yüzde 10,8’i ortaokul ve dengi mezunu, yüzde
22,6’sı lise ve dengi okul mezunu, yirmi beş-kırk dört yaş arası grubun ancak
yüzde 10,2’si de üniversite mezunu.
Değerli arkadaşlarım, hâl
böyle iken, bugün varlığıyla övündüğümüz genç nüfusumuzun güçlü bir potansiyeli
temsil ettiğini, ülkemize gerek ekonomik gerekse sosyal alanda yüksek katkı
verebileceğini söylemek mümkün mü? O nedenle ben buradan bir kez daha Hükûmeti ve iktidar partisi milletvekili arkadaşlarımı
ülkenin gerçek gündemine dönmeye davet ediyorum. İşte, gençlerin hâlini arz
ettim.
Değerli arkadaşlarım, yine,
dünkü gazeteden bir haber başlığı: “Yedieminler hacizli mallarla tıka basa
doldu. Borcunu ödemeyenlerin sayısı patladı. Avukatlar yer yokluğundan hacze
gidemiyor. Borçlarını ödeyemeyenlerin sayısında ilk sırada kredi kartı borçları
var. Haczedilen eşya miktarı geçen yıla göre 5 kat arttı.” Değerli
arkadaşlarım, işte ülkenin gerçek gündemi bu. Ülkenin gerçek gündemi işsizlik,
ülkenin gerçek gündemi yoksulluk, ülkenin gerçek gündemi yolsuzluk.
Yine, iş dünyası talepte
bulunuyor Türkiye Büyük Millet Meclisinden, diyor ki: “Rifat
Hisarcıklıoğlu, ekonomide toparlanmanın hızlanması
amacıyla gerekli yasal düzenlemelere ilişkin önerilerini iletiyor. Bu
düzenlemeleri, Türk Ticaret Kanunu, Borçlar Kanunu, Hukuk Muhakemeleri Kanunu
ile ticari sır ve kişisel suçlara ilişkin tasarılar olarak sıraladı.” İşte ülkenin gerçek gündemi bu.
Değerli arkadaşlarım, gerek
Türk Ticaret Kanunu’nu gerekse Borçlar Kanunu’nu Türkiye Büyük Millet Meclisine
getirdik. Orada çok yeni düzenlemeler var; Türk ticaret hayatında, Borçlar
Kanunu’nda, önemli eksiklikleri olmasına rağmen onları Genel Kurul aşamasında
dile getirdik, getirmeye de devam edeceğiz.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
Buyurunuz.
BEYTULLAH ASİL (Devamla) –
Ancak önemli yenilikler içermekte. Ülke gündemine geldi, Türkiye Büyük Millet
Meclisi gündemine geldi. İş dünyası işlerini düzenlerken, yeni ticaret
kanununa, borçlar kanununa göre uydurmak istiyor; iş kuracaklar beklemede, iş yerini
kapatacaklar beklemede. Bu sıkıntıların bir an önce ortadan kalması lazım.
O nedenle, ben burada bir kez
daha ülkeyi gerçek gündemine taşıma noktasında gayretlerinizi bekliyor, yüce
heyeti saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Asil.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Yalova
Milletvekili Muharrem İnce. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın İnce.
CHP GRUBU ADINA MUHARREM İNCE
(Yalova) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Almanya Başbakanı Merkel ülkemizdeydi. Dedik ki: “Acaba Sayın Başbakanla tam
üyelik mi, imtiyazlı ortaklık mı, bunu mu konuşacak yoksa Rum gemilerine
limanların açılmasını mı konuşacak?” derken bunlar hiç gündemde olmadı,
birdenbire Almanya’da bir Türk lisesi açılması gündeme geldi. “Allah Allah, bu doğru mudur, nedir bu?” diye araştırınca bir
baktık ki yani öyle bir tane, iki tane, üç tane, beş tane lise açmakla orada
bir sorun çözülecek falan değil. Almanya’da yaşayan öğrenim çağındaki
öğrencilerimizin sayısı, Türk öğrencilerin sayısı 600 bin yani bir okulu
tartışıyor olmak gerçekten komik.
Sonra bir baktık, Türkiye’de
bir Alman üniversitesi açılacak. “Acaba bu bir ortaklık mı, bir ortak yapım
mı?” diye bir baktığımızda, hayır böyle bir şey de yok. Arsa Türkiye’den, bina
Türkiye’den, altyapı Türkiye’den, sürekli giderler Türkiye’den ama ne hikmetse
bunun adı “Türk-Alman Üniversitesi” oluyor. Nimet-külfet dengesi gözetilmemiş.
Sayın Nimet Çubukçu, herhâlde adı “Nimet” olduğu için “Nasıl olsa Türkiye’de
nimet var.” deyip külfeti bize vermişler, nimeti Almanya almış. Yani böyle bir
anlayış içerisinde nasıl bir üniversite kuruyoruz, doğrusu anlayabilmiş
değilim.
Silivri Belediyesi ve Sarıyer
Belediyesi, Cumhuriyet Halk Partili olduğu için, yer teklif ediyorlar, Hükûmet kabul etmiyor bunları.
Şimdi, biz bugün bu ülkede
yüz kırkıncı üniversitenin kuruluşunu konuşuyoruz. Eğer üniversiteden
konuşuyorsak yükseköğretimden söz edeceğiz, YÖK’ten söz edeceğiz, YÖK’ten
başlamamız lazım. Toplumun önemli bir kesimi 1982’den bu yana YÖK’ü eleştirdi,
biz de eleştirdik, YÖK’te pek çok yanlış bulduğumuzu hep söyledik. Siz
eleştirmediniz 82’den sonra, siz 1997 28 Şubattan itibaren eleştirmeye
başladınız, ta ki 2007’ye kadar. 2007’de eleştirilerinizi bir anda kestiniz ve
2002-2007 arasında YÖK’ün ve Cumhurbaşkanının kullandığı yetkileri sürekli bu
kürsüde bıkmadan usanmadan defalarca söylediniz ama 2007’den sonra bir
suskunluk içerisindesiniz. Yani şunu anlayamıyorum ben: 1982’de 12 Eylül
rejiminin dayatması sonucu kurulan YÖK’te kurucu üye olan bir kişi sizin sekiz
yıldır bakanınız. 1982’de YÖK’ün kurucu üyesidir Vecdi Gönül, siz darbelere
karşısınız ama darbecilerin kurduğu YÖK’ün kurucu üyesini sekiz yıldır burada
bakan yaparsınız. “Bu ne yaman çelişki?” diye adama sorarlar.
2007 sonuna kadar Sayın Ahmet
Necdet Sezer’i ve YÖK’ü insafsızca eleştirdiniz, yetkilerini eleştirdiniz ve bu
konuda demokrat olmamakla suçladınız. 2007’den bu yana bir AKP milletvekili şu
kürsüye çıkıp da “Sayın Abdullah Gül de demokrat değildir, bilime, hukuka
inanmamaktadır, bilimi, hukuku çiğnemektedir, kul hakkı yemektedir.” diye
burada bunları konuştu mu?
Değerli arkadaşlarım, şimdi
bakalım, geçen Cumhurbaşkanlığı dönemiyle bu dönemi karşılaştıralım. Son yedi
yılda Sayın Ahmet Necdet Sezer 119 rektör atamıştır. Bunların 95 tanesi, yani
yüzde 80 oranında üniversitelerden seçimde 1’inci sırada olanları atamıştır.
Yüzde 20’sinde ise bu seçimi dikkate almamıştır. Sayın Abdullah Gül 56 rektör
atamıştır, 23’ü zaten yeni üniversite rektörüdür, seçim olmamıştır ve onlar da
zaten hepsi de kendi dünya görüşünün insanlarıdır. Geri kalan 33 rektörün 19
tanesini seçimde 1’inci sıradakilere uymuştur ve toplam bu 57 rektör içerisinde
Sayın Gül’ün üniversitedeki seçimleri dikkate alma oranı yüzde 33’tür. Yani
yüzde 80 oranında, üniversitede seçime uyan Ahmet Necdet Sezer’e bu kürsüden
söylemediğinizi bırakmadınız ama 2007’den bu yana, üç yıldır, yüzde 33 oranında
üniversitedeki seçime uyan, asla demokrat davranmayan, işte daha dün Anayasa
Mahkemesine nasıl yedek üye atadığını hep birlikte gördüğümüz Sayın Gül’e toz
kondurmuyorsunuz.
Değerli arkadaşlarım, siz
demokrat değilsiniz, siz kurumları elinize geçirene kadar eleştiriyorsunuz.
Kurumları elinize geçirdiniz mi susuyorsunuz, takiye
yapıyorsunuz. AKP adaylarını, Başbakanın doktorunu rektör yapan Cumhurbaşkanına
“demokrat” diyorsunuz, “halkın Cumhurbaşkanı” diyorsunuz.
Değerli milletvekilleri, size
Abant İzzet Baysal Üniversitesinden bir örnek vermek istiyorum. Ben Yalova
Milletvekiliyim, Bolu’dan sürekli geçerim. Sizler de bilirsiniz, Bolu deyince
akla İzzet Baysal gelir; orada yurt yapmıştır, okul yapmıştır, hastane yapmıştır,
üniversite yapmıştır, kampüs yapmıştır, Bolu’yu Bolu
yapmıştır. Burada bir seçim yapılıyor, üniversitede. Mevcut rektör Atilla Kılıç
171 oy alıyor, Hayri Coşkun 129 oy alıyor. AKP’li vekiller
2’nci sırada seçilen, 129 oy alan Hayri Coşkun için propaganda yapıyorlar ve
İzzet Baysal Vakfının Başkanı Cumhurbaşkanına mektup yazıyor, diyor ki: “Bu
seçimde 1’inci olan kişinin rektör olması uygundur, biz de bunu destekliyoruz.”
ama Sayın Cumhurbaşkanı ne rektörü ne bilimi ne hukuku ne seçimi ne demokrasiyi
ne millet iradesini dikkate alıyor; sadece 2 tane AKP milletvekilini dinleyerek
2’nci sıradaki kişiyi rektör atıyor. Yüzde 47 millet iradesi de 171 oy
millet iradesi değil mi?
Değerli milletvekilleri, ben
buradan Sayın Cumhurbaşkanına şunu önermek istiyorum: 2012’de Cumhurbaşkanlığı
seçimi olacak. O zaman, seçimde 2’nci sırada çıkan kişiyi Cumhurbaşkanı olarak
atayalım. Mademki, üniversitelerdeki seçimlerde 2’nci sırada olan rektörü
rektör yapabiliyoruz; o zaman, Cumhurbaşkanlığı seçiminde de 2’nci olan… İşte,
buna en güzel örnek: İstanbul Üniversitesine rektör atanan kişi seçimde 2’nci
olmuş kişiydi ve bu değerli şahsiyete de geçtiğimiz günlerde bir vakıf 260 bin euroluk bir araç hediye etti.
27/10/2008
tarihinde Sayın Cumhurbaşkanı Gül’ün açıklamasını okuyorum size; işte takiye, işte zamana, zemine göre konuşma; 27/10//2008,
Sayın Cumhurbaşkanı: “Rektör seçimleri derin yaralar açıyor. Bu yetki
Cumhurbaşkanına bırakılmamalı. Bu yetkiyi sağlıklı bir üst kurula bırakmaya ben
hazırım.” Sayın Cumhurbaşkanı, ayinesi iştir kişinin
lafa bakılmaz. Siz, hukuku çiğnediniz, bilimi çiğnediniz, seçimi çiğnediniz,
demokrasiyi çiğnediniz ve bu rektör atamalarının yüzde 67’sinde kul hakkı
yediniz Sayın Cumhurbaşkanı.
YÖK Genel Kurulu 21 üyeden
oluşuyor. İki yıldır 20 üyeyle çalışıyor YÖK Genel Kurulu çünkü Celal Şengör’e iki yıl önce soruşturma açıldı, soruşturma
sonuçlandı ama ona rağmen, hâlâ görevine başlatılmadı. Bu mu sizin adalet
anlayışınız? Ama intihal suçu işlediği iddia edilen İzzet
Özgenç YÖK üyesi. Neden İzzet Özgenç YÖK üyesi de Celal Şengör değil? Çünkü İzzet Özgenç sizin
takımdan, sizin dünya görüşünüzden.
KAMİL ERDAL SİPAHİ (İzmir) –
Birisi de bakan.
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Yükseköğretimin sorunları böyle de ilköğretim, ortaöğretim bunlardan farklı mı
sayın milletvekilleri? Ardahan’da öğretmen olmadığı için polisler ek ders
ücretli derse giriyorlar. Hakkâri’de fen bilgisi dersleri boş geçen çocuklar
Valiliğe yürüyüş yapıyor. İstanbul’da bir gazeteye ilan verilerek ücretli
öğretmen aranıyor. Adana’da İl Millî Eğitim Müdürlüğü sitesinde cep telefonu
verilerek ücretli öğretmen aranıyor. 61 bin öğretmen, ayda 300-500 liraya
öğretmenlik yapıyor.
Çekmeköy’de Tekel
işçilerine destek veren 24 lise öğrencisinin okullarıyla ilişkisi hâlâ belli
değil. Telefon açtım, İlçe Millî Eğitim Müdürü bilmez, okul müdürü bilmez; konu
İl Millî Eğitim Müdürlüğünde, ayın 2’sinde kurul toplanacakmış, ne karar
vereceklerini göreceğiz.
Yine, İstanbul’da, Başbakan
geçerken metalci işareti yapan gençler gözaltına alınıp sorgulanıyor, “Siz
cumhuriyet mitinglerine katıldınız mı?” diye soruluyor.
OKTAY VURAL (İzmir) – Bozkurt
işareti zannetmiş de onun için!
MUHARREM İNCE (Devamla) –
Yunanistan’da lise öğrencileri Yunanistan’ı birbirine katıyor ama hiçbir lise
öğrencisinin burnu kanamıyor. Türkiye'de de buna benzer olaylar oluyor. 3 Mayıs
2006’da AKP Adıyaman İl Kongresine okul üniformalarıyla giden çocukların kılına
zarar gelmiyor.
2008 yılında yapılan SBS
sınavlarında, 500 bin çocuğumuz bu sınavlara girmedi. Sayın Bakan bunlar için
kılını kıpırdatmadı ama yurt dışında bu sınava girmeyenler için şimdi hazırlık
yapıyor.
Değerli milletvekilleri,
“Sınavla okul müdürü oldum, atandım.” diye bazı arkadaşlarımla karşılaşıyorum
ve çok mutlu oluyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
Buyurunuz.
MUHARREM İNCE (Devamla) – Ama
bunun tersi örnekler vereceğim şimdi sizlere: İstanbul Esenler İlçe Millî
Eğitim Müdürü sınavla okul müdürü olamamış, sonra millî eğitim müdürü olmuştur.
Büyükçekmece’de okul müdürü olamayan kişi, sınavda okul müdürü olamayan kişi
ilçe millî eğitim şube müdürü olmuştur. Zeytinburnu’nda okul müdürü olamayan
şube müdürü olmuştur. Şırnak’ta aday öğretmen, İlçe Millî Eğitim Müdürlüğünde
şube müdürü olarak görev yapmaktadır. Arkadaşlarımı rencide etmemek için
isimlerini vermedim. Sayın Bakan isterse, sınavda okul müdürü olamayan
kişilerin sonra nasıl ilçe millî eğitim müdürü ya da ilçe millî eğitimde şube
müdürü olduklarını tek tek sizlere açıklayabilirim.
Sayın Bakanın tek bir
savunması olacaktır burada, diyecektir ki: “Valilik bunu yaptı.”
Sayın Bakan, tek tek araştırdım, hiçbirinde norm kadro yoktur yani norm
kadro 3’se o ilçede, siz 4’üncü kişi olarak bunları oraya atadınız.
Sayın Bakana en son olarak
şunu söylemek istiyorum: Sayın Oktay Vural’ın bir fotoğrafı yansıdı gazetelere…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen, sözlerinizi
bağlayınız.
Buyurunuz.
MUHARREM İNCE (Devamla) - …ve
dediniz ki: “Bu, benim insan olarak içimi sızlattı.”
Değerli arkadaşlar, buradan
siyaset üretmeye hiç gerek yok, yani bu ülkede ayakkabı boyayan çocukları görünce
sarsılıyorsunuz. Peki, hepimiz aynı durumla karşılaşabiliriz, boyatsan bir
türlü boyatmasan bir türlü, ama buradan siyaset üretilmez.
Peki, Sayın Bakana şunu
söylemek istiyorum: Başbakan Çin malı oyuncakları dağıtırken çocuklar birbirini
eziyor. Bir anne olarak, Millî Eğitim Bakanı olarak içiniz sızlıyor mu?
Peki, bu ülkede altı-onyedi yaş grubu arasında 1 milyon çocuk çalışıyor, sizin
içiniz sızlıyor mu?
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) –
Sızlamaz.
MUHARREM İNCE (Devamla) -
Peki, Sayın Bakan, Aydın’da Başbakanlık otobüsünün içinde on dört yaşındaki
çocuğun boynu sıkıldığı zaman sizin insan olarak içiniz sızladı mı?
Hepinize saygılar sunuyorum.
(CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın İnce.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) –
Bunları niye yadırgıyorsun ki? Her alanda yapıyorlar.
BAŞKAN – Barış ve Demokrasi
Partisi Grubu adına Van Milletvekili Özdal Üçer.
Buyurunuz Sayın Üçer.
ÖZDAL ÜÇER (Van) – Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlar; Barış ve Demokrasi Partisi Grubu
adına, görüşülmekte olan yasa tasarısının 2’nci maddesi üzerine söz almış
bulunmaktayım. Bu vesileyle, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlarım.
Üniversitelerin gerekliliği,
yeni üniversitelerin açılışı genel anlamda değerlendirildiğinde ülkemizin
eğitim ihtiyaçlarını, değişik niteliklerdeki eğitim ihtiyaçlarını karşılamaya
dönük eğitim kurumlarının açılması, onların niteliklerinin geliştirilmesini
genel, ilkesel anlamda desteklemekteyiz. Elbette ki olumlu şeydir bir ülkede
yeni bir üniversitenin açılışı, elbette ki bizim destekleyeceğimiz bir şeydir
yeni bir üniversitenin açılışı. Fakat son yıllarda yaygınlaşan yeni
üniversitelerin açılışı, özellikle özel üniversitelerin, vakıf üniversitelerinin
açılışı ve vakıf üniversitelerine, vakıflara ve özel sermaye çevrelerine kamu
kaynaklarının kontrolsüz bir şekilde yönelişiyle ilgili, aktarılışıyla ilgili
çok derin kaygılarımız bulunmaktadır. Farklı yasa tasarılarıyla ilgili değişik
gündemlerde bu konularla ilgili derin, değişik bilgileri sizlerle paylaşacağız.
Etnik temelde Türk-Alman
Üniversitesini… Yani dünyada ender nitelikli bir üniversite olacaktır. Değişik
bir üniversite ismi önerilebilirdi “Avrasya Üniversitesi” gibi, mademki Avrupa
ve Asya ülkelerinin bir arada denkleşimini sağlayan,
bir arada bulunurluğunu artıran, ilişkisini geliştiren bir üniversite olacaksa.
Sadece Almanlarla ilişkiyi geliştirmek değil, Türkiye Cumhuriyeti
yurttaşlarının ya da Türkiye Cumhuriyeti devletinin genel anlamda ilişkili
bulunduğu bütün devletlerin bir şekilde kendisini ilgilendiren fakülteler
kurabileceği daha genel bir üniversite açılabilirdi.
Genel gerekçeye ilişkin,
Alman-Türk Üniversitesinin ya da Türk-Alman Üniversitesinin oluşumuna ilişkin
genel gerekçe de tarihten gelen kültürel ilişkilerin ve karşılıklı anlayışın
daha da güçlendirilmesi ve akademik alanda yapılacak iş birliğine
dayandırılmaktadır. Şimdi, tarihsel ilişkilere bakıldığında Almanya’da Orta
Çağdan bu yana Türkiye'de Osmanlı İmparatorluğu’yla Türkiye Cumhuriyeti ile
Alman devletleri arasında farklı şekillerde cereyan etmiş farklı ilişkiler söz
konusudur yani köklü tarihî ilişkiler söz konusudur. Bunların kimisi olumludur,
kimisi olumsuzdur. Ama, bundan sonra gelişen çok
kültürlü dünya yurttaşlığı temelinde de değerlendirildiğinde, değişen siyasi
koşullar içerisinde, özellikle cumhuriyet tarihi dönemi içerisinde Almanya’ya
çok sayıda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı -ki bunların hepsi sadece Türk
değildir- değişik vesilelerle göç etmiş bulunmaktadır ve şu an, değişik
partiler, değişik istatistikler ifade etmektedir -“Yaklaşık 4 milyon.” diyenler
vardır, “Yaklaşık 3 milyon.” diyenler vardır- ama her nedense -yurttaş
yurttaştır- bunların kaçı sürgünle gitmiştir, kaçı iş amaçlı gitmiştir, kaçı
eğitim amaçlı gitmiştir, bununla ilgili Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmî
bir istatistiği söz konusu değildir. Bir kere, bu muğlaklığın
giderilmesi lazım, ihtiyaçların ona göre belirlenmesi lazım.
Almanya’da yaşayan
yurttaşlarımızın eğitim alanında, sosyal yaşam alanında, yurttaşlık hakları
boyutunda yaşamış oldukları birçok sorun vardır. Bu konuda, bu sorunların
çoğuna Alman Hükûmeti duyarsız kaldığı gibi bizim Hükûmetimiz de duyarsız kalmaktadır. Nüfus işlemlerinden
tutun, eğitim işlemlerine, yurttaşlık işlemlerine, birçok anlamda bir
yetersizlik söz konusudur. Ayrıyeten, Türkiye’den,
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olup da Türk olmayıp giden yurttaşların sorunları
orada katmerlenmektedir. Yani örnek, Kürt
yurttaşlarımızın da kendilerinin orada kurmuş olduğu dernekler bünyesinde ifade
ettiği sorunlar vardır.
Şimdi, Sayın Başbakan
gidiyor, Almanya’da, asimilasyonun insanlık suçu olduğundan bahsediyor. Evet, bu konuda bire bir katılmaktayız kendisine, asimilasyon
insanlık suçudur ama şu an, Türkiye nüfus istatistiklerinde bile sayısal
kesinliği ifade edilmeyen, milyonları aşan, on milyonları aşan, Kürt toplumu
başta olmak üzere, varlığı bilimsel olarak ispatlanmış ve birçok siyasi
temsilci tarafından da dile getirilmiş, farklı kültürler ve etnisitelere
sahip insanların yaşamış olduğu yurttaşlık hakları sorunlarına ne diyeceğiz? Mesela
ben başkasına temsilci olarak, genel bir yaklaşımın ötesinde, ben oğluma,
kızıma kendi ana dilinde eğitim verme olanağını nasıl talep edeceğim, nasıl
sağlayabileceğim? Benim yurttaşlık bağlarımın gelişmesi için ya da benim gibi
milyonları aşan insanların yurttaşlık bağlarının gelişmesi için daha demokratik
bir ortam nasıl sağlanacak?
Hani biz çocukken okulda,
eğitim derslerinde işte “Emel eve gel.” fişi vererek hiç Türkçe bilmeyen
çocuklara eğitim öğretim dersi veriyorduk, okuma yazma dersi veriyorduk. Yani o
çocuklardan birine “… …” (*) dediğimiz zaman biz ülkeyi bölmüş mü olacağız? Bütün bunların hepsini bütünlüklü değerlendirmek lazım. Kendi
insani haklarını yaşayabilmek bilmek için bir ortak konsensüs
sağlamak ve bu Meclisin sorumluluğunda olan ülkenin huzurlu ve demokratik
yaşamı için gereken sorumluluklarımızı yerine getirmek zorundayız. Bu ülkenin
bütün sorunlarını bu Meclis çatısı altında çözebilme kabiliyeti sergilemek
zorundayız. Eğer sergilemezsek uluslararası emperyalist güçler, küresel sermaye
güçleri ülkemizi ekonomik anlamda talan ettikleri gibi ülkemizin sosyal
kaynaklarına da, insan kaynaklarına da yöneleceklerdir; siyasi bütünlüğüyle
oynama cesaretini de bulacaklardır.
Bütün bunları çok çok değişik başlıklar altında ifade edebilmek söz konusudur. Bugün
ülkemizde, bu ülkenin geleceğine ilişkin belki katkısı olmayan birçok insanın
azınlık hakları söz konusudur. Azınlıkların da bu ülkede, bu ülkenin kuruluşu
çerçevesinde birçok olumlu katkısı olmuştur ama olmayanlar da vardır. Biz kriter olarak bu ülkeye faydalılık ya da faydasızlık,
kuruluşuna fayda ya da faydasızlık boyutuyla değerlendirmek durumunda değiliz,
temel yurttaşlık hakkı bağlamında değerlendirmek durumundayız.
Düşünün, Almanya’yla
ilişkilerimiz vardır; bu ülkeyi ekonomik sebeplerden dolayı, ekonomik çıkarları
doğrultusunda Birinci Dünya Savaşı’na çeken Almanya değil miydi? O Birinci
Dünya Savaşı sürecinde bu coğrafyada yenilgilerin oluşmasının sebebi olan ülke
Almanya değil miydi? Bu, Almanya’dan bugün intikam alalım anlamına
gelmemelidir. Ama, o dönemde böylesi bir güçlüğü bu
ülkeye yaşatan bir ülkeyle bile sosyal ilişkileri geliştirmek, siyasi
ilişkileri geliştirmek adına biz değişik hamleler yapıyorsak, o birinci dünya
emperyalizm savaşında yenik düşen ülkemiz halklarının bütünlüğü çerçevesinde
ortak mücadele vermiş halklarımızın haklarını korumak, kollamak ve bunlar
arasında ilişkiyi geliştirmek için neden ortak bir çaba sarf etmiyoruz? Bizim
düşünmemiz, tartışmamız gereken şeyler bunlardır.
Artuklu
Üniversitesinde, Yaşayan Diller Enstitüsü… “Kürdoloji”
demeye bile dilimiz varmadı. Hani “Kürdoloji” dersek,
“Kürtler yaşıyor” gibi olacak. “Yaşayan diller” dediğimizde Kürt’ten
bahsetmemiş olacağız ki Kürtlerin yaşamsallığını ifade etmemiş olacağız. Artuklu Üniversitesinde…
Eğer Avrasya Üniversitesi
gibi bir üniversite kurulmak yerine -ilim, seçim bölgem olduğu için Van’ı da öncelliyorum bu konuda- neden Van’da bir Türk-Kürt
üniversitesi, “Serhat Üniversitesi” adında neden bir Kürt-Türk üniversitesi
kurulmuyor? Kurulursa bu ülkeyi ne kadar zarara sokacaktır, ne kadar bu ülkenin
bütünlüğüne katkıda bulunacaktırı neden
tartışmıyoruz?
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
(*) Bu bölümde
Hatip tarafından, Türkçe olmayan bir dille birtakım kelimeler ifade edildi.
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
Buyurunuz.
ÖZDAL
ÜÇER (Devamla) – Bilimsel, demokratik üniversitelerde eğitim ve bu eğitimi
verecek üniversitelerin gerekliliği konusunda bizim hiç kimseye muhalefet etmek
gibi bir niyetimiz yoktur ama atılacak her adımda, çıkartılacak her yasada
toplumun bütün kesimlerinin ya da hedef kitlelerinin bütün ihtiyaçlarını
bilimsel, insani, vicdani ve demokratik bir şekilde göz önüne alacak
düzenlemeleri desteklemek durumundayız.
Biz, bu yasanın kültürler
arası ilişkiyi geliştirmek bağlamında etkisinin olacağını düşünüyoruz ama daha
da genel bir yaklaşımla, daha genel bir perspektifle daha çözümleyici bir
sonuca varılabileceğine inanmaktayız.
Bu duygu ve düşüncelerle
hepinizi derin sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Teşekkürler. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Üçer.
Sayın milletvekilleri, on beş
dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati : 16.08
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 16.27
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu), Gülşen ORHAN (Van)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 80’inci Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum.
486 sıra sayılı Kanun
Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Şimdi,
2’nci madde üzerinde şahsı adına Tokat Milletvekili Reşat Doğru.
Buyurunuz Sayın Doğru. (MHP
sıralarından alkışlar)
REŞAT DOĞRU (Tokat) – Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; 486 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 2’nci maddesi
üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Sözlerime başlamadan önce,
Hakkâri Çukurca’da şehit olan, bugün de cenazeleri kaldırılan 3 uzman
çavuşumuza Allah’tan rahmet diliyorum, ailelerine ve kahraman Türk Silahlı
Kuvvetlerine başsağlığı diliyorum. 2 erimiz de yaralıdır, 2 erimize de acil
şifalar diliyorum.
Sayın milletvekilleri, son
yıllarda ülkemizde lise açılır gibi üniversiteler açılmaya başlanmıştır.
Binası, yeterli öğretim üyesi ve sosyal imkânları olmayan çeşitli yerlere
siyasi sebeplerle okullar açılmaktadır. Bu açılışlara şimdi de Avrupa Birliği
ülkeleriyle iyi ilişkiler için Türk-Alman Üniversitesi gibi açılışları da
eklemiş bulunuyoruz. Ancak, tabii bu 140’ıncı sırada açmış olduğumuz
üniversiteyle beraber önümüzdeki dönemde, tahmin ederim ki, yine çeşitli
üniversiteler açacağız. Bizim de Tokat Milletvekili olarak, önümüzdeki dönemle
ilgili olarak -şu anda kanun tekliflerini hazırlıyoruz- Niksar’da bir
“Danişmentliler Üniversitesi”, Zile ilçemizde de “Mustafa Necati Sepetçioğlu Üniversitesi” açılmasıyla ilgili kanun teklifi
hazırlamaktayız. Önümüzdeki dönem içerisinde de yani önümüzdeki günler
içerisinde de inşallah bu tekliflerimiz de kanunlaşır da Tokat’ımız da iki tane
daha üniversiteyi hak etmiş olur. Çünkü Niksar’ımız olsun, Erbaa’sı olsun,
Turhal’ı olsun, Zile’si olsun, buraların hepsi her noktada, okullarıyla, her
yönüyle, binalarıyla, üniversitelerin açılması veyahut üniversitelerin
kurulmasıyla ilgili yeterli imkânlara sahiptir.
Sayın milletvekilleri, tabii,
üniversiteler açılıyor ama üniversitelerimizdeki dillerin özellikle Türkçe olmasını biz
istiyoruz. Tabii yabancı dile karşı değiliz, yabancı dille eğitim yapılmalı ama
resmî dilimiz Türkçe olduğuna göre üniversite dilinin de Türkçe olması
gerekmektedir. Yabancı dil eğitimi en iyi şekilde yapılmalı, dünyaya entegre olmalıyız ancak bununla ilgili de Türkçe eğitimden
vazgeçilmemesi gerekir diye düşünüyoruz.
Türk-Alman Üniversitesi
açılıyor, ülkemizde kuruluyor. Mütekabiliyet esası içerisinde acaba Almanya’da
da neden bir Türk-Alman ortaklığı içerisinde bir üniversite kurulmuyor şeklinde
düşüncelerimiz vardır. Tabii burada çok büyük nüfusumuz var. Avrupa Birliği
ülkeleri içerisinde yaklaşık olarak 4 veya 5 milyon civarında, Türkiye
Cumhuriyeti devletinin vatandaşları var. Buralarda çeşitli noktalarda
öğretmenlerimiz vardır veyahut da öğretim üyelerimiz vardır ama bunun dışında
buralarda da liselerin açılması, buralarda da Türk çocuklarına eğitimlerinin
verilmesi noktasında da çalışmalar yapılması gerekir diye de düşünüyoruz.
Sayın milletvekilleri,
okulların açılmasına ve çocuklarımızın okullara gitmesine hiç kimse karşı
çıkamaz ancak gençlerin okullarda çok iyi eğitim almış olmaları ve iyi
yetiştirilmeleri de gerekiyor. Öğretim üyesi yeterli olmayacak yerlerde dersler
acaba nasıl dolduruluyor, sosyal imkânları kısıtlı olan illerde gençler acaba nasıl
yetiştiriliyor, bunların da dile getirilmesi gerekmektedir.
Ayrıca, üniversitelerimizin
hepsinin birçok sorunları vardır. Üniversiteler akademik personeli olsun, diğer
hizmet birimleri olsun çok büyük sıkıntılar içerisindedirler. Böyle bir ortamda
öğretim üyesinden çağdaş eğitim, insan yetiştirme ve bilim üretme
fonksiyonlarını gerçekleştirmeyi beklemek hayalden öteye gitmez.
Sayın milletvekilleri, bir
milletin eğitim ve bilim politikasının diğer bütün sektörlerin politikasına
esas teşkil etmesi gerekir. Bunun için de “eğitim” kavramı gerçekçi bir şekilde
algılanıp evrensel ilkelere dayanan temeller üzerine oturtulmalıdır. Gelişmiş
ülkelere baktığımızda, üniversiteler başta bilim üretmekte, bunu da gelişmemiş
ülkelere devlet kanalıyla ihraç etmektedirler.
Üniversitelerimizi daha
bağımsız, daha üretken, ülke ekonomisine çok büyük katkı veren konuma
getirmeliyiz. Bunun için de üniversitelerimizi siyaset üstünde tutmalıyız,
günlük siyasi çekişmelerin dışına almalıyız, bunlarla bunları
karıştırmamalıyız.
Ülkemiz, geçmişte ve
tarihimize şöyle bir bakmış olduğumuz zaman çok değerli insanları yetiştirmiş
olan bir ülkedir ancak insan yetiştirmenin bu kadar önemi olan ülkemizde acaba
beş yüz yıldır Mimar Sinan’la övünen milletimiz neden ikinci bir Mimar Sinan çıkartmamıştır?
Çünkü Mimar Sinan, mimarlık felsefesini, bilim, sanat, din parametrelerine göre
kurmuş ve geliştirmiştir. Tabii yeni Mimar Sinanların, daha güçlü insanların
ortaya çıkmasını veyahut da yetiştirilmiş olmasını beklemek hepimizin hakkıdır.
Üniversiteler, kurulmasıyla
beraber öğretim üyesinden sade çalışanına kadar her yönden desteklenmeyi
bekliyorlar. Üniversite hocalarımız geçim sıkıntısı çekmemelidir, bina
sıkıntısı, kadro sıkıntısı çekilmemelidir; altyapı iyileştirilmeli, araştırma
imkânları geniş şekilde olmalıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
REŞAT DOĞRU (Devamla) –
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
İşte ancak o
zaman çağdaş, gelişmiş
bir ülke oluruz.
Özellikle de üniversitelerimizden -üniversite-sanayi iş
birliği çok önemlidir- yani bir noktada üniversitelerimizin sanayiyle entegre
olmasını, ülkemizin gelişmesinde daha fazla katkı içerisinde bulunmasını
beklemekteyiz. Bunları yapmazsanız diploma verir ama iş vermemiş olur,
gençlerimizi de işsizlik girdabına koyarız. Bakınız, şu an ülkemizin içerisinde
bulunduğu tabloda en büyük sorunların başında işsizlik problemi gelmektedir.
Gençlerimiz okullarını bitiriyorlar, üniversitelere çok zor şartlar altında
girmiş olmalarına rağmen okullarını bitirmiş oldukları zaman iş bulamıyorlar,
aş bulamıyorlar. Bugün gençliğimiz içerisinde çok büyük bir psikolojik sorun
vardır, sıkıntı vardır. Yani okullarını bitirmiş olmak da çok şeyleri çözmüyor.
Ama ailelerin hepsi iş bekliyorlar, aş bekliyorlar. İnancım odur ki, inşallah,
bunların hepsine bir çözüm gelir ve bu şekilde üniversitelerimiz de daha güzel
şekilde, daha yetişmiş bir şekilde öğrencilerimizin yetişmesine vesile olur
diyor, yüce Meclisi en derin saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Doğru.
Şahsı adına Antalya
Milletvekili Abdurrahman Arıcı. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Arıcı.
ABDURRAHMAN ARICI (Antalya) –
Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nda
yer alan “Türk-Alman Üniversitesi” adıyla bir devlet üniversitesi kurulmasıyla
ilgili şahsım adına söz almış bulunuyorum.
Bilindiği gibi, Türkiye
Cumhuriyeti ile Almanya Federal Cumhuriyeti arasında tarihten gelen kültürel,
ekonomik ve sosyal bir bağ bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti ve Almanya
Federal Cumhuriyeti arasında tarihten gelen kültürel ilişkilerin ve karşılıklı
anlayışın daha da güçlendirilmesi için akademik alanda yapılacak iş birliğinin
uygun bir zemin olacağı düşüncesiyle 30 Mayıs 2008 tarihinde Berlin’de
imzalanan Türkiye Cumhuriyeti ile Almanya Federal Cumhuriyeti Hükûmeti Arasında Türkiye’de Bir Türk-Alman Üniversitesinin
Kurulmasına Dair Anlaşma 1 Nisan 2009 tarih ve 5849 sayılı Kanun ile
onaylanmasının uygun bulunması üzerine 29/6/2009
tarihli ve 2009/15184 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’yla onaylanmıştır.
Anlaşma, yükseköğrenim ve
akademik araştırmalar alanında iki ülke arasında iş birliğini geliştirmek ve
Türkiye ile Almanya yükseköğretim sistemlerinin karşılıklı etkileşimini ve
gelişimini artırmak amacıyla Türkiye’de Almanca dilinde eğitim veren bir
üniversitenin kuruluşu ve işleyişiyle ilgili hükümleri içermektedir. Anlaşmanın
onaylanmasını müteakip anlaşma hükümlerinin hayata geçirilmesini teminen anlaşmada öngörülen üniversitenin kurulmasını
sağlayacak kanuni düzenlemenin yapılması ihtiyacı da ortaya çıkmıştır. Tasarıyla 30 Mayıs 2008 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Almanya Federal Cumhuriyeti Hükûmeti arasında imzalanan anlaşma uyarınca İstanbul’da
Almanca dilinde eğitim veren “Türk-Alman Üniversitesi” adıyla mühendislik, fen,
hukuk, iktisadi ve idari bilimler, kültür ve sosyal bilimler fakülteleri ile
yabancı diller yüksekokulu, fen bilimleri enstitüsü ve sosyal bilimler
enstitüsünden oluşan bir devlet üniversitesi kurulması, Türk-Alman
Üniversitesinde çalışacak öğretim elemanlarına ve diğer personeline ait
kadroların ihdası ve üniversitenin 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol
Kanunu’na eklenmesi sağlanmaktadır.
Değerli milletvekilleri, en
çok Türk vatandaşının yaşadığı ülkenin Almanya olması nedeniyle karşılıklı
ilişkilerin geliştirilmesi adına atılmış olan bu adımın olumlu olduğu, ancak devletler arasındaki ilişkilerde karşılıklılık ilkesinin
gözetilmesi gerektiği ve bu doğrultuda Almanya’da da benzer bir üniversitenin
kurulması gerektiği, böylece iki ülke arasındaki ilişkilerin daha da gelişeceği
düşünülmektedir. Almanya’nın teknolojik açıdan ileri bir ülke olması nedeniyle
teknoloji alanında Almanya’dan daha fazla faydalanmak amacıyla teknik alanlar
ağırlıklı olmak üzere Türk-Alman Üniversitesi, mühendislik fakültesi, fen
fakültesi, hukuk fakültesi, iktisadi ve idari bilimler fakültesi, kültür ve
sosyal bilimler fakültesi, yabancı diller yüksekokulu, fen bilimleri enstitüsü,
sosyal bilimler enstitüsünden oluşmaktadır. Anılan anlaşmaya göre kurulacak
üniversiteyle yükseköğrenim ve akademik araştırmalar alanında her iki ülke arasında
ikili iş birliğini geliştirmek ve Türkiye ile Almanya’daki yükseköğretim
sistemlerini karşılıklı olarak zenginleştirmek amaçlanmaktadır.
Tasarının Almanya Federal
Cumhuriyeti ile ülkemiz arasında giderek artan ekonomik, sosyal, kültürel
ilişkileri daha da geliştireceği ve pekiştireceği umuduyla, ülkemiz eğitimine
de hayırlı olmasını diliyor, yüce heyeti saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Arıcı.
Sayın milletvekilleri, şimdi
soru-cevap işlemine geçiyoruz.
Sayın Dibek, Sayın Ağyüz, Sayın Özdemir, Sayın Akkuş, Sayın Doğru, Sayın
Bulut, Sayın Baytok ve Sayın Birdal
sisteme girmişler.
Şimdi, beş dakika süre içinde
ne kadar sığarsa o kadar söz vereceğim sayın milletvekillerine.
Buyurunuz Sayın Dibek.
TURGUT DİBEK (Kırklareli) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, geçtiğimiz hafta
Muğla’nın Bodrum ilçesi Gündoğan beldesinde bir okul açılışıyla ilgili haber
basına yansımıştı, medyaya. Hayırsever Ayşe ve Ahmet Şahin adlı vatandaşlarımız
orada bir okulun ek binalarını yapmışlardı, on altı derslik. Ama açılışıyla
ilgili, Sayın Genel Başkanımız Deniz Baykal’ın açılışını yapmasını talep
etmişti okulu yapan kişi. Bununla ilgili, İlçe Millî Eğitim Müdürünün “Ben bu
okulu Deniz Baykal’a açtırmam.” şeklinde bir beyanı olduğu basına yansımıştı.
Her ne kadar kendisi daha sonra bu açıklamaların doğru olmadığını belirttiyse
de basında bunlar vardı.
Bu konuda Bakanlıkça bir
incelemeniz, araştırmanız olmuş mudur? Gerçekten, Sayın Deniz Baykal’ın, Genel
Başkanımızın bu okulun açılışına katılmaması yönünde özel bir gayret mi vardır
ya da Genel Başkanımızın bu okulu açmasında yasal bir engel bulunmakta mıdır?
Bunları merak ediyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Dibek.
Sayın Ağyüz…
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) –
Teşekkür ederim.
Sayın Bakanım, seçim bölgem
Gaziantep eğitimde başarısız illerden. Bu, sizi olduğu kadar hepimizi üzüyor.
Geçen günkü konuşmanız bana umut vermişti ama maalesef, atadığınız İl Millî
Eğitim Müdürünün yaptığı, bu tür araştırmalardan öte, çirkin ve etik olmayan
sözcüklerle kamuoyunun gündemini işgal ediyor. Bu Millî Eğitim Müdürü ve bunun
gibiler Gaziantep’e yakışmıyor. Lütfen, eğitilmiş, imar edilmiş, cemaat
özelliği olmayan insanları öne çıkarın. Ve arsa arayışında bir mahallî gazetemiz
önderlik etti, bakın, Gaziantep27. “Arsa bulamıyoruz.” diyor Millî Eğitim
Müdürlüğü ama Köyişlerinin 108 bin metrekarelik
arsası orada boş duruyor. Sizden istirhamımız Gaziantep’te bu ivmeyi
kazandıracak yönetici atamanız ve bu arayışa katkıda bulunmak için bir konsensüs sağlamanız; yoksa Gaziantep’i başarısızlıktan
kurtaramayız. Ayrıca bu Millî Eğitim Müdürü için yaptığınız işlem nedir,
sonuçlandı mı görevden alma işlemi? Bunu da bilmek…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Ağyüz.
Sayın Özdemir…
HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) –
Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Sayın Bakana soruyorum,
birinci sorum: Gaziantep Üniversitesinin son iki yıl içerisinde öğrenci sayısı
yüzde 50 artmıştır. İl merkeziyle Nizip, Oğuzeli, İslahiye,
Nurdağı ve Araban ilçelerimizde okuyan öğrencilerimizin acil yurt ihtiyacı
vardır. Öğrencilerin yurt ihtiyaçlarını karşılamak için ne gibi çalışmalar
vardır ve çalışmalar ne durumdadır?
İkinci sorum: Araban
ilçemizde ortaöğretimde okuyan öğrencilerin, bunların birçokları taşımalıdır ve
bunların, kız ve erkek öğrencilerin yurtları yoktur ve acilen yurt ihtiyaçları
vardır, bu konuda ne gibi çalışmalar vardır?
Üçüncü sorum: Ayrıca Araban’a
bağlı Elif beldesindeki ilköğretimde okuyan öğrencilerden yılda 80’in üzerinde
kız öğrenci okulu bitirdikten sonra liseye gidememektedirler…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) –
Bitirmemde yarar var Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sorunuz anlaşıldı
Sayın Özdemir.
HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) –
Anlaşılmadı efendim.
BAŞKAN – Anlaşıldı herhâlde.
“Liseye gidememektedirler…” Bunun için gerekli işlemi soruyorsunuz herhâlde.
Sayın Akkuş…
AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın
Başkan, Sayın Bakan; 29/3/2010 tarihli gazetelere
düşen bir haberde Sayın Başbakan “Türk-Alman Üniversitesi için 119 dönüm arsa
tahsis ettik.” demiştir. Burasının İstanbul’un akciğerlerinden son kalan Beykoz
Fidanlığı olduğu belirtiliyor. Tahsis edilen 119 dönüm alan gerçekten burası
mı? Burası ise bu çevre harikasına nasıl kıyıyorsunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Akkuş.
Sayın Doğru...
REŞAT DOĞRU (Tokat) –
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Ülkemizde son yıllarda
uyuşturucu ve madde kullanımıyla ilgili olarak büyük ilerlemeler vardır yani
çok büyük bir şekilde okullarda uyuşturucu kullanımı ve madde kullanımı vardır.
Bununla ilgili Millî Eğitim Bakanlığı olarak okullarda ne tür çalışma yapıyorsunuz?
İkincisi de, aynı tabloyu
özellikle Almanya, Fransa gibi yurt dışındaki yerlerde daha ağır bir şekilde
görüyoruz. Yurt dışındaki çocuklarımızla ilgili de böyle bir çalışma veyahut da
bu yönde bir çalışma yapacak mısınız?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Doğru.
Sayın Bulut...
AHMET DURAN BULUT (Balıkesir)
– Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım, Almanya’nın
Türkiye’den başka herhangi bir ülkede Almanya’nın ortaklığıyla kurmuş olduğu
herhangi bir üniversite var mı?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Bulut.
Sayın Baytok...
NESRİN BAYTOK (Ankara) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, İstanbul’da 3
liseli gencimiz tramvayın altında kalarak can verdi ve bu olay dolayısıyla
lisenin öğrencileri bir yürüyüş yaparak olayı protesto ettiler. Bu protesto
eyleminden sonra okul yönetimi hakkında bir soruşturma başlatıldı ve öğrenciler
de “Disiplin cezası veririz, konuşmayın.” diye tehdit ediliyorlar,
susturuluyorlar. Bu nasıl bir demokrasi anlayışıdır Sayın Bakan ve bu okuldaki
uygulama için ne düşünüyorsunuz? Çocuklarımıza “Tramvayların altında kalarak
ölebilirsiniz ama hak arama eylemi yapamazsınız.” mı demek istiyoruz? Böyle bir
mesaj mı verilmek isteniyor? Cevabını alabilirsem memnun olurum.
Teşekkürler.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Baytok.
Son olarak Sayın Birdal...
AKIN BİRDAL (Diyarbakır) –
Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın Bakandan öğrenmek
istiyorum: Bakanlık Ermeni okulları için Ermenice ders kitaplarının basıldığına
dair çok iyi bir haber okuduk ve bunun azınlık çocuklarına ücretsiz
dağıtılacağı konusunda. Bu ders kitapları kaçak Ermeni çocuklarına da verilecek
mi?
İkincisi, 1914’te Anadolu’da
2.200 Ermeni kilisesi ve 2 bin de Ermeni okulu
faaliyet gösteriyordu. Şu anda kaç tane Ermeni okulu
var ve bu konuda karşılıklı bir, patrikhaneyle iş birliği de yapılacak mı?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Birdal.
Buyurunuz Sayın Bakan.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Dibek’in sorusuyla
başlamak istiyorum. Muğla’nın Bodrum ilçesine bağlı Gündoğan belgesindeki okul
açılışına ilişkin olarak İlçe Millî Eğitim Müdürlüğümüz tarafından yapılan
açıklama, böyle bir engellemenin yasal olarak veya herhangi bir şeklide gayriresmî olarak yapılmadığı yönünde ama bu konudaki
incelememiz devam ediyor.
Herhangi bir şekilde bir
siyasi partinin genel başkanının bir okulun açılışına katılmasından memnuniyet
duyarız. Dolayısıyla bunu engellemek gibi bir niyetimiz Bakanlık olarak bizim
olmadığı gibi il ve ilçe millî eğitim müdürlerimizin de bu konuda böyle bir
tutumu olamaz. Ama orada, bildiğim kadarıyla, yasal açıdan okulun açılışının
sakıncalı olduğuna dair bir bilgi bize ulaştı.
Bazı zamanlarda
hayırseverlerimiz tarafından iyi niyetle yapılan okullarımızın bazen bina
statiği açısından, arsa açısından sorunlu olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla ben
de bizzat bu tür okulların açılışına gitmiyorum. Zira belediyeler tarafından
tahsis edilen bu arsaların bazen mülkiyet problemleri de olabiliyor.
Dolayısıyla, bir okulun açılışa hazır olup olmadığına ilişkin karar, o okulun
bulunduğu ilçenin millî eğitim müdürlüğü tarafından takdir edilir. Sorunun
yönünün tamamen okulun açılışına ilişkin bazı idari ve diğer problemlerle
ilgili olduğu yönünde bize ön bilgi ulaştı.
Gaziantep’le ilgili sorulan
bir soru vardı, Gaziantep’in il olarak eğitimde başarısızlığına ilişkin ve
yeteri kadar bu konuda sonuçlandırılmış bir çalışma olmadığına ilişkin.
Gaziantep gerçekten son beş yıl içerisinde özellikle çok çok
hızlı büyüyen bir şehir ve dünyanın belki en hızlı büyüyen şehirlerinden bir
tanesi oldu. Dolayısıyla eğitim kurumları gibi planlamalar yapılırken de her ne
kadar büyüme ve şehrin metropolleşmesi göz önüne
alınırsa da bu hızlı büyüme karşısında eğitimin ihtiyaçları konusunda birtakım
sorunlar oldu. Özellikle son yıllarda gösterdiğimiz mücadeleye rağmen, kent
merkezinde veya kentin donanımlı bölgelerinde eğitim kurumu açmak için
elverişli arazinin bulunamadığı ve bu arsa tahsisleri konusunda da tüm kamu
kurumları ve kamu binalarına ilişkin olarak da, kamu arsalarına ilişkin olarak
da geniş bir tasarruf içerisinde bulunduğumuzu söylemek isterim.
Sizin sorunuzdan önce daha
önceki bir maddenin görüşmeleri esnasında sorulmuştu, Gaziantep İl Millî Eğitim
Müdürümüzün açıklamalarına ilişkindi. Gerçekten bir ilin millî eğitim müdürüne
yakıştıramadığımız, hoş karşılamadığımız açıklamalar oldu bunlar. Hem edep
dışı, terbiye dışı bulduğumuzu söyledik ve görevden alma işlemini
başlattığımızı söyledik. Ben burada oturuyorum, imzama gelirse imzalayacağım. Yani süreç devam eden bir süreç. Bugün itibarıyla görevi
bırakacak kendisi. Ümit ederim ki sadece il millî eğitim müdürlerimiz değil, bu
tutum, bütün eğitimcilerimiz ve tüm toplumumuz açısından, biraz da yaptığımız
iş açısından önemlidir. Her birimiz, ağzımızdan çıkan sözlere, kendimize
yakışmayacak sözlere dikkat etmeliyiz diye düşünüyorum. Kendisinin...
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) –
Sayın Bakan, size yakışan da bu.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Bunun dışında yine Sayın Özdemir’in Gaziantep’le ilgili
soruları vardı. Bunları birleştirmek isterim.
Kredi ve Yurtlar Kurumuna
ilişkin sorular, aslında Millî Eğitim Bakanı olarak artık bana, hani, sorulmasa
daha iyi olur, bir kez daha altını çizeyim. Ama şu anda Gaziantep ilinde Kredi
ve Yurtlar Kurumuna ait 2.054 kapasiteli yurt var. Şu anda bu yurtlarda 1.917
öğrenci kalıyor. Yani şu anda bile 137 öğrencinin kontenjanının boş olduğunu
görüyoruz. Yani yükseköğrenimde öğrenci sayısının arttığı ve yurt ihtiyacı
olduğunu ifade ettiniz. Bunun karşılığında bizdeki veriler, öğrenci sayısının
kontenjanların altında olduğunu gösteriyor.
Yine Türk-Alman
Üniversitesinin Beykoz’da kurulması ve arsaya ilişkindi. Ben İstanbul’da
yaşayan birisi olarak, Beykoz ve Sarıyer’i İstanbul’un akciğerleri olarak
görüyorum ve buralardaki yapılaşmaya karşı tutumumuz, başta Sayın Başbakanımız
olmak üzere tüm bakanlarımız aynı görüşteyiz. Dolayısıyla, burası, Tarım
Bakanlığına ait bir fidanlık üzerinde bir tasarruf yapma çalışmalarımız var.
Henüz tahsis işlemleri değil ama Tarım Bakanlığıyla Bakanlığımız arasında bu
konuda yazışmalar oluyor.
Her şeyden önce, bir kez daha
söylüyorum, bu üniversite Türk üniversitesi ve Türkiye’de kuruluyor ve Türk
yükseköğrenimine hizmet edecek ve Türkiye’deki öğrenciler eğitim görecek.
Dolayısıyla, biz kendi ülkemizde kurulan bir üniversiteden söz ediyoruz. Bu
çerçevede bu üniversitenin ele alınmasında yarar var diye düşünüyorum.
AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın
Bakanım, Tarsus’a kursaydık!
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Sayın Akın Birdal’ın sorusu:
“Ermeni okulları için…” dediniz. Ülkemizde bulunan azınlık okullarından Ermeni
cemaatine ait okullar da, Lozan çerçevesinde kurulmuş ve özel öğretim yapan
özel kurumlar olarak nitelendiriliyor.
Bildiğiniz gibi, ülkemizdeki
bütün kurumlarda, öğretim çağındaki çocukların, lise dâhil olmak üzere artık,
öğrenim ders kitapları Bakanlığımız tarafından karşılanıyor. Tabii ki bu talep
doğrultusunda, azınlık okullarının ders kitap ihtiyaçlarını da karşılamamız son
derece normal. Fakat kamuoyunda da gündeme geldiği şekliyle, ülkemizde kaçak
şekilde bulunan veya kaçak işçi olarak tanımlanan Ermeni veya başka bir ülke
yurttaşı, hiç fark etmez, bunların statüsünü hukuki anlamda tespit etmek
gerekir her şeyden önce. Türkiye’nin, Birleşmiş Milletlerin bu anlamdaki
sözleşmelerine ve ülke iç hukukuna uygun bir şekilde davrandığını düşünüyoruz.
Şöyle ki: Şu anki mevcut koşullarda Türkiye’de herhangi bir şekilde bulunan bir
yabancı ülke vatandaşının statüsü ya mültecidir ya vatansızdır ya göçmen
işçidir ya yasal statüde Türkiye’de bulunuyordur, öğrenim görüyordur vesaire.
Şimdi, bu statüde olmayan birisine, Türkiye’de varlığını kabul etmek suretiyle
herhangi bir şekilde eğitim verebilmemize şu anki mevzuatımız elverişli değil
ama bu konu üzerinde bir çalışma yürütüyoruz, yani sadece… Tabii ki bu Ermeni
veya başka ırk, önemli değil, Türkiye’de herhangi bir nedenle bulunan ama yasal
statüsü tanımlanamayan çocukların da eğitim hakkından yararlanmaları yönünde
bir çalışma yapılması konusunda bir hazırlığımız var. Ama sonuçta, şu anki
bulundukları pozisyon itibarıyla… Bu sadece Türkiye’ye özgü de değil Sayın Birdal, yani dünyanın neresinde olursa olsun kaçak durumda,
bir ülkede bulunanların yasal statüsü şudur: Yakalandıkları zaman ülkeden sınır
dışı edilirler. Dolayısıyla hem ülkede bulunduklarını yasal olarak kabul
etmediğiniz bir kitlenin çocuklarının ülkede eğitim görmesine ilişkin bir
statünün düzenlenmesinin de -takdir edersiniz ki- son derece girift ve karmaşık
bir problem olduğunu vurgulamak isterim.
BAŞKAN – Süremiz doldu
aslında, ek süremizi de geçirdik.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Bir soru daha…
BAŞKAN – Bir dakika daha
süre…
Buyurun Sayın Bakan.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Sayın Baytok’un bir sorusu
vardı. İstanbul’da tramvay hattı üzerinde bulunan bir okulumuzda meydana gelen
yani tramvay yolundan geçme esnasında meydana gelen bir kazada 3 öğrencimiz
hayatını kaybetti. Ben, her şeyden önce, bütün ailelerine ve yakınlarına başsağlığı
dilemiştim ama bu vesileyle, hatırlattığınız için bir kez daha ailelerine
başsağlığı diliyorum, milletimize da sabırlar diliyorum. Gerçekten olmasını
arzu etmediğimiz hadiseler ve trafik kuralları açısından, uygulama açısından
bir pürüz varsa -ki Belediye Başkanlığımız, İçişleri Bakanlığımız konu üzerinde
incelemeler yapıyor- o konuda bir soruşturma açılır elbette. Ama sık sık vurgulanıyor, Tekel işçilerine destek adı altında,
eylem yapan lise öğrencileri adı altında da söyleniyor. Her şeyden önce, lise
çağındaki öğrenciler yani ortaöğretim ve ilköğretim kurumlarında herhangi bir
şekilde bir toplantı ve gösteri yürüyüşü veya buna benzer bir şeyin düzenlemesi
mümkün değil, şu anda mevcut yasal düzenleme böyle. Ha, şimdi şu söylenebilir:
“Bu düzenleme doğru değil. Liseliler de istedikleri şekilde, istedikleri okul
bahçelerinde veya okul ortamlarında eylem yapsınlar.” denebilir ama bu böyle
değil, şu anki düzenleme böyle. Öğrenciler, okul dışında olmak kaydıyla,
katıldıkları gösteri ve yürüyüş dâhil olmak üzere, bu tür demokratik
tepkilerinden dolayı herhangi bir işlem ve eyleme tabi tutulmamaktadır ama
söylediğim gibi bu ihlaller neticesi söz konusu olduğu zaman disiplin
soruşturmaları açılır, okullarımız da kurumlarımız da mevcut kanun ve
yönetmelikler çerçevesinde bu soruşturmaları açarlar.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Çubukçu.
HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) –
Sayın Bakan, son soruma cevap vermediniz efendim.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, 2’nci madde üzerinde iki önerge vardır.
HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) –
Sayın Başkan, benim sorduğum soru çok önemli efendim. Şimdi, bizim, Araban
ilçemiz var, Araban ilçemizin Elif beldesi var. Burası 2 bin, 3 bin nüfuslu
ancak bölgedeki köylerle birlikte 10 bine yakın nüfusu var. Bu beldede lise
yok. Kız öğrenciler okuyamıyor, ilköğretimden sonra hiçbiri okuyamıyor. İşte
“kız çocuklar okula” diye birçok program var ama oradaki çocukların hiçbirisi
ilkokuldan sonra okuyamıyor.
BAŞKAN – Sayın Özdemir…
HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) -
Ben Sayın Bakanıma bunu arz ediyorum efendim.
BAŞKAN – Sayın Özdemir… Sizin
bu sorunuzu yazılı cevaplayacakmış Sayın Bakan, öyle ifade etti. Size gerekli
cevabı verecektir.
HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) -
Çok önemli efendim bu. Yerinde gördüğüm için söylüyorum.
BAŞKAN – Tabii ki çok yerinde
ve gerekli bir şey sorunuz.
Şimdi, 2’nci madde üzerinde
iki önerge vardır, sırasıyla okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
486 Sıra Sayılı Kanun
Tasarısının 2. maddesi ile eklenen Ek Madde 12’de yeni kurulan Türk-Alman
Üniversitesinde kullanılmak üzere ekli I sayılı Listenin sonunda eğitim öğretim
planlamacısının kadrosunun 1’den 2’ye çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
|
Beytullah Asil |
Hasan Çalış |
Akif Akkuş |
|
Eskişehir |
Karaman |
Mersin |
|
Hüseyin Yıldız |
Cemaleddin Uslu |
Kürşat Atılgan |
|
Antalya |
Edirne |
Adana |
T. B. M. M. Başkanlığı’na
Görüşülmekte olan 486 sıra
sayılı yasa tasarısının 2. maddesindeki Ek madde 12’de yer alan (I) no’lu listede bulunan araştırma görevlisi sayısının her
derecede 5 adet artırılmasını arz ederiz.
Saygılarımızla.
Ferit Mevlüt
Aslanoğlu |
Rahmi Güner |
Turgut Dibek |
|
|
Malatya |
Ordu |
Kırklareli |
|
Osman Kaptan |
Orhan Ziya Diren |
Sacid Yıldız |
|
Antalya |
Tokat |
İstanbul |
|
|
Muharrem İnce |
|
|
|
Yalova |
|
BAŞKAN – Komisyon önergeye
katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
BAŞKAN VEKİLİ RECAİ BERBER (Manisa) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Hükûmet?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurunuz Sayın
Dibek. (CHP sıralarından alkışlar)
TURGUT DİBEK (Kırklareli) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlar,
görüşülmekte olan 486 sıra sayılı yasanın 2’nci maddesinde verdiğimiz önerge
üzerinde söz aldım Cumhuriyet Halk Partisi adına. Öncelikle saygılarımla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, bu
yasayla Türkiye ile Almanya arasında bir üniversite kurulacak. Aslında bu
hafta, Türkiye ile Almanya ilişkileri arasında yoğun bir hafta olarak
değerlendirilebilir. Sayın Almanya Başbakanı da ülkemizi ziyaret etmişti.
Almanya’da bir lise açılması konusunda tartışmalar vardı. Üniversite
Türkiye’de, lise Almanya’da açılacak diye düşünüyorum ama liseyle ilgili bir
sorun vardı, inşallah o sorun çözülür. Ama Almanya ile Türkiye arasında başka
bir mesele daha var arkadaşlar yani ben o konuda söz aldım, aslında o konuda söylemek istediğim birkaç şey
var. Ne var Türkiye ile Almanya arasında? Bir Deniz Feneri meselesi var.
Değerli arkadaşlar,
geçtiğimiz hafta, bu konuda yine basında yer alan, Almanya’da bir soruşturma,
hatta ikinci Deniz Feneri soruşturması, davasıyla ilgili olarak iddianamenin
hazırlandığı, tanzim edildiği, yargılama aşamasına geçileceği ama Türkiye’den
talep edilen birtakım bilgilerin, belgelerin gelmediği, bu nedenle de henüz
yargılama yapılmadığına yönelik bir haber vardı. Ben de, daha önce bu konuyu
takip ettiğim için, bir soru önergesi vermiştim Sayın Adalet Bakanına, onunla
ilgili, bana, geçtiğimiz hafta bir cevap verdi ve “Alman makamlarının bu
talepleri niye yerine getirilmedi?” diye sormuştum ben. İki ülke arasındaki
uluslararası anlaşma gereği adli yardım taleplerinin karşılanması gerekirken
niye bu talepler yerine gelmedi? Ek olarak, Alman makamları,
Türkiye’den, Türkiye’deki asli fail olarak belirttiği kişilerle ilgili olarak,
onların burada ifadelerini almak, onların burada, Alman savcı, Alman polisi ve
Türkiye’deki yetkili savcıların huzurunda ifadelerini almak üzere talepte
bulunduklarını ama bu konuda kendilerine “ret” yanıtı verildiğini ve “ret”
yanıtı içerisinde herhangi bir gerekçenin de belirtilmediğini söylemişti. Ben
de “Niye ‘ret’ yanıtı verdiniz? İki ülke arasındaki anlaşma gereği Almanya’nın
-Türkiye'nin de aynı şekilde- böyle bir hakkı varken, niye Alman makamları
gelip burada bu haklarını kullanamıyorlar, gerekçesi nedir?” diye sordum. Sayın
Bakan herhangi bir gerekçe açıklamadı, sadece “Konu reddedilmiştir.” dedi.
Değerli arkadaşlar, tabii
hâlâ merak ediyorum. Hatta bu konuyu takip etmek üzere, ben adliyeye de gittim.
Tabii, konu üzerinde, biliyorsunuz, gizlilik kararı olduğu için yani ben sadece
hangi gerekçeyle izin verilmediğini öğrenmek üzere, o kararın bir nüshasını
alabilir miyim diye sorduğumda, savcılık makamı “Konu üzerinde gizlilik kararı
var. Dolayısıyla, biz bunu size veremeyiz.” dediler. Tabii,
bu gizlilik kararı da ayrı bir mesele.
Değerli arkadaşlar, burada
hukukçu arkadaşlarımız var. Hangi mantıkla, hangi hukuki değerlendirmeyle bu
dosya üzerinde gizlilik kararı olduğu veya konduğu da tartışılır. Yani
sakıncası nedir? Türkiye’de diğer yargılamaları biliyoruz, diğer soruşturmaları
da biliyoruz. Bilirkişi bir rapor hazırlıyor, daha ilgili savcılığa gitmeden
yolda, yola dahi gitmeden -ilgili bu rapor- bir bakıyorsunuz bir gazetede
manşet olarak yer alabiliyor. Şimdi, böyle soruşturmalar var Türkiye’de ama bu
Deniz Feneri meselesi her nedense özel bir koruma altında değerli arkadaşlar.
Bugün Sayın Kılıçdaroğlu’nun Mecliste yaptığı bir basın toplantısı var.
O basın toplantısı metni de benim elimde değerli arkadaşlar. Orada, Sayın Kılıçdaroğlu, bu iki ülke arasında gidip gelen paralar var…
Yani Almanya’da toplanan, yurt dışında toplanan, birçok reklam
verilerek -özellikle bir televizyonda, Kanal 7’de o dönemlerde çok sayıda
reklamlarla vatandaşların iyi niyetle yardım ettiği- toplanan yaklaşık 42
milyon euro. Yani bunun 26 milyon euro’sunun
Türkiye’ye özel kuryelerle aktarıldığına yönelik, biliyorsunuz, ilk kararda da
hükümler, açıklamalar vardı. Bununla ilgili, kendisi on sekiz adet teslim
tesellüm makbuzunu, değerli arkadaşlar, bugün basın toplantısıyla kamuoyuna
açıklamıştı. Hatta bunlardan iki tanesi de değerli arkadaşlar, ıslak imzalı,
yani belgelerin aslı. Yani Almanya’daki savcılığın ilk soruşturma sonucundaki
mahkûmiyet kararında belirttiği “Asli failler Türkiye’de.” dediği 16 kişi
içinde yer alan bu şahısların aralarında imzaladıkları teslim tesellüm
belgelerini bugün kamuoyuna açıkladı.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
Buyurunuz.
TURGUT DİBEK (Devamla) - Bu
konu, bu akşam, tahmin ediyorum haberlerde ve kamuoyunda da dikkatle takip
edilecektir diye düşünüyorum ama işin ilginci, asıl belgeleri de kamuoyuna
sundu. Zannediyorum, Türkiye’de bu konu…
Değerli arkadaşlar,
Almanya’da dosya, biliyorsunuz, 18 Eylül 2008’de sonuçlandırıldı, mahkeme
kararı... Ondan beş ay sonra dosya 24 Şubatta Türkiye’ye geldi. Üç ay da
tercümesi, sekiz ay, dokuz ay… Yani, 2009’un Mayıs ayından bu yana, gizlilik
kararı içerisinde cumhuriyet savcıları bu konuyu da takip ediyorlar, hangi
aşamada olduğunu hiçbirimiz bilmiyoruz ama bu belgelerin çok işe yarayacağını
ben düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar, bu konu
gerçekten çok önemli. Türkiye’de hukuka nasıl bakıyoruz, davalara nasıl
bakıyoruz? İşte, bana dokunuyorsa, bu konu bana zarar verecekse… İktidar
açısından konuşuyorum. Onlar nasıl bakıyorlar? Bir turnusol kâğıdı gibi,
gerçekten, herkesin karşısında bir ayna olarak gözüküyor.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
bağlayınız.
TURGUT DİBEK (Devamla) –
Başkanım bitiriyorum.
Bu konuyla ilgili aslında
söyleyecek birkaç şey daha var ama fırsat olursa… Sayın Bakandan da aslında
hoşgörüsüne sığınarak ben konuyla ilgili konuşmayı tabii ki arzu ediyorum ama
iki ülke arasında bu konu da çok ciddi bir mesele. O yüzden bu konunun da
kamuoyunda takip edildiğini bildiğim için, bir önerge üzerinde tekrar söz almak
istiyorum.
Çok teşekkür ediyorum,
saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Dibek.
III.- YOKLAMA
(CHP sıralarından bir grup
milletvekili ayağa kalktı)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Sayın Başkan, yoklama istiyoruz.
BAŞKAN – Yoklama
istiyorsunuz.
Sayın Anadol,
Sayın Aslanoğlu, Sayın Dibek, Sayın Korkmaz, Sayın
Keleş, Sayın Özdemir, Sayın Köse, Sayın Güvel, Sayın
Ayhan, Sayın Bingöl, Sayın Bulut, Sayın Güner, Sayın
Çöllü, Sayın Yıldız, Sayın Köktürk, Sayın Kaptan, Sayın Coşkunoğlu,
Sayın Ekici, Sayın Seçer, Sayın Baytok.
Evet, üç dakika süre
veriyorum.
(Elektronik cihazla yoklama
yapıldı)
BAŞKAN – Toplantı yeter
sayısı vardır.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ (Devam)
4.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/769) (S. Sayısı: 486) (Devam)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
486 Sıra Sayılı Kanun
Tasarısının 2. maddesi ile eklenen Ek Madde 12’de yeni kurulan Türk-Alman Üniversitesinde
kullanılmak üzere ekli I sayılı Listenin sonunda eğitim öğretim planlamacısının
kadrosunun 1’den 2’ye çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Beytullah Asil (Eskişehir) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon önergeye
katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
BAŞKAN VEKİLİ RECAİ BERBER (Manisa) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Hükûmet?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Sayın Akkuş,
buyurunuz efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 486 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 2’nci
maddesiyle eklenen ek madde 12 üzerinde verdiğimiz önerge hakkında söz almış
bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlarım.
Değerli milletvekilleri, şu
anda ülkemizde 139 tane üniversite bulunmaktadır, biz 140’ıncı üniversiteyi
kurmak üzere burada birtakım çalışmalar yapıyoruz. Bu üniversitelerimizin bir
kısmı “Her ile bir üniversite kurulmalı.” anlayışıyla kuruldu ve faaliyetleri
de sürüyor.
Üniversitelerin açılması, bir
toplumun sosyal ve kültürel seviyesinin yükselmesine doğrudan doğruya etkili
olacak ve toplumun, toplum hayatının anlam kazanmasını sağlayacaktır. Buradan
şunu demek istiyorum: Yani, hiçbir şekilde biz üniversite açılmasına karşı
olmamalıyız, üniversiteler açılmalı ama üniversiteler yerinde açılmalı,
gerektiği zaman açılmalı. Böyle her ilde bir üniversite olsun diye üniversite
açılmamalı demek istiyorum. Ancak bu, ekonomik gelişmesini tamamlamış veya
yüksek seviyede hayat standardı yaşayan ülkeler için gereken bir eğitim-öğretim
ortamıdır.
Ülkemizde üniversite okumak
isteyenler, eğitimini tamamladıktan sonra aldığı diploma ile yeni bir iş
edinmeyi, standardı yüksek bir hayat yaşamayı düşünmektedirler. Birçok ana-baba
çocuğunun eğitiminden elde edeceği imkânlarla kendi yaşantısının da
değişeceğini düşlemektedir. Durum böyle olunca her üniversite mezunu özellikle
devletten iş ve kadro istemektedir fakat devlet bu işi ve kadroyu
verememektedir. Bugün yüz binlerce yükseköğretim diplomalı işsiz bulunmakta ve
birçoğunun da maalesef psikolojisi bozulmuş durumdadır. Elbette ki üniversite
açılmalı ancak bu açılacak üniversiteler uygun yerlerde, gelişme trendi
gösterecek alanlarda açılmalıdır. Bu yasayla açılması düşünülen Türk-Alman Üniversitesinin
isminde Alman isminin bulunmasının uygun olmadığını daha önceki konuşmamda
belirtmiştim.
Geçtiğimiz günlerde Sayın Merkel’in ülkemizi ziyareti sırasında Almanya’da bir Türk
okulunun, mesela bir Türk lisesinin kuruluşu gündeme gelmiştir. Sayın Merkel “Neden olmasın.” diye bir söz sarf etti ve biz
millet olarak, özellikle de yandaş medya olarak bu sözü sanki bir lise, bir
üniversite veya diğer okulları kurulmak üzere birtakım anlaşmalar yapılmış gibi
dikkate aldık. Bu da beni gerçekten üzdü.
Değerli milletvekilleri,
bilindiği gibi “Söz uçar gider.” diye bir sözümüz var. Merkel
bunu ayaküstü söyledi ve bu sözü de şimdiye kadar çoktan unutmuştur. Onun için
bunu gerçek sanıp orada da bir üniversite kurulacağını kesinlikle düşünmeyin.
Yani Merkel bir söz vermedi, “ileride olabilir” gibi
dil ucuyla bir şey söyledi. Yani bir parmak bal çaldı gibi bir şey
düşünebiliriz. Balın tadı da kısa bir müddet damağımızda durur, ondan sonra da
kaybolur.
Bilindiği gibi, Almanya’da
3,5 milyon vatandaşımız yaşamaktadır ve onların birçoğu 1960’tan beri oradadır.
Yani Alman ekonomisine emek vermişler, değer katmışlar. Bugünkü Alman
ekonomisinin önemli bir kısmı bu Türk insanının emeğiyle kurulmuştur.
Almanlar oradaki
vatandaşlarımıza bırakın kendi diliyle eğitim yapan bir Türk
lisesi açmayı, onları asimile etmeyi düşünmektedirler. Bugün Almanya’da
yaşayan vatandaşlarımızın ilk ve ortaöğretim çağında 500-600 bin genci
bulunmaktadır. Almanya, bunlar için okul açılmasına müsaade etmez çünkü Alman
ekonomisinin dayanağı olan ağır sanayinin işçiye, özellikle de vasıfsız işçiye
ihtiyacı var. Almanya’daki Türk gençleri de bunun için uygun bir iş gücüdür.
Almanya bu iş gücünü kaybetmek ister mi? İstemez.
Değerli milletvekilleri, yüz
kırkıncı üniversiteyi kurduğumuz şu günlerde keyfî bir tutumla, yüzlerce genç
bilim adamı, kadrosuzluk bahane edilerek, kariyeri hiçe sayılarak öğretim üyesi
yapılmamaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
Buyurunuz.
AKİF AKKUŞ (Devamla) –
Teşekkür ederim.
Yani doktorasını bitirmiş
genç bilim adamı adayları, maalesef, kadrosuzluk nedeniyle bunlar bu kadroları
alamamaktadır.
Şimdi, tabii, sokakta
ayakkabı boyayarak yokluk ve yoksulluk içindeki ailesinin bütçesine katkı
sağlayan çocuklar gündeme bir vesileyle taşınırken yardımcı doçent kadrosu
verilmeyen bilim adamları da dikkate alınmalıdır.
Değerli milletvekilleri,
herhangi bir kurumda ve hatta kuruluşta eğitim-öğretim planlaması son derece
önemlidir. Bir üniversitede ise bu daha da önemlidir. Bu yüzden üniversite
kadroları ihdas edilirken eğitim-öğretim planlaması kadrosu en az iki olmalıdır
diyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Akkuş.
Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
2’nci maddeyi ekindeki
listeyle beraber oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde
kabul edilmiştir.
3’üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- 13/12/1983
tarihli ve 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye
aşağıdaki ek madde eklenmiştir.
“EK MADDE 11- Yeni kurulan
Türk-Alman Üniversitesinde kullanılmak üzere ekli (II) sayılı listede yer alan
kadrolar ihdas edilerek bu Kanun Hükmünde Kararnameye bağlı cetvel-lere, ilgili üniversite bölümü olarak eklenmiştir.”
BAŞKAN –
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Şenol Bal. (MHP
sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Bal.
MHP GRUBU ADINA ŞENOL BAL
(İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 486 sıra sayılı YÖK Teşkilatı
Kanunu ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri,
devamlı değiştirilen politikalar, okul eğitiminin yetersizliği, dershanelerin
ahtapot gibi ilköğretimden üniversite bitimine kadar uzanmış kolları, özel
hocalar, özel dersler… Yani eğitim yapabilme Türkiye’de para ile orantılı,
fırsat eşitliği tamamen ortadan kalkmış durumda. Eğitim ve öğretimde fırsat
eşitliğinden bahsedebilir miyiz sayın milletvekilleri? Türkiye’deki eğitim
sisteminden kim memnun? Öğrenciler mi, öğretmenler mi, öğretim elemanları mı,
veliler mi? Yaşam kalitesine paralel eğitim kalitesi, eğitim kalitesine paralel
de yaşam kalitesi giderek düşüyor. Bu bir döngü. Üniversitelerimizde
yeterli öğretim elemanı yok. Hak ettikleri şartlarda eğitim yapamamaktan
öğrenciler şikâyetçi veya artık kaderlerine razı olup sorgulamaktan da
vazgeçtiler. Öğrenciler bıkkın, öğrenciler mutsuz ve gelecekten umutsuz.
Türkiye’nin eğitimdeki
başarısızlıklarının ve hatta bazı bakımlardan eskiye kıyasla ileriye gitmek
yerine gerilemesinin ve yozlaşmasının önemli sebeplerinden biri, “üniversite”
ve “üniversiteli” kavramlarının dejenere edilmesidir.
Millî Eğitime bağlı devlet ve özel okullardan gelen öğrenciler yeterince
bilgiyle ve kültürel birikimle donatılmadığı için çağın gereklerini ve
değişimlerini kavramakta yetersiz, bütün öğrenimleri boyunca ezbere ve test
sınavlarına hazırlandıkları için herhangi bir konuyu kâğıda dökerek ifade
etmekte bile zorluk çekiyorlar. Sınav yorgunu ve motivasyonları
tükenmiş bu gençlerimiz üniversiteye başlıyor.
Sayın
milletvekilleri, özellikle Sayın Bakan; Türk milletine mensubiyet gurur ve
şuuruna sahip, manevi ve kültürel değerlerimizi özümsemiş, düşünme, algılama ve
problem çözme yeteneği gelişmiş, yeni gelişmelere açık, sorgulayan, sorumluluk duygusu ve toplumsal
duyarlılığı yüksek, bilim ve teknoloji üretimine yatkın, girişimci, demokrat,
kültürlü ve inançlı nesillerin yetiştirilmesi millî eğitim politikamızın temel
amacı olmalıdır.
Her toplumsal mesele aynı
zamanda siyasi bir meseledir. Eğitim meselemiz de siyasi bir meseledir. Bir
şeyler doğru gitmiyorsa, siyaset kurumu doğru program ve politikalar
uygulamıyor demektir. Cumhuriyetin o ilk yıllarında, o yokluk yıllarında mutlu
bir toplum yaratma amacıyla millî eğitime ne kadar büyük önem verildiğini
hatırlatmak istiyorum. Türk eğitim tarihine bakıldığında, cumhuriyetin eğitim
projesinin bu dönemde nasıl şahlanış gösterdiğini ama 1950’lerden sonra nasıl
çok kısa sürede önünün kesildiğini bilmemiz gerekir. 1949’da Türkiye ve ABD hükûmetleri arasında eğitim komisyonu kurulması hakkında
ikili anlaşma imzalanmış, o günden bu günlere, Millî Eğitim Bakanlığında Türk
ve Amerikalı görevliler, Türk millî eğitimine yön verecek çalışmalar yaparak
bugüne gelinmiştir. Ne oldu da kim bu ülkenin vatandaşlarının üst düzeyde
eğitilmesine sessiz sedasız ambargo koydu? Bugün hızla artan ve bir sektör
hâline gelen dershanecilik, özel okullar, özel kurslar nereden çıktı? Bu durumu
geçmişin eğitim modelleriyle karşılaştırıp sorgulamak gerekmiyor mu? OECD üye
ülkelerinin ortaöğrenim başarısını ele alan araştırmasına göre Türkiye'nin 30
üye arasında 29’uncu sırada bulunmasının sebepleri üzerinde durmamız gerekmiyor
mu?
Evet, sayın milletvekilleri,
üniversitelerimizle ilgili en ciddi problemlerin başında dil geliyor. Hem resmî
dilimiz Türkçeyle hem de sayıları her geçen gün artan eğitim-öğretim dili
olarak bir yabancı dil kullanma yolu açılan üniversitelerimizi ele alalım. Hiç
şüphesiz her millet eğitim ve öğretimini kendi diliyle yapmalıdır. Millet
olmanın şartlarından biri budur. Fakat Türk dilinin maruz kaldığı tahribat göz önüne
alındığında, özellikle de öğretmenleri yetiştiren kurumların Türkçe eğitimi ve
öğretimindeki eksikleri eklendiğinde durum vahim. Eğitimin her kademesinde
eğitim dili Türkçe olmalıdır. Türkçeden başka hiçbir dil eğitim ve öğretim
kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez.
Bu, Anayasa’mıza da aykırıdır. Türkçenin doğru ve güzel kullanımını teminen iyi bir şekilde öğretimine önem verilmeli, ayrıca
öğrencilere en az bir yabancı dilin öğretilmesinin altyapısı oluşturulmalıdır.
Sayın milletvekilleri, Asya,
Afrika ve Orta Doğu’da bulunan birçok ülke bir zaman Avrupa ülkeleri tarafından
kolonileştirildiklerinden bu ülkelerin dilini eğitim ve öğretim dili olarak
kullanıyor. Dünyada eski koloni ülkelerinden başka yabancı dille eğitim-öğretim
veren neredeyse tek ülke Türkiye. Gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler için
yabancı dil hâkimiyetinin en az olduğu ülkelerden birisi de Türkiye. Yabancı
dil öğretme konusunda zayıflığın da en önemli nedeni eğitim politikalarımız.
Biraz önce ifade ettim, eğitim-öğretimin kendi ana dili dışında yapıldığı
ülkeleri ifade ettim: Eski koloni ülkeleri. Kıta Avrupası
başta olmak üzere birçok toplum bu konuda son derece muhafazakâr, hiçbirinde
tümüyle yabancı dille eğitim yapan eğitim-öğretim kurumu yok. Bu ülkelerin
üniversitelerinde en fazla bazı dersler yaygın dil hâline gelen İngilizce
olarak açılıyor. Türkiye’de devlet üniversitesi olarak ODTÜ ve Boğaziçi
İngilizce, uluslararası bir anlaşmayla kurulan Galatasaray Üniversitesi ise
Fransızca eğitim ve öğretim yapıyor. Bugün ama çok sayıda özel üniversite de
eğitim ve öğretim dilini İngilizce olarak belirlemiş.
Bugün burada konuştuğumuz
Türk-Alman Üniversitesi de Galatasaray Üniversitesi gibi hükûmetler
arasında protokollerle oluşturuluyor ve Almanca eğitim-öğretim yapacak. Sırada
İtalyanlar var, İngilizler var, dahası gelecek.
Ayrıca, Vakıflar Kanunu’nda
yapılan değişikliklerle vakıf üniversiteleri kuruluyor biliyorsunuz ve rekabet
ortamından kaynaklanan eğitim ve öğretim dili İngilizce olarak belirleniyor.
Şimdi yabancı vakıf okulları da sırada sayın milletvekilleri. Anayasa’mıza
göre, kâr amacı güden şirketler ve yabancılar Türkiye’de üniversite kuramıyor,
ortak olamıyor ama bu madde devletler arası
protokoller ile ve Vakıflar Yasası ile delindi. Bunların dışında bile yabancı
şirketler tarafından örtülü olarak kurulan üniversitelerimiz yok mu değerli
milletvekilleri? Sayın milletvekilleri, Osmanlının son dönemlerini hatırlatıyor
bu gelişmeler. Misyoner okullarını kendi kararımızla mı kuruyoruz, oluşturuyoruz?
3,5 milyon Türk vatandaşının yaşadığı Almanya’da öncelikle, bir Türk-Alman
üniversitesi olmalı değil mi? Almanya Parlamentosu niye böyle bir karar almıyor
sayın milletvekilleri? Sayın Bakan, yoksa biz ricada mı bulunduk bu protokolü
imzalarken Alman Hükûmetine?
1950’li yıllardan bu yana
Almanya-Türkiye arasında üniversiteler arası değişim programları zaten var.
Alman Akademik Değişim Servisi, iki ülke arasında imzalanan kültür anlaşması
sayesinde bu iş birliği zaten güçlenerek devam etmiş. Bu kuruluşun Ankara ve
İstanbul’da 10 danışmanı ve iki bilgi merkezi var. Ayrıca Türk
üniversiteleriyle de ortaklıkları var, Marmara, ODTÜ, Hacettepe gibi. Marmara
Üniversitesinin Almanca işletme enformatiği bölümleri ve ODTÜ’yle sosyal bilim
alanında Türk-Alman master programı devam ediyor.
Türk-Alman Üniversitesinin mali yükümlülüklerinin büyük ölçüde Türkiye
Cumhuriyeti devletine yüklenmesi göz önüne alındığında niye Türk-Alman
Üniversitesi, anlamak mümkün değil.
Değerli milletvekilleri,
yabancı dil, özellikle İngilizce günümüzde geçerli. Pazarın talebine uygun
eleman yetiştirme kaygısı var, üniversiteler arası giriş sınavında tercih
edilme rekabeti var, uluslararası olma, yabancı öğrenci ve öğretim elemanı
sağlayabilme isteği, İngilizce bilgi kaynağının çok olması, daha kolay iş
bulabilme… Evet, yabancı dil bu imkânları sağlayabilir ama -bu etkenlerin
önemsiz olduğunu söylemiyorum- tartıştığımız, yabancı dil öğretimi mi, yabancı
dille eğitim ve öğretim mi?
YÖK üniversitelerin öğretim
dilini seçmekte özgür olmasını sağlayan bir kararı yürürlüğe soktu.
Üniversiteler öğretim dillerini belirleyecek, YÖK’e sunacak, YÖK onaylarsa
üniversitenin veya programın öğretim dili belirlenecek. İstanbul Teknik
Üniversitesi derslerin yüzde 30’unu İngilizce veriyordu, şimdi yüzde 100’ünü
vermeye hazırlanıyor.
Sayın milletvekilleri,
eğitim-öğretim dili Türkçe olmalıdır. Ülke bütünlüğü ve toplumsal bilinç için
bu çok önemlidir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
ŞENOL BAL (Devamla) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Millî kültür dille yakın
ilişki içindedir. Dil zayıflarsa kültür zayıflar, yok olur. Kendi dilini iyi
kullanmayan yabancı dili de iyi kullanamaz. Yabancı dillerin egemenliğini
artırmak Türkçeyi bilim dili olmaktan çıkarıyor, yoksullaştırıyor. Dili
zenginleştirmek ve bilim dili olmasını sağlamak üniversitelerin görevleri
arasındadır. Bilim dili üniversitelerde oluşur. Bize düşen Türkçenin
korunmasına ve zenginleştirilmesine özen göstermektir. Türkiye, Türkçe konuşan ülkelere
yönelik dil konusunda öncülük görevi üstlenmelidir. Burada en önemli görev yine
üniversitelere düşer.
Sayın milletvekilleri,
üniversitede hazırlık sınıfı olmalıdır, ilköğretimden başlamalıdır İngilizce
eğitimi ama eski kolonilerde görülen yabancı dille eğitim ve öğretim yapma
garabetinin ortadan kaldırılması gerekir. Bu yüzden bu tasarıyı çekin, bu
uygulamanın yolunu açmayın diyor,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Bal.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına İstanbul Milletvekili Esfender Korkmaz. (CHP
sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Korkmaz.
CHP GRUBU ADINA ESFENDER
KORKMAZ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, Türk-Alman
üniversite iş birliği, tarihin akışı içinde Türkiye'de önemli bir geçmişe
sahiptir. 1933, İstanbul Üniversitesinde yapılan reformdan sonra Alman bilim
adamlarının İstanbul Üniversitesinin gelişmesine önemli katkıları olmuştur.
Mensubu olduğum İstanbul
Üniversitesi İktisat Fakültesi, 1936 yılında Ömer Celal Sarç
ile birlikte Alman hocalar Neumark, Kessler, Alfred Isaac, Rüstow tarafından
kurulmuştur. Benim hocam Profesör Memduh Yaşa da Neumark’ın
asistanıdır. Bu Alman hocaların önünde bugün saygıyla eğiliyor ve Tanrı’dan
rahmet diliyorum.
Değerli arkadaşlar, tasarının
3’üncü maddesi Türk-Alman Üniversitesi için kadro ihdas etmektedir. Ancak
üniversitelere kadro tahsis etmek kolaydır, arsa ve bina tahsis etmek, vermek
kolaydır; zor olan bu kadrolara insan vermektir, eleman sağlamaktır,
akademisyen sağlamaktır.
Değerli arkadaşlar,
Türkiye'nin kanayan yarasıdır; artık mezunlar akademisyen olmak istemiyor.
Neden istemiyor? Bakın, yeni mezun olmuş ve Sayıştaya
denetçi yardımcısı olan bir elemanın, bir denetçi yardımcısının aldığı maaş
2.800 liradır. Bir araştırma görevlisinin aldığı maaş 1.730 liradır ve yeni bir
profesörün aldığı maaş da 3 bin liradır. Şimdi, yeni bir profesör mezun ettiği
bir Sayıştay denetçisi kadar maaş alırsa siz o ülkede yükseköğrenime nasıl
akademisyen bulacaksınız, nasıl akademik kadrolara sahip olacaksınız? Yine bir
Sayıştay uzman denetçisinin aldığı maaş 6 bin liradır ama otuz yıllık bir
profesörün aldığı maaş 3.660 liradır.
Değerli arkadaşlar, biz
demiyoruz ki Sayıştayın maaşları yüksektir ama yanlış
olan üniversite akademisyenlerinin, üniversite hocalarının maaşlarıdır. Şimdi
bu maaşlar karşısında, siz devamlı üniversite açıyorsunuz, aynı havuzdan eleman
kullanıyorsunuz, peki nasıl sağlayacaksınız? Üniversite öğretim üyesi olmazsa
üniversitede eğitim ve araştırma yapamazsınız.
Değerli arkadaşlar,
üniversite öğretim üyeleri, YÖK’ten önce yurt dışına giderdi, akademik çalışma
yapardı, bilimsel çalışma yapardı. YÖK’ten sonra bu giderek azaldı ve bugün
hiçler seviyesindedir. Bugün, bütün bakanlıklarda denetim elemanları, uzmanlar
yurt dışına gidiyor ama üniversite öğretim üyelerinin, araştırma
görevlilerinin, öğretim kadrolarının yurt dışına gitmesi için Türkiye’de ödenek
yoktur, kaynak yoktur. Bu şartlarda siz nasıl öğretim üyesi yetiştireceksiniz?
Bilim adamları için araştırma
imkânı yoktur; kitapları basılmıyor, araştırmaları teşvik edilmiyor.
Bakın, OECD ortalaması olarak
araştırma geliştirme harcamalarının millî gelirdeki payı binde 22,6’dır.
Türkiye’de bunun üçte 1’i yani binde 7,3’tür. Arkadaşlar, araştırma geliştirme
harcamalarının artırılması gerekiyor. Türkiye, eğer bilimsel bir tabana
oturtulmak isteniyorsa araştırma geliştirme masraflarının aynı oranda
artırılması gerekiyor.
Şimdi bu durumda YÖK ne yapıyor
arkadaşlar? Elbette ki biz, üniversite kökenli insanlar olarak YÖK’ün çok
eziyetini çektik, çok eziyetine katlandık ama bu millet de YÖK’ün eziyetine
katlanıyor.
Bakın, birkaç yıl öncesine
kadar YÖK’ü 1982 Anayasa’sının antidemokratik kurumu olarak tarif eden iktidar,
şimdi 180 derece çark ederek YÖK’ten çok YÖK’çü oldu. Üstelik anayasa
taslağında, siyasi iktidarın antidemokratik olarak gördüğü YÖK, şimdi, Anayasa
üyeliği için 4 üye teklif ediyor.
Değerli arkadaşlar, 2004
yılında Sayın Sezer 22 rektör atamasından 5 adedini, 22 rektör atamasından
yalnızca 5 adedini ikinci sıradan yaptı. Bu uygulamayı dramatik olarak
nitelendiren bugünkü Sayın Cumhurbaşkanı şimdi ne yapıyor? Bakın, Sayın
Abdullah Gül, yeni kurulan üniversiteler hariç, atadığı 25 rektörün 14’ünü
ikinci ve son sıralardaki adaylardan yapmıştı.
Değerli arkadaşlar, Hükûmetin tutumu, siyasi iktidarın anlayışı yükseköğrenimi
piyasa malı yapmıştır. Eğitimin paralı olması bir tarafa, eğitim, yükseköğrenim
piyasa malı hâline gelmiştir yani sosyal özelliği ortadan kaybolmuştur. Vakıf
üniversitelerinin ücretlerine bakın, 10-15 bin lira ile KDV hariç 25 bin
liradır. Dikkatinizi çekerim, “KDV hariç, KDV dâhil” diye, üniversite fiyatları
gazetelerde anons ediliyor. Değerli arkadaşlar, 25 bin lira artı KDV ne
demektir biliyor musunuz? 2 çocuklu, evli bir asgari ücretlinin üç sene dokuz
aylık maaşı demektir. Değerli arkadaşlar, bu, hangi sosyal düzene uyar? Bu,
hangi fırsat eşitliğine uyar? Sayıları 50’ye ulaşan -45 artı 5 de geliyor-
vakıf üniversiteleri, yükseköğrenimdeki toplam öğrencilerin onda 1’inden azını
yani yüzde 8,69’unu okutuyor. Devlet üniversitelerinde de harçlar yüksek. Biz,
üniversitede harcını ödeyemediği için kaydı silinen birçok öğrenci tanırız.
Ardahan ve Muş gibi illerde,
dershane olmadığı için yahut da dershane olduğu hâlde halkın parası olmadığı
için, öğrencinin gidecek kudreti, gücü olmadığı için, öğrenciler sınavlarda en
son sıralardadır ve Türkiye'nin şunu unutmaması lazım: Dershaneye gidip taktik
alamadığı için son üniversite sınavlarında 30 bin gencimiz sıfır çekmiştir. Bu,
bir ülkede yükseköğrenimin iflası demektir. Eğitimde fırsat eşitliği olmazsa
bir ülkede, o ülkede sosyal kastlaşma olur ve sosyal kastlaşma da terör
demektir, anarşi demektir.
Değerli arkadaşlar,
Türk-Alman Üniversitesinden mezun olanlar, düşündünüz mü, Türkiye’de mi
çalışır, Almanya’da mı çalışır? Türkiye zaten yeteri kadar beyin göçü veriyor.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
Buyurunuz.
ESFENDER KORKMAZ (Devamla) –
Biz, Türkiye’de eğitiyoruz, uzman yapıyoruz, masrafına katlanıyoruz, bunları
hazır kurulu fabrikalar gibi gelişmiş ülkelere peşkeş çekiyoruz. Türkiye’de
özellikle yükseköğrenimde iş gücü planlaması yapılmıyor, bir yandan 5,5 milyon
fiilî işsiz var, öte yandan sanayici tornacı bulamıyor, kaynakçı bulamıyor, presçi bulamıyor ve bunları bulamadığını ifade ediyor.
Değerli arkadaşlar,
Türkiye’de neden ara eleman yetiştiren bir eğitim sistemi yok? Eğitimde kavga
neden yalnızca imam-hatip üzerine sürdürülüyor? Bu sorulara Sayın Bakanın
inandırıcı bir açıklama yapmasını umuyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Korkmaz.
Barış ve Demokrasi Partisi
Grubu adına Muş Milletvekili Sırrı Sakık.
Buyurunuz Sayın Sakık.
BDP GRUBU ADINA SIRRI SAKIK
(Muş) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; ben de grubum adına hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Biz bu yasaya karşı değiliz
yani üniversiteler açılsın ama asıl bizim eleştirimiz… Yani sürekli kardeşlik
noktasında vurgular yapılırken birlikte cumhuriyeti inşa eden, birlikte ortak
bir vatanı kuran diğer halklara haksızlık yapıldığı temelindeki düşüncelerimizi
sizlerle paylaşmak istiyorum.
Sevgili Yaşar Kemal diyor ki:
“Bir dili yasaklamak bir insanı öldürmekten beterdir.” Siz bu ülkeyi
yönetenler, sadece, hayatı tek kimliğe kilitlediniz ve seksen altı yıldır
hayatı bir tek Türk kimliğine kilitlediniz ve diğer kimlikleri yok saydınız;
Kürtler yok, Ermeniler yok, Aleviler yok, Rumlar yok, Süryaniler yok… İşte,
ülkenin harcında, temelinde emeği olan insanların hakkını hukukunu yerli yerine
oturtmak, bugün işte yeniden bir anayasal değişiklik var, işte buradan
başlayarak iç barışımızı sağlayabiliriz. Bir dili yasaklamak bir insanı
öldürmek gibiyse bir dil bir kandil gibidir. Kandil nasıl ki insanın ruhunu
aydınlatır, bir dil de insanın ruhunu o şekilde aydınlatır. Yıllardır yok
saydığınız bu dilleri ne zaman kabul edeceksiniz? Ne zaman bu dilleri yasal ve
anayasal düzeyde güvence altına alacaksınız? Bu ülkede yaşayabilmenin bedelini
bu kadar çok ağır ödedik, acaba yetmedi mi? Yani yeniden hayatı dizayn etme fırsatı varken, Parlamentoya yeniden, birkaç gün
içerisinde gelecek olan bu yeni anayasa taslağında bu diller üzerindeki yasağı
kaldırma şansımız yok mudur?
İlkokuldan başlayan ret ve
inkâr politikaları hayatın her alanında devam ediyor. İlkokula çocuklarımızı
gönderiyoruz, başlıyor sabahtan itibaren “Türk'üm, doğruyum, çalışkanım, bilmem
neyim…” Peki, Türk olmayanlar doğru değil mi, bunlar samimi değiller mi? Acaba,
bu demode olmuş şeyleri, Sayın Bakanım, kaldıramayız mı? Eğer barışı
sağlayacaksak, gerçekten, çocuklarımıza yıllardır bu ırkçı şeyleri söyleterek
nereye kadar varabiliriz? Çocuklarımızı farklı şekilde yönlendiriyoruz. Dağlara
taşlara “Ne mutlu Türk'üm…” yazıyoruz. Acaba bu ülkede gerçekten herkes mutlu
mudur? Binlerce insan sokaklarda, binlerce insan eğitim alamıyor ama biz, biz
bize sürekli Türkçülük yaparak, sürekli Türkçülüğü pompalayarak ta bugünlere
kadar geldik. Artık deniz bitti. Buradan çağrıda bulunuyoruz: Sevgili
arkadaşlar, eğer gerçekten bu ülkede iç barışımızı inşa etmek istiyorsak gelin
hep birlikte yeni bir sayfa açalım. Yani okullardan, ilkokuldan başlayan “Ali
topu Kaya’ya at.” Sadece Ali, Kaya; bunlar kendi aralarında top oynuyor. Oysaki
bu ülkenin farklı renkleri var, farklı isimleri var. Acaba desek ki “Ali topu Agop’a at, Agop sen de Şaron’a at, Şaron sen Heval’a at, Heval sen de tut,
topu Sayın Tayyip Erdoğan’a at.” Kıyamet mi kopar, ne
olur? Peki gelin bunun ruhuna uygun davranalım. Ne
olur? Diğer halkları bu kadar aşağılayan bir edayla yıllardır bu ülkede
siyaseti dizayn ettiniz, sonuç alabildiniz mi? Yani,
teklik, politikası sorunlarımızı çözdü mü? Çözmedi. Onun için, teklik politikalarından
hepimizin bir an önce vazgeçmemiz lazım.
Osmanlıya dönün bakın:
Osmanlıda İstanbul’da Kürt üniversitesi var, dönün Harran’da, Osmanlı
döneminde, Kürt üniversitesi var, Diyarbakır’da Kürt üniversitesi var, Van’da
Kürt üniversitesi var. O dönemde bu sorunlar bu kadar da kanlı, şiddetli bir
şekilde gündeme gelmiyordu. Gelin, bunun ruhuna uygun davranalım. Gelin,
birlikte hayatı dizayn ettiğimiz halklarla hayatımızı yeniden, yeniden dizayn edelim.
Sayın Başbakan gidiyor, her
yerde, gittiğinde, işte asimilasyon politikalarından bahsediyor. Almanya’daki
yaşayan vatandaşlarımız için bütün Avrupa ülkelerinde, asimilasyonun bir
insanlık suçu olduğunu söylüyor; biz de onu söylüyoruz. Peki
siz, Avrupa’da, dünyanın dört bir yerinde, Türkler için asimilasyonun insanlık
suçu olduğunu söylüyorsunuz ama siz burada seksen yedi yıldır asimilasyon
politikalarını uyguluyorsunuz ve halkları yok sayıyorsunuz. Peki
siz bunları söylediğinizde, siz uluslararası arenada çok ciddiye alınıyor
musunuz? Hayır. Sizin temsilcileriniz ne diyor? Almanya’da Büyükelçimiz diyordu
ki: “Bizde Kürt sorunu yok.” Bir Alman bakan çıktı dedi ki: “Vallahi, bizde 700
bin Kürt var, bizde Kürt sorunu var ama sizde 20 milyon Kürt var, sizde Kürt
sorunu yoksa o da sizin sorununuz.” Şimdi, onun için, bir şey söylediğimizde
dönüp arkamıza bakmalıyız, gerçekten söylediklerimiz uluslararası arenada ne
kadar ciddiye alınıyor?
Önemli bir süreçten
geçtiğimizi söylüyoruz ve gerçekten, yeniden çağrıda bulunuyoruz: Eğer yeniden
bir anayasa dizayn edilecekse ilk önce bu 42’nci
maddedeki teklik bir an önce ortadan kaldırılmalıdır, diğer halkların da kendi
dilleriyle kendilerini özgürce ifade edebilecekleri bir alan açılmalıdır.
Bakın, yanı başımızda, hiç beğenmediğimiz Irak’taki Kürt bölgesinde birkaç tane
resmî dil var: Yani Türkmence resmî dildir, Süryanice, Kürtçe… Ülke hiç bölünüp
parçalanmıyor. Burada resmî dile bir itiraz da yok ama Kürtler de kendi
dillerini özgürce ifade etmek istiyorlar.
Geçen gece bir televizyon
programında, İstanbul’da, bir Kürt çocuğuna soruyorlar: “Ne yapıyorsunuz?”
“Bizim evimizi yıktınız. Bizi oralardan sürdünüz. Geldik, buralarda eğitim
alamıyoruz.” diyor. Biraz önce buralarda tartışılıyordu, ayakkabı boyacısı, bilmem
ne yapılıyor falan. Peki, buralardaki çocuklar kimin çocukları? Kürt çocukları
olunca hiçbirinizden ses çıkmıyor. 3 bin Kürt çocuğu cezaevinde. On dört
yaşındaki Berivan da o ayakkabı boyacısı kadar mağdur
ve cezaevinde. Bununla ilgili tek kelime söylenmiyor ama o kız çocuğu diyor ki:
“Biz okula gittiğimizde bizimle alay ediyorlar, elimizde erkek çantası olduğu
için diğer varlıklı aile çocukları bizimle alay ediyor.” İşte, ülkemizden
manzaralar. “Biz çıkıp gidiyoruz, okul sonrası dışarıda tartı aracıyla 1 liraya
çalışıyoruz ve sonra bu 1 lirayı getirip eve veriyoruz, 25 kuruşunu annem bize
bir meyve suyu almak için veriyor, ben ve kardeşim okulda bunu paylaşıyoruz.”
diyor.
Şimdi
Kürt çocuklarının konumu bu. 3 bin Kürt çocuğu cezaevinde
ve hiç kimsenin sesi çıkmıyor. “Ya, bu çocuklar bizim çocuklarımız. Bu
çocukları büyütüp, besleyip bu çocukları okutmak boynumuzun borcu, sosyal
devletin bir görevdir.” demiyor kimse ama sorun küçük bir şeyde olunca… Gidin,
bütün Kürt bölgesinde, bütün çocukların elinde ayakkabı fırçası ve elinde
terliklerle dolaşıyor. Yani Sayın Vural’ın ayakkabısını boyayan çocuk gündeme
gelebiliyor; bütün çocuklar gelmelidir. Hemen hemen
bölgede her Kürt çocuğunun elinde bu manzarayı görebilirsiniz. Onun için,
çocuklar arasında ayrımcılık yapmamalıyız.
Hepimize düşen tek bir
sorumluluk vardır, bu çocukların geleceğiyle ilgili, dili, kültürü, geleceğiyle
ilgili ortak projeler üretmeliyiz. Yani Parlamento bu noktada bir adım
atabilirse… Eminim ki hiçbirimizin çocuklara karşı bir düşmanlığı olmaz. Onun
için, bütün partiler, çocuklarla ilgili, ilk önce dil ve kültürden başlayan ve
gelecekle ilgili projeleri ortaya koymalıdır. Bu bir lütuf da değildir. Bizim,
çocuklarımıza karşı bir sorumluluğumuz varsa, halkımıza karşı bir
sorumluluğumuz varsa bunu bir an önce yapmalıyız.
Önümüzdeki günlerde buraya
gelecek çocuklarla ilgili yasa bir an önce gelmelidir. Bu çocuklar, on dört-on
beş yaşındaki çocuklar yaşları kadar ceza aldılar ve bu çocuklar cezaevinde ve
aileleri büyük bir mağduriyet içerisindedirler. Bu çocukların özgürlüklerine
kavuşması için de… Sayın Bakanımız da öncülük edebilir… Adalet Bakanlığının da
bu konuda gönderdikleri yasa tasarısı çocukları bir bütün olarak bu zalimane
politikalardan kurtarmıyor. Onun için, gerçekten, hepimizin, kendi
kimliklerimizi aşarak…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
Buyurunuz.
SIRRI SAKIK (Devamla) –
Teşekkür ediyorum.
…kendi kimliklerimizi, kendi
parti menfaatlerimizi… Yani oy uğruna, bilmem gelecekteki iktidar uğruna hiç
kimsenin bunları elinin tersiyle itmeye hiç mi hiç hakkı yoktur. O vesileyle,
hepimizin gerçekten… Hep söylüyoruz, hukukun ve huzurun ülkesi… Eşit yurttaşlık
temelinde yasaların ve Anayasa’nın bir an önce değiştirilmesi gerekir. Bu
konuda sorumluluk iktidar partisindedir, iktidar partisi bu adımları atmalıdır.
Atabilirse, olumlu adımlar atılırsa biz de tabii ki bunu destekleriz ama
olumsuz olduğu zaman da hiç kimsenin de bizim ruhumuzun, bedenimizin efendisi
olmadığını söylemek istiyorum.
Hepinize teşekkür ediyorum.
(BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Sakık.
Şahsı adına Bursa Milletvekili
Necati Özensoy.
Buyurunuz Sayın Özensoy.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) –
Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizi şahsım adına selamlıyorum.
Bugünkü konuyla ilgili, Alman
Üniversitesinin kurulmasıyla ilgili epeyce konuşmalar yapıldı. Bunların bir
kısmı da bu üniversitenin hangi ilde, nereye, nasıl kurulacağıyla ilgiliydi.
Tabii, bütün bu değerlendirmelerin sonucunda yine, ben, ilim olan Bursa’da da
son bir yıldır ikinci üniversitenin kurulmasıyla alakalı gelişmeler ve yoğun
gündem olduğunu ifade ederek ben, bu üniversitelerin kurulmasıyla alakalı
herhangi bir teknik veya bilimsel bir kriterin olup
olmadığını da işin doğrusu merak ediyorum. Bazı raporlarda ifade ediliyor, AB
müktesebatı çerçevesinde etkin ve kontrol edilebilir bir üniversite için
öğrenci sayılarının maksimum 15-20 bin, diğer bir yaklaşıma göre de 1 milyon
nüfusa 1 üniversite olması noktasında değerlendirmeler var ama Bursa’nın nüfusu
yaklaşık 2,5 milyon ve sadece 1 üniversite var, İzmir’de 3 milyon 800 bin
nüfusa karşılık 6 üniversite var, Eskişehir’de 725 bin nüfusa karşılık 2
üniversite var ve 3’üncü üniversite de kurulmak üzere gibi kriterler
var ama Bursa maalesef uzunca yıllardır sadece bir üniversiteyle yetiniyor.
Tabii, Sayın Bakan Faruk
Çelik bir müjde verdi Bursa’da üniversite kurulacağıyla ilgili ve teknik
üniversite olması konusunda. Ama ben şunu ifade edeyim: Biz 25/4/2008’de
Milliyetçi Hareket Partili 3 Bursa milletvekili olarak ikinci, bir teknik
üniversitenin kurulması için kanun teklifi vermiştik. Yani bu tartışmanın
aslında bizim verdiğimiz kanun teklifinden itibaren yapılması ve hayata
geçirilmesi gerekirdi.
Bursa, hızla büyüyen bir
şehir, Bursa, ARGE kenti olması gereken bir şehir. Bursa’nın gelecekte ihtiyaç
duyduğu mühendis nitelikleri belirgin değil. Sadece otomotiv sektöründe acil
olarak 2 bin nitelikli mühendis ihtiyacı mevcut. Bursalı öğrenciler başka
şehirlerde mühendislik eğitimi almak zorundalar. Ben kimya mühendisiyim,
Ankara’da eğitimimi tamamladım. Hâlâ Bursa’da bir kimya mühendisliği bölümü yok.
Bunun dışında başka mühendislik dallarında da maalesef eğitimler yok.
Yine başka illerden örnekler
verirsek yerleşim noktasında, öğrenciyi barındırma noktasında, Konya’da Selçuk
Üniversitesi var, 80 bin öğrenci barınıyor, 2 milyon 200 bin nüfus var; Sakarya
Üniversitesi 40 bin öğrenciyi barındırıyor 800 bin nüfusa karşılık; Süleyman
Demirel Üniversitesi 33 bin öğrenciyi barındırıyor 600 bin nüfusa karşılık.
Bursa, 2,5 milyon nüfusa karşılık sadece 44 bin öğrenciyi barındırıyor. Yani
bunları bu şekilde yan yana değerlendirdiğimizde, orantıladığımızda maalesef
Bursa son dönemlerde özellikle bütçeden aldığı katkılar, paylar doğrultusunda
her zaman olduğu gibi yine haksızlığa uğramış durumda.
Ben, Sayın Bakan hazır
buradayken Bursa’nın ortaöğretimiyle ilgili de bilgi vermek istiyorum. Belki
dikkatinden kaçmıştır Sayın Bakanın. Bursa, dördüncü büyük
vilayet, ekonomiye katkıda ön sıralarda. İhracatta 2’nci büyük vilayet
ama OKS’de il sıralamasında Bursa 32’nci sırada
kalmış, yine, 2009’da ortaöğretim yerleştirme puanı esas alındığında 38’inci
sırada kalmış.
H. HAMİT HOMRİŞ (Bursa) –
Necati Bey, Sayın Bakan seni dinlemiyor galiba.
NECATİ ÖZENSOY (Devamla) –
Sayın Bakan dinlemez tabii, önemli değil onun için.
Bir de ülke geneli ÖSS
sıralamasına baktığımızda eşit ağırlıklı sıralamada 33’üncü sırada, sözelde
51’inci olabilmiş 2008 yılında. Yine, 2009’da eşit ağırlıklıda 27’nci, sözelde
41’inci olabilmiş. 145 puan üstü alanlar sıralamasında ise Bursa yine maalesef
41’inci sırada yani 81 ilde 41’inci olabilen bir Bursa.
Çelişkiye bakın, Bursa
ülkemizde her alanda 4’üncü büyük il. Yine ifade ettiğim gibi, ülke ekonomisine
katkıda ön sıralarda.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
Buyurunuz.
NECATİ ÖZENSOY (Devamla) –
Teşekkür ederim.
Özellikle de Yüzde Yüz Eğitim
Kampanyası’nda da Türkiye şampiyonu Bursa. Yani Bursa’ya yapılan bütün eğitim
yatırımları özel sektörler tarafından gerçekleştirilmiş.
Bir başka konuyu da, biraz
skandal olabilecek bir konuyu da Sayın Bakanın dikkatlerine sunmak istiyorum.
Sayın Bakan hassasiyet göstererek okullardaki kantincilerden sabıka kaydı
istiyor. Yani kötü, yüz kızartıcı suçlar işleyenlere kantincilik yaptırmamak
yani öğrencilerin içerisinde bulunmamasını istiyor. Doğrudur ama Bursa’da İŞKUR’un “Toplum Yararına Çalışma Projesi” adı altında
Millî Eğitim Bakanlığı kurumlarında iki aylık ve altı aylık dilimde tam 1.700
kişi çalıştı. Bitmek üzere, bir haftaya kadar da bitecek ama buraya başvurup da
bu çalışan 1.700 kişiden sadece ve sadece ilkokul diploması istendi.
Bunu da Sayın Bakanın -haberi
var mıdır, yok mudur- dikkatlerine sunuyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Özensoy.
Şahsı adına Amasya Milletvekili
Avni Erdemir.
Buyurunuz Sayın Erdemir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AVNİ ERDEMİR (Amasya) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; İstanbul’da Türk-Alman Üniversitesi
kurulmasını öngören 486 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesi üzerine
şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri,
Türk-Alman ilişkileri başka Avrupa ülkeleriyle mukayese edilemeyecek boyutta
farklı kültürel, sosyolojik ve ekonomik özelliğe sahiptir. Zira,
Türkiye ve Almanya arasında çok özel tarihî, köklü bir iş birliği mevcuttur.
Bugün Almanya, Türkiye'nin en büyük ticaret ortağıdır. İki ülke arasındaki
ticaret hacmi 22 milyar avroyu geçmiş, Türkiye’de
yatırım yapan Alman şirketi sayısı yaklaşık 3 bini bulmuştur. Almanya’da yaşayan
Türk sayısı ise yaklaşık 3 milyonun üzerindedir. Türkiye’ye yerleşen Alman
sayısı 70 bindir. Almanya’dan geçen yıl gelen turist sayısı 4 milyondan
fazladır. Almanya’da yaşayan Türk işverenlerinin sayısı yaklaşık 70 bindir.
Mevcut durumda 140 civarında Türkiye merkezli firma Federal Almanya’da faaliyet
göstermektedir. Bütün bunlar, Türkiye-Almanya ilişkilerinin boyutunu göstermesi
bakımından elbette önemlidir.
Türk-Alman ilişkileri
Türkiye'nin Avrupa Birliğine üyelik süreci kapsamında son yıllarda her
zamankinden daha önemli bir özellik arz ediyor. Bu manada, Türk-Alman
Üniversitesinin bilim ve araştırma açısından iki ülkeye önemli katkılar
sağlayacağını düşünüyorum. Türk-Alman Üniversitesi sadece öğrencilerimiz ve
bilim adamlarımızı birbirine daha da yakınlaştırmayacak, bu Üniversite, aynı
zamanda siyasi ve toplumsal alanda iki ülke arasında sıkı olan ilişkilere yeni
bir ivme kazandıracaktır. Diğer bir ifadeyle, Alman Üniversitesi yalnızca
mevcut ilişkileri daha ileriye taşımayacak, aynı zamanda Türk-Alman bilimsel
ilişkilerinin zengin tarihiyle bütünleşecektir. Türk-Alman bilimsel iş
birliğinin temeli cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk
tarafından Alman bilim adamlarının Türkiye’ye kabul edilmesiyle atılmıştır. Bu
Alman bilim adamları, genç cumhuriyet Türkiyesi’nin
modernleşme sürecine özellikle eğitim, teknik ve sanat alanında önemli katkılar
sağlamıştır. Bu yönüyle, kurulacak olan Türk-Alman üniversitesi, Atatürk’ün
başlattığı projenin günümüz ihtiyaçlarını karşılayan bir devamıdır. Bu manada
Almanya’da Türkçe eğitim veren okulların açılabileceğini Almanya Başbakanının
ağzından duymak elbette sevindirici bir durum. Zira Türklerin Almanya’daki özel
durumlarını dikkate alan, Türkçenin ve Almancanın öğretildiği okulların varlığı
iki ülkenin de menfaatine olacaktır. Almanya’daki Türklerin yaşadığı toplumla
uyum içinde yaşaması ne kadar önemliyse Almanya’da geçmişlerini, kültürlerini,
geleneklerini unutmadan yaşamaları da elbette o kadar önemlidir.
Değerli milletvekilleri, yedi
buçuk yıllık AK PARTİ İktidarı her alanda olduğu gibi yükseköğretimde de atılım
yılları olmuştur. 2003 öncesinde ülkemizde 53 devlet, 23 vakıf üniversitesi
olmak üzere 76 üniversite mevcuttu. AK PARTİ İktidarında 2003-2009 arasında 41
devlet, 22 vakıf üniversitesi olmak üzere 63 yeni üniversite kurulmuştur. Şu
anda 94 devlet, 45 vakıf üniversitesi olmak üzere toplam 139 üniversitemiz
mevcuttur. Artık üniversitesi olmayan ilimiz kalmamıştır. Bugün kurduğumuz
Türk-Alman Üniversitesi 140’ıncı üniversitemiz oluyor. Yükseköğretime olan
talebin karşılanması Dokuzuncu Kalkınma Planı’nda 2012-2013 yılı için
hedeflenen yüzde 48’lik okullaşma oranına ulaşılabilmesi için elbette yeni
üniversitelere ihtiyaç vardır. İnşallah o hedefe ulaşmak da yine AK PARTİ
İktidarına nasip olacaktır.
Bu vesileyle, kurulacak olan
Türk-Alman Üniversitesinin ülkemiz, milletimiz, eğitim camiamız ve Türk-Alman
ilişkileri bakımından hayırlar getirmesini diliyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Erdemir.
Sayın milletvekilleri, şimdi
soru-cevap işlemine geçiyoruz.
Sayın Taner, Sayın Güvel, Sayın Köse, Sayın Bulut, Sayın Yıldız, Sayın Nalcı
sisteme girmişler. Sırayla söz vereceğim.
Buyurunuz Sayın Taner.
RECEP TANER (Aydın) – Sayın
Bakan, belediye imar planlarında okul yeri olarak ayrılmış olan yerlerin toplam
istimlak değeri ne kadardır? Bakanlığınızın yatırım
bütçesi ne kadardır?
İki: Yıllardır istimlak edilemeyen yerlerin hiç olmazsa emlak vergilerini
Bakanlık olarak ödemeyi düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Taner.
Sayın Güvel…
HULUSİ GÜVEL (Adana) –
Teşekkür ediyorum Başkanım.
Sayın Bakan, 2002 yılında
ihalesi yapılan Adana Öğretmenevi inşaatı, 2010
yılındayız, hâlâ hizmete açılmamıştır. Adana Öğretmenevi
ne zaman hizmete açılacaktır? Bakanlığınızın Öğretmenevini
hizmete açma konusunda bir çalışması var mıdır? Yap-işlet-devret modeliyle
birilerine verileceği söylentisi Adana’da yaygındır. Bu doğru mudur?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Güvel.
Sayın Köse…
ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) –
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım, Türkiye
genelinde tüm okullarda yardımcı personel sıkıntısı vardır. Bundan dolayı
okullardaki temizlik işleri yeterince yapılamamaktadır. Yardımcı personel
kadrosu açmayı düşünüyor musunuz?
İki: Adıyaman’da meslek
öğretmeni sayısı yetersiz olduğundan, ücretli, branş
dışı öğretmenler derse girmektedir. Önleyici tedbir almayı düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Köse.
Sayın Bulut…
AHMET DURAN BULUT (Balıkesir)
– Teşekkür ederim.
Sayın Bakanım, Almanya nüfuz
alanını genişletmeye çalışmaktadır. Bunun için Kanada’ya ve Güney Afrika’ya
göçmenler göndermekte, oradaki kolonilerini zenginleştirmeye çalışmaktadır.
“Türkiye’de kurulmuş olan bu üniversitenin benzerini Almanlar başka ülkelerde
de kurmuş mudur?” diye demin sordum, cevap alamadım. Bu üniversitenin kurulma
teklifi sizden mi gitti, yoksa onlar mı bize böyle bir üniversite kurulmasını
teklif ettiler? Bunun cevabını bekliyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Bulut.
Sayın Yıldız…
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, Türkiye
Cumhuriyeti devleti olarak bir başka ülkede masrafları o ülkece karşılanan bir
üniversite kurulmuş mudur?
İki: Bir başka ülkede
masrafları Türkiye Cumhuriyeti devletince karşılanarak kurulan üniversite var
mıdır?
Üç: Ülkemizde ilçelerde
kurulmuş üniversite var mıdır?
Dört: Bütün illerimizde en az
birer üniversite kurulduğuna göre üniversite kurulmaya uygun ilçelerde de
üniversite kurmayı düşünüyor musunuz?
Teşekkür ediyorum Sayın
Bakanım.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Yıldız.
Sayın Nalcı…
KEMALETTİN NALCI (Tekirdağ) –
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım, Tekirdağ Namık
Kemal Üniversitesi daha yeni kurulmuş bir üniversite olup birimlerini
tamamlamaya çalışmaktadır. Namık Kemal Üniversitesinin 250 yataklı bir
hastaneye ihtiyacı vardır. Bununla ilgili herhangi bir çalışmanız var mı,
ödenekleri belli mi, 2011 programına acaba konacak mı?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Nalcı.
Buyurunuz Sayın Bakan.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Taner’in sorusuyla
başlamak istiyorum. “Okul yeri olarak ayrılan yerlerin istimlak
bedelleri ne kadardır ve yatırım bütçeniz ne kadardır?” diye bir soru geldi.
İllerde imar planlamaları yapılırken, bu planlar çerçevesinde o günün değil
gelecekte de eğitim-öğretim ihtiyacı olabilir ihtimaline binaen belli bölgeler
ayrılıyor bildiğiniz gibi. Millî Eğitim Bakanlığı da hem Bakanlığın yatırım
bütçesi çerçevesinde hem de hayırseverler tarafından Eğitime Yüzde Yüz Destek
Kampanyası çerçevesinde bu eğitim için ayrılan yerlere eğitim ve öğretim
kurumlarını yapıyor bildiğiniz üzere. Bu yıl itibarıyla yatırım bütçemiz 1,8
milyar lira civarında.
Siz ayrıca, Maliye
Bakanlığından kamulaştırma için bir bedel ayrılıp ayrılmadığını sordunuz.
Genellikle, illerde, ilköğretim ödeneklerinin tamamı illerde valilikler ve il
özel idareleri tarafından kullanıldığı için, bu çerçevede illerde okul yeri
olarak kamulaştırmayı gerekli kılan yerler varsa valilerimiz tarafından
kararlaştırılıyor ve alınıyor. Doğrusu, bugün ihtiyacımız olduğu hâlde, okul
yeri olarak ayrılan ama ihtiyacımız olmayan yerler bulunduğu gibi, ihtiyacımız
olduğu, okul yapamadığımız yerler de bulunmakta. Dolayısıyla çok fazla bunların
kamulaştırılması talebiyle biz de Bakanlık olarak karşı karşıyayız. Diğer
taraftan, madem bu kamulaştırma gerçekleşmeyecek, bedelsiz olarak devletin uzun
yıllar özel bir şahsa ait mülkiyet üzerinde tasarruf yapmasının sıkıntı
doğuracağından, itiraz da, bize de bu konuda şikâyetler geliyor. Ama takdir
edersiniz ki Millî Eğitim Bakanlığı olarak her şeyden önce öğrencilerin eğitim
ve öğretim görebilecekleri kurumların planlanmasının kısa vadeli değil çok daha
uzun vadeli planlamalarını yapmak durumundayız. Dolayısıyla okul yeri olarak
ayrılmış bir yerin kamulaştırma bedeli bizde olmasa dahi şu anda, gelecekte
kamulaştırıp bu bina yapma ihtimalimize binaen şu anda herhangi bir şekilde
onların üzerindeki imar değişikliklerini uygun görmüyoruz. Bize bu konuda çok
fazla müracaat geliyor Bakanlığımıza belediyelerimizden ama imar
değişikliklerine izin vermiyoruz şu anda.
Adana Öğretmenevi
inşaatına ilişkin Sayın Güvel’in bir sorusu vardı
“Yap-işlet-devret modeliyle devredilecek mi?” Adana Öğretmenevine
çok uzun zaman önce inşaatın başlamasına rağmen yatırım alamadığını söylemişti.
Bakanlığımız özellikle çok küçük yerlerde, kırsalda ve sosyal anlamda tesise
ihtiyaç bulunan yerlerdeki öğretmenevlerini teşvik
etmekle birlikte politik olarak, büyük kentlerde bu tür kurumlara herhangi bir
yatırım ödeneği bütçesi ayırmamaktadır. Dolayısıyla tamamlanamamasının nedeni
budur. Yap-işlet-devret modeliyle herhangi bir yere verilme çabasına dair bende
bir bilgi yok ama bu konuya ilişkin daha ayrıntılı bir bilgiyi ben Sayın Güvel’e yazılı olarak vereyim. Aynı şey öğretmenevlerine
ilişkin genel olarak bir sorun olarak bize iletiliyor.
Sayın Köse’nin Adıyaman’da
meslek öğretmenlerinin eksikliğine ilişkin bir itirazı oldu. Okullarımızda
eğitim-öğretim dönemi içerisinde öğretmen ihtiyacımız hepinizin de bildiği gibi
kadrolu, sözleşmeli, ücretli ve vekil öğretmen olmak üzere dört ayrı modelde ve
modüler sistemde İLSİS modülüne göre uygun şartlarda
atama yöntemiyle yapılıyor. Dolayısıyla başta mesleki eğitim de olmak üzere,
alan öğretmenleri, her biri, belirlenen şartlarla yapılıyor. Hiçbir ilimizin
diğer ilimize göre önceliği ve farklılığı, ayrıcalığı olmadığı gibi, bu
planlamalar yapılırken iller bütün olarak bilgisayarda ve sistemin tayin ettiği
ölçüde, adaletli ve eşit bir şekilde dağıtılıyor.
Şu anda
sadece Adıyaman üzerinde değil, eğer bir açık söz konusuysa da mesleki
eğitimde, bu Türkiye genelinde bazı yerlerde söz konusudur ama şu anda benim
aldığım bilgiye göre, daha önce soru önergelerine de konu edildiği için bu
mesele, boş geçen ders söz konusu değil çünkü biz bunu kadrolu ve sözleşmeli
öğretmenlerle dolduramadığımız yerde, ücretli ve vekil öğretmenler yoluyla
dolduruyoruz ve herhangi bir şekilde öğrencilerimizin dersleri boş geçmiyor.
Sürem doldu mu Sayın
Başkanım? Sürem dolduysa eğer yazılı cevaplandırayım.
BAŞKAN – Bir dakika daha
süreniz var, bir buçuk dakikaya yakın.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Evet, Sayın Yıldız’ın bir sorusu vardı “Türkiye
Cumhuriyeti devletinin herhangi bir ülkede üniversitesi var mı arazi tahsis
edilen?” diye. Şu anda benim aklıma ilk olarak gelen birkaç üniversite var. Kazak Üniversitesi, Kırgızistan Manas Üniversitesi. Bunlar
hep Türk ortaklığıyla birlikte kurulmuş üniversiteler. Sadece Türk üniversitesi
olarak kurulan yerler de var şu anda yani herhangi bir iki ülke ortaklığı
olmaksızın. Ama daha ayrıntılı bir bilgiyi de ben size yazılı olarak sunayım.
Tekirdağ Üniversitesinin
Namık Kemal Hastanesine ilişkin soruyu tam…
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) –
Sayın Bakan, “İlçelerde de üniversite kurmayı düşünüyor musunuz?” diye de
sormuştum.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Pardon, evet, “İlçelerde de üniversite kurmayı düşünüyor
musunuz?” diye bir soru vardı. “Şu anda ilçelerde bir üniversite var mı?” diye
sormuştunuz. Şu anda ilçelerde kurulan bir üniversite söz konusu değil, en
azından devlet üniversitesi olarak yok. Vakıf üniversitesi olarak da girişimler
var bildiğim kadarıyla şu anda. O konuda bir engelleyici tutum içerisinde
değiliz ama ilçeler üzerinde, ilçelerde henüz bir üniversite kurma konusunda
bir düşünce oluşmadı. Yani kurulacağını düşünmüyorum şu aşamada ama ileride ne
olur bunu bilmiyorum.
Tekirdağ’la ilgili bir soru
da Namık Kemal Hastanesine ilişkin. Ben sorunun devamını tam olarak
anlayamadım. Hastanenin inşaatına ilişkindi zannedersem...
KEMALETTİN NALCI (Tekirdağ) –
Hayır, üniversitenin 250 yataklı bir hastaneye ihtiyacı var. Bununla ilgili bir
çalışma var mı?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Ben yazılı olarak cevap vereyim. Bu konuda herhangi bir
bilgim yok. Teşekkür ederim.
KEMALETTİN NALCI (Tekirdağ) –
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Bakan.
Madde üzerinde iki önerge
vardır, sırasıyla okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
486 Sıra Sayılı Kanunun
Tasarısının 3. maddesi ile eklenen Ek Madde 11 de Yeni Kurulan Türk-Alman
Üniversitesinde kullanılmak üzere ekli (II) sayılı listede Psikolog serbest
kadro adedini 1 den 2 ye çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Beytullah Asil |
Hasan Çalış |
Akif Akkuş |
|
|
Eskişehir |
Karaman |
Mersin |
|
Hüseyin Yıldız |
Cemaleddin Uslu |
Kürşat Atılgan |
|
Antalya |
Edirne |
Adana |
T.B.M.M. Başkanlığı’na
Görüşülmekte olan 486 Sıra
Sayılı yasa tasarısının üçüncü maddesinde yer alan Ek Madde 11’in II sayılı
listede yer alan 4. derecede programcı sayısının serbest kadro sayısının 5
olarak belirlenmesini arz ederiz.
Saygılarımızla.
|
Ferit Mevlüt
Aslanoğlu |
Rahmi Güner
|
Turgut Dibek |
|
Malatya |
Ordu |
Kırklareli |
|
Osman Kaptan |
Orhan Ziya Diren |
Muharrem İnce |
|
Antalya |
Tokat |
Yalova |
|
|
Sacid Yıldız |
|
|
|
İstanbul |
|
BAŞKAN – Komisyon önergeye
katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
BAŞKAN VEKİLİ RECAİ BERBER (Manisa) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Hükûmet?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Kim konuşacak
efendim?
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Gerekçe okunsun.
BAŞKAN – Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe: İlave kadronun
belirli bir süre sonra verilmesi amacıyla.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
486 Sıra Sayılı Kanunun
Tasarısının 3. maddesi ile eklenen Ek Madde 11 de Yeni Kurulan Türk-Alman
Üniversitesinde kullanılmak üzere ekli (II) sayılı listede Psikolog serbest
kadro adedini 1 den 2 ye çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Beytullah Asil (Eskişehir) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon önergeye
katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
BAŞKAN VEKİLİ RECAİ BERBER (Manisa) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Sayın Kürşat Atılgan konuşacak efendim.
BAŞKAN – Sayın Atılgan,
buyurunuz. (MHP sıralarından alkışlar)
KÜRŞAT ATILGAN (Adana) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan kanunun 3’üncü maddesi
üzerinde vermiş olduğumuz önerge üzerine söz almış bulunuyorum. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
üniversiteler birer ilim merkezidir, düşünceyi açan, sebep-sonuç ilişkilerini
kurmayı sağlayan, pozitif düşünmeyi sağlayan, dünyayı öğrettiği disiplinler
çerçevesinde anlamayı sağlayan eğitim-öğretim kurumlarıdır, aynı zamanda, millî
kimliği ülke menfaatleri doğrultusunda pekiştiren, dünyaya açılan
pencerelerdir.
Türk üniversite sisteminin
çok tehlikeli bir yola girdiği kanaatindeyim. Çünkü,
muhteşem İmparatorluğumuzun yıkılmasında etkisi olan yabancı okullar konusu,
her geçen gün, Türkiye Cumhuriyeti’nde sayıları azımsanmayacak şekilde artmaya
devam etmektedir.
Değerli milletvekilleri, ne
alakası var derseniz bunu şöyle açıklamak mümkün: İlk yazılı Anayasa’mız olan
Kanuni Esasi’nin 8’inci maddesi der ki: “Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan,
hangi dinden, hangi mezhepten olursa olsun bütün ahaliye Osmanlı denilir.” Yani
İmparatorluğumuzun millî kimliği Osmanlılıktır. İşte bu yabancı okullar
öncelikle Hristiyan tebaa olmak üzere millî kimliği
paramparça etmiştir ve millî kimliği paramparça olan bu insanlar Osmanlıya
bağlılıklarını ve Osmanlı tebaası olmanın ayrıcalığını kaybettikleri için Hristiyan dünya tarafından istismar edilerek, tarihimizde
neler geçtiğini daha sonra hep beraber şahit olduk.
Şimdi, burada bu kanun
hakkında konuşurken, bir taraftan üniversitelerin dünyaya açılan pencere, ilim
yuvası olduğunu söylerken diğer taraftan da bu üniversitenin kurulmasına karşı
olmak kolay bir şey değil. Ancak, şunu söylemek istiyorum ki, ben ve Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu, üniversitelerin açılmasına karşı değil, bu şekilde
açılmasına karşıyız.
Peki, buradaki temel prensip
ne olmalı derseniz, iki prensip çok önemlidir. Birincisi karşılıklılık ilkesi,
ikincisi ise Türkçe eğitim konusunun halk psikolojisinde aşağılık bir eğitim
düzeyine düşürülecek bir algılamayı engelleyecek bir prensip olmalıdır.
Dolayısıyla, bugün ailelerin tamamı, çocuklarını Türkçe eğitim veren okullar
yerine yabancı bir dille eğitim yapılan okullara göndermeyi tercih
etmektedirler. O derece ileri noktalara gelmiştir ki, bugün, artık Türkiye’de
anaokullarında dahi yabancı dille eğitim veren anaokulları açılmaya
başlamıştır. Bu, son derece tehlikeli, bugünkü millî kimliğimiz olan Türk millî
kimliğini paramparça edecek olan bir gelişmedir. Dolayısıyla, millî kimliğin
oluşmasındaki en önemli kurumlar olarak üniversitelerde, okullarda böyle
yabancı dille eğitime dönülmesinin tehlikesini dikkatlerinize ve Bakanın
dikkatine çekmek üzere söz almış bulunuyorum. Dolayısıyla, buna “dur” diyecek
olan siz sayın milletvekillerisinizdir. Türkiye’de yabancı dil öğrenmek ayrı
şeydir, yabancı dille eğitim yapmak ise çok daha ayrı bir şeydir.
Türk millî eğitim sistemi,
dünyada örneği olmayan bir eğitim sistemine dönüşmüştür. Sayın Bakanın bu
konuda neler yapacağını en azından keşfedebilmesi için, benzer ülkelerin neler
yaptığına bakarak bir karar vermesinin zamanının geldiğini düşünüyorum değerli
milletvekilleri. Bizlerin de Türk milletinin geleceğindeki en önemli kurum olan
Türkiye Büyük Millet Meclisinin üyeleri olarak bu konuda çok ciddi
sorumluluklarımız olduğu kanaatindeyim. Buna “dur” demenin ve mutlaka “dur”
demenin ülkemiz açısından çok önemli karar olacağı kanaatindeyim. Türkiye’de
Türkçe dışında eğitimin tehlikesini bugün hissetmiyor olabiliriz, ama emin olun
ki, önümüzdeki süreçte bu tehlikeli gidişin tehlikelerinin neler olduğunu
bizden sonraki nesiller çok ciddi şekilde çekeceklerdir diye düşünüyorum.
Ayrıca, birkaç konuya daha
dikkatinizi çekmek istiyorum: Devamlı üniversite açmak evet güzel bir şeydir, ama yüksek lise şeklinde
üniversite açmak doğru bir şey değildir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN -
Lütfen, sözlerinizi tamamlayınız.
KÜRŞAT ATILGAN (Devamla) -
Dünyadaki ilk 100 veya ilk 200 veya ilk 500 üniversite içinde acaba Türkiye’nin
kaç üniversitesi vardır? Dikkatlerinizi çekiyorum, hiç olmadığını
söyleyebilirim.
Ayrıca, burada neler
yapılması gerektiği konusunda değerli milletvekilleri, sizlere, Sayın Merkel’in Hristiyan Demokrat
Birlik Partisinin 2007 yılındaki kongresinde yapmış olduğu konuşmadan iki cümle
okuyacağım -belki Bakana bir çağrışım yaptırır diye söylüyorum- burada Sayın Merkel, merkezin mezhepler üstü, Hristiyan,
sosyal, muhafazakâr ve liberal halk partisi birliğinin öneminden bahsediyor.
“Toplum ve siyaset anlayışımızın temeli olan Hristiyan
insan unsuru…” demektedir. Diğer bir yerinde ise “Cami minarelerinin bilinçli
olarak kilise kulelerinden daha yüksek yapılmamasına dikkat etmeliyiz. Hoşgörü
hiçbir zaman boyun eğmek anlamına gelmemeli…”
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen, sözlerinizi
bağlayınız.
Buyurunuz.
KÜRŞAT ATILGAN (Devamla) –
“…Hoşgörü kendi değerlerini koruyabilmekten geçmektedir.” demektedir.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, millî eğitimin en önemli vazifesi, milletin değerlerini
koruyabilecek milletin evlatlarını yetiştirmesiyle ilgilidir. Dolayısıyla,
Sayın Bakanımızın, muhatap olduğumuz ülkenin üniversitesiyle ilgili, bu
açılışıyla ilgili, kişinin, beşinci kurultayında söylediği sözler de sanıyorum
ki kendisinde bir çağrışım yapmıştır.
Hepinize saygılar sunuyorum.
(MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Atılgan.
III.- YOKLAMA
(CHP sıralarından bir grup
milletvekili ayağa kalktı)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Sayın Başkan, yoklama istiyoruz.
BAŞKAN – Yoklama talebinde
bulunan arkadaşlarımızın isimlerini tespit edeceğim: Sayın Anadol,
Sayın Kılıçdaroğlu, Sayın Aslanoğlu,
Sayın Meral, Sayın Dibek, Sayın Güner, Sayın Ekici,
Sayın Köktürk, Sayın Erenkaya, Sayın Süner, Sayın Barış, Sayın Arat, Sayın İnce, Sayın Hacaloğlu, Sayın Kesici, Sayın Ünsal, Sayın Günday, Sayın Köse, Sayın Oyan, Sayın Keleş.
Yoklama için üç dakika süre
veriyorum.
(Elektronik cihazla yoklama
yapıldı)
BAŞKAN – Toplantı yeter
sayısı vardır.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ (Devam)
4.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/769) (S. Sayısı: 486) (Devam)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
3’üncü maddeyi ekli listeyle
birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
4’üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 4- 10/12/2003
tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli (II) sayılı
cetvelin “A) Yükseköğretim Kurulu, Üniversiteler ve Yüksek Teknoloji
Enstitüleri” bölümüne aşağıdaki ibare eklenmiştir.
“97) Türk-Alman Üniversitesi”
BAŞKAN – Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy.
Buyurun Sayın Paksoy. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA MEHMET AKİF
PAKSOY (Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 486 sıra sayılı
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi
grubum ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.
Kıymetli arkadaşlar,
ülkemizde bir genç nüfus var. Bu nüfusun büyük bir bölümünün maalesef
yükseköğrenim talebi karşılanamıyor, hatta birtakım saiklerin
de etkisiyle önemli oranda çocuğumuz yurt dışındaki üniversitelere gidiyor. Bu
sebepten, hepimiz üniversite açılmasına taraftarız ancak sizin Hükûmetiniz üniversite açma işini lise veya ilköğretim
okulu açılmasına dönüştürdü. Burada bana göre tek bir gayeniz var, seçim
meydanlarında “Biz, şu kadar üniversite açtık.” diyerek kamuoyunu
yanıltıyorsunuz. Hâlihazırda ülkemizde 94’ü devlet 45’i vakıf olmak üzere
toplam 139 üniversite var. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki bu üniversitelerin çok
azı beklentilere cevap verecek düzeyde. Üniversitelerimizin büyük çoğunluğunun
öğretim üyesi ihtiyacı had safhada, yeni açılanların ise öğretim üyesi
ihtiyacının yanında, fiziki donanımları ya yetersiz veya hiç yok denecek
düzeyde. Birçok üniversitemiz “tabela üniversitesi” durumuna düştü. Bizlerin,
mevcut üniversitelerimizin sorunlarını çözmemiz, gerekli destekleri vermemiz
gerekirken, siz Hükûmet olarak bu sorunları bir
kördüğüme dönüştürüyorsunuz. Öğretim üyesi yok, bina ve gerekli donanımları
yok, personeli yok, hülasa, yok, yok. Ancak siz “Göç yolda düzelir.” mantığıyla
ve tamamen siyasi istismar konusu yapmak için yeni üniversite açmaya hızla
devam ediyorsunuz. Bunun daha ötesi var.
Ülkemizin
birinci sorunu işsizlik. Bugün, resmî rakamlara göre
işsizlik yüzde 13’ler düzeyinde, hepimiz biliyoruz ki gerçek rakamlar ise bunun
çok üzerinde. İstihdamımızın yarısı kayıt dışı. Siz bu konuda gerekli yapısal
tedbirleri almıyorsunuz, onun yerine hızla üniversite açmaya çalışıyorsunuz.
Acaba, bu kürsüden çıkıp, açtığınız üniversitelerin işsizliği önleyebileceğini
söyleyebilir misiniz veya tam aksine, mevcut işsizlere yeni diplomalı işsizler
ordusu mu ilave edeceksiniz? Esas cevaplanması gereken soru budur. Yeni
üniversiteler, yeni diplomalı işsizler ordusu mu oluşturacaktır?
Kıymetli arkadaşlar, birçok
kanun tasarısında yaptığınız yöntemi bu tasarıda da yaptınız. Tasarının
komisyonlarda yeterince incelenip tartışılmasına fırsat vermiyorsunuz. Akşamdan
sabaha, sayısal çoğunluğunuza güvenerek istediğiniz tasarı ve teklifleri Genel
Kurula getiriyor ve yasalaştırıyorsunuz. Bakın, komisyonlarda, hem bizim
arkadaşlarımızın hem de diğer muhalefet partisine mensup milletvekillerinin son
derece makul ve olumlu önerilerini dikkate almadınız. Komisyon üyeleri,
Yükseköğretim Kurulunun yaptığı çalışma ve değerlendirmelerle ilgili hiçbir
hususun kendileri ile paylaşılmadığını ifade ediyorlar. Yükseköğretim Kurulu,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin üyelerini hangi saiklerle
bilgilendirmekten imtina ediyor? Buradan şu anlaşılıyor: YÖK, AKP Hükûmetinin bir alt birimi gibi hareket ediyor. YÖK’ün,
katsayı maddesinde ne kadar başarılı olduğunu tüm Türkiye kamuoyu gördü. A, B,
C planları devreye sokuldu, insanların ümitleri istismar edildi ve nihayetinde,
sorun neredeyse başlandığı noktaya getirilerek bir kördüğüm hâline
dönüştürüldükten sonra ortada bırakıldı. Sizse sürekli olarak işinize gelmeyen
konularda suçu başkalarına atma huyunuzdan bir türlü vazgeçmediniz. Ancak, hayalî
umut tacirliği yaparak mağdur ettiğiniz çocuklarımızın vebalini nasıl
vereceksiniz, doğrusu merak ediyorum.
Bakın, Komisyondaki
arkadaşlarımız, muhalefet şerhlerinde bir hususun altını çizmişler. Ülkemizde
mühendislik eğitimi veren programlarda öğretim üyesi başına düşen öğrenci
sayısı, Avrupa ortalamasının 2 katından fazla. Siz, bu açığı, öğretim üyesi
yetiştirmek yerine üniversite açarak mı kapatmaya çalışıyorsunuz? Böyle,
akşamdan sabaha üniversite açmaya devam ederseniz, öğretim kalitesinin, uzun
vadede bütün branşlarda, özellikle mühendislik
hizmetlerinin niteliğini daha da olumsuz etkileyeceği kaçınılmaz olacaktır. Bu
üniversitelerin açılmasına izin verilirken, maalesef, ülke gerçeklerinin, iş ve
istihdam imkânlarının hiçbir şekilde araştırılmadığını ve göz önünde
bulundurulmadığını görüyoruz. Daha da vahimi, geleceğe yönelik bir hedef ve
planlamanın yapılmadığını anlıyoruz. Mesela, mevcut üniversitelerin eğitim
fakültesinden mezun olan binlerce işsiz öğretmen adayının bulunması sebebiyle,
bu tasarıyla kurulması planlanan yeni eğitim fakültelerinin açılmasına gerek
olmadığı yönünde, arkadaşlarımız kanun teklifine Komisyonda muhalefet şerhi
koymuştur. Şimdi, siz bilmiyor musunuz, binlerce öğretmen adayı atanamadıkları
için eylem yapıyorlar. Siz bu binlere yeni binler eklemek için, yeni
üniversitelere yeni bölümler ilave ediyorsunuz. Maksat, dostlar alışverişte
görsün. Bence bunun başka bir izah tarzı yok.
Kıymetli arkadaşlar, sizlere
üniversitelerimizin mevcut durumuyla ilgili bir iki hususu da hatırlatmak
istiyorum. Mevcut durumda bile bazı fakültelerimizin öğrenci kontenjanları
maalesef açık kalmakta, dolmamaktadır. Mesela, seçim bölgem Kahramanmaraş Sütçü
İmam Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesinin fizik bölümünün ikinci öğretimine 1
öğrenci gelmiş, ek kontenjandan ise bu sayı ancak 4’e ulaşabilmiştir. Bu
bölümün normal olarak kontenjanı 50 kişidir.
Diğer yandan, öğretim üyesi
temini önemli bir sorundur. Eğitim fakültelerine hoca bulunamamaktadır. Öğretim
üyelerinin ücretleri bakımından iller arasında farklılıklar olduğundan,
özellikle Kahramanmaraş gibi büyük illerimizde öğretim üyesi açığı
oluşmaktadır. Ayrıca, vakıf üniversitelerinin sayısının çoğalması, bu
üniversitelerin imkânlarının devlet üniversitelerine nazaran daha iyi durumda
olması sebebiyle devlet üniversitelerinden vakıf üniversitelerine büyük oranda
geçişler yaşanmaktadır.
Başka bir husus,
üniversitelerimize mevcut bütçe imkânları içinde yeterli ödeneğin
verilmemesidir. Yeni kurulan birçok üniversitemizin hâlen temeli dahi
atılamamıştır. Bu temel işi sizlere bir şey hatırlatıyor mu bilmiyorum ama
mevcut durumda bu üniversitelerimizin adı var, kendileri yok durumdadır.
1992 yılında kurulan
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesinin 1996 yılında açılan Tıp Fakültesinin
hâlâ kadro sorunu çözülememiştir. Sebep ne? Sebep, Sayın Rektörün yandaş
olmaması. Rektör devletin rektörü, varsa bir haksızlığı, hukuksuzluğu, gereğini
yaparsınız. Ancak, sırf Rektörü kendinize yandaş görmediğinizden dolayı
Kahramanmaraş Tıp Fakültesinin kadrosunu İktidarınız süresince vermediniz.
Kahramanmaraş AKP’ye 8 milletvekilinin 6’sını verdi, bir önceki dönem 7
tanesini verdi ancak, iş hizmet almaya gelince ancak nasihat alabildi.
Kıymetli arkadaşlar, vakıf
üniversitelerinin bir bölümünü mahfuz tutarsak, bu üniversitelerin de asli
amacının dışına çıktığı, ticari maksat ve mantıkla kurulduğu kanaati kamuoyunca
yaygındır. Bu kaygılardan dolayı vakıf üniversitelerinin diğer bir çoğunluğu
kendilerinden beklenen performansı gösterememiş, kontenjanlarının büyük bir
bölümü boş kalmıştır çünkü bu üniversitelerin birçoğunun ne yeterli akademik
kadrosu ne de yeterli fiziki bir mekânı mevcuttur, üstelik öğrenim ücretleri
Türkiye standartlarına göre çok yüksektir.
Şimdi, bir işe başlanırken
öncelikle planlama yapılır, artıları eksileri analiz edilir ve buna göre nihai
karar verilir. Sizin açılan yeni üniversitelere yönelik bir insan gücü
planlamanız yok, öğretim üyesi ihtiyacını nasıl karşılayacağınıza dair bir öngörünüz
yok. Üniversite açma konusunda gelen bütün talepleri kabul ediyorsunuz. Yeni
üniversitelerin önceden ilan edilen bir takvim ve gelişme planı ile ileri bir
tarihte üniversite statüsü kazanma hedefi çerçevesinde kurulmaları faydalı
olacaktır. Bu üniversitelere belirlenen süreç içinde yeterli mali kaynak
aktarılarak ve gelişmiş üniversitelerimizden gönüllü rotasyon esasına göre
öğretim üyesi desteği verilerek yeterli altyapı ve eleman düzeyine erişmeleri
sağlanabilir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
Buyurunuz.
MEHMET AKİF PAKSOY (Devamla)
– Bir defa, üniversite kurulması işi sağlam temellere dayanmalıdır. Siz
memleketin ilköğretim açığını kapatamamışsınız, yeterli mesleki ve teknik
eğitimi sağlayamamışsınız, mevcut üniversitelerdeki öğrencilerimizin bile başta
barınma olmak üzere birçok sorununu çözememişsiniz, akşamdan sabaha üniversite
kuruyorsunuz. Eğer bu üniversite açılma işi sizin bu mantığınızla devam ederse
üniversiteler çok yakın bir gelecekte dershane pozisyonuna düşecektir.
Tasarının ülkemize hayırlar
getirmesini diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Paksoy.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu.
Buyurunuz Sayın Aslanoğlu. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, yüce Meclisin çok değerli milletvekilleri;
bilimsel, çağdaş bir üniversitenin kurulması hepimize gurur verir. Biz bu
üniversitenin prensip olarak kurulmasına karşı değiliz, Komisyonda da söyledik
ama eşit koşullarda ve eşit özelliklerde bir üniversitenin oluşması gerekir
dedik ve bizim grup olarak da karşı oy yazımızda neden, hangi maddelere, niçin
karşı oy yazımız olduğunu da belirttik.
Değerli arkadaşlarım,
ülkemizde bilimsel ve ilme yönelik, çağdaş bilimlere yönelik hangi üniversite
kurulursa biz bunun altına şerefle imza atarız. Ancak burada üniversite
kurarken hepimiz seviniyoruz ama sokakta gezen üniversite mezunu gençlerimizi
görünce vicdanım hicap duyuyor. Hicap duyuyorum, utanıyorum o gençlerden,
utanıyorum o insanlardan değerli arkadaşlarım. Olayın bu
yönüne hiç bakmıyoruz, sadece ve sadece üniversite kuralım, gençler gitsin ve
hakikaten o gençler üniversiteye girdiği zaman şen, çok gururlu bir şekilde
üniversiteyi kazanmanın gururunu yaşıyor ama üniversiteyi bitirdikten sonra
maalesef, maalesef bu ülkede yaşayan bir birey olarak, bu ülkenin bir genci
olarak bazen yaşamından, bazen niçin yaşadığından nefret ediyor. Bu
gerçekleri hiç görmüyoruz ama sadece işin bu tarafına bakıyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bu
ülkede üniversite mezunlarının işsizlik sorunu artık bir yaranın ötesine
geçmiştir. Lütfen, üniversiteyi açmak, üniversitede çağdaş bir şekilde
çocukları yetiştirmek hepimizin görevi, bu Meclisin görevi ama üniversiteyi
bitiren çocuklarımıza aş, ekmek, iş bulmak da yine hepimizin görevi.
Ama ben burada YÖK’e
sesleniyorum: Acaba, YÖK, üniversiteye alınacak öğrencileri planlarken bugünün Türkiyesi’nde hangi kolda, hangi dalda, hangi bilimsel branşta ne kadar öğrenci alınacağının hesabını yapıyor mu?
Ama ben diyorum ki yapmıyor, yapsaydı 300-400 bin tane, öğretmen yaptığı
çocuklar sokakta gezmezdi. Bugün Türkiye’de 300-400 bin tane, öğretmen olma
hakkı elinden alınmış insan eğer sokakta geziyorsa, bu insan haykırıyorsa
nerede bunun planlaması? Demek ki biz…
HÜSEYİN DEVECİOĞLU (Kilis) –
AK PARTİ…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) – Oradan laf atma, biliyorsan gel konuş, bildiğin konuda gel buraya
konuş. 300 bin tane gence vicdanında hesap verebiliyorsan ne mutlu sana. Niye
laf atıyorsun orada!
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) –
Bağırma! Niye bağırıyorsun?
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) – Niye laf atıyorsun? Türkiye’de 300 bin tane öğretmen olamayan insan
var mı yok mu?
FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Şov
yapma!
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) – Niye çözmüyorsun, iktidarsın?
BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu… Sayın Aslanoğlu…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) – Hayır yani, orada oturmuş, ben…
BAŞKAN - Lütfen karşılıklı konuşmayınız.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) – Ben bir sorunu dile getirirken, bir gerçeği dile getirirken orada
oturmuş, oturmuş orada laf atıyor.
FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Şov
yapıyorsun orada!
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) – Niye şov yapacakmışım, niye yapacakmışım? Yok
mu kardeşim, yok mu Fikri Bey, yok mu?
HASAN KARA (Kilis) –
Malatya’ya gel, Malatya’ya!
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - 300 bin tane, öğretmen olmayan bu ülkede genç yok mu, genç yok
mu? Niye kabul etmiyorsunuz, niye kabul
etmiyorsunuz?
Ben size, bilimsel bir
şekilde YÖK acaba bunları planlarken, acaba bunları planlarlarken dikkat ediyor
mu derken tutup laf atıyorsunuz.
Değerli arkadaşlar…
İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) –
Sen de hiçbir zaman laf atmayacaksın.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) – Ben haksız laf atmam.
İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) –
Hiçbir zaman laf atmayacaksın!
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - Haksız laf atmam. Bildiğim konuda konuşur…
BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu, lütfen karşılıklı konuşmayınız.
İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) –
Dün burada sana laf atıldı diye kalkıp buraya kadar geldin...
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - Evet, gelsin, aynı şekilde gelsinler. Bildiğim konuda…
BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu, lütfen devam ediniz.
İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) –
Dün burada sana laf atıldı diye kalkıp buraya kadar geldin.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) – Evet, gelirim kardeşim, gelirim. Haksızlığa tahammül edemem,
kimseye de haksızlık yapmam, kimseye de haksızlık yapmam.
İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) –
Sen de kimseye laf atma.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - Ben vicdanımda kimseye haksızlık yapmam.
Değerli arkadaşlar…
İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) -
Dün buraya geldin, arkadaşa dedin ki “Niye bana laf atıyorsun?”
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - Evet, gelirim kardeşim. Hakkımı yedirmem ben, hakkımı isterim,
hakkımı isterim.
BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu, lütfen devam ediniz.
İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) -
Oradan akşama kadar bağırdın, sonra da geldin, dedin ki “Niye laf attın?”
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) – Bağırırım. Hakkımı istiyorum ben, kimsenin kişiliğiyle oynamam.
İDRİS
GÜLLÜCE (İstanbul) – Tutarlı olmak lazım.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - Ben çok tutarlıyım.
Sayın Başkan, hep süremden
gidiyor. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu, lütfen devam ediniz konuşmanıza. Sayın Aslanoğlu, devam ediniz.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) – 280
bin…
BAŞKAN - Lütfen sayın
milletvekilleri….
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) – 280 bin
öğretmen atadık biz.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) – 300 bin öğretmen… Bugün Türkiye’de öğretmenlik hakkı elinden alınan
300 bin kişi var mı yok mu, bunu soruyorum. Bunu soruyorum ya, var mı yok mu
diyorum.
İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) –
Sen laf atma, kimse de atmasın.
BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu, konuşmanıza devam ediniz lütfen.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bir başka konu… Hepinizin çoluk çocuğu var.
Deminden beri, dünden beri tartışılıyor, yabancı dilde eğitim, yabancı dilde
öğretim.
Değerli arkadaşlarım, Türk
çocukları zekidir, bu ülkede yaşayan her çocuk zekidir. Ama biz bu çocuklara
-yine söylüyorum- ekmeği için, bu çocukların geleceği için, bu çocuklara,
herhangi bir lisan diyorum, bak, herhangi bir dil, illa İngilizce demiyorum.
Dünyada artık ekmeğini avucuna alacak, dünyada ekmeğini kazanacak, dünyada
ekmek için mücadele verecek, ona biz iki tane lisan öğretemez miyiz? Bak,
İngilizce veya yabancı dille eğitim demiyorum, dikkatinize çekerim ama, yabancı dille öğretim demiyorum, yabancı dil öğretmek
diyorum, eğitim demiyorum. Biz çocuklarımızı katlediyoruz. Biz çocuklarımıza
ekmek… İleride, yetiştiği zaman üniversite mezunu olan çocukların yüzde 95’i
lisan bilmiyor. Biz eğer üniversiteyi bitiren çocuklarımıza ilköğretimden,
hatta pedagojik yaşı kaçsa, anaokulu dâhil bir şekilde bir yabancı dili lise
sona kadar öğretemez miyiz arkadaşlar? Yani bundan yoksun muyuz? Bundan âciz miyiz? Ve üniversiteyi bitiren bir
çocuğumuz da ikinci yabancı dili öğrendiği zaman, bu çocuklar dünyanın her
tarafından ekmeklerini çıkarır arkadaşlar ama biz bugün de dün de evvelsi gün
de Türk millî eğitimi -yine söylüyorum, bugün de dün de evvelsi gün de- bu işle
ilgili kimse, YÖK’se YÖK, Millî Eğitimse Millî Eğitim, gençlerimizin ve
çocuklarımızın geleceğini karartmıştır. Altını çiziyorum, gençlerimizin
ekmeğini elinden almıştır. İki lisanı olan çocuk dünyanın her tarafından
ekmeğini kazanır arkadaşlar. İster hukukçu ol, ister doktor ol, eğer lisanın
varsa en idealini yapıyorsun ama yoksa en zayıfını yapıyorsun. Bu, işin gerçeği
arkadaşlar, lütfen bunu kabul edelim, hepinizin çoluk çocuğu var.
Biz bu ülkede bir yerinden
başlamak zorundayız. Ben -yine birisi bir şey söylemesin- yine diyorum, dün de
evvelsi gün de maalesef bu işe başlanmamıştır. Bu işe bir yerinden
başlanmalıdır ve dünyanın her tarafında, gidin Amerika’daki hastanelere Hintli
doktorlardan, Hintli hemşirelerden geçilmiyor arkadaşlar. Niye? Ekmek buluyor,
iş buluyor, lisanı var, konuşabiliyor. Konuşan çocuğum ekmeğini Türkiye’den
bulamıyorsa sokakta boş gezmek yerine dünyanın her tarafından ekmeğini çıkarır
arkadaşlar, ama maalesef bu konuda hiçbir kurum hiçbir adım atmıyor. Yine
söylüyorum, çocuklarımızın geleceği için hangi yaşta başlanacaksa, anaokulunda
mı anaokulunda -yabancı dille eğitim demiyorum- yabancı dille öğretimi mutlaka,
mutlaka sağlamalıyız, en az, üniversiteyi bitiren benim çocuğuma iki tane
yabancı dil öğretmeliyiz. Ama yine söylüyorum, hiç kimsenin ruhu duymuyor.
Arkadaşlar, bugün başladık
desek buna, bu projeye belki yirmi yıl sonra hayata geçirebiliriz. Bugün
başladık desek belki on beş yıl sonra hayata geçirebilirsiniz. Onun için,
gelin, yabancı dille öğrenimi, üniversiteyi bitiren çocuklarıma en az iki tane
lisan öğretmeyi… Hangi… İspanyolca olsun, Fransızca olsun, Çince olsun,
İngilizce olsun, nece olursa olsun -artık küresel dünyada ekmek bulmak çok zor-
bunları bilmiyorsan ekmeğini bulamazsın. Ben, bunu bir kez daha…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözünüzü
bitiriniz.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - Çocuklarımız adına ve Türkiye'nin geleceği çocuklar adına, bunları,
burada iletmek benim için bir görevdir arkadaşlar ve bunun sorumlusu kimse ve
kim sorumlu olacaksa, bu sorumluyu biz tayin etmezsek hep böyle gelir böyle
gider.
Ben yine söylüyorum, bu
üniversitenin kurulmasına karşı değiliz ama karşılıklılık ilkesi açısından
Alman tarafının da aynı duyarlılıkta olması lazım. Gelip Türkiye’de “Almanca
öğrenim olmazsa bu okulu açtırmam.” diyen insan, bir tane… “Gelin, binlerce okul
kurun.” demesi gerekiyor ama şart koşuyor. Onun için, biz karşılıklılık ilkesi
açısından üniversiteye karşı değiliz ama mutlaka karşılıklılık ilkesinin
sağlanması lazım.
Hepinize saygılar sunarım,
teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Aslanoğlu.
Barış ve Demokrasi Partisi
adına Siirt Milletvekili Osman Özçelik.
Buyurunuz Sayın Özçelik. (BDP sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA OSMAN ÖZÇELİK
(Siirt) – Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, sayın
milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Türk-Alman Üniversitesinin
kurulmasına dair kanun tasarısı üzerine söz aldım. Bu Türk-Alman
Üniversitesinin kurulmasına ilişkin bir itirazımız yok ancak diğer grupların da
ifade ettiği gibi, Almanya’da da bir Alman-Türk üniversitesinin kurulması
karşılıklılık esasına uygun olacağı için biz de bu konuda ısrarcıyız. Mutlaka orada da Alman-Türk üniversitesi açılmasının koşullarını
yaratmak lazım. Üstelik Türkiye’de kayda değer sayıda bir Alman
vatandaşı yok ama Almanya’da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı milyonlarca insan
var. Orada bir üniversitenin açılmasının aslında bir zarurilik açısından daha
önemli olduğunu düşünüyoruz.
Bu Türk-Alman Üniversitesinin
İstanbul’da açılıyor olması… Büyük kentlerde üniversitelerin zaten yığılması
nedeniyle sorunlar yaşanıyor. Gerek büyük üniversitelerin gerekse vakıf
üniversitelerinin öncelikli olarak büyük kentleri tercih etmeleri nedeniyle
büyük kentlerde üniversite yığılmasından söz edilebilir.
Vakıf üniversiteleri kâr
amaçlı olmama koşuluyla kurulurlar ama aslında bunların adı özel üniversite ve
tamamen kâr amaçlı oldukları açık. Tercih ettikleri kentlerin büyük kentler
olması bile bu konuda bize bir ipucu veriyor. Yine, bu vakıf üniversitelerinin
neredeyse tamamı maliyeti düşük bölümlerin açılmasına özen gösteriyorlar ve
öğrenci alımlarında çok yüksek ücretler talep ediyorlar. Gerek vakıf
üniversitelerinin gerekse devlet üniversitelerinin yeterince denetlenmediği
düşüncesindeyiz. Bu nedenle, devlet üniversiteleri ve vakıf üniversitelerinin denetlenmesine
ilişkin bir Meclis araştırması önergemizi yakında Meclis Başkanlığına
sunacağız.
Hükûmetin her
kentte bir üniversite anlayışı gecekondu üniversitelerinin açılmasına neden
olmuştur, daha önce de ifade etmiştik. Birçok üniversitenin gerekli yapıları
yok, binaları yok. Binaları olup da malzemesi olmayan üniversiteler, malzemesi
olup da öğretim üyesi olmayan üniversitelerle karşı karşıyayız.
Siirt Üniversitesi de son
zamanlarda açılan bir üniversite. 1976 yılında Dicle Üniversitesine bağlı iki
yıllık eğitim enstitüsü olarak kuruldu. Daha sona 1992 yılında Dicle
Üniversitesine bağlı eğitim fakültesi adını aldı, 2007 yılında Siirt
Üniversitesi adını aldı. Yani otuz yıl sonra üniversiteye dönüştü, ama hâlâ
ancak 2 enstitü, 3 fakülte ve 2 meslek yüksekokuluna öğrenci alabilmekte. Gerek
fen-edebiyat fakültesi gerekse mühendislik fakültelerinin çeşitli bölümlerinin
açılmasına karar verilmiş olmasına rağmen, öğretim üyesi eksikliği, yokluğu ve laboratuvar yokluğu nedeniyle henüz bu bölümlerin çoğuna
öğrenci alınamamakta, otuz yılı aşkın bir geçmişi olmasına rağmen toplam 2.500
civarında öğrenciyle öğretime devam etmekte.
Gerçi Siirt Üniversitesi için
bütün bu koşullara rağmen gecekondu üniversitesi demiyoruz, geliştirilmesi
gerektiğine inanıyoruz. Gerek Sayın Rektörün gerekse diğer öğretim
elemanlarının büyük fedakârlığıyla üniversitemiz ayakta duruyor; devletin yakın
ilgisine ihtiyaç var, öğretim üyesi desteğine ihtiyacı var.
Büyük kentlerde, İstanbul’da,
Ankara’da birçok devlet üniversitesinde biliyoruz ki profesör, doçent, yardımcı
doçent kadrosunda öğretim elemanlarının çoğu haftada bir iki saat ancak derse
giriyorlar ve atıl durumdalar, ama yeni açılan üniversiteler öğretim elemanı
sıkıntısı yaşamaktalar, bu nedenle birçok bölüm öğrenciyi alamıyor durumda.
Bunların gözden geçirilmesi ve öğretim elemanlarının yeni açılan üniversitelere
kaydırılması için mutlaka bir çözüm bulmamız lazım diye düşünüyorum.
Siirt Üniversitesinde yaşanan
bir başka sorun da var. Özellikle Siirt Üniversitesi
öğrencileri çevre il ve ilçelerden gelen öğrenciler ve bu öğrenciler, gerek
miting gerek yürüyüş gerek protesto eylemlerinde demokratik, yasal gösteri
haklarını kullandıkları için gözaltına alınmakta, sorgulanmaktalar, hatta bazı
öğrenciler okudukları gazete veya dergilere bakılarak, gerek emniyet
görevlileri tarafından gerekse üniversite yönetimi tarafından kimi
soruşturmalarla, kimi cezai müeyyidelerle karşılaşmaktadırlar. Siirt
Üniversitesi öğrencilerinin böylesi sorunları var, sıkıntıları var. Bunu ifade
etmek istiyorum.
Üniversitelerde ana dil
konusu konuşuldu. Yani, Türk-Alman Üniversitesinde veya Almanya’da yaşayan
vatandaşlarımıza ilişkin Türkçe okulların açılması veya açılmış olan okullarda
Türkçe derslerin verilmesine ilişkin Sayın Başbakan ve burada sayın üyeler ifade
ettiler, Türkçe derslerinin konulması ve Türkçenin geliştirilmesi açısından. Son derece haklı. Sayın Başbakan asimilasyonu önleyici bir
tedbir olarak Almanya’da ve diğer Avrupa ülkelerinde Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlarının Türkçe öğrenmelerini sağlayacak önlemlerin alınmasını talep
etti ve asimilasyonu önleme bakımından bunun önemine değindi. Tamamen
katılıyoruz. Ancak, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı 20 milyon Kürt hâlâ kendi
dillerini konuşamaz durumdalar, Siyasi Partiler Yasası’nda bu yasak var. Okullarda
hiçbir şekilde Kürtçe konuşulamamakta, eğitim yapılamamakta. Kürt dili ve
edebiyatı bölümünün açılmasına dair bir kanun teklifi verdim. Dicle
Üniversitesi ile İstanbul Üniversitesinde Kürt dili ve edebiyatı bölümlerinin
açılmasına dair verdiğimiz kanun teklifi gündeme gelmedi. YÖK bir ara sıcak
baktığını ifade ettiyse de hâlâ bir adım atılmış değil.
Bana şeyi hatırlattı. Tam yüz
üç yıl önce, 1907 yılında büyük din bilgini Bediüzzaman
Saidi Nursi -gerçek adıyla,
asıl adıyla Saidi Kürdi- Van’da “Medresetül
Zehra” adıyla Kürtçe eğitim veren bir medresenin, bir üniversitenin açılmasını
talep etmişti. Bunun için, İstanbul’a, Padişahlığa kadar ulaşıp bu
üniversitenin açılmasına dair tekliflerini ifade etti, düşüncelerini ileri
sürdü, açıklamalarda bulundu. Üniversite açılmak bir yana, merhum Sayın Bediüzzaman Saidi Kürdi deli
muamelesi gördü ve tımarhaneye atıldı. Bir süre tımarhanede kaldı, böyle bir
talepte bulunduğu için. Daha sonra tımarhaneden çıktı. Padişah bir teklif
getirdi ona; ayda bin lira maaş ve 2 bin lira da yol parası vermek üzere bir
teklifte bulundu, bu talebinden vazgeçsin diye. Bediüzzaman
bunu kabul etmedi, reddetti, “Ben dilenci değilim.” dedi. Bunun üzerine
tutuklandı, cezaevine konuldu.
Şimdi, tam yüz yıl sonra, ben
Osman Özçelik bir teklifte bulundum. Bereket henüz
tımarhaneye atılmadım, henüz cezaevine de konulmadım ama bu teklifim hiçbir
şekilde ciddiye alınmadı. Bu teklifimde ısrar ediyorum. Kürt dili ve edebiyatı
bölümlerinin açılması bir zorunluluktur. İleride ana dilde eğitim bütün
okullarda zorunlu hâle gelecektir, buna inanıyorum. Onun hazırlığının yapılması
lazım. Yani Kürtçe eğitimin, ana dilde eğitimin her aşamada yapılması bir
zorunluluktur, bir ihtiyaçtır. Bugün belki kabul görmeyebilir ama önümüzdeki
dönemlerde mutlaka kabul görecektir ve bunun hazırlıklarının yapılması
açısından, öğretmenlerin yetiştirilmesi bakımından da Kürt dili ve edebiyatı
bölümlerinin açılması şimdiden bir hazırlık açısından önemlidir.
Kürtler bu ülkenin
vatandaşlarıdırlar, vergilerini veriyorlar, askerlik yapıyorlar, bu ülkenin en
ağır işlerinde çalışıyorlar; inşaat işlerinde çalışıyorlar, hamallık
yapıyorlar, hizmet işlerinde çalışıyorlar ama kendi diliyle eğitim görme
hakkına sahip olmamaları düşünülemez. 21’inci yüzyılda demokratik bir ülkenin kabul
edebileceği bir şey olmamalı bu. Türkiye, bu kamburundan kurtulmalıdır, bu
rahatlığa kavuşmalıdır. Birlikte yaşıyoruz. Birbirimizin dilini rahatlıkla
konuşabilmeliyiz.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
OSMAN ÖZÇELİK (Devamla) –
Tamamlıyorum Sayın Başkan.
Birbirimizin diline,
kültürüne saygılı olmak bizim bir arada yaşama arzumuzu daha da güçlendirir,
sevgi bağlarını daha da kuvvetlendirir.
Bu duygularla hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Özçelik.
Şahsı
adına, Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek.
Buyurunuz Sayın Dibek. (CHP
sıralarından alkışlar)
TURGUT DİBEK (Kırklareli) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlar, 4’üncü
madde üzerinde şahsım adına söz aldım. Öncelikle tüm Meclisi saygılarımla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
Türkiye'nin yoğun gündemi içerisinde dün aslında bir gelişme oldu, atlandı,
belki ben aslında onu çok önemsedim. Burada da bu kısa süre içerisinde bu
konuyu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bu konu yeterince fark
edilmedi, tartışılmadı ama önemli bir konuydu. Ben bir süre evvel burada Sayın
Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu’yu burada gördüm, ona da sormuştum bu
soruyu, kendisi bir yanıt verdi. Konu ne biliyor musunuz arkadaşlar? Dün YARSAV,
Adalet Bakanı hakkında bir suç duyurusunda bulundu. Yani Yargıçlar ve Savcılar
Birliğini temsilen Yönetim Kurulu bir suç duyurusunda
bulundu. Belki öyle göz ucuyla takip etmiş olabilirsiniz yani “YARSAV suç
duyurusunda bulundu.” diye belki okumamış olabilirsiniz içeriğini ama gözünüze
takılmıştır.
Ne istedi? Sayın Bakan
hakkında tutuklama talebiyle beraber eğer bu talep olmayacaksa yurt dışına
çıkış yasağı da koyarak hakkında soruşturma başlatılmasını istedi. Şimdi,
sorabilirsiniz: “Nasıl böyle bir şey olabilir? Nereden çıktı bu? Niye istedi
YARSAV bu soruşturmayı, niçin şikâyette bulundu?” Adalet Bakanı Sayın Sadullah Ergin’in geçen hafta cuma günü bir açıklaması var,
“Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulunun çalışmalarını geçici olarak askıya aldık,
bu çalışmaları durdurduk.” demişti biliyorsunuz.
Ne oldu sonra? Düne bakıyorum
ben, Sayın Bakan, Müsteşar -yani söylemek de istemiyorum ama- tıpış tıpış ikisi beraber o toplantıya katıldılar. Niye
katıldılar değerli arkadaşlar? Belki atlandı, bunu birazcık irdelemek lazım.
Değerli arkadaşlar, aslında
YARSAV sizin söylediklerinizi suç duyusu zaptına veya şikâyet dilekçesine
yazmış, yani Sayın Bozdağ’ın, Sayın Adalet Bakanının, Sayın Adalet
Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürü Çetin Şen’in açıklamalarını almış, şikâyet
dilekçelerine yazmış yani sizin beyanlarınızla şikâyette bulunmuş. Yani,
Erzincan’da bir olay olmuştu biliyorsunuz. Orada, birinci sınıf olan Erzincan
Cumhuriyet Savcısı Sayın Cihaner hakkında soruşturma
yapılabilir mi yapılamaz mı? Soruşturma yapıldı, gözaltına alındı, tutuklandı.
Şimdi, Ceza Muhakemeleri
Kanunu’nun bir 250’nci maddesi var, bir 251’inci maddesi var. 250’nci maddesi o
tartışmalar yaşanırken çok irdelenmişti. 3’üncü fıkrası “Yargıtayda
ve Anayasa Mahkemesinde yargılanacak olan kişilerin durumları saklıdır.”
demişti. Tabii o genel hüküm. Buna neresi bakacak? Hâkim ve Savcılar Kanunu
bakacak. Yani birinci sınıf hâkim ve savcılar nerede yargılanıyor? Yargıtayda yargılanıyor. Anayasa Mahkemesi kimleri
yargılıyor? Milletvekillerini yargılıyor, bakanları yargılıyor; artı, daha
başka işte Anayasa değişikliğiyle de öngörmeye çalıştığınız başka kişileri de
yargılıyor.
Değerli arkadaşlar, ne
olmuştu? Adalet Bakanlığı, sabaha karşı “Erzincan’daki yapılan işlemler hukuka
uygundur.” demişti. Yani “Erzincan’daki özel yetkili savcılar doğru yapıyor,
birinci sınıf savcıyı oradaki yetkili savcı, yani 250’nci maddeye göre yetkili
savcı soruşturur.” demişti. “Bunda hiçbir sakınca yok.” demişti. Aynı şekilde,
AKP sözcüleri de çıktılar -çok iyi hatırlıyorum- onlar da dediler ki:
“Soruşturma ayrıdır, yargılama ayrıdır yani soruşturma aşamasını oradaki
yetkili savcı yapar, makamı ne olursa olsun, Yargıtay yargılasa da, Anayasa
Mahkemesi yargılasa da yapar, yargılamayı ilgili bakan yapar. Dolayısıyla
burada bir sakatlık yok.” demişti.
İşte, Sayın Adalet Bakanı
geçen hafta “Ben HSYK toplantılarını askıya alıyorum.” şeklinde bir açıklama
yaptıktan sonra, YARSAV da değerli arkadaşlar, dün bir suç duyurusunda
bulunmuş. Ben bunu aldım, okudum, sizlere de tavsiye ediyorum. Alın bir okuyun,
bakın bakalım neler demişsiniz sizler. Yani “sizler” derken buradaki
sözcüleriniz, belki sizler de aynı şeyi söylemiştiniz. Arkadaşlar, şunu
demişsiniz sizler: “Sayın Bakan için de aynı şey geçerli yani Sayın Bakanı,
milletvekili olmasına rağmen, 250’nci madde kapsamındaki bir suçla ilgili
olarak özel yetkili savcı sorguya çağırabilir, soruşturabilir, tutuklamaya sevk
edebilir.” Birinci sınıf savcıyla bakan arasında hiçbir ayrım koymamışsınız
siz. Çetin Şen de koymamış yani Ceza İşleri Genel Müdürü de koymamış, “Bunların
her biri doğrudur.” demiş. Sayın Bozdağ da aynı şeyi
söyledi, ben çok iyi hatırlıyorum, burada.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
TURGUT DİBEK (Devamla) -
Tabii, şimdi, bu suç duyurusu üzerine Ankara’daki özel yetkili cumhuriyet
savcısı şöyle bir şey yapsa değerli arkadaşlar: Sayın Bakanı ifade için davet
etse “İşlediğiniz suç, Ceza Kanunu’ndaki 309’da belirtilen Anayasa’yı ihlal
suçunu oluşturur. Çünkü sizin böyle bir yetkiniz yoktur. Sizin Hâkim ve
Savcılar Yüksek Kurulunun toplantılarına ara verme, durdurma gibi bir göreviniz
yoktur. Sizin…”
HÜSNÜ TUNA (Konya) – Konuyla
ne alakası var?
TURGUT DİBEK (Devamla) – Çok
alakalı, çok alakalı değerli arkadaşlar.
“…Anayasa’mızdaki kuvvetler
ayrılığında, yasama, yürütme, yargıda böyle bir göreviniz yoktur.” deyip, “Bu
suç duyurusunu ben ciddiye alıyorum ve benim yetkim çerçevesinde birinci sınıf
savcıyı ben soruşturuyorsam Yargıtayda yargılanacak,
milletvekilini de soruştururum, bakanı da soruştururum.” dese, merak ediyorum
ne diyeceksiniz? Adalet Bakanı ne diyecek?
Değerli arkadaşlar, o nedenle
işte dün tıpış tıpış hem Sayın Bakan hem de Sayın
Müsteşar o toplantıya katıldılar. Cuma günü “Katılmayacağız.” dediler, salı
günü katıldılar. Yani işinize geldiği zaman… YÖK Başkanı da bunu söylemişti
değerli arkadaşlar “Biz hukuku dolanırız.” Ama bakın…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Dibek, lütfen
sözünü bağlayınız.
TURGUT DİBEK (Devamla) –
Bitiriyorum Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlar, hukuku
dolanmak işte başınıza böyle çoraplar da örebilir. Türkiye’yi nereye
götürüyorsunuz? İşinize geldiği zaman, “Erzincan’daki Savcı hakkında tutuklama
kararı çıksın.” diye aldınız o kanun maddelerini, eğdiniz, büktünüz ama şimdi
başınıza gelince bu konu, başınıza gelince değerli arkadaşlar, derhâl önlem
alma ihtiyacı duydunuz. Lütfen bunları yapmayın. Hukukçu olan arkadaşlarımız
var. Metinleri okuduğumuz zaman hepimiz aynı şeyi görüyoruz değerli arkadaşlar.
Bu uyarıyı burada yapmak
istiyorum değerli arkadaşlar yani buna dikkat etmemiz gerekir. Ben
milletvekillerinin dahi, milletvekilleri olarak sizlerin, bizlerin, benim dahi,
bu anlayışla, sizin anlayışınızla herhangi bir gün bir özel yetkili savcı
tarafından ifadeye çağrılabileceğini düşünüyorum. Çünkü bunu siz söylüyorsunuz
değerli arkadaşlar.
Hepinize saygılar sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Dibek.
İzmir Milletvekili Harun Öztürk.
Buyurunuz Sayın Öztürk.
HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Türk-Alman
Üniversitesi kurulmasını desteklediğimi belirterek sözlerime başlamak
istiyorum.
Değerli milletvekilleri,
görüşmeler sırasında, kurulacak üniversiteye İstanbul’da bir fidanlık alanının
tahsisiyle ilgili çalışmalar yapıldığı Sayın Bakan tarafından ifade edildi.
Yine, kurulacak üniversitenin bir devlet üniversitesi olduğuna dair Bakanlar
Kurulu kararı alındığından
söz edildi.
Değerli milletvekilleri, Hükûmetin, kurulacak üniversitenin devlet üniversitesi
olduğu yolunda kararı alırken bir amacı elbette vardır. Bu amaç, Türk-Alman
Üniversitesini devlet üniversitesi saymak suretiyle ormanlık alandan yer
tahsisini mümkün kılmaktır yani Bakanlar Kurulu kararı ile ormandan yer tahsisinin
önü açılmak istenmiştir.
Değerli milletvekilleri, 6831
sayılı Orman Kanunu’nun 17’nci maddesinin üçüncü fıkrası, Anayasa Mahkemesinin
iptal gerekçeleri dikkate alınarak 2004 yılında değiştirilmiş ve maddede
somutlaştırılan üstün kamu yararları için ormanlık alanlardan tahsis yapılması
olanaklı kılınmıştır. 17/6/2004 tarih ve 5192 sayılı
Kanun’la yapılan bu düzenleme açılan bir iptal davası üzerine Anayasa’ya uygun
bulunmuştur.
Görüşülen tasarıyla ilgili
olarak Hükûmetin kurulacak üniversiteye yapılacak
fidanlık tahsisini hukuka uygun göstermek için bir Bakanlar Kurulu kararı
çıkardığı anlaşılmaktadır. Bunu sağlayan Bakanlar Kurulu kararıyla bu
üniversiteye devlet üniversitesi statüsü verilmiştir.
Fidanlık yerinin tahsisiyle
ilgili olarak bir sivil toplum kuruluşu tarafından Danıştayda
söz konusu Bakanlar Kurulu kararının ve buna dayanak yapılan tahsisin iptali
için bir dava açılması durumunda her iki işlemin iptali ihtimali vardır.
Değerli milletvekilleri,
devlet üniversitesi olduğuna ilişkin Bakanlar Kurulu kararı iptal edilmese
bile, bundan bağımsız olarak fidanlık yerinin tahsisi işlemi, söz konusu
üniversitenin ormanlık alanda kurulmasının zorunlu ve kaçınılmaz olduğu
kanıtlanamadığı takdirde iptal edilebilecektir.
Geçmişte Koç Üniversitesiyle ilgili
olarak ormanlık alandan yapılan tahsis konusunda yaşanan sıkıntıların yeniden
yaşanmaması için kurulacak üniversiteye ormanlık alanı dışında bir yer tahsisi
konusunda Hükûmet çaba göstermelidir.
Değerli milletvekilleri,
kurulacak üniversiteye tahsis edileceği ifade edilen fidanlıklarla ilgili
olarak Danıştayın 2004 yılında vermiş olduğu bir
karara işaret ederek sözlerimi tamamlamak istiyorum. Türkiye genelinde toplam
39 adet devlet orman fidanlığının kapatılmasına ilişkin Çevre ve Orman
Bakanlığının 1/4/2004 tarihli olurunun yürütmesinin
durdurulmasına Ankara 12. İdare Mahkemesi karar vermiş, Bölge İdare Mahkemesi
karara itirazı reddetmiş, temyiz talebi de Danıştay tarafından reddedilmiştir.
Hükûmetin bu
yasayla ilgili yapacağı tahsis işlemlerinde dikkate alması için söz konusu
yürütmeyi durdurma kararının gerekçesini bilgilerinize sunmak istiyorum:
“Ekolojik çevrenin hayati unsurlarından olan ve etkileri zamana yayılarak
doğada geri dönüşümü olmayan zararlara yol açan erozyonun önlenmesinde büyük önem
arz eden ağaçlandırma ve buna bağlı olarak fidan üretiminin devletin temel ve
asli görevlerinden olması, fidan üretiminin geliştirilmesi ve artırılmasının
devlet politikası olarak belirlenmesi karşısında fidan üretiminin
modernleştirilerek artırılmasına yönelik çalışmalar yapılması gerekirken,
devlet politikası ile hedeflenen fidan üretimine ulaşılmasını engelleyecek
biçimde, üstelik ayrıntılı ekonomik ve teknik analizler de yapılmaksızın...”
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
Buyurunuz.
HARUN ÖZTÜRK (Devamla) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
“...39 adet devlet orman
fidanlığının kapatılması yolunda tesis edilen işlemde kamu yararı ve hizmet
gerekleri yönünden hukuka uyarlılık bulunmamıştır.” demektedir mahkeme,
gerekçesinde.
Değerli milletvekilleri, bu
hatırlatmaları yaptıktan sonra, tasarının hayırlı olması dileğiyle yüce
heyetinizi tekrar saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Öztürk.
Soru-cevap işlemine
geçiyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın
Başkan, başka kişisel konuşma var mı?
BAŞKAN – 2 kişi konuştu
efendim.
Sayın Taner, Sayın Öztürk, Sayın Doğru, Sayın Nalcı sisteme girmişlerdir.
Sırasıyla söz vereceğim.
Buyurunuz Sayın Taner.
RECEP TANER (Aydın) – Sayın
Bakan, biraz önceki açıklamalarınızda ayrılan okul yerleriyle ilgili kısa
vadede istimlak yapılamayacağı anlaşıldı. On-on beş
yıl önceden beri yerleri okul yeri olarak ayrıldığı için tasarruf hakları
ellerinden alınan ama istimlak edilmediği için de
mülkiyetleri üzerinde kalan kişiler belediyelere emlak vergisi ödemekteler. İstimlakini gerçekleştiremediğiniz arsaların emlak
vergilerini Millî Eğitim Bakanlığı olarak neden ödememektesiniz? Teşekkür
ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Taner.
Sayın Öztürk...
HARUN ÖZTÜRK (İzmir) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, biraz önce bir
soru üzerine verdiğiniz cevapta, imar planlarında okul yeri olarak ayrılan
yerlerin imar durumlarının değişikliğine izin vermediğinizi söylediniz. Okul
yerleriyle ilgili imar değişikliği izin yetkisi sizde mi, yoksa imar
değişikliğinin uygun olmadığına ilişkin ilgili belediyeye görüş mü
bildiriyorsunuz? Görüş bildiriyorsanız imar değişikliklerinde bu görüşünüz ne
ölçüde dikkate alınmaktadır?
Yine, bir başka soruya
verdiğiniz cevapta, taşrada okulların il özel idareleri tarafından yapıldığını
belirterek, ne kadar kamulaştırma yapılacağının valiliklerden öğrenilmesi
gerektiğini ifade ettiniz. Eğer yanlış anlamamışsam, bir Millî Eğitim Bakanının
ihtiyaç duyduğu altyapı yatırımlarını takip etmemesi beni son derece
endişelendirmiştir.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Öztürk.
Sayın Doğru…
REŞAT DOĞRU (Tokat) –
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım, 1992 yılından
itibaren Türk dünyasından “Büyük Öğrenci Projesi” adı altında ülkemize okumak
için öğrenciler geliyor. Ancak bu gelen öğrenciler arasında Türk gençleriyle
ilişkilerin geliştirilmesi konusunda bazı sıkıntılar da yaşanıyor. Millî Eğitim
Bakanlığı olarak sosyal faaliyetler veyahut da çeşitli kurultay adı altında
çalışmalar yapılıp da bu öğrencilerle Türk gençleri arasında, Türkiye gençleri
arasında bir birliktelik veyahut da beraberlik sağlanabilir mi? Sorumun birisi
bu.
İkinci sorum olarak da:
Azerbaycan, Bakü’de bir okulumuz var. Bu okulda öğretmen eksikliği had safhada. Aynı zamanda,
bunun yanında, okulun da fiziki görüntüsü ve konumu çok kötü. Bu okulun tabii
ülkemize yakışır bir görünümü de yok. Bununla ilgili herhangi bir çalışma
yapılamaz mı, hem okulun fiziki görüntüsü noktasında hem de öğretmen açığı
veyahut da diğer personel açığı konusunda?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Doğru.
Sayın Nalcı…
KEMALETTİN NALCI (Tekirdağ) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakanım, Trakya’nın
Tekirdağ Çerkezköy ve Kapaklı bölgesinde Tekirdağ İl Millî Eğitim Müdürünün bir
açıklaması var “Önümüzdeki dönem sağlıklı eğitim verilebilmesi için Kapaklı’ya üç okul, Çerkezköy’e de en az iki okul lazım.”
diye. Bununla ilgili herhangi bir çalışma var mı ve bu okullar yeni öğretim
yılına yetişebilecek mi?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Nalcı.
Buyurunuz Sayın Bakan.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
“Okul yeri olarak ayrılan
arsaların istimlak edilip edilemeyeceğini veya bu
istimlak edilemiyorsa bile, bedeller ödenemiyorsa bile, uzun yıllar süren
mülkiyete ilişkin tasarruf haklarının kısıtlanması nedeniyle hiç olmazsa emlak
vergileri Bakanlığınız tarafından ödenemez mi?” diye sordunuz. Şimdi, her
şeyden önce, buralarla ilgili ayrılan yerlerde şöyle bir hukuki durum var: İmar
planlarında burası okul yeri olarak ayrılıyor sadece. Kişinin burada
mülkiyetine ilişkin tasarruf hakkı kısıtlanmış olsa dahi herhangi bir şekilde
mülkiyet değişmiyor. Dolayısıyla, mülkiyet değişmediği sürece emlak
vergilerinin ödenmesi sorumluluğu malik üzerinde doğan bir sorumluluk olduğu
için maalesef emlak vergilerinin bizim Bakanlığımız tarafından… Tabii
Türkiye’deki mülkiyete ilişkin hukuk sistemi ve bu düzenlemelere ilişkin
davranıyoruz yani Millî Eğitim Bakanlığı olarak burada, belki de zaman
içerisinde…
Bir bağlantılı soru olarak
cevaplandırayım: “Okul yerlerine ilişkin imar değişikliklerine siz mi karar
veriyorsunuz?” dedi. Biz, ihtiyacımız devam ettiği sürece izin vermeyi uygun
görmediğimizi belirttim ama bu bizim yetkimiz alanında olan bir konu değil elbette.
Belediye meclisleri isterlerse bir yeri okul alanı olmaktan çıkarabilirler ama
Türkiye'de genel olarak belediyelerimizin de bu konuda gösterdiği bir
hassasiyet söz konusu. Millî Eğitim Bakanlığı “Okul yeri ihtiyacımız devam
etmektedir.” dediği sürece buraların okul alanı olmaktan çıkarılması çok
istisnai bir durum bizim için. İzin veren biz değiliz, belediye meclisleri.
Sayın Doğru “Türk dünyasından
gelen gençlerin birlikteliği ve kaynaşması” dedi. Gerçekten son dönemde hem
Türk cumhuriyetlerinden hem de bölgeden, Orta Doğu ülkelerinden Türkiye'de
yükseköğrenim görmek üzere gelen gençlerin sayısında hem bir artış var hem de
Türkiye bu anlamda bir cazibe merkezi olmaya doğru ilerliyor. Gençlerin
Türkiye'de bulundukları süre içerisinde hem ülkemize adaptasyonu hem kardeşliği
ve birlikteliği pekiştirmek adına çok sayıda sosyal aktivite uygulanıyor.
Burada cevap verme sürem içerisinde, kısıtlı süre içerisinde anlatamayacağım
kadar büyük çalışmalar var. Çok yakın bir tarihte de yine Türki
cumhuriyetlerden ve yurt dışından akraba topluluklarından gelip Türkiye’de
okuyan öğrencilerimizle “büyük mezuniyet buluşması” adı altında geniş çaplı bir
buluşma düzenliyoruz. Bu toplantıyı Ankara’da yapacağız. Sizlerin de
katılımınız bizi memnun eder milletvekillerimiz olarak. Bundan memnuniyet
duyarız.
Sayın Doğru’nun ikinci bir
sorusu da Azerbaycan Bakü’deki o Türk okuluyla
ilgiliydi. Yarıyıl tatilinde ben bu Bakü’deki okulda
karne dağıtım törenine katıldım ve oradaki durumu yerinde görme şansım oldu.
Her şeyden önce Azerbaycan Devlet Başkanı Sayın İlham Aliyev
nezdinde de Eğitim Bakanlığı nezdinde de bu okulun fiziki şartlarının
düzeltilmesi ve yeni bina inşası için arsa tahsisi istedik. Okulumuzun
bulunduğu yerin çevresindeki arsalar son derece kıymetli, bu nedenle de bize
tahsisi yapılmıyor. Mevcut şartlar içerisinde de çok eski bir bina. Ne kadar
binaya yönelik boya, badana, ilave şey yapıyor olursak olalım maalesef bu
fiziki şartları aşamıyoruz. Takdir edeceğiniz üzere bu okul her ne kadar bir Türk okulu da olsa egemenlik hakkı olan bir başka ülkenin
toprakları içerisinde, dolayısıyla taleplerimizi ve bu konudaki girişimlerimizi
o ülke nezdindeki makamlar tarafından yapıyoruz.
Orada bir öğretmen açığı söz konusu değil. Yani öğretmenlerimiz sayıca, ders ve
öğrenci sayısına uygun şekildedir.
Sanıyorum cevaplandırdım.
Cevaplandıramadığım sorular varsa yazılı olarak cevap vereyim.
BAŞKAN – Süremiz var. 2
milletvekilimiz daha sisteme girmişler, onların da sorularını alalım.
Sayın Genç…
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, aslında Sayın
Bakana sormak istediğim -gerçi biraz önce bir açıklama yaptı ama- İmar
Kanunu’na göre kamu hizmetlerine tahsis edilen yerler beş yıl içinde istimlak edilmezse mülk sahibinin geri alma hakkı var.
Birinci sorum şu: TOKİ
tarafından el konulan okul, arsa ve binaları var mıdır? Bunlar nerededir?
İkincisi: Tunceli’de, uzun
zaman, işte bu okul yakmaları nedeniyle, göçler nedeniyle birçok köyün okulu
yakılmıştı, köylerin çoğu boşalmıştı ama son zamanlarda, köylere tekrar dönme
var. Bu arada, gezdiğim bazı köylerde, mesela Tunceli merkeze bağlı Çimenli
köyünde, Mazgirt’e bağlı Akdüven köyünde ve Pertek’e
bağlı Pirinççi köyünde yeterli öğrenci var fakat okul binaları yok. Bunlar
ilgili yerlere başvurmuşlar, ben de oralarda sordum ama sağlıklı bilgi
alamadım. Bu köylere bu sene içinde okul yapılacak mı? Çünkü yeteri kadar okul
var.
Bir de…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Genç.
Sayın Taner…
RECEP TANER (Aydın) – Millî
Eğitim Bakanlığının istimlak edeceği rakam yaklaşık 6
milyar TL’nin üzerinde. Dolayısıyla, şu andaki yatırım bütçeleriyle sizin
Bakanlığınızın vatandaşın yerlerini istimlak etmesi on
beş-yirmi yıl daha alacak. On yıldan, on beş yıldan beri emlak vergilerini
vatandaş kendisi ödüyor tasarruf edemediği yerle ilgili. Dolayısıyla, sadece
Bakanlık olarak değil, Hükûmet olarak bu konuda bir
çalışma yapmayı düşünmüyor musunuz? Vatandaş kullanamadığı, vatandaş kendi
iktisabında olmayan yerin vergisini ödemeye devam ediyor; on beş yıl, otuz yıl
bu yerlerin vergisini ödüyor. Bu konuda bir çalışma yapmayı düşünmüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Taner.
Buyurunuz Sayın Bakan.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Genç sorusunda “TOKİ
tarafından el konulan arsa var mıdır?” dedi. TOKİ, Başbakanlığa bağlı, toplu
konut yapmak üzere kurulmuş yasal bir kuruluş. Her şeyden önce TOKİ bir şeye el
koymaz. Yasal çerçevede eğer bir arazi tahsisi söz konusuysa bunların üzerinde
okul, sağlık kurumu, sosyal donatı alanı ve toplumun konut ihtiyacını karşılar.
Dolayısıyla şu anda sorduğunuz soru karşılığında -yani bu okul alanı da
olabilir, başka arsalar da olabilir- bu konuda Toplu Konut İdaresinin yaptığı
inşaatların arsalarının hukuki pozisyonlarıyla ilgili benim elimde bir veri
yok. Dolayısıyla, değerlendiririz.
Şimdi, köylerin boşaltılması
neticesinde okulların boşaltıldığını ama şimdi, köye geri dönüşün başladığını
ifade ediyorsunuz. “Okulların planlaması yapılırken tekrar okul yapmayı
düşünüyor musunuz?” dediniz. Şu anda, aslında tam da kırsaldan kente göç nedeniyle
köylerde eğitim görecek çocuk çağ nüfusunun son derece düştüğünü biliyoruz biz.
Dolayısıyla, bu çerçevede yaklaşık 18 bin okul da eğitim öğretimin dışına
çıkarıldı. Yani oralarda, köylerde okul ihtiyacı kalmadı çünkü öğrenci yok.
Dolayısıyla, eğer dönüş söz konusuysa biz bu dönüşleri de baz
alarak bir bölgenin eğitim kurumu ihtiyacını, oradaki yaş gruplarına, nüfus
artış hızına, dönüş ve göç alma oranlarına bakarak yeniden inşa edebiliriz,
bunu da yatırım planlarımıza alabiliriz ama yılın başında strateji kurumumuzda
planlarımızı biz, bütün il, ilçe, köy ölçeğinde bu değerlendirmeleri yaparak
kararlaştırıyoruz. Sizin söylediğiniz köylerle ilgili şu anda bizim elimizde
bir bilgi yok.
Aynı şekilde, Tekirdağ
Milletvekilimizin sorduğu, okul ihtiyacına ilişkin de kısa bir şey söylemek
istiyorum. Gene okullarımızı tüm Türkiye’yi planlarken okul ihtiyaçlarını
mesleki eğitimden diğer alanlara kadar -Anadolu lisesi, fen lisesi- planlamak
suretiyle ve tüm illerimiz arasında objektif, eşit, adil kurallar uygulamak
suretiyle yatırım planına aldık. Dolayısıyla, bu yıl Tekirdağ için
yapabileceklerimizi de yine ilan ettik. Onun dışında, okul ihtiyacının
karşılanması konusunda hem hayırseverlerimiz kanalıyla hem Millî Eğitim
Bakanlığı hem TOKİ tarafından yapılan inşaatlarımız bu konuda derslik
ihtiyacının karşılanmasına yönelik çalışmalarımız devam ediyor.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Bakan.
4’üncü madde üzerinde önerge
yok.
4’üncü maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 4’üncü madde kabul edilmiştir.
5’inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 5- Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN –
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Çetin Soysal. (CHP
sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Soysal.
CHP GRUBU ADINA ÇETİN SOYSAL
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 5’inci maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım.
Tabii, bu tasarı, Türkiye
Cumhuriyeti tarafından İstanbul’da bir Türk-Alman Üniversitesi kurulmasına
ilişkindir. Ancak, bunun, ne yazık ki Alman Başbakanın, Sayın Merkel’in ülkemizi ziyaret ettiği bir süreçte gündeme
gelmesi, sanki Sayın Merkel’e bir jestmiş gibi
görülmektedir. Tabii, bu da beraberinde bir şirin görünme anlayışını mı
getiriyor diye düşünmemek mümkün değil. Aslında, karşılıklı ilişkiler elbette
ki gelişmeli, karşılıklı ilişkiler son derece önem taşımalı. Nitekim,
Plan ve Bütçe Komisyonumuzun almış olduğu karara da bir baktığımız zaman,
Komisyonun tasarı üzerindeki kararında “en çok Türk vatandaşının yaşadığı
ülkenin Almanya olması nedeniyle karşılıklı ilişkilerin geliştirilmesi adına
atılmış olan bu adımın olumlu olduğu, ancak devletler arasındaki ilişkilerde
karşılıklılık ilkesinin gözetilmesi gerektiği ve bu doğrultuda Almanya’da da
benzer bir üniversitenin kurulması gerektiği, böylece iki ülke arasındaki
ilişkilerin daha gelişeceği,” ifade ediliyor.
Niye bu eş zamanlı değil?
Niçin biz bu konuda adım atıyoruz ancak aynı adımı Almanya atmıyor? Sayın Merkel’in de “Neden olmasın.”ını
fazla büyütmenin de çok fazla bir önemi yok. “Neden olmasın.”a baktığımız
zaman, aslında “Neden olmasın.”ın, “olmayacak”
anlamına geldiğini de görmemek mümkün değil, onu da görmezlikten gelemeyiz. Bu,
karşılıklı olmalı. Adım atılacak ise Almanya’nın da ciddi bir adım atması
gerekmekte iken aynı adımı, aynı yaklaşımı orada gördüğümüz söylenemez.
Yine aynı şekilde
“Üniversitenin Türkiye’ye getireceği mali yükün fazla olduğu, Almanya’nın
sadece akademik personel konusunda yardım sağlamasının yeterli olmadığı,” yine
Komisyonumuz tarafından ifade edilmektedir. Bunları, her ikisi de dikkate
alınması gereken, Komisyonun doğru tespitleri olarak değerlendiriyoruz.
Yine Komisyonun bir tespiti
daha var: Yoğunluk açısından İstanbul’da çok fazla üniversite bulunduğu,
üniversitenin İstanbul dışında bir ilde kurulmasının önemli olduğu ifade
ediliyor. Doğru bir yaklaşımdır. İstanbul’da yeni bir üniversitenin kurulması,
İstanbul’un yükünü daha da fazla artıracaktır. Özellikle Beykoz’da, belirlenen
yerde yapılması hâlinde, her ne kadar Sayın Bakan “Orası kesin değil.” dese
bile, oraya bir yoğunlaşmanın olduğunu görmekteyiz. Oraya baktığımız zaman,
yeşil alanları ciddi şekilde talan edilebilecek bir altyapının oluştuğunu da
görüyoruz.
Onun için, yer seçimi
konusunda da Komisyon aslında doğru bir adım atıyor. Bu anlamda, İstanbul
dışında olmasının çok daha önemli olabileceğini ve buna dönük bir çalışmanın
yapılmasının daha ciddi olabileceğini ifade etmek ve bu doğrultuda bir çaba
sarf etmek doğru olabilir diye düşünüyorum. Ancak, tabii, eğitim sistemimize
baktığımız zaman, Türk-Alman Üniversitesinin kurulması hiçbir şeyi değiştirmeyecektir
eş zamanlı da olmadığı için çok fazla bir önemi olmadığını görüyoruz.
Değerli milletvekilleri, ne
yazık ki okullarımızda baştan aşağı çok önemli problemlerle karşı karşıyayız.
Eğitim sistemimiz bir çıkmazın içindedir. “Eğitimde bir fırsat eşitliği
vardır.” demek mümkün müdür? Hayır. Eğitim sistemimize baktığımız zaman, ne
yazık ki eğitim tamamen paralı hâle gelmiş, artık, Anadolu’daki çocuklarımızın
eğitimle ilgili bundan sonraki süreçte beklentileri yok olma noktasına gelmiş.
Görüyoruz,
izliyoruz ve biliyoruz ki eskiden Anadolu’daki liselerin bir önemi vardı;
Anadolu liselerine baktığımız zaman, Konya lisesinin de, Diyarbakır lisesinin
de, Sivas lisesinin de, Antalya lisesinin de bir önemi var idi. Bugün
baktığımızda, bu liselerin gerçekten artık işlemez hâle geldiğini, yeterince
eğitimin verilmediğini görüyoruz, yaşıyoruz ve bugün bu liselerdeki sistemin,
artık üniversitelere yeterince öğrenci taşımadığını da görmekteyiz. Hatta
üniversitelerin de çok ciddi şekilde eğitim düzeyinin düştüğünü görüyoruz.
Örneğin, yapılan bir araştırmayı söyleyeyim size. “Çanakkale Savaşı Ruslara
karşı mı, Japonlara karşı mı yapıldı?” sorusuna yüksekokulda 100 öğrencinin… Ki
magazinleşmiş, her 18 Martta bunu anıyoruz, Anzaklar
geliyor, basında yer alıyor, Çanakkale’ye Sayın Başbakan dâhil birçok insan
gidiyor ve dikkatler oraya çekilmiş olmasına rağmen, 100 öğrenciye sorun,
98’inden alacağınız yanıt ya “Japonlar”dır ya “Ruslar”dır. Yani, bilgi düzeyinin ne kadar eksik, ne kadar
yetersiz olduğunu, gözleme dayalı eğitimin olmadığını, eğitim sisteminin ne
kadar çarpık olduğunu ve bunu dahi, güncelleşmiş, magazinleşmiş bir olayı dahi,
hatta ülkenin Başbakanının gittiği… Hatta, gezi olarak
giden öğrencilerin dahi bu konuda yeterli bilgi sahibi olmaması büyük bir
eksiklik olarak karşımıza çıkıyor.
Aslına baktığımız zaman,
eğitim sistemimizdeki olumsuzluklar had safhada. Bakın,
ataması yapılamayan binlerce öğretmen, 200 binin üzerinde ataması yapılamayan
öğretmen var, bir o kadar da öğretmen açığı olduğu ifade edilmekte ama
baktığımız zaman, eğitimini almış ve gerçekten bu konuda katkı sunmak isteyen
öğretmenlerimiz artık işsizler ordusuna katılma aşamasına geliyor, 200 binin
üzerinde ataması yapılamayan bir öğretmen kitlesiyle karşı karşıyayız. Sözleşmeli
öğretmenlere baktığımız zaman, sözleşmeli öğretmenlerin de gerçekten çok büyük
acı ve sancılar yaşadığını görüyoruz. Geçtiğimiz günlerde Güneydoğu’daydım,
orada öğretmenlerin getirmiş olduğu sorunları hayretler içerisinde izledim.
Örneğin, İzmir’de yaşayan bir öğretmenimizin özürlü çocuğu var. Sözleşmeli
öğretmen, eşi orada ama Güneydoğu’da görev yapıyor. Güneydoğu’da görev yaparken
özürlü çocuğunu görme imkânı bile yok. Özürlü çocuğunu oraya getirmeye kalktığı
takdirde özürlü çocuğunu orada yetiştirebilecek koşullar yok. Eş durumundan
ötürü burada sancılar yaşanıyor. Yine, bir öğretmen, ataması yapılmış,
sözleşmeli öğretmen, ona verilen görev ne ise onu yerine getirmek zorunda,
feryadını, çığlığını duyurmaya çalışıyor ve orada, o öğretmenimizin, bir çığlık
içerisinde “Tuvaletleri temizlemek zorunda kalıyorum çünkü verilen görev neyse
onu yapmak zorunda kalıyorum. Öğretmenlik hariç her türlü görevi yapmak
durumunda kalıyoruz.” diye feryatları var. Bunları, isimlerini söylemek
istiyorum ancak iş güvencesi olmadığı için, işlerine son verilme endişesi ve
korkusu olduğu için bunları söylemekte ne yazık ki zorluk çekiyoruz ama
baktığımız zaman buna bile razı oluyor.
Örneğin, okul öncesi eğitim
veren öğretmenler üç yıl meslek lisesini okuyacak, iki yıl yükseğini okuyacak
ama lisans alamayacak. Buna bir çözüm üretilmeyecek mi? Bu insanlar niçin üç
yıl meslek lisesine gidiyor? O meslek lisesi niçin var? İki yıl yükseği niçin
var? Bu eğitimi aldıktan sonra niçin… Her yıl 3.555 kişi mezun oluyor bu
okullardan. Okul öncesi eğitimi vermek için yetiştirilmiş bu çocuklarımıza, bu
gençlerimize biz lisans vermeyecek miyiz? Buna bir çözüm bulmamız gerekmiyor
mu? Ne yazık ki bu da binlerce insanın kapılarda, mesleklerini hayata geçirme
konusunda zorluklar yaşamasına neden oluyor.
Şimdi, yaşadığımız bir olay:
Bundan bir süre önce bir Bedrettin olayını yaşadık. Bedrettin 5 yaşında, 5
çocuklu bir ailenin ortanca çocuğu. Şimdi, bu çocuğa yine bir başka çocuklar
tarafından, aynı işi yapan çocuklar tarafından işkence edildiğine tanık olduk.
Şimdi, bu çocuklar niçin mendil satmak zorunda kalıyor? Bu çocuklar niçin ciklet satmak zorunda kalıyor veya bu çocuklar niçin
ayakkabı boyamak zorunda kalıyorlar? Şimdi, valilikler, bunlara dönük alışveriş yapma veya bu
çocukların getirdiği şeyleri satın almama yasağı getirdi. Bu, yasaklarla değil,
bu insanların… Örneğin, Adana’daki bir köye “dilenci köy” deniyor, “dilenci
köy” diye ifade ediliyor. Niçin o köy
dilenci? Niçin o köy o hâle gelmiş? Niçin orada eğitime önem vermemişiz? Niçin
o insanların gelişimine katkı sunmamışız? Niçin İstanbul, Ankara, İzmir gibi
büyük kentlerde çocuklar Selpak satmak zorunda kalıyorlar, mendil satmak
zorunda kalıyorlar veya ciklet satmak zorunda
kalıyorlar veya dilenmek zorunda kalıyorlar?
Değerli arkadaşlarım, ne
yazık ki yoksulluk, açlık, sefalet, işsizlik had safhada ve insanlar
çocuklarını okula gönderme yerine çalıştırmak durumunda kalıyorlar. Bu işi
kaynağından çözmemiz gerekir iken bizim olaya yasakçı bir anlayış içerisinde
bir eğilim göstermemiz doğru bir yaklaşım değil.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
ÇETİN SOYSAL (Devamla) –
Gerçekten eğitim sistemimiz bir çöküntü noktasında. Aç bırakarak ağlatan, cahil
bırakarak yalvartan bir anlayışla okullarımız yönetilemez, salt birtakım
yardımlarla geliştirilemez. Bilgiyle, teknolojiyle okulların beslenmesi gerekir
iken en başta yetiştirme yurtları olmak üzere yine ilköğretim yatılı okullara
baktığımızda oralarda büyük bir felaketin olduğunu görüyoruz. En son ben
Polatlı’daki okula gittim, gördüm ve gerçekten içler acısı ve okullarımızda
uyuşturucunun da had safhada olduğunu ve on-on iki yaşında çocukların
uyuşturucuyla buluştuğuna tanık olmanın sancısını ve sıkıntısını orada yaşadım.
Belgeleriyle size verebilirim. Orada yaşayan çocuğun birkaç kez intihara
teşebbüs ettiğini ve madde bağımlısı olduğunu biliyorum. Kendisini de, ismini
de, ailesini de size verebilirim ve daha da önemlisi, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin hemen bitişiğinde gençlerin uyuşturucu kullandığına dair elime gelen
bilgiler var.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
bağlayınız.
ÇETİN SOYSAL (Devamla) –
Bunları da ben Millî Eğitim Bakanlığımızla paylaşmayı bir görev olarak kabul
ediyorum.
Hepinize saygılarımı,
sevgilerimi sunuyorum.
Teşekkür ederim. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Soysal.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut. (MHP
sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Bulut.
MHP GRUBU ADINA AHMET DURAN
BULUT (Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk-Alman
Üniversitesi kurulmasıyla ilgili Hükûmetin getirmiş
olduğu kanun tasarısı hakkında grubum adına söz almış bulunuyorum. Yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye’de bir ilk gerçekleşiyor; bir yabancı ülke kendi adıyla Türk Hükûmetiyle ortaklaşa bir üniversite kuruyor. Üniversite kurulması tabii çok önemli, bir ülkenin kalkınmasının
önemli göstergelerinden biri. Türkiye’de 45’i vakıf, 94’ü devlet olmak
üzere 139 üniversite ile biz hizmet vermekteyiz. Bu üniversite kurulduğunda 140
üniversitemiz olmuş olacak.
Öğrencilerimizin yüzde 85
dışarıda kalıyor, yüzde 15’i üniversiteye girebiliyor. Bu giren öğrencilerimiz
YÖK tarafından, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından, ülkenin ihtiyaçları
doğrultusunda bir planlama yapılmadığı için, gelişigüzel, genelde vakıf
üniversiteleri kolaylarına gelen bölümleri açarak okullara öğrenci
almaktadırlar. Alınan bu öğrenciler okullarını bitirdiklerinde ülkenin
gerçekleriyle yüz yüze geliyorlar. Birçoğu iyi yetişemediği için, birçoğu
yabancı dil bilmediği için Türkiye’de iş imkânı bulamıyorlar. Eğitim
fakültelerinden mezun 300 binin üzerinde öğretmen adayımız bugün işsiz ise bu
yapılan çok yanlış bir eğitim politikası neticesindedir. Türkiye’de böyle bir
eğitim planlaması yapılmamıştır. Değerli milletvekilleri konuşmalarında,
sanayinin, ekonominin ihtiyacı olan ara insan yetiştirilmesi konusunda mesleki
ve teknik okullara yeterince ağırlık verilmediğini ifade ettiler. Bu, ülkenin
bir gerçeğidir.
Tabii,
üniversite kurulurken bu üniversitenin merkezi olarak İstanbul’un seçilmesi
yine ayrıca düşündürücü. Niçin bu üniversite Siirt’te
açılmıyor? Niçin bu üniversiteyi Çorum’a kurmuyoruz? Neden İstanbul? İstanbul
üzerinde birtakım oyunlar dönüyor, oynanıyor.
Size bir konudan bahsetmek
istiyorum sayın milletvekilleri: İngiliz “Ottoman Finance Company”nin kurduğu
“Osmanlı Yapı” adlı şirket 120 milyon dolar vererek, İstanbul’un Riva
bölgesinde, sahibi olan Celaloğlu ailesinden 1 milyon
metrekare arazi almıştır. Bu araziyi Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulmadan,
Osmanlının son dönemlerinde, o dar dönemlerimizde yine İngilizler istemiş fakat
istekleri reddedilmiştir. Şimdi, bu arazinin sahibi oldular. Bu arazinin
Boğaz’daki sahili, Kilyos sahilleri çıkartma için çok
elverişli, müsait, stratejik bir yerdir. Bunun karşı tarafını da, hazine
arazilerini adım adım, parça parça
İsraillilerin aldığı iddia edilmekte. Aylar önce Hükûmete
verdiğim soruya bugüne kadar bu konularda da cevap almış bulunmamaktayım.
ABD’nin yine İstanbul’daki
büyükelçilik statüsünde Balkanları, Kafkasları, Karadeniz’i izleyen, gözleyen
ve bu güçlerin oralarda koloniler kurmak adına yaptıkları, Millî Savunma
Bakanlığımızın, devletimizin hiç mi dikkat etmediği ama adım adım birtakım şeylerin yapıldığı gerçeğini de yine soru
olarak sordum, buna da bir cevap alamadım.
İlla bu bölgede, İstanbul’da,
Boğaz’a nazır… “Fransızlara veriyorsunuz da bize neden vermiyorsunuz?”
bakışıyla, mantalitesiyle bu üniversiteye biz yer
veriyoruz. Demin Sayın Bakana sordum: Böyle bir üniversitenin kuruluşunu biz mi
talep ettik yoksa Almanlar mı bize bunu teklif ettiler? Yer bizim, bina bizim,
maaşını biz veriyoruz, adı Alman’ın oluyor. Sizler güya ticareti iyi
bilirsiniz, böyle bir ortaklık olur mu değerli milletvekilleri? Ama nedense -hâlâ cevabını bulabilmiş değilim- Merkel’in
Türkiye’ye gelişine rast getirilen bu kanun tasarısı, sanki Merkel’in
“Siz kendi vatandaşlarınızın soyulmasına, dolandırılmasına engel olamıyorsunuz
ama biz, bizim ülkemizdeki Türklerin soyulmasına mâni olmak için açmış
olduğumuz mahkemeler dolayısıyla Türkiye’de bu işe karışanların ifadesini almak
istedik, siz kabul etmediniz.” anlamında Deniz Feneri gündeme gelir de son
günlerde kamuoyunu oluşturan AKP Anayasası gölgede kalır düşüncesiyle, Merkel’e bir jest olsun amacıyla mı bu tasarı getirildi
diye düşünmeden de edemiyorum.
Bir üniversitenin dilinin
yabancı dilde olması, bu üniversitenin Almanca olması, bu da ayrıca manidar.
Türkçe dili, nüfus itibarıyla dünyada en yaygın dillerden biridir, dilimizin
farkına varmamaktayız. Tarihçi Hamilton “Viyana’dan
Kore’ye kadar gidecek olursanız anlaşabilmeniz için Türkçe yeterlidir.” demektedir ama biz bu topraklarda Türkçe
diline devlet olarak, hükûmetler olarak gereken özeni
gösteremediğimiz için, ülkemizin bazı bölgelerine gidip yerleşen Türk boyundan,
Türk soyundan, obalardan insanlarımız bile Türkçeyi unutmuş, yerel dillerle
bugün konuşur hâle gelmişlerdir.
Bu yabancı dilde eğitim gören
gençler o dilin, o ülkenin, o kültürün mantalitesine
sahip olurlar. Yani Saint Joseph, Saint Benoit, Robert mezunları bu okulları
bitirdikten sonra o ülkelerin üniversitelerine giderler. Ondan sonra o
çocukların buralara geldiğini, kendi rızalarıyla geldiklerini düşünmeyin
lütfen. Geliyorlarsa siyasete gelirler, siyasette en üste gelirler, bakan
olurlar, genel başkan olurlar, bir yerlere getirilirler; iş adamı olurlar,
büyük firmaların distribütörü olurlar, yolları açılır
ama bizim, kendi insanımızın, kendi gençlerimizin önünü açmak adına millî
politikalardan vazgeçmememiz gerekmektedir. Bu anlamda, bu okullarda acaba
takip ediyor muyuz Türk millî eğitiminin amaçladığı insan tipi yetiştiriliyor
mu? Buralara dikkat ediyor muyuz?
Almanya gibi birçok güçlü
ülkeler nüfuz alanlarını genişletmeye çalışıyorlar; Almanya Kanada’ya göçmen
gönderiyor, Almanya Güney Afrika’ya göçmen gönderiyor, onları finanse ediyor,
oradaki kolonilerini genişletmeye çalışıyor. Türkiye’de bu üniversiteyi kurdururken
biz Almanlara 3,5 milyon Türk’ün yaşadığı, 1 milyona yakın öğrencinin bulunduğu
Almanya’da niçin bir Türk üniversitesinin kurulması için karşılıklılık
anlamında diretmiyoruz da teslim oluyoruz? Neden? Eksiğimiz nedir bunlardan?
Parasını mı veriyorlar, masrafını mı çekiyorlar? Hayır. Ülkemin en güzel
yerlerine, ormanları da keserek, çevreyi de katlederek Almanların dilinde yayın
yapacak, eğitim yapacak, çıkan öğrencilerin de Almanya’ya gidip beyin göçü
olmasını sağlayıp oralara götürmesini sağlayacağız.
Türk dünyası değerli
milletvekilleri, Almanya’nın pazarıdır. Türkiye ile Almanya arasındaki ticaret
hacmimizde de büyük adaletsizlik vardır. 300 ton biz Almanya’dan altın
alıyoruz. Türkiye 10 ton altın üretiyor. Türkiye, Almanya’nın
altın pazarı. Türkiye’de hani altın olayları oluyor ya, birileri
çıkıyor: “Kazmayın, altın çıkarmayın...” Bütün bunların arkasında bu ticari
ilişkiler yatıyor. Bu anlamda pazarı kaybetmemeye, yerli iş birlikçi, taşeron
güçler bulmaya çalışıyorlar. Titreyip kendimize dönmek, kaynaklarımızın farkına
varmak…
Okulları açarken “açtık, bir
müdür, bir mühür…” Böyle ne okul ne üniversite olur değerli milletvekilleri.
Anadolu’nun birçok yerine üniversiteler açtık. Dünyada ilk 500’ün içerisinde
bir tek üniversitemiz yok. Kaliteyi görünüz. Bu, bizim akademisyenlerimizin
beceriksizliğinden, yeteneksizliğinden değil. Bu akademisyenlerimiz
kendilerinin gelişmesi, eğitimleri açısından yeterli şartlara sahip değiller.
Demin değerli bir milletvekilimiz aldığı maaşları söyledi üniversite hocalarının,
profesörlerin. Kıdemli profesörün dışında olanlar yoksulluk sınırının altında
maaş almaktadırlar. Bu şartlar içerisinde akademik eğitimlerini nasıl
yapabilirler?
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
Buyurunuz.
AHMET DURAN BULUT (Devamla) –
Dolayısıyla kendi üniversitelerimizin derlenmesi, toparlanması, dünyada marka
üniversiteler hâline gelmesi adına bir gayretimizin, çabamızın olması gerekir.
Türkçe konuşursanız Türkçe
düşünürsünüz, hangi dilde konuşursanız o dilde düşünürsünüz. İşte, eğitimde
yazboz tahtası hâline gelen, her gelen bakana göre eğitim politikalarının ve
okullardaki dillerin değiştiği, karman çorman edilmiş bu eğitim sisteminin
içerisinde, binlerce öğrenci girdiği sınavlarda sıfır puan almaktadır.
Başarısızlık dip yapmıştır.
O bakımdan, Meclis olarak bu
konuya el atmak, eğitimi yeniden millî bir çizgiye çekerek geleceğimize
yapacağımız en önemli yatırım konusunda üzerimize düşen görevi yerine
getirmeliyiz diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Bulut.
Barış ve Demokrasi Partisi
Grubu adına Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis. (BDP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Halis.
BDP GRUBU ADINA ŞERAFETTİN
HALİS (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de görüşülmekte
olan yasa üzerine Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış
bulunmaktayım. Sizleri saygıyla selamlıyorum.
Tabii, bu yasa üzerinde
görüşürken ta Almanyalara kadar gitmeye gerek yok diye düşünüyorum, Almanya’ya
gitmeden önce biraz Türkiye'yi gezmek gerekir diye söze başlamak istiyorum.
Tunceli’de kadınların
emeğiyle çıkan bir gazete var, Tunceli Emek gazetesi. Emek gazetesi, geçen
haziran ayında bir yazısında Tunceli’deki eğitim sistemini ve eğitim uygulamalarını
eleştiriyordu. Çok ilginç, bu eleştiriyi yapan gazeteye farklı MSN’lerden “Vurucu Kobra” adıyla hakaret eden, tehdit eden,
küfreden, ırkçı, ayrımcı ifadeler kullanan mailler gönderiliyor.
Tabii, araştırılıyor,
arkasından kim çıksa iyi savcılık işe el koyduktan sonra: Tunceli İl Millî
Eğitim şube müdürlerinden Sayın Süleyman Çakmak çıkıyor. “Niye yaptın bunu?”
diyorlar, “Ben, bize karşı yazılan yazının haksız olduğunu söylemek için
yazdım.” “Başka bir ifade kullanamaz mıydınız?” Ses yok. “Başka bir yöntem
kullanamaz mıydınız?” Ses yok.
Ne yazmıştı gazetede?
“Dönemin valisinden de alınan güç ve destekle ırkçı ve ayrımcı uygulamalar
yapılıyor ve neredeyse millî eğitim camiası arpalığa döndürülmüş.” deniyordu.
Tabii, şimdi, biz, burada,
bir kobraya özenen, bir kobraya öykünen bir millî eğitim görevlisinin oradaki
millî eğitim sistemi üzerinde ya da uygulamaları üzerinde ne kadar başarılı
olacağına da bir bakalım.
Kobra tayfasına sistem teslim
edildikten sonra Tunceli’de, eğitim seviyesi yüzde 90’ların üzerinde olan
Tunceli’de çok ciddi bir eğitim düşüşü oluyor, kalitede düşüş oluyor. Örneğin,
2004 yılında ÖSS’de 29’uncu sıradayken 2009 yılında ÖSS ortalamasında 65’inci
sıraya düşmüşüz; sayısalda 72’nci sıra, sözelde 58’inci sıra.
Böyle olduğu zaman, bizim
Sayın Bakana burada söylememiz gereken şu olacaktır: Eğitimi bu kadar düşüren,
üstelik zehirli bir canlıya öykünen birinin millî eğitim camiasında sorumlu
olarak kalmasının bir gereği var mıdır? Bu görevli hakkında ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Tabii, biz, Türkiye
sıralamasından bahsederken Türkiye sıralamasında sırasını kaybeden, çok daha
aşağılara düşen diğer illerden de bahsetmek durumundayız.
Bakıyoruz Türkiye'nin
batısına: Kırklareli, Tekirdağ, Aydın, Ankara ilk 10’a giren iller arasında, Ankara
14’üncü sırada, İstanbul 27’nci sırada. Türkiye'nin doğusuna gidiyoruz,
doğusunda Kürtler yaşıyor; doğusunda, Kürtlerin yoğunluklu yaşadığı illerden
Şırnak 81’inci sırada, Türkiye'nin sıralamada son ili, Hakkâri 80’inci sırada.
Şimdi, bunlar bir tesadüf olabilir mi ya da bir kader olabilir mi? Yani, bunun
bir tesadüf ya da bir kader olduğunu söylemenin bir akli yanı yok.
Bakıyoruz, nedenlerini
araştırıyoruz. Bu ülkenin zekileri Türkiye’nin batısında mı yaşıyor? Bilimsel
bir cevabı da bilimsel bir mantığı da yoktur bunun. O zaman nedenlerine
bakıyoruz. Bu ülkede sistemin ve AKP’nin ayrımcı politikaları esas olmakla
beraber, ana dilde eğitimde eğitim görememenin vermiş olduğu zarar işte bu.
Almanya’da 500 bin Türk için
okul açma girişiminize elbette karşı olarak durduğumuzun bilinmemesini
istiyoruz, karşı değiliz. 500 bin de olsa, 50 de olsa her insanın kendi diliyle
eğitim görme hakkının verilmesi gerekiyor. Ancak, Almanya’da 500 bin insan için
kendi dilinde eğitim görmesinin yolu açılırken, bu ülkede yaşayan, bilimsel
verilerle de saptanmış 20 milyon insanın kendi ana diliyle eğitim görmemesinin
de ne kadar büyük bir haksızlık olduğunu da burada söylemek durumundayım.
Değerli milletvekilleri,
tabii AKP’nin iktidar olduğundan bugüne Türkiye’de tuhaf şeyler dönüyor. Ben
burada millî eğitim sisteminin temel politikasının bir değerlendirmesini yapmak
durumunda değilim ama dönem dönem aklımıza şöyle bir
soru da gelmiyor değil: Acaba millî eğitim sistemi, Türkiye millî eğitim
sistemi İran eğitim sisteminden referans mı alıyor? Böyle sorular, böyle
kuşkular doğrusu doğuyor.
Son zamanlarda, özellikle son
açılan taşra üniversitelerinde, siyasi kadrolaşma sonucu üniversitelerde
bilimsel, demokratik, laik kimlikten uzak, dindar, milliyetçi, bilim karşıtı
kadroların yükseköğretimde egemen olmaya başladığını görüyoruz.
Bir örnek vermek istiyorum:
Muş Alparslan Üniversitesi Eğitim Fakültesi. Bu fakülte tarafından beş altı yaş
çocuklarında Allah’a yakınlık algısı üzerine bir araştırma yaptırılıyor.
Araştırmayı yapanlar kim? Yardımcı Doçent Doktor Mehmet Kamil Coşkun, Yardımcı
Doçent Doktor Serdar Seven imzalı bir form gönderiliyor. Söz konusu yazıda
araştırmanın amacı “Çocukların Allah’a hangi şartlarda kendilerini yakın ve
uzak hissettiklerini; bu yakınlık algısının hastalık, yalnızlık, mutluluk,
başarı ve ailenin dindarlık durumuna göre ne derecede değişkenlik gösterdiğini
ortaya koymak.” olarak ifade edilmiştir. Bu verilerin toplanmasında izlenecek
adımlar olarak sırasıyla, önce velilerin dine bakış ve bağlılığını ölçen
dindarlık ölçeği ve çocukların güven duygusunu ölçen bağlanma ölçeği
uygulanacak, daha sonra çocuklara altı ayrı hikâye anlatılarak her hikâyeden
sonra Allah’ın hikâye kahramanına ne kadar yakın olduğunu bir figür yardımıyla
göstermelerinin isteneceği belirtiliyor.
Ayrıca velilerden, yazıya ek
olarak gönderilen “dindarlık ölçeği” adını verdikleri soruları yanıtlamaları,
daha sonra ana sınıfı öğretmenlerine göndermeleri isteniyor. Velilerin
yanıtlaması beklenen sorular şunlar: “Yaptıklarınızdan dolayı kendinizi hesaba
çeker misiniz? Günahlarınıza pişman olup tövbe eder misiniz? İmkânınız olsa
senede bir zekât verir misiniz? Günlük hayatınızda dini önemli bulur musunuz?
İnancınıza göre hareket etmediğinizde rahatsız olur musunuz? Dinî sohbet ve
ortamlara katılır mısınız? Dinî faaliyetlere katkı ve desteğiniz olur mu?” gibi
sorular peş peşe geliyor, daha var.
Şimdi, bu da yetmiyor; Muş
Alparslan Üniversitesi gerici uygulamaları bununla da sınırlı kalmıyor. Eğitim
Fakültesinde eğitim programları alanında ilan edilen araştırma görevlileri
kadrosu için müracaat eden adaylara ön görüşmelerde Allah’a inanıp
inanmadıkları, ateist olup olmadıkları soruluyor, cemaate bakış açıları
soruluyor.
Tabii, böyle bir algı, böyle
bir anlayış içinde eğitimi dizayn etmek isteyenlere
şöyle sormak gerekiyor: Bir bilim kurumu olması gereken bir üniversitede ve
üstelik geleceğin eğitimcilerini yetiştiren eğitim fakültesi tarafından böylesi
bir araştırmanın gerçekleştirildiğinden haberiniz var mı? Bunu özellikle Sayın
Bakana soruyorum. Demokratik ve laik eğitimin teminatı ve uygulayıcısı olması
gereken İl Millî Eğitim Müdürlüğü böyle bir çalışmayı hangi yasal gerekçelerle
yapıyor? Bilimsellik yerine dinsel referanslarla eğitim ne zamandan beri, hangi
yasaya dayanılarak yapılıyor? Millî Eğitim Bakanlığının imam-hatip okulları
müfredatını ana sınıflarına kadar indirmeyi amaçlayan bir hedefi var mı?
Özellikle de öğretim elemanı kadro alımında, öğretim elemanı olabilmenin
ölçütü, öncelikle alanına ilişkin literatüre hâkim,
alanında bilimsel çalışmalar yapmış, bilimsel ve eleştirel düşünme becerisini
kazanmış olmaktır. Ancak, söz konusu olaydaki öğretim elemanlarının bu
ölçülerden uzak, bir cemaat ve tarikat görevlisi gibi davrandıkları
görülmektedir. Bu konuyla ilgili bir araştırma ve soruşturma yapmayı da bir
görev olarak Sayın Bakan önüne koymalıdır diye düşünüyorum.
Tabii, benzer uygulamalar
sadece Muş Alparslan Üniversitesinde yok. Değişik üniversitelerde, örneğin
Adana’da da yine Adana ilköğretim okullarında görev yapan 500 branş öğretmeni üzerinde, dindarlık sorgulaması formları
dağıtılıyor. Yapan kim?
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) –
Çukurova Üniversitesi öğretim üyesi Doçent Doktor Asım Yapıcı ve İl Millî
Eğitim Müdürü, program geliştirme sorumlusu Sedat Altunkanat
imzalı. Her iki yetkili de Adana Valiliğinden, İl Millî Eğitim Müdürlüğünden ve
Üniversite Senatosundan onay aldıklarını söylüyor. Tabii, her şey bununla
bitmiyor. Bunlar belki tekil örnek olarak kabul edilebilir, kabul görebilir ama
eğer tekil örnekler bir ülkede sistematik bir şekilde günden güne çoğalıyorsa,
bunlar artık tekil örnek olmaktan çıkmış, bir sistem sorunu hâline gelmiştir,
toplumu rahatsız eden sorunlar hâline gelmiştir.
Yine, eğitim politikalarının
geneli üzerinde bir değerlendirme yapmayacağımı söyledim ama bazı
üniversitelerde toplumu rahatsız eden bazı uygulamaları da burada sizinle
paylaşmayı bir görev biliyorum. Örneğin Gaziantep Üniversitesi Rektörlüğü
tarafından bazı öğrenci ailelerine gönderilen mektuplarda, üniversitede bildiri
dağıtmak, yürüyüş ve toplantı yapmak yasa dışı eylem olarak kabul görüyor.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözünüzü
bağlayınız, süremizin sonuna geliyoruz.
ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) –
Teşekkür ediyorum.
Üniversite Rektörü Profesör
Doktor Yavuz Coşkun imzasıyla gönderilen mektuplarda “Amacımız öğrencileri rehabilite etmektir.” diyor. Üniversite Rektör Yardımcısı
Profesör Doktor Abdurrahman Kadayıfçı ise “Birinci görevimiz
öğrencileri rehabilite etmektir. Güvenlik güçleriyle,
terör uzmanlarıyla iş birliği içindeyiz. Her ay emniyetten terör uzmanlarıyla
ortaklaşa toplantı yapıp karar veriyoruz.” diyor. Şimdi, üniversitelerde her
türlü saldırının...
NURETTİN AKMAN (Çankırı) –
Lütfen, iki defa uzattı!
ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) –
Neyin lütfeni, dinle! Dinle! Her uygulamayı sen
yapamazsın. Müdahale etme, müdahale etme lütfen!
BAŞKAN – Sayın Halis, devam
ediniz lütfen.
ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) –
Şimdi, bugüne kadar sivil saldırıların hem üniversite özel güvenliği tarafından
hem emniyet teşkilatı tarafından destek bularak yapıldıklarını biliyoruz.
Şimdi, burada sormak gerekiyor. Üniversitede asayişi sağlamak, hele hele rehabilite etmek, bir
rektörün polisi çağırarak, terör uzmanlarıyla iş birliği yaparak…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen, son
cümlenizi alalım, süremiz bitti.
ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) –
Takdirlerinize sunuyorum ve saygılar sunuyorum ayrıca. (BDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Halis.
Sayın milletvekilleri,
çalışma süremizin sonuna geldiğimiz için, alınan karar gereğince, kanun tasarı
ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için 1
Nisan 2010 Perşembe günü saat 13.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati : 20.04