Normal 25794 2 3 2010-04-20T13:01:00Z 2010-04-20T13:01:00Z 1 45427 258939 TBMM 2157 607 303759 11.9999 Clean 0 0 nk 0 nk 0 0 false false false 0 nk 0 nk MicrosoftInternetExplorer4

DÖNEM: 23                                                                                                                YASAMA YILI: 4

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

CİLT : 64

74’üncü Birleşim

17 Mart 2010 Çarşamba

 

(Bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

İÇİNDEKİLER

 

  I .- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II .- GELEN KÂĞITLAR

III .- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Çanakkale Milletvekili Mustafa Kemal Cengiz’in, 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi’nin 95’inci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Muğla Milletvekili Gürol Ergin’in, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bazı uygulamalarına ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Elâzığ Milletvekili Mehmet Necati Çetinkaya’nın, 8 Mart 2010 tarihinde Elâzığ’da meydana gelen depreme ve 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi’nin 95’inci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı

 

IV.- AÇIKLAMALAR

1.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun, 8 Mart 2010 tarihinde Elâzığ’da meydana gelen depreme ve 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi’nin 95’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı

2.- Elâzığ Milletvekili Faruk Septioğlu’nun, 8 Mart 2010 tarihinde Elâzığ’da meydana gelen depreme ilişkin açıklaması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı

3.- Edirne Milletvekili Rasim Çakır’ın, 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi’nin 95’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı

4.- Bingöl Milletvekili Kâzım Ataoğlu’nun, 8 Mart 2010 tarihinde Elâzığ’da meydana gelen depreme ilişkin açıklaması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı

5.- İstanbul Milletvekili Mehmet Ufuk Uras’ın, 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi’nin 95’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı

6.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, 473 sıra sayılı Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı’nın temel kanun olduğuna dair gündemde bir açıklama bulunmadığından, temel kanun olarak görüşülemeyeceğine ilişkin açıklaması

 

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Diyarbakır Milletvekili Selahattin Demirtaş ve 19 milletvekilinin, eczacıların sorunları ile ilaç sektöründeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/623)

2.- Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve 20 milletvekilinin, Kastamonu ilinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/624)

3.- Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve 19 milletvekilinin, camilerin ve din görevlilerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/625)

4.- BDP Grubu adına Grup Başkan Vekilleri Batman Milletvekili Bengi Yıldız ve Batman Milletvekili Ayla Akat Ata’nın, Mıhellemilerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/626)

 

B) Tezkereler

1.- Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Başkanlığının, (1/821) esas numaralı Maden Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın, İç Tüzük’ün 34’üncü maddesi uyarınca kendi komis-yonlarında görüşülmesinin temini için gereğinin yapılmasına ilişkin tezkeresi (3/1123)

2.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mehmet Ali Şahin’in, beraberinde bir Parlamento heyetiyle, Fas Parlamentosu Temsilciler Meclisi Başkanı Mustafa Mansouri’nin vaki davetine icabetle Fas’a, resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1124)

3.- Türkiye Büyük Millet Meclisinden bir Parlamento heyetinin, Rusya Federasyonu Federal Meclisi Tarım ve Gıda Politikası ve Balık Kompleksi Komisyonunun vaki davetine icabetle Rusya Federasyonu’na resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1125)

 

VI.- SEÇİMLER

A) Komisyonlarda Açık Bulunan Üyeliklere Seçim

1.- İnsan Haklarını İnceleme ve Anayasa Komisyonlarında açık bulunan üyeliklere seçim

 

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)

2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)

3.- Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/761) (S. Sayısı: 458)

4.- Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı ile Çevre, Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler, Avrupa Birliği Uyum ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonları Raporları (1/789) (S. Sayısı: 473)

 

VIII.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Afyonkarahisar Milletvekili Halil Ünlütepe’nin, Yargıtayda boş bulunan üyeliklere seçim yapılmasına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/11691)

2.- Giresun Milletvekili Murat Özkan’ın, Abdullah Öcalan’ın avukatlarıyla görüştürülmesine ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/11692)

3.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, denetim ve yönetim kurullarında görevli personele ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı (7/11783)

4.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin, sağlık sorunları bulunan bir tutuklunun tahliyesine ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/11813)

5.- Antalya Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, kiralanan binalara, sağlıkevlerine ve bir beldeye yapılan hastaneye ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı (7/11842)

6.- Antalya Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, saha koordinatörlerine ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı (7/11844)

7.- Antalya Milletvekili Atila Emek’in, Yüksek Seçim Kurulunun kullandığı bilgisayar işletim sistemine ilişkin Başbakandan sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/11873)

8.- Diyarbakır Milletvekili Gültan Kışanak’ın, bir tutuklunun sağlık sorununa ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/11876)

9.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Yargıtaydaki boş üyeliklere ve çalışma şartlarına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/11877)

10.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, bir köye ebe atanmasına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı (7/11931)

11.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Ardahan’daki sağlık hizmet-lerinin yeterliliğine ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı (7/11940)

12.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, bir sağlık ocağındaki doktor eksikliğine ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı (7/11941)

13.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, bir köydeki sağlık personeli ihtiyacına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı (7/11942)

14.- Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay’ın, hâkim ve savcılar hakkında kişisel suç kapsamında işlem yapılmasına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/11980)

15.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut’un, SEÇSİS Projesi’nin işletim sistemine ilişkin Başbakandan sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/12055)

16.- Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, bir hükümlünün tedavisine ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/12254)

17.- Adana Milletvekili Nevingaye Erbatur’un, kadın seçmen sayılarına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/12351)

18.- Adana Milletvekili Nevingaye Erbatur’un, yerel yönetim seçim-lerindeki kadın adaylara ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/12353)

19.- Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, bir cezaevinde yapıldığı iddia edilen uygulamalara ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/12428)

20.- Samsun Milletvekili Suat Binici’nin, yapılması planlanan bir yarı açık cezaevine ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/12429)

21.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Erbaa OSB’deki faaliyetlere ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün’ün cevabı (7/12627)

22.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, TRT’nin bazı imkânlarının usulsüz kullandırıldığı iddialarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/12803)

23.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, TRT’nin açılması planlanan Arapça yayın yapacak kanalına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/12821)

24.- Mersin Milletvekili Behiç Çelik’in, Türk alfabesinde bulunmayan harflerin TRT yayınlarında kullanılmasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/12832)

25.- Zonguldak Milletvekili Ali Koçal’ın, TRT’nin İstanbul Tepebaşı’ndaki stüdyolarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/12833)


I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te açılarak üç oturum yaptı.

Kırklareli Milletvekili Tansel Barış, 14 Mart Tıp Bayramı’na,

Van Milletvekili Kerem Altun, öğretmen okullarının 162’nci kuruluş yıl dönümüne,

Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal, insan haklarındaki gelişmelere,

İlişkin gündem dışı birer konuşma yaptılar.

Hakkâri Milletvekili Rüstem Zeydan,

Adıyaman Milletvekili Şevket Köse,

14 Mart Tıp Bayramı’na;

Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk, 16 Mart 1978’de 7 üniversite öğrencisinin öldürülüşünün yıl dönümüne ve tüm faili meçhul olayların aydınlatılması gerektiğine;

Mersin Milletvekili Mehmet Şandır, Osmanlı Sadrazamı Mehmet Talât Paşa’nın Almanya’da öldürülüşünün 89’uncu yıl dönümüne;

İlişkin birer açıklamada bulundular.

Ordu Milletvekili Enver Yılmaz’ın, Anayasa Komisyonundan istifa ettiğine ilişkin önergesi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Adana Milletvekili Kürşat Atılgan’ın (6/1710) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi okundu; sözlü sorunun geri verildiği bildirildi.

Edirne Milletvekili Cemaleddin Uslu ve 20 milletvekilinin, Batı Trakya Türklerinin sorunlarının (10/619);

Diyarbakır Milletvekili Selahattin Demirtaş ve 19 milletvekilinin:

Engellilerin sorunlarının (10/620),

Iğdır’daki hava kirliliği sorununun (10/621),

Millî Eğitim Bakanlığının esnek istihdam politikalarının yol açtığı sorunların (10/622);

Araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında yer alan 473 sıra sayılı Biyogüvenlik Kanun Tasarısı ile 484, 436, 453, 359, 360, 356 ve 378 sıra sayılı uluslararası sözleşmelerin bu kısmın 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10 ve 11’inci sıralarına alınmasına ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; 473 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi yapılan görüşmelerden sonra kabul edildi.

Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Kars İli Susuz İlçesinin Adının Cilavuz Olarak Değiştirilmesi ile İlgili Kanun Teklifi’nin (2/362) İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilmedi.

Gündemin “Sözlü Sorular” kısmının:

1’inci   sırasında   bulunan        (6/876),

6’ncı                                     (6/999),

9’uncu                                (6/1008),

10’uncu  sırasında   bulunan  (6/1009),

11’inci                                (6/1013),

14’üncü                              (6/1034),

23’üncü                              (6/1060),

24’üncü                              (6/1063),

25’inci                                (6/1065),

27’nci                                 (6/1072),

37’nci                                 (6/1098),

38’inci                                (6/1099),

41’inci                                (6/1111),

44’üncü                               (6/1119)

49’uncu                              (6/1135),

51’inci                                (6/1138),

52’nci                                  (6/1139)

56’ncı                                 (6/1143),

373’üncü                            (6/1656),

404’üncü                            (6/1692),

405’inci                              (6/1693),

419’uncu                            (6/1705),

446’ncı                               (6/1735),

537’nci                               (6/1827),

599’uncu                            (6/1890),

Esas numaralı sözlü sorulara Devlet Bakanı Faruk Çelik cevap verdi; soru sahiplerinden Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü, Ordu Milletvekili Rıdvan Yalçın ve Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt de cevaplara karşı görüşlerini açıkladı.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:

1’inci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),

2’nci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/499) (S. Sayısı: 321),

4’üncü sırasına alınan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı ile Çevre, Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler, Avrupa Birliği Uyum ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonları Raporlarının (1/789) (S. Sayısı: 473),

12’nci sırasına alınan, Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasının Ana Sözleşmesinde Değişikliğin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun (1/786) (S. Sayısı: 460),

23’üncü sırasına alınan, Uşak Milletvekili Nuri Uslu’nun; 6831 Sayılı Orman Kanununa Ek Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi ve Çevre ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonları Raporlarının (2/325) (S. Sayısı: 417),

Görüşmeleri komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.

3’üncü sırasında bulunan, Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun (1/761) (S. Sayısı: 458) tümü üzerindeki görüşmeler tamamlandı, verilen aradan sonra komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından görüşmeleri ertelendi.

5’inci sırasına alınan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Slovak Cumhuriyeti Hükümeti Arasındaki Askeri Mezarlık Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/803) (S. Sayısı: 484),

6’ncı sırasına alınan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti İçişleri Bakanlığı ve Pakistan İslam Cumhuriyeti Hükümeti İçişleri Bakanlığı Arasında Eğitim İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/398) (S. Sayısı: 436),

7’nci sırasına alınan, Türkiye Cumhuriyeti ile Umman Sultanlığı Arasında Hukuki, Ticari ve Cezai Konularda Adli Yardımlaşma Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/753) (S. Sayısı: 453),

8’inci sırasına alınan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Romanya Hükümeti Arasında Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunmasına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/612) (S. Sayısı: 359),

9’uncu sırasına alınan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Romanya Hükümeti Arasında Felaketlerin Sonuçlarının Önlenmesi, Sınırlandırılması ve Hafifletilmesi Alanında İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/639) (S. Sayısı: 360),

10’uncu sırasına alınan, Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı ile Bulgaristan Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı Arasında İşbirliği Konusunda Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/418) (S. Sayısı: 356),

11’inci sırasına alınan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Bulgaristan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Svilengrad-Kapıkule Demiryolu Sınır Geçişi Faaliyetlerinin ve Kapıkule Sınır Mübadele Garındaki Demiryolu Sınır Hizmetlerinin Düzenlenmesine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/419) (S. Sayısı: 378),

13’üncü sırasına alınan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Bahreyn Krallığı Hükümeti Arasında Uluslararası Karayolu Taşımacılığı Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/565) (S. Sayısı: 370),

14’üncü sırasına alınan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Bahreyn Krallığı Hükümeti Arasında Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunmasına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/387) (S. Sayısı: 371),

15’inci sırasına alınan, Türkiye Cumhuriyeti ve Tayland Krallığı Arasında Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunmasına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/316) (S. Sayısı: 372),

16’ncı sırasına alınan, Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı ile Fas Krallığı Adalet Bakanlığı Arasında İşbirliği Konusunda Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/407) (S. Sayısı: 376),

17’nci sırasına alınan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Kosova Öz-Yönetim Geçici Kurumları Adına Hareket Eden Birleşmiş Milletler Kosova Geçici Yönetim Misyonu (UNMIK) Arasında Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunmasına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/414) (S. Sayısı: 377),

18’inci sırasına alınan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Suriye Arap Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Orman ve Ormancılık Araştırmaları Alanında Bilimsel ve Teknik İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/687) (S. Sayısı: 379),

19’uncu sırasına alınan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Guyana Hükümeti Arasında Ticaret ve Ekonomik İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/344) (S. Sayısı:388),

20’nci sırasına alınan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Burkina Faso Hükümeti Arasında Ticaretin Geliştirilmesi ve Ekonomik ve Teknik İşbirliği Anlaşma Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/417) (S. Sayısı: 389),

21’inci sırasına alınan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Laos Demokratik Halk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Ticaret ve Ekonomik İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/616) (S. Sayısı: 390),

22’nci sırasına alınan, Türkiye Cumhuriyeti ile MERCOSUR Arasında Bir Serbest Ticaret Alanı Kurulmasına Yönelik Çerçeve Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/648) (S. Sayısı: 391),

24’üncü sırasına alınan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuveyt Devleti Hükümeti Arasında Sınai İhracatın Geliştirilmesi Alanında Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/719) (S. Sayısı:432),

25’inci sırasına alınan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuveyt Devleti Hükümeti Arasında Ekonomik ve Teknik İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/721) (S. Sayısı: 433),

Görüşmeleri tamamlanarak elektronik cihazla yapılan açık oylamalardan sonra kabul edildi ve kanunlaştı.

17 Mart 2010 Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşime 20.02’de son verildi.

 

 

Şükran Güldal MUMCU

 

 

 

Başkan Vekili

 

 

Fatih METİN

 

Yusuf COŞKUN

 

Bolu

 

Bingöl

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

                                                                                                                                                    
                                                                                                                                              No.:   102

II.- GELEN KÂĞITLAR

17 Mart 2010 Çarşamba

Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Diyarbakır Milletvekili Selahattin Demirtaş ve 19 Milletvekilinin, eczacıların sorunları ile ilaç sektöründeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/623) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.2.2010)

2.- Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve 20 Milletvekilinin, Kastamonu İlinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/624) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.2.2010)

3.- Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve 19 Milletvekilinin, camilerin ve din görevlilerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/625) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.2.2010)

4.- BDP Grubu adına Grup Başkanvekilleri Batman Milletvekili Bengi Yıldız ve Batman Milletvekili Ayla Akat Ata’nın, Mıhellemilerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/626) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.2.2010)


17 Mart 2010 Çarşamba

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 13.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN (Bingöl), Fatih METİN (Bolu)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 74’üncü Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi ve Şehitleri Anma Günü münasebetiyle söz isteyen Çanakkale Milletvekili Mustafa Kemal Cengiz’e aittir.

Buyurunuz Sayın Cengiz. (MHP sıralarından alkışlar)

III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Çanakkale Milletvekili Mustafa Kemal Cengiz’in, 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi’nin 95’inci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

MUSTAFA KEMAL CENGİZ (Çanakkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi’nin 95’inci yıl dönümü nedeniyle söz aldım. Yüce heyetinizi ve yüce Türk milletini saygıyla selamlarım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2 Kasım 1914 günü dünyanın en büyük Haçlı donanması Çanakkale Boğazı’na bütün gücüyle yüklenmiş, 19 Şubat 1915 itibarıyla Boğaz’ın iki yakasına ateş kusmaya başlamıştı. 18 Mart 1915 günü küllerinden yeniden doğan Mehmetçik, dünyanın hayranlıkla izlediği emperyalist armadayı Boğaz’ın serin sularına gömerek, dünya tarihine en görkemli bir deniz zaferini altın harflerle yazdırmıştır.

Denizden ve karadan her yolu deneyen, hasta adamı boğmak için hayasızca bir vahşeti Gelibolu sahnesinde oynamaya çalışan medeni Batı sırtlan ordusu, mağrur ve kibirli milletler, geri dönmeyi düşünmeyen kahraman Mehmetçik karşısında tarihin tarif edemediği, destanların yazamadığı, akılların çözemediği büyük bir mağlubiyetin mümessili ve Çanakkale destanının küçük bir figüranı olarak 14 Aralık 1915’te geldikleri yoldan geri dönmenin dayanılmaz çaresizliği içinde Gelibolu sahnesine kaçarak veda etmişlerdir.

Aziz şehitlerimiz, sizler doksan beş yıl önce, aynı vatan, aynı millet, aynı bayrak ve aynı inanç uğruna vatanın beher köşesinden gelerek, yüce Türk milletinin yekvücut olduğunda neler yapabildiğini ortaya koydunuz; kutsal vatan toprağı Çanakkale cephesine, şehadet şerbetini, koşarak, içmeye geldiniz, asla geri dönmeyi düşünmediniz.

O gün bu vatanı almaya, bu milleti boğmaya gelenler bugün hâlâ bu hayallerinden vazgeçmiş değillerdir. Doksan beş yıl önce Çanakkale’de “Dur yolcu” diyerek geçirmediğin Haçlı zihniyeti, yediği tokadı ve üzerimizdeki hayallerini unutmamış, siyasi limanlarda, siyasi kararlarla yeni bir senaryonun peşine düşmüşlerdir. İnsanlık onurunun, insanlık medeniyetinin ve Yüce Yaratıcı’nın asla kabul etmediği insanlık suçlarını, ABD’de Kızılderilileri kurutarak, Afrika’nın, Asya’nın, Kafkasya’nın, Balkanların ve hâlen Irak halklarının öldürülmesine, milyonlarca mazlum ve masum insanların neslinin soyunu ve sonunu katleden bu zihniyet, “medeniyet ve demokrasi” şemsiyesi altında büyütülen tek dişi kalmış canavar, bugün, siyasi parlamentolarda almış oldukları kararlar ile de tarihi katletmişlerdir ve evlatlarımızı kendi karanlık vicdanlarına hapsetmenin arzusuyla, kiniyle hâlâ üzerimize gelmeye devam etmektedirler.

Aziz şehitlerimiz, artık görev bizde. Sizlere layık olabilmek için, aynı ruhla mücadelemiz sonsuza kadar devam edecektir.

Yüce milletim, bugün, ülkemize ve milletimize, içeriden ve dışarıdan destek bulan gizli senaryoların kıskacında yeni roller biçilmekte ve yine Türk milletinin başına çuvallar geçirilmeye çalışılmaktadır. Destanlara sığmayan büyük ecdadın torunları olarak yabancı başkentlerde yeniden düzenlenen tarihî senaryoların günümüz versiyonu bu oyunları görüyoruz, anlıyoruz. Bu senaryolara dün olduğu gibi bugün de teslim olmayacağız ve yine başaracağız. Dün Çanakkale’de, İnönü’de, Dumlupınar’da, Sakarya’da, 9 Eylül İzmir’de aynı zihniyet, aynı düşünce, bugün, şekil, renk, strateji değiştirerek kullandığı maşalarla tarihî emellerin peşinde koşmaya devam etmektedir. Nasıl ve ne şekilde olursa olsun, hangi niyet ve taktikle üzerimize gelirlerse gelsinler, hangi cüppeyi, hangi elbiseyi giyerlerse giysinler, yüce Türk milleti, tarihimizi katledenleri, bunlara zemin hazırlayanları, bu zillet karşısında sesini çıkarmayanları asla affetmeyecektir. Bizler, yarın kaçacaklarla sizin yolunuzda savaşacaklar arasında ince çizgiyi gören evlatlarınız ve torunlarınız olarak sizlerin 1915’te Çanakkale Boğazı’nda dünyaya haykırdığınız şu mısralarla bugün biz de yüce çatı altından haykırıyoruz:

"Bütün dev silahların üstüme kan kussa,

Şurda tekbir sesleri birer birer hep sussa,

Değil müttefiklerin bütün dünya kudursa,

Bizlerden akan her damla sizlere şelaledir.

Geçemezsiniz beyler, bura Çanakkale'dir.

Denizi geçmek için toplansa da bütün cihan,

Koskoca gemiler üzerime gelse de yan yan,

Toplanın, toplanın, toplanın efendiler, bu pınardan içilmez.

Yanlış kapıyı çaldınız, yanlış kapıyı çaldınız beyler, Çanakkale geçilmez! Çanakkale geçilmez! Çanakkale geçilmez!"

Saygılarımla. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Cengiz.

Gündem dışı ikinci söz Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bazı uygulamaları hakkında söz isteyen Muğla Milletvekili Gürol Ergin’e aittir.

Buyurunuz Sayın Ergin.

2.- Muğla Milletvekili Gürol Ergin’in, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bazı uygulamalarına ilişkin gündem dışı konuşması

GÜROL ERGİN (Muğla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının kimi uygulamaları üzerinde düşüncelerimi açıklamak için söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlarken Sayın Başkan sizi, değerli milletvekillerini ve yüce Türk ulusunu saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bizler için en etkili denetim yollarından biri, dikkatimizi çeken, önemsediğimiz ve nedenini öğrenmek istediğimiz konularda ilgili sayın bakanlara yazılı soru önergesi yöneltmemizdir. Özellikle son dönemlerde soru önergelerimize ilgili bakan yerine -eylem ya da işlemi- sorunun muhatabı olan bürokratların verdikleri yanıtlarla karşılaşıyoruz. Bu konuda sayın bakanların İç Tüzük’ün amacına daha uygun davranması, bunu sağlamak için de Meclis Başkanlığının konuya bir şekilde müdahil olması gerekir.

Bu konuşmamda değineceğim bir diğer husus, Sayın Mehmet Ali Şahin’in Meclis Başkanı oluşundan bu yana, yazılı soru önergelerimizin, İç Tüzük’ün 96 ve 97’nci maddelerine atıfta bulunan şablon yazılarla soru talebi milletvekillerine geri gönderilmesidir.

Benim, 19 Ekim 2009’da Başbakan Yardımcısı Sayın Arınç’a, 13 Aralık 2009’da Başbakan Sayın Erdoğan’a, 23 Aralık 2009’da Millî Savunma Bakanı Sayın Gönül’e, 3 Şubat 2010’da Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Günay’a yönelttiğim yazılı soru önergelerimin tümü, hangi gerekçeyle geri gönderildiği belirtilmeden ve yalnızca “İç Tüzük hükümlerinde belirtilen nitelikleri taşımadığından” biçimindeki soyut gerekçeyle geri çevrilmiştir.

Yazılı soru önergelerimin, aykırı olduğu belirtilen 96’ncı ve 97’nci maddeler, sorunun, kısa, gerekçesiz, kişisel görüş ileri sürülmeksizin, kişilik ve özel yaşama ilişkin konuları içermeyecek ve istişari amacı olmayacak şekilde olması gerektiğini hükme bağlamıştır.

Benim, sözünü ettiğim dört soru önergem de İç Tüzük’ün hükümlerine aykırılık taşımamaktadır. Sayın Arınç’a yönelttiğim soru önergemde “Türkiye'de tuzu kuru olanların çocuklarının askerlik derdi yok.” dediğini anımsatarak, çocuğu askere gitmeyen ya da yirmi bir gün askerlik yapan, toplumda belli adı olanları mı kastettiğini sordum. Sayın Başbakana yönelttiğim soru önergemde, Sayın Başbakanın “Kimse bizimle milliyetçilik, cumhuriyetçilik yarışına giremez.” şeklindeki beyanatı üzerine “milliyetçilik, cumhuriyetçilik gibi temel ilkelerin değiştirilmesi zamanının geldiği” şeklindeki düşüncenin sahibi olan Sayın Bakan Dinçer’in Kabinede yer almasını nasıl açıkladığını sordum. Sayın Bakan Gönül’e yönelttiğim soru önergemde, Anayasa Mahkemesinin ilgili kanunun kimi maddelerinin yürütmesini durdurmasından sonra mayın temizleme işinde son durumun ne olduğunu ve Türk Silahlı Kuvvetlerine koro hâlinde haksız ve hain saldırılar yapılırken neden suskun kaldığını sordum. Sayın Bakan Günay’a ise “Bu toprakların vatan olması için Alparslan’ın, Kanuni Sultan Süleyman’ın, Fatih’in yaptıkları unutulmaz.’ dediniz. Mustafa Kemal Atatürk’ü anmanız gerekmez miydi?” diye sordum.

Bu sorularımın hiçbiri uzun değildi, hiçbiri gerekçe taşımıyordu, hiçbiri kişisel görüş içermiyordu, hiçbiri özel yaşama ilişkin değildi ve hiçbiri istişari amaçlı değildi. Öyleyse niçin hepsi geri gönderildi?

Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Sayın Başkanı, kendisini Sayın Başbakanın uyarılarına muhatap kabul edebilir ve kendisinin Başkanlık kürsüsünde bulunduğu sırada Sayın Başbakanın Meclisi yönetmesine sessiz kalabilir ama ben, milletimi temsil etmek üzere bulunduğum bu kutsal çatı altında denetim görevimin sudan gerekçelerle, hatta gerekçe bile açıklanmadan şablon bir yazıyla engellenmesini kabul etmem ve etmiyorum. Sorularıma yanıt istiyorum ve Sayın Başkana sesleniyorum: Meclis Başkanı olarak denetim görevi yapmamızı engellemekten vazgeçiniz, demokrasiyi baltalamayınız. Soru yönelttiğimiz bakanlarınızın zaten dokunulmazlıkları var, onları bir de siz koruma zırhı altına almayınız, bırakınız sayın bakanlar sorularımızı yanıtlasınlar.

Değineceğim üçüncü husus şudur…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

GÜROL ERGİN (Devamla) – Sağ olun.

Yine son zamanlarda, kanun tasarı ve tekliflerinin asli komisyonlara gönderilmesinde takdir yetkisi yanlış kullanılmaktadır. Örneğin, Tarım Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı, içeriği itibarıyla ana komisyon olarak Plan ve Bütçe Komisyonuna gönderilmesi gerekirken, bu yapılmamış, Plan ve Bütçe Komisyonu tali komisyon olarak belirlenmiştir. Bununla da yetinilmemiş, sözü edilen tasarı Plan ve Bütçe Komisyonunda hiç görüşülmemiştir, Plan ve Bütçe Komisyonu baypas edilmiştir. Bu davranışlar Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışmalarını engellediği gibi saygınlığına da zarar vermektedir. Bu yanlışlardan mutlaka vazgeçiniz.

Bu umudu taşıyor ve sözlerime son verirken, Sayın Başkan sizi, değerli milletvekillerini ve yüce Türk ulusunu tekrar saygılarımla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Ergin.

Gündem dışı üçüncü söz, Elâzığ’da meydana gelen deprem hakkında söz isteyen Elâzığ Milletvekili Necati Çetinkaya’ya aittir.

Buyurunuz Sayın Çetinkaya. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

3.- Elâzığ Milletvekili Mehmet Necati Çetinkaya’nın, 8 Mart 2010 tarihinde Elâzığ’da meydana gelen depreme ve 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi’nin 95’inci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı

MEHMET NECATİ ÇETİNKAYA (Elâzığ) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; 8 Mart 2010 tarihinde saat 04.32 sıralarında merkez üssü ilimiz Karakoçan Başyurt mevkisi olan 6 şiddetindeki deprem Kovancılar, Karakoçan, Palu ilçelerimiz ve bağlı köylerimiz başta olmak üzere geniş bir bölgede etkili olmuş, can ve mal kaybına sebebiyet vermiştir. 42 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, 137 vatandaşımız da maalesef yaralanmıştır. Yaralılara Allah’tan şifa, ölenlere de Allah’tan rahmet diliyorum, geride kalanlara da sabır niyaz ediyorum.

Depremden, bu bölgelerde yaşayan 10 binin üzerinde vatandaşımız etkilenmiştir. Sabahın beş buçuğunda Sayın Başbakanımızla telefon irtibatı hemen kurduk ve Sayın Başbakanımız, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcımız Cemil Çiçek Bey, Sağlık Bakanımız Recep Akdağ Bey, Devlet Bakanımız Cevdet Yılmaz Bey ve Bayındırlık Bakanımız Mustafa Demir Bey’le birlikte bölgeye hemen hareket etmemizi… Kendi Başbakanlık uçağını tahsis ettiler. İki saat sonra Sayın Başbakan Yardımcımız Cemil Çiçek Bey’in Başkanlığında bölgeye intikal ettik. Gitmeden önce il valisi kriz masası oluşturmuştu ve anbean kendisiyle telefon irtibatları sağladık ve Elâzığ Milletvekili arkadaşlarımızla birlikte ve 4 bakan arkadaşımızla birlikte bölgeye gittiğimizde, Kızılay, bütün kurtarma ve yardım faaliyetlerine iştirak etmek üzere… 8. Kolordu Komutanı Mustafa Korkut Özarslan Bey başta olmak üzere, kendilerine hepinizin huzurunda şükranlarımı sunuyorum, insanüstü gayret gösterdiler.

Sağlık Bakanlığımızın seyyar ambulans helikopter ekipleri ve on sekiz tane tam donanımlı, ameliyat yapabilecek derecede bütün teçhizatıyla, doktorlarıyla, yardımcı sağlık personeliyle bölgeye intikal eden ambulans ekipleri ve hemen her köyde sağlık ekiplerimiz hazır bir vaziyette bekliyor.

DSİ, Köy Hizmetleri, Karayolları, bütün hepsi bölgede kurtarma ve yardım faaliyetlerine iştirak etmek üzere intikal etmişlerdi.

Hiçbir depremde bu kadar hızlı bir şekilde devletin imkânlarının bölgeye intikal ettiği vaki değildi. Hakikaten, huzurlarınızda bu kadar büyük bir imkânı bölgeye seferber eden ve hiç olmazsa o vuku bulan depremde acılarımızı dindirmek konusunda büyük gayret gösteren Hükûmetimize huzurlarınızda teşekkür ediyorum, başta Sayın Başbakanımız olmak üzere tüm ilgililere huzurlarınızda şükranlarımı sunuyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; bölgeye perşembe günü de Sayın Başbakanımız 6 bakan arkadaşlarımızla birlikte intikal ettiler ve ölüm vuku bulan Okçular, Yukarıkanatlı, Yukarıdemirci, Kayalık ve Göçmezler köylerine tek tek uğrayıp oradaki vatandaşlarımıza geçmiş olsun dileklerini söylediler. Beraberlerinde TOKİ Başkanı ve aynı zamanda o bölgede etüt çalışmalarını en hızlı bir şekilde gerçekleştirmek üzere bütün yetkililer oraya seferber oldu.

Yine, sağlam yer tespit edilerek, bölgede kısa zamanda evlerin yapılması ve yeni köy ihdası, kurulması için yetkililere talimat verdiler ve TOKİ Başkanına aynen şunu söylediler: “Ramazan Bayramı’yla birlikte buradaki vatandaşlarımız evlerine girmiş olacaklar.” Bu kesin bir talimattı ve dolayısıyla bu kadar büyük gayret ve çabalarından dolayı Sayın Başbakanımıza huzurlarınızda şükranlarımı sunuyorum, bütün arkadaşlarım ve ilimdeki bütün hemşehrilerimiz adına.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

MEHMET NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Ayrıyeten, bölgede bir hafta süreyle hiç ayrılmadan bizimle beraber bütün köyleri dolaşan ve dolayısıyla bizzat emrindeki Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanını da beraber getirerek, onlara kısa zamanda gereken araç ve gerecin temin edilerek bölgede bütün yaraların sarılması konusunda talimat veren Değerli Başbakan Yardımcımız Cemil Çiçek’e huzurlarınızda teşekkürü bir borç biliyorum ve inanıyorum ki 10 binin üzerinde, zarar gören, bu bölgede yaşayan insanlarımız, bu kısa zamanda yeniden yapılanma neticesinde, en modern bir şekilde, depreme en dayanıklı şekilde yapılan köylerine kavuşmakla, kısmen de olsa, bu acılarını dindirmiş olacaklar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi bağlayınız.

MEHMET NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – Hayhay Sayın Başkanım.

Onun için ben tekrar kendilerine geçmiş olsun diyorum ve Allah’tan temennimiz bir daha böyle afetlerin vuku bulmaması.

Aynı zamanda, bugün Çanakkale şehitlerinin yıl dönümü; doksan beş yıl önce Çanakkale’de destan yazan, başta Anafartalar kahramanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve onun komutasında savaşan büyük askerin oradaki şahikalar yaratan, destanlar yaratan… O zaferin bugün kutlama yıl dönümü. Şehitlerimizin huzurunda hürmetle eğiliyor ve onları Allah’a tevdi ettiğimiz o büyük şehitlerimizi bugün anmakla gurur duyuyoruz, çünkü büyük Âkif onlar için diyordu ki:

“Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,

Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!

Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer. (Alkışlar)

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi.

Bedrin arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.

Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?

‘Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.

Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâp.

Seni ancak ebediyyetler eder istiâp.

'Bu, taşındır' diyerek Kâbe'yi diksem başına;

Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;

Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namiyle,

Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmiyle;

Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;

Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;

Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,

Sana âguşunu açmış duruyor Peygamber.”

Ruhları şad olsun.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

Sayın Başkanım, bana bu imkânı verdiğiniz için sizlere de teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Çetinkaya. Şiirinizi bölemezdik doğrusu.

Şimdi Sayın Aslanoğlu, 60’a göre bir söz istiyorsunuz.

Buyurunuz.

IV.- AÇIKLAMALAR

1.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun, 8 Mart 2010 tarihinde Elâzığ’da meydana gelen depreme ve 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi’nin 95’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Efendim, teşekkür ediyorum.

Elazığ’da yaşanan deprem nedeniyle yaşanan acıyı tüm Elazığlılarla birlikte paylaşıyoruz. Geçmiş olsun dileklerimizi ve baş sağlığı dileklerimizi iletiyoruz.

6 Mart 2007’de burada, ben yine o bölgede yaşanan bir deprem nedeniyle, Sayın Çetinkaya’nın yaptığı konuşma gibi bir konuşma yapmıştım. Bayındırlık ve İskân Bakanlığının -o zamanki Afet İşleri, eski, şu anda Sayın Çiçek’e bağlandı- elinde Doğu Anadolu fay hattıyla ilgili çok güzel bir rapor var. Bu raporda Türkiye’deki fay hatlarının içinde en aktif fay hattının Bingöl-Muş Varto, Bingöl Karlıova, Elâzığ Kovancılar ve depremin yaşandığı bölge, Malatya Pütürge Doğanyol ve oradan Adıyaman Gölbaşı, Maraş Türkeli ve Hatay’a uzanan bir fay hattıdır. Bu fay hattı dört yüz yıldır patlamayan bir fay hattı ve aktif. Rapor, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı ve şu anda Sayın Çiçek’e bağlı olan Afet İşleri Genel Müdürlüğünde. Bu bölgedeki bu fay hattı, Türkiye’deki patlamaya hazır en acil fay hattı olarak belirleniyor raporda.

Ben, bir kez daha, bu bölgede yaşanan ve yaşanacak depremlerde can kaybı olmaması açısından, bir kere, bu bölgeye, bu fay hattına ne gibi önlemler alınacak, bunu bir kez daha Hükûmetin dikkatine sunuyorum. Bu bölgede acil önlem alınması lazım yoksa hep bunları konuşuruz.

Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Ayrıca, Çanakkale şehitlerimizin ruhları şad olsun. Yarın, Grup Başkan Vekilimiz Sayın Kılıçdaroğlu Başkanlığında 20 milletvekilimiz de Çanakkale’de olacaklar onlarla beraber.

Tekrar ruhları şad olsun diyoruz efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Aslanoğlu.

Sayın Septioğlu, buyurunuz.

2.- Elâzığ Milletvekili Faruk Septioğlu’nun, 8 Mart 2010 tarihinde Elâzığ’da meydana gelen depreme ilişkin açıklaması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı

FARUK SEPTİOĞLU (Elâzığ) – Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; teşekkür ediyorum.

Ben de bölgemizde yaşanan deprem olayından dolayı yakınlarını kaybeden bütün hemşehrilerime başsağlığı diliyor, ülkemizin bir daha böyle bir felaketi yaşamaması için niyazda bulunuyorum.

Tabii, Hükûmet olarak orada gösterilenler, yapılanlar gerçekten Türkiye’de bir ilk oldu; anında müdahale edildi, her tarafa yetişildi, bütün sorunlar giderildi. Bu açıdan da Hükûmetimize ve tekrar bütün bakan, vekil ve duyarlı bulunan Başbakanımıza başta, halkımıza, askeriyemize, bütün kamu kuruluş, kurumlarına, sivil toplum örgütlerine, hepsine buradan teşekkür ve şükranlarımı sunuyorum ve Başbakanımızın ziyaretlerinde belirttiği gibi, inşallah, ramazandan önce konutlar yapılmış olacak.

Bunun yanında, bir kentsel dönüşümün, komple bütün bu köylerde de hayata geçirilmesi ve bir ilkin yaşanması, inşallah, ülkemizde olacak. Tabii, gönül ister bütün bu Türkiye’de böyle yapıların hayata geçirilmesini. İnşallah bunlara da kavuşuruz.

Tekrar teşekkür ediyor, bütün bölgemize yardımda bulunanlara tekrar şükranlarımı sunuyor, hepinize saygılar sunuyorum, sağ olun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Septioğlu.

Sayın Çakır, siz de çok kısa lütfen.

Buyurunuz.

3.- Edirne Milletvekili Rasim Çakır’ın, 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi’nin 95’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı

RASİM ÇAKIR (Edirne) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, her ne kadar tarihimize “deniz zaferi” olarak geçmiş ise de 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi ayrıca dünyada eşi benzeri görülmemiş kara muharebelerinin yapıldığı da bir zaferdir. Bu kara muharebelerinin en önemli özelliği de Anafartalar’da Türk milletinin yeni bir komutan, yeni bir lider ortaya çıkarmış olmasıdır ve bu kara muharebeleri, sonucunda, bizzat Mustafa Kemal Atatürk’ün ifadesiyle “Siz orada sadece bir savaşı kazanmadınız, aynı zamanda milletimizin makus tarihini yendiniz.”dediği, Türk milletinin makus tarihinin yenildiği, yeni bir dönüşümün yaşandığı bir zafer olarak tarihimize geçmiştir. Bu vesileyle, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak 20 milletvekilimizi görevlendirerek bu günümüzde, Çanakkale’de etkinliklere ve törenlere bizler de katıldık.

Yeniden bu millete Çanakkale savaşları göstermemesi dileğiyle, şehitlerimizi saygıyla ve minnetle anıyoruz ve bu günümüzü anıyoruz.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Çakır.

Sayın Ataoğlu, çok kısa lütfen, son olarak size söz veriyorum, buyurunuz.

4.- Bingöl Milletvekili Kâzım Ataoğlu’nun, 8 Mart 2010 tarihinde Elâzığ’da meydana gelen depreme ilişkin açıklaması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı

KÂZIM ATAOĞLU (Bingöl) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Ben de Elâzığ’da meydana gelen depremden dolayı -komşu vilayetimiz olan- rahmetli olanlara rahmet diliyorum, yakınlarına sabır diliyorum, yaralılara inşallah acil şifalar diliyorum.

Bu arada, bu deprem bölgesinde tabii Hükûmet olarak gerçekten Başbakan, Başbakan Yardımcısı ve bakanlar seviyesinde çok hızlı bir müdahale oldu, olay yerine gidildi, deprem bölgesine gidildi, ziyaret edildi. İnşallah ramazandan evvel, Başbakanımızın da ifade ettiği gibi, oradaki konutlar tamamlanacak.

Ben ilaveten şunu da söylemek istiyorum: Hemen komşu vilayet olmamız hasebiyle Bingöl ilinde de bu depremden zarar görüldü. Son tespitlere göre üç yüz doksan kadar evimiz Bingöl kırsalında ağır hasar tespit edildiği ifade edildi yetkililerce. İnşallah, tabii ki bu tabii afetler olduğu vakit Hükûmetin, devletin sahip çıkması gerekir, çıkacaklar da. Ben de ölenlere Allah’tan rahmet diliyorum, bir daha böyle bir afet olmaması temennisiyle Allah’a tabii dua ediyoruz.

Teşekkür ediyorum Değerli Başkanım.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Ataoğlu.

Sayın Uras, siz de mi depremle ilgili…

MEHMET UFUK URAS (İstanbul) – Hayır, Çanakkale şehitleriyle ilgili…

BAŞKAN – Buyurun.

5.- İstanbul Milletvekili Mehmet Ufuk Uras’ın, 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi’nin 95’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı

MEHMET UFUK URAS (İstanbul) – Orhan Veli’nin bir şiiri var: “Kimimiz öldük, kimimiz nutuk çektik.” diye. Ben de Çanakkale’de büyük dedemi kaybettim. Emperyalizme karşı çok büyük bir direniş abidesiydi Çanakkale Zaferi. Kapıdan kovduklarımızın şimdi bacadan girmemesi için kaldığımız yerden devam ediyoruz. Ben bir kere daha saygıyla anıyorum bütün yitirdiklerimizi.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Uras.

Şimdi gündem dışı konuşmaya Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Cemil Çiçek cevap verecektir.

Buyurunuz Sayın Çiçek. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR (Devam)

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları (Devam)

3.- Elâzığ Milletvekili Mehmet Necati Çetinkaya’nın, 8 Mart 2010 tarihinde Elâzığ’da meydana gelen depreme ve 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi’nin 95’inci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (Devam)

IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)

1.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun, 8 Mart 2010 tarihinde Elâzığ’da meydana gelen depreme ve 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi’nin 95’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (Devam)

2.- Elâzığ Milletvekili Faruk Septioğlu’nun, 8 Mart 2010 tarihinde Elâzığ’da meydana gelen depreme ilişkin açıklaması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (Devam)

3.- Edirne Milletvekili Rasim Çakır’ın, 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi’nin 95’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (Devam)

4.- Bingöl Milletvekili Kâzım Ataoğlu’nun, 8 Mart 2010 tarihinde Elâzığ’da meydana gelen depreme ilişkin açıklaması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (Devam)

5.- İstanbul Milletvekili Mehmet Ufuk Uras’ın, 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi’nin 95’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (Devam)

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Gündem dışı konuşmaya cevap vermek üzere huzurlarınızdayım.

Geçtiğimiz 8 Mart Pazartesi günü 04.32 sıralarında meydana gelen Elâzığ’ın ilk önce Kovancılar, daha sonra Palu’da gerçekleşen ve komşu illerimiz olan Bingöl’de ve Tunceli’de de belli ölçüde hasarlara sebebiyet veren, bu deprem vesilesiyle hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyoruz. Yaralıların önemli bir kısmı taburcu oldu, ayakta tedavi edildi ama hâlen tedavisi devam edenler var, onlara da şifalar diliyorum.

Bu konuyu gündeme getirdiği için Sayın Çetinkaya’ya, ayrıca burada hissiyatını ifade eden Sayın Aslanoğlu’na, Sayın Septioğlu’na, Sayın Ataoğlu’na huzurlarınızda da ayrıca teşekkür ediyorum. Bu vesileyle, yarın kutlayacağımız 18 Mart Çanakkale Zaferi’nin yıl dönümü münasebetiyle de bütün şehitlerimizi rahmetle ve saygıyla anıyor, gazilerimizi de minnet ve şükranla buradan hatırlatmak istiyorum, hatırlamak istiyoruz.

Evet, deprem Türkiye’nin maalesef zaman zaman hepimizi üzdüğü bir vaka. Türkiye’nin böyle bir özelliği var, böyle bir sıkıntılı durumu var. Son olarak da bu sıkıntıyı Elâzığ ve çevresinde yaşamış olduk. Evvela işin bu noktasında, deprem olayı vuku bulur bulmaz oradaki insanlarımızın yardımına koşan, acılarını paylaşan, oraya kadar giden veya gitmeseler bile değişik yol ve yöntemlerle bu üzüntüyü paylaşan, en başta siyasi partilerimizin değerli genel başkanı ve temsilcilerine, Elâzığ milletvekillerimize ve bölge milletvekillerimize, sivil toplum kuruluşlarına ve canla başla bu sıkıntıları bertaraf etmek için yirmi dört saat aralıksız çalışan Türk Silahlı Kuvvetlerimize, Kızılay mensuplarına, devletimizin tüm birimlerine de burada teşekkür ediyorum ama hassaten teşekkürüm bölge halkınadır. Böylesine üzüntülü bir anda büyük bir sabır ve metanet göstererek çalışanlara yardımcı olan ve olayı büyük bir soğukkanlılıkla karşılayan Elâzığlı vatandaşlarımıza da buradan teşekkürlerimi ifade etmek istiyorum.

Olayın hemen akabinde, eldeki tüm imkânlarla, sıkıntının ortadan kaldırılabilmesi ve vaki hasarların bertaraf edilebilmesi bakımından yoğun bir çalışma yapılmıştır. Bu meyanda, Türk Silahlı Kuvvetleri, Kızılay, afet ve acil durum birlikleri, Sağlık Bakanlığı personeli, Bayındırlık Bakanlığı personeli olmak üzere, Elâzığ Valiliğimiz de tüm ekipleriyle birlikte olay yerine hemen intikal etmiş, enkaz kaldırma, hayat kurtarma, yaralıların tedavisi dâhil her türlü çaba büyük bir özveri içerisinde sürdürülmüştür.

Tüm ekipler bölgeye sevk edildi. İş makinelerinden tutun bu türlü depremlerden sonra bir ihtiyaç olarak gözüken psikososyal hizmetler de dâhil olmak üzere, bu hizmetlerin eksiksiz yürütülebilmesi noktasında büyük bir çaba sarf edildi. Bu manada, Kızılay ve Türk Silahlı Kuvvetleri ile bağış yapan kuruluşlarımızdan temin edilmek suretiyle 3.998 çadır, 6.144 battaniye, 1.054 katalitik soba, 125 prefabrik ev olmak üzere vatandaşlarımızın ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için elden gelen çaba gösterildi.

Şu ana kadar yapılan tespitlerde -bu, Elâzığ’la ilgilidir, Bingöl ve Tunceli’de de belli ölçüde hasarlar var, onlar da bugün yarın netleşmiş olacak, daha derli toplu bir rakamı biz de görmüş olacağız- 3.823 konut, 59 iş yeri, 2.876 hayvan barınağı ve diğer yapılar olmak üzere 6.979 hasarlı yapı tespit edilmiştir. Yıkılanların yerine TOKİ tarafından konutlar yapılacaktır. Bunun kararı verilmiştir ve çalışmaları da zaten, derhâl başlamıştır. Bu konutların mümkünse evvela kendi bulundukları yerde, eğer jeolojik imkânlar buna imkân vermiyorsa en uygun yerde yapılabilmesi için bir karar verdik, bununla ilgili çalışmalar da süratle yürütülüyor. İfade edildiği gibi, inşallah büyük bir aksaklık olmayacak, Ramazan Bayramı’nda herkes kendi evinde hayatlarını sürdürsün diye de bir kararımız var. Onun için, büyük bir acelecilik içerisinde bu işi götürmeye çalışıyoruz.

Yapılan tespitlerde 2.777 küçükbaş ve 233 büyükbaş hayvanın telef olduğu tespit edilmiştir. Bunların tamamı devletimiz tarafından karşılanacak, hazine bunları karşılayacak ve bunların yerine TİGEM’de üretilen damızlık hayvanlar köylülerimize verilmiş olacaktır.

Aynı şekilde, Bingöl ve Tunceli’de de bu hasar tespitleri yapılıyor, bitmek üzere. Eğer orada da bunları TOKİ’nin yapması gerekiyorsa onu da yapacağız.

Sayın Aslanoğlu’nun ifade ettiği husus önemli, bizim de öncelik verdiğimiz bir konu, bir politika değişikliğine ihtiyaç olduğu aşikâr. TOKİ bugüne kadar daha çok şehir merkezlerinde bu tip yapıları yaptı ama deprem bir gerçek olarak önümüzde durduğuna göre ciddi bir politika değişikliğine ihtiyaç var. Allah’tan depremin şiddeti 5-6 civarında oldu, daha yukarıda bir deprem söz konusu olsaydı belki diğer kerpiç binalar da yıkılabilecekti. Zaten işin en üzücü yanı depremin gece vuku bulmuş olması ve ikincisi de, kullanılan yapı malzemelerinin bu zayiatı ve ölümleri artırmasıdır. O hâlde, artık kerpiç yapılarla ilgili de devlet olarak bir politika uygulamamız gerekiyor. Bununla ilgili çalışmaları yapıyoruz. Söylenen doğrudur, Bingöl, Elâzığ, Malatya, Tunceli, o civar bir fay hattıdır, zaman zaman da ikazlar oluyor, onun için kapsamlı, geleceğe dönük bir çalışmayı da başlattık. Belli süre içerisinde, devlet olarak bu kerpiç yapıların ortadan kaldırılması, modern köylerin de kurulması gerekmektedir.

Depremin hemen akabinde 625 bin TL’lik bir ilk ödeme Valilik emrine gönderilmiştir. Tespitlerin sonucunda gereken rakamlar neyse bunları da göndereceğiz. Bu noktada herhangi bir sıkıntımız yok.

Dolayısıyla, gidenleri, maalesef geri getirme şansımız da yok, imkânımız da yok ama kaybedilenleri telafi etme noktasında elden gelen çabayı göstereceğiz. Temennimiz, bundan sonra bu tip afetlerin olmamasıdır. Bununla ilgili de tedbirleri birlikte alacağız. Meclisimizde yeni dönemde kurulmuş olan bir araştırma komisyonu da var, bu komisyonun raporu da önem arz ediyor. Orada alınacak tedbirlerle ilgili yol gösterici bir kısım tespitlerin olacağına da inanıyoruz. Dolayısıyla, deprem gerçeğini ve diğer afetleri bir vakıa olarak kabul edip hem devlette yeniden bir yapılanmaya hem bir politika değişikliğine ve önceliklerin de yeni baştan tespitine ihtiyaç var. Bu konuda belki bir mevzuat değişikliği de gerekecektir. Onu da en kısa sürede huzurlarınıza getirmiş olacağız.

Ben hepinize bu vesileyle teşekkür ediyor, vatandaşlarımıza da tekrar geçmiş olsun diyor, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Çiçek.

Sayın milletvekilleri, gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin dört önerge vardır; ayrı ayrı okutuyorum:

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Diyarbakır Milletvekili Selahattin Demirtaş ve 19 milletvekilinin, eczacıların sorunları ile ilaç sektöründeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/623)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlaç ve eczacılık sorunlarının araştırılması amacıyla Anayasanın 98 inci ve TBMM İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz.

1) Selahattin Demirtaş                    (Diyarbakır)

2) Gültan Kışanak                          (Diyarbakır)

3) Ayla Akat Ata                            (Batman)

4) Bengi Yıldız                               (Batman)

5) Akın Birdal                                (Diyarbakır)

6) Emine Ayna                               (Mardin)

7) Fatma Kurtulan                          (Van)

8) Hasip Kaplan                             (Şırnak)

9) Hamit Geylani                            (Hakkâri)

10) İbrahim Binici                          (Şanlıurfa)

11) M. Nuri Yaman                        (Muş)

12) Mehmet Nezir Karabaş            (Bitlis)

13) Mehmet Ufuk Uras                  (İstanbul)

14) Osman Özçelik                         (Siirt)

15) Özdal Üçer                               (Van)

16) Pervin Buldan                          (Iğdır)

17) Sebahat Tuncel                         (İstanbul)

18) Sevahir Bayındır                      (Şırnak)

19) Sırrı Sakık                                           (Muş)

20) Şerafettin Halis                         (Tunceli)

Gerekçe:

Sağlık sektöründe son 5 yıldır yaşanan "dönüşüm" sürecinin eczacılar açısından da önemli sonuçlar doğurması kaçınılmazdır. İçinde bulunduğumuz dönemde Türk Eczacılar Birliği (TEB), Hükümetle sayısız görüşmeler yapmış ancak gelinen son noktada eczacılarımızın sorunları sadece "stok zararları" olarak algılanmış ve bu sorun da ilaç sanayi ile yapılan anlaşma sonucu çözülmüş gibi göründüğünden başka herhangi bir girişimde bulunulmamıştır.

04.12.2009 tarihinde ilaç fiyatlarındaki % 25-30'u bulan indirimler sonucu meydana gelen stok zararları halen tamamen karşılanmış değildir. TEB'den alınan bilgilere göre karşılanan zararın %1 dolaylarında olduğu saptanmıştır.

Eczacılar kamunun yapmış olduğu tasarrufa ve ilaç fiyat düşüşlerine karşı olmadıklarını her fırsatta beyan etmişler, aksine ilaç fiyatlarının "halkın ilaç erişimini kolaylaştıracak şekilde düşürülmesini" desteklemişlerdir. Eczacılarımızın kamu yararını gözeten bu tutumlarına rağmen gerekli tasarruflar eczacıların mağduriyetleri pahasına uygulamaya konulmuş, sistemin yükü adeta eczacıların üzerine yıkılmıştır.

14.12.2004 tarihinde SSK'lıların serbest eczanelerden ilaç alabilmesiyle ilgili protokol TEB ile Maliye Bakanlığı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı arasında imzalanmıştır. Bu çerçevede eczacılar kamuya değişen oranlarda iskontolar yapmaktadır. Bununla ilgili herhangi bir sorun mevcut değildir. Ancak aynı anlaşma çerçevesinde ilaç sanayi kamu kurum iskontolarını imalatçı satış fiyatının % 23'ü olarak vermekte, oysa kamu sektörü eczacılardan bu oranı perakende satış fiyatı üzerinden tahsil etmektedir.

Şöyle ki;

İmalatçı satış fiyatı 100 TL olan bir ilaç için ilaç şirketinin 23.00 TL kamu kurum iskontosu yapması gerekmektedir. İlacın eczacı kâr oranının brüt % 25 olduğu düşünülür ise, aynı ilaç eczanede 125.00 TL olarak satışa sunulacaktır. İlaç sektörünün en büyük alıcısı olan kamu, iskontoyu işte bu fiyat üzerinden baz almakta ve iskonto miktarı 28.75 TL'ye çıkmaktadır. Yani eczacı kamu adına sanayiden 23.00 TL indirim almakta ancak sanayi adına SGK’ya 28.75 TL iskonto uygulamak zorunda kalmaktadır. Dolayısıyla aradaki 5.75 TL'lik fark eczacıdan tahsil edilmiş olmaktadır.

Stok zararlarının karşılanması için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Ömer Dinçer, İlaç Sanayi ile 03.12.2009 tarihinde bir anlaşma imzaladığını ve stok zararlarının sanayi tarafından karşılanacağını basın önünde beyan etmiştir. Bu gelişmeye rağmen 04.12.2009 tarihinde fiyatı düşmüş olan 3500 kalem ilaçtan kaynaklı stok zararları karşılanmamıştır.

Dünya örneklerine bakıldığında ilaç fiyat düşüşlerinin uygulandığı ülkelerden biri olan İngiltere'de düşüşlerden kaynaklı ciro kaybının önüne geçebilmek maksadıyla devlet tarafından reçete başına 8.50 Euro ödeme yapılmaktadır.

Sağlık sektöründeki revizyonla ilgili olarak kaygı uyandıran diğer bir gelişme ise zincir eczanelerin kurulacağı ve ilaçların artık marketlerde satılacağı konusunda Başbakanın kamuoyuna yaptığı açıklamalardır. Haklı olarak eczacılar bu açıklamayı bir tehdit olarak algılamaktadır.

Böyle bir sisteme geçildiğinde eczacıların, meslek kaynaklı haklarının gasp edileceği ve zincir eczanelerde çalıştırılan işçi konumuna dönüştürüleceği hususundaki endişeler bu kurumların temsilcileri tarafından açık bir biçimde dile getirilmiştir.

Zincir eczanelerle ilgili olarak bu sistemin dünyadaki uygulamalarından bahsedilirken ABD ve İngiltere örneğine sık sık başvurulmaktadır. Edinilen bilgilere göre ABD’de vatandaşlar reçetesiz ilaçlara serbestçe ulaşabildiğinden bu ülke kişi başına ilaç harcamalarının en yüksek olduğu ülkedir. Ayrıca reçeteli ve reçetesiz ilaçların bir arada kullanımının önüne geçilemediğinden her 11 dakikada 1 kişi "ilaç etkileşim zehirlenmesinden" dolayı hayatını kaybetmektedir.

Eczacılık sorunlarından biri de muvazalı eczaneler sorunudur. 6197 Sayılı yasaya göre eczane sadece eczacılar tarafından açılabilmektedir. Alınan önlemlerin yetersizliği nedeniyle yasaya karşı hile yoluyla eczacı olmayan şahıslar tarafından da çok sayıda eczane açılmıştır.

Sonuç olarak yukarıda değinilen bilgilerin ışığı altında, eczacıların içinde bulunduğu durumun tespiti ve sorunlarının giderilmesi ile ilaç üretimi, fiyatlandırması, eşdeğer ilaçlarda yaşanan diğer sorunların araştırılması amacıyla bir araştırma komisyonunun kurulması gerekmektedir.

2.- Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve 20 milletvekilinin, Kastamonu ilinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/624)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ülkemizde, başta tarım ve hayvancılıkta yaşanan yüksek girdi fiyatları nedeniyle, göç veren illerin başında gelen Kastamonu, son yıllarda iktidarın izlediği yanlış ekonomik ve sosyal politikalar sonucunda ciddi sorunlar yaşamaktadır. Kastamonu'nun içinde bulunduğu sorunların tespiti, çözüm yollarının araştırılması ve alınacak tedbirlerin belirlenmesi amacıyla, Anayasamızın 98 ve İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasını arz ve teklif ederiz.

1) Mehmet Serdaroğlu                    (Kastamonu)

2) Hasan Çalış                                (Karaman)

3) Alim Işık                                   (Kütahya)

4) D. Ali Torlak                              (İstanbul)

5) Ali Uzunırmak                           (Aydın)

6) Mehmet Şandır                           (Mersin)

7) Akif Akkuş                                         (Mersin)

8) Reşat Doğru                               (Tokat)

9) Mustafa Enöz                             (Manisa)

10) Mümin İnan                             (Niğde)

11) Yılmaz Tankut                          (Adana)

12) Rıdvan Yalçın                          (Ordu)

13) Ümit Şafak                               (İstanbul)

14) Süleyman Turan Çirkin            (Hatay)

15) Kadir Ural                                         (Mersin)

16) Sabahattin Çakmakoğlu            (Kayseri)

17) Hasan Özdemir                        (Gaziantep)

18) Kamil Erdal Sipahi                   (İzmir)

19) Hüseyin Yıldız                         (Antalya)

20) Hamza Hamit Homriş              (Bursa)

21) Beytullah Asil                          (Eskişehir)

Gerekçe:

Ülkemizde son yıllarda yaşanan ekonomik kriz ve krizi inkâr edip, yönetemeyen siyasi iktidarın, yanlış ekonomi politikaları sonucunda, tarım ve hayvancılık ülkemizde bitme noktasına gelirken, göçün artması ile işsizlik devasa boyutlara ulaşarak her yıl rekorlar kırmaktadır.

Kastamonu da bu olumsuz durumdan en fazla etkilenen illerin başında gelmektedir. Kırsalda en büyük geçim kaynağı hayvancılık olan Kastamonu’da, girdilerdeki yüksek artışlar nedeniyle insanlar geçim sıkıntısı yaşamakta ve göç etmektedirler. 1927 ilk nüfus sayımında Türkiye'nin nüfusu 13 milyon iken, bugün 72 milyona çıkmış ancak, 1927'de nüfusu 335 bin, 1935 nüfus sayımında da nüfusu 361 bin 191 olan Kastamonu'nun, bugün itibariyle nüfusu 359 bine gerilemiştir.

Görülüyor ki, Kastamonu'nun şu anki nüfusu 75 yıl önceki nüfusunun altında kalmıştır. Ve bu düşüş devam etmektedir. Ülkenin nüfus artış oranı dikkate alındığında genel nüfus 5 kat artmış, bu artışa paralel olarak da bugün Kastamonu'nun nüfusunun 1 milyon 835 bin olması gerekirken, 359 bine gerilemesi, Kastamonu'nun durumunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu rakamlar da gösteriyor ki, 1 milyon 476 bin Kastamonulu göç etmiştir.

Sadece İstanbul'da yaşayan Kastamonulu sayısı bir milyonun üzerinde iken, muhtelif illerde de çok sayıda Kastamonulu yaşamaktadır. Kastamonu en çok göç veren 5 il içindedir. Nüfus sayısındaki bu azalış milletvekili sayısını da düşürmüş, cumhuriyetin ilk yıllarında 12 milletvekili ile TBMM'de temsil edilen Kastamonu'nun sadece milletvekili sayısındaki azalış bile, Kastamonu'nun günden güne küçüldüğünü göstermektedir. Şu an 4 milletvekili ile temsil edilen Kastamonu bir dahaki seçimlerde 3 milletvekili çıkaracaktır.

Türkiye'nin bir numaralı meselesi olan, üretim ve istihdamda yaşanan sorunlar bu göçün en büyük nedeni olurken, bölgesel kalkınma konusunda da yapılan ayrımcılık ve yanlışlıklar da insanları topraklarından büyükşehirlere göç ettirmektedir. SEKA ve Eti Bakır ile başlayıp günümüzde şeker fabrikaları ile süregelen özelleştirmeler sonucunda istihdamdaki azalma bir yana, özellikle tarıma dayalı sanayi kuruluşlarının özelleştirilmesi, tarım ve hayvancılığı da büyük oranda vurmuştur.

2002 yılında hayvancılık konusunda ilk 5 il arasında yer alan Kastamonu bugün 13. sıraya gerilemiş, son yıllarda yaşanan yanlış hayvancılık politikaları, canlı ve kesik et ithali ile girdilerdeki fahiş artışlar, ülke çapında hayvan varlığımızı da yarı yarıya düşürmüştür. Kastamonu kırsalında evinin damında 1-2 hayvan besleyen insanlarımız bile bu hayvanlarını ya satmak ya da kesmek zorunda kalmışlardır.

Tarım ve sanayide büyük sıkıntı yaşayan Kastamonu, sahip olduğu doğal güzellikleri, zengin tarihi ve kültürünü de yeteri kadar tanıtamamıştır. Hükûmetlerin yanlış turizm teşvik politikaları sonucu Kastamonu ile birlikte tüm Karadeniz kalkınmaya önemli katkı sağlayan turizmden yeterince yararlanamamıştır. Kurtuluş Savaşı'nda en çok şehit veren üç ilin içindeki Kastamonu ve Kurtuluş Savaşı mücadelesinde başı çeken ve büyük öneme sahip olan İnebolu ilçesi bile yeteri kadar tanıtılamamıştır. 170 kilometre sahil şeridine ve kumsallara sahip olan Kastamonu, maalesef Ilgaz'ın arkasında kalmıştır. Turizm ve sanayide yeterli hamleyi yapamayan Kastamonu, son yıllarda tarımın çöküşüne bağlı olarak da her geçen gün biraz daha küçülmeye devam etmektedir.

İşte tüm bu nedenlerle, Kastamonu'nun içinde bulunduğu sorunlarının tespiti ve çözüm yollarının araştırılması, alınacak tedbirlerin belirlenmesi amacıyla, Anayasamızın 98 ve İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince bir Meclis araştırma komisyonu kurulmasını arz ve teklif ederiz.

3.- Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve 19 milletvekilinin, camilerin ve din görevlilerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/625)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Camilerimizin ve din görevlilerimizin sorunlarının araştırılması, camilerimizin ısınma, bakım, onarım ve temizlik giderlerinin karşılanamamasında yaşanan sorunların ortadan kaldırılması, din görevlilerimizin, maddi ve sosyal durumlarının iyileştirilmesi, mesai ve kadro sorunlarının giderilmesi için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasamızın 98 ve İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasını arz ve teklif ederiz.

1) Mehmet Serdaroğlu                    (Kastamonu)

2) Hasan Çalış                                (Karaman)

3) Alim Işık                                    (Kütahya)

4) D. Ali Torlak                              (İstanbul)

5) Ali Uzunırmak                           (Aydın)

6) Mehmet Şandır                           (Mersin)

7) Akif Akkuş                                (Mersin)

8) Reşat Doğru                               (Tokat)

9) Mümin İnan                               (Niğde)

10) Yılmaz Tankut                          (Adana)

11) Ümit Şafak                               (İstanbul)

12) Rıdvan Yalçın                          (Ordu)

13) Süleyman Turan Çirkin            (Hatay)

14) Kadir Ural                                (Mersin)

15) Hamza Hamit Homriş              (Bursa)

16) Hasan Özdemir                        (Gaziantep)

17) Kamil Erdal Sipahi                   (İzmir)

18) Sabahattin Çakmakoğlu            (Kayseri)

19) Hüseyin Yıldız                         (Antalya)

20) Beytullah Asil                          (Eskişehir)

Gerekçe:

Camiler, dinî ve millî kültürümüzden ayrı düşünemeyeceğimiz değerlerimizin başında gelir. İnsanları bir araya getiren camiler, manevi duygularımızın ve millî değerlerimizin mekânıdır. Bu değerlerimizin, edep ve ahlakın, kardeşliğin, en güzel yaşama biçiminin öğretildiği, ibadetin yapıldığı camilerimiz, bozulmaya yönelen birlik ve beraberliğimizin de ilham kaynağıdır.

Tarih boyunca Türk-İslam coğrafyasında cami yapımına büyük özen gösterilmiş, camiler yalnızca ibadet yeri olarak değil, halkın ihtiyaçlarının karşılanması yanında, eğitim ve adli hizmetler de vermiştir. Camiler, Müslüman ülkelerin mührüdür. Camilerimiz vatan toprağının tapusu, din görevlileri de millî birlik ve beraberliğimizin çimentosu ve harcı olmuşlardır.

Birer halk üniversitesi olarak da insanlara her türlü kötülüklerden uzak durmalarının öğretildiği camiler, iyilik ve güzellikleri, insan sevgisi, vatan ve bayrak sevgisi, ana-babaya, öğretmene itaatin anlatıldığı, insanlar arasında ayrım yapmaksızın herkesi bünyesinde toplayan ibadet mekânlarıdır.

Ülkemizde 2008 yılı sonu itibariyle 80 bin 53 camimiz vardır. Bu camilerde, vaiz, murakıp, Kur’an kursu öğreticisi, imam-hatip ve müezzin olarak din hizmetlerini yürüten 75 binin üzerinde personel görev yapmaktadır. Hem camilerimizin hem de din hizmetlerini yürüten personelimizin çok çeşitli sorunları vardır.

Isınma, bakım-onarım ve temizlik giderlerinin karşılanamaması camilerin en önemli sorunlarının başında gelmektedir. Camilerimizin, daha temiz, bakımlı ve düzenli olması için bu giderlerin karşılanması birinci zorunluluktur.

Ülkenin her tarafında hizmet veren din görevlilerimiz zor şartlar altında yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar. Daha verimli çalışabilmeleri için, maddi durumlarının iyileştirilmesi, mesai ücretlerinin ödenmesi, ek göstergelerinin yükseltilmesi, sözleşmeli ve vekil olarak çalıştırılan personele kadro verilmesi, lojman tahsis edilmesi, cami temizliğinden sorumlu tutulmaları gibi sorunları yıllardır çözüm beklemektedir.

Özellikle vekil olarak ve 4-B statüsünde çalıştırılan din görevlilerimiz, bir çok sosyal haktan mahrum bırakılmışlardır. Vekil ve sözleşmeli olarak çalıştırılan din görevlilerinin kadroya geçirilmeleri öncelikle ele alınmalı ve çözümlenmelidir.

Din görevlilerinin, camilerin bakımı ve temizliği için, cami cemaatinden para toplamak zorunda bırakılmaları, başta imamlarımızı rahatsız etmektedir. İmkânı olanlar, severek ve şevkle, bu ihtiyaçlara destek olmalarına rağmen, yetmemekte, bazı camilerde çevreye ve ekonomik nedenlere bağlı olarak bu hizmetler aksamaktadır. Camilere kaynak aktarımı yapılarak bu sorun acilen giderilmelidir.

İşte yukarıda sayılan tüm bu nedenlerle, camilerimizin ve din görevlilerimizin sorunlarının araştırılması, çözümlerinin belirlenmesi, camilerimizin giderlerinin karşılanması, din görevlilerimizin, maddi ve sosyal durumlarının iyileştirilmesi, mesai ve kadro sorunlarının giderilmesi için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasamızın 98 ve İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasını arz ve teklif ederiz.

4.- BDP Grubu adına Grup Başkan Vekilleri Batman Milletvekili Bengi Yıldız ve Batman Milletvekili Ayla Akat Ata’nın, Mıhellemilerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/626)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na

Türkiye'de yaşayan halklardan biri olan Mıhellemi'lerin yaşadıkları sorunların tespiti ve çözümü amacıyla Anayasanın 98. ve İç Tüzüğün 104. ve 105. maddeleri gereğince "Meclis Araştırması" açılmasını saygılarımızla arz ve teklif ederiz.

              Bengi Yıldız                                                                           Ayla Akat Ata

        Batman Milletvekili                                                                 Batman Milletvekili

        Grup Başkan Vekili                                                                Grup Başkan Vekili

Gerekçe:

Mıhellemi'ler ülkemizde Mardin, Batman ve özellikle Midyat'ın çevresinde Turabdin diye anılan bölgede yaşayan halk topluluğudur. Türkiye'de yaklaşık 600 bin Mıhellemi yaşamaktadır.

Mıhellemi'lerin kökenleri Türk asıllı olduklarından Kürt asıllı olmalarına kadar, yine Arap mı yoksa Arami/Süryani mi oldukları yönünde çok sayıda asılsız iddia mevcuttur. Mıhellemi'lerin Arap, Süryani, Kürt ya da Türk kimliği ile tanımlanmaya çalışılması, etnisite gerçekliklerinin çarpıtılması anlamına gelmektedir. Bu halkın kendine has bir dili, âdetleri ve kültürü vardır. Mıhellemi'ler, Arap ya da başka kimlikler adı altında bir denge unsuru olarak kullanılmaktan, yerleşim yerlerinin isimlerinin değiştirilmesinden, kendi kimlik ve kültürlerinin hukuki olarak tanınmamasından ve devlet tarafından korunup geliştirilmemesinden rahatsızlık duymaktadırlar.

Bin yıldan uzun bir süredir yaşadıkları topraklarda, birçoğunun sahip oldukları mülkleri ellerinden alınıp hazineye devredilmiştir. Birçoğunun da bağ, bahçe ve ekili arazilerine tapu verilmemektedir. Var olan tapuların birçoğu da başkalarının üzerine kayıtlıdır. Dedelerinden kalma arazilerinin başka kişilerin isimlerine kayıtlı olması halk arasında ciddi gerilimlere, çatışmalara neden olmaktadır.

Mıhellemili'lerin yaşadıkları diğer bir sorun da, sayıları yüz binleri bulan ve Türkiye dışında yaşayan akrabalarının yaşadıkları sorunlardır. Aslen Türkiyeli olan Mıhellemi'lerin büyük bir bölümü elli yıldır Suriye, Irak ve Lübnan'da yaşamaktadırlar. Yaşadıkları ülkelerde kendilerine vatandaşlık hakkı verilmemiştir. Yıllardır vatansız ve kimliksiz bir şekilde yaşamaktadırlar. Aslen Türkiyeli olmalarına rağmen Türkiye Cumhuriyeti tarafından da kendilerine vatandaşlık hakkı verilmemiştir. Türkiye'nin bu konumdaki Mıhellemi’lerin sorununa bir çözüm bulması, vatandaşlık hakkı tanıyarak Türkiye'ye geri dönüşlerinin sağlanması için maddi ve hukuki düzenlemeler yapması gerekmektedir.

Türkiye'de Mıhellemi'lerin kendi kimlik, dil ve kültürlerinin tanıtılması, korunması ve geliştirilmesi amacıyla kurulan tek örgütleri olan Mıhellemi Dinler Diller ve Medeniyetler Arası Diyalog Derneği çeşitli baskılara maruz bırakılarak kapatılmak istenmektedir. Dört yıldır dernekleri olmasına rağmen henüz dernek isminde adı geçen mıhellemi sözcüğü yasal engellemelerden dolayı parantez içinde kullanılmaktadır.

Mıhellemi'ler, öncelikle dernekleri üzerindeki bu baskıların ortadan kalkması, kendi kimlik ve kültürlerinin tanınması korunup geliştirilmesi, Mıhellemice yazılı, görsel gazete dergi, radyo, tv ve diğer medya iletişim araçlarından istifade etme hakkı tanınmasını, tapu ve kadastroda inceleme ve düzenlemeler yapılarak çatışmalara neden olabilecek yanlış uygulamaların bir an önce düzeltilmesi ve hak sahiplerine haklarının iade edilmesi, sürgünde kimliksiz yaşayan akrabalarına devletin bir an önce sahip çıkmasını beklemektedirler.

Mıhellemi'lerin yaşadıkları sorunların tam anlamıyla tespit edilmesi ve çözülmesi amacıyla, ileride arazi tartışmasından çıkabilecek bir çatışmaya engel olabilmek, yurtdışında sürgün hayatı yaşayan vatandaşlarımızın ana yurtlarına dönüşlerini sağlayabilmek için, bir Meclis araştırma komisyonu kurulması gerekmektedir.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki ön görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.

Tarım Orman ve Köyişleri Komisyonunun, Maden Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında İç Tüzük’ün 34’üncü maddesi uyarınca verilmiş bir tezkeresi vardır, okutuyorum:

B) Tezkereler

1.- Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Başkanlığının, (1/821) esas numaralı Maden Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın, İç Tüzük’ün 34’üncü maddesi uyarınca kendi komisyonlarında görüşülmesinin temini için gereğinin yapılmasına ilişkin tezkeresi (3/1123)

                                                                                                               12/03/2010

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Başkanlığınızca, 1/821 esas numaralı "Maden Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı"; 11/3/2010 tarihinde esas olarak Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu’na, tali olarak da Anayasa, İçişleri, Plan ve Bütçe ile Çevre komisyonlarına havale edilmiştir.

Söz konusu kanun tasarısı, orman sayılan alanlarda yapılacak maden arama ve işletme faaliyetleri ile ilgili hükümler sebebiyle, Komisyonumuzun da görev alanına giren konular içermektedir.

Anılan sebeplerle; esas olarak Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu'na havale edilmiş bulunan "Maden Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı"nın, İçtüzüğün 34 üncü maddesi uyarınca Komisyonumuzda tali olarak görüşülmesi için gereğinin yapılmasını bilgilerinize arz ederim.

Saygılarımla.

                                                                                                              Vahit Kirişci

                                                                                                                   Adana

                                                                                                  Tarım, Orman ve Köyişleri

                                                                                                        Komisyonu Başkanı

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, okunmuş bulunan tezkeredeki Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonunun talebi, Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonunca da uygun bulunduğundan İç Tüzük’ün 34’üncü maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca Başkanlığımızca yerine getirilecektir.

Şimdi de Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının iki tane tezkeresi vardır, ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım:

2.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mehmet Ali Şahin’in, beraberinde bir Parlamento heyetiyle, Fas Parlamentosu Temsilciler Meclisi Başkanı Mustafa Mansouri’nin vaki davetine icabetle Fas’a, resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1124)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mehmet Ali Şahin'in, Fas Parlamentosu Temsilciler Meclisi Başkanı Mustafa Mansouri'nin davetine icabet etmek üzere, beraberinde Parlamento heyetiyle, Fas'a resmi ziyarette bulunması hususu Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanun'un 6. maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.

                                                                                                         Mehmet Ali Şahin

                                                                                                Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                                 Başkanı

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Karar yeter sayısı...

BAŞKAN – Karar yeter sayısı arayacağım efendim.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler…

OKTAY VURAL (İzmir) – Kabul edilmemiştir, vardır.

BAŞKAN – Karar yeter sayısı yok efendim.

OKTAY VURAL (İzmir) – Var efendim…

BAŞKAN – Onun için on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 14.02
İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.13

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN (Bingöl), Fatih METİN (Bolu)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 74’üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı tezkeresinin oylanmasında karar yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi tezkereyi yeniden oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.

Kabul edenler…

Elektronik cihazla oylama yapalım, o zaman sorun kalmaz.

İki dakika süre veriyorum.

Oylamayı başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Karar yeter sayısı yoktur.

On dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 14.17


ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 14.29

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN (Bingöl), Fatih METİN (Bolu)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 74’üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı tezkeresinin oylanmasında karar yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi tezkereyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım ama karar yeter sayısını da iki dakikalık oylamayla yapacağım.

Oylamayı başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Karar yeter sayısı vardır, kabul edilmiştir.

İkinci tezkereyi okutuyorum:

3.- Türkiye Büyük Millet Meclisinden bir Parlamento heyetinin, Rusya Federasyonu Federal Meclisi Tarım ve Gıda Politikası ve Balık Kompleksi Komisyonunun vaki davetine icabetle Rusya Federasyonu’na resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1125)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Türkiye Büyük Millet Meclisinden bir Parlamento Heyetinin Rusya Federasyonu Federal Meclisi Tarım ve Gıda Politikası ve Balık Kompleksi Komisyonunun davetlisi olarak Rusya Federasyonu’na resmî ziyarette bulunması hususu Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 Sayılı Kanun’un 6. Maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.

                                                                                                         Mehmet Ali Şahin

                                                                                                Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                                 Başkanı

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Şimdi de gündemin “Seçim” kısmına geçiyoruz.

VI.- SEÇİMLER

A) Komisyonlarda Açık Bulunan Üyeliklere Seçim

1.- İnsan Haklarını İnceleme ve Anayasa Komisyonlarında açık bulunan üyeliklere seçim

BAŞKAN – İnsan Hakları İnceleme Komisyonunda boş bulunan ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen 1 üyelik için Kahramanmaraş Milletvekili Fatih Arıkan aday gösterilmiştir.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Anayasa Komisyonunda boş bulunan ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen 1 üyelik için Gaziantep Milletvekili Mahmut Durdu aday gösterilmiştir.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Şimdi de sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1’inci sırada yer alan Türk Ticaret Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2’nci sırada yer alan Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

3’üncü sırada yer alan Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

3.- Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/761) (S. Sayısı: 458)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

4’üncü sırada yer alan Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı ile Çevre, Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler, Avrupa Birliği Uyum ile Tarım, Orman ve Köyişleri komisyonları raporlarının görüşmelerine başlayacağız.

4.- Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı ile Çevre, Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler, Avrupa Birliği Uyum ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonları Raporları (1/789) (S.Sayısı: 473) (x)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Komisyon raporu 473 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince bu tasarı İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında görüşülecektir. Bu nedenle tasarı tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.

Tasarının tümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Erzurum Milletvekili Zeki Ertugay konuşacaktır. (MHP sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Ertugay.

                          

(x) 473 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

MHP GRUBU ADINA ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Biyogüvenlik Yasa Tasarısı üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına görüşlerimi arz etmek üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, tarımın vazgeçilmezliğini, stratejik öneminin çok yüksek bir sektör olduğu hususunu bu yüce Mecliste her vesileyle ifade ettik. Giderek artan dünya nüfusuna, dolayısıyla insanların daha fazla miktar ve kalitede gıda talebine karşılık, bugün için çok temel bir problem olarak ortaya çıkan küresel ısınmanın varlığı ve giderek azalan tarım alanları bu stratejik önemi daha da artırmaktadır.

Bu nedenlerle, bilimin ve ileri teknolojinin en iyi şekilde kullanılarak, üretimin, birim alandan alınan verimin artırılması, hastalık ve zararlılarla olumsuz iklim ve toprak şartlarına karşı dayanıklı ürünlerin geliştirilmesi çok daha önemli bir hâle gelmiştir.

Diğer taraftan, bütün insanlık için, tüketilen gıdaların güvenilir olması, insan, bitki ve hayvan sağlığına hiçbir şekilde zarar vermemesi, çevre ve biyoçeşitliliğin korunması da bir o kadar önemli hâle gelmiştir.

Özetle, bugün için 7 milyar dünya nüfusunun gıda güvencesi ve bu gıdaların güvenilir olması her zamankinden daha büyük önem arz etmektedir.

Değerli milletvekilleri, başta tıp ve eczacılık olmak üzere birçok alanda başarılı bir şekilde kullanılan modern biyoteknoloji, bugün için en geniş kullanım alanını tarım ve gıdada bulmuştur. Tarımda verimi artırmak, hastalık ve zararlılara karşı yeni çeşitler geliştirmek, ürünlerin raf ve depolama ömürlerini uzatmak gibi birçok amaçlar için modern biyoteknolojiyi kullanarak bir başka canlı türünden gen aktarımı yoluyla elde edilen genetiği değiştirilmiş organizmalar -yani GDO’lar- insan, hayvan, bitki sağlığı, çevre ve biyoçeşitlilik için çok ciddi olabilecek, çoğu kere de telafisi mümkün olmayan riskleri de beraberinde getirmektedir. Bu sebepledir ki yeterli gıda temini ve artan nüfusun beslenmesi bakımından modern biyoteknolojik yöntemlerin kullanılması bir imkândır, bir fırsattır, hatta bugün olmasa da gelecek için bir zorunluluktur. Ancak, aynı zamanda modern biyoteknolojinin bir ürünü olan GDO’ların insan, bitki, hayvan ve çevre için oluşturabildikleri riskler tamamen bertaraf edilmedikçe, tam bir gıda güvenliği sağlanmadıkça, geleceğimiz için, insanlık için büyük bir tehdittir. Bu nedenle, bütün bu endişeleri gidermek, muhtemel riskleri ortadan kaldıracak doğru bir biyogüvenlik yasası çıkarmak önemli bir gerekliliktir.

Biyogüvenlik konusu, başta gelişmiş ülke kamuoyları olmak üzere bütün insanlığın önem verdiği, hassasiyet gösterdiği bir konudur. Bu endişelerden dolayıdır ki son yirmi yılda diğer birçok hususun yanında aynı zamanda GDO’ların üretimlerinin artmasıyla birlikte GDO’lar konusunda bir düzenleme getiren Biyoçeşitlilik Sözleşmesi ve bu sözleşmeye dayanılarak hazırlanan Cartagena Biyogüvenlik Protokolü yürürlüğe konmuştur. Geçmişine bakıldığı zaman Cartagena Biyogüvenlik Protokolünün ana anlaşması Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesidir.

Sözleşme, Birleşmiş Milletler programı öncülüğünde 1989 yılında başlatılan hükûmetler arası müzakereler sonucu hazırlanmış ve 29 Aralık 1992 tarihinde dünyada yürürlüğe girmiştir. Sözleşmeye 193 ülke taraftır. Ülkemiz 14 Mayıs 1997’de bu sözleşmeye taraf olmuştur. Sözleşmenin temel amaçları biyolojik çeşitliliğin korunması, biyolojik kaynakların sürdürülebilir kullanımı ve genetik kaynaklardan sağlanan faydaların eşit, doğru ve adil paylaşımıdır.

Sözleşme, modern biyoteknolojiyi kullanarak geliştirilen genetik yapısı değiştirilmiş organizmalarla doğrudan ilgili olarak, taraf ülkelerin insan sağlığını da dikkate alarak biyolojik çeşitliliğin korunması ve sürdürülebilir kullanımı üzerinde olumsuz etkisi olabilecek GDO’ların sebep olduğu risklerin kontrol edilmesini, yönetilmesini gerekli hâle getirmiştir.

Cartagena Protokolü, 11 Eylül 2003 tarihinde dünyada yürürlüğe girmiş, ülkemizde yürürlük tarihi ise 24 Ocak 2004’tür.

Değerli milletvekilleri, AB Komisyonu ve AB’ye üye ülkelerin tamamı dâhil 157 ülke bu Protokol’e taraftır; Amerika, Arjantin, Avustralya, Kanada, Rusya Federasyonu dâhil Birleşmiş Milletlere üye 55 ülke ise taraf değildir.

Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin ek protokolü olarak Cartagena Biyogüvenlik Protokolü’nün de temel konusu ve amacı, biyolojik çeşitliliğin korunması ve sürdürülebilir kullanımıdır.

Değerli milletvekilleri, Protokol’ün 2’nci maddesi, taraf ülkelerin genel yükümlülüklerini ve haklarını sıralamaktadır. Buna göre, taraf ülkeler, Protokol ile belirlenen yükümlülüklerini yerine getirmek için gerekli yasal, idari ve diğer tedbirleri almak, ön bildirim anlaşması, risk değerlendirmesi, risk yönetimi, bilgi alışverişi gibi Protokol’de belirlenen mekanizmaların işlerliği için gerekli olan yasal, idari ve kurumsal düzenlemeleri yapmak zorundadır.

Bu Protokol’e göre, GDO’ların doğada bulunan diğer canlılara, onların devamlılığına, çeşitliliğine, yani biyolojik çeşitliliğe, daha da önemlisi insan sağlığına hiçbir şekilde zarar vermeden kullanılması, muhtemel zararlarına fırsat verilmemesi için kurallar ve tedbirler sistemini içeren bir ulusal mevzuat oluşturma zorunluluğu getirilmiştir.

Biyogüvenlik Yasası bunun gereği olarak bugün bu Meclisin gündemine getirilmiştir. Aslında, bu konuda geç kalınmıştır. 2003 yılında taraf olduğumuz, 2004 yılında imzaladığımız Biyogüvenlik Protokolü’nden bugüne kadar geçen sürede bu yasanın niçin çıkarılmadığı Hükûmetin cevaplaması gereken soruların başında gelmektedir. Zira 2004 yılından bugüne kadar ülkemize GDO’lu olduğu bilinen milyonlarca ton gıda ve yem amaçlı ürün girmiştir. Takdir edeceğiniz gibi bu ürünler, bir yasal düzenleme olmadığı için, hiçbir denetime tabi olmadan girmiştir.

Değerli milletvekilleri, insan sağlığını, çevreyi, biyolojik çeşitliliği birinci derecede ilgilendirmesi itibarıyla biz bu yasayı, önerilerimiz doğrultusunda düzeltilmesi ve eksikliklerinin giderilmesi kaydıyla önemsiyoruz. Zaten bu hâliyle yeterli görmediğimiz için de bu yasa tasarısının birçok maddesine muhalefet şerhi koyduk.

Hükûmetin bu yasayı TBMM’nin gündemine getirmekte geç kaldığı bu konuda, aynı zamanda, başından beri de yanlış bir yol takip edilmiştir.

Birinci yanlışlık, bir biyogüvenlik yasası olmadan işe yönetmelik çıkararak başlanmasıdır.

İkinci yanlışlık, hiç kimseden görüş ve öneri almadan, kamuoyunu doğru bilgilendirmeden çıkarılan hatalarla dolu bu yönetmeliğin alelacele yürürlüğe konulmasıdır.

Üçüncü yanlışlık, izlenen hatalı politika sonucu, yıllardır, özellikle karma yem üretiminde kullanılan, başta soya olmak üzere, GDO’lu ürünleri ithal eden, daha doğrusu ve maalesef bu ürünler bakımından dışarıya bağımlı hâle getirilmiş bu ülkenin yem üretimini, kırmızı ve beyaz et sektörünü, yem sanayicisinin durumunu hiç nazarıitibara almadan, bu sektörün kriz eşiğine getirilmiş olmasıdır.

Bu yanlışlıklar sonucu bu ülkede büyük bir kargaşa yaşanmıştır, bilgi kirliliği ve kaos yaratılmıştır. Kamuoyunda yaşanan bu kargaşayı Bakanlık seyretmekle kalmamış, söz ve uygulamalarıyla da büyük bir krize dönüştürmüştür.

Bakın, ne oldu, nasıl bir süreç cereyan etti: Önce -ifade ettiğim gibi- 26 Ekim 2009 tarihli bu Yönetmelik’in, bir gece yarısı, alelacele yayımlanması ile sivil toplum kuruluşları, medya, gıda ve yem sanayicileri ayağa kalktı ve kamuoyunda tam bir kaos yaşandı, hayvancılık sektörü ve yem sanayisi bir anda krizin eşiğine sürüklendi. Bu Yönetmelik’le ilgili olarak kamuoyunda GDO’lu ürünlerin serbest bırakıldığı kanaati oluşması sonucu baskılar, tepkiler artınca Sayın Bakan, “Biz bu Yönetmelik’le GDO’lu ürünleri yasaklıyoruz.” diyerek savunmaya geçti. Sayın Bakan daha da ileri giderek “Ben GDO’lu ürün yemem.” diyerek bir beyanat verdi. Daha sonra Danıştay 13. ve 10. Daireleri Müşterek Heyeti, 26 Ekim tarihli Yönetmelik’in 11’inci ve 20’nci maddelerinin yürürlüğünü durdurdu. Bu karara Bakanlığın itiraz etmesi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu yürütmenin durdurulmasını kaldırdı. Sonra, Bakanlık, ısrarla savunduğu bu Yönetmelik’i önce 20 Kasım 2009’da, sonra da 20 Ocak 2010’da olmak üzere 2 kere değiştirdi. Son değişiklikle 1 Marta kadar denetimsiz olarak Türkiye’ye girecek ürünlerin kapsamı genişletildi. Yani ithalatı kesinlikle yasak olan, GDO içeren bebek mamaları ve antibiyotiğe karşı dayanıklılık geni içeren ürünlerin ithalatının önü açılmış oldu. Şu anda, bu ülkeye, “Ben GDO’lu ürün yemem.” diyen Sayın Bakanın Tarım Bakanı olduğu bu ülkeye GDO’lu bebek mamalarının girişi 1 Mart 2009’a kadar serbest bırakılmıştır. Daha da önemlisi, 1 Marta kadar ithal edilen gıdalar, bebek mamaları şimdiden market raflarında, stoklarda yerini almış ve bu ürünlerin raf ömrü de göz önüne alındığı zaman denetimsiz bir şekilde bu ülkeye giren ürünleri yaklaşık iki yıl daha bu ülke insanı tüketmeye devam edecek. Anlaşıldığı üzere ilk düğme yanlış iliklenmiş, hatalar zinciri peş peşe gelmiş ve bu Yönetmelik birkaç defa değişikliğe uğramıştır. Şimdi de en başta yapılması gerekeni yapıyoruz ve bir biyogüvenlik yasası çıkarmaya çalışıyoruz.

Değerli milletvekilleri, biraz da yaygın olarak üretilen ve ülkemize ithal edilen bu ürünlerden ve ekonomisinden bahsetmek istiyorum. Dünyada GDO’lu üretim yapılan alan yaklaşık 125 milyon hektardır. En fazla üretim alanı 62,5 milyon hektar ile ABD’de dir, bu ülkeyi sırasıyla Arjantin, Brezilya, Hindistan ve Kanada takip etmektedir. Yine dünyada en fazla ticarete konu olan ve tartışılan ürünler soya, mısır, kolza ve pamuktur. Dünyada GDO’lu üretim en fazla soya bitkisinde yapılmaktadır. Dünya soya üretimi yaklaşık 220 milyon tondur. En fazla üretim 72 milyon tonla ABD’de yapılmaktadır ve Arjantin, Brezilya, Çin bu ülkeyi takip etmektedir. Bugün ABD’de üretilen soyanın yüzde 92’si, Brezilya’da üretilenin yüzde 65’i, Arjantin’de üretilenin yüzde 99’u GDO’ludur.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde ise soya üretimi yok denecek kadar azdır, 40-50 bin ton civarında bir üretimimiz vardır. 2008 yılında 1 milyon 600 bin ton soya ve küspesi, 1 milyon 750 bin ton da mısır sadece yem sanayicileri tarafından ithal edilmiştir. Buna gıda sanayisinin ihtiyacı olan miktarı da eklerseniz, ülkemizde çok rahat yetişebilecek olan bu ürünler için ödediğimiz paranın her yıl yaklaşık değeri 3 milyar dolar civarındadır. Yıllık soya ihtiyacımız 2-2,5 milyon tondur, yem üretimimiz ise, yerli üretimimiz ise sadece 40-50 bin tondur. Şimdi soruyorum: Bu Hükûmet sekiz yıldır bu konuda ne yaptı? Son olarak uygulamaya koyduğu Havza Bazlı Üretim ve Destekleme Modeli ise esas amacı gerçekleştirmekten çok çok uzaktır. Açıkça ifade ediyorum: Uygulanacak kararlı ve doğru bir destekleme politikasıyla çok kısa sürede soya üretimini kendi kendimize yeterli konuma getirebiliriz ve ülkemizin yıllık 5 milyon ton soya üretim potansiyelinin olduğunu da ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, gelelim yasaya. Elbette ki bu ülkenin bir biyogüvenlik yasasına ihtiyacı vardır, ayrıca uluslararası anlaşmalardan dolayı da bir mecburiyet vardır ama doğru bir yasaya ihtiyacı vardır. Görüşülen bu yasa mevcut hâliyle yetersizdir, bazı maddeleri eksiktir; içerdiği hükümler, insan, bitki, hayvan sağlığı, çevre ve biyoçeşitliliğimizin korunması konusunda endişeleri bertaraf etmekten uzaktır. Biyogüvenliğin sağlanması konusunda ciddi bir yasal düzenlemeye ihtiyaç olduğu muhakkaktır.

Bu çerçevede, geneli itibarıyla yasaya olumlu bakmakla birlikte, önerilerimiz doğrultusunda eksikliklerin giderilmesi ve yeniden tanzim edilmesi çok önem arz etmektedir.

Öncelikle, kanun tasarısı içerisinde, biyogüvenlik konusunda bilimsel esaslara göre çalışacak, bünyesinde uzman elemanları istihdam eden, bilimsel araştırma teknik altyapısına ve donanımına ve ciddi bir bütçeye sahip bir biyoteknoloji araştırma kurumu kurulması çok önemlidir. Kendi teknolojimizi geliştirmek ve dışarıya bağımlı olmamak için gerekli bilimsel ve teknik altyapı oluşturulması açısından bu kurumun oluşturulması çok elzemdir. Kurulacak olan bu kurumu, kendi biyoçeşitliliğimizin korunması, karakterizasyonun yapılması ve gen kaynaklarımızın, genetik materyalimizin sahiplenilmesi bakımından önemli görüyor ve bu görevin bu kuruma verilmesini temenni ediyoruz. Aksi takdirde, bir müddet sonra kendi genlerimizi bir başka ülkeden satın almak zorunda kalabiliriz.

Diğer taraftan, kanun tasarısının bugün için, yani kendi teknolojimizi kendimizin üretip kendimizin uygulayacağı zamana kadar yetiştiricilik ve çoğaltım amaçlı her türlü üretim materyalinin ithalatının yasak olduğu kanun içerisinde çok açık bir şekilde belirtilmelidir, çünkü bugünkü şartlarda bu ürünlerin üretimi ülke açısından da, ülkenin biyoçeşitliliğinin korunması açısından da son derece sakıncalıdır.

Kanunla oluşturulan ve en önemli görevi ifa edecek olan Biyogüvenlik Kurulunun mevcut yapısı son derece yetersiz ve sakıncalıdır. Bu hâliyle kurulan Kurulun tarafsızlığı ve güvenilirliği tartışılır durumdadır, etkin ve verimli şekilde çalışması mümkün değildir, bilimsel esaslara göre çalışacağı da tartışılır durumdadır, kamuoyunda, meslek örgütlerinde, sivil toplum kuruluşlarında ve tüketicilerde oluşmuş ve oluşacak olan endişe ve şüpheleri gidermekten uzaktır. Bu konuda da önergelerimiz vardır. Tarafımızdan çok önemli görülen bu maddelerin mutlaka değiştirilmesini yüce Meclisin takdirlerine sunuyorum.

Bu Kurulun ağırlıklı olarak üniversiteler ve TÜBİTAK gibi bilim kuruluşlarından oluşturulması da ayrıca bir başka önemli konudur.

Değerli milletvekilleri, biraz da ülkemiz için çok hayati bir sektör olan ve ülkemizin coğrafi yapısı, doğal kaynakları itibarıyla bakıldığında en büyük şansı olan, ancak bugün çok zor durumda olan tarım sektöründen ve durumu sosyal ve ekonomik açıdan bir trajediye dönüşen tarım kesiminden bahsetmek istiyorum.

Bakın, Avrupa Birliği, son ilerleme raporunda, ortak tarım politikası Türkiye’de aynen uygulansa tarımsal destekleme için yıllık yaklaşık 12 milyar avroya ihtiyaç olduğunu belirtmiştir. Hâlbuki bugün sektörün tamamının bütçeden aldığı pay gitgide azalmak üzere, yaklaşık 2,7 milyar avroya tekabül etmektedir. Bu destekleme bütçesiyle Türkiye tarımını bir yere götürmek asla mümkün değildir. Bırakın temel altyapı sorunlarını çözerek sektörü rekabet edebilir bir yapıya kavuşturmayı, bu bütçeyle çiftçiyi toprağında bile tutamazsınız, nitekim tutamıyorsunuz da. Maalesef, 60’ıncı AKP Hükûmetinin “tarım” deyince yapabildiği tek şey, ya yarım yamalak mevzuat çıkarmak veya akşamdan sabaha değişen yarım yamalak bir destekleme politikası uygulamaktır. Bu anlayışın ve bu politikaların tekrar gözden geçirilmesi çok önemlidir. 2010 üretim yılında gübre, mazot, toprak analizi, hububat, bakliyat, hayvancılık gibi temel desteklerde 2009’a göre hiçbir artış sağlanamazken organik tarım, iyi tarım, yem bitkileri, tiftik ve ipek böceği, yağlık ayçiçeği, soya, kolza, aspir, zeytinyağı ve tarım danışmanlığı desteklerinde yapılan artışlar son derece komik ve yetersizdir.

Bakanlığın İnternet sayfasında yer alan açıklamaya göre 2010 üretim yılı tarımsal destekleme bütçesi, 2009’a göre yüzde 5,2 oranında artış göstermiştir. Ancak genel bütçe içerisindeki payı sürekli düşüyor. Buna göre 2010 yılı ürünü için 2011 yılı bütçesinden tarıma 5 milyar 897 milyon lira destekleme ödemesi yapılacaktır. Bu destekleme fiyatlarıyla ne soya üretimini ne yağ bitkisi üretimini artırabilirsiniz ne de hayvancılığı girdiği çıkmazdan kurtarabilirsiniz. Son uygulamaya koyduğunuz havza bazlı destekleme modelinde değişen hiçbir şey yoktur. Destekler eski destekler, destekleme miktarı eskisinden farklı bir şey içermiyor. Bu desteklemeyle mi ihtiyacımız olan ve milyarlarca doları ödeyerek ithalat yoluyla karşıladığımız bu ürünlerin üretimini, yani arz açığı olan ürünlerimizin üretimini artıracaksınız?

Değerli milletvekilleri, sonuç olarak elbette ki yasa çıkarmak, gerekli mevzuat düzenlemeleri yapmak, proje üretmek önemlidir ancak Tarım Bakanlığının görevi bununla sınırlı değildir, onu da doğru dürüst yaptığını söylememiz mümkün değildir; tarımın, tarım kesiminin sorunlarını çözmek birinci temel görevidir. Bakanlığın asıl görevi tarımı üreten bir yapıya kavuşturmasıdır, dış pazarda rekabet gücünü artırmasıdır; ülkeyi ve çiftçiyi üreten, ürettiğini satan, çiftçisini gitgide açlığa, yoksulluğa mahkûm eden değil, refaha götüren, zenginliğe götüren bir duruma getirmesidir. Bunun için de temel altyapı sorunlarının çözülmesini, tarımda gerekli yapısal reformların yapılmasını, tarımın ve tarım kesiminin sorunlarının çözülmesini ülkenin en önemli öncelikleri arasına alması büyük önem arz etmektedir.

Bugün, maalesef, Tarım Bakanlığı bu konularda çok ciddi adımlar atamamıştır. Sekizinci yılına giren AKP İktidarının Türkiye tarımını ve Türk çiftçisini getirdiği nokta, üretemeyen, üretse bile satamayan, ağır girdi maliyetleri altında ezilen, yoksullaşan, toprağını terk etmek zorunda kalan, dünya pazarlarında tek tabanca olduğumuz ürünlerde dahi mevzi kaybeden, rekabetten uzaklaşan, çiftçisini borç ve haciz batağına sürüklemiş bir Türkiye fotoğrafıdır.

Değerli milletvekilleri, Biyogüvenlik Yasası’nın önerilerimiz doğrultusunda düzeltilmesini umuyorum. Yasanın hayırlı olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Ertugay.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Vahap Seçer. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Seçer.

CHP GRUBU ADINA VAHAP SEÇER (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Biyogüvenlik Yasa Tasarısı’nın geneli hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Biyogüvenlik Yasa Tasarısı toplum tarafından da önemsenen bir tasarı, ancak görüyorum ki Türkiye Büyük Millet Meclisinde özellikle iktidar milletvekilleri bu konuyu pek önemsemiyor. Koltuklara bakıyorum muhalefet milletvekilleri sayısı iktidar milletvekilleri sayısından oldukça fazla. Yani, toplumun gösterdiği hassasiyeti sayın milletvekilleri maalesef bu yasa üzerinde gösteremiyorlar. Buradan bunu yadırgadığımı belirtmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, ilk olarak 26 Ekimde çıkan bu konuyla ilgili yönetmelikle biyogüvenlik meselesi ya da buna bağlı olarak GDO, genetiği değiştirilmiş organizmalar meselesi Türkiye gündemine düştü ve o günden bugüne de ciddi tartışmalara neden oldu. Bu konuda basın yayın organları, bu konuda ehliyet sahibi olan olmayan bilim adamları, bu konuyu anlayan anlamayan siyasetçiler, toplumun bütün katmanlarında bu konu tartışıldı, görüşüldü. Tabii, bizi üzen, bu tartışmalar sırasında, az önce de söylediğim gibi, konuyu bilen ya da bilmeyen herkes tartışınca ortaya bir bilgi kirliliği çıktı. Televizyonlarda izlediniz, bu konu tartışılırken arka görüntüde sebze meyve görüntüleri kamuoyuna gösterildi. Dolayısıyla toplum, vatandaş “Acaba tükettiğimiz sebze meyve GDO’lu sebze meyve mi?” endişesi içerisinde bir müddet, bir süre sebze meyve tüketmez oldu. Tabii, bundan zararı kim gördü? Türk üreticisi, sebze ve meyve üreten üretici, çiftçi bundan zarar gördü. Dolayısıyla bu anlamda da bu konuyla ilgili televizyonlarda, basında demeçler verirken, tartışırken biraz da bu hassasiyetleri takip etmemiz ya da bu konuda daha hassas olmamız gerektiğini düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, tabii, biyogüvenlik meselesini bu kadar önemli kılan, bu kadar tartışılır hâle getiren nedir? Biyogüvenlik, biyoteknoloji, tabii, dünyada yeni bir konu, bilim dünyasının yeni bir çalışma alanı. Bu anlamda, kamuoyunun bildiği ismiyle GDO’lar, genetiği değiştirilmiş organizmalar, işte biyoteknolojik yöntemlerle elde edilen yeni canlı türleri. Yani farklı türlerden, canlılardan gen transferi yapmak kaydıyla bazı canlılar üzerinde olmayan karakterleri, o arzu ettiğiniz karakteri bir başka canlıdan alarak, transfer ederek o geni oluşturduğunuz yeni canlı organizmalara genetiği değiştirilmiş organizmalar diyoruz. Tabii, bu teknoloji ve yöntemle önemli alanlarda üretim imkânı bulunuyor. Genetiği değiştirilmiş organizmalar özellikle tarım alanlarında, kimya sanayisinde, insan ve hayvan tedavisinde kullanılan ilaç sanayisinde, aşı sanayisinde, onların gelişmesinde kullanılabiliyor ve en önemlisi de tabii ki bu ürünlerin, GDO’lu ürünlerin artık uluslararası ticarete konu olmuş olmaları ve gerçekten parasal anlamda da büyük, devasa boyutlara ulaşılmış olması bu meseleyi, biyogüvenlik meselesini, genetiği değiştirilmiş organizmalar meselesini bir kat daha önemli kılıyor.

Değerli arkadaşlarım, tabii ki bilimsel gelişmeleri takip etmek hoş, güzel. İnsanlığın refahı için, insanlığın yaşamını kolaylaştırması için elbette ki bilimsel teknolojiye kayıtsız kalamayız. Ancak, tabii, teknolojinin getirdiği, gelişmelerinin getirdiği birtakım olumsuzluklar da ortaya çıkabiliyor, işte genetiği değiştirilmiş organizmalarda olduğu gibi. Bu ürünler yani genetiği değiştirilmiş organizmalar ve ürünleri tüm dünyada endişeyle karşılanıyor, belli riskler oluşturulduğu düşünülüyor. Gerçekten risk oluşturulup oluşturulmadığında bilim adamları tarafından kesin, kati bir görüş ortaya atılmış değil. Bir kısım bilim adamı “Elbette bu ürünler insan sağlığı, hayvan sağlığı, çevre sağlığı açısından ciddi sorunlar yaratabilir.” derken diğer bir kesim de “Hayır, genetiği değiştirilmiş organizmaların insan ya da hayvan sağlığı açısından ya da çevre sağlığı açısından herhangi bir olumsuzluğu yoktur.” gibi bir görüş belirtebiliyor. Ama şu bir gerçek ki insan ve hayvan sağlığı açısından gerçekten olumsuzluk yaratabileceği konusunda şahsen benim de endişelerim var. Bilimsel araştırmalar bunu gösteriyor. İnsanın bağışıklık sistemine verdiği tahribat, dolaşım sistemine verdiği tahribat, kanserojen etkileri veya alerjik birtakım vakalara sebep olması dolayısıyla benim de endişeyle karşıladığım ürün çeşitleri olarak buradan ifade etmek istiyorum.

Ayrıca, tabii, bu ürünlerin yetiştirilmesi tarımsal alanlarda, özellikle Türkiye gibi gerçekten dünyanın sayılı biyoçeşitliliğine sahip olan… Düşünün ki tüm dünyada sahip olunan endemik bitki çeşitleri içerisinde Türkiye başat rol oynuyor. Türkiye’de yani sadece Anadolu topraklarında olan, başka hiçbir hinterlantta göremediğiniz 3.905 bitki adedine sahibiz. Ayrıca, 11 bin-12 bin çeşit bitki bu Anadolu toprakları üzerinde yetişebiliyor. Dolayısıyla bu da çevre anlamında, biyoçeşitlilik anlamında bu konuyu bir kez daha önemsememiz gerektiğine işaret ediyor.

Hoş, bu tasarıda bizim de desteklediğimiz, iyi gördüğümüz, olumlu gördüğümüz, genetiği değiştirilmiş organizmaların üretiminin yasaklandığını buradan belirtmek istiyorum, bunun da olumlu olduğunu ifade etmek istiyorum. Ayrıca, bu riskler içerisinde tabii ki bugün bu ürünleri kullanabilirsiniz; üç yıl sonra, beş yıl sonra, yedi yıl sonra bunların zararlarını göremeyebilirsiniz ama onlarca yıl sonra belki de gerçekten toplumumuza, gelecek kuşaklara çok ciddi arazlar, sıkıntılar aktarabiliriz endişesi taşıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bunun bir de ekonomik boyutu var. Tabii ki bu genetiği değiştirilmiş organizmaların tohum üretimini yapan dünyada sayılı firmalar var yani tabiri caizse bunların tohum üretimi o uluslararası şirketlerin tekelinde. Dolayısıyla milyarlarca dolar ticarete muhatap olan meselelerdir. Dolayısıyla biz eğer ki ülkemizde genetiği değiştirilmiş organizmaların üretimini serbest hâle getirecek olsa idik biz o tohum tekellerinin eline düşmüş olacaktık, oraya bir ekonomik bağımlılığımız söz konusu olacaktı. Hoş, bu tasarıda bunun ithalatını, ihracatını, ticaretini, işlenmesini serbest hâle getiriyoruz. Bir diğer anlamda da tarımsal üretimde, tarımsal ürünlerde bu tasarıyla dışa bağımlı hâle geleceğimizi buradan sizlerle paylaşmak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, genetiği değiştirilmiş organizmalar ve ürünlerinin son yıllarda, özellikle 1990’lı yıllardan sonra ticari amaçlı üretilmesi, uluslararası ticarete konu olması ve oluşturduğu riskler dolayısıyla bütün ülkelerin olduğu gibi Türkiye’nin de biyogüvenlik anlamında bir mevzuat düzenlemesine ihtiyacı olduğu ortaya çıkmıştır ama maalesef uzun yıllardır bu konu Türkiye’de tartışılır hâle gelmiş olmasına rağmen gönül isterdi ki bu düzenlemeyi Türkiye Büyük Millet Meclisi bundan yıllar önce yapabilseydi. Bu konuda ilk mevzuat 1998 yılında Bakanlık tarafından yayınlanan Transgenik Kültür Bitkilerinin Alan Denemeleri Hakkında Talimattı. Hoş, o denemelerin sonuçlarının da bugün akıbeti belli değil. O çalışmalar, alan denemeleri sonucunda bu ürünlerle ilgili ne gibi tespitler yapılmış, ne gibi raporlar elde edilmiş, ben biliyor değilim.

Değerli arkadaşlarım, tabii, mensubu olmak için, üyesi olmak için büyük gayret sarf ettiğimiz Avrupa Birliği bu konuda düzenlemelerini bizden… Yani biz bugün yapıyoruz, 2010 yılında, onlar 2003 yılında bu düzenlemeleri yapmış durumdalar. Bu, gerçekten, yasal düzenleme gecikmiştir. Bildiğiniz gibi bu konuda henüz yasa çıkmadan, 26 Ekimde Bakanlık bu konuda bir yönetmelik yayınladı. Bu büyük tartışmalara sebep oldu. Ardından 20 Kasımda, o ilk Yönetmelik’teki eksiklikleri giderme amaçlı bir değişikliğe gidildi, o da yetmedi, 20 Ocakta bir değişiklik daha yapıldı, o geçmiş iki yönetmelikteki eksiklikler de 20 Ocak tarihindeki çıkan Yönetmelik’le giderilmeye çalışıldı.

Burada, tabii ki aslında bu, işi, tabiri caizse elimize yüzümüze bulaştırdığımızın işaretidir. Bu, üst üste, yirmi gün arayla, bir ay arayla, iki ay arayla üç yönetmeliğin çıkması bu işte tam ehliyet sahibi olmadığımızın, bu konuda çalışma yapan bürokratların bu konuya hâkim olmadığının ve dolayısıyla da üç kez üst üste yönetmelik çıkarmak zorunda kaldığının bir işaretidir. Şimdi bu endişelerle, acaba bu yasayı hazırlayan bürokratlara ben burada nasıl güveneceğim, onu düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, genetiği değiştirilmiş organizmalar ve bu 2010 yılına kadarki süreç içerisindeki gelişmeler, az önce de ifade ettiğim gibi, bizim, öncelikle Avrupa Birliği mevzuatına, daha sonra 2003 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisinde onaylanıp 2004 yılında yürürlüğe giren Cartagena Protokolü’ne ve Türkiye’nin sosyoekonomik yapısına, gerçeklerine dayanak olarak bu üç ana maddeyi alıp bir yasa tasarısı hazırlamamız gerekiyor. Tabii, Bakanlık genel gerekçede de bunu ifade etmiş. Bu üç ana maddeye payanda yaparak, dayanak yaparak bu yasa tasarısını hazırladıklarını bizlere bildiriyorlar ancak elbette ki burada da Cumhuriyet Halk Partisi olarak karşı durduğumuz, olumsuz bulduğumuz, gerçekten bu anlamda ülkemizi gelecekte sıkıntılara sokabilecek birtakım yeni düzenlemelerin olduğunu da buradan ifade etmek istiyorum.

Tabii, bu yasal düzenleme yani 1990’lı yılların sonundan itibaren genetiği değiştirilmiş organizmalar... Ki dünyada ticarete konu olan dört tane önemli tarımsal ürün var. Biz de bu dört ürünün, maalesef özellikle son yıllarda en ciddi ithalatçı ülkesiyiz. Bunlardan bir tanesi soya fasulyesi ve ürünleri, diğerleri mısır, pamuk ve kanola. Bu dünya ticaretine konu olmuş dört ürünü biz aslında 1998’li yıllardan beri genetiği değiştirilmiş organizma olup olmadığını bilmeden Türk toplumuna tükettiriyoruz. Belki de bir gün market raflarında beş yüz- altı yüzden fazla gıda maddesinde -bugün sokağa çıkalım, analiz yapalım, numuneler alalım- ve tarım ürünlerinde GDO’lu ürün olduğunu hep beraber müşahede etme imkânı bulacağız.

Tabii, bu süreç içerisinde 2,5 milyon ton her yıl Türkiye’nin GDO’lu tarım ürünü ithal ettiğini düşünürsek on yıldır, on iki yıldır yaklaşık olarak 25-30 milyon ton -bunun da yüzde 80’i GDO’lu olduğunu varsayıyorum ki bu gerçekten de öyledir- GDO’lu tarımsal ürünü bu ülke maalesef tüketmiştir.

Bunun tabii ki sorumluları kimlerdir? 2002 sonunda mevcut iktidar işbaşına geldi. Ondan önceki süreci eski iktidarlara, bu işin müsebbibi olarak bu suçu onlara yüklüyorum ama 2003’ten sonra bu işin sorumlusu bugün işbaşında olan AKP İktidarıdır.

Değerli arkadaşlarım, AKP İktidarı, özellikle 2004 yılında yürürlüğe giren Cartagena Protokolü’nden sonra bu konuda birtakım, yasa tasarısı hazırlama konusunda birtakım çalışmalar yaptı. Burada, tabii ki, acaba sivil toplum örgütleri, meslek odaları bu süreç içerisinde bu çalışmalara katkı sundular mı? Bizim bildiğimiz, Bakanlık bu anlamda bir komisyon oluşturdu, bir bilim komitesi oluşturdu ve o komite, o komisyon bu çalışmaları sürdürdü. Ama Komisyon çalışmalarımız sırasında, Tarım Komisyonundaki yaptığımız, bu yasa üzerine yaptığımız çalışmalar sırasında bize katkı sunmaları için davet ettiğimiz sivil toplum örgütleri de meslek odaları da bu çalışmalara katkı sunmadıklarını, çağrılmadıklarını, fikir sorulmadığını bizlere beyan etmiş durumdalar. Ama şu bir gerçek değerli arkadaşlarım: Ben eminim ki, buradan bunu iddia ediyorum, bu yasa tasarısı hazırlanırken yabancı devlet temsilcileri, uluslararası firma temsilcilerinin görüşleri alınmıştır. Bunu buradan iddia ediyorum ve daha acı bir şey söyleyeyim: Maalesef, ben milletvekili olarak bu yasa tasarısı henüz komisyonlara gelmeden bu taslak metni elime geçiremezken bu taslak metinleri özellikle GDO’lu ürünler konusunda dünyada ihracatta söz sahibi olan Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Avustralya, Brezilya, Arjantin gibi devletlerin büyükelçiliklerinde bulma imkânına sahiptiniz. Gerçekten bu düşündürücü bir durumdur.

Ayrıca, daha önce de söylediğim gibi, bu konuda toplumun geniş kesimleri, sivil toplum örgütleri ve meslek odaları bu tasarının hazırlanmasında ciddi katkılar sunamamışlardır.

Değerli arkadaşlarım, kanun tasarısıyla ilgili bazı değerlendirmeler yapmak istiyorum. Özellikle çok önemli bulduğum maddeler üzerinde görüşlerimizi bildirmek istiyorum. İlk çıkan 26 Ekim tarihli Yönetmelik’te bu ürünlerin Türkiye’den transit geçişi yasaktı ama daha sonra ikinci Yönetmelik’te bu serbest hâle getirildi. Bugün bu yasa taslağında da transit geçişi serbest hâle getirmiş durumdalar. Bunun, kesinlikle önümüzdeki süreçte Türkiye’de çok ciddi zararlara sebebiyet vereceğini ve telafisi olmayan zararlara meydan vereceğini buradan belirtmek istiyorum. Nihayetinde bunların çevreye yayılma riskleri vardır. Çevreye yayılmaları da özellikle biyoçeşitlilik konusunda ya da çevre sağlığı konusunda büyük sorunları da beraberinde getireceğini buradan ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, başta söylediğim gibi, bu yasa tasarısının olumlu bulduğumuz, en önemli bulduğumuz, bizi sevindiren yönü, Türkiye’de genetiği değiştirilmiş organizmaların hem bitkisel hem hayvansal üretimini yasaklamış olmasıdır. Ancak, tabii ki burada düşündürücü olan bir konu vardır ki o da ithalatının, ihracatının, ticaretinin, işlenmesinin vesaire birtakım aktivitelerinin bu yasa tasarısıyla serbest hâle getirilmesidir.

Burada tabii ki niçin üretimi yasak, Sayın Bakana sormak istiyorum ki kendinin Komisyon çalışmalarındaki ifadelerinde var. “Biz yüzde 100 Avrupa Birliği mevzuatına uyumlu hâle getirdik bu yasayı, Cartagena Protokolü’ne uyumlu hâle getirdik, dolayısıyla oradan aldığımız, özellikle Cartagena Protokolü’ndeki ihtiyat prensibine dayalı olarak biz üretimi yasaklıyoruz.” dedi. Niçin ihtiyat prensibine dayalı olarak Türkiye’de GDO’lu ürünlerin ticaretini ya da ithalatını yasaklamıyorsunuz Sayın Bakan?

Değerli arkadaşlarım, niçin Türkiye’de ithalat serbest bırakıldı? Aklıma gelen iki tane soru var. Biz dünyada ticarete konu olan o dört ürünün -az önce saydım, soya, mısır, kanola ve pamuk- dünyada sayılı büyük ithalatçı ülkelerinden bir tanesiyiz. Acaba bu tasarı hazırlanırken ithalatın serbest olmasına neden olan, bu konuda iddia sahibi ihracatçı büyük ülkeler mi? Yani Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Arjantin, Brezilya gibi ülkelerin ya da bu konuda uluslararası ticarette büyük montana, büyük potansiyele sahip firmaların lobi faaliyetleri acaba bu yasa tasarısı hazırlanırken bunun ithalatının serbest olmasında etkili olmuş mudur, bunu buradan Sayın Bakana sormak istiyorum?

Ayrıca, tabii ki bir görüş daha şöyle ortaya çıkabiliyor: Türkiye'nin maalesef ama maalesef bu ürünlere ihtiyacı var yani Türkiye artık kendi kendine yeten bir ülke değildir, Türkiye ürettiği tarım ürünleriyle kendi ihtiyaçlarını karşılayabilen bir ülke değildir. Onun için, Türkiye’nin yılda 1,5-2 milyon ton, değerli arkadaşlarım, 1,5-2 milyon ton soya fasulyesi ve ürünleri, 1 milyon ton yem sanayisinde kullanılan, biyoetanol üretiminde bir yan ürün olarak çıkan DDGS ve mısır kepeği ithalatı yaptığını, Türkiye’nin 700 bin ton ile 1 milyon ton arası elyaf pamuk yani kütlü pamuk olarak, hani o başağından hasat ettiğimiz pamuk olarak düşünürseniz 2 milyon ton pamuk ithal ettiğini ve 200 bin ton kanola ithal ettiğini biliyor muydunuz?

Değerli arkadaşlarım, bu, Türk tarımının iflasıdır, bunun sorumlusu biz değilizdir. “Ne yapalım efendim, Türkiye’nin bunlara ihtiyacı var, gıda sanayisi gelişiyor, yem sanayisi gelişiyor, hayvancılık gelişiyor, Türkiye 10 milyon ton yem üretiyor.” Elbette bu bir kaçış değildir, Türkiye’nin 26-27 milyon hektar tarım alanı vardır, Türkiye’nin sulamaya açılmayı bekleyen 4,5 milyon hektar tarım alanı vardır. Siz bunları gerekli zamanda gerekli yatırımlarla devreye sokamazsanız elbette ki Türkiye bu noktalara gelecektir, Türkiye tarımsal anlamda dış ticaret açığı verecektir, Türkiye tarımsal ithalatta maalesef ve maalesef dış ülkelere mahkûm olacak duruma gelecektir. Bunun müsebbibi bizler değiliz, bunun müsebbibi mevcut muhalefet değil, sekiz yıldır bu ülkeyi yöneten, tarım politikalarını belirleyen Adalet ve Kalkınma Partisinin yanlış tarım politikalarıdır ve sorumluları da iktidar partisidir değerli arkadaşlarım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

VAHAP SEÇER (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, geçtiğimiz günlerde, Türkiye’nin özellikle az önce andığım ürün çeşitlerinde üretim açığını ortadan kaldırmak için -daha rasyonel, daha akılcı bir üretim yapabilmesi anlamında- bir model geliştirildi: Havza Bazlı Üretim ve Destekleme Modeli. Maalesef, bu yayınlanan modeli incelediğimizde beklentilere cevap veremeyen bir çalışma olduğunu görüyoruz, buradan bunu sizlerle paylaşmak istiyorum. Oysaki, arzu ederdik ki Türkiye’de… Özellikle yağlı tohumlar konusunda biliyorsunuz Türkiye’nin ciddi açıkları var, yılda 2,5-3 milyar dolar gibi bir parayı biz ithalata harcıyoruz. Bu konuda, ayçiçeği üretimi, soya fasulyesi üretimi, aspir üretimi, kanola üretimi, bunları artıracak yüksek miktarlarda…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen, sözlerinizi bağlayınız.

Buyurunuz.

VAHAP SEÇER (Devamla) – Hemen bitiriyorum.

Bu ürünleri destekleyerek bunların üretiminin artırılması ve bu konuda Türkiye’nin açığının giderilmesi gerekiyordu. Elbette ki incelediğimiz zaman yeni destek sisteminde bu ürünlere, diğer ürünlerle mukayese ettiğiniz zaman daha fazla destek veriliyor ama şunu da unutmayalım değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin 2010 yılı için merkezî bütçesinden ayrılan yaklaşık olarak 5,5 milyar ya da 5,5 katrilyon rakam Türkiye tarımını, Türkiye’deki tarımsal üretimi artıracak boyutta bir destekleme değildir. Türk çiftçisini Amerika Birleşik Devletleri ya da Avrupa Birliğine bağlı ülkelerin çiftçisiyle mukayese ettiğiniz zaman haksız rekabet içindedir. Bugün Avrupa Birliği ortak bütçesinin yüzde 40’ını, 45’ini tarıma ayırırken, bugün Amerika Birleşik Devletleri sadece tarımsal desteklere yılda 50-60 milyar dolar ayırırken tarım ülkesi olarak addedilen Türkiye’nin… Türkiye’de tarımın sosyal yönünün de olduğunu düşünürsek…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Seçer, lütfen…

VAHAP SEÇER (Devamla) – Son kez özür dileyerek…

…Türkiye’nin üçte 1 nüfusunun direkt ya da dolaylı olarak bu sektörden geçindiğini düşünürsek bugün dünyanın 17’nci, Avrupa Birliğinin 5’inci büyük ekonomisi olarak addedilen Türkiye’de 5,5 milyar lira gibi bir rakamın çiftçiye ayrılmasını ben yakışık bulmuyorum, yakıştıramıyorum. Eğer bugün 750-800 milyar dolarlık gayrisafi millî hasıladan bahsediyorsanız hiç olmazsa bunun yüzde 1’ini, Tarım Kanunu’na koyduğunuz gibi, yüzde 1 oranında bir destekleme miktarını Türk çiftçisine reva görmeniz gerekiyor.

Değerli arkadaşlarım, önemli bir konuyu tartışıyoruz. Önümüzdeki yasa iki bölümden oluşuyor. Bu süreç içerisinde daha bazı konular burada görüşülecek, tartışılacak ama şu bir gerçek: Sayın Bakan GDO’ya karşı, Sayın Tayyip Erdoğan ve eşi karşı, Sayın Genel Başkanımız Deniz Baykal karşı, sanıyorum Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı da GDO’ya karşıdır, milletvekilleri karşı, halk karşı, o zaman biz Türkiye’de GDO’ya geçit vermeyelim diyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Seçer.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Ufuk Uras.

Buyurunuz Sayın Uras.

BDP GRUBU ADINA MEHMET UFUK URAS (İstanbul) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli vekiller; sözlerime başlamadan önce ben de bir kere daha, Elâzığ’da depremde kaybettiğimiz yurttaşlarımızın yakınlarına başsağlığı diliyorum, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum.

Bu hafta sonu gerçekleşecek olan “Nevroz” Bayramı’nın bütün yurttaşlarımıza, bütün dünya halklarına barış, mutluluk ve esenlikler getirmesini temenni ediyorum.

Kerpiç sadece evlerimize ilişkin bir şey değil, siyaset de kerpiçten gibi gözüküyor. O yüzden, yine bugünlerde siyaset hayatımıza katılan Eşitlik ve Demokrasi Partisine de siyasi hayatlarında başarılar diliyorum. Genel Başkanları Ziya Halis başta olmak üzere bütün parti çalışanlarına başarılı bir siyasi yaşam temenni ediyorum.

Sevgili arkadaşlar, genetiği değiştirilmiş gıdalar kadar genetiği değiştirilmiş siyasetçilerin yaptığı tahribatın toplumumuzda çok büyük bir faturayla bizi karşılaştırdığını biliyoruz. Bir bakıyoruz bu haftaya, daha 20’nci yüzyılda yaşadığımız trajediler ortadayken bir dizi partimiz, aynı anda, 21’inci yüzyılda bile ikinci bir tehcir politikasını savunabiliyor ve yaşadığımız sorunları çözüm olarak görebiliyor. Nasıl biz siyasi çeşitlilikten yanaysak biyolojik çeşitlilikten de yana olmamız gerekir ve buradan konuya gireyim.

Bir partimizin -adını vermeyeyim partinin- seçim döneminde üyelerine verdiği el kitapçığında şu yazıyor: “Tartışmalı konulara girmeyiniz.” Şimdi, konu tartışmalı olunca girmediğinizde zaten siyaset devre dışı kalıyor. Bir başka partimiz adaylarına diyor ki televizyona çıkarken: “Gelen soru size yabancı gelirse ‘Bunu geniş açıdan ele almak lazım.’ deyip başka bir konuya geçin.” Şimdi, konunun geneli üzerinde konuşmak o yüzden çok büyük bir esneklik taşıyor ama konunun kendisi çok önemli. Mustafa Kemal “Köylü milletin efendisidir.” demişti, bugün baktığımızda uluslararası tarım tekellerinin milletin efendisi olduğunu görüyoruz ama bu, bu durumla, bugünle de sınırlı bir şey değil. Kemal Derviş modeli baki, partiler değişiyor. Bütün gelen partiler aslında Kemal Derviş politikasını uyguluyor ama muhalefete gelince eleştirmeye başlıyorlar. O yüzden siyasetimiz de kerpiçten, o yüzden eşitlik ve özgürlükten yana bir alternatif oluşturmamız gerekiyor.

Para kullanılmadan önce, biliyorsunuz, tuz, değişim aracıydı, “tuzu kuru olan” lafı oradan geliyor. Bir tarafta tuzu kuru olanlar, bir tarafta işi yaş olanlar hayatı şekillendirmeye çalışıyorlar. Hani hep küçükten beri denir “Etliye sütlüye karışmayın.” diye. Etliye sütlüye karışmadığımız zaman hem et kokuyor hem süt bozuluyor, etliye sütlüye karışmayan bir siyaset, siyaset olmaktan çıkıyor. Yanlış yoldaysak koşmanın da bir yararı olmuyor. Biz inanıyoruz ki temel kararların uluslararası sermayenin kâr beklentilerine göre değil, toplumsal ihtiyaçlara göre şekillendirilmesi esastır. Bu yüzden rotasız bir gemiye de hiçbir rüzgârın faydasının olmadığını görüyoruz.

“Son yüzyılın en büyük buluşu nedir?” derseniz değişik yanıtlar verilebilir ama bence uzaktan kumanda aletidir. Uzaktan kumanda aleti hayatımızı kolaylaştırmıştır ama siyasette uzaktan kumanda iyi değildir. Uzaktan kumandalı siyasete karşı tutum almamız gerekiyor.

Hayatımızın bir tek gerçeği var, o da sosyal Darvinizm, yani uygun olanların ayakta kalması. Bunu kim savunuyor? Zaten ayakta kalanlar “En uygun da zaten budur.” diyorlar. Bütün ovalarımızın, 6 büyük ovamızın tarım dışı amaçlara kullanılmaya açılmasının tesadüfi olduğu düşünülebilir mi?

Einstein “Bir sorunun çözümü, sorunun doğru tarif edilmesinden geçer.” diyor. Sorunu doğru tarif edersek bütün bu yasa tasarılarıyla ilgili doğru bir hatta durabiliriz. O da nedir? Ekonomi, siyaset, her alanda katılımcılığı savunmak. Yanlış karşısındaki suskunluk, çoğu zaman yanlışın suskunluğun gölgesinde sürüp gitmesini devam ettiriyor. O yüzden, susup kalmamalıyız. Bertolh Brecht “Galileo” adlı çalışmasında “Hiçbir şeyi bilmeyen cahildir ama bilip de susan ahlaksızdır.” diyor. O yüzden, bilip de susanların sesini çıkarması gerekiyor, dünyada bu konuda farklı yaklaşımlar var mı, buna bakmak, biraz merak etmek gerekiyor. Bizde meraklı olmanın iyi olmadığını biliyoruz. Hepimiz Pirî Reis’i çok severiz, haritalar çıkarmıştır, meraklı insandır ama bilmeyiz ki daha sonra Kanuni onun kafasını kestirmiştir, yani meraklı olmak iyi değildir. Bizim ülkemizde de bu konuda çok farklı yaklaşımlar olmasına karşın, aslında karşıtlar eleştirilmesine rağmen, hâkim zihniyetin çok ideolojik olduğunu bilmek gerek. Biraz önce CHP’li Vekil Arkadaşımız çok haklı olarak desteklerden bahsetti. AB fonlarına baktığınızda AB içinde tarıma yönelik destekler ortada ama bu konu o kadar ideolojik ki sermayeye destek verdiğinizde mesela adı “teşvik” oluyor, üreticiye destek verdiğinizde adı “sübvansiyon” oluyor yani kötü oluyor. Aynı şey ama üreticiye mi gidiyor, tuzu kuru olanlara mı gidiyor meselesinde farklı yaklaşımlarla karşı karşıya kalıyoruz.

Kamuoyunda bu genetiği değiştirilmiş organizmalara ilişkin oluşan, güçlenen tedirginliğin ve bu tedirginliğin her geçen gün daha da artmasına neden olan hukuki belirsizlik durumunun sonlandırılması adına, işte bu biyogüvenlik yasasının ne denli büyük önem taşıdığını… Bütün kamuoyu merakla bizi izliyor, buradaki katılımın tenhalığına rağmen. Bu nedenle, halkın genetiği değiştirilmiş organizmalar konusunda bilgilendirilmesi kadar, biyogüvenlik yasasında bu ürünlerin tehlike ve risklerine karşı etkin korunma araçlarının oluşturulması ve bu araçların hayata geçirilmesini sağlayacak idari ve teknik altyapının sağlamlaştırılmasının da gerek bu ürünlerin Türkiye üreticisi ve tüketicisi üzerinde yarattığı tehlikelere karşı direnme gücünün artırılması ve gerekse yasanın amacı olan koruma işlevinin oluşturulması açısından da son derece büyük bir önemi olduğunu biliyoruz ancak bu denli önemli ve diğer yandan da kamuoyunun merakının yüksek olduğu bir konuda biyogüvenlik yasa taslağının halkın görüş ve bilgisine açık bir tartışma sürecinden geçmemesi ve ilgili üretici ve tüketici örgütlerinin, ekoloji ve çevre örgütlerinin bu taslak hakkındaki görüşlerini sunabilecekleri katılım araçlarını oluşturmadan yasanın Meclis gündemine gelmiş olması hakikaten son derece üzüntü vericidir.

Henüz bilim dünyasının -bilimsel belirsizliğin egemen olduğu bir konu olarak- genetiği değiştirilmiş organizmaların yaratacağı tehlikelerin neler olduğunu kestiremediğini biliyoruz. Bu ürünlerin riskli olduğu ise gerek yapılan bilimsel açıklamalarla gerekse de Türkiye'nin taraf olduğu sözleşmelerle ve henüz bir biyogüvenlik yasası olmadan yürürlüğe giren Gıda ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerinin İthalatı, İşlenmesi, İhracatı, Kontrol ve Denetimine Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik hükümleri ile artık resmî kanallar açısından da kesinleştiğini biliyoruz. Bu nedenle, Türkiye’de “ihtiyat” ilkesi gereği risk değerlendirmesi ve planlanmasının hayata geçmesini sağlayacak tedbirlerin alınması ve güvenlik altyapısının, hem Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin eki niteliğindeki Biyogüvenlik Protokolü’nün 2004 yılında yürürlüğe sokulması nedeniyle hem de Anayasa’nın 56’ncı maddesinde düzenlenen sağlıklı ve dengeli bir yaşama hakkı kapsamında oluşturulması gerekiyor. Bu amaç doğrultusunda görüşmeye açılan biyogüvenlik yasası temel olarak üç noktada değerlendirilebilir: Bunlardan ilki, gıda güvenliğinin sağlanmasıdır. Biyogüvenlik yasası, GDO’lu ürünlerin ithalatının önünü açıyor, bu şekilde hem insan sağlığı hem de biyolojik çeşitlilik büyük bir riske maruz bırakılıyor. GDO’ların, hayvan yemi ve diğer ürünler için de kullanılmaya devam etmesi ve Türkiye üreticisinin ve tüketicisinin bu ürünlerin yarattığı belirlenemeyen risklere maruz kalması gıda egemenliğimizi korumanın olanağını ortadan kaldırabiliyor. İkincisi, katılım araçlarının sağlanması, biraz önce belirttiğim gibi. Bu ürünler hakkında alınacak kararların şeffaf, açık ve katılımcı bir yönetim anlayışıyla halkın bilgilendirilmesi ve kararlara katılımını sağlayacak araçlardan mahrum bırakılmaması gerekiyor. Buna karşın biyogüvenlik yasası, GDO’ların ülkeye girişiyle ilgili izinleri Tarım ve Köyişleri Bakanlığına bağlı biyogüvenlik kuruluna bırakıyor. Biyogüvenlik kurulunda yer alacak bürokrat ve uzmanların nesnel ve kamu yararına uygun kararlar almasını sağlayacak kriterlerin belirlenmesi ve alınan kararların kamuoyu tarafından denetlenebilmesi için, bu kurulda, ekoloji, tüketici ve üretici örgütlerinin temsilcilerinin yer alması gerekli oluyor.

Diğer yandan, Biyogüvenlik Kurulunun aldığı kararların açıklanmayacağı da bu yasa tarafından düzenleniyor. Oysaki Kurul kararlarının hukuka, tarımdaki ekonomik ve sosyal gerekliliklere, ekolojik geleceğe etkilerinin değerlendirilebilmesi için bu kararların kamuoyuyla paylaşılması gerekiyor. Bu nedenle, Kurul kararlarının tamamının demokratik bir biçimde toplumla paylaşılması gerekiyor. Hani, açılım yapacaksak açılımları bu zeminde de sürdürmekte fayda görülüyor.

Üçüncü nokta ise belki de en önemli ve de taslak metinde en çok dikkati çeken husus olarak “ispat yükü” konusu gündemde. Biyogüvenlik yasası, GDO’lu ürünlerden doğan zararın ispatını tüketici ve üretici üzerine bırakıyor. Oysaki bu ürünlerin kapalı kullanım koşullarından doğacak zararlar ile transit ve nakil sırasında kontrolsüz salımından kaynaklanacak sorunların bedelinin çok ağır olacağını biliyoruz. Bu ürünlerin kapalı alan kullanımı, nakli ve transit geçişini isteyen şirketler, bu ürünlerin zarar vermeyeceğini ispat ederek bu ürünlerle ilgili muamele yapabilmelidirler. Biraz önce belirtilen yine, Cartagena Protokolü’ne ve Biyoçeşitlilik Sözleşmesi’ne taraf olan ülkemizin, çağdaş hukuk devletinin kabul ettiği temel çevre hukuku ilkelerinden biri olarak ihtiyat ilkesini hayata geçirmek ve yerli üretici ve tüketicisini korumak üzere, bu ilkenin ispat yükünün tersine çevrilmesi olarak bilinen bu aracını yasa ile kabul etmesi gerekiyor. Ancak, taslakta bu hukukun göz ardı edildiği yine bir kere daha görülüyor. Buna göre, bugün Türkiye'nin biyoçeşitliliğini koruyacak, gıda güvenliğini, tarımsal geleceğini sağlayacak ve sağlıklı nesillerin gelişmesi inancını yeşertecek bir biyogüvenlik yasasının, gıda egemenliği ekseninde, toplumun ve tarımın kamusal politikalarla desteklenmesini talep edenlerin, fosil yakıtlardan vazgeçilmesini isteyenlerin, kentlerin kapitalist dönüşümüne karşı yeni bir sürece hazırlanması gerektiğine inananların ve yaşamına sahip çıkanların yanında bir tutum sergilenebilmesi için, GDO ticaretini güvence altına alan tanımlardan vazgeçmesi ve insan, bitki, hayvan sağlığı, genetik çeşitlilik, biyolojik güvenlik temelinde yasanın tanımlarının yeniden yazılması gerekli. Ben muhalefetin çok anlamlı eleştirileri doğrultusunda Hükûmetin bunları dikkate alacağına inanmak istiyorum.

Başta GDO’ya Hayır Platformu olmak üzere örgütlü muhalefetin 2004 senesinden beri çıkarılmasını istediği bu biyogüvenlik yasasının halk sağlığını ve çevreyi korumaktan uzak olduğunu, yaşama, deneme-yanılma yöntemiyle görmememiz gerekiyor, önceden bu tedbirleri almamız gerekiyor.

Bir uçağı yıllar önce bir tedhişçi kaçırdığı zaman çok büyük pazarlıklar oluyor, sonunda güvenlikle o uçak yere iniyor. Bir gazeteci bir süre sonra fark ediyor ki o uçağın kaçırılması esnasında bulunan çiftler bir süre sonra ayrılmışlar. “Niye ayrılmışlar?” diye araştırdığında görüyor ki normal zamanlarda görmedikleri tepkileri, bir tedhişçi uçağı kaçırdığında o tedhişçiyle yaptığı pazarlık, yaltaklanmalar vesaire karşısında eşlerinin bugüne kadar hiç görmedikleri manzaralarıyla karşılaşmaları ciddi ayrılmalara neden olmuş. Demek ki bir uçağın kaçırılmasına gerek kalmadan, günlük yaşamımızda da -normal zamanlarda değil- riskli durumlarda, kriz zamanlarında insanlar nasıl davranıyor, insanların farklı davranışlarını nasıl algılayacağız meselesi önemli. Bu konu da böyle bir konu. Hakikaten, eğer bu konu üzerine hayatımız şekillenecekse… Demokrasi sadece bu kuşaklara ilişkin bir vakıa değil, gelecek kuşakların hayatıyla da ilgili kararlar alıyoruz ve bizler aslında normal zamanlarda nasıl davrandığımızla değil, olağanüstü durumlarda, olağanüstü gelişmelerde nasıl davrandığımızla bir samimiyet testinden geçiyoruz. O yüzden, ben bir kere daha bütün bu yasanın değerlendirilmesi esnasında gelecek kuşaklara ilişkin yükümlülüğümüzü unutmamamız gerektiğini düşünüyorum. Egemenliğin kaynağının halk olmasıyla halkın kendi kendini yönetmesi ilkesi birbirini tamamlıyorsa yani biz Kenan Evrenler gibi düşünmüyorsak “Egemenliğin kaynağı millettir ama halkın da sahipleri vardır.” diye düşünmüyorsak yani uluslararası tarım tekellerinden tatlandırıcı tekellerine değin halkın geleceğinin şekillendirilmesinde uluslararası çıkar çevrelerinin değil kamu yararını esas alıyorsak, siyasetin de esası kamu yararından yana olmayı gerektiriyorsa, bütün bu yasa teklifleri, tasarıları bizi bir samimiyet testinden geçiriyor. O yüzden Meclis açılırken Çanakkale Zaferi’nin yıl dönümünden bahsederken yani “Uluslararası tekellerin bir dediği iki yapılmayacaksa biz Çanakkale’de bu kadar insanımızı niye zayi ettik?” diye emperyalizmin güçleri muhtemelen düşünüyorlardır yani “Topla tüfekle değil, doğrudan kendi politikalarımızla egemen oluyorsak biz niye bu kadar can yaktık?” diye. Çünkü uluslararası kuruluşlara sorduklarında “Sizin en büyük gücünüz nedir?” diye “Bizim en büyük gücümüz, bizim gibi düşünen aydınlar ve siyasetçiler.”

Hani, Woody Allen, Tanrı öyküsünde der: “Hep özgür olduğunuzu zannedersiniz ama hep başkalarının beklediği gibi davranırsınız.” Neden acaba hep başkalarının beklediği gibi davranıyorum, neden bir kere olsun uluslararası tarım tekellerini, güç tekellerini şaşırtacak bir hareket içine girmiyorum, sorusunu kendimize sormamız gerek.

Kemal Derviş’in bedeni başka tarafta ama ruhu burada. İktidarıyla muhalefetiyle, CHP destekli Anasol-D İktidarından AKP İktidarına kadar bu neoliberal hegemonyayı bir türlü ters düz edemiyoruz, bir türlü önceliklerimizi değiştiremiyoruz. Bunun en temel nedeni, başta üreticilerimiz olmak üzere emeğiyle geçinen yurttaşlarımızın siyaset dışı kalmasıdır. Doğrudan emeğiyle geçinen yurttaşlarımızın, üreticilerimizin siyaset dışı kalmasının nedeni, yine bu Meclisin ittifakla belirlediği yüzde 10 barajı, Siyasi Partiler Yasası, Seçim Yasası ve diğerleridir. O yüzden ekmekle demokrasi arasındaki mücadele, ilişki iç içedir. Demokrasinin kanallarını açacağız ki daha çok çiftçimiz, daha çok üreticimiz siyasete dâhil olsunlar ve farklı bir Türkiye, farklı bir tarım olacağını kestirebilsinler.

Biz, 2010 yılında, toplumsal muhalefet örgütleriyle, İstanbul’da “İstanbul Avrupa Sosyal Forumu”nu şekillendireceğiz. “Başka bir Avrupa mümkün.” diyenler ile “Başka bir Türkiye mümkün.” diyenler, Türkiye'nin tarım politikasını, dünyada iflas eden, küresel krizle beraber iflas eden neoliberal hegemonyaya secde edenleri ama buna karşı alternatif arayışlarının barajlarla, Siyasi Partiler Yasası ve 12 Eylül rejimi Anayasası’yla engellenenlerin aslında güç birliğinin çok önemli olduğunu göreceğiz.

Alice Harikalar Ülkesi, çocukluğumuzda okuduğumuz bir kitaptı. Aynadan geçtikten sonra Alice yanındaki tavşana sordu: “Şimdi nereye gidiyoruz?” Tavşan da ona dedi ki: “Bu, nereye gitmek istediğine bağlı.” Eğer biz nereye gitmek istediğimiz konusunda halkın iradesini esas alarak, toplumsal muhalefet örgütlerinin iradesini esas alarak tutum alırsak bu yasalar da büyük ölçüde bu doğrultuda şekillenir. Aksi takdirde, halkın iradesi ile var olan yasalar çeliştiği zaman bunu çözecek merci de seçimlerdir. Hâliyle 2011 seçimlerinde yurttaşlar, uluslararası tarım tekelleri mi esas alınmış çiftçimiz mi esas alınmış, uluslararası tarım tatlandırıcı lobisi mi esas alınmış yurttaşımız mı esas alınmış, bunu değerlendirecektir. Bize düşen görev de siyasette alternatifsiz bırakmamaktır yurttaşları. AKP’ye karşı alternatifin, daha çok demokrasi, daha çok özgürlük eksenini savunan, eşitlikçi, özgürlükçü bir siyaset seçeneğiyle şekilleneceğine inanıyorum ve bu yasanın bu doğrultuda şekillenmesinin yurttaşlarımıza soluk aldıracağını düşünüyorum.

Barış ve Demokrasi Partisi adına hepinize saygılarımı sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Uras.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Edirne Milletvekili Necdet Budak. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Budak.

AK PARTİ GRUBU ADINA NECDET BUDAK (Edirne) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı hakkında AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Genetik mühendisliği veya DNA teknolojisi 1970’li yıllarda uygulamaya girmiş bir teknolojidir. Doğal yollarla gen değişimi mümkün olmayan canlı organizmalar arasında gen teknolojisi aracılığıyla gen transferi yapılarak elde edilmiş canlılara “genetiği değiştirilmiş organizma” yani “GDO” denilmektedir. Biyogüvenlik ise GDO’ların doğada bulunan diğer canlılara, onların devamlılığına ve çeşitliliğine yani biyolojik çeşitliliğe ve insan sağlığına zarar vermeden kullanılabilmesi için oluşturulmuş kurallar ve tedbirler sistemidir.

GDO’ların dünyadaki durumuna bakacak olursak, GDO’ları üretmedeki genel amaç, tarımsal ürünleri hastalıklara ve zararlılara karşı korumak ve bu sayede tarımsal ilaçlamada ekonomik avantajlar sağlamaktır. Genetiği değiştirilmiş organizmaların ticarete konu olan en yaygın ürünleri mısır, soya fasulyesi, kanola ve pamuktur. Bu ürünlerin dünyada ekimi hızla artmaktadır. 2008 yılı itibarıyla dünyada Amerika, Arjantin, Brezilya, Hindistan, Kanada, Çin ve Paraguay olmak üzere yirmi beş ülkede GDO’lu ürünler ekilmektedir. GDO’lu bitkilerin ekildiği toplam arazi -on iki yıllık artışla- 125 milyon hektara ulaşmıştır ve giderek artmaktadır. Amerika’da soya ekim alanlarının, soyada yüzde 90’ı GDO’ludur.

Dünyadaki bu artışla beraber, dünyada birçok ülke de aynı zamanda GDO’lu ürünlerden oluşan gıdalara karşı oldukça koruyucu tedbirler almakta ve yasal düzenlemeler getirmektedir. GDO’lu ürünlerin küresel tarım ekonomisindeki payı 1996 yılında 115 milyon dolar iken 2007 itibarıyla yaklaşık 7 milyar dolara ulaşmıştır ve bu trend giderek de artmaktadır ve bugün itibarıyla hesapladığımızda, Amerika’da son on yıl içerisinde GDO’lu ürünlerin ülke ekonomisine katkısı 16 milyar dolardır. GDO’lu ürünlerin avantajlı olduğu iddialarına karşı bu ürünler için karşı tezler de ortaya konulmaktadır bilim dünyasında. Örneğin, GDO’lu bitkiler için de tarımsal ilaç kullanıldığı ve bunun kullanımının GDO’suz ürünlere göre daha fazla miktarda olduğu yönünde araştırmalar yayınlanmıştır. Yine GDO’ların iddia edildiği gibi tarımda verimlilik ve üretim artışı sağlamadığı yönünde de araştırmalar mevcuttur.

Değerli arkadaşlar, bilim hangi alanda olursa olsun karşı tezler ile çürütülmeye çalışılabilir ya da yeni çalışmalar geliştirilebilir. Onun için de bütün bu yazılara, raporlara ve çalışmalara doğru ya da yanlış diyemeyiz. Çünkü bütün bunları yapmaya başlarken hedefinizin ne olduğu ve dünyaya nasıl, nereden baktığınız çok önemlidir.

GDO’lara karşı ülkelerin farklı pozisyon almalarının çeşitli sebepleri vardır. Bu yaklaşım farklılıklarının başında ülkedeki kamuoyu gücü gelmektedir. Özellikle Avrupa’da hâlen GDO’ların yol açabileceği muhtemel sağlık risklerini öne çıkaran güçlü bir sivil muhalefet mevcuttur ve bu muhalefetten dolayı yasal düzenleme yapmak siyasi açıdan riskli görülmektedir.

Etik kaygılar kapsamında dünyada değerlendirdiğimizde öne çıkan üç tane önemli tartışma konusu vardır: Birincisi, genelde modern zirai teknolojinin, özelde ise GDO ve daha spesifik olarak transgenik canlıların tarımsal hedefleri yakalamak için gerekli olup olmadığı yoğun olarak tartışılmaktadır. Tartışma, birbirine âdeta tamamen zıt iki kutuptur. İki farklı ve marjinal yaklaşımın gölgesinde bu tartışmalar devam etmektedir. Taraflardan biri, bu teknolojileri, dünyada açlık sorununu bertaraf edecek anahtar teknoloji olarak görmektedir. Diğeri ise söz konusu teknolojilerin sadece bir hayal ürünü olduğunu savunmaktadır.

Tarımsal sorunların başında gelen açlık sorunu sosyal bir sorundur. Dolayısıyla açlık sorunu, gıda eksikliğinden ziyade onun dünyada paylaşımıyla ilgilidir. Bu sorunun çözümü, siyasi ve sosyal platformlardır.

İkinci tartışma konusu, bitkilerin geliştirilmesinde genetik müdahalenin meşru olup olmadığı tartışmasıdır. Meşruiyet eleştirisi, dinen “Yaratıcı’nın işine karışıldığı” düşüncesi, çevrecilerin “doğal yapıya müdahale” itirazı ve Alman düşünür Peter Sloterdijk’in “insanın haddini aşması” olarak betimlediği felsefi duruşa dayanmaktadır.

Son tartışma ise tarımsal GDO’ların geniş sahalarda ekiminin sonuçlarıdır. Sosyoekonomik kapsamda devam eden bu tartışmaların en önemli noktası GDO’ların mülkiyeti tartışmasıdır. GDO tarımsal ürünlerin büyük çoğunluğunun önemli şirketlerin tekelinde, patentlerinin ve mülkiyet haklarının tekelinde olması dünyada ciddi bir tartışma konusudur ve dünyada tarımsal sistemler için ciddi bir sosyal sorun olarak ortada durmaktadır.

Etik kaygılar kapsamında dile getirilen diğer bir tartışma başlığı ise GDO’ların yol açabileceği muhtemel sağlık sorunları riskidir. Gündemi en çok işgal eden ve GDO’lu ürünlerin birçok ülke tarafından yasaklanmasının da temel sebebidir. GDO’lu ürünlerin neredeyse tamamına kendisinde var olmayan genler eklendiği için bu genlerden kısa, orta ve uzun vadede bir dizi sorun oluşturma potansiyeli mevcuttur. Dünya Sağlık Örgütü bu riskleri, yapılan değişmelerin zehirlenmelere sebep olma ihtimali, alerji oluşturma ihtimali, besleyici ya da toksik etkisi olabilme ihtimali, aktarılan genin stabilitesi ve gen eklenmesinin yan etkileri olarak sınıflandırmıştır.

Biz bu Parlamento çatısı altında, iktidarı muhalefetiyle bütün milletvekilleri olarak ve Hükûmetimiz, dünyadaki bu gelişmelerin böyle olduğunu bilmek, takip etmek ve buna göre Türkiye'nin ulusal biyogüvenliği konusunda pozisyon almak zorundayız. Tabii ki GDO’lu üretimle ilgili birtakım iddialar ve bunun karşısındaki bilimsel açıklamalar yapılmakta. Kamuoyunun ve tüketicilerin GDO’lara karşın ne algıladıkları ile bilimsel çalışmalar arasında ciddi bir makas vardır. Tartışmalara çoğu kez ideolojik tavırlar girmekte, bu durumda kamuoyuyla meslek odaları, tüketici dernekleri ve çevreci örgütlerin sağlıklı bir diyalog kurması engellenmektedir.

GDO oldukça tartışmalı bir teknolojidir ve somut etkilerinin görülebilmesi için uzun bir zamana ihtiyaç vardır. GDO sorunu aynı zamanda bir biyogüvenlik, biyoçeşitlilik, sağlıklı insan, hayvan, çevre, ayrıca tekelleşme ve âdeta bir demokrasi sorunu olarak da değerlendirilmektedir. Ancak şunu da kabul edelim ki bu gelişmeleri ne yaparsak yapalım dünyada çok ciddi bir ilerleme var ve canlıların hayatından artık GDO’yu çıkartmak da mümkün değildir ve 21’inci yüzyıla biyoteknoloji ve nanoteknoloji kendi damgasını vurmaktadır. Bu nedenle, bizim, Türkiye olarak biyoteknoloji ve nanoteknoloji alanında bilimsel anlamda bunları gündemimize almamız, öncelik vermemiz de gerekmektedir, bunu da bir kenara atmamız mümkün değildir.

Değerli milletvekilleri, Avrupa Birliğinin GDO’lara ilişkin mevzuatı 1990’lı yıllarda uygulamaya girmiştir. Bu spesifik mevzuatın iki temel amacı vardır. Birincisi insan ve çevre sağlığının korunması, ikincisi ise güvenli GDO’ların Avrupa Birliğinde serbest dolaşımının sağlanmasıdır. Avrupa Birliği, GDO’lara ilişkin ayrıntılı ve katı kurallar içeren bir mevzuata sahiptir. Bu yaklaşımda, Avrupa pazarlarının GDO’lara tam olarak açılması hâlinde yerli üreticilerinin zora gireceği, Amerika-Avrupa Birliği ticaret dengesinin Avrupa Birliği aleyhine bozulacağı gibi nedenler yatmaktadır. Bu anlamda birçok AB ülkesi, GDO’lu ürünlerin ekimine, gıda güvenliği yerine çevre argümanlarını, mevzuatında yer alan GDO’dan ari bölgeler oluşturma imkânını öne sürerek izin vermemektedir.

Avrupa’daki durumu irdeledikten sonra, ülkemizdeki durumu tartışalım:

Sayın milletvekilleri, ülkemizde biyoteknoloji çalışmaları, üniversiteler ile Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Tarımsal Araştırmalar Genel Müdürlüğüne bağlı araştırma enstitülerinde yapılmaktadır. Mevcut çalışmalar herhangi bir üründe GDO’lu ürün elde edilebilecek düzeye gelmemekle birlikte, çalışmaların büyük bir çoğunluğu teşhis ve karakterizasyon ağırlıklı olarak yapılmaktadır.

Öte yandan, Türkiye, Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’ne ek olarak hazırlanan Biyogüvenlik Protokolü’ne taraf olmuştur, 2004 yılında da imzalamıştır. Bu Protokol’ün amacı, biyoteknolojinin dünyanın doğal kaynaklarına verebileceği zararı en aza indirmek ve yaşayan modifiye organizmaları içeren ürünlerin ticaretini düzenlemektir.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığımız tarafından GDO’lu ürünlerin ithalatı, işlenmesi, ihracatı ve denetimine ilişkin bir yönetmeliğin son günlerde çıkartılmış olması, ülkemiz kamuoyunda GDO konusundaki tartışmaların hızlanmasına neden olmuştur. Yönetmelik yürürlüğe girmeden önce ülkemizde GDO’lu ürünler konusunda sadece beyan esasına dayalı denetim ve kontrol mekanizması uygulanıyordu, “ürün GDO’lu” denildiği takdirde ürünün girişi engellenebiliyordu. Ancak GDO konusunda bir düzenleme bulunmadığı takdirde engelleme yapıldığı zaman bunun Dünya Ticaret Örgütüne de şikâyet konusu olması söz konusudur.

Danıştay, Yönetmelik’in yürütülmesinin durdurulmasını, Yönetmelik’in herhangi bir yasaya dayanmaksızın çıkarılmasına bağlamıştır. Her ne kadar Bakanlığın itirazını yerinde bulan Danıştay geri adım atmış olsa bile Hükûmetimiz tarafından Biyogüvenlik Yasa Tasarısı’nın çıkarılması önem arz etmektedir. Bu tasarı biyogüvenlik alanında Türkiye’de ilk yasadır. Bu manada bir ilk ve çerçeve kanun olacaktır. Hâl böyle iken, Cartagena Biyogüvenlik Protokolü, ülkemizin AB’ye uyum süreci ile ülkemizin bu konudaki ihtiyaçları dikkate alınarak, ihtiyatlılık ilkesine dayanılarak Biyogüvenlik Kanun Tasarısı hazırlanmıştır. Avrupa Birliği müktesebatına uyum kapsamında GDO’ların çevreye kasıtlı salınımıyla ilgili Avrupa Birliği regülasyonu için uyum süremiz 2010 yılı olarak planlanmıştır. Bunlar ulusal programda ve Tarım ve Köyişleri Bakanlığımızın stratejilerinde ortaya konmuş taahhütlerdir. Burada arkadaşlarımızın dediği gibi, geç kalınmış vesaire değil, bunu Hükûmetimiz taahhüt edilen zaman içerisinde gerçekleştirmektedir.

Türkiye’de GDO’larla ilgili çok yoğun tartışmalar olmasına rağmen, tartışmaları beslemesi gereken, açıklama getirmesi gereken yetkin, bilgi sahibi, tecrübe sahibi insanlar maalesef kamuoyunda tartışmalara pek katılmamıştır ve bu anlamda bilim adamı sayısının da yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu anlamda tartışmaların retorik ve bıktıran bir tekrara dayanması şaşırtıcı değildir. Bu tartışmalar zihin karışıklığına yol açmaktadır.

Ayrıca, GDO’ların sebep olabileceği olası sağlık riskleri nedeniyle ekonomik açıdan gelişmiş toplumlarda bu teknolojilere karşı güçlü bir sosyal muhalefet mevcuttur ve bu muhalefetin ülkemizde yansımaları oldukça etkilidir ancak Türkiye'de bu muhalefetin şiddetini artıran asıl faktör, GDO konusunun etkin siyasi muhalefet için çok işlevsel olmasıdır. GDO’ların çok yoğun bir kaygıyla karşılanmasının altında bu tür bir siyasi araç olarak kullanılmasının etkisi göz ardı edilmemelidir. Dolayısıyla da bu kanun ülkemizin birçok koşullarını dikkate alarak hazırlanmış olup, ülkemizin biyogüvenliği bakımından -bütün arkadaşların da mutabakatı olduğu gibi- korumacı bir yapıda olan bir kanundur, bu nedenle de inanıyorum ki iktidar ve muhalefetin ortak desteğiyle, ortak kabulüyle bugün yasalaşacaktır. Yani ulusal biyogüvenliğimiz bu yasayla güven altına alınmıştır, herkesin bu anlamda içinin rahat olması gerekir.

Bu tasarı neler getiriyor? Bu tasarıyla, insan, hayvan ve bitki sağlığıyla, çevrenin ve biyolojik çeşitliliğin korunması, sürdürülebilirliğin sağlanması için biyogüvenlik sisteminin kurulması ve uygulanması, GDO’lar ve ilgili faaliyetlerin denetlenmesi, düzenlenmesi ve izlenmesiyle ilgili usul ve esaslar belirlenmektedir.

Bu tasarıyla, yine GDO ithalatı mevzuat altına ilk kez alınmış oluyor. AB’yle uyumlu olarak, bilimsel risk ve sosyoekonomik değerlendirmeye dayalı ihtiyati tedbir prensibini esas alan karar verme süreci getirilmektedir. Yalnızca üniversiteler ve TÜBİTAK’a çalışan bilim insanlarından oluşacak Bilimsel Komite tarafından, her bir başvuru için ayrı ayrı yapılacak risk ve sosyoekonomik değerlendirmelerden çıkan sonuçlara göre Biyogüvenlik Kurulu tarafından karar verilebilecektir.

Biyogüvenlik Kurulu 9 üyeden oluşacak, Bakanlıkça seçilecek 4 üyeden birinin üniversite, diğerinin ise meslek örgütleri temsilcileri arasından seçilmesi söz konusudur.

Kurul ve komiteler görevini yaparken bağımsız olacak, hiçbir zaman, hiçbir organ, makam, merci ve kişi Kurula emir ve talimat veremeyecek ve Kurul üyelerinin görev süreleri dolmaksızın görevlerine son verilmeyecektir.

Bilimsel Komiteden geçmemiş hiçbir GDO’lu ürünün kullanımına izin verilmeyecektir. GDO ve ürünlerinin Kurul kararlarına aykırı olarak kullanılması veya kullandırılması yasaklanmıştır. Biyolojik çeşitliliğimiz ve genetik kaynaklarımızın korunması amacıyla, genetiği değiştirilmiş bitki ve hayvanların üretimi bu kanunda yasaklanmıştır. O bakımdan, endişe verici bir durum söz konusu değildir. GDO ve ürünleri Bakanlığın sürekli kontrol ve denetimi altına girmektedir.

GDO’ları bu kanunun hükümlerine aykırı olarak kullanan veya kullandıranlara işledikleri fiillere göre bir ile on iki yıl arasında hapis cezası yanında para cezası ve faaliyetten men dâhil idari cezalar gelmektedir.

Kanunun yayımlandıktan altı ay sonra yürürlüğe girecek olması, yine yönetmeliklerin yayımlandıktan sonra üç ay sonrasında yürürlüğe girecek olması, bir geçiş süreci ve Avrupa Birliği normlarına göre bu sektörle ilgili birimlerin pozisyon alması bakımından da önemli ama yeterli bir süreçtir.

Sayın milletvekilleri, Avrupa Birliğinin GDO deneyiminin yanı sıra ülkemizin rekabet gücü ve teknolojisi ile ülke ihtiyaçları dikkate alınarak biyoteknoloji konusunda bir model oluşturmamız ülke olarak gerekmektedir.

Bu kanun, temel olarak biyogüvenlik, yani biyoteknolojik çalışmaların doğayı ve insan yaşamını etkilememesi için yasal denetim altına alınmasına ilişkindir. Bu nedenle, biyogüvenlik yasasıyla birlikte ülke olarak biyoteknoloji ve genetik mühendisliği konusunda acilen kısa, orta ve uzun vadeli politikalar geliştirmek durumundayız. Biyoteknoloji ve biyogüvenlik araştırmaları konusunda TÜBİTAK, üniversiteler, araştırma enstitülerine gerekli kaynak sağlanmalı ve ARGE faaliyetleri desteklenmelidir. Çıkarılan ARGE Kanunu’ndan azami ölçüde yararlanılmalıdır. Özellikle beyaz et, kırmızı et, bitkisel yağ, Türkiye süt, et, gıda sanayisi, yumurta üreticileri gibi daha birçok alanda iş yapan ve dolayısıyla da büyük bir istihdam alanını oluşturan bu sektörlere ham madde arzı konusunda özellikle millî bir soya politikası geliştirilmesi gereklidir. Soyayla ilgili ürün borsası ve üretilen ürünlere alım garantisi sağlayacak sistem oluşturulmalıdır. Bu kapsamda, Tarım ve Köyişleri Bakanlığımızın 2010 yılı ürünü soya primini ilk kez ekim sezonundan önce 35 kuruş olarak -eski parayla 350 lira- açıklaması çok sevindirici bir gelişmedir.

Gen teknolojisine ülkemizin sahip olabilmesi adına, bu teknolojiye sahip yabancı firmalar ile yerli firmalarımızın ülkemizde ortak yatırımlarını teşvik etmeliyiz ki, Türkiye olarak, Türkler olarak, hem geçmiş hem de bugünkü ve hem de geleceğe dönük teknolojilere sahip olabilelim.

Ulusal tarım sistemimizin uzun vadede gıda güvenliğini sağlaması ülke tarımının ayakta kalmasına bağlıdır. Bu da ancak küresel gelişmeleri doğru takip etmek ve doğru okumakla mümkündür. Dünyadaki tarımsal sistemlerin giderek birbirine daha da bağımlı hâle gelmesi, yerel tarımın küresel gelişmelerden kaçınılmaz olarak daha fazla etkilenmesine neden olmaktadır. GDO’nun da dünyada geleceği bu yöndedir. Buna dönük de ülke olarak her ne kadar korumacı davranıyorsak da pozisyon almak durumundayız.

Özellikle bu anlamda hem biyoteknolojik politikaları ve endemik türlerin tescillenmesi ve Başbakanımızın talimatıyla altı ay gibi kısa sürede tamamlanan dünyanın üçüncü gen bankasının faaliyete girmesi, ülkemiz gıda güvenliği ve biyogüvenliği açısından çok büyük gelişmelerdir. GDO’larla ilgili ileriye dönük kapsamlı bir vizyonu da ortaya aynı zamanda koymak durumundayız.

Türkiye’de tarım biyoteknolojisi konusunda en önemli sorun, ülke içerisinde bu teknolojilerin üretilmesi, değerlendirilmesi ve ileriye dönük projeksiyon yapabilecek akademik birimlerin ve yetişmiş insan gücünün yeterli olmayışıdır. Bu eksikliğin giderilmesi için Türkiye’nin değişik bölgelerindeki üniversiteler bünyesinde tarımsal biyoteknolojik araştırma yapacak enstitülerin sayısı ve etkinliği artırılmalı, tohumluk sektörüyle önü açılan yerel tohum şirketlerinin bu enstitülerle koordinasyonu Bakanlıkça desteklenmelidir.

Sayın milletvekilleri, cumhuriyetimizin kuruluşundan bugüne kadar seçilen, bu çatı altında görev yapan ve ülkemizi yöneten kadrolar, dürüstlüğe, çalışkanlığa, vizyona, misyona, kararlı ve cesur davranışlara, hepsinden önemlisi de vatan sevgisine, toprak sevgisine önem vermişlerdir. Bunların aksini yapanlara da halkımız gerekli cevabı hep vermiştir.

GÜROL ERGİN (Muğla) – Ya, palavrayla olmuyor o işler!

NECDET BUDAK (Devamla) – Onun için de hepimiz, milletimizin yiyeceği, içeceği, toprağı -bunun üzerinden hiçbirimiz siyaset yapamayız- çiftçisi ve köylüsünün menfaatine olan kanunları el birliğiyle çıkartıp, onların refahını ve mutluluğunu sağlamak için çalışıyoruz. Bunların aksini değil yapmak, düşünmek bile bu topraklara ihanettir. Hiçbirimiz bu milleti, bu toprakları diğerinden daha fazla düşündüğünü, sevdiğini söyleyemez.

AHMET ORHAN (Manisa) – Söyleriz, söyleriz!

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Söyleriz, söyleriz; orada fark var Hemşehrim!

NECDET BUDAK (Devamla) – Bu ülke ve topraklar hepimizindir.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Göster o zaman! Hangi millet sevgisinden bahsediyorsun?

NECDET BUDAK (Devamla) – Bizlere de emanet olan bu kaynakları zarar vermeden, gelecek nesillere taşımaktır.

Bu kanunun hazırlanmasında emeği geçen herkese, başta Tarım Bakanlığı bürokratlarına, sivil toplum örgütlerine, üniversitelere teşekkür ediyor, kanunun ülkemize hayırlı olmasını diliyorum.

Saygı ve sevgilerimi sunuyorum. Sağ olun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Budak.

Şahıslar adına Adıyaman Milletvekili Mehmet Erdoğan.

Buyurunuz Sayın Erdoğan.

MEHMET ERDOĞAN (Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Biyogüvenlik Kanun Tasarısı’nın tümü üzerine şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, dünya hiç olmadığı kadar büyük bir hızla değişiyor, doğal varlıklar tükeniyor. Artan nüfus ve kontrol edilemeyen tüketim arzusunun meydana getirdiği baskı, gen kaynaklarının geleceğini tehlikeye atarak doğal dengenin bozulmasını da beraberinde getiriyor. Bu nedenle, insanların başta gıda olmak üzere temel ihtiyaçlarını karşılamasında vazgeçilmez bir yeri olan gen kaynaklarının dengeli biyolojik çeşitliliğinin korunmasının önemi artık daha fazla biliniyor ve daha fazla önemseniyor.

Biyoteknolojide süregelen hızlı ve yepyeni gelişmeler bu genetik kaynakların insanların yararına daha etkin olarak kullanılmasını sağlıyor. Yeryüzünde 500 binin üzerinde bitki türünün olduğu varsayılıyor. Bu türlerin 30 bini yenilebilir, yaklaşık 7 bin kadarı da kültüre alınmış ve hâlen üretimi yapılıyor. Ülkelerin sahip olduğu bitki genetik kaynakları dört yüz gen bankasında orta ve uzun vadede korunmaya alınmış durumda. Sahip olduğumuz olağanüstü zengin biyolojik çeşitlilikle ılıman iklim kuşağının en önemli ülkeleri arasında yer almaktayız. Dünyada toplam sekiz gen merkezi var ama bunların üçü Anadolu’da kesişiyor. Dolayısıyla Anadolu bu noktada çok kıymetli, çok değerli bir bölgeye sahip. Topraklarımızda şimdiye kadar tespit edilen yaklaşık 12 bin bitki türü var, bunun 3.900’ü endemik yani yalnızca ülkemizde bulunan türler. Avrupa’da bulunan toplam tür sayısı 12 binin üzerinde, bunların yalnızca 2.400’ü endemiktir. Ülkemiz, Birleşmiş Milletler bünyesinde hazırlanan Gıda ve Tarım İçin Bitki Genetik Kaynakları Anlaşması ve Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi gibi çok önemli uluslararası anlaşmaya da taraftır. 10 milyon kilometrekarelik Avrupa topraklarındaki endemik bitki türü sayısının 2.400 olduğu dikkate alınırsa, Türkiye'nin ne kadar önemli bir gen kaynağı bulunduğu ortaya çıkar.

Biyolojik çeşitlilik, bir bölgedeki genlerin, türlerin, ekosistemin ve ekolojik üretimi yapılan tüm tarımsal ürünlerin kaynağı, doğada bulunan yabani akrabalarına dayanır. Günümüzde yeni ürün çeşitleri elde etmek ve mevcut olanları iyileştirmek için yabani türlerden yararlanılmaktadır.

Ülke olarak Güneydoğu Anadolu Bölgemiz, Harran Ovası dünyada tarımın ilk yapıldığı topraklar olarak bilinir. Bu noktada, binlerce yıllık bir tecrübenin sahibiyiz aslında. Evet, bizim petrolümüz yok, bizim uçsuz bucaksız altın madenlerimiz de yok ama belki bunlardan daha çok önemli, çok daha değerli, bereketli topraklarımız var. Bir Kızılderili atasözünde der ki: “Son ağaç kesildiğinde, son nehir kirlendiğinde ve son balık öldüğünde, işte o zaman paranın yenmediğini anlayacaksınız.” İşte, kaynakların verimli kullanılması ve adil biçimde paylaşılması, küresel ölçekte önlem alınması gereken temel hususlardan birisidir. Tarımı bu ülkenin en büyük zenginliği, en büyük birikimi ve geleceğin de garantisi olarak gördük ve görüyoruz. İşte bu anlayışla çiftçimizin, köylümüzün yanında birlikte çalışıyor, beraber gayret ediyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüzyılın teknolojisi olarak nitelendirilen modern biyoteknoloji ve ürünleri, hem sağladığı faydalarla hem de olası riskleriyle 1990’lı yıllardan itibaren tartışma konularından birisidir. Modern biyoteknoloji kullanılarak geliştirilen genetik yapısı değiştirilmiş organizmaların insan sağlığı ve biyolojik çeşitlilik açısından bazı riskler taşıyabileceği ve modern biyoteknolojinin güvenli kullanımına yönelik biyogüvenlik sistemlerinin kurulması gerekliliği dünyada birçok ülke tarafından benimsenmiştir. Uluslararası biyogüvenlik kuralları, Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’ne dayanılarak Cartagena Biyogüvenlik Protokolü ile oluşturulmuştur. Protokol’e ülkemiz ve AB üyesi ülkelerin tamamı dâhil yüz elli yedi ülke taraf olmuştur. Ayrıca, Avrupa Birliği ve üye ülkelerin de GDO’ların çevreye salımı, piyasaya sürülmesi ithalat ve ihracatı, gıda ve yem olarak kullanımı, denetlenmesi, kontrolü kendi iç mevzuatları ile de düzenlenmiş bulunmaktadır. İşte bu teknolojiden en yüksek seviyede yarar sağlanması, Cartagena Biyogüvenlik Protokolü ile Avrupa Birliği müktesebatına uyumun temini amacıyla Biyogüvenlik Kanun Tasarısı hazırlanmıştır.

Değerli milletvekilleri, dünya muhtemel bir gıda krizi beklentisi içindeyken AK PARTİ boş durmuyor, devasa boyuttaki projeleri ile… Nedir bunlar? GAP, DAP ve KOP ile Türkiye'nin dünyada bir gıda üssü, bir tahıl ve tarım merkezi yapılması için bütün imkânları seferber ediyor.

GÜROL ERGİN (Muğla) – Allah’tan korkun! Allah’tan korkun!

MEHMET ERDOĞAN (Devamla) – Tarım sektörü popülist politikaların uygulama alanı değil, iktisadi bir sektördür.

GÜROL ERGİN (Muğla) – Ufak doğra da civcivler de yesin, civcivler de!

MEHMET ERDOĞAN (Devamla) – Tarıma stratejik bir açıyla bakıldığında verim, rekabet, kalite ve standartlara önem veriliyor.

GÜROL ERGİN (Muğla) – Allah’tan korkun, mahvettiniz köylüyü!

MEHMET ERDOĞAN (Devamla) – Cumhuriyet tarihinin en ağır kuraklığı yaşanmasına rağmen tarım sektörü son beş yılın dördünde pozitif büyümüştür. Tarımsal destekler 2002’de ne kadardı? Tarımsal destekler 2002’de dört kalemden ibaretti. Verilen desteğin yüzde 85’i “tarla parası” da denilen doğrudan gelir desteğine (DGD), yüzde 4,4’ü hayvancılığa, geri kalanı da diğer prim destekleri olarak ödeniyordu.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Destekleyecek çiftçi de bırakmadınız!

MEHMET ERDOĞAN (Devamla) – Değerli milletvekilleri, tarım sektörü bu anlayışla gelişebilir mi? Biz AK PARTİ döneminde çıkartılan Tohumculuk Yasası, Islahçı Hakları Yasası’yla tohumculuk alanındaki çalışmaları hızlandırdık. 2005’te 620 bin dönümü sera alanında kullanılan hibrit tohumunun yüzde 10’u yerli iken geçen yıl itibarıyla bu oran yüzde 35’e çıkmıştır.

GÜROL ERGİN (Muğla) – Hay Allah razı olsun!

MEHMET ERDOĞAN (Devamla) – 2012’deki hedef yüzde 70’e çıkarmaktır. Tarla bitkileriyle ilgili tohumların hâlen yüzde 98’i yerli üretimle karşılanıyor.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – İsrail’den alıyorsunuz, Hollanda’dan alıyorsunuz.

MEHMET ERDOĞAN (Devamla) – Evet, biz tarımsal destekleme politikasını getirdik. Tarıma 2002’de 1 milyar 800 milyon lira destek verilirken 5 milyar 600 milyon liraya çıkardık. Hayvancılığa verilen destek 83 milyondan 1 milyar 250 milyon liraya yükseltildi.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Sen de inanmıyorsun söylediklerine! İnanarak mı söylüyorsun? Enflasyon hesabı yapın.

MEHMET ERDOĞAN (Devamla) – Yağlı tohum bitkilerine 1 milyar lira, mazot ve gübreye 1 milyar 200 milyon lira, hububat ve bakliyat primi 650 milyon liraya çıkarıldı.

GÜROL ERGİN (Muğla) – Şu Meclisi ciddiye alarak konuşun, ciddiye alın şu Meclisi be!

MEHMET ERDOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, hiçbir milletvekili, hiçbir parlamentere yakışmayacak en güzel hasletlerden birisi yalan söylememektir, doğruyu söylemektir.

GÜROL ERGİN (Muğla) – Aynen sizin davranışınızdır!

MEHMET ERDOĞAN (Devamla) – Doğruyu söylemek bana ve size ne kadar yakışır.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Sen de doğruyu söyle!

MEHMET ERDOĞAN (Devamla) – Ben buradan doğruları söylerken, varsa yanlışımız, diyeceksiniz ki: “Bunlar yanlıştır.” Ama ülkemizin menfaati adına birlikte çalışacağız. Biz, bu tasarı hazırlanırken… Tabii, buradaki arkadaşlarımız da konuştular, onlara da bu konuşmalarına atfen bir iki şey söylemek isterim. Destekleme politikalarımızın nereden nereye geldiğini görüyoruz. Burada AK PARTİ hükûmetlerinin büyük bir başarısı var, AK PARTİ’nin, milletimizin bir başarısı var çünkü biz başarıyı milletimizin hanesine yazmışız.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Köylere bir gitseniz! Buralarda konuşacağınıza köylere bir gidin!

MEHMET ERDOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bu tasarılar Meclise geldiği zaman, Biyogüvenlik Kanun Tasarımız, Çevre; Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler; Avrupa Birliği Uyum Komisyonu; Adalet Komisyonu ve Tarım Komisyonunda görüşüldü. Tarım Komisyonunda muhalefete mensup milletvekili arkadaşlarımız da vardı, alt komisyonda birlikte çalıştık.

Değerli arkadaşlar, bu kanunun ne kadar güzel bir şekilde hazırlandığını ve sizlerin de bu noktada katkı verdiğini söylememe gerek yok, çünkü birlikte çalıştık, ama “Hiç kimseye danışılmadı; hiçbir sektörden, temsilciden, akademisyenlerden görüş alınmadı.” demek de insafsızlık olur. Alt komisyonda…

VAHAP SEÇER (Mersin) – Önce, taslak hazırlanırken…

MEHMET ERDOĞAN (Devamla) – Sayın Vahap Seçer, alt komisyonda birlikte çalıştık.

VAHAP SEÇER (Mersin) – Komisyon çalışmalarında değil, daha önce.

MEHMET ERDOĞAN (Devamla) – Komisyon çalışmalarında, sektör temsilcilerinden, sivil toplum örgütlerinden gelen 14 arkadaşımıza da bizzat Komisyonda söz verildi, onların da değerli katkıları alındı.

VAHAP SEÇER (Mersin) – Altı yıldır çalışılıyor.

MEHMET ERDOĞAN (Devamla) – Onların da katkıları alınarak bu hususta çalışmalar yapıldı.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Biz de olmasak millet ses duymayacak; MHP, sizden korkmadan her şeyi söylüyor.

MEHMET ERDOĞAN (Devamla) – Boş konuşuyorsun! Boş konuşuyorsun! Biz milletimizin emrinde ve milletimizin hizmetinde devam ediyoruz.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Ben konuştuklarımın zekâtını versem senin gibi 50 kişi geçinir.

MEHMET ERDOĞAN (Devamla) – Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı’nın hazırlanmasında emeği geçen başta Tarım Bakanımız ve Bakanlık bürokratlarına teşekkür ediyorum. Gıda sağlığımızı güvenceye alan bu tasarının, sektör temsilcilerine ve milletimize hayırlı, uğurlu olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Erdoğan.

Sayın Bakan konuşacaktır.

Buyurunuz Sayın Eker.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, yüce Meclisin değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün huzurunuza getirdiğimiz Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı’yla ilgili yüce Meclisi bilgilendirmek istiyorum.

Dünyada birtakım gelişmeler var, özellikle son yıllarda biyoteknoloji alanında çok önemli gelişmeler kaydedildi ve bu gelişmelerden bir tanesi de tarım alanında özellikle bazı tarımsal ürünlere “transgenik bitki” dediğimiz, bunların genetiğiyle, ya gen aktarılması suretiyle çoğunlukla birtakım ürünlerin ya hastalıklara direncini artırmak veya verimlerini artırmak gayesiyle yapılan çalışmalar var. Tabii 1998 yılında Türkiye’de bu alanda beyan usulü ile bunların ithalat ve ihracatına düzenleme getirileceği hükme bağlanmış ve o tarihten sonra da Türkiye, Birleşmiş Milletlerin konuyla ilgili Cartagena Biyogüvenlik Sözleşmesi’ne taraf olmuş. Ancak geçen zaman içerisinde dünyada giderek artan bir şekilde bu ürünlerin ticarete konu olduğunu görüyoruz. Haliyle bu ürünlerin ticaretiyle ilgili, işlenmesiyle ilgili veya üretimiyle ilgili ülkeler yeni düzenlemeler yapmışlardır. Huzura getirdiğimiz Biyogüvenlik Kanun Tasarısı da bu ihtiyacı gidermeye dönük çok önemli bir yasa tasarısıdır.

Burada geçtiğimiz aylarda bu kanunu beklemeden biz bir düzenleme yaptık bir yönetmelikle. Tarım Kanunu’nun, Gıda Kanunu’nun, Yem Kanunu’nun bize verdiği yetkiyle bu alanda bir düzenleme yaptık, bir yönetmelik çıkardık 26 Ekim tarihinde. Buradaki amaç esasen şuydu: 1998 yılında getirilen düzenlemede sadece beyan usulü ile işlem yapılırken artık biz bunlara daha sıkı bir denetim getirelim, belirli esaslar ortaya koyalım, belirli standartlar geliştirelim, böylece bunların ticaretine, ithalatına, bunlarla ilgili iş ve işlemlere ait bir düzenleme sahibi olalım, bir yasal mevzuat sahibi olalım istedik. Ancak bunlar tabii o gün kamuoyunda maalesef kapsamı dışında, muhtevası dışında ve çerçevesi dışında birtakım tartışmalara sebebiyet verdi ve dört tane bu yönetmelikle ilgili dava açıldı. Ben o gün yine burada, o tarihlerde bu kürsüde yine yüce Meclise bilgi sunmuştum. Yani, bunun, aslında eğer böyle bir şey olursa bir boşluk yaratacağını, burada amacın GDO’lu ürünlerin Türkiye’ye girişini kolaylaştırmak değil, aksine GDO’lu ürünlere daha sıkı bir denetim ve kontrol mekanizması getirmek olduğunu o gün de burada söylemiştim. O gün, Danıştay, savunmamızı almadan, Tarım Bakanlığına görüş sormadan, bu dört tane davayı da -ayrı ayrı yürütmenin durdurulma talebini- kabul etti. Biz de buna itiraz ettik ve yaptığımız ilk itirazda da Danıştay bizi haklı buldu ve bizim isteğimiz doğrultusunda Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu da bize hak verdi, böyle bir düzenleme getirdi. Yani Danıştay da dedi ki: “Evet, Tarım Bakanlığının yönetmelikle bu konuyu düzenleme yetkisi var ve dolayısıyla da herhangi bir problem yok.” Bu arada da biz yasa tasarısını Meclise sunduk; Komisyonda, alt komisyonda görüşüldü, komisyonlardan da kabul edildi ve bugün huzurunuzda.

Bu kanun esasen şunu getiriyor: Bunun amacı, insan, hayvan ve bitki sağlığı ile çevrenin ve biyolojik çeşitliliğin korunması, sürdürülebilirliğinin sağlanması için biyogüvenlik sisteminin kurulması ve uygulanması, modern biyoteknoloji kullanılarak geliştirilmiş ürünlerle ilgili faaliyetlerin denetlenmesi, düzenlenmesi ve izlenmesi ile ilgili usul ve esasları belirliyor. Bu kanun bunun için getiriliyor. Türkiye'nin böyle bir kanuna ihtiyacı var. Niye? Çünkü Türkiye, hem ticaret yapıyor hem biyoçeşitlilik alanında zengin bir ülke ve dünya ticareti içerisinde küresel önemli bir aktör. Dolayısıyla bizim bu düzenlemeleri yapmamız lazım.

Veteriner tıbbi ürünler ile Sağlık Bakanlığınca ruhsat veya izin verilen beşerî tıbbi ürünler ve kozmetik ürünler bu kanunun kapsamı dışında tutulmuştur.

Kanun, genel olarak, Avrupa Birliği mevzuatında da olduğu gibi, bu ürünlerle ilgili karar verme sürecini bilimsel risk değerlendirmesi ve sosyoekonomik değerlendirmeyi, karar verme sürecinde halkın bilgilendirilmesi ve karar verme sürecine katılımının sağlanması, -ki bunlar son derecede önemli kararlardır- karar sonrası izleme, denetleme ve kontrolü, hukuki sorumluluk ve cezai müeyyideleri düzenliyor. Yani, hem kararla ilgili bütün süreçleri hem halkın bilgilendirilmesini hem daha sonraki düzenleme, denetleme, izleme ve kontrolü, bunlara ait hukuki sorumlulukları ve cezai müeyyideleri de düzenliyor.

Dokuz konuda ayrıntılı yönetmelikler çıkıyor. Yani kanunun metninde ayrıntılı olarak yer almayan… Örneğin biraz önce söylendi, Sayın Seçer zannediyorum söyledi. İşte, bunların taşıma esnasında riski ne olacak? Bunlar tabii hem burada yazıyor hem biz bunları yönetmelikle zaten ayrıntılı bir şekilde, uluslararası standartlar bu konularda neyi gerektiriyorsa o standartlara uygun olarak, bunların başlangıç noktasından çıkış noktasına kadar sürekli sıkı tedbirler alınmak suretiyle, kontrol ve denetim altında tutulmak suretiyle bunun izlenmesini gerekli kılıyor.

Basitleştirilmiş işlem, bunların kapalı kullanımı, deneysel çevreye serbest bırakma, başvuru değerlendirme, karar verme, etiketleme gibi dokuz ayrı konuda yönetmelikler hazırlanıyor bütün bunların düzenlenmesine ait.

Mesela, araştırmayla ilgili olarak da bir yine endişe dile getirildi. Araştırmada acaba Türkiye’deki araştırma, geliştirmeye, bilim insanlarımızın yapacakları birtakım araştırmalara bir engel mi çıkarılıyor bu kanunla? Onu da söyleyeyim, böyle bir endişemiz yok. Bu alanda 3’üncü madde, birinci fıkrada araştırma, geliştirmeyle ilgili karar verme süreci dışında bırakıyoruz başvuruları.

Ayrıca, araştırma materyali olarak ithal edilecek ürünler için sadece Bakanlıktan izin talep edilecek. Ancak eğer hiçbir hâlde, böyle bir endişe varsa; bu çok uzun sürer, zaman alır, geciktirilir, on beş gün süre içerisinde Bakanlık bu izni vermek zorunda araştırma amaçlı materyalin temini konusunda. Bunun detayları tabii yönetmelikle belirlenecek.

Yine, ülke içinde yapılacak araştırmalarda Bakanlıktan izin alınmasına gerek olmayacak. Veri tabanının oluşturulması açısından, Türkiye’de ne olup ne bittiğinin, hangi araştırmaların yapıldığının bilinmesi ve takip edilmesi açısından da tabii Bakanlığa bir bilgi verilmesi gerekiyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Avrupa Birliğinde olduğu gibi deneysel amaçlı serbest bırakma, gıda ve yem amaçlı işleme ve piyasaya sürme ve kapalı kullanım gibi üç ana grupta bu kanun birtakım işlemleri öngörmektedir.

Bu arada, saygıdeğer milletvekilleri, size şunu da özellikle ifade etmek istiyorum: Biz, hiçbir ahvalde Türkiye’de şu safhadaki -kanun onu öngörüyor- GDO’lu bitki üretimine izin vermiyoruz, kesinlikle bunu yasaklıyoruz. Bunun için de gerekçelerimiz var. Türkiye biyoçeşitlilik alanında zengin bir ülke ve Türkiye'nin mevcut arazi işletme yapısı parsellerinin küçük bir ölçekte olması sebebiyle, bunun taşıyabileceği riskleri dikkate almak suretiyle biz üretimine izin vermiyoruz.

Peki, bu kararlar nasıl alınacak yani gerçekte bunun için endişe etmemiz gerekiyor mu? Saygıdeğer milletvekilleri, başvurular birkaç kademeden geçiyor Bakanlık tarafından. Bakanlığa başvuru yapıldıktan sonra bilimsel komiteler oluşturuluyor. Bilimsel komitelerde sadece üniversitelerde çalışan bilim insanları ile TÜBİTAK’ta çalışan uzmanlar yer alıyor; 11 kişilik bilimsel komite oluşturuluyor, her başvuru için, her ürün için ayrı ayrı. Ama bunun dışında bir Biyogüvenlik Kuruluna gidiyor. Biyogüvenlik Kurulu 9 kişilik bir kuruldur ve bu Kurul hiçbir şekilde kimseye bağımlı değildir; hiçbir organ, makam, merci ve kişi Kurula emir ve talimat veremiyor ve Kurul üyelerinin görev süreleri dolmaksızın da görevlerine son verilemiyor. Bunu özellikle ifade etmek istiyorum.

Yine bir husus dile getirildi: “Efendim, meslek kuruluşları var mıdır, yok mudur; meslek odaları var mıdır, onlar da olmalı mıdır?” Olmalıdır kuşkusuz. Bunlardan, üyelerden 2 tanesi üniversite veya meslek örgütleri temsilcileri arasından seçilecektir. Kararlar kullanım amaç ya da amaçları belirtilerek yapılacak her bir farklı başvuru için gen ya da genler esas alınarak verilecektir. Bir karar bir başka başvuru için emsal teşkil etmeyecektir. Bunu da özellikle ifade etmek istiyorum.

Bilimsel Komiteden geçmemiş, kanun kapsamına giren hiçbir ürünün kullanımına izin verilmeyecektir. GDO ve ürünlerinin Kurul kararlarına aykırı olarak kullanılması, kullandırılması yasaklanmaktadır. Yine GDO ve ürünleri Bakanlığın sürekli kontrol ve denetimi altında bulunmakta, GDO ve ürünlerinin bir kimliğe sahip olması ve etiketlenmesi mecburi hâle getirilmektedir. GDO’ları bu kanunun hükümlerine aykırı olarak kullanan veya kullandıranlara, işledikleri fiillere göre beş yıl ila on yıl arasında hapis yanında para cezası ve faaliyetten men dâhil birçok idari para cezası verilebilecektir.

Saygıdeğer milletvekilleri, bu konu dünyanın tabii tartıştığı konulardan bir tanesidir. Bugün yeryüzünde 134 milyon hektar alanda GDO’lu ürün üretimi gerçekleştirilmektedir. Bunlardan yedi tane ülke de Avrupa Birliği üyesidir. Yani bu ülkelerde belirli şartlar altında üretiliyor. Şimdi bizim burada üzerinde hassasiyetle durduğumuz konu, kanunla birlikte modern biyoteknoloji ürünlerinin kullanımı, bilimsel risk ve sosyoekonomik değerlendirme sonuçları ile halkın görüşleri dikkate alınarak verilecek kararlarla mümkün olabilmesi gerçeğidir. Biz buna özellikle önem veriyoruz. Yani insan sağlığına, çevre sağlığına, bitki sağlığına, hayvan sağlığına eğer bir ürünün herhangi bir risk getirme ihtimali varsa, zaten Bilimsel Komite ve Biyogüvenlik Kurulu zaten bu riskleri değerlendiriyor ve bunu reddediyor.

Buna ilaveten getirdiğimiz bir başka husus var prosedür içerisinde. O da ne? O da sosyoekonomik risk değerlendirmesi. Yani sosyoekonomik risk değerlendirmesi de yine ilgili kurullar tarafından yapılıyor ve deniyor ki: “Eğer bu ürünle birlikte, yani ithal edilmesi talep edilen ürün Türkiye’de tarım sektörüne sosyoekonomik açıdan bir risk getiriyorsa ona da izin verilmeyecektir.” Ki bu da Türkiye’de tarım sektörünü korumaya dönük son derece de önemli bir adımdır.

Burada tabii bir hususu daha ifade etmemiz gerekiyor. O da bütün bunlardan sonra karar verilmeden önce bu karar halkın bilgisine sunuluyor, halkın bilgisine açık hâle getiriliyor ve orada da yapılabilecek olan herhangi bir başvuru, herhangi bir itiraz yine dikkate alınmak suretiyle Biyogüvenlik Kurulu tarafından kararlaştırılacaktır.

Risk taşıyan hiçbir modern biyoteknoloji ürününün kullanımına asla müsaade edilmeyecek. Zengin biyolojik çeşitliliğimizin korunması için genetiği değiştirilmiş bitki ve hayvanların üretimi yasaklanmakta, her bir ürün için kullanılması zorunlu hâle getirilen ayırıcı kimlik ile bunların her aşamada izlenmesi, kontrol ve denetimi sağlanacaktır.

Yine, etiketleme zorunluluğu getirilerek tüketicilerin bilgilendirilme ve tercih yapma hakları korunmuş olacaktır ki bu da son derecede önemli. Böylece, eğer bütün risklerden geçmiş olsa bile, bütün riskleri risk değerlendirmesinde “Bu risksizdir.” denilip Biyogüvenlik Kurulu bilimsel komiteleri tarafından uygun olduğu kabul edilse bile, açıklansa bile bunun üzerine mutlaka etiket konma mecburiyeti de getiriliyor ki bu da yine vatandaşın, tüketicinin tercih yapma hakkını teslim etmesi bakımından son derecede önemli.

Şimdi, burada, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biyoteknoloji araştırması enstitüsü kurulmasından bahsedildi. Biz esasen, 2008 yılında Bakanlığımızın Eylem Planı kapsamında daha önce biyoteknoloji bölümü olarak, küçücük bir birim olarak hizmet veren Tarla Bitkileri Merkez Araştırma Enstitüsündeki bölümü biz Türkiye çapında hizmet verebilecek uluslararası standartlarda bir bitkisel biyoteknoloji araştırma merkezi hâline dönüştürdük. Keza hayvancılıkla ilgili olarak da, Lalahan Hayvancılık Merkez Araştırma Enstitüsü bünyesinde bir Hayvansal Biyoteknoloji Araştırma Merkezini zaten kurduk. Yani biz Türkiye’de, bu tür konularda, zaten bütün çalışmalarımızı gelişmeye açık bir hâlde sürdürüyoruz.

Yine bir sayın milletvekilimiz “GDO’lu yemlerin hayvanlara yedirilmesine izin veriliyor, hayvan ve insan sağlığı tehlikeye atılıyor.” endişesini dile getirdi. Şimdi, GDO ile ilgili tartışmalardan bir tanesi de şudur: Tabii, bazı ülkeler ihtiyatla bunlara yaklaşılması gerektiğini söylüyor, bazı çevreler. Ama, Avrupa Birliğinin, EFSA’nın (Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi) özellikle bu ürünlerin yemler yoluyla ete, süte, yumurtaya ve diğer hayvansal ürünlere geçmediğine dair yirmi üç tane bilimsel araştırması mevcuttur. Yani, bu ürünler, Avrupa Birliğinde de tüketicilerin kullanımına bu şekilde sunulmaktadır. Etiket konmakta hayvansal ürünlere. Dolayısıyla, yağa geçtiğine dair, hayvanın etine, sütüne geçtiğine dair Avrupa Birliğinin, daha doğrusu geçmediğine dair Avrupa Birliği Gıda Güvenliği Otoritesinin yirmi üç tane kuruluştan aldığı ayrı ayrı araştırma sonucu vardır.

Biz, bu kanun tasarısını hazırlarken, tüm kamu kurum ve kuruluşlarının yanında sivil toplum kuruluşları ve meslek örgütlerinin de görüşlerini aldık. Kanunun hazırlık çalışmalarına elli beş değişik kurum ve kuruluştan 85’ten fazla kişi katkı ve katılım sağlamıştır. Yani bu kadar önemli bir konuyu, böyle bir tasarıyı, biz sadece kendi başımıza değil, hem Türkiye Büyük Millet Meclisine gelmeden önce hem Türkiye Büyük Millet Meclisi ilgili komisyonlarında ve alt komisyonlarında görüşüldüğü safhada ilgili tüm meslek kuruluşlarının, meslek odalarının, çiftçi örgütlerinin, diğer ilgili tüm kamu kurum ve kuruluşlarının, sivil toplum kuruluşlarının görüşleri alındı, katkıları sağlandı; bunu da ifade etmek istiyorum.

VAHAP SEÇER (Mersin) – TBMM’ye gelmeden önce, Sayın Bakan.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Gelmeden önce de aldık, geldikten sonra da aldık Sayın Seçer, siz de onu biliyorsunuz, aldığımızı.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabii, burada aslolan şey şudur: Bizim Türkiye’de özellikle bu tür ürünlerin ithalatının ve ihracatının bizi ilgilendiren boyutu yağlı tohumlar boyutudur yani hayvan yemi olarak kullandığımız ve ithal ettiğimiz soya en başta olmak üzere bu tür ürünlerdir. Bakın, mısır da yine dünyada en çok GDO kullanılan ürünlerden bir tanesidir ve Hükûmetimiz döneminde, Türkiye, mısır ithal etme mecburiyetinde olan bir ülke olmaktan çıkmıştır çünkü 2 milyon ton civarındaki mısır üretimi 5 milyon tona çıktı bu sene. Geçen sene de, bu sene de yani son birkaç yıl içerisinde 4 milyon tonun hiçbir zaman altına düşmedi, 2 katından fazla bir artış sağladı.

Şimdi, benzeri bir şey: Bu vesileyle bizim tabii soyada hamle yapmamız ve soyada da bunu sağlamamız lazım. Biliyoruz ki ithalat kolay bir yol olduğu için Türkiye’de soya ithalatı arttı. Biz primleri, soya primini 275 bin liraya çıkardık ve soya maliyetinin yüzde 45’ini biz destek olarak ödüyoruz değerli arkadaşlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkanım.

Tüm yağlı tohumlarda bunu yapıyoruz; ayçiçeğinde yüzde 39’unu, pamukta yüzde 46’yı ödüyoruz, maliyetin içerisinde destekleme oranı soyada da yüzde 45. Tabii, bu vesileyle inşallah çok daha iyi bir noktaya soya gelir, Türkiye’deki yerli soya üretimi artar ve biz de soya da ithal etmek mecburiyetinde kalmayız. Böylece, bu düzenlemelerin ayrıca böyle de bir hayırlı yan etkisi olur inşallah; bizim hedefimiz budur, bunu sağlamaktır.

Ben, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu duygularla, bu tasarının Türkiye için önemli olduğunu, gerekli olduğunu; Türkiye’nin hiçbir zaman, hiçbir şekilde insanlarının, çevresinin, hayvanlarının riske edilmediğini, Avrupa Birliği standartlarında bu tasarının hazırlandığını ve bu tasarıyla Türkiye bu alanda önemli bir düzenleme yapacaktır.

Bu duygularla, bu düşüncelerle tasarının hayırlı olmasını diliyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Eker.

Şahsı adına, Aydın Milletvekili Ahmet Ertürk. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Ertürk.

AHMET ERTÜRK (Aydın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz kanun tasarısıyla, insan sağlığı, hayvan sağlığı, bitki sağlığı, çevre ve biyolojik çeşitliliğini derlenip toplanması, kural ve kaidelere bağlanmasıyla ilgili ve bilgi kirliliği, kafa karışıklığı yaratan; basınımızda, televizyonlarda, gazetelerde, medyada pek çok ürünün, mesela domateslerin, elmaların, patlıcanların, salatalıkların, biberlerin sanki GDO’lu ürünmüş gibi tanıtıldığı zor aylardan geçtik. Çok şükür, şimdi kanun tasarımız Tarım Komisyonumuzda görüşüldü ve şu anda Millet Meclisimize geldi ve burada bu tasarımızı kanunlaştırdığımız takdirde, ülkemizde öncelikle ürettiği ürünlerle bu toplumu besleyen, doyuran çiftçilerin ve bu çiftçilerimizin ürettiği ürünleri tüketen, o ürünleri güvenerek, sağlıklı olduğunu, her türlü hastalıktan ari olduğunu, öyle Frankeştayn gıdalar da olmadığını bilerek tüketen, sağlıklı bir toplum hedefleniyor.

Tabii, burada hangi ürünler GDO’ludur diye sorulduğu zaman da -muhalefet milletvekillerimiz de söylüyor- öncelikle tekstil sektörümüzün hammaddesi olan ve ülkemizde maalesef üretimimiz tüketimimize yetmeyen ve dışarıdan almak zorunda olduğumuz öncelikle pamuk ürünü, ondan sonra gene soya, kanola. Bu iki üründe gene üretimimiz tüketimimize yetmiyor; ülkemizin hayvancılığının ve bitkisel yağ sanayisinin temel ürünlerinden olan soya ve kanolayı da dışarıdan getirmek zorunda kalıyoruz. Bir de mısır... Tarım Bakanlığımızın son yıllarda yaptığı etkin ve verimli çalışmalarla mısır ürününde artık ithalat yapma zorunluluğumuz belki kalktı. 4,5 milyon tona yaklaşan mısır üretimimizde, hem yağ sanayimizin hem de hayvancılık sektörümüzün ana ham maddesi karşılanıyor.

Tarım Bakanlığımız yine soya yağına –Değerli Bakanımız da izah etti- çok iyi destekleme primi vermesine rağmen çiftçilerimiz soya ürünü ekme konusunda biraz daha bir durgunluk ve donukluk yaşıyorlar. Bunun da mutlaka alınıp satılabilir hâle gelmesi için, bilhassa yem sanayicilerimizin soya alım satımı konusunda bir duruş sergilemesi lazım.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde son yıllarda tarımsal sanayinin, tarımsal üretimin ham maddesini teşkil eden tohum ve fidanlar konusunda da pek çok kafa karışıklıkları yaşandı bu GDO’lu tohumlar, fidanlar gibi. Mesela, hibrit tohumlar. Mısır ürününde daha önceleri yerli tohumlarımızla mısır üretirken elde ettiğimiz ürün rekoltesi belliydi ama hibrit tohum kullanmaya başladığımız zamandan bu yana, şu anda ülkemizdeki çiftçilerimiz çok rahatlıkla dekarda bin kilonun üzerinde ürün hasat edebiliyorlar, hatta 1.500 kilogram ürün hasat edilebilen, pek çok, ülkemizin nadide tarım bölgeleri var.

Sertifikalı tohumlar: Yine Tarım Bakanlığımızın destekleme politikaları içerisinde sertifikalı tohum kullanan çiftçilerimize ayrıca desteklemeler veriliyor. Böylece, sertifikalı sertifikasız, işte, hibrit hibrit olmayan farklılıklarının ötesinde hem ülkemizde kullanılan tohumların daha verimli olması, çiftçilerimize daha çok kazandırması imkânı, fırsatı yakalanmış oluyor.

Gene fidanlarda da bodur, yarı bodur fidanlarla üç beş seneden bu tarafa çiftçilerimiz tanışmaya başladı. Bakınız, böylece geleneksel üretimimizin dışında hibrit tohumlar, sertifikalı tohumlar, yarı bodur fidanlar, bodur fidanlarla ülkemiz çiftçileri tanışıyor.

Şimdi, GDO’lu ürünler: Bu GDO’lu ürünler, çok şükür ülkemizde GDO’lu ne bir kilogram tohum var ne GDO’lu ürün, mahsul veren bir tane fidan var, ağaç var. Dışarıdaki ülkelerde, İspanya’da, Amerika’da, pek çok Avrupa ülkesinde mısır, soya gibi ürünler veya pamuk yetiştirilen ülkelerde GDO’lu tohum kullanılmak suretiyle bu tip ürünler üretilebiliyor ama Hükûmetimizin getirdiği bu tasarıyla bu tip GDO’lu ürünlerin ülkemize ithali, getirilmesi, kullanılması bir disiplin altına getirilmeye çalışılıyor.

Bir başka sıkıntımız da: Biz, hormonla GDO’yu karıştırıyoruz. Bazı çiftçilerimiz ürününü yetiştirmek için bitki aktivatörleri kullanıyor, pek çok yerde de, işte, mesela çilekler yetiştiriliyor. Çilekler iri oluyor, cinsinden, türünden kaynaklanıyor ama deniyor ki: “İşte, bu çilekler hormonlu.” İş daha da abartıldı son aylarda, bu, GDO’lu noktasına doğru gitti. Aslında üretilen ürünlerin insan sağlığı bakımından değerlendirildiğinde ve Tarım Bakanlığımızın bu işi disipline etmek, kontrol etmek bakımından ortaya koyduğu mevcut kurallarımızla dahi, mevcut yasal düzenlememizle dahi bu tip ürünlerin insan sağlığına zarar veren ürünlerin üretilmesi mümkün değildir.

Seralarda 15 metre boyu uzayan domatesler var, 15 metre. Şimdi, bu 15 metre uzayan domateslere biz hormonlu mu demeliyiz yoksa GDO’lu mu demeliyiz? Hâlbuki tamamen kendi doğal ortamında, hiçbir aktivatör, hormon kullanılmadan, hatta organik olarak yetiştirilebilen bu seralardaki domates bitkimizden elde edilen domates ürünleri ülkemizde satış mağazalarında, marketlerde “doğal ürünler”, “organik ürünler” isimleri, yaftaları konulmak suretiyle satılabiliyor.

Değerli milletvekillerimiz, Bakanlığımızca hazırlanan bu Biyogüvenlik Kanun Tasarımızda arzulanan “ihtiyatlılık” ilkesiyle insan, hayvan ve bitki sağlığı, çevre ve biyogüvenlik çeşitliliğin korunması amaçlanmaktadır. GDO’lu ürünlerin ülkemizde kullanımına kesinlikle bilimsel komiteden geçmediği müddetçe izin verilmeyecektir. Bu ürünlerin ülkemize ithali, kurul kararlarına aykırı olarak kullanılması yasaktır. Biyoçeşitlilik ve genetik kaynaklarımızın korunması amacıyla, genetiği değiştirilmiş bitki ve hayvansal ürünlerin üretimi de yasaklanmaktadır.

Sayın milletvekilleri, burada asıl tartışılması gereken bir konu var: Biz ne kadar yasakçı olursak olalım, çiftçilerimiz örneğin eğer mısır ürününde mısır koçan kurdu sorunu yaşıyorsa veya sap kurdu sorunu yaşıyorsa veya pamukta belki kırmızı örümceği, belki beyaz sineği, belki bir böceği önleyemiyorsa, bu defa GDO’lu ürünlerin kullanılmasına, o tohumların kullanılmasına çiftçilerimiz heves edeceklerdir. Pek çok bilimsel yayını okuduğumuz zaman, mesela İspanya’da çiftçiler, mısır üreticileri, mısır sap kurdunu ve koçan kurdunu önleyemedikleri için GDO’lu tohum kullandıklarını söylemektedirler. Ama ülkemizde, çok şükür, şu anda mısır ürünlerimizde sap kurdu ve koçan kurdu bu nispette değildir, çeşitli tarım ilaçlarıyla üstesinden gelinebilecek nispettedir, aşırı derecede bir harabiyet yoktur. Onun için, ülkemizde kesinlikle GDO’lu tohumların kullanılması veya üretilmesi, yetiştirilmesi, kullanıma sunulması gibi bir konu mümkün değildir. Tabii, kaçak olarak bunlar kullanılabilir mi? O da bu yasal düzenlemeyle mümkün hâlde olmayacaktır. Her ne şekilde olursa olsun, yasamızın ilgili cezai maddelerine baktığımız zaman, bu ürünleri kaçak olarak getirenlere veya amacı dışında kullananlara beş yıldan on iki yıla kadar ağır hapis cezaları getirilmektedir. Böylece, amaca uygun, Bilimsel Kurula sunulduğu şekilde bu ürünlerin ithalini isteyen kurum ve kuruluşlar amaca uygunluk dışında kullanmaya kalktıkları takdirde, bunları ithal izni dışında, amaç ve alan dışında satışa arz ettikleri takdirde satanlara, devredenlere veya bu özelliğini bilerek ticari amaçla satın alanlara da dört yıldan dokuz yıla kadar hapis cezası verilebilecektir.

İthal üründe…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerini tamamlayınız.

AHMET ERTÜRK (Devamla) – Sayın Başkanım, bitireceğim efendim.

Değerli arkadaşlarım, böylece, Tarım Bakanlığımız, Hükûmetimiz, bu Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı ile ülkemiz insanlarının sağlıklı ürünler tüketmesini ve ürettiği ürünlerle bu toplumumuzu doyuran, besleyen çiftçilerimizin de sağlıklı ürünler üretmesini bir fırsat ve disiplin altında ortaya koyarak, kafa karışıklıklarını ortadan kaldırıcı bir düzenlemeyi bizlere getirmektedir. Böylece, dışarıdaki çiftçilerin, kendi ülkemiz dışındaki çiftçilerin belki gelişmiş teknolojilerini kullanarak ürettikleri ürünlerin de, ülkemiz insanına ancak bilimsel kurullardan, Biyogüvenlik Kurulundan geçtikten sonra ve sağlıklı olduğu kanıtlandıktan sonra ülkemize ithaline izin verilebilecektir.

Ben bu duygularımla yasamızın hayırlı olmasını diliyorum, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Ertürk.

Sayın milletvekilleri, on beş dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 16.44


DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 17.04

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN (Bingöl), Murat ÖZKAN (Giresun)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 74’üncü Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

473 sıra sayılı Tasarı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Soru-cevap işlemine başlayacağız şimdi, yirmi dakika biliyorsunuz, yirmi dakikanın on dakikasını sorulara ayıracağım ve birer dakika süre vereceğim.

Sayın Aslanoğlu, Sayın Tankut, Sayın Aydoğan, Sayın Karaibrahim, Sayın Yıldız, Sayın Orhan, Sayın Paksoy, Sayın Ergin, Sayın Ünsal, Sayın Ağyüz, Sayın Öztürk, Sayın Coşkunoğlu, Sayın Özdemir sisteme girmişler; süremiz yettiği kadar söz vermeye gayret edeceğim.

Sayın Aslanoğlu, buyurunuz.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Bakan, son çıkarttığınız Yönetmelik’in yayım tarihi 20 Ocak. 1 Mart tarihine kadar Yönetmelik hükümlerine bağlı olmaksızın firmaların ithalat yapmasına olanak sağladınız, kontrol belgesi verdiniz.

Bir: 20 Ocak-1 Mart tarihleri arasında ithalat yapan firmalar kimlerdir? Hangi ürünler ithal edilmiştir ve ne kadar ithal edilmiştir? Bu firmalar, 1 Marttan sonrası ithalat yapan firmalara göre herhangi bir avantaj elde etmiş midir?

Soru iki: Türkiye’nin GDO’lu ürün ithalatına ihtiyacı var mı? Varsa biz bu ürünleri üretemiyor muyuz? Ayrıca, üretiyorsak o zaman tasarıda ithalatı neden serbest bıraktınız?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Aslanoğlu.

Sayın Tankut…

YILMAZ TANKUT (Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Türkiye'de, Amerika Birleşik Devletleri’nden GDO’lu tohum ile üretilen mısır, soya ve pamuk ithal edilmektedir. Pek çok uzman ve çevrenin bu konuda uzun zamandır “Hükûmet bunları denetlemeden yurda sokuyor ve halkımız GDO’lu ürün yemeye devam ediyor.” şeklinde beyanları olmaktadır. Bu tasarı kanunlaştığı takdirde söz konusu GDO’lu ürünlerin ülkemize girişi ne ölçüde denetlenebilecektir?

Ülkemizde sadece üç ilimizde GDO analizi yapabilecek laboratuvar olduğu doğru mudur? Değilse, GDO analizi yapabilen kaç laboratuvarımız vardır? Bu tasarının hedefine ulaşabilmesi için ülkemizde en az kaç adet GDO analizi yapabilecek laboratuvar olması gerekmektedir? Bu konuda Hükûmet olarak herhangi bir planlama ve çalışmanız var mıdır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Tankut.

Sayın Aydoğan…

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, gümrük kapıları girişinde hangi ürünler denetime tabi olacaktır?

Genetiği değiştirilmiş organizmalı ürünler analizi yapabilecek kaç laboratuvar vardır?

Ülkemize bugüne kadar genetiği değiştirilmiş organizmalı ürünler girmiş midir? Girmiş ise ne kadardır? Eğer “Girmedi.” diyorsanız neye göre girmediğini söyleyebilir misiniz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Aydoğan.

Sayın Karaibrahim…

EŞREF KARAİBRAHİM (Giresun) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, bildiğiniz gibi, FİSKOBİRLİK’in TMO’ya 24 trilyon borcu var. Bu borcun faizi de -ilginçtir- şu andaki banka faizlerinin çok üstünde yani hemen hemen 2 misli bir faizle bu para alınmıştır, nedense, bilmiyorum. Peki, şu anda FİSKOBİRLİK’in bir önerisi vardır -bilmiyorum size iletildi mi Sayın Bakan- elindeki mal varlığıyla bunu kapatmak istiyor yani arazilerini ya da binalarını TMO’ya devrederek bunu kapatmak istiyor. Buna nasıl bakıyorsunuz? Olumlu olabilir mi diye düşünüyorum.

Bir de dönüm başına 150 bin liraların bu ay içinde verileceği söylenmişti. Bunun tarihini de öğrenebilir miyiz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Karaibrahim.

Sayın Yıldız…

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, transgenik ürünlerin tohumları transgenik olmayanlara göre aktarılan özelliğine bağlı olarak yüzde 25, yüzde 100 daha pahalı olup tohumluğun da her yıl yenilenmesi gerektiğinden küçük çiftçiler bu durumdan olumsuz etkilenecektir. Modern biyoteknoloji alanındaki pek çok yeniliğin patente bağlanmış olması teknolojiyi üretmeyen ancak kullanmak durumunda olan ülkelerde yüksek bedel ödenmesine yol açmaktadır. Bu konuda sekiz yıldır ne yaptınız? Diğer konularda olduğu gibi, çiftçimizi Avrupa Birliğinin ve Amerika Birleşik Devletleri’nin bu konuda da insafına sekiz yıldır niçin bıraktınız? Biyogüvenlik kanununu sekiz yıldır niçin getirmediniz? Tarım Bakanlığından istifa etmeyi düşünüyor musunuz? Karar sizin, ben sadece soruyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Yıldız.

Sayın Orhan…

AHMET ORHAN (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Tarımsal üretimimizin en önemli merkezlerinden olan Manisa ilimiz, iki günden bu yana büyük bir zirai don felaketiyle karşı karşıyadır. Gerek bölgedeki yetkililerden gerekse çiftçilerimizden aldığımız bilgiler ışığında, başta Manisa merkez ilçe, Saruhanlı, Turgutlu, Ahmetli, Salihli, Alaşehir ve Sarıgöl ilçelerinde zirai don sebebiyle ürün kaybının özellikle bağcılık alanında yüzde 40 ile 80 arasında olduğu bildirilmektedir. Şüphesiz ki bu konuda çiftçilerimize yardım edecek en önemli unsur, tarım sigortaları sistemidir. Kuruluşundan bu yana onca süre geçmiş olmasına rağmen, çiftçimizin tarım sigortalarına dâhil edilmesi maalesef yeterli boyutta sağlanamamıştır. Bunda en büyük etki, çiftçilerimizin sigorta primlerini ödeyebilecek ekonomik duruma dahi gelmediğidir.

Sayın Bakana şimdi soruyorum: Çiftçilerimizin, hiç olmazsa sigorta primlerini gönül rahatlığıyla yatırabileceği günler gelecek midir?

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Orhan.

Sayın Paksoy…

MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim.

Sayın Bakan, çeşitli araştırmalarda transgenik bitkilerin kanserojen etkisinin olabileceği ve bu transgenik bitkilerde besin kalitesinde bozulmaların olabileceği ifade edilmektedir. Ayrıca, gen aktarımında işaretleyici gen olarak antibiyotiğe dayanıklılık genlerinin kullanımı neticesinde, insanların da antibiyotiğe dayanıklılığının artmasıyla antibiyotiğe cevap vermeme gibi ihtimal var mıdır? Bu konuda yeterli araştırma yapılmış mıdır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Paksoy.

Sayın Ergin…

GÜROL ERGİN (Muğla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Benim de üç sorum var.

Sayın Bakan, 19 Kasım 2009 tarihli Habertürk gazetesinin manşeti “GDO’lu pamukta rüşvetin belgesi ABD’den çıktı.” şeklindeydi. Haberde, Türkiye’de GDO’lu pamuk tohumu üretildiği, ABD’deki GDO’lu tohum üreticisi “Delta and Pine Land” adlı şirketin, Türkiye’deki şirketleri aracılığıyla, GDO’lu tohumların ekimlerinde denetim kolaylığı sağlanması için Tarım Bakanlığı elamanlarına rüşvet verdiği iddiası yer aldı. Haberde, Türkiye’de GDO’lu ürün ekildiği ve denetimlerinde kolaylık sağlanması için 2001-2006 yılları arasında rüşvet verildiği iddiası Bakanlığınızı Türk Ceza Kanunu’nun irtikap, denetim görevinin, ihmali ve rüşvet maddelerini düzenleyen 250, 251 ve 252’nci maddelerine muhalefet edildiği gibi çok ciddi bir ithamla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu iddialar konusunda bugüne kadar, sözü edilen gazeteye yalanlama yazısı gönderilmiş midir?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Süreniz bir dakika.

GÜROL ERGİN (Muğla) – Efendim, başka konuşmacı yok zaten.

BAŞKAN – Ama bir dakika veriyoruz herkese.

Soru anlaşıldı herhâlde Sayın Bakan.

Sayın Ünsal…

HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, çiftçimiz, köylümüz zor durumda. Mart, nisan, mayıs ayları da çiftçimizin parasının tükendiği, ekonomik olarak sıkıntılarının en yoğun olduğu aylardır. Böyle olduğu hâlde tarım kredi kooperatifleri bir haftadır köylerde haciz işlemi yapmakta, traktörlere, taşınır mallara el koymaktadır. Bu konudan haberiniz var mıdır? Bu konuyla ilgili, Hükûmetinizin veyahut da Bakanlığınızın bir talimatı var mıdır? Eğer, bunlar yok ise bu konuyla ilgili bir tedbir almayı düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Ünsal.

Sayın Ağyüz…

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Teşekkür ederim.

Sayın Bakanım, sekiz yıldır iktidardasınız, ortada bir biyogüvenlik yasası yokken GDO’ların ticaretinin bir yönetmelikle düzenlenmesi hukuk ve halk sağlığı açısından etik midir? Bu bir skandal değil midir? Bu Yönetmelik’i neden uzun süre hep savundunuz? Üç ayda üç düzenleme yapmaya neden gerek duydunuz? Bir arkadaşımız da sordu, bu süre içerisinde kontrol belgesi alınan ürünler nelerdir, kaç tondur, ithalatçıları kimlerdir?

Ayrıca, seçim bölgem Gaziantep ihracatta önemli bir kent. Gıda ihracatında Gaziantep İl Kontrol Laboratuvar Müdürlüğünde yürütülen işlemler çok ağır yürüyor ve bu da bazı ihracat taahhütlerinin zamanında yerine getirilememesine neden oluyor, ihracatçıları güç durumda bırakıyor. Bu kontrol laboratuvarlarının yetkililerinin veya görevlilerinin sayısının artırılması, disipline edilmesi, bu konuda duyarlı davranması sağlanamaz mı?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Ağyüz.

Sayın Öztürk…

HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, 3’üncü maddenin 6’ncı fıkrasında karar alma süresi iki yüz yetmiş gün olarak öngörüldüğü hâlde, 16’ncı fıkrada, verilmiş izin sürelerinin uzatılmasında başvurudan itibaren bir yıl içinde karar verilmez ise karar verilinceye kadar izin süresinin uzayacağı hükme bağlanmaktadır. 16’ncı fıkra gereği uzatma kararı verilirken kesin bir süre öngörülmemesi, fiiliyatta önceki izinlerin ileriye yönelik sınırsız bir şekilde uzatılması sonucunu doğurmuş olmayacak mı?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Öztürk.

GÜROL ERGİN (Muğla) – Beş saniye izin vermediniz.

BAŞKAN – Sayın Ergin, sözünüzü tamamlamak üzere, buyurun.

GÜROL ERGİN (Muğla) – ...ya da Bakanlık bünyesinde bir soruşturma açılmış mıdır, açıldıysa hangi sonuç alınmıştır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Ergin.

Bitirelim o zaman, iki dakika daha.

Buyurunuz Sayın Coşkunoğlu.

OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

İki tane sorum var.

Birincisi: Biyogüvenlik Kurulu kuruluyor bu yasayla. Siz de konuşmanızda, Biyogüvenlik Kurulunun etkin bir denetimi olacağını -bu süreç içerisinde- ifade ettiniz. Fakat, şimdiye kadarki uygulamalarda, bu kurulların Hükûmet iradesinden bağımsız olması gereğini Sayın Başbakan da söylemiştir “Kurulları davet ediyoruz, talimat veriyoruz ama gereğini yapmıyorlar.” diye. Yani Hükûmetten bağımsızlığı bu Kurulun nasıl sağlanacak? Yoksa Hükûmetin emrinde mi çalışacak? Birinci sorum.

İkincisi: DNA teknolojisi gerektiren tüm araştırmalar, tıbbi, farmasotik, tüm araştırmalar bu izne tabi olacak gibi görünüyor, bu doğru mudur?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Coşkunoğlu.

Sayın Özdemir, buyurunuz.

HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakana soruyorum: Tasarıyla GDO’lu bitki ve hayvan üretiminin yasaklanması olumlu bir yaklaşımdır ancak sağlık riskleri bilinen GDO’lu ürünlerin ithalatının serbest bırakılması hem halk sağlığı hem de Türkiye'nin tarımsal üretimi bağlamında ciddi bir yanlışlıktır. Buna göre, tasarıyla GDO’lu ürünlerin üretilmesine izin verilmediği hâlde, ithalatına dair bir hüküm neden tasarıda yer almaktadır?

İkinci sorum: Tasarıyla GDO’lu ürünlerin ülkeye girişiyle ilgili izinler Tarım ve Köyişleri Bakanlığına bağlı Biyogüvenlik Kuruluna bırakılmaktadır ancak tasarıda Biyogüvenlik Kurulunda yer alacak bürokrat ve uzmanların nasıl belirleneceğinin kriterleri yer almamaktadır. Buna göre, Bakanlık gösterilen adaylar içerisinden neye göre bir seçme yapacaktır? Bakanlığın böyle bir seçim yapma yetkisinin hukuki dayanağı nedir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Özdemir.

Buyurunuz Sayın Bakan.

Süre vereceğim size de iki dakika, ekstra.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Peki, teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Aslanoğlu’nun iki tane sorusu var. Tabii, bir tanesi çok ayrıntılı bir liste istiyor, işte “Şu tarihler itibarıyla ne kadar müracaat oldu?”, “Nasıl oldu?” vesaire. Tabii, elimizde bunun listesi var; hangi firmalar, ne kadar, ne şekilde müracaat etti.

Önce şunu söyleyeyim genel bir cevaplandırma açısından: Tabii, bugün itibarıyla Yönetmelik zaten yürürlükte ve Yönetmelik’in hükümlerine göre işlem yapılmaktadır.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Efendim, listeyi verirseniz mutlu oluruz.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Evet, evet, veririz.

İkincisi: “GDO’lu ürün ithalatına ihtiyaç var mı?” dedi.

Şimdi -ben konuşmamda da söyledim- tabii, yağlı tohumlarla ilgili, örneğin soyayla ilgili… Ki beyaz et sektöründe çok önemli bir girdidir, pek alternatifi de yoktur. O nedenle, Türkiye'nin soya ihtiyacı var ama bu soyanın elbette ki illa GDO’lu olması gerekmiyor. Bizim burada bu tasarıyla getirdiğimiz husus, bunların zaten denetim altına alınmasıdır. Eğer Türkiye’ye herhangi bir ithalat yapılacaksa, bu ithalatın şartlarının ne olacağı -uluslararası standartlar ki AB standartlarıdır bizim açımızdan- AB standartlarında bu nasıl denetlenecek? Nasıl kontrol edilecek? Hangi risk değerlendirmesine tabi tutulacak ki bunları da söyledik. Dolayısıyla bu risk değerlendirmesinden eğer bir ürün risk değerlendirmesine göre zararsız olduğu tespit edilirse… Bunu kim tespit edecek? Bir, Bilimsel Komite, ilgili Bilimsel Komite. İki, Biyogüvenlik Kurulu. Biyogüvenlik Kurulu ve Bilimsel Komite karar verdikten sonra bir de halka sorulacak, halka açılacak. Halk da eğer “Evet, bunda herhangi bir şey yok, bir problem yok.” diyorsa -ki bunlar bilimsel esaslara göre yapılmak zorunda- bu takdirde etiketlenmek şartıyla gelecek. Yoksa bazı soru soran değerli milletvekillerimizin de yani aslında onların sorularına da cevaptı. Biz bir şeyi bu manada serbestleştirmiyoruz. Biz sadece denetime ait, kontrole ait esas ve standartları belirliyoruz, diyoruz ki: “Bu şekilde bu denetlenecek.” Eğer risksizse Türkiye’ye girişi mümkün olacak, risksizse, zararı yoksa. Nasıl olacak? Geldikten sonra da bu etiketlenecek, vatandaşın tercih hakkı da olacak yani GDO’lu ile GDO’lu olmayan arasında bir tercih yapabilecek. Bu imkânı da getiriyoruz. Buna ait yani burada milletimizin hiçbir ferdinin kesinlikle endişe etmesine gerek yok. Bilinen şu anda dünyadaki bu konuyla ilgili en konservatif, en muhafazakâr görüş Avrupa Birliğinin bu alandaki standartlarıdır ve Avrupa Birliğinin standartlarıyla onun ölçüleriyle biz zaten işi esasa bağlıyoruz.

Şimdi, eskiden mesela Türkiye mısır da ithal ediyordu, tükettiği mısırın yarısından fazlasını ithal ediyordu. Bugün Türkiye mısır ithal etme probleminden kurtulmuştur.

MUHARREM VARLI (Adana) – Olur mu Sayın Bakan, yine getiriyorsunuz 2 milyon ton mısır.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Evet, ticaretini engelleyemezsin ama ihtiyaç sebebiyle değildir bu. İhtiyaç sebebiyle… Türkiye buğday da ithal ediyor, niye ithal ediyor? Alıyor, işliyor, ihraç ediyor. Yani sen buna, “Efendim bu ülkenin sınırları içerisine bir tane, bir çekirdek buğday giremez, mısır giremez.” öyle şey diyebilir misin? Yok öyle bir şey.

MUHARREM VARLI (Adana) – Pamuk ne kadar?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Pamukda öyle, ihtiyacı var Türkiye'nin.

MUHARREM VARLI (Adana) – Tabii ekim alanı bitti onun için ihtiyacı var.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Şimdi, değerli milletvekilleri, Sayın Ergin’in özellikle sorusunu önemsediğim için söylüyorum: 19/11/2009 tarihinde Habertürk gazetesinde yer alan haberle ilgili. Burada tabii bir rüşvet iddiasıyla ilgili İstanbul Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunuldu ve konu yargıya intikal etti. Savcılık soruşturma yaptı ve savcılığın yaptığı soruşturma sonucunda da takipsizlik kararı verildi, bu bir. İkincisi, ayrıca idari olarak Tarım Bakanlığı bir soruşturma başlattı. Tarım Bakanlığı da bu işi kendi idari iç disiplin açısından da takip ediyor.

Şimdi, laboratuvarlarla ilgili bir soru soruldu “Acaba laboratuvarlar yeterli midir değil midir, kaç tane laboratuvar var?” şeklinde. Toplam 8 tane laboratuvarda hâlihazırda Türkiye’de GDO analizi yapılabilmektedir. Bunların 5 tanesinde de ayrıntılı detay analiz yapılabilmekte. Ulusal Gıda Referans, İstanbul İl Kontrol, Ankara, Bursa, TÜBİTAK, tarama ve miktar analizi yapabiliyor. Ayrıca, Adana ve bazı özel laboratuvarlar da tarama analizi yapabiliyorlar. Laboratuvarlar toplamda günlük 140 adet tarama, 85 adet miktar analizi yapabilme kabiliyetine, imkânına sahiptir. Bunların 2 tanesi özeldir. Ayrıca 2 özel laboratuvarda da GDO analizi için yetkilendirme talepleri vardır, onlar da şu anda değerlendiriliyor. Dolayısıyla laboratuvar şu anda bizim için yeterlidir.

Sayın Coşkunoğlu’nun söylediği “DNA teknolojisiyle ilgili araştırmalar ve tıbbi araştırmalar izne bağlı mıdır?” sorusu. Araştırma yapmak izne tabi değil ama zaten konuşmamda da biraz önce açıkladım, yalnız eğer materyal ithal edip bunu yapacaksa o zaman bir izin alması lazım. Onu da dediğim gibi on beş gün içerisinde, bu izin en geç on beş gün içerisinde verilecek.

Sayın Paksoy’un, antibiyotiğe dirençli genlerin kullanıldığı, GDO’ların tüketildiğinde insana da geçtiğine dair bir hassasiyet olduğu, bu konuda araştırmalar olduğu… Tabii, buna ait, bunun lehinde de aleyhinde de görüşler var fakat kesin kanıtlanmış bir bilimsel veri söz konusu olmadığından dolayı, zaten Avrupa Birliğinde de antibiyotiklere direnç geni konusunda Avrupa Birliğinin mevzuatında da herhangi bir hüküm bulunmamakta, çünkü bu konuda elde kesin bir delil yok. Bu ürünlerin gerek yağ -yani yağlı bitkiler için söylüyorum, pamuk, kolza vesaire- gerekse diğer, yemle, ete, süte, yumurtaya, hayvansal ürünlere geçmediğine dair, bundan emin olunduğuna dair bu arada yirmi üç civarında uluslararası yayın var. EFSA da bunları referans gösteriyor, Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi. Bu ana kadar da yapılan araştırmalarda bu yönün aksinde herhangi bir bulguya da rastlanmamıştır.

Sayın Yıldız: “Transgenik ürünlerin tohumlarının daha pahalı olmasına, küçük çiftçi bundan etkilenmesine rağmen sekiz yıldır ne yaptınız?” Biz sekiz yılda çok şey yaptık. Türkiye’de tohumlarla ilgili, tohumculukla ilgili çok muazzam gelişmeler sağlandı. Örneğin, bundan sekiz sene önce Türkiye’de hibrit sebze tohumu ihtiyacının sadece yüzde 10’u karşılanabiliyordu, bizim aldığımız tedbirlerle bugün yüzde 35’i içeriden karşılanır hâle geldi. Bu, sekiz yılda yaptığımız en önemli işlerden bir tanesidir. Bunun üstüne, yine, tohumculukla ilgili dünyanın üçüncü büyük tohum gen bankasını biz kurduk.

Yine, tavukçulukla ilgili daha geçen hafta Türkiye'nin yumurta tavukçuluğu konusundaki en büyük damızlıkçılık işletmesini kurduk ve Türkiye şu anda damızlık yumurtacı tavukçuluk açısından bütün ihtiyacını içeriden karşılayabilecek duruma geldi.

Tohumla ilgili, tohumculukla ilgili düzenlemelerimiz de uygulamalarımız da projelerimiz de Türkiye’yi hakikaten çok çok ileri bir noktaya getirdi. Bunu size detaylarıyla da anlatabilecek durumdayız.

Şimdi, 3’üncü maddenin 6’ncı fıkrasında süreden bahsedildi. Sayın Milletvekilimiz, Sayın Öztürk’tü yanlış hatırlamıyorsam: “Eğer bir yıllık sürede karar verilmezse izin süresi neden karar verilene kadar uzuyor?” Bu 6’ncı fıkradaki “iki yüz yetmiş günlük süre” ilk defa başvuru için öngörülüyor. 16’ncı fıkradaki düzenleme, bir yıllık süreyi Kurulun işi savsaklamaması, izni hâlihazırda almış bir GDO için bir yıllık sürede bitirilmesi amaçlanmış. İzni eğer önceden verilmiş bir GDO’yla ilgili herhangi bir nedenle süre aşılırsa da ithalatçıyı mağdur etmemek için izin verilene kadar bir hukuki sorun yaşanmasın diye bu şekilde öngörüldü.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.

Şimdi, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Şimdi birinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz. Birinci bölüm 1 ila 7’nci maddeleri kapsamaktadır.

Birinci bölüm üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Afyonkarahisar Milletvekili Abdülkadir Akcan. (MHP sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Akcan.

MHP GRUBU ADINA ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 473 sıra sayılı Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı’nın birinci bölümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Şahsınızı, yüce Meclisin değerli üyelerini ve yüce Türk milletini saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, oldukça önemli ve kamuoyunda uzun süre, özellikle ekim ayında yayımlanan Yönetmelik’ten itibaren ciddi boyutlarda tartışmalara sebep olmuş bir kanun tasarısını görüşüyoruz. Elbette ki bu tasarıyla, Türk milletinin her bir ferdinin bir yandan gıda ihtiyacının karşılanması düşünülürken diğer taraftan da sağlıklı gıda teminini ele almak ön planda olmuştur. Tarım Komisyonunda ve alt komisyonda detayıyla görüşülmüş ve özellikle alt komisyonda kanun tasarısı muhalefetin de katkılarıyla olgunlaştırılmaya çalışılmış ve bu sırada eksiklikleri giderilemez boyutta ise eksikliklerin giderilmesi için verilen önergeler -muhalefet açısından söylüyorum- kabul edilmemişse, ki edilmeyenlerle ilgili olarak da Milliyetçi Hareket Partisinin vermiş olduğu düzeltme önergeleri mevcuttur, inşallah Sayın Hükûmet ve Genel Kurul bu önerilerimizi kabul eder, daha mükemmel bir kanuna erişilme sağlanmış olur.

Değerli milletvekilleri, bu tasarının genel gerekçesinin incelenmesinde “Genetik yapısı değiştirilmiş organizmaların insan, hayvan ve bitki sağlığı ile çevre ve biyolojik çeşitlilik üzerindeki etkileri konusunda bilimsel çevrelerde tartışmalar devam etmekte.” denilmektedir. Gerçekten de bu alanda tartışmalar devam ediyor, lehte ve aleyhte görüşler var ancak ciddi boyutta bilgi kirliliği de mevcut. Buradan açık gönüllülükle ifade etmek isterim ki konu uzmanları tarafından tartışılma fırsatı verilmediği için, özellikle medyada -yanlış insanlar demeyeyim ama- doğru ağızlar tartışmadığı için de kamuoyu ciddi şekilde endişelere sevk edilmiştir “Acaba ne oluyor?” veya “Şimdiye kadar ne oldu?” diye. Bu anlamda bilgi kirliliğinin bundan sonra da ortadan kaldırılmaya ihtiyacı vardır.

Modern biyoteknolojiyle genetik yapıda doğal olmayan yeni genetik oluşumlar meydana getirilmektedir GDO’lu ürünlerle tabii ki. Bu nedenle GDO’lar insan, hayvan ve bitki sağlığı ile çevre ve biyolojik çeşitlilik üzerinde zarar oluşturma riski taşımaktadır. İşte, tasarı da tam bu zarar oluşturma riskinin hangi boyutta olduğunu incelemeyi esas almakta ve eğer risk taşıyan materyal varsa buna izin verilmemesi hedef alınmaktadır. Kullanılan materyalin canlı organizma olması ve zararın ortaya çıkması durumunda geri dönüşün çok zor olması veya mümkün olmaması, modern biyoteknoloji ürünlerinden kaynaklanan riski daha da artırmaktadır. Bu risk, gerçekten hem biyolojide hem kimya alanında hem de ilaç sanayisinde özellikle mevcuttur. Mesela, şeker hastalığına karşı kullanılan bir ilacın ciddi anlamda kalp krizi riski taşıdığı ortaya çıktığında ilaçlar toplanılmakta. Kullanımıyla toplatılma kararı arasında bir sekiz on yıllık zaman periyodu olabilmekte.

Dolayısıyla, bu tip biyolojik materyalde de ciddi şekilde risklerin hem izin verilirken hem de izin verildikten sonra ilgili kurumlarca takip edilmesi mutlaka kaçınılmaz. Belki o ana kadar yapılan çalışmalarda bir olumsuzluk tespit edilememiş olabilir ama akan zaman içinde etkisini, “toplamalı, kümülatif etki” diye nitelendirdiğimiz etki kendisini gösterdiğinde insanlarımızın sağlığının ne boyutta olduğunun sürekli takip altında tutulması gerekir kanaatini ifade etmek istiyorum.

Tabii ki, konunun, tasarının doğru anlaşılması, anlaşılıp anlaşılmaması da önemli. Kamuoyunda tartışmalar yapılırken biz, Türkiye Büyük Millet Meclisinde ihtisas komisyonlarında tasarıyı doğru anlayabiliyor muyuz? Mesela, çok enteresan bulduğum için ifade etmek istiyorum. Tasarı, tali komisyon olarak Çevre ve Sağlık komisyonlarında ele alındığında orada, alt komisyon raporunda şu şekilde bir ifade bulunmakta, tasarının 9’uncu sayfasında “Tasarısının 3’üncü maddesinin 2’nci fıkrasında geçen ‘ilk ithalatçı’ ibaresinden; bir ithalatçı tarafından bir ürün için izin alındığı takdirde aynı ürün için tekrar izin alınmasına ihtiyaç bulunmadığı anlamı çıkabilmektedir. Bu nedenle ‘ilk ithalatçı’ ibaresinin netleştirilmesi…” diye bir talep var tasarıda.

Şimdi, 3’üncü maddeye baktığımızda, tasarının 3’üncü maddesinin 2’nci fıkrasına “Her bir GDO ve ürününün ilk ithalatı için gen sahibi veya ithalatçı, yurt içinde geliştirilen GDO ve ürünü için ise gerçek ve tüzel kişiler tarafından Bakanlığa başvuru yapılır.” diyor. Yani burada ithalatçının da kullanıcının da ilk başvuruyu yapanın aslında ürün için değil genin müsaadesi için başvuru yapması söz konusu. Bunu eğer Türkiye Büyük Millet Meclisinde kanun yapıcılar, ihtisas komisyonlarında biz doğru algılayamıyorsak varın bakın konunun uzman olmayan ağızlarda dillendirilmesiyle medyada, görsel basında nerelere varacak. İnsanlarımızın kuşku içerisinde, panikatak yaratacak şekilde, gıdalara nasıl yaklaşacağını şaşırtacak şekilde algılanmasına sebep olacak sonuçları da birlikte taşıdığını müşahede etmek zorundayız.

Yani olayı bir Hükûmet meselesi olarak algılamıyoruz biz, olayı toplumun tamamını ilgilendiren bir konu olarak algılıyoruz Milliyetçi Hareket Partisi Meclis Grubu olarak. Bu nedenle de hükûmetler, bugün (A) hükûmeti vardır, yarın (B) hükûmeti ama bu kanunların ilanihaye bu milletin, Türk milletinin menfaatine olduğu sürece veya menfaatine olmayı sağlayacak şekilde uygulanır boyutta olması lazım. Bu nedenle de tasarılar ele alınırken ciddi şekilde konunun ince elenip, sık dokunup kamuoyuna da iyi aydınlatacak şekilde lanse edilmesi, takdim edilmesi kanun yapıcılar yani bizler tarafından işin olmazsa olmaz boyutudur diye düşünüyoruz.

Değerli milletvekilleri, bunu ifade ettikten sonra, acaba GDO’lu ürünlerle ne oluyor, niye GDO’lu ürün elde ediliyor, çok basitçe bunu ifade etmek gerekir. Şimdi, değerli milletvekilleri, GDO’lu ürünlerin en önemlileri mısır, soya, pamuk ve kanola, son alınan bilgilere göre Çin’de domates. Yani henüz sebzeye girmemişti ama Çin’de sebzeye de girmiş olduğunu öğreniyoruz. Şimdi, soyada veya mısırda… Mısırda bir koçan kurdu var, mısır koçan kurdu. O koçanın üzerini Yaradan altı yedi tane zarla kapatmış. Niye? Hava almaması için. Hava aldığı zaman çok ciddi boyutta küflenme meydana geliyor ve aflatoksin oluşuyor. Eğer koçan kurdu bunu delerse, oradan giren havayla -eğer mısır koçanını soyarsak hepimiz görürüz- ciddi şekilde bir küflenme görürüz; bunun ürettiği aflatoksinin net olarak kanserojen olduğu bugün kanıtlanmıştır.

Şimdi, bunu ortadan kaldırmak için ilaç kullanmak zorunda üretici. Böyle bir ürünü tüketici kullanmaz, yem olarak da kullanılmaz, gıda olarak da kullanılmaz doğrudan insanlar için. “Bunu ortadan kaldırmak için kullanılan ilaç insan sağlığını ne ölçüde etkiliyor?” sorusuyla, “GDO’lu ürünü kullanmanın insan sağlığını ne ölçüde etkilediği?” sorusunu yan yana koyduğumuzda, tartmamız ve bunun hangisinin lehte hangisinin aleyhte veya dengede olup olmadığını ortaya koymamız lazım sağlık açısından, üretim açısından da bunun böyle olduğunu düşünmemiz lazım.

Değerli milletvekilleri, ben şu noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Asıl olan, bu ürünlerin konvansiyonel yöntemle, doğrudan GDO’suz, orijinal materyalle üretilmesidir. Bu üretimin gerçekleşmesinde “2002’de şöyleydi, 2008’de böyle.”, “Nereden nereye.” şarkıları… Ben Sayın Komisyon Sözcüsünün burada söylediklerinden hareketle bunu söylemek zorundayım. Bakın, 2002’de 2 milyon 300 bin ton mısır üretimi var Türkiye'de, 3 milyon 586 bin ton talep var. Sayın Bakanın biraz önce söylediği, Adana milletvekilimizin laf atmasına karşılık söylediği “Hayır, mısırda ihtiyaç yok.”

Değerli milletvekilleri, 2008 yılında mısırın toplam üretimi 4 milyon 274 bin ton, talep 5 milyon 425 bin ton.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

ABDÜLKADİR AKCAN (Devamla) – Yani şu anda Türkiye'nin toplamda mısırda açığı 1 milyon 151 bin ton. Bunu üretmek zorunda değil miyiz? Üretmezsek ithal edeceğiz. İthal ettiğimiz zaman bunu da GDO’lu olarak ithal edeceğiz. Sayın Bakanın “Hayır, mısırda ihtiyacımız yok.” demesini garipsedim.

“Nereden nereye.” şarkısını bir de ben söyleyeyim izin verirseniz. Soyada, 2000 yılında 45 bin ton soya üretimi var, 2009 yılında 39 bin ton soya üretimimiz var. 2000 yılında talep 432 bin ton, 2008 yılında 1 milyon 273 bin ton soyaya talep var.

NURİ USLU (Uşak) – Kaynakları karıştırmayasın Sayın Bakan.

ABDÜLKADİR AKCAN (Devamla) – Hayır, TÜİK verileri.

Aradaki farka bakar mısınız. Yani, 45 bin tondan 34 bin tona 2008’de düşüyoruz ve bunu GDO’lu olduğu yüzde yüz, Amerika’nın toplam üretiminin yüzde 92’sini… Sözcüler de söyledi, Sayın Bakan da biliyor, GDO’lu soya üretiyor Amerika.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi bağlayınız.

ABDÜLKADİR AKCAN (Devamla) – Teşekkür ederim.

Bitiriyorum Sayın Başkan.

Bu nedenle, asıl olan ülkemizin ihtiyacının yerli kaynaklarla karşılanması, bunun için teşvik politikalarının doğru uygulanması lazım. Sayın Bakan, ne kadar teşvik ettiğiniz, ne kadar teşvik verdiğiniz hiç önemli değil, verdiğiniz teşviklerin sonucunun ne olduğu önemli. Soyada, üretim teşvikinin getirdiği boyut, 2000 yılına göre 2008 yılında 6 bin ton azalmadır. Eğer sizin teşvik anlayışınız buysa vah bu ülkenin hâline, vah bu ülkenin tarım sektörünün hâline, vah bu üreticinin hâline diyorum. Doğru teşvikler, planlama doğrultusunda biraz icraat göstermenizi talep ediyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Tasarının hayırlı olmasını diliyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Akcan.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Muğla Milletvekili Gürol Ergin.

Buyurunuz Sayın Ergin. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA GÜROL ERGİN (Muğla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı’nın birinci bölümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlarken, Sayın Başkan sizi, değerli milletvekillerini ve yüce Türk ulusunu saygıyla selamlıyorum. Bu arada, AKP Grubunu da kutluyorum, çünkü kendisi değişime uğramış olan bir milletvekilini bugün genetiği değişmiş organizmalar konusunda konuşmacı olarak seçmiş. Bravo diyorum.

NECDET BUDAK (Edirne) – Hocam, size hiç yakışmadı.

GÜROL ERGİN (Devamla) – Değerli milletvekilleri, bir türe başka bir türden gen aktarılarak doğal olarak elde edilmesi mümkün olmayan yeni özellikler kazandırılmış organizmalara kısaca GDO deniyor.

NECDET BUDAK (Edirne) – Hocam, size hiç yakışmadı, AK PARTİ’nin oylarıyla geldim.

GÜROL ERGİN (Devamla) – Avrupa Birliğinde yalnızca bir GDO’lu mısır türünün ekimine izin verilmiştir, bunun dışında hiçbir ürüne izin verilmemiştir. GDO’lu ekim alanları Avrupa Birliği tarımsal alanının binde 2’si kadardır ve 27 üyeli Avrupa Birliğinin 20 ülkesinde GDO ekimi yapılmamaktadır, yasaktır. Avrupa Birliğinde, içeriğinde binde 9’dan fazla GDO bulunan ürünlerin ancak etiketlenerek satışına izin verilmekte, aksi takdirde izin verilmemektedir.

GDO’lu tohum üreticileri amaçlarının, dünya nüfusu hızla artarken tarım ürünleri ve gıda üretiminin bu hızla artmaması nedeniyle insanlığın yaşadığı açlığa çare bulmak olduğunu söylemektedirler. Onların savlarına göre genetiği değiştirilmiş tohumlardan elde edilen bitkiler yabancı ot ilaçlarından etkilenmeyecekleri ve zararlı böceklerden zarar görmeyecekleri için verim artacak. Ayrıca, yabancı ot mücadelesinde ve zararlı böceklere karşı kullanılan ilaçların kullanımı azalacak. Sonuçta hem daha düşük maliyetli ve hem de yüksek verimli üretim olacağından tarımsal üretim ve gıda üretimi artacak, insanlık açlığı yenerken, çevre de korunacaktır.

Ancak, bugüne kadar yaşananlar göstermiştir ki, bütün bu söylenenler asla gerçekleşmemiş, ne yabancı ot mücadelesinde kullanılan ilaçlar azalmış ne de verim düşünüldüğü gibi artmıştır. Buna karşılık GDO’lu ürünlerin tartışılan ve birçoğu da kanıtlanan ciddi riskleri ortaya çıkmıştır.

Tasarıda GDO’lu tohum ekimine ilişkin bir madde olmamakla birlikte, GDO’lu ürünlerin yarattığı sosyoekonomik risklerin en önemlisi, tohumluğun her yıl yenilenmesi ve pahalı oluşudur. GDO’lu çeşitlerin sahip olduğu terminatör gen nedeniyle tohumluğun üretici firmadan her yıl alınması zorunludur ve GDO’lu tohumlar GDO’lu olmayanlara göre en az yüzde 25 pahalıdır. Çiftçi kendi tohumluğunu ayıramayacağından ve GDO’lu tohumun fiyatı yüksek olduğundan, çiftçiler bu durumdan kesin zarar görecektir. Tek tip çeşit ve ilaç kullanımı da tarımda tohumluk ve ilaç bakımından dışa bağımlılık sorununu daha da artıracaktır.

Ancak bütün bu sosyoekonomik risklerine karşılık GDO’lu ürünlerin asıl riski sağlık açısındandır. GDO’lu bitkilerden elde edilen ürünlerin yarattığı risklerin başında alerji gelmektedir. GDO’lu bitkilerde bulunan özellikle böcek öldürücü genler, toksin, yani zehir üreterek çalıştıklarından bu toksik maddelerin veya onların parçalanma ürünlerinin vücudun herhangi bir organında birikmesiyle kronik zehirlenme her an görülmektedir. Özellikle yabancı ot mücadele ilaçlarına dayanıklı GDO’lu ürün çeşitlerinde kullanılan bromoksinil ve glufosinat gibi kimyasal maddelerin doğrudan kanser yapıcı oldukları da bilinmektedir. Gerek Rusya’da gerek Avusturya’da fareler üzerinde yapılan denemelerde GDO’lu besinle beslenen farelerde bağışıklık sisteminin zayıfladığı, farelerin yavrularında ölüm oranının çok yüksek olduğu, yavruların olması gereken ağırlığın altında doğduğu saptanmıştır. Bütün bu belirlenen sakıncaları yanında asıl üzerinde durulması gereken husus, doğal olmayan, Allah’ın yarattığı canlının gen yapısının insan eliyle değiştirildiği bu ürünlerin insanlığın gelecek kuşaklarını nasıl etkileyeceği, anormal yapılara neden olup olmayacağı konusunda duyulan kuşkulardır.

İstenen amaca ulaşılamamasına ve çok ciddi riskler taşımasına karşın, GDO’lu ürünlerin üretiminde neden bu kadar ısrarlı olunduğunun tek bir yanıtı vardır: Çok güçlü uluslararası firmalar GDO üretimi için yıllarca milyar dolar yatırım yapmışlardır ve kendileri için geri dönüşsüz noktaya gelmişlerdir; onlar yatırımlarının karşılığını mutlaka almak niyetindedirler. Transgenik tohum üreten şirketler pahalı tohum satışlarını yaygınlaştırarak, aynı zamanda zirai mücadele ilacı satışlarını artırarak bu olaydan tek kârlı çıkan taraf olmaktadırlar.

Bakanlığın daha önce hazırladığı ancak Meclise sevk edilmeyen yasa tasarılarında ve 26 Ekim 2009’da apar topar çıkarılan Yönetmelik’te bebek mamaları ve küçük çocuk ek besinlerinde GDO’lu ürünün kullanılmasına izin verilmiyordu. Böylece yasa tasarısını hazırlayanların da GDO’lu ürünlerin en azından bebek ve küçük çocuklara zararlı olduğunu kabullendikleri anlaşılıyordu. Ancak bugün görüştüğümüz tasarıda bu hüküm bulunmuyor. Yine daha önce yayınlanan Yönetmelik’te bulunan “İçerisinde binde 9 oranından fazla GDO içeren gıdaların etiketinde bu husus belirtilecektir.” ifadesi de yasa tasarısında yer almıyor.

Tasarının gerekçesinde şu ifadeler yer alıyor: “GDO’lar insan, hayvan, bitki ve çevre sağlığı ile biyolojik çeşitlilik üzerinde zarar oluşturma riskini taşımaktadır.

Kullanılan materyalin canlı organizma olması ve zararın ortaya çıkması durumunda geri dönüşün çok zor olması ya da mümkün olmaması, modern biyoteknoloji ürünlerinden kaynaklanan riski daha da arttırmaktadır.

Bitki çeşitlerinin teknoloji ürünü çeşitlere dönüştürülmesi, bunların genetik yapılarının değiştirilerek daha pahalı hale gelmesi ve bu tohumlardan bazılarının her yıl yenilenmesinin zorunlu hale gelmesi nedeniyle, üretici ve tüketicilerin olumsuz yönde etkilenmesi ihtimalinin artması, yerel tür ve çeşitlerin devamlılığının tehlikeye düşmesi ve tarımsal üretimde dışa bağımlılığın artması gibi sosyoekonomik riskler de mevcuttur.” Bu sözleri ben söylemiyorum, Hükûmet tasarısı söylüyor yani Hükûmet söylüyor. Aslında bu sözlere ekleyecek fazla husus yok ama kanun gerekçesinde bu sakıncaları sayanlar, aynı zamanda kanunu hazırlayan ve kabul edilmesini isteyenlerdir. Tasarı bu sakıncaların hiçbirini gideremiyor.

Hükûmetin hazırladığı bu tasarı yalnızca ülkeye GDO’lu ürünlerin girişine ilişkin düzenlemeleri içermektedir. Oysaki bu tasarı, izin mekanizmasını düzenleme yerine, GDO’ların riskini dikkate alarak tarımsal sistemlerde GDO yasağına dayalı bir biyogüvenlik sistemi oluşturmalıdır. Çıkarılacak biyogüvenlik yasası, GDO’lu ürünlerin ülkeye girişini onaylayan bir mevzuat değil, tam tersine, sağlığa zararsız olduğu kesin olarak belirleninceye kadar GDO’lu ürünlerin ülkeye girişine izin vermeyecek, halk sağlığını ve toplum yararını gözetecek şekilde olmalıdır.

Hiç kimse, açlığı, GDO’lu üretime gerekçe olarak göstermesin. Açlık, bir toplumsal ve politik sorun olup gelir dağılımındaki adaletsizlik bugün yaşanan açlığın tek ve gerçek nedenidir. Bu nedenle, giderek büyüyen açlık sorunu, üretim teknolojilerinin yarattığı ya da çözeceği bir sorun değildir. TÜİK’in rakamlarına göre 13 milyonun üzerinde insanımız yoksul ise, o 390 bin yurttaşımız her gün yatağa aç giriyorsa, bu sorunun çözümü ulus üstü firmaları zengin etmek değil, gelir dağılımı adaletsizliğini ve yoksulluğu gidermektir.

Sayın Bakan Hürriyet gazetesinde yayımlanan bir söyleşisinde, “GDO’lu ürün yemek istemem.” diyor. Mademki GDO’lu ürün Sayın Bakanı rahatsız ediyordu, bu konuda niçin bugüne kadar düzenleme yapılmadı da GDO’lu ürünleri hem kendi yedi hem milletine yedirdi? Bundan sonra neden, hem de yasal kılıfına uydurarak, GDO’lu ürünleri bu millete yedirecek?

Çıkarılan Yönetmelik’te ayrıca çok garip olarak GDO’suz ürünlerin etiketlerine “Bu ürün GDO’suzdur.” yazılması da yasaklanıyordu. Bu konuda yasa tasarısında herhangi bir hüküm yok ama yönetmeliklere konup konmayacağını henüz bilmiyoruz.

Ayrıca, bu gıdalar, insan eliyle doğal yapıları değiştirilen gıdalar olduğu için toplumun önemli bir kesimince etik bulunmadığı gibi dinî açıdan da sakıncalı görülüyor. Büyük sermaye bu sorunu da güzelce çözdü. İslam Konferansı Teşkilatı üyesi ülkelerin oluşturduğu kurul, genetiği değiştirilmiş organizmaları içeren gıdaların haram olmayan bir genetik maddeden yapılıyor ise helal olabileceğine karar verdi. Bu arada, bir Başbakan Başmüşaviri, Doktor Ramazanoğlu da tartışmalara Kur'an’daki ayetlerle katıldı. Ramazanoğlu, İstanbul Ticaret Odasının konuyla ilgili seminerinde GDO’ların üretimi konusuyla ilgili olarak Kur'an-ı Kerim’de yüze yakın ayetin bulunduğunu söyledi. Bakara, Nisa ve Vakıa surelerinden alınan on dokuz ayetin GDO’lu ürünlerin ne kadar yanlış anlaşılmaya müsait olduğunu gösterdiğini belirten Başmüşavir, GDO’lu ürünlere gösterilen olumsuz tepkinin doğru olmadığını ayetlerle açıklayarak GDO’yu “Dünyanın kurulmasından itibaren doğanın kendi başına yaptığı tür ıslah işleminin modernleşmiş hâli.” olarak tanımladı.

Değerli milletvekilleri, bir Başbakanlık Başmüşavirinin konuya yaklaşımı böyle olunca bize “Vay benim memleketimin hâline.” demekten başka söyleyecek söz kalmıyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Niye? Rahatsız mı oldun Kur'an’dan?

GÜROL ERGİN (Devamla) – Sayın Bakan “Yönetmelik’in yayınlanmasından sonra ülkeye GDO’lu ürün girmesi bu Yönetmelik’ten sonra fiilen mümkün değildir yani sıfır düzeyindedir.” diyordu. Ama şimdi görüyoruz ki biyogüvenlik kanunu ile GDO’lu ürünler belli bir düzen içerisinde ülkeye rahatça girecek, yapılan yalnızca GDO’lu ürünlerin ülkeye girişine yasallık kazandırmak olacak.

Değerli milletvekilleri, Türkiye kesinlikle tarımsal üretimi artırmak için GDO’ya gereksinim duyan bir ülke değildir. Bizim gereksindiğimiz, geleneksel tarımın koşullarını sağlamak, topraksız köylüye toprak verip onu çok istediği hâlde olamadığı üretici durumuna getirmek, yıllardan beri ihmal edilen, susuzluktan kavrulan topraklara su götürmek, çiftçinin girdilerinden alınan insafsız ÖTV ve KDV uygulamalarına son vermek, çiftçinin ürününü yok pahasına satmak zorunda kalışını önlemek, çiftçiye verilen desteği hiç olmazsa yasada yazılı miktara çıkarmak, çiftçinin örgütlenmesine engel çıkarmak yerine örgütlenmesine önayak olmaktır. Yedi yıl süresince çiftçiyi üretemez hâle getirip ondan sonra çare olarak GDO’yu göstermek kabul edilebilir bir davranış olamaz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi bağlayınız.

GÜROL ERGİN (Devamla) – Tamamlıyorum efendim.

Olsa olsa, Türk çiftçisini uluslararası şirketlere tutsak etmek, Türk ulusunu da sonu hüsranla bitecek bir maceraya sürüklemek olur.

Bu kanunla ortaya çıkan net husus, AKP döneminde soya, pamuk, kanola, mısırda dışarıya mecbur ve mahkûm edildiğimizdir. Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında çiftçimiz bu ürünleri yeteri kadar üretecek, ne bu yasaya mecbur kalacağız ne de Türk halkına GDO kâbusunu yaşatacağız diyerek sözlerime son verirken Sayın Başkan sizi, değerli milletvekillerini, bana laf atmaktan zevk alan milletvekillerini özellikle ve büyük Türk ulusunu tekrar saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Ergin.

ALİ KOYUNCU (Bursa) – Ters oldu Hocam.

BAŞKAN – Şahsı adına Giresun Milletvekili Eşref Karaibrahim.

Buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

EŞREF KARAİBRAHİM (Giresun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı üzerinde şahsım adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Son yıllarda hızla gelişen modern biyoteknolojik yöntemlerle elde edilen genetiği değiştirilmiş organizmalar ve ürünlerin üretim ve tüketiminin insan, hayvan ve bitki sağlığı ile çevre ve biyoçeşitllik üzerindeki etkilerinin olumsuz sonuçlar doğurabileceği endişesi tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de ulusal biyogüvenliğimizi güvence altına alacak bir düzenlemenin yapılmasını zorunlu kılmıştır. Ancak yasa tasarısının “Birinci Bölüm: Amaç ve Kapsam” başlığı altında yasa tasarısının içeriği dar tutulmuş olup Biyogüvenlik Yasası Tasarısı GDO ve ürünlerine münhasır tasarı hüviyetindedir. Oysa biyogüvenlik konusu, GDO dışında başka biyogüvenlik konularını da kapsayan daha geniş bir çerçevede ele alınmalıydı.

Yasa tasarısının “İkinci Bölüm, Başvuru, değerlendirme ve karar verme” başlığı altındaki 3’üncü maddesinin 10’uncu fıkrasında, GDO ve ürünlerinin ülkemizden transit geçişi Bakanlık iznine bağlı olmak koşulu ile serbest hâle getirilmiştir. Bu durum uygulamada telafisi mümkün olmayacak zararlar meydana getirecektir. GDO ve ürünlerinin transit geçiş sırasında çevreye yayılma riski vardır. Bu sebeple GDO ve ürünlerinin transit geçişine izin verilmemelidir. Bilhassa bunun karayollarında çok önemli bir konu olduğunu düşünüyorum.

Yasa tasarısının “İkinci Bölüm, Yasaklar” başlığı altındaki 5’inci maddesinde, çevreye ve ülkemizin biyoçeşitliliğine vereceği zararlar göz önünde bulundurularak, genetiği değiştirilmiş bitki ve hayvan üretimi yasaklanmıştır. Ancak, GDO ve ürünlerinin ithalatı, ihracatı, nakil, taşıma, saklama, paketleme, etiketleme, depolama, piyasaya sürme, işlemesi, kullanılması ve benzeri faaliyetleri yasak kapsamı dışında tutulmuştur.Oysaki bilimsel çevreler, GDO ve ürünlerinin yem ve gıda sanayisinde kullanılmasının insan ve hayvan sağlığına olumsuz etkilerinin olabileceğini belirtmektedirler. Ayrıca, yem ve gıda sanayisinde kullanım amaçlı ithal edilecek genetiği değiştirilmiş bitkilerden elde edilen soya fasulyesi, pamuk tohumu gibi ürünlerin ithalat amacı dışına çıkılarak tarımsal üretimde tohum olarak kullanılmaları mümkündür ve uygulamada bunun üzerine geçmek zordur.

Bu nedenle, GDO ve ürünlerinin ithalatı, ihracatı, nakil, taşıma, saklama, paketleme, etiketleme, depolama, piyasaya sürme, işlemesi, kullanılması ve benzeri faaliyetlerin yasaklanması gerekmektedir.

Taze sebze ve meyvede henüz çok fazla risk olmadığı söylense de, Türkiye, dünyanın en büyük GDO'lu soya ve mısır üreticilerinden olan Amerika ve Arjantin'den gıda ve yem amaçlı mısır ve soya fasulyesi ithal ediyor. Genetiği değiştirilmiş mısır ve soya ile beslenen hayvanların eti, mısır ve soyadan üretilen ürünler, yağ, un, nişasta, bisküvi, tatlı ve çikolatalar ailemiz ve çocuklar tarafından tüketilmektedir.

Sayıları her geçen gün artan bilinçli tüketici, GDO'lu tohum kullanılmasının yasak olduğu ve bu yasağın da denetlenerek sertifikasyona tabi tutulduğu organik ürünleri alarak GDO'dan sakınmaya çalışmaktadır ancak örneğin pamuklu bir tişört ya da pijamada bile GDO olabilmektedir.

Genel Kurulda görüşmekte olduğumuz Biyogüvenlik Yasa Tasarısı’yla gerekli tedbirler alınmazsa istenmeyen genler atalık tohumlarımızı, ürünlerimizi, gıdamızı ve dolayısıyla sağlığımızı ve ekonomimizi etkileyecek büyük bir tehdit oluşturmayı sürdürecektir.

Türkiye, dünyanın en önemli gen kaynaklarına sahip bir ülke olarak, kendi değerlerinin farkına varmalı ve asıl verimlilik ve açlıkla mücadelenin GDO'ya izin vermek değil GDO'yla mücadele etmekle olabileceğini görmeli ve bir an önce GDO'ya karşı önlemler almalıdır.

Atalık yerel tohumları ve bitki çeşitliliği yok olmuş, uluslararası şirketlerin verdiği numaralandırılmış ve tek seferlik tohumlara bağımlı bir ülke; bunun yanında gıda bağımsızlığını kaybetmiş bir ülkeye uygulanabilecek yaptırımların tehdidi... Bütün bunlar göz önünde bulundurularak yasal düzenlemeler yapmaya özen göstermeliyiz. Kendi kendine yeten, verimli topraklara sahip ülkemizde yeterli teşvikler sağlandığında GDO’lu ürünlerin yaratacağı iddia edilen bolluğa ihtiyacı olmadığı kanaatindeyim.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurun.

EŞREF KARAİBRAHİM (Devamla) – Zaten bin bir zorlukla mücadele eden çiftçimizin, üreticimizin üretim gücünü zaman içerisinde tamamen yok edecek GDO tehdidine acil önlem almamız çok önem taşımaktadır.

Genleriyle oynanmış ürünlerin canlıların vücudunda ne tür hastalıklara veya arazlara yol açabileceğinin farkında olmadan denek olarak kullanılan insan ve hayvanlar, daha fazla verim adına her geçen gün daha fazla kimyasal tarım ilacı istediği için giderek kirlenen su ve topraklar, kaynaklar ve her türlü iklim koşullarında yetişen, kuraklık ve hastalığa karşı sigorta niteliğindeki atalık tohumlarla yerel çeşitliliğimizin zenginliğini koruyan, bu sayede gıda bağımsızlığıyla dünyaya örnek olacak bir ülke…

Hedefimiz bu olmalı, çalışmalarımızın bu yönde yoğunlaştırılması gerekmektedir diyor ve yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Karaibrahim.

Şahsı adına İzmir Milletvekili Şenol Bal. (MHP sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Bal.

ŞENOL BAL (İzmir) – Değerli milletvekilleri, görüşülmekte olan 473 sıra sayılı Ulusal Biyogüvenlik Yasa Tasarısı’nın birinci bölümü hakkında şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, Hükûmet, keşke, Biyogüvenlik Yasa Taslağı’nı Meclise getirmeden önce, daha önce, haziran ayında vermiş olduğumuz araştırma önergemizi kabul etmiş olsaydı, konu en azından tüm boyutlarıyla yeterince tartışılabilseydi ve milletvekillerimiz de yeterli bilgiye sahip olsalardı. Bugün burada saygıdeğer milletvekillerimizin, toplumumuzun çok endişe taşımış olduğu bir konu görüşülürken ilgisizliğini ayrıca değerlendirmek gerektiği kanaatindeyim.

Evet, bu araştırma önergesi değerlendirilseydi ve bu tasarı ondan sonra hazırlansaydı, bugün önümüze konulan bu tasarı, içerdiği hükümler açısından, insan, bitki, hayvan sağlığı, çevre ve biyoçeşitliliğin korunması konusunda şüpheye düşüren, anlaşılması zor ve eksikliklerle dolu olmayabilirdi.

Sayın milletvekilleri, Türkiye'nin taraf olduğu Cartagena Biyogüvenlik Protokolü’ne taraf olmak gereği, AB ile müzakere sürecinde mevzuatımızın AB mevzuatına uyumlu olması gereği, önümüzdeki günlerde açılacak olan 12’nci faslın “Gıda” başlığı altında ele alınacağı için, beş yıl bekledikten sonra, işte alelacele Ulusal Biyogüvenlik Yasa Taslağı önümüzde.

Özellikle 2003 yılından sonra yılda 2,5 milyon tonlara varan GDO’lu mısır, soya, kanola gibi “GDO yoktur.” beyanı ile hayvan yemi ve bir kısmı da gıdada kullanılmak üzere ülkemize elini kolunu sallayarak giren GDO’lu ürünleri göz önüne aldığımızda, bu Ulusal Biyogüvenlik Yasası’nın ne kadar önemli olduğu ortaya çıkıyor ve senelerdir de bu Biyogüvenlik Yasası’nı bekliyorduk. Yani Cartegena Protokolü’nün yürürlüğe girmesinden beş yıl süre sonra –ki sekizinci yıla giren bir iktidarsınız- nasıl bir hazırlık yaptınız? Sayın Bakan, balık, beyaz et ve kırmızı et üreticileri bu GDO’lu ürünleri kullanırken sadece seyrettiniz mi? Tarım ülkesi olan ülkemizde alternatif ve cazip olabilecek üretim için hangi önlemleri aldınız? Yine, GDO’lu tekelleşmiş firmaların dünyadaki bu hızlı yayılmacılığı, gelişimi karşısında hangi tedbirler geliştirdiniz? Biyoteknolojik ARGE çalışmalarına ne kadar önem verdiniz? Bakınız, biyoteknoloji araştırmalar kurumu konusunda bir önerge alt komisyonda verilmiş olmasına rağmen bir kurumun oluşmasından niye endişelisiniz? Bunları değerlendirmek lazım.

İthalatı öyle zorlaştırıyoruz ki aslında “Yasak getiriliyor.” söylemleriyle de milleti kandırmamak gerekir Sayın Bakan. Aynı şekilde, yönetmelik için de aynı şeyleri söylemiştiniz.

Tekelleşmiş GDO şirketleri Dünya Ticaret Örgütü kanalıyla öyle baskılar uyguluyor ki GDO’lu ürünleri her ülkeye pazarlıyorlar. “Efendim biz şartları zorlaştırdık.” demeyin. O şartlar bu firmaların ürünlerini pazarladıkları her ülke için, hatta belki daha fazlası için geçerli. Bir fark var, o ülkeler önlemlerini almışlar. Avrupa Birliği ülkeleri GDO ve ürünlerini denetleyebilecek, her türlü risk analizi yapabilecek yapılara ve şartları haiz, hatta kendi GDO’larını patentleyebilecek duruma gelmiş durumdalar.

Sayın milletvekilleri, bu yasa taslağına göre, ithalatçı veya gen sahibi, Bakanlığa başvuruda bulunduğunda istenilen detaylı risk değerlendirme sonuçlarını beyan ediyor. Nedir bunlar? Laboratuvar, sera ve tarla testlerini içeren alan denemeleri ile gıda analizleri, toksisite ve alerji testleri. Durum Biyogüvenlik Kuruluna geliyor ve buradan bilim komiteleri bu bilgilerin bilimsel bilgilere uygunluğunu değerlendiriyor. Yani bir noktada daha teorik olarak “Efendim, bu firmalar büyük firmalar, beyanları yalan olmaz, doğru beyan ederler.” de diyemeyiz.

Sayın milletvekilleri, bu alan, bu pazar çok büyük…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

ŞENOL BAL (Devamla) – …bu pazar hiç durmadan büyüyor ve yeni firmalar bu pazara giriyor. Şu anda dünyada ticari olarak hâlihazırda herbisitlere dirençlilik, böcek ve hastalıklara ve çevresel koşullara dayanıklılık özellikleri kazandırılan mısır, soya, kanola ticaretinde bulunuluyor ama önümüzdeki süreçte, yüzlerce meyve sebze gibi ve genetiği değiştirilmiş -şekil, verim bakımından- birçok bitki, üretim onayı ve ticari izni henüz tamamlanmamış ama patenti alınmış şekilde ticari hayata atılmayı bekliyor.

İşte, bu şeyde Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı’nın önemini, çok faydalı olduğunu biliyoruz ama en azından vermiş olduğumuz değişiklik önergeleriyle daha iyi hâle getirilmesinin de önemini burada vurgulamak istiyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bal.

Sayın milletvekilleri, şimdi soru-cevap bölümüne geçiyoruz.

Bu bölümde soru-cevap işlemimiz on beş dakika.

Sayın Tankut, Sayın Özdemir, Sayın Aslanoğlu, Sayın Karaibrahim, Sayın Öztürk, Sayın Ağyüz, Sayın Kaptan, Sayın Orhan, Sayın Coşkunoğlu sisteme girmişler.

Buyurunuz Sayın Tankut.

YILMAZ TANKUT (Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, biyogüvenlik kavramından kasıt, sadece GDO’lu ürünlerin denetimi ve kullanımı konuları mıdır? GDO dışında başka biyogüvenlik konularını kapsayan unsurlar yok mudur? Varsa bu unsurlar nelerdir? Bu tasarıyla sadece GDO’lu ürünlerin ithal ve denetiminin düzenlenmesi ülkemizin genel manada biyogüvenlikle ilgili meselelerini çözebilecek midir? Yoksa ileride toprak-bitki-su ilişkileriyle birlikte çevre sağlığının da düzenlenmesi konularını kapsayan biyogüvenlikle ilgili başka bir kanun tasarısının getirilmesi mi planlanmaktadır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Tankut.

Sayın Özdemir…

HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakana soruyorum: Kanatlı hayvan üretiminde soya ve mısırın öneminin inkâr edilemez düzeyde olduğu malumlarıdır. Diğer yandan, başta Rusya olmak üzere komşularımızın tavuk eti ve yumurta ihtiyacının okyanusaşırı ülkelerden karşılandığı da bilinmektedir. Türkiye'nin üretim potansiyelini kullanarak, mısır ve özellikle soyayı kendi ülkemizde üreterek neden bu ülkelerin ihtiyacının tamamını karşılamayı hedefleyen bir politika geliştirmeyi düşünmediniz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Özdemir.

Sayın Aslanoğlu…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Bakan, listeyi alamadım, bekliyorum. Eğer lütfederseniz, deminki o 1 Martla… Bir fotokopi de olsa yeter benim için.

Bağışlayın, ben GDO konusunda uzman değilim. Geçmişten inceleyeyim dedim bu yasa geldiğinde. Yönetmeliklere baktım, yasaya baktım ama belki atladım, onun için… Yönetmeliklerde GDO’lu ürünlerin bebek mamaları ve bebek formüllerine, devam mamaları ve devam formülleri ile küçük bebek ve ek besinlerine konulması yasaklanmış Yönetmelik’te. Yine, insan ve hayvan tedavisinde kullanılan antibiyotiklere karşı direnç genleri içeren GDO ve GDO ürünleri ithalatı ve piyasaya sunulması da yasaklanmış Yönetmelik’te ama yasa metnine bakıyorum, yasa metninde göremiyorum. Acaba o mu yanlıştı, bu mu yanlış? Öğrenmek istiyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Aslanoğlu.

Sayın Karaibrahim…

EŞREF KARAİBRAHİM (Giresun) – Teşekkür ederim Başkan.

Sayın Bakan, biraz önce sorduğum soru herhâlde atlandı diye düşünüyorum. TMO ve FİSKOBİRLİK açıklanmadı. Bir de dönüm başına 150 bin liranın tarihi…

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Karaibrahim.

Sayın Öztürk…

HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, tasarının karar sonrası yapılacak işlemlerin düzenlendiği 7’nci maddesinin 1’inci fıkrasında ithalatçılar kontrol ve denetim işlemleriyle ilgili olarak talep edilen hususları yerine getirmekle yükümlü tutulurken GDO ve ürünlerini yurt içinde geliştiren gerçek ve tüzel kişiler için böyle bir yükümlülük öngörülmemesi bir unutmanın sonucu mudur? Değilse bu sonuncular ne amaçla bu yükümlülükten muaf tutulmuştur?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Öztürk.

Sayın Ağyüz…

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Teşekkür ederim.

Sayın Bakanım, ben de Sayın Aslanoğlu gibi bu üç düzenlemede faydalanan firmaları merak ediyorum. Ayrıca da Gaziantep önemli bir ihracat merkezi. Gaziantep İl Kontrol Laboratuvar Müdürlüğünde yaşanan eksiklikler, engeller ihracat taahhütlerinin zamanında yerine getirilmediğine neden olmaktadır. Ülke ekonomisine katkıda bulunan bir kent için bu kurumda yapılacak olan düzenlemelere bir an önce müdahale etmeyi düşünüyor musunuz? Çünkü çok acil durumda Gaziantep bu konuda.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Ağyüz.

Sayın Kaptan…

OSMAN KAPTAN (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, bu GDO’lu ürünler televizyonlarda ve basında verilirken sebze ve meyve resimleri konuyor. Ben bir üretim bölgesinin milletvekili olarak bu konuda çok büyük üreticilerimiz sıkıntı duyuyor. Aslında şunu net bir şekilde “Türkiye’deki seralarda üretilen sebze ve meyvelerin hiçbiri şu anda GDO’lu değildir.” deseniz de bunu Türkiye’de herkes duysa olmuyor mu?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Kaptan.

Sayın Orhan…

AHMET ORHAN (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Tüm dünyada GDO’lu ürünler içerisinde mısır, soya, kanola ve pamuk en önemli yeri işgal ediyor.

Ülkemizde pamuk 2006 yılında 950 bin ton, 2007 yılında 700 bin ton, 2009 yılında ise 350 bin ton seviyesinde üretilmiştir. Tüketim ise 1 milyon 300 bin ile 1 milyon 400 bin ton seviyesindedir. Bu sebeple, 1 milyon ton pamuk ithal edilmekte ve karşılığında 1 milyar doların üzerinde dövizimiz yabancı ülkelere, başta Amerika’ya gitmektedir. Amerika’dan ithal edilen pamuğun GDO'lu olduğu bilinmektedir.

Ülkemizde geleneksel tohumlarla üretilen pamuk alanlarının genişletilmesi için nasıl tedbir düşünüyorsunuz?

Geçtiğimiz yıldaki prim miktarının aynı seviyede olması hâlinde çiftçinin pamuk ekmeyeceği gerçeği orta yerdeyken bu durumu nasıl değiştirmeyi düşünüyorsunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Orhan.

Sayın Coşkunoğlu…

OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

3’üncü maddenin 3’üncü fıkrasında “Yapılan bir başvurunun sonucu başka başvurular için emsal teşkil etmez.” diyor. Aynı konularda, benzer konularda araştırma yapanların yaptığı başvurularda birisinin yaptığı başvuru öbür araştırmacı için de geçerli olabilir. Ona da uygulanacak mı? Bunu sormak istiyorum, bir.

Keza, 3’üncü maddenin 4’üncü fıkrasında 90+15, 105 gün izin süresi olarak görülüyor. Oysa siz “on beş gün” demiştiniz. Yani araştırma için gerekli izinler sadece Bakanlıktan mı alınacak, Biyogüvenlik Kuruluna gitmeyecek mi?

Son olarak da neden araştırma amacıyla kullanılan GDO'ları kapsam dışı bırakmaktan imtina ediyorsunuz, bu yasanın dışında bırakmaktan imtina ediyorsunuz?

Pardon, sondan bir önce…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Süreniz bitti. Teşekkür ediyoruz Sayın Coşkunoğlu.

Buyurunuz Sayın Bakan.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Biyogüvenlik Kanunu’nun sadece GDO'yu ilgilendirdiği yönünde Sayın Tankut’un bir sorusu oldu. Tabii, burada, biyoloji ile ilgili başka bir kavram daha var. Bütün biyosistem -yani toprağı, suyu, bütün canlıların tamamı- başka bir kavram içerisinde, aslında “biyolojik güvenlik” diye geçiyor. Tabii bunların her birisi için ayrı bir düzenleme yapılması gerekiyor. Bu mesele, dünyada, Türkiye açısından da önemli bir mesele ve acil bir mesele. Bu konuda Türkiye'nin bir düzenleme yapması gerekiyor. Biyogüvenlik Kanunu’nu biz, temel olarak transgenik bitkileri, bunlarla yapılacak olan işlemleri, bunlara ait düzenlemeleri o nedenle öngörüyoruz. Ötekiyle ilgili ayrı ayrı zaten düzenlemeler yapılacak.

Kanatlı hayvan üretimini yüksek bir şekilde hedefleyip de bunu Rusya Federasyonu’na veya diğer çevre ülkelere ihraç etme gibi bir hedef olup olmadığını söyledi Sayın Özdemir. Şimdi, Türkiye, tabii, üretimini son altı yedi yıl içerisinde önemli bir miktarda artırdı. 1 milyon 250 bin tona çıktı beyaz et üretimi ve geçtiğimiz yıl 80 bin ton civarında da beyaz et ihracatı gerçekleşti. Bu kapasite artışıyla birlikte -Türkiye’de biliyorsunuz özel sektör bir tarafından yapılıyor, özel sektör bu konuda gelişiyor- Rusya Federasyonu’yla da bu sene için 60 bin ton, önümüzdeki yılda da 100 bin ton yine sektör bir ihracat planlıyor. Bu ilave bir pazar. Bu konuda biz de zaten Hükûmet olarak gerek ihracat desteği gerekse diğer destekler olmak üzere yardımcı oluyoruz.

Şimdi, biz, aslında, GDO olmadan da, transgenik ürün üretmeden de… Türkiye başka ülkelerin mısır koçan kurduna veya sap kurduna karşı genetiği değiştirilmiş mısır üretiyor ama Türkiye bu arada sap ve koçan kurduna dayanıklı yedi tane çeşit geliştirdi. Bunu Türkiye yaptı. Yani Türkiye bu çalışmalara ne ara verdi ne bu çalışmaları durdurdu. Şu anda da Türkiye bu tohumları da firmalara verdi. Bunlar tamamen Türkiye’de ve transgenik olmadığı hâlde yani doğal yollarla ıslah edilmiş ama aynı zamanda koçan kurduna ve sap kurduna karşı dayanıklı bir mısır tohumunu da Türk bilim insanları ve Bakanlığımız çalışanları geliştirdi. Bunun için özellikle… Ayrıca yine Türkiye şartlarına uygun yüksek verimli ve kaliteli altı tane soya çeşidi geliştirildi ve bunlar üretime konuldu.

Şimdi, tabii, Türkiye’de birçok aslında gelişme var, çok önemli aşamalar da kaydediliyor ama Türkiye’de üreticiler en nihayet bir iktisadi faaliyet yapıyor ve o iktisadi faaliyet nerede daha çok kârlıysa, birbirine alternatif eğer ürünleri varsa o alternatif ürünlerden en kârlı olanı seçiyor veya işine en kolay geleni seçiyor. Mısır-pamuk dengesinde de mesela aynı şey oldu. Türkiye, doğrudur, geçen zaman içerisinde pamuk üretiminde bir düşme oldu ama Türkiye mısır üretimini yüzde 110, yüzde 120 oranında, yaklaşık, artırdı. Bu şunu gösteriyor: O biraz daha demek ki alım satımı, pazarı daha kolay ve üretici oradan oraya bir kayma gösterdi. Şimdi, işin esası bu, bunu bu şekilde değerlendirmek lazım. Peki, bundan sonraki süreç içerisinde bunlara biz ne yapabiliriz? Mesela, bizim yapabileceğimiz destekleme miktarlarını artırmaktır. Demin kürsüde de söyledim: Yüzde 45-yüzde 46 oranında maliyetini karşılıyoruz pamukta, soyada aynı şekilde, ayçiçeğinde yüzde 39’unu karşılıyoruz. Yani eğer üretici 100 lira harcıyorsa bir ürünü üretmek için, bunun 45-46 lirasını biz destek olarak ödüyoruz kendisine ama bizim imkânlarımız Türkiye olarak buna yetiyor çünkü yağlı tohumların tamamını Türkiye’de üretebileceğiniz yer muhakkak surette yüksek yağış almak zorunda veyahut da sulama mecburiyeti var. Onun için biz -demin arkadaşlarım söyledi- GAP ve DAP projelerini, KOP projelerini hayata geçirdik. Yani eğer Türkiye’de sulanabilir alanı biz arttırırsak ancak yağlı tohumlar alanında kendimize yeterli hâle gelebiliriz. Dolayısıyla bizim hedefimiz budur. 1 milyon hektar alan GAP bölgesinde sulamaya açıldığında, Konya’da, Konya Ovası’nda yine ilave 300-400 bin hektar sulamaya açıldığında bu alanların yağlı tohumlara ayrılması, endüstri bitkilerine ayrılması imkân dâhiline girecek ve o zaman Türkiye, bu süreçte bu problemlerden kurtulur. Yani Türkiye’nin mısır veya soya ithal etmesi ki mısırda ciddi şekilde bu azaldı. Yani Türkiye’nin -biraz önce de söyledim tekrar ediyorum- ihtiyacı şu anda diyelim 5 milyon ton, bu sene işletme içi tüketimi de kattığımız zaman 5 milyon ton mısır üretimi var. Türkiye’nin talebi de 4,5 milyon ton civarında ama biz mısırda bunu çözdük. Ne bileyim, çeltikte 2 katına çıkardık üretimi. Bunlar hep desteklemelerle, uygulanan doğru politikalarla bu hâle geldi. Bundan sonra pamukta da soyada da benzer diğer, ayçiçeğinde de bunun olabilmesi daha fazla alanın sulanabilmesine bağlıdır ve o sulama yatırımları bittiği zaman bunlar gerçekleşir.

Şimdi, bir başka husus Gaziantep’le ilgili “İl Kontrol Laboratuvarında eksiklikler var.” dedi Sayın Ağyüz. Biz oraya 2010 yılında -yatırımlarımız devam ediyor- 2 milyon lira, yani eski parayla 2 trilyon liralık biz yatırım gerçekleştirdik, Gaziantep İl Kontrol Laboratuvarı bünyesinde. Dolayısıyla bundan sonra da bu devam edecek.

Sayın Karaibrahim’in konumuzla ilgili olmasa bile, fındıkla ilgili sorduğu soru… Biz bu ay içerisinde, 20-25’i arasında her ay ödeme yapıyoruz.

EŞREF KARAİBRAHİM (Giresun) – Ödenecek mi?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Elbette.

Bu ay içerisinde fındık alan bazlı desteği -ki 705 milyon lira civarında- bu ay içerisinde, Martın 20’si ile 25’i arasında bir tarihte ödenecek.

EŞREF KARAİBRAHİM (Giresun) – Taksitlere mi bölünecek?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Hayır, hayır, bir defada ödeniyor. Yani bu ay 1 milyar 250 milyon civarında bizim bir ödememiz var toplam, bunun 700 küsur milyonu fındık, diğeri de hayvancılık. Hayvancılık, yağlı hububat primleri ve baklagil primleri gibi desteklerden oluşmaktadır. Bu ay içerisinde bunu ödüyoruz.

Şimdi “Yeni kanunla antibiyotiğe direnç geni taşıyan GDO’lara ve GDO’ların bebek mamalarında kullanımına izin veriliyor mu?” sorusu soruldu. Şimdi, burada, arkadaşlar, bu kanunla… Lütfen şunu doğru okuyalım, doğru anlayalım: Bu kanun peşin olarak hiçbir şeyin Türkiye’ de, asla girişine izin vermiyor, böyle bir şey önermiyor, böyle bir teklifte bulunmuyor. Türkiye’de ticarete konu olan her şey eğer bir genle muamele edilmişse bu bir risk değerlendirmesine tabi tutulacak. Getirilen husus budur. Avrupa Birliğinde de böyle yapılıyor. Avrupa Birliğinde böyle yapılıyor, yani risk değerlendirmesi yapılıyor. Nedir bu risk? İnsan sağlığı, çevre sağlığı, hayvan sağlığı ve Türkiye ilave bir risk daha getiriyor ki bu da sosyoekonomik risktir. Sosyoekonomik risk değerlendirmesinden sonra, bütün bu aşamaları geçtikten sonra, bilimsel komiteler eğer Türkiye’de bu ürünün ithalatına, ticaretine, kullanımına uygun diyorsa o takdirde bu getirilebilecek. Yoksa böyle, işte, serbestleştiriliyor falan suçlamaları doğru kesinlikle değildir, çok yanlıştır, kamuoyunu da yanlış bilgilendirme yönünde sarf edilen sözlerdir. Bu da Türkiye’ye de, sektöre de çok zarar veriyor. Bu tasarı böyle bir şey öngörmüyor, bu tasarı böyle bir şey söylemiyor, bu tasarı dünyadaki en gelişmiş ülkelerde, en hassas ülkelerde uygulanan risk değerlendirme yöntemlerini uygulamak suretiyle bundan sonraki düzenlemelerin buna göre izlenmesi, kontrol edilmesi gerektiğini söylüyor. Hem transfer konusunda hem taşıma konusunda kurallar aynı şekildedir hem üretimle, ithalatla, ticaretle vesaire ile ilgili ki bir daha, tekraren söylüyorum: Tasarı Türkiye’de transgenik bitkilerin, GDO’ların üretimine asla izin vermiyor. Böyle bir şey sureti katiyede Türkiye’de yasak. Bu tasarı da bunu getiriyor, bunu öngörüyor.

Şimdi, Sayın Akman’ın çok yerinde bir ifadesi oldu, dedi ki: “Televizyonlar GDO’dan bahsederken meyve sebzeleri gösteriyor.” Ben birkaç tane katıldığım televizyon programında o anda ikaz ettim, lütfen bunları göstermeyin dedim. Bu son derecede yanlıştır. Türkiye’de şu anda hiçbir şekilde transgenik bitki üretimi yapılmamakta. Ne meyve-sebze ne de başka bir ürün. Asla böyle bir üretim söz konusu Türkiye’de değil.

ŞENOL BAL (İzmir) – Kaçak giremez mi?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Hayır, giremez. Hiçbir şekilde giremez.

ŞENOL BAL (İzmir) – O kadar çok kaçak şey giriyor ki ülkeye.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Hayır, hayır, öyle bir şey söz konusu değil. Ne kaçak girer ne kaçak üretim yapılabilir Türkiye’de. Böyle bir şey söz konusu değil. Meyve -sebzeyle de bu konunun hiçbir ilişkisi yoktur. Türkiye’de üretilen bütün ürünler gibi meyve- sebze de bu açıdan temizdir, güvenilirdir, sağlıklıdır ve asla GDO ihtiva etmemektedir.

Bunu ben çok söyledim. İlk defa söylemiyorum ama önemine binaen, Sayın Akman söylediğinden dolayı bir daha ifade ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Bakan, süremizi üç dakika geçtik.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Peki, teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz.

Sayın milletvekilleri, birinci bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, birinci bölümde yer alan maddeleri, varsa o madde üzerindeki önerge işlemlerini yaptıktan sonra ayrı ayrı oylarınıza sunacağım.

1’inci madde üzerinde bir adet önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na

Görüşülmekte olan Biyogüvenlik yasa tasarısının 1. maddesinin 2. fıkrasında yer alan “işleme, piyasaya sürme, kullanma, ithalat, ihracat, nakil, taşıma, saklama, paketleme, etiketleme, depolama ve benzeri faaliyetlere” ibarelerinin madde metninden çıkarılmasını ve 1. maddenin 3. fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ederiz.

3- Veteriner tıbbi ürünler ile Sağlık Bakanlığınca ruhsat veya izin verilen beşeri tıbbi ürünler ve kozmetik ürünleri ile araştırma amacıyla kullanılan GDO’ lar ve ürünleri bu kanun kapsamı dışındadır.

 

Vahap Seçer

Ferit Mevlüt Aslanoğlu

Şevket Köse

 

Mersin

Malatya

Adıyaman

 

Osman Coşkunoğlu

Rasim Çakır

Metin Arifağaoğlu

 

Uşak

Edirne

Artvin

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ MEHMET ERDOĞAN (Adıyaman) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Coşkunoğlu. (CHP sıralarından alkışlar)

OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Vermiş olduğumuz önergeyi lütfen dikkatli incelemenizi rica ediyorum. Önerge iki konudaki sakıncayı gidermeye yöneliktir yasa tasarısında. Birincisi, transit GDO’lu ürünlerin de izin verilmemesi yönündedir. Şimdi, biraz önce, iki üç dakika önce Sayın Bakan “Kaçak da olamaz, bir şey olamaz.” dedi. Türkiye’de şekerden, uyuşturucudan, hatta insan kaçağına kadar birçok kaçak olduğunu, Avrupa Birliği görüşmelerinde bu göç veya insan kaçağı konusundaki sorunları Sayın Bakanın da biliyor olması gerekir. Bunun kaçak bile olması mümkün. Hele hele transit geçmesine izin verilirse bu iyice mümkün hâle gelecektir. Buna da izin verilmemesi bu değişiklik önergemizin birinci kısmı. İkinci kısmı da araştırma, bu konudaki araştırmaların önüne engel konmaması, bunların zorlaştırılmamasıyla ilgili.

Değerli milletvekilleri, çağımızın en önemli üç teknoloji alanından birisi enformasyon ve iletişim teknolojisi, ikincisi malzeme teknolojileridir, üçüncüsü de biyoteknolojidir. Çağımızın bu en önemli… Zaten birçok bilim dalında geri kaldık. Çok değerli bilim insanlarımızın yapacağı araştırmaları desteklememiz lazım bu şekilde engellemek yerine. Dolayısıyla bunlar kapsam dışı kalmalı. Eğer kapsam dışı kalması önünde bir sakınca varsa… Biraz önce Sayın Bakana sordum bunu, nedir diye bir merakla fakat bir yanıt alamadım. Muhtemelen zaman yetmediği içindir.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, bir de şunu söylemeden geçemeyeceğim: Geçen sene, 2009 yılı Mart ayı büyük bilim adamı Darwin’in 200’üncü yaş günüydü, Kasım ayı da “Türlerin Kökeni” kitabının 150’nci yıl dönümüydü. İkisi de sansüre uğramıştır. Şimdi böyle bir anlayışın egemen olabildiği -umuyoruz geçici, bir yılı kaldı ama- ortamda genetikle ilgili çalışmaların da sansüre uğraması ve engellenmesi hakkındaki kaygıları haksız bulmak mümkün değildir. Araştırma ve geliştirmenin önünü açmamız gerekir.

Biyogüvenlik Kurulundan söz ediliyor. Biraz önce yine sordum, cevapsız kaldı. Sayın Başbakanın tekzip etmediği, benim bu kürsüden de defalarca dikkate getirdiğim, gazetelerde çıkmış bir açıklaması vardır “Düzenleyici kuruluşlara, bu gibi kurullara talimat veriyoruz ‘Başüstüne.’ diyorlar, gidiyorlar, bildiklerini okuyorlar.” diye. Bu kurullar ilgili bakanlıkların bir dairesi değildir, bu kurullar bağımsızdır. Böyle, hükûmetin talimatıyla çalışması gerektiği anlayışının olduğu bir yönetimde -gene söyleyeyim, geçici de olsa- tehlikelidir bunlar. Dolayısıyla, bu Kurulun bağımsızlığı nasıl teşkil edilecek, onu da anlayamadım. Bu bakımdan, bu Kurula, özellikle araştırma nedeniyle böyle engel çıkarma olanağının, yetkisinin verilmesini sakıncalı buluyorum.

Yine, Sayın Bakan buradaki konuşmada, bu araştırmayla ilgili endişeleri gidermek için “On beş gün içerisinde izin verilecek.” dedi. Oysa, 3’üncü maddenin 4’üncü fıkrasında 90+15 yani Bakanlıkta 90, kurulda 15. 90 + 15; 105 gündür, üç buçuk aydır. Bu konudaki bilimsel araştırmalarda üç buçuk ay son derece önemlidir. Bu konuda, lütfen, bu bilimsel araştırmalar konusunda bu kadar ürkek olmayalım, konu belki zülfüyâra dokunsa da.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bu denetleme ve halka bilgi verme konularının da sözü edildi, bunlara da değinmeden geçemeyeceğim.

Sayın Bakanın bizzat kendisinin bu yasa tartışmalarından ve geçen sene çıkarılan Yönetmelik sırasında televizyondaki manzaralardan ve diğer bilgi kirliliği konusundan memnun olmadığını görüyorum. “Halkı bilgilendireceğiz.” dedi. Bundan sonra da bu bilgi kirliliğinin önlenmesi sağlanmadan halkın bilgilendirilmesi için de ne yapılacağı burada görülemiyor. Bu konuda da eminim hepimiz tatmin olmak ihtiyacındayız.

Değerli arkadaşlar, bu kadar önemli bir bilim dalında, birçok bilim dalında geri kaldık, teknoloji dalında geri kaldık. Kime sorsanız, çağımızın en önemli üç teknolojisinden biri biyoteknolojidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bu konudaki araştırmalarda ülkemizin geri kalmasına izin vermeyelim, önüne bürokratik engeller koymayalım.

Sayın Bakanın -bana gelen bilgiye göre, onu da buradan sormuş olayım- bu konunun önde gelen bazı bilim insanlarıyla -üniversitelerden aradılar beni- görüşmeyi reddettiği bana söylendi. Şimdi, böyle bir yaklaşım uygun olur mu hem de böylesine önemli bir bilim ve teknoloji dalında? Dolayısıyla, bu önergemizin kabul edilmesini, hem transite izin verilmemesini hem de bilimsel araştırmaların bu kanun kapsamının dışında kalmasını bu önergeyle savunuyoruz. Oylarınızla desteğinizi bekler, saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Coşkunoğlu.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

1’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 1’inci madde kabul edilmiştir.

2’nci madde üzerinde iki önerge vardır, sırasıyla okutuyorum:

TBMM Başkanlığı’na

Görüşülmekte olan 473 sıra sayılı yasa tasarısının 2. maddesinin (1). fıkrasının (z) bendinin sonundaki “Bilimsel esaslara dayanarak yapılan çalışmaları” ifadesinin “Bilimsel esaslara dayanarak yapılan tüm çalışmaları” şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

Ferit Mevlüt Aslanoğlu

Yaşar Ağyüz

Orhan Ziya Diren

 

Malatya

Gaziantep

Tokat

 

R. Kerim Özkan

Rasim Çakır

Ergün Aydoğan

 

Burdur

Edirne

Balıkesir

 

 

Zekeriya Akıncı

 

 

 

Ankara

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 473 sıra sayılı Biyogüvenlik Yasa Tasarısının tanımlar başlıklı 2 nci maddesi içerisine eşik değer tanımının (ı) bendine bir fıkra olarak aşağıdaki şekilde eklenmesin arz ve teklif ederiz.

 

Zeki Ertugay

Mehmet Şandır

Abdülkadir Akcan

 

Erzurum

Mersin

Afyonkarahisar

 

Şenol Bal

Alim Işık

Metin Çobanoğlu

 

İzmir

Kütahya

Kırşehir

“Eşik değer: Kabul edilebilir üst sınırdır.

Gıda veya yem, GDO’lardan biri ya da birkaçını toplamda en az % 0,9 oranında içeriyor ise, GDO’lu olarak kabul edilir. % 0,5’ten fazla izin verilmeyen GDO içermesi hâlinde ithaline, işlenmesine, nakline, dağıtımına ve satışına izin verilmez.”

BAŞKAN – Komisyon son okunan önergeye katılıyor mu?

TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ MEHMET ERDOĞAN (Adıyaman) – Son önergeye katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Kim konuşacak?

OKTAY VURAL (İzmir) – Şenol Bal.

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Bal. (MHP sıralarından alkışlar)

ŞENOL BAL (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 473 sıra sayılı Biyogüvenlik Yasa Tasarısı’nın 2’nci maddesine eklenmek üzere biraz önce de okunduğu gibi -ama ben tekrar okumayı uygun görüyorum- bir değişiklik önergesi vermiş bulunmaktayız. Yüce Meclisi saygıyla selamlarım.

2’nci maddesi içine ilave edilmesini istediğimiz “Eşik değer -biyogüvenlikte kullanılan bir kavram tabii ki- kabul edilebilir üst sınırdır.

Gıda veya yem, GDO’lardan biri ya da birkaçını toplamda en az % 0,9 oranında içeriyor ise, GDO’lu olarak kabul edilir. % 0,5’ten fazla izin verilmeyen GDO içermesi hâlinde ithaline, işlenmesine, nakline, dağıtımına ve satışına izin verilmez.” şeklinde 2’nci maddeye bir ilave konmasının uygun olacağını ifade ediyoruz.

Şimdi, değerli milletvekilleri, Avrupa Birliğindeki yasal düzenlemelere baktığımızda, biliyorsunuz, Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi denilen EFSA tarafından yapılmaktadır. Avrupa Birliğine üye ülkelerin tümünde yürürlüğe giren yasa ve yönetmeliklere göre, içeriğinde binde 9’dan daha yüksek oranda genleri değiştirilmiş madde bulunan gıda ürünleri üzerinde etiket bulundurma zorunluluğu getirilmiştir ki GDO’lu mısırdan elde edilen glikoz şurubu içeren gıda ürünleri, çikolatalı ürünler, bira ve şaraplar da bu kapsama dâhildir. Avrupa Birliği tüketicilerinin bu ürünlere kuşkuyla bakmaya devam etmelerinin bir sonucudur ki bugün önemli şekerleme ve çikolata firmaları olan Unilever ve Cadbury kendi üretim hatlarında GDO kullanımını yasaklamışlardır.

Değerli milletvekilleri, Avrupa Birliği GDO politikasında risk hadisesine “masumiyeti ispatlanana kadar suçlu” olarak bakmaktadırlar. Avrupa Birliğinde GDO’lu ürünlerin tüketimine, etiket bilgilerinde belirtilmesi koşuluyla izin verilmektedir. Yine, Avrupa Birliği yasalarında, GDO’ların etiketlenmesi ve izlenebilirliğine dair regülasyon 1830/2003’e göre, GDO içerikli maddelerden türetilmiş tüm yem ve gıdalar, son üründe GDO olup olmadığına bakılmaksızın etiketlenmek zorundadır.

Sayın milletvekilleri, GDO’lu ürünlerin ülkeye girişinde, tüketicinin alacağı üründe GDO olup olmadığını bilmesi, seçimini kendi inisiyatifine göre yapabilmesi tüketicinin en temel hakkıdır. Türk Gıda Kodeksi mevzuatında GDO’lu ürünler tanımlanmalı ve insan sağlığına olası zararları konusunda uyarıcı etiketler olmalıdır. Bu yüzden, bu vermiş olduğumuz değişiklik önergesinde… Bu “eşik değeri” bu tasarıda mutlaka tanımlanmalı ve ürün ve nihai ürün bazında değişken olarak değil, tek bir değer olarak, Avrupa Birliğindeki değer baz alınarak belirlenmelidir. Bu tasarıda “eşik değeri” ayrıca, Kurulun görüşü alınarak nihai kararı Bakanlığın verdiği ifade ediliyor 8’inci maddenin 1’inci fıkrasında. Bu da bu sınırların nasıl çizileceği de meçhul olacağından Kurula bırakılmasının uygun olacağını düşünüyoruz.

Bu şartlarda biyogüvenlik yasasının daha anlamlı ve daha kontrollü olabilmesi için bu önergemizin desteklenmesinin iyi olacağını ifade ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Bal.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yeter sayısı istiyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Bakacağım efendim.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum, karar yeter sayısı arayacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler…

İki dakika süre veriyorum, oylamayı elektronik cihazla tekrarlıyoruz.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Karar yeter sayısı yoktur.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati:18.44


BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 18.59

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN (Bingöl), Murat Özkan (Giresun)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 74’üncü Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

İzmir Milletvekili Şenol Bal ve arkadaşlarının önergesinin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi önergeyi yeniden oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.

Elektronik cihazla oylama yapacağım.

Bunun için iki dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Önerge kabul edilmemiştir, karar yeter sayısı da vardır.

Şimdi, 473…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, biraz sessiz olursanız.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, gündemle ilgili bir şey söylemek istiyorum.

Gündemde, görüşülen 473 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın temel kanun olduğuna dair bir açıklama yok efendim.

BAŞKAN – Anlayamadım efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, bakın…

BAŞKAN – Lütfen oturursanız, mikrofonu açayım. Bir söz istiyorsunuz herhâlde. Kısa bir açıklama mı istiyorsunuz yerinizden?

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, 473 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın temel kanun olduğuna dair bir açıklama yok gündemde.

BAŞKAN – Lütfen oturunuz, size iki dakika söz vereyim, ne istiyorsanız…

IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)

6.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, 473 sıra sayılı Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı’nın temel kanun olduğuna dair gündemde bir açıklama bulunmadığından, temel kanun olarak görüşüle-meyeceğine ilişkin açıklaması

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, Sayın Başkanım, şimdi, gündeme bakıyoruz, gündemde, görüşülmekte olan 473 sıra sayılı Yasa Tasarısı’nın temel kanun olduğuna dair bir açıklama yok, temel kanun olarak 471 sıra sayılı Kanun Tasarısı var.

Şimdi, Meclis Başkanı gidip de birtakım işlerle uğraşacağına evvela bu gündemi doğru dürüst düzenlesin. Yani, şimdi, ben yeni geldim. Dün de yoktum, bir görev dolayısıyla bir başka yerde bulunuyordum. Geldim şimdi, baktım, 471 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun sayılacağına dair bir gündem maddesi var ama 473 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın temel kanun olduğuna dair bir ifade yok gündemde. Dolayısıyla, bunu temel kanun olarak görüşemezsiniz.

OKTAY VURAL (İzmir) – Doğru söylüyor, yanlış yazılmış orada.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Yani, gündemi düzenleme yetkisi Meclis Başkanına ait, Meclis Başkanı da çok havai işlerle uğraşıyor, gündemle uğraşmıyor. Evvela, gelsin, doğru dürüst, gündemle uğraşsın. Yani, burada bir maddi hata mı var? Maddi hata yoksa, o zaman, bu 473 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nı temel kanun olarak görüşemezsiniz. 473 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın, gündemde, “Danışma Kurulu Önerileri” bölümünde temel kanun olduğuna dair bir hüküm bulunmazken neden bunu temel kanun olarak görüşüyorsunuz, onu öğrenmek istiyorum efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Genç.

Şimdi, kabul edilen Danışma Kurulu önerisinde 473 olarak geçiyor, içeride, 4’üncü sayfada, 4’üncü sırada 473 olarak geçiyor ve burada temel kanun olarak görüşüleceği de geçiyor. Sanıyorum 471, gündem kapağında yazılırken sehven olmuş bir şey. Arkadaşlardan rica ederiz bir daha böyle bir şeyi yapmamalarını. Lütfen…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ama gündem, Meclis Başkanının düzenleyeceği bir şey. Olmaz ki Sayın Başkanım, Meclis Başkanı görevini yapsın.

BAŞKAN – Evet, maddi bir hata, sehven olmuştur. Teşekkür ederiz uyardığınız için. Bundan sonra arkadaşlarımız daha titiz bakacaklardır.

Teşekkürler.

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

4.- Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı ile Çevre, Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler, Avrupa Birliği Uyum ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonları Raporları (1/789) (S. Sayısı: 473) (Devam)

BAŞKAN – Şimdi, 473 sıra sayılı Tasarı’nın görüşmelerine devam ediyoruz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

2’nci madde üzerinde iki önerge vardı, birisini oyladık reddoldu.

Şimdi diğer önergeyi okutuyorum:

TBMM Başkanlığı’na

Görüşülmekte olan 473 sıra sayılı yasa tasarısının 2. maddesinin (1). fıkrasının (z) bendinin sonundaki “Bilimsel esaslara dayanarak yapılan çalışmaları” ifadesinin “Bilimsel esaslara dayanarak yapılan tüm çalışmaları” şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                                                                                  Ferit Mevlüt Aslanoğlu (Malatya) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ MEHMET ERDOĞAN (Adıyaman) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Katılıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Konuşacak mısınız efendim?

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Konuşacağım Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Aslanoğlu.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinize saygılar sunarım. Teşekkür ederim önergeme katıldınız. Bir açıklama yapmak istiyorum.

Arkadaşlar, bu maddenin en sonunda “Sosyo-ekonomik Değerlendirme” ifadesi var. Sosyoekonomik değerlendirmenin bilimsel şekilde “bilimsel esaslara dayanarak” yerine “tüm” kelimesi önemli, teşekkür ederim. Ancak, Sayın Bakan, olayda sosyoekonomiklik var, bilimsellik var, değerlendirme var ve genetiği değiştirilmiş organizma var, biyogüvenlik var.

Sayın Bakan, benim genetiğim bozuldu, biyogüvenliğim yok. Malatya’da kayısılar dondu bu gece, yok. Malatya halkının, dün gece sabaha karşı, Yazıhan-Akçadağ bölgesindeki herkesin biyogüvenliği tehlikeye girdi, genetiği bozuldu. Bilimsel diyoruz, bilimsel diyoruz, artık 2090 sayılı Yasa’yı çalıştırmıyorsunuz hiçbir zaman. Bilimsel diyoruz, çiçek döneminde, bilimsel verilerle, bir kere TARSİM, her nedense çiçek dönemini, kayısıyı dona karşı korumuyor, sigorta altına almıyor Sayın Bakan. Genetiğimiz bozulmuştur, biyogüvenliğimiz yoktur.

Sayın Bakan, ekmeğimiz gitmiştir. Dün gece sabaha karşı önemli bir bölgede kayısımız yok olmuştur. Her defa söyledik, mutlaka sigortanın… Sigorta, mutlak ürünleri sigorta yapar ama her nedense “Kayısının çiçek dönemini yapmıyorum.” diyor. Arkadaş, sen sigortaysan… İlla ki havalar iyileşecek, güneş doğacak, havalar ısınacak “Ben, kayısıyı sigorta yapıyorum.” diyeceksin. Kayısı o saatten sonra donmuyor ki neyini sigorta yapıyorsun?

Mutlaka bu sigorta konusunda Bakanlığın teknik bir şeyi yok ama TARSİM size bağlı bir kurum. Dünyada çiçek dönemini kapsayan sigortalar var Sayın Bakan. Burada ilk sigorta kurulurken “olmaz” dedi arkadaşlar. Araştırdık, dünyanın her tarafında çiçek dönemini de kapsayan sigorta var. Yani ekmeğimiz yok oluyor, güvenliğimiz gitti, ekmeğimiz gitti.

Ben, bir kez daha, bu sene artık… TARSİM kurulduğu sene Malatya’da 18 bin kişi sigorta yaptırmıştı, TARSİM’e en büyük desteği vermişti ama maalesef artık biz TARSİM’e de inanmamaya başladık. TARSİM bir işimize yaramıyor artık. Sadece çağla dönemini kapsıyor, o saatten sonra donmuyor. O zaman don olayına karşı TARSİM bizi niye kandırıyor, niye bizi sigorta ediyor?

Sayın Bakan, biyogüvenlik yasası görüşülürken bunu konuşmak benim için hakikaten çok üzüntülü bir olgu. Bugün tüm telefonlar bunun için geldi. Perşembe günü sabaha karşı, yani yarın akşam, cumaya bağlayan gece eksi 6 derece olacak diyorlar, donmayan bölgelerin hepsi gidecek diyorlar.

Ben, tüm Meclisin ve hepinizin dikkatine sunuyorum.

Teşekkür ederim, saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Aslanoğlu.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.

Kabul edilen bu önerge doğrultusunda 2’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

3’üncü madde üzerinde iki önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 473 sıra sayılı Biyogüvenlik Yasa Tasarısının “Başvuru, değerlendirme ve karar verme” başlıklı 3 üncü maddesinin 10 uncu fıkrasının,

“GDO ve ürünlerinin transit geçişinde her bir geçiş için Bakanlıktan izin alınması zorunludur. Transit geçişlerin, herhangi bir risk taşımadığı bilimsel komitelerce onaylanmış olmak şartıyla Bakanlık tarafından verilen yazılı izinde belirtilen koşullara ve 27/10/1999 tarihli ve 4458 sayılı Gümrük Kanununa uygun olarak gerçekleştirilir.” Şeklinde,

11 inci fıkrasının;

“Araştırma yapmaya yetkili kuruluşlar ve üniversiteler tarafından bilimsel araştırma amacıyla ithal edilecek GDO ve ürünleri için Bakanlığa bilgi verilir. Araştırma amaçlı olan GDO ve ürünleri ile genetiği değiştirilmiş mikroorganizmaların kapalı alanda kullanımı için, faaliyeti yürüteceklerin kapalı alanda kullanım koşullarını ve standartlarını karşılaması ve kaza ile çevreye yayılması durumunda uygulanabilecek tedbirlerin mevcut olması gerekir. Araştırma amaçlı yapılacak faaliyet ve sonucundan Bakanlığa bilgi verilmesi zorunludur.” Şeklinde,

16 ncı fıkrasının

“Başvuru sahibi, geçerlilik süresi dolmadan en az bir yıl önce Bakanlığa müracaat ederek uzatma talep edebilir. Bu talep Kurul tarafından altı ay içerisinde değerlendirilip sonuçlandırılır ve sonuç başvuru sahibine bildirilmek üzere Bakanlığa gönderilir.” Şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

Zeki Ertugay

Oktay Vural

Cemaleddin Uslu

 

Erzurum

İzmir

Edirne

 

 

M. Akif Paksoy

 

 

 

Kahramanmaraş

 

OKTAY VURAL (İzmir) – “Metin Çobanoğlu…” dört tane okudu.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Biyogüvenlik Kanun Tasarısının Temel Esaslar Bölümünün Başvuru, değerlendirme ve karar verme başlığı altındaki 3. Maddesinin 10 ve 11. fıkrasının metinden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

 

Vahap Seçer

Ferit Mevlüt Aslanoğlu

Şevket Köse

 

Mersin

Malatya

Adıyaman

 

Tayfur Süner

Rasim Çakır

Metin Arifağaoğlu

 

Antalya

Edirne

Artvin

 

 

Osman Coşkunoğlu

 

 

 

Uşak

 

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ MEHMET ERDOĞAN (Adıyaman) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım, bizim ilk önergede dört milletvekilinin ismini okudu. Eğer dört milletvekili varsa o zaman önergenin işleme konulmaması gerekiyor. Beş milletvekilinin imzası var.

BAŞKAN – Beş tane var efendim. Tekrar bir daha okuyacak efendim, hatasını düzeltir.

OKTAY VURAL (İzmir) – Hayır, orada da bütün milletvekilleri okunmuyor, sadece ilk imza sahibi okunuyor, işleme konuluyor.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz.

Sayın Çakır, buyurunuz efendim.

RASİM ÇAKIR (Edirne) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Cumhuriyet Halk Partisi önergesiyle ilgili söz aldım. Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu konuya genel bir açıdan bakacak olursak, basit bir biçimde, dünyada tohumların geniyle oynayarak üretimi artırma ihtiyacında, nüfusun artması, üretilen gıdanın nüfusa yetmemesi gibi bir gerekçeyle hareket ediliyor ama sonuca bakarsak, dünyada hâlâ genlerle oynanıp üretim artışı sağlanmış olmasına rağmen bugün açlıktan ölen binlerce insanın olduğunu da hep beraber görüyoruz. Yani az önce iktidar partisi adına, grup adına konuşan arkadaşımız da ifade etti, “Dünyada tarımsal üretimi artırmaktan ziyade üretimin paylaşımıyla ilgili bir sorun var.” diye burada söyledi; ben de onun sözüne atıfta bulunarak söylüyorum, demek ki genlerle oynanıp üretimin artırılması dünyada açlığı bitirmiyor, tam tersine açlık devam ediyor.

Böyle olurken, diğer taraftan bakıyorsunuz, geniyle oynanmış üretim… Kim yapıyor bunu? Yani normal çiftçiler mi yapıyor? Hayır. Dünyada bilinen, uluslararası tekel durumunda olan firmalar yapıyor. Yani geniyle oynanmış üretimden para kazanan, geçimini devam ettiren tabandaki basit çiftçiler değil. Tabii, dolayısıyla konu, insanın gıda güvenliği ve gıda gereksinimini sağlamanın ötesinde sadece ve sadece ticaret olayına, ticarette, gıdada tekelleşme olayına dayanan bir konu hâline maalesef geliyor.

Şimdi burada yine grup adına konuşan arkadaş dedi ki: “Bu kanun Avrupa Birliği ülkelerinde çıkacak ama orada öyle güçlü sivil toplum örgütleri var ki orada gündeme bile gelmiyor siyasi risk taşıdığı için.” Ama maalesef, ülkemizde bu kanuna “hayır” diyecek bir sivil toplum muhalefeti bile bırakmadığınız için, AKP aleyhine yazı yazan köşe yazarlarını bile tehdit ederek susturduğunuz için, bu kanun, bu ülkenin üreticilerinin, bu ülkenin tüketicilerinin aleyhine olmuş olmasına rağmen, sessiz sedasız bir biçimde konuşularak bu Parlamentodan geçiyor. İşte, bu da Türkiye demokrasisinin hangi noktaya geldiğini gösteren bence çok önemli bir gelişme, çok önemli bir gösterge.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, maalesef, bu yasa Sağlık Komisyonunda -görüşülürken- iki saatte geçiyor. Burada Tam Gün Yasası konuşuluyor, Sağlık Komisyonu toplanıyor, iki saatte geçiyor. Yani bu yasanın insan sağlığıyla ilgili oluşturabileceği tehditleri bu Parlamento yeteri kadar tartışmadan Sağlık Komisyonunda, Genel Kurulun gündemine geliyor.

Bir önemli nokta da Çevre Komisyonunda bu yasa -tali komisyon olduğu için- yeteri kadar tartışılmadan bu Parlamentonun gündemine geliyor. Neden? Çünkü dünyada gen teknolojisi gelişmeye başladığı noktada, dünya, dünyadaki uluslar sulak alanların koruma altına alınmasını bir prensip olarak kabul etmişler ve Ramsar Sözleşmesi ile sulak alanları koruma altına almışlar. Neden? Çünkü doğal tohumun orada olacağını bilerek sulak alanların korunması gerektiğine inanmışlar. Ama Çevre Komisyonunda bir arkadaşımız çıkıp da bu konuyla ilgili bir kelime konuşmamış. Eğer gen teknolojisiyle, genlerle oynuyorsak sulak alanları muhafaza etmemiz lazım ama maalesef Türkiye’de sulak alanların kirletilmesi, sulak alanların yok edilmesi, tarıma açılması noktasında İktidarınızın çok ciddi zafiyetleri ve eksikleri olduğunu düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, maalesef, ABD, önce genlerle oynayarak, tohumların genleriyle oynayarak…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

RASİM ÇAKIR (Devamla) – …üretimini, GDO’lu üretimi artırmış, daha sonra Türkiye’ye gelmiş, Türkiye’de bir 12 Eylül yapmış. Ondan sonra “Millî görüşçüyüm” diyen siyaset adamlarının genleriyle oynamış, biraz da, kendini daha önce sosyal demokrat veya milliyetçi muhafazakâr diye tanımlayan siyaset adamlarının da genleriyle oynamış, genleriyle oynanmış bir siyaset oluşturulmuş ve bu türden yasalar Türkiye Cumhuriyeti Parlamentosunun önüne gelmeye başlamış.

AHMET YENİ (Samsun) – Ne anlatıyorsun?

RASİM ÇAKIR (Devamla) – Maalesef böyle.

Bugüne kadar GDO’lu ürünün ithalatı çok net bir biçimde Türk köylüsünün aleyhinedir. Türk köylüsü GDO’lu ürünle üretim yaparak rekabet etme şansına sahip değildir. GDO’lu ürünün ithalatının serbest bırakılması, köylünün yoksullaşması, köylünün üretiminin zayıflaması demektir. Göz göre göre böyle insan sağlığına zararlı bir yasa teklifine de, bugüne kadar genleriyle oynanmasına hiç müsaade etmeyen bir siyaset adamı olarak benim “Evet” demem mümkün değildir.

Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Çakır.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 473 sıra sayılı Biyogüvenlik Yasa Tasarısının “Başvuru, değerlendirme ve karar verme” başlıklı 3 üncü maddesinin 10 uncu fıkrasının,

“GDO ve ürünlerinin transit geçişinde her bir geçiş için Bakanlıktan izin alınması zorunludur. Transit geçişlerin, herhangi bir risk taşımadığı bilimsel komitelerce onaylanmış olmak şartıyla Bakanlık tarafından verilen yazılı izinde belirtilen koşullara ve 27/10/1999 tarihli ve 4458 sayılı Gümrük Kanununa uygun olarak gerçekleştirilir.” Şeklinde,

11 inci fıkrasının;

“Araştırma yapmaya yetkili kuruluşlar ve üniversiteler tarafından bilimsel araştırma amacıyla ithal edilecek GDO ve ürünleri için Bakanlığa bilgi verilir. Araştırma amaçlı olan GDO ve ürünleri ile genetiği değiştirilmiş mikroorganizmaların kapalı alanda kullanımı için, faaliyeti yürüteceklerin kapalı alanda kullanım koşullarını ve standartlarını karşılaması ve kaza ile çevreye yayılması durumunda uygulanabilecek tedbirlerin mevcut olması gerekir. Araştırma amaçlı yapılacak faaliyet ve sonucundan Bakanlığa bilgi verilmesi zorunludur.” Şeklinde,

16 ncı fıkrasının

“Başvuru sahibi, geçerlilik süresi dolmadan en az bir yıl önce Bakanlığa müracaat ederek uzatma talep edebilir. Bu talep Kurul tarafından altı ay içerisinde değerlendirilip sonuçlandırılır ve sonuç başvuru sahibine bildirilmek üzere Bakanlığa gönderilir.” Şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                                                                                          Zeki Ertugay (Erzurum) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ MEHMET ERDOĞAN (Adıyaman) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Uslu konuşacak.

BAŞKAN – Sayın Uslu, buyurunuz efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

CEMALEDDİN USLU (Edirne) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 473 sıra sayılı Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı’nın 3’üncü maddesiyle ilgili olarak verdiğimiz değişiklik önergesi hakkında görüşlerimi açıklamak üzere söz aldım. Sizleri saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, genleri bir canlıdan alıp bir başka canlıya nakletme işine “genetiği değiştirilmiş organizma” denilmektedir. GDO teknolojisiyle amaç: Sıcağa, soğuğa, böceklere ya da virüslere karşı dirençli yeni türler yetiştirerek çok daha fazla ürün elde edilmesi ve besin değerlerinin artırılması hedeflenmektedir. Ancak genetiği değiştirilmiş gıdaların sağlığa zararları tüm dünyada tartışma konuları arasında önemli yer tutmaktadır. Canlıların sağlığı ve geleceği dikkate alındığında, bu yasa tasarısı, insanlar, hayvanlar, bitkiler ve çevre açısından hayati öneme sahiptir, çok dikkat edilerek çıkarılması gereken bir yasadır.

Tasarının gerekçesi incelendiğinde, bilimsel ve teknolojik gelişmeler çerçevesinde modern biyoteknoloji kullanılarak elde edilen genetik yapısı değiştirilmiş organizmalar ve ürünlerinden kaynaklanabilecek risklerin engellenmesi, canlıların, çevrenin ve biyolojik çeşitliliğin korunması ve sürdürülebilirliğinin sağlanması amacıyla biyogüvenlik sisteminin kurulması, uygulanması ve faaliyetlerin denetlenmesi ve izlenmesiyle ilgili usulleri belirlediği belirtilmektedir.

Yine tasarının gerekçesinde, genetik yapısı değiştirilmiş organizmaların insan, hayvan ve bitki sağlığı ile çevre ve biyolojik çeşitlilik üzerindeki etkileri konusunda bilimsel çevrelerde tartışmaların devam etmekte olması nedeniyle biyogüvenliğin bir bütün olarak ele alınması, sınırlarının ve esaslarının çok iyi belirlenmiş biyogüvenlik kurallarına ihtiyaç olduğu ifade edilmiştir. Tasarının amacının GDO’yu serbest bırakmak değil, bilimsel çevrelerde tartışmaların devam etmekte olması nedeniyle, oluşması muhtemel riskler konusunda insanı ve çevreyi korumak olduğu açıkça ifade edilmiştir.

Tasarının 3’üncü maddesinin onuncu fıkrasında, GDO ve ürünlerinin transit geçişinde her bir geçiş için Bakanlıktan izin alınması zorunluluğu getirilmiştir. Ancak, uygulamada bu GDO’lu ürünlerin risk taşıyıp taşımadıkları yönünde bilim komitelerince verilecek bilimsel bir kararın bulunması şartının aranmaması bir eksiklik olarak göze çarpmaktadır. Ülkemizce onaylanmayan bir GDO ve ürünlerinin ülkemizden transit olarak geçerken yaşanacak bir kaza ya da başka bir olumsuzluk sonucu ortaya telafisi mümkün olmayan büyük zararlar çıkabilecektir. Bu nedenle, insanlar, hayvanlar, bitkiler ve çevre açısından oluşabilecek riskleri ve tehlikeyi en aza indirebilmek için transit geçişlerde mutlaka bilimsel komitelerce hazırlanacak raporlar doğrultusunda müsaade verilmelidir. Aksi takdirde iş işten geçmiş olacaktır.

Tasarının 3’üncü maddesinin 11’inci fıkrasında, ticari amaçlarla yapılacak ithalat ve araştırma yapmaya yetkili kuruluşların ve üniversitelerin bilimsel araştırma yapmak amacıyla yapacakları ithalatta aynı prosedürün uygulandığı görülmektedir. Bu durum, araştırma kuruluşları ve üniversitelerimizin bilimsel çalışmalarının önünü tıkayabilecektir. Ülkemizde yürütülen bilimsel çalışmalara destek olunabilmesi ve bu alanda dışa bağımlılığın azaltılması bakımından Bakanlığa bilgi verilmesi yeterli olmalıdır.

Yine tasarının 3’üncü maddesinin 16’ncı fıkrasında başvuru, sahibinin geçerlilik süresi dolmadan en az bir yıl önce Bakanlığa müracaat ederek uzatma talep edebileceğini belirterek bu talebin Kurul tarafından değerlendirileceğini ve sonuca bağlanacağını düzenlemiş, ancak bu taleplerin Kurul tarafından hangi sürede sonuçlandırılacağı açık olarak hükme bağlanmamıştır. İzin süresinin bitimi sonrasında dahi, önceden belirli süre için alınan iznin belirsiz bir şekilde uzamasına yol açacaktır. Böyle bir durumun ise suistimallere ve keyfîliğe sebep olabileceğini düşünmemiz gerekir.

Bu eksikliklerin giderilmesi için vermiş olduğumuz önergenin desteklenmesini bekliyor, bu vesileyle sizleri bir kez daha saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Uslu.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

3’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 3’üncü madde kabul edilmiştir.

4’üncü madde üzerinde iki önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 473 sıra sayılı yasa tasarısının 4. maddesinin (5) fıkrasının “Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar öncelikle çıkartılacak yönetmelikle düzenlenir.” şeklinde değiştirilmesini arz ederiz.

Saygılarımızla.

 

Ferit Mevlüt Aslanoğlu

Orhan Ziya Diren

R. Kerim Özkan

 

Malatya

Tokat

Burdur

 

Rasim Çakır

Zekeriya Akıncı

Ergün Aydoğan

 

Edirne

Ankara

Balıkesir

 

Tayfur Süner

 

Osman Kaptan

 

Antalya

 

Antalya

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 473 sıra sayılı Biyogüvenlik Yasa Tasarısının Risk değerlendirme, sosyo-ekonomik değerlendirme ve risk yönetimi başlıklı 4 üncü maddesinin 4 üncü fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkranın ilave edilmesini arz ve teklif ederiz.

“Risk değerlendirme veya sosyo-ekonomik değerlendirme sonuçlarının her ikisinin de olumlu sonuç içermesi zorunludur.”

 

Zeki Ertugay

Mehmet Şandır

Mehmet Serdaroğlu

 

Erzurum

Mersin

Kastamonu

 

Abdülkadir Akcan

M. Akif Paksoy

Alim Işık

 

Afyonkarahisar

Kahramanmaraş

Kütahya

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ MEHMET ERDOĞAN (Adıyaman) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

OKTAY VURAL (İzmir) – Mehmet Serdaroğlu…

BAŞKAN – Sayın Serdaroğlu, buyurunuz efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

MEHMET SERDAROĞLU (Kastamonu) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Biyogüvenlik Kanun Tasarısı’nın 4’üncü maddesinde verdiğimiz önerge üzerine söz aldım. Sizleri saygıyla selamlıyorum.

Gıda fiyatlarında yaşanan artışlar nedeniyle gıda üretiminin artırılması stratejik bir önem kazanmıştır ancak bu artışın GDO'lu ürünlerle sağlanması, insan, hayvan, bitki sağlığı ve çevre üzerinde pek çok riski de beraberinde getirecektir. Daha önceki sabıkalarınızı da göz önüne aldığımızda bu tasarı bizde bazı şüpheler uyandırmaktadır. Soruyorum: Gerçekten, GDO'lu ürünlerin ülkemize girmesine gerek var mıdır? Acaba, Hükûmet her zaman yaptığı gibi büyük şirketlerin çıkarları doğrultusunda mı hareket etmektedir?

Değerli milletvekilleri, organik ürünlerin büyük önem kazandığı bir dönemde biyolojik çeşitliliğimizi, çevre, hayvan ve insan sağlığımızı hiç tehlikeye atmadan bu GDO işine hiç bulaşmamak daha doğru olmaz mı?

Türkiye’de üretilen tarımsal ve hayvansal ürünlerin bütün dünyada “GDO'suz” bilinerek marka olması, Türk ürünlerine dünya pazarında mutlaka bir üstünlük sağlayacaktır.

Değerli milletvekilleri, ülkenin en temel sektörü olan tarım büyük bir darboğazın içindeyken Türk çiftçisi de zor günler geçirmektedir. Ürettiğini pahalıya mal eden, ithal ürünlerle rekabet edemeyen, ucuza ve hatta zararına mal satan çiftçimiz, tek kelimeyle perişan hâldedir. İktidarın yanlış tarım politikaları sonucu tahıl üreticisi hâlinden memnun değildir, narenciye üreticisi, pamuk üreticisi, fındık üreticisi, zeytin üreticisi hâlinden hiç ama hiç memnun değildir. Bunların hâllerine çare olacağınıza siz nelerle uğraşmaktasınız. Siz GDO’yla uğraşırken her yıl biraz daha fakirleşen çiftçimiz ise toprağını terk ederek büyük şehirlere göç etmektedir.

Değerli milletvekilleri, hayvancılıktaki durum da bundan daha vahimdir. Devri iktidarınızda ahırlar, meralar ve damlar bugün hayvansız kalmış, hayvan varlığımız yüzde 50 azalmıştır, böylece et fiyatlarında fahiş ve ucu açık artışlar ortaya çıkmıştır. Geçmişte tarımsal üretimiyle kendi kendine yeten yedi ülkeden biri olarak gösterilen ülkemizde bugün çiftçimiz, bırakın ülkeyi doyurmayı kendi karnını dahi doyuramaz konuma gelmiştir.

Merak ediyorum, Hükûmetin, sürekli açlık içinde yaşayan Afrika ülkeleriyle stratejik ortaklık kurma arayışının altında ne vardır? Acaba Türk çiftçisini açlık tehlikesiyle karşı karşıya bırakması mı vardır?

Girdi fiyatları devasa boyutlarda artarken buna karşın ürünü para etmeyen ve bir de yılda 10 milyar doları bulan et ve tarım ithalatı karşısında çiftçi ve besicinin yapacağı bir şey kalmamıştır. Artık sizin de dediğiniz gibi, toprak çiftçinin ne gözünü ne de karnını doyurmaktadır. Soruyorum size: Bu durumda köylü anasını da alıp nerelere gitsin?

Değerli milletvekilleri, tarımsal üretimimizi geleneksel yapısından kurtararak hem kendi ülkemizi besleyecek hem de bütün dünyaya mal satan, dolayısıyla zenginlik yaratan bir konuma kavuşturmak için alınabilecek çok çeşitli tedbirler vardır. Ne getirip ne götüreceği, sağlıklı olup olmadığı tartışma konusu olan GDO’lu ürünlerin ithalatıyla Türk çiftçisinin cebine girecek parayı yabancı şirketlerin cebine koyacaksınız. Zaten yılda yaklaşık 10 milyar dolarlık tarım ürünü ithalatıyla sekiz yılda 80 milyar doları Türk çiftçisinin cebinden alıp yabancı çiftçinin cebine koydunuz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

MEHMET SERDAROĞLU (Devamla) – Değerli milletvekilleri, Hükûmetin ilk yapması gereken şey, gübre, mazot ve diğer girdilerdeki vergi oranlarını sıfırlayıp çiftçinin üretim maliyetini düşürmektir. Sayın Tarım Bakanının konuşmasından aldığım sonuç, GDO’lu ürünlerin ithalatıyla çiftçiye bir darbe daha vurulacağıdır.

Umarım ve dilerim ki bu darbelerinizin karşılığı başta çiftçiler olmak üzere toplumun tüm kesimlerince seçim sandığında cevap bulacaktır diyor, hepinize saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Serdaroğlu.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yeter sayısı istiyorum.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.

On dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 19.34

 

 


ALTINCI OTURUM

Açılma Saati: 19.43

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN (Bingöl), Murat Özkan (Giresun)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 74’üncü Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.

Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve arkadaşlarının önergesinin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi önergeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

Şimdi, 473 sıra sayılı Tasarı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 473 sıra sayılı yasa tasarısının 4. maddesinin (5) fıkrasının “Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar öncelikle çıkartılacak yönetmelikle düzenlenir.” şeklinde değiştirilmesini arz ederiz.

Saygılarımızla.

                                                                                         Osman Kaptan (Antalya) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu efendim?

TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ MEHMET ERDOĞAN (Adıyaman) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Özkan, buyurunuz efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak verdiğimiz önergeyi desteklemenizi bekliyor, yüce Meclise saygılar sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, vatandaşlarımızdan 7 kişiden 1’i işsiz, çalışanlarımızın 5 kişisinden 1’inin işten çıkarıldığı bir ortamda biyogüvenlik yasasını görüşüyoruz. Önemli bir gelişme elbette. Biyogüvenlik yasası olmalı ve kanunlaşmalı. Çiftlikten çatala güvenli gıda ulaşmalı. Veteriner hekimler, gıda mühendisleri, ziraat mühendisleri bu konuda duyarlı çalışmalar götürmeli ve Tarım Bakanlığımız da bunları denetlemelidir. Ancak değerli arkadaşlarım, ürettiği ürünü satamayan bir üretici kitlesiyle, üretilen ürünü tüketiciyle buluşturamayan bir Bakanlıkla karşı karşıyayız. Sorun, ürünün üreticiyle buluşturulmasıdır, acil iş budur. Bu sorunu çözmek Bakanlığın birincil görevidir.

Değerli arkadaşlarım, daha dün sebze ve meyve yasasını geçirdik. Bu yasayla ne değişti? Üretilen ürünlerin yüzde 5’i ihracata gidiyor ancak yüzde 30’u çürümeye terk ediliyor, yüzde 65’i ise tüketiciyle buluşuyor. Bu yüzde 30 gerçekten çok büyük bir rakam. Yüzde 5’le ihracat yapıyoruz, elma üreticisi, portakal üreticisi, muz üreticisi, yaş meyve-sebze üreticisi mutlu oluyor yüzde 5’le. Ama yüzde 30’unu, bu ülkede ürettiğimiz ürünü bir türlü tüketiciyle buluşturamıyoruz, çürütüyoruz. O yüzde 5’in dolarını konuşuyoruz, katkısını konuşuyoruz. Bu üretilen ürünlerin elektriği var, suyu var, mazotu var, gübresi var, budaması var; var, var, var… Bunları başarmışız ama yüzde 30 üretimi hâlâ üreticiyle tüketiciyle buluşturamıyoruz. Bakanlığımız bu konuda gerçekten bir çalışma götürmelidir diye düşünüyorum. Bu tespitlerimizi de üzülerek sizlerle paylaşıyorum.

Değerli arkadaşlar, bir konu da bugün Türkiye gündeminde fare. Fareyi konuşmak zorundayız. Antalya’da, Burdur’da, Kırşehir’de, Isparta’da, Afyon’da bu fare belası üreticimizi de kendinden bezdirdi. Bakanlığımız geçmişte fare zehrini kendisi yapar, buğdayı zehirler bu zehri üreticiye ücretsiz verirdi ama şu anda Bakanlıkta bu fare zehirleriyle ilgili ne muhatap bulabiliyoruz ne de sorunun çözümü yönünde bir çalışma görüyoruz. Acilen, bakın, üreticilerimiz… Kırşehir’den bir üreticimizle bugün beraberdim, ziraat odaları yöneticisi, diyor ki: “Fareyle baş edemedim, en sonunda o tarlayı, o bölgedeki tarlamı sattım.” Yani bu konuda Bakanlığımız, gerçekten, fare zehriyle ilgili bir çalışma yapmalı ve bunu tüketiciyle, üreticiyle buluşturmalıdır. Fare zehre bakıyor, zehir fareye bakıyor değerli arkadaşlarım yani üretim kolay değil. O tarlalarla uğraşmak, o ürünü elde etmek, pazara sunmak kolay değil. Bir de fareyle mücadele etmek... Bu konuda devletin sıcak elini üreticilerimiz beklemektedir.

Ayrıca değerli arkadaşlarım, bu çinko fosforun kilosu 3 liradan şu anda 6 liraya çıkmış durumda. Enflasyon düştü, yüzde 100 fare zehrinde bir artış var. Bunun bir an önce değerlendirilmesini istiyorum, muhataplarını duyarlılığa davet ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, ayrıca GDO’yla ilgili… Üretimini engelledik, Türkiye’de GDO’lu ürünün üretimi yasak ancak GDO’lu ürünlerin kontrollü girişi Türkiye’ye serbest. Onun da çok duyarlı bir şekilde takip edilmesi gerekiyor. Aksi hâlde onlardan gelen... Gerçi GDO’lu ürünlerden, attığınız tohumlardan ikinci bir ürünü elde edemiyorsunuz ama bu konudaki çalışma, şu sözde... Ben o çalışmayı tebrik ediyorum. Hakkteâlâ her canlıya hak ettiği cevheri verdi. Herkesin bir cevheri var. Eğer tırtılın iki dişi olsaydı, bütün ormanı yerdi. Kedi haftada bir sefer uçabilseydi, serçelerin nesli biterdi. Kedi uçamaz ama günlük bir tane serçeyi yakalar, bu cevherdir. Tırtılın dişi yoktur, bir et parçasıdır tırtıl ama koca çamın gövdesine girer, odun ve soymuk borularını hâlleder, yüz yıllık çamı devirir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız Sayın Özkan.

RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Bu denge kurulmuştur. Gelecekte yine de GDO’lu ürünlerin bölgemize girişinin engellenmesi yönünde çalışmalar yapılmasını temenni ediyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP, AK PARTİ ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Özkan.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

4’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 4’üncü madde kabul edilmiştir.

5’inci madde üzerinde iki önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na

Görüşülmekte olan Biyogüvenlik Kanun Tasarısının Yasaklar başlığı altındaki 5. Maddesinin 1. fıkrasının (ç) bendinden sonra gelmek üzere aşağıdaki şekilde (d) bendinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

(d) GDO’lu ürünlerin bebek mamaları ve bebek formülleri, devam mamaları ve devam formülleri ile bebek ve küçük çocuk ek besinlerinde kullanılması.

 

Vahap Seçer

Ferit Mevlüt Aslanoğlu

Şevket Köse

 

Mersin

Malatya

Adıyaman

 

Cevdet Erdöl

Nevingaye Erbatur

Kemalettin Aydın

 

Trabzon

Adana

Gümüşhane

 

Rasim Çakır

Yılmaz Helvacıoğlu

Metin Arifağaoğlu

 

Edirne

Siirt

Artvin

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 473 sıra sayılı Biyogüvenlik Yasa Tasarısının “Yasaklar” başlıklı 5 inci maddesinin 1 inci fıkrasının “ç” bendinden sonra gelmek üzere yeni bent olarak aşağıdaki bentlerin ilave edilmesini arz ve teklif ederiz.

d- “Yetiştiricilik ve çoğaltım amaçlı her türlü üretim materyalinin ithalatı yasaktır”

e- Antibiyotiğe dirençlilik geni içeren materyalin ithalatı yasaktır.”

 

Zeki Ertugay

Mehmet Şandır

Ahmet Orhan

 

Erzurum

Mersin

Manisa

 

Abdülkadir Akcan

 

M. Akif Paksoy

 

Afyonkarahisar

 

Kahramanmaraş

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ MEHMET ERDOĞAN (Adıyaman) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

OKTAY VURAL (İzmir) – Ahmet Orhan Bey…

BAŞKAN – Sayın Orhan, buyurunuz efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

AHMET ORHAN (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerimin başında, özellikle iki gündür don felaketine maruz kalmış olan Manisalı çiftçilere tekrar geçmiş olsun dileklerimi ileterek başlamak istiyorum.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Ahmet Bey, Malatyalılar…

AHMET ORHAN (Devamla) – Evet, Malatyalı çiftçilere de geçmiş olsun dileklerimi bu vesileyle iletiyorum.

Görüşülmekte olan 473 sıra sayılı biyogüvenlik kanununun 5’inci maddesi 1’inci fıkrası üzerinde verdiğimiz değişiklik önergesi üzerine görüşlerimi ifade etmek üzere söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle sizleri ve aziz Türk milletini saygıyla selamlıyorum.

Bu kanun tasarısı Tarım ve Köyişleri Bakanlığınca hazırlanıp esas komisyon olarak Tarım, Orman ve Köyişleri, tali komisyon olarak ise Çevre, Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Avrupa Birliği Uyum komisyonları tarafından ele alınmıştır. Ancak muhalefet partileri temsilcisi milletvekillerinin muhalefet şerhlerine konu olmuştur.

Kanun tasarısının Sağlık Komisyonunda görüşülmesinin iki saatlik bir sürede tamamlandığı anlaşılmaktadır. Bu, son derece tehlikeli bir durumdur. İnsan sağlığını doğrudan ilgilendirmesi gereken, tüm dünyada “Frankenstein gıda” tanımlamalarına sebep olan GDO’lu ürünlerle ilgili kuralların belirlendiği kanun tasarısının toplum sağlığı ve çevre açısından etraflıca ele alınması beklenirdi.

Bilindiği gibi, bu konuda Türkiye'nin de imzaladığı Cartagena Protokolü “ihtiyatlılık” ilkesi, üç yaşından küçük çocuklara ve bebeklere GDO’lu ürünlerin verilmesini yasaklıyor. Bebekler GDO’lu gıdalardan korunurken anne ve babaların korunmasına gerek yok mudur?

Sayın milletvekilleri, bu vesileyle bu kanunda GDO’lu ürün ihtiva eden bebek mamalarının ülkemize girişi mutlak surette engellenmeli. Ayrıca da kanunda bu durumun açıkça ifade edilmesi faydalı olacaktır.

Tüm dünyada biyoteknoloji, özellikle tarım ürünleri üretiminde heyecan verici artışlar sağlayacağı, açlığa çare olacağı değerlendirmelerine sebep olurken, şimdilerde, yarattığı tehditler nedeniyle büyük korku ve kaygılara sebep olmaktadır.

Kanun tasarısının Mecliste ele alınış biçimi itibarıyla bile büyük yanlışlar içerdiği maalesef orta yerdedir. Şüphesiz bu tehdidin en önemli nedeni, büyük uluslararası sermayenin sınır tanımaz, önüne geçilmez kâr hırsıdır.

Dünyada daha yaygın olarak üretim ve tüketime konu olan GDO’lu tarım ürünleri dört ana başlıkta görülmektedir. Bunlar mısır, soya, kanola ve pamuktur. Görüldüğü gibi, bugün itibarıyla yaygın GDO’lu ürünlerin hepsi aynı zamanda yağlı tohum ihtiva etmektedir. Bu konu ülkemiz için son derece önemlidir. Kendimiz yağlı tohum ürünlerinin neredeyse tüm türlerini üretebilecek bir potansiyele sahipken, yanlış politikalar nedeniyle yılda 3 milyar dolarlık yağ ithalatı yapmak durumunda kalıyoruz. Bu Hükûmet zihniyetiyle Türkiye'nin sürekli olarak borçlanmasının önüne geçilmesi mümkün değildir.

Değerli milletvekilleri, dört ana başlıktan biri olan pamuk tarımının üzerinde ayrıca durmak istiyorum. Pamuk, yarattığı yüksek katma değer, tekstil, yağ üretimi, yem üretimi gibi birçok sektörü harekete geçirmesi nedeniyle son derece stratejik bir üründür. Tüm bunlara rağmen, ülkemiz içindeki üretimi açısından önemini kaybetmeye devam etmektedir. Maalesef, her geçen yıl üretim miktarları düşüyor. Yalnızca Ege Bölgesi’ndeki pamuk ekim alanları yüzde 80 gerilemiştir. Manisa’nın Saruhanlı ilçesinde 120 bin dönüm seviyesindeki ekim alanları 2009 yılında 2 bin dönüm seviyesine gerilemiştir, 2010 yılında ise belki hiç ekim yapılmayacak. 1 milyon tonun üzerindeki üretim 350 bin ton seviyelerine gerilemiş, yıllar içinde 1 milyar 277 milyon dolar seviyesinde ithalat yapmak durumunda kalınmıştır. Söz konusu ithalatın önemli bir kısmı ABD’den yapılmakta olup GDO’lu olduğu ifade edilmektedir.

Bu tasarıyı görüştüğümüz tarih itibarıyla çiftçiler hangi tarım ürününü ekeceğine karar verecektir, belki de tarımsal girdilerin fiyatlarındaki yükseklik nedeniyle üretmekten vazgeçecektir. Enflasyonun ikili rakamlarla ifade edildiği günümüzde aynı miktardaki destek primleriyle başta pamuk olmak üzere tarımsal üretime devam edilmesi mümkün değildir. AKP Hükûmetini pamuk destekleme primlerini yeterli seviyelere getirmesi konusunda ikaz ediyorum, aksi takdirde dünyanın en kaliteli pamuklarının başında yer alan Ege pamuğu, Türk pamuğu tarihe karışacak ve Türk çiftçisi sizleri hayırla yâd etmeyecektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

AHMET ORHAN (Devamla) – Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Diğer üretici ülkelerde olduğu gibi tarımsal girdi alanında da çiftçiler desteklenmeli, gemi sahipleri gibi ucuz mazot, gübre temin etmesi sağlanmalıdır. Çiftçimiz fırsatçıların, karaborsacının ve tefecinin eline bırakılmamalıdır.

Bu duygu ve düşüncelerle yüce heyetinizi ve aziz Türk milletini saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Orhan.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Biyogüvenlik Kanun Tasarısının Yasaklar başlığı altındaki 5. maddesine 1. fıkrasının (ç) bendinden sonra gelmek üzere aşağıdaki şekilde (d) bendinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

                                                                                          Cevdet Erdöl (Trabzon) ve arkadaşları

(d) GDO ve ürünlerinin bebek mamaları ve bebek formülleri, devam mamaları ve devam formülleri ile bebek ve küçük çocuk ek besinlerinde kullanılması,

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ MEHMET ERDOĞAN (Adıyaman) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Katılıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Erbatur, buyurunuz efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

NEVİNGAYE ERBATUR (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün görüşmekte olduğumuz kanun gerçekten çok önemli, herkesi yakından ilgilendiriyor. Çünkü bu GDO’lu ürünler konusu kamuoyunda büyük bir endişe kaynağı. İnsanlar kendileri için, yakınları için, çocukları için GDO’lu ürün kullanmak istememekte ve GDO’lu ürünler konusundaki belirsizliğin giderilmesini istemektedir. Dolayısıyla, bugün burada konuştuğumuz kanun, kamuoyunda umuyorum yeterli bir yankı bulacaktır.

Üzerinde konuştuğumuz Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı’nın 5’inci maddesinin 1’inci fıkrasında bir değişiklik talebimiz var. Özellikle çocuk mamalarında, çocuk formüllerinde, devam mamalarında ve ek besinlerinde GDO’lu ürünlerin kullanılmaması yönünde bir talebimiz var. Buna hem Hükûmet hem Komisyon katıldı; teşekkür ediyorum. Çünkü, ülkemizde ve dünyada bu GDO’lu ürünlerin bebek mamalarında, formüllerinde kullanımıyla ilgili yeterli bilimsel araştırma yapılmamış olup ne tür etkilerinin olacağı da henüz araştırılmamıştır. Özellikle kullanılmaları durumunda, bu yaş grubunda ileriye yönelik uzun erimlerde, yıllar içinde ne gibi patolojilerin ortaya çıkabileceği konusunda yapılan araştırmalar da son derece yetersizdir. Yani, bu hususlar tam olarak bilinmemektedir. O nedenle, bu konuda daha çok araştırma yapılması gerekir. Bu konuda yapılacak araştırmaların da önü açılmalıdır. Böylece, şimdi, bunun, buradaki GDO’lu ürünlerin yasaklanmasıyla bilinmeyeni ortadan kaldıracak ama önümüzdeki süreç içinde çeşitli araştırmaların yapılmasını sağlayabileceğiz. O nedenle, ben bu önergenin kabul edilmesini istiyor, yüce heyeti saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Erbatur.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.

Kabul edilmiş bu önerge doğrultusunda 5’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, çalışma süremizin sonuna geldiğimiz için, kanun tasarı ve teklifleriyle komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için, 18 Mart 2010 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati: 20.01