DÖNEM: 23 YASAMA
YILI: 4
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
CİLT : 64
74’üncü Birleşim
17 Mart 2010 Çarşamba
(Bu Tutanak
Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge
ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı
sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)
İÇİNDEKİLER
I .- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II .- GELEN KÂĞITLAR
III
.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Çanakkale
Milletvekili Mustafa Kemal Cengiz’in, 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale
Deniz Zaferi’nin 95’inci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması
2.- Muğla
Milletvekili Gürol Ergin’in, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bazı
uygulamalarına ilişkin gündem dışı konuşması
3.- Elâzığ
Milletvekili Mehmet Necati Çetinkaya’nın, 8 Mart 2010 tarihinde Elâzığ’da
meydana gelen depreme ve 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz
Zaferi’nin 95’inci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması ve Devlet Bakanı
ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı
IV.-
AÇIKLAMALAR
1.- Malatya
Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun, 8 Mart 2010 tarihinde Elâzığ’da
meydana gelen depreme ve 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz
Zaferi’nin 95’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması ve Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı
2.- Elâzığ
Milletvekili Faruk Septioğlu’nun, 8 Mart 2010 tarihinde Elâzığ’da meydana gelen
depreme ilişkin açıklaması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil
Çiçek’in cevabı
3.- Edirne
Milletvekili Rasim Çakır’ın, 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz
Zaferi’nin 95’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması ve Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı
4.- Bingöl
Milletvekili Kâzım Ataoğlu’nun, 8 Mart 2010 tarihinde Elâzığ’da meydana gelen
depreme ilişkin açıklaması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil
Çiçek’in cevabı
5.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Ufuk Uras’ın, 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale
Deniz Zaferi’nin 95’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması ve Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı
6.- Tunceli
Milletvekili Kamer Genç’in, 473 sıra sayılı Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı’nın
temel kanun olduğuna dair gündemde bir açıklama bulunmadığından, temel kanun
olarak görüşülemeyeceğine ilişkin açıklaması
V.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Diyarbakır
Milletvekili Selahattin Demirtaş ve 19 milletvekilinin, eczacıların sorunları
ile ilaç sektöründeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/623)
2.- Kastamonu
Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve 20 milletvekilinin, Kastamonu ilinin
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/624)
3.- Kastamonu
Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve 19 milletvekilinin, camilerin ve din
görevlilerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/625)
4.- BDP Grubu
adına Grup Başkan Vekilleri Batman Milletvekili Bengi Yıldız ve Batman
Milletvekili Ayla Akat Ata’nın, Mıhellemilerin sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/626)
B) Tezkereler
1.- Tarım, Orman
ve Köyişleri Komisyonu Başkanlığının, (1/821) esas numaralı Maden Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın, İç Tüzük’ün 34’üncü maddesi
uyarınca kendi komis-yonlarında görüşülmesinin temini için gereğinin
yapılmasına ilişkin tezkeresi (3/1123)
2.- Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanı Mehmet Ali Şahin’in, beraberinde bir Parlamento
heyetiyle, Fas Parlamentosu Temsilciler Meclisi Başkanı Mustafa Mansouri’nin
vaki davetine icabetle Fas’a, resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık
tezkeresi (3/1124)
3.- Türkiye Büyük
Millet Meclisinden bir Parlamento heyetinin, Rusya Federasyonu Federal Meclisi
Tarım ve Gıda Politikası ve Balık Kompleksi Komisyonunun vaki davetine icabetle
Rusya Federasyonu’na resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi
(3/1125)
VI.-
SEÇİMLER
A) Komisyonlarda Açık Bulunan Üyeliklere Seçim
1.- İnsan
Haklarını İnceleme ve Anayasa Komisyonlarında açık bulunan üyeliklere seçim
VII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Türk Ticaret
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)
2.- Türk Borçlar
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)
3.-
Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak
İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana
Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/761) (S.
Sayısı: 458)
4.- Biyogüvenlik
Kanunu Tasarısı ile Çevre, Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler, Avrupa
Birliği Uyum ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonları Raporları (1/789) (S.
Sayısı: 473)
VIII.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.-
Afyonkarahisar Milletvekili Halil Ünlütepe’nin, Yargıtayda boş bulunan
üyeliklere seçim yapılmasına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in
cevabı (7/11691)
2.- Giresun
Milletvekili Murat Özkan’ın, Abdullah Öcalan’ın avukatlarıyla görüştürülmesine
ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/11692)
3.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, denetim ve yönetim kurullarında görevli
personele ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı (7/11783)
4.- Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse’nin, sağlık sorunları bulunan bir tutuklunun
tahliyesine ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/11813)
5.- Antalya
Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, kiralanan binalara, sağlıkevlerine ve bir
beldeye yapılan hastaneye ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
(7/11842)
6.- Antalya
Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, saha koordinatörlerine ilişkin sorusu ve Sağlık
Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı (7/11844)
7.- Antalya
Milletvekili Atila Emek’in, Yüksek Seçim Kurulunun kullandığı bilgisayar
işletim sistemine ilişkin Başbakandan sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in
cevabı (7/11873)
8.- Diyarbakır
Milletvekili Gültan Kışanak’ın, bir tutuklunun sağlık sorununa ilişkin sorusu
ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/11876)
9.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Yargıtaydaki boş üyeliklere ve çalışma şartlarına
ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/11877)
10.- Bursa
Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, bir köye ebe atanmasına ilişkin sorusu ve
Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı (7/11931)
11.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Ardahan’daki sağlık hizmet-lerinin yeterliliğine
ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı (7/11940)
12.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, bir sağlık ocağındaki doktor eksikliğine ilişkin
sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı (7/11941)
13.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, bir köydeki sağlık personeli ihtiyacına ilişkin
sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı (7/11942)
14.- Ankara
Milletvekili Hakkı Suha Okay’ın, hâkim ve savcılar hakkında kişisel suç
kapsamında işlem yapılmasına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in
cevabı (7/11980)
15.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut’un, SEÇSİS Projesi’nin işletim sistemine ilişkin
Başbakandan sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/12055)
16.- Van
Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, bir hükümlünün tedavisine ilişkin sorusu ve
Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/12254)
17.- Adana
Milletvekili Nevingaye Erbatur’un, kadın seçmen sayılarına ilişkin sorusu ve
Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/12351)
18.- Adana
Milletvekili Nevingaye Erbatur’un, yerel yönetim seçim-lerindeki kadın adaylara
ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/12353)
19.- Van
Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, bir cezaevinde yapıldığı iddia edilen
uygulamalara ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/12428)
20.- Samsun
Milletvekili Suat Binici’nin, yapılması planlanan bir yarı açık cezaevine
ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/12429)
21.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, Erbaa OSB’deki faaliyetlere ilişkin sorusu ve
Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün’ün cevabı (7/12627)
22.- Yalova
Milletvekili Muharrem İnce’nin, TRT’nin bazı imkânlarının usulsüz kullandırıldığı
iddialarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent
Arınç’ın cevabı (7/12803)
23.- Balıkesir
Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, TRT’nin açılması planlanan Arapça yayın yapacak
kanalına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
Bülent Arınç’ın cevabı (7/12821)
24.- Mersin
Milletvekili Behiç Çelik’in, Türk alfabesinde bulunmayan harflerin TRT
yayınlarında kullanılmasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/12832)
25.- Zonguldak
Milletvekili Ali Koçal’ın, TRT’nin İstanbul Tepebaşı’ndaki stüdyolarına ilişkin
sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/12833)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu
saat 15.00’te açılarak üç oturum yaptı.
Kırklareli
Milletvekili Tansel Barış, 14 Mart Tıp Bayramı’na,
Van Milletvekili
Kerem Altun, öğretmen okullarının 162’nci kuruluş yıl dönümüne,
Diyarbakır
Milletvekili Akın Birdal, insan haklarındaki gelişmelere,
İlişkin gündem
dışı birer konuşma yaptılar.
Hakkâri
Milletvekili Rüstem Zeydan,
Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse,
14 Mart Tıp
Bayramı’na;
Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk, 16 Mart 1978’de 7 üniversite öğrencisinin
öldürülüşünün yıl dönümüne ve tüm faili meçhul olayların aydınlatılması gerektiğine;
Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır, Osmanlı Sadrazamı Mehmet Talât Paşa’nın Almanya’da
öldürülüşünün 89’uncu yıl dönümüne;
İlişkin birer
açıklamada bulundular.
Ordu Milletvekili
Enver Yılmaz’ın, Anayasa Komisyonundan istifa ettiğine ilişkin önergesi Genel
Kurulun bilgisine sunuldu.
Adana
Milletvekili Kürşat Atılgan’ın (6/1710) esas numaralı sözlü sorusunu geri
aldığına ilişkin önergesi okundu; sözlü sorunun geri verildiği bildirildi.
Edirne
Milletvekili Cemaleddin Uslu ve 20 milletvekilinin, Batı Trakya Türklerinin
sorunlarının (10/619);
Diyarbakır
Milletvekili Selahattin Demirtaş ve 19 milletvekilinin:
Engellilerin
sorunlarının (10/620),
Iğdır’daki hava
kirliliği sorununun (10/621),
Millî Eğitim
Bakanlığının esnek istihdam politikalarının yol açtığı sorunların (10/622);
Araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla birer Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin
gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı
açıklandı.
Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler” kısmında yer alan 473 sıra sayılı Biyogüvenlik Kanun Tasarısı ile
484, 436, 453, 359, 360, 356 ve 378 sıra sayılı uluslararası sözleşmelerin bu
kısmın 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10 ve 11’inci sıralarına alınmasına ve diğer işlerin
sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; 473 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın
İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülmesine ilişkin
Danışma Kurulu önerisi yapılan görüşmelerden sonra kabul edildi.
Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Kars İli Susuz İlçesinin Adının Cilavuz Olarak
Değiştirilmesi ile İlgili Kanun Teklifi’nin (2/362) İç Tüzük’ün 37’nci
maddesine göre doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi, yapılan görüşmelerden
sonra, kabul edilmedi.
Gündemin “Sözlü
Sorular” kısmının:
1’inci sırasında bulunan (6/876),
6’ncı ” ” (6/999),
9’uncu ” ”
(6/1008),
10’uncu sırasında bulunan (6/1009),
11’inci ” ”
(6/1013),
14’üncü ” ”
(6/1034),
23’üncü ” ”
(6/1060),
24’üncü ” ”
(6/1063),
25’inci ” ”
(6/1065),
27’nci ” ”
(6/1072),
37’nci ” ”
(6/1098),
38’inci ” ”
(6/1099),
41’inci ” ”
(6/1111),
44’üncü ” ”
(6/1119)
49’uncu ” ”
(6/1135),
51’inci ” ”
(6/1138),
52’nci ” ”
(6/1139)
56’ncı ” ”
(6/1143),
373’üncü ” ”
(6/1656),
404’üncü ” ”
(6/1692),
405’inci ” ”
(6/1693),
419’uncu ” ”
(6/1705),
446’ncı ” ”
(6/1735),
537’nci ” ”
(6/1827),
599’uncu ” ”
(6/1890),
Esas numaralı
sözlü sorulara Devlet Bakanı Faruk Çelik cevap verdi; soru sahiplerinden
Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü, Ordu Milletvekili Rıdvan Yalçın ve Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt de cevaplara karşı görüşlerini açıkladı.
Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:
1’inci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),
2’nci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/499) (S. Sayısı: 321),
4’üncü sırasına
alınan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı
ile Çevre, Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler, Avrupa Birliği Uyum ile
Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonları Raporlarının (1/789) (S. Sayısı: 473),
12’nci sırasına
alınan, Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasının Ana Sözleşmesinde
Değişikliğin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu’nun (1/786) (S. Sayısı: 460),
23’üncü sırasına
alınan, Uşak Milletvekili Nuri Uslu’nun; 6831 Sayılı Orman Kanununa Ek Madde
Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi ve Çevre ile Tarım, Orman ve Köyişleri
Komisyonları Raporlarının (2/325) (S. Sayısı: 417),
Görüşmeleri
komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.
3’üncü sırasında bulunan, Milletlerarası Para Fonu ile
Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki
Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun (1/761) (S. Sayısı: 458) tümü
üzerindeki görüşmeler tamamlandı, verilen aradan sonra komisyon yetkilileri
Genel Kurulda hazır bulunmadığından görüşmeleri ertelendi.
5’inci sırasına
alınan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Slovak Cumhuriyeti Hükümeti Arasındaki
Askeri Mezarlık Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/803) (S. Sayısı: 484),
6’ncı sırasına
alınan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti İçişleri Bakanlığı ve Pakistan İslam
Cumhuriyeti Hükümeti İçişleri Bakanlığı Arasında Eğitim İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/398) (S. Sayısı: 436),
7’nci sırasına
alınan, Türkiye Cumhuriyeti ile Umman Sultanlığı Arasında Hukuki, Ticari ve
Cezai Konularda Adli Yardımlaşma Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/753) (S. Sayısı: 453),
8’inci sırasına
alınan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Romanya Hükümeti Arasında Yatırımların
Karşılıklı Teşviki ve Korunmasına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/612) (S.
Sayısı: 359),
9’uncu sırasına
alınan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Romanya Hükümeti Arasında Felaketlerin
Sonuçlarının Önlenmesi, Sınırlandırılması ve Hafifletilmesi Alanında İşbirliği
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/639) (S. Sayısı: 360),
10’uncu sırasına
alınan, Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı ile Bulgaristan Cumhuriyeti Adalet
Bakanlığı Arasında İşbirliği Konusunda Protokolün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/418) (S.
Sayısı: 356),
11’inci sırasına
alınan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Bulgaristan Cumhuriyeti Hükümeti
Arasında Svilengrad-Kapıkule Demiryolu Sınır Geçişi Faaliyetlerinin ve Kapıkule
Sınır Mübadele Garındaki Demiryolu Sınır Hizmetlerinin Düzenlenmesine İlişkin
Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/419) (S. Sayısı: 378),
13’üncü sırasına
alınan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Bahreyn Krallığı Hükümeti Arasında
Uluslararası Karayolu Taşımacılığı Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/565) (S.
Sayısı: 370),
14’üncü sırasına
alınan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Bahreyn Krallığı Hükümeti Arasında
Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunmasına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/387) (S.
Sayısı: 371),
15’inci sırasına
alınan, Türkiye Cumhuriyeti ve Tayland Krallığı Arasında Yatırımların
Karşılıklı Teşviki ve Korunmasına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/316) (S.
Sayısı: 372),
16’ncı sırasına
alınan, Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı ile Fas Krallığı Adalet Bakanlığı
Arasında İşbirliği Konusunda Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/407) (S. Sayısı: 376),
17’nci sırasına
alınan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Kosova Öz-Yönetim Geçici Kurumları
Adına Hareket Eden Birleşmiş Milletler Kosova Geçici Yönetim Misyonu (UNMIK) Arasında
Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunmasına İlişkin Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/414) (S. Sayısı: 377),
18’inci sırasına
alınan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Suriye Arap Cumhuriyeti Hükümeti
Arasında Orman ve Ormancılık Araştırmaları Alanında Bilimsel ve Teknik
İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/687) (S. Sayısı: 379),
19’uncu sırasına
alınan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Guyana Hükümeti Arasında Ticaret ve
Ekonomik İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/344) (S. Sayısı:388),
20’nci sırasına
alınan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Burkina Faso Hükümeti Arasında
Ticaretin Geliştirilmesi ve Ekonomik ve Teknik İşbirliği Anlaşma Protokolünün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/417) (S. Sayısı: 389),
21’inci sırasına
alınan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Laos Demokratik Halk Cumhuriyeti
Hükümeti Arasında Ticaret ve Ekonomik İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/616) (S.
Sayısı: 390),
22’nci sırasına
alınan, Türkiye Cumhuriyeti ile MERCOSUR Arasında Bir Serbest Ticaret Alanı
Kurulmasına Yönelik Çerçeve Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/648) (S. Sayısı: 391),
24’üncü sırasına
alınan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuveyt Devleti Hükümeti Arasında Sınai İhracatın Geliştirilmesi Alanında Mutabakat Zaptının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/719) (S. Sayısı:432),
25’inci sırasına
alınan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuveyt Devleti Hükümeti Arasında
Ekonomik ve Teknik İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/721) (S. Sayısı: 433),
Görüşmeleri
tamamlanarak elektronik cihazla yapılan açık oylamalardan sonra kabul edildi ve
kanunlaştı.
17 Mart 2010
Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşime
20.02’de son verildi.
|
|
Şükran
Güldal MUMCU |
|
|
|
Başkan Vekili |
|
|
Fatih
METİN |
|
Yusuf
COŞKUN |
|
Bolu |
|
Bingöl |
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
No.: 102
II.- GELEN KÂĞITLAR
17 Mart 2010 Çarşamba
Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Diyarbakır Milletvekili
Selahattin Demirtaş ve 19 Milletvekilinin, eczacıların sorunları ile ilaç
sektöründeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/623) (Başkanlığa geliş
tarihi: 11.2.2010)
2.- Kastamonu Milletvekili
Mehmet Serdaroğlu ve 20 Milletvekilinin, Kastamonu İlinin sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98
inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/624) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.2.2010)
3.- Kastamonu Milletvekili
Mehmet Serdaroğlu ve 19 Milletvekilinin, camilerin ve din görevlilerinin
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/625) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.2.2010)
4.- BDP Grubu adına Grup
Başkanvekilleri Batman Milletvekili Bengi Yıldız ve Batman Milletvekili Ayla
Akat Ata’nın, Mıhellemilerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci
maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/626)
(Başkanlığa geliş tarihi: 12.2.2010)
17 Mart 2010
Çarşamba
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 13.00
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran
Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN
(Bingöl), Fatih METİN (Bolu)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
74’üncü Birleşimini açıyorum.
Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz
vereceğim.
Gündem dışı ilk söz, 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi ve Şehitleri
Anma Günü münasebetiyle söz isteyen Çanakkale Milletvekili Mustafa Kemal
Cengiz’e aittir.
Buyurunuz Sayın Cengiz. (MHP sıralarından alkışlar)
III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A)
Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Çanakkale Milletvekili Mustafa
Kemal Cengiz’in, 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi’nin
95’inci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması
MUSTAFA KEMAL CENGİZ (Çanakkale) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi’nin
95’inci yıl dönümü nedeniyle söz aldım. Yüce heyetinizi ve yüce Türk milletini
saygıyla selamlarım.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2 Kasım 1914 günü dünyanın
en büyük Haçlı donanması Çanakkale Boğazı’na bütün gücüyle yüklenmiş, 19 Şubat
1915 itibarıyla Boğaz’ın iki yakasına ateş kusmaya başlamıştı. 18 Mart 1915
günü küllerinden yeniden doğan Mehmetçik, dünyanın hayranlıkla izlediği
emperyalist armadayı Boğaz’ın serin sularına gömerek, dünya tarihine en
görkemli bir deniz zaferini altın harflerle yazdırmıştır.
Denizden ve karadan her yolu deneyen, hasta adamı boğmak için hayasızca bir vahşeti Gelibolu sahnesinde oynamaya çalışan
medeni Batı sırtlan ordusu, mağrur ve kibirli milletler, geri dönmeyi
düşünmeyen kahraman Mehmetçik karşısında tarihin tarif edemediği, destanların
yazamadığı, akılların çözemediği büyük bir mağlubiyetin mümessili ve Çanakkale
destanının küçük bir figüranı olarak 14 Aralık 1915’te geldikleri yoldan geri
dönmenin dayanılmaz çaresizliği içinde Gelibolu sahnesine kaçarak veda
etmişlerdir.
Aziz şehitlerimiz, sizler doksan beş yıl önce, aynı vatan, aynı
millet, aynı bayrak ve aynı inanç uğruna vatanın beher köşesinden gelerek, yüce
Türk milletinin yekvücut olduğunda neler yapabildiğini ortaya koydunuz; kutsal
vatan toprağı Çanakkale cephesine, şehadet şerbetini, koşarak, içmeye geldiniz,
asla geri dönmeyi düşünmediniz.
O gün bu vatanı almaya, bu milleti boğmaya gelenler bugün hâlâ bu
hayallerinden vazgeçmiş değillerdir. Doksan beş yıl önce Çanakkale’de “Dur
yolcu” diyerek geçirmediğin Haçlı zihniyeti, yediği tokadı ve üzerimizdeki
hayallerini unutmamış, siyasi limanlarda, siyasi kararlarla yeni bir senaryonun
peşine düşmüşlerdir. İnsanlık onurunun, insanlık
medeniyetinin ve Yüce Yaratıcı’nın asla kabul etmediği insanlık suçlarını,
ABD’de Kızılderilileri kurutarak, Afrika’nın, Asya’nın, Kafkasya’nın,
Balkanların ve hâlen Irak halklarının öldürülmesine, milyonlarca mazlum ve
masum insanların neslinin soyunu ve sonunu katleden bu zihniyet, “medeniyet ve
demokrasi” şemsiyesi altında büyütülen tek dişi kalmış canavar, bugün, siyasi
parlamentolarda almış oldukları kararlar ile de tarihi katletmişlerdir ve
evlatlarımızı kendi karanlık vicdanlarına hapsetmenin arzusuyla, kiniyle hâlâ
üzerimize gelmeye devam etmektedirler.
Aziz şehitlerimiz, artık görev bizde. Sizlere layık olabilmek
için, aynı ruhla mücadelemiz sonsuza kadar devam edecektir.
Yüce milletim, bugün, ülkemize ve milletimize, içeriden ve
dışarıdan destek bulan gizli senaryoların kıskacında yeni roller biçilmekte ve
yine Türk milletinin başına çuvallar geçirilmeye çalışılmaktadır. Destanlara
sığmayan büyük ecdadın torunları olarak yabancı başkentlerde yeniden düzenlenen
tarihî senaryoların günümüz versiyonu bu oyunları
görüyoruz, anlıyoruz. Bu senaryolara dün olduğu gibi bugün de teslim
olmayacağız ve yine başaracağız. Dün Çanakkale’de, İnönü’de, Dumlupınar’da,
Sakarya’da, 9 Eylül İzmir’de aynı zihniyet, aynı düşünce, bugün, şekil, renk,
strateji değiştirerek kullandığı maşalarla tarihî emellerin peşinde koşmaya
devam etmektedir. Nasıl ve ne şekilde olursa olsun, hangi niyet ve taktikle
üzerimize gelirlerse gelsinler, hangi cüppeyi, hangi elbiseyi giyerlerse
giysinler, yüce Türk milleti, tarihimizi katledenleri, bunlara zemin
hazırlayanları, bu zillet karşısında sesini çıkarmayanları asla
affetmeyecektir. Bizler, yarın kaçacaklarla sizin yolunuzda savaşacaklar
arasında ince çizgiyi gören evlatlarınız ve torunlarınız olarak sizlerin
1915’te Çanakkale Boğazı’nda dünyaya haykırdığınız şu mısralarla bugün biz de
yüce çatı altından haykırıyoruz:
"Bütün dev silahların üstüme kan kussa,
Şurda tekbir sesleri birer birer hep sussa,
Değil müttefiklerin bütün dünya kudursa,
Bizlerden akan her damla sizlere şelaledir.
Geçemezsiniz beyler, bura Çanakkale'dir.
Denizi geçmek için toplansa da bütün cihan,
Koskoca gemiler üzerime gelse de yan yan,
Toplanın, toplanın, toplanın efendiler, bu pınardan içilmez.
Yanlış kapıyı çaldınız, yanlış kapıyı çaldınız beyler, Çanakkale
geçilmez! Çanakkale geçilmez! Çanakkale geçilmez!"
Saygılarımla. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Cengiz.
Gündem dışı ikinci söz Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının
bazı uygulamaları hakkında söz isteyen Muğla Milletvekili Gürol Ergin’e aittir.
Buyurunuz Sayın Ergin.
2.- Muğla Milletvekili Gürol
Ergin’in, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bazı uygulamalarına
ilişkin gündem dışı konuşması
GÜROL ERGİN (Muğla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığının kimi uygulamaları üzerinde düşüncelerimi açıklamak için
söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlarken Sayın Başkan sizi, değerli
milletvekillerini ve yüce Türk ulusunu saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bizler için en etkili denetim yollarından
biri, dikkatimizi çeken, önemsediğimiz ve nedenini öğrenmek istediğimiz
konularda ilgili sayın bakanlara yazılı soru önergesi yöneltmemizdir. Özellikle
son dönemlerde soru önergelerimize ilgili bakan yerine -eylem ya da işlemi-
sorunun muhatabı olan bürokratların verdikleri yanıtlarla karşılaşıyoruz. Bu
konuda sayın bakanların İç Tüzük’ün amacına daha uygun davranması, bunu
sağlamak için de Meclis Başkanlığının konuya bir şekilde müdahil olması
gerekir.
Bu konuşmamda değineceğim bir diğer husus, Sayın Mehmet Ali
Şahin’in Meclis Başkanı oluşundan bu yana, yazılı soru önergelerimizin, İç
Tüzük’ün 96 ve 97’nci maddelerine atıfta bulunan şablon yazılarla soru talebi
milletvekillerine geri gönderilmesidir.
Benim, 19 Ekim 2009’da Başbakan Yardımcısı Sayın Arınç’a,
13 Aralık 2009’da Başbakan Sayın Erdoğan’a, 23 Aralık 2009’da Millî Savunma
Bakanı Sayın Gönül’e, 3 Şubat 2010’da Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Günay’a
yönelttiğim yazılı soru önergelerimin tümü, hangi gerekçeyle geri gönderildiği
belirtilmeden ve yalnızca “İç Tüzük hükümlerinde belirtilen nitelikleri
taşımadığından” biçimindeki soyut gerekçeyle geri çevrilmiştir.
Yazılı soru önergelerimin, aykırı olduğu belirtilen 96’ncı ve
97’nci maddeler, sorunun, kısa, gerekçesiz, kişisel görüş ileri sürülmeksizin,
kişilik ve özel yaşama ilişkin konuları içermeyecek ve istişari amacı olmayacak
şekilde olması gerektiğini hükme bağlamıştır.
Benim, sözünü ettiğim dört soru önergem de İç Tüzük’ün hükümlerine
aykırılık taşımamaktadır. Sayın Arınç’a yönelttiğim soru önergemde “Türkiye'de
tuzu kuru olanların çocuklarının askerlik derdi yok.” dediğini anımsatarak,
çocuğu askere gitmeyen ya da yirmi bir gün askerlik yapan, toplumda belli adı
olanları mı kastettiğini sordum. Sayın Başbakana yönelttiğim soru önergemde,
Sayın Başbakanın “Kimse bizimle milliyetçilik, cumhuriyetçilik yarışına
giremez.” şeklindeki beyanatı üzerine “milliyetçilik, cumhuriyetçilik gibi
temel ilkelerin değiştirilmesi zamanının geldiği” şeklindeki düşüncenin sahibi
olan Sayın Bakan Dinçer’in Kabinede yer almasını nasıl açıkladığını sordum.
Sayın Bakan Gönül’e yönelttiğim soru önergemde, Anayasa Mahkemesinin ilgili
kanunun kimi maddelerinin yürütmesini durdurmasından sonra mayın temizleme
işinde son durumun ne olduğunu ve Türk Silahlı Kuvvetlerine koro hâlinde haksız
ve hain saldırılar yapılırken neden suskun kaldığını sordum. Sayın Bakan
Günay’a ise “Bu toprakların vatan olması için Alparslan’ın, Kanuni Sultan Süleyman’ın,
Fatih’in yaptıkları unutulmaz.’ dediniz. Mustafa Kemal Atatürk’ü anmanız
gerekmez miydi?” diye sordum.
Bu sorularımın hiçbiri uzun değildi, hiçbiri gerekçe taşımıyordu,
hiçbiri kişisel görüş içermiyordu, hiçbiri özel yaşama ilişkin değildi ve hiçbiri
istişari amaçlı değildi. Öyleyse niçin hepsi geri gönderildi?
Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
Sayın Başkanı, kendisini Sayın Başbakanın uyarılarına muhatap kabul edebilir ve
kendisinin Başkanlık kürsüsünde bulunduğu sırada Sayın Başbakanın Meclisi
yönetmesine sessiz kalabilir ama ben, milletimi temsil etmek üzere bulunduğum
bu kutsal çatı altında denetim görevimin sudan gerekçelerle, hatta gerekçe bile
açıklanmadan şablon bir yazıyla engellenmesini kabul etmem ve etmiyorum. Sorularıma yanıt istiyorum ve Sayın Başkana sesleniyorum: Meclis
Başkanı olarak denetim görevi yapmamızı engellemekten vazgeçiniz, demokrasiyi
baltalamayınız. Soru yönelttiğimiz bakanlarınızın zaten dokunulmazlıkları var,
onları bir de siz koruma zırhı altına almayınız, bırakınız sayın bakanlar
sorularımızı yanıtlasınlar.
Değineceğim üçüncü husus şudur…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
GÜROL ERGİN (Devamla) – Sağ olun.
Yine son zamanlarda, kanun tasarı ve tekliflerinin asli
komisyonlara gönderilmesinde takdir yetkisi yanlış kullanılmaktadır. Örneğin,
Tarım Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı, içeriği
itibarıyla ana komisyon olarak Plan ve Bütçe Komisyonuna gönderilmesi gerekirken,
bu yapılmamış, Plan ve Bütçe Komisyonu tali komisyon olarak belirlenmiştir.
Bununla da yetinilmemiş, sözü edilen tasarı Plan ve Bütçe Komisyonunda hiç
görüşülmemiştir, Plan ve Bütçe Komisyonu baypas edilmiştir. Bu davranışlar
Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışmalarını engellediği gibi saygınlığına da
zarar vermektedir. Bu yanlışlardan mutlaka vazgeçiniz.
Bu umudu taşıyor ve sözlerime son verirken, Sayın Başkan sizi,
değerli milletvekillerini ve yüce Türk ulusunu tekrar saygılarımla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Ergin.
Gündem dışı üçüncü söz, Elâzığ’da meydana gelen deprem hakkında
söz isteyen Elâzığ Milletvekili Necati Çetinkaya’ya aittir.
Buyurunuz Sayın Çetinkaya. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
3.- Elâzığ Milletvekili Mehmet
Necati Çetinkaya’nın, 8 Mart 2010 tarihinde Elâzığ’da meydana gelen depreme ve
18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi’nin 95’inci yıl dönümüne
ilişkin gündem dışı konuşması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil
Çiçek’in cevabı
MEHMET NECATİ ÇETİNKAYA (Elâzığ) – Sayın Başkan, çok değerli
milletvekili arkadaşlarım; 8 Mart 2010 tarihinde saat 04.32 sıralarında merkez
üssü ilimiz Karakoçan Başyurt mevkisi olan 6 şiddetindeki deprem Kovancılar,
Karakoçan, Palu ilçelerimiz ve bağlı köylerimiz başta olmak üzere geniş bir
bölgede etkili olmuş, can ve mal kaybına sebebiyet vermiştir. 42 vatandaşımız
hayatını kaybetmiş, 137 vatandaşımız da maalesef yaralanmıştır. Yaralılara
Allah’tan şifa, ölenlere de Allah’tan rahmet diliyorum, geride kalanlara da
sabır niyaz ediyorum.
Depremden, bu bölgelerde yaşayan 10 binin üzerinde vatandaşımız
etkilenmiştir. Sabahın beş buçuğunda Sayın Başbakanımızla telefon irtibatı
hemen kurduk ve Sayın Başbakanımız, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcımız Cemil
Çiçek Bey, Sağlık Bakanımız Recep Akdağ Bey, Devlet Bakanımız Cevdet Yılmaz Bey
ve Bayındırlık Bakanımız Mustafa Demir Bey’le birlikte bölgeye hemen hareket
etmemizi… Kendi Başbakanlık uçağını tahsis ettiler. İki saat sonra Sayın
Başbakan Yardımcımız Cemil Çiçek Bey’in Başkanlığında bölgeye intikal ettik.
Gitmeden önce il valisi kriz masası oluşturmuştu ve anbean kendisiyle telefon
irtibatları sağladık ve Elâzığ Milletvekili arkadaşlarımızla birlikte ve 4
bakan arkadaşımızla birlikte bölgeye gittiğimizde, Kızılay, bütün kurtarma ve
yardım faaliyetlerine iştirak etmek üzere… 8. Kolordu Komutanı Mustafa Korkut
Özarslan Bey başta olmak üzere, kendilerine hepinizin huzurunda şükranlarımı
sunuyorum, insanüstü gayret gösterdiler.
Sağlık Bakanlığımızın seyyar ambulans helikopter ekipleri ve on
sekiz tane tam donanımlı, ameliyat yapabilecek derecede bütün teçhizatıyla,
doktorlarıyla, yardımcı sağlık personeliyle bölgeye intikal eden ambulans
ekipleri ve hemen her köyde sağlık ekiplerimiz hazır bir vaziyette bekliyor.
DSİ, Köy Hizmetleri, Karayolları, bütün hepsi bölgede kurtarma ve
yardım faaliyetlerine iştirak etmek üzere intikal etmişlerdi.
Hiçbir depremde bu kadar hızlı bir şekilde devletin imkânlarının
bölgeye intikal ettiği vaki değildi. Hakikaten, huzurlarınızda bu kadar büyük
bir imkânı bölgeye seferber eden ve hiç olmazsa o vuku bulan depremde
acılarımızı dindirmek konusunda büyük gayret gösteren Hükûmetimize
huzurlarınızda teşekkür ediyorum, başta Sayın Başbakanımız olmak üzere tüm
ilgililere huzurlarınızda şükranlarımı sunuyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; bölgeye perşembe
günü de Sayın Başbakanımız 6 bakan arkadaşlarımızla birlikte intikal ettiler ve
ölüm vuku bulan Okçular, Yukarıkanatlı, Yukarıdemirci, Kayalık ve Göçmezler
köylerine tek tek uğrayıp oradaki vatandaşlarımıza geçmiş olsun dileklerini
söylediler. Beraberlerinde TOKİ Başkanı ve aynı zamanda o bölgede etüt
çalışmalarını en hızlı bir şekilde gerçekleştirmek üzere bütün yetkililer oraya
seferber oldu.
Yine, sağlam yer tespit edilerek, bölgede kısa zamanda evlerin
yapılması ve yeni köy ihdası, kurulması için yetkililere talimat verdiler ve
TOKİ Başkanına aynen şunu söylediler: “Ramazan Bayramı’yla birlikte buradaki
vatandaşlarımız evlerine girmiş olacaklar.” Bu kesin bir talimattı ve
dolayısıyla bu kadar büyük gayret ve çabalarından dolayı Sayın Başbakanımıza
huzurlarınızda şükranlarımı sunuyorum, bütün arkadaşlarım ve ilimdeki bütün
hemşehrilerimiz adına.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
MEHMET NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Ayrıyeten, bölgede bir hafta süreyle hiç ayrılmadan bizimle
beraber bütün köyleri dolaşan ve dolayısıyla bizzat emrindeki Başbakanlık Afet
ve Acil Durum Yönetimi Başkanını da beraber getirerek, onlara kısa zamanda
gereken araç ve gerecin temin edilerek bölgede bütün yaraların sarılması
konusunda talimat veren Değerli Başbakan Yardımcımız Cemil Çiçek’e
huzurlarınızda teşekkürü bir borç biliyorum ve inanıyorum ki 10 binin üzerinde,
zarar gören, bu bölgede yaşayan insanlarımız, bu kısa zamanda yeniden yapılanma
neticesinde, en modern bir şekilde, depreme en dayanıklı şekilde yapılan
köylerine kavuşmakla, kısmen de olsa, bu acılarını dindirmiş olacaklar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi bağlayınız.
MEHMET NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – Hayhay Sayın Başkanım.
Onun için ben tekrar kendilerine geçmiş olsun diyorum ve Allah’tan
temennimiz bir daha böyle afetlerin vuku bulmaması.
Aynı zamanda, bugün Çanakkale şehitlerinin yıl dönümü; doksan beş
yıl önce Çanakkale’de destan yazan, başta Anafartalar kahramanı Gazi Mustafa
Kemal Atatürk ve onun komutasında savaşan büyük askerin oradaki şahikalar
yaratan, destanlar yaratan… O zaferin bugün kutlama yıl dönümü. Şehitlerimizin
huzurunda hürmetle eğiliyor ve onları Allah’a tevdi ettiğimiz o büyük
şehitlerimizi bugün anmakla gurur duyuyoruz, çünkü büyük Âkif onlar için
diyordu ki:
“Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer. (Alkışlar)
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi.
Bedrin arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
‘Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâp.
Seni ancak ebediyyetler eder istiâp.
'Bu, taşındır' diyerek Kâbe'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namiyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmiyle;
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
…
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âguşunu açmış duruyor Peygamber.”
Ruhları şad olsun.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
Sayın Başkanım, bana bu imkânı verdiğiniz için sizlere de teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Çetinkaya. Şiirinizi bölemezdik
doğrusu.
Şimdi Sayın Aslanoğlu, 60’a göre bir söz istiyorsunuz.
Buyurunuz.
IV.- AÇIKLAMALAR
1.- Malatya Milletvekili Ferit
Mevlüt Aslanoğlu’nun, 8 Mart 2010 tarihinde Elâzığ’da meydana gelen depreme ve
18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi’nin 95’inci yıl dönümüne
ilişkin açıklaması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in
cevabı
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Efendim, teşekkür ediyorum.
Elazığ’da yaşanan deprem nedeniyle yaşanan acıyı tüm Elazığlılarla
birlikte paylaşıyoruz. Geçmiş olsun dileklerimizi ve baş sağlığı dileklerimizi
iletiyoruz.
6 Mart 2007’de burada, ben yine o bölgede yaşanan bir deprem
nedeniyle, Sayın Çetinkaya’nın yaptığı konuşma gibi bir konuşma yapmıştım.
Bayındırlık ve İskân Bakanlığının -o zamanki Afet İşleri, eski, şu anda Sayın
Çiçek’e bağlandı- elinde Doğu Anadolu fay hattıyla ilgili çok güzel bir rapor
var. Bu raporda Türkiye’deki fay hatlarının içinde en aktif fay hattının
Bingöl-Muş Varto, Bingöl Karlıova, Elâzığ Kovancılar ve depremin yaşandığı
bölge, Malatya Pütürge Doğanyol ve oradan Adıyaman Gölbaşı, Maraş Türkeli ve
Hatay’a uzanan bir fay hattıdır. Bu fay hattı dört yüz yıldır patlamayan bir
fay hattı ve aktif. Rapor, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı ve şu anda Sayın
Çiçek’e bağlı olan Afet İşleri Genel Müdürlüğünde. Bu bölgedeki bu fay hattı,
Türkiye’deki patlamaya hazır en acil fay hattı olarak belirleniyor raporda.
Ben, bir kez daha, bu bölgede yaşanan ve yaşanacak depremlerde can
kaybı olmaması açısından, bir kere, bu bölgeye, bu fay hattına ne gibi önlemler
alınacak, bunu bir kez daha Hükûmetin dikkatine sunuyorum. Bu bölgede acil
önlem alınması lazım yoksa hep bunları konuşuruz.
Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Ayrıca, Çanakkale şehitlerimizin ruhları şad olsun. Yarın, Grup
Başkan Vekilimiz Sayın Kılıçdaroğlu Başkanlığında 20 milletvekilimiz de
Çanakkale’de olacaklar onlarla beraber.
Tekrar ruhları şad olsun diyoruz efendim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Aslanoğlu.
Sayın Septioğlu, buyurunuz.
2.- Elâzığ Milletvekili Faruk
Septioğlu’nun, 8 Mart 2010 tarihinde Elâzığ’da meydana gelen depreme ilişkin
açıklaması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı
FARUK SEPTİOĞLU (Elâzığ) – Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar;
teşekkür ediyorum.
Ben de bölgemizde yaşanan deprem olayından dolayı yakınlarını
kaybeden bütün hemşehrilerime başsağlığı diliyor, ülkemizin bir daha böyle bir
felaketi yaşamaması için niyazda bulunuyorum.
Tabii, Hükûmet olarak orada gösterilenler, yapılanlar gerçekten
Türkiye’de bir ilk oldu; anında müdahale edildi, her tarafa yetişildi, bütün
sorunlar giderildi. Bu açıdan da Hükûmetimize ve tekrar bütün bakan, vekil ve
duyarlı bulunan Başbakanımıza başta, halkımıza, askeriyemize, bütün kamu
kuruluş, kurumlarına, sivil toplum örgütlerine, hepsine buradan teşekkür ve
şükranlarımı sunuyorum ve Başbakanımızın ziyaretlerinde belirttiği gibi,
inşallah, ramazandan önce konutlar yapılmış olacak.
Bunun yanında, bir kentsel dönüşümün, komple bütün bu köylerde de
hayata geçirilmesi ve bir ilkin yaşanması, inşallah, ülkemizde olacak. Tabii,
gönül ister bütün bu Türkiye’de böyle yapıların hayata geçirilmesini. İnşallah
bunlara da kavuşuruz.
Tekrar teşekkür ediyor, bütün bölgemize yardımda bulunanlara
tekrar şükranlarımı sunuyor, hepinize saygılar sunuyorum, sağ olun. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Septioğlu.
Sayın Çakır, siz de çok kısa lütfen.
Buyurunuz.
3.- Edirne Milletvekili Rasim
Çakır’ın, 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi’nin 95’inci yıl
dönümüne ilişkin açıklaması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil
Çiçek’in cevabı
RASİM ÇAKIR (Edirne) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, her ne kadar tarihimize “deniz zaferi” olarak geçmiş
ise de 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi ayrıca dünyada eşi benzeri görülmemiş
kara muharebelerinin yapıldığı da bir zaferdir. Bu kara muharebelerinin en
önemli özelliği de Anafartalar’da Türk milletinin yeni bir komutan, yeni bir
lider ortaya çıkarmış olmasıdır ve bu kara muharebeleri, sonucunda, bizzat
Mustafa Kemal Atatürk’ün ifadesiyle “Siz orada sadece bir savaşı kazanmadınız,
aynı zamanda milletimizin makus tarihini
yendiniz.”dediği, Türk milletinin makus tarihinin yenildiği, yeni bir dönüşümün
yaşandığı bir zafer olarak tarihimize geçmiştir. Bu vesileyle, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu olarak 20 milletvekilimizi görevlendirerek bu günümüzde,
Çanakkale’de etkinliklere ve törenlere bizler de katıldık.
Yeniden bu millete Çanakkale savaşları göstermemesi dileğiyle,
şehitlerimizi saygıyla ve minnetle anıyoruz ve bu günümüzü anıyoruz.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Çakır.
Sayın Ataoğlu, çok kısa lütfen, son olarak size söz veriyorum,
buyurunuz.
4.- Bingöl Milletvekili Kâzım
Ataoğlu’nun, 8 Mart 2010 tarihinde Elâzığ’da meydana gelen depreme ilişkin
açıklaması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı
KÂZIM ATAOĞLU (Bingöl) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Ben de Elâzığ’da meydana gelen depremden dolayı -komşu vilayetimiz
olan- rahmetli olanlara rahmet diliyorum, yakınlarına sabır diliyorum,
yaralılara inşallah acil şifalar diliyorum.
Bu arada, bu deprem bölgesinde tabii Hükûmet olarak gerçekten
Başbakan, Başbakan Yardımcısı ve bakanlar seviyesinde çok hızlı bir müdahale
oldu, olay yerine gidildi, deprem bölgesine gidildi, ziyaret edildi. İnşallah
ramazandan evvel, Başbakanımızın da ifade ettiği gibi, oradaki konutlar
tamamlanacak.
Ben ilaveten şunu da söylemek istiyorum: Hemen komşu vilayet
olmamız hasebiyle Bingöl ilinde de bu depremden zarar görüldü. Son tespitlere
göre üç yüz doksan kadar evimiz Bingöl kırsalında ağır hasar tespit edildiği
ifade edildi yetkililerce. İnşallah, tabii ki bu tabii afetler olduğu vakit
Hükûmetin, devletin sahip çıkması gerekir, çıkacaklar da. Ben de ölenlere
Allah’tan rahmet diliyorum, bir daha böyle bir afet olmaması temennisiyle
Allah’a tabii dua ediyoruz.
Teşekkür ediyorum Değerli Başkanım.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Ataoğlu.
Sayın Uras, siz de mi depremle ilgili…
MEHMET UFUK URAS (İstanbul) – Hayır, Çanakkale şehitleriyle
ilgili…
BAŞKAN – Buyurun.
5.- İstanbul Milletvekili Mehmet
Ufuk Uras’ın, 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi’nin 95’inci
yıl dönümüne ilişkin açıklaması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil
Çiçek’in cevabı
MEHMET UFUK URAS (İstanbul) – Orhan Veli’nin bir şiiri var:
“Kimimiz öldük, kimimiz nutuk çektik.” diye. Ben de Çanakkale’de büyük dedemi
kaybettim. Emperyalizme karşı çok büyük bir direniş abidesiydi Çanakkale
Zaferi. Kapıdan kovduklarımızın şimdi bacadan girmemesi için kaldığımız yerden
devam ediyoruz. Ben bir kere daha saygıyla anıyorum bütün yitirdiklerimizi.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Uras.
Şimdi gündem dışı konuşmaya Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
Sayın Cemil Çiçek cevap verecektir.
Buyurunuz Sayın Çiçek. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
(Devam)
A)
Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları (Devam)
3.- Elâzığ Milletvekili Mehmet
Necati Çetinkaya’nın, 8 Mart 2010 tarihinde Elâzığ’da meydana gelen depreme ve
18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi’nin 95’inci yıl dönümüne
ilişkin gündem dışı konuşması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil
Çiçek’in cevabı (Devam)
IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)
1.- Malatya Milletvekili Ferit
Mevlüt Aslanoğlu’nun, 8 Mart 2010 tarihinde Elâzığ’da meydana gelen depreme ve
18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi’nin 95’inci yıl dönümüne
ilişkin açıklaması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in
cevabı (Devam)
2.- Elâzığ Milletvekili Faruk
Septioğlu’nun, 8 Mart 2010 tarihinde Elâzığ’da meydana gelen depreme ilişkin
açıklaması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı
(Devam)
3.- Edirne Milletvekili Rasim
Çakır’ın, 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi’nin 95’inci yıl
dönümüne ilişkin açıklaması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil
Çiçek’in cevabı (Devam)
4.- Bingöl Milletvekili Kâzım
Ataoğlu’nun, 8 Mart 2010 tarihinde Elâzığ’da meydana gelen depreme ilişkin
açıklaması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı
(Devam)
5.- İstanbul Milletvekili Mehmet
Ufuk Uras’ın, 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi’nin 95’inci
yıl dönümüne ilişkin açıklaması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil
Çiçek’in cevabı (Devam)
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) –
Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Gündem dışı konuşmaya cevap vermek üzere huzurlarınızdayım.
Geçtiğimiz 8 Mart Pazartesi günü 04.32 sıralarında meydana gelen
Elâzığ’ın ilk önce Kovancılar, daha sonra Palu’da gerçekleşen ve komşu
illerimiz olan Bingöl’de ve Tunceli’de de belli ölçüde hasarlara sebebiyet
veren, bu deprem vesilesiyle hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan
rahmet diliyoruz. Yaralıların önemli bir kısmı taburcu oldu, ayakta tedavi
edildi ama hâlen tedavisi devam edenler var, onlara da şifalar diliyorum.
Bu konuyu gündeme getirdiği için Sayın Çetinkaya’ya, ayrıca burada
hissiyatını ifade eden Sayın Aslanoğlu’na, Sayın Septioğlu’na, Sayın Ataoğlu’na
huzurlarınızda da ayrıca teşekkür ediyorum. Bu vesileyle, yarın kutlayacağımız
18 Mart Çanakkale Zaferi’nin yıl dönümü münasebetiyle de bütün şehitlerimizi
rahmetle ve saygıyla anıyor, gazilerimizi de minnet ve şükranla buradan
hatırlatmak istiyorum, hatırlamak istiyoruz.
Evet, deprem Türkiye’nin maalesef zaman zaman hepimizi
üzdüğü bir vaka. Türkiye’nin böyle
bir özelliği var, böyle bir sıkıntılı durumu var. Son olarak da bu sıkıntıyı
Elâzığ ve çevresinde yaşamış olduk. Evvela işin bu
noktasında, deprem olayı vuku bulur bulmaz oradaki insanlarımızın yardımına
koşan, acılarını paylaşan, oraya kadar giden veya gitmeseler bile değişik yol
ve yöntemlerle bu üzüntüyü paylaşan, en başta siyasi partilerimizin değerli
genel başkanı ve temsilcilerine, Elâzığ milletvekillerimize ve bölge
milletvekillerimize, sivil toplum kuruluşlarına ve canla başla bu sıkıntıları
bertaraf etmek için yirmi dört saat aralıksız çalışan Türk Silahlı
Kuvvetlerimize, Kızılay mensuplarına, devletimizin tüm birimlerine de burada
teşekkür ediyorum ama hassaten teşekkürüm bölge halkınadır. Böylesine
üzüntülü bir anda büyük bir sabır ve metanet göstererek çalışanlara yardımcı
olan ve olayı büyük bir soğukkanlılıkla karşılayan Elâzığlı vatandaşlarımıza da
buradan teşekkürlerimi ifade etmek istiyorum.
Olayın hemen akabinde, eldeki tüm imkânlarla, sıkıntının ortadan
kaldırılabilmesi ve vaki hasarların bertaraf edilebilmesi bakımından yoğun bir
çalışma yapılmıştır. Bu meyanda, Türk Silahlı Kuvvetleri, Kızılay, afet ve acil
durum birlikleri, Sağlık Bakanlığı personeli, Bayındırlık Bakanlığı personeli
olmak üzere, Elâzığ Valiliğimiz de tüm ekipleriyle birlikte olay yerine hemen
intikal etmiş, enkaz kaldırma, hayat kurtarma, yaralıların tedavisi dâhil her
türlü çaba büyük bir özveri içerisinde sürdürülmüştür.
Tüm ekipler bölgeye sevk edildi. İş makinelerinden tutun bu türlü
depremlerden sonra bir ihtiyaç olarak gözüken psikososyal hizmetler de dâhil
olmak üzere, bu hizmetlerin eksiksiz yürütülebilmesi noktasında büyük bir çaba
sarf edildi. Bu manada, Kızılay ve Türk Silahlı Kuvvetleri ile bağış yapan
kuruluşlarımızdan temin edilmek suretiyle 3.998 çadır, 6.144 battaniye, 1.054
katalitik soba, 125 prefabrik ev olmak üzere vatandaşlarımızın ihtiyaçlarının
karşılanabilmesi için elden gelen çaba gösterildi.
Şu ana kadar yapılan tespitlerde -bu, Elâzığ’la ilgilidir,
Bingöl ve Tunceli’de de belli ölçüde hasarlar var, onlar da bugün yarın
netleşmiş olacak, daha derli toplu bir rakamı biz de görmüş olacağız- 3.823
konut, 59 iş yeri, 2.876 hayvan barınağı ve diğer yapılar olmak üzere 6.979
hasarlı yapı tespit edilmiştir. Yıkılanların
yerine TOKİ tarafından konutlar yapılacaktır. Bunun kararı verilmiştir ve
çalışmaları da zaten, derhâl başlamıştır. Bu konutların mümkünse evvela kendi
bulundukları yerde, eğer jeolojik imkânlar buna imkân vermiyorsa en uygun yerde
yapılabilmesi için bir karar verdik, bununla ilgili çalışmalar da süratle
yürütülüyor. İfade edildiği gibi, inşallah büyük bir aksaklık olmayacak,
Ramazan Bayramı’nda herkes kendi evinde hayatlarını sürdürsün diye de bir
kararımız var. Onun için, büyük bir acelecilik içerisinde bu işi götürmeye
çalışıyoruz.
Yapılan tespitlerde 2.777 küçükbaş ve 233 büyükbaş hayvanın telef
olduğu tespit edilmiştir. Bunların tamamı devletimiz tarafından karşılanacak,
hazine bunları karşılayacak ve bunların yerine TİGEM’de üretilen damızlık
hayvanlar köylülerimize verilmiş olacaktır.
Aynı şekilde, Bingöl ve Tunceli’de de bu hasar tespitleri
yapılıyor, bitmek üzere. Eğer orada da bunları TOKİ’nin yapması gerekiyorsa onu
da yapacağız.
Sayın Aslanoğlu’nun ifade ettiği husus önemli, bizim de öncelik
verdiğimiz bir konu, bir politika değişikliğine ihtiyaç olduğu aşikâr. TOKİ
bugüne kadar daha çok şehir merkezlerinde bu tip yapıları yaptı ama deprem bir
gerçek olarak önümüzde durduğuna göre ciddi bir politika değişikliğine ihtiyaç
var. Allah’tan depremin şiddeti 5-6 civarında oldu, daha yukarıda bir deprem
söz konusu olsaydı belki diğer kerpiç binalar da yıkılabilecekti. Zaten işin en
üzücü yanı depremin gece vuku bulmuş olması ve ikincisi de, kullanılan yapı
malzemelerinin bu zayiatı ve ölümleri artırmasıdır. O hâlde, artık kerpiç
yapılarla ilgili de devlet olarak bir politika uygulamamız gerekiyor. Bununla
ilgili çalışmaları yapıyoruz. Söylenen doğrudur, Bingöl, Elâzığ, Malatya,
Tunceli, o civar bir fay hattıdır, zaman zaman da ikazlar oluyor, onun için
kapsamlı, geleceğe dönük bir çalışmayı da başlattık. Belli süre içerisinde,
devlet olarak bu kerpiç yapıların ortadan kaldırılması, modern köylerin de
kurulması gerekmektedir.
Depremin hemen akabinde 625 bin TL’lik bir ilk ödeme Valilik
emrine gönderilmiştir. Tespitlerin sonucunda gereken rakamlar neyse bunları da
göndereceğiz. Bu noktada herhangi bir sıkıntımız yok.
Dolayısıyla, gidenleri, maalesef geri getirme şansımız da yok,
imkânımız da yok ama kaybedilenleri telafi etme noktasında elden gelen çabayı
göstereceğiz. Temennimiz, bundan sonra bu tip afetlerin olmamasıdır. Bununla
ilgili de tedbirleri birlikte alacağız. Meclisimizde yeni dönemde kurulmuş olan
bir araştırma komisyonu da var, bu komisyonun raporu da önem arz ediyor. Orada
alınacak tedbirlerle ilgili yol gösterici bir kısım tespitlerin olacağına da
inanıyoruz. Dolayısıyla, deprem gerçeğini ve diğer afetleri bir vakıa olarak
kabul edip hem devlette yeniden bir yapılanmaya hem bir politika değişikliğine
ve önceliklerin de yeni baştan tespitine ihtiyaç var. Bu konuda belki bir
mevzuat değişikliği de gerekecektir. Onu da en kısa sürede huzurlarınıza
getirmiş olacağız.
Ben hepinize bu vesileyle teşekkür ediyor, vatandaşlarımıza da
tekrar geçmiş olsun diyor, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Çiçek.
Sayın milletvekilleri, gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.
Meclis araştırması açılmasına ilişkin dört önerge vardır; ayrı
ayrı okutuyorum:
V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI
A) Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- Diyarbakır Milletvekili
Selahattin Demirtaş ve 19 milletvekilinin, eczacıların sorunları ile ilaç
sektöründeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/623)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlaç ve eczacılık sorunlarının araştırılması amacıyla Anayasanın
98 inci ve TBMM İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince Meclis
Araştırması açılmasını arz ederiz.
1) Selahattin Demirtaş (Diyarbakır)
2) Gültan Kışanak (Diyarbakır)
3) Ayla Akat Ata (Batman)
4) Bengi Yıldız (Batman)
5) Akın Birdal (Diyarbakır)
6) Emine Ayna (Mardin)
7) Fatma Kurtulan (Van)
8) Hasip Kaplan (Şırnak)
9) Hamit Geylani (Hakkâri)
10) İbrahim Binici (Şanlıurfa)
11) M. Nuri Yaman (Muş)
12) Mehmet Nezir Karabaş (Bitlis)
13) Mehmet Ufuk Uras (İstanbul)
14) Osman Özçelik (Siirt)
15) Özdal Üçer (Van)
16) Pervin Buldan (Iğdır)
17) Sebahat Tuncel (İstanbul)
18) Sevahir Bayındır (Şırnak)
19) Sırrı Sakık (Muş)
20) Şerafettin Halis (Tunceli)
Gerekçe:
Sağlık sektöründe son 5 yıldır yaşanan "dönüşüm"
sürecinin eczacılar açısından da önemli sonuçlar doğurması kaçınılmazdır.
İçinde bulunduğumuz dönemde Türk Eczacılar Birliği (TEB), Hükümetle sayısız
görüşmeler yapmış ancak gelinen son noktada eczacılarımızın sorunları sadece
"stok zararları" olarak algılanmış ve bu sorun da ilaç sanayi ile
yapılan anlaşma sonucu çözülmüş gibi göründüğünden başka herhangi bir girişimde
bulunulmamıştır.
04.12.2009 tarihinde ilaç fiyatlarındaki % 25-30'u bulan indirimler
sonucu meydana gelen stok zararları halen tamamen karşılanmış değildir. TEB'den
alınan bilgilere göre karşılanan zararın %1 dolaylarında olduğu saptanmıştır.
Eczacılar kamunun yapmış olduğu tasarrufa ve ilaç fiyat
düşüşlerine karşı olmadıklarını her fırsatta beyan etmişler, aksine ilaç
fiyatlarının "halkın ilaç erişimini kolaylaştıracak şekilde
düşürülmesini" desteklemişlerdir. Eczacılarımızın kamu yararını gözeten bu
tutumlarına rağmen gerekli tasarruflar eczacıların mağduriyetleri pahasına uygulamaya
konulmuş, sistemin yükü adeta eczacıların üzerine yıkılmıştır.
14.12.2004 tarihinde SSK'lıların serbest eczanelerden ilaç
alabilmesiyle ilgili protokol TEB ile Maliye Bakanlığı ve Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı arasında imzalanmıştır. Bu çerçevede eczacılar kamuya
değişen oranlarda iskontolar yapmaktadır. Bununla ilgili herhangi bir sorun
mevcut değildir. Ancak aynı anlaşma çerçevesinde ilaç sanayi kamu kurum
iskontolarını imalatçı satış fiyatının % 23'ü olarak vermekte, oysa kamu
sektörü eczacılardan bu oranı perakende satış fiyatı üzerinden tahsil
etmektedir.
Şöyle ki;
İmalatçı satış fiyatı 100 TL olan bir ilaç için ilaç şirketinin
23.00 TL kamu kurum iskontosu yapması gerekmektedir. İlacın eczacı kâr oranının
brüt % 25 olduğu düşünülür ise, aynı ilaç eczanede 125.00
TL olarak satışa sunulacaktır. İlaç sektörünün en büyük alıcısı olan kamu,
iskontoyu işte bu fiyat üzerinden baz almakta ve
iskonto miktarı 28.75 TL'ye çıkmaktadır. Yani eczacı kamu adına sanayiden 23.00
TL indirim almakta ancak sanayi adına SGK’ya 28.75 TL iskonto uygulamak zorunda
kalmaktadır. Dolayısıyla aradaki 5.75 TL'lik fark eczacıdan tahsil edilmiş
olmaktadır.
Stok zararlarının karşılanması için Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı Sayın Ömer Dinçer, İlaç Sanayi ile 03.12.2009 tarihinde bir anlaşma
imzaladığını ve stok zararlarının sanayi tarafından karşılanacağını basın
önünde beyan etmiştir. Bu gelişmeye rağmen 04.12.2009 tarihinde fiyatı düşmüş
olan 3500 kalem ilaçtan kaynaklı stok zararları karşılanmamıştır.
Dünya örneklerine bakıldığında ilaç fiyat düşüşlerinin uygulandığı
ülkelerden biri olan İngiltere'de düşüşlerden kaynaklı ciro kaybının önüne
geçebilmek maksadıyla devlet tarafından reçete başına 8.50 Euro ödeme
yapılmaktadır.
Sağlık sektöründeki revizyonla ilgili
olarak kaygı uyandıran diğer bir gelişme ise zincir eczanelerin kurulacağı ve
ilaçların artık marketlerde satılacağı konusunda Başbakanın kamuoyuna yaptığı
açıklamalardır. Haklı olarak eczacılar bu açıklamayı bir tehdit olarak
algılamaktadır.
Böyle bir sisteme geçildiğinde eczacıların, meslek kaynaklı
haklarının gasp edileceği ve zincir eczanelerde çalıştırılan işçi konumuna
dönüştürüleceği hususundaki endişeler bu kurumların temsilcileri tarafından
açık bir biçimde dile getirilmiştir.
Zincir eczanelerle ilgili olarak bu sistemin dünyadaki
uygulamalarından bahsedilirken ABD ve İngiltere örneğine sık sık
başvurulmaktadır. Edinilen bilgilere göre ABD’de vatandaşlar reçetesiz ilaçlara
serbestçe ulaşabildiğinden bu ülke kişi başına ilaç harcamalarının en yüksek
olduğu ülkedir. Ayrıca reçeteli ve reçetesiz ilaçların bir arada kullanımının
önüne geçilemediğinden her 11 dakikada 1 kişi "ilaç etkileşim
zehirlenmesinden" dolayı hayatını kaybetmektedir.
Eczacılık sorunlarından biri de muvazalı eczaneler sorunudur. 6197
Sayılı yasaya göre eczane sadece eczacılar tarafından açılabilmektedir. Alınan
önlemlerin yetersizliği nedeniyle yasaya karşı hile yoluyla eczacı olmayan
şahıslar tarafından da çok sayıda eczane açılmıştır.
Sonuç olarak yukarıda değinilen bilgilerin ışığı altında, eczacıların
içinde bulunduğu durumun tespiti ve sorunlarının giderilmesi ile ilaç üretimi,
fiyatlandırması, eşdeğer ilaçlarda yaşanan diğer sorunların araştırılması
amacıyla bir araştırma komisyonunun kurulması gerekmektedir.
2.- Kastamonu Milletvekili Mehmet
Serdaroğlu ve 20 milletvekilinin, Kastamonu ilinin sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/624)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Ülkemizde, başta tarım ve hayvancılıkta yaşanan yüksek girdi
fiyatları nedeniyle, göç veren illerin başında gelen Kastamonu, son yıllarda
iktidarın izlediği yanlış ekonomik ve sosyal politikalar sonucunda ciddi
sorunlar yaşamaktadır. Kastamonu'nun içinde bulunduğu sorunların tespiti, çözüm
yollarının araştırılması ve alınacak tedbirlerin belirlenmesi amacıyla,
Anayasamızın 98 ve İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince bir Meclis
Araştırma Komisyonu kurulmasını arz ve teklif ederiz.
1) Mehmet Serdaroğlu (Kastamonu)
2) Hasan Çalış (Karaman)
3) Alim Işık (Kütahya)
4) D. Ali Torlak (İstanbul)
5) Ali Uzunırmak (Aydın)
6) Mehmet Şandır (Mersin)
7) Akif Akkuş (Mersin)
8) Reşat Doğru (Tokat)
9) Mustafa Enöz (Manisa)
10) Mümin İnan (Niğde)
11) Yılmaz Tankut (Adana)
12) Rıdvan Yalçın (Ordu)
13) Ümit Şafak (İstanbul)
14) Süleyman Turan Çirkin (Hatay)
15) Kadir Ural
(Mersin)
16) Sabahattin Çakmakoğlu (Kayseri)
17) Hasan Özdemir (Gaziantep)
18) Kamil Erdal Sipahi (İzmir)
19) Hüseyin Yıldız (Antalya)
20) Hamza Hamit Homriş (Bursa)
21) Beytullah Asil (Eskişehir)
Gerekçe:
Ülkemizde son yıllarda yaşanan ekonomik kriz ve krizi inkâr edip,
yönetemeyen siyasi iktidarın, yanlış ekonomi politikaları sonucunda, tarım ve
hayvancılık ülkemizde bitme noktasına gelirken, göçün artması ile işsizlik
devasa boyutlara ulaşarak her yıl rekorlar kırmaktadır.
Kastamonu da bu olumsuz durumdan en fazla etkilenen illerin
başında gelmektedir. Kırsalda en büyük geçim kaynağı hayvancılık olan
Kastamonu’da, girdilerdeki yüksek artışlar nedeniyle insanlar geçim sıkıntısı
yaşamakta ve göç etmektedirler. 1927 ilk nüfus sayımında Türkiye'nin nüfusu 13
milyon iken, bugün 72 milyona çıkmış ancak, 1927'de nüfusu 335 bin, 1935 nüfus
sayımında da nüfusu 361 bin 191 olan Kastamonu'nun, bugün itibariyle nüfusu 359
bine gerilemiştir.
Görülüyor ki, Kastamonu'nun şu anki nüfusu 75 yıl önceki nüfusunun
altında kalmıştır. Ve bu düşüş devam etmektedir. Ülkenin nüfus artış oranı
dikkate alındığında genel nüfus 5 kat artmış, bu artışa paralel olarak da bugün
Kastamonu'nun nüfusunun 1 milyon 835 bin olması gerekirken, 359 bine
gerilemesi, Kastamonu'nun durumunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu rakamlar da
gösteriyor ki, 1 milyon 476 bin Kastamonulu göç etmiştir.
Sadece İstanbul'da yaşayan Kastamonulu sayısı bir milyonun
üzerinde iken, muhtelif illerde de çok sayıda Kastamonulu yaşamaktadır.
Kastamonu en çok göç veren 5 il içindedir. Nüfus sayısındaki bu azalış
milletvekili sayısını da düşürmüş, cumhuriyetin ilk yıllarında 12 milletvekili
ile TBMM'de temsil edilen Kastamonu'nun sadece milletvekili sayısındaki azalış
bile, Kastamonu'nun günden güne küçüldüğünü göstermektedir. Şu an 4
milletvekili ile temsil edilen Kastamonu bir dahaki seçimlerde 3 milletvekili
çıkaracaktır.
Türkiye'nin bir numaralı meselesi olan, üretim ve istihdamda
yaşanan sorunlar bu göçün en büyük nedeni olurken, bölgesel kalkınma konusunda
da yapılan ayrımcılık ve yanlışlıklar da insanları topraklarından
büyükşehirlere göç ettirmektedir. SEKA ve Eti Bakır ile başlayıp günümüzde
şeker fabrikaları ile süregelen özelleştirmeler sonucunda istihdamdaki azalma
bir yana, özellikle tarıma dayalı sanayi kuruluşlarının özelleştirilmesi, tarım
ve hayvancılığı da büyük oranda vurmuştur.
2002 yılında hayvancılık konusunda ilk 5 il arasında yer alan
Kastamonu bugün 13. sıraya gerilemiş, son yıllarda yaşanan yanlış hayvancılık
politikaları, canlı ve kesik et ithali ile girdilerdeki fahiş artışlar, ülke
çapında hayvan varlığımızı da yarı yarıya düşürmüştür. Kastamonu kırsalında
evinin damında 1-2 hayvan besleyen insanlarımız bile bu hayvanlarını ya satmak
ya da kesmek zorunda kalmışlardır.
Tarım ve sanayide büyük sıkıntı yaşayan Kastamonu, sahip olduğu
doğal güzellikleri, zengin tarihi ve kültürünü de yeteri kadar tanıtamamıştır.
Hükûmetlerin yanlış turizm teşvik politikaları sonucu Kastamonu ile birlikte
tüm Karadeniz kalkınmaya önemli katkı sağlayan turizmden yeterince
yararlanamamıştır. Kurtuluş Savaşı'nda en çok şehit veren üç ilin içindeki
Kastamonu ve Kurtuluş Savaşı mücadelesinde başı çeken ve büyük öneme sahip olan
İnebolu ilçesi bile yeteri kadar tanıtılamamıştır.
İşte tüm bu nedenlerle, Kastamonu'nun içinde bulunduğu
sorunlarının tespiti ve çözüm yollarının araştırılması, alınacak tedbirlerin
belirlenmesi amacıyla, Anayasamızın 98 ve İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri
gereğince bir Meclis araştırma komisyonu kurulmasını arz ve teklif ederiz.
3.- Kastamonu Milletvekili Mehmet
Serdaroğlu ve 19 milletvekilinin, camilerin ve din görevlilerinin sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/625)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Camilerimizin ve din görevlilerimizin sorunlarının
araştırılması, camilerimizin ısınma, bakım, onarım ve temizlik giderlerinin
karşılanamamasında yaşanan sorunların ortadan kaldırılması, din
görevlilerimizin, maddi ve sosyal durumlarının iyileştirilmesi, mesai ve kadro
sorunlarının giderilmesi için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi
amacıyla Anayasamızın 98 ve İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince bir
Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasını arz ve teklif ederiz.
1) Mehmet Serdaroğlu (Kastamonu)
2) Hasan Çalış (Karaman)
3) Alim Işık (Kütahya)
4) D. Ali Torlak (İstanbul)
5) Ali Uzunırmak (Aydın)
6) Mehmet Şandır (Mersin)
7) Akif Akkuş (Mersin)
8) Reşat Doğru (Tokat)
9) Mümin İnan (Niğde)
10) Yılmaz Tankut (Adana)
11) Ümit Şafak (İstanbul)
12) Rıdvan Yalçın (Ordu)
13) Süleyman Turan Çirkin (Hatay)
14) Kadir Ural (Mersin)
15) Hamza Hamit Homriş (Bursa)
16) Hasan Özdemir (Gaziantep)
17) Kamil Erdal Sipahi (İzmir)
18) Sabahattin Çakmakoğlu (Kayseri)
19) Hüseyin Yıldız (Antalya)
20) Beytullah Asil (Eskişehir)
Gerekçe:
Camiler, dinî ve millî kültürümüzden ayrı düşünemeyeceğimiz
değerlerimizin başında gelir. İnsanları bir araya getiren camiler, manevi
duygularımızın ve millî değerlerimizin mekânıdır. Bu değerlerimizin, edep ve
ahlakın, kardeşliğin, en güzel yaşama biçiminin öğretildiği, ibadetin yapıldığı
camilerimiz, bozulmaya yönelen birlik ve beraberliğimizin de ilham kaynağıdır.
Tarih boyunca Türk-İslam coğrafyasında cami yapımına büyük özen
gösterilmiş, camiler yalnızca ibadet yeri olarak değil, halkın ihtiyaçlarının
karşılanması yanında, eğitim ve adli hizmetler de vermiştir. Camiler, Müslüman
ülkelerin mührüdür. Camilerimiz vatan toprağının tapusu, din görevlileri de
millî birlik ve beraberliğimizin çimentosu ve harcı olmuşlardır.
Birer halk üniversitesi olarak da insanlara her türlü
kötülüklerden uzak durmalarının öğretildiği camiler, iyilik ve güzellikleri,
insan sevgisi, vatan ve bayrak sevgisi, ana-babaya, öğretmene itaatin
anlatıldığı, insanlar arasında ayrım yapmaksızın herkesi bünyesinde toplayan
ibadet mekânlarıdır.
Ülkemizde 2008 yılı sonu itibariyle 80 bin 53 camimiz vardır. Bu
camilerde, vaiz, murakıp, Kur’an kursu öğreticisi, imam-hatip ve müezzin olarak
din hizmetlerini yürüten 75 binin üzerinde personel görev yapmaktadır. Hem
camilerimizin hem de din hizmetlerini yürüten personelimizin çok çeşitli
sorunları vardır.
Isınma, bakım-onarım ve temizlik giderlerinin karşılanamaması
camilerin en önemli sorunlarının başında gelmektedir. Camilerimizin, daha
temiz, bakımlı ve düzenli olması için bu giderlerin karşılanması birinci
zorunluluktur.
Ülkenin her tarafında hizmet veren din görevlilerimiz zor şartlar
altında yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar. Daha verimli çalışabilmeleri
için, maddi durumlarının iyileştirilmesi, mesai ücretlerinin ödenmesi, ek
göstergelerinin yükseltilmesi, sözleşmeli ve vekil olarak çalıştırılan
personele kadro verilmesi, lojman tahsis edilmesi, cami temizliğinden sorumlu
tutulmaları gibi sorunları yıllardır çözüm beklemektedir.
Özellikle vekil olarak ve 4-B statüsünde çalıştırılan din
görevlilerimiz, bir çok sosyal haktan mahrum
bırakılmışlardır. Vekil ve sözleşmeli olarak çalıştırılan din görevlilerinin
kadroya geçirilmeleri öncelikle ele alınmalı ve çözümlenmelidir.
Din görevlilerinin, camilerin bakımı ve temizliği için, cami
cemaatinden para toplamak zorunda bırakılmaları, başta imamlarımızı rahatsız
etmektedir. İmkânı olanlar, severek ve şevkle, bu ihtiyaçlara destek olmalarına
rağmen, yetmemekte, bazı camilerde çevreye ve ekonomik nedenlere bağlı olarak
bu hizmetler aksamaktadır. Camilere kaynak aktarımı yapılarak bu sorun acilen
giderilmelidir.
İşte yukarıda sayılan tüm bu nedenlerle, camilerimizin ve
din görevlilerimizin sorunlarının araştırılması, çözümlerinin belirlenmesi,
camilerimizin giderlerinin karşılanması, din görevlilerimizin, maddi ve sosyal
durumlarının iyileştirilmesi, mesai ve kadro sorunlarının giderilmesi için
alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasamızın 98 ve İçtüzüğün
104 ve 105. maddeleri gereğince bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasını arz
ve teklif ederiz.
4.- BDP Grubu adına Grup Başkan
Vekilleri Batman Milletvekili Bengi Yıldız ve Batman Milletvekili Ayla Akat
Ata’nın, Mıhellemilerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/626)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na
Türkiye'de yaşayan halklardan biri olan Mıhellemi'lerin
yaşadıkları sorunların tespiti ve çözümü amacıyla Anayasanın 98. ve İç Tüzüğün
104. ve 105. maddeleri gereğince "Meclis Araştırması" açılmasını
saygılarımızla arz ve teklif ederiz.
Bengi Yıldız Ayla
Akat Ata
Batman Milletvekili Batman
Milletvekili
Grup Başkan Vekili Grup
Başkan Vekili
Gerekçe:
Mıhellemi'ler ülkemizde Mardin, Batman ve özellikle Midyat'ın
çevresinde Turabdin diye anılan bölgede yaşayan halk topluluğudur. Türkiye'de
yaklaşık 600 bin Mıhellemi yaşamaktadır.
Mıhellemi'lerin kökenleri Türk asıllı olduklarından Kürt asıllı
olmalarına kadar, yine Arap mı yoksa Arami/Süryani mi oldukları yönünde çok
sayıda asılsız iddia mevcuttur. Mıhellemi'lerin Arap, Süryani, Kürt ya da Türk
kimliği ile tanımlanmaya çalışılması, etnisite gerçekliklerinin çarpıtılması
anlamına gelmektedir. Bu halkın kendine has bir dili, âdetleri ve kültürü
vardır. Mıhellemi'ler, Arap ya da başka kimlikler adı altında bir denge unsuru
olarak kullanılmaktan, yerleşim yerlerinin isimlerinin değiştirilmesinden,
kendi kimlik ve kültürlerinin hukuki olarak tanınmamasından ve devlet
tarafından korunup geliştirilmemesinden rahatsızlık duymaktadırlar.
Bin yıldan uzun bir süredir yaşadıkları topraklarda, birçoğunun
sahip oldukları mülkleri ellerinden alınıp hazineye devredilmiştir. Birçoğunun
da bağ, bahçe ve ekili arazilerine tapu verilmemektedir. Var olan tapuların
birçoğu da başkalarının üzerine kayıtlıdır. Dedelerinden kalma arazilerinin
başka kişilerin isimlerine kayıtlı olması halk arasında ciddi gerilimlere,
çatışmalara neden olmaktadır.
Mıhellemili'lerin yaşadıkları diğer bir sorun da, sayıları yüz
binleri bulan ve Türkiye dışında yaşayan akrabalarının yaşadıkları sorunlardır.
Aslen Türkiyeli olan Mıhellemi'lerin büyük bir bölümü elli yıldır Suriye, Irak
ve Lübnan'da yaşamaktadırlar. Yaşadıkları ülkelerde kendilerine vatandaşlık
hakkı verilmemiştir. Yıllardır vatansız ve kimliksiz bir şekilde
yaşamaktadırlar. Aslen Türkiyeli olmalarına rağmen Türkiye Cumhuriyeti
tarafından da kendilerine vatandaşlık hakkı verilmemiştir. Türkiye'nin bu
konumdaki Mıhellemi’lerin sorununa bir çözüm bulması, vatandaşlık hakkı
tanıyarak Türkiye'ye geri dönüşlerinin sağlanması için maddi ve hukuki
düzenlemeler yapması gerekmektedir.
Türkiye'de Mıhellemi'lerin kendi kimlik, dil ve kültürlerinin
tanıtılması, korunması ve geliştirilmesi amacıyla kurulan tek örgütleri olan
Mıhellemi Dinler Diller ve Medeniyetler Arası Diyalog Derneği çeşitli baskılara
maruz bırakılarak kapatılmak istenmektedir. Dört yıldır dernekleri olmasına
rağmen henüz dernek isminde adı geçen mıhellemi sözcüğü yasal engellemelerden
dolayı parantez içinde kullanılmaktadır.
Mıhellemi'ler, öncelikle dernekleri üzerindeki bu
baskıların ortadan kalkması, kendi kimlik ve kültürlerinin tanınması korunup
geliştirilmesi, Mıhellemice yazılı, görsel gazete dergi, radyo, tv ve diğer
medya iletişim araçlarından istifade etme hakkı tanınmasını, tapu ve kadastroda
inceleme ve düzenlemeler yapılarak çatışmalara neden olabilecek yanlış
uygulamaların bir an önce düzeltilmesi ve hak sahiplerine haklarının iade
edilmesi, sürgünde kimliksiz yaşayan akrabalarına devletin bir an önce sahip
çıkmasını beklemektedirler.
Mıhellemi'lerin yaşadıkları sorunların tam anlamıyla tespit
edilmesi ve çözülmesi amacıyla, ileride arazi tartışmasından çıkabilecek bir
çatışmaya engel olabilmek, yurtdışında sürgün hayatı yaşayan vatandaşlarımızın
ana yurtlarına dönüşlerini sağlayabilmek için, bir Meclis araştırma komisyonu
kurulması gerekmektedir.
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp
açılmaması konusundaki ön görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.
Tarım Orman ve Köyişleri Komisyonunun, Maden Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında İç Tüzük’ün 34’üncü maddesi uyarınca
verilmiş bir tezkeresi vardır, okutuyorum:
B)
Tezkereler
1.- Tarım, Orman ve Köyişleri
Komisyonu Başkanlığının, (1/821) esas numaralı Maden Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın, İç Tüzük’ün 34’üncü maddesi uyarınca kendi
komisyonlarında görüşülmesinin temini için gereğinin yapılmasına ilişkin
tezkeresi (3/1123)
12/03/2010
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Başkanlığınızca, 1/821 esas numaralı "Maden Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı"; 11/3/2010
tarihinde esas olarak Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve
Teknoloji Komisyonu’na, tali olarak da Anayasa, İçişleri, Plan ve Bütçe ile
Çevre komisyonlarına havale edilmiştir.
Söz konusu kanun tasarısı, orman sayılan alanlarda yapılacak maden
arama ve işletme faaliyetleri ile ilgili hükümler sebebiyle, Komisyonumuzun da
görev alanına giren konular içermektedir.
Anılan sebeplerle; esas olarak Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii
Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu'na havale edilmiş bulunan "Maden
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı"nın, İçtüzüğün 34
üncü maddesi uyarınca Komisyonumuzda tali olarak görüşülmesi için gereğinin
yapılmasını bilgilerinize arz ederim.
Saygılarımla.
Vahit
Kirişci
Adana
Tarım,
Orman ve Köyişleri
Komisyonu
Başkanı
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, okunmuş bulunan tezkeredeki Tarım,
Orman ve Köyişleri Komisyonunun talebi, Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii
Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonunca da uygun bulunduğundan İç Tüzük’ün
34’üncü maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca Başkanlığımızca yerine getirilecektir.
Şimdi de Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının iki tane
tezkeresi vardır, ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım:
2.- Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı Mehmet Ali Şahin’in, beraberinde bir Parlamento heyetiyle, Fas
Parlamentosu Temsilciler Meclisi Başkanı Mustafa Mansouri’nin vaki davetine
icabetle Fas’a, resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi
(3/1124)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mehmet Ali Şahin'in, Fas
Parlamentosu Temsilciler Meclisi Başkanı Mustafa Mansouri'nin davetine icabet
etmek üzere, beraberinde Parlamento heyetiyle, Fas'a resmi ziyarette bulunması
hususu Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında
3620 sayılı Kanun'un 6. maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.
Mehmet
Ali Şahin
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Karar yeter sayısı...
BAŞKAN – Karar yeter sayısı arayacağım efendim.
Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
OKTAY VURAL (İzmir) – Kabul edilmemiştir, vardır.
BAŞKAN – Karar yeter sayısı yok efendim.
OKTAY VURAL (İzmir) – Var efendim…
BAŞKAN – Onun için on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 14.02
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.13
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran
Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN
(Bingöl), Fatih METİN (Bolu)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
74’üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı tezkeresinin oylanmasında
karar yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi tezkereyi yeniden oylarınıza sunacağım
ve karar yeter sayısı arayacağım.
Kabul edenler…
Elektronik cihazla oylama yapalım, o zaman sorun kalmaz.
İki dakika süre veriyorum.
Oylamayı başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Karar yeter sayısı yoktur.
On dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 14.17
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 14.29
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran
Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN
(Bingöl), Fatih METİN (Bolu)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
74’üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı tezkeresinin oylanmasında
karar yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi tezkereyi tekrar oylarınıza sunacağım
ve karar yeter sayısı arayacağım ama karar yeter sayısını da iki dakikalık
oylamayla yapacağım.
Oylamayı başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Karar yeter sayısı vardır, kabul edilmiştir.
İkinci tezkereyi okutuyorum:
3.- Türkiye Büyük Millet
Meclisinden bir Parlamento heyetinin, Rusya Federasyonu Federal Meclisi Tarım
ve Gıda Politikası ve Balık Kompleksi Komisyonunun vaki davetine icabetle Rusya
Federasyonu’na resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1125)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Türkiye Büyük Millet Meclisinden bir Parlamento Heyetinin Rusya
Federasyonu Federal Meclisi Tarım ve Gıda Politikası ve Balık Kompleksi
Komisyonunun davetlisi olarak Rusya Federasyonu’na resmî ziyarette bulunması
hususu Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında
3620 Sayılı Kanun’un 6. Maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.
Mehmet
Ali Şahin
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Şimdi de gündemin “Seçim” kısmına geçiyoruz.
VI.- SEÇİMLER
A)
Komisyonlarda Açık Bulunan Üyeliklere Seçim
1.- İnsan Haklarını İnceleme ve
Anayasa Komisyonlarında açık bulunan üyeliklere seçim
BAŞKAN – İnsan Hakları İnceleme Komisyonunda boş bulunan ve Adalet
ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen 1 üyelik için Kahramanmaraş Milletvekili
Fatih Arıkan aday gösterilmiştir.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Anayasa Komisyonunda boş bulunan ve Adalet ve Kalkınma Partisi
Grubuna düşen 1 üyelik için Gaziantep Milletvekili Mahmut Durdu aday
gösterilmiştir.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Şimdi de sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince sözlü soru
önergelerini görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan
Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.
1’inci sırada yer alan Türk Ticaret Kanun Tasarısı ve Adalet
Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri
1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2’nci sırada yer alan Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet
Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3’üncü sırada yer alan Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası
İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna
Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin
Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
3.- Milletlerarası Para Fonu ile
Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki
Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/761) (S. Sayısı: 458)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
4’üncü sırada yer alan Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı ile Çevre,
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler, Avrupa Birliği Uyum ile Tarım, Orman ve
Köyişleri komisyonları raporlarının görüşmelerine başlayacağız.
4.- Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı
ile Çevre, Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler, Avrupa Birliği Uyum ile
Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonları Raporları (1/789) (S.Sayısı: 473) (x)
BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon raporu 473 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince bu tasarı İç
Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında görüşülecektir. Bu nedenle tasarı tümü
üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra
bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı
oylanacaktır.
Tasarının tümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
Erzurum Milletvekili Zeki Ertugay konuşacaktır. (MHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Ertugay.
(x) 473 S. Sayılı Basmayazı
tutanağa eklidir.
MHP GRUBU ADINA ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Biyogüvenlik Yasa Tasarısı üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına görüşlerimi arz etmek üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle
yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, tarımın vazgeçilmezliğini, stratejik
öneminin çok yüksek bir sektör olduğu hususunu bu yüce Mecliste her vesileyle
ifade ettik. Giderek artan dünya nüfusuna, dolayısıyla insanların daha fazla
miktar ve kalitede gıda talebine karşılık, bugün için çok temel bir problem
olarak ortaya çıkan küresel ısınmanın varlığı ve giderek azalan tarım alanları
bu stratejik önemi daha da artırmaktadır.
Bu nedenlerle, bilimin ve ileri teknolojinin en iyi şekilde
kullanılarak, üretimin, birim alandan alınan verimin artırılması, hastalık ve
zararlılarla olumsuz iklim ve toprak şartlarına karşı dayanıklı ürünlerin
geliştirilmesi çok daha önemli bir hâle gelmiştir.
Diğer taraftan, bütün insanlık için, tüketilen gıdaların güvenilir
olması, insan, bitki ve hayvan sağlığına hiçbir şekilde zarar vermemesi, çevre
ve biyoçeşitliliğin korunması da bir o kadar önemli hâle gelmiştir.
Özetle, bugün için 7 milyar dünya nüfusunun gıda güvencesi ve bu
gıdaların güvenilir olması her zamankinden daha büyük önem arz etmektedir.
Değerli milletvekilleri, başta tıp ve eczacılık olmak üzere birçok
alanda başarılı bir şekilde kullanılan modern biyoteknoloji, bugün için en
geniş kullanım alanını tarım ve gıdada bulmuştur. Tarımda
verimi artırmak, hastalık ve zararlılara karşı yeni çeşitler geliştirmek,
ürünlerin raf ve depolama ömürlerini uzatmak gibi birçok amaçlar için modern
biyoteknolojiyi kullanarak bir başka canlı türünden gen aktarımı yoluyla elde
edilen genetiği değiştirilmiş organizmalar -yani GDO’lar- insan, hayvan, bitki
sağlığı, çevre ve biyoçeşitlilik için çok ciddi olabilecek, çoğu kere de
telafisi mümkün olmayan riskleri de beraberinde getirmektedir. Bu
sebepledir ki yeterli gıda temini ve artan nüfusun beslenmesi bakımından modern
biyoteknolojik yöntemlerin kullanılması bir imkândır, bir fırsattır, hatta
bugün olmasa da gelecek için bir zorunluluktur. Ancak, aynı zamanda modern
biyoteknolojinin bir ürünü olan GDO’ların insan, bitki, hayvan ve çevre için
oluşturabildikleri riskler tamamen bertaraf edilmedikçe, tam bir gıda güvenliği
sağlanmadıkça, geleceğimiz için, insanlık için büyük bir tehdittir. Bu nedenle,
bütün bu endişeleri gidermek, muhtemel riskleri ortadan kaldıracak doğru bir
biyogüvenlik yasası çıkarmak önemli bir gerekliliktir.
Biyogüvenlik konusu, başta gelişmiş ülke kamuoyları olmak üzere
bütün insanlığın önem verdiği, hassasiyet gösterdiği bir konudur. Bu
endişelerden dolayıdır ki son yirmi yılda diğer birçok hususun yanında aynı
zamanda GDO’ların üretimlerinin artmasıyla birlikte GDO’lar konusunda bir
düzenleme getiren Biyoçeşitlilik Sözleşmesi ve bu sözleşmeye dayanılarak
hazırlanan Cartagena Biyogüvenlik Protokolü yürürlüğe konmuştur. Geçmişine
bakıldığı zaman Cartagena Biyogüvenlik Protokolünün ana anlaşması Biyolojik
Çeşitlilik Sözleşmesidir.
Sözleşme, Birleşmiş Milletler programı öncülüğünde 1989 yılında
başlatılan hükûmetler arası müzakereler sonucu hazırlanmış ve 29 Aralık 1992
tarihinde dünyada yürürlüğe girmiştir. Sözleşmeye 193 ülke taraftır. Ülkemiz 14
Mayıs 1997’de bu sözleşmeye taraf olmuştur. Sözleşmenin temel amaçları
biyolojik çeşitliliğin korunması, biyolojik kaynakların sürdürülebilir
kullanımı ve genetik kaynaklardan sağlanan faydaların eşit, doğru ve adil
paylaşımıdır.
Sözleşme, modern biyoteknolojiyi kullanarak geliştirilen genetik
yapısı değiştirilmiş organizmalarla doğrudan ilgili olarak, taraf ülkelerin
insan sağlığını da dikkate alarak biyolojik çeşitliliğin korunması ve
sürdürülebilir kullanımı üzerinde olumsuz etkisi olabilecek GDO’ların sebep
olduğu risklerin kontrol edilmesini, yönetilmesini gerekli hâle getirmiştir.
Cartagena Protokolü, 11 Eylül 2003 tarihinde dünyada yürürlüğe
girmiş, ülkemizde yürürlük tarihi ise 24 Ocak 2004’tür.
Değerli milletvekilleri, AB Komisyonu ve AB’ye üye ülkelerin
tamamı dâhil 157 ülke bu Protokol’e taraftır; Amerika, Arjantin, Avustralya,
Kanada, Rusya Federasyonu dâhil Birleşmiş Milletlere üye 55 ülke ise taraf
değildir.
Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin ek protokolü olarak Cartagena
Biyogüvenlik Protokolü’nün de temel konusu ve amacı, biyolojik çeşitliliğin
korunması ve sürdürülebilir kullanımıdır.
Değerli milletvekilleri, Protokol’ün 2’nci maddesi, taraf
ülkelerin genel yükümlülüklerini ve haklarını sıralamaktadır. Buna göre, taraf
ülkeler, Protokol ile belirlenen yükümlülüklerini yerine getirmek için gerekli
yasal, idari ve diğer tedbirleri almak, ön bildirim anlaşması, risk
değerlendirmesi, risk yönetimi, bilgi alışverişi gibi Protokol’de belirlenen
mekanizmaların işlerliği için gerekli olan yasal, idari ve kurumsal
düzenlemeleri yapmak zorundadır.
Bu Protokol’e göre, GDO’ların doğada bulunan diğer canlılara,
onların devamlılığına, çeşitliliğine, yani biyolojik çeşitliliğe, daha da
önemlisi insan sağlığına hiçbir şekilde zarar vermeden kullanılması, muhtemel
zararlarına fırsat verilmemesi için kurallar ve tedbirler sistemini içeren bir
ulusal mevzuat oluşturma zorunluluğu getirilmiştir.
Biyogüvenlik Yasası bunun gereği olarak bugün bu Meclisin
gündemine getirilmiştir. Aslında, bu konuda geç kalınmıştır. 2003 yılında taraf
olduğumuz, 2004 yılında imzaladığımız Biyogüvenlik Protokolü’nden bugüne kadar
geçen sürede bu yasanın niçin çıkarılmadığı Hükûmetin cevaplaması gereken
soruların başında gelmektedir. Zira 2004 yılından bugüne kadar ülkemize GDO’lu
olduğu bilinen milyonlarca ton gıda ve yem amaçlı ürün girmiştir. Takdir
edeceğiniz gibi bu ürünler, bir yasal düzenleme olmadığı için, hiçbir denetime
tabi olmadan girmiştir.
Değerli milletvekilleri, insan sağlığını, çevreyi, biyolojik
çeşitliliği birinci derecede ilgilendirmesi itibarıyla biz bu yasayı,
önerilerimiz doğrultusunda düzeltilmesi ve eksikliklerinin giderilmesi kaydıyla
önemsiyoruz. Zaten bu hâliyle yeterli görmediğimiz için de bu yasa tasarısının
birçok maddesine muhalefet şerhi koyduk.
Hükûmetin bu yasayı TBMM’nin gündemine getirmekte geç kaldığı bu
konuda, aynı zamanda, başından beri de yanlış bir yol takip edilmiştir.
Birinci yanlışlık, bir biyogüvenlik yasası olmadan işe yönetmelik
çıkararak başlanmasıdır.
İkinci yanlışlık, hiç kimseden görüş ve öneri almadan, kamuoyunu
doğru bilgilendirmeden çıkarılan hatalarla dolu bu yönetmeliğin alelacele
yürürlüğe konulmasıdır.
Üçüncü yanlışlık, izlenen hatalı politika sonucu,
yıllardır, özellikle karma yem üretiminde kullanılan, başta soya olmak üzere,
GDO’lu ürünleri ithal eden, daha doğrusu ve maalesef bu ürünler bakımından
dışarıya bağımlı hâle getirilmiş bu ülkenin yem üretimini, kırmızı ve beyaz et
sektörünü, yem sanayicisinin durumunu hiç nazarıitibara almadan, bu sektörün
kriz eşiğine getirilmiş olmasıdır.
Bu yanlışlıklar sonucu bu ülkede büyük bir kargaşa yaşanmıştır,
bilgi kirliliği ve kaos yaratılmıştır. Kamuoyunda
yaşanan bu kargaşayı Bakanlık seyretmekle kalmamış, söz ve uygulamalarıyla da
büyük bir krize dönüştürmüştür.
Bakın, ne oldu, nasıl bir süreç cereyan etti: Önce -ifade ettiğim
gibi- 26 Ekim 2009 tarihli bu Yönetmelik’in, bir gece yarısı, alelacele
yayımlanması ile sivil toplum kuruluşları, medya, gıda ve yem sanayicileri
ayağa kalktı ve kamuoyunda tam bir kaos yaşandı,
hayvancılık sektörü ve yem sanayisi bir anda krizin eşiğine sürüklendi. Bu
Yönetmelik’le ilgili olarak kamuoyunda GDO’lu ürünlerin serbest bırakıldığı
kanaati oluşması sonucu baskılar, tepkiler artınca Sayın Bakan, “Biz bu
Yönetmelik’le GDO’lu ürünleri yasaklıyoruz.” diyerek savunmaya geçti. Sayın
Bakan daha da ileri giderek “Ben GDO’lu ürün yemem.” diyerek bir beyanat verdi.
Daha sonra Danıştay 13. ve 10. Daireleri Müşterek Heyeti, 26 Ekim tarihli
Yönetmelik’in 11’inci ve 20’nci maddelerinin yürürlüğünü durdurdu. Bu karara
Bakanlığın itiraz etmesi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu
yürütmenin durdurulmasını kaldırdı. Sonra, Bakanlık, ısrarla savunduğu bu
Yönetmelik’i önce 20 Kasım 2009’da, sonra da 20 Ocak 2010’da olmak üzere 2 kere
değiştirdi. Son değişiklikle 1 Marta kadar denetimsiz olarak Türkiye’ye girecek
ürünlerin kapsamı genişletildi. Yani ithalatı kesinlikle yasak olan, GDO içeren
bebek mamaları ve antibiyotiğe karşı dayanıklılık geni içeren ürünlerin
ithalatının önü açılmış oldu. Şu anda, bu ülkeye, “Ben GDO’lu ürün yemem.”
diyen Sayın Bakanın Tarım Bakanı olduğu bu ülkeye GDO’lu bebek mamalarının
girişi 1 Mart 2009’a kadar serbest bırakılmıştır. Daha da önemlisi, 1 Marta
kadar ithal edilen gıdalar, bebek mamaları şimdiden market raflarında,
stoklarda yerini almış ve bu ürünlerin raf ömrü de göz önüne alındığı zaman
denetimsiz bir şekilde bu ülkeye giren ürünleri yaklaşık iki yıl daha bu ülke
insanı tüketmeye devam edecek. Anlaşıldığı üzere ilk düğme yanlış iliklenmiş,
hatalar zinciri peş peşe gelmiş ve bu Yönetmelik birkaç defa değişikliğe
uğramıştır. Şimdi de en başta yapılması gerekeni yapıyoruz ve bir biyogüvenlik
yasası çıkarmaya çalışıyoruz.
Değerli milletvekilleri, biraz da yaygın olarak üretilen ve
ülkemize ithal edilen bu ürünlerden ve ekonomisinden bahsetmek istiyorum.
Dünyada GDO’lu üretim yapılan alan yaklaşık 125 milyon hektardır. En fazla
üretim alanı 62,5 milyon hektar ile ABD’de dir, bu ülkeyi sırasıyla Arjantin,
Brezilya, Hindistan ve Kanada takip etmektedir. Yine dünyada en fazla ticarete
konu olan ve tartışılan ürünler soya, mısır, kolza ve pamuktur. Dünyada GDO’lu
üretim en fazla soya bitkisinde yapılmaktadır. Dünya soya üretimi yaklaşık 220
milyon tondur. En fazla üretim 72 milyon tonla ABD’de yapılmaktadır ve
Arjantin, Brezilya, Çin bu ülkeyi takip etmektedir. Bugün ABD’de üretilen
soyanın yüzde 92’si, Brezilya’da üretilenin yüzde 65’i, Arjantin’de üretilenin
yüzde 99’u GDO’ludur.
Değerli milletvekilleri, ülkemizde ise soya üretimi yok denecek
kadar azdır, 40-50 bin ton civarında bir üretimimiz vardır. 2008 yılında 1
milyon 600 bin ton soya ve küspesi, 1 milyon 750 bin ton da mısır sadece yem
sanayicileri tarafından ithal edilmiştir. Buna gıda sanayisinin ihtiyacı olan
miktarı da eklerseniz, ülkemizde çok rahat yetişebilecek olan bu ürünler için
ödediğimiz paranın her yıl yaklaşık değeri 3 milyar dolar civarındadır. Yıllık
soya ihtiyacımız 2-2,5 milyon tondur, yem üretimimiz ise, yerli üretimimiz ise
sadece 40-50 bin tondur. Şimdi soruyorum: Bu Hükûmet sekiz yıldır bu konuda ne
yaptı? Son olarak uygulamaya koyduğu Havza Bazlı Üretim ve Destekleme Modeli
ise esas amacı gerçekleştirmekten çok çok uzaktır. Açıkça ifade ediyorum:
Uygulanacak kararlı ve doğru bir destekleme politikasıyla çok kısa sürede soya
üretimini kendi kendimize yeterli konuma getirebiliriz ve ülkemizin yıllık 5
milyon ton soya üretim potansiyelinin olduğunu da ifade etmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, gelelim yasaya. Elbette ki bu ülkenin bir
biyogüvenlik yasasına ihtiyacı vardır, ayrıca uluslararası anlaşmalardan dolayı
da bir mecburiyet vardır ama doğru bir yasaya ihtiyacı vardır. Görüşülen bu
yasa mevcut hâliyle yetersizdir, bazı maddeleri eksiktir; içerdiği hükümler,
insan, bitki, hayvan sağlığı, çevre ve biyoçeşitliliğimizin korunması konusunda
endişeleri bertaraf etmekten uzaktır. Biyogüvenliğin sağlanması konusunda ciddi
bir yasal düzenlemeye ihtiyaç olduğu muhakkaktır.
Bu çerçevede, geneli itibarıyla yasaya olumlu bakmakla birlikte,
önerilerimiz doğrultusunda eksikliklerin giderilmesi ve yeniden tanzim edilmesi
çok önem arz etmektedir.
Öncelikle, kanun tasarısı içerisinde, biyogüvenlik konusunda
bilimsel esaslara göre çalışacak, bünyesinde uzman elemanları istihdam eden, bilimsel
araştırma teknik altyapısına ve donanımına ve ciddi bir bütçeye sahip bir
biyoteknoloji araştırma kurumu kurulması çok önemlidir. Kendi teknolojimizi
geliştirmek ve dışarıya bağımlı olmamak için gerekli bilimsel ve teknik altyapı
oluşturulması açısından bu kurumun oluşturulması çok elzemdir. Kurulacak olan
bu kurumu, kendi biyoçeşitliliğimizin korunması, karakterizasyonun yapılması ve
gen kaynaklarımızın, genetik materyalimizin sahiplenilmesi bakımından önemli
görüyor ve bu görevin bu kuruma verilmesini temenni ediyoruz. Aksi takdirde,
bir müddet sonra kendi genlerimizi bir başka ülkeden satın almak zorunda
kalabiliriz.
Diğer taraftan, kanun tasarısının bugün için, yani kendi
teknolojimizi kendimizin üretip kendimizin uygulayacağı zamana kadar yetiştiricilik
ve çoğaltım amaçlı her türlü üretim materyalinin ithalatının yasak olduğu kanun
içerisinde çok açık bir şekilde belirtilmelidir, çünkü bugünkü şartlarda bu
ürünlerin üretimi ülke açısından da, ülkenin biyoçeşitliliğinin korunması
açısından da son derece sakıncalıdır.
Kanunla oluşturulan ve en önemli görevi ifa edecek olan
Biyogüvenlik Kurulunun mevcut yapısı son derece yetersiz ve sakıncalıdır. Bu
hâliyle kurulan Kurulun tarafsızlığı ve güvenilirliği tartışılır durumdadır,
etkin ve verimli şekilde çalışması mümkün değildir, bilimsel esaslara göre
çalışacağı da tartışılır durumdadır, kamuoyunda, meslek örgütlerinde, sivil
toplum kuruluşlarında ve tüketicilerde oluşmuş ve oluşacak olan endişe ve
şüpheleri gidermekten uzaktır. Bu konuda da önergelerimiz vardır. Tarafımızdan
çok önemli görülen bu maddelerin mutlaka değiştirilmesini yüce Meclisin
takdirlerine sunuyorum.
Bu Kurulun ağırlıklı olarak üniversiteler ve TÜBİTAK gibi bilim
kuruluşlarından oluşturulması da ayrıca bir başka önemli konudur.
Değerli milletvekilleri, biraz da ülkemiz için çok hayati bir
sektör olan ve ülkemizin coğrafi yapısı, doğal kaynakları itibarıyla
bakıldığında en büyük şansı olan, ancak bugün çok zor durumda olan tarım
sektöründen ve durumu sosyal ve ekonomik açıdan bir trajediye dönüşen tarım
kesiminden bahsetmek istiyorum.
Bakın, Avrupa Birliği, son ilerleme raporunda, ortak tarım
politikası Türkiye’de aynen uygulansa tarımsal destekleme için yıllık yaklaşık
12 milyar avroya ihtiyaç olduğunu belirtmiştir. Hâlbuki bugün sektörün
tamamının bütçeden aldığı pay gitgide azalmak üzere, yaklaşık 2,7 milyar avroya
tekabül etmektedir. Bu destekleme bütçesiyle Türkiye tarımını bir yere götürmek
asla mümkün değildir. Bırakın temel altyapı sorunlarını çözerek sektörü rekabet
edebilir bir yapıya kavuşturmayı, bu bütçeyle çiftçiyi toprağında bile
tutamazsınız, nitekim tutamıyorsunuz da. Maalesef, 60’ıncı AKP Hükûmetinin
“tarım” deyince yapabildiği tek şey, ya yarım yamalak mevzuat çıkarmak veya
akşamdan sabaha değişen yarım yamalak bir destekleme politikası uygulamaktır.
Bu anlayışın ve bu politikaların tekrar gözden geçirilmesi çok önemlidir. 2010
üretim yılında gübre, mazot, toprak analizi, hububat, bakliyat, hayvancılık
gibi temel desteklerde 2009’a göre hiçbir artış sağlanamazken organik tarım,
iyi tarım, yem bitkileri, tiftik ve ipek böceği, yağlık ayçiçeği, soya, kolza,
aspir, zeytinyağı ve tarım danışmanlığı desteklerinde yapılan artışlar son
derece komik ve yetersizdir.
Bakanlığın İnternet sayfasında yer alan açıklamaya göre 2010
üretim yılı tarımsal destekleme bütçesi, 2009’a göre yüzde 5,2 oranında artış
göstermiştir. Ancak genel bütçe içerisindeki payı sürekli düşüyor. Buna göre
2010 yılı ürünü için 2011 yılı bütçesinden tarıma 5 milyar 897 milyon lira
destekleme ödemesi yapılacaktır. Bu destekleme fiyatlarıyla ne soya üretimini
ne yağ bitkisi üretimini artırabilirsiniz ne de hayvancılığı girdiği çıkmazdan
kurtarabilirsiniz. Son uygulamaya koyduğunuz havza bazlı
destekleme modelinde değişen hiçbir şey yoktur. Destekler eski destekler,
destekleme miktarı eskisinden farklı bir şey içermiyor. Bu desteklemeyle mi
ihtiyacımız olan ve milyarlarca doları ödeyerek ithalat yoluyla karşıladığımız
bu ürünlerin üretimini, yani arz açığı olan ürünlerimizin üretimini
artıracaksınız?
Değerli milletvekilleri, sonuç olarak elbette ki yasa çıkarmak,
gerekli mevzuat düzenlemeleri yapmak, proje üretmek önemlidir ancak Tarım
Bakanlığının görevi bununla sınırlı değildir, onu da doğru dürüst yaptığını
söylememiz mümkün değildir; tarımın, tarım kesiminin sorunlarını çözmek birinci
temel görevidir. Bakanlığın asıl görevi tarımı üreten bir yapıya
kavuşturmasıdır, dış pazarda rekabet gücünü artırmasıdır; ülkeyi ve çiftçiyi
üreten, ürettiğini satan, çiftçisini gitgide açlığa, yoksulluğa mahkûm eden
değil, refaha götüren, zenginliğe götüren bir duruma getirmesidir. Bunun için
de temel altyapı sorunlarının çözülmesini, tarımda gerekli yapısal reformların
yapılmasını, tarımın ve tarım kesiminin sorunlarının çözülmesini ülkenin en
önemli öncelikleri arasına alması büyük önem arz etmektedir.
Bugün, maalesef, Tarım Bakanlığı bu konularda çok ciddi adımlar
atamamıştır. Sekizinci yılına giren AKP İktidarının Türkiye tarımını ve Türk
çiftçisini getirdiği nokta, üretemeyen, üretse bile satamayan, ağır girdi
maliyetleri altında ezilen, yoksullaşan, toprağını terk etmek zorunda kalan,
dünya pazarlarında tek tabanca olduğumuz ürünlerde dahi mevzi kaybeden,
rekabetten uzaklaşan, çiftçisini borç ve haciz batağına sürüklemiş bir Türkiye
fotoğrafıdır.
Değerli milletvekilleri, Biyogüvenlik Yasası’nın önerilerimiz
doğrultusunda düzeltilmesini umuyorum. Yasanın hayırlı olmasını diliyor, yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Ertugay.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Vahap
Seçer. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Seçer.
CHP GRUBU ADINA VAHAP SEÇER (Mersin) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan Biyogüvenlik Yasa Tasarısı’nın geneli
hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere söz almış
bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, Biyogüvenlik Yasa Tasarısı toplum tarafından
da önemsenen bir tasarı, ancak görüyorum ki Türkiye Büyük Millet Meclisinde
özellikle iktidar milletvekilleri bu konuyu pek önemsemiyor. Koltuklara
bakıyorum muhalefet milletvekilleri sayısı iktidar milletvekilleri sayısından
oldukça fazla. Yani, toplumun gösterdiği hassasiyeti sayın milletvekilleri
maalesef bu yasa üzerinde gösteremiyorlar. Buradan bunu yadırgadığımı belirtmek
istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, ilk olarak 26 Ekimde çıkan bu konuyla ilgili
yönetmelikle biyogüvenlik meselesi ya da buna bağlı olarak GDO, genetiği
değiştirilmiş organizmalar meselesi Türkiye gündemine düştü ve o günden bugüne
de ciddi tartışmalara neden oldu. Bu konuda basın yayın organları, bu konuda
ehliyet sahibi olan olmayan bilim adamları, bu konuyu anlayan anlamayan
siyasetçiler, toplumun bütün katmanlarında bu konu tartışıldı, görüşüldü.
Tabii, bizi üzen, bu tartışmalar sırasında, az önce de söylediğim gibi, konuyu
bilen ya da bilmeyen herkes tartışınca ortaya bir bilgi kirliliği çıktı.
Televizyonlarda izlediniz, bu konu tartışılırken arka görüntüde sebze meyve
görüntüleri kamuoyuna gösterildi. Dolayısıyla toplum, vatandaş “Acaba
tükettiğimiz sebze meyve GDO’lu sebze meyve mi?” endişesi içerisinde bir
müddet, bir süre sebze meyve tüketmez oldu. Tabii, bundan zararı kim gördü?
Türk üreticisi, sebze ve meyve üreten üretici, çiftçi bundan zarar gördü.
Dolayısıyla bu anlamda da bu konuyla ilgili televizyonlarda, basında demeçler
verirken, tartışırken biraz da bu hassasiyetleri takip etmemiz ya da bu konuda
daha hassas olmamız gerektiğini düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım, tabii, biyogüvenlik meselesini bu kadar
önemli kılan, bu kadar tartışılır hâle getiren nedir? Biyogüvenlik,
biyoteknoloji, tabii, dünyada yeni bir konu, bilim dünyasının yeni bir çalışma
alanı. Bu anlamda, kamuoyunun bildiği ismiyle GDO’lar, genetiği değiştirilmiş
organizmalar, işte biyoteknolojik yöntemlerle elde edilen yeni canlı türleri.
Yani farklı türlerden, canlılardan gen transferi yapmak kaydıyla bazı canlılar
üzerinde olmayan karakterleri, o arzu ettiğiniz karakteri bir başka canlıdan
alarak, transfer ederek o geni oluşturduğunuz yeni canlı organizmalara genetiği
değiştirilmiş organizmalar diyoruz. Tabii, bu teknoloji ve yöntemle önemli
alanlarda üretim imkânı bulunuyor. Genetiği değiştirilmiş
organizmalar özellikle tarım alanlarında, kimya sanayisinde, insan ve hayvan
tedavisinde kullanılan ilaç sanayisinde, aşı sanayisinde, onların gelişmesinde
kullanılabiliyor ve en önemlisi de tabii ki bu ürünlerin, GDO’lu ürünlerin
artık uluslararası ticarete konu olmuş olmaları ve gerçekten parasal anlamda da
büyük, devasa boyutlara ulaşılmış olması bu meseleyi, biyogüvenlik meselesini,
genetiği değiştirilmiş organizmalar meselesini bir kat daha önemli kılıyor.
Değerli arkadaşlarım, tabii ki bilimsel gelişmeleri takip etmek
hoş, güzel. İnsanlığın refahı için, insanlığın yaşamını kolaylaştırması için
elbette ki bilimsel teknolojiye kayıtsız kalamayız. Ancak, tabii, teknolojinin
getirdiği, gelişmelerinin getirdiği birtakım olumsuzluklar da ortaya
çıkabiliyor, işte genetiği değiştirilmiş organizmalarda olduğu gibi. Bu ürünler
yani genetiği değiştirilmiş organizmalar ve ürünleri tüm dünyada endişeyle
karşılanıyor, belli riskler oluşturulduğu düşünülüyor. Gerçekten risk
oluşturulup oluşturulmadığında bilim adamları tarafından kesin, kati bir görüş
ortaya atılmış değil. Bir kısım bilim adamı “Elbette bu ürünler insan sağlığı,
hayvan sağlığı, çevre sağlığı açısından ciddi sorunlar yaratabilir.” derken
diğer bir kesim de “Hayır, genetiği değiştirilmiş organizmaların insan ya da
hayvan sağlığı açısından ya da çevre sağlığı açısından herhangi bir olumsuzluğu
yoktur.” gibi bir görüş belirtebiliyor. Ama şu bir gerçek ki insan ve hayvan
sağlığı açısından gerçekten olumsuzluk yaratabileceği konusunda şahsen benim de
endişelerim var. Bilimsel araştırmalar bunu gösteriyor. İnsanın bağışıklık
sistemine verdiği tahribat, dolaşım sistemine verdiği tahribat, kanserojen
etkileri veya alerjik birtakım vakalara sebep olması dolayısıyla benim de
endişeyle karşıladığım ürün çeşitleri olarak buradan ifade etmek istiyorum.
Ayrıca, tabii, bu ürünlerin yetiştirilmesi tarımsal alanlarda,
özellikle Türkiye gibi gerçekten dünyanın sayılı biyoçeşitliliğine sahip olan…
Düşünün ki tüm dünyada sahip olunan endemik bitki çeşitleri içerisinde Türkiye
başat rol oynuyor. Türkiye’de yani sadece Anadolu topraklarında olan, başka
hiçbir hinterlantta göremediğiniz 3.905 bitki adedine sahibiz. Ayrıca, 11
bin-12 bin çeşit bitki bu Anadolu toprakları üzerinde yetişebiliyor.
Dolayısıyla bu da çevre anlamında, biyoçeşitlilik anlamında bu konuyu bir kez
daha önemsememiz gerektiğine işaret ediyor.
Hoş, bu tasarıda bizim de desteklediğimiz, iyi gördüğümüz, olumlu
gördüğümüz, genetiği değiştirilmiş organizmaların üretiminin yasaklandığını
buradan belirtmek istiyorum, bunun da olumlu olduğunu ifade etmek istiyorum.
Ayrıca, bu riskler içerisinde tabii ki bugün bu ürünleri kullanabilirsiniz; üç
yıl sonra, beş yıl sonra, yedi yıl sonra bunların zararlarını
göremeyebilirsiniz ama onlarca yıl sonra belki de gerçekten toplumumuza,
gelecek kuşaklara çok ciddi arazlar, sıkıntılar aktarabiliriz endişesi
taşıyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bunun bir de ekonomik boyutu var. Tabii ki
bu genetiği değiştirilmiş organizmaların tohum üretimini yapan dünyada sayılı
firmalar var yani tabiri caizse bunların tohum üretimi o uluslararası
şirketlerin tekelinde. Dolayısıyla milyarlarca dolar ticarete muhatap olan
meselelerdir. Dolayısıyla biz eğer ki ülkemizde genetiği değiştirilmiş
organizmaların üretimini serbest hâle getirecek olsa idik biz o tohum
tekellerinin eline düşmüş olacaktık, oraya bir ekonomik bağımlılığımız söz
konusu olacaktı. Hoş, bu tasarıda bunun ithalatını, ihracatını, ticaretini,
işlenmesini serbest hâle getiriyoruz. Bir diğer anlamda da tarımsal üretimde,
tarımsal ürünlerde bu tasarıyla dışa bağımlı hâle geleceğimizi buradan sizlerle
paylaşmak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, genetiği değiştirilmiş organizmalar
ve ürünlerinin son yıllarda, özellikle 1990’lı yıllardan sonra ticari amaçlı
üretilmesi, uluslararası ticarete konu olması ve oluşturduğu riskler
dolayısıyla bütün ülkelerin olduğu gibi Türkiye’nin de biyogüvenlik anlamında
bir mevzuat düzenlemesine ihtiyacı olduğu ortaya çıkmıştır ama maalesef uzun
yıllardır bu konu Türkiye’de tartışılır hâle gelmiş olmasına rağmen gönül
isterdi ki bu düzenlemeyi Türkiye Büyük Millet Meclisi bundan yıllar önce
yapabilseydi. Bu konuda ilk mevzuat 1998 yılında
Bakanlık tarafından yayınlanan Transgenik Kültür Bitkilerinin Alan Denemeleri
Hakkında Talimattı. Hoş, o denemelerin sonuçlarının da bugün akıbeti belli
değil. O çalışmalar, alan denemeleri sonucunda bu ürünlerle ilgili ne gibi
tespitler yapılmış, ne gibi raporlar elde edilmiş, ben biliyor değilim.
Değerli arkadaşlarım, tabii, mensubu olmak için, üyesi olmak için
büyük gayret sarf ettiğimiz Avrupa Birliği bu konuda düzenlemelerini bizden…
Yani biz bugün yapıyoruz, 2010 yılında, onlar 2003 yılında bu düzenlemeleri
yapmış durumdalar. Bu, gerçekten, yasal düzenleme gecikmiştir. Bildiğiniz gibi
bu konuda henüz yasa çıkmadan, 26 Ekimde Bakanlık bu konuda bir yönetmelik
yayınladı. Bu büyük tartışmalara sebep oldu. Ardından 20 Kasımda, o ilk Yönetmelik’teki
eksiklikleri giderme amaçlı bir değişikliğe gidildi, o da yetmedi, 20 Ocakta
bir değişiklik daha yapıldı, o geçmiş iki yönetmelikteki eksiklikler de 20 Ocak
tarihindeki çıkan Yönetmelik’le giderilmeye çalışıldı.
Burada, tabii ki aslında bu, işi, tabiri caizse elimize yüzümüze
bulaştırdığımızın işaretidir. Bu, üst üste, yirmi gün arayla, bir ay arayla,
iki ay arayla üç yönetmeliğin çıkması bu işte tam ehliyet sahibi olmadığımızın,
bu konuda çalışma yapan bürokratların bu konuya hâkim olmadığının ve dolayısıyla
da üç kez üst üste yönetmelik çıkarmak zorunda kaldığının bir işaretidir. Şimdi
bu endişelerle, acaba bu yasayı hazırlayan bürokratlara ben burada nasıl
güveneceğim, onu düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım, genetiği değiştirilmiş organizmalar
ve bu 2010 yılına kadarki süreç içerisindeki gelişmeler, az önce de ifade
ettiğim gibi, bizim, öncelikle Avrupa Birliği mevzuatına, daha sonra 2003
yılında Türkiye Büyük Millet Meclisinde onaylanıp 2004 yılında yürürlüğe giren
Cartagena Protokolü’ne ve Türkiye’nin sosyoekonomik yapısına, gerçeklerine
dayanak olarak bu üç ana maddeyi alıp bir yasa tasarısı hazırlamamız gerekiyor.
Tabii, Bakanlık genel gerekçede de bunu
ifade etmiş. Bu üç ana maddeye payanda yaparak, dayanak yaparak bu yasa
tasarısını hazırladıklarını bizlere bildiriyorlar ancak elbette ki burada da
Cumhuriyet Halk Partisi olarak karşı durduğumuz, olumsuz bulduğumuz, gerçekten
bu anlamda ülkemizi gelecekte sıkıntılara sokabilecek birtakım yeni
düzenlemelerin olduğunu da buradan ifade etmek istiyorum.
Tabii, bu yasal düzenleme yani 1990’lı yılların sonundan itibaren
genetiği değiştirilmiş organizmalar... Ki dünyada ticarete konu olan dört tane
önemli tarımsal ürün var. Biz de bu dört ürünün, maalesef özellikle son
yıllarda en ciddi ithalatçı ülkesiyiz. Bunlardan bir tanesi soya fasulyesi ve
ürünleri, diğerleri mısır, pamuk ve kanola. Bu dünya ticaretine konu olmuş dört
ürünü biz aslında 1998’li yıllardan beri genetiği değiştirilmiş organizma olup
olmadığını bilmeden Türk toplumuna tükettiriyoruz. Belki de bir gün market
raflarında beş yüz- altı yüzden fazla gıda maddesinde -bugün sokağa çıkalım,
analiz yapalım, numuneler alalım- ve tarım ürünlerinde GDO’lu ürün olduğunu hep
beraber müşahede etme imkânı bulacağız.
Tabii, bu süreç içerisinde 2,5 milyon ton her yıl Türkiye’nin
GDO’lu tarım ürünü ithal ettiğini düşünürsek on yıldır, on iki yıldır yaklaşık
olarak 25-30 milyon ton -bunun da yüzde 80’i GDO’lu olduğunu varsayıyorum ki bu
gerçekten de öyledir- GDO’lu tarımsal ürünü bu ülke maalesef tüketmiştir.
Bunun tabii ki sorumluları kimlerdir? 2002 sonunda mevcut iktidar
işbaşına geldi. Ondan önceki süreci eski iktidarlara, bu işin müsebbibi olarak
bu suçu onlara yüklüyorum ama 2003’ten sonra bu işin sorumlusu bugün işbaşında
olan AKP İktidarıdır.
Değerli arkadaşlarım, AKP İktidarı, özellikle 2004 yılında
yürürlüğe giren Cartagena Protokolü’nden sonra bu konuda birtakım, yasa
tasarısı hazırlama konusunda birtakım çalışmalar yaptı. Burada, tabii ki, acaba
sivil toplum örgütleri, meslek odaları bu süreç içerisinde bu çalışmalara katkı
sundular mı? Bizim bildiğimiz, Bakanlık bu anlamda bir komisyon oluşturdu, bir
bilim komitesi oluşturdu ve o komite, o komisyon bu çalışmaları sürdürdü. Ama
Komisyon çalışmalarımız sırasında, Tarım Komisyonundaki yaptığımız, bu yasa
üzerine yaptığımız çalışmalar sırasında bize katkı sunmaları için davet
ettiğimiz sivil toplum örgütleri de meslek odaları da bu çalışmalara katkı
sunmadıklarını, çağrılmadıklarını, fikir sorulmadığını bizlere beyan etmiş
durumdalar. Ama şu bir gerçek değerli arkadaşlarım: Ben eminim ki, buradan bunu
iddia ediyorum, bu yasa tasarısı hazırlanırken yabancı devlet temsilcileri,
uluslararası firma temsilcilerinin görüşleri alınmıştır. Bunu
buradan iddia ediyorum ve daha acı bir şey söyleyeyim: Maalesef, ben
milletvekili olarak bu yasa tasarısı henüz komisyonlara gelmeden bu taslak
metni elime geçiremezken bu taslak metinleri özellikle GDO’lu ürünler konusunda
dünyada ihracatta söz sahibi olan Amerika Birleşik Devletleri, Kanada,
Avustralya, Brezilya, Arjantin gibi devletlerin büyükelçiliklerinde bulma
imkânına sahiptiniz. Gerçekten bu düşündürücü bir durumdur.
Ayrıca, daha önce de söylediğim gibi, bu konuda toplumun geniş
kesimleri, sivil toplum örgütleri ve meslek odaları bu tasarının
hazırlanmasında ciddi katkılar sunamamışlardır.
Değerli arkadaşlarım, kanun tasarısıyla ilgili bazı
değerlendirmeler yapmak istiyorum. Özellikle çok önemli bulduğum maddeler
üzerinde görüşlerimizi bildirmek istiyorum. İlk çıkan 26 Ekim tarihli
Yönetmelik’te bu ürünlerin Türkiye’den transit geçişi yasaktı ama daha sonra
ikinci Yönetmelik’te bu serbest hâle getirildi. Bugün bu yasa taslağında da
transit geçişi serbest hâle getirmiş durumdalar. Bunun, kesinlikle önümüzdeki
süreçte Türkiye’de çok ciddi zararlara sebebiyet vereceğini ve telafisi olmayan
zararlara meydan vereceğini buradan belirtmek istiyorum. Nihayetinde bunların
çevreye yayılma riskleri vardır. Çevreye yayılmaları da özellikle
biyoçeşitlilik konusunda ya da çevre sağlığı konusunda büyük sorunları da
beraberinde getireceğini buradan ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, başta söylediğim gibi, bu yasa tasarısının
olumlu bulduğumuz, en önemli bulduğumuz, bizi sevindiren yönü, Türkiye’de
genetiği değiştirilmiş organizmaların hem bitkisel hem hayvansal üretimini yasaklamış
olmasıdır. Ancak, tabii ki burada düşündürücü olan bir konu vardır ki o da
ithalatının, ihracatının, ticaretinin, işlenmesinin vesaire birtakım
aktivitelerinin bu yasa tasarısıyla serbest hâle getirilmesidir.
Burada tabii ki niçin üretimi yasak, Sayın Bakana sormak istiyorum
ki kendinin Komisyon çalışmalarındaki ifadelerinde var. “Biz yüzde 100 Avrupa
Birliği mevzuatına uyumlu hâle getirdik bu yasayı, Cartagena Protokolü’ne
uyumlu hâle getirdik, dolayısıyla oradan aldığımız, özellikle Cartagena Protokolü’ndeki
ihtiyat prensibine dayalı olarak biz üretimi yasaklıyoruz.” dedi. Niçin ihtiyat
prensibine dayalı olarak Türkiye’de GDO’lu ürünlerin ticaretini ya da
ithalatını yasaklamıyorsunuz Sayın Bakan?
Değerli arkadaşlarım, niçin Türkiye’de ithalat serbest bırakıldı?
Aklıma gelen iki tane soru var. Biz dünyada ticarete konu olan o dört ürünün
-az önce saydım, soya, mısır, kanola ve pamuk- dünyada sayılı büyük ithalatçı
ülkelerinden bir tanesiyiz. Acaba bu tasarı hazırlanırken
ithalatın serbest olmasına neden olan, bu konuda iddia sahibi ihracatçı büyük
ülkeler mi? Yani Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Arjantin, Brezilya gibi
ülkelerin ya da bu konuda uluslararası ticarette büyük montana, büyük
potansiyele sahip firmaların lobi faaliyetleri acaba bu yasa tasarısı
hazırlanırken bunun ithalatının serbest olmasında etkili olmuş mudur, bunu
buradan Sayın Bakana sormak istiyorum?
Ayrıca, tabii ki bir görüş daha şöyle ortaya çıkabiliyor:
Türkiye'nin maalesef ama maalesef bu ürünlere ihtiyacı var yani Türkiye artık
kendi kendine yeten bir ülke değildir, Türkiye ürettiği tarım ürünleriyle kendi
ihtiyaçlarını karşılayabilen bir ülke değildir. Onun için,
Türkiye’nin yılda 1,5-2 milyon ton, değerli arkadaşlarım, 1,5-2 milyon ton soya
fasulyesi ve ürünleri, 1 milyon ton yem sanayisinde kullanılan, biyoetanol
üretiminde bir yan ürün olarak çıkan DDGS ve mısır kepeği ithalatı yaptığını,
Türkiye’nin 700 bin ton ile 1 milyon ton arası elyaf pamuk yani kütlü pamuk
olarak, hani o başağından hasat ettiğimiz pamuk olarak düşünürseniz 2 milyon
ton pamuk ithal ettiğini ve 200 bin ton kanola ithal ettiğini biliyor muydunuz?
Değerli arkadaşlarım, bu, Türk tarımının iflasıdır, bunun
sorumlusu biz değilizdir. “Ne yapalım efendim, Türkiye’nin bunlara ihtiyacı
var, gıda sanayisi gelişiyor, yem sanayisi gelişiyor, hayvancılık gelişiyor,
Türkiye 10 milyon ton yem üretiyor.” Elbette bu bir kaçış değildir, Türkiye’nin
26-27 milyon hektar tarım alanı vardır, Türkiye’nin sulamaya açılmayı bekleyen
4,5 milyon hektar tarım alanı vardır. Siz bunları gerekli zamanda gerekli
yatırımlarla devreye sokamazsanız elbette ki Türkiye bu noktalara gelecektir,
Türkiye tarımsal anlamda dış ticaret açığı verecektir, Türkiye tarımsal
ithalatta maalesef ve maalesef dış ülkelere mahkûm olacak duruma gelecektir.
Bunun müsebbibi bizler değiliz, bunun müsebbibi mevcut muhalefet değil, sekiz
yıldır bu ülkeyi yöneten, tarım politikalarını belirleyen Adalet ve Kalkınma
Partisinin yanlış tarım politikalarıdır ve sorumluları da iktidar partisidir
değerli arkadaşlarım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
VAHAP SEÇER (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, geçtiğimiz günlerde,
Türkiye’nin özellikle az önce andığım ürün çeşitlerinde üretim açığını ortadan
kaldırmak için -daha rasyonel, daha akılcı bir üretim yapabilmesi anlamında-
bir model geliştirildi: Havza Bazlı Üretim ve Destekleme Modeli. Maalesef, bu
yayınlanan modeli incelediğimizde beklentilere cevap veremeyen bir çalışma
olduğunu görüyoruz, buradan bunu sizlerle paylaşmak istiyorum. Oysaki, arzu ederdik ki Türkiye’de… Özellikle yağlı tohumlar
konusunda biliyorsunuz Türkiye’nin ciddi açıkları var, yılda 2,5-3 milyar dolar
gibi bir parayı biz ithalata harcıyoruz. Bu konuda, ayçiçeği üretimi, soya
fasulyesi üretimi, aspir üretimi, kanola üretimi, bunları artıracak yüksek
miktarlarda…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen, sözlerinizi bağlayınız.
Buyurunuz.
VAHAP SEÇER (Devamla) – Hemen bitiriyorum.
Bu ürünleri destekleyerek bunların üretiminin artırılması ve bu
konuda Türkiye’nin açığının giderilmesi gerekiyordu. Elbette
ki incelediğimiz zaman yeni destek sisteminde bu ürünlere, diğer ürünlerle
mukayese ettiğiniz zaman daha fazla destek veriliyor ama şunu da unutmayalım
değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin 2010 yılı için merkezî bütçesinden ayrılan
yaklaşık olarak 5,5 milyar ya da 5,5 katrilyon rakam Türkiye tarımını,
Türkiye’deki tarımsal üretimi artıracak boyutta bir destekleme değildir. Türk
çiftçisini Amerika Birleşik Devletleri ya da Avrupa Birliğine bağlı ülkelerin
çiftçisiyle mukayese ettiğiniz zaman haksız rekabet içindedir. Bugün Avrupa
Birliği ortak bütçesinin yüzde 40’ını, 45’ini tarıma ayırırken, bugün Amerika
Birleşik Devletleri sadece tarımsal desteklere yılda 50-60 milyar dolar
ayırırken tarım ülkesi olarak addedilen Türkiye’nin… Türkiye’de tarımın sosyal
yönünün de olduğunu düşünürsek…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Seçer, lütfen…
VAHAP SEÇER (Devamla) – Son kez özür dileyerek…
…Türkiye’nin üçte 1 nüfusunun direkt ya da dolaylı olarak bu
sektörden geçindiğini düşünürsek bugün dünyanın 17’nci, Avrupa Birliğinin
5’inci büyük ekonomisi olarak addedilen Türkiye’de 5,5 milyar lira gibi bir
rakamın çiftçiye ayrılmasını ben yakışık bulmuyorum, yakıştıramıyorum. Eğer
bugün 750-800 milyar dolarlık gayrisafi millî hasıladan
bahsediyorsanız hiç olmazsa bunun yüzde 1’ini, Tarım Kanunu’na koyduğunuz gibi,
yüzde 1 oranında bir destekleme miktarını Türk çiftçisine reva görmeniz
gerekiyor.
Değerli arkadaşlarım, önemli bir konuyu tartışıyoruz. Önümüzdeki
yasa iki bölümden oluşuyor. Bu süreç içerisinde daha bazı
konular burada görüşülecek, tartışılacak ama şu bir gerçek: Sayın Bakan GDO’ya
karşı, Sayın Tayyip Erdoğan ve eşi karşı, Sayın Genel Başkanımız Deniz Baykal
karşı, sanıyorum Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı da GDO’ya karşıdır,
milletvekilleri karşı, halk karşı, o zaman biz Türkiye’de GDO’ya geçit
vermeyelim diyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Seçer.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Ufuk
Uras.
Buyurunuz Sayın Uras.
BDP GRUBU ADINA MEHMET UFUK URAS (İstanbul) – Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli vekiller; sözlerime başlamadan önce ben de
bir kere daha, Elâzığ’da depremde kaybettiğimiz yurttaşlarımızın yakınlarına
başsağlığı diliyorum, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum.
Bu hafta sonu gerçekleşecek olan “Nevroz” Bayramı’nın bütün
yurttaşlarımıza, bütün dünya halklarına barış, mutluluk ve esenlikler
getirmesini temenni ediyorum.
Kerpiç sadece evlerimize ilişkin bir şey değil, siyaset de
kerpiçten gibi gözüküyor. O yüzden, yine bugünlerde siyaset hayatımıza katılan
Eşitlik ve Demokrasi Partisine de siyasi hayatlarında başarılar diliyorum.
Genel Başkanları Ziya Halis başta olmak üzere bütün parti çalışanlarına
başarılı bir siyasi yaşam temenni ediyorum.
Sevgili arkadaşlar, genetiği değiştirilmiş gıdalar kadar genetiği
değiştirilmiş siyasetçilerin yaptığı tahribatın toplumumuzda çok büyük bir
faturayla bizi karşılaştırdığını biliyoruz. Bir bakıyoruz bu haftaya, daha
20’nci yüzyılda yaşadığımız trajediler ortadayken bir dizi partimiz, aynı anda,
21’inci yüzyılda bile ikinci bir tehcir politikasını savunabiliyor ve
yaşadığımız sorunları çözüm olarak görebiliyor. Nasıl biz siyasi çeşitlilikten
yanaysak biyolojik çeşitlilikten de yana olmamız gerekir ve buradan konuya
gireyim.
Bir partimizin -adını vermeyeyim partinin- seçim döneminde
üyelerine verdiği el kitapçığında şu yazıyor: “Tartışmalı konulara girmeyiniz.”
Şimdi, konu tartışmalı olunca girmediğinizde zaten siyaset devre dışı kalıyor.
Bir başka partimiz adaylarına diyor ki televizyona çıkarken: “Gelen soru size
yabancı gelirse ‘Bunu geniş açıdan ele almak lazım.’ deyip başka bir konuya
geçin.” Şimdi, konunun geneli üzerinde konuşmak o yüzden çok büyük bir esneklik
taşıyor ama konunun kendisi çok önemli. Mustafa Kemal “Köylü milletin
efendisidir.” demişti, bugün baktığımızda uluslararası tarım tekellerinin
milletin efendisi olduğunu görüyoruz ama bu, bu durumla, bugünle de sınırlı bir
şey değil. Kemal Derviş modeli baki, partiler değişiyor. Bütün gelen partiler
aslında Kemal Derviş politikasını uyguluyor ama muhalefete gelince eleştirmeye
başlıyorlar. O yüzden siyasetimiz de kerpiçten, o yüzden eşitlik ve özgürlükten
yana bir alternatif oluşturmamız gerekiyor.
Para kullanılmadan önce, biliyorsunuz, tuz, değişim aracıydı,
“tuzu kuru olan” lafı oradan geliyor. Bir tarafta tuzu kuru olanlar, bir
tarafta işi yaş olanlar hayatı şekillendirmeye çalışıyorlar. Hani hep küçükten
beri denir “Etliye sütlüye karışmayın.” diye. Etliye sütlüye karışmadığımız
zaman hem et kokuyor hem süt bozuluyor, etliye sütlüye karışmayan bir siyaset,
siyaset olmaktan çıkıyor. Yanlış yoldaysak koşmanın da bir yararı olmuyor. Biz
inanıyoruz ki temel kararların uluslararası sermayenin kâr beklentilerine göre
değil, toplumsal ihtiyaçlara göre şekillendirilmesi esastır. Bu yüzden rotasız
bir gemiye de hiçbir rüzgârın faydasının olmadığını görüyoruz.
“Son yüzyılın en büyük buluşu nedir?” derseniz değişik yanıtlar
verilebilir ama bence uzaktan kumanda aletidir. Uzaktan kumanda aleti
hayatımızı kolaylaştırmıştır ama siyasette uzaktan kumanda iyi değildir.
Uzaktan kumandalı siyasete karşı tutum almamız gerekiyor.
Hayatımızın bir tek gerçeği var, o da sosyal Darvinizm, yani uygun
olanların ayakta kalması. Bunu kim savunuyor? Zaten ayakta kalanlar “En uygun
da zaten budur.” diyorlar. Bütün ovalarımızın, 6 büyük ovamızın tarım dışı
amaçlara kullanılmaya açılmasının tesadüfi olduğu
düşünülebilir mi?
Einstein “Bir sorunun çözümü, sorunun doğru tarif edilmesinden
geçer.” diyor. Sorunu doğru tarif edersek bütün bu yasa tasarılarıyla ilgili
doğru bir hatta durabiliriz. O da nedir? Ekonomi, siyaset,
her alanda katılımcılığı savunmak. Yanlış karşısındaki suskunluk, çoğu
zaman yanlışın suskunluğun gölgesinde sürüp gitmesini devam ettiriyor. O
yüzden, susup kalmamalıyız. Bertolh Brecht “Galileo” adlı çalışmasında “Hiçbir
şeyi bilmeyen cahildir ama bilip de susan ahlaksızdır.” diyor. O yüzden, bilip
de susanların sesini çıkarması gerekiyor, dünyada bu konuda farklı yaklaşımlar
var mı, buna bakmak, biraz merak etmek gerekiyor. Bizde meraklı olmanın iyi
olmadığını biliyoruz. Hepimiz Pirî Reis’i çok severiz, haritalar çıkarmıştır,
meraklı insandır ama bilmeyiz ki daha sonra Kanuni onun kafasını kestirmiştir,
yani meraklı olmak iyi değildir. Bizim ülkemizde de bu konuda çok farklı
yaklaşımlar olmasına karşın, aslında karşıtlar eleştirilmesine rağmen, hâkim
zihniyetin çok ideolojik olduğunu bilmek gerek. Biraz önce CHP’li Vekil
Arkadaşımız çok haklı olarak desteklerden bahsetti. AB fonlarına baktığınızda
AB içinde tarıma yönelik destekler ortada ama bu konu o kadar ideolojik ki
sermayeye destek verdiğinizde mesela adı “teşvik” oluyor, üreticiye destek
verdiğinizde adı “sübvansiyon” oluyor yani kötü oluyor. Aynı şey ama üreticiye
mi gidiyor, tuzu kuru olanlara mı gidiyor meselesinde farklı yaklaşımlarla
karşı karşıya kalıyoruz.
Kamuoyunda bu genetiği değiştirilmiş organizmalara ilişkin oluşan,
güçlenen tedirginliğin ve bu tedirginliğin her geçen gün daha da artmasına
neden olan hukuki belirsizlik durumunun sonlandırılması adına, işte bu
biyogüvenlik yasasının ne denli büyük önem taşıdığını… Bütün kamuoyu merakla
bizi izliyor, buradaki katılımın tenhalığına rağmen. Bu nedenle, halkın
genetiği değiştirilmiş organizmalar konusunda bilgilendirilmesi kadar,
biyogüvenlik yasasında bu ürünlerin tehlike ve risklerine karşı etkin korunma
araçlarının oluşturulması ve bu araçların hayata geçirilmesini sağlayacak idari
ve teknik altyapının sağlamlaştırılmasının da gerek bu ürünlerin Türkiye
üreticisi ve tüketicisi üzerinde yarattığı tehlikelere karşı direnme gücünün
artırılması ve gerekse yasanın amacı olan koruma işlevinin oluşturulması
açısından da son derece büyük bir önemi olduğunu biliyoruz ancak bu denli
önemli ve diğer yandan da kamuoyunun merakının yüksek olduğu bir konuda
biyogüvenlik yasa taslağının halkın görüş ve bilgisine açık bir tartışma
sürecinden geçmemesi ve ilgili üretici ve tüketici örgütlerinin, ekoloji ve çevre örgütlerinin bu taslak hakkındaki
görüşlerini sunabilecekleri katılım araçlarını oluşturmadan yasanın Meclis
gündemine gelmiş olması hakikaten son derece üzüntü vericidir.
Henüz bilim dünyasının -bilimsel belirsizliğin egemen olduğu bir
konu olarak- genetiği değiştirilmiş organizmaların yaratacağı tehlikelerin
neler olduğunu kestiremediğini biliyoruz. Bu ürünlerin riskli
olduğu ise gerek yapılan bilimsel açıklamalarla gerekse de Türkiye'nin taraf
olduğu sözleşmelerle ve henüz bir biyogüvenlik yasası olmadan yürürlüğe giren
Gıda ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerinin
İthalatı, İşlenmesi, İhracatı, Kontrol ve Denetimine Dair Yönetmelikte
Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik hükümleri ile artık resmî kanallar
açısından da kesinleştiğini biliyoruz. Bu nedenle, Türkiye’de “ihtiyat”
ilkesi gereği risk değerlendirmesi ve planlanmasının hayata geçmesini
sağlayacak tedbirlerin alınması ve güvenlik altyapısının, hem Birleşmiş
Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin eki niteliğindeki Biyogüvenlik
Protokolü’nün 2004 yılında yürürlüğe sokulması nedeniyle hem de Anayasa’nın
56’ncı maddesinde düzenlenen sağlıklı ve dengeli bir yaşama hakkı kapsamında
oluşturulması gerekiyor. Bu amaç doğrultusunda görüşmeye açılan biyogüvenlik
yasası temel olarak üç noktada değerlendirilebilir: Bunlardan ilki, gıda
güvenliğinin sağlanmasıdır. Biyogüvenlik yasası, GDO’lu ürünlerin ithalatının
önünü açıyor, bu şekilde hem insan sağlığı hem de biyolojik çeşitlilik büyük
bir riske maruz bırakılıyor. GDO’ların, hayvan yemi ve diğer ürünler için de
kullanılmaya devam etmesi ve Türkiye üreticisinin ve tüketicisinin bu ürünlerin
yarattığı belirlenemeyen risklere maruz kalması gıda egemenliğimizi korumanın
olanağını ortadan kaldırabiliyor. İkincisi, katılım araçlarının sağlanması,
biraz önce belirttiğim gibi. Bu ürünler hakkında alınacak kararların şeffaf,
açık ve katılımcı bir yönetim anlayışıyla halkın bilgilendirilmesi ve kararlara
katılımını sağlayacak araçlardan mahrum bırakılmaması gerekiyor. Buna karşın biyogüvenlik
yasası, GDO’ların ülkeye girişiyle ilgili izinleri Tarım ve Köyişleri
Bakanlığına bağlı biyogüvenlik kuruluna bırakıyor. Biyogüvenlik kurulunda yer
alacak bürokrat ve uzmanların nesnel ve kamu yararına uygun kararlar almasını
sağlayacak kriterlerin belirlenmesi ve alınan kararların kamuoyu tarafından
denetlenebilmesi için, bu kurulda, ekoloji, tüketici
ve üretici örgütlerinin temsilcilerinin yer alması gerekli oluyor.
Diğer yandan, Biyogüvenlik Kurulunun aldığı kararların
açıklanmayacağı da bu yasa tarafından düzenleniyor. Oysaki Kurul kararlarının
hukuka, tarımdaki ekonomik ve sosyal gerekliliklere, ekolojik
geleceğe etkilerinin değerlendirilebilmesi için bu kararların kamuoyuyla
paylaşılması gerekiyor. Bu nedenle, Kurul kararlarının tamamının demokratik bir
biçimde toplumla paylaşılması gerekiyor. Hani, açılım yapacaksak açılımları bu
zeminde de sürdürmekte fayda görülüyor.
Üçüncü nokta ise belki de en önemli ve de taslak metinde en çok
dikkati çeken husus olarak “ispat yükü” konusu gündemde. Biyogüvenlik yasası,
GDO’lu ürünlerden doğan zararın ispatını tüketici ve üretici üzerine bırakıyor.
Oysaki bu ürünlerin kapalı kullanım koşullarından doğacak zararlar ile transit
ve nakil sırasında kontrolsüz salımından kaynaklanacak sorunların bedelinin çok
ağır olacağını biliyoruz. Bu ürünlerin kapalı alan kullanımı, nakli ve transit
geçişini isteyen şirketler, bu ürünlerin zarar vermeyeceğini ispat ederek bu
ürünlerle ilgili muamele yapabilmelidirler. Biraz önce belirtilen yine,
Cartagena Protokolü’ne ve Biyoçeşitlilik Sözleşmesi’ne taraf olan ülkemizin,
çağdaş hukuk devletinin kabul ettiği temel çevre hukuku ilkelerinden biri
olarak ihtiyat ilkesini hayata geçirmek ve yerli üretici ve tüketicisini
korumak üzere, bu ilkenin ispat yükünün tersine çevrilmesi olarak bilinen bu
aracını yasa ile kabul etmesi gerekiyor. Ancak, taslakta bu hukukun göz ardı
edildiği yine bir kere daha görülüyor. Buna göre, bugün
Türkiye'nin biyoçeşitliliğini koruyacak, gıda güvenliğini, tarımsal geleceğini
sağlayacak ve sağlıklı nesillerin gelişmesi inancını yeşertecek bir
biyogüvenlik yasasının, gıda egemenliği ekseninde, toplumun ve tarımın kamusal
politikalarla desteklenmesini talep edenlerin, fosil yakıtlardan vazgeçilmesini
isteyenlerin, kentlerin kapitalist dönüşümüne karşı yeni bir sürece
hazırlanması gerektiğine inananların ve yaşamına sahip çıkanların yanında bir
tutum sergilenebilmesi için, GDO ticaretini güvence altına alan tanımlardan
vazgeçmesi ve insan, bitki, hayvan sağlığı, genetik çeşitlilik, biyolojik
güvenlik temelinde yasanın tanımlarının yeniden yazılması gerekli. Ben
muhalefetin çok anlamlı eleştirileri doğrultusunda Hükûmetin bunları dikkate
alacağına inanmak istiyorum.
Başta GDO’ya Hayır Platformu olmak üzere örgütlü muhalefetin 2004
senesinden beri çıkarılmasını istediği bu biyogüvenlik yasasının halk sağlığını
ve çevreyi korumaktan uzak olduğunu, yaşama, deneme-yanılma yöntemiyle
görmememiz gerekiyor, önceden bu tedbirleri almamız gerekiyor.
Bir uçağı yıllar önce bir tedhişçi kaçırdığı zaman çok büyük
pazarlıklar oluyor, sonunda güvenlikle o uçak yere iniyor. Bir gazeteci bir
süre sonra fark ediyor ki o uçağın kaçırılması esnasında bulunan çiftler bir
süre sonra ayrılmışlar. “Niye ayrılmışlar?” diye araştırdığında görüyor ki
normal zamanlarda görmedikleri tepkileri, bir tedhişçi uçağı kaçırdığında o
tedhişçiyle yaptığı pazarlık, yaltaklanmalar vesaire karşısında eşlerinin
bugüne kadar hiç görmedikleri manzaralarıyla karşılaşmaları ciddi ayrılmalara
neden olmuş. Demek ki bir uçağın kaçırılmasına gerek kalmadan, günlük
yaşamımızda da -normal zamanlarda değil- riskli durumlarda, kriz zamanlarında
insanlar nasıl davranıyor, insanların farklı davranışlarını nasıl algılayacağız
meselesi önemli. Bu konu da böyle bir konu. Hakikaten,
eğer bu konu üzerine hayatımız şekillenecekse… Demokrasi sadece bu kuşaklara
ilişkin bir vakıa değil, gelecek kuşakların hayatıyla da ilgili kararlar
alıyoruz ve bizler aslında normal zamanlarda nasıl davrandığımızla değil,
olağanüstü durumlarda, olağanüstü gelişmelerde nasıl davrandığımızla bir
samimiyet testinden geçiyoruz. O yüzden, ben bir kere daha bütün bu yasanın
değerlendirilmesi esnasında gelecek kuşaklara ilişkin yükümlülüğümüzü
unutmamamız gerektiğini düşünüyorum. Egemenliğin kaynağının
halk olmasıyla halkın kendi kendini yönetmesi ilkesi birbirini tamamlıyorsa
yani biz Kenan Evrenler gibi düşünmüyorsak “Egemenliğin kaynağı millettir ama
halkın da sahipleri vardır.” diye düşünmüyorsak yani uluslararası tarım
tekellerinden tatlandırıcı tekellerine değin halkın geleceğinin şekillendirilmesinde
uluslararası çıkar çevrelerinin değil kamu yararını esas alıyorsak, siyasetin
de esası kamu yararından yana olmayı gerektiriyorsa, bütün bu yasa teklifleri,
tasarıları bizi bir samimiyet testinden geçiriyor. O yüzden Meclis
açılırken Çanakkale Zaferi’nin yıl dönümünden bahsederken yani “Uluslararası
tekellerin bir dediği iki yapılmayacaksa biz Çanakkale’de bu kadar insanımızı
niye zayi ettik?” diye emperyalizmin güçleri muhtemelen düşünüyorlardır yani
“Topla tüfekle değil, doğrudan kendi politikalarımızla egemen oluyorsak biz
niye bu kadar can yaktık?” diye. Çünkü uluslararası kuruluşlara sorduklarında
“Sizin en büyük gücünüz nedir?” diye “Bizim en büyük gücümüz, bizim gibi
düşünen aydınlar ve siyasetçiler.”
Hani, Woody Allen, Tanrı öyküsünde der: “Hep özgür olduğunuzu
zannedersiniz ama hep başkalarının beklediği gibi davranırsınız.” Neden acaba
hep başkalarının beklediği gibi davranıyorum, neden bir kere olsun uluslararası
tarım tekellerini, güç tekellerini şaşırtacak bir hareket içine girmiyorum, sorusunu
kendimize sormamız gerek.
Kemal Derviş’in bedeni başka tarafta ama ruhu burada. İktidarıyla muhalefetiyle, CHP destekli Anasol-D İktidarından AKP
İktidarına kadar bu neoliberal hegemonyayı bir türlü ters düz edemiyoruz, bir
türlü önceliklerimizi değiştiremiyoruz. Bunun en temel nedeni, başta
üreticilerimiz olmak üzere emeğiyle geçinen yurttaşlarımızın siyaset dışı
kalmasıdır. Doğrudan emeğiyle geçinen yurttaşlarımızın, üreticilerimizin
siyaset dışı kalmasının nedeni, yine bu Meclisin ittifakla belirlediği yüzde 10
barajı, Siyasi Partiler Yasası, Seçim Yasası ve diğerleridir. O yüzden ekmekle
demokrasi arasındaki mücadele, ilişki iç içedir. Demokrasinin kanallarını
açacağız ki daha çok çiftçimiz, daha çok üreticimiz siyasete dâhil olsunlar ve
farklı bir Türkiye, farklı bir tarım olacağını kestirebilsinler.
Biz, 2010 yılında, toplumsal muhalefet örgütleriyle, İstanbul’da
“İstanbul Avrupa Sosyal Forumu”nu şekillendireceğiz. “Başka bir Avrupa mümkün.”
diyenler ile “Başka bir Türkiye mümkün.” diyenler, Türkiye'nin tarım
politikasını, dünyada iflas eden, küresel krizle beraber iflas eden neoliberal
hegemonyaya secde edenleri ama buna karşı alternatif arayışlarının barajlarla,
Siyasi Partiler Yasası ve 12 Eylül rejimi Anayasası’yla engellenenlerin aslında
güç birliğinin çok önemli olduğunu göreceğiz.
Alice Harikalar
Ülkesi, çocukluğumuzda okuduğumuz bir kitaptı. Aynadan geçtikten sonra Alice yanındaki tavşana sordu: “Şimdi nereye gidiyoruz?”
Tavşan da ona dedi ki: “Bu, nereye gitmek istediğine bağlı.” Eğer biz nereye
gitmek istediğimiz konusunda halkın iradesini esas alarak, toplumsal muhalefet
örgütlerinin iradesini esas alarak tutum alırsak bu yasalar da büyük ölçüde bu
doğrultuda şekillenir. Aksi takdirde, halkın iradesi ile var olan yasalar
çeliştiği zaman bunu çözecek merci de seçimlerdir. Hâliyle 2011 seçimlerinde
yurttaşlar, uluslararası tarım tekelleri mi esas alınmış çiftçimiz mi esas
alınmış, uluslararası tarım tatlandırıcı lobisi mi esas alınmış yurttaşımız mı
esas alınmış, bunu değerlendirecektir. Bize düşen görev de siyasette
alternatifsiz bırakmamaktır yurttaşları. AKP’ye karşı alternatifin, daha çok
demokrasi, daha çok özgürlük eksenini savunan, eşitlikçi, özgürlükçü bir
siyaset seçeneğiyle şekilleneceğine inanıyorum ve bu yasanın bu doğrultuda
şekillenmesinin yurttaşlarımıza soluk aldıracağını düşünüyorum.
Barış ve Demokrasi Partisi adına hepinize saygılarımı sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Uras.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Edirne Milletvekili Necdet
Budak. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Budak.
AK PARTİ GRUBU ADINA NECDET BUDAK (Edirne) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı hakkında AK PARTİ Grubu adına söz
almış bulunuyorum. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Genetik mühendisliği veya DNA teknolojisi 1970’li yıllarda
uygulamaya girmiş bir teknolojidir. Doğal yollarla gen değişimi mümkün olmayan
canlı organizmalar arasında gen teknolojisi aracılığıyla gen transferi
yapılarak elde edilmiş canlılara “genetiği değiştirilmiş organizma” yani “GDO”
denilmektedir. Biyogüvenlik ise GDO’ların doğada bulunan diğer canlılara,
onların devamlılığına ve çeşitliliğine yani biyolojik çeşitliliğe ve insan
sağlığına zarar vermeden kullanılabilmesi için oluşturulmuş kurallar ve
tedbirler sistemidir.
GDO’ların dünyadaki durumuna bakacak olursak, GDO’ları üretmedeki
genel amaç, tarımsal ürünleri hastalıklara ve zararlılara karşı korumak ve bu
sayede tarımsal ilaçlamada ekonomik avantajlar sağlamaktır. Genetiği
değiştirilmiş organizmaların ticarete konu olan en yaygın ürünleri mısır, soya
fasulyesi, kanola ve pamuktur. Bu ürünlerin dünyada ekimi hızla artmaktadır.
2008 yılı itibarıyla dünyada Amerika, Arjantin, Brezilya, Hindistan, Kanada,
Çin ve Paraguay olmak üzere yirmi beş ülkede GDO’lu ürünler ekilmektedir.
GDO’lu bitkilerin ekildiği toplam arazi -on iki yıllık artışla- 125 milyon
hektara ulaşmıştır ve giderek artmaktadır. Amerika’da soya ekim alanlarının,
soyada yüzde 90’ı GDO’ludur.
Dünyadaki bu artışla beraber, dünyada birçok ülke de aynı zamanda
GDO’lu ürünlerden oluşan gıdalara karşı oldukça koruyucu tedbirler almakta ve
yasal düzenlemeler getirmektedir. GDO’lu ürünlerin küresel tarım ekonomisindeki
payı 1996 yılında 115 milyon dolar iken 2007 itibarıyla yaklaşık 7 milyar
dolara ulaşmıştır ve bu trend giderek de artmaktadır
ve bugün itibarıyla hesapladığımızda, Amerika’da son on yıl içerisinde GDO’lu
ürünlerin ülke ekonomisine katkısı 16 milyar dolardır. GDO’lu ürünlerin
avantajlı olduğu iddialarına karşı bu ürünler için karşı tezler de ortaya
konulmaktadır bilim dünyasında. Örneğin, GDO’lu bitkiler için de tarımsal ilaç
kullanıldığı ve bunun kullanımının GDO’suz ürünlere göre daha fazla miktarda
olduğu yönünde araştırmalar yayınlanmıştır. Yine GDO’ların iddia edildiği gibi
tarımda verimlilik ve üretim artışı sağlamadığı yönünde de araştırmalar
mevcuttur.
Değerli arkadaşlar, bilim hangi alanda olursa olsun karşı tezler
ile çürütülmeye çalışılabilir ya da yeni çalışmalar geliştirilebilir. Onun için
de bütün bu yazılara, raporlara ve çalışmalara doğru ya da yanlış diyemeyiz.
Çünkü bütün bunları yapmaya başlarken hedefinizin ne olduğu ve dünyaya nasıl,
nereden baktığınız çok önemlidir.
GDO’lara karşı ülkelerin farklı pozisyon almalarının çeşitli
sebepleri vardır. Bu yaklaşım farklılıklarının başında ülkedeki kamuoyu gücü
gelmektedir. Özellikle Avrupa’da hâlen GDO’ların yol açabileceği muhtemel
sağlık risklerini öne çıkaran güçlü bir sivil muhalefet mevcuttur ve bu
muhalefetten dolayı yasal düzenleme yapmak siyasi açıdan riskli görülmektedir.
Etik kaygılar kapsamında dünyada değerlendirdiğimizde öne çıkan üç
tane önemli tartışma konusu vardır: Birincisi, genelde modern zirai
teknolojinin, özelde ise GDO ve daha spesifik olarak
transgenik canlıların tarımsal hedefleri yakalamak için gerekli olup olmadığı
yoğun olarak tartışılmaktadır. Tartışma, birbirine âdeta tamamen zıt iki
kutuptur. İki farklı ve marjinal yaklaşımın gölgesinde
bu tartışmalar devam etmektedir. Taraflardan biri, bu teknolojileri, dünyada
açlık sorununu bertaraf edecek anahtar teknoloji olarak görmektedir. Diğeri ise
söz konusu teknolojilerin sadece bir hayal ürünü olduğunu savunmaktadır.
Tarımsal sorunların başında gelen açlık sorunu sosyal bir
sorundur. Dolayısıyla açlık sorunu, gıda eksikliğinden ziyade onun dünyada
paylaşımıyla ilgilidir. Bu sorunun çözümü, siyasi ve sosyal platformlardır.
İkinci tartışma konusu, bitkilerin geliştirilmesinde genetik
müdahalenin meşru olup olmadığı tartışmasıdır. Meşruiyet eleştirisi, dinen
“Yaratıcı’nın işine karışıldığı” düşüncesi, çevrecilerin “doğal yapıya
müdahale” itirazı ve Alman düşünür Peter Sloterdijk’in “insanın haddini aşması”
olarak betimlediği felsefi duruşa dayanmaktadır.
Son tartışma ise tarımsal GDO’ların geniş sahalarda ekiminin
sonuçlarıdır. Sosyoekonomik kapsamda devam eden bu tartışmaların en önemli
noktası GDO’ların mülkiyeti tartışmasıdır. GDO tarımsal ürünlerin büyük
çoğunluğunun önemli şirketlerin tekelinde, patentlerinin ve mülkiyet haklarının
tekelinde olması dünyada ciddi bir tartışma konusudur ve dünyada tarımsal sistemler
için ciddi bir sosyal sorun olarak ortada durmaktadır.
Etik kaygılar kapsamında dile getirilen diğer bir tartışma başlığı
ise GDO’ların yol açabileceği muhtemel sağlık sorunları riskidir. Gündemi en
çok işgal eden ve GDO’lu ürünlerin birçok ülke tarafından yasaklanmasının da
temel sebebidir. GDO’lu ürünlerin neredeyse tamamına kendisinde var olmayan
genler eklendiği için bu genlerden kısa, orta ve uzun vadede bir dizi sorun
oluşturma potansiyeli mevcuttur. Dünya Sağlık Örgütü bu riskleri, yapılan değişmelerin
zehirlenmelere sebep olma ihtimali, alerji oluşturma ihtimali, besleyici ya da
toksik etkisi olabilme ihtimali, aktarılan genin stabilitesi ve gen
eklenmesinin yan etkileri olarak sınıflandırmıştır.
Biz bu Parlamento çatısı altında, iktidarı muhalefetiyle bütün
milletvekilleri olarak ve Hükûmetimiz, dünyadaki bu gelişmelerin böyle olduğunu
bilmek, takip etmek ve buna göre Türkiye'nin ulusal biyogüvenliği konusunda
pozisyon almak zorundayız. Tabii ki GDO’lu üretimle ilgili birtakım iddialar ve
bunun karşısındaki bilimsel açıklamalar yapılmakta. Kamuoyunun ve tüketicilerin
GDO’lara karşın ne algıladıkları ile bilimsel çalışmalar arasında ciddi bir
makas vardır. Tartışmalara çoğu kez ideolojik tavırlar girmekte, bu durumda
kamuoyuyla meslek odaları, tüketici dernekleri ve çevreci örgütlerin sağlıklı
bir diyalog kurması engellenmektedir.
GDO oldukça tartışmalı bir teknolojidir ve somut etkilerinin
görülebilmesi için uzun bir zamana ihtiyaç vardır. GDO sorunu aynı zamanda bir
biyogüvenlik, biyoçeşitlilik, sağlıklı insan, hayvan, çevre, ayrıca tekelleşme
ve âdeta bir demokrasi sorunu olarak da değerlendirilmektedir. Ancak şunu da
kabul edelim ki bu gelişmeleri ne yaparsak yapalım dünyada çok ciddi bir
ilerleme var ve canlıların hayatından artık GDO’yu çıkartmak da mümkün değildir
ve 21’inci yüzyıla biyoteknoloji ve nanoteknoloji kendi damgasını vurmaktadır.
Bu nedenle, bizim, Türkiye olarak biyoteknoloji ve nanoteknoloji alanında
bilimsel anlamda bunları gündemimize almamız, öncelik vermemiz de gerekmektedir,
bunu da bir kenara atmamız mümkün değildir.
Değerli milletvekilleri, Avrupa Birliğinin GDO’lara ilişkin
mevzuatı 1990’lı yıllarda uygulamaya girmiştir. Bu spesifik
mevzuatın iki temel amacı vardır. Birincisi insan ve çevre sağlığının
korunması, ikincisi ise güvenli GDO’ların Avrupa Birliğinde serbest dolaşımının
sağlanmasıdır. Avrupa Birliği, GDO’lara ilişkin ayrıntılı ve katı kurallar
içeren bir mevzuata sahiptir. Bu yaklaşımda, Avrupa pazarlarının GDO’lara tam
olarak açılması hâlinde yerli üreticilerinin zora gireceği, Amerika-Avrupa
Birliği ticaret dengesinin Avrupa Birliği aleyhine bozulacağı gibi nedenler
yatmaktadır. Bu anlamda birçok AB ülkesi, GDO’lu ürünlerin ekimine, gıda
güvenliği yerine çevre argümanlarını, mevzuatında yer alan GDO’dan ari bölgeler oluşturma imkânını öne sürerek izin
vermemektedir.
Avrupa’daki durumu irdeledikten sonra, ülkemizdeki durumu
tartışalım:
Sayın milletvekilleri, ülkemizde biyoteknoloji çalışmaları,
üniversiteler ile Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Tarımsal Araştırmalar Genel
Müdürlüğüne bağlı araştırma enstitülerinde yapılmaktadır. Mevcut çalışmalar
herhangi bir üründe GDO’lu ürün elde edilebilecek düzeye gelmemekle birlikte,
çalışmaların büyük bir çoğunluğu teşhis ve karakterizasyon ağırlıklı olarak
yapılmaktadır.
Öte yandan, Türkiye, Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik
Sözleşmesi’ne ek olarak hazırlanan Biyogüvenlik Protokolü’ne taraf olmuştur,
2004 yılında da imzalamıştır. Bu Protokol’ün amacı, biyoteknolojinin dünyanın
doğal kaynaklarına verebileceği zararı en aza indirmek ve yaşayan modifiye
organizmaları içeren ürünlerin ticaretini düzenlemektir.
Tarım ve Köyişleri Bakanlığımız tarafından GDO’lu ürünlerin
ithalatı, işlenmesi, ihracatı ve denetimine ilişkin bir yönetmeliğin son
günlerde çıkartılmış olması, ülkemiz kamuoyunda GDO konusundaki tartışmaların
hızlanmasına neden olmuştur. Yönetmelik yürürlüğe girmeden önce ülkemizde
GDO’lu ürünler konusunda sadece beyan esasına dayalı denetim ve kontrol
mekanizması uygulanıyordu, “ürün GDO’lu” denildiği takdirde ürünün girişi
engellenebiliyordu. Ancak GDO konusunda bir düzenleme bulunmadığı takdirde
engelleme yapıldığı zaman bunun Dünya Ticaret Örgütüne de şikâyet konusu olması
söz konusudur.
Danıştay, Yönetmelik’in yürütülmesinin durdurulmasını,
Yönetmelik’in herhangi bir yasaya dayanmaksızın çıkarılmasına bağlamıştır. Her
ne kadar Bakanlığın itirazını yerinde bulan Danıştay geri adım atmış olsa bile
Hükûmetimiz tarafından Biyogüvenlik Yasa Tasarısı’nın çıkarılması önem arz
etmektedir. Bu tasarı biyogüvenlik alanında Türkiye’de ilk yasadır. Bu manada
bir ilk ve çerçeve kanun olacaktır. Hâl böyle iken, Cartagena Biyogüvenlik
Protokolü, ülkemizin AB’ye uyum süreci ile ülkemizin bu konudaki ihtiyaçları
dikkate alınarak, ihtiyatlılık ilkesine dayanılarak Biyogüvenlik Kanun Tasarısı
hazırlanmıştır. Avrupa Birliği müktesebatına uyum kapsamında GDO’ların çevreye
kasıtlı salınımıyla ilgili Avrupa Birliği regülasyonu
için uyum süremiz 2010 yılı olarak planlanmıştır. Bunlar ulusal programda ve
Tarım ve Köyişleri Bakanlığımızın stratejilerinde ortaya konmuş taahhütlerdir.
Burada arkadaşlarımızın dediği gibi, geç kalınmış vesaire değil, bunu
Hükûmetimiz taahhüt edilen zaman içerisinde gerçekleştirmektedir.
Türkiye’de GDO’larla ilgili çok yoğun tartışmalar olmasına rağmen,
tartışmaları beslemesi gereken, açıklama getirmesi gereken yetkin, bilgi
sahibi, tecrübe sahibi insanlar maalesef kamuoyunda tartışmalara pek
katılmamıştır ve bu anlamda bilim adamı sayısının da yeterli olduğunu söylemek
mümkün değildir. Bu anlamda tartışmaların retorik ve bıktıran bir tekrara
dayanması şaşırtıcı değildir. Bu tartışmalar zihin karışıklığına yol
açmaktadır.
Ayrıca, GDO’ların sebep olabileceği olası sağlık riskleri
nedeniyle ekonomik açıdan gelişmiş toplumlarda bu teknolojilere karşı güçlü bir
sosyal muhalefet mevcuttur ve bu muhalefetin ülkemizde yansımaları oldukça
etkilidir ancak Türkiye'de bu muhalefetin şiddetini artıran asıl faktör, GDO
konusunun etkin siyasi muhalefet için çok işlevsel olmasıdır. GDO’ların çok
yoğun bir kaygıyla karşılanmasının altında bu tür bir siyasi araç olarak
kullanılmasının etkisi göz ardı edilmemelidir. Dolayısıyla da bu kanun
ülkemizin birçok koşullarını dikkate alarak hazırlanmış olup, ülkemizin
biyogüvenliği bakımından -bütün arkadaşların da mutabakatı olduğu gibi- korumacı
bir yapıda olan bir kanundur, bu nedenle de inanıyorum ki iktidar ve
muhalefetin ortak desteğiyle, ortak kabulüyle bugün yasalaşacaktır. Yani ulusal
biyogüvenliğimiz bu yasayla güven altına alınmıştır, herkesin bu anlamda içinin
rahat olması gerekir.
Bu tasarı neler getiriyor? Bu tasarıyla, insan, hayvan ve bitki
sağlığıyla, çevrenin ve biyolojik çeşitliliğin korunması, sürdürülebilirliğin
sağlanması için biyogüvenlik sisteminin kurulması ve uygulanması, GDO’lar ve
ilgili faaliyetlerin denetlenmesi, düzenlenmesi ve izlenmesiyle ilgili usul ve
esaslar belirlenmektedir.
Bu tasarıyla, yine GDO ithalatı mevzuat altına ilk kez alınmış
oluyor. AB’yle uyumlu olarak, bilimsel risk ve sosyoekonomik değerlendirmeye
dayalı ihtiyati tedbir prensibini esas alan karar verme süreci getirilmektedir.
Yalnızca üniversiteler ve TÜBİTAK’a çalışan bilim insanlarından oluşacak
Bilimsel Komite tarafından, her bir başvuru için ayrı ayrı yapılacak risk ve
sosyoekonomik değerlendirmelerden çıkan sonuçlara göre Biyogüvenlik Kurulu
tarafından karar verilebilecektir.
Biyogüvenlik Kurulu 9 üyeden oluşacak, Bakanlıkça seçilecek 4
üyeden birinin üniversite, diğerinin ise meslek örgütleri temsilcileri
arasından seçilmesi söz konusudur.
Kurul ve komiteler görevini yaparken bağımsız olacak, hiçbir
zaman, hiçbir organ, makam, merci ve kişi Kurula emir ve talimat veremeyecek ve
Kurul üyelerinin görev süreleri dolmaksızın görevlerine son verilmeyecektir.
Bilimsel Komiteden geçmemiş hiçbir GDO’lu ürünün kullanımına izin
verilmeyecektir. GDO ve ürünlerinin Kurul kararlarına aykırı olarak
kullanılması veya kullandırılması yasaklanmıştır. Biyolojik çeşitliliğimiz ve
genetik kaynaklarımızın korunması amacıyla, genetiği değiştirilmiş bitki ve
hayvanların üretimi bu kanunda yasaklanmıştır. O bakımdan, endişe verici bir
durum söz konusu değildir. GDO ve ürünleri Bakanlığın sürekli kontrol ve
denetimi altına girmektedir.
GDO’ları bu kanunun hükümlerine aykırı olarak kullanan veya
kullandıranlara işledikleri fiillere göre bir ile on iki yıl arasında hapis
cezası yanında para cezası ve faaliyetten men dâhil idari cezalar gelmektedir.
Kanunun yayımlandıktan altı ay sonra yürürlüğe girecek olması,
yine yönetmeliklerin yayımlandıktan sonra üç ay sonrasında yürürlüğe girecek
olması, bir geçiş süreci ve Avrupa Birliği normlarına göre bu sektörle ilgili
birimlerin pozisyon alması bakımından da önemli ama yeterli bir süreçtir.
Sayın milletvekilleri, Avrupa Birliğinin GDO deneyiminin yanı sıra
ülkemizin rekabet gücü ve teknolojisi ile ülke ihtiyaçları dikkate alınarak
biyoteknoloji konusunda bir model oluşturmamız ülke olarak gerekmektedir.
Bu kanun, temel olarak biyogüvenlik, yani biyoteknolojik
çalışmaların doğayı ve insan yaşamını etkilememesi için yasal denetim altına
alınmasına ilişkindir. Bu nedenle, biyogüvenlik yasasıyla birlikte ülke olarak
biyoteknoloji ve genetik mühendisliği konusunda acilen kısa, orta ve uzun
vadeli politikalar geliştirmek durumundayız. Biyoteknoloji ve biyogüvenlik
araştırmaları konusunda TÜBİTAK, üniversiteler, araştırma enstitülerine gerekli
kaynak sağlanmalı ve ARGE faaliyetleri desteklenmelidir. Çıkarılan ARGE
Kanunu’ndan azami ölçüde yararlanılmalıdır. Özellikle beyaz et, kırmızı et,
bitkisel yağ, Türkiye süt, et, gıda sanayisi, yumurta üreticileri gibi daha
birçok alanda iş yapan ve dolayısıyla da büyük bir istihdam alanını oluşturan
bu sektörlere ham madde arzı konusunda özellikle millî bir soya politikası
geliştirilmesi gereklidir. Soyayla ilgili ürün borsası ve üretilen ürünlere
alım garantisi sağlayacak sistem oluşturulmalıdır. Bu kapsamda, Tarım ve
Köyişleri Bakanlığımızın 2010 yılı ürünü soya primini ilk kez ekim sezonundan
önce 35 kuruş olarak -eski parayla 350 lira- açıklaması çok sevindirici bir
gelişmedir.
Gen teknolojisine ülkemizin sahip olabilmesi adına, bu teknolojiye
sahip yabancı firmalar ile yerli firmalarımızın ülkemizde ortak yatırımlarını
teşvik etmeliyiz ki, Türkiye olarak, Türkler olarak, hem geçmiş hem de bugünkü
ve hem de geleceğe dönük teknolojilere sahip olabilelim.
Ulusal tarım sistemimizin uzun vadede gıda güvenliğini sağlaması
ülke tarımının ayakta kalmasına bağlıdır. Bu da ancak küresel gelişmeleri doğru
takip etmek ve doğru okumakla mümkündür. Dünyadaki tarımsal sistemlerin giderek
birbirine daha da bağımlı hâle gelmesi, yerel tarımın küresel gelişmelerden
kaçınılmaz olarak daha fazla etkilenmesine neden olmaktadır. GDO’nun da dünyada
geleceği bu yöndedir. Buna dönük de ülke olarak her ne kadar korumacı
davranıyorsak da pozisyon almak durumundayız.
Özellikle bu anlamda hem biyoteknolojik politikaları ve endemik
türlerin tescillenmesi ve Başbakanımızın talimatıyla altı ay gibi kısa sürede
tamamlanan dünyanın üçüncü gen bankasının faaliyete girmesi, ülkemiz gıda
güvenliği ve biyogüvenliği açısından çok büyük gelişmelerdir. GDO’larla ilgili
ileriye dönük kapsamlı bir vizyonu da ortaya aynı
zamanda koymak durumundayız.
Türkiye’de tarım biyoteknolojisi konusunda en önemli sorun, ülke
içerisinde bu teknolojilerin üretilmesi, değerlendirilmesi ve ileriye dönük projeksiyon yapabilecek akademik birimlerin ve yetişmiş
insan gücünün yeterli olmayışıdır. Bu eksikliğin giderilmesi için Türkiye’nin
değişik bölgelerindeki üniversiteler bünyesinde tarımsal biyoteknolojik
araştırma yapacak enstitülerin sayısı ve etkinliği artırılmalı, tohumluk
sektörüyle önü açılan yerel tohum şirketlerinin bu enstitülerle koordinasyonu
Bakanlıkça desteklenmelidir.
Sayın milletvekilleri, cumhuriyetimizin kuruluşundan bugüne kadar
seçilen, bu çatı altında görev yapan ve ülkemizi yöneten kadrolar, dürüstlüğe,
çalışkanlığa, vizyona, misyona, kararlı ve cesur
davranışlara, hepsinden önemlisi de vatan sevgisine, toprak sevgisine önem
vermişlerdir. Bunların aksini yapanlara da halkımız gerekli cevabı hep
vermiştir.
GÜROL ERGİN (Muğla) – Ya, palavrayla olmuyor o işler!
NECDET BUDAK (Devamla) – Onun için de hepimiz, milletimizin
yiyeceği, içeceği, toprağı -bunun üzerinden hiçbirimiz siyaset yapamayız-
çiftçisi ve köylüsünün menfaatine olan kanunları el birliğiyle çıkartıp,
onların refahını ve mutluluğunu sağlamak için çalışıyoruz. Bunların aksini
değil yapmak, düşünmek bile bu topraklara ihanettir. Hiçbirimiz bu milleti, bu
toprakları diğerinden daha fazla düşündüğünü, sevdiğini söyleyemez.
AHMET ORHAN (Manisa) – Söyleriz, söyleriz!
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Söyleriz, söyleriz; orada fark var
Hemşehrim!
NECDET BUDAK (Devamla) – Bu ülke ve topraklar hepimizindir.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Göster o zaman! Hangi millet
sevgisinden bahsediyorsun?
NECDET BUDAK (Devamla) – Bizlere de emanet olan bu kaynakları
zarar vermeden, gelecek nesillere taşımaktır.
Bu kanunun hazırlanmasında emeği geçen herkese, başta Tarım
Bakanlığı bürokratlarına, sivil toplum örgütlerine, üniversitelere teşekkür
ediyor, kanunun ülkemize hayırlı olmasını diliyorum.
Saygı ve sevgilerimi sunuyorum. Sağ olun. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Budak.
Şahıslar adına Adıyaman Milletvekili Mehmet Erdoğan.
Buyurunuz Sayın Erdoğan.
MEHMET ERDOĞAN (Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Biyogüvenlik Kanun Tasarısı’nın tümü üzerine şahsım adına söz almış
bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, dünya hiç olmadığı kadar büyük bir hızla
değişiyor, doğal varlıklar tükeniyor. Artan nüfus ve kontrol edilemeyen tüketim
arzusunun meydana getirdiği baskı, gen kaynaklarının geleceğini tehlikeye
atarak doğal dengenin bozulmasını da beraberinde getiriyor. Bu nedenle,
insanların başta gıda olmak üzere temel ihtiyaçlarını karşılamasında
vazgeçilmez bir yeri olan gen kaynaklarının dengeli biyolojik çeşitliliğinin
korunmasının önemi artık daha fazla biliniyor ve daha fazla önemseniyor.
Biyoteknolojide süregelen hızlı ve yepyeni gelişmeler bu genetik
kaynakların insanların yararına daha etkin olarak kullanılmasını sağlıyor.
Yeryüzünde 500 binin üzerinde bitki türünün olduğu varsayılıyor. Bu türlerin 30
bini yenilebilir, yaklaşık 7 bin kadarı da kültüre alınmış ve hâlen üretimi
yapılıyor. Ülkelerin sahip olduğu bitki genetik kaynakları dört yüz gen
bankasında orta ve uzun vadede korunmaya alınmış durumda. Sahip olduğumuz olağanüstü
zengin biyolojik çeşitlilikle ılıman iklim kuşağının en önemli ülkeleri
arasında yer almaktayız. Dünyada toplam sekiz gen merkezi var ama bunların üçü
Anadolu’da kesişiyor. Dolayısıyla Anadolu bu noktada çok
kıymetli, çok değerli bir bölgeye sahip. Topraklarımızda şimdiye kadar
tespit edilen yaklaşık 12 bin bitki türü var, bunun 3.900’ü endemik yani
yalnızca ülkemizde bulunan türler. Avrupa’da bulunan toplam tür sayısı 12 binin
üzerinde, bunların yalnızca 2.400’ü endemiktir. Ülkemiz, Birleşmiş Milletler
bünyesinde hazırlanan Gıda ve Tarım İçin Bitki Genetik Kaynakları Anlaşması ve
Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi gibi çok önemli uluslararası anlaşmaya da
taraftır. 10 milyon kilometrekarelik Avrupa topraklarındaki endemik bitki türü
sayısının 2.400 olduğu dikkate alınırsa, Türkiye'nin ne kadar önemli bir gen
kaynağı bulunduğu ortaya çıkar.
Biyolojik çeşitlilik, bir bölgedeki genlerin, türlerin,
ekosistemin ve ekolojik üretimi yapılan tüm tarımsal
ürünlerin kaynağı, doğada bulunan yabani akrabalarına dayanır. Günümüzde yeni
ürün çeşitleri elde etmek ve mevcut olanları iyileştirmek için yabani türlerden
yararlanılmaktadır.
Ülke olarak Güneydoğu Anadolu Bölgemiz, Harran Ovası dünyada
tarımın ilk yapıldığı topraklar olarak bilinir. Bu noktada, binlerce yıllık bir
tecrübenin sahibiyiz aslında. Evet, bizim petrolümüz yok, bizim uçsuz bucaksız
altın madenlerimiz de yok ama belki bunlardan daha çok önemli, çok daha
değerli, bereketli topraklarımız var. Bir Kızılderili atasözünde der ki: “Son
ağaç kesildiğinde, son nehir kirlendiğinde ve son balık öldüğünde, işte o zaman
paranın yenmediğini anlayacaksınız.” İşte, kaynakların verimli kullanılması ve
adil biçimde paylaşılması, küresel ölçekte önlem alınması gereken temel
hususlardan birisidir. Tarımı bu ülkenin en büyük zenginliği, en büyük birikimi
ve geleceğin de garantisi olarak gördük ve görüyoruz. İşte bu anlayışla
çiftçimizin, köylümüzün yanında birlikte çalışıyor, beraber gayret ediyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüzyılın teknolojisi olarak
nitelendirilen modern biyoteknoloji ve ürünleri, hem sağladığı faydalarla hem
de olası riskleriyle 1990’lı yıllardan itibaren tartışma konularından
birisidir. Modern biyoteknoloji kullanılarak geliştirilen genetik yapısı
değiştirilmiş organizmaların insan sağlığı ve biyolojik çeşitlilik açısından
bazı riskler taşıyabileceği ve modern biyoteknolojinin güvenli kullanımına
yönelik biyogüvenlik sistemlerinin kurulması gerekliliği dünyada birçok ülke
tarafından benimsenmiştir. Uluslararası biyogüvenlik kuralları, Birleşmiş
Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’ne dayanılarak Cartagena Biyogüvenlik
Protokolü ile oluşturulmuştur. Protokol’e ülkemiz ve AB üyesi ülkelerin tamamı
dâhil yüz elli yedi ülke taraf olmuştur. Ayrıca, Avrupa Birliği ve üye
ülkelerin de GDO’ların çevreye salımı, piyasaya sürülmesi ithalat ve ihracatı,
gıda ve yem olarak kullanımı, denetlenmesi, kontrolü kendi iç mevzuatları ile
de düzenlenmiş bulunmaktadır. İşte bu teknolojiden en yüksek seviyede yarar
sağlanması, Cartagena Biyogüvenlik Protokolü ile Avrupa Birliği müktesebatına
uyumun temini amacıyla Biyogüvenlik Kanun Tasarısı hazırlanmıştır.
Değerli milletvekilleri, dünya muhtemel bir gıda krizi beklentisi
içindeyken AK PARTİ boş durmuyor, devasa boyuttaki projeleri ile… Nedir bunlar?
GAP, DAP ve KOP ile Türkiye'nin dünyada bir gıda üssü, bir tahıl ve tarım
merkezi yapılması için bütün imkânları seferber ediyor.
GÜROL ERGİN (Muğla) – Allah’tan korkun! Allah’tan korkun!
MEHMET ERDOĞAN (Devamla) – Tarım sektörü popülist
politikaların uygulama alanı değil, iktisadi bir sektördür.
GÜROL ERGİN (Muğla) – Ufak doğra da civcivler de yesin, civcivler
de!
MEHMET ERDOĞAN (Devamla) – Tarıma stratejik bir açıyla
bakıldığında verim, rekabet, kalite ve standartlara önem veriliyor.
GÜROL ERGİN (Muğla) – Allah’tan korkun, mahvettiniz köylüyü!
MEHMET ERDOĞAN (Devamla) – Cumhuriyet tarihinin en ağır kuraklığı
yaşanmasına rağmen tarım sektörü son beş yılın dördünde pozitif büyümüştür.
Tarımsal destekler 2002’de ne kadardı? Tarımsal destekler 2002’de dört kalemden
ibaretti. Verilen desteğin yüzde 85’i “tarla parası” da denilen doğrudan gelir
desteğine (DGD), yüzde 4,4’ü hayvancılığa, geri kalanı da diğer prim destekleri
olarak ödeniyordu.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Destekleyecek çiftçi de bırakmadınız!
MEHMET ERDOĞAN (Devamla) – Değerli milletvekilleri, tarım sektörü
bu anlayışla gelişebilir mi? Biz AK PARTİ döneminde çıkartılan Tohumculuk
Yasası, Islahçı Hakları Yasası’yla tohumculuk alanındaki çalışmaları
hızlandırdık. 2005’te 620 bin dönümü sera alanında kullanılan hibrit tohumunun
yüzde 10’u yerli iken geçen yıl itibarıyla bu oran yüzde 35’e çıkmıştır.
GÜROL ERGİN (Muğla) – Hay Allah razı olsun!
MEHMET ERDOĞAN (Devamla) – 2012’deki hedef yüzde 70’e çıkarmaktır.
Tarla bitkileriyle ilgili tohumların hâlen yüzde 98’i yerli üretimle
karşılanıyor.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – İsrail’den alıyorsunuz, Hollanda’dan
alıyorsunuz.
MEHMET ERDOĞAN (Devamla) – Evet, biz tarımsal destekleme
politikasını getirdik. Tarıma 2002’de 1 milyar 800 milyon lira destek
verilirken 5 milyar 600 milyon liraya çıkardık. Hayvancılığa verilen destek 83
milyondan 1 milyar 250 milyon liraya yükseltildi.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Sen de inanmıyorsun söylediklerine!
İnanarak mı söylüyorsun? Enflasyon hesabı yapın.
MEHMET ERDOĞAN (Devamla) – Yağlı tohum bitkilerine 1 milyar lira,
mazot ve gübreye 1 milyar 200 milyon lira, hububat ve bakliyat primi 650 milyon
liraya çıkarıldı.
GÜROL ERGİN (Muğla) – Şu Meclisi ciddiye alarak konuşun, ciddiye
alın şu Meclisi be!
MEHMET ERDOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, hiçbir
milletvekili, hiçbir parlamentere yakışmayacak en güzel hasletlerden birisi
yalan söylememektir, doğruyu söylemektir.
GÜROL ERGİN (Muğla) – Aynen sizin davranışınızdır!
MEHMET ERDOĞAN (Devamla) – Doğruyu söylemek bana ve size ne kadar
yakışır.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Sen de doğruyu söyle!
MEHMET ERDOĞAN (Devamla) – Ben buradan doğruları söylerken, varsa
yanlışımız, diyeceksiniz ki: “Bunlar yanlıştır.” Ama ülkemizin menfaati adına
birlikte çalışacağız. Biz, bu tasarı hazırlanırken… Tabii, buradaki
arkadaşlarımız da konuştular, onlara da bu konuşmalarına atfen bir iki şey
söylemek isterim. Destekleme politikalarımızın nereden nereye geldiğini
görüyoruz. Burada AK PARTİ hükûmetlerinin büyük bir başarısı var, AK PARTİ’nin,
milletimizin bir başarısı var çünkü biz başarıyı milletimizin hanesine
yazmışız.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Köylere bir gitseniz! Buralarda
konuşacağınıza köylere bir gidin!
MEHMET ERDOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bu tasarılar
Meclise geldiği zaman, Biyogüvenlik Kanun Tasarımız, Çevre; Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler; Avrupa Birliği Uyum Komisyonu; Adalet Komisyonu ve
Tarım Komisyonunda görüşüldü. Tarım Komisyonunda muhalefete mensup milletvekili
arkadaşlarımız da vardı, alt komisyonda birlikte çalıştık.
Değerli arkadaşlar, bu kanunun ne kadar güzel bir şekilde
hazırlandığını ve sizlerin de bu noktada katkı verdiğini söylememe gerek yok,
çünkü birlikte çalıştık, ama “Hiç kimseye danışılmadı; hiçbir sektörden,
temsilciden, akademisyenlerden görüş alınmadı.” demek de insafsızlık olur. Alt
komisyonda…
VAHAP SEÇER (Mersin) – Önce, taslak hazırlanırken…
MEHMET ERDOĞAN (Devamla) – Sayın Vahap Seçer, alt komisyonda
birlikte çalıştık.
VAHAP SEÇER (Mersin) – Komisyon çalışmalarında değil, daha önce.
MEHMET ERDOĞAN (Devamla) – Komisyon çalışmalarında, sektör
temsilcilerinden, sivil toplum örgütlerinden gelen 14 arkadaşımıza da bizzat
Komisyonda söz verildi, onların da değerli katkıları alındı.
VAHAP SEÇER (Mersin) – Altı yıldır çalışılıyor.
MEHMET ERDOĞAN (Devamla) – Onların da katkıları alınarak bu
hususta çalışmalar yapıldı.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Biz de olmasak millet ses duymayacak;
MHP, sizden korkmadan her şeyi söylüyor.
MEHMET ERDOĞAN (Devamla) – Boş konuşuyorsun! Boş konuşuyorsun! Biz
milletimizin emrinde ve milletimizin hizmetinde devam ediyoruz.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Ben konuştuklarımın zekâtını versem
senin gibi 50 kişi geçinir.
MEHMET ERDOĞAN (Devamla) – Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı’nın
hazırlanmasında emeği geçen başta Tarım Bakanımız ve Bakanlık bürokratlarına
teşekkür ediyorum. Gıda sağlığımızı güvenceye alan bu tasarının, sektör
temsilcilerine ve milletimize hayırlı, uğurlu olmasını diliyor, yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Erdoğan.
Sayın Bakan konuşacaktır.
Buyurunuz Sayın Eker.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, yüce Meclisin değerli üyeleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Bugün huzurunuza getirdiğimiz Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı’yla
ilgili yüce Meclisi bilgilendirmek istiyorum.
Dünyada birtakım gelişmeler var, özellikle son yıllarda
biyoteknoloji alanında çok önemli gelişmeler kaydedildi ve bu gelişmelerden bir
tanesi de tarım alanında özellikle bazı tarımsal ürünlere “transgenik bitki”
dediğimiz, bunların genetiğiyle, ya gen aktarılması suretiyle çoğunlukla
birtakım ürünlerin ya hastalıklara direncini artırmak veya verimlerini artırmak
gayesiyle yapılan çalışmalar var. Tabii 1998 yılında Türkiye’de bu alanda beyan
usulü ile bunların ithalat ve ihracatına düzenleme getirileceği hükme bağlanmış
ve o tarihten sonra da Türkiye, Birleşmiş Milletlerin konuyla ilgili Cartagena
Biyogüvenlik Sözleşmesi’ne taraf olmuş. Ancak geçen zaman içerisinde dünyada
giderek artan bir şekilde bu ürünlerin ticarete konu olduğunu görüyoruz.
Haliyle bu ürünlerin ticaretiyle ilgili, işlenmesiyle ilgili veya üretimiyle
ilgili ülkeler yeni düzenlemeler yapmışlardır. Huzura getirdiğimiz Biyogüvenlik
Kanun Tasarısı da bu ihtiyacı gidermeye dönük çok önemli bir yasa tasarısıdır.
Burada geçtiğimiz aylarda bu kanunu beklemeden biz bir düzenleme
yaptık bir yönetmelikle. Tarım Kanunu’nun, Gıda Kanunu’nun, Yem Kanunu’nun bize
verdiği yetkiyle bu alanda bir düzenleme yaptık, bir yönetmelik çıkardık 26
Ekim tarihinde. Buradaki amaç esasen şuydu: 1998 yılında getirilen düzenlemede
sadece beyan usulü ile işlem yapılırken artık biz bunlara daha sıkı bir denetim
getirelim, belirli esaslar ortaya koyalım, belirli standartlar geliştirelim,
böylece bunların ticaretine, ithalatına, bunlarla ilgili iş ve işlemlere ait
bir düzenleme sahibi olalım, bir yasal mevzuat sahibi olalım istedik. Ancak
bunlar tabii o gün kamuoyunda maalesef kapsamı dışında, muhtevası dışında ve
çerçevesi dışında birtakım tartışmalara sebebiyet verdi ve dört tane bu
yönetmelikle ilgili dava açıldı. Ben o gün yine burada, o tarihlerde bu kürsüde
yine yüce Meclise bilgi sunmuştum. Yani, bunun, aslında eğer böyle bir şey
olursa bir boşluk yaratacağını, burada amacın GDO’lu ürünlerin Türkiye’ye
girişini kolaylaştırmak değil, aksine GDO’lu ürünlere daha sıkı bir denetim ve
kontrol mekanizması getirmek olduğunu o gün de burada söylemiştim. O gün,
Danıştay, savunmamızı almadan, Tarım Bakanlığına görüş sormadan, bu dört tane
davayı da -ayrı ayrı yürütmenin durdurulma talebini- kabul etti. Biz de buna itiraz
ettik ve yaptığımız ilk itirazda da Danıştay bizi haklı buldu ve bizim
isteğimiz doğrultusunda Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu da bize hak
verdi, böyle bir düzenleme getirdi. Yani Danıştay da dedi ki: “Evet, Tarım
Bakanlığının yönetmelikle bu konuyu düzenleme yetkisi var ve dolayısıyla da
herhangi bir problem yok.” Bu arada da biz yasa tasarısını Meclise sunduk;
Komisyonda, alt komisyonda görüşüldü, komisyonlardan da kabul edildi ve bugün
huzurunuzda.
Bu kanun esasen şunu getiriyor: Bunun amacı, insan, hayvan ve
bitki sağlığı ile çevrenin ve biyolojik çeşitliliğin korunması,
sürdürülebilirliğinin sağlanması için biyogüvenlik sisteminin kurulması ve
uygulanması, modern biyoteknoloji kullanılarak geliştirilmiş ürünlerle ilgili
faaliyetlerin denetlenmesi, düzenlenmesi ve izlenmesi ile ilgili usul ve
esasları belirliyor. Bu kanun bunun için getiriliyor. Türkiye'nin böyle bir
kanuna ihtiyacı var. Niye? Çünkü Türkiye, hem ticaret yapıyor hem
biyoçeşitlilik alanında zengin bir ülke ve dünya ticareti içerisinde küresel
önemli bir aktör. Dolayısıyla bizim bu düzenlemeleri yapmamız lazım.
Veteriner tıbbi ürünler ile Sağlık Bakanlığınca ruhsat veya izin
verilen beşerî tıbbi ürünler ve kozmetik ürünler bu kanunun kapsamı dışında
tutulmuştur.
Kanun, genel olarak, Avrupa Birliği mevzuatında da olduğu gibi, bu
ürünlerle ilgili karar verme sürecini bilimsel risk değerlendirmesi ve
sosyoekonomik değerlendirmeyi, karar verme sürecinde halkın bilgilendirilmesi
ve karar verme sürecine katılımının sağlanması, -ki
bunlar son derecede önemli kararlardır- karar sonrası izleme, denetleme ve
kontrolü, hukuki sorumluluk ve cezai müeyyideleri düzenliyor. Yani, hem kararla
ilgili bütün süreçleri hem halkın bilgilendirilmesini hem daha sonraki
düzenleme, denetleme, izleme ve kontrolü, bunlara ait hukuki sorumlulukları ve
cezai müeyyideleri de düzenliyor.
Dokuz konuda ayrıntılı yönetmelikler çıkıyor. Yani kanunun
metninde ayrıntılı olarak yer almayan… Örneğin biraz önce söylendi, Sayın Seçer
zannediyorum söyledi. İşte, bunların taşıma esnasında riski ne olacak? Bunlar
tabii hem burada yazıyor hem biz bunları yönetmelikle zaten ayrıntılı bir
şekilde, uluslararası standartlar bu konularda neyi gerektiriyorsa o
standartlara uygun olarak, bunların başlangıç noktasından çıkış noktasına kadar
sürekli sıkı tedbirler alınmak suretiyle, kontrol ve denetim altında tutulmak
suretiyle bunun izlenmesini gerekli kılıyor.
Basitleştirilmiş işlem, bunların kapalı kullanımı, deneysel
çevreye serbest bırakma, başvuru değerlendirme, karar verme, etiketleme gibi
dokuz ayrı konuda yönetmelikler hazırlanıyor bütün bunların düzenlenmesine ait.
Mesela, araştırmayla ilgili olarak da bir yine endişe dile
getirildi. Araştırmada acaba Türkiye’deki araştırma, geliştirmeye, bilim
insanlarımızın yapacakları birtakım araştırmalara bir engel mi çıkarılıyor bu
kanunla? Onu da söyleyeyim, böyle bir endişemiz yok. Bu alanda 3’üncü madde,
birinci fıkrada araştırma, geliştirmeyle ilgili karar verme süreci dışında
bırakıyoruz başvuruları.
Ayrıca, araştırma materyali olarak ithal edilecek ürünler için
sadece Bakanlıktan izin talep edilecek. Ancak eğer hiçbir hâlde, böyle bir
endişe varsa; bu çok uzun sürer, zaman alır, geciktirilir, on beş gün süre
içerisinde Bakanlık bu izni vermek zorunda araştırma amaçlı materyalin temini
konusunda. Bunun detayları tabii yönetmelikle belirlenecek.
Yine, ülke içinde yapılacak araştırmalarda Bakanlıktan izin
alınmasına gerek olmayacak. Veri tabanının oluşturulması açısından, Türkiye’de
ne olup ne bittiğinin, hangi araştırmaların yapıldığının bilinmesi ve takip
edilmesi açısından da tabii Bakanlığa bir bilgi verilmesi gerekiyor.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Avrupa Birliğinde olduğu
gibi deneysel amaçlı serbest bırakma, gıda ve yem amaçlı işleme ve piyasaya
sürme ve kapalı kullanım gibi üç ana grupta bu kanun birtakım işlemleri
öngörmektedir.
Bu arada, saygıdeğer milletvekilleri, size şunu da özellikle ifade
etmek istiyorum: Biz, hiçbir ahvalde Türkiye’de şu safhadaki -kanun onu
öngörüyor- GDO’lu bitki üretimine izin vermiyoruz, kesinlikle bunu
yasaklıyoruz. Bunun için de gerekçelerimiz var. Türkiye biyoçeşitlilik alanında
zengin bir ülke ve Türkiye'nin mevcut arazi işletme yapısı parsellerinin küçük
bir ölçekte olması sebebiyle, bunun taşıyabileceği riskleri dikkate almak suretiyle
biz üretimine izin vermiyoruz.
Peki, bu kararlar nasıl alınacak yani gerçekte bunun için endişe
etmemiz gerekiyor mu? Saygıdeğer milletvekilleri, başvurular birkaç kademeden
geçiyor Bakanlık tarafından. Bakanlığa başvuru yapıldıktan sonra bilimsel komiteler
oluşturuluyor. Bilimsel komitelerde sadece üniversitelerde çalışan bilim
insanları ile TÜBİTAK’ta çalışan uzmanlar yer alıyor; 11 kişilik bilimsel
komite oluşturuluyor, her başvuru için, her ürün için ayrı ayrı. Ama bunun
dışında bir Biyogüvenlik Kuruluna gidiyor. Biyogüvenlik Kurulu 9 kişilik bir
kuruldur ve bu Kurul hiçbir şekilde kimseye bağımlı değildir; hiçbir organ,
makam, merci ve kişi Kurula emir ve talimat veremiyor ve Kurul üyelerinin görev
süreleri dolmaksızın da görevlerine son verilemiyor. Bunu özellikle ifade etmek
istiyorum.
Yine bir husus dile getirildi: “Efendim, meslek kuruluşları var
mıdır, yok mudur; meslek odaları var mıdır, onlar da olmalı mıdır?” Olmalıdır
kuşkusuz. Bunlardan, üyelerden 2 tanesi üniversite veya meslek örgütleri
temsilcileri arasından seçilecektir. Kararlar kullanım amaç ya da amaçları
belirtilerek yapılacak her bir farklı başvuru için gen ya da genler esas
alınarak verilecektir. Bir karar bir başka başvuru için emsal teşkil
etmeyecektir. Bunu da özellikle ifade etmek istiyorum.
Bilimsel Komiteden geçmemiş, kanun kapsamına giren hiçbir ürünün
kullanımına izin verilmeyecektir. GDO ve ürünlerinin Kurul kararlarına aykırı
olarak kullanılması, kullandırılması yasaklanmaktadır. Yine GDO ve ürünleri
Bakanlığın sürekli kontrol ve denetimi altında bulunmakta, GDO ve ürünlerinin
bir kimliğe sahip olması ve etiketlenmesi mecburi hâle getirilmektedir.
GDO’ları bu kanunun hükümlerine aykırı olarak kullanan veya kullandıranlara,
işledikleri fiillere göre beş yıl ila on yıl arasında hapis yanında para cezası
ve faaliyetten men dâhil birçok idari para cezası verilebilecektir.
Saygıdeğer milletvekilleri, bu konu dünyanın tabii tartıştığı
konulardan bir tanesidir. Bugün yeryüzünde 134 milyon hektar alanda GDO’lu ürün
üretimi gerçekleştirilmektedir. Bunlardan yedi tane ülke de Avrupa Birliği
üyesidir. Yani bu ülkelerde belirli şartlar altında üretiliyor. Şimdi bizim
burada üzerinde hassasiyetle durduğumuz konu, kanunla birlikte modern
biyoteknoloji ürünlerinin kullanımı, bilimsel risk ve sosyoekonomik
değerlendirme sonuçları ile halkın görüşleri dikkate alınarak verilecek
kararlarla mümkün olabilmesi gerçeğidir. Biz buna özellikle önem veriyoruz.
Yani insan sağlığına, çevre sağlığına, bitki sağlığına, hayvan sağlığına eğer
bir ürünün herhangi bir risk getirme ihtimali varsa, zaten Bilimsel Komite ve
Biyogüvenlik Kurulu zaten bu riskleri değerlendiriyor ve bunu reddediyor.
Buna ilaveten getirdiğimiz bir başka husus var prosedür
içerisinde. O da ne? O da sosyoekonomik risk değerlendirmesi. Yani
sosyoekonomik risk değerlendirmesi de yine ilgili kurullar tarafından yapılıyor
ve deniyor ki: “Eğer bu ürünle birlikte, yani ithal edilmesi talep edilen ürün
Türkiye’de tarım sektörüne sosyoekonomik açıdan bir risk getiriyorsa ona da
izin verilmeyecektir.” Ki bu da Türkiye’de tarım sektörünü korumaya dönük son
derece de önemli bir adımdır.
Burada tabii bir hususu daha ifade etmemiz gerekiyor. O da bütün
bunlardan sonra karar verilmeden önce bu karar halkın bilgisine sunuluyor,
halkın bilgisine açık hâle getiriliyor ve orada da yapılabilecek olan herhangi
bir başvuru, herhangi bir itiraz yine dikkate alınmak suretiyle Biyogüvenlik
Kurulu tarafından kararlaştırılacaktır.
Risk taşıyan hiçbir modern biyoteknoloji ürününün kullanımına asla
müsaade edilmeyecek. Zengin biyolojik çeşitliliğimizin korunması için genetiği
değiştirilmiş bitki ve hayvanların üretimi yasaklanmakta, her bir ürün için
kullanılması zorunlu hâle getirilen ayırıcı kimlik ile bunların her aşamada
izlenmesi, kontrol ve denetimi sağlanacaktır.
Yine, etiketleme zorunluluğu getirilerek tüketicilerin
bilgilendirilme ve tercih yapma hakları korunmuş olacaktır ki bu da son
derecede önemli. Böylece, eğer bütün risklerden geçmiş olsa bile, bütün
riskleri risk değerlendirmesinde “Bu risksizdir.” denilip Biyogüvenlik Kurulu
bilimsel komiteleri tarafından uygun olduğu kabul edilse bile, açıklansa bile
bunun üzerine mutlaka etiket konma mecburiyeti de getiriliyor ki bu da yine
vatandaşın, tüketicinin tercih yapma hakkını teslim etmesi bakımından son
derecede önemli.
Şimdi, burada, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
biyoteknoloji araştırması enstitüsü kurulmasından bahsedildi. Biz esasen, 2008
yılında Bakanlığımızın Eylem Planı kapsamında daha önce biyoteknoloji bölümü
olarak, küçücük bir birim olarak hizmet veren Tarla Bitkileri Merkez Araştırma
Enstitüsündeki bölümü biz Türkiye çapında hizmet verebilecek uluslararası
standartlarda bir bitkisel biyoteknoloji araştırma merkezi hâline dönüştürdük.
Keza hayvancılıkla ilgili olarak da, Lalahan Hayvancılık Merkez Araştırma
Enstitüsü bünyesinde bir Hayvansal Biyoteknoloji Araştırma Merkezini zaten
kurduk. Yani biz Türkiye’de, bu tür konularda, zaten bütün çalışmalarımızı
gelişmeye açık bir hâlde sürdürüyoruz.
Yine bir sayın milletvekilimiz “GDO’lu yemlerin hayvanlara
yedirilmesine izin veriliyor, hayvan ve insan sağlığı tehlikeye atılıyor.”
endişesini dile getirdi. Şimdi, GDO ile ilgili tartışmalardan bir tanesi de
şudur: Tabii, bazı ülkeler ihtiyatla bunlara yaklaşılması gerektiğini söylüyor,
bazı çevreler. Ama, Avrupa Birliğinin, EFSA’nın
(Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi) özellikle bu ürünlerin yemler yoluyla ete,
süte, yumurtaya ve diğer hayvansal ürünlere geçmediğine dair yirmi üç tane
bilimsel araştırması mevcuttur. Yani, bu ürünler, Avrupa Birliğinde de
tüketicilerin kullanımına bu şekilde sunulmaktadır. Etiket
konmakta hayvansal ürünlere. Dolayısıyla, yağa geçtiğine dair, hayvanın
etine, sütüne geçtiğine dair Avrupa Birliğinin, daha doğrusu geçmediğine dair
Avrupa Birliği Gıda Güvenliği Otoritesinin yirmi üç tane kuruluştan aldığı ayrı
ayrı araştırma sonucu vardır.
Biz, bu kanun tasarısını hazırlarken, tüm kamu kurum ve
kuruluşlarının yanında sivil toplum kuruluşları ve meslek örgütlerinin de
görüşlerini aldık. Kanunun hazırlık çalışmalarına elli beş değişik kurum ve
kuruluştan 85’ten fazla kişi katkı ve katılım sağlamıştır. Yani
bu kadar önemli bir konuyu, böyle bir tasarıyı, biz sadece kendi başımıza
değil, hem Türkiye Büyük Millet Meclisine gelmeden önce hem Türkiye Büyük
Millet Meclisi ilgili komisyonlarında ve alt komisyonlarında görüşüldüğü
safhada ilgili tüm meslek kuruluşlarının, meslek odalarının, çiftçi
örgütlerinin, diğer ilgili tüm kamu kurum ve kuruluşlarının, sivil toplum
kuruluşlarının görüşleri alındı, katkıları sağlandı; bunu da ifade etmek
istiyorum.
VAHAP SEÇER (Mersin) – TBMM’ye gelmeden önce, Sayın Bakan.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Gelmeden
önce de aldık, geldikten sonra da aldık Sayın Seçer, siz de onu biliyorsunuz,
aldığımızı.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabii, burada aslolan şey
şudur: Bizim Türkiye’de özellikle bu tür ürünlerin ithalatının ve ihracatının
bizi ilgilendiren boyutu yağlı tohumlar boyutudur yani hayvan yemi olarak
kullandığımız ve ithal ettiğimiz soya en başta olmak üzere bu tür ürünlerdir.
Bakın, mısır da yine dünyada en çok GDO kullanılan ürünlerden bir tanesidir ve
Hükûmetimiz döneminde, Türkiye, mısır ithal etme mecburiyetinde olan bir ülke
olmaktan çıkmıştır çünkü 2 milyon ton civarındaki mısır üretimi 5 milyon tona çıktı
bu sene. Geçen sene de, bu sene de yani son birkaç yıl içerisinde 4 milyon
tonun hiçbir zaman altına düşmedi, 2 katından fazla bir artış sağladı.
Şimdi, benzeri bir şey: Bu vesileyle bizim tabii soyada hamle
yapmamız ve soyada da bunu sağlamamız lazım. Biliyoruz ki ithalat kolay bir yol
olduğu için Türkiye’de soya ithalatı arttı. Biz primleri, soya primini 275 bin
liraya çıkardık ve soya maliyetinin yüzde 45’ini biz destek olarak ödüyoruz
değerli arkadaşlar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) –
Bitiriyorum Sayın Başkanım.
Tüm yağlı tohumlarda bunu yapıyoruz; ayçiçeğinde yüzde 39’unu,
pamukta yüzde 46’yı ödüyoruz, maliyetin içerisinde destekleme oranı soyada da
yüzde 45. Tabii, bu vesileyle inşallah çok daha iyi bir noktaya soya gelir,
Türkiye’deki yerli soya üretimi artar ve biz de soya da ithal etmek
mecburiyetinde kalmayız. Böylece, bu düzenlemelerin ayrıca böyle de bir hayırlı
yan etkisi olur inşallah; bizim hedefimiz budur, bunu sağlamaktır.
Ben, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu duygularla, bu
tasarının Türkiye için önemli olduğunu, gerekli olduğunu; Türkiye’nin hiçbir
zaman, hiçbir şekilde insanlarının, çevresinin, hayvanlarının riske
edilmediğini, Avrupa Birliği standartlarında bu tasarının hazırlandığını ve bu
tasarıyla Türkiye bu alanda önemli bir düzenleme yapacaktır.
Bu duygularla, bu düşüncelerle tasarının hayırlı olmasını
diliyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Eker.
Şahsı adına, Aydın Milletvekili Ahmet Ertürk. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Ertürk.
AHMET ERTÜRK (Aydın) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz kanun tasarısıyla, insan sağlığı, hayvan
sağlığı, bitki sağlığı, çevre ve biyolojik çeşitliliğini derlenip toplanması,
kural ve kaidelere bağlanmasıyla ilgili ve bilgi kirliliği, kafa karışıklığı
yaratan; basınımızda, televizyonlarda, gazetelerde, medyada pek çok ürünün,
mesela domateslerin, elmaların, patlıcanların, salatalıkların, biberlerin sanki
GDO’lu ürünmüş gibi tanıtıldığı zor aylardan geçtik. Çok şükür, şimdi kanun tasarımız Tarım Komisyonumuzda görüşüldü ve
şu anda Millet Meclisimize geldi ve burada bu tasarımızı kanunlaştırdığımız
takdirde, ülkemizde öncelikle ürettiği ürünlerle bu toplumu besleyen, doyuran
çiftçilerin ve bu çiftçilerimizin ürettiği ürünleri tüketen, o ürünleri
güvenerek, sağlıklı olduğunu, her türlü hastalıktan ari
olduğunu, öyle Frankeştayn gıdalar da olmadığını bilerek tüketen, sağlıklı bir
toplum hedefleniyor.
Tabii, burada hangi ürünler GDO’ludur diye sorulduğu zaman da
-muhalefet milletvekillerimiz de söylüyor- öncelikle tekstil sektörümüzün
hammaddesi olan ve ülkemizde maalesef üretimimiz tüketimimize yetmeyen ve
dışarıdan almak zorunda olduğumuz öncelikle pamuk ürünü, ondan sonra gene soya,
kanola. Bu iki üründe gene üretimimiz tüketimimize yetmiyor; ülkemizin
hayvancılığının ve bitkisel yağ sanayisinin temel ürünlerinden olan soya ve
kanolayı da dışarıdan getirmek zorunda kalıyoruz. Bir de mısır... Tarım
Bakanlığımızın son yıllarda yaptığı etkin ve verimli çalışmalarla mısır
ürününde artık ithalat yapma zorunluluğumuz belki kalktı. 4,5 milyon tona
yaklaşan mısır üretimimizde, hem yağ sanayimizin hem de hayvancılık
sektörümüzün ana ham maddesi karşılanıyor.
Tarım Bakanlığımız yine soya yağına –Değerli Bakanımız da izah
etti- çok iyi destekleme primi vermesine rağmen çiftçilerimiz soya ürünü ekme
konusunda biraz daha bir durgunluk ve donukluk yaşıyorlar. Bunun da mutlaka
alınıp satılabilir hâle gelmesi için, bilhassa yem sanayicilerimizin soya alım
satımı konusunda bir duruş sergilemesi lazım.
Değerli milletvekilleri, ülkemizde son yıllarda tarımsal
sanayinin, tarımsal üretimin ham maddesini teşkil eden tohum ve fidanlar
konusunda da pek çok kafa karışıklıkları yaşandı bu GDO’lu tohumlar, fidanlar
gibi. Mesela, hibrit tohumlar. Mısır ürününde daha önceleri yerli
tohumlarımızla mısır üretirken elde ettiğimiz ürün rekoltesi
belliydi ama hibrit tohum kullanmaya başladığımız zamandan bu yana, şu anda
ülkemizdeki çiftçilerimiz çok rahatlıkla dekarda bin kilonun üzerinde ürün
hasat edebiliyorlar, hatta
Sertifikalı tohumlar: Yine Tarım Bakanlığımızın destekleme
politikaları içerisinde sertifikalı tohum kullanan çiftçilerimize ayrıca
desteklemeler veriliyor. Böylece, sertifikalı sertifikasız, işte, hibrit hibrit
olmayan farklılıklarının ötesinde hem ülkemizde kullanılan tohumların daha
verimli olması, çiftçilerimize daha çok kazandırması imkânı, fırsatı yakalanmış
oluyor.
Gene fidanlarda da bodur, yarı bodur fidanlarla üç beş seneden bu
tarafa çiftçilerimiz tanışmaya başladı. Bakınız, böylece geleneksel
üretimimizin dışında hibrit tohumlar, sertifikalı tohumlar, yarı bodur
fidanlar, bodur fidanlarla ülkemiz çiftçileri tanışıyor.
Şimdi, GDO’lu ürünler: Bu GDO’lu ürünler, çok şükür ülkemizde
GDO’lu ne bir kilogram tohum var ne GDO’lu ürün, mahsul veren bir tane fidan
var, ağaç var. Dışarıdaki ülkelerde, İspanya’da, Amerika’da, pek çok Avrupa
ülkesinde mısır, soya gibi ürünler veya pamuk yetiştirilen ülkelerde GDO’lu
tohum kullanılmak suretiyle bu tip ürünler üretilebiliyor ama Hükûmetimizin
getirdiği bu tasarıyla bu tip GDO’lu ürünlerin ülkemize ithali, getirilmesi,
kullanılması bir disiplin altına getirilmeye çalışılıyor.
Bir başka sıkıntımız da: Biz, hormonla GDO’yu karıştırıyoruz. Bazı
çiftçilerimiz ürününü yetiştirmek için bitki aktivatörleri kullanıyor, pek çok
yerde de, işte, mesela çilekler yetiştiriliyor. Çilekler iri oluyor, cinsinden,
türünden kaynaklanıyor ama deniyor ki: “İşte, bu çilekler hormonlu.” İş daha da
abartıldı son aylarda, bu, GDO’lu noktasına doğru gitti. Aslında üretilen
ürünlerin insan sağlığı bakımından değerlendirildiğinde ve Tarım Bakanlığımızın
bu işi disipline etmek, kontrol etmek bakımından ortaya koyduğu mevcut
kurallarımızla dahi, mevcut yasal düzenlememizle dahi bu tip ürünlerin insan
sağlığına zarar veren ürünlerin üretilmesi mümkün değildir.
Seralarda
Değerli milletvekillerimiz, Bakanlığımızca hazırlanan bu
Biyogüvenlik Kanun Tasarımızda arzulanan “ihtiyatlılık” ilkesiyle insan, hayvan
ve bitki sağlığı, çevre ve biyogüvenlik çeşitliliğin korunması amaçlanmaktadır.
GDO’lu ürünlerin ülkemizde kullanımına kesinlikle bilimsel komiteden geçmediği
müddetçe izin verilmeyecektir. Bu ürünlerin ülkemize ithali, kurul kararlarına
aykırı olarak kullanılması yasaktır. Biyoçeşitlilik ve genetik kaynaklarımızın
korunması amacıyla, genetiği değiştirilmiş bitki ve hayvansal ürünlerin üretimi
de yasaklanmaktadır.
Sayın milletvekilleri, burada asıl tartışılması gereken bir konu
var: Biz ne kadar yasakçı olursak olalım, çiftçilerimiz örneğin eğer mısır
ürününde mısır koçan kurdu sorunu yaşıyorsa veya sap kurdu sorunu yaşıyorsa
veya pamukta belki kırmızı örümceği, belki beyaz sineği,
belki bir böceği önleyemiyorsa, bu defa GDO’lu ürünlerin kullanılmasına, o
tohumların kullanılmasına çiftçilerimiz heves edeceklerdir. Pek çok bilimsel
yayını okuduğumuz zaman, mesela İspanya’da çiftçiler, mısır üreticileri, mısır
sap kurdunu ve koçan kurdunu önleyemedikleri için GDO’lu tohum kullandıklarını
söylemektedirler. Ama ülkemizde, çok şükür, şu anda mısır ürünlerimizde sap
kurdu ve koçan kurdu bu nispette değildir, çeşitli tarım ilaçlarıyla üstesinden
gelinebilecek nispettedir, aşırı derecede bir harabiyet yoktur. Onun için,
ülkemizde kesinlikle GDO’lu tohumların kullanılması veya üretilmesi,
yetiştirilmesi, kullanıma sunulması gibi bir konu mümkün değildir. Tabii, kaçak
olarak bunlar kullanılabilir mi? O da bu yasal düzenlemeyle mümkün hâlde
olmayacaktır. Her ne şekilde olursa olsun, yasamızın ilgili cezai maddelerine
baktığımız zaman, bu ürünleri kaçak olarak getirenlere veya amacı dışında
kullananlara beş yıldan on iki yıla kadar ağır hapis cezaları getirilmektedir. Böylece, amaca uygun, Bilimsel Kurula sunulduğu şekilde bu
ürünlerin ithalini isteyen kurum ve kuruluşlar amaca uygunluk dışında
kullanmaya kalktıkları takdirde, bunları ithal izni dışında, amaç ve alan
dışında satışa arz ettikleri takdirde satanlara, devredenlere veya bu
özelliğini bilerek ticari amaçla satın alanlara da dört yıldan dokuz yıla kadar
hapis cezası verilebilecektir.
İthal üründe…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerini tamamlayınız.
AHMET ERTÜRK (Devamla) – Sayın Başkanım, bitireceğim efendim.
Değerli arkadaşlarım, böylece, Tarım Bakanlığımız, Hükûmetimiz, bu
Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı ile ülkemiz insanlarının sağlıklı ürünler
tüketmesini ve ürettiği ürünlerle bu toplumumuzu doyuran, besleyen çiftçilerimizin
de sağlıklı ürünler üretmesini bir fırsat ve disiplin altında ortaya koyarak,
kafa karışıklıklarını ortadan kaldırıcı bir düzenlemeyi bizlere getirmektedir.
Böylece, dışarıdaki çiftçilerin, kendi ülkemiz dışındaki çiftçilerin belki
gelişmiş teknolojilerini kullanarak ürettikleri ürünlerin de, ülkemiz insanına
ancak bilimsel kurullardan, Biyogüvenlik Kurulundan geçtikten sonra ve sağlıklı
olduğu kanıtlandıktan sonra ülkemize ithaline izin verilebilecektir.
Ben bu duygularımla yasamızın hayırlı olmasını diliyorum, yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Ertürk.
Sayın milletvekilleri, on beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 16.44
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 17.04
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran
Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN
(Bingöl), Murat ÖZKAN (Giresun)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
74’üncü Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
473 sıra sayılı Tasarı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Soru-cevap işlemine başlayacağız şimdi, yirmi dakika biliyorsunuz,
yirmi dakikanın on dakikasını sorulara ayıracağım ve birer dakika süre
vereceğim.
Sayın Aslanoğlu, Sayın Tankut, Sayın Aydoğan, Sayın Karaibrahim,
Sayın Yıldız, Sayın Orhan, Sayın Paksoy, Sayın Ergin, Sayın Ünsal, Sayın Ağyüz,
Sayın Öztürk, Sayın Coşkunoğlu, Sayın Özdemir sisteme girmişler; süremiz
yettiği kadar söz vermeye gayret edeceğim.
Sayın Aslanoğlu, buyurunuz.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Bakan, son çıkarttığınız
Yönetmelik’in yayım tarihi 20 Ocak. 1 Mart tarihine kadar Yönetmelik
hükümlerine bağlı olmaksızın firmaların ithalat yapmasına olanak sağladınız,
kontrol belgesi verdiniz.
Bir: 20 Ocak-1 Mart tarihleri arasında ithalat yapan firmalar
kimlerdir? Hangi ürünler ithal edilmiştir ve ne kadar ithal edilmiştir? Bu
firmalar, 1 Marttan sonrası ithalat yapan firmalara göre herhangi bir avantaj
elde etmiş midir?
Soru iki: Türkiye’nin GDO’lu ürün ithalatına ihtiyacı var mı?
Varsa biz bu ürünleri üretemiyor muyuz? Ayrıca, üretiyorsak o zaman tasarıda
ithalatı neden serbest bıraktınız?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Aslanoğlu.
Sayın Tankut…
YILMAZ TANKUT (Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, Türkiye'de, Amerika Birleşik Devletleri’nden GDO’lu
tohum ile üretilen mısır, soya ve pamuk ithal edilmektedir. Pek çok uzman ve
çevrenin bu konuda uzun zamandır “Hükûmet bunları denetlemeden yurda sokuyor ve
halkımız GDO’lu ürün yemeye devam ediyor.” şeklinde beyanları olmaktadır. Bu
tasarı kanunlaştığı takdirde söz konusu GDO’lu ürünlerin ülkemize girişi ne
ölçüde denetlenebilecektir?
Ülkemizde sadece üç ilimizde GDO analizi yapabilecek laboratuvar
olduğu doğru mudur? Değilse, GDO analizi yapabilen kaç laboratuvarımız vardır?
Bu tasarının hedefine ulaşabilmesi için ülkemizde en az kaç adet GDO analizi
yapabilecek laboratuvar olması gerekmektedir? Bu konuda Hükûmet olarak herhangi
bir planlama ve çalışmanız var mıdır?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Tankut.
Sayın Aydoğan…
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, gümrük kapıları girişinde hangi ürünler denetime tabi
olacaktır?
Genetiği değiştirilmiş organizmalı ürünler analizi yapabilecek kaç
laboratuvar vardır?
Ülkemize bugüne kadar genetiği değiştirilmiş organizmalı ürünler
girmiş midir? Girmiş ise ne kadardır? Eğer “Girmedi.” diyorsanız neye göre
girmediğini söyleyebilir misiniz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Aydoğan.
Sayın Karaibrahim…
EŞREF KARAİBRAHİM (Giresun) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, bildiğiniz gibi, FİSKOBİRLİK’in TMO’ya 24 trilyon
borcu var. Bu borcun faizi de -ilginçtir- şu andaki banka faizlerinin çok
üstünde yani hemen hemen 2 misli bir faizle bu para alınmıştır, nedense,
bilmiyorum. Peki, şu anda FİSKOBİRLİK’in bir önerisi vardır -bilmiyorum size
iletildi mi Sayın Bakan- elindeki mal varlığıyla bunu kapatmak istiyor yani
arazilerini ya da binalarını TMO’ya devrederek bunu kapatmak istiyor. Buna
nasıl bakıyorsunuz? Olumlu olabilir mi diye düşünüyorum.
Bir de dönüm başına 150 bin liraların bu ay içinde verileceği
söylenmişti. Bunun tarihini de öğrenebilir miyiz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Karaibrahim.
Sayın Yıldız…
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, transgenik ürünlerin tohumları transgenik olmayanlara
göre aktarılan özelliğine bağlı olarak yüzde 25, yüzde 100 daha pahalı olup
tohumluğun da her yıl yenilenmesi gerektiğinden küçük çiftçiler bu durumdan
olumsuz etkilenecektir. Modern biyoteknoloji alanındaki pek çok yeniliğin
patente bağlanmış olması teknolojiyi üretmeyen ancak kullanmak durumunda olan
ülkelerde yüksek bedel ödenmesine yol açmaktadır. Bu konuda sekiz yıldır ne
yaptınız? Diğer konularda olduğu gibi, çiftçimizi Avrupa Birliğinin ve Amerika
Birleşik Devletleri’nin bu konuda da insafına sekiz yıldır niçin bıraktınız?
Biyogüvenlik kanununu sekiz yıldır niçin getirmediniz? Tarım Bakanlığından
istifa etmeyi düşünüyor musunuz? Karar sizin, ben sadece soruyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Yıldız.
Sayın Orhan…
AHMET ORHAN (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Tarımsal üretimimizin en önemli merkezlerinden olan Manisa ilimiz,
iki günden bu yana büyük bir zirai don felaketiyle karşı karşıyadır. Gerek
bölgedeki yetkililerden gerekse çiftçilerimizden aldığımız bilgiler ışığında,
başta Manisa merkez ilçe, Saruhanlı, Turgutlu, Ahmetli, Salihli, Alaşehir ve
Sarıgöl ilçelerinde zirai don sebebiyle ürün kaybının özellikle bağcılık
alanında yüzde 40 ile 80 arasında olduğu bildirilmektedir. Şüphesiz ki bu
konuda çiftçilerimize yardım edecek en önemli unsur, tarım sigortaları
sistemidir. Kuruluşundan bu yana onca süre geçmiş olmasına rağmen, çiftçimizin
tarım sigortalarına dâhil edilmesi maalesef yeterli boyutta sağlanamamıştır.
Bunda en büyük etki, çiftçilerimizin sigorta primlerini ödeyebilecek ekonomik
duruma dahi gelmediğidir.
Sayın Bakana şimdi soruyorum: Çiftçilerimizin, hiç olmazsa sigorta
primlerini gönül rahatlığıyla yatırabileceği günler gelecek midir?
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Orhan.
Sayın Paksoy…
MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim.
Sayın Bakan, çeşitli araştırmalarda transgenik bitkilerin
kanserojen etkisinin olabileceği ve bu transgenik bitkilerde besin kalitesinde
bozulmaların olabileceği ifade edilmektedir. Ayrıca, gen aktarımında
işaretleyici gen olarak antibiyotiğe dayanıklılık genlerinin kullanımı
neticesinde, insanların da antibiyotiğe dayanıklılığının artmasıyla
antibiyotiğe cevap vermeme gibi ihtimal var mıdır? Bu konuda yeterli araştırma
yapılmış mıdır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Paksoy.
Sayın Ergin…
GÜROL ERGİN (Muğla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Benim de üç
sorum var.
Sayın Bakan, 19 Kasım 2009 tarihli Habertürk gazetesinin manşeti
“GDO’lu pamukta rüşvetin belgesi ABD’den çıktı.” şeklindeydi. Haberde,
Türkiye’de GDO’lu pamuk tohumu üretildiği, ABD’deki GDO’lu tohum üreticisi
“Delta and Pine Land” adlı şirketin, Türkiye’deki şirketleri aracılığıyla,
GDO’lu tohumların ekimlerinde denetim kolaylığı sağlanması için Tarım Bakanlığı
elamanlarına rüşvet verdiği iddiası yer aldı. Haberde, Türkiye’de GDO’lu ürün
ekildiği ve denetimlerinde kolaylık sağlanması için 2001-2006 yılları arasında
rüşvet verildiği iddiası Bakanlığınızı Türk Ceza Kanunu’nun irtikap,
denetim görevinin, ihmali ve rüşvet maddelerini düzenleyen 250, 251 ve 252’nci
maddelerine muhalefet edildiği gibi çok ciddi bir ithamla karşı karşıya
bırakmaktadır. Bu iddialar konusunda bugüne kadar, sözü edilen gazeteye
yalanlama yazısı gönderilmiş midir?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Süreniz bir dakika.
GÜROL ERGİN (Muğla) – Efendim, başka konuşmacı yok zaten.
BAŞKAN – Ama bir dakika veriyoruz herkese.
Soru anlaşıldı herhâlde Sayın Bakan.
Sayın Ünsal…
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, çiftçimiz, köylümüz zor durumda. Mart, nisan, mayıs
ayları da çiftçimizin parasının tükendiği, ekonomik olarak sıkıntılarının en
yoğun olduğu aylardır. Böyle olduğu hâlde tarım kredi kooperatifleri bir
haftadır köylerde haciz işlemi yapmakta, traktörlere, taşınır mallara el
koymaktadır. Bu konudan haberiniz var mıdır? Bu konuyla ilgili, Hükûmetinizin
veyahut da Bakanlığınızın bir talimatı var mıdır? Eğer, bunlar yok ise bu konuyla
ilgili bir tedbir almayı düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Ünsal.
Sayın Ağyüz…
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Teşekkür ederim.
Sayın Bakanım, sekiz yıldır iktidardasınız, ortada bir
biyogüvenlik yasası yokken GDO’ların ticaretinin bir yönetmelikle düzenlenmesi
hukuk ve halk sağlığı açısından etik midir? Bu bir skandal değil midir? Bu
Yönetmelik’i neden uzun süre hep savundunuz? Üç ayda üç düzenleme yapmaya neden
gerek duydunuz? Bir arkadaşımız da sordu, bu süre içerisinde kontrol belgesi
alınan ürünler nelerdir, kaç tondur, ithalatçıları kimlerdir?
Ayrıca, seçim bölgem Gaziantep ihracatta önemli bir kent. Gıda ihracatında Gaziantep İl Kontrol Laboratuvar Müdürlüğünde
yürütülen işlemler çok ağır yürüyor ve bu da bazı ihracat taahhütlerinin
zamanında yerine getirilememesine neden oluyor, ihracatçıları güç durumda
bırakıyor. Bu kontrol laboratuvarlarının yetkililerinin veya görevlilerinin
sayısının artırılması, disipline edilmesi, bu konuda duyarlı davranması
sağlanamaz mı?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Ağyüz.
Sayın Öztürk…
HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, 3’üncü maddenin 6’ncı fıkrasında karar alma süresi
iki yüz yetmiş gün olarak öngörüldüğü hâlde, 16’ncı fıkrada, verilmiş izin
sürelerinin uzatılmasında başvurudan itibaren bir yıl içinde karar verilmez ise
karar verilinceye kadar izin süresinin uzayacağı hükme bağlanmaktadır. 16’ncı
fıkra gereği uzatma kararı verilirken kesin bir süre öngörülmemesi, fiiliyatta
önceki izinlerin ileriye yönelik sınırsız bir şekilde uzatılması sonucunu
doğurmuş olmayacak mı?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Öztürk.
GÜROL ERGİN (Muğla) – Beş saniye izin vermediniz.
BAŞKAN – Sayın Ergin, sözünüzü tamamlamak üzere, buyurun.
GÜROL ERGİN (Muğla) – ...ya da Bakanlık bünyesinde bir soruşturma
açılmış mıdır, açıldıysa hangi sonuç alınmıştır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Ergin.
Bitirelim o zaman, iki dakika daha.
Buyurunuz Sayın Coşkunoğlu.
OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
İki tane sorum var.
Birincisi: Biyogüvenlik Kurulu kuruluyor bu yasayla. Siz de
konuşmanızda, Biyogüvenlik Kurulunun etkin bir denetimi olacağını -bu süreç
içerisinde- ifade ettiniz. Fakat, şimdiye kadarki
uygulamalarda, bu kurulların Hükûmet iradesinden bağımsız olması gereğini Sayın
Başbakan da söylemiştir “Kurulları davet ediyoruz, talimat veriyoruz ama
gereğini yapmıyorlar.” diye. Yani Hükûmetten bağımsızlığı bu Kurulun nasıl
sağlanacak? Yoksa Hükûmetin emrinde mi çalışacak? Birinci sorum.
İkincisi: DNA teknolojisi gerektiren tüm araştırmalar, tıbbi,
farmasotik, tüm araştırmalar bu izne tabi olacak gibi görünüyor, bu doğru
mudur?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Coşkunoğlu.
Sayın Özdemir, buyurunuz.
HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakana soruyorum: Tasarıyla GDO’lu bitki ve hayvan
üretiminin yasaklanması olumlu bir yaklaşımdır ancak sağlık riskleri bilinen
GDO’lu ürünlerin ithalatının serbest bırakılması hem halk sağlığı hem de Türkiye'nin
tarımsal üretimi bağlamında ciddi bir yanlışlıktır. Buna göre, tasarıyla GDO’lu
ürünlerin üretilmesine izin verilmediği hâlde, ithalatına dair bir hüküm neden
tasarıda yer almaktadır?
İkinci sorum: Tasarıyla GDO’lu ürünlerin ülkeye girişiyle ilgili
izinler Tarım ve Köyişleri Bakanlığına bağlı Biyogüvenlik Kuruluna
bırakılmaktadır ancak tasarıda Biyogüvenlik Kurulunda yer alacak bürokrat ve
uzmanların nasıl belirleneceğinin kriterleri yer
almamaktadır. Buna göre, Bakanlık gösterilen adaylar içerisinden neye göre bir
seçme yapacaktır? Bakanlığın böyle bir seçim yapma yetkisinin hukuki dayanağı
nedir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Özdemir.
Buyurunuz Sayın Bakan.
Süre vereceğim size de iki dakika, ekstra.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Peki,
teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Aslanoğlu’nun iki
tane sorusu var. Tabii, bir tanesi çok ayrıntılı bir liste istiyor, işte “Şu
tarihler itibarıyla ne kadar müracaat oldu?”, “Nasıl oldu?” vesaire. Tabii,
elimizde bunun listesi var; hangi firmalar, ne kadar, ne şekilde müracaat etti.
Önce şunu söyleyeyim genel bir cevaplandırma açısından: Tabii,
bugün itibarıyla Yönetmelik zaten yürürlükte ve Yönetmelik’in hükümlerine göre
işlem yapılmaktadır.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Efendim, listeyi verirseniz
mutlu oluruz.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Evet,
evet, veririz.
İkincisi: “GDO’lu ürün ithalatına ihtiyaç var mı?” dedi.
Şimdi -ben konuşmamda da söyledim- tabii, yağlı tohumlarla ilgili,
örneğin soyayla ilgili… Ki beyaz et sektöründe çok önemli bir girdidir, pek
alternatifi de yoktur. O nedenle, Türkiye'nin soya ihtiyacı var ama bu soyanın
elbette ki illa GDO’lu olması gerekmiyor. Bizim burada bu tasarıyla getirdiğimiz
husus, bunların zaten denetim altına alınmasıdır. Eğer Türkiye’ye herhangi bir
ithalat yapılacaksa, bu ithalatın şartlarının ne olacağı -uluslararası
standartlar ki AB standartlarıdır bizim açımızdan- AB standartlarında bu nasıl
denetlenecek? Nasıl kontrol edilecek? Hangi risk değerlendirmesine tabi
tutulacak ki bunları da söyledik. Dolayısıyla bu risk değerlendirmesinden eğer
bir ürün risk değerlendirmesine göre zararsız olduğu tespit edilirse… Bunu kim
tespit edecek? Bir, Bilimsel Komite, ilgili Bilimsel Komite. İki,
Biyogüvenlik Kurulu. Biyogüvenlik Kurulu ve Bilimsel Komite karar verdikten
sonra bir de halka sorulacak, halka açılacak. Halk da eğer “Evet, bunda
herhangi bir şey yok, bir problem yok.” diyorsa -ki bunlar bilimsel esaslara
göre yapılmak zorunda- bu takdirde etiketlenmek şartıyla gelecek. Yoksa bazı
soru soran değerli milletvekillerimizin de yani aslında onların sorularına da
cevaptı. Biz bir şeyi bu manada serbestleştirmiyoruz. Biz sadece denetime ait,
kontrole ait esas ve standartları belirliyoruz, diyoruz ki: “Bu şekilde bu
denetlenecek.” Eğer risksizse Türkiye’ye girişi mümkün olacak, risksizse,
zararı yoksa. Nasıl olacak? Geldikten sonra da bu etiketlenecek, vatandaşın
tercih hakkı da olacak yani GDO’lu ile GDO’lu olmayan arasında bir tercih
yapabilecek. Bu imkânı da getiriyoruz. Buna ait yani burada milletimizin hiçbir
ferdinin kesinlikle endişe etmesine gerek yok. Bilinen şu anda dünyadaki bu
konuyla ilgili en konservatif, en muhafazakâr görüş Avrupa Birliğinin bu
alandaki standartlarıdır ve Avrupa Birliğinin standartlarıyla onun ölçüleriyle
biz zaten işi esasa bağlıyoruz.
Şimdi, eskiden mesela Türkiye mısır da ithal ediyordu, tükettiği
mısırın yarısından fazlasını ithal ediyordu. Bugün Türkiye mısır ithal etme
probleminden kurtulmuştur.
MUHARREM VARLI (Adana) – Olur mu Sayın Bakan, yine getiriyorsunuz
2 milyon ton mısır.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Evet,
ticaretini engelleyemezsin ama ihtiyaç sebebiyle değildir bu. İhtiyaç
sebebiyle… Türkiye buğday da ithal ediyor, niye ithal ediyor? Alıyor, işliyor,
ihraç ediyor. Yani sen buna, “Efendim bu ülkenin sınırları içerisine bir tane,
bir çekirdek buğday giremez, mısır giremez.” öyle şey diyebilir misin? Yok öyle bir şey.
MUHARREM VARLI (Adana) – Pamuk ne kadar?
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Pamukda
öyle, ihtiyacı var Türkiye'nin.
MUHARREM VARLI (Adana) – Tabii ekim alanı bitti onun için ihtiyacı
var.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Şimdi,
değerli milletvekilleri, Sayın Ergin’in özellikle sorusunu önemsediğim için
söylüyorum: 19/11/2009 tarihinde Habertürk gazetesinde
yer alan haberle ilgili. Burada tabii bir rüşvet iddiasıyla ilgili İstanbul
Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunuldu ve konu yargıya intikal etti.
Savcılık soruşturma yaptı ve savcılığın yaptığı soruşturma sonucunda da
takipsizlik kararı verildi, bu bir. İkincisi, ayrıca idari olarak Tarım
Bakanlığı bir soruşturma başlattı. Tarım Bakanlığı da bu işi kendi idari iç
disiplin açısından da takip ediyor.
Şimdi, laboratuvarlarla ilgili bir soru soruldu “Acaba
laboratuvarlar yeterli midir değil midir, kaç tane laboratuvar var?” şeklinde.
Toplam 8 tane laboratuvarda hâlihazırda Türkiye’de GDO analizi
yapılabilmektedir. Bunların 5 tanesinde de ayrıntılı detay analiz
yapılabilmekte. Ulusal Gıda Referans, İstanbul İl Kontrol, Ankara, Bursa,
TÜBİTAK, tarama ve miktar analizi yapabiliyor. Ayrıca, Adana ve bazı özel
laboratuvarlar da tarama analizi yapabiliyorlar. Laboratuvarlar toplamda günlük
140 adet tarama, 85 adet miktar analizi yapabilme kabiliyetine, imkânına
sahiptir. Bunların 2 tanesi özeldir. Ayrıca 2 özel laboratuvarda da GDO analizi
için yetkilendirme talepleri vardır, onlar da şu anda değerlendiriliyor.
Dolayısıyla laboratuvar şu anda bizim için yeterlidir.
Sayın Coşkunoğlu’nun söylediği “DNA teknolojisiyle ilgili
araştırmalar ve tıbbi araştırmalar izne bağlı mıdır?” sorusu. Araştırma yapmak
izne tabi değil ama zaten konuşmamda da biraz önce açıkladım, yalnız eğer
materyal ithal edip bunu yapacaksa o zaman bir izin alması lazım. Onu da
dediğim gibi on beş gün içerisinde, bu izin en geç on beş gün içerisinde
verilecek.
Sayın Paksoy’un, antibiyotiğe dirençli genlerin kullanıldığı,
GDO’ların tüketildiğinde insana da geçtiğine dair bir hassasiyet olduğu, bu
konuda araştırmalar olduğu… Tabii, buna ait, bunun lehinde de aleyhinde de
görüşler var fakat kesin kanıtlanmış bir bilimsel veri söz konusu olmadığından
dolayı, zaten Avrupa Birliğinde de antibiyotiklere direnç geni konusunda Avrupa
Birliğinin mevzuatında da herhangi bir hüküm bulunmamakta, çünkü bu konuda elde
kesin bir delil yok. Bu ürünlerin gerek yağ -yani yağlı bitkiler için
söylüyorum, pamuk, kolza vesaire- gerekse diğer, yemle, ete, süte, yumurtaya,
hayvansal ürünlere geçmediğine dair, bundan emin olunduğuna dair bu arada yirmi
üç civarında uluslararası yayın var. EFSA da bunları referans gösteriyor,
Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi. Bu ana kadar da yapılan araştırmalarda bu
yönün aksinde herhangi bir bulguya da rastlanmamıştır.
Sayın Yıldız: “Transgenik ürünlerin tohumlarının daha pahalı
olmasına, küçük çiftçi bundan etkilenmesine rağmen sekiz yıldır ne yaptınız?”
Biz sekiz yılda çok şey yaptık. Türkiye’de tohumlarla ilgili, tohumculukla
ilgili çok muazzam gelişmeler sağlandı. Örneğin, bundan sekiz sene önce
Türkiye’de hibrit sebze tohumu ihtiyacının sadece yüzde 10’u
karşılanabiliyordu, bizim aldığımız tedbirlerle bugün yüzde 35’i içeriden
karşılanır hâle geldi. Bu, sekiz yılda yaptığımız en önemli işlerden bir
tanesidir. Bunun üstüne, yine, tohumculukla ilgili dünyanın üçüncü büyük tohum
gen bankasını biz kurduk.
Yine, tavukçulukla ilgili daha geçen hafta Türkiye'nin yumurta
tavukçuluğu konusundaki en büyük damızlıkçılık işletmesini kurduk ve Türkiye şu
anda damızlık yumurtacı tavukçuluk açısından bütün ihtiyacını içeriden
karşılayabilecek duruma geldi.
Tohumla ilgili, tohumculukla ilgili düzenlemelerimiz de
uygulamalarımız da projelerimiz de Türkiye’yi hakikaten çok çok ileri bir
noktaya getirdi. Bunu size detaylarıyla da anlatabilecek durumdayız.
Şimdi, 3’üncü maddenin 6’ncı fıkrasında süreden bahsedildi. Sayın
Milletvekilimiz, Sayın Öztürk’tü yanlış hatırlamıyorsam: “Eğer bir yıllık
sürede karar verilmezse izin süresi neden karar verilene kadar uzuyor?” Bu
6’ncı fıkradaki “iki yüz yetmiş günlük süre” ilk defa başvuru için öngörülüyor.
16’ncı fıkradaki düzenleme, bir yıllık süreyi Kurulun işi savsaklamaması, izni
hâlihazırda almış bir GDO için bir yıllık sürede bitirilmesi amaçlanmış. İzni
eğer önceden verilmiş bir GDO’yla ilgili herhangi bir nedenle süre aşılırsa da
ithalatçıyı mağdur etmemek için izin verilene kadar bir hukuki sorun yaşanmasın
diye bu şekilde öngörüldü.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.
Şimdi, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Şimdi birinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz. Birinci bölüm 1
ila 7’nci maddeleri kapsamaktadır.
Birinci bölüm üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
Afyonkarahisar Milletvekili Abdülkadir Akcan. (MHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Akcan.
MHP GRUBU ADINA ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 473 sıra sayılı Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı’nın
birinci bölümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Şahsınızı, yüce Meclisin değerli üyelerini ve yüce Türk milletini
saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, oldukça önemli ve kamuoyunda uzun süre,
özellikle ekim ayında yayımlanan Yönetmelik’ten itibaren ciddi boyutlarda
tartışmalara sebep olmuş bir kanun tasarısını görüşüyoruz. Elbette ki bu
tasarıyla, Türk milletinin her bir ferdinin bir yandan gıda ihtiyacının
karşılanması düşünülürken diğer taraftan da sağlıklı gıda teminini ele almak ön
planda olmuştur. Tarım Komisyonunda ve alt komisyonda detayıyla görüşülmüş ve
özellikle alt komisyonda kanun tasarısı muhalefetin de katkılarıyla
olgunlaştırılmaya çalışılmış ve bu sırada eksiklikleri giderilemez boyutta ise
eksikliklerin giderilmesi için verilen önergeler -muhalefet açısından
söylüyorum- kabul edilmemişse, ki edilmeyenlerle
ilgili olarak da Milliyetçi Hareket Partisinin vermiş olduğu düzeltme
önergeleri mevcuttur, inşallah Sayın Hükûmet ve Genel Kurul bu önerilerimizi
kabul eder, daha mükemmel bir kanuna erişilme sağlanmış olur.
Değerli milletvekilleri, bu tasarının genel gerekçesinin
incelenmesinde “Genetik yapısı değiştirilmiş organizmaların insan, hayvan ve
bitki sağlığı ile çevre ve biyolojik çeşitlilik üzerindeki etkileri konusunda
bilimsel çevrelerde tartışmalar devam etmekte.” denilmektedir. Gerçekten de bu
alanda tartışmalar devam ediyor, lehte ve aleyhte görüşler var ancak ciddi
boyutta bilgi kirliliği de mevcut. Buradan açık gönüllülükle ifade etmek
isterim ki konu uzmanları tarafından tartışılma fırsatı verilmediği için,
özellikle medyada -yanlış insanlar demeyeyim ama- doğru ağızlar tartışmadığı
için de kamuoyu ciddi şekilde endişelere sevk edilmiştir “Acaba ne oluyor?”
veya “Şimdiye kadar ne oldu?” diye. Bu anlamda bilgi kirliliğinin bundan sonra
da ortadan kaldırılmaya ihtiyacı vardır.
Modern biyoteknolojiyle genetik yapıda doğal olmayan yeni genetik
oluşumlar meydana getirilmektedir GDO’lu ürünlerle tabii ki. Bu nedenle GDO’lar
insan, hayvan ve bitki sağlığı ile çevre ve biyolojik çeşitlilik üzerinde zarar
oluşturma riski taşımaktadır. İşte, tasarı da tam bu zarar oluşturma riskinin
hangi boyutta olduğunu incelemeyi esas almakta ve eğer risk taşıyan materyal
varsa buna izin verilmemesi hedef alınmaktadır. Kullanılan materyalin canlı
organizma olması ve zararın ortaya çıkması durumunda geri dönüşün çok zor
olması veya mümkün olmaması, modern biyoteknoloji ürünlerinden kaynaklanan
riski daha da artırmaktadır. Bu risk, gerçekten hem biyolojide hem kimya
alanında hem de ilaç sanayisinde özellikle mevcuttur. Mesela, şeker hastalığına
karşı kullanılan bir ilacın ciddi anlamda kalp krizi riski taşıdığı ortaya
çıktığında ilaçlar toplanılmakta. Kullanımıyla toplatılma kararı arasında bir
sekiz on yıllık zaman periyodu olabilmekte.
Dolayısıyla, bu tip biyolojik materyalde de ciddi şekilde
risklerin hem izin verilirken hem de izin verildikten sonra ilgili kurumlarca
takip edilmesi mutlaka kaçınılmaz. Belki o ana kadar yapılan çalışmalarda bir
olumsuzluk tespit edilememiş olabilir ama akan zaman içinde etkisini,
“toplamalı, kümülatif etki” diye nitelendirdiğimiz
etki kendisini gösterdiğinde insanlarımızın sağlığının ne boyutta olduğunun
sürekli takip altında tutulması gerekir kanaatini ifade etmek istiyorum.
Tabii ki, konunun, tasarının doğru anlaşılması, anlaşılıp
anlaşılmaması da önemli. Kamuoyunda
tartışmalar yapılırken biz, Türkiye Büyük Millet Meclisinde ihtisas
komisyonlarında tasarıyı doğru anlayabiliyor muyuz? Mesela, çok enteresan
bulduğum için ifade etmek istiyorum. Tasarı, tali komisyon
olarak Çevre ve Sağlık komisyonlarında ele alındığında orada, alt komisyon
raporunda şu şekilde bir ifade bulunmakta, tasarının 9’uncu sayfasında
“Tasarısının 3’üncü maddesinin 2’nci fıkrasında geçen ‘ilk ithalatçı’
ibaresinden; bir ithalatçı tarafından bir ürün için izin alındığı takdirde aynı
ürün için tekrar izin alınmasına ihtiyaç bulunmadığı anlamı çıkabilmektedir. Bu
nedenle ‘ilk ithalatçı’ ibaresinin netleştirilmesi…” diye bir talep var
tasarıda.
Şimdi, 3’üncü maddeye baktığımızda, tasarının 3’üncü maddesinin
2’nci fıkrasına “Her bir GDO ve ürününün ilk ithalatı için gen sahibi veya
ithalatçı, yurt içinde geliştirilen GDO ve ürünü için ise gerçek ve tüzel
kişiler tarafından Bakanlığa başvuru yapılır.” diyor. Yani burada ithalatçının
da kullanıcının da ilk başvuruyu yapanın aslında ürün için değil genin
müsaadesi için başvuru yapması söz konusu. Bunu eğer Türkiye Büyük Millet
Meclisinde kanun yapıcılar, ihtisas komisyonlarında biz doğru algılayamıyorsak
varın bakın konunun uzman olmayan ağızlarda dillendirilmesiyle medyada, görsel
basında nerelere varacak. İnsanlarımızın kuşku içerisinde, panikatak yaratacak
şekilde, gıdalara nasıl yaklaşacağını şaşırtacak şekilde algılanmasına sebep
olacak sonuçları da birlikte taşıdığını müşahede etmek zorundayız.
Yani olayı bir Hükûmet meselesi olarak algılamıyoruz biz, olayı
toplumun tamamını ilgilendiren bir konu olarak algılıyoruz Milliyetçi Hareket
Partisi Meclis Grubu olarak. Bu nedenle de hükûmetler, bugün (A) hükûmeti vardır,
yarın (B) hükûmeti ama bu kanunların ilanihaye bu
milletin, Türk milletinin menfaatine olduğu sürece veya menfaatine olmayı
sağlayacak şekilde uygulanır boyutta olması lazım. Bu nedenle de tasarılar ele
alınırken ciddi şekilde konunun ince elenip, sık dokunup kamuoyuna da iyi
aydınlatacak şekilde lanse edilmesi, takdim edilmesi kanun yapıcılar yani
bizler tarafından işin olmazsa olmaz boyutudur diye düşünüyoruz.
Değerli milletvekilleri, bunu ifade ettikten sonra, acaba GDO’lu
ürünlerle ne oluyor, niye GDO’lu ürün elde ediliyor, çok basitçe bunu ifade
etmek gerekir. Şimdi, değerli milletvekilleri, GDO’lu ürünlerin en önemlileri
mısır, soya, pamuk ve kanola, son alınan bilgilere göre Çin’de domates. Yani
henüz sebzeye girmemişti ama Çin’de sebzeye de girmiş olduğunu öğreniyoruz.
Şimdi, soyada veya mısırda… Mısırda bir koçan kurdu var, mısır koçan kurdu. O
koçanın üzerini Yaradan altı yedi tane zarla kapatmış. Niye? Hava almaması
için. Hava aldığı zaman çok ciddi boyutta küflenme meydana geliyor ve aflatoksin
oluşuyor. Eğer koçan kurdu bunu delerse, oradan giren havayla -eğer mısır
koçanını soyarsak hepimiz görürüz- ciddi şekilde bir küflenme görürüz; bunun
ürettiği aflatoksinin net olarak kanserojen olduğu bugün kanıtlanmıştır.
Şimdi, bunu ortadan kaldırmak için ilaç kullanmak zorunda üretici.
Böyle bir ürünü tüketici kullanmaz, yem olarak da kullanılmaz, gıda olarak da
kullanılmaz doğrudan insanlar için. “Bunu ortadan kaldırmak için kullanılan
ilaç insan sağlığını ne ölçüde etkiliyor?” sorusuyla, “GDO’lu ürünü kullanmanın
insan sağlığını ne ölçüde etkilediği?” sorusunu yan yana koyduğumuzda,
tartmamız ve bunun hangisinin lehte hangisinin aleyhte veya dengede olup
olmadığını ortaya koymamız lazım sağlık açısından, üretim açısından da bunun
böyle olduğunu düşünmemiz lazım.
Değerli milletvekilleri, ben şu noktaya dikkatinizi çekmek
istiyorum. Asıl olan, bu ürünlerin konvansiyonel yöntemle, doğrudan GDO’suz,
orijinal materyalle üretilmesidir. Bu üretimin gerçekleşmesinde “2002’de
şöyleydi, 2008’de böyle.”, “Nereden nereye.” şarkıları… Ben Sayın Komisyon
Sözcüsünün burada söylediklerinden hareketle bunu söylemek zorundayım. Bakın,
2002’de 2 milyon 300 bin ton mısır üretimi var Türkiye'de, 3 milyon 586 bin ton
talep var. Sayın Bakanın biraz önce söylediği, Adana milletvekilimizin laf
atmasına karşılık söylediği “Hayır, mısırda ihtiyaç yok.”
Değerli milletvekilleri, 2008 yılında mısırın toplam üretimi 4
milyon 274 bin ton, talep 5 milyon 425 bin ton.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
ABDÜLKADİR AKCAN (Devamla) – Yani şu anda Türkiye'nin toplamda
mısırda açığı 1 milyon 151 bin ton. Bunu üretmek zorunda değil miyiz?
Üretmezsek ithal edeceğiz. İthal ettiğimiz zaman bunu da GDO’lu olarak ithal
edeceğiz. Sayın Bakanın “Hayır, mısırda ihtiyacımız yok.” demesini garipsedim.
“Nereden nereye.” şarkısını bir de ben söyleyeyim izin verirseniz.
Soyada, 2000 yılında 45 bin ton soya üretimi var, 2009 yılında 39 bin ton soya
üretimimiz var. 2000 yılında talep 432 bin ton, 2008 yılında 1 milyon 273 bin
ton soyaya talep var.
NURİ USLU (Uşak) – Kaynakları karıştırmayasın Sayın Bakan.
ABDÜLKADİR AKCAN (Devamla) – Hayır, TÜİK verileri.
Aradaki farka bakar mısınız. Yani, 45 bin tondan 34 bin tona 2008’de düşüyoruz ve bunu GDO’lu
olduğu yüzde yüz, Amerika’nın toplam üretiminin yüzde 92’sini… Sözcüler de
söyledi, Sayın Bakan da biliyor, GDO’lu soya üretiyor Amerika.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi bağlayınız.
ABDÜLKADİR AKCAN (Devamla) – Teşekkür ederim.
Bitiriyorum Sayın Başkan.
Bu nedenle, asıl olan ülkemizin ihtiyacının yerli kaynaklarla
karşılanması, bunun için teşvik politikalarının doğru uygulanması lazım. Sayın
Bakan, ne kadar teşvik ettiğiniz, ne kadar teşvik verdiğiniz hiç önemli değil,
verdiğiniz teşviklerin sonucunun ne olduğu önemli. Soyada, üretim teşvikinin
getirdiği boyut, 2000 yılına göre 2008 yılında 6 bin ton azalmadır. Eğer sizin
teşvik anlayışınız buysa vah bu ülkenin hâline, vah bu ülkenin tarım sektörünün
hâline, vah bu üreticinin hâline diyorum. Doğru teşvikler, planlama
doğrultusunda biraz icraat göstermenizi talep ediyor, yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Tasarının hayırlı olmasını diliyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Akcan.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Muğla Milletvekili
Gürol Ergin.
Buyurunuz Sayın Ergin. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA GÜROL ERGİN (Muğla) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı’nın birinci bölümü üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış
bulunuyorum. Sözlerime başlarken, Sayın Başkan sizi, değerli milletvekillerini
ve yüce Türk ulusunu saygıyla selamlıyorum. Bu arada, AKP Grubunu da
kutluyorum, çünkü kendisi değişime uğramış olan bir milletvekilini bugün
genetiği değişmiş organizmalar konusunda konuşmacı olarak seçmiş. Bravo
diyorum.
NECDET BUDAK (Edirne) – Hocam, size hiç yakışmadı.
GÜROL ERGİN (Devamla) – Değerli milletvekilleri, bir türe başka
bir türden gen aktarılarak doğal olarak elde edilmesi mümkün olmayan yeni
özellikler kazandırılmış organizmalara kısaca GDO deniyor.
NECDET BUDAK (Edirne) – Hocam, size hiç yakışmadı, AK PARTİ’nin
oylarıyla geldim.
GÜROL ERGİN (Devamla) – Avrupa Birliğinde yalnızca bir GDO’lu
mısır türünün ekimine izin verilmiştir, bunun dışında hiçbir ürüne izin
verilmemiştir. GDO’lu ekim alanları Avrupa Birliği tarımsal alanının binde 2’si
kadardır ve 27 üyeli Avrupa Birliğinin 20 ülkesinde GDO ekimi yapılmamaktadır,
yasaktır. Avrupa Birliğinde, içeriğinde binde 9’dan fazla GDO bulunan ürünlerin
ancak etiketlenerek satışına izin verilmekte, aksi takdirde izin
verilmemektedir.
GDO’lu tohum üreticileri amaçlarının, dünya nüfusu hızla artarken
tarım ürünleri ve gıda üretiminin bu hızla artmaması nedeniyle insanlığın
yaşadığı açlığa çare bulmak olduğunu söylemektedirler. Onların savlarına göre
genetiği değiştirilmiş tohumlardan elde edilen bitkiler yabancı ot ilaçlarından
etkilenmeyecekleri ve zararlı böceklerden zarar görmeyecekleri için verim
artacak. Ayrıca, yabancı ot mücadelesinde ve zararlı böceklere karşı kullanılan
ilaçların kullanımı azalacak. Sonuçta hem daha düşük maliyetli ve hem de yüksek
verimli üretim olacağından tarımsal üretim ve gıda üretimi artacak, insanlık açlığı
yenerken, çevre de korunacaktır.
Ancak, bugüne kadar yaşananlar göstermiştir ki, bütün bu
söylenenler asla gerçekleşmemiş, ne yabancı ot mücadelesinde kullanılan ilaçlar
azalmış ne de verim düşünüldüğü gibi artmıştır. Buna karşılık GDO’lu ürünlerin
tartışılan ve birçoğu da kanıtlanan ciddi riskleri ortaya çıkmıştır.
Tasarıda GDO’lu tohum ekimine ilişkin bir madde olmamakla
birlikte, GDO’lu ürünlerin yarattığı sosyoekonomik risklerin en önemlisi,
tohumluğun her yıl yenilenmesi ve pahalı oluşudur. GDO’lu çeşitlerin sahip
olduğu terminatör gen nedeniyle tohumluğun üretici firmadan her yıl alınması
zorunludur ve GDO’lu tohumlar GDO’lu olmayanlara göre en az yüzde 25 pahalıdır.
Çiftçi kendi tohumluğunu ayıramayacağından ve GDO’lu tohumun fiyatı yüksek olduğundan,
çiftçiler bu durumdan kesin zarar görecektir. Tek tip çeşit ve ilaç kullanımı
da tarımda tohumluk ve ilaç bakımından dışa bağımlılık sorununu daha da
artıracaktır.
Ancak bütün bu sosyoekonomik risklerine karşılık GDO’lu ürünlerin
asıl riski sağlık açısındandır. GDO’lu bitkilerden elde edilen ürünlerin
yarattığı risklerin başında alerji gelmektedir. GDO’lu bitkilerde bulunan
özellikle böcek öldürücü genler, toksin, yani zehir üreterek çalıştıklarından
bu toksik maddelerin veya onların parçalanma ürünlerinin vücudun herhangi bir
organında birikmesiyle kronik zehirlenme her an görülmektedir. Özellikle
yabancı ot mücadele ilaçlarına dayanıklı GDO’lu ürün çeşitlerinde kullanılan
bromoksinil ve glufosinat gibi kimyasal maddelerin doğrudan kanser yapıcı oldukları
da bilinmektedir. Gerek Rusya’da gerek Avusturya’da fareler üzerinde yapılan
denemelerde GDO’lu besinle beslenen farelerde bağışıklık sisteminin
zayıfladığı, farelerin yavrularında ölüm oranının çok yüksek olduğu, yavruların
olması gereken ağırlığın altında doğduğu saptanmıştır. Bütün bu belirlenen
sakıncaları yanında asıl üzerinde durulması gereken husus, doğal olmayan,
Allah’ın yarattığı canlının gen yapısının insan eliyle değiştirildiği bu
ürünlerin insanlığın gelecek kuşaklarını nasıl etkileyeceği, anormal yapılara
neden olup olmayacağı konusunda duyulan kuşkulardır.
İstenen amaca ulaşılamamasına ve çok ciddi riskler taşımasına
karşın, GDO’lu ürünlerin üretiminde neden bu kadar ısrarlı olunduğunun tek bir
yanıtı vardır: Çok güçlü uluslararası firmalar GDO üretimi için yıllarca milyar
dolar yatırım yapmışlardır ve kendileri için geri dönüşsüz noktaya
gelmişlerdir; onlar yatırımlarının karşılığını mutlaka almak niyetindedirler.
Transgenik tohum üreten şirketler pahalı tohum satışlarını yaygınlaştırarak,
aynı zamanda zirai mücadele ilacı satışlarını artırarak bu olaydan tek kârlı
çıkan taraf olmaktadırlar.
Bakanlığın daha önce hazırladığı ancak Meclise sevk edilmeyen yasa
tasarılarında ve 26 Ekim 2009’da apar topar çıkarılan Yönetmelik’te bebek
mamaları ve küçük çocuk ek besinlerinde GDO’lu ürünün kullanılmasına izin
verilmiyordu. Böylece yasa tasarısını hazırlayanların da GDO’lu ürünlerin en
azından bebek ve küçük çocuklara zararlı olduğunu kabullendikleri
anlaşılıyordu. Ancak bugün görüştüğümüz tasarıda bu hüküm bulunmuyor. Yine daha
önce yayınlanan Yönetmelik’te bulunan “İçerisinde binde 9 oranından fazla GDO
içeren gıdaların etiketinde bu husus belirtilecektir.” ifadesi de yasa
tasarısında yer almıyor.
Tasarının gerekçesinde şu ifadeler yer alıyor: “GDO’lar insan,
hayvan, bitki ve çevre sağlığı ile biyolojik çeşitlilik üzerinde zarar
oluşturma riskini taşımaktadır.
Kullanılan materyalin canlı organizma olması ve zararın ortaya
çıkması durumunda geri dönüşün çok zor olması ya da mümkün olmaması, modern
biyoteknoloji ürünlerinden kaynaklanan riski daha da arttırmaktadır.
Bitki çeşitlerinin teknoloji ürünü çeşitlere
dönüştürülmesi, bunların genetik yapılarının değiştirilerek daha pahalı hale
gelmesi ve bu tohumlardan bazılarının her yıl yenilenmesinin zorunlu hale
gelmesi nedeniyle, üretici ve tüketicilerin olumsuz yönde etkilenmesi
ihtimalinin artması, yerel tür ve çeşitlerin devamlılığının tehlikeye düşmesi
ve tarımsal üretimde dışa bağımlılığın artması gibi sosyoekonomik riskler de
mevcuttur.” Bu sözleri ben söylemiyorum,
Hükûmet tasarısı söylüyor yani Hükûmet söylüyor. Aslında bu sözlere ekleyecek
fazla husus yok ama kanun gerekçesinde bu sakıncaları sayanlar, aynı zamanda
kanunu hazırlayan ve kabul edilmesini isteyenlerdir. Tasarı bu sakıncaların hiçbirini
gideremiyor.
Hükûmetin hazırladığı bu tasarı yalnızca ülkeye GDO’lu ürünlerin
girişine ilişkin düzenlemeleri içermektedir. Oysaki bu tasarı, izin
mekanizmasını düzenleme yerine, GDO’ların riskini dikkate alarak tarımsal
sistemlerde GDO yasağına dayalı bir biyogüvenlik sistemi oluşturmalıdır.
Çıkarılacak biyogüvenlik yasası, GDO’lu ürünlerin ülkeye girişini onaylayan bir
mevzuat değil, tam tersine, sağlığa zararsız olduğu kesin olarak belirleninceye
kadar GDO’lu ürünlerin ülkeye girişine izin vermeyecek, halk sağlığını ve
toplum yararını gözetecek şekilde olmalıdır.
Hiç kimse, açlığı, GDO’lu üretime gerekçe olarak göstermesin.
Açlık, bir toplumsal ve politik sorun olup gelir dağılımındaki adaletsizlik
bugün yaşanan açlığın tek ve gerçek nedenidir. Bu nedenle, giderek büyüyen
açlık sorunu, üretim teknolojilerinin yarattığı ya da çözeceği bir sorun
değildir. TÜİK’in rakamlarına göre 13 milyonun üzerinde insanımız yoksul ise, o
390 bin yurttaşımız her gün yatağa aç giriyorsa, bu sorunun çözümü ulus üstü
firmaları zengin etmek değil, gelir dağılımı adaletsizliğini ve yoksulluğu
gidermektir.
Sayın Bakan Hürriyet gazetesinde yayımlanan bir söyleşisinde,
“GDO’lu ürün yemek istemem.” diyor. Mademki GDO’lu ürün Sayın Bakanı rahatsız
ediyordu, bu konuda niçin bugüne kadar düzenleme yapılmadı da GDO’lu ürünleri
hem kendi yedi hem milletine yedirdi? Bundan sonra neden, hem de yasal kılıfına
uydurarak, GDO’lu ürünleri bu millete yedirecek?
Çıkarılan Yönetmelik’te ayrıca çok garip olarak GDO’suz ürünlerin
etiketlerine “Bu ürün GDO’suzdur.” yazılması da yasaklanıyordu. Bu konuda yasa
tasarısında herhangi bir hüküm yok ama yönetmeliklere konup konmayacağını henüz
bilmiyoruz.
Ayrıca, bu gıdalar, insan eliyle doğal yapıları değiştirilen
gıdalar olduğu için toplumun önemli bir kesimince etik bulunmadığı gibi dinî
açıdan da sakıncalı görülüyor. Büyük sermaye bu sorunu da güzelce çözdü. İslam
Konferansı Teşkilatı üyesi ülkelerin oluşturduğu kurul, genetiği değiştirilmiş
organizmaları içeren gıdaların haram olmayan bir genetik maddeden yapılıyor ise
helal olabileceğine karar verdi. Bu arada, bir Başbakan Başmüşaviri, Doktor
Ramazanoğlu da tartışmalara Kur'an’daki ayetlerle katıldı. Ramazanoğlu,
İstanbul Ticaret Odasının konuyla ilgili seminerinde GDO’ların üretimi konusuyla
ilgili olarak Kur'an-ı Kerim’de yüze yakın ayetin bulunduğunu söyledi. Bakara,
Nisa ve Vakıa surelerinden alınan on dokuz ayetin GDO’lu ürünlerin ne kadar
yanlış anlaşılmaya müsait olduğunu gösterdiğini belirten Başmüşavir, GDO’lu
ürünlere gösterilen olumsuz tepkinin doğru olmadığını ayetlerle açıklayarak
GDO’yu “Dünyanın kurulmasından itibaren doğanın kendi başına yaptığı tür ıslah
işleminin modernleşmiş hâli.” olarak tanımladı.
Değerli milletvekilleri, bir Başbakanlık Başmüşavirinin konuya
yaklaşımı böyle olunca bize “Vay benim memleketimin hâline.” demekten başka
söyleyecek söz kalmıyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Niye? Rahatsız
mı oldun Kur'an’dan?
GÜROL ERGİN (Devamla) – Sayın Bakan “Yönetmelik’in
yayınlanmasından sonra ülkeye GDO’lu ürün girmesi bu Yönetmelik’ten sonra
fiilen mümkün değildir yani sıfır düzeyindedir.” diyordu. Ama şimdi görüyoruz
ki biyogüvenlik kanunu ile GDO’lu ürünler belli bir düzen içerisinde ülkeye
rahatça girecek, yapılan yalnızca GDO’lu ürünlerin ülkeye girişine yasallık
kazandırmak olacak.
Değerli milletvekilleri, Türkiye kesinlikle tarımsal üretimi
artırmak için GDO’ya gereksinim duyan bir ülke değildir. Bizim
gereksindiğimiz, geleneksel tarımın koşullarını sağlamak, topraksız köylüye
toprak verip onu çok istediği hâlde olamadığı üretici durumuna getirmek,
yıllardan beri ihmal edilen, susuzluktan kavrulan topraklara su götürmek,
çiftçinin girdilerinden alınan insafsız ÖTV ve KDV uygulamalarına son vermek,
çiftçinin ürününü yok pahasına satmak zorunda kalışını önlemek, çiftçiye
verilen desteği hiç olmazsa yasada yazılı miktara çıkarmak, çiftçinin
örgütlenmesine engel çıkarmak yerine örgütlenmesine önayak olmaktır. Yedi
yıl süresince çiftçiyi üretemez hâle getirip ondan sonra çare olarak GDO’yu
göstermek kabul edilebilir bir davranış olamaz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi bağlayınız.
GÜROL ERGİN (Devamla) – Tamamlıyorum efendim.
Olsa olsa, Türk çiftçisini uluslararası şirketlere tutsak etmek,
Türk ulusunu da sonu hüsranla bitecek bir maceraya sürüklemek olur.
Bu kanunla ortaya çıkan net husus, AKP döneminde soya, pamuk,
kanola, mısırda dışarıya mecbur ve mahkûm edildiğimizdir. Cumhuriyet Halk Partisi
iktidarında çiftçimiz bu ürünleri yeteri kadar üretecek, ne bu yasaya mecbur
kalacağız ne de Türk halkına GDO kâbusunu yaşatacağız diyerek sözlerime son
verirken Sayın Başkan sizi, değerli milletvekillerini, bana laf atmaktan zevk
alan milletvekillerini özellikle ve büyük Türk ulusunu tekrar saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Ergin.
ALİ KOYUNCU (Bursa) – Ters oldu Hocam.
BAŞKAN – Şahsı adına Giresun Milletvekili Eşref Karaibrahim.
Buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
EŞREF KARAİBRAHİM (Giresun) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı üzerinde şahsım adına söz aldım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Son yıllarda hızla gelişen modern biyoteknolojik yöntemlerle elde
edilen genetiği değiştirilmiş organizmalar ve ürünlerin üretim ve tüketiminin
insan, hayvan ve bitki sağlığı ile çevre ve biyoçeşitllik üzerindeki
etkilerinin olumsuz sonuçlar doğurabileceği endişesi tüm dünyada olduğu gibi
ülkemizde de ulusal biyogüvenliğimizi güvence altına alacak bir düzenlemenin
yapılmasını zorunlu kılmıştır. Ancak yasa tasarısının “Birinci Bölüm: Amaç ve
Kapsam” başlığı altında yasa tasarısının içeriği dar tutulmuş olup Biyogüvenlik
Yasası Tasarısı GDO ve ürünlerine münhasır tasarı hüviyetindedir. Oysa
biyogüvenlik konusu, GDO dışında başka biyogüvenlik konularını da kapsayan daha
geniş bir çerçevede ele alınmalıydı.
Yasa tasarısının “İkinci Bölüm, Başvuru, değerlendirme ve karar
verme” başlığı altındaki 3’üncü maddesinin 10’uncu fıkrasında, GDO ve
ürünlerinin ülkemizden transit geçişi Bakanlık iznine bağlı olmak koşulu ile
serbest hâle getirilmiştir. Bu durum uygulamada telafisi mümkün olmayacak
zararlar meydana getirecektir. GDO ve ürünlerinin transit geçiş sırasında
çevreye yayılma riski vardır. Bu sebeple GDO ve ürünlerinin transit geçişine
izin verilmemelidir. Bilhassa bunun karayollarında çok önemli bir konu olduğunu
düşünüyorum.
Yasa tasarısının “İkinci Bölüm, Yasaklar” başlığı altındaki 5’inci
maddesinde, çevreye ve ülkemizin biyoçeşitliliğine vereceği zararlar göz önünde
bulundurularak, genetiği değiştirilmiş bitki ve hayvan üretimi yasaklanmıştır.
Ancak, GDO ve ürünlerinin ithalatı, ihracatı, nakil, taşıma, saklama,
paketleme, etiketleme, depolama, piyasaya sürme, işlemesi, kullanılması ve
benzeri faaliyetleri yasak kapsamı dışında tutulmuştur.Oysaki
bilimsel çevreler, GDO ve ürünlerinin yem ve gıda sanayisinde kullanılmasının
insan ve hayvan sağlığına olumsuz etkilerinin olabileceğini belirtmektedirler.
Ayrıca, yem ve gıda sanayisinde kullanım amaçlı ithal edilecek genetiği
değiştirilmiş bitkilerden elde edilen soya fasulyesi, pamuk tohumu gibi
ürünlerin ithalat amacı dışına çıkılarak tarımsal üretimde tohum olarak
kullanılmaları mümkündür ve uygulamada bunun üzerine geçmek zordur.
Bu nedenle, GDO ve ürünlerinin ithalatı, ihracatı, nakil, taşıma,
saklama, paketleme, etiketleme, depolama, piyasaya sürme, işlemesi,
kullanılması ve benzeri faaliyetlerin yasaklanması gerekmektedir.
Taze sebze ve meyvede henüz çok fazla risk olmadığı söylense de,
Türkiye, dünyanın en büyük GDO'lu soya ve mısır üreticilerinden olan Amerika ve
Arjantin'den gıda ve yem amaçlı mısır ve soya fasulyesi ithal ediyor. Genetiği
değiştirilmiş mısır ve soya ile beslenen hayvanların eti, mısır ve soyadan
üretilen ürünler, yağ, un, nişasta, bisküvi, tatlı ve çikolatalar ailemiz ve
çocuklar tarafından tüketilmektedir.
Sayıları her geçen gün artan bilinçli tüketici, GDO'lu tohum
kullanılmasının yasak olduğu ve bu yasağın da denetlenerek sertifikasyona tabi
tutulduğu organik ürünleri alarak GDO'dan sakınmaya çalışmaktadır ancak örneğin
pamuklu bir tişört ya da pijamada bile GDO olabilmektedir.
Genel Kurulda görüşmekte olduğumuz Biyogüvenlik Yasa Tasarısı’yla
gerekli tedbirler alınmazsa istenmeyen genler atalık tohumlarımızı,
ürünlerimizi, gıdamızı ve dolayısıyla sağlığımızı ve ekonomimizi etkileyecek
büyük bir tehdit oluşturmayı sürdürecektir.
Türkiye, dünyanın en önemli gen kaynaklarına sahip bir ülke
olarak, kendi değerlerinin farkına varmalı ve asıl verimlilik ve açlıkla
mücadelenin GDO'ya izin vermek değil GDO'yla mücadele etmekle olabileceğini
görmeli ve bir an önce GDO'ya karşı önlemler almalıdır.
Atalık yerel tohumları ve bitki çeşitliliği yok olmuş,
uluslararası şirketlerin verdiği numaralandırılmış ve tek seferlik tohumlara
bağımlı bir ülke; bunun yanında gıda bağımsızlığını kaybetmiş bir ülkeye
uygulanabilecek yaptırımların tehdidi... Bütün bunlar göz önünde bulundurularak
yasal düzenlemeler yapmaya özen göstermeliyiz. Kendi kendine yeten, verimli
topraklara sahip ülkemizde yeterli teşvikler sağlandığında GDO’lu ürünlerin
yaratacağı iddia edilen bolluğa ihtiyacı olmadığı kanaatindeyim.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurun.
EŞREF KARAİBRAHİM (Devamla) – Zaten bin bir zorlukla mücadele eden
çiftçimizin, üreticimizin üretim gücünü zaman içerisinde tamamen yok edecek GDO
tehdidine acil önlem almamız çok önem taşımaktadır.
Genleriyle oynanmış ürünlerin canlıların vücudunda ne tür
hastalıklara veya arazlara yol açabileceğinin farkında olmadan denek olarak
kullanılan insan ve hayvanlar, daha fazla verim adına her geçen gün daha fazla
kimyasal tarım ilacı istediği için giderek kirlenen su ve topraklar, kaynaklar
ve her türlü iklim koşullarında yetişen, kuraklık ve hastalığa karşı sigorta
niteliğindeki atalık tohumlarla yerel çeşitliliğimizin zenginliğini koruyan, bu
sayede gıda bağımsızlığıyla dünyaya örnek olacak bir ülke…
Hedefimiz bu olmalı, çalışmalarımızın bu yönde yoğunlaştırılması
gerekmektedir diyor ve yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Karaibrahim.
Şahsı adına İzmir Milletvekili Şenol Bal. (MHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Bal.
ŞENOL BAL (İzmir) – Değerli milletvekilleri, görüşülmekte olan 473
sıra sayılı Ulusal Biyogüvenlik Yasa Tasarısı’nın birinci bölümü hakkında
şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, Hükûmet, keşke, Biyogüvenlik Yasa
Taslağı’nı Meclise getirmeden önce, daha önce, haziran ayında vermiş olduğumuz
araştırma önergemizi kabul etmiş olsaydı, konu en azından tüm boyutlarıyla
yeterince tartışılabilseydi ve milletvekillerimiz de yeterli bilgiye sahip
olsalardı. Bugün burada saygıdeğer milletvekillerimizin, toplumumuzun çok
endişe taşımış olduğu bir konu görüşülürken ilgisizliğini ayrıca değerlendirmek
gerektiği kanaatindeyim.
Evet, bu araştırma önergesi değerlendirilseydi ve bu tasarı ondan
sonra hazırlansaydı, bugün önümüze konulan bu tasarı, içerdiği hükümler açısından,
insan, bitki, hayvan sağlığı, çevre ve biyoçeşitliliğin korunması konusunda
şüpheye düşüren, anlaşılması zor ve eksikliklerle dolu olmayabilirdi.
Sayın milletvekilleri, Türkiye'nin taraf olduğu Cartagena
Biyogüvenlik Protokolü’ne taraf olmak gereği, AB ile müzakere sürecinde
mevzuatımızın AB mevzuatına uyumlu olması gereği, önümüzdeki günlerde açılacak
olan 12’nci faslın “Gıda” başlığı altında ele alınacağı için, beş yıl
bekledikten sonra, işte alelacele Ulusal Biyogüvenlik Yasa Taslağı önümüzde.
Özellikle 2003 yılından sonra yılda 2,5 milyon tonlara
varan GDO’lu mısır, soya, kanola gibi “GDO yoktur.” beyanı ile hayvan yemi ve
bir kısmı da gıdada kullanılmak üzere ülkemize elini kolunu sallayarak giren
GDO’lu ürünleri göz önüne aldığımızda, bu Ulusal Biyogüvenlik Yasası’nın ne
kadar önemli olduğu ortaya çıkıyor ve senelerdir de bu Biyogüvenlik Yasası’nı
bekliyorduk. Yani Cartegena Protokolü’nün
yürürlüğe girmesinden beş yıl süre sonra –ki sekizinci yıla giren bir
iktidarsınız- nasıl bir hazırlık yaptınız? Sayın Bakan, balık, beyaz et ve
kırmızı et üreticileri bu GDO’lu ürünleri kullanırken sadece seyrettiniz mi?
Tarım ülkesi olan ülkemizde alternatif ve cazip olabilecek üretim için hangi
önlemleri aldınız? Yine, GDO’lu tekelleşmiş firmaların dünyadaki bu hızlı
yayılmacılığı, gelişimi karşısında hangi tedbirler geliştirdiniz?
Biyoteknolojik ARGE çalışmalarına ne kadar önem verdiniz? Bakınız,
biyoteknoloji araştırmalar kurumu konusunda bir önerge alt komisyonda verilmiş
olmasına rağmen bir kurumun oluşmasından niye endişelisiniz? Bunları
değerlendirmek lazım.
İthalatı öyle zorlaştırıyoruz ki aslında “Yasak getiriliyor.”
söylemleriyle de milleti kandırmamak gerekir Sayın Bakan. Aynı şekilde,
yönetmelik için de aynı şeyleri söylemiştiniz.
Tekelleşmiş GDO şirketleri Dünya Ticaret Örgütü kanalıyla öyle
baskılar uyguluyor ki GDO’lu ürünleri her ülkeye pazarlıyorlar. “Efendim biz
şartları zorlaştırdık.” demeyin. O şartlar bu firmaların ürünlerini
pazarladıkları her ülke için, hatta belki daha fazlası için geçerli. Bir fark
var, o ülkeler önlemlerini almışlar. Avrupa Birliği ülkeleri GDO ve ürünlerini
denetleyebilecek, her türlü risk analizi yapabilecek yapılara ve şartları haiz,
hatta kendi GDO’larını patentleyebilecek duruma gelmiş durumdalar.
Sayın milletvekilleri, bu yasa taslağına göre, ithalatçı veya gen
sahibi, Bakanlığa başvuruda bulunduğunda istenilen detaylı risk değerlendirme
sonuçlarını beyan ediyor. Nedir bunlar? Laboratuvar, sera ve tarla testlerini
içeren alan denemeleri ile gıda analizleri, toksisite ve alerji testleri. Durum
Biyogüvenlik Kuruluna geliyor ve buradan bilim komiteleri bu bilgilerin
bilimsel bilgilere uygunluğunu değerlendiriyor. Yani bir noktada daha teorik
olarak “Efendim, bu firmalar büyük firmalar, beyanları yalan olmaz, doğru beyan
ederler.” de diyemeyiz.
Sayın milletvekilleri, bu alan, bu pazar çok büyük…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
ŞENOL BAL (Devamla) – …bu pazar hiç durmadan büyüyor ve yeni
firmalar bu pazara giriyor. Şu anda dünyada ticari olarak
hâlihazırda herbisitlere dirençlilik, böcek ve hastalıklara ve çevresel
koşullara dayanıklılık özellikleri kazandırılan mısır, soya, kanola ticaretinde
bulunuluyor ama önümüzdeki süreçte, yüzlerce meyve sebze gibi ve genetiği
değiştirilmiş -şekil, verim bakımından- birçok bitki, üretim onayı ve ticari
izni henüz tamamlanmamış ama patenti alınmış şekilde ticari hayata atılmayı
bekliyor.
İşte, bu şeyde Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı’nın önemini, çok
faydalı olduğunu biliyoruz ama en azından vermiş olduğumuz değişiklik
önergeleriyle daha iyi hâle getirilmesinin de önemini burada vurgulamak
istiyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bal.
Sayın milletvekilleri, şimdi soru-cevap bölümüne geçiyoruz.
Bu bölümde soru-cevap işlemimiz on beş dakika.
Sayın Tankut, Sayın Özdemir, Sayın Aslanoğlu, Sayın Karaibrahim,
Sayın Öztürk, Sayın Ağyüz, Sayın Kaptan, Sayın Orhan, Sayın Coşkunoğlu sisteme
girmişler.
Buyurunuz Sayın Tankut.
YILMAZ TANKUT (Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, biyogüvenlik kavramından kasıt, sadece GDO’lu
ürünlerin denetimi ve kullanımı konuları mıdır? GDO dışında başka biyogüvenlik
konularını kapsayan unsurlar yok mudur? Varsa bu unsurlar nelerdir? Bu
tasarıyla sadece GDO’lu ürünlerin ithal ve denetiminin düzenlenmesi ülkemizin
genel manada biyogüvenlikle ilgili meselelerini çözebilecek midir? Yoksa
ileride toprak-bitki-su ilişkileriyle birlikte çevre sağlığının da düzenlenmesi
konularını kapsayan biyogüvenlikle ilgili başka bir kanun tasarısının
getirilmesi mi planlanmaktadır?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Tankut.
Sayın Özdemir…
HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakana soruyorum: Kanatlı hayvan üretiminde soya ve mısırın
öneminin inkâr edilemez düzeyde olduğu malumlarıdır. Diğer yandan, başta Rusya
olmak üzere komşularımızın tavuk eti ve yumurta ihtiyacının okyanusaşırı
ülkelerden karşılandığı da bilinmektedir. Türkiye'nin üretim potansiyelini
kullanarak, mısır ve özellikle soyayı kendi ülkemizde üreterek neden bu
ülkelerin ihtiyacının tamamını karşılamayı hedefleyen bir politika geliştirmeyi
düşünmediniz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Özdemir.
Sayın Aslanoğlu…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Bakan, listeyi alamadım,
bekliyorum. Eğer lütfederseniz, deminki o 1 Martla… Bir fotokopi de olsa yeter
benim için.
Bağışlayın, ben GDO konusunda uzman değilim. Geçmişten inceleyeyim
dedim bu yasa geldiğinde. Yönetmeliklere baktım, yasaya baktım ama belki
atladım, onun için… Yönetmeliklerde GDO’lu ürünlerin bebek mamaları ve bebek
formüllerine, devam mamaları ve devam formülleri ile küçük bebek ve ek
besinlerine konulması yasaklanmış Yönetmelik’te. Yine, insan ve hayvan tedavisinde
kullanılan antibiyotiklere karşı direnç genleri içeren GDO ve GDO ürünleri
ithalatı ve piyasaya sunulması da yasaklanmış Yönetmelik’te ama yasa metnine
bakıyorum, yasa metninde göremiyorum. Acaba o mu yanlıştı, bu mu yanlış?
Öğrenmek istiyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Aslanoğlu.
Sayın Karaibrahim…
EŞREF KARAİBRAHİM (Giresun) – Teşekkür ederim Başkan.
Sayın Bakan, biraz önce sorduğum soru herhâlde atlandı diye
düşünüyorum. TMO ve FİSKOBİRLİK açıklanmadı. Bir de dönüm başına 150 bin
liranın tarihi…
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Karaibrahim.
Sayın Öztürk…
HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, tasarının karar sonrası yapılacak işlemlerin
düzenlendiği 7’nci maddesinin 1’inci fıkrasında ithalatçılar kontrol ve denetim
işlemleriyle ilgili olarak talep edilen hususları yerine getirmekle yükümlü
tutulurken GDO ve ürünlerini yurt içinde geliştiren gerçek ve tüzel kişiler
için böyle bir yükümlülük öngörülmemesi bir unutmanın sonucu mudur? Değilse bu
sonuncular ne amaçla bu yükümlülükten muaf tutulmuştur?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Öztürk.
Sayın Ağyüz…
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Teşekkür ederim.
Sayın Bakanım, ben de Sayın Aslanoğlu gibi bu üç düzenlemede
faydalanan firmaları merak ediyorum. Ayrıca da Gaziantep
önemli bir ihracat merkezi. Gaziantep İl Kontrol Laboratuvar
Müdürlüğünde yaşanan eksiklikler, engeller ihracat taahhütlerinin zamanında
yerine getirilmediğine neden olmaktadır. Ülke ekonomisine katkıda bulunan bir
kent için bu kurumda yapılacak olan düzenlemelere bir an önce müdahale etmeyi
düşünüyor musunuz? Çünkü çok acil durumda Gaziantep bu
konuda.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Ağyüz.
Sayın Kaptan…
OSMAN KAPTAN (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, bu GDO’lu ürünler televizyonlarda ve basında
verilirken sebze ve meyve resimleri konuyor. Ben bir üretim bölgesinin
milletvekili olarak bu konuda çok büyük üreticilerimiz sıkıntı duyuyor. Aslında
şunu net bir şekilde “Türkiye’deki seralarda üretilen sebze ve meyvelerin
hiçbiri şu anda GDO’lu değildir.” deseniz de bunu Türkiye’de herkes duysa
olmuyor mu?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Kaptan.
Sayın Orhan…
AHMET ORHAN (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Tüm dünyada GDO’lu ürünler içerisinde mısır, soya, kanola ve pamuk
en önemli yeri işgal ediyor.
Ülkemizde pamuk 2006 yılında 950 bin ton, 2007 yılında 700 bin
ton, 2009 yılında ise 350 bin ton seviyesinde üretilmiştir. Tüketim ise 1
milyon 300 bin ile 1 milyon 400 bin ton seviyesindedir. Bu sebeple, 1 milyon
ton pamuk ithal edilmekte ve karşılığında 1 milyar doların üzerinde dövizimiz
yabancı ülkelere, başta Amerika’ya gitmektedir. Amerika’dan ithal edilen
pamuğun GDO'lu olduğu bilinmektedir.
Ülkemizde geleneksel tohumlarla üretilen pamuk alanlarının
genişletilmesi için nasıl tedbir düşünüyorsunuz?
Geçtiğimiz yıldaki prim miktarının aynı seviyede olması hâlinde
çiftçinin pamuk ekmeyeceği gerçeği orta yerdeyken bu durumu nasıl değiştirmeyi düşünüyorsunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Orhan.
Sayın Coşkunoğlu…
OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
3’üncü maddenin 3’üncü fıkrasında “Yapılan bir başvurunun sonucu
başka başvurular için emsal teşkil etmez.” diyor. Aynı konularda, benzer
konularda araştırma yapanların yaptığı başvurularda birisinin yaptığı başvuru
öbür araştırmacı için de geçerli olabilir. Ona da uygulanacak mı? Bunu sormak
istiyorum, bir.
Keza, 3’üncü maddenin 4’üncü fıkrasında 90+15, 105 gün izin süresi
olarak görülüyor. Oysa siz “on beş gün” demiştiniz. Yani araştırma için gerekli
izinler sadece Bakanlıktan mı alınacak, Biyogüvenlik Kuruluna gitmeyecek mi?
Son olarak da neden araştırma amacıyla kullanılan GDO'ları kapsam
dışı bırakmaktan imtina ediyorsunuz, bu yasanın dışında bırakmaktan imtina
ediyorsunuz?
Pardon, sondan bir önce…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Süreniz bitti. Teşekkür ediyoruz Sayın Coşkunoğlu.
Buyurunuz Sayın Bakan.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Biyogüvenlik Kanunu’nun sadece GDO'yu ilgilendirdiği yönünde Sayın
Tankut’un bir sorusu oldu. Tabii, burada, biyoloji ile ilgili başka bir kavram
daha var. Bütün biyosistem -yani toprağı, suyu, bütün canlıların tamamı- başka
bir kavram içerisinde, aslında “biyolojik güvenlik” diye geçiyor. Tabii
bunların her birisi için ayrı bir düzenleme yapılması gerekiyor. Bu mesele, dünyada, Türkiye açısından da önemli bir mesele ve acil
bir mesele. Bu konuda Türkiye'nin bir düzenleme yapması gerekiyor.
Biyogüvenlik Kanunu’nu biz, temel olarak transgenik bitkileri, bunlarla
yapılacak olan işlemleri, bunlara ait düzenlemeleri o nedenle öngörüyoruz.
Ötekiyle ilgili ayrı ayrı zaten düzenlemeler yapılacak.
Kanatlı hayvan üretimini yüksek bir şekilde hedefleyip de bunu
Rusya Federasyonu’na veya diğer çevre ülkelere ihraç etme gibi bir hedef olup
olmadığını söyledi Sayın Özdemir. Şimdi, Türkiye, tabii, üretimini son altı
yedi yıl içerisinde önemli bir miktarda artırdı. 1 milyon 250 bin tona çıktı
beyaz et üretimi ve geçtiğimiz yıl 80 bin ton civarında da beyaz et ihracatı
gerçekleşti. Bu kapasite artışıyla birlikte -Türkiye’de biliyorsunuz özel
sektör bir tarafından yapılıyor, özel sektör bu konuda gelişiyor- Rusya Federasyonu’yla
da bu sene için 60 bin ton, önümüzdeki yılda da 100 bin ton yine sektör bir
ihracat planlıyor. Bu ilave bir pazar. Bu konuda biz
de zaten Hükûmet olarak gerek ihracat desteği gerekse diğer destekler olmak
üzere yardımcı oluyoruz.
Şimdi, biz, aslında, GDO olmadan da, transgenik ürün üretmeden de…
Türkiye başka ülkelerin mısır koçan kurduna veya sap kurduna karşı genetiği
değiştirilmiş mısır üretiyor ama Türkiye bu arada sap ve koçan kurduna
dayanıklı yedi tane çeşit geliştirdi. Bunu Türkiye yaptı. Yani Türkiye bu
çalışmalara ne ara verdi ne bu çalışmaları durdurdu. Şu anda da Türkiye bu
tohumları da firmalara verdi. Bunlar tamamen Türkiye’de ve transgenik olmadığı
hâlde yani doğal yollarla ıslah edilmiş ama aynı zamanda koçan kurduna ve sap
kurduna karşı dayanıklı bir mısır tohumunu da Türk bilim insanları ve
Bakanlığımız çalışanları geliştirdi. Bunun için özellikle… Ayrıca yine Türkiye
şartlarına uygun yüksek verimli ve kaliteli altı tane soya çeşidi geliştirildi
ve bunlar üretime konuldu.
Şimdi, tabii, Türkiye’de birçok aslında gelişme var, çok önemli
aşamalar da kaydediliyor ama Türkiye’de üreticiler en nihayet bir iktisadi
faaliyet yapıyor ve o iktisadi faaliyet nerede daha çok kârlıysa, birbirine
alternatif eğer ürünleri varsa o alternatif ürünlerden en kârlı olanı seçiyor
veya işine en kolay geleni seçiyor. Mısır-pamuk dengesinde de mesela aynı şey
oldu. Türkiye, doğrudur, geçen zaman içerisinde pamuk üretiminde bir düşme oldu
ama Türkiye mısır üretimini yüzde 110, yüzde 120 oranında, yaklaşık, artırdı.
Bu şunu gösteriyor: O biraz daha demek ki alım satımı, pazarı daha kolay ve
üretici oradan oraya bir kayma gösterdi. Şimdi, işin esası
bu, bunu bu şekilde değerlendirmek lazım. Peki, bundan sonraki süreç
içerisinde bunlara biz ne yapabiliriz? Mesela, bizim yapabileceğimiz destekleme
miktarlarını artırmaktır. Demin kürsüde de söyledim: Yüzde 45-yüzde 46 oranında
maliyetini karşılıyoruz pamukta, soyada aynı şekilde, ayçiçeğinde yüzde 39’unu
karşılıyoruz. Yani eğer üretici 100 lira harcıyorsa bir ürünü üretmek için,
bunun 45-46 lirasını biz destek olarak ödüyoruz kendisine ama bizim
imkânlarımız Türkiye olarak buna yetiyor çünkü yağlı tohumların tamamını
Türkiye’de üretebileceğiniz yer muhakkak surette yüksek yağış almak zorunda
veyahut da sulama mecburiyeti var. Onun için biz -demin arkadaşlarım söyledi-
GAP ve DAP projelerini, KOP projelerini hayata geçirdik. Yani eğer Türkiye’de
sulanabilir alanı biz arttırırsak ancak yağlı tohumlar alanında kendimize
yeterli hâle gelebiliriz. Dolayısıyla bizim hedefimiz budur. 1 milyon hektar
alan GAP bölgesinde sulamaya açıldığında, Konya’da, Konya Ovası’nda yine ilave
300-400 bin hektar sulamaya açıldığında bu alanların yağlı tohumlara ayrılması,
endüstri bitkilerine ayrılması imkân dâhiline girecek ve o zaman Türkiye, bu
süreçte bu problemlerden kurtulur. Yani Türkiye’nin mısır veya soya ithal
etmesi ki mısırda ciddi şekilde bu azaldı. Yani Türkiye’nin -biraz önce de
söyledim tekrar ediyorum- ihtiyacı şu anda diyelim 5 milyon ton, bu sene
işletme içi tüketimi de kattığımız zaman 5 milyon ton mısır üretimi var.
Türkiye’nin talebi de 4,5 milyon ton civarında ama biz mısırda bunu çözdük. Ne
bileyim, çeltikte 2 katına çıkardık üretimi. Bunlar hep desteklemelerle,
uygulanan doğru politikalarla bu hâle geldi. Bundan sonra pamukta da soyada da
benzer diğer, ayçiçeğinde de bunun olabilmesi daha fazla alanın sulanabilmesine
bağlıdır ve o sulama yatırımları bittiği zaman bunlar gerçekleşir.
Şimdi, bir başka husus Gaziantep’le ilgili “İl Kontrol
Laboratuvarında eksiklikler var.” dedi Sayın Ağyüz. Biz oraya 2010 yılında
-yatırımlarımız devam ediyor- 2 milyon lira, yani eski parayla 2 trilyon
liralık biz yatırım gerçekleştirdik, Gaziantep İl Kontrol Laboratuvarı
bünyesinde. Dolayısıyla bundan sonra da bu devam edecek.
Sayın Karaibrahim’in konumuzla ilgili olmasa bile, fındıkla ilgili
sorduğu soru… Biz bu ay içerisinde, 20-25’i arasında her ay ödeme yapıyoruz.
EŞREF KARAİBRAHİM (Giresun) – Ödenecek mi?
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) –
Elbette.
Bu ay içerisinde fındık alan bazlı
desteği -ki 705 milyon lira civarında- bu ay içerisinde, Martın 20’si ile 25’i
arasında bir tarihte ödenecek.
EŞREF KARAİBRAHİM (Giresun) – Taksitlere mi bölünecek?
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Hayır,
hayır, bir defada ödeniyor. Yani bu ay 1 milyar 250 milyon civarında bizim bir
ödememiz var toplam, bunun 700 küsur milyonu fındık, diğeri de hayvancılık.
Hayvancılık, yağlı hububat primleri ve baklagil primleri gibi desteklerden
oluşmaktadır. Bu ay içerisinde bunu ödüyoruz.
Şimdi “Yeni kanunla antibiyotiğe direnç geni taşıyan GDO’lara ve
GDO’ların bebek mamalarında kullanımına izin veriliyor mu?” sorusu soruldu.
Şimdi, burada, arkadaşlar, bu kanunla… Lütfen şunu doğru okuyalım, doğru
anlayalım: Bu kanun peşin olarak hiçbir şeyin Türkiye’ de, asla girişine izin
vermiyor, böyle bir şey önermiyor, böyle bir teklifte bulunmuyor. Türkiye’de
ticarete konu olan her şey eğer bir genle muamele edilmişse bu bir risk
değerlendirmesine tabi tutulacak. Getirilen husus budur. Avrupa Birliğinde de
böyle yapılıyor. Avrupa Birliğinde böyle yapılıyor, yani risk değerlendirmesi
yapılıyor. Nedir bu risk? İnsan sağlığı, çevre sağlığı, hayvan sağlığı ve
Türkiye ilave bir risk daha getiriyor ki bu da sosyoekonomik risktir. Sosyoekonomik
risk değerlendirmesinden sonra, bütün bu aşamaları geçtikten sonra, bilimsel
komiteler eğer Türkiye’de bu ürünün ithalatına, ticaretine, kullanımına uygun
diyorsa o takdirde bu getirilebilecek. Yoksa böyle, işte, serbestleştiriliyor
falan suçlamaları doğru kesinlikle değildir, çok yanlıştır, kamuoyunu da yanlış
bilgilendirme yönünde sarf edilen sözlerdir. Bu da Türkiye’ye de, sektöre de
çok zarar veriyor. Bu tasarı böyle bir şey öngörmüyor, bu tasarı böyle bir şey
söylemiyor, bu tasarı dünyadaki en gelişmiş ülkelerde, en hassas ülkelerde
uygulanan risk değerlendirme yöntemlerini uygulamak suretiyle bundan sonraki
düzenlemelerin buna göre izlenmesi, kontrol edilmesi gerektiğini söylüyor. Hem
transfer konusunda hem taşıma konusunda kurallar aynı şekildedir hem üretimle,
ithalatla, ticaretle vesaire ile ilgili ki bir daha, tekraren söylüyorum:
Tasarı Türkiye’de transgenik bitkilerin, GDO’ların üretimine asla izin
vermiyor. Böyle bir şey sureti katiyede Türkiye’de yasak. Bu tasarı da bunu
getiriyor, bunu öngörüyor.
Şimdi, Sayın Akman’ın çok yerinde bir ifadesi oldu, dedi ki:
“Televizyonlar GDO’dan bahsederken meyve sebzeleri gösteriyor.” Ben birkaç tane
katıldığım televizyon programında o anda ikaz ettim, lütfen bunları göstermeyin
dedim. Bu son derecede yanlıştır. Türkiye’de şu anda hiçbir şekilde transgenik
bitki üretimi yapılmamakta. Ne meyve-sebze ne de başka bir ürün. Asla böyle bir
üretim söz konusu Türkiye’de değil.
ŞENOL BAL (İzmir) – Kaçak giremez mi?
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Hayır,
giremez. Hiçbir şekilde giremez.
ŞENOL BAL (İzmir) – O kadar çok kaçak şey giriyor ki ülkeye.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Hayır,
hayır, öyle bir şey söz konusu değil. Ne kaçak girer ne kaçak üretim yapılabilir
Türkiye’de. Böyle bir şey söz konusu değil. Meyve -sebzeyle de bu konunun
hiçbir ilişkisi yoktur. Türkiye’de üretilen bütün ürünler gibi meyve- sebze de
bu açıdan temizdir, güvenilirdir, sağlıklıdır ve asla GDO ihtiva etmemektedir.
Bunu ben çok söyledim. İlk defa söylemiyorum ama önemine binaen,
Sayın Akman söylediğinden dolayı bir daha ifade ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Bakan, süremizi üç dakika geçtik.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Peki,
teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz.
Sayın milletvekilleri, birinci bölüm üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Şimdi, birinci bölümde yer alan maddeleri, varsa o madde
üzerindeki önerge işlemlerini yaptıktan sonra ayrı ayrı oylarınıza sunacağım.
1’inci madde üzerinde bir adet önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na
Görüşülmekte olan Biyogüvenlik yasa tasarısının 1. maddesinin 2.
fıkrasında yer alan “işleme, piyasaya sürme, kullanma, ithalat, ihracat, nakil,
taşıma, saklama, paketleme, etiketleme, depolama ve benzeri faaliyetlere”
ibarelerinin madde metninden çıkarılmasını ve 1. maddenin 3. fıkrasının
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ederiz.
3- Veteriner tıbbi ürünler ile Sağlık Bakanlığınca ruhsat veya
izin verilen beşeri tıbbi ürünler ve kozmetik ürünleri ile araştırma amacıyla
kullanılan GDO’ lar ve ürünleri bu kanun kapsamı dışındadır.
|
Vahap Seçer |
Ferit Mevlüt
Aslanoğlu |
Şevket Köse |
|
Mersin |
Malatya |
Adıyaman |
|
Osman
Coşkunoğlu |
Rasim Çakır |
Metin
Arifağaoğlu |
|
Uşak |
Edirne |
Artvin |
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ MEHMET ERDOĞAN
(Adıyaman) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Hükûmet?
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) –
Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Coşkunoğlu. (CHP sıralarından alkışlar)
OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Vermiş olduğumuz önergeyi lütfen dikkatli incelemenizi rica
ediyorum. Önerge iki konudaki sakıncayı gidermeye yöneliktir yasa tasarısında.
Birincisi, transit GDO’lu ürünlerin de izin verilmemesi yönündedir. Şimdi,
biraz önce, iki üç dakika önce Sayın Bakan “Kaçak da olamaz, bir şey olamaz.”
dedi. Türkiye’de şekerden, uyuşturucudan, hatta insan kaçağına kadar birçok
kaçak olduğunu, Avrupa Birliği görüşmelerinde bu göç veya insan kaçağı
konusundaki sorunları Sayın Bakanın da biliyor olması gerekir. Bunun kaçak bile
olması mümkün. Hele hele transit geçmesine izin verilirse bu iyice mümkün hâle
gelecektir. Buna da izin verilmemesi bu değişiklik önergemizin birinci kısmı.
İkinci kısmı da araştırma, bu konudaki araştırmaların önüne engel konmaması,
bunların zorlaştırılmamasıyla ilgili.
Değerli milletvekilleri, çağımızın en önemli üç teknoloji
alanından birisi enformasyon ve iletişim teknolojisi, ikincisi malzeme teknolojileridir,
üçüncüsü de biyoteknolojidir. Çağımızın bu en önemli… Zaten birçok bilim
dalında geri kaldık. Çok değerli bilim insanlarımızın yapacağı araştırmaları
desteklememiz lazım bu şekilde engellemek yerine. Dolayısıyla bunlar kapsam
dışı kalmalı. Eğer kapsam dışı kalması önünde bir sakınca varsa… Biraz önce
Sayın Bakana sordum bunu, nedir diye bir merakla fakat bir yanıt alamadım.
Muhtemelen zaman yetmediği içindir.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, bir de şunu söylemeden geçemeyeceğim:
Geçen sene, 2009 yılı Mart ayı büyük bilim adamı Darwin’in 200’üncü yaş
günüydü, Kasım ayı da “Türlerin Kökeni” kitabının 150’nci yıl dönümüydü. İkisi
de sansüre uğramıştır. Şimdi böyle bir anlayışın egemen olabildiği -umuyoruz
geçici, bir yılı kaldı ama- ortamda genetikle ilgili çalışmaların da sansüre
uğraması ve engellenmesi hakkındaki kaygıları haksız bulmak mümkün değildir.
Araştırma ve geliştirmenin önünü açmamız gerekir.
Biyogüvenlik Kurulundan söz ediliyor. Biraz önce yine sordum,
cevapsız kaldı. Sayın Başbakanın tekzip etmediği, benim bu kürsüden de
defalarca dikkate getirdiğim, gazetelerde çıkmış bir açıklaması vardır
“Düzenleyici kuruluşlara, bu gibi kurullara talimat veriyoruz ‘Başüstüne.’
diyorlar, gidiyorlar, bildiklerini okuyorlar.” diye. Bu kurullar ilgili
bakanlıkların bir dairesi değildir, bu kurullar bağımsızdır. Böyle, hükûmetin
talimatıyla çalışması gerektiği anlayışının olduğu bir yönetimde -gene
söyleyeyim, geçici de olsa- tehlikelidir bunlar. Dolayısıyla, bu Kurulun
bağımsızlığı nasıl teşkil edilecek, onu da anlayamadım. Bu bakımdan, bu Kurula,
özellikle araştırma nedeniyle böyle engel çıkarma olanağının, yetkisinin
verilmesini sakıncalı buluyorum.
Yine, Sayın Bakan buradaki konuşmada, bu araştırmayla ilgili
endişeleri gidermek için “On beş gün içerisinde izin verilecek.” dedi. Oysa, 3’üncü maddenin 4’üncü fıkrasında 90+15 yani
Bakanlıkta 90, kurulda 15. 90 + 15; 105 gündür, üç buçuk aydır. Bu konudaki
bilimsel araştırmalarda üç buçuk ay son derece önemlidir. Bu konuda, lütfen, bu
bilimsel araştırmalar konusunda bu kadar ürkek olmayalım, konu belki zülfüyâra
dokunsa da.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bu denetleme ve halka bilgi verme
konularının da sözü edildi, bunlara da değinmeden geçemeyeceğim.
Sayın Bakanın bizzat kendisinin bu yasa tartışmalarından ve geçen
sene çıkarılan Yönetmelik sırasında televizyondaki manzaralardan ve diğer bilgi
kirliliği konusundan memnun olmadığını görüyorum. “Halkı bilgilendireceğiz.”
dedi. Bundan sonra da bu bilgi kirliliğinin önlenmesi sağlanmadan halkın
bilgilendirilmesi için de ne yapılacağı burada görülemiyor. Bu konuda da eminim
hepimiz tatmin olmak ihtiyacındayız.
Değerli arkadaşlar, bu kadar önemli bir bilim dalında, birçok
bilim dalında geri kaldık, teknoloji dalında geri kaldık. Kime sorsanız,
çağımızın en önemli üç teknolojisinden biri biyoteknolojidir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bu konudaki araştırmalarda ülkemizin geri kalmasına izin vermeyelim,
önüne bürokratik engeller koymayalım.
Sayın Bakanın -bana gelen bilgiye göre, onu da buradan sormuş
olayım- bu konunun önde gelen bazı bilim insanlarıyla -üniversitelerden
aradılar beni- görüşmeyi reddettiği bana söylendi. Şimdi, böyle bir yaklaşım uygun
olur mu hem de böylesine önemli bir bilim ve teknoloji dalında? Dolayısıyla, bu
önergemizin kabul edilmesini, hem transite izin verilmemesini hem de bilimsel
araştırmaların bu kanun kapsamının dışında kalmasını bu önergeyle savunuyoruz.
Oylarınızla desteğinizi bekler, saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Coşkunoğlu.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge kabul edilmemiştir.
1’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… 1’inci madde kabul edilmiştir.
2’nci madde üzerinde iki önerge vardır, sırasıyla okutuyorum:
TBMM Başkanlığı’na
Görüşülmekte olan 473 sıra sayılı yasa tasarısının 2. maddesinin
(1). fıkrasının (z) bendinin sonundaki “Bilimsel
esaslara dayanarak yapılan çalışmaları” ifadesinin “Bilimsel esaslara dayanarak
yapılan tüm çalışmaları” şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
|
Ferit Mevlüt
Aslanoğlu |
Yaşar Ağyüz |
Orhan Ziya
Diren |
|
Malatya |
Gaziantep |
Tokat |
|
R. Kerim Özkan |
Rasim Çakır |
Ergün Aydoğan |
|
Burdur |
Edirne |
Balıkesir |
|
|
Zekeriya Akıncı |
|
|
|
Ankara |
|
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 473 sıra sayılı Biyogüvenlik Yasa Tasarısının
tanımlar başlıklı 2 nci maddesi içerisine eşik değer tanımının (ı) bendine bir
fıkra olarak aşağıdaki şekilde eklenmesin arz ve teklif ederiz.
|
Zeki Ertugay |
Mehmet Şandır |
Abdülkadir
Akcan |
|
Erzurum |
Mersin |
Afyonkarahisar |
|
Şenol Bal |
Alim Işık |
Metin Çobanoğlu |
|
İzmir |
Kütahya |
Kırşehir |
“Eşik değer: Kabul edilebilir üst sınırdır.
Gıda veya yem, GDO’lardan biri ya da birkaçını toplamda en az %
0,9 oranında içeriyor ise, GDO’lu olarak kabul edilir. % 0,5’ten fazla izin
verilmeyen GDO içermesi hâlinde ithaline, işlenmesine, nakline, dağıtımına ve
satışına izin verilmez.”
BAŞKAN – Komisyon son okunan önergeye katılıyor mu?
TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ MEHMET ERDOĞAN
(Adıyaman) – Son önergeye katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) –
Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Kim konuşacak?
OKTAY VURAL (İzmir) – Şenol Bal.
BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Bal. (MHP sıralarından alkışlar)
ŞENOL BAL (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşülmekte olan 473 sıra sayılı Biyogüvenlik Yasa Tasarısı’nın 2’nci
maddesine eklenmek üzere biraz önce de okunduğu gibi -ama ben tekrar okumayı
uygun görüyorum- bir değişiklik önergesi vermiş bulunmaktayız. Yüce Meclisi
saygıyla selamlarım.
2’nci maddesi içine ilave edilmesini istediğimiz “Eşik değer
-biyogüvenlikte kullanılan bir kavram tabii ki- kabul edilebilir üst sınırdır.
Gıda veya yem, GDO’lardan biri ya da birkaçını toplamda en az %
0,9 oranında içeriyor ise, GDO’lu olarak kabul edilir. % 0,5’ten fazla izin
verilmeyen GDO içermesi hâlinde ithaline, işlenmesine, nakline, dağıtımına ve
satışına izin verilmez.” şeklinde 2’nci maddeye bir ilave konmasının uygun
olacağını ifade ediyoruz.
Şimdi, değerli milletvekilleri, Avrupa Birliğindeki yasal
düzenlemelere baktığımızda, biliyorsunuz, Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi
denilen EFSA tarafından yapılmaktadır. Avrupa Birliğine üye ülkelerin tümünde
yürürlüğe giren yasa ve yönetmeliklere göre, içeriğinde binde 9’dan daha yüksek
oranda genleri değiştirilmiş madde bulunan gıda ürünleri üzerinde etiket
bulundurma zorunluluğu getirilmiştir ki GDO’lu mısırdan elde edilen glikoz
şurubu içeren gıda ürünleri, çikolatalı ürünler, bira ve şaraplar da bu kapsama
dâhildir. Avrupa Birliği tüketicilerinin bu ürünlere kuşkuyla bakmaya devam
etmelerinin bir sonucudur ki bugün önemli şekerleme ve çikolata firmaları olan
Unilever ve Cadbury kendi üretim hatlarında GDO kullanımını yasaklamışlardır.
Değerli milletvekilleri, Avrupa Birliği GDO politikasında risk
hadisesine “masumiyeti ispatlanana kadar suçlu” olarak bakmaktadırlar. Avrupa
Birliğinde GDO’lu ürünlerin tüketimine, etiket bilgilerinde belirtilmesi
koşuluyla izin verilmektedir. Yine, Avrupa Birliği yasalarında, GDO’ların
etiketlenmesi ve izlenebilirliğine dair regülasyon
1830/2003’e göre, GDO içerikli maddelerden türetilmiş tüm yem ve gıdalar, son
üründe GDO olup olmadığına bakılmaksızın etiketlenmek zorundadır.
Sayın milletvekilleri, GDO’lu ürünlerin ülkeye girişinde,
tüketicinin alacağı üründe GDO olup olmadığını bilmesi, seçimini kendi inisiyatifine göre yapabilmesi tüketicinin en temel
hakkıdır. Türk Gıda Kodeksi mevzuatında GDO’lu ürünler tanımlanmalı ve insan
sağlığına olası zararları konusunda uyarıcı etiketler olmalıdır. Bu yüzden, bu
vermiş olduğumuz değişiklik önergesinde… Bu “eşik değeri” bu tasarıda mutlaka
tanımlanmalı ve ürün ve nihai ürün bazında değişken olarak değil, tek bir değer
olarak, Avrupa Birliğindeki değer baz alınarak
belirlenmelidir. Bu tasarıda “eşik değeri” ayrıca, Kurulun görüşü alınarak
nihai kararı Bakanlığın verdiği ifade ediliyor 8’inci maddenin 1’inci
fıkrasında. Bu da bu sınırların nasıl çizileceği de meçhul olacağından Kurula
bırakılmasının uygun olacağını düşünüyoruz.
Bu şartlarda biyogüvenlik yasasının daha anlamlı ve daha kontrollü
olabilmesi için bu önergemizin desteklenmesinin iyi olacağını ifade ediyor,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Bal.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yeter sayısı istiyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Bakacağım efendim.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum, karar yeter sayısı arayacağım.
Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
İki dakika süre veriyorum, oylamayı elektronik cihazla
tekrarlıyoruz.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Karar yeter sayısı yoktur.
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati:18.44
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 18.59
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran
Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN
(Bingöl), Murat Özkan (Giresun)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
74’üncü Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.
İzmir Milletvekili Şenol Bal ve arkadaşlarının önergesinin
oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi önergeyi yeniden oylarınıza
sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.
Elektronik cihazla oylama yapacağım.
Bunun için iki dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Önerge kabul edilmemiştir, karar yeter sayısı da vardır.
Şimdi, 473…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, biraz sessiz olursanız.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, gündemle ilgili bir şey
söylemek istiyorum.
Gündemde, görüşülen 473 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın temel kanun
olduğuna dair bir açıklama yok efendim.
BAŞKAN – Anlayamadım efendim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, bakın…
BAŞKAN – Lütfen oturursanız, mikrofonu açayım. Bir söz
istiyorsunuz herhâlde. Kısa bir açıklama mı istiyorsunuz yerinizden?
KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, 473 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın
temel kanun olduğuna dair bir açıklama yok gündemde.
BAŞKAN – Lütfen oturunuz, size iki dakika söz vereyim, ne
istiyorsanız…
IV.- AÇIKLAMALAR (Devam)
6.- Tunceli Milletvekili Kamer
Genç’in, 473 sıra sayılı Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı’nın temel kanun olduğuna
dair gündemde bir açıklama bulunmadığından, temel kanun olarak
görüşüle-meyeceğine ilişkin açıklaması
KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, Sayın Başkanım, şimdi, gündeme
bakıyoruz, gündemde, görüşülmekte olan 473 sıra sayılı Yasa Tasarısı’nın temel
kanun olduğuna dair bir açıklama yok, temel kanun olarak 471 sıra sayılı Kanun
Tasarısı var.
Şimdi, Meclis Başkanı gidip de birtakım işlerle uğraşacağına evvela
bu gündemi doğru dürüst düzenlesin. Yani, şimdi, ben yeni geldim. Dün de
yoktum, bir görev dolayısıyla bir başka yerde bulunuyordum. Geldim şimdi,
baktım, 471 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre
temel kanun sayılacağına dair bir gündem maddesi var ama 473 sıra sayılı Kanun
Tasarısı’nın temel kanun olduğuna dair bir ifade yok gündemde. Dolayısıyla,
bunu temel kanun olarak görüşemezsiniz.
OKTAY VURAL (İzmir) – Doğru söylüyor, yanlış yazılmış orada.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Yani, gündemi düzenleme yetkisi Meclis
Başkanına ait, Meclis Başkanı da çok havai işlerle uğraşıyor, gündemle
uğraşmıyor. Evvela, gelsin, doğru dürüst, gündemle uğraşsın. Yani, burada bir
maddi hata mı var? Maddi hata yoksa, o zaman, bu 473
sıra sayılı Kanun Tasarısı’nı temel kanun olarak görüşemezsiniz. 473 sıra
sayılı Kanun Tasarısı’nın, gündemde, “Danışma Kurulu Önerileri” bölümünde temel
kanun olduğuna dair bir hüküm bulunmazken neden bunu temel kanun olarak
görüşüyorsunuz, onu öğrenmek istiyorum efendim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Genç.
Şimdi, kabul edilen Danışma Kurulu önerisinde 473 olarak geçiyor,
içeride, 4’üncü sayfada, 4’üncü sırada 473 olarak geçiyor ve burada temel kanun
olarak görüşüleceği de geçiyor. Sanıyorum 471, gündem kapağında yazılırken
sehven olmuş bir şey. Arkadaşlardan rica ederiz bir daha böyle bir şeyi
yapmamalarını. Lütfen…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ama gündem, Meclis Başkanının
düzenleyeceği bir şey. Olmaz ki Sayın
Başkanım, Meclis Başkanı görevini yapsın.
BAŞKAN – Evet, maddi bir hata, sehven olmuştur. Teşekkür ederiz
uyardığınız için. Bundan sonra arkadaşlarımız daha titiz bakacaklardır.
Teşekkürler.
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri
(Devam)
4.- Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı
ile Çevre, Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler, Avrupa Birliği Uyum ile
Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonları Raporları (1/789) (S. Sayısı: 473)
(Devam)
BAŞKAN – Şimdi, 473 sıra sayılı Tasarı’nın görüşmelerine devam
ediyoruz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
2’nci madde üzerinde iki önerge vardı, birisini oyladık reddoldu.
Şimdi diğer önergeyi okutuyorum:
TBMM Başkanlığı’na
Görüşülmekte olan 473 sıra sayılı yasa tasarısının 2. maddesinin
(1). fıkrasının (z) bendinin sonundaki “Bilimsel
esaslara dayanarak yapılan çalışmaları” ifadesinin “Bilimsel esaslara dayanarak
yapılan tüm çalışmaları” şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Ferit Mevlüt Aslanoğlu (Malatya) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ MEHMET ERDOĞAN
(Adıyaman) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) –
Katılıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Konuşacak mısınız efendim?
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Konuşacağım Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Aslanoğlu.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, çok değerli
milletvekilleri; hepinize saygılar sunarım. Teşekkür ederim önergeme
katıldınız. Bir açıklama yapmak istiyorum.
Arkadaşlar, bu maddenin en sonunda “Sosyo-ekonomik Değerlendirme”
ifadesi var. Sosyoekonomik değerlendirmenin bilimsel şekilde “bilimsel esaslara
dayanarak” yerine “tüm” kelimesi önemli, teşekkür ederim. Ancak, Sayın Bakan,
olayda sosyoekonomiklik var, bilimsellik var, değerlendirme var ve genetiği
değiştirilmiş organizma var, biyogüvenlik var.
Sayın Bakan, benim genetiğim bozuldu, biyogüvenliğim yok.
Malatya’da kayısılar dondu bu gece, yok. Malatya halkının, dün gece sabaha
karşı, Yazıhan-Akçadağ bölgesindeki herkesin biyogüvenliği tehlikeye girdi,
genetiği bozuldu. Bilimsel diyoruz, bilimsel diyoruz, artık 2090 sayılı Yasa’yı
çalıştırmıyorsunuz hiçbir zaman. Bilimsel diyoruz, çiçek döneminde, bilimsel
verilerle, bir kere TARSİM, her nedense çiçek dönemini, kayısıyı dona karşı
korumuyor, sigorta altına almıyor Sayın Bakan. Genetiğimiz bozulmuştur,
biyogüvenliğimiz yoktur.
Sayın Bakan, ekmeğimiz gitmiştir. Dün gece sabaha karşı önemli bir
bölgede kayısımız yok olmuştur. Her defa söyledik, mutlaka sigortanın… Sigorta,
mutlak ürünleri sigorta yapar ama her nedense “Kayısının çiçek dönemini
yapmıyorum.” diyor. Arkadaş, sen sigortaysan… İlla ki havalar iyileşecek, güneş
doğacak, havalar ısınacak “Ben, kayısıyı sigorta yapıyorum.” diyeceksin. Kayısı
o saatten sonra donmuyor ki neyini sigorta yapıyorsun?
Mutlaka bu sigorta konusunda Bakanlığın teknik bir şeyi yok ama
TARSİM size bağlı bir kurum. Dünyada çiçek dönemini kapsayan sigortalar var
Sayın Bakan. Burada ilk sigorta kurulurken “olmaz” dedi arkadaşlar. Araştırdık,
dünyanın her tarafında çiçek dönemini de kapsayan sigorta var. Yani ekmeğimiz
yok oluyor, güvenliğimiz gitti, ekmeğimiz gitti.
Ben, bir kez daha, bu sene artık… TARSİM kurulduğu sene Malatya’da
18 bin kişi sigorta yaptırmıştı, TARSİM’e en büyük desteği vermişti ama
maalesef artık biz TARSİM’e de inanmamaya başladık. TARSİM bir işimize
yaramıyor artık. Sadece çağla dönemini kapsıyor, o saatten sonra donmuyor. O
zaman don olayına karşı TARSİM bizi niye kandırıyor, niye bizi sigorta ediyor?
Sayın Bakan, biyogüvenlik yasası görüşülürken bunu konuşmak benim
için hakikaten çok üzüntülü bir olgu. Bugün tüm telefonlar bunun için geldi.
Perşembe günü sabaha karşı, yani yarın akşam, cumaya bağlayan gece eksi 6
derece olacak diyorlar, donmayan bölgelerin hepsi gidecek diyorlar.
Ben, tüm Meclisin ve hepinizin dikkatine sunuyorum.
Teşekkür ederim, saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Aslanoğlu.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge kabul edilmiştir.
Kabul edilen bu önerge doğrultusunda 2’nci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3’üncü madde üzerinde iki önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 473 sıra sayılı Biyogüvenlik Yasa Tasarısının
“Başvuru, değerlendirme ve karar verme” başlıklı 3 üncü maddesinin 10 uncu
fıkrasının,
“GDO ve ürünlerinin transit geçişinde her bir geçiş için Bakanlıktan
izin alınması zorunludur. Transit geçişlerin, herhangi bir risk taşımadığı
bilimsel komitelerce onaylanmış olmak şartıyla Bakanlık tarafından verilen
yazılı izinde belirtilen koşullara ve 27/10/1999
tarihli ve 4458 sayılı Gümrük Kanununa uygun olarak gerçekleştirilir.”
Şeklinde,
11 inci fıkrasının;
“Araştırma yapmaya yetkili kuruluşlar ve üniversiteler tarafından
bilimsel araştırma amacıyla ithal edilecek GDO ve ürünleri için Bakanlığa bilgi
verilir. Araştırma amaçlı olan GDO ve ürünleri ile genetiği değiştirilmiş
mikroorganizmaların kapalı alanda kullanımı için, faaliyeti yürüteceklerin
kapalı alanda kullanım koşullarını ve standartlarını karşılaması ve kaza ile
çevreye yayılması durumunda uygulanabilecek tedbirlerin mevcut olması gerekir.
Araştırma amaçlı yapılacak faaliyet ve sonucundan Bakanlığa bilgi verilmesi
zorunludur.” Şeklinde,
16 ncı fıkrasının
“Başvuru sahibi, geçerlilik süresi dolmadan en az bir yıl önce
Bakanlığa müracaat ederek uzatma talep edebilir. Bu talep Kurul tarafından altı
ay içerisinde değerlendirilip sonuçlandırılır ve sonuç başvuru sahibine
bildirilmek üzere Bakanlığa gönderilir.” Şeklinde değiştirilmesini arz ve
teklif ederiz.
|
Zeki Ertugay |
Oktay Vural |
Cemaleddin Uslu |
|
Erzurum |
İzmir |
Edirne |
|
|
M. Akif Paksoy |
|
|
|
Kahramanmaraş |
|
OKTAY VURAL (İzmir) – “Metin Çobanoğlu…” dört tane okudu.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Biyogüvenlik Kanun Tasarısının Temel Esaslar
Bölümünün Başvuru, değerlendirme ve karar verme başlığı altındaki 3. Maddesinin
10 ve 11. fıkrasının metinden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
|
Vahap Seçer |
Ferit Mevlüt
Aslanoğlu |
Şevket Köse |
|
Mersin |
Malatya |
Adıyaman |
|
Tayfur Süner |
Rasim Çakır |
Metin
Arifağaoğlu |
|
Antalya |
Edirne |
Artvin |
|
|
Osman
Coşkunoğlu |
|
|
|
Uşak |
|
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ MEHMET ERDOĞAN
(Adıyaman) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Hükûmet?
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) –
Katılmıyoruz Sayın Başkan.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım, bizim ilk önergede dört
milletvekilinin ismini okudu. Eğer dört milletvekili varsa o zaman önergenin
işleme konulmaması gerekiyor. Beş milletvekilinin imzası var.
BAŞKAN – Beş tane var efendim. Tekrar bir daha okuyacak efendim,
hatasını düzeltir.
OKTAY VURAL (İzmir) – Hayır, orada da bütün milletvekilleri
okunmuyor, sadece ilk imza sahibi okunuyor, işleme konuluyor.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz.
Sayın Çakır, buyurunuz efendim.
RASİM ÇAKIR (Edirne) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Cumhuriyet Halk
Partisi önergesiyle ilgili söz aldım. Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu konuya genel bir açıdan bakacak
olursak, basit bir biçimde, dünyada tohumların geniyle oynayarak üretimi artırma
ihtiyacında, nüfusun artması, üretilen gıdanın nüfusa yetmemesi gibi bir
gerekçeyle hareket ediliyor ama sonuca bakarsak, dünyada hâlâ genlerle oynanıp
üretim artışı sağlanmış olmasına rağmen bugün açlıktan ölen binlerce insanın
olduğunu da hep beraber görüyoruz. Yani az önce
iktidar partisi adına, grup adına konuşan arkadaşımız da ifade etti, “Dünyada
tarımsal üretimi artırmaktan ziyade üretimin paylaşımıyla ilgili bir sorun
var.” diye burada söyledi; ben de onun sözüne atıfta bulunarak söylüyorum,
demek ki genlerle oynanıp üretimin artırılması dünyada açlığı bitirmiyor, tam
tersine açlık devam ediyor.
Böyle olurken, diğer taraftan bakıyorsunuz, geniyle oynanmış
üretim… Kim yapıyor bunu? Yani normal çiftçiler mi yapıyor? Hayır. Dünyada
bilinen, uluslararası tekel durumunda olan firmalar yapıyor. Yani geniyle
oynanmış üretimden para kazanan, geçimini devam ettiren tabandaki basit
çiftçiler değil. Tabii, dolayısıyla konu, insanın gıda güvenliği ve gıda
gereksinimini sağlamanın ötesinde sadece ve sadece ticaret olayına, ticarette,
gıdada tekelleşme olayına dayanan bir konu hâline maalesef geliyor.
Şimdi burada yine grup adına konuşan arkadaş dedi ki: “Bu kanun
Avrupa Birliği ülkelerinde çıkacak ama orada öyle güçlü sivil toplum örgütleri
var ki orada gündeme bile gelmiyor siyasi risk taşıdığı için.” Ama maalesef,
ülkemizde bu kanuna “hayır” diyecek bir sivil toplum muhalefeti bile
bırakmadığınız için, AKP aleyhine yazı yazan köşe yazarlarını bile tehdit
ederek susturduğunuz için, bu kanun, bu ülkenin üreticilerinin, bu ülkenin
tüketicilerinin aleyhine olmuş olmasına rağmen, sessiz sedasız bir biçimde
konuşularak bu Parlamentodan geçiyor. İşte, bu da Türkiye demokrasisinin hangi
noktaya geldiğini gösteren bence çok önemli bir gelişme, çok önemli bir
gösterge.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, maalesef, bu yasa Sağlık Komisyonunda
-görüşülürken- iki saatte geçiyor. Burada Tam Gün Yasası konuşuluyor, Sağlık
Komisyonu toplanıyor, iki saatte geçiyor. Yani bu yasanın insan sağlığıyla
ilgili oluşturabileceği tehditleri bu Parlamento yeteri kadar tartışmadan
Sağlık Komisyonunda, Genel Kurulun gündemine geliyor.
Bir önemli nokta da Çevre Komisyonunda bu yasa -tali komisyon
olduğu için- yeteri kadar tartışılmadan bu Parlamentonun gündemine geliyor.
Neden? Çünkü dünyada gen teknolojisi gelişmeye başladığı noktada, dünya,
dünyadaki uluslar sulak alanların koruma altına alınmasını bir prensip olarak
kabul etmişler ve Ramsar Sözleşmesi ile sulak alanları koruma altına almışlar.
Neden? Çünkü doğal tohumun orada olacağını bilerek sulak alanların korunması
gerektiğine inanmışlar. Ama Çevre Komisyonunda bir arkadaşımız çıkıp da bu
konuyla ilgili bir kelime konuşmamış. Eğer gen teknolojisiyle, genlerle
oynuyorsak sulak alanları muhafaza etmemiz lazım ama maalesef Türkiye’de sulak
alanların kirletilmesi, sulak alanların yok edilmesi, tarıma açılması
noktasında İktidarınızın çok ciddi zafiyetleri ve eksikleri olduğunu
düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım, maalesef, ABD, önce genlerle oynayarak,
tohumların genleriyle oynayarak…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
RASİM ÇAKIR (Devamla) – …üretimini, GDO’lu üretimi artırmış, daha
sonra Türkiye’ye gelmiş, Türkiye’de bir 12 Eylül yapmış. Ondan sonra “Millî
görüşçüyüm” diyen siyaset adamlarının genleriyle oynamış, biraz da, kendini
daha önce sosyal demokrat veya milliyetçi muhafazakâr diye tanımlayan siyaset
adamlarının da genleriyle oynamış, genleriyle oynanmış bir siyaset oluşturulmuş
ve bu türden yasalar Türkiye Cumhuriyeti Parlamentosunun önüne gelmeye
başlamış.
AHMET YENİ (Samsun) – Ne anlatıyorsun?
RASİM ÇAKIR (Devamla) – Maalesef böyle.
Bugüne kadar GDO’lu ürünün ithalatı çok net bir biçimde Türk
köylüsünün aleyhinedir. Türk köylüsü GDO’lu ürünle üretim yaparak rekabet etme
şansına sahip değildir. GDO’lu ürünün ithalatının serbest bırakılması, köylünün
yoksullaşması, köylünün üretiminin zayıflaması demektir. Göz göre göre böyle
insan sağlığına zararlı bir yasa teklifine de, bugüne kadar genleriyle
oynanmasına hiç müsaade etmeyen bir siyaset adamı olarak benim “Evet” demem
mümkün değildir.
Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Çakır.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 473 sıra sayılı Biyogüvenlik Yasa Tasarısının
“Başvuru, değerlendirme ve karar verme” başlıklı 3 üncü maddesinin 10 uncu
fıkrasının,
“GDO ve ürünlerinin transit geçişinde her bir geçiş için
Bakanlıktan izin alınması zorunludur. Transit geçişlerin, herhangi bir risk
taşımadığı bilimsel komitelerce onaylanmış olmak şartıyla Bakanlık tarafından
verilen yazılı izinde belirtilen koşullara ve 27/10/1999
tarihli ve 4458 sayılı Gümrük Kanununa uygun olarak gerçekleştirilir.”
Şeklinde,
11 inci fıkrasının;
“Araştırma yapmaya yetkili kuruluşlar ve üniversiteler tarafından
bilimsel araştırma amacıyla ithal edilecek GDO ve ürünleri için Bakanlığa bilgi
verilir. Araştırma amaçlı olan GDO ve ürünleri ile genetiği değiştirilmiş
mikroorganizmaların kapalı alanda kullanımı için, faaliyeti yürüteceklerin
kapalı alanda kullanım koşullarını ve standartlarını karşılaması ve kaza ile
çevreye yayılması durumunda uygulanabilecek tedbirlerin mevcut olması gerekir.
Araştırma amaçlı yapılacak faaliyet ve sonucundan Bakanlığa bilgi verilmesi
zorunludur.” Şeklinde,
16 ncı fıkrasının
“Başvuru sahibi, geçerlilik süresi dolmadan en az bir yıl önce
Bakanlığa müracaat ederek uzatma talep edebilir. Bu talep Kurul tarafından altı
ay içerisinde değerlendirilip sonuçlandırılır ve sonuç başvuru sahibine
bildirilmek üzere Bakanlığa gönderilir.” Şeklinde değiştirilmesini arz ve
teklif ederiz.
Zeki
Ertugay (Erzurum) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ MEHMET ERDOĞAN
(Adıyaman) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Hükûmet?
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) –
Katılmıyoruz Sayın Başkan.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Uslu konuşacak.
BAŞKAN – Sayın Uslu, buyurunuz efendim. (MHP sıralarından
alkışlar)
CEMALEDDİN USLU (Edirne) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşülmekte olan 473 sıra sayılı Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı’nın 3’üncü
maddesiyle ilgili olarak verdiğimiz değişiklik önergesi hakkında görüşlerimi
açıklamak üzere söz aldım. Sizleri saygılarımla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, genleri bir canlıdan alıp bir başka
canlıya nakletme işine “genetiği değiştirilmiş organizma” denilmektedir. GDO
teknolojisiyle amaç: Sıcağa, soğuğa, böceklere ya da virüslere karşı dirençli
yeni türler yetiştirerek çok daha fazla ürün elde edilmesi ve besin
değerlerinin artırılması hedeflenmektedir. Ancak genetiği değiştirilmiş
gıdaların sağlığa zararları tüm dünyada tartışma konuları arasında önemli yer
tutmaktadır. Canlıların sağlığı ve geleceği dikkate alındığında, bu yasa
tasarısı, insanlar, hayvanlar, bitkiler ve çevre açısından hayati öneme
sahiptir, çok dikkat edilerek çıkarılması gereken bir yasadır.
Tasarının gerekçesi incelendiğinde, bilimsel ve teknolojik
gelişmeler çerçevesinde modern biyoteknoloji kullanılarak elde edilen genetik
yapısı değiştirilmiş organizmalar ve ürünlerinden kaynaklanabilecek risklerin
engellenmesi, canlıların, çevrenin ve biyolojik çeşitliliğin korunması ve sürdürülebilirliğinin
sağlanması amacıyla biyogüvenlik sisteminin kurulması, uygulanması ve
faaliyetlerin denetlenmesi ve izlenmesiyle ilgili usulleri belirlediği
belirtilmektedir.
Yine tasarının gerekçesinde, genetik yapısı değiştirilmiş
organizmaların insan, hayvan ve bitki sağlığı ile çevre ve biyolojik çeşitlilik
üzerindeki etkileri konusunda bilimsel çevrelerde tartışmaların devam etmekte
olması nedeniyle biyogüvenliğin bir bütün olarak ele alınması, sınırlarının ve
esaslarının çok iyi belirlenmiş biyogüvenlik kurallarına ihtiyaç olduğu ifade
edilmiştir. Tasarının amacının GDO’yu serbest bırakmak değil, bilimsel
çevrelerde tartışmaların devam etmekte olması nedeniyle, oluşması muhtemel
riskler konusunda insanı ve çevreyi korumak olduğu açıkça ifade edilmiştir.
Tasarının 3’üncü maddesinin onuncu fıkrasında, GDO ve ürünlerinin
transit geçişinde her bir geçiş için Bakanlıktan izin alınması zorunluluğu
getirilmiştir. Ancak, uygulamada bu GDO’lu ürünlerin risk taşıyıp taşımadıkları
yönünde bilim komitelerince verilecek bilimsel bir kararın bulunması şartının
aranmaması bir eksiklik olarak göze çarpmaktadır. Ülkemizce onaylanmayan bir
GDO ve ürünlerinin ülkemizden transit olarak geçerken yaşanacak bir kaza ya da
başka bir olumsuzluk sonucu ortaya telafisi mümkün olmayan büyük zararlar
çıkabilecektir. Bu nedenle, insanlar, hayvanlar, bitkiler ve çevre açısından
oluşabilecek riskleri ve tehlikeyi en aza indirebilmek için transit geçişlerde
mutlaka bilimsel komitelerce hazırlanacak raporlar doğrultusunda müsaade verilmelidir.
Aksi takdirde iş işten geçmiş olacaktır.
Tasarının 3’üncü maddesinin 11’inci fıkrasında, ticari amaçlarla
yapılacak ithalat ve araştırma yapmaya yetkili kuruluşların ve üniversitelerin
bilimsel araştırma yapmak amacıyla yapacakları ithalatta aynı prosedürün uygulandığı görülmektedir. Bu durum, araştırma
kuruluşları ve üniversitelerimizin bilimsel çalışmalarının önünü
tıkayabilecektir. Ülkemizde yürütülen bilimsel çalışmalara destek olunabilmesi
ve bu alanda dışa bağımlılığın azaltılması bakımından Bakanlığa bilgi verilmesi
yeterli olmalıdır.
Yine tasarının 3’üncü maddesinin 16’ncı fıkrasında başvuru,
sahibinin geçerlilik süresi dolmadan en az bir yıl önce Bakanlığa müracaat
ederek uzatma talep edebileceğini belirterek bu talebin Kurul tarafından
değerlendirileceğini ve sonuca bağlanacağını düzenlemiş, ancak bu taleplerin
Kurul tarafından hangi sürede sonuçlandırılacağı açık olarak hükme
bağlanmamıştır. İzin süresinin bitimi sonrasında dahi, önceden belirli süre
için alınan iznin belirsiz bir şekilde uzamasına yol açacaktır. Böyle bir
durumun ise suistimallere ve keyfîliğe sebep olabileceğini düşünmemiz gerekir.
Bu eksikliklerin giderilmesi için vermiş olduğumuz önergenin
desteklenmesini bekliyor, bu vesileyle sizleri bir kez daha saygılarımla selamlıyorum.
(MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Uslu.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge kabul edilmemiştir.
3’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… 3’üncü madde kabul edilmiştir.
4’üncü madde üzerinde iki önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 473 sıra sayılı yasa tasarısının 4. maddesinin
(5) fıkrasının “Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar öncelikle çıkartılacak
yönetmelikle düzenlenir.” şeklinde değiştirilmesini arz ederiz.
Saygılarımızla.
|
Ferit Mevlüt
Aslanoğlu |
Orhan Ziya
Diren |
R. Kerim Özkan |
|
Malatya |
Tokat |
Burdur |
|
Rasim Çakır |
Zekeriya Akıncı |
Ergün Aydoğan |
|
Edirne |
Ankara |
Balıkesir |
|
Tayfur Süner |
|
Osman Kaptan |
|
Antalya |
|
Antalya |
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 473 sıra sayılı Biyogüvenlik Yasa Tasarısının
Risk değerlendirme, sosyo-ekonomik değerlendirme ve risk yönetimi başlıklı 4
üncü maddesinin 4 üncü fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkranın ilave
edilmesini arz ve teklif ederiz.
“Risk değerlendirme veya sosyo-ekonomik değerlendirme sonuçlarının
her ikisinin de olumlu sonuç içermesi zorunludur.”
|
Zeki Ertugay |
Mehmet Şandır |
Mehmet
Serdaroğlu |
|
Erzurum |
Mersin |
Kastamonu |
|
Abdülkadir
Akcan |
M. Akif Paksoy |
Alim Işık |
|
Afyonkarahisar |
Kahramanmaraş |
Kütahya |
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ MEHMET ERDOĞAN
(Adıyaman) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Hükûmet?
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) –
Katılmıyoruz Sayın Başkan.
OKTAY VURAL (İzmir) – Mehmet Serdaroğlu…
BAŞKAN – Sayın Serdaroğlu, buyurunuz efendim. (MHP sıralarından
alkışlar)
MEHMET SERDAROĞLU (Kastamonu) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Biyogüvenlik Kanun Tasarısı’nın 4’üncü maddesinde verdiğimiz önerge üzerine söz
aldım. Sizleri saygıyla selamlıyorum.
Gıda fiyatlarında yaşanan artışlar nedeniyle gıda üretiminin
artırılması stratejik bir önem kazanmıştır ancak bu artışın GDO'lu ürünlerle
sağlanması, insan, hayvan, bitki sağlığı ve çevre üzerinde pek çok riski de
beraberinde getirecektir. Daha önceki sabıkalarınızı da göz önüne aldığımızda
bu tasarı bizde bazı şüpheler uyandırmaktadır. Soruyorum: Gerçekten, GDO'lu
ürünlerin ülkemize girmesine gerek var mıdır? Acaba, Hükûmet her zaman yaptığı
gibi büyük şirketlerin çıkarları doğrultusunda mı hareket etmektedir?
Değerli milletvekilleri, organik ürünlerin büyük önem kazandığı
bir dönemde biyolojik çeşitliliğimizi, çevre, hayvan ve insan sağlığımızı hiç
tehlikeye atmadan bu GDO işine hiç bulaşmamak daha doğru olmaz mı?
Türkiye’de üretilen tarımsal ve hayvansal ürünlerin bütün dünyada
“GDO'suz” bilinerek marka olması, Türk ürünlerine dünya pazarında mutlaka bir
üstünlük sağlayacaktır.
Değerli milletvekilleri, ülkenin en temel sektörü olan tarım büyük
bir darboğazın içindeyken Türk çiftçisi de zor günler geçirmektedir. Ürettiğini
pahalıya mal eden, ithal ürünlerle rekabet edemeyen, ucuza ve hatta zararına
mal satan çiftçimiz, tek kelimeyle perişan hâldedir. İktidarın yanlış tarım
politikaları sonucu tahıl üreticisi hâlinden memnun değildir, narenciye
üreticisi, pamuk üreticisi, fındık üreticisi, zeytin üreticisi hâlinden hiç ama
hiç memnun değildir. Bunların hâllerine çare olacağınıza siz nelerle
uğraşmaktasınız. Siz GDO’yla uğraşırken her yıl biraz daha fakirleşen çiftçimiz
ise toprağını terk ederek büyük şehirlere göç etmektedir.
Değerli milletvekilleri, hayvancılıktaki durum da bundan daha
vahimdir. Devri iktidarınızda ahırlar, meralar ve damlar bugün hayvansız
kalmış, hayvan varlığımız yüzde 50 azalmıştır, böylece et fiyatlarında fahiş ve
ucu açık artışlar ortaya çıkmıştır. Geçmişte tarımsal üretimiyle kendi kendine
yeten yedi ülkeden biri olarak gösterilen ülkemizde bugün çiftçimiz, bırakın
ülkeyi doyurmayı kendi karnını dahi doyuramaz konuma gelmiştir.
Merak ediyorum, Hükûmetin, sürekli açlık içinde yaşayan Afrika
ülkeleriyle stratejik ortaklık kurma arayışının altında ne vardır? Acaba Türk
çiftçisini açlık tehlikesiyle karşı karşıya bırakması mı vardır?
Girdi fiyatları devasa boyutlarda artarken buna karşın ürünü para
etmeyen ve bir de yılda 10 milyar doları bulan et ve tarım ithalatı karşısında
çiftçi ve besicinin yapacağı bir şey kalmamıştır. Artık sizin de dediğiniz
gibi, toprak çiftçinin ne gözünü ne de karnını doyurmaktadır. Soruyorum size:
Bu durumda köylü anasını da alıp nerelere gitsin?
Değerli milletvekilleri, tarımsal üretimimizi geleneksel
yapısından kurtararak hem kendi ülkemizi besleyecek hem de bütün dünyaya mal satan,
dolayısıyla zenginlik yaratan bir konuma kavuşturmak için alınabilecek çok
çeşitli tedbirler vardır. Ne getirip ne götüreceği, sağlıklı olup olmadığı
tartışma konusu olan GDO’lu ürünlerin ithalatıyla Türk çiftçisinin cebine
girecek parayı yabancı şirketlerin cebine koyacaksınız. Zaten yılda yaklaşık 10
milyar dolarlık tarım ürünü ithalatıyla sekiz yılda 80 milyar doları Türk
çiftçisinin cebinden alıp yabancı çiftçinin cebine koydunuz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
MEHMET SERDAROĞLU (Devamla) – Değerli milletvekilleri, Hükûmetin
ilk yapması gereken şey, gübre, mazot ve diğer girdilerdeki vergi oranlarını
sıfırlayıp çiftçinin üretim maliyetini düşürmektir. Sayın Tarım Bakanının
konuşmasından aldığım sonuç, GDO’lu ürünlerin ithalatıyla çiftçiye bir darbe
daha vurulacağıdır.
Umarım ve dilerim ki bu darbelerinizin karşılığı başta çiftçiler
olmak üzere toplumun tüm kesimlerince seçim sandığında cevap bulacaktır diyor,
hepinize saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Serdaroğlu.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yeter sayısı istiyorum.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.
On dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 19.34
ALTINCI OTURUM
Açılma Saati: 19.43
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran
Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN
(Bingöl), Murat Özkan (Giresun)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
74’üncü Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.
Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve arkadaşlarının
önergesinin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi önergeyi tekrar
oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.
Şimdi, 473 sıra sayılı Tasarı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 473 sıra sayılı yasa tasarısının 4. maddesinin
(5) fıkrasının “Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar öncelikle
çıkartılacak yönetmelikle düzenlenir.” şeklinde değiştirilmesini arz ederiz.
Saygılarımızla.
Osman
Kaptan (Antalya) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu efendim?
TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ MEHMET ERDOĞAN
(Adıyaman) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Hükûmet?
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) –
Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Özkan, buyurunuz efendim. (CHP sıralarından
alkışlar)
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak verdiğimiz önergeyi
desteklemenizi bekliyor, yüce Meclise saygılar sunuyorum.
Değerli milletvekilleri, vatandaşlarımızdan 7 kişiden 1’i işsiz,
çalışanlarımızın 5 kişisinden 1’inin işten çıkarıldığı bir ortamda biyogüvenlik
yasasını görüşüyoruz. Önemli bir gelişme elbette. Biyogüvenlik yasası olmalı ve
kanunlaşmalı. Çiftlikten çatala güvenli gıda ulaşmalı. Veteriner hekimler, gıda
mühendisleri, ziraat mühendisleri bu konuda duyarlı çalışmalar götürmeli ve
Tarım Bakanlığımız da bunları denetlemelidir. Ancak değerli arkadaşlarım,
ürettiği ürünü satamayan bir üretici kitlesiyle, üretilen ürünü tüketiciyle
buluşturamayan bir Bakanlıkla karşı karşıyayız. Sorun, ürünün üreticiyle
buluşturulmasıdır, acil iş budur. Bu sorunu çözmek Bakanlığın birincil
görevidir.
Değerli arkadaşlarım, daha dün sebze ve meyve yasasını geçirdik.
Bu yasayla ne değişti? Üretilen ürünlerin yüzde 5’i ihracata gidiyor ancak
yüzde 30’u çürümeye terk ediliyor, yüzde 65’i ise tüketiciyle buluşuyor. Bu
yüzde 30 gerçekten çok büyük bir rakam. Yüzde 5’le ihracat yapıyoruz, elma
üreticisi, portakal üreticisi, muz üreticisi, yaş meyve-sebze üreticisi mutlu
oluyor yüzde 5’le. Ama yüzde 30’unu, bu ülkede ürettiğimiz ürünü bir türlü
tüketiciyle buluşturamıyoruz, çürütüyoruz. O yüzde 5’in dolarını konuşuyoruz,
katkısını konuşuyoruz. Bu üretilen ürünlerin elektriği var, suyu var, mazotu
var, gübresi var, budaması var; var, var, var… Bunları başarmışız ama yüzde 30 üretimi
hâlâ üreticiyle tüketiciyle buluşturamıyoruz. Bakanlığımız bu konuda gerçekten
bir çalışma götürmelidir diye düşünüyorum. Bu tespitlerimizi de üzülerek
sizlerle paylaşıyorum.
Değerli arkadaşlar, bir konu da bugün Türkiye gündeminde fare.
Fareyi konuşmak zorundayız. Antalya’da, Burdur’da, Kırşehir’de, Isparta’da,
Afyon’da bu fare belası üreticimizi de kendinden bezdirdi. Bakanlığımız
geçmişte fare zehrini kendisi yapar, buğdayı zehirler bu zehri üreticiye
ücretsiz verirdi ama şu anda Bakanlıkta bu fare zehirleriyle ilgili ne muhatap
bulabiliyoruz ne de sorunun çözümü yönünde bir çalışma görüyoruz. Acilen,
bakın, üreticilerimiz… Kırşehir’den bir üreticimizle bugün beraberdim, ziraat
odaları yöneticisi, diyor ki: “Fareyle baş edemedim, en sonunda o tarlayı, o
bölgedeki tarlamı sattım.” Yani bu konuda Bakanlığımız, gerçekten, fare
zehriyle ilgili bir çalışma yapmalı ve bunu tüketiciyle, üreticiyle
buluşturmalıdır. Fare zehre bakıyor, zehir fareye bakıyor değerli arkadaşlarım
yani üretim kolay değil. O tarlalarla uğraşmak, o ürünü elde etmek, pazara
sunmak kolay değil. Bir de fareyle mücadele etmek... Bu konuda devletin sıcak
elini üreticilerimiz beklemektedir.
Ayrıca değerli arkadaşlarım, bu çinko fosforun kilosu 3 liradan şu
anda 6 liraya çıkmış durumda. Enflasyon düştü, yüzde 100 fare zehrinde bir
artış var. Bunun bir an önce değerlendirilmesini istiyorum, muhataplarını
duyarlılığa davet ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, ayrıca GDO’yla ilgili… Üretimini engelledik,
Türkiye’de GDO’lu ürünün üretimi yasak ancak GDO’lu ürünlerin kontrollü girişi
Türkiye’ye serbest. Onun da çok duyarlı bir şekilde takip edilmesi gerekiyor.
Aksi hâlde onlardan gelen... Gerçi GDO’lu ürünlerden, attığınız tohumlardan
ikinci bir ürünü elde edemiyorsunuz ama bu konudaki çalışma, şu sözde... Ben o
çalışmayı tebrik ediyorum. Hakkteâlâ her canlıya hak ettiği cevheri verdi.
Herkesin bir cevheri var. Eğer tırtılın iki dişi olsaydı, bütün ormanı yerdi.
Kedi haftada bir sefer uçabilseydi, serçelerin nesli biterdi. Kedi uçamaz ama
günlük bir tane serçeyi yakalar, bu cevherdir. Tırtılın dişi yoktur, bir et
parçasıdır tırtıl ama koca çamın gövdesine girer, odun ve soymuk borularını
hâlleder, yüz yıllık çamı devirir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız Sayın Özkan.
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Bu denge kurulmuştur. Gelecekte yine de GDO’lu ürünlerin bölgemize
girişinin engellenmesi yönünde çalışmalar yapılmasını temenni ediyor, yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP, AK PARTİ ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Özkan.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.
4’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... 4’üncü madde kabul edilmiştir.
5’inci madde üzerinde iki önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na
Görüşülmekte olan Biyogüvenlik Kanun Tasarısının Yasaklar başlığı
altındaki 5. Maddesinin 1. fıkrasının (ç) bendinden sonra gelmek üzere
aşağıdaki şekilde (d) bendinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
(d) GDO’lu ürünlerin bebek mamaları ve bebek formülleri, devam
mamaları ve devam formülleri ile bebek ve küçük çocuk ek besinlerinde
kullanılması.
|
Vahap Seçer |
Ferit Mevlüt
Aslanoğlu |
Şevket Köse |
|
Mersin |
Malatya |
Adıyaman |
|
Cevdet Erdöl |
Nevingaye
Erbatur |
Kemalettin
Aydın |
|
Trabzon |
Adana |
Gümüşhane |
|
Rasim Çakır |
Yılmaz
Helvacıoğlu |
Metin
Arifağaoğlu |
|
Edirne |
Siirt |
Artvin |
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 473 sıra sayılı Biyogüvenlik Yasa Tasarısının
“Yasaklar” başlıklı 5 inci maddesinin 1 inci fıkrasının “ç” bendinden sonra
gelmek üzere yeni bent olarak aşağıdaki bentlerin ilave edilmesini arz ve
teklif ederiz.
d- “Yetiştiricilik
ve çoğaltım amaçlı her türlü üretim materyalinin ithalatı yasaktır”
e- Antibiyotiğe
dirençlilik geni içeren materyalin ithalatı yasaktır.”
|
Zeki Ertugay |
Mehmet Şandır |
Ahmet Orhan |
|
Erzurum |
Mersin |
Manisa |
|
Abdülkadir
Akcan |
|
M. Akif Paksoy |
|
Afyonkarahisar |
|
Kahramanmaraş |
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ MEHMET ERDOĞAN
(Adıyaman) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Hükûmet?
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) –
Katılmıyoruz Sayın Başkan.
OKTAY VURAL (İzmir) – Ahmet Orhan Bey…
BAŞKAN – Sayın Orhan, buyurunuz efendim. (MHP sıralarından
alkışlar)
AHMET ORHAN (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
sözlerimin başında, özellikle iki gündür don felaketine maruz kalmış olan
Manisalı çiftçilere tekrar geçmiş olsun dileklerimi ileterek başlamak
istiyorum.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Ahmet Bey, Malatyalılar…
AHMET ORHAN (Devamla) – Evet, Malatyalı çiftçilere de geçmiş olsun
dileklerimi bu vesileyle iletiyorum.
Görüşülmekte olan 473 sıra sayılı biyogüvenlik kanununun 5’inci
maddesi 1’inci fıkrası üzerinde verdiğimiz değişiklik önergesi üzerine
görüşlerimi ifade etmek üzere söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle sizleri ve
aziz Türk milletini saygıyla selamlıyorum.
Bu kanun tasarısı Tarım ve Köyişleri Bakanlığınca hazırlanıp esas
komisyon olarak Tarım, Orman ve Köyişleri, tali komisyon olarak ise Çevre,
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Avrupa Birliği Uyum komisyonları
tarafından ele alınmıştır. Ancak muhalefet partileri temsilcisi milletvekillerinin
muhalefet şerhlerine konu olmuştur.
Kanun tasarısının Sağlık Komisyonunda görüşülmesinin iki saatlik
bir sürede tamamlandığı anlaşılmaktadır. Bu, son derece tehlikeli bir durumdur.
İnsan sağlığını doğrudan ilgilendirmesi gereken, tüm dünyada “Frankenstein
gıda” tanımlamalarına sebep olan GDO’lu ürünlerle ilgili kuralların
belirlendiği kanun tasarısının toplum sağlığı ve çevre açısından etraflıca ele
alınması beklenirdi.
Bilindiği gibi, bu konuda Türkiye'nin de imzaladığı Cartagena
Protokolü “ihtiyatlılık” ilkesi, üç yaşından küçük çocuklara ve bebeklere
GDO’lu ürünlerin verilmesini yasaklıyor. Bebekler GDO’lu gıdalardan korunurken
anne ve babaların korunmasına gerek yok mudur?
Sayın milletvekilleri, bu vesileyle bu kanunda GDO’lu ürün ihtiva
eden bebek mamalarının ülkemize girişi mutlak surette engellenmeli. Ayrıca da
kanunda bu durumun açıkça ifade edilmesi faydalı olacaktır.
Tüm dünyada biyoteknoloji, özellikle tarım ürünleri üretiminde
heyecan verici artışlar sağlayacağı, açlığa çare olacağı değerlendirmelerine
sebep olurken, şimdilerde, yarattığı tehditler nedeniyle büyük korku ve
kaygılara sebep olmaktadır.
Kanun tasarısının Mecliste ele alınış biçimi itibarıyla bile büyük
yanlışlar içerdiği maalesef orta yerdedir. Şüphesiz bu tehdidin en önemli
nedeni, büyük uluslararası sermayenin sınır tanımaz, önüne geçilmez kâr
hırsıdır.
Dünyada daha yaygın olarak üretim ve tüketime konu olan GDO’lu
tarım ürünleri dört ana başlıkta görülmektedir. Bunlar mısır, soya, kanola ve
pamuktur. Görüldüğü gibi, bugün itibarıyla yaygın GDO’lu ürünlerin hepsi aynı
zamanda yağlı tohum ihtiva etmektedir. Bu konu ülkemiz için son derece
önemlidir. Kendimiz yağlı tohum ürünlerinin neredeyse tüm türlerini
üretebilecek bir potansiyele sahipken, yanlış politikalar nedeniyle yılda 3
milyar dolarlık yağ ithalatı yapmak durumunda kalıyoruz. Bu Hükûmet
zihniyetiyle Türkiye'nin sürekli olarak borçlanmasının önüne geçilmesi mümkün
değildir.
Değerli milletvekilleri, dört ana başlıktan biri olan pamuk
tarımının üzerinde ayrıca durmak istiyorum. Pamuk, yarattığı yüksek katma
değer, tekstil, yağ üretimi, yem üretimi gibi birçok sektörü harekete geçirmesi
nedeniyle son derece stratejik bir üründür. Tüm bunlara rağmen, ülkemiz
içindeki üretimi açısından önemini kaybetmeye devam etmektedir. Maalesef, her
geçen yıl üretim miktarları düşüyor. Yalnızca Ege Bölgesi’ndeki pamuk ekim
alanları yüzde 80 gerilemiştir. Manisa’nın Saruhanlı ilçesinde 120 bin dönüm
seviyesindeki ekim alanları 2009 yılında 2 bin dönüm seviyesine gerilemiştir,
2010 yılında ise belki hiç ekim yapılmayacak. 1 milyon tonun üzerindeki üretim
350 bin ton seviyelerine gerilemiş, yıllar içinde 1 milyar 277 milyon dolar
seviyesinde ithalat yapmak durumunda kalınmıştır. Söz konusu ithalatın önemli
bir kısmı ABD’den yapılmakta olup GDO’lu olduğu ifade edilmektedir.
Bu tasarıyı görüştüğümüz tarih itibarıyla çiftçiler hangi tarım
ürününü ekeceğine karar verecektir, belki de tarımsal girdilerin fiyatlarındaki
yükseklik nedeniyle üretmekten vazgeçecektir. Enflasyonun ikili rakamlarla
ifade edildiği günümüzde aynı miktardaki destek primleriyle başta pamuk olmak
üzere tarımsal üretime devam edilmesi mümkün değildir. AKP Hükûmetini pamuk
destekleme primlerini yeterli seviyelere getirmesi konusunda ikaz ediyorum,
aksi takdirde dünyanın en kaliteli pamuklarının başında yer alan Ege pamuğu,
Türk pamuğu tarihe karışacak ve Türk çiftçisi sizleri hayırla yâd etmeyecektir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
AHMET ORHAN (Devamla) – Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Diğer üretici ülkelerde olduğu gibi tarımsal girdi alanında da
çiftçiler desteklenmeli, gemi sahipleri gibi ucuz mazot, gübre temin etmesi
sağlanmalıdır. Çiftçimiz fırsatçıların, karaborsacının ve tefecinin eline
bırakılmamalıdır.
Bu duygu ve düşüncelerle yüce heyetinizi ve aziz Türk milletini
saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Orhan.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Biyogüvenlik Kanun Tasarısının Yasaklar başlığı
altındaki 5. maddesine 1. fıkrasının (ç) bendinden sonra gelmek üzere aşağıdaki
şekilde (d) bendinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Cevdet
Erdöl (Trabzon) ve arkadaşları
(d) GDO ve ürünlerinin bebek mamaları ve bebek formülleri, devam
mamaları ve devam formülleri ile bebek ve küçük çocuk ek besinlerinde
kullanılması,
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ MEHMET ERDOĞAN
(Adıyaman) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) –
Katılıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Erbatur, buyurunuz efendim. (CHP sıralarından
alkışlar)
NEVİNGAYE ERBATUR (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bugün görüşmekte olduğumuz kanun gerçekten çok önemli, herkesi yakından
ilgilendiriyor. Çünkü bu GDO’lu ürünler konusu kamuoyunda büyük bir endişe
kaynağı. İnsanlar kendileri için, yakınları için, çocukları için GDO’lu ürün
kullanmak istememekte ve GDO’lu ürünler konusundaki belirsizliğin giderilmesini
istemektedir. Dolayısıyla, bugün burada konuştuğumuz kanun, kamuoyunda umuyorum
yeterli bir yankı bulacaktır.
Üzerinde konuştuğumuz Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı’nın 5’inci
maddesinin 1’inci fıkrasında bir değişiklik talebimiz var. Özellikle çocuk
mamalarında, çocuk formüllerinde, devam mamalarında ve ek besinlerinde GDO’lu
ürünlerin kullanılmaması yönünde bir talebimiz var. Buna hem Hükûmet hem
Komisyon katıldı; teşekkür ediyorum. Çünkü, ülkemizde
ve dünyada bu GDO’lu ürünlerin bebek mamalarında, formüllerinde kullanımıyla
ilgili yeterli bilimsel araştırma yapılmamış olup ne tür etkilerinin olacağı da
henüz araştırılmamıştır. Özellikle kullanılmaları durumunda, bu yaş grubunda
ileriye yönelik uzun erimlerde, yıllar içinde ne gibi patolojilerin ortaya
çıkabileceği konusunda yapılan araştırmalar da son derece yetersizdir. Yani, bu
hususlar tam olarak bilinmemektedir. O nedenle, bu konuda daha çok araştırma
yapılması gerekir. Bu konuda yapılacak araştırmaların da önü açılmalıdır.
Böylece, şimdi, bunun, buradaki GDO’lu ürünlerin yasaklanmasıyla bilinmeyeni
ortadan kaldıracak ama önümüzdeki süreç içinde çeşitli araştırmaların yapılmasını
sağlayabileceğiz. O nedenle, ben bu önergenin kabul edilmesini istiyor, yüce
heyeti saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Erbatur.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge kabul edilmiştir.
Kabul edilmiş bu önerge doğrultusunda 5’inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, çalışma süremizin sonuna geldiğimiz için,
kanun tasarı ve teklifleriyle komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla
görüşmek için, 18 Mart 2010 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 13.00’te
toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.