DÖNEM: 23 CİLT: 59 YASAMA YILI: 4
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
55’inci
Birleşim
2 Şubat 2010 Salı
(Bu Tutanak
Dergisinde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge
ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı
sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. -
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III.
- YOKLAMA
IV. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A)
MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI
1.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Domaç’ın, Türk Eczacıları
Birliğinin 54’üncü kuruluş yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması
2.- İstanbul
Milletvekili Algan Hacaloğlu’nun,
milletvekillerine ilişkin siyasi etik kurallar ve uygulamalara ilişkin gündem
dışı konuşması
3.- Aydın
Milletvekili Ali Uzunırmak’ın, Türkiye Futbol
Federasyonu ve Millî Takımlar Teknik Direktörünün yerli antrenörlerden
olmasına ilişkin gündem dışı konuşması
V.-
AÇIKLAMALAR
1.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, Türk Eczacıları Birliğinin 54’üncü kuruluş yıl
dönümüne ilişkin açıklaması
2.- Siirt
Milletvekili Osman Özçelik’in, Türk Eczacıları
Birliğinin 54’üncü kuruluş yıl dönümüne ilişkin açıklaması
3.- Hatay
Milletvekili Abdulaziz Yazar’ın, Türk Eczacıları
Birliğinin 54’üncü kuruluş yıl dönümüne ilişkin açıklaması
4.- Muş
Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, EMASYA Direktifi’yle EMASYA Protokolü’nü
birbirinden ayırmak gerektiğine ilişkin açıklaması
VI.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
TEZKERELER
1.- Kore
Cumhuriyeti Ulusal Meclisi Dışişleri, Birleşme ve Ticaret Komisyonu ile Romanya
Senatosu Dış Politika Komisyonu Başkanı ve beraberindeki Parlamento
heyetlerinin ülkemizi ziyaret etmesinin uygun bulunduğuna ilişkin Başkanlık
tezkeresi (3/1077)
2.- Türk Silahlı
Kuvvetleri deniz unsurlarının; korsanlık/deniz haydutluğu ve silahlı soygun
eylemleriyle mücadele amacıyla yürütülen uluslararası çabalara destek vermek
üzere, gereği, kapsamı, zamanı ve süresi Hükûmetçe
belirlenecek şekilde Aden Körfezi, Somali karasuları ve açıkları, Arap Denizi
ve mücavir bölgelerde görevlendirilmesi ve bununla ilgili gerekli
düzenlemelerin Hükûmet tarafından belirlenecek
esaslara göre yapılması için Hükûmete verilen izin
süresinin 10/02/2010 tarihinden itibaren bir yıl uzatılmasına
dair Başbakanlık tezkeresi (3/1073)
3.- (10/333, 334,
335) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Başkanlığının, İç Tüzük’te
belirtilen dört aylık sürede Komisyonun çalışmalarını tamamlayamadığına, Kaza
Araştırma ve İnceleme Kurulu Raporu’nun, Komisyonun görev süresinin dolmasından
sonra gelmesi nedeniyle gerekli inceleme ve müzakerelerin yapılamadığına; bu
nedenle, çalışmaların tamamlanabilmesi için, yeni bir Meclis araştırması
komisyonu kurulmasına ilişkin tezkeresi (3/1090)
B) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık ve 22 milletvekilinin,
üniversitelerin ve üniversite çalışanlarının sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/541)
2.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru ve 20 milletvekilinin, sigara fabrikalarından Yaprak
Tütün İşletmelerine geçen işçilerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/542)
VII.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Siirt
Milletvekili Osman Özçelik’in, İstanbul Milletvekili
Şükrü Mustafa Elekdağ’ın, grubuna sataşması nedeniyle
konuşması
2.- İstanbul
Milletvekili Şükrü Mustafa Elekdağ’ın, Siirt
Milletvekili Osman Özçelik’in, şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
3.- Diyarbakır
Milletvekili Akın Birdal’ın, İstanbul Milletvekili
Şükrü Mustafa Elekdağ’ın, grubuna sataşması nedeniyle
konuşması
4.- İzmir
Milletvekili K. Kemal Anadol’un, Siirt Milletvekili
Osman Özçelik ve Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’ın, grubuna sataşması nedeniyle konuşması
5.- İstanbul
Milletvekili Murat Başesgioğlu’nun, İzmir
Milletvekili K. Kemal Anadol’un, şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
6.- İstanbul
Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal’ın, grubuna sataşması nedeniyle konuşması
7.- İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal’ın, İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması
8.- Kırıkkale
Milletvekili Osman Durmuş’un, Yozgat Milletvekili
Bekir Bozdağ’ın, şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
9.- Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan’ın, Kırıkkale Milletvekili Osman Durmuş’un,
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
VIII.-
GENSORU
A) Ön Görüşmeler
1.- Milliyetçi
Hareket Partisi Grup Başkan Vekilleri İzmir Milletvekili Oktay Vural ve Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır ile 21 milletvekilinin, çalışma hayatındaki
sorunlara ve ilgili kesimlere duyarsız kaldığı, görev ve sorumluluklarını
yerine getirmediği iddiasıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/9)
IX.-
OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.- TBMM Başkan
Vekili Şükran Güldal Mumcu’nun, verilen arada,
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, makam odasına
gelerek Genel Kurulun nasıl yönetileceği konusunda kendisine talimat vermeye
kalktığını ve bu durumu şiddetle kınadığına ilişkin konuşması
X.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, icra dosyalarına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah
Ergin’in cevabı (7/10850)
2.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Göle TİGEM işletmesinin
kiralanmasına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/10967)
(Ek cevap)
3.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, yargıdaki dinleme
tartışmalarına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah
Ergin’in cevabı (7/10987)
4.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, yargıda yapılan dinlemelere ilişkin
sorusu ve Adalet
Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/10989)
5.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, AİHM’nin
kesinleşmiş bazı kararlarına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah
Ergin’in cevabı (7/10994)
6.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, tutuklu ve
hükümlülere verilen sağlık hizmetlerine ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah
Ergin’in cevabı (7/11079)
7.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, İstanbul Büyükşehir
Belediyesi bazı eski başkanları hakkındaki soruşturmalara ilişkin sorusu ve
Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/11188)
8.- Denizli
Milletvekili Ali Rıza Ertemur’un, engellilere yönelik
hizmetlere ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf’ın cevabı
(7/11251)
9.- Samsun
Milletvekili Osman Çakır’ın, Samsun Adli Tıp Grup Başkanlığına ilişkin Sağlık
Bakanından sorusu ve
Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı
(7/11318)
10.- Bursa
Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, adliyelerde nöbet
tutan personele nöbet ücreti ödenmesine ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah
Ergin’in cevabı (7/11357)
11.- Denizli
Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, Türkiye İş Kurumuna
yönelik usulsüz atama iddialarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in cevabı (7/11466)
12.- Giresun
Milletvekili Murat Özkan’ın, Habur’dan giriş yapan
terör örgütü mensuplarının pişmanlık hükümlerine aykırı davranışlarına ilişkin
sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı
(7/11473)
13.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, gaz alarm cihazlarına ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün’ün
cevabı (7/11537)
14.- Zonguldak
Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, Hükûmetin
KKTC’deki seçimlere müdahale edeceği iddialarına ilişkin Başbakandan sorusu ve
Devlet Bakanı Egemen
Bağış’ın cevabı (7/11564)
15.- Adana
Milletvekili Nevingaye Erbatur’un,
Adana’daki işsizliğe,
Adana’daki kadın
istihdamına,
İlişkin Başbakandan soruları ve Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in cevabı (7/11567), (7/11568)
16.- Adana
Milletvekili Nevingaye Erbatur’un,
Siirt’teki işsizliğe ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in cevabı (7/11589)
17.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Türkiye Kalkınma
Bankası Genel Müdür Yardımcılığına atanan bir kişiye,
Türkiye Kalkınma
Bankası Genel Müdürü hakkındaki iddialara,
Türkiye Kalkınma
Bankasının olağanüstü genel kuruluna,
İlişkin soruları ve Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali
Babacan’ın cevabı (7/11600) , (7/11601),
(7/11602)
18.- Adana
Milletvekili Nevingaye Erbatur’un,
illere göre kadın istihdamına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı Ömer Dinçer’in cevabı (7/11670)
19.- Mersin
Milletvekili Behiç Çelik’in, Erdemli’deki hortum
afeti mağdurlarının yardım ihtiyacına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Hayati Yazıcı’nın cevabı (7/11674)
20.- Ordu
Milletvekili Rahmi Güner’in, AB Genel Sekreterliğinin
uzmanlık sınavına ilişkin
sorusu ve Devlet Bakanı
Egemen Bağış’ın cevabı (7/11676)
21.- Kırklareli
Milletvekili Turgut Dibek’in, Erzincan Cumhuriyet Başsavcısının etkilenmeye
çalışıldığı iddialarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil
Çiçek’in cevabı (7/11683)
22.- Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, Erzincan Cumhuriyet Başsavcısının etkilenmeye
çalışıldığı iddiasına
ilişkin Başbakandan sorusu ve
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/11726)
23.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, hâkim ve savcıların
değerlendirilmesine yönelik iddialara ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah
Ergin’in cevabı (7/11746)
24.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, hâkimlerin yetki
kararnamesine ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah
Ergin’in cevabı (7/11749)
25.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, insansız uçak
alımına ilişkin sorusu
ve Millî Savunma Bakanı M.Vecdi Gönül’ün cevabı (7/11794)
26.- Kırklareli
Milletvekili Turgut Dibek’in, izinsiz olarak milletvekili odalarından bir
CD'nin toplatıldığı iddiasına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkan Vekili Nevzat Pakdil’in cevabı (7/12129)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu
saat 14.05’te açılarak üç oturum yaptı.
Denizli
Milletvekili Mehmet Salih Erdoğan, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşunun 711’inci Yıl
Dönümü ve Osmanlı Haftası’na,
Malatya
Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu,
Malatya ilinde inşaatları devam eden baraj, gölet ve sulama kanallarına,
Mersin
Milletvekili Behiç Çelik, ekonomik krizin Mersin iline etkilerine,
İlişkin gündem
dışı birer konuşma yaptılar.
Bartın
Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya ve 36
milletvekilinin, özürlü istihdamındaki sorunların (10/537),
Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse ve 23 milletvekilinin, başta kuru üzüm olmak üzere
üzüm yetiştiriciliğindeki sorunların (10/538),
Adana Milletvekili
Hulusi Güvel ve 26 milletvekilinin, çocuk işçiliği
sorununun (10/539),
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Grup Başkan Vekilleri Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay, İstanbul Milletvekili
Kemal Kılıçdaroğlu ve İzmir Milletvekili Kemal Anadol’un, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansına
yönelik çeşitli iddiaların (10/540),
Araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla birer Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin
gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı
açıklandı.
Gündemin “Genel
Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler”
kısmında yer alan:
(10/478) esas
numaralı, emeklilerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergenin
görüşmelerinin Genel Kurulun 28/1/2010 Perşembe günkü
birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP,
(10/44, 10/147)
esas numaralı Meclis araştırması önergelerinin görüşmelerinin Genel Kurulun 28/1/2010 Perşembe günkü birleşiminde birlikte yapılmasına
ilişkin CHP,
Grubu önerileri
yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.
Sataşma talebinin
yerine getirilmemesi nedeniyle Oturum Başkanının tutumu hakkında açılan usul
tartışması sonucunda, Oturum Başkanı tutumunda bir değişiklik olmadığını
açıkladı.
İstanbul
Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu, Kayseri Milletvekili
Mustafa Elitaş’ın, usul tartışmasındaki konuşmasında
şahsına sataşması nedeniyle bir konuşma yaptı.
Deprem riskinin
araştırılarak deprem yönetiminde alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonu üyeliklerine gruplarınca aday
gösterilen milletvekilleri seçildi.
Başkanlıkça,
Komisyonun, başkan, başkan vekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yapmak üzere
toplanacağı gün, saat ve yere ilişkin duyuruda bulunuldu.
Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:
1’inci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),
2’nci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/499) (S. Sayısı: 321),
Görüşmeleri
komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.
3’üncü sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Kamu Düzeni ve Güvenliği
Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ve İçişleri
Komisyonu Raporu’nun (1/704) (S. Sayısı: 383) tümü üzerinde bir süre görüşüldü.
2 Şubat 2010 Salı
günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşime 19.48’de son verildi.
|
|
Sadık YAKUT |
|
|
|
Başkan Vekili |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Yusuf COŞKUN |
|
Murat ÖZKAN |
|
Bingöl |
|
Giresun |
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
No.: 70
II.- GELEN KÂĞITLAR
29 Ocak 2010 Cuma
Sözlü Soru Önergeleri
1.- Ordu
Milletvekili Rıdvan Yalçın’ın, Türkçe dışında bir dille vaaz verilmesine
ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Çelik) sözlü soru önergesi (6/1735)
(Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
2.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut’un, iade edilen TOKİ
konutlarına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1736) (Başkanlığa geliş
tarihi: 18/01/2010)
3.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, serbest bölgelerde çalışan kişilere ilişkin
Sanayi ve Ticaret Bakanından sözlü soru önergesi (6/1737) (Başkanlığa geliş
tarihi: 18/01/2010)
4.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, GDO’lu gıdaların insan
sağlığına zararlarına ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından sözlü soru önergesi (6/1738) (Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
5.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un, tütün üretimine
ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) sözlü soru
önergesi (6/1739) (Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
6.- Tunceli
Milletvekili Şerafettin Halis’in, polisin göstericilere karşı gaz kullanmasına
ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1740) (Başkanlığa geliş
tarihi: 18/01/2010)
7.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, yasama dokunulmazlığı konusundaki çalışmalara
ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1741) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
8.- Karaman
Milletvekili Hasan Çalış’ın, Tütün Fonuna ilişkin
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) sözlü soru önergesi
(6/1742) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
9.- Karaman
Milletvekili Hasan Çalış’ın, verilen bir taş ve kum
ocağı ruhsatına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
sözlü soru önergesi (6/1743) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
10.- Karaman
Milletvekili Hasan Çalış’ın, İl Genel Meclisi
üyelerinin özlük haklarına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1744)
(Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
11.- Karaman
Milletvekili Hasan Çalış’ın, Mehmet Akif Ersoy’un
vefat ettiği dairenin müzeye çevrilmesine ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından
sözlü soru önergesi (6/1745) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
12.- Karaman
Milletvekili Hasan Çalış’ın, takibe düşen konut
kredisi kullanıcılarına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Ali
Babacan) sözlü soru önergesi (6/1746) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
13.- Niğde
Milletvekili Mümin İnan’ın, yaşam kalitesi endekslerine ve bir ankete ilişkin
Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1747) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
14.- Niğde
Milletvekili Mümin İnan’ın, Niğde’deki okul ve öğretmen ihtiyacına ilişkin
Milli Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/1748) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
15.- Niğde
Milletvekili Mümin İnan’ın, bazı ülkelerin tutumuna ilişkin Dışişleri
Bakanından sözlü soru önergesi (6/1749) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
16.- Niğde
Milletvekili Mümin İnan’ın, bir mevkideki arazi satışlarına ilişkin Bayındırlık
ve İskan Bakanından sözlü soru önergesi (6/1750) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
17.- Niğde
Milletvekili Mümin İnan’ın, icra takibindeki kredi kartı ve tüketici kredisi
borçlularına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan)
sözlü soru önergesi (6/1751) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
18.- Niğde
Milletvekili Mümin İnan’ın, emeklilere yapılan zammın kaynağına ilişkin Maliye
Bakanından sözlü soru önergesi (6/1752) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
19.- Niğde
Milletvekili Mümin İnan’ın, iş kazalarına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanından sözlü soru önergesi (6/1753) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
20.- Niğde
Milletvekili Mümin İnan’ın, bir rapora ve domuz gribi aşısına ilişkin Sağlık
Bakanından sözlü soru önergesi (6/1754) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
21.- Tunceli
Milletvekili Şerafettin Halis’in, bir grup üniversite öğrencisi hakkında açılan
soruşturmaya ilişkin Milli Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/1755)
(Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
Yazılı Soru Önergeleri
1.- İstanbul
Milletvekili Süleyman Yağız’ın, RTÜK’ün verdiği cezalara ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/12040) (Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
2.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Kütahya Şeker Fabrikasının
pancar kotasının düşürülmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/12041) (Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
3.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, uzay çalışmalarına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12042) (Başkanlığa geliş tarihi:
18/01/2010)
4.- Karaman
Milletvekili Hasan Çalış’ın, zamlara ve maaş
artışlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12043) (Başkanlığa
geliş tarihi: 18/01/2010)
5.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut’un, yerleşim yerlerindeki
yüksek gerilim hatlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12044)
(Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
6.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut’un, memurlara yemek
yardımı konusundaki farklı uygulamalara ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/12045) (Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
7.- Adana Milletvekili
Yılmaz Tankut’un, BOTAŞ’ın Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol
boru hattı projesinde uğradığı zarara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/12046) (Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
8.- Manisa
Milletvekili Erkan Akçay’ın, devlet personel rejimi reformuna ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12047) (Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
9.- Manisa
Milletvekili Erkan Akçay’ın, GAP kapsamındaki sulanacak alanların azaltılmasına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12048) (Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
10.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, tarım girdilerindeki ve ürünlerdeki
fiyat artışlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12049)
(Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
11.- Diyarbakır
Milletvekili Selahattin Demirtaş’ın, EMASYA
Protokolüne ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12050) (Başkanlığa
geliş tarihi: 18/01/2010)
12.- İstanbul
Milletvekili Süleyman Yağız’ın, TRT’deki kadrolaşma iddialarına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12051) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
13.- İstanbul
Milletvekili Süleyman Yağız’ın, TMSF yönetimindeki bir televizyon kuruluşuna
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12052) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
14.- Tunceli
Milletvekili Şerafettin Halis’in, bir cemaatle ilişkilere ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/12053) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
15.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut’un, muhtarların
sorunlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12054) (Başkanlığa
geliş tarihi: 19/01/2010)
16.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut’un, SEÇSİS projesinin
işletim sistemine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12055)
(Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
17.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, tasarruf sahiplerini mağdur
eden holdinglere yönelik işlemlere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/12056) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
18.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, bir gruba kullandırılan
banka kredileriyle ilgili iddialara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/12057) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
19.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, sigara yasağının yeniden
düzenlenmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12058) (Başkanlığa
geliş tarihi: 19/01/2010)
20.- Denizli
Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, SGK’nın
trafik kazaları tedavi bedelleriyle ilgili genelgesine ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/12059) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
21.- Muğla
Milletvekili Fevzi Topuz’un, mermer ve doğal taş sektörünün desteklenmesine
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12060) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
22.- Manisa
Milletvekili Erkan Akçay’ın, yeni kamu personel rejimi çalışmalarına ilişkin
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/12061)
(Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
23.- Siirt
Milletvekili Osman Özçelik’in, eczanelerin uğradığı
iddia edilen zarara ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru
önergesi (7/12062) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
24.- İzmir
Milletvekili Kamil Erdal Sipahi’nin, İzmir Körfezinin temizlenmesine ilişkin
Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/12063) (Başkanlığa geliş
tarihi: 18/01/2010)
25.- Bartın
Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya’nın, bir termik
santralin ÇED sürecine ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12064) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
26.- Antalya
Milletvekili Tayfur Süner’in, açılması planlanan bir
taş ocağına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/12065)
(Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
27.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, hakkındaki bazı iddialara ilişkin Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısından (Bülent Arınç) yazılı soru
önergesi (7/12066) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
28.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut’un, bir vakfın yönetimine
ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Bülent Arınç)
yazılı soru önergesi (7/12067) (Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
29.- Zonguldak
Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, TRT’nin yeni haber kanalında görev yapacak
personele ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Bülent Arınç) yazılı soru önergesi (7/12068) (Başkanlığa geliş
tarihi: 19/01/2010)
30.- Van
Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, bir öğrencinin ölümü
olayına ilişkin Devlet Bakanından (Selma Aliye Kavaf) yazılı soru önergesi
(7/12069) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
31.- Giresun
Milletvekili Murat Özkan’ın, sokakta yaşayan ve çalışan çocuklara ilişkin
Devlet Bakanından (Selma Aliye Kavaf) yazılı soru önergesi (7/12070)
(Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
32.- Zonguldak
Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, Zonguldak Limanının özelleştirilmesine
ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/12071)
(Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
33.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, yüksek gerilim hatlarının insan
sağlığına etkilerine ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru
önergesi (7/12072) (Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
34.- Van
Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, bir öğrencinin ölümü
olayına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12073) (Başkanlığa
geliş tarihi: 19/01/2010)
35.- Kastamonu
Milletvekili Mehmet Serdaroğlu’nun, Daday’daki bir
grup yoluna ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12074)
(Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
36.- Giresun
Milletvekili Murat Özkan’ın, sokakta çalışan ve yaşayan çoçuklara
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12075) (Başkanlığa geliş
tarihi: 18/01/2010)
37.- Niğde
Milletvekili Mümin İnan’ın, çeşitli nedenlerle hayatını kaybedenlerin sayısına
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12076) (Başkanlığa geliş
tarihi: 19/01/2010)
38.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, pasaportla ilgili bir
uygulamaya ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12077)
(Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
39.- Kırklareli
Milletvekili Turgut Dibek’in, Kırklareli’nin KÖYDES ve BELDES projelerinde
bütçeden aldığı paya ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12078)
(Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
40.- İstanbul
Milletvekili Sacid Yıldız’ın, İstanbul Büyükşehir
Belediyesinin kaldırdığı bir heykele ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/12079) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
41.- Kırklareli
Milletvekili Turgut Dibek’in, Kırklareli’nin genel bütçeden aldığı paya ve katkısına
ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/12080) (Başkanlığa geliş
tarihi: 19/01/2010)
42.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, bir işletmenin vergi borcuna ilişkin Maliye
Bakanından yazılı soru önergesi (7/12081) (Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
43.- Manisa
Milletvekili Erkan Akçay’ın, bir açıklamasına ilişkin Maliye Bakanından yazılı
soru önergesi (7/12082) (Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
44.- Bursa
Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, vergi
dairelerindeki kod uygulamalarına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru
önergesi (7/12083) (Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
45.- Van
Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, VEDAŞ İl Müdürünün
bir açıklamasına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/12084)
(Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
46.- İstanbul
Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, okullarda diyabete
yönelik çalışmalara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12085) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
47.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, taşımalı eğitim kapsamında
kapatılan okullara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12086) (Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
48.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, şubat döneminde öğretmen
ataması yapılmamasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12087) (Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
49.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, sözleşmeli öğretmenlere
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/12088) (Başkanlığa
geliş tarihi: 18/01/2010)
50.- Antalya
Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, yaptırılan okullara ilişkin Milli Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/12089) (Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
51.- İzmir
Milletvekili Kamil Erdal Sipahi’nin, taşımalı eğitim kapsamındaki bir servisin
kaldırılmasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/12090)
(Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
52.- Bursa
Milletvekili İsmet Büyükataman’ın köylerdeki boş
okullara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/12091)
(Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
53.- Tunceli
Milletvekili Şerafettin Halis’in, bir lisede yaşandığı iddia edilen bir olaya
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/12092) (Başkanlığa
geliş tarihi: 18/01/2010)
54.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, üniversite çalışanlarının
özlük haklarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/12093)
(Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
55.- Bursa
Milletvekili Abdullah Özer’in, Bursa İl Milli Eğitim Müdürüne ilişkin Milli
Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/12094) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
56.- Van
Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, cinsiyet
ayrımcılığına yönelik eğitime ve bir olaya ilişkin Milli Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/12095) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
57.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut’un, yardımcı sağlık
hizmetlerinin taşeron şirketlere yaptırılmasına ilişkin Sağlık Bakanından
yazılı soru önergesi (7/12096) (Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
58.- Bursa
Milletvekili Hamza Hamit Homriş’in, boş kalan
kadrolara sözleşmeli personel atamasına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru
önergesi (7/12097) (Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
59.- Antalya
Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, yaptırılan hastanelere ilişkin Sağlık
Bakanından yazılı soru önergesi (7/12098) (Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
60.- Antalya
Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, Bakanlıkta çalışan mimar ve mühendisler ile
avukatlara ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/12099) (Başkanlığa
geliş tarihi: 18/01/2010)
61.- İstanbul
Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, diyabet
hastalarına yönelik çalışmalara ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12100) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
62.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut’un, verem hastalığına
ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/12101) (Başkanlığa geliş
tarihi: 19/01/2010)
63.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, bazı personele yapıldığı
iddia edilen uygulamalara ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12102) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
64.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Simav Devlet Hastanesindeki
uzman doktor ihtiyacına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12103) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
65.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, anti-depresan
ilaç kullanımına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/12104)
(Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
66.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, bir yönetmeliğin AB
mevzuatına uyumuna ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12105) (Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
67.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un, bir serbest bölge
kurulmasına ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/12106)
(Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
68.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, hayvancılık sektöründeki
duruma ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/12107) (Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
69.-
Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un,
vekaleten kurban kesimi işiyle ilgili bazı iddialara ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12108)
(Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
70.- Bursa
Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, tarım sektörünün
desteklenmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/12109) (Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
71.- Siirt
Milletvekili Osman Özçelik’in, Siirt’teki sel
felaketinin oluşturduğu zarara ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/12110) (Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
72.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’taki hayvancılık desteklerine ilişkin Tarım
ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12111) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
73.- İzmir
Milletvekili Kamil Erdal Sipahi’nin, çiftçilerin bazı sorunlarına ilişkin Tarım
ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/12112)
(Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
74.- Aydın
Milletvekili Ali Uzunırmak’ın, iyi tarım uygulamaları
desteklerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/12113) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
75.- Edirne
Milletvekili Rasim Çakır’ın, Uzunköprü ilçesinde kredi kullanan üreticilere
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/12114) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
76.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Antalya-İstanbul Hızlı Tren
Projesine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/12115)
(Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
77.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Bursa-Simav karayolundaki
çalışmalara ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/12116)
(Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
78.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Ankara-İzmir Hızlı Tren
Projesine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/12117)
(Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
79.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Ankara-İzmir Otoyol
Projesine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/12118)
(Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
80.- İzmir
Milletvekili Kamir Erdal Sipahi’nin, İzmir’deki metro inşaatlarına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru
önergesi (7/12119) (Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
81.- İzmir
Milletvekili Kamil Erdal Sipahi’nin, Alsancak
Limanının durumuna ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/12120)
(Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
82.- Bursa
Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, bir anayol
bağlantısındaki soruna ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12121) (Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
83.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, karayolu istimlak
bedellerinin ödemelerine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi
(7/12122) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/01/2010)
84.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, TÜİK’in
işsizlik verilerine ilişkin Devlet Bakanından (Cevdet Yılmaz) yazılı soru
önergesi (7/12123) (Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
85.- Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, Midilli Adasındaki Osmanlı camilerinin
durumuna ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/12124)
(Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
86.-
Kahramanmaraş Milletvekili
Mehmet Akif Paksoy’un, Türkiye Diyanet
Vakfının kurban kesimine ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Çelik) yazılı soru
önergesi (7/12125) (Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
87.- İstanbul
Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, çocukların ve
gençlerin spor aktivitelerine ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Nafiz Özak) yazılı soru önergesi (7/12126) (Başkanlığa geliş
tarihi: 19/01/2010)
88.- Manisa
Milletvekili Erkan Akçay’ın, yabancılara taşınmaz mülk satışına ilişkin
Bayındırlık ve İskan Bakanından yazılı soru önergesi (7/12127) (Başkanlığa
geliş tarihi: 19/01/2010)
89.- İstanbul
Milletvekili Süleyman Yağız’ın, anayasa değişikliği çalışmalarına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/12128) (Başkanlığa geliş tarihi: 18/01/2010)
90.- Kırklareli
Milletvekili Turgut Dibek’in izinsiz olarak milletvekili odalarından bir CD'nin
toplatıldığı iddiasına ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı
soru önergesi (7/12129) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/01/2010)
91.- İzmir
Milletvekili Recai Birgün’ün, 23. Dönemde gelen soru
önergelerine ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru
önergesi (7/12130) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/01/2010)
No.: 71
1 Şubat 2010 Pazartesi
Süresi İçinde Cevaplanmayan Yazılı Soru Önergeleri
1.- Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, kamu yöneticileri hakkında verilen soruşturma
izinlerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/10836)
2.- Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, kadın hak ve
özgürlükleri konusundaki çalışmalara ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru
önergesi (7/10851)
3.- Şırnak
Milletvekili Sevahir Bayındır’ın, BM Çocuk Hakları
Sözleşmesindeki çekincelerin kaldırılmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/10982)
4.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, hakim ve savcıların
iletişiminin dinlenmesine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi
(7/10988)
5.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, bazı tutuklu ve hükümlülere
ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/10990)
6.- Şırnak
Milletvekili Sevahir Bayındır’ın, çocuk adalet
sistemine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/10991)
7.- Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, Ayvalık’ta bazı otellerin tesislerinin
yıkımına karar verilmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/11448)
8.- İstanbul
Milletvekili Süleyman Yağız’ın, domuz gribi aşısıyla ilgili açıklamasına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/11449)
9.- İzmir
Milletvekili Selçuk Ayhan’ın, sağlık hizmetlerindeki katkı payı uygulamasına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/11451)
10.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, maden ocaklarının denetimine ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/11452)
11.- İstanbul
Milletvekili Sacid Yıldız’ın, satışa konu edilen
Ataköy sahilindeki taşınmazların durumuna ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/11457)
12.- İzmir
Milletvekili Selçuk Ayhan’ın, elektrik dağıtım özelleştirmelerine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/11458)
13.- Balıkesir
Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, kara para aklama
girişimlerine yönelik tedbirlere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/11461)
14.- İstanbul
Milletvekili Süleyman Yağız’ın, geçici işçilere kadro verilmesine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/11462)
15.- Giresun
Milletvekili Murat Özkan’ın, güvenlik ve terörle mücadele stratejisine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/11463)
16.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, İçişleri Bakanının bir terör
saldırısının failleriyle ilgili bilgi verip vermediğine ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/11464)
17.- İzmir
Milletvekili Kemal Anadol’un, Erzurum İl Özel İdaresi
lojmanlarının tahsisine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/11465)
18.- Muğla
Milletvekili Fevzi Topuz’un, finans sektöründeki kara para aklama ve kayıt
dışılık iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/11468)
19.- Balıkesir
Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, terörizme karşı
mücadelede ABD ile yapıldığı iddia edilen sözleşmelere ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/11469)
20.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut’un, TEKEL işçilerinin
durumuna ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/11471)
21.- Kayseri
Milletvekili Mehmet Şevki Kulkuloğlu’nun, sel afetine
uğrayan bir beldeye yardım yapılmasına ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanından yazılı soru önergesi (7/11475)
22.- Kırklareli
Milletvekili Tansel Barış’ın, taşeron bir şirketin işçi istihdamıyla ilgili
iddialara ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/11477)
23.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Sevigen’in, Bursa’da bir maden
ocağında meydana gelen patlamaya ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından
yazılı soru önergesi (7/11478)
24.- İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal’ın, madencilik sektörüne ve maden ocaklarının
denetimine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi
(7/11479)
25.- Zonguldak
Milletvekili Ali Koçal’ın, maden ocaklarının
denetimine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi
(7/11480)
26.- Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, TMSF’nin el koyduğu
kurumların malvarlığına ve yönetimine ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/11485)
27.- Muş
Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, bir gözaltı olayına ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/11493)
28.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Van’da kaybolan ve kaçırılan çocuklara ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/11494)
29.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Antalya’daki kaldırım ve bordür yenileme
çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/11495)
30.- Denizli
Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, Denizli’de depreme
yönelik çalışmalara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/11496)
31.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Sevigen’in, nüfus cüzdanı
alamayan bir kişiye ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/11497)
32.- Balıkesir
Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, Deniz Feneri davasında
adı geçen bir kişinin ilişkili olduğu şirketlere verilen ihalelere ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/11498)
33.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Sevigen’in, İstanbul’da yapılan
kavşaklara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/11499)
34.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Aksaray’daki kaybolan ve kaçırılan çocuklara
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/11500)
35.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Gaziantep’teki kaldırım ve bordür yenileme
çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/11501)
36.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Kocaeli’deki kaldırım
ve bordür yenileme çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/11502)
37.- Kastamonu
Milletvekili Mehmet Serdaroğlu’nun, Uşak Emniyet
Müdürünün yaptırdığı bir uygulamaya ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/11503)
38.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, tarihi bir kalenin
yolunun yapımına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/11505)
39.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Konya’daki kaldırım ve bordür yenileme
çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/11506)
40.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, Seyhan Belediyesinin
mali denetimine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/11507)
41.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Erzurum’daki kaldırım ve bordür yenileme
çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/11508)
42.- Bursa
Milletvekili Abdullah Özer’in, Gürsu Belediyesi yönetimiyle ilgili bazı
iddialara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/11509)
43.- Bursa
Milletvekili Abdullah Özer’in, Beşiktaş-Bursaspor maçına Bursaspor
taraftarlarının alınmamasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/11510)
44.- Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, Karaman-Yeşildere
Belediyesinde görevine son verilen personele ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/11511)
45.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, Adana Büyükşehir
Belediyesinin mali denetimine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/11512)
46.- Kars
Milletvekili Gürcan Dağdaş’ın, Arpaçay Sulama
Birliğinin çalışanların maaşlarını ödeyememesine ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/11513)
47.- İzmir
Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun, okulların su
borçlarının yeniden yapılandırılmasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/11514)
48.- Kastamonu
Milletvekili Mehmet Serdaroğlu’nun, bir köyün içme
suyu sorununa ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/11515)
49.- Giresun
Milletvekili Murat Özkan’ın, Kamu İhale Kurumunun yeni hizmet binasına ilişkin
Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/11516)
50.- İstanbul
Milletvekili Ümit Şafak’ın, vergi dairelerinin “kod liste” uygulamasına ilişkin
Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/11517)
51.- Şırnak
Milletvekili Sevahir Bayındır’ın, Şırnak’tan ÖSS
sınavına katılacakların il dışına gönderilmesine ilişkin Milli Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/11518)
52.- Şırnak
Milletvekili Sevahir Bayındır’ın, Şırnak’taki
öğretmen istihdamına ve eğitimdeki duruma ilişkin Milli Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/11519)
53.- Batman
Milletvekili Ayla Akat Ata’nın, Batman’da eğitimle
ilgili bazı verilere ve eğitimdeki bazı sorunlara ilişkin Milli Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/11520)
54.- İstanbul
Milletvekili Sacid Yıldız’ın, kapatılan Gazi
Üniversitesi Endüstriyel Sanatlar Eğitimi Fakültesine ilişkin Milli Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/11521)
55.- Denizli
Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, bir program
kapsamında Denizli İl Milli Eğitim Müdürlüğünce istihdam edilen personele
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/11522)
56.- Denizli
Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, Denizli’de eğitim
kurumu binalarının depreme dayanıklılığına ve depreme yönelik eğitime ilişkin
Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/11523)
57.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’ın bazı ilçelerindeki okul ihtiyacına
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/11524)
58.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’taki öğrenci yurdu ihtiyacına ilişkin Milli
Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/11525)
59.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat ilinin üniversite giriş sınavlarındaki
başarı durumuna ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/11526)
60.- İstanbul
Milletvekili Durmuşali Torlak’ın, denizcilik
sektörünün sorunlarına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi
(7/11543)
61.- Kayseri
Milletvekili Mehmet Şevki Kulkuloğlu’nun, hızlı tren
projelerinin güzergahlarına ilişkin Ulaştırma
Bakanından yazılı soru önergesi (7/11544)
62.- Edirne
Milletvekili Bilgin Paçarız’ın, Enez-İpsala karayoluna ilişkin Ulaştırma
Bakanından yazılı soru önergesi (7/11545)
63.- Denizli
Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, Denizli’de ulaşım
sistemlerinin depreme karşı gözden geçirilmesine ilişkin Ulaştırma Bakanından
yazılı soru önergesi (7/11546)
64.- Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, Cihanbeyli-Konya karayolu çıkışındaki kavşak
düzenlemesine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/11547)
65.- Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, Konya dış çevre yolu projesine ilişkin Ulaştırma
Bakanından yazılı soru önergesi (7/11548)
66.- Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, Abhazya’ya yönelik
politikaya ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/11550)
No.: 72
2 Şubat 2010 Salı
Tasarılar
1.- Türkiye
Cumhuriyeti ile Bolivarcı Venezuela
Cumhuriyeti Arasında İşbirliği Çerçeve Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/799) (Dışişleri Komisyonuna) (Başkanlığa
geliş tarihi: 26.01.2010)
2.- Türk Dili
Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyinin Kurulmasına Dair Nahçıvan
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı (1/800)
(Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Dışişleri Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 26.01.2010)
3.- Türkiye
Cumhuriyeti ile Sri Lanka Demokratik Sosyalist Cumhuriyeti Arasında Suçluların
Geri Verilmesi Andlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/801) (Adalet ile Dışişleri Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 27.01.2010)
4.- Genel Kadro
ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerin Dış Ticaret
Müsteşarlığına Ait Bölümünde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı
(1/802) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 28.01.2010)
Teklifler
1.- Tunceli
Milletvekili Kamer Genç’in; Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/585) (Çevre; Bayındırlık, İmar,
Ulaştırma ve Turizm ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 20.01.2010)
2.- Mersin
Milletvekili Behiç Çelik’in; 02.07.2008 Tarih ve 5779 Sayılı İl Özel
İdarelerine ve Belediyelere Genel Bütçe Vergi Gelirlerinden Pay Verilmesi
Hakkında Kanunun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/586)
(İçişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
21.01.2010)
3.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in; 5510 Sayılı Sosyal
Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifi (2/587) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Plan ve Bütçe
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.01.2010)
4.- Ankara
Milletvekili Yılmaz Ateş’in; 28.3.1983 Tarih ve 2809 Sayılı Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi
(2/588) (Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.01.2010)
5.- Ankara
Milletvekili Yılmaz Ateş’in; 28.3.1983 Tarih ve 2809 Sayılı Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi
(2/589) (Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21.01.2010)
6.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Sevigen’in; 5510 Sayılı Sosyal
Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 6. Maddesi ile 4857 Sayılı İş
Kanununun 4. Maddesinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/590)
(Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21.01.2010)
7.- Malatya
Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu
ve İstanbul Milletvekili Sacid Yıldız’ın; Katma Değer
Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/591) (Plan ve
Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 25.01.2010)
8.- İstanbul
Milletvekili Sacid Yıldız’ın; İstanbul Çağdaş
Sanatlar Müzesinin Kurulmasına Dair Kanun Teklifi (2/592) (Milli Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 25.01.2010)
9.- Siirt
Milletvekili Osman Özçelik’in; Mahalli İdareler ile
Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/593) (Anayasa ve İçişleri Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 27.01.2010)
10.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Yozgat
Milletvekili Bekir Bozdağ, Samsun Milletvekili Suat
Kılıç, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli, İstanbul Milletvekili
Ayşe Nur Bahçekapılı ve 3 Milletvekilinin; Sayıştay Kanunu Teklifi (2/594)
(Adalet; Anayasa; Avrupa Birliği Uyum ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01.02.2010)
Raporlar
1.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Avustralya Hükümeti Arasında Diplomatik Misyon ve
Konsolosluklarda Çalışan Diplomatik ve Konsüler Kadro
ile İdari ve Teknik Personel Yakınlarının İstihdamına İlişkin Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/659) (S. Sayısı: 464) (Dağıtma tarihi: 02.02.2010) (GÜNDEME)
2.- Türkiye
Cumhuriyeti Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Suriye Arap Cumhuriyeti
Sosyal İşler ve Çalışma Bakanlığı Arasında İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/694) (S. Sayısı: 465) (Dağıtma tarihi: 02.02.2010) (GÜNDEME)
3.- Türkiye
Cumhuriyeti ve Suriye Arap Cumhuriyeti Arasında Hükümlülerin Nakline Dair
Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/722) (S. Sayısı: 466) (Dağıtma tarihi: 02.02.2010)
(GÜNDEME)
4.- Türkiye
Cumhuriyeti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Arasında Arama ve Kurtarma
Hizmetlerinin Koordinasyonuna Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/723) (S. Sayısı: 467)
(Dağıtma tarihi: 02.02.2010) (GÜNDEME)
5.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile İspanya Krallığı Arasında Diplomatik ve Konsüler Misyonlarda Çalışan Diplomatik, Konsüler, İdari ve Teknik Personelin Yakınlarının Kazanç
Getirici Bir İşte Çalışmalarına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/724) (S.
Sayısı: 468) (Dağıtma tarihi: 02.02.2010) (GÜNDEME)
6.- İslam
Ülkeleri Standartlar ve Metroloji Enstitüsü (SMIIC) Tüzüğünün Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/776) (S.
Sayısı: 469) (Dağıtma tarihi: 02.02.2010) (GÜNDEME)
7.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ve Suriye Arap Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Konut ve
İnşaat Alanında İşbirliği Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/791) (S. Sayısı: 470)
(Dağıtma tarihi: 02.02.2010) (GÜNDEME)
Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık ve 22 Milletvekilinin,
üniversitelerin ve üniversite çalışanlarının sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün
104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/541) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.12.2009)
2.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru ve 20 Milletvekilinin, sigara fabrikalarından yaprak
tütün işletmelerine geçen işçilerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci
maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/542)
(Başkanlığa geliş tarihi: 15.12.2009)
2 Şubat 2010 Salı
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.05
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal
MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Harun TÜFEKCİ
(Konya)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 55’inci Birleşimini açıyorum.
III.- YOKLAMA
BAŞKAN –
Elektronik cihazla yoklama yapacağız.
Yoklama için üç
dakika süre veriyorum ve yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Toplantı
yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden
önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk
söz Türk Eczacıları Birliğinin 54’üncü kuruluş yıl dönümü üzerine söz isteyen
İstanbul Milletvekili Mehmet Domaç’a aittir.
Buyurunuz Sayın Domaç. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin
Gündem Dışı Konuşmaları
1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Domaç’ın,
Türk Eczacıları Birliğinin 54’üncü kuruluş yıl dönümüne ilişkin gündem dışı
konuşması
MEHMET DOMAÇ
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Eczacıları Birliğinin
kuruluşunun 54’üncü yılı nedeniyle söz almış bulunuyorum. Sizleri saygıyla
selamlıyorum.
Sayın
milletvekilleri, 19’uncu yüzyılın ortalarına kadar, bir eczacının yanında çırak
olarak çalışarak ancak eczacı olunabiliyordu. Sultan II. Mahmut, Galatasaray’daki Mektebi Tıbbiyei Adliyei Şahanede 14
Mayıs 1839 günü eczacılık sınıfı açarak bilimsel eczacılığı başlatmıştır. İlk
eczacılık cemiyeti 6 Mayıs 1864’te İstanbul’da kurulmuş, ilk eczacılık
cemiyetinin kuruluşundan Eczacılar Birliğinin kuruluşu 2 Şubat 1956’ya kadar
onlarca eczacılık cemiyeti dağılmış veya kapanmıştır. Eczacıların gerçek
anlamda örgütlenmesi Türk Eczacıları Birliğinin kurulmasıyla gerçekleşmiştir. 1953
yılında, Sıhhat ve Sosyal Yardımlaşma Vekâletince hazırlanan Türk Eczacıları
Birliği Yasası Adnan Menderes Hükûmetinin tasarısı
olarak Meclise sunulmuş, 25 Ocak 1956 günü Türkiye Büyük Millet Meclisince
kabul edilmiştir; 2 Şubat 1956’da, Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe
girmiş ve Türk Eczacıları Birliğinin kuruluşu gerçekleşmiştir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; seksen yedi yıllık cumhuriyet tarihimizde elli dört
yıllık köklü bir geçmişe sahip Türk Eczacıları Birliği, eczacılarımızın ve ülkemizin
gurur duyduğu canlı bir örgütlenmeye sahiptir; bu köklü geçmişe sahip canlı
organizma olarak, deneyim biriktiriyor, deneyimlerini ve ürettiği bilgiyi
toplumla paylaşıyor. İnsan sağlığına hizmet etmek için
vazgeçilmez bir görev üstlenen eczacılarımızın kuruluşu olan Türk Eczacıları
Birliğinin öncelikli görevleri halk sağlığını korumak; eczacılık mesleğinin
toplum yararına sunulmasında mesleki, ahlaki kuralları geliştirmek,
meslektaşların haklarını korumak, geliştirmek; eczacıların yardımlaşma, dayanışma
içinde mesleklerinin icrasını sağlamak; kamu kaynaklarını etkin ve verimli
kullanmak için hastaları ve eczacıları bilgilendirmek, meslektaşları adına tüm
kurumlarla ilaç alım protokolleri düzenlemek, eczacı ve eczaneleri denetlemek,
meslek ahlakına uymayanları cezalandırmaktır.
Değerli
milletvekilleri, Türk Eczacıları Birliği 24 bin serbest eczacının, 3 bin kamu
eczacısının, 600 sanayi eczacısının, 600 öğretim üyesi ve araştırma
görevlisinin, 1.500 emekli eczacının ve çalışmayanın, toplam 30 bin eczacının
meslek kuruluşudur. Eczacıların meslek hizmetlerinin ve toplumsal üretimlerinin
ülkeye katkı sağlaması için çaba harcamaktadır. Türk Eczacıları Birliği,
Eczacılık Akademisi, Biyoanalitik İlaç AR-GE Merkezi,
Eczacılık Uygulamaları Enstitüsü, Eczacılık Bilişim Enstitüsü, İlaç Geri Ödeme
Enstitüsü ile ürettiği bilgileri kamu ile paylaşmakta ve toplumun hizmetine
sunmaktadır. Türk Eczacıları Birliği, 51 eczacı odası, yöneticileri ve bin
çalışanıyla ülke insanımızın sağlığını korumak, kollamak, ona hizmet etmek,
ülke insanımızın kaliteli bir yaşam sürmesine katkı sağlamak amacına yönelik
olarak çalışmaktadır.
Sayın
milletvekilleri, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımızla Türk Eczacıları
Birliği arasında yapılacak ilaç alım protokolüne Danıştayın
kararıyla bir süre ara verilmekle birlikte olumlu sonuçlanacağına inanıyorum.
Türk Eczacıları
Birliğinin daha uzun süre ülkemize hizmet etmesini gönülden diliyor, sizleri
saygı ve sevgiyle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Domaç.
Gündem dışı
ikinci söz milletvekillerine ilişkin siyasi etik kurallar ve uygulamalar ile
ilgili söz isteyen İstanbul Milletvekili Algan Hacaloğlu’na aittir. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Hacaloğlu.
2.- İstanbul Milletvekili Algan Hacaloğlu’nun, milletvekillerine ilişkin siyasi etik
kurallar ve uygulamalara ilişkin gündem dışı konuşması
ALGAN HACALOĞLU
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu kürsüde bir
kez daha siyasi etik konusunda konuşmak durumunda kalmaktan ötürü üzüntümü de
ifade ediyorum. Çünkü 2002 yılında, 2005 yılında, 2007
yılında parti grubumuzla beraber, Türkiye'nin son derece yetersiz olan, Batı
demokrasilerinin son derece gerisinde olan siyasi etik kurallarına ilişkin
çerçevenin, yapının, kuralların değiştirilmesini istedik, defaatle
bunu istedik ama nedense her defa, çoğunluğunu sağladığınız, egemenliğiniz
altında olan komisyonlardan bir türlü yasa tekliflerimizi buraya, Genel Kurula
indirmediniz. Şu anda da hâlen grubumuzun Genel Kurula indirilmemiş olan yasa
teklifini, önümüzde kalan bir yıl içinde umarım bir duyarlılık doğar, bir
sağduyuya yöneliş ortaya çıkar da hep beraber buraya, Genel Kurula getirir ve
Türkiye’yi de hak ettiği, olması gereken çerçevede bir siyasi ahlak düzenine
sokma fırsatını buluruz diye bu konu üzerine bir kez daha konuşuyorum.
Değerli
arkadaşlarım, siyaset bir kamusal görev alanıdır, siyaset bir özveri alanıdır,
siyaset bir hizmet ve fazilet yarışıdır. Peki
soruyorum: Türkiye’de bu böyle midir? Ne yazık ki ülkemizde etik, ahlak
kurallarının ülkemiz siyasetindeki, kamu idaresindeki, iş dünyamızdaki ve
medyamızdaki uygulamalarına bakarak, görerek, o yetersizlikleri, o
çarpıklıkları tespit ederek iyimser olmak mümkün değil. Bugün, bu gördüğümüz
alanda, bu tespit ettiğimiz alanda uygulama demokrasimizin kamburudur ve
ülkemizin gelişmesinin önündeki en önemli engeldir. “Temiz siyaset” ilkesinin
ülkemizde yozlaştırılmış olması, bütün milletvekillerinin, sizlerin, hepimizin,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin ayıbıdır arkadaşlar! (CHP sıralarından
alkışlar)
Çağdaş demokrasilerde, siyasi etik konusunda, meclis görevi
dışında görev kabul etme ve meclis dışı çalışma koşullarında sınırlamalar,
sağlanan kazançların yıllık olarak beyan edilmesi, verilen mal bildirimlerinin
kamuoyuna açıklanması, milletvekillerinin kabul edebileceği hediyeler için özel
kısıtlamalar, kamu ile çıkar çatışmasına girilmemesi, parlamento etik kurulunun
oluşturulması gibi kurallar ve yaptırımlar yıllardır ve yıllardır
uygulamadadır.
AKP İktidarında
maalesef bu gözetilmemiş ve kuralsızlıklar kurala, hukuksuzluklar âdeta
geleneğe dönüştürülmüştür. Bu yozlaşmanın birinci derecede sorumlusu olan
Türkiye Büyük Millet Meclisi âdeta ayrıcalıklı kişiler kulübüne
dönüştürülmüştür. Bu sürdürülemez. Bu nedenle, siyasetin giderek toplumda derin
güven erozyonuna, etkinlik kaybına uğradığı bu ortamda, bu süreçte buna son
verilmelidir.
Bu konuda
bireysel olarak her birinizin göstermekte olduğu özveri ve dikkat yeterli
değildir. Çözüm, siyasi etik yasasının derhâl çıkarılmasıdır;
çözüm, dokunulmazlıklara her alanda “dur” denilmesidir; çözüm, devlet sırtından
zenginleşmenin bütün kapılarının kapatılmasıdır; çözüm, siyaset, medya ve
ticaret arasındaki ilişkilerin saydamlaştırılması, etik kurallarına uygun hâle
getirilmesi, cemaat ve çıkar bağlarından arındırılmasının sağlanmasıdır; çözüm,
siyasi partilerin ve adayların seçim harcamalarının etkin denetim altına
alınmasıdır; çözüm, kamu yönetiminde saydamlık ve dürüstlüğün egemen
kılınmasıdır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
ALGAN HACALOĞLU
(Devamla) – Değerli arkadaşlarım, “Bir ülkede namuslular da namussuzlar kadar
cesaret sahibi olmalıdır.” diyebilen büyük siyaset adamı İsmet İnönü’nün genel
başkanlığını yapmış olduğu bir partinin milletvekilleri olarak bu konu bizim
büyük iddiamızdır. Sizi, bu konuda kaçtığınız yere kadar kovalayacağız.
Siyaseti etik, ahlak yasasını er geç, bu dönem olmazsa eğer gelecek dönemde iktidarımızda mutlaka
çıkartacağız.
Hepinize sevgi ve
saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Hacaloğlu.
Gündem dışı
üçüncü söz Türkiye Futbol Federasyonu ve millî takımlar antrenörlüğü
hakkında söz isteyen Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak’a
aittir.
Buyurun Sayın Uzunırmak. (MHP sıralarından alkışlar)
3.- Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak’ın,
Türkiye Futbol Federasyonu ve Millî Takımlar Teknik Direktörünün yerli antrenörlerden olmasına ilişkin gündem dışı konuşması
ALİ UZUNIRMAK
(Aydın) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkiye Futbol Federasyonu ve millî takımlar teknik
direktörümüzün yerli antrenörlerimizden olmasıyla
ilgili gündem dışı söz aldım. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Konuya girmeden
önce bir şeyi vuzuha kavuşturmak istiyorum. Değerli milletvekilleri, Avrupa
Konseyi Parlamenterler Meclisinde Milletvekilimiz Sayın Mevlüt
Çavuşoğlu’nun Başkan seçilmesinden dolayı kendilerini
tebrik ediyorum ve inşallah Türkiye'miz ve kendisi adına iyi bir imaj bırakarak
Türkiye’ye hizmetler edeceğini ümit ediyorum. Ama bugün grup toplantısında Sayın
Başbakanımızın değindiği bir konuya açıklık getirmek istiyorum. Sayın Mevlüt Çavuşoğlu, Demokratlar
Grubunda Milliyetçi Hareket Partisinin 4 milletvekilinin verdiği oyların
çokluğu ile aday gösterilmiştir ve seçimlerde de Milliyetçi Hareket Partisinin
milletvekilleri oy kullanmışlardır. Dolayısıyla Sayın Başbakanın böyle bir
başarıyı sadece AKP’ninmiş gibi -diğerlerini suçlayarak- göstermesi, daha
sonraki yapılacak iş birliklerine acaba ne derecede katkıda bulunur diye
hayıflanıyorum ve dolayısıyla bir milliyetçi partinin, Milliyetçi Hareket
Partisinin bir Türk parlamenterin Avrupa Konseyi Meclis Başkanı seçilmesine
karşı durması mümkün değildir, katkıda bulunmaması da mümkün değildir.
Dolayısıyla bu başarı Türkiye’nin başarısıdır, Türk parlamenterlerinin
başarısıdır. Hepsini tebrik ediyorum, teşekkür ediyorum.
Değerli
milletvekilleri, Avrupa Konseyinde bu gelişmeler olurken aynı zamanda futbol
dünyanın dördüncü büyük sektörü olmuş ve yayın hakkını da “Digitürk”
olarak adlandırdığımız yerleşik firmamız almıştır ve 320 milyon dolar civarında bir kaynak meydana
getirmiştir Federasyona. Dolayısıyla bu kaynağı da etkin, verimli ve yerinde
kullanması gerekmektedir.
Dolayısıyla
ülkemizin gelişme dönemlerinde bilim dünyasından, sanat dünyasından,
askerimizden birtakım sektörlerimize varıncaya kadar gelişmiş ülkelerden
eğitimcilerin geldiği bir gerçektir. Futbolda da zaman zaman
gelmiştir ama bugün geldiğimiz noktada artık Türkiye’mizde yerli hocalarımız,
yerli teknik direktörlerimiz gelişmiştir. Nitekim Avrupa’da Galatasarayımızın
aldığı kupada, Türk millî takımının Kore’de, dünyada dereceye girmesi, Türk
millî antrenörlerinin sayesinde ve onların yönetiminde
gerçekleşmiştir. Dolayısıyla bizim yerli teknik adamlarımıza klasman
atlatmamız, spor dünyasında Türkiye’mizin sporcusundan, masöründen,
seyircisinden, teknik adamından, yöneticisinden bütün katmanlarına varıncaya
kadar klasman atlamamızla mümkündür. Bu, önce bir mantık klasman atlamasıyla da
mümkündür. Dolayısıyla, yetişmiş hocalarımız, sürdürülebilir başarıyı maalesef
süper lig takımlarımızda mümkün kılamamaktadırlar. Onların başarısızlığı
değildir bu, çünkü lig uzun bir maratondur. Bu uzun maratonda ancak ekonomik
olarak, “dört büyükler” dediğimiz kulüpler, kadrolarında yabancı ve yetişmiş,
daha güçlü sporcular bulundurdukları için… Dikkat ederseniz, yerli hocaların
çalıştığı kulüplerde sarı kartların birleşmesinden cezalılar, sakatlıklar,
yorgunluklar gibi ve kulüplerin ekonomik yetersizliklerinden dolayı lig sonuna
doğru, yerli hocalarımızın çalıştırdığı Anadolu kulüplerinde yarıştan kopmalar
meydana gelmektedir. Dolayısıyla bu onların başarısızlığı değildir aslında.
Bugün
Türkiye’mizde Kayseri, Bursa, Antep, Eskişehir gibi, İstanbul Büyükşehir gibi,
Kasımpaşa gibi birçok takımımızın başarılı yerli teknik direktörleri vardır. Bu
insanları biz her alanda -sporcumuzdan, teknik adamımızdan, spor muhabirimizden
seyircimize, yöneticimize varıncaya kadar- uluslararası sahneye çıkarmalıyız ki
onlar uluslararası rekabet edebilir güce ulaşsınlar. Eğer Galatasarayın
başarıları Fatih Terim’le olmasaydı, Fatih Terim Avrupa’ya transfer yapabilir
miydi kendisini teknik direktör olarak? Eğer millî takımın başında Şenol Güneş
Kore’de başarı kazanmasaydı, Şenol Güneş uluslararası bir antrenör
olarak yurt dışına gidebilir miydi? Eğer millî futbolcularımız o başarıları
kazanırken -işte, Tuncaylar, Emreler, başkaları- o arenada, o sahnede,
uluslararası sahnede olmasaydı, uluslararası transfer yapabilirler miydi?
Hayır, yapamazlardı.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurun.
ALİ UZUNIRMAK
(Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkanım.
Dolayısıyla biz
artık yetişmiş unsurlarımızla kendi potansiyelimizi, kendi öz kaynaklarımızı
uluslararası pazarlara, sahneye sunabilir durumda olmalıyız.
Gecikme olmuştur,
7 Şubatta kuralar çekilecektir. 7 Şubatta kuralar çekildiğinde millî takımların
teknik direktörleri o kuraların çekildiği yerde olup, aynı gruba düşen
hocaların birbirleriyle maç günlerini kararlaştırması olacaktır. O zaman, bir
an önce millî takım teknik direktörü belirlenmelidir ve dolayısıyla millî takım
seçiciliği daha şimdiden… Eğer başına yabancı gelirse kimi seçeceği, nasıl
tercihlerde bulunacağı, ne yapacağı… Aynı zamanda 8-10 milyon eurolara varan birtakım kaynakların âdeta yabancılara
peşkeş çekilmesi, imkân sunulması gibi olacaktır. Ben ve milletimizin belli bir
bölümünden gelen teveccühle, millî takım teknik direktörünün yerli olmasını
teklif ediyorum. Bu sadece milliyetçi bir duygu değildir; kaynaklarımızın
verimli, etkin kullanılmasına vesile olacaktır.
Teşekkür ediyorum
Sayın Başkanım. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Uzunırmak.
Sayın Doğru,
Sayın Çelik sisteme girmişsiniz.
Acaba Sayın
Doğru, ne içindi?
REŞAT DOĞRU
(Tokat) – Eczacılar Günü’nün kutlanmasıyla ilgili.
BAŞKAN – Buyurun,
çok kısa ne söyleyecekseniz.
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Türk Eczacıları
Birliğinin 54’üncü kuruluş yıl dönümüne ilişkin açıklaması
REŞAT DOĞRU
(Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Biz de Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu olarak, eczacıların önemli gününü kutluyoruz.
Bugün eczacıların
çok önemli sorunları vardır. Eczaneler ülke genelinde kapanma durumuyla karşı
karşıyadır. Bugünlerde bütün eczacılar Maliyenin baskısı altındadır. Her gün
defterleri inceleniyor, çok zor şartlar altında görevlerini yapmaya
çalışıyorlar. Acil olarak, eczacılar, haklarının korunacağı eczacılıkla ilgili
kanunun Türkiye Büyük Millet Meclisinde kanunlaşmasını bekliyorlar.
Söz verdiğiniz
için teşekkürlerimi sunuyorum Sayın Başkanım, sağ olun.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Doğru.
Sayın Özçelik?
OSMAN ÖZÇELİK
(Siirt) – Eczacılar Birliğinin kuruluşuyla ilgili…
BAŞKAN – Tamam,
buyurunuz.
2.- Siirt Milletvekili Osman Özçelik’in,
Türk Eczacıları Birliğinin 54’üncü kuruluş yıl dönümüne ilişkin açıklaması
OSMAN ÖZÇELİK
(Siirt) – Sayın Başkan, bildiğiniz gibi demokrasilerin gelişmişliği sivil
toplum örgütleri ve meslek kuruluşlarının gelişmişliğiyle orantılı ölçülüyor ve
sivil toplum örgütlerinin yönetime düşünceleriyle katılması demokrasiyi
geliştiriyor.
Türk Eczacıları
Birliği önemli bir kuruluşumuz, yıllardır hizmet veren bir kuruluşumuz ancak
eczacılar çok büyük sorunlar yaşıyor. Sayın Başbakan, Sağlık Bakanı ve Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanı Eczacılar Birliğini hiçe sayarak, dışlayarak
eczacılık ve ilaç sorunlarını çözme gibi bir girişimin içinde. Eczacılar
Birliğinin önerileri dikkate alınmadan, sağlık sorunları ve eczacılık
sorunlarının çözülemeyeceğini Sayın Hükûmetimizin
bilmesi gerekir. Meclis çoğunluğunun buna yetmeyeceğinin bilinmesi gerekir. Eczacılar
Birliğinin dikkate alınması gerekir, diğer tüm sivil toplum örgütlerinin
düşüncelerinin alınması gereği gibi.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Özçelik.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) – Başkanım, Abdulaziz Bey de söz
istiyor.
BAŞKAN – Yani
buradan bir söz talebinin dolaylı olarak alındığını ilk defa görüyorum.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Sisteme giremiyor efendim.
BAŞKAN – Kim söz
istiyorsa onu göreyim.
RAMAZAN KERİM
ÖZKAN (Burdur) – Abdulaziz Yazar…
BAŞKAN –
Buyurunuz Sayın Yazar.
3.- Hatay Milletvekili Abdulaziz
Yazar’ın, Türk Eczacıları Birliğinin 54’üncü kuruluş yıl dönümüne ilişkin
açıklaması
ABDULAZİZ YAZAR
(Hatay) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; bugün Türk
Eczacıları Birliğinin 54’üncü kuruluş yıl dönümü dolayısıyla söz aldım.
Bugün eczacılar
çok zor durumda. Biraz önce Sevgili Meslektaşım Sayın Mehmet Domaç Bey konuştu bununla ilgili fakat daha çok
eczacılarımızın sorunlarını dile getirmesini beklerdim ben. Eczacılarımız
hakikaten çok zor durumda. Şu anda Türk Eczacıları Birliği Sayın Bakanımızla,
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanıyla görüşmek istiyor, onunla anlaşmak
istiyorlar ama bir türlü bir adım atamıyorlar. Sayın Bakan, onun için Türk
Eczacıları Birliği bundan büyük bir sıkıntı çekmektedirler. Danıştayın
Türk Eczacıları Birliği lehine karar vermesiyle biraz eczacılarımız rahatlamış
durumda ama her an yine de…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Yazar -bir dakika süre vermiştim herkese- duyarlılığınız için.
Şimdi gündeme
geçiyoruz.
Başkanlığın Genel
Kurula sunuşları vardır.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup bilgilerinize
sunacağım:
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Tezkereler
1.- Kore Cumhuriyeti Ulusal Meclisi Dışişleri, Birleşme ve
Ticaret Komisyonu ile Romanya Senatosu Dış Politika Komisyonu Başkanı ve
beraberindeki Parlamento heyetlerinin ülkemizi ziyaret etmesinin uygun
bulunduğuna ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1077)
28
Ocak 2010
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kuruluna
Kore Cumhuriyeti
Ulusal Meclisi Dışişleri, Birleşme ve Ticaret Komisyonu ile Romanya Senatosu
Dış Politika Komisyonu Başkanı ve beraberindeki parlamento heyetlerinin Türkiye
Büyük Millet Meclisi'nin konuğu olarak resmi temaslarda bulunmak üzere ülkemizi
ziyaretleri TBMM Başkanlık Divanı'nın 14 Ocak 2010 tarih ve 63 sayılı Kararı
ile uygun bulunmuştur.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi'nin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanun'un
7. Maddesi gereğince Genel Kurul'un bilgisine sunulur.
Mehmet
Ali Şahin
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN –
Bilgilerinize sunulmuştur.
Meclis
araştırması açılmasına ilişkin iki önerge vardır, ayrı ayrı
okutuyorum:
B) Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- Kütahya Milletvekili Alim Işık
ve 22 milletvekilinin, üniversitelerin ve üniversite çalışanlarının
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/541)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
"Üniversitelerimizin
ve üniversitelerimizde çalışan personelin sorunlarının" araştırılarak
alınacak önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasamızın 98'inci, Türkiye Büyük
Millet Meclisi İç Tüzüğü'nün 104'üncü ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis
Araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.
1) Alim
Işık (Kütahya)
2) Mehmet Şandır (Mersin)
3) Cemaleddin
Uslu (Edirne)
4) Ali Uzunırmak
(Aydın)
5) Cumali
Durmuş (Kocaeli)
6) Durmuş Ali Torlak (İstanbul)
7) Sabahattin Çakmakoğlu (Kayseri)
8) Osman Durmuş (Kırıkkale)
9) Mustafa Kalaycı (Konya)
10) Erkan Akçay (Manisa)
11) Mustafa Enöz (Manisa)
12) Abdülkadir
Akcan (Afyonkarahisar)
13) Hasan Çalış (Karaman)
14) Bekir Aksoy (Ankara)
15) Mustafa Kemal Cengiz (Çanakkale)
16) Zeki Ertugay
(Erzurum)
17) Ahmet Orhan (Manisa)
18) Rıdvan Yalçın (Ordu)
19) Ertuğrul Kumcuoğlu (Aydın)
20) Mithat Melen (İstanbul)
21) Reşat Doğru (Tokat)
22) Hasan Özdemir (Gaziantep)
23) Süleyman Lâtif Yunusoğlu (Trabzon)
Gerekçe:
Ülkemizde
üniversite sayılarının giderek artmasıyla birlikte, eskiden beri süregelen
birçok sorunun daha da arttığı bir döneme girilmiştir. Yeni kurulan birçok
üniversitemizde yeterli öğretim elemanı bulunamaması, nitelikli idari veya
teknik personel eksikliği, bina, laboratuar ve fiziki donanım eksikliği vb.
gibi birçok olumsuzluk bu üniversitelerimizde eğitim öğretim gören
gençlerimizin geleceğini de olumsuz yönde etkilemektedir.
Diğer yandan YÖK
tarafından devam eden personel planlaması çalışmasının bir türlü
tamamlanamaması nedeniyle üniversitelerimizde görev yapan akademik ve idari
personelin içinde bulunduğu sorunların çözümünü de geciktirmektedir.
Ülkemizi yedi
yılı aşkın bir süredir tek başına yöneten AKP hükümetlerinin, bir çok konuda olduğu gibi, üniversitelerimizin ve bu
üniversitelerimizde görev yapan personelin sorunlarının çözümüne ilişkin
duyarsızlığı devam etmektedir. Bu süreçte;
Üniversitelerimizde
görev yapan akademik ve idari personelinin ücret ve özlük haklarının
iyileştirilmesine yönelik bir çalışma yapılamamıştır.
Üniversitelerimizde
özellikle akademik kadrolarda yaşanan sıkışıklıklar bir türlü çözülememiştir.
Araştırma
Görevlisi kadroları başta olmak üzere tüm personel kadrolarındaki
yetersizlikler ve kadroların dağıtımındaki keyfîlikler devam etmektedir.
Yardımcı Doçent
kadrolarının, diğer öğretim üyesi kadroları gibi daimi kadroya dönüştürülmesi,
3.600 yerine 4.200 ek gösterge ile 1. derecenin son kademesine kadar
ilerlemelerinin sağlanması konusunda verilen sözler bir türlü yerine getirilememiştir.
Yardımcı
Doçentlikten Doçentliğe yükseltilmede uygulanan ve daha çok subjektif
ölçütlerin öne çıktığı sözlü sınavlarla ve yabancı dil sınavıyla ilgili
düzenlemeler yapılamamıştır.
Üniversitelerde görev yapan Genel
Sekreter Yardımcıları, Daire Başkanları ve Hukuk Müşavirlerinin diğer kamu
kurumlarında görev yapan eşdeğerlerine benzer şekilde makam tazminatından
yararlandırılmalarını sağlayacak teknik düzenlemeler bir türlü
gerçekleştirilememiştir.
Üniversitelerimizin
birçoğunda Kredi Yurtlar Kurumuna ait yurt ve yatak kapasitesi eksikliği
nedeniyle özellikle yeni kaydolan gençlerimizin ve ailelerinin mağduriyetleri
çok ciddi boyutlara ulaşmıştır.
Bazı vakıf
üniversitelerimizde öğrenci kayıtları sırasında burslu veya ücretli öğrenci
bedelleriyle ilgili olarak ulusal basına da yansıyan mağduriyetler yaşanmaya
devam etmektedir.
Yukarıda
belirtilenlerin yanında üniversitelerimizin birçok konuda karşı karşıya
bulunduğu sorunların yerinde araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi, hem üniversitelerimiz hem de bu üniversitelerimizde görev yapan
personelin yanında öğrencilerimiz ve onların aileleri açısından da büyük önem
taşımaktadır. Belirtilen nedenlerle bu konuda bir Meclis Araştırmasının
açılmasında yarar görülmektedir.
2.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve 20 milletvekilinin,
sigara fabrikalarından Yaprak Tütün İşletmelerine geçen işçilerin sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/542)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Sigara
Fabrikalarından Yaprak Tütün İşletmelerine geçen işçilerin sorunlarının
araştırılarak, mağduriyetlerinin giderilmesi için alınması gereken tedbirler
konusunda Anayasanın 98, içtüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince Meclis
Araştırması yapılmasını arz ve teklif ederiz.
1) Reşat Doğru (Tokat)
2) Mehmet Şandır (Mersin)
3) Mustafa Enöz (Manisa)
4) Ali Uzunırmak (Aydın)
5) Hasan Çalış (Karaman)
6) Süleyman Turan Çirkin (Hatay)
7) Sabahattin Çakmakoğlu (Kayseri)
8) Akif Akkuş (Mersin)
9) Mustafa Kemal Cengiz (Çanakkale)
10) Süleyman Nevzat Korkmaz (Isparta)
11) Mehmet Akif Paksoy (Kahramanmaraş)
12) Hasan Özdemir (Gaziantep)
13) Mümin İnan (Niğde)
14) Beytullah Asil (Eskişehir)
15) Necati Özensoy (Bursa)
16) Erkan Akçay (Manisa)
17) Behiç Çelik (Mersin)
18) Emin Haluk Ayhan (Denizli)
19) Yılmaz Tankut (Adana)
20) Alim Işık (Kütahya)
21) Hüseyin Yıldız (Antalya)
Gerekçe:
Ülkemize en büyük
katma değeri sağlayan kuruluşlardan biri olan Sigara Fabrikaları hepimizin
bildiği üzere özelleştirme adı altında satılarak faaliyetleri durdurulmuştur.
Şimdi de Sigara
Fabrikası işçilerimiz 4/C kapsamına alınıp Yaprak Tütün İşletmelerine
geçirilerek yeni bir mağduriyetin temeli atılmıştır. Bunca yıldır hizmet veren,
ülkemize ekonomik girdi sağlayan bu insanlarımız maalesef hak ettiklerinin
karşılığını alamamışlardır.
Kurumlar
özelleştiriliyor. Devlet 657’ye tabi personeli yatay geçiş hakkı tanıyarak
mağduriyetten kurtarıyor. Aynı şartlarda çalışan SSK’ya tabi personele yatay
geçiş hakkı olmadığından bu çalışanlar mağdur ediliyor. Devlet buradaki
mağduriyetin farkına varıp, 657 4/C kapsamında tekrar kamuda iş veriyor ancak
bu sefer ücret ve sosyal haklarda ayrımcılığa uğruyorlar. Oysa bu çalışanlar
zamanında mağdur edilmiş, bu şekilde çalıştırılmaları da iş barışını bozmuştur.
Bu kadar ücret
azlığı yanında bir de eşit işe eşit ücret uygulaması çıkmıştır. 657 4/C
çalışanları hariç komple çalışanlara seyyanen iyileştirme yapılmıştır. Burada
da 4/C çalışanları mağdur edilmiş, onlara herhangi bir iyileştirme
yapılmamıştır. 4/C'liler kader mahkûmu gibi açlık
sınırının altında bir ücrete mahkûm edilmişler; mağdurlar içinde mağdurlar
yaratılmış, 4/C’liler arasında bile ayrımcılık
yapılmıştır.
Bu insanlar
devletine inanarak, güvenerek gece gündüz demeden çalışmışlar, alın teri
akıtmışlardır. Aldıkları ücretle aile geçimi yapılamamaktadır. Geçimlerini
sağlayabilmek için ya birikimlerini eritiyor ya da borçlanmak suretiyle
yaşamlarını idame ettiriyorlar. Bu hayat mücadelesi karşısında aile reisi
aldığı ücretle aciz ve yoksul duruma düşme durumundan kurtulamıyor. İşte bu
yüzden kredi kartlarına ya da tüketici kredilerine başvuruyorlar. Bunun
sonucunda sosyal patlamalar kaçınılmaz olacaktır.
Bu arada ülke
genelinde Yaprak Tütün İşletmelerinin de kapatılacağı yönünde Özelleştirme
Yüksek Kurulu karar almış bulunmaktadır. İleride bu durum gerçekleştiği
takdirde yine buralarda çalışan işçilerimiz mağdur olacak, işlerini kaybetme
durumuyla karşı karşıya kalacaklardır.
İşçilerimizin bu
durumu ve bunca yıldır ülkemize ve halkımıza yapmış oldukları ekonomik katkı
göz önüne alındığında, onların da normal yaşam standardına kavuşturulması ve
özlük haklarının iyileştirilmesi gerekmektedir. Araştırma önergemiz bu amaçla
hazırlanmıştır.
BAŞKAN –
Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler
gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki
görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.
Başbakanlığın Anayasa’nın
92’nci maddesine göre verilmiş bir tezkeresi vardır. Önce okutup işleme
alacağım, sonra da oylarınıza sunacağım.
Başbakanlık
tezkeresini okutuyorum:
A) Tezkereler
(Devam)
2.- Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının;
korsanlık/deniz haydutluğu ve silahlı soygun eylemleriyle mücadele amacıyla
yürütülen uluslararası çabalara destek vermek üzere, gereği, kapsamı, zamanı ve
süresi Hükûmetçe belirlenecek şekilde Aden Körfezi, Somali
karasuları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde görevlendirilmesi ve
bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Hükûmet
tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için Hükûmete
verilen izin süresinin 10/02/2010 tarihinden itibaren
bir yıl uzatılmasına dair Başbakanlık tezkeresi (3/1073)
25/01/2010
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Aden Körfezi,
Somali karasuları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde vuku bulan
korsanlık/deniz haydutluğu ve silahlı soygun eylemleri hakkında 2008 yılında
kabul edilen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları ve Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nin 10/2/2009 tarihli ve 934 sayılı
Kararıyla bir yıl için verdiği izin çerçevesinde, Türk Silahlı Kuvvetleri deniz
unsurlarının söz konusu bölgelerde konuşlandırılması suretiyle, bölgede
seyreden Türk Bayraklı ve Türkiye bağlantılı ticari gemilerin emniyetinin etkin
şekilde muhafazası ve uluslararası toplumca yürütülen korsanlık/deniz
haydutluğu ve silahlı soygun eylemleriyle müşterek mücadele harekâtına aktif
katılımda bulunulması sağlanarak, bu alanda Birleşmiş Milletler sistemi içinde
ve bölgesel ölçekte oynadığımız rolün ve görünürlüğümüzün pekiştirilmesi temin
edilmiştir.
Türk Silahlı
Kuvvetleri deniz unsurlarının bölgede görev icra etmesine izin veren 934 sayılı
TBMM Kararının süresi 10/2/2010 tarihinde sona
erecektir. Diğer taraftan, anılan bölgelerde ve Hint Okyanusu’nda meydana
gelmeye devam eden korsanlık/deniz haydutluğu ve silahlı soygun eylemleri ile
uluslararası toplumca mücadele edilebilmesine cevaz veren Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi’nin 1846 sayılı Kararı, 30/11/2009
tarihli ve 1897 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararıyla bir
yıllık süre için yenilenmiştir.
Belirtilen
nedenlerle, Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının Aden Körfezi Somali
karasuları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde görevlendirilmesi
için 10/2/2009 tarihli ve 934 sayılı TBMM Kararıyla
Hükümete verilen bir yıllık izin süresinin anılan Kararda belirlenen ilke ve
esaslar dâhilinde 10/2/2010 tarihinden itibaren bir yıl uzatılmasını Anayasanın
92 nci maddesi uyarınca arz ederim.
Recep
Tayyip Erdoğan
Başbakan
BAŞKAN –
Başbakanlık tezkeresi üzerinde İç Tüzük’ün 72’nci maddesine göre görüşme
açıyorum.
Gruplara, Hükûmete ve şahsı adına iki üyeye söz vereceğim.
Konuşma süreleri
gruplar ve Hükûmet için yirmişer dakika, şahıslar
için de onar dakikadır.
Tezkere üzerinde
söz alan sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum:
Gruplar adına,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Erdal Sipahi,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Şükrü Elekdağ, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Kırıkkale
Milletvekili Vahit Erdem.
Şahsı adına,
Çankırı Milletvekili Suat Kınıklıoğlu, Karabük
Milletvekili Mehmet Ceylan.
Şimdi, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, ilk söz İzmir Milletvekili
Erdal Sipahi’ye ait.
Buyurunuz Sayın
Sipahi. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA
KAMİL ERDAL SİPAHİ (İzmir) – Sayın Başkan, sizi ve yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 10 Şubat 2009 tarihindeki 55’inci
Birleşiminde 934 sayılı Kararla yürürlüğe giren Aden Körfezi, Somali karasuları
ve açıkları, Babülmendep Denizi ve mücavir
alanlardaki korsanlık, deniz haydutluğu ve silahlı soygun eylemleri hakkında
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde Türk Deniz
Kuvvetleri unsurlarının görevlendirilmesi uygulamasının bir yıl daha uzatılması
konusunda Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini açıklamak üzere söz almış
bulunuyorum.
Geçen yıl ben ve
Milliyetçi Hareket Partili diğer bir milletvekili arkadaşım bir ayrıntıyı
açıklamıştık. Tezkerelerde adı “Arap Denizi” olarak belirlenen alanın
Osmanlıdan miras bizim haritalarımızda adı “Babülmendep”tir.
“Arap Denizi” tabiri anlaşıldığı kadarıyla Türk haritalarından değil, Arap
haritalarından alınmıştır.
Diğer dikkati
çekeceğim bir konu ayrıntıdan ötedir. Geçen yılki tezkerede anılan bölge “ve
mücavir alanı” tabiri mevcuttur. Bu yılki Hükûmet
tezkeresinin birinci paragrafında aynı bölge de tarif edilirken ikinci
paragrafta anılan bölgelere ilaveten Hint Okyanusu’nda meydana gelmeye devam
eden olaylara müdahale yer almaktadır. Hint Okyanusu, anılan bölgenin mücavir
alanı olamayacak kadar geniş bir alanı kapsar yani bu yılki tezkereye geçen yıl
belirlenen bölgeye ilave olarak “Hint Okyanusu” eklenmiş durumdadır. Bu “ilave”
denilemeyecek kadar büyük alan Güvenlik Konseyinin 1897 sayılı Karar’ı ile mi
genişletilmiştir, yoksa Hükûmetin tasarrufu mudur;
Sayın Bakana soruyoruz. Bu değişikliği yapanlar “Hint Okyanusu”nun ne demek
olduğunun ve bu geniş alanın hangi muhtemel problemleri yaratabileceğinin
farkında mıdır? Bir Türk fırkateyni “Hint Okyanusu”
tabiriyle maceraya mı atılacaktır; bilmek istiyoruz. Bizim, Milliyetçi Hareket
Partisi olarak önerimiz, yeni tezkeredeki “Hint Okyanusu” ibaresinin
çıkartılmasıdır; uyarıyoruz.
Sayın
milletvekilleri, korsanlık ve deniz haydutluğu suçu, işlendiği alana veya bu
suçu işleyenlerin milliyetlerine bakılmadan herhangi bir devletin yargılama
yetkisinin var olduğu kabul edilmiş uluslararası bir suçtur. Dolayısıyla
evrensel yargı kapsamına girmektedir. Bunun nedeni uluslararası düzen için
oluşturduğu tehdidin büyüklüğünden kaynaklanmaktadır. Belirtilen alan yıllık küresel
ticaretin yaklaşık yüzde 20’sinin cereyan ettiği ve yılda yirmi beş bin
civarında ticari geminin geçiş yaptığı, bu nedenle uluslararası ticaret
güvenliği için çok önemli ve öncelikli bir alandır. Bu alan, Türk deniz
ticaretini de ilgilendiren, yakın geçmişte Türk ticaret gemilerinin de doğrudan
etkilendiği, son yıllarda beş yüzden fazla geminin korsanlık ve deniz
haydutluğu eylemlerine maruz kaldığı bir bölgedir.
Geçmişte bölgede
bazı ülkelerin münferit operasyonları icra edilmiş, sınırlı NATO operasyonları
yapılmıştır. Bunlardan “SNMG-
2008 yılında
Güvenlik Konseyinin bu konuyla ilgili olarak almış olduğu dört karar ve daha
sonra Ocak 2009’da 1851 sayılı Karar’la bu konuya uluslararası meşruiyet
kazandırılmıştır. Bu kararla bir Müşterek Görev Gücü’nün kurulmasına imkân
sağlanmıştır. Türkiye bu karar çerçevesinde uluslararası bir temas grubunun
üyesi olmuştur. Bu grupta yirmi dört ülke yer almakta olup NATO, Avrupa
Birliği, Afrika Birliği, Uluslararası Denizcilik Örgütü ve Birleşmiş Milletler Sekreteryası da gözlemci statüsü taşımaktadır.
İşte, geçen yıl
Meclisimizin onayıyla yürürlüğe giren bu uygulamayla Türk Deniz Kuvvetlerinden
bir fırkateyn bölgede sürekli olarak görev almaya
başlamıştır. Yeni uygulamayla bölgedeki eylemler belki durmamıştır ancak çok
azalmıştır. Bu alanda dönüşümlü olarak görev yapan takviyeli fırkateynimiz, yaklaşık bir yıldır, cesur ve başarılı
operasyonlarıyla her zamanki gibi yüz akımız ve gururumuz olmuştur. Oradaki
nöbeti devralmak için dün Aksaz Deniz Üssü’nden
hareket eden TCG Gemlik Fırkateyni’mize bahriye geleneğiyle
“Allah selamet versin.” diyorum. Zaten barış zamanı eğitim ve tatbikatlarında
sık sık icra ettiği kontrol- kontrobasyon
uygulamalarıyla bu tip görevlerin altyapısına sahip olan şanlı donanmamızın
Barbaros’un hafîdi leventlerine Meclis adına teşekkürlerimizi,
başarı dileklerimizi tekrarlamayı bir borç biliyorum.
Ordumuz, gerek
şanlı tarihimizde gerekse cumhuriyet döneminde dünya coğrafyasının birçok
alanında bulunmuş, görev almış, sancak göstermiş bir ordudur. Ne Aden Körfezi
ve Somali kıyıları ne bir zamanların Türk gölü olan Akdeniz’in her kıyısı ve ne
de Türk Bayrağı’na bakıp da çırpınan Karadeniz’in her köşesi Türk donanmasının
ve gururla toka ettiği ay yıldızlı şanlı bayrağımızın yabancısı değildir.
Hayâsızca
yürütülen bir asimetrik psikolojik harekâtın hedeflerinden birisi olan Türk
donanmasının, asil Türk milletinin namus ve şerefini korumak için yalnız kendi
denizlerimizde değil dünyanın her yanındaki sularda yüce milletimizi onurla,
gururla temsil ettiğinden ve edeceğinden, deniz alaka ve menfaatlerimizi
koruyacağından eminiz.
Geçmişte Türk
bahriyesi uluslararası alanda Arnavutluk’ta, Adriyatik’te, Akdeniz Görev Grubu
içinde görev almış ve her birinden üstün başarılarla ayrılmıştır.
Ben bu vesileyle,
Türkiye'nin barışı destekleme faaliyetleri kapsamında görev alan Türk Silahlı
Kuvvetlerinin geçmiş dönemlerde yapmış olduğu görevlerle hâlen devam eden
faaliyetlerini sizlere kısaca hatırlatmakta fayda görüyorum. Bu görevlerin bir
kısmı Birleşmiş Milletler kapsamı bir kısmı NATO çerçevesinde icra edilmiştir
ve edilmektedir.
Türkiye'nin barışı destekleme harekâtlarına geçmişte yapmış olduğu
katkılar şunlardır: Kore Savaşı, Somali Ümit Operasyonu -ki Birleşmiş Milletler
kapsamındadır- Bosna-Hersek’te Birleşmiş Milletler
Koruma Kuvveti, Bosna’da NATO Uygulama/İstikrar Kuvveti, Adriyatik’te 93-96
yılları arasında Sharp Guard
Deniz Harekâtı, Baltık ülkelerinde muhtelif hava harekâtları, Arnavutluk’ta Alba Operasyonu, Makedonya’da icra edilen Mecburi Hasat ve
Kurnaz Tilki operasyonları, Birleşmiş Milletler Kongo Demokratik Cumhuriyeti
Misyonu’dur.
Geçmiş dönemde Türk Silahlı Kuvvetlerinin personel gönderdiği
askerî gözlemci görevleri ise: Birleşmiş Milletler Irak-İran Askerî Gözlemci
Grubu, Birleşmiş Milletler Irak-Kuveyt Askerî Gözlemci Grubu, gene Birleşmiş
Milletler kapsamında Doğu Timor Destek Misyonu, AGİT
Kosova Doğrulama Misyonu, AGİT Gürcistan Sınır Gözlem Misyonu, Demokratik Kongo
Cumhuriyeti’nde Avrupa Birliği Polis Misyonu, Birleşmiş Milletler Bosna-Hersek
Misyonu ve Filistin El-Halil’deki Uluslararası Geçici Mevcudiyet Misyonu’dur.
Hâlen devam eden
katkılar ve görevler ise şunlardır:
Kosova:
Kosova Gücü:
Kosova’da güvenliğin tesis edilmesi ve sürdürülmesi maksadıyla NATO kapsamında
teşkil edilen Kosova Gücü (KFOR), Birleşmiş Milletlerin 12 Haziran 1999’da
aldığı karar ile barışı zorlama tedbirleri uygulamak üzere Kosova’da görevine
başlamıştır.
Türkiye hâlen bu
harekâta bir tabur görev kuvvetiyle ve 536 personelle katkı sağlamaktadır.
Lübnan (UNIFIL)
görevi:
Türkiye,
Lübnan’daki Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü deniz görev gücüne bir fırkateyn –helikopterli- ile katılmaktadır. Ayrıca
Lübnan’da Sur şehri yakınlarındaki Eş Şantiye kasabasında 261 askerî
personelimizle istihkam-inşaat görevleri yerine getirilmektedir.
Ayrıca 5 subayımız da Lübnan’daki üç karargâhta görev almış durumdadır.
Aktif Çaba
Harekâtı:
Akdeniz’de
terörizme karşı koyma maksadıyla terörist aktivitelerin tespit ve teşhisi için
NATO’da oluşturulan bir dayanışmanın göstergesidir. Bu harekât için tahsis
edilen kuvvetler, İzmir’de dört saatlik hazırlık durumunda olan, birer korvet,
denizaltı, fırkateyn ve akaryakıt gemisinden
oluşmaktadır.
Bosna Hersek
ALTHEA Operasyonu:
Mevcut durumda
254 personelden oluşan bir manevra bölüğü ve bir jandarma bölüğü ile destek
sağlanmaktadır.
Güneydoğu Avrupa
Tugayı uygulaması, Balkanlarda barış ve istikrarın tesis ve idamesi amacıyla
Türkiye’nin girişimiyle 31 Ağustos 1999’da Filibe Bulgaristan’da kurulmuştur.
Güneydoğu Avrupa
Tugayında; Türkiye, Arnavutluk, Bulgaristan, Yunanistan, İtalya, Makedonya ve
Romanya katılımcı üye olarak, Amerika Birleşik Devletleri, Hırvatistan,
Slovenya ve Ukrayna ise gözlemci statüsünde yer almaktadır. Her dört yılda bir
tugay karargâhı yer değiştirmektedir. Filibe Bulgaristan ve Köstence
Romanya’dan sonra 2007 -2011 dönemi için –yani şu anda- İstanbul’da 3’üncü
Kolordu Komutanlığı kışlasında bu tugay karargâhı görev yapmaktadır.
Karadeniz
İşbirliği Görev Grubu:
Karadeniz’de
barış ve istikrarın idamesi için, 1998 yılında Türkiye’nin girişimiyle
başlatılmış olup 2001 yılında İstanbul’daki kuruluş anlaşmasıyla, Türkiye,
Rusya Federasyonu, Ukrayna, Gürcistan, Romanya ve Bulgaristan tarafından
imzalanmıştır. Karadeniz’de kullanılmak amacıyla tesis edilmiş olup
gerektiğinde Birleşmiş Milletler ve AGİT kapsamında da
görevlendirilebilecektir.
Sudan Misyonu:
Türkiye,
Birleşmiş Milletler Sudan görevini 3 askerî personel, ayrıca Birleşmiş
Milletler Afrika Birliği Darfur görevini ise 1 askerî
personelle desteklemektedir.
Gürcistan:
Türkiye,
Gürcistan’daki iki askerî gözlemci misyonundan
birisine 5 subay, diğerlerine ise 2 subayla iştirak etmektedir.
Afganistan konusu
gündemde olduğu için biraz uzun değerlendireceğim:
Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyinin 2001 yılındaki 1386 sayılı Kararı sonrası 16 Ocak
2002 tarihli Bonn Anlaşması ile Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvveti içinde yer
alınmıştır.
Türkiye’nin görev
aldığı ISAF, Afganistan Güvenlik Destek Gücünün terörle mücadele görevi yoktur.
ISAF’ın komutası 2002 ve
2005 yıllarında 2 defa Türkiye tarafından deruhte edilmiştir. Buna ilaveten,
aynı yıllarda Kâbil Uluslararası Havaalanı’nın askerî kısmının işletilmesi ve
havaalanı kontrol görevi üstlenilmiştir.
Ağustos 2006’da
Fransa ve İtalya’nın da iştirakiyle teşkil edilen Kâbil Bölge Komutanlığı
görevi o tarihte sekiz ay süreyle yürütülmüştür. Aynı görev 1 Kasım 2009’dan
itibaren tekrar Türkiye’nin emir komutasında yaklaşık 1.750 personelimizin
katkı ve iştirakiyle devralınmıştır.
Bu görev dışında
bölgesel imar ekipleriyle, irtibat timleriyle, Afgan ordusuna eğitim
destekleriyle, 13 milyon ABD dolarından fazla eğitim yardımı ve 21 milyon ABD
dolarından fazla lojistik askerî yardım Afganistan’a Türkiye tarafından yerine
getirilen faaliyetlerdir.
Amerika Birleşik
Devletleri’nin tüm zorlamalarına karşı, Afganistan’da ABD liderliğinde
yürütülen “Sürekli Özgürlük Harekâtı” kod isimli terörle aktif mücadeleden
Türkiye şimdiye kadar uzak durmuştur. Dost ve kardeş Afgan halkıyla karşı
karşıya kalabileceği bu tip harekâtın dışında kalmaya devam etmeli ve halk
nazarındaki kardeş saygınlığını devam ettirmelidir.
Hâlen devam eden
uluslararası görevlerden sonuncusu da şimdi görüştüğümüz Somali Birleşmiş
Milletler Deniz Gücü görevidir.
Sayın
milletvekilleri, bütün bu görevleri bilgilerinize sunmaktan amacım,
uluslararası alanda Türk Silahlı Kuvvetlerinin ne kadar yoğun, ne kadar farklı
görev ve sorumlulukları, hepimizin güven ve gurur duyacağımız şekilde,
başarıyla yerine getirdiği ve getirmekte olduğunu sizlerle paylaşmaktır.
Bu nedenle, şanlı
ordumuzun iç itibarı kadar dış itibarı da günlük polemiklerden, siyasi rant hesaplarından, art niyetlerden uzak tutularak
hassasiyetle gözetilmeli ve korunmalıdır.
Bu nedenle, sayın
milletvekilleri, dışarıdan güdümlü, içeriden iş birlikli, karanlık, lanetli
senaryoların yürütüldüğü günümüzde, bu konu Milliyetçi Hareket Partisi
programına dâhil edilmiştir. Bunu anlayamayanlar olabilir: Türk askerinin
başına çuval geçirildiğinde “Ne notası, müzik notası mı?” diyerek olayı sindire
sindire yutanlar bunu anlayamazlar. Dış itibarımızı
İsrail’de büyükelçimizin oturtulduğu sandalyenin irtifasını düşürenler bunu
anlayamazlar. Yabancı başkentlerde çizilen yeni Sevr haritalarına taşeronluk
yapanlar, günümüz muhip ve mandacıları anlayamazlar. Ermenilerle protokol
yaptık, problemleri hallettik yalanını söyleyip, Ermenistan Anayasa
Mahkemesi’nin kararıyla foyaları, yalanları, aldatma ve kandırmaları ortaya
çıkanlar hiç anlayamazlar. Çünkü Ermeni bayrağı açıp “Biz Ermeniyiz”
diye bağıranlarla “Ermeni açılımı” diye bağıranlar ruh ikizidir. PKK
açılımcılarıyla PKK’lılar ruh ikizidir. Habur’da
karşılama töreni yapanlarla karşılananlar ruh ikizidir.
Bu ordu bizim
ordumuzdur, milletin ordusudur, peygamber ocağı ordudur. Başka ordumuz da
yoktur. Böyle büyük bir camiada kişisel kusurlar, hatalar, suç ve suçlular
varsa gereği yapılmalıdır. Ancak bunları fırsat bilerek ordunun tamamına
topyekûn saldırmak, ordunun manevi şahsiyetini tahkir etmeye kalkmak en hafif
tabiriyle hayâsızlıktır. Güçlü bir ordu güçlü bir Türkiye’nin vazgeçilmezidir.
Bundan rahatsız olmak olsa olsa millî kültür, millî duygu arızalısı beyinlerin utanmaz
hezeyanlarıdır.
Değerli
milletvekilleri, şimdi konuyla ilgili biraz sonra anlatacağım bazı yeni
kavramları bilgilerinize sunmakta yarar umuyorum.
1998 yılından
itibaren “zayıf ve başarısız ülkeler” kavramları, başta ABD olmak üzere, millî güvenlik
stratejilerine girmiştir. 2005 yılı Amerikan Başkanlık Millî Güvenlik
Direktifi’nde bu tip ülkelerle yani zayıf ve başarısız ülkelerle ilgili
gelişmelerin önceden tahmin edilmesi, takip edilmesi, gelişmelere karşı süratle
ve etkin müdahaleler yapılması yer almaktadır. Bu meyanda 177 dünya ülkesi
sosyal, ekonomik ve siyasal on iki kritere göre
puanlanarak, taşıdıkları riske göre sıralanmaktadır. Taşıdıkları riske göre
ülkeler “alarm veren ülkeler”, “uyarı veren ülkeler”, “istikrarı sürdürebilir
ülkeler” ve “dengeli ülkeler” olmak üzere dört kategoride toplanmıştır.
Konumuza geri
dönersek, işte, Türk Deniz Kuvvetlerinin görev aldığı coğrafyada dünyanın en
riskli, alarm veren ülkeleri olarak Somali 1’inci sırada ve Sudan 3’üncü
sıradadır, yani dünyanın en riskli ve alarm veren ülkelerinin bulunduğu
coğrafyaya gidilmiştir.
Dünyadaki 177
devlet bu kapsamda aşağıda belirlenen on iki başlığa göre puan almaktadır. Puan
yükseldikçe ülkeler daha riskli, daha kötü durumda mütalaa edilmektedir.
90-120 arasında
en yüksek puanı alan en kötü durumdaki ülkeler “alarm veren ülkeler” olarak
belirlenmiştir. 2009 sıralamasına göre komşularımızdan Irak, İran ve Gürcistan
alarm veren ülke konumundadır.
60-89 arasında
puan alanlar “uyarı veren ülkeler” şeklinde isimlendirilmiştir. Türkiye, 2008
yılında 75,4 puanla 92’nci sırada “uyarı veren ülke” konumundayken 2009 yılında
daha kötüye giderek 78,2 puanla 85’inci sıraya gelmiştir. Komşularımızdan
Suriye bizden kötü durumda, Ermenistan ise bizden iyi durumdadır bu kriterlere göre.
30-59,9 puan alan
ülkelere “istikrarı sürdürebilir ülkeler” denmektedir. Yunanistan bu
statüdedir. 0-29,9 puan alan en iyi durumdaki ülkeler ise “dengeli ülkeler”
olarak vasıflandırılmıştır.
Amerika, zayıf ve
başarısız ülkelere müdahale hakkı olduğunu iddia etmektedir. Deprem sonrası
Haiti’ye yığınaklanan ABD askerî varlığı davet
edilmemiştir, zayıf ve başarısız bir ülkeye müdahale etmiştir. Bunu bilmenizde
fayda var.
Diğer önemli bir
husus, Amerika’nın “Büyük Orta Doğu Projesi” kapsamındaki ülkelerin tamamında
bu raporlara göre durum kötüdür ve gittikçe daha kötüye gitmektedir. Türkiye de
buna dahildir.
12 kritere göre 120 puan üzerinden yapılan değerlendirmede
Türkiye, 12 kriterden bir yıl öncesine göre 9’unda daha kötüye gitmiştir.
Bunların en bariz olanları “iç göç” başlığında, “ayrışma, cepheleşme”
başlığında, “hızlı ekonomik çöküntü” başlığında, “devlet baskısının
yaygınlaşması” başlığında, “kamu hizmetlerinin kötüleşmesi” başlığında,
“hukukun üstünlüğünün askıya alınması” başlığında, “elitler arasında gruplaşma
ve derin ayrılıkların artması” başlığındadır ve son bir yılda Türkiye bu
başlıklarda daha geriye gitmiştir.
Yani, sayın
milletvekilleri…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
KAMİL ERDAL
SİPAHİ (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.
Yani, sayın
milletvekilleri “biz iktidara geldiğimizde” cümlesiyle başlayan nutuklar
yalanlanmış ve artık komediden öteye gidememektedir. “Nereden nereye?”
nutukları ise ters tepmiş, Türkiye gittikçe daha kötüye gitmektedir. Ben, Hükûmetin bu raporu okumasını ve ders çıkarmasını tavsiye
ediyorum.
Sözlerime son
verirken, tezkereye “Hint Okyanusu” tabiri hakkındaki endişemiz saklı kalmak
üzere “evet” diyeceğimizi belirtir, donanmamıza ve uluslararası sularda
bayrağımızı şerefle, başarıyla dalgalandıran leventlerimize en iyi
dileklerimizi iletir, yüce Meclise saygılar sunarım. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Sipahi.
Sayın
milletvekilleri, şimdi söz Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Şırnak
Milletvekili Hasip Kaplan’a aittir.
Buyurunuz Sayın
Kaplan. (BDP sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Aden Körfezi,
Somali karasuları ve açıkları, Arap denizi ve mücavir bölgelerde vuku bulan
korsanlık, deniz haydutluğu ve silahlı soygun eylemleriyle ilgili tezkere
hakkında Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Evet, bir yıl
önce de bu konu görüşüldü Mecliste ve Birleşmiş Milletlerin, Güvenlik
Konseyinin, NATO’nun talepleri doğrultusunda biz de -Anayasa’ya göre Meclis kararı gerektiği
için asker gönderme kararlarında- usulen burada toplandık, konuştuk, her grup
adına birer konuşmacı. Ondan sonra da karar verdik, askerimizi gönderdik. Tabii
değerlendirmelere baktığımız zaman kimisi, askerimiz, gemilerimiz,
zırhlılarımız açık denizlerde gezecek, bayrak dalgalandıracak, Türkiye'nin
gücünü temsil edecek, orada korsanları haklayacak, Türk ticaret gemilerine
saldırmayacaklar, bu çerçevede alıyor. Bu çerçeve böyle dar alınırsa… Birleşmiş
Milletler istedi, Güvenlik Konseyi istedi -Türkiye de Birleşmiş Milletler
kurulduğundan bu yana ilk defa geçici bir Güvenlik Konseyi üyesi oldu- NATO
istedi, eh biz de gönderelim.
Neden bu kadar
basit? Bunun bir siyasi yanı, etik yani ahlaki yanı, bütçe yanı, vergi yanı,
can güvenliği yanı neden sorgulanmaz Meclisimizde, milletin egemenliğinin
olduğu kurumumuzda neden bu sorgulanmaz, neden bu kadar yüzeysel yaklaşılır?
Doğrusu biz bunu anlamakta çok zorluk çekiyoruz.
Bu yeni değil,
biz asker göndermeyi çok çok önceleri biliyoruz. Kore
Savaşı’nda da biliyoruz, ondan öncesi olaylarda da biliyoruz. Son asker
gönderme Afganistan. Daha öncesi olayları da biliyoruz ama Nâzım Hikmet’in şu
şiirini anımsamadan, hatırlamadan da, halkımızı bu konuda doğru
bilinçlendirmeden de geçmeyeceğim. Ne diyor büyük ozan:
“23 sentlik asker
Mister Dalles,
sizden saklamak olmaz,
hayat pahalı biraz
bizim memlekette.
Mesela iki yüz
gram et alabilirsiniz,
koyun eti,
Ankara'da 23
sente,
yahut iki kilo kuru
soğan,
yahut bir kilodan
biraz fazla mercimek,
elli santim kefen
bezi yahut,
yahut da bir aylığına
yirmi yaşlarında bir
tane insan.”
Evet, Süveyş
Kanalı’ndan kaç gemi geçiyor? 4 binin üzerinde gemi mi geçiyor? Bakacağım ona.
Çin gemileri, Hindistan gemileri mi geçiyor Süveyş Kanalı’ndan, Somali
açıklarından? Bakacağız. Kaç gemi, kaç ton, kaç milyar dolar kazanıyor? Kim
kazanıyor? O açık sulardan, denizlerden kaç Amerikan gemisi geçiyor, kaç Rus
gemisi geçiyor? Kaç tane bizim Hükûmetteki bakanın
“gemiciği” geçiyor oradan? “Gemicik”lere bakacağız.
Baktıktan sonra bir vatandaşımızın, bir askerimizin canının ne kadar kıymetli
olduğunu hesaplayacağız ve bu kutsal yurt savunması için göreve gönderdiğimiz
evlatlarımızın kimin uğrunda açık denizlerde ne tür risklerle karşı karşıya
olduğunu göreceğiz.
Bunu
görmediğimiz, sorgulamadığımız zaman şunun cevabını bulamayız: NATO soğuk savaş
döneminde kurulmadı mı? Hani Varşova Paktı’na karşı kurulmuştu? Hani askerî bir
pakttı? Ne oluyor da şimdi Kızıl Çin’le birlikte, NATO’nun gemileri ile Kızıl
Çin’in gemileri Somali’deki televizyon ekranlarında gördüğümüz 3 tane, 5 tane
deniz soyguncusunun… “Korsan” demiyorum çünkü korsanın da Orta Çağ’da
Akdeniz’de, dünyada bir efsanesi vardır, bir ayrı geleneği vardır. Şimdi, NATO
hangi yüce amaçlar, idealler uğruna Kızıl Çin’le kucaklaşıyor? Aynı savaş gemileri
Sudan açıklarında Süveyş Kanalı’na gidecek yol güzergâhının, deniz yollarının
korumalığını, jandarmalığını yapıyor. Kim yapıyor bunları? İkinci Dünya
Savaşı’nda kurulan Birleşmiş Milletlerin 5 daimî, Güvenlik Konseyi Amerika,
Çin, Rusya, İngiltere, Fransa. Aradan, 1945’in üzerinden tam 65 sene geçti.
Birleşmiş Milletlerin kendisi sorgulanırken, bu karar mekanizması olan Güvenlik
Konseyinin aldığı kararlar bu beş büyük ülkenin çıkarlarına hizmet ederken
“Burada ne oluyor?” diye sorgulamadan oraya asker göndermenin hiçbir vicdani
rahatlığını hissedemeyiz. Evet, hangi tekellerin, holdinglerin gemileri geçiyor
oradan? Mısır Süveyş Kanalı’nda, bütün geçim kaynağının
biriktiği Süveyş Kanalı’nda şu krizi yaşarken, kontrol edilemez güç teorisiyle
bütün civar ülkeleri, yani Suudi Arabistan, Yemen, Sudan ve Ürdünlü yetkilileri
de katarak Mısır’ın gemi kaçırma hadiseleri karşısındaki zarar gören ülkelerin
toplantılarını irdelemeden, Süveyş Kanalı’nın geçişini irdelemeden, yirmi bin
geminin Aden Körfezi’nden geçişini irdelemeden ve uluslararası ticari
işlemlerin yüzde 7,5’unun Süveyş Kanalı’ndan yapıldığını irdelemeden biz buraya
asker gönderirsek, gönderdiğimiz zaman niçin gönderildiğini de irdeleyemeyiz.
Korsanların
gemileri kaçırırken kullandıkları en profesyonel yöntemler ve en modern
elektronik aygıtlar, kullandıkları laptop cihazlardan
suni şartlarla bağlanması ve bölgedeki NATO savaş gemilerinden korkmaması,
bölgede askerî deniz üsleri inşa etme heves ve ihtiyaçlarını birçok ülkenin
aklına düşürmedi mi? Ne yapıyor bu ülkeler? Gidiyorlar, bu tür ülkelerin
kıyılarında bahsettiğimiz gibi askerî üsler kuruyorlar. Hâlâ, ABD’nin 5’inci
Filosu Basra Körfezi’nde bulunur, dolaşırken, Irak’a müdahale ettiği zaman
Amerika ve birleşik güçleri, oralar savaş gemileriyle dolarken nasıl oluyor da
üç tane, dört tane küçük deniz aracıyla o koskoca alanı birkaç tane korsan
kontrol altına alabiliyor? Oradaki olaya güvenlik boyutuyla baktığınız zaman,
Amerika’nın savaş filolarının karşısında çaresiz kaldığı savaş korsanları,
NATO’nun karşısında çaresiz kaldığı savaş korsanları ve arkasından Birleşmiş
Milletlerin aldığı kararla oraya asker gönderilmesi, Türkiye de burada yer
alırsa Türkiye de güç kazanacak anlayışı. Bunun doğru bir yanı yok. Mısır’ı
anlayabiliriz Süveyş Kanalı nedeniyle, uluslararası hukuku anlayabiliriz,
korsanlığın müeyyidesini de anlayabiliriz ama bazı şeyleri de anlamakta güçlük
çekeriz. Şimdi, bakın, Güvenlik Konseyi dışında alınan bazı kararlar var. Bu
kararlar ilginçtir. “Somali’deki korsanlar yakalandığı zaman nerede
yargılayalım?” demişler ve Amerika, kendi başına Kenya’yla anlaşmış ve
korsanların Nairobi’de, Kenya’da yargılanmasına karar vermişler. Yani Somali
açıklarında yakaladıkları korsanları getirip Kenya’da yargılama! Hangi hukuka
göre? Hangi uluslararası sözleşmeye göre? Ne Birleşmiş Milletlerin ne Güvenlik
Konseyinin ne NATO’nun kararı olmadan, orada, korsanı alıp getiriyor, “Kenya’da
yargılayacağım.” diyor. Süper güçlerin dünyadaki sistemin çöküşü sonrası kayan
güç dengeleri karşısındaki rahatlığı, pervasızlığı yargı alanına da, her alana
da yansıyor.
Burada, yurt
dışına asker gönderme olayının dış politikada en önemli politik kararlardan
biri olduğu bir gerçek. Şimdi, dünya ticaretinin en büyük
oranda, yüzde 80’lerde deniz üzerinden ulaşımı sağlanır ve milyarlarca dolar
ticaret hacmi -ithalatıyla, ihracatıyla- seyrederken, bu şirketler mademki
geçmiş dönemlerde Endonezya-Malezya üçgeninde, Uzak Doğu, Asya’da bu korsanlık
olayları yaşanırken orada nasıl önlem alıp nasıl geliştirdilerse Sudan, Somali
açıklarında, Süveyş Kanalı’na giden yolda, Arap körfezinde bunu da sağlamaları
mümkün. O zaman buyursun küresel şirketler, holdingler kendi özel
güvenliklerini kursunlar, kendi lejyon güvenliklerini kursunlar, parayla asker
tutsunlar, kendi ticaret gemilerini korusunlar.
Buradan giden
askerin vergisi vatandaşın cebinden çıkıyor, silahı da, üstü de, postalı da,
tüfeği de, topu da, helikopteri de bunların hepsi bütçeden çıkıyor. Bu bütçeden
kıydığımız, harcamadığımız paraları Tekel işçilerine çok görürken Sudan, Somali
açıklarındaki Çin, Hindistan, Amerika, Rus gemilerini korumak için ne kadar
bütçe ayırıyoruz, ne kadar harcama yapıyoruz? Bu harcama gerekli mi? Bunun
sorgulamasını yapmak zorundayız. Bunu yapmadığımız zaman oraya asker
gönderenlere şunu da söylemek zorunda kalırız: Ruanda’da
300 bin kişi öldü. 300 bin insan Ruanda’da ölürken
kimin sesi çıktı, kimin? İnsanlık adına orada her gün katliamlar yaşanırken
oradan ticaret gemileri geçmiyor diye kimse asker göndermedi Ruanda’ya ama Ruanda’da yaşanan
vahşet Birleşmiş Milletlerin gözü önünde yaşandı. Ne oldu sonra? Ruanda’da ad hoc mahkeme kuruldu, uluslararası mahkeme.
Sizler biliyor musunuz orada Mehmet adında Türkiye’yi temsil eden bir yargıç da
vardı ama bilemezsiniz. Adı Mehmet olan yargıcımızı da kimse tanımıyor, Ruanda’da nasıl katliamlar olduğunu da bilmiyor. Peki Darfur’da yaşanan 300 bin
kişilik katliama ne diyorsunuz? Onlar insan değil miydi? İnsanlar gemilerden
daha mı kıymetsiz? Onlar için niye biz bazı önlemler alıp asker gönderemiyoruz,
Birleşmiş Milletler gönderemiyor, NATO gönderemiyor, uluslararası kuruluşlar
gönderemiyor?
Evet, Somali
yoksul bir ülke, yoksul olduğu kadar feodal, tarım ve hayvancılıkla geçinen bir
ülke ama yüzde 99’u da Müslüman olan bir ülke. Burada 1991
yılında Siad Barre adındaki
dikta yönetimi devrildikten sonra Somali halkı on yedi yıl hükûmetsiz
kaldığında Birleşmiş Milletler müdahalesine rağmen orada bir kamu düzeni tesis
etmeyi, bir otoriter düzen kurmayı, bir devlet yönetimine izin vermeyi
düşünmeyenler, bugün o kıyılarda korsanların gemileri, yatları çevirmesinden,
fidye istemesinden, Süveyş Kanalı’nın işlemesinden, ticaret gemilerinden,
Mısır’ın millî güvenliğinden bahsediyorlar.
Burada şunu çok
net olarak söylemek gerekir tabii: Bir ülkeye uluslararası güç gönderildiği
zaman, Çin ve ABD misyonu gemileri yan yana geldiği
zaman ve korsanlarla mücadelede NATO’da buluştuğu zaman… Artık dünyanın yeni
bir değişime, Birleşmiş Milletlerin yeni bir reforma, Güvenlik Konseyinin yeni
bir reforma, NATO’nun yeniden sorgulanmaya, dünyanın çıkarlarının, Türkiye'nin
geleceğinin, hepsinin yeniden dizayn edilmeye ihtiyaç
duyduğu günlerde yaşıyoruz.
Keşif ve karakol görevi, yine korsanlık ve deniz haydutluğunda
silahlı soygun yapanlara karşı bir gemimizin gönderilmesi. Evet, bir yıl önce oradaydık. Bir yıl önce oraya gemi göndererek
ne kazandık, onun çok iyi sorgulanması gerekiyor. Somali gibi Müslüman bir
ülkeye, İslam Kurtuluş Örgütünün bu Müslüman ülkeye, üstelik de Suudi
Arabistan’dan önce Müslümanlığın yayıldığı iddia edilen bu ülkeye neden uzaktan
bakıyoruz, neden asker gönderme çerçevesinde bakıyoruz? Ekonomik,
sosyal, siyasal boyutlarıyla bu ülkeye, 10 milyonu aşkın nüfusu olan bu
Müslüman ülkenin aç ve yönetimsiz, hukuksuz rejimleri karşısında o ülkeye bir
el uzatmak gerekiyorsa, o ülkede yeni bir başarılı yönetim kurulması
gerekiyorsa, bu eli uzatmak varken göstermelik olarak oraya sırf korsanlarla
ilgili savaş gemileri göndermenin hiçbir faydası yoktur.
Artık şekille
uğraşmanın hiçbir anlamı yok. Türkiye'nin çıkarları neyi gerektiriyorsa… Dış
politikada, enternasyonal dayanışmada birilerinin stepnesi olma değil, birileri
karar verdi diye arkasından sürüklenme değil, birileri istedi diye gitme değil,
birileri “Oraya gidin.” dediği için gitmek değil, birileri “Irak’a”, birileri
“Afganistan’a”, birileri “Somali’ye gidin.”
dediği için değil… Aslolan bu ülkenin itibarı.
Bu ülkenin geleceği, kendisi ihtiyaç duyduğu zaman alacağı kararlarda gizlidir.
Bu becerinin
gösterildiğini düşünmüyoruz ve gerçekten, Nazım Hikmet’in, aradan geçen yıllara
rağmen, aynı sözleri, aynı şiiri kulaklarımızda, yansıyor:
“Dedim ya Mister
Dallas,
Herhâlde bütün
bunları sizden gizlediler,
ucuzdur vardır illeti.
Hani şaşmayın,
yarın çok pahalıya mal
olursa size,
bu 23 sentlik asker,
yani benim fakir,
cesur, çalışkan milletim,
her millet gibi
büyük Türk milleti.” diyor ve bu sözlerini burada söylerken özellikle Kore’ye
yönelik asker göndermelerde dışarıya bağımlılığın altını bir başka şekilde
çiziyor.
Biz parti olarak
çok netiz. NATO istediği için askerimizi göndermeye karşıyız.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız.
HASİP KAPLAN
(Devamla) – Bağlıyorum.
Birilerinin
ticaret gemilerini, özellikle de en çok Çin’in, Hindistan’ın, Rusya’nın,
Amerika’nın, Avrupa Birliğinin ve onların içinde de üç beş tane bizim de
ticaret gemiciğimizin olduğu trafik noktasında karakol olmayı reddediyoruz. Kim
ki bundan kâr kazanıyor, kim ki bundan para kazanıyor, gitsin, kendi özel
güvenliğini, kendi sistemini de kursun diyoruz. Dünya ticareti, dünya
holdingleri, dünya sermayesi de bunu yapsın, kendi güvenlik sistemini de
geliştirsin diyoruz. Biz bu konuda olumsuz oy kullanacağız.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Kaplan.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Şükrü Elekdağ.
Buyurunuz Sayın Elekdağ. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmet tarafından onayınıza sunulan tezkere hakkında
Cumhuriyet Halk Partisi adına görüşlerimi açıklamak için söz almış bulunuyorum.
Hepinizi saygıyla selamlarım.
Değerli
arkadaşlarım, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 1856 sayılı Kararı
uyarınca Aden Körfezi, Somali karasuları ve Arap deniziyle mücavir bölgelerde
vuku bulan korsanlık ve deniz haydutluğuyla mücadele için geçen yıl bu bölgeye
gönderilen Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurları görevlerini Birleşmiş
Milletler sistemi içinde başarıyla yerine getirmişlerdir. Şimdi yüce Meclise
sunulan tezkereyle Türk Silahlı Kuvvetlerinin deniz unsurlarının görev süresi
bir yıl daha uzatılıyor.
Değerli
arkadaşlarım, burada dikkati çeken husus, bu bölgelerde deniz haydutluğu ve
korsanlık yapan çeteleri etkisiz hâle getirmenin çok güçlü donanmalara sahip
olan büyük devletlerin kapasitelerini aştığı ve uluslararası iş birliği ve
dayanışmayı zorunlu kıldığıdır.
Uluslararası
terörle mücadele de değerli arkadaşlarım, aynı şekilde kapsamlı bir iş birliği
ve dayanışmayı gerektiriyor. Türkiye, bu alanda sorumluluklarını ciddiyetle
yerine getirmeye özen gösteren bir devlettir ancak ülkemizin aynı sorumluluk ve
iş birliğini Amerika’dan ve NATO müttefiklerimizin çoğundan gördüğü söylenemez.
Örneğin, PKK örgütünün sivil kolunun merkezi olan Belçika, hâlâ PKK’yı bir
terör örgütü olarak tanımıyor ve maalesef iktidar bu konuyu ciddiyetle takip
etmiş değil.
Tabiatıyla, bu
değerlendirme, bizi iç ve dış boyutları olan Kürt açılımına getiriyor. Açılımın
iç boyutu hâlâ müphemiyetini muhafaza ediyor değerli arkadaşlarım. Aylardan
beri Kürt açılımı konusunda somut bir yaklaşım ortaya koyması beklenen İçişleri
Bakanı Sayın Beşir Atalay, 15 Ocak tarihli basın toplantısında da dişe gelir
bir şeyler söyleyemedi. Bu arada, Öcalan’ın Ankara’yı tehdit ederek “Bir aya
kadar adım atın, yoksa ortalık karışır.” mesajını vermesi, Kürt açılımından
hâlâ bir şeyler bekleyenlerin umutlarını tam anlamıyla söndürdü.
Yeteneksizce
yürütülen Kürt açılımı şu son derece olumsuz sonuçları doğurmuştur:
1) PKK terörüne
son verilmesi ile Kürtçülük sorununun çözümünde Öcalan’a bir numaralı aktör
konumu kazandırılmıştır.
2) Öcalan’ın Kürt
sorununun Türkiye’de yegâne ve asli muhatabı konumuna getirilmesi, sorunun
çözümünde içinden çıkılmaz bir durum yaratmıştır.
3) PKK ile onun
sinsi uzantıları, Öcalan’a tapınma tutkusuyla bağlıdırlar. O nedenle, Öcalan’ın
onlar üzerindeki etkisi tamdır. Bu bakımdan Öcalan’ın PKK ve BDP üzerindeki
kontrolünü kaybedeceğini veya PKK’yla BDP’nin
Öcalan’dan koparak bağımsız bir yaklaşım ve yapıcı bir duruş geliştirmelerini
beklemek beyhudedir.
4) Öcalan, gerçek
gücünün kaynağının PKK olduğu bilinciyle kendi muhatap olarak alınıncaya ve
şahsını da kapsayan talepleri kabul edilinceye kadar PKK’nın silah bırakmasına
izin vermeyecektir.
SIRRI SAKIK (Muş)
– Somali’yle ne alakası var bunların? Ne demek istiyorsunuz?
ŞÜKRÜ MUSTAFA
ELEKDAĞ (Devamla) – Bu talepler şunlardır değerli arkadaşlarım, Öcalan’ın
talepleri:
1) Türkiye'nin
Türk ve Kürtlerden oluşan iki uluslu bir devlet olduğu Anayasa’da güvence
altına alınmalıdır. Millî devlet ilkesini tasfiye eden ve Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlığına dayanan yeni bir Anayasa hazırlanmalıdır.
2) Yeni
Anayasa’da üniter devlet ilkesi görünürde muhafaza
edilmekle birlikte Kürtler için özerk bölge oluşturulması ismi konulmadan
düzenlenmelidir.
3) Kürtçe ikinci
resmî dil olmalıdır. Temel eğitimde Kürtçe eğitim dili olarak kullanılacak,
televizyon ve basın üzerine hiçbir kısıtlama getirilemeyecektir.
4) PKK
kadrolarına kapsamlı af uygulanacaktır.
5) Doğu ve
Güneydoğu Anadolu bölgelerinin geri kalmışlığı özel bir planlama ile ortadan
kaldırılacak, gelir ve toprak dağılımında eşitsizliği giderici çözümler
geliştirilecektir.
6) Öcalan serbest
bırakılacak ve siyasi hayata entegre edilecektir.
Değerli
arkadaşlarım, Türkiye'nin bölünüp parçalanmasına yol açacak böyle bir girişimin
herhangi bir cumhuriyet hükûmeti tarafından kabulünün
mümkün olamayacağı takdir edilecektir.
SIRRI SAKIK (Muş)
– Bu plan ve projeler Somali’de mi oluyor acaba?
ŞÜKRÜ MUSTAFA
ELEKDAĞ (Devamla) – Başbakan Erdoğan, bu girişimi başlatırken değerli
arkadaşlarım, büyük bir yanılgıya düşmüştür. Bu yanılgı, Türkiye'nin
karşılaştığı sorunun Kürt etnik milliyetçiliği temeline oturmuş PKK sorunu
olduğunu ve siyasi bir projeye dayandığını değerlendirememiş olmasından ileri
geliyor.
Sayın Başbakanın
bu konudaki söylemi şu iki yaklaşımı ortaya koyuyor: Birincisi, Sayın Başbakan
Türklüğü ve “Türk milleti” kavramını Türkiye'nin üst kimliği olarak görmüyor.
İkincisi, Sayın Başbakan üst kimliğimizi ısrarla “Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlığı” olarak tanımlıyor ve vatandaşlık bağı ile inanç birliğini çözümün
çimentosu olarak görüyor. Evet, Sayın Başbakanın konuşmalarından vatandaşlık
üst kimliği altında birleşmeyle, inanç ve kültür bağını sorunun reçetesi olarak
gördüğü anlaşılıyor. Peki, inanç bağı ve vatandaşlık üst kimliği sorunu, Kürt
kimliği sorununu çözer mi? Çözmez. Çünkü PKK ve onun tahakkümünde olanlar,
etnik milliyetçilik temeline oturttukları siyasi bir projeyi gerçekleştirmeyi
hedefliyorlar. Onların amaçlarının ne Müslümanlıkla ne de demokratik haklarla
bir ilişkisi yok.
Şimdi, Kürt
açılımının dış boyutunu ele alalım. Kürt açılımı projesini destekleyen, daha
doğrusu tetikleyen temel olgu, Amerika’nın Irak’tan çekilme sürecinin yarattığı
dinamiklerdir. Türkiye’ye Amerika tarafından dayatılan bu proje, Amerika’nın
Irak’tan çekilmesinden sonra ülkedeki Şii ve Sünni Arap cephe ile Kuzey Irak
Kürtleri arasında iç savaş başlayacağı varsayımına dayanıyor. İç savaşın
çıkması durumunda bölgesel Kürt yönetiminin Ankara ile Bağdat arasında
kurulacak ittifak tarafından ezileceği ve ortadan kaldırılacağından endişe eden
Washington, böyle bir gelişmeyi önlemek için üç ayaklı
bir proje geliştirmiştir.
Birinci ayak, iç
çatışma durumunda Türkiye’nin Bağdat merkezî hükûmeti
yerine Kürt yönetimine destek vermesini ve Kuzey Irak Kürtlerini korumasını
öngörmektedir. Yani, Türkiye Araplarla ittifak yapmak yerine Kuzey Irak
Kürtlerinin hamiliğini yapacaktır. Türkiye’ye dayatılan budur.
İkinci ayak,
Türkiye’nin güneydoğusu ile Kuzey Irak arasında kapsamlı bir ekonomik ve sosyal
entegrasyonun gerçekleştirilmesini hedefliyor. Bu iş
birliği, Türkiye’nin Kerkük-Ceyhan boru hattından Kuzey Irak petrolünün dünyaya
pazarlanabilmesine de olanak sağlayacak.
Üçüncü ayak ise
bölgesel Kürt yönetiminin PKK terörünü sona erdirmek için Ankara ile iş birliği
yapmasını öngörmektedir. Güya bu şekilde Amerika’nın da yardımıyla PKK’nın
dağdan inmesi ve silahları bırakması sağlanacaktır ancak bunun için Türkiye'nin
DTP’nin yeni adresi olan BDP üzerinden terör örgütü
PKK’yı muhatap olarak kabul etmesi ve bir siyasi çözüm üzerinde anlaşmaya
varılması şart koşulmaktadır.
OSMAN ÖZÇELİK
(Siirt) – Şarttır, şart!
ŞÜKRÜ MUSTAFA
ELEKDAĞ (Devamla) – Bu işlevlerin yerine getirilmesi için Amerika’nın inisiyatifi ile bir terörle mücadele komitesi kurulmuştur.
Üç üyeden oluşan ama gerçekte dörtlü olan ve işlevini Bağdat ve Erbil’de yapan bu mekanizmada Türkiye, Amerika ve Irak’a
ilaveten Kürt bölgesel yönetimi de temsil edilmektedir.
Barzani’nin bu
komitede temsili taraflara Amerika tarafından dayatılmıştır. Komitedeki Kuzey
Irak temsilcisi komite ile PKK arasındaki irtibatı oluşturmaktadır. Örneğin Habur Kapısı’ndan giren, bilahare affedilen 34 PKK’lı
teröristin Türkiye’ye gönderilmesi bu terörle mücadele komitesi vasıtasıyla
yapılmıştır. Ancak terörle mücadele komitesinde temsil olunan bölgesel Kürt
yönetimi ve Amerika, PKK’yı tasfiye etmekten çok, onu korumaya ve canlı tutmaya
yönelik bir yaklaşım içindeler. Bu komite PKK’yı tasfiye etmek için değil,
PKK’ya can üflemek ve Türkiye ile PKK’yı müzakereye oturtarak ülkemize siyasi
bir çözüm dayatmak için çalışıyor. Nitekim Türkiye tarafından iki yıl önce,
2008 başında, Barzani’ye gönderilen talep listesinde şu hususlar yer alıyordu:
1) PKK’nın terör
örgütü olarak ilan edilmesi,
2) Örgütün elebaşılarının Türkiye’ye teslim edilmesi,
3) PKK örgütünün
siyasi bürolarının kapatılması ve kamplarının tecrit edilmesi,
4) PKK’ya
lojistik desteğin kesilmesi.
Barzani,
Ankara’nın bu meşru taleplerinin hiçbirini yerine getirmeyerek ve Irak Hükûmetinin Türkiye’yle imzaladığı terörle mücadele
anlaşmasının öngördüğü sıcak takip hakkına da karşı çıkarak PKK’nın Türkiye’ye
yönelik kanlı terör eylemlerine destek vermeyi sürdürmüştür.
Burada bir
noktanın altını çizelim değerli arkadaşlarım: Barzani, Araplarla Kürtler
arasında sert bir çatışmanın ayak seslerinin duyulduğu bugünkü ortamda muhakkak
ki Türkiye’yle yakınlaşmayı arzu eder ancak Barzani, Türkiye ile yakınlaşmanın
bedeli olarak PKK’nın yok edilmesine katkıda bulunmayı kesinlikle istemiyor.
Bunun nedeni de Barzani’nin PKK’yı Kerkük meselesinde ve ileride bağımsız
Kürdistan’ın ilanında Türkiye’ye karşı bir koz ve pazarlık unsuru olarak
kullanmak amacıyla elinin altında bulundurmak istemesinden ileri geliyor.
Şimdi,
Amerika’nın bu terörle mücadele komitesinde ne tür bir faaliyette bulunduğuna
bakalım.
Biraz önce
Ankara’nın PKK’nın etkisizleştirilmesi amacıyla Barzani’ye dört talep
ilettiğini belirtmiştim. Eğer Amerika, Barzani üzerinde gerekli baskıyı yaparak
Ankara’nın bu taleplerinin gerçekleştirilmesini sağlasaydı, değerli
arkadaşlarım, PKK’nın dağ kadrosunun sadece morali değil, şu anda kendisi de
çoktan tarumar olurdu ama Amerika ne Barzani üzerinde gereken baskıyı yaparak
Türkiye'nin taleplerinin yerine getirilmesini sağlıyor ne de Türkiye'nin
uluslararası hukuktan doğan haklarını kullanarak Kuzey Irak’ta kendi inisiyatifiyle operasyon yapmasına izin veriyor. Amerika’nın
Türkiye’ye karşı izlediği bu politikanın dostane olarak nitelendirilmesi mümkün
değil değerli arkadaşlarım.
Oysa, Obama
yönetiminin, 2011’de kuvvetlerini Irak’tan çektiği zaman arkasında nispeten
istikrarlı ve bütünlüğünü koruyan bir Irak bırakmayı ve Irak bölgesel Kürt
yönetimini Sünni ve Şii Arapların hışmından korumak için Türkiye’ye emanet
etmeyi öngören bir tasarımı olduğunu söyledik. O zaman nasıl oluyor da Obama
yönetimi, övdüğü ve önem verdiğini söylediği Türkiye'nin çıkarlarına ağır zarar
verebiliyor? Bunun nedeni, değerli arkadaşlarım, Irak’ın parçalanması durumunda
Obama yönetiminin kurulacak bağımsız Kürt devletine yerleşerek burayı bir
askerî üsse dönüştürme ve Orta Doğu stratejisinin önemli bir dayanak noktası yapmayı öngören bir
planı bulunmasından kaynaklanıyor. Bu plan nedeniyle Obama, Barzani’yi
kolluyor, onu el üstünde tutuyor, onun bütün kaprislerine boyun eğiyor.
Değerli
arkadaşlarım, görüleceği üzere Kürt açılımındaki temel sakatlık, açılımın millî
bir proje olmamasında, dışarıdan kotarılan ve esas itibarıyla Amerika’nın Orta
Doğu’daki stratejik çıkar ve perspektifine göre şekillendirilen bir proje
olmasından ileri geliyor. Bu perspektifle, Amerika’nın Irak bölgesel Kürt
yönetimine verdiği önem Türkiye’ye nazaran ağır basıyor. Bu dengesiz yaklaşım
nedeniyle de Türkiye'nin yaşamsal çıkarları tehlikeye atılıyor.
Başbakan Erdoğan
7 Aralık tarihinde Washington’da Başkan Obama’yla
yapacağı görüşmeye giderken uçakta gazetecilere yaptığı açıklamalarda
görüşmenin ana gündemini PKK’nın tasfiye planının teşkil ettiğini söylemişti.
Ne var ki görüşmelerden hemen sonra Beyaz Saray’da düzenlenen ortak basın
toplantısında Başkan Obama, yaptığı açıklamayla PKK’nın tasfiyesi ve Kandil’in
temizlenmesi hususunda Türkiye’ye hiçbir destek vermeyeceğini kesin bir şekilde
ortaya koydu. Oysa Obama’nın kesin ve keskin
ifadelerle PKK’nın moralini bozacak, onu kanlı eylemlerinden caydıracak,
Barzani’yi de Türkiye’yle teröre karşı iş birliğine davet edici bir açıklama
yapması gerekirdi. Bir NATO müttefiki olarak, değerli arkadaşlarım, Türkiye’ye
asgari saygı ve iyi niyet bunu gerektirirdi.
Bizi üzen…
SIRRI SAKIK (Muş)
– Aslında sizi üzen nedir? Türkiye Erbil’e
konsolosluk açıyor. Kahroluyorsunuz!
OSMAN ÖZÇELİK
(Siirt) – Korkulu rüya demokrasi sizin için!
ŞÜKRÜ MUSTAFA
ELEKDAĞ (Devamla) – …Amerika ziyaretinin bilançosunun “sıfıra sıfır, elde var
sıfır” olmasının yanında Türkiye çapında bir ülkenin böyle bir muameleye maruz
bırakılması, hafife alınması ve Türkiye'nin meşru ve makul taleplerinin elinin
tersiyle itilivermesidir.
Değerli
arkadaşlarım, bir NATO üyesi olarak Türkiye, Afganistan Savaşı’na kapsamlı ve
boyutları herkesçe takdir edilen katkıda bulunuyor. Bu bağlamda, Kabil’in
komutasını bir kere daha üstlenmiş ve buranın korunması için 1.700 askerini
göndererek Amerika’yla omuz omuza teröre karşı mücadele veren bir Türkiye
gerçeği var.
Buna karşılık
Türkiye'nin Washington’dan beklediği, Amerika’nın fiilen PKK’yla mücadeleye
girişmesi değildir. Türkiye'nin beklediği, Amerika’nın, Türkiye'nin Kuzey
Irak’ta kendi özgür iradesiyle kara ve hava operasyonları yapmasına getirdiği
kısıtlamaları kaldırmasıdır.
SIRRI SAKIK (Muş)
– Bütün Kürtleri öldürsün; kuzeyde, güneyde, nerede varsa yok etsin Amerika!
ŞÜKRÜ MUSTAFA
ELEKDAĞ (Devamla) – Sayın Başbakan, bütçe görüşmeleri sırasında bu kürsüden
yaptığı konuşmada “Türkiye'yi bölgesel ve küresel roller üstlenen, yıldız gibi
parlayan bir bölgesel güç yaptık.” diye övündü.
Yalnız, bu konuda, Sayın Başbakanın dikkatine getirmek istediğimiz
bir husus var: Sayın Başbakanın böyle üst perdeden konuşmaya hakkı olması için
önce Türkiye'nin kendisine sağladığı siyasi, stratejik ve jeopolitik kozları
cesaretle, basiretle ve dirayetle kullanarak “stratejik müttefikimiz” diye
tanımladığı Amerika’yı, PKK terörüyle mücadelede Türkiye'nin uluslararası
hukuktan doğan haklarına koyduğu kısıtlamaları kaldırmaya ikna etmesi gerekir.
Sayın Başbakan bu
beceriyi ve yeteneği gösteremezse bu kürsüden istediği kadar “Biz, Türkiye'yi,
bölgesel ve küresel roller üstlenen, yıldız gibi parlayan bir bölgesel güç yaptık.”
desin, bunlar boş ve kof böbürlenmeler olmaktan ileri gitmez.
Değerli
arkadaşlarım, buraya kadar söylediklerim Kürt açılımının tamamen bir fiyaskoyla
sonuçlandığını ortaya koyuyor. Bu durum, Türkiye'nin, Irak’ın kuzeyine ve
PKK’ya karşı çok boyutlu, millî bir strateji geliştirmesini zorunlu kılıyor.
Bu strateji
kapsamında Türk Silahlı Kuvvetlerine de çok önemli görev düşüyor. Türk Silahlı
Kuvvetlerinin, önce sivil zayiata yol açmadan ve bölgenin huzur ve istikrarını
bozmadan PKK’yı etkisizleştirmeyi öngören bir askerî, politik konsept geliştirmesi, sonra da buna uygun bir askerî kuvvet
yapılanması oluşturması gerekiyor.
OSMAN ÖZÇELİK
(Siirt) – Başkomutan da siz olacaksınız herhâlde!
ŞÜKRÜ MUSTAFA
ELEKDAĞ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, amaç, uçar birliklerle yapılacak
cerrahi nitelikte operasyonlarla nokta hedeflerin sürekli vurularak PKK
örgütünün güven duygusunun yok edilmesi ve çözülme psikolojisinin yaratılarak
teslime zorlamak olacaktır.
SIRRI SAKIK (Muş)
– Peki, bu savaşta sizin çocuklarınız nerede olacak? Amerika’da, değil mi?
Yoksul Anadolu çocukları üzerinde at oynatın.
ŞÜKRÜ MUSTAFA
ELEKDAĞ (Devamla) - Bu bağlamda yapılacak ilk operasyonlardan biri de Amerika
tarafından uyuşturucu kaçakçısı olarak ilan edilip mali varlıklarına el konulan
teröristbaşılardan Murat Karayılan, Zübeyr Aydar ve Ali Rıza Altun’un baskınla inlerinden kaçırılıp Türk adaletine
teslim edilmeleri olmalıdır.
OSMAN ÖZÇELİK
(Siirt) – Size teslim etsinler, size!
ŞÜKRÜ MUSTAFA
ELEKDAĞ (Devamla) – İsrail Tel Aviv’den
Sonuç olarak, dış
odaklar tarafından Erdoğan Hükûmetine dayatılan PKK
ile müzakere stratejisi Türkiye’yi selamete değil, felakete götürür.
Değerli
arkadaşlarım, yanlış strateji yanlış ilaç gibidir, öldürür.
Bu görüşlerle,
Cumhuriyet Halk Partisi adına Türk Silahlı Kuvvetlerinin deniz unsurlarının
korsanlık ve deniz haydutluğuyla mücadele için yurt dışındaki görev sürelerinin
uzatılması hakkındaki tezkerenin onaylanmasını kabul ediyor, hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
HAMİT GEYLANİ
(Hakkâri) – En büyük korsanlık senin bu konuşmandır.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Elekdağ.
Sayın Özçelik, söz istemişsiniz.
Ne için?
OSMAN ÖZÇELİK
(Siirt) – Partimizin adı verilerek partimize sataşma olmuştur. Cevap verme
hakkımızı kullanmak istiyoruz.
BAŞKAN –
Buyurunuz.
RAHMİ GÜNER
(Ordu) – Ama Türkiye kanunları çerçevesinde konuşsun!
OSMAN ÖZÇELİK
(Siirt) – Yok, CHP kanunları çerçevesinde konuşacağım!
BAŞKAN – Sayın Özçelik, tekrar yeni bir sataşmaya mahal vermeden lütfen.
Buyurunuz.
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Siirt Milletvekili Osman Özçelik’in,
İstanbul Milletvekili Şükrü Mustafa Elekdağ’ın,
grubuna sataşması nedeniyle konuşması
OSMAN ÖZÇELİK
(Siirt) – Efendim, Sayın Şükrü Elekdağ partimizi
etnik milliyetçilikle suçlamıştır. Biz etnik milliyetçi değiliz. Biz,
Türkiye’nin demokratikleşmesi için mücadele veren yasal bir partiyiz. 2,5
milyon oy alarak, 10 milyon insanın temsilcisi olarak burada bulunuyoruz.
Asıl etnik
milliyetçiliğin ötesinde ırkçılık yapan Sayın Elekdağ’dır.
Anayasal vatandaşlık talebimizi bile yasa dışı, demokrasi dışı olarak
algılamıştır. Sorunun çözümünde partimizin, Barış ve Demokrasi Partisinin
muhtemel muhatap alınması karşısında âdeta hezeyana düşmüş ve bizi yasa dışı
bir örgüt gibi göstermeye çalışmıştır. Sayın Elekdağ
sadece Türkiye’deki Kürtlerin sorunlarının çözümünde bu korkuyu yaşamıyor.
Kuzey Irak’ta federe Kürt devletinin vatandaşlarına da düşmanca bir yaklaşım
içindedir.
Sayın Elekdağ’ın, Kürtler için bugüne kadar uygulanan ırkçı
politikalarda “Yedi T” formülünden başka bir formülü olmadığı anlaşılıyor.
Yedi T şudur:
Tedip, Kürtler terbiye edilecek. Tenkil, Kürtler cezalandırılacak. Takti,
Kürtler katledilecek. Tehcir, sürgün edilecek. Temsil, asimile edilecek.
Temdin, medenileştirilecek. Tasfiye, yok edilecekler. Bunun dışında bir çözümü
yoktur.
AKP’nin çözüm
konusunda biraz iyi niyetli adımlar atması CHP’yi ve Sayın Şükrü Elekdağ’ı endişelendiriyor. AKP’nin bu konudaki tutarsızlığı,
yetersizliği bir yana, ama ana muhalefet partisinin bu ırkçı yaklaşımını kabul
etmek mümkün değil. AKP’yi gereksiz yere suçlamaktadır. AKP’nin yapması gereken
demokratikleşmedir. Demokratikleşme adımlarını destekleyeceğimizi, barışa
katkısını destekleyeceğimizi ifade ediyorum.
Bu ırkçı
politikalar otuz yıldır 50 bin insanımızın yaşamına son vermiştir. Artık bu
savaş, bu çatışma dursun. Demokratik yollardan sorunumuzu çözelim istiyoruz.
Saygılar
sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Özçelik.
ŞAHİN MENGÜ
(Manisa) – Yeni sataşma var.
ESFENDER KORKMAZ
(İstanbul) – Sayın Başkan, yeni sataşma var, hem partimize hem Elekdağ’a.
BAŞKAN –
Buyurunuz Sayın Elekdağ.
Lütfen sayın
milletvekilleri, sataşmaya cevap verirken yeni sataşma zemini oluşturmayınız.
BENGİ YILDIZ
(Batman) – Konuşmasının tamamı sataşmadır, Kürtlere hakarettir onun konuşması.
Millî birlik beraberliği böyle sağlayamazsınız siz. Milyonlarca Kürt’e hakaret
ederek millî birliği sağlayamazsınız. Seksen yıldır bu politikayı sürdürdünüz,
iflas ettiniz…
BAŞKAN – Lütfen…
BENGİ YILDIZ
(Batman) – Siz de hükûmet oldunuz, Kürtleri ve PKK’yi...
BAŞKAN – Sayın Elekdağ, buyurunuz, yeni sataşmalara mahal vermeyiniz.
2.- İstanbul Milletvekili Şükrü Mustafa Elekdağ’ın,
Siirt Milletvekili Osman Özçelik’in, şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
ŞÜKRÜ MUSTAFA
ELEKDAĞ (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
BENGİ YILDIZ
(Batman) – Siz de o orduyu yönettiniz, başbakan oldunuz, Cumhurbaşkanı oldunuz.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Sataşma varsa yine konuşursunuz.
ŞÜKRÜ MUSTAFA
ELEKDAĞ (Devamla) – Sayın Başkan, ben, benden önceki konuşmacıdan sadece iki
soruma cevap vermesini rica edeceğim.
Bunlardan bir
tanesi: Acaba mensup olduğu parti adına buraya çıkıp “PKK yasa dışı bir örgüttür,
terörist bir örgüttür.” diyebilir mi? (BDP sıralarından gürültüler)
MEHMET NEZİR
KARABAŞ (Bitlis) – Ne alakası var?
SEVAHİR BAYINDIR
(Şırnak) – Demeyeceğiz, demedik, dedirtemezsiniz!
OSMAN ÖZÇELİK
(Siirt) – Bizimle ilgili konuşun, bizimle ilgili konuşun! 10 milyon insanı
temsil ediyoruz burada, bizimle ilgili konuşun!
ŞÜKRÜ MUSTAFA
ELEKDAĞ (Devamla) – İkinci sorum şu olacaktır: Acaba çıkıp bu kürsüye “Biz
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın öngördüğü hükümlere riayet etmeye hazırız…”
(BDP sıralarından gürültüler)
SIRRI SAKIK (Muş)
– Anayasa ret ve inkâr politikalarıyla doludur.
SEVAHİR BAYINDIR
(Şırnak) – Biz cunta anayasasını değiştirmeye hazırız.
ŞÜKRÜ MUSTAFA
ELEKDAĞ (Devamla) – “…Bizim için öngörülen çözüm, bizim için öngörülecek bu
çerçevede olmalıdır.” diyebilir mi?
SIRRI SAKIK (Muş)
– Siz bizi terbiye etmek için mi kürsüye çıkıyorsunuz? Siz kimsiniz ki bizi
terbiye etmeye çalışıyorsunuz?
BAŞKAN – Sayın Elekdağ…
Sayın
milletvekilleri, dinleyelim lütfen.
Buyurunuz Sayın Elekdağ.
ŞÜKRÜ MUSTAFA
ELEKDAĞ (Devamla) – Neden sakin olup beni dinlemiyorsunuz?
SEVAHİR BAYINDIR
(Şırnak) – Soru soruyorsunuz, cevap veriyoruz.
ŞÜKRÜ MUSTAFA
ELEKDAĞ (Devamla) – Beni burada ırkçılıkla suçladınız.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, hep bir ağızdan cevap verilemez. Lütfen…
ŞÜKRÜ MUSTAFA
ELEKDAĞ (Devamla) – Söylediklerime kulak vermeniz ve eğer hakikaten
söylediğiniz gibi bir parti iseniz o zaman çıkıp burada “Evet, PKK bir terör
örgütüdür; biz bunu kınıyoruz, dışlıyoruz, bir ilişkimiz yoktur.” demeniz
lazım. (BDP sıralarından gürültüler)
SIRRI SAKIK (Muş)
– En büyük terörü sen estiriyorsun, sabahtan beri terör ve şiddet dışında başka
ne önerdin? Iraklı Kürtler ölsün, Türkiyeli Kürtler ölsün… Amerika senin
babanın uşağı mıdır?
ŞÜKRÜ MUSTAFA
ELEKDAĞ (Devamla) – Demeniz lazım ki: Biz PKK’nın…
MEHMET NEZİR
KARABAŞ (Bitlis) – Aylardır çetelerin, katillerin savunuculuğunu yapıyorsunuz!
ŞÜKRÜ MUSTAFA
ELEKDAĞ (Devamla) – Buraya çıkıp şunu demeniz lazım: “Biz PKK’nın sinsi
uzantıları olmayı kabul etmiyoruz, reddediyoruz.”
SEVAHİR BAYINDIR
(Şırnak) – Siz özür dileyeceksiniz bütün Kürtlerden!
ŞÜKRÜ MUSTAFA
ELEKDAĞ (Devamla) – Eğer bunu diyemezseniz siz PKK’nın sinsi uzantılarısınız!
SEVAHİR BAYINDIR
(Şırnak) – Kürtler adına konuşmaya sizin hiçbir hakkınız yok, haddiniz
değildir! Siz olsa olsa Dersim katliamını onaylayacak
insansınız.
ŞÜKRÜ MUSTAFA
ELEKDAĞ (Devamla) – Sizlere söyleyecek başka lafım yok.
Teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Elekdağ.
BENGİ YILDIZ (Batman) – Anayasa Mahkemesinin sizi kapatması lazım.
Irkçılığın ve milliyetçiliğin odağısınız
siz! Irkçılığın odağısınız!
BAŞKAN - Buyurun
Sayın Birdal. (BDP sıralarından alkışlar)
3.- Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’ın,
İstanbul Milletvekili Şükrü Mustafa Elekdağ’ın,
grubuna sataşması nedeniyle konuşması
AKIN BİRDAL
(Diyarbakır) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; şimdi, birincisi: Uzak,
denizaşırı yere askerlerimizi gönderecek miyiz, göndermeyecek miyiz?
Uluslararası sermayenin güvenliğini, bekçiliğini yapacak mıyız, yapmayacak
mıyız? Gündem, bir defa, buydu. Sayın konuşmacı, bir defa, buna hiç değinmedi;
bir.
İkincisi: Faşist
darbe anayasası… Burada faşist darbe anayasasına sığınarak demokratik hak ve
özgürlüklerinin gerekçesi yapılamaz.
Üçüncüsü: Herkes
için kişi güvenliği ve özgürlüğü var ve daha önce bu çatı altında bulunmuş ama
şimdi Avrupa’da, Zübeyir Aydar, Rıza Altun ve diğer bir kişi için “inlerinden çıkmak” ne demek?
Herkesin kişi güvenliği ve özgürlüğü var ve onuru var, insanlık onuru var.
Yani, şimdi sizin
burada gerçekten darbecileri, çeteleri savunmanız, bu yüce çatı altında… Yine
buranın zeminine uygun bir tarzla tavır alınıyor ve söyleniyor. Yani, polemikten, şiddetten, gerilimden ne medet umuyorsunuz?
Darbelere ve darbecilere sığınmaktan ne yarar umuyorsunuz? O nedenle, gerilim
ve şiddetten uzak, burada ne sözünüz varsa ana muhalefet olarak söyleyin. Ama, ne yazık ki siyasetin diyalektiğine aykırı bir tabloya
tanık oluyor Türkiye ve yüce Meclis. Her zaman ana muhalefet partisi ezilenlerden,
emekçilerden, özgürlüklerden yanadır; iktidar partisi muhafazakârdır, tutucudur
ama şimdi iktidar partisi gerçekten demokratikleşmeden -ki o konuda da
samimiyetinin olmadığı açığa çıktı ya- insan haklarından söz ederken ana
muhalefet partisi statükocu, militer
ve darbeci bir tutum içine giriyor. Böyle bir şey olur mu?
O nedenle, biz bu
tutumu kınıyoruz, telin ediyoruz ve Sayın Başkanın da bu tür hezeyanlara izin
vermemesi gerektiğini düşünüyoruz.
Saygıyla
selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Birdal.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Sayın Başkan, “Ana muhalefet partisi darbecidir, darbecilere
sığınıyor.” diyerek açık bir sataşmada bulundu Sayın Konuşmacı.
SIRRI SAKIK (Muş)
– Sizin Sözcünüz “12 Eylül Anayasası’na sadık mısınız?” demedi mi?
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Anadol. (CHP sıralarından alkışlar)
4.- İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol’un,
Siirt Milletvekili Osman Özçelik ve Diyarbakır
Milletvekili Akın Birdal’ın, grubuna sataşması
nedeniyle konuşması
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Sayın Başkan, yüce Meclisin saygıdeğer üyeleri; burada bir tartışma
oluyor. Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan Sayın Şükrü Elekdağ’ın konuşmalarına karşılık...
OSMAN ÖZÇELİK
(Siirt) – Barış ve Demokrasi Partisi…
K. KEMAL ANADOL
(Devamla) - …parti grubu kendilerine sataşmada bulunulduğu iddiasıyla söz aldı.
İç Tüzük yürüyor.
Şimdi, ben o
tartışmayla ilgili bir şey söylemeyeceğim. Sayın Şükrü Elekdağ
düşüncelerini söylediler.
Şu “darbeci”
meselesine bir gelelim. 12 Mart Muhtırası verildi ve Sayın Demirel “Bu,
Anayasa’ya aykırıdır, hukuka aykırıdır.” diyerek istifa ettiler ve…
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Şapkasını alıp gitti.
K. KEMAL ANADOL
(Devamla) - “Şapkasını alıp gitti.”
edebiyatı oradadır.
…bir sene-bir
buçuk sene susarak olayların gelişmesini bekledi Sayın Demirel. Sonra,
Cumhurbaşkanlığı seçimi söz konusu oldu. Ordunun adayı gibi görünen Faruk Gürler’e karşı Cumhuriyet Halk Partisi ve Adalet Partili
milletvekilleri, liderleri iş birliği yaptılar, Sayın Cevdet Sunay’ın süresini
uzatmak istediler; 1 oyla Meclisten geçmedi anayasa değişikliği. Ondan sonra,
merhum Fahri Korutürk Cumhurbaşkanı seçildi ve Süleyman Demirel konuşmaya,
demeçler vermeye başladı. Merhum Bölükbaşı’na gazeteciler sordular: “Demirel
bir buçuk senedir susuyordu, şimdi konuşmaya başladı, ne diyorsunuz?” El cevap:
“Menzil dışına çıktı da onun için konuşuyor.” Şimdi, biz Cumhuriyet Halk
Partililer, başta Genel Başkanı, birçok Cumhuriyet Halk Partili üye menzil
içindeyken darbeyle, darbecilerle kavga etmiş insanlarız, gerçek demokrasi
mücadelesini veren insanlarız.
SIRRI SAKIK (Muş)
– Şimdi de Silivri’de onlarla birliktesiniz. Silivri’de sizin Genel Başkanınız
avukat, milletvekilleriniz avukat.
K. KEMAL ANADOL
(Devamla) – Darbecilere sahip çıkan, darbecileri…
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Hayır, böyle suçlayamazsınız. (BDP ve CHP sıralarından karşılıklı
konuşmalar, gürültüler)
K. KEMAL ANADOL
(Devamla) – Şimdi, bir dakika… Bir dakika… Bir dakika, dinleyin…
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen, kürsüde konuşan Sayın Anadol’u
dinleyiniz. Karşılıklı konuşmayınız lütfen.
SIRRI SAKIK (Muş)
– Suçlarız. Siz bir halkı suçluyorsunuz ama biz sizi suçlayamayacağız, değil
mi? (BDP ve CHP sıralarından karşılıklı konuşmalar, gürültüler) Biz o halkın
temsilcisiyiz.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – O halkı sadece siz mi temsil ediyorsunuz, herkes temsil ediyor.
SIRRI SAKIK (Muş)
– Evet, biz temsil ediyoruz.
K. KEMAL ANADOL
(Devamla) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Lütfen
sayın milletvekilleri…
Sayın Sakık, Sayın Özyürek, karşılıklı
konuşmayınız lütfen.
Buyurunuz.
SIRRI SAKIK (Muş)
– Bir defa da siz temsil edin. Zaten yıllarca öyle temsil ettiniz, öldürdünüz,
öldürdünüz…
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Kim öldürmüş? Bırakın bu hikâyeleri.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Genel Kurulda konuşma ve tartışma uslübuna
uygun davranın.
Buyurun Sayın Anadol.
AKIN BİRDAL
(Diyarbakır) – Asıl hikâyeyi siz anlatıyorsunuz.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Bu mağdur edebiyatıyla nereye kadar gideceksiniz?
SIRRI SAKIK (Muş)
– Siz öldürme edebiyatıyla nereye kadar gideceksiniz?
K. KEMAL ANADOL
(Devamla) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Birdal, Sayın Sakık, lütfen,
konuşmacıya izin veriniz.
K. KEMAL ANADOL
(Devamla) – Müsaade et, konuşayım.
OSMAN ÖZÇELİK
(Siirt) – Grup Başkan Vekiliniz müsaade ederse konuşabileceksiniz.
BAŞKAN – Lütfen
dinleyiniz.
Buyurunuz.
K. KEMAL ANADOL
(Devamla) – Eski partiniz, BDP, DTP pardon, önerge verdiniz, dediniz ki:
“Orduda cuntayla, darbeyle hareket eden, bu yolda çaba gösterenler hakkında
Meclis araştırması açalım.” diye önerge verdiniz. Ne oldu? Biz lehte oy
kullandık.
SIRRI SAKIK (Muş)
– İçinizdeki darbecileri ilk önce atın!
K. KEMAL ANADOL
(Devamla) – İktidar partisi çıktı aleyhte konuştu ve önergenin reddine sebep
oldu.
Şunu söylüyorum:
Kim bu Parlamentoda darbecilere sahip çıkıyorsa, darbecilere sempati
gösteriyorsa alçaktır, şerefsizdir! (“Bravo” sesleri, alkışlar) Ancak “darbe”
sözcüğüyle… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
AHMET YENİ
(Samsun) – “Ancak” yok işte! Alkışlarımızı geri alıyoruz.
BAŞKAN – Lütfen
sakin olunuz.
K. KEMAL ANADOL
(Devamla) – Şimdi, arkadaşlar, politikacıların ve bazı köşe yazarlarının 12
Eylül darbesinden sonra neler söylediğini burada açıklarsam çok insanın yüzü
kızarır.
AHMET YENİ
(Samsun) – Açıkla.
K. KEMAL ANADOL
(Devamla) – Şimdi -bir dakika- güncel politika ne? E MASYA Protokolü, değil mi? “Ortadan kaldıralım.” Bir
tanesinin altında kimin imzası var? İki imza var. Birinci Ordu Komutanı, değil
mi?
OSMAN ÖZÇELİK
(Siirt) – Bizim yok.
K. KEMAL ANADOL
(Devamla) – Öbür imza, Başesgioğlu… Kendiniz
imzaladınız, kendiniz kaldırmaya çalışıyorsunuz. Başesgioğlu
imza sahibi değil mi, İçişleri Bakanı Başesgioğlu?
EMASYA Protokolü’nde imzası var mı, yok mu? (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
MUSA SIVACIOĞLU
(Kastamonu) – Müsteşarın imzası vardı.
VEYSİ KAYNAK
(Kahramanmaraş) – O zaman AK PARTİ yoktu.
K. KEMAL ANADOL
(Devamla) – Şimdi, gelip taa cumhuriyetin ilk
döneminin hesabını soruyorsunuz bizden, şerefle veriyoruz. Hatasıyla,
günahıyla, o cumhuriyeti kuran, 1950’ye kadar iktidarda bulunan partinin -onun mirasçısıyız biz- her türlü hesabını
vermeye hazırız ama size beş sene evvelki sözlerinizi hatırlattığımız vakit
“Biz gömlek değiştirdik.” diyorsunuz.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Anadol, lütfen sözünüzü tamamlayıp teşekkür ediniz.
K. KEMAL ANADOL
(Devamla) – Size -Hikmetyar’ın dizlerinin dibinde-
geçmişinizle hesaplaşmanızı diliyorum.
Saygılar sunarım.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Anadol.
Sayın
milletvekilleri, on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 16.59
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 17.18
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal
MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Harun TÜFEKCİ
(Konya)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 55’inci Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
Başbakanlık
tezkeresi üzerindeki görüşmelere kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Hükûmet yerinde.
Şimdi söz sırası,
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna ait ama ondan önce Sayın Başesgioğlu
bir kısa açıklama yapmak istiyor.
Buyurunuz Sayın Başesgioğlu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
5.- İstanbul Milletvekili Murat Başesgioğlu’nun,
İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol’un, şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
MURAT BAŞESGİOĞLU
(İstanbul) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; öncelikle Sayın Başkana
söz hakkı verdiği için çok teşekkür ediyorum.
Huzurunuza
gelmemin nedeni: Bir evvelki oturumda söz alan Cumhuriyet Halk Partisinin
Değerli Grup Başkan Vekili Sayın Kemal Anadol’un
şahsımla ilgili konuşması üzerine söz almak mecburiyetinde kaldım.
Konu da şudur:
Birkaç gün de yazılıp çiziliyor, “EMASYA” diye tabir edilen emniyet ve asayiş
planlarının altında benim imzam olduğunu ifade etti Sayın Anadol.
Hemen söyleyeyim: Ben o tarihte İçişleri Bakanıydım ama o Protokol’ün altında
benim imzam yok, Bakanlık Müsteşarı Sayın Teoman Ünüsan’ın
imzası vardır. Bu demek değil, ben hayatım boyunca sorumluluğu hiç kimseye ciro
eden bir adam değilim. 30 Haziran 1997’de İçişleri Bakanlığı görevine geldim. O
günleri hep birlikte hatırlayalım: Emniyet ile askerler arasında son derece bir
çekişme var. Emniyet daire başkanları tutuklanmış, emniyetin ağır silahları
isteniyor; işte, emniyete alternatif silahlı bir güç gibi gösterilme konusu
var. Dolayısıyla, iki güvenlik güçleri arasında çok büyük, muazzam bir çekişme
var.
Bu Protokol’ün
tarihi 7 Temmuzdur, yani 30 Haziranda ben göreve
geldim, 7 Temmuzda bu Protokol akdedilmiştir. Aslında bu Protokol, bizden
önceki Hükûmet yani 54’üncü Hükûmet
zamanında tamamen olgunlaştırılmış, parafe edilmiş ve imza noktasına gelmiş bir
protokoldü.
Şimdi, Türkiye’de
maalesef çok büyük bir bilgi kirliliği var: “EMASYA; ha, bulduk, işte bunu da
bulduk; darbe marbe…”
Arkadaşlar, bir
kere, konuyu bilmemiz lazım. EMASYA planı, Türkiye'nin meşru güvenlik
güçlerinin arasındaki koordinasyon ve iş birliğini en yüksek seviyeye
çıkarmanın yasal dayanağı olan bir protokoldür. Yasal dayanağı nedir? İl
İdaresi Kanunu’nun 11/d maddesidir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız.
MURAT BAŞESGİOĞLU
(Devamla) – Sayın Başkan, biraz konu şey ama olabildiğince kısa toparlayacağım.
Çok teşekkür ederim.
11/d maddesi 1996
yılında değiştirilmiştir. Özü de il valisinin bölgesinde çıkan toplumsal
olayların kendi gücüyle üstesinden gelemediği takdirde kuvvet talep etmesini
göstermektedir. Ha, bugüne kadar 11/d maddesi uygulanmış mı uygulanmamış mı
bunu da bilen yok, ama bir laf dolaşıyor: “Asker, kendiliğinden, validen izin
almadan toplumsal olaylara müdahale edecek.” Yok böyle
bir şey.
Diyor ki, şuradan
izninizle okuyayım: “Toplumsal olayların şekil değiştirerek birçok bölgede
geniş halk kitlelerine yaygınlaşması, şiddete, katliama ve anayasal düzeni bozmaya
yönelmesi durumunda; İl/İlçe Güvenlik Koordinasyon Komisyonu, olağanüstü ve
ivedilikle toplanır. Bu gibi durumlarda EMASYA Komutanlıkları (bölge/tali)
olayları yakinen takip eder ve birliklerin hazırlıklarını tamamlar. Olaylara
müdahale edebilecek toplanma bölgelerinde, birlikleri hazır bulundurur.
Olayların gelişmesini değerlendirir. Başta mülki amirler olmak üzere ilgili
kademelere bilgi verir ve gecikmenin yaratacağı mahzurları ortadan kaldırmak
için olaylara müdahale eder.” diyor.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MURAT BAŞESGİOĞLU
(Devamla) – Yani askerin de müdahale etmesinin bir sürü derecattan
geçen durumu var.
Dolayısıyla,
arkadaşlar, evet, bu EMASYA planları benim deruhte ettiğim, daha yedi günlük
Bakan iken önüme getirilen bir konudur ama burada sorumluluğu bürokratlara
havale etmiyorum. O günün şartları içerisinde bu konu gözden geçirilmiştir ve
birbirleriyle görüşmeyen, yardımlaşmayan, istihbarat paylaşmayan, operasyon
yapmayan güvenlik güçlerini birlikte çalıştırmanın bir modelidir. Burada hiç
kimsenin bir şey aramaması gerekir. Bunu ifade etmek için söz aldım. O günün
şartları içerisinde yine bu plan gelseydi, ben bunun onaylanması için müsteşara
yine yetki verirdim çünkü hiçbir kompleksim yok.
Güvenlik güçleri bu ülkenin güvenlik güçleri, birlikte, sırt sırta mücadele
edecekler. Onun için, lütfen EMASYA Protokolü’nü açın okuyun, ondan sonra
değerlendirmenizi yapın.
KADİR URAL
(Mersin) – Başbakan okusun EMASYA Protokolü’nü.
MURAT BAŞESGİOĞLU
(Devamla) – Son, şunu söylüyorum: Büyük Atatürk bir güney gezisine gidiyor…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Başesgioğlu, konu son derece net anlaşılır hâle dönüştü.
MURAT BAŞESGİOĞLU
(Devamla) – Şunu bitireyim Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sözünüzü
bağlamanız için tekrar bir… Buyurun.
MURAT BAŞESGİOĞLU
(Devamla) – Son cümlem Sayın Başkanım, çok teşekkür ederim.
…Yanında Jandarma
Alay Komutanı, bir tarafında da Vali… Atatürk soruyor: “Komutan, asayiş nasıl?”
diyor. Daha cevap vermeden Vali devreye giriyor: “Paşam, bu bölgenin asayişi
benden sorulur, sorunuzu lütfen bana sorun.” diyor.
Bu ülkede
sorumlular sorumluluklarını hatırlarsa, sahip çıkarsa, yetkilerine sahip
çıkarsa demokratik düzenden zerre şaşma olmaz.
Hepinize saygılar
sunuyorum, teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Başesgioğlu.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Sayın Başkan, bir cümle söyleyeceğim, cevap değil.
EMASYA
Protokolü’nü gündeme getiren ana muhalefet partisi değildir, bizzat Sayın
Başbakandır.
BAŞKAN – Evet.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) - Hukuki ve siyasi sorumluluğu, söylediği gibi, Sayın Başesgioğlu’nun kendisine aittir. Ben sadece ismi Teoman Ünüsan olarak düzeltiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz.
M. NURİ YAMAN
(Muş) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Şimdi,
sayın milletvekilleri, konumuza dönüyoruz.
M. NURİ YAMAN
(Muş) – Sayın Başkanım, giremiyorum sisteme bir türlü. Bu konuda bir açıklama
yapmak istiyorum.
BAŞKAN – Lütfen
sistemi açar mısınız arkadaşlar.
SIRRI SAKIK (Muş)
– Kürsüden konuşsun.
BAŞKAN – Buyurunuz
Sayın Yaman.
Lütfen çok kısa
olsun, konumuz epey dağıldı.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
4.- Muş Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, EMASYA Direktifi’yle
EMASYA Protokolü’nü birbirinden ayırmak gerektiğine ilişkin açıklaması
M. NURİ YAMAN
(Muş) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Tabii, konuya
katkı sunmak amacıyla söz verdiğiniz için teşekkür ederim. Şimdi, burada bana
göre iki şey karıştırılıyor: EMASYA Protokolü ayrı şeydir, EMASYA Direktifi
farklı şeydir. EMASYA Direktifi, Millî Güvenlik Siyaset Belgesi’nin gereği
olarak 1960 Anayasası’ndan bu yana zaten uygulanan bir direktiftir. Buna dayalı
olarak Sayın Başesgioğlu’nun bahsettiği, sadece
İçişleri Bakanlığında, bu, emniyet ve asayişin koordinesinin sağlanmasıyla
ilgili bir protokoldür. Bunun dayanağı, Millî Güvenlik Siyaset Belgesi’nde
öngörülen iç ve dış düşmanlarla mücadelede askerlikle ilgili İç Hizmet
Kanunu’nun 35’inci maddesinin askerî birliklere verdiği bir yetkinin
kullanılmasına dayanır. O nedenle bu ikisini, EMASYA Direktifi’yle EMASYA
Protokolü’nü birbirinden ayırmak lazım. Zaten EMASYA Direktifi, Genelkurmay
tarafından, yıllardan beri bu “iç düşman” diye belirtilen, bölücü, yıkıcı ve
irticai faaliyetlerle mücadelede iç düşman olarak gösterilen aşırı solla, bölücülükle,
irticayla, radikal İslam’la, ırkçılıkla mücadelede bu
Direktif, Genelkurmaya, o Millî Güvenlik Siyaset Belgesi kapsamı içinde bu
çalışmaları yapma yetkisi verir. Esas kaldırılması gereken, İç Hizmet
Kanunu’nun 35’inci maddesine dayalı olarak Genelkurmaya verilmiş olan EMASYA
Direktifi’nin…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
M. NURİ YAMAN
(Devamla) – EMASYA’ya dayalı olarak verilen emrin
kaldırılması olmuştur.
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Yaman.
Konu son derece
net anlaşılmıştır.
Şimdi, gündemimize
dönüyoruz.
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
A) Tezkereler
(Devam)
2.- Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının;
korsanlık/deniz haydutluğu ve silahlı soygun eylemleriyle mücadele amacıyla
yürütülen uluslararası çabalara destek vermek üzere, gereği, kapsamı, zamanı ve
süresi Hükûmetçe belirlenecek şekilde Aden Körfezi, Somali
karasuları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde görevlendirilmesi ve
bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Hükûmet
tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için Hükûmete
verilen izin süresinin 10/02/2010 tarihinden itibaren
bir yıl uzatılmasına dair Başbakanlık tezkeresi (3/1073) (Devam)
BAŞKAN – Adalet
ve Kalkınma Partisi Grubu adına Kırıkkale Milletvekili Vahit Erdem…
Buyurunuz Sayın
Erdem. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU
ADINA VAHİT ERDEM (Kırıkkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk
Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının Aden Körfezi, Somali karasuları ve
açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde görevlendirilmesi için, 10 Şubat
2009 Tarihli ve 934 Sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı’yla Hükûmete verilen bir yıllık izin süresinin, anılan kararda
belirtilen ilke ve esaslar dâhilinde, 10/2/2010
tarihinden itibaren bir yıl uzatılması hususunda Hükûmet
tezkeresi üzerinde AK PARTİ Grubu adına görüşlerimizi arz edeceğim. Bu
vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
İçinde
bulunduğumuz yüzyılda dünya güvenlik yapısı çok değişik bir durum
göstermektedir. Küçük, belirsiz ve değişken tehditlerin giderek yoğunlaştığı
bir yüzyılda bulunuyoruz. Zamanla küresel karakter kazanan bu tehditlere karşı
mücadele de yeni savunma konseptinin ve mücadele
tarzının geliştirilmesini zorunlu bir hâle getirmiştir. Klasik alan savunması
yanında alan dışı savunmalar gittikçe önem kazanmaya başlamıştır. Sovyetler
Birliği’nin dağılmasından sonra yoğunluk kazanan askerî operasyonların hepsi,
operasyona katılan ülkelerin toprakları ötesinde cereyan etmektedir. Zira, çok uzakta zannedilen bir tehdit, şu veya bu şekilde,
o tehdidi kendinden uzak gören herhangi bir ülkeyi de bir gün tehdit eder hâle
gelmektedir.
Bugün üzerinde
konuştuğumuz ve terörizmin bir başka şekli olan deniz korsanlığı da bu
mahiyette ve pek çok ülkeyi ilgilendiren bir tehdit olarak yoğunluk
kazanmıştır. Son yıllarda korsanlık ve deniz haydutluğu, gittikçe büyüyen,
bölgesel ve küresel tehdit oluşturmaya başlamıştır.
Tarih boyunca
bilinen korsanlık olayı, çağımızda daha teçhizatlı, organize bir yapıyla ve
cesurane saldırılarla uluslararası deniz taşımacılığını ve ticaretini tehdit
eder hâle gelmiştir. 2008’de meydana gelen 290 korsan saldırısının çoğu Somali
açıklarında gerçekleşmiştir. Bu saldırılar, insani yardım malzemesi dâhil tüm
gemi ve süper tankerlere yöneliktir. Başlangıçta bölgesel kabul edilen
saldırılar gittikçe küresel bir mahiyet kazanmıştır.
Uluslararası
Denizcilik Bürosunun verilerine göre korsanlık olayı 2006’dan itibaren her yıl
artarak devam etmektedir. Bu artış korsanlığın Somali sahillerinde
yoğunlaşmasıyla başlamıştır. Dünyanın diğer bölgelerinde azalma olduğu ve
özellikle Güneydoğu Asya’da ciddi azalma gösterdiği ifade edilmektedir.
Somali’den sonra en çok saldırının olduğu bölge ise Nijerya açıklarıdır.
Korsanlık ve
deniz haydutluğu olaylarının Aden Körfezi ve Somali açıklarında bu derece
yoğunlaşması ve artmasının nedenlerinin başında Somali’nin devlet olarak
çöküntüye uğraması gelmektedir. Muhammed Ziyad Barre rejiminin 1991’de çökmesiyle Somali’de etkin bir
merkezî otorite kalmamıştır. Emrivaki otonom bölge oluşumu, silahlı gruplar ve
diğer grupların ortaya çıkması ülkede yönetim bütünlüğünü yok etmiştir. Bu
durum ülkede organize suç örgütlerinin artmasına ve korsanlık ağının oluşmasına
yol açmıştır. Ayrıca, Somali dâhil bölge ülkelerinde fakirlik, açlık, sefalet,
yolsuzluk bu suç örgütlerine zemin hazırlamaktadır.
Aden Körfezi’nin
coğrafi konumu ve bu bölgedeki küresel deniz trafiğinin önemi nedeniyle, bu
bölgedeki saldırılar dünyanın diğer bölgelerine nazaran dünya ticaretine daha
tahrip edici etki yapmaktadır.
2008 yılında ve
2009’un ilk dokuz ayında saldırıların çoğunluğu Somali-Yemen arasında, 170
deniz mili genişliğinde, dar bir koridor olan Aden Körfezi’nde yer almıştır.
Körfez’de yoğunlaşan uluslararası savaş gemileri sebebiyle, korsanlar, Arap
Denizi’nin güneybatı kısmında, Somali havzasında yoğunlaşmaktadırlar. Aden
Körfezi’nin beş misli büyüklüğünde olan bu alanın savunulması daha zor bir
mahiyet göstermektedir.
Yıllık küresel
ticaretin yüzde 20’sinin cereyan ettiği ve 25 bin civarında ticari geminin
geçtiği bu alan, uluslararası ticaret güvenliğinin sağlanması açısından
öncelikli bir durum arz etmektedir. Bu durum karşısında, ulusal ve uluslararası
deniz güvenliği güçlerinin bölgede güvenliği sağlayabilmeleri için, Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi ilave hukuki bir çerçeve oluşturmak üzere birtakım
kararlar almıştır.
Korsanlığın
geleneksel tarifi Birleşmiş Milletlerin 1982 tarihli Deniz Hukuku
Konvansiyonu’nun 101’inci maddesinde yer almaktadır. Bu tarif, bir gemiye
saldırıyı korsanlık olarak kabul etmektedir. Bu tarife göre, ülkelerin kıta
sahanlığı veya ekonomik zone alanları veya
devletlerin hukuki alanlarındaki saldırılar korsanlık tarifinin dışında
kalmaktadır. Bu tarife göre, eğer ülkelerin hukuki hakkı olduğu kabul edilen
deniz alanlarında bir saldırı olursa bu silahlı soygun sayılmakta ve farklı bir
hukuki rejim uygulanması gerekmektedir. Hâlbuki Somali sahillerinde gemilere
yapılan saldırı çoğunlukla kıta sahanlığı bölgesinde gerçekleşmektedir. Bu
tarifi bugünkü şartlara göre uygulanabilir hâle getirmek için Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi ilave hukuki nitelikli kararlar almıştır. Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyinin oluşturduğu bu hukuki çerçeveye dayanarak, çeşitli
ülkeler ve uluslararası kurumlar, bölgeye 2008’den itibaren müdahale etmeye
başlamışlardır. Müdahale eden uluslararası kurumların başında Avrupa Birliği ve
NATO gelmektedir. Bölgede askerî gemi bulunduran ülkeler ise ABD, Rusya
Federasyonu, Çin Halk Cumhuriyeti, Hindistan, Japonya, Güney Kore ve Avustralya
gibi ülkelerdir.
Bu gelişmeler
çerçevesinde, devlet olarak uluslararası güvenliğe katkımızı sağlamak ve söz
konusu bölgede Türk bayraklı veya Türkiye’ye ait yük taşıyan gemileri korumak
üzere Hükûmetimiz, bölgeye Türk deniz unsurlarını
sevk etmek amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisinden 10 Şubat 2009 tarihinde
izin almıştır. Bu iznin gereği olarak, bölgeye fırkateyn
göndererek bu alanda güvenliğe katkı sağlanmaktadır. Türk fırkateynleri,
verilen görevleri başarıyla yerine getirmektedirler. Bölgede deniz
korsanlarının tehdidi devam etmektedir. Dolayısıyla, Türkiye’nin uluslararası
kurum ve devletlerle birlikte tehdit alanında varlığını sürdürmesi tabii
karşılanmalıdır.
Değerli
milletvekilleri, içinde bulunduğumuz yüzyılda karşılaşılan karmaşık, değişken,
belirsiz, münferit ve bölgesel asimetrik tehditler hiçbir ülkenin tek başına
karşı koyamayacağı tehditlerdir. Özellikle terörizm, deniz korsanlığı gibi
uluslararası içerik kazanan tehditlere karşı ciddi ve samimi bir uluslararası
iş birliği kaçınılmaz bir mahiyet arz etmektedir. Zamanında ve yerinde müdahale
edilmeyen ve iş birliği yapılmayan yerel tehditler, zamanla gelişerek
uluslararası özellik kazanmakta ve bölgesel veya küresel boyuta ulaşmaktadır. Bu
tehditler belli boyuta ulaştıktan sonra da mücadele zorlaşmakta ve çok daha
pahalı hâle gelmektedir.
Türkiye, otuz
yıla yakın, terörizmle mücadelenin içindedir ve yeteri kadar uluslararası iş
birliğinin sağlanamamasının da acısını çekmektedir. Türkiye bu yaşadığı
tecrübeyle uluslararası iş birliğinin önemine en çok inanan ülkedir. Bu sebeple
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ortaya çıkan bölgesel kriz ve
çatışmalarda ve terörizmle mücadelede hep uluslararası camiayla birlikte
hareket etmiştir. Balkanlardaki operasyonlarda, Afganistan operasyonunda ve
Akdeniz’de devam eden NATO’nun aktif davranış operasyonunda Türkiye önemli
katkılar sağlamış ve sağlamaya devam etmektedir. Türkiye’nin Aden Körfezi,
Somali kara suları ve açıkları ile Arap Denizi bölgesindeki korsanlık ve deniz
haydutluğu olaylarına karşı deniz unsurlarıyla katkılarının devamı, bu anlayış
çerçevesinde sürdürülecektir. Türkiye’nin uluslararası bu operasyonlara
katılması, kendi güvenliği ve uluslararası saygınlığının da bir gereğidir.
Değerli
milletvekilleri, bu askerî operasyonlar uluslararası camiaya ve devletlere yeni
tecrübeler kazandırmakta ve dersler vermektedir. Türk Silahlı Kuvvetleri de bu
operasyonlarda büyük tecrübe kazanmaktadır. Uluslararası kurum ve devletlerin
aldığı ders ve tecrübelerden biri de askerî operasyonların bazı hâllerde tek
başına çare olmadığı, onun yanında, ekonomik, sosyal ve yapısal tedbirlerin
gerektiği gerçeğinin ortaya çıkmasıdır. Afganistan operasyonu bu duruma en
bariz örnektir. Bu sebeple, NATO’da “kapsamlı yaklaşım stratejisi”
geliştirilmiştir. Bu tezkereye konu olan bölgede yapılan askerî operasyonun
başarısı da sınırlı kalabilir çünkü deniz korsanları ve haydutları çevre
ülkelerde yapılanmakta ve örgütlenmektedirler. Çevre ülkelerde ise -yukarıda bahsettiğim
gibi- yönetim zaafı, fakirlik ve hukuksuzluk hâkimdir. Özellikle Somali bu
bakımdan deniz korsanlığının kaynağı olmaktadır. Bu sebeple, uluslararası
toplum ve ülkeler, korsanlığa kaynak teşkil eden ülkelere kapsamlı bir yaklaşım
stratejisi uygulamalıdırlar; ekonomik yardım ve yönetim sistemlerinin
iyileştirilmesi, hukuk sisteminin oluşturulması, sahil güvenlik sisteminin
güçlendirilmesi gibi. Böylece, korsanlığın organize olduğu ülkeleri bu
mücadeleye dâhil etme sağlanmış olacaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu vesileyle, Türkiye’nin dış politika açılımıyla ilgili de
birkaç husus üzerinde durmak istiyorum.
İçinde
bulunduğumuz dönemde dünya çok değişken ve dinamik bir evrim içindedir;
küreselleşme ivme kazanarak devam etmekte ve ülkelerin ilgi alanları
genişlemektedir. Türkiye tabii ki bu ortamda statik kalamaz, dış politikasını
ve ilgi alanlarını genişletmek durumundadır. Özellikle Kafkasya, Orta Asya,
Orta Doğu ve Balkanlar, Türkiye’nin tarihî, ekonomik ve kültürel ilgi
alanlarıdır. Diğer yandan, Türkiye, soğuk savaş döneminin başından itibaren de
Bati ittifakı içinde, NATO’nun üyesi olarak yer almış, Amerika Birleşik
Devletleri’yle özellikle güvenlik ve savunma konusunda kapsamlı iş birliği
içinde olmuş ve giderek bu iş birliği stratejik ortaklığa dönüşmüştür. Avrupa
Birliğiyle de elli yıldan fazla bir süredir ilişki içindedir ve bu ilişki, 2005
yılında, AK PARTİ Hükûmeti döneminde katılım
müzakeresinin başlamasıyla yeni bir süreç içine girmiştir. Türkiye'nin,
birtakım sorunlara rağmen Amerika Birleşik Devletleri’yle ilişkileri, ülke
menfaati gereği kararlılıkla sürdürülmelidir. Yeni bölgesel ve küresel dış
politika açılımları bu dengeleri gözeterek devam etmelidir. Bu çerçevede, Hükûmetimizin dış politikadaki açılımları Türkiye’yi bölgede
daha güçlü bir aktör hâline getirebilecektir.
Değerli
milletvekilleri, esas gündeme tekrar dönersek, sonuç olarak, Hükûmetimizin, 10/02/2009 tarihli
ve 934 sayılı TBMM Kararı’nın bir yıl daha uzatılması talebini, yukarıda
açıkladığım gerekçelerle AK PARTİ Grubu olarak uygun bulmaktayız ve
destekleyeceğiz.
Yüce Meclisi bu
vesileyle tekrar en derin saygılarımla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Erdem.
Şahsı adına
Çankırı Milletvekili Suat Kınıklıoğlu.
Buyurunuz Sayın Kınıklıoğlu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
SUAT KINIKLIOĞLU
(Çankırı) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Silahlı Kuvvetleri
deniz unsurlarının, Aden Körfezi, Somali kara suları ve açıkları, Arap Denizi
ve mücavir bölgelerde görev süresinin Anayasa'nın 92’nci maddesi uyarınca 10/02/2010 tarihinden itibaren bir yıl uzatılmasına dair
Başbakanlık tezkeresi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle
yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, Avrupa-Asya arasında geçiş yolu sağlayan Aden Körfezi, Süveyş
Kanalı ve Kızıldeniz’den yıllık ortalama otuz üç bin adet gemiye geçiş
sağlamaktadır. Dünya deniz ticareti için büyük önemi haiz olan Aden
Körfezi’nde, Somali kara sularında, Hint Okyanusu’nda seyreden ticari gemilere
yönelik yasa dışı eylemlerin uluslararası ticareti ve deniz taşımacılığını
olumsuz şekilde etkilediği, can ve mal emniyetine çok ciddi tehdit oluşturduğu
hususunda bugün dünyada tam bir görüş birliği mevcuttur. Nitekim,
bölgede, bugüne kadar beş yüzden fazla korsanlık, deniz haydutluğu ve silahlı
soygun vakası meydana gelmiştir. Elbette ki bu tehdit ülkemizi de yakından
etkilemektedir. Söz konusu trafik yolları Türk ticaret gemileri tarafından da
yoğun şekilde kullanılmakta, aylık olarak otuz civarında Türk gemisi bu
bölgeden geçiş yapmaktadır. 2008 yılı sonundan bu yana, Türkiye bağlantılı dört
ticari gemi mürettebatlarıyla birlikte rehin alınmış, bunlar daha sonra serbest
bırakılmıştır.
Hiçbir ülkenin
tek başına bu sorunla baş edebilecek imkân ve kabiliyete sahip olmamasından
dolayı, uluslararası toplum müşterek hareket ederek bu sorunun ortadan kalkması
için ortak bir çaba göstermektedir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin
1851 sayılı Kararı ışığında, 8 Ocak 2009’da, Amerika öncülüğünde müşterek bir
görev gücünün kurulması kararlaştırılmıştır. Deniz haydutluğu, korsanlık ve
silahlı soygun ile mücadelede uluslararası iş birliğinin geliştirilmesine özel
bir önem atfeden ülkemiz, bu alandaki çabaları desteklemiş, uluslararası
kuruluşlar bünyesinde yürütülen çalışmalara aktif katkı sağlamıştır. Bu
yaklaşımla, ülkemiz, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 1851 sayılı Kararı
çerçevesinde oluşturulan Temas Grubuna da kurucu üye olarak katılmıştır. Temas
Grubunun 28 Ocak 2010 tarihinde New York’ta yapılan toplantısında, ülkemizin
önümüzdeki dönemde, anılan grubun başkanlığını yapması kararlaştırılmıştır. Bu
görev, ülkemizin sergilediği kararlı ve aktif tutumu ve somut katkılarının bir
yansımasını teşkil ederken ülkemize duyulan güvenin de bir göstergesi olması
bakımından büyük önem arz etmektedir.
Değerli
milletvekilleri, söz konusu yasa dışı eylemlerin vuku bulduğu deniz alanları
uluslararası deniz ticaretinin başlıca güzergâhlarından biri olup Türk ticaret
gemileri tarafından da yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Ticari gemilerimize
ve bunlarda görev yapan vatandaşlarımıza yönelik tehdit, ülkemizin ticari ve
ekonomik menfaatlerini olumsuz olarak etkilemektedir.
Bu nedenlerle,
dünya barışı ve istikrarına yapacağı olumlu katkıyı ve ulusal çıkarlarımızı da
dikkate alarak Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulan tezkerenin
uzatılması gerektiği kanaatindeyim.
Bu vesileyle,
bölgede görev yapan Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının başarılarının
devamını diler, yüce heyetinizi saygıyla selamlarım. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Kınıklıoğlu.
Hükûmet adına Millî
Savunma Bakanı Vecdi Gönül konuşacaktır.
Buyurunuz Sayın
Gönül. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (İzmir) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; deniz haydutluğu ve korsanlık eylemleriyle mücadele
kapsamında Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının yurt dışında
görevlendirilmesine ilişkin 10 Şubat 2009 tarihli 934 sayılı yüce Meclisimizin
Kararı’yla Hükûmete verilen bir yıllık izin süresinin
uzatılması maksadıyla verilen tezkerenin gerekçelerini açıklamak üzere
huzurunuzda bulunuyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime
öncelikle deniz haydutluğu/korsanlık meselesiyle ilgili kısa bir
değerlendirmeyle başlamak istiyorum. Dünya deniz ticareti için büyük öneme haiz
olan Süveyş Kanalı, Kızıldeniz ve Aden Körfezi’nden yıllık ortalama otuz üç bin
adet ticari gemi geçiş yapmaktadır. Söz konusu gemi geçişleriyle dünya ticaret
hacminin yüzde 14’ü ve dünya petrol ihracatının ise yüzde 26’sı
karşılanmaktadır. Bölgeden geçen Türk ticaret gemilerinin sayısı aylık olarak
otuz civarındadır.
Aden Körfezi’nde,
Somali kara sularında ve açıklarında, Hint Okyanusu’nda seyreden ticari
gemilere yönelik deniz haydutluğu/korsanlık ve silahlı soygun eylemleri bir
uluslararası güvenlik meselesi olarak uluslararası gündemin ön sıralarında yer
almaya devam etmektedir.
Bu yasa dışı
eylemler, sadece can ve mal emniyetini tehdit etmekle kalmayıp seyrüsefer serbestisini akamete uğratmakta, uluslararası ticareti ve
deniz taşımacılığını da menfi bir şekilde etkilemektedir. Bu eylemler ayrıca,
Somali ile Afrika ülkelerine yapılan insani yardımların deniz yoluyla
intikalini de güçleştirmektedir.
Geçtiğimiz
dönemde daha da artan bu eylemler ülkemizi de yakından ilgilendirmektedir.
Bölgede bugüne kadar beş yüzden fazla korsanlık, deniz haydutluğu ve silahlı
soygun vakası yaşanmıştır.
Olayların çıktığı
2008 yılından bu yana Türkiye bağlantılı dört ticari gemi, mürettebatıyla
birlikte rehin alınmış, bunlar daha sonra serbest bırakılmıştır. Bu gemiler,
Yasa Neslihan, Karagöl, Bosphorus Prodigy
ve Horizon-1'dir. Horizon-1
isimli gemi 5 Ekim 2009 tarihinde serbest bırakılmıştır. Hâlihazırda deniz
haydutları/korsanlar tarafından rehin tutulan Türkiye bayraklı veya bağlantılı
herhangi bir ticaret gemimiz bulunmamaktadır.
Diğer taraftan,
geçtiğimiz yılın sonunda Aden Körfezi'nde deniz haydutlarının saldırısına uğrayan
ve rehin alınan İngiltere bayraklı Saint James Park isimli geminin mürettebatı
arasında 3 vatandaşımızın da bulunduğu bilinmektedir.
Bu arada söz
konusu bölgede seyreden bazı ticaret gemilerimiz ise deniz haydutlarının
saldırısından son anda kurtulmuş olup benzer vakalarla karşılaşılması riski
hâlen devam etmektedir.
Esasen, söz
konusu eylemlerin vuku bulduğu deniz alanları, uluslararası deniz ticaretinin
başlıca güzergâhlarından biri olup Türk ticaret gemileri ve Türk mürettebatlı
yabancı bayraklı gemiler tarafından da, biraz evvel rakamlarını verdiğim gibi,
yoğun olarak kullanılmaktadır. Ticari gemilerimize ve buralarda görev yapan
vatandaşlarımıza yönelik tehdit, diğer yandan ülkemizin ticari ve ekonomik
menfaatlerini olumsuz etkileyen bir boyut da taşımaktadır.
Somali'de kamu
düzeninin sağlanmamış olması, deniz haydutlarının ve silahlı soygun icra eden
kişilerin çok geniş bir deniz alanında faaliyet göstermeleri, bunların
tutuklanıp yargılanmaları konusunda karşılaşılan sorunlar, bu meseleyle etkin
bir mücadele yapılmasını engellemektedir. Bu sebeple, ülkemiz, sorunun vahameti
ve karmaşıklığı karşısında, uluslararası toplumun kapsayıcı bir yaklaşımla
müşterek hareket etmesini ve tekrardan kaçınan uluslararası etkin tedbirlerin
alınmasını ve uygulanmasını savunagelmektedir. Zira, daha evvelki konuşmacıların da ifade ettiği gibi,
hiçbir ülke tek başına bu sorunla baş edebilecek imkân ve yeteneğe sahip
değildir.
Deniz haydutluğu
ve korsanlık meselesinde kalıcı çözümün anahtarı asıl olarak karadadır.
Somali’nin içinde bulunduğu güç duruma, uluslararası toplum olarak, siyasi,
ekonomik ve güvenlik alanlarını da içerecek kapsayıcı bir yaklaşım ve strateji
geliştirilmesi, bunların etkin bir şekilde hayata geçirilmesi gerekmektedir. İnancımız,
ancak böyle bir geniş bakış açısıyla deniz haydutluğu/korsanlık musibetine
yaklaşılabilir ve bir çözüm bulunabilir.
Son dönemdeki
saldırıların Aden Körfezi ve Somali açıklarıyla sınırlı kalmadığı, Hint
Okyanusu’nun bir bölümünü de kapsadığı, çok daha geniş bir alana yayıldığı
müşahede edilmektedir. Diğer yandan, Yemen’deki durum ve gelişmelerin, deniz
haydutluğu/korsanlıkla mücadele çabaları bağlamında yeni bir gelişme olarak
hesaba katılması icap etmektedir.
Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyinin 2008 ve 2009 yıllarında aldığı kararlarla, söz
konusu eylemlerle ortak mücadeleye yönelik olarak uluslararası toplumun yakın
iş birliği ve eş güdüm yapmasını kolaylaştıracak meşruiyet zemini
güçlendirilmiştir. Ayrıca, uluslararası toplumun Somali
açıklarındaki korsanlık/deniz haydutluğuyla bu ülkenin kara sularını da
kapsayacak şekilde yürüttüğü mücadelenin temel hukuki dayanağını oluşturan ve
geçtiğimiz yıl kabul edilerek 2 Aralık 2009 tarihinde sona eren 1846 sayılı
Birleşmiş Milletler Genel Kurul Kararı’nın süresi, 30 Kasım 2009 tarihli Konsey
toplantısında kabul edilen 1897 sayılı Karar’la bir yıl daha uzatılmıştır.
Bu çerçevede,
bölgede ülkemizin de bilfiil iştirak ettiği Birleşik Görev Gücü CTF-151 ile
AB’nin EUNAVFOR ATALANTA gibi koalisyon deniz güçleri münhasıran deniz
haydutluğuyla mücadele etmekte, ayrıca Rusya Federasyonu, Çin, Hindistan ve
Japonya gibi ülkeler de kendi millî hüviyetleriyle bölgede konuşlandırdıkları
deniz unsurlarıyla benzer operasyonları sürdürmektedir. Bu derece geniş kapsamlı
ve yoğun bir askeri konuşlandırmanın deniz haydutları üzerindeki
caydırıcılığının devamının ve bunun güçlendirilmesinin ise tabiatıyla icra
edilen operasyonlarda ele geçirilen zanlıların adalete teslim edilerek bihakkın
yargılanmalarının sağlanmasıyla mümkün olduğu çok bedihi bir hakikattir.
Ülkemiz bu
maksatla ele geçirilecek faillerin bölge ülkelerinde yargılanmalarını
kolaylaştıracak bölgesel temelde bir iş birliği ve eş güdüm mekanizması
kurulması düşüncesini desteklemektedir.
Ülkemiz,
geçtiğimiz süre zarfında, “Dünya Gıda Programı” tarafından kiralanmış, bölgede
insani yardım taşıyan gemilere koruma sağlamayı amaçlayan NATO Daimi Deniz
Görev Güçlerine ve Meclisimizin Hükûmete verdiği izin
çerçevesinde CTF-151'e dönüşümlü olarak toplam beş fırkateynle
aktif katkı sağlamıştır.
Söz konusu
Müşterek Görev Gücünün komutası 3 Mayıs 2009 günü Manama-Bahreyn'de Müşterek
Deniz Kuvvetleri karargâhında düzenlenen törenle ABD Deniz Kuvvetleri
Komutanlığı tarafından Deniz Kuvvetleri Komutanlığımıza resmen devredilmiştir.
Böylelikle ülkemiz NATO dışında, NATO’daki görevleri dışında, bir Birleşmiş
Milletler görevi olarak ilk defa denizde çok uluslu bir koalisyon gücünün
komutanlığını üstlenmiştir. Ülkemiz bu komutayı 13 Ağustos 2009 tarihinde
tekrar ABD'ye devretmiştir. Deniz Kuvvetleri unsurlarımız icra ettikleri
operasyonlar sırasında çok sayıda ticari gemiye yönelik saldırıları püskürtmüş,
koruma ve refakat sağlamış, ayrıca 30'dan fazla deniz hayduduna ait tekne,
silah ve ekipmanı tesirsiz hale getirmiştir.
Bölgede görev
icra eden fırkateynimiz, Türk bayraklı ve Türkiye
bağlantılı ticaret gemilerinin emniyetli geçişlerinin sağlanması için her türlü
tedbiri almakta ve gerekli koordinasyonu sağlamaktadır.
Dün itibarıyla,
yani 1 Şubat itibarıyla CTF-151 bünyesinde görev yapmakta olan TCG-Gökova fırkateynimizin yerine geçmek üzere TCG-Gemlik fırkateynimiz Aksaz Deniz
Üssünden ayrılarak bölgeye müteveccihen hareket etmiştir.
Sayın Başkan,
değerli üyeler; geçtiğimiz süre zarfında Aden Körfezi'nde ve Somali açıklarında
seyredecek ülkemizle bağlantılı ticari gemilerin emniyetinin sağlanması
maksadıyla, az önce sözünü ettiğim askerî önlemlerin yanı sıra sivil planda da
müşahhas ve bütünleyici adımlar atılmıştır.
Denizcilik
Müsteşarlığımız tarafından, muhtemel korsanlık saldırılarından kaçınmak veya
vuku bulmaları hâlinde bunları imkânlar dâhilinde püskürtmek maksadıyla
Uluslararası Denizcilik Teşkilatı ve ABD'nin önderliğinde hazırlanan en iyi
uygulama kuralları (Best Management
Practices) Türk denizcilik sektörüne en geniş şekilde
duyurulmaktadır.
Yine Denizcilik
Müsteşarlığımızca, Deniz Kuvvetleri Komutanlığımızın katkılarıyla bölgede
seyredecek Türkiye bayraklı veya bağlantılı ticari gemilerle ilgili bilgilerin
kaydettirilebileceği "Deniz Haydutluğu Bilgi Sistemi" kurulmuş, böylece
sahada konuşlu Deniz Kuvvetleri unsurlarımızla ticari gemilerimiz arasında bir
elektronik eş güdüm ve bilgi paylaşımı platformu oluşturulmuştur.
Deniz
haydutluğu/korsanlık ve silahlı soygun ile mücadelede uluslararası iş
birliğinin geliştirilmesine özel bir önem atfeden ülkemiz, bu alandaki çabaları
desteklemiş, Birleşmiş Milletler, NATO, Avrupa Birliği ve Uluslararası
Denizcilik Teşkilatı bünyesinde yürütülen çalışmaları aktif olarak izlemiş ve
katkıda bulunmuştur.
Bu yaklaşımla
ülkemiz, Güvenlik Konseyinin 1851 sayılı Kararı çerçevesinde oluşturulan
"Temas Grubu"na da kurucu üye olarak katılmıştır.
Korsanlık/deniz
haydutluğu ve silahlı soygun ile mücadele kapsamında istihbarat paylaşımı ve
bölgedeki askeri/sivil faaliyetlerin koordinasyonu konularında kapsamlı
çalışmalar yürüten bu Grubun ilk toplantısı 14 Ocak 2009 tarihinde New York’ta
yapılmıştır. Bu toplantıda kabul edilen kararlar doğrultusunda oluşturulan
çalışma gruplarına ülkemiz de bugüne kadar aktif bir şekilde iştirak etmiştir.
Ülkemizin soruna
yönelik olarak sergilediği kararlı ve aktif tutumu ve somut katkıları, hem Türk
bayraklı ve Türkiye bağlantılı ticari gemilerin emniyetinin muhafazasını
sağlamış hem de Birleşmiş Milletler sistemi içinde ve bölgesel ölçekte
oynadığımız rolün ve görünürlüğün pekiştirilmesini temin etmiştir.
Son olarak, 28
Ocak 2010 tarihinde New York’ta Birleşmiş Milletler Merkezinde Norveç’in
başkanlığında gerçekleştirilen Temas Grubunun 5’inci toplantısında, Türkiye’nin
önümüzdeki dönemde anılan Gruba başkanlık yapması kararlaştırılmıştır. Bu görev
yani başkanlık görevi, ülkemize bu alanda duyulan güven ve teveccühün de bir
göstergesidir.
Böyle bir
görevlendirme, aynı zamanda Güvenlik Konseyi geçici üyeliğimizin yüklediği
sorumluluklara da paralel olarak, bu alanda yürütülen uluslararası çabalara
daha aktif bir şekilde katkıda bulunmaya Türkiye’nin devamına da fırsat
verecektir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; sözlerime son vermeden evvel Sayın Milletvekili Erdal
Sipahi’nin bir tereddüdünü açıklığa kavuşturmak istiyorum.
Biraz evvel
Başkanlık Divanının okuduğu tezkerede, tezkerenin hüküm kısmında herhangi bir
değişiklik yoktur. Geçen sene bu tezkere nasılsa bu sene de öyledir.
Binaenaleyh, mücavir alan yorumu bu sene de geçen senekinin aynıdır.
Tabii, Erdal Bey’in
haklı olarak zikrettiği Hint Okyanusu meselesi var. Bu şöyle tezkerede yer
alıyor: “Diğer taraftan, anılan bölgelerde ve Hint Okyanusu’nda meydana gelmeye
devam eden korsanlık/deniz haydutluğu ve silahlı soygun eylemleri ile
uluslararası toplumca mücadele edilebilmesine cevaz veren Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi’nin 1846 sayılı Kararı, 30/11/2009
tarihli ve 1897 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararıyla bir
yıllık süre için yenilenmiştir.” Yani Birleşmiş Milletler Kararı gerekçesinde
bu yer almaktadır. Bizim kararımız geçen senekiyle aynıdır. Binaenaleyh Hint
Okyanusu’yla ilgili husus Dışişleri Bakanlığımızla Genelkurmayın arasındaki
mücavir alan yorumuyla sınırlı olarak belki devreye girecektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu düşüncelerle Türk
Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının Aden Körfezi, Somali kara suları ve
açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde görevlendirilmesi için 10 Şubat
2009 tarihli ve 934 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı’yla Hükûmete verilen bir yıllık izin süresinin anılan kararda
belirtilen ilke ve esaslar dâhilinde -anılan kararda belirtilen ilke ve esaslar
dâhilinde- 10 Şubat 2010 tarihinden itibaren bir yıl uzatılması ve bununla
ilgili gerekli düzenlemelerin Hükûmet tarafından
yapılması için hazırlanan Hükûmet tezkeresini yüce
Meclisimizin takdirlerine saygılarımla sunuyoruz.
Teşekkür
ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Gönül.
Şahsı adına, Karabük Milletvekili Mehmet Ceylan.
Buyurunuz Sayın
Ceylan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET CEYLAN
(Karabük) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; görüşmekte
olduğumuz Hükûmet tezkeresi üzerinde şahsım adına,
lehte olmak üzere, söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlarım, değerli konuşmacı arkadaşlarımızın da ifade ettiği gibi son
yıllarda Aden Körfezi, Somali açıkları ve civarında bilindiği gibi ticari
gemilere yönelik korsanlık ve silahlı soygun eylemleri giderek artmış ve bu
konu uluslararası güvenlik boyutunda ciddi anlamda bir tehdit oluşturmaya
başlamış bulunmaktadır. İşte, artan bu korsanlık ve silahlı
soygun eylemlerini önlemek maksadıyla öncelikle NATO güçleri harekete geçmiş,
bir operasyon düzenlemiş -burada bir Türk gemisi de başarıyla görev yapmış
bulunmakta- ardından Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi birkaç tane karar
almış bulunmakta ve en son 16 Aralık 2008 tarihinde 1851 sayılı Karar’la
korsanlıkla mücadele konusunda katkıda bulunabilecek ülkeleri Birleşmiş
Milletler göreve ve yardıma çağırmış bulunmaktadır.
İşte bu kapsamda, Hükûmetimiz geçen yıl
–hatırlayacağınız üzere- 10 Ocak 2009 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisine
bir tezkere göndermiş; bir yıl boyunca kapsamı, şümulü ve zamanı Hükûmetimizce belirlenmek üzere bu bölgede görev yapmak
üzere Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının görev yapması konusunda
tezkereyi göndermiş ve değerli oylarınızla bu tezkere kabul edilmiş
bulunmaktadır. İşte bu tezkere kapsamında bir yıl
boyunca Gökova Fırkateyni’miz ve değerli personeli
çok başarılı bir şekilde görev yapmış bulunmaktadır.
Ben, buradan,
huzurlarınızda sizler adına ve yüce Türk milleti adına bu fırkateynde
görev yapan Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarını, değerli askerlerimizi,
komutanlarımızı kutluyorum. Gerçekten onlar bizim yüz akımız oldular, Türk
bayraklı gemimizi, al bayrağımızı o uluslararası sularda dalgalandırdılar ve
büyük de bir başarı elde ettiler.
Şu ana kadar dört
tane Türk gemisi, bilindiği üzere, rehin alınmış bulunmaktaydı ve çok şükür tüm
personeliyle birlikte serbest kalmış bulunmaktadır.
Değerli
arkadaşlarım, Hükûmetimizin göndermiş olduğu bu
tezkere büyük önem arz etmektedir, birkaç yönüyle önem arz etmektedir. Her
şeyden önce, bildiğiniz gibi, Türkiye'nin dış ticareti giderek artmakta ve
uluslararası kara sularında gerek Türk bandralı ve
gerekse Türkiye bağlantılı gemilerin sayısı artmış bulunmaktadır.
Bakın, 2002
yılında, hepimizin de hatırlayacağı üzere, toplam ihracatımız 36 milyar dolar
iken ve toplam dış ticaretimiz 87 milyar dolar iken, bugün 2008 yılında toplam
ihracatımız 132 milyar dolara ve toplam dış ticaretimiz 333 milyar dolara
ulaşmış bulunmaktadır. Yani 2002 yılına kıyasla 4 katından fazla bir artışla
dış ticaretimiz artmış bulunmaktadır. 2009 yılında yaşanan ekonomik krizle
birlikte tabii ki bir miktar düşmüş ama her şeye rağmen ihracatımız 100 milyar
doların üzerinde, 102 milyar dolar olarak gerçekleşmiş ve ithalat da yaklaşık
155 milyar dolar olarak beklenmektedir. Dolayısıyla neresinden bakarsanız
bakın, 2009 yılında da 250 milyar doların üzerinde bir dış ticaret hacmine
ulaşmış bulunmaktayız.
İşte, tabii, bu
ekonomik kriz özellikle Batı ülkelerini etkiledi ve ihracatımızı etkilemiş
bulunmakta. O açıdan ihracatımızın gelişebilmesi, artabilmesi açısından Asya
ülkeleri, Orta Doğu ülkeleri büyük önem arz etmektedir ve buralara bu
mallarımızı getirecek, götürecek gemilerimizin güvenliği de çok büyük önem arz
etmektedir. İşte, bu açıdan, her şeyden önce bu tezkerenin uzatılması ülkemiz
açısından yararlı ve faydalı olacaktır.
Değerli arkadaşlarım,
diğer bir konu ise: Türkiye'nin uluslararası ilişkilerde artan rolü ve önemi
açısından bu tezkerenin uzatılması büyük önem arz etmektedir. Bilindiği üzere,
Türkiye, AK PARTİ İktidarı döneminde, birçok alanda olduğu gibi dış politikada
da aktif bir politika izlemektedir. İzlediği politikayla hem bölgesinde hem de
dünyada barış ve istikrar üreten, güvenlik projeleri üreten bir ülke konumuna
gelmiş bulunmaktadır. Bu projelere aktif katkıda bulunan Türkiye, bu konuda
yıllarca sürdürülen statükocu politikayı terk ederek
kendisini direkt olarak ilgilendirmese de ama uluslararası toplumu ilgilendiren
konularda da risk alan, rol alan ve aktif katkıda bulunan bir ülke konumuna ve
giderek de dolayısıyla saygınlığı artan bir ülke konumuna gelmiş bulunmaktadır.
İşte, bu
kapsamda, Türkiye, gerek Birleşmiş Milletler gerek NATO ve gerekse Avrupa
Birliği tarafından yürütülen uluslararası barış operasyonlarına da büyük
katkıda bulunmaktadır.
İşte bu politika
sayesindedir ki Türkiye, artık dış politikada da sözü dinlenen, itibar edilen
bir konuma gelmiş bulunmaktadır. Bu saygınlığın göstergesi olarak, Türkiye,
uluslararası görevlerde ve platformlarda da başarı üzerine başarı elde
etmektedir.
Bakın, 2009 yılı
başında, elli yıl aradan sonra Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde, 192
ülkenin 152’sinin desteğini alarak, iki yıl süreyle Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine seçilmiş bulunmaktadır.
Yine, Birleşmiş
Milletlerin bir projesi olan Medeniyetler İttifakı Projesi’nde, Sayın
Başbakanımız İspanya Başbakanıyla eş başkan seçilmiş bulunmaktadır.
Yine, 51 asil
üye, 13’ü gözlemci olarak 64 ülkenin üye olduğu İslam Konferansı Örgütü Genel
Sekreterliğine iki dönemdir bir Türk diplomat olan Sayın Ekmeleddin
İhsanoğlu seçilmiş ve başarıyla yürütmektedir.
Son olarak, geçen
hafta, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinde, tarihinde ilk defa, Viyana
doğusundan, Müslüman bir ülkeden, içimizden bir kardeşimiz, Antalya
Milletvekilimiz Sayın Mevlüt Çavuşoğlu
iki yıllığına seçilmiş bulunmaktadır. Kendisi gururumuz olmuş, ülkemizin
göğsünü kabartmıştır. Bu açıdan kendisini kutluyoruz, bu başkanlığın ülkemize,
milletimize bir kez daha hayırlı olmasını diliyoruz.
Diğer taraftan,
ülkemiz çeşitli uluslararası kurumlarda, Birleşmiş Milletler Kimyasal Silahları
Engelleme Komisyonu, Atom Enerjisi gibi komisyonlarda da Türk yetkililer
seçilmiş ve başarıyla görev yapmaktadırlar.
Sayın Başkan,
değerli arkadaşlarım; bunlar neyi gösteriyor? Gerçekten Türkiye'nin
büyüklüğünü, Türkiye'nin saygınlığını, Türkiye'nin itibarının arttığını
göstermektedir.
Bu çerçevede,
tezkerenin süresinin uzatılmasının ülkemizin gerek iç gerekse dış dünyadaki
menfaatleri ve saygınlığı açısından hayırlı olacağını düşünüyor, destekleriniz
için şimdiden teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Ceylan.
Sayın
milletvekilleri, Başbakanlık tezkeresi üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, tezkereyi
tekrar okutup oylarınıza sunacağım:
25/01/2010
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Aden Körfezi,
Somali karasuları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde vuku bulan
korsanlık/deniz haydutluğu ve silahlı soygun eylemleri hakkında 2008 yılında
kabul edilen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları ve Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nin 10/2/2009 tarihli ve 934 sayılı
Kararıyla bir yıl için verdiği izin çerçevesinde, Türk Silahlı Kuvvetleri deniz
unsurlarının söz konusu bölgelerde konuşlandırılması suretiyle, bölgede
seyreden Türk Bayraklı ve Türkiye bağlantılı ticari gemilerin emniyetinin etkin
şekilde muhafazası ve uluslararası toplumca yürütülen korsanlık/deniz
haydutluğu ve silahlı soygun eylemleriyle müşterek mücadele harekâtına aktif
katılımda bulunulması sağlanarak, bu alanda Birleşmiş Milletler sistemi içinde
ve bölgesel ölçekte oynadığımız rolün ve görünürlüğümüzün pekiştirilmesi temin
edilmiştir.
Türk Silahlı
Kuvvetleri deniz unsurlarının bölgede görev icra etmesine izin veren 934 sayılı
TBMM Kararının süresi 10/2/2010 tarihinde sona
erecektir. Diğer taraftan, anılan bölgelerde ve Hint Okyanusu’nda meydana
gelmeye devam eden korsanlık/deniz haydutluğu ve silahlı soygun eylemleri ile
uluslararası toplumca mücadele edilebilmesine cevaz veren Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi’nin 1846 sayılı Kararı, 30/11/2009
tarihli ve 1897 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararıyla bir
yıllık süre için yenilenmiştir.
Belirtilen
nedenlerle, Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının Aden Körfezi Somali
karasuları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde görevlendirilmesi
için 10/2/2009 tarihli ve
934 sayılı TBMM Kararıyla Hükümete verilen bir yıllık izin
süresinin anılan Kararda belirlenen ilke ve esaslar dâhilinde 10/2/2010
tarihinden itibaren bir yıl uzatılmasını Anayasanın 92 nci
maddesi uyarınca arz ederim.
Recep
Tayyip Erdoğan
Başbakan
BAŞKAN – Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Sayın Başkan, karşıyım ben. Tutanağa geçmesi açısından söylüyorum.
BAŞKAN –
Geçmiştir efendim.
Sayın
milletvekilleri, Sivas Milletvekili ve Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı
Muhsin Yazıcıoğlu ve 5 kişinin hayatını kaybettiği
helikopter kazası ve kurtarma çalışmalarının tüm yönleriyle araştırılarak
benzer durumların yaşanmaması için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla kurulan Meclis araştırması komisyonu çalışmalarını tamamlayamamıştır.
Bu hususa ilişkin Komisyon Başkanlığının yazısını okutup bilgilerinize
sunacağım. Daha sonra, İç Tüzük’ün 105’inci maddesi uyarınca işlem yapacağım.
Meclis
Araştırması Komisyonu Başkanlığının yazısını okutuyorum:
3.- (10/333, 334, 335) esas
numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Başkanlığının, İç Tüzük’te belirtilen
dört aylık sürede Komisyonun çalışmalarını tamamlayamadığına, Kaza Araştırma ve
İnceleme Kurulu Raporu’nun, Komisyonun görev süresinin dolmasından sonra
gelmesi nedeniyle gerekli inceleme ve müzakerelerin yapılamadığına; bu nedenle,
çalışmaların tamamlanabilmesi için, yeni bir Meclis araştırması komisyonu
kurulmasına ilişkin tezkeresi (3/1090)
Sayı: A.01.1.GEÇ.10/333,334,335/94 28/01/2010
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
ESAS Hava
Taşımacılık Turizm ve Ticaret A.Ş envanterinde kayıtlı
olan TC-HEK tescil işaretli BELL 206L-4 tipi helikopter, "görerek
uçuş" şartlarında Kahramanmaraş Çağlayancerit-Yozgat Yerköy planlı uçuşu
sırasında, 25 Mart 2009 tarihinde Kahramanmaraş İli Merkez Keş Dağı 37° 58 72
N, 36° 40 16 E koordinatlarında deniz seviyesinden
Meydana gelen bu helikopter kazasına ilişkin olarak, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu Adına Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay'ın (10/333), Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu Adına Grup Başkanvekilleri Kocaeli Milletvekili Nihat
Ergün, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli, Hatay Milletvekili Sadullah Ergin ve Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ'ın (10/334), Milliyetçi Hareket Partisi Grubu Adına
Grup Başkanvekilleri Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve İzmir Milletvekili
Oktay Vural'ın (10/335), Sivas Milletvekili ve Büyük Birlik Partisi Genel
Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ve 5 kişinin hayatını
kaybettiği helikopter kazası ve kurtarma çalışmalarının tüm yönleriyle
araştırılarak benzer durumların yaşanmaması için alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri
Genel Kurulun 09.04.2009 tarihli 75. birleşiminde görüşülmüş ve Komisyon
kurulması kararlaştırılmıştır.
Genel Kurulun
05.05.2009 tarihli 85. birleşiminde Komisyon üyelikleri ile aynı tarihte
Komisyon Başkanlık Divanı seçimi yapılmıştır. Başkanlık Divanı seçiminin
yapıldığı tarihinden itibaren çalışmalarına başlayan Komisyonumuz; Anayasanın
98., Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104. ve
105. maddeleri ile diğer hükümleri çerçevesinde görev yapmıştır. TBMM
İçtüzüğünün 105. maddesi gereği, 3 aylık süre içerisinde çalışmalarını
tamamlayamayan Komisyonumuz, 1 aylık ek süre kullanmıştır.
Komisyonumuz, 4
aylık çalışma süresi içerisinde resmi olarak toplam 12 toplantı yapmış ve konu
hakkında bilgi edinmek üzere ilgili kamu ve özel kuruluşlarından yetkililer,
sivil toplum kuruluşlarından temsilciler, olayın tüm görgü tanıkları ile ilgili
uzman ve kişileri davet ederek görüşlerini almıştır. Komisyon çalışmaları
süresince toplam 172 adet yazışma yapılmış ve yaklaşık 95 kişinin bilgisine ve
görüşüne başvurulmuştur.
Komisyonumuz,
11-13 Haziran 2009 tarihleri arasında kazanın meydana geldiği Kahramanmaraş
ilinde ve 09.11.2009 tarihinde ise kaza yapan Helikopterin radar kayıtlarını
incelemek üzere, radar kayıtlarının tutulduğu Esenboğa Hava Limanı
Başmüdürlüğüne inceleme ziyaretleri gerçekleştirilmiştir. Komisyon çalışmaları
05.12.2009 tarihinde resmî olarak sona ermiştir.
Komisyon
çalışmalarına ışık tutacak ve olayı aydınlatacak en önemli belge, Kaza
Araştırma ve İnceleme Kurulunun vermiş olduğu nihai Rapordur. Ancak Kaza
Araştırma ve İnceleme Kurulu Raporu, Komisyonumuza, ek süre dâhil Komisyon çalışma süresi tamamlandıktan
sonra 16.12.2009 tarihinde ulaşmıştır. Bu Rapor üzerinde, resmî çalışma
süresini tamamlayan Komisyonumuzca gerekli inceleme ve müzakereler
yapılamamıştır. Çünkü Anayasa ve TBMM İçtüzüğü kapsamında Komisyonun çalışma
süresini uzatma imkânı bulunmamaktadır. Bir sonuca ulaşılabilmesi ve kaza kırım
raporu üzerinde gerekli müzakerelerin yapılması adına araştırmanın
genişletilmesinde mutlak zaruret vardır. Bu sebeple Komisyonumuz, kazanın
oluşumu ve sonrasında yürütülen arama ve kurtarma faaliyetleri konusunda nihai
bir görüşe varılmasını uygun görmemiştir.
Sonuç olarak;
Kaza Araştırma ve İnceleme Kurulu Raporunun incelenip müzakere edilmesi,
çıkacak sonuca göre, gerekirse araştırmanın genişletilmesi, ortaya çıkacak yeni
bilgi, belge ve bulguların sağlıklı olarak değerlendirilmesi için TBMM
İçtüzüğünün 105. maddesi uyarınca yeni bir Meclis Araştırması Komisyonu
kurulmasını yüce Meclisin takdirlerine saygılarımla arz ederim.
Hakkı
Köylü
Kastamonu
Komisyon
Başkanı
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, şimdi İç Tüzük’ün 72’nci maddesine göre görüşme açacağım.
İstemleri hâlinde gruplara ve şahıslara, milletvekillerinden 2 üyeye de söz
vereceğim ama…
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Sayın Başkan, efendim, 72’nci maddeye göre görüşme açamazsınız
çünkü bu görüşmeyi yapacağımız daha önceden, İç Tüzük’ün 49’uncu maddesine göre
Genel Kurula arz edilmemiştir, yani bir Danışma Kurulu kararı yoktur. Geçen,
Meclisi kapatırken, o zaman kapatan Başkan, görüşüleceğine dair bir şey
söylememiştir.
BAŞKAN – 105’inci
maddeye göre bu işlemi yapıyoruz.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Efendim?
BAŞKAN – Sunuş
olarak da uygulamasını yaptık.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Sayın Başkan, bakın, bu bir araştırma komisyonu raporudur.
Araştırma komisyonu raporunun genel gündemde yer alması lazım. Dolayısıyla,
gündemde yer almayan bu konuyu bugün görüşemeyiz. İsterseniz bu konuda usul
tartışması açın.
BAŞKAN – Sayın
Genç, bu, araştırma komisyonunun raporu değil.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Efendim, 105’inci maddeye göre…
BAŞKAN – Bu,
araştırma komisyonunun raporu değil.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – … Genel Kurulda görüşme açın.
BAŞKAN – Raporunu
tamamlayamadığının nedenlerini sunuyor bize, izah ediyor.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Efendim, ama bakın, 105’inci maddede bu konuda açık hüküm var,
diyor ki: Eğer…
BAŞKAN – 105’inci madde son derece açık.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Bakın, Sayın Başkan, isterseniz bu konuda bir usul tartışması açın.
BAŞKAN – Şimdi,
sizin dediğinizi net olarak anladım. Bunu ayrıca söylemenize de gerek yok.
105’inci maddeye göre burada işlem yapıyoruz. Bu, bir araştırma komisyonunun
raporu değildir...
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Efendim, araştırma komisyonu raporudur Sayın Başkan.
BAŞKAN - …raporu
tamamlayamadığı için yeniden bir komisyon oluşturulmasıdır.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Araştırma Komisyonu diyor ki: “Ben bir sonuca ulaşmadım.”
BAŞKAN - Şimdi,
yeniden komisyon kurulup kurulmaması takdiri de Genel Kurulundur. Onun için
böyle bir çalışma yapıyoruz efendim.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Efendim, ama bakın şimdi “Bu
konuyu görüşemiyoruz.” diyorum. Siz geçen birleşimi kapattığınız zaman bu
konunun görüşüleceğini söylemediniz. İç Tüzük’ün 49’uncu maddesi açık:
“Birleşim kapatılırken gelecek birleşimde görüşüleceği belirtilmeyen…”
BAŞKAN – Sayın
Genç, bu İç Tüzük uygulamamız son derece doğru ve yerinde bir karardır. Sizin
bu konuya itirazınız var ama yapacağımız bir şey yok, İç Tüzük böyledir.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Peki, ben bir şey demiyorum ama çok açık bir şey; bu, araştırma
komisyonu raporudur. Araştırma komisyonu raporunu geçen birleşimde anons
etmediniz.
BAŞKAN – Şimdi,
gruplar adına söz isteği yok.
Şahsı adına İzmir
Milletvekili Harun Öztürk ve Eskişehir Milletvekili
Tayfun İçli söz istemiştir.
Eskişehir
Milletvekili Sayın İçli.
Buyurun
efendim.
H. TAYFUN İÇLİ
(Eskişehir) – Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; sizleri
saygıyla selamlıyorum.
Biraz evvel Sayın
Kamer Genç bir itirazda bulundu, ben de aynı görüşteyim. İç Tüzük’ün 49’uncu
maddesi gereğince daha önce gündemde yer almayan konular burada konuşulamaz,
ancak Danışma Kurulunun kararıyla gelir, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan
Vekili de önümüzdeki günlerde neyin konuşulacağını ifade eder.
Şimdi “İç Tüzük’ün 105’inci maddesi” diyoruz; İç Tüzük’ün 105’inci
maddesinin ikinci fıkrasında bakın çok açık bir hüküm vardır: “Komisyon bu süre
sonunda da –yani üç artı bir, dört ayın sonunda- çalışmasını tamamlayamadığı
takdirde süre bitiminden itibaren onbeş gün içinde
araştırmanın tamamlanmaması nedenleri veya o ana kadar varılan sonuçlar
üzerinde Genel Kurulda görüşme açılır.” hükmü yer almaktadır.
Şimdi, Değerli
Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; Sayın Hakkı Köylü’nün
yazısını okuduk. Sayın Hakkı Köylü’nün yazısında,
Komisyonun resmî süresinin 5/12/2009 tarihinde sona
erdiği çok açık bir şekilde ifade edilmektedir. İç Tüzük’ün 105’inci maddesine
göre buna on beş gün ilave ederseniz, 20/12/2009
tarihinde mutlaka bu başvurunun Türkiye Büyük Millet Meclisine yapılmış olması
lazım. Yazının tarihi 28/1/2010 tarihi. Anayasa’mızın 98’inci
maddesine göre ve İç Tüzük’ümüzün 104 ve 105’inci maddeleri gereğince burada
bir görev ihmali vardır. Yani, Komisyon, bu sürede neden raporunu tanzim
edemediğini burada Genel Kurula sunacak, Genel Kurul sunulan bu gerekçeleri
yeterli görmezse yeniden bir komisyon açılmasına karar verecek. Burada çok açık
bir biçimde bir Anayasa ve İç Tüzük ihlali vardır ve buna göre de, aslında bu
görüşmelerin, Sayın Kamer Genç’in de biraz evvel ifade ettiği gibi -onunla da
hemfikirim- burada görüşülmemesi lazım. Siz bunu sunduktan sonra bir sonraki
oturumda bunun gündeme alınması lazım.
Değerli
milletvekili arkadaşlarım, bu elimdeki yazıda neyin neden yapılmadığının, dört
ayda neyin neden yapılmadığının anlatılması lazım. Burada Sayın Başkan yazmış,
şu kadar toplantı yaptık, şu kadar kişiyle görüştük. Peki, İç Tüzük’e göre
bunların bize sunulması lazım. Kaç kişiyle görüştünüz? Kimleri dinlediniz?
Neler yaptınız? Bir rapora bağlamanız lazım. İç Tüzük’e göre, size bir rapora
bağlama yükümlülüğü verilmiş. Siz Komisyon olarak rapora bağlama
yükümlülüğünden kaçamazsınız. Getirdiğiniz olayı da… Bütün bilgileri bize
sunacaksınız. Bu Genel Kurul -çünkü denetleme konuları- bu konularda bilgi
sahibi olacak, “Aa, bana yetmedi.” derse, neden
rapora bağlanmadığı gerekçesiyle, yeniden bir komisyon kurmak suretiyle o
komisyonu görevlendirecek. Şimdi, gerçekten, burada, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin denetim yapma işlevi, görevi ihlal edilmektedir. Bunun özellikle
altını çiziyorum.
Değerli
arkadaşlarım, yeri gelmişken, çok kısa bir zamanda, yine başka hususların da
zapta geçmesini istiyorum. Merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun
partisinin yöneticileri bir kaza kırım ekibi kurmuşlar ve ayrıca yurt dışında
kurmuşlar uzmanlardan; bir de, ayrıca, yurt içinde kaza kırım komisyonu
oluşturmuşlar. Onların çok şiddetle itirazları var.
Değerli
arkadaşlarım, kaza hangi tarihte olmuş? 25 Mart 2009 tarihinde. Peki, Sayın
Hakkı Köylü’nün ifadesiyle, Komisyon görevini
bitirdikten sonra Ulaştırma Bakanlığı veyahut işte, Hükûmete
bağlı kaza kırım ekibi raporunu ne zaman tanzim etmiş? Şu yazıda belirtildiği
gibi tam on beş gün sonra ifade etmiş. Şimdi, yürütmeye bağlı olarak -birazdan
açıklayacağım- bir kurumun kaza kırım raporunu Komisyonun görev süresi bittiği
tarih olan 5/12’den sonrayı mı beklemiştir de vermiştir? Bu çok vahimdir. Mart
ayında kaza oluyor, kaza kırım raporu Araştırma Komisyonuna hangi tarihte
veriliyor değerli arkadaşlarım? 16/12/2009 tarihinde,
on bir gün sonra veriliyor! Burada bir kere ciddi bir görev ihmali vardır.
Dokuz ayda, böylesine ciddi, kamuoyunu meşgul eden, 1 milletvekilinin ölümüne
sebep ve 5 kişinin ölümüne sebep olan, bir siyasi partinin Genel Başkanıyla
ilgili ciddi şüphelerin, kaygıların olduğu, özellikle BBP tarafından ifade
edilen bir kazanın raporlarının bu şekilde, ciddiyetsiz bir şekilde Türkiye
Büyük Millet Meclisinin önüne getirilmesini kınıyorum değerli arkadaşlarım. Bu,
sadece bu olayda değil, belki de birçok komisyon raporunda buna benzer hoş
olmayan davranışları göreceğiz.
Şimdi, buraya
gelmeden evvel, bu teknik incelemeleri yaptıktan sonra Büyük Birlik Partisi
Genel Merkezince bir basın duyurusunu internetten gördüm ve -ilgili kişinin
ifadesiyle- diyor ki ilgili kişi: “Bu, araştırma komisyonu değil de sanki
aklama olayı, kapatma komisyonu gibi görev yaptı.” Diyor ki: “Bu ifade benim
ifadem değil, bizzat Komisyon içerisinde görev yapan üyelerin ifadeleri.”
Değerli arkadaşlarım, bu çok vahim bir olay. Yine, Büyük
Birlik Partisinin yetkilisinin ifadesine göre, Kaza Kırım Araştırma
Komisyonunun Ulaştırma Bakanlığının açıkladığı kaza kırım raporuyla ilgili çok
önemli ilginç tespitleri var: Kaza soruşturma kurulunun yetkili olmasına karşın
ehil kişilerden oluşmadığı, kurul üyelerinin kaza inceleme kursu görmedikleri
ve asli meslekleri havacılık da olmadığı için hazırladıkları raporun
Uluslararası Havacılık Teşkilatı nezdinde geçerli olmadığını söylüyor. Bu
kurul üyelerinin yeterli sayıda ehil uzmandan olmadığını söylüyor.
Raporun amacına
uygun olarak kazanın gerçek sebebinin araştırılıp, bulunmadığı iddiaları var.
Raporda kimlerin
ya da hangi kurum ve kuruluşların ne derecede kusurlu olduklarına dair olaylar
yok ama en vahimi de şudur, kısa zamanda onu ifade etmeye çalışacağım. Bakın şunu söylüyor: Kazada asli kusurlulardan birisi olan ve
şirketin denetiminden, yetkilendirilmesinden sorumlu olan Sivil Havacılık Genel
Müdürlüğünün aynı zamanda kaza soruşturma kurulu üyelerinin amiri olduğu için
bağımsız olmadıklarından, objektif ve gerçekleri açıklayan bir rapor
hazırlamalarının mümkün olamayacağı, nitekim bu kazada da, aynı kazayı yapan
şirketin denetimsiz, teknik bakımdan yetersiz ve personel sayısı da yetersiz
olduğu gibi ciddi usul hatalarının olduğu söylendiği gibi, bizim müşteki
olduğumuz -yürütme organını kastediyor- Ulaştırma Bakanlığının yetkililerinin
kendi amirlerinin tavırlarına rağmen böyle bir tarafsız rapor yazamayacaklarına
dair çok ciddi iddialar var.
İddialar burada
saymakla bitmez, çok ciddi iddialar var ama bu iddiaları biraz evvel “İç Tüzük
ihlali” diye adlandırdığım olaylarla birlikte yan yana getirdiğiniz takdirde
Meclis Araştırma Komisyonunun görevini layıkı veçhile
yerine getirmediğini ve şüphe sahiplerinin -yine öyle diyorum- şüphelerini
gideremediğini görmekteyiz.
Tabii ki yeniden
bir komisyon kurulması çok çok önemli ama özellikle
söz talep ettim burada çünkü siyasi partilerimizin grup temsilcileri söz talep
etmemiştir, tutanaklara özellikle bu ifadelerin geçmesi için söz talep ettim.
İç Tüzük’ün ve Anayasa’nın amir hükmü olan bu hükümlerin Komisyon tarafından
göz ardı edilmesi ve karşımıza bir komisyon raporuyla çıkmayıp Sayın Komisyon
Başkanının İç Tüzük’e ve Anayasa’ya aykırı talebini içermesi kabul edilebilecek
bir olay değildir. Bunları bütün içtenliğimle dile getirdim.
Eğer bir
araştırma komisyonu kurulacaksa bu araştırma komisyonunun tabi olduğu kurallar
vardır; öncelikle Anayasa’dır, sonra da bizim iç çalışma esaslarımızı,
usullerimizi düzenleyen İç Tüzük’ümüzdür. Buna uygun davranılması gerekir
diyorum.
Sabrınız için,
beni dinlediğiniz için hepinize şükranlarımı sunuyorum. Teşekkür ederim, sağ
olun.
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın İçli.
Ulaştırma Bakanı
Sayın Yıldırım Hükûmet adına konuşmak istiyor.
Buyurunuz. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
ULAŞTIRMA BAKANI
BİNALİ YILDIRIM (Erzincan) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; merhum
Muhsin Yazıcıoğlu’nun da içinde bulunduğu helikopter
kazası sonucu Bakanlığımız tarafından teşkil edilen Kaza Tetkik Komisyonu,
çalışmasını tamamlayarak raporunu Resmî Gazete’de yayınlamış, bir nüshasını da
Kahramanmaraş Cumhuriyet Savcılığına göndermiştir.
Değerli
Konuşmacının burada gündeme getirdiği konulardan anlaşıldığına göre, bu kaza
inceleme raporunun yeterince kazayı incelemediği, geç tamamlandığı, Kaza
İnceleme Kurulunun yanlış oluşturulduğu gibi hususlarda görüşlere yer
vermiştir.
Değerli
milletvekilleri, herhangi bir kaza sonucu kaza tetkik komisyonu oluşturulması 19/10/1983 tarih, 2920 sayılı Sivil Havacılık Kanunu’nun
12’nci maddesi ile Sivil Hava Araç Kazaları Soruşturma Yönetmeliği (SHY-13),
Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü Ek 13’e göre teşkil edilmektedir.
Dolayısıyla, gerek bu kaza gerekse bundan önceki kazalarda kaza
araştırma-tetkik komisyonunun oluşum şekli böyledir, burada da aynısı
yapılmıştır. Bu bakımdan, Kaza Tetkik Komisyonunun oluşturulmasıyla ilgili
iddialar hukuki mesnetten yoksundur.
Diğer bir konu:
“Kaza Araştırma Komisyonu raporunu dokuz ayda tamamladı.” demiştir. Değerli
milletvekilleri, kaza raporunun tamamlanmasıyla ilgili herhangi bir süre
tahdidi yoktur. Bazı ülkelerde üç yıla, dört yıla varıncaya kadar bu raporlar
sürmektedir. Ancak, öyle anlaşılıyor ki, burada mevcut Meclis Araştırma
Komisyonu yeni bir komisyon oluşturulması talebinde bulunmuştur. Buna gerekçe
olarak da teknik heyetin hazırladığı kaza kırım raporunun inceleneceğini
veyahut daha başka araştırmaların da yapılacağını göstermektedir.
Bu komisyonun
oluşturulması, yeni komisyonun oluşturulması yüce Meclisin takdirindedir, o
ayrı bir konu ama “Ulaştırma Bakanlığının bu kazayı araştırmasında dokuz ay
süreyle bu çalışmanın yapıldığı, bunun da geç olduğu” yönündeki düşünceler
doğrusu beni hayrete düşürmüştür. Amsterdam’da olan Türk Hava Yolları kazasının
raporu henüz daha yayınlanmamıştır, kaza araştırmaları Hollanda makamlarınca
devam etmektedir.
O bakımdan,
bakın, bu dokuz ay süre içerisinde bu kazayla ilgili neler yapılmış, çok kısa,
fazla zamanınızı almayacağım:
Hava aracına ait
bütün parçalar Almanya’da gerekli incelemelerden geçirilmiş, EASA 145
standartlarına göre –detayına girmiyorum- bütün parçalar.
Hava aracına ait
motor İngiltere’de Rolls-Royce’un
fabrika tesislerinde sökülmüş, bütün parçaları tetkik edilmiştir.
Yine acil konum
vericisi ELT cihazı, yapıcısı Copham Avionics, Oregon Amerika Birleşik Devletleri’nde incelenmiş
ve bununla ilgili tespitler yapılmıştır.
Hava aracı yağ,
yakıt, hidrolik örnekleri de Spectro Aviation, İngiltere ve Bern Industry
Şirketinin merkezinde, Amerika Birleşik Devletleri’nde incelenmiştir.
Hava trafik
kontrol merkezine ait ses kayıt, radar görüntü ve uçuş planları da Komisyon
tarafından incelenmiştir. Sivas, Kahramanmaraş meydanlarına ait meteoroloji,
TAF ve hava aracının son uçuş güzergâhı olan Çağlayancerit, Kayseri, Erkilet meteorolojik oluşumları Meteoroloji İşleri Genel
Müdürlüğünden temin edilerek ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir. Dört yüz
sayfanın üzerinde bir rapor bu titiz incelemeler sonunda ortaya çıkmış ve
kazanın muhtemel sonuçlarıyla alınması gereken önlemleri içeren bir sonuç
bölümü yer almıştır.
Hâl böyleyken
tabii, kaza raporu hakkında ortaya konan iddiaları doğrusu anlamak mümkün
değildir. Yüce Meclisin takdiridir, her zaman bu konuda bir komisyon da
oluşturabilir. Yapılacak bu çalışmalara da Bakanlığımız, Sivil Havacılık Genel
Müdürlüğü her türlü katkıyı sağlamaya da hazırdır. Bu hususları açıklama
ihtiyacı duydum.
Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Yıldırım.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Sayın Başkan, Sayın Bakana hangi maddeye göre söz verdiniz?
BAŞKAN – Sayın
Genç, 72’nci maddeye göre görüşme açacağımı belirttim.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – 72’nci maddede Hükûmetin konuşma hakkı
yok ki efendim; sadece milletvekillerinin konuşma hakkı var, Hükûmetin konuşma hakkı yok.
BAŞKAN – Şimdi,
72’nci maddeye göre görüşme açacağımı belirtince orada Hükûmetin
de konuşma hakkı var.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Hayır efendim, 72’nci maddede Hükûmetin
söz hakkı yok.
BAŞKAN – Sayın
İçli ve Sayın Öztürk hangi maddeyle konuşuyorlarsa Hükûmet de aynı maddeden konuşuyor.
Şimdi Sayın Öztürk, buyurunuz.
HARUN ÖZTÜRK
(İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sivas Milletvekili ve Büyük
Birlik Partisi Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ve 5
kişinin hayatını kaybettiği helikopter kazası ve kurtarma çalışmalarının tüm
yönleriyle araştırılarak benzer durumların yaşanmaması için alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonunun görev
süresinin uzatılmasıyla ilgili söz aldım. Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, sözlerime başlamadan önce, yine Sayın Genel Başkan ve 5
arkadaşını bu vesileyle rahmetle anıyorum.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisine gruplar adına, bu konuyu araştırmak üzere Meclis
araştırması komisyonu kurulması için önergeler veriliyor ve ne zaman
gerçekleşiyor bu? 9 Nisan 2009 tarihli 75’inci Birleşiminde görüşülüyor ve bir
komisyon kurulması kararlaştırılıyor. Genel Kurul bir aylık bir gecikmeyle, 5/5/2009 tarihli ve 85’inci Birleşiminde komisyon
üyeliklerine seçim yapabiliyor. Yani bir aylık bir gecikme… Bu gecikmenin makul
olup olmadığını tekrar takdirlerinize sunuyorum.
Şimdi, İç Tüzük
gereği, kurulan komisyon üç ayda incelemelerini yapıp, rapora bağlayıp Genel
Kurula sunması gerekiyor ve elde olmayan nedenlerle bu üç aylık sürenin bir ay
daha uzatılması imkânı var. Bu imkân da kullanılıyor ve Komisyon bu arada
incelemeler yapıyor değerli milletvekilleri. Komisyon Başkanı Sayın Hakkı Köylü
diyor ki ilgili yazısında: “Bu süre içerisinde on iki toplantı yaptık. Konu
hakkında bilgi edinmek üzere ilgili kamu ve özel kuruluşlarından yetkililer,
sivil toplum kuruluşlarından temsilciler, olayın tüm görgü tanıkları ile ilgili
uzman ve kişileri davet ederek görüşlerini aldık.” Ayrıca Komisyon çalışmaları
süresince toplam 172 adet yazışma yaptıklarını ve yaklaşık 95 kişinin de
bilgisine ve görüşüne başvurduklarını ifade ediyor.
Değerli milletvekilleri, İç Tüzük gereği, normalde, Komisyon bir
önemli rapora ulaşamıyor yani Kaza Araştırma ve İnceleme Kurulunun vermiş
olduğu nihai rapora İç Tüzük’ün kendisine tanıdığı süre içerisinde ulaşamıyor
ama bu rapora kadar kendisine verilen görevle ilgili olarak inceleme yapıyor
yani belli kişileri dinliyor ve belli yazışmalar yapıyor ve muhtemelen bu
yazışmalara da bazı cevaplar almış olması gerekiyor.
Şimdi, birinci
tespit, Sayın İçli de belirtti, Komisyon diyor ki: “5/12’de benim görev sürem bitti.” İç Tüzük’e
göre şekil şartı, on beş gün içerisinde o ana kadar yapmış olduğu inceleme
sonuçlarını değerlendirip bir rapora bağlaması ve İç Tüzük’ün 105’inci
maddesine göre Genel Kurula sunması kendisinden beklenirdi. Yani
bu rapor nihai bir kanaat taşımamış olabilir ancak o ana kadar yapmış olduğu
inceleme ve değerlendirmeleri içeren ve Genel Kurulun bilgisine, ne yaptığını,
dört ay içerisinde ne yaptığını bir şekilde, bir ara raporla bildirmesi
gerekiyordu ve bugün, bizim, bu rapor üzerinden İç Tüzük’ün 105’inci maddesi
gereğince bir değerlendirme yapmamız ve gruplar adına da görüşleri ifade
etmemiz gerekiyordu. Ne diyor İç Tüzük 105’inci maddenin 2’nci fıkrası:
“Komisyon bu süre sonunda da çalışmasını tamamlayamadığı takdirde süre
bitiminden itibaren onbeş gün içinde araştırmanın
tamamlanamaması nedenlerini…” Şimdi bize bu nedenleri, bu iki sayfalık yazıyla
ifade ediyor Sayın Komisyon Başkanı. Bu bir tercihtir, bu, bir tercihtir. Ancak
Genel Kurulu tatmin edip etmemesi sizlerin takdirindedir.
Ben bir
milletvekili olarak, bu iki sayfalık yazışmadan, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin oluşturduğu Komisyondan beklediğim rapor niteliğinde bir rapor
olarak görmediğimi ifade etmek istiyorum. Tekrar ediyorum: Komisyon kendisi bu
yazıda söylüyor, yani birtakım görüşmeler yaptığını, ifadeler aldığını, olay
yerine seyahatlerde bulunduğunu söylüyor ve resmî kurumlarla yazışma yaptığını
söylüyor. İç Tüzük hükümlerine göre, bunların bir ara rapor
şeklinde burada takdim edilmesi; ayrıca nihai rapor da gelmiş, bu raporun da
Genel Kurula sunulması ve Genel Kurulun, bugüne kadar yapılanları
değerlendirdikten sonra olayı değerlendirip yeni bir araştırma komisyonu
kurulmasına gerek var mı, yok mu yoksa bana sunulan bilgi ve belge ve raporlar
çerçevesinde ben bunu burada sonuçlandırabilir miyim şeklinde bir karar vermesi
gerekiyordu.
Komisyon Başkanı
ve üyeleri, İç Tüzük hükümlerine göre, bize göre görevlerini ihmal etmişlerdir
ve şu anda yapmış olduğumuz tartışma yeterli bir tartışma değildir diyor, yüce
heyetinizi tekrar saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Öztürk.
Sayın
milletvekilleri, şimdi burada tartıştığımız konu, yeterli olmayan ve rapora
bağlanamayacak nedenlerle bu Komisyonun çalışmasının, başka bir komisyon
kurularak, buradaki bilgiler de oraya aktarılarak tabii ki, yeniden aynı konuda
bir araştırma komisyonu çalışmasının kararıdır. Burada buna bu kadar itiraz
edilecek bir durum olarak tam görmüyorum. Daha derinlemesine araştırma talep
etmiştir arkadaşlar, bu konu Genel Kurulun kararına bırakılmıştır.
Şimdi, İç
Tüzük’ün 105’inci maddesine göre, aynı konuda yeni bir Meclis araştırması
komisyonu kurulup kurulmaması hususunu oylarınıza sunacağım.
Yeni bir Meclis
araştırması komisyonunun kurulmasını kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Şimdi, buna bağlı
olarak, Meclis araştırmasını yapacak komisyonun 16 üyeden oluşmasını oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Komisyonun
çalışma süresinin başkan, başkan vekili, sözcü ve kâtip üyenin seçimi tarihinden
başlamak üzere üç ay olmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Komisyonun
gerektiğinde Ankara dışında da çalışabilmesi hususunu oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Böylece, umarız
üçüncü ay sonunda net ve gayet kapsamlı bir rapor Meclisin gündemine gelir.
Sayın
milletvekilleri, bir saat ara veriyorum.
Kapanma Saati: 18.50
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 20.00
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal
MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Harun TÜFEKCİ
(Konya)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 55’inci Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum.
Gündemin “Özel
Gündemde Yer Alacak İşler” kısmına geçiyoruz.
Bu kısımda yer alan, Milliyetçi Hareket Partisi Grup
Başkanvekilleri İzmir Milletvekili Oktay Vural ve Mersin Milletvekili Mehmet
Şandır ile 21 milletvekilinin, çalışma hayatındaki sorunlara ve ilgili
kesimlere duyarsız kaldığı, görev ve sorumluluklarını yerine getirmediği
iddiasıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer
Hakkında Anayasa’nın 99’uncu ve İç Tüzük’ün 106’ncı maddeleri uyarınca bir
gensoru açılmasına İlişkin (11/9) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme
alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelere başlıyoruz.
VIII.- GENSORU
A) Ön Görüşmeler
1.- Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan Vekilleri İzmir
Milletvekili Oktay Vural ve Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ile 21
milletvekilinin, çalışma hayatındaki sorunlara ve ilgili kesimlere duyarsız
kaldığı, görev ve sorumluluklarını yerine getirmediği iddiasıyla Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer hakkında gensoru
açılmasına ilişkin önergesi (11/9)
BAŞKAN – Hükûmet? Burada.
Önerge daha önce
bastırılıp dağıtıldığı ve Genel Kurulun 26/1/2010
tarihli 52’nci Birleşiminde okunduğu için tekrar okutmuyorum.
Sayın
milletvekilleri, Anayasa’nın 99’uncu maddesine göre, bu görüşmede önerge
sahiplerinden bir üyeye, siyasi parti grupları adına birer milletvekiline ve
Bakanlar Kurulu adına Başbakan veya bir bakana söz verilecektir.
Konuşma süreleri
önerge sahibi için on dakika, gruplar ve Hükûmet için
yirmişer dakikadır.
Şimdi söz alan
sayın üyelerin isimlerini okuyorum: Önerge sahibi Kırıkkale Milletvekili Osman
Durmuş; gruplar adına, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Yozgat
Milletvekili Mehmet Ekici, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal.
Şimdi ilk söz
önerge sahibi olarak Kırıkkale Milletvekili Osman Durmuş’a
ait.
Buyurunuz Sayın
Durmuş. (MHP sıralarından alkışlar)
Süreniz on
dakika.
OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi grup başkan vekillerinin Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanıyla ilgili verdiği gensoru önergesi üzerinde konuşmak
üzere söz aldım.
Çalışma hayatı
herkesin hakkı ve ödevidir. Anayasa’mızın 49’uncu maddesi “Devlet, çalışanların
hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve
işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik
bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alır.”
diyor.
Şimdi soruyorum:
AKP İktidarı çalışanların hayat seviyesini yükseltiyor mu? Sanal rakamlarla
enflasyonu düşük gösteriyor, çalışanı ve emekliyi üç yıl unutup, sonra yaptığı
zammı göklere çıkarıyor. 7,3 milyon emekliye 63 lira ile 101 lira artış yapmış,
emekliyi ihya ettiğini zannediyor. Bu paranın üstüne kömür parası ve gıda
yardımını ekleseniz de… Vatandaş gıdayı, Başbakanın tabiriyle, sokak arası
bakkaldan alsaydı AKP’li gıda toptancısı batar mıydı? Bakkal da nasılsa
toptancıdan almayacak mı? Olmaz, illa da AKP toptancısı olacak, para dışarıya
akmayacak. Dışarısı bu ülkenin insanı, esnafı değil mi? Bedava kitap da böyle,
bu şekilde değil mi? Para AKP’liye akacak. Peki, AKP’li olmayan ne olacak?
Yoksulluktan ölsün mü?
Başbakan
söylüyor: “Artık eskisi gibi sokak arasındaki bakkallar yaşayamaz. Belki bir
araya gelip hipermarket kuracaklar.” Sen bakkalın ve ondan veresiye mal alan
yoksulun Başbakanı değil misin? Küçük esnafı istismar ettin, iktidara geldin,
şimdi “Ben oynamıyorum.” diyorsun. “Küresel kartellerin adamıyım.” diyorsun.
Hipermarketleri şehir dışına çıkarmayı bırak “Bakkalı yok edelim.” diyorsun.
Hani kardeştik?
Hani Müslüman’dık? “Komşusu açken kendisi tok olan bizden değildir.” diyen
Peygamberin ümmeti değil miydik? Kendisi siftah ettiğinde “Komşum siftah etmedi
onu da komşumdan al.” diyen Ahi geleneği ne oldu?
Her konuda tekel
oluşturuyorsunuz. Eczaneler kapanacak, zincir tekel eczaneler, “drug store”lar açılacak,
muayenehaneler, poliklinikler kapanacak, tıp merkezleri, dal merkez ve
hastaneleri ya batacak ya da kapanacak, hısım akrabanın zincir hastaneleri hâkim
olacak.
25 liraya paket
uygulaması yapıyorsun Sayın Bakan. Doktor muayenesi, röntgen filmlerinin
bütünü, biyokimya tetkikleri ve ultrasonu hangi yiğit
AKP’li hilesiz başaracak? Bunun sorumlusu Ömer Çelik’tir. Bu paranın içinde
kira var, çalışan personelin ücreti var, sigortası var, ÖTV’si
var, vergisi var. Başka, bu merkezler nasıl kapanacak? Bu sizin başarınızdır
Sayın Bakan. Sayın Bakan, batırmakta ve kapatmakta üstünüze yok.
1.300 kamu
hastanesi 400 hastane birliğine dönüşecek, yönetimi ticaret ve sanayi odasındaki
yandaşlara bırakılacak. Hani, hatırlayın Dustin Hoffman’ın bir filmi vardı: “Kramer
Kramere Karşı.” Hani geçenki
konuşmamda “Sayın Akdağ alamaz, küresel güçlerin
adamıydı.” demiştim. Şimdi, Sayın Başbakan, ben daha iyi adamıyım diyor. O
hâlde vizyondaki filmin adı “Recep Recep’e Karşı” olsa
gerek. Yaşasın küresel sermaye, yok olsun dar gelirli. Başbakana göre hayatın
gerçeği bu.
Kâr eden Tekelin
alkol bölümünü 280 milyona sattılar, iki ay sonra 930 milyona başkasına
devrettiler. Bunun hesabını Recep Tayyip Erdoğan verecek. Aradaki rant karşılığı Tayyip Bey’in çıkarı nedir? Bu hesabı günü
geldiğinde kafa tuttuğu Anayasa Mahkemesinde verecek tabii.
Telekom’un yüzde
14’ünü gizlice devredeceksin, “Komisyon ne kadar?” diye sorana kızacaksın.
Sonra Telekom çalışanlarına ve Tekel çalışanlarına “Yan gelip yatmak yok.
İşinize gelirse 4/C alırsınız, işinize gelmezse C-4 alırsınız.” diyeceksin.
Anayasa’nın 49’uncu maddesi Başbakan tarafından açıkça ihlal edilmektedir.
Sosyal Güvenlik Bakanı da bu suça fiilen iştirak etmektedir. Bu bakanların
-üzülerek ifade ediyorum- kendi iradesi olsa, önce -biraz evvel
eleştiriyorsunuz- Ömer Dinçer’i suçlamamız gerekirdi.
Anayasa’nın 49’uncu maddesinde hükûmetin çalışmasını
engelleyen bir şey var mı? Yok. Çalışanı koruyor, emeği koruyor, temel hak ve
özgürlüğe sahip çıkıyor.
Çalışanı nasıl
korursun? Kâr eden kurumları satarak değil, geliştirerek korursunuz. Alkollü
bölümleri de, sigara üreten fabrikalar da kâr ediyordu. Tekel kâr ettiği için
ona göz diken küresel sermaye ve onların distribütörleri
buraları sattırdı ve satın aldı, böylece küresel sivil tekel oluşturuldu.
“Bunları özelleştireceğim ve çalışanların hakkını sonuna kadar koruyacağım.”
diyen Başbakan sözünün eri değildir, Tekel işçilerini açlığa, yoksulluğa mahkûm
etmiştir.
Tokat Sigara
Fabrikasına eski tezgâhları satan, İspanya’dan boyatıp getirip satan yandaşının
foyasını Tütün Kurulu açığa çıkarınca, AKP’lilerin çıkarı bozulunca fabrikayı
sattılar. Önce iş yerlerini sattılar, sonra da bu milleti unutkan sanıp, iş
yerlerini ellerinden aldığınız işçilerin ekmeğini verdiğiniz sivil küresel
tekeli görmezden gelip “Kimseye yetimin hakkını yedirmem.” diyorsunuz. Yalanın
bu kadarına pes doğrusu!
Özelleştirme
bütün dünyada verimlilik ve tam istihdamı yakalamak için yapılıyor. Siz ne
yapıyorsunuz? Kâr eden kuruluşları yok pahasına satıyorsunuz. Hükûmetiniz zamanında kamudan özel sektöre devrettiğiniz iş
yerlerinde işsizlik doğmasına neden oluyorsunuz ve bu yeni işsizlik durumuna da
asla vicdan azabı duymadığınız gibi merhametli davranmaktan bahsediyorsunuz.
Daha önce 2002
yılına kadar gidiyordunuz, bugün grupta konuşurken 1992’ye kadar uzandınız. Köy
Hizmetlerinin devri sonrası kadrosuz, kadrolu 45 bin çalışanı, 57’nci Hükûmet, kadro vererek, özlük haklarını koruyarak özel
idareye devretti. Bunları da söyleyip kadirşinaslık yapsaydınız ya. Bu
kıskançlık sizi çatlatacak. İki ekonomik kriz sonrası batan iş yerleri
dolayısıyla işsiz kalan vatandaşları korumak için İşsizlik Sigorta Fonu’nu
kurduk, orada 47 milyar Türk lirası toplandı. Bu paranın 8 milyar dolarını
“GAP’a yatırım yapacağız.” dediniz, seçimde kullandınız ve üzülerek ifade
ediyorum, bunun 5 katrilyonunu güneydoğuya seçim almak için aktardığınızı bir
önceki Sosyal Güvenlik Bakanından bizzat işittim.
Anayasa’ya ve
çalışana saygısı olan ve vicdan ve ahlak sahibi devlet adamı Anayasa’nın
49’uncu maddesini ihlal etmez. Ancak başkasının aşında gözü olanlar zemheri
ayında Tekel işçilerini elli gün sokakta süründürürler.
Eczacılara zulüm
yapmak -bilmiyorum, Başbakanın talebi mi Sayın Bakan- bu meslek grubunu
sindirmek için uyguladığınız bir zulümdür. Bu hesabı vermek zorundasınız.
“Zincir eczanelerde bakkal çırağı çalışacak değil ya, eczacılar tezgâhtarlık
yapacak.” diyen grup başkan vekilinize ne demeli?
Hele beyaz
gömlekli doktorlar yok mu? Nejat Uygur’u ziyaret etmek isteyen hanımefendiye
“Gülhane’ye gelmeyin.” demişler. Sizi beyaz gömlekliler sizi! Üç beş kuruşu
görünce kendinizi ne sanıyorsunuz? Peygamber olarak anılan bir Başbakanın eşini
nasıl kabul etmezsiniz? Üç beş kuruş paranıza mı güveniyorsunuz? Sizin
muayenehanelerinizi kapatsın da bir görün. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
MUZAFFER BAŞTOPÇU
(Kocaeli) – Ne alaka? Ayıp, ayıp!
AHMET YENİ
(Samsun) – Ayıp, ayıp!
OSMAN DURMUŞ
(Devamla) - Başbakana kafa tutmak neymiş, bir görün. Toplu sözleşme vaadiyle
aldatılan memur aylarca süründürülüyor.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUZAFFER BAŞTOPÇU
(Kocaeli) – Bu saptırmalar hiç yakışmıyor.
BAŞKAN – Sayın
Durmuş, lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
OSMAN DURMUŞ
(Devamla) – “Bir sivil vesayet, bir sivil faşizm çıkardınız, asıl yargı
vesayeti var.” diyor Başbakan. Meclis Başkanı kim oluyor? Muhalefet liderleri
kim oluyor? Hepsini bir çırpıda azarlar ve karalar, kendince susturur.
Başbakanın çıkardığı kanunu siz nasıl iade edersiniz Anayasa Mahkemesi üyeleri?
Sizin peşinize dinleme ekibi takarsa, görürsünüz! Arınç
konuşursa ne Danıştay kalır ne Arınç!
Sayın Dinçer, siz Yerel Yönetimler Yasası’nın mucidi olarak bu
PKK açılımına akıl hocası değilsiniz sanırım. Eğer öyleyse Yüce Divan
otobüsünün şoför mahallinde yeriniz hazırdır bunu bilesiniz. Ehliyet ve
liyakatin…
ZEYİD ASLAN
(Tokat) – Boş konuşuyorsun boş.
OSMAN DURMUŞ
(Devamla) – Doldurayım, peki doldurayım.
2009 yılı
bütçesinde -şimdi dolduruyorum madem öyle- 2009 yılı bütçe büyüklüğü 143 milyar
TL olarak tahmin edilmiştir. Gerçekleşme gelirleri esas alındığında 84 milyar
355 milyon TL.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi bağlayınız.
OSMAN DURMUŞ
(Devamla) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.
Toplam gider esas
alındığında 105 milyar 753 milyon TL olarak gerçekleşmiş. Bu
ne büyük yanılgı. Neresinden bakarsanız bakın yüzde 40 yanılma payı söz
konusu.
Sayın Bakanın
verilerine göre 3 milyon 180 bin işçi sendikalıdır. Kayıt dışılık yüzde 48.
Mart 2008 tarihine kadar 23,2 milyar prim asıl alacağı varken bu cezalar,
gecikmeler iptal ediliyor, 14,6 milyar alacak. Ancak bunun 7,4 milyarı tahsil
ediliyor. Ekleyin Faruk Çelik zamanında tahsil edilemeyen 45 milyar TL’ye.
Tahsil edilemeyen prim miktarı 52,2 milyar TL. Çalışanların yarısı kayıt dışı,
kayıtlı çalışanların 52,2 milyar TL primi alınamıyor.
Değerli
milletvekilleri, sağlıkçılar hangi…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın
Durmuş, ek süreniz de doldu, lütfen selamlayın Genel Kurulu.
Buyurun.
OSMAN DURMUŞ
(Devamla) – Tamam efendim.
Değerli
milletvekilleri, üniversite hastaneleri elektrik, doğal gaz, 4/C’li personel maaşı ve hekimlerin maaşı kâğıt üzerindeki
artan sanal dönerden verilirse yüzde 125 veren Ankara Üniversitesi yüzde 60
olarak verecek.
AKP’nin söylediği
yalan, yaptığı talan. Benim söyleyeceğim budur.
Sayın Bakan, bu
icraatlara ortak olmak istemiyorsanız, Başbakanın yanlışlarına ortak olmak
istemiyorsanız önergemizin sonucunu beklemeden derhâl istifa edin, kendinizi
Yüce Divana gitmekten kurtarın diyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Durmuş.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Yozgat Milletvekili Mehmet
Ekici.
Buyurunuz Sayın
Ekici. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA MEHMET EKİCİ (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; çalışma hayatında son dönemde yaşanan birçok problemin kaynağı
olarak gördüğümüz ve çözümler üretme konusunda duyarsız ve yetersiz bulduğumuz
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Ömer Dinçer hakkında
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu mensubu arkadaşlarımla birlikte vermiş
olduğumuz gensoruyla ilgili görüşlerimi ifade etmek üzere huzurlarınızdayım. Bu vesile ile yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Ülkemizde son
dönemde çalışma hayatı giderek barış ortamından uzaklaşmış ve “çatışma hayatı”
olmaya başlamıştır. İktidar gücünü elinde bulunduran Hükûmet
ve çalışma hayatından sorumlu Sayın Bakan bu gidişe “Dur!” diyecek herhangi bir
adım atma niyeti ortaya koymadığı gibi, aksine, ortamı daha da germeye ve bu
yolla başka konularda ve alanlarda olduğu gibi çalışma hayatında da ayrışmaya
ve çatışmaya zemin hazırlamıştır. Her platformda uzlaşmadan, diyalogdan,
hoşgörüden bahseden Sayın Başbakan ve Sayın Bakan, konu çalışanların haklarına,
işçilerimizin çektikleri sıkıntılara, emeklilerimizin malum ekonomik hayat
şartlarına, asgari ücretlilerimizin meşhur çay-simit hesabına gelince bu
konuların konuşulacağı, görüşüleceği yerlerden kaçmaktadır. Kendi partisinin
düzenlediği toplantılarda arzı endam ederek, çektiği sıkıntıyla feryat eden bu
insanlarımızı partililerine şikâyet edip alkışlarla durumu idare etmeye
çalışmaktadır. Ancak ne yazık ki çalışma hayatında hiçbir şey olumlu
gitmemektedir.
Değerli
milletvekilleri, 3146 sayılı Kanun’un 2’nci maddesinde, Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığının görevleri on altı başlık hâlinde, madde madde ve çok net olarak sayılmıştır. Bunlardan çok önemli
bulduğum birkaç maddeyi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Birincisi:
Çalışma hayatını düzenleyici, işçi-işveren ilişkilerinde çalışma barışının
sağlanmasını kolaylaştırıcı ve koruyucu tedbirler almak.
Bir başka görev:
Çalışma hayatındaki mevcut ve muhtemel meseleleri ve çözüm yollarını
araştırmak.
Bir başka görev:
İstihdamı ve tam çalışmayı sağlayacak, çalışanların hayat seviyesini
yükseltecek tedbirleri almak, çalışma hayatını denetlemek, sosyal adalet ve
sosyal refahın gerçekleşmesi için gerekli tedbirleri almak.
Şimdi, bu
maddelere baktığınız zaman Kanun, Çalışma Bakanına Kabine içerisinde bir
hükümranlık yetkisi verdiği kadar bir pozitif iyi niyet ajanlığını da görev
olarak veriyor yani işçinin lehine, çalışan lehine pozitif bir misyon yüklüyor Çalışma Bakanına. Biz Sayın Çalışma
Bakanının bu misyonu yeteri kadar özümsediği
kanaatinde değiliz. Her bir maddeyi ayrı ayrı ve içinize
sindirerek değerlendirdiğinizde de görüyorsunuz ki maalesef Bakan bu görevleri
yerine layıkıyla getirememektedir. İşçiler, memurlar, emekliler, işverenler,
sendikalar, meslek kuruluşları, çalışma hayatında aklımıza gelen her kesimin
problemleri giderek artmaktadır, daha da vahimi giderek çözümsüzlüğe itilmekte,
insanlarımız çaresizleşmektedir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; ülkemizde yaşanan son gelişmeler ve Sayın Bakanın
muhtelif zamanlarda tekrarladığı ifadeler, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının
Kanun’un öngördüğü görevleri layıkıyla yerine getirememiş olduğunu
göstermektedir. Özellikle memurlar, işçiler ve memur emeklilerine 2010 yılı
için yapılması planlanan maaş artışlarının 2010 yılı enflasyon hedefinin dahi
altında tutulması karşısında herhangi bir tedbir alamayan Sayın Bakan, 3146
sayılı Kanun’un ilgili hükümlerine aykırı hareket etmiş, çalışanların hayat
seviyesini yükseltecek hiçbir tedbir almamıştır.
Yine, Bakanlık,
Kanun’un kendisini zorunlu kıldığı istihdamı artırma, çalışanların refah
seviyesini yükseltme yükümlülüğünü yerine getirmek için, bu yönde Türkiye Büyük
Millet Meclisine hiçbir teklif sunamamış, bir program önerisi getirememiştir.
10 Kasım 2009
tarihinde “2,5 milyon civarındaki memurun yüzde 36’sı vasıfsız, yüzde 11’i ise
kamuya hizmet üretmiyor.” diyerek işe alınışları, göreve başlamaları, terfi ve
tayinleri kanunla belirlenmiş olan kamu görevlilerinin kanunun gerektirdiği
şartları taşımadığını belirtmiştir. Yapılan bu beyanatın özü bir taraftan kamu
görevlilerine hakaret içerse de diğer taraftan, kamu görevlilerinin hizmete
başladıktan sonra gerekli mesleki eğitimlerden mahrum bırakıldığını göstermesi
bakımından da önemlidir. Çalışanların mesleki eğitimlerinin sağlanması
görevinin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının görevi olduğu da açıktır.
Sayın Bakan İŞKUR
Genel Kurulunda 23 Kasım 2009’da yaptığı görüşmede “Sendikalar sorumsuz ve
vizyonsuz, yeni vizyon geliştirmiyor, AB ve ILO
normlarını gözetmiyorlar.” diyerek mevcut durumdan çalışan örgütleri sorumlu
tutmuştur. Oysa Türkiye, 2009 yılında ILO’nun en ağır
yaptırımlarından biri olan “teknik yardım dayatılan ülke” konumuna sendikaların
faaliyeti münasebetiyle düşmemiştir; sendikal özgürlüklerin önüne siyasi irade
tarafından konulan engeller nedeniyle düşmüştür. Memurlarımız yıllardır, Sayın
Bakanın üyesi olduğu Hükûmetin, Sendikalar Kanunu’nu
ILO ve AB standartlarına uygun hâle getirmesini beklemektedir.
Değerli
milletvekilleri, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının görevleri arasında
çalışma hayatını düzenleyici, işçi-işveren ilişkilerinde çalışma barışının
sağlanmasını kolaylaştırıcı ve koruyucu tedbirleri almak da bulunmaktadır.
Ancak, yapılan uygulamalar ve verilen demeçler, çalışma hayatını düzenlemek
yerine düzensiz hâle getirmek, çalışma barışını sağlamak yerine çatışmayı
körüklemek yolundadır. Özellikle ülkemizde memur sendikacılığının içinde
bulunduğu durum ve memur sendikalarına yapılan uygulama artık trajik bir hâl
almıştır. Hâlbuki AKP, büyük bir törenle sunduğu Acil Eylem
Planı’nda, örgütlenme özgürlüğünün önünü açacağını, sendikalaşmayı teşvik
edeceğini, kamu görevlilerinin grevli ve toplu sözleşmeli sendikal haklar ve
özgürlüklere kavuşturulması için gerekli mevzuat değişikliklerini
gerçekleştireceğini vaat etmişti, hatta Sayın Başbakan, 2004 yılında, “Size
grev ve toplu sözleşme hakkı vereceğiz, daha ne söylüyorsunuz, ne istiyorsunuz”
demişti. Şimdi soruyorum: Bunlar gerçekleşti mi?
Yine, Sayın Bakanın dikkat etmesi gereken bir husus daha var:
Değerli arkadaşlarım, demokrasi, en çok oy alan siyasal iktidarın,
uygulamalarda farklı statü ve düşüncedeki kesimlerin de görüşünü alarak adil
bir yönetim sergilemesiyle mümkün olduğunu bilmesi gerek, ancak Bakanlık, Üçlü
Danışma Kurulu mekanizmasını özellikle memurlar adına işletmeyerek ülkemizdeki
demokrasi ve sosyal diyalog ortamını da baltalamaktadır.
Sendikaları
sorumsuzluk ve vizyonsuzlukla suçlayan Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanı, çalışma hayatımızda ilk kez işçi ve işveren
konfederasyonunun ortak yazılı açıklamasıyla kınanmış bakan olma şerefine nail
olmuştur.
Değerli arkadaşlarım, bu öz eleştiri ve önerilerden yararlanmak
yerine işçi ve işveren sendikalarını suçlayıcı üslup ile yıllardır kurulmaya
çalışılan diyalog ortamının kurumsallaştırılması gayretlerini görmezden gelerek
ve hem üslup ve hem de eleştiri boyutunun ötesinde ve yapıcı olmaktan uzak
önyargılı bir çatışma kültürünün ifadesini görmek istiyorsanız Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanına bakmanız yeterlidir.
Saygıdeğer
milletvekilleri, bir başka garabet daha oynanmaktadır: İş kollarında yetkili
sendikanın belirlenmesi amacıyla bu iktidar döneminde yapılan düzenlemeler tam
anlamıyla fiyaskodur. 18 Şubat 2009 tarihinde yani AKP İktidarında, 5838 sayılı
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 6’ncı maddesi ile
“Bakanlık; yetkili sendikanın belirlenmesinde ve istatistiklerin
düzenlenmesinde, kendisine gönderilen üyelik ve istifa bildirimleri ile Sosyal
Güvenlik Kurumuna yapılan işçi bildirimlerini esas alır.” şeklinde bir
düzenleme yapmıştır. Bu düzenlemeyi de 5838 sayılı Kanun’un bu yönetmeliği ile
de 21 Temmuz 2009’da yürürlüğe sokmuştur.
2822 sayılı
Kanun’un 12’nci maddesi “Bir işkolunda çalışan işçilerin yüzde onunun
tespitinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca her yıl Ocak ve Temmuz
aylarında yayımlanacak istatistikler esas alınır.” şeklinde bir düzenleme
yapılmıştır ancak Bakanlık, ocak ayında yayınlanması gereken istatistiklerin
yayımını, yani her yıl ocak ve temmuz aylarının 17’nci günü olmasına rağmen,
2010 Ocak ayı istatistiklerini henüz yayımlamamış, bugünden sonra da yayımlamayacaktır
çünkü Sayın Salih Kapusuz ile bu tür acil kanunların
acil imzası hâline gelmiş Saygıdeğer Milletvekili Sayın Veysi
Kaynak’ın teklifleri ile 5/5/1983 tarih ve 2822 sayılı
Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu’nun 12’nci maddesinin üçüncü fıkrası
“Bakanlık; yetkili sendikanın belirlenmesinde ve istatistiklerin
düzenlenmesinde, 1/8/2010 tarihinden itibaren kendisine gönderilen üyelik ve
istifa bildirimleri ile Sosyal Güvenlik Kurumuna yapılan işçi bildirimlerini
esas alır. Bu tarihe kadar Bakanlıkça yayımlanmış bulunan en son işçi ve üye
istatistikleri geçerlidir.” şeklinde değiştirmiştir.
Bu değişiklik
şuna işaret eder saygıdeğer milletvekilleri: Hükûmet,
kendi yaptığı kanunundan bir yıl sonra rücu etmiştir.
Açıkça söylüyorum: Yandaşı bir sendikanın teklifini kanunlaştırarak aczini
ortaya koymuştur. 124 bin üyeli 42 bağımsız sendikayı sözleşme yapamaz hâlde
kapsam dışına atmıştır ve bugün “sendikayım” diye gezen sarı sendikaların
2011’e kadar ömrünü ve hükümranlığını artırmıştır.
Bu skandalla
kalsa iyi, bir başka skandal daha var. 17 Temmuz 2009 tarih ve 27291 sayılı
Resmî Gazete’de yayımlanan iş kollarındaki işçi sayıları ve sendikaların üye
sayılarına ilişkin istatistik rakamlarında, belki de Bakanlık bir imkânsızı
başarmış ve bir iş kolundaki toplam işçi sayısından daha fazla sendikalı üye
bildirmiştir. Tarım ve ormancılık, avcılık ve balıkçılık iş kolunda toplam işçi
sayısı 96.682 olarak gösterilmiş iken bu iş kolunda faaliyet gösteren toplam 6
sendikanın kayıtlı işçi sayısı toplamı 137.741 olarak ilan edilmiştir. Bu,
kelimenin tam anlamıyla bir skandaldır, Sayın Bakan sizi tebrik ediyorum!
Böyle, 96 bin işçiyi 137 bin sendikalı olarak göstermek müthiş bir olaydır.
Ayrıca, Hükûmet, bütün bu olumsuzlukları geçiştirmek için yetkili
sendika belirlenmesinde bir yıl önce çıkarılmış kanunu inkâr etmiş ve daha önce
bahsettiğim 18/1/2010 tarihinde verilmiş bir kanun
teklifiyle eskiye dönüş yapmıştır. Bu yolla, 2010 Temmuzunu ve 2011 Ocak
dönemlerini mevcut durumla geçiştirdiniz, hayırlı olsun. İş birliği yaptığınız
sendikalar var. Çıktınız Plan ve Bütçede birtakım imzaları da gösterdiniz ama
bu eylemi yapmakla, kanun koruyucu olmak durumunda olan Sayın Çalışma Bakanı iş
birlikçi konumuna düşmüştür, yolsuzlukta ve haksızlıkta iş birlikçi konumuna
düşmüştür. (MHP sıralarından alkışlar)
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Soruşturmalık aslında.
MEHMET EKİCİ
(Devamla) - Değerli milletvekilleri, ülkemizin temel ve kronik sorunu
işsizliktir. İşsizlik, diğer tüm sorunların da ana kaynağıdır. Kayıt dışı
ekonomi de işsizliği beslemekte ve aynı zamanda işsizlikten de beslenmektedir.
Tüm ekonomik ve sosyal politikaların istihdamı artırmayı hedefleyen ve odağında
insan olan politikalar hâline getirilmesi gerekmekteyken, ülkemizde işsizliği
önleyici yeterli önlem alınmamakta, bunun yanı sıra, işsiz kalma tehlikesiyle
karşı karşıya kalan işçilerin mücadelesi de gözden kaçırılmaktadır. Kamuoyunda
“kiralık işçilik” olarak bilinen ve özel istihdam bürolarına, istihdam
ettikleri işçileri başka işverenlere kiralama yetkisi veren düzenleme Sayın
Cumhurbaşkanı tarafından iade edilmiştir ama bu iadeye rağmen, Çalışma Bakanı,
birçok konuşmasında konunun yeniden gündeme getirilmesi konusundaki ısrarını
sürdürmektedir. İşçileri bir meta hâline getirecek bu düzenlemeye Türkiye
kamuoyu ve işçi konfederasyonları karşı çıkmış, bu düzenlemenin Türkiye
gündeminden çıkarılmasını istemiştir. “Güvencesiz esneklik” yaklaşımı ülkemiz
şartlarında işçilerimizi köleleştirmeye yönelik politikalar olarak görülmekte
ve yapılan uygulamalar ile bu görüş desteklenmektedir.
Elimde Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Teftiş Kurulunun yaptığı bir araştırma raporu var.
Bakın, kiralık işçi olarak ve taşeron işçi olarak çalıştırılanların, PTT
kurumlarında kiralık işçi olarak çalıştırılanların yıllık izin
kullanamadıklarını ve haklarının gasbedildiğini iş
müfettişleri tespit etmiş. Sayın Bakanın bu konuda yaptığı bir soruşturma var
mıdır, bunu merak ediyorum.
Bir başka konu da
meşhur Tekel direnişidir. Buradan, bu kürsüden bir milletvekili olarak,
eylemlerinin, hak arama mücadelelerinin 51’inci gününde olan Tekel işçilerine
selam gönderiyorum. Mücadeleleri haklı bir mücadeledir, mücadeleleri ideolojik
değil, ekmek arama, hak arama, çocuklarının geleceğinin hak arama
mücadelesidir. Bu noktada, bir milletvekili olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin
sorumlu bir vatandaşı olarak bu mücadelelerinin de sonuna kadar arkalarında
olduğumu ifade ediyorum. Ancak, bakınız, bugün Sayın Başbakanı dinledik, Sayın
Başbakanın bugün Tekel
konusunda verdiği bilgilerin
önemli bir bölümü yanlış olmakla birlikte -umarım yanlış
bilgilendirilmiştir- ama tehdit kokan da bir ifade sezdik. “Demokratik
duruşumuz gereği bir ay daha tahammül edeceğiz.” demek Türkiye Cumhuriyeti
Başbakanının ağzına yakışan bir ifade değildir. (MHP sıralarından alkışlar)
Çünkü o Başbakan o Tekel işçisinin de başbakanıdır.
Yine bu süreçte
bir başka garabeti daha yaşadık. Sayın Başbakan Tekel işçileriyle görüşüyordu.
Konuyla ilgisi bakımından söylüyorum. Sayın Başbakanın ifadesiyle, Sayın Maliye
Bakanını ve Devlet Bakanı Sayın Hayati Yazıcı Bey’i, Başbakan Yardımcısını
heyette gördük. Ama bu işlerin asıl sorumlusu olan Çalışma Bakanlığı neredeydi?
İlk görüşme trafiğinde rastlamadık. İkinci görüşme trafiğinde de televizyonun
alt köşesinden elini görmek nasip oldu! Bu işi kim yapacak, kim düzeltecek? Biz
bütçe konuşmalarında Sayın Bakandan rica ettik: “Eğer tarihe işçi ve memur
dostu bir bakan olarak geçmek istiyorsanız hiç olmazsa Çalışma Genel Müdürünüzü
bu işçilere gönderin.” diye ricada bulunduk bu kürsüden bütçe görüşmelerinde.
Ama Sayın Çalışma Bakanı çalışma hayatının hiçbir yerinde yok. Onun için Sayın
Çalışma Bakanı bu Tekel işçilerini de anlamak durumunda değil, anlayamıyor,
kanunun kendisine gösterdiği mükellefiyetleri de yerine getirmekten son derece
aciz durumdadır maalesef.
Değerli arkadaşlarım, asgari ücret konusu, asgari ücretin tespiti
konusunda Sayın Bakan Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplantılarına
katılmayarak, işveren kesimiyle anlaşarak, asgari ücreti sefalet ücreti olarak
belirlemiş ve İŞKUR Genel Kurulu gibi sivil toplum örgütlerine açık olması
gereken bir yerde sendikalara, yani İŞKUR’u asıl
oluşturacak güç odağına beşer dakika sınırlama yaparak teamül dışı bir eyleme
de imza atmış bir Sayın Bakandır.
Dolayısıyla, bu
gensoru önergesinin haklı gerekçelere dayanan, haklı gerekçeler üzerine
kurulmuş bir gensoru olduğunu lütfen anlamanızı rica ediyorum. Bu işin
particilik boyutu ayrıdır, siyaset boyutu ayrıdır. Ama eğer
bugün Sayın Başbakanın ağzından duyduğumuz laflar bir ay sonra eylemdeki Tekel
işçisine, altı ay sonra özelleştirilen Şeker işçilerine uygulanacak bir şiddeti
işaret ediyorsa ve bu şiddet işaretine Sayın Çalışma Bakanı bir tedbir
almıyorsa, bu mesele bir parti meselesi olmanın ötesine geçmiş bir mesele
olarak Genel Kurulca algılanması gereken bir boyut kazanır.
Onun için, lütfen
işçiyi anlayalım, lütfen emekliyi anlayalım, lütfen dar gelirli vatandaşın ne
çektiğini anlayalım ve kanuni düzenlemeleri yapmaktan bihaber Sayın Bakana
görevlerini hatırlatalım.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız.
MEHMET EKİCİ
(Devamla) – Tamamlıyorum efendim.
Doğru olan, Sayın
Bakanın istifa etmesidir. Yani sadece Sayın Başbakanın komisyona bile almaması
bir istifa gerekçesidir de bizde ama Sayın Bakan görevlerini yerine getirmiyor,
istifa etmelidir.
Burada çıkacak,
elbette kendini de savunacak, saygıyla da dinleyeceğiz ama kendisinden bir
ricam var: İşine geldiği zaman Cilalı Taş Devri’ne kadar uzanarak gerekçe
aramasın. Yüzde 47 oy almış bir siyasi partisiniz, Mecliste 350’ye yakın
milletvekiliniz var, kanun çıkarma yeteneğine sahip, hiç ortak aramadan kanun
çıkarma yeteneğine sahip ve atama yapma kudretine sahip bir iktidarsınız. Bunun
karşılığını, size burada yapılan eleştirileri, size burada yapılan iyi niyetli
eleştirileri “partizanlık” başlığı altında ele almayın; rica ediyorum
sizlerden, Sayın Genel Kuruldan rica ediyorum, partizanlık boyutunda ele
almayalım ve Cilalı Taş Devri’ne kadar uzanacak, geriye dönük yedi yıllık
iktidarı bir kenara…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen
bağlayınız.
MEHMET EKİCİ
(Devamla) – Tamam efendim.
Teşekkür ederim.
…savunmalarla da
lütfen kamuoyunu oyalamayın çünkü bu Taş Devri’ne kadar uzanan savunmaları
muhalefet yutmuyor, Türk milleti yutmuyor, iktidara da hiçbir faydası yoktur.
Yüce Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Ekici.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Çetin
Soysal.
Buyurunuz Sayın
Soysal. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA
ÇETİN SOYSAL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün burada
Sosyal Güvenlik Bakanı ile ilgili verilen gensoruyu görüşüyoruz.
Tabii, sosyal
güvenlik, emeğe, alın terine sahip çıkmak, iş kazalarına önlem almak, insanın
insanca yaşayabileceği toplumsal yapıyı kurmak, düzenlemek ve sosyal güvenlik
şemsiyesi altında tüm yurttaşlarımızın geleceğini sağlamak demek ama bugün
ülkemizde ne yazık ki Bakanlığın adı var, kendi yok. Sosyal güvenlik, sosyal
devletle olur. Girmek için uğraştığımız Avrupa Birliğindeki çalışma ve sosyal
güvenlik normlarını ele aldığımızda Türkiye’nin ne kadar uzak olduğunu
görüyoruz.
Yaptığınız Sosyal
Güvenlik Yasası’yla çalışana dönük haksızlık, ihanet yasası olarak hayatımıza
girdi. Biz o zamanlar “İnsanları açlığa, yoksulluğa mahkûm edecek bir yasadır.”
demiştik, “Bu ihanet yasasıdır.” demiştik. İşte yaptığınız ihanetler:
“Hastanede yatan hastalardan katılım payı alınmasın.” dedik, kabul etmediniz.
“Ölen sigortalının dul eşine eskiden olduğu gibi eşinin maaşının yüzde 75’i
ödensin.” dedik, yüzde 50’ye indirdiniz. “İşsiz kalan vatandaşlarımızın sağlık
sigortası primi ile emeklilik primleri işsizlik sigortasından ödensin.” dedik,
karşı çıktınız. “Çocukların anne sütüyle beslenmesi çok önemli.” dedik, “Anneye
1.386 lira emzirme yardımı yapılsın.” dedik, emzirme yardımını 70 liraya
düşürdünüz. Ağır ve tehlikeli işlerde çalışanlar, gazeteciler, yıpranma
hakkından yararlanıyorlardı; bu hakkı sınırladınız. Biz “Yıpranma hakkından
yararlananlar bu haklarını emekli oluncaya kadar sürdürebilsin.” dedik yani
“Kazanılmış hakları koruyalım.” dedik, karşı çıktınız. “Muhtarların sosyal
sigortalar primini devlet ödesin.” dedik, “Seçimle gelen herkes sigortalı
olsun.” dedik, muhtarları mağdur ettiniz. “Sosyal güvenlik destek primini
kaldırmıyorsanız bari yüzde 15’e çıkarmayın, yüzde 10’da kalsın.” dedik,
reddettiniz. “Sosyal güvenlik sisteminde reform yapacaksınız, reforma önce bu
alanda, yani kayıt dışı çalışanları kayda alarak başlayın.” dedik, kabul
etmediniz.
Bugün Türkiye’de
milyonlarca çocuk yatağa aç girmektedir. “Açlık sınırı
altındaki ailelere onların onurunu koruyarak yardım edilsin.” dedik ve
“Müslümanlıkta sağ elin verdiğini sol el görmeyecek kuralı vardır.” dedik,
“Yoksulları teşhir ederek yapılan yardımlar tüm çağdaş ülkelerde
reddedilmektedir.” dedik ve “Biz çağdaş ülkelerdeki gibi yoksullukla mücadele
edelim, yoksullukla kurumsal mücadelenin yolunu açmak için aile sigortası
uygulamasını getirelim.” dedik, reddettiniz.
İşte siz, böyle
bir sosyal ihanet yasasını çıkardınız. Siz de biliyorsunuz ki, yasanın asıl adı
Sosyal Güvenlik Yasası değil, sosyal ihanet yasasıdır. İşçiye ihanettir,
emekçiye ihanettir, alın terine ihanettir. Bu ülkenin, alın teriyle geçimini
sağlayan gerçek hak sahiplerine ihanettir.
Bakın bunlar
kimler: Yalnızca 2009 yılında 92 maden işçisi, işinin başında, yerin altında
yaşamını yitirdi. Ekmeğini toprağın altından çıkaran 92 maden işçisi birer
ikişer, maden ocaklarında, iş kazalarında yaşamlarını yitirdiler ve günde 20
liraya çalışanlar var, kayıt dışı çalıştırılanlar var. Ağır ve Tehlikeli İş
Kolu Yönetmeliği işlemiyor. Çoğunun sigortası yok. İşveren hiçbir güvenlik
önlemi almıyor ve işçiler birer ikişer ölüyor. 19’uncu yüzyıl koşullarını,
vahşi kapitalizmi orada görüyoruz.
Bu Bakanlığın
müsteşarı var, müfettişi var, Bakanı var ancak umursamaz, izleyici bir tavır
içerisinde, umursamaz bir yaklaşım içerisinde olduğunu ne yazık ki görüyoruz.
Kot kumlama
işçileri… Bingöl’ün Karlıova ilçesinin, Taşlıçay ve Toklular köyünde neredeyse
her evde bir silikozis hastası var. Düşünebiliyor
musunuz, iki köyün bütün erkekleri hasta. Başta İstanbul olmak üzere, Sinop,
Tokat, Bingöl, Siirt, Erzurum, Zonguldak ve Çorum’da, kot taşlama sonucu
ciğerleri iflas etmiş, memleketlerine dönen çok sayıda işçi var. Bu insanlar
yaşamlarını idame ettirmek için, o kot taşlama yerlerinde, kumlama yerlerinde
çalışmayı kabul etmişler ama bunlara dönük, kayıt dışılığa karşı hiçbir önlem
alınmadığı gibi mahkeme kapılarında sürünmesi söz konusu olacak hâle getirdiniz.
Değerli
arkadaşlarım, Tuzla tersanelerinde insanlar öldü. Yeni üretilmiş bir geminin
filikalarında 16 işçi bindirilerek denemeler yapıldı. Burada Emrah Varol,
Ramazan Aygün, Ramazan Çetinkaya
hayatını yitirdi. Daha sonra İbrahim Çelik hayatını yitirdi, Kemal Turan
hayatını yitirdi, İhsan Turan hayatını yitirdi, Murat Çalışkan hayatını
yitirdi. Onlar gibi yüzlerce insan hayatını yitirdi ve ne
yazık ki yüzlerce insan orada ağır ve tehlikeli iş kolunda, önlenebilir ölümler
olmasına rağmen, Mecliste yapmış olduğumuz çalışmalara rağmen, ilkel
şartlardaki çalışmaların getirmiş olduğu o olumsuzluk ne yazık ki Bakanlığınız
tarafından gereği hâlâ yapılamadı, yapılamıyor, burada tutulan raporlara
rağmen, sayfalarca Meclis araştırması, İnsan Hakları Komisyonundaki
çalışmalarımıza rağmen.
Ve değerli
arkadaşlarım, daha dün ikinci yılını andığımız Davutpaşa’daki ruhsatsız maytap
atölyesinde meydana gelen patlamada 21 insanımız hayatını yitirmişti ve o
insanlara yapılan vaatler bile sözde kaldı ve oradaki insanlar kayıt dışı
çalıştırılıyorlardı, kaçak iş yerinde çalıştırılıyorlardı. Yine Ayşe Denizdalan, Sadife Düdüş, Gülden Çiçek, Necla Özveren ve Sevgi Sesli, kim
bunlar biliyor musunuz? Bunlar Bursa’da gece yarısı çıkan yangında, 5 kadın
işçi, fabrika kapısının üzerinden kilitli olması sebebiyle yaşamlarını yitiren
tekstil işçisi çocuklarımız. Ayşe Denizdalan on beş, Sadife Düdüş on altı yaşındaydı.
Otuz iki yaşındaki Sevgi Sesli üç aylık hamileydi, günde on altı saat
çalıştırılıyordu ve hiçbirin sigortası yoktu. Bursa’da bu can
yakıcı durum Türkiye’deki diğer fabrikalardan da farksız.
Değerli
arkadaşlarım, mevsimlik tarım işçileri, kamyon kasalarında yaşam mücadelesi
veren insanlar, hiçbir sosyal hakları yok. Günlük 7 lira yevmiyeyle
çalıştırılmak zorunda kalan, kayıt dışı çalıştırılan, sosyal güvenliği olmayan…
Siz bu hakkı mevsimlik tarım işçilerine ne yazık ki tanıyamadınız,
tanımıyorsunuz. Sırf sendikalaştıkları için Anayasa’yı, uluslararası
sözleşmeleri ihlal ederek, itfaiye taşeron firmasını, üstelik adı Deniz
Fenerine karışmış insanlara, altyapısı olmayan, tulumbacı anlayışı içerisinde
vermekten kaçınmadınız. İstanbul İtfaiyesini bile peşkeş çektiniz ve orada
Anayasa’nın, sırf sendikalaştıkları için Anayasa’nın 51’inci maddesinin ihlal
edilmesine, bir kamu kuruluşunun bu yöntemi denemesine göz yumdunuz, seyirci
kaldınız, gereğini yapmadınız. Bugün itfaiye işçileri için ikna odaları
kurdunuz…
AHMET YENİ
(Samsun) – İkna odaları sizin işiniz.
ÇETİN SOYSAL
(Devamla) – ...sendikadan uzaklaşın dediniz ve kalktınız, Deniz Fenerinde adı
geçen insanlara teslim ettiniz, peşkeş çektiniz, iş birliği yaptınız. (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
Değerli
arkadaşlarım, bugün bir dram, bir trajedi yaşanıyor. Ankara’nın soğuk kış
günlerinde hak arama mücadelesi veren, seslerini, feryatlarını duyurmaya
çalışan, yaşam mücadelesi veren bu insanları 4/C kölelik kapsamına alarak
zulmediyorsunuz, sonra bunun adına da merhamet diyorsunuz. Sizin merhamet
anlayışınız bu ise alın o merhameti başınıza çalın. (CHP sıralarından alkışlar)
Çünkü, siz, insanları aç bırakarak ağlatıyorsunuz,
cahil bırakarak yalvartıyorsunuz. Ama bu Tekel işçileri size yalvarmıyor, 4/C köleliğine
karşı baş kaldırıyor, sizin tüm bu baskılarınıza rağmen boyun eğmiyor çünkü siz
etkisiz, siz tepkisiniz, siz mürit bir toplum istiyorsunuz, onu yaratmaya
çalışıyorsunuz.
Siz Mizgin’i tanıyor musunuz? Mizgin talasemi hastasıydı, uygun ilik de bulunmuştu. Ama dünyalar
güzeli Mizgin şimdi hayatta değil. Mizgin bir Tekel işçisinin, Ankara’dan memleketine
döndüğünde kızının tabutuna sarılan bir Tekel işçisinin kızı. Mizgin “Müjde” demek Kürtçe. Hani açılım yapıyorsunuz ya,
onu da yanlış yerinden açıyorsunuz. Mizginleri
yaşatmayı başarırsanız yapacaksınız açılımı, asıl müjde o olacak vatandaşa.
Tekel işçilerinin
dramı, bir buçuk yaşındaki çocuğu yüksek ateşle hastaneye kaldırılan bir
annenin dramıyla özdeş olmuş. Babasına destek vermek için kilometrelerce
uzaktan gelen yedi yaşında bir kız çocuğu var. Ankara Valisinin “Çocuklar
korkuyor.” dediği yerde çocuklar var, çocukların geleceği için ölümü göze alan
anneler, babalar var. Diyarbakır’dan gelmiş yedi aylık hamile kadınlar var ve
orada Türkiye'nin dört bir yanından gelmiş, Doğu’dan, Güneydoğu’dan,
Karadeniz’den, Ege’den gelmiş 5 çocuklu, 6 çocuklu, 7 çocuklu analar var,
babalar var. Ölümü göze almış binlerce yürek var orada, binlerce yürek. Eksi 5
derecede, soğukta sokakta, betonlarda yatanlar insanlar var orada ve en
önemlisi Türkiye'nin, Türk insanının duyarlılığı var orada. (CHP sıralarından
alkışlar)
AHMET YENİ
(Samsun) – İzmir’den gelen var mı? İzmir Belediyesinden gelen var mı?
ÇETİN SOYSAL
(Devamla) – Bu sorunları, bu insanların sorunlarını çözmesi gereken
iktidarınız, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınız oligarşiye, mutlu azınlığa
hizmet etmekten yarattığınız rantçı politikalarla
yaptığınız yolsuzlukların getirdiği bedeli bu insanlara ödetmek durumunda
kalıyorsunuz. Sayın Bakana hatırlatmak gerekiyor: Sizin o koltukta oturma
nedeniniz o işçilerdir.
Memleket bu
durumda, ülkemizde işsizlik 13,4. Yani her 100 kişiden 13’ü işsiz ve tarımda
her 100 kişiden 87’sinin sosyal güvenliği yok. İşsizlik almış başını gitmiş.
Çalışanlar perişan durumda. Öğretmenler perişan, atanamayan binlerce öğretmen
var. İşte, memleketimizdeki insan manzaraları.
Değerli arkadaşlar,
işçiler sokakta, ekmekleri için mücadele ediyor. Sizler ülkenin kaynaklarını
kendi yakınlarınıza peşkeş çekerken, ülkenin önemli, değerli kuruluşlarını
satarken, uluslararası sermayeye hizmet ederken, kendi çocuklarınıza,
damatlarınıza, yandaşlarınıza olanaklar sağlarken, oluşturduğunuz sonradan
görme mutlu azınlıkla mutlu mutlu yaşarken
etrafınızda etten duvarlar ördünüz ve ileriyi görememe noktasına geldiniz. Yani
geçmişte mücahit idiniz, sonra müşahit oldunuz, arkasından müteahhit
oldunuz, her işe müsait oldunuz. (CHP sıralarından alkışlar)
HAYDAR KEMAL KURT
(Isparta) – Terbiyeli ol!
ÇETİN SOYSAL
(Devamla) – İnsanların ekmeği ve aşıyla oynuyorsunuz, sonra da “Kriz teğet
geçti hamdolsun, iyiyiz.” diyorsunuz. Sizler iyi olabilirsiniz ama ülkenin insan
manzaraları ve ülkenin gerçekleri bu değil. Ve çıkıp “Milletimizin bize emanet
ettiği kasayı kusura bakmayın soydurmayız.” diyorsunuz. O kasanın kimlere
çalıştığı, kimlere peşkeş çekildiği, yani kediye ciğer teslim ettiğini ne yazık
ki görüyoruz. Damadının şirketine kredi verirken görüyoruz, gemiler, gemicikler
alınırken görüyoruz, yarattığınız oligarşik yapıyla,
mutlu azınlıkla görüyoruz. Uzun süre askerlik yapan çocuklarınızın durumuyla
görüyoruz. Yüksek maliyetli, fahiş fiyatlarla yaptırdığınız projelerle kasayı
nasıl koruduğunuzu ibretle görüyoruz ve gün gelecek devran dönecek, elbette
bunların hesabı bir gün yüce divanlarda görülecek.
İktidara
geldiğinizden bu yana, 21 milyarlık varlık satışı, 80 milyarlık dış borçlanma,
halka ait fabrikaların, bankaların, limanların özelleştirilmesi sonucunda 30
milyar 712 milyon dolar… Bütün bu kaynakları o kasanın içinde erittiniz, yok
ettiniz. Bir tek istihdam dahi yaratmadınız. Tarımı öldürdünüz, hayvancılığı
yok ettiniz, insanları açlığa, yokluğa, yoksulluğa mahkûm ettiniz.
Değerli
arkadaşlar, ben ülkemin dört yanında fotoğraflarını ortaya çıkaracağımız
insanlarımızın yaşadığı açlıktan, sefaletten utanıyorum. Ben emeklilere reva
görülen yaşam koşullarından utanıyorum. Geçim sıkıntısı çeken memurumun
durumundan utanıyorum. İtfaiyenin, Türk Hava Yollarının taşeronlaşmasından,
değişik kurum ve kuruluşların peşkeş çekilmesinden ve çalışanın sorumluluğunu
taşerona havale eden anlayışınızdan utanç duyuyorum.
ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Biz de sizden utanıyoruz.
ÇETİN SOYSAL
(Devamla) – “3 milyon işsizimiz var, 3 milyon asgari ücretlimiz var.” diyen
Bakanın sözlerinden utanç duyuyorum. 4/C kölelik sistemini merhamet diye
gösterenlerin merhamet anlayışından utanıyorum. Sosyal devleti ortadan
kaldıran, insanı insana muhtaç eden, görmediğiniz yokluğu, yoksulluğu görmenin
utancı içindeyim. İntihal yapan bir kişinin Sosyal Güvenlik Bakanı olmasından
ne yazık ki utanç duyuyorum. Ülkenin yolgeçen hanı olmadığını söyleyen ve bu
ülkenin gerçek sahiplerine, Tekel işçilerine “Bu ülke sahipsiz değil.” diyen
Başbakanın bu sözlerinden utanıyorum.
ÜNAL KACIR
(İstanbul) – Utan! Utan!
ÇETİN SOYSAL
(Devamla) – Atanamayan öğretmenlerimize yaşattığınız sıkıntılardan utanıyorum.
Aç bırakarak ağlatan, cahil bırakarak yalvartan anlayışınız utanç verici bir
anlayıştır. Seksen yıllık cumhuriyetin malını, mülkünü yandaşlarına peşkeş çeken bu iktidarın uygulamaları
utanç verici uygulamalardır. “Al ananı git.” diyen anlayışınız utanç verici bir
anlayıştır. Popülist, oportünist yaklaşımlarınız,
okyanus ötesine körü körüne bağlılığınız utanç veren anlayıştır. Her konuşmanızda
tehdit unsuru içeren konuşmalarınız utanç vericidir. Bir aylık süre verilmiş
Tekel işçilerine. O bir aylık süreyi veren anlayış utanç verici anlayıştır ve
daha önemlisi burada göstereceğim tablolar çok daha utanç verici.
Burada,
görüyorsunuz, bu fotoğraftaki yaşlı insan Kore gazisi. Daha doğrusu Kore
gazisinin cesedini görüyorsunuz. Şu anda, ülkesi için adını bile duymadığı
topraklara gitmiş, donarak öldü, açlıktan öldü bu insan. Peki, sadece bu mu?
Burada, bir Kore gazisi kadar şanssız değil belki ama bir kap yemeği
yakalamanın mutluluğunu yaşayan bir tablo bu. Bu tabloyu görüp de utanmamak
mümkün mü? Bu fotoğrafı görüp de, bu manzarayı görüp de utanmamak mümkün mü?
ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – İçler acısı… Yazıklar olsun!
ÇETİN SOYSAL
(Devamla) – Yazıklar olsun tabii ki. Tabii ki yazıklar olsun! Kulu kula muhtaç
eden anlayışa yazıklar olsun!
Adana’da
çocuklar, pazarda pazarcıların çöpe attığı sebzeleri topluyorlar. Kimi çürük,
kimi ezik, kimi yarım sebzeler ama yine de toplamak zorundalar, evine aşını
götürmek zorundalar. Bunu bu hâle getirenlerin elbette ki utanması gerekiyor.
Utanmanız gerekiyor.
ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Sizin sosyal demokrasi anlayışınızı anlat
bakalım.
ÇETİN SOYSAL
(Devamla) – Bakın, burada -ben bu evlere gittim gördüm- insanlar nasıl yaşıyor
biliyor musunuz? Burada ilkel şartlarda yaşıyor. İşsizler, açlar, sefiller. Bir
odada bir aile yaşıyor. Her ailenin 3 tane, 4 tane çocuğu var. Ne diyordunuz?
“3 çocuk.” Al sana 5 çocuk! Al sana 10 çocuk! Ve burada bir odada yaşamını
idame ettirmek zorunda kalan insanlar. Bu evlerden yüzlerce var.
Bu evler neresi
biliyor musunuz? İstanbul, 2010 Avrupa başkenti. Bu ev neresi biliyor musunuz?
Türkiye'nin, dünyanın en eski yerleşim bölgesi, Fatih. Fatih’teki fotoğraflar
ve insan manzaraları. Ve bu evlerde insanlar yaşıyor. (AK PARTİ sıralarından
gürültüler) Çoluk yaşıyor, çocuk yaşıyor ve ne yazık
ki bu manzaraya sadece laf atarak bakabilirsiniz. Bunun için çözüm üretmek gibi
bir anlayışınız yok, çünkü sizler ne yazık ki etkisiz, tepkisiz, mürit bir
toplum yaratma anlayışının insanlarısınız.
MUHARREM
SELAMOĞLU (Niğde) – Siz kaç tane ev yaptınız döneminizde?
ÇETİN SOYSAL
(Devamla) – Bakın, burada bir kadın. Çöpün içerisinde yiyecek toplamaya
çalışıyor. Hayatını idame ettirmek için yapıyor bunu. Bu,
Adapazarı’nda bir kadının dramı, bir kadının trajedisi. (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
Laf atacağınıza
çıkın deyin ki: “Evet, arkadaş, yoksullukla birlikte mücadele edelim.” Ama siz
ancak bunları algılamak… Çünkü sırça köşklerinizde… Çünkü sizler bir azınlığın,
bir oligarşinin, mutlu bir azınlığın mutluluğu için çaba sarf eden insan
anlayışından başka bir şey değilsiniz.
AHMET YENİ
(Samsun) – Siz nerede yaşıyorsunuz, siz?
ÇETİN SOYSAL
(Devamla) – Bakınız, bir gerçek daha. Bir gerçek daha. Bu
fotoğraf. Gaziantep’te yaşlı bir insan, yardım kuyruğunda izdiham nedeniyle
yere düşüyor, elindeki bastonu da kurtaramıyor onu ve görüyorsunuz ki o
izdihamdan nasibini alıyor. Bu Gaziantep. Gaziantep’te yaşlı insanlar ve burada
insanı insana nasıl muhtaç ettiğinizin fotoğrafıdır. (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
Yine, burada
yardım kuyruğu. Yanlış anlamayın, bu kadınlar gözaltına alınmış filan değil;
uzun saatler boyu yardım için bekleyen insanlar bunlar. Ne acıdır ki ülkemizde
yardım kuyruklarında insanlar beklemek zorunda kalıyor. Yazık bunlara. (AK
PARTİ sıralarından gürültüler) Bunlara sahip çıkmak yerine ne yapıyorsunuz?
Burada laf atmaya yelteniyorsunuz.
HAYDAR KEMAL KURT
(Isparta) – Laf atmıyoruz, biz oradan geliyoruz! Sen ne anlatıyorsun?
ÇETİN SOYSAL
(Devamla) – Yine, burada bir dram var. Bakın, aslında bu insanlar sıraya
girmişler. Niye sıraya girmişler? Çünkü 450 kişinin alınacağı yere 14 bin 500
kişi müracaat ediyor. 14 bin 500 kişi, sabahın köründe gelmişler iş istiyorlar,
aş istiyorlar.
Yine burada,
Edirne’de Sosyal Yardımlaşma Fonu’nun dağıtacağı… Muhtaç ailelere 100’er lira
dağıtıyorlar ve bunun için de binlerce insan sıraya girmiş.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız.
ÇETİN SOYSAL (Devamla)
– Peki, bu fotoğraflar utanç fotoğrafı değil mi? Bunlara baktığınız zaman
utanmıyor musunuz? Burada işsizlik, burada dram, burada trajedi yaşanırken
gelip de bu insanların sorununu çözmesi gereken Parlamentoda buna dönük,
yoksullukla mücadele etmeye dönük, sadece en son Ankara’da kömür dağıtmayı,
fakirlere kömür dağıtmayı bir sosyal proje gibi görerek, burada sonuç
alamazsınız.
HAYDAR KEMAL KURT
(Isparta) – Tekel işçileri beş yıldır sokakta, sen neredeydin?
ÇETİN SOYSAL
(Devamla) - Burada sosyal devleti kurmanız lazım. Sosyal devleti kurmak için de
C-4 hâline dönüştürdüğünüz 4/C’lileri ortadan
kaldırmanız lazım.
AHMET KOCA (Afyonkarahisar) – Senin zamanında 4/C yoktu!
ÇETİN SOYSAL
(Devamla) - Sosyal devlet olmanız için, 4/B’leri
kaldırmanız lazım, taşeron sistemini kaldırmanız lazım. Bu fotoğraflardan, önce
utanmanız lazım, utanmanız lazım. (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
AHMET YENİ
(Samsun) – Villandan mı çektin o fotoğrafları?
ÇETİN SOYSAL
(Devamla) - Tabii, oligarşinin yapısısınız. Deniz ötesinden talimat alırsınız,
gelir burada ahkâm kesersiniz.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın
Soysal, lütfen sözlerinizi bağlayınız.
ÇETİN SOYSAL
(Devamla) – Ama bir şeyi bilin ki, elbette ki, Aşık Mahzuni’nin dediği gibi “Yoksulun sırtından doyan doyana/
Bunu gören yürek nasıl dayana/ Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana/ Bilmem söylesem
mi söylemesem mi?”
Nice yiğitleri,
Tekel işçilerini orada kuru soğana mahkûm ediyorsunuz. (AK PARTİ sıralarından
gürültüler) Emeklileri, işçilerimizi kuru soğana mahkûm ediyorsunuz. Elbette ki
bunların bir gün gelir hesabı sorulur. Sizler oligarşiye hizmet ediyorsunuz,
mutlu azınlığa hizmet ediyorsunuz ve bir gün gelir bunların hesabı sorulur.
HAYDAR KEMAL KURT
(Isparta) – Bırak ajitasyonu!
ÇETİN SOYSAL
(Devamla) - Elbette ki bu gensoruyla ilgili bence sonucu beklemeden Bakanın
istifa etmesi gerektiğini ifade ediyorum.
Buradan size
değil, buradan o büyük mücadeleyi götüren, onurlu mücadeleyi götüren, etkisiz,
tepkisiz değil, mürit olma anlayışı içinde değil, o Ankara’nın soğuk kış
günlerinde kadınıyla erkeğiyle yiğitçe mücadele veren Tekel işçilerine selam
olsun. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Soysal.
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sayın Başkan, grubumuzu itham edici çok ağır sözler
sarf edilmiştir. 69’a göre söz istiyorum, kısa bir söz.
BAŞKAN –
Anlayamadım efendim.
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Grubumuzu itham edici çok ağır sözler söylenmiştir
gerçekle bağdaşmayan. Kısa bir açıklama yapmak istiyorum.
BAŞKAN – Ne,
hangi söylemdi? Ben pek öyle bir şey algılamadım ama. (AK PARTİ sıralarından “Aaa” sesleri, gürültüler)
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (İstanbul) – 69’a göre söz istiyorum.
BAŞKAN – Hangi
sözüyle?
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Grubumuzu itham edici, eleştiri sınırlarını aşan
beyanlarda bulunmuşlardır. Çok kısa söz istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun,
buyurun.
Buyurunuz Sayın
Bahçekapılı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
6.- İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın,
İstanbul Milletvekili Çetin Soysal’ın, grubuna sataşması nedeniyle konuşması
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sevgili arkadaşlarım, benim bir seviye sorunum var
cevap verme konusunda ve konuşurken. Müsaade ederseniz o seviyeyi koruyarak
konuşmama devam etmek istiyorum ve cevap vermek istiyorum.
Şunu da belirtmek
isterim ki Sayın Soysal bu yaşına kadar siyasi tarihi içinde ne edindiyse,
bilgi birikiminde, tırnak içinde entelektüel bilgi birikiminde ne gibi
kelimeler öğrenmişse veya öğrenememişse hepsinin içinde olduğu bir konuşma
yaptı.
Eskiden beri
tanırım kendisini. Bir dost tavsiyesi: Eleştiri yaparken, cevap verirken
kullandığı kelimelerin anlamlarını doldurarak, anlamlarını ve kelimeleri yerli
yerine oturtarak cevap verir veya konuşursa biz de kendisini daha sağlıklı
olarak dinleyebiliriz diye düşünüyorum.
ÇETİN SOYSAL
(İstanbul) – Sayın Başkan, ben de söz istiyorum.
YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) – Senden öğrenecek değil bunları.
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (Devamla) – Şimdi, öncelikle belirtmek isterim ki kişilerin siyasi
duruşlarını eleştirebilirsiniz, elbette eleştirilecek olan yerler vardır, ama
kişilerin özel hayatına müdahale etmek her şeyden önce kişilik hak ve
özgürlükleriyle bağdaşmaz, daha sonrası da ayıptır. Eleştirmek ile hakaret
etmek arasında arkadaşlarım, ince bir çizgi vardır. Bu çizgi tutarlılık ister,
nezaket bekler. Hukukta “eleştiri” ile “hakaret etmek” arasında bazı kriterler vardır bunları birbirinden ayırmayı gerekli kılan
ve yeterli gören. Bunlardan en önemlisi: Eleştirirken kullandığınız dil ile
söylediğinizin içeriğinin birbiriyle örtüşmesi gerekir ve bir denge kurulması
gerekir. Şuna dikkat etmek gerekiyor: Bizler siyasi kültürü üretmenin en önemli
ve birincil kimlikleriyiz. Sizin yaptığınız gibi, çatışan, dinlemeyen,
gerçeklikle bağdaşmayan beyanlarda bulunan…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın
Bahçekapılı…
RASİM ÇAKIR
(Edirne) – Grubunuza anlatın, grubunuza anlatın onları! Sizden eğitim alacak
hâlimiz yok ki!
BAŞKAN – Sayın
Bahçekapılı, lütfen, size karşı ne söylediyse ona cevap veriniz. Siz genel
olarak bir laf söylüyorsunuz. Lütfen… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (Devamla) – Kısa bir süre daha rica ediyorum efendim, bir dakika
daha…
BAŞKAN –
Buyurunuz. Lütfen…
ÇETİN SOYSAL
(İstanbul) – Sayın Başkanım, ben de söz istiyorum kullandığı kelimelerden
ötürü.
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (Devamla) – Sataşmaların hepsine cevap…
BAŞKAN – Sayın
Bahçekapılı, lütfen, hangi konuda sataşıldıysa ona cevap veriniz, genel konuşma
yapıyorsunuz.
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (Devamla) – Peki, tamam efendim.
BAŞKAN –
Buyurunuz.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(Devamla) – Peki, Sayın Başkan.
Burada paparazzi programlarına konu olmak için bulunmuyoruz.
Derdimiz Facebook’ta en çok tıklanan olmak da değil.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar) Tribünlere ajite ederek oy toplamak kolaydır
ama geçicidir. Bunun yerine çalışmak gerekir. Bunun yerine örneğin Altındağ’da
bir eve gitmek gerekir; Altındağ’dan bir misafiri ağırlamak gerekir. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Bunun yerine örneğin, gerektiğinde tatilinizi feda
ederek bizim gibi çalışmak gerekir. Önce çalışın, sonra konuşun!
Çok teşekkür
ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Bahçekapılı.
YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) – Sayın Başkan, hangi sataşmaya cevap verdi?
BAŞKAN – Onu ben
de anlamadım efendim.
ÇETİN SOYSAL
(İstanbul) – Sayın Başkan, kullandığı üslup, “seviyesiz” kelimesine karşılık
cevap vermem gerekiyor, bir sataşma var. Ayrıca benim söylediğime yanıt
vermedi, “kişiselleştirme” dedi. Onunla ilgili de konuşmadım ama şahsıma dönük
“seviyesiz” kelimesi var. Bununla ilgili açıklama yapmam gerekiyor.
BAŞKAN –
Buyurunuz efendim.
Sataşmaya da
mahal vermeyiniz ama ne sataşmasına cevap verdiğinizi lütfen açıklıkla
söyleyiniz.
7.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal’ın, İstanbul
Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
ÇETİN SOYSAL
(İstanbul) – Evet, bir sataşma var. O da nedir? “Mutlu azınlık.” dedim. Kişiye
dönük mü? Bir mutlu azınlık var, bir oligarşi var, burada bir sataşma var ama
seviye ise, herhâlde siz Başbakana söylediniz Ayşe Nur Hanım, Başbakanın
seviyesine dönük söylediniz! (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
FATMA ŞAHİN
(Gaziantep) – Ne biçim konuşuyorsunuz?
ÇETİN SOYSAL
(Devamla) – Çünkü seviyem konusunda…
FATMA ŞAHİN
(Gaziantep) – Sayın Başkan, müdahale edin! Böyle Başkanlık olur mu?
ÇETİN SOYSAL
(Devamla) – …seviyem konusunda hiçbir sorun yok ama adres belli. Bu adresin adı
Başbakan! (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Çünkü Başbakanın konuşmalarının
bazen seviye dışına çıktığını yaşayarak görüyoruz. (AK PARTİ sıralarından “ahlaksız” sesi,
gürültüler)
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Başbakanı ağzına alırken dikkatli ol!
ÇETİN SOYSAL
(Devamla) – “Ahlaksız” lafını aynen iade ediyorum.
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Başbakanın adını ağzına alırken dikkatli ol, dikkatli
olacaksın!
ÇETİN SOYSAL
(Devamla) - Aynen iade ediyorum. Çünkü, sizin
anlayışınız o.
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (İstanbul) - Ondan öğreneceğin çok şey var. Çok şey öğreneceksin
Başbakandan. Dikkatli ol!
ÇETİN SOYSAL
(Devamla) - Geçmişte mücahittiniz, sonra müşahit oldunuz, arkasından müteahhit oldunuz, her işe müsait oldunuz. Onun için burada
siyaset dersi vermek en son size düşer.
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Gerekiyor çünkü bilmiyorsun!
ÇETİN SOYSAL
(Devamla) - Biz siyasetin caddelerini de, sokaklarını da biliriz. Biz siyaseti
insan için yapanlardanız. Biz siyasetin kıblesinin insan olduğunu
bilenlerdeniz. Biz öyle şeyler görüyoruz ki çivi çakmışsınız. Evet, doğru, çivi
çaktınız ama o çivileri insan etine çaktınız.
SONER AKSOY
(Kütahya) – Her zaman sataşan sensin!
ÇETİN SOYSAL
(Devamla) - Ne yazık ki öyle! Can yakıyorsunuz, insanların canını yakıyorsunuz,
açlığa, sefalete sürüklüyorsunuz. Burada az önce gösterdiğim fotoğraflara sahip
çıkacağınıza bunlara çözüm üreteceğinize, insanlara, insanlara… (AK PARTİ
sıralarından “Ahlaksız” sesi, gürültüler)
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) - Sayın Başkan, sataşmayla bir alakası var mı bu konuşmanın?
ÇETİN SOYSAL
(Devamla) - Ahlaksız sensin, iade ediyorum, iade ediyorum, sensin.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkan, sadece bizim grup başkan vekilimizi uyarıyorsunuz.
Lütfen adil olun!
ÇETİN SOYSAL
(Devamla) - Burada, burada…
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (İstanbul) ¬– Sayın Başkan, bana yaptığınız uyarıyı lütfen
konuşmacıya da yapın. (AK PARTİ sıralarından sıra kapaklarına vurmalar,
gürültüler)
ÇETİN SOYSAL
(Devamla) - Terbiyesiz de sensin!
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Görevinizi hakkıyla yerine getirin.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri… Lütfen…
ÇETİN SOYSAL
(Devamla) – Burada, aç bırakarak insanları ağlatıyorsunuz, cahil bırakarak
yalvartıyorsunuz.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkan, lütfen adil olun.
ÇETİN SOSYAL
(Devamla) - Onun için, bırakın bunları…
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Görevinizi hakkıyla yerine getirin.
ÇETİN SOYSAL
(Devamla) - Bırakın bunları… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkan, siz biraz önce grup başkan vekilinin sözünü kestiniz,
“Sataşmayla ilgili konuya gelin.” dediniz.
ÇETİN SOYSAL
(Devamla) - Ben bu lafları da size iade ediyorum.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri…
ÇETİN SOYSAL
(Devamla) – Bu lafları iade ediyorum. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın
Soysal…
ÇETİN SOYSAL
(Devamla) – Bu lafla bizi yıldıramazsınız, bizi ürkütemezsiniz, bizi
yıldıramazsınız.
BAŞKAN – Sayın
Soysal…
ÇETİN SOYSAL
(Devamla) – Bırakın… Kimlere şirin görünüyorsunuz. Bizi yıldıramazsınız. (AK
PARTİ sıralarından gürültüler)
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 21.07
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 21.58
BAŞKAN : Başkan Vekili Şükran Güldal
MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Harun TÜFEKCİ
(Konya)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 55’inci Birleşiminin Dördüncü
Oturumunu açıyorum.
Gensoru önergesinin
görüşmelerine devam edeceğiz.
VIII.- GENSORU (Devam)
A) Ön Görüşmeler
(Devam)
1.- Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan Vekilleri İzmir
Milletvekili Oktay Vural ve Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ile 21
milletvekilinin, çalışma hayatındaki sorunlara ve ilgili kesimlere duyarsız
kaldığı, görev ve sorumluluklarını yerine getirmediği iddiasıyla Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer hakkında gensoru
açılmasına ilişkin önergesi (11/9) (Devam)
BAŞKAN – Hükûmet? Yerinde.
IX.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.- TBMM Başkan Vekili Şükran Güldal
Mumcu’nun, verilen arada, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın,
makam odasına gelerek Genel Kurulun nasıl yönetileceği konusunda kendisine
talimat vermeye kalktığını ve bu durumu şiddetle kınadığına ilişkin konuşması
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, sizlerle bir konuyu paylaşmak istiyorum. Biliyorsunuz -hâlâ da
uygulanıyor zannediyorum- ülkemiz yasama, yürütme ve yargı bağımsızlığına
dayanılarak yürütülüyor. Şu anda yasamayı temsilen burada bulunuyorum. Ama
yürütmenin yasamaya baskı yapma hakkı hiçbir zaman yoktur. (AK PARTİ
sıralarından “Nereden çıktı?” sesleri, CHP sıralarından alkışlar) Ama demin,
Bakanlar Kurulu üyesi bir Bakan, Başbakan Yardımcısı Sayın Arınç
makam odasına gelip, nasıl yöneteceğim konusunda bana talimat vermeye kalkıştı.
Bunu şiddetle kınıyorum. (CHP sıralarından alkışlar) Bu, son zamanlarda
uygulanmaya konulan, uygulanagelmeye başlayan
yürütmenin yasama üstündeki bir baskısının ikinci bir tezahürüdür, bunu
şiddetle kınıyorum! (CHP sıralarından alkışlar)
RECEP KORAL
(İstanbul) – Ne alakası var Sayın Başkan? (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
ATİLA EMEK
(Antalya) – Sus!
BAŞKAN – Eğer var
ise…
Sakin olunuz
lütfen.
Eğer var ise
yönetimle ilgili bir tartışmanız, İç Tüzük gayet açıktır, usul tartışması
açarsınız.
SERACETTİN
KARAYAĞIZ (Muş) – Hakaret ediyor, müdahale etmiyorsun.
TAYFUR SÜNER
(Antalya) – Saygısızlık yapma!
BAŞKAN – Usul
tartışması açılır.
Şimdi de alınmış
olan Danışma Kurulu kararı nedeniyle -bitimine kadar alındığı için- çalışmamıza
kaldığımız yerden devam ediyorum.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, biz de Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu olarak Meclis Başkanlığına, Meclisin hükmü şahsiyetine yönelik bu
girişimi protesto ediyoruz ve bütün milletvekillerini ve grup başkan
vekillerini davet ediyoruz; hep beraber, birlikte, bu yapılan muameleyi kınayan
bir bildiriye hep beraber, birlikte de imza atmayı da huzurlarınızda teklif
ediyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Son
konuşmacı olarak…
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Sayın Başkan, o, Meclis yönetmesini bilmez. Onun hakkı yoktur. O
gitsin tarikat şeyhlerinin elini öpsün.
BAŞKAN – Bunu
bilginize sunuyorum ve şiddetle kınıyorum! (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Sayın Başkan, bu yaptığınız açıklamayla ilgili çok önemli ve Türkiye
Büyük Millet Meclisi tarihinde görülmemiş bir olay var. Üç dakikayı geçmemek
üzere söz istiyorum ve Sayın Oktay Vural’ın önerisine katılıyorum. Bu
kınanmadığı sürece bu Meclisin oturumları sağlıklı, yasal, İç Tüzük’e uygun
olamaz. Ya bu olay kınanacak veya oturumlar…
AHMET YENİ
(Samsun) – Sayın Başkan, devam edin, dolduruşa gelmeyin.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, son konuşmacı, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Şırnak
Milletvekili Sevahir Bayındır.
Buyurunuz. (BDP
sıralarından alkışlar)
VIII.- GENSORU (Devam)
A) Ön Görüşmeler
(Devam)
1.- Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan Vekilleri İzmir
Milletvekili Oktay Vural ve Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ile 21
milletvekilinin, çalışma hayatındaki sorunlara ve ilgili kesimlere duyarsız
kaldığı, görev ve sorumluluklarını yerine getirmediği iddiasıyla Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer hakkında gensoru
açılmasına ilişkin önergesi (11/9) (Devam)
BDP GRUBU ADINA
SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; verilmiş
olan gensoru önergesi hakkında Barış ve Demokrasi Partisi adına söz hakkı almış
bulunuyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bir kadının
Başkan Vekilliği yaparken bu muameleye tabi tutulması, artı, eğer yürütmenin
yasama üzerinde bir baskısı varsa bunun öz eleştirisi verilmelidir. Ben de buna
davet ediyorum. Akşamın ilerleyen bu saatinde kimsenin kimseyi bu koşullara
mağdur etmeye, mahkûm etmeye hakkı yoktur diyorum.
RECEP KORAL
(İstanbul) – Sayın Başbakana laf atma var ama.
SEVAHİR BAYINDIR
(Devamla) - Bir erkek olduğu zaman gücünüz yetmez ama kadınlar karşısında çabuk
ahkâm kesiyorsanız bunun da hesabı verilmelidir. Cinsiyetçi bir yaklaşımdır.
Türkiye’de…
VEYSİ KAYNAK
(Kahramanmaraş) – Ne alakası var?
SEVAHİR BAYINDIR
(Devamla) - Dinleyin lütfen! Dinleyin!
Türkiye’de
özellikle 24 Ocak kararlarıyla derinleşen, 12 Eylül 1980 askerî darbesiyle
kurumsallaşan, çalışma yaşamını da örgütsüzleştirmeyi hedefleyen süreç AKP
İktidarında da devam etmektedir. 1980 sonrası yaşamın her alanındaki baskılar,
hâlen yürürlükte olan darbe anayasasından kaynaklı kısıtlamalar, antidemokratik
uygulamalar siyasal ve sosyal dengelerin sağlıklı biçimde oluşturulmasına engel
teşkil etmektedir. Bu da Türkiye’de sendikal haklarla ilgili yasal durum ve
uygulamada karşılaşılan sorunları ve örgütlenme hakkının kullanılması önündeki
engelleri beraberinde getirmiştir. Ucuz iş gücü ve güvencesiz çalıştırmanın
zeminini oluşturmak için sendikal örgütlenmenin önüne engeller konmuş, var olan
örgütlenmeler de dağıtılmak istenmiştir.
Bugün,
Türkiye’de, sendika üyeliği hâlâ işten atılma gerekçesi olmakta, konfederasyon
ve sendikaların tüzüklerine kadar müdahaleler yapılmakta, sendika çalışanları
hukuksuz bir şekilde tutuklanmakta ve sürgün edilmekte, işten atılmaktadır.
30 Ocak
itibarıyla Başbakan imzalı sendikal haklara özen genelgesi yayınlandı. Daha
önce 2003, 2005, 2009 tarihli ve yine Başbakanlık genelgeleri de sendikal
örgütlenmenin önündeki kimi engelleri, kısıtlamaları kaldırma, örgütlenmede
kolaylık sağlama, soruşturmalara neden olan sendikal faaliyetlere olanaklar
sağlama iddiasıyla yayınlanmış olmalarına rağmen çalışma yaşamında tam tersi
gelişmeler yaşanmıştır. Çok sayıda sendikacı tamamen sendikal faaliyetleri
nedeniyle baskıya uğramış, adli ve idari soruşturmalara maruz kalmış, sürgün
edilmiş, gözaltına alınmış, tutuklanmış, hüküm giymiş ve işten atılmıştır.
Genelgelerde…(Gürültüler)
SIRRI SAKIK (Muş)
– Sayın Başkan, gürültüden bir şey duyamıyoruz.
SEVAHİR BAYINDIR
(Devamla) - Yani, bu uğultu olursa sesimi yükseltmek zorunda kalırım, bu da bir
şiddet olur, beni şiddete teşvik etmeyin lütfen. Konuşmak isteyenler dışarıda
konuşsunlar.
Genelgelerde muğlak ifadeler kullanılmakta, sendikal örgütlenmenin
sınırlarının nereye kadar olduğu amirlere bırakılmaktadır. Olanaklar ölçüsünde…
(Gürültüler)
BAŞKAN – Lütfen
biraz sessiz olursanız sayın milletvekilleri…
SEVAHİR BAYINDIR
(Devamla) - …özen gösterilecektir ya da tedbir alınacaktır gibi keyfiyete
davetiye çıkaran kıstaslar genelgelerdeki düzenlemelerin içini boşaltmakta,
hükümsüz kılmaktadır. Dolayısıyla, eğer Hükûmet,
sendikal örgütlenme, hak ve özgürlükler önündeki engelleri kaldırmak istiyor ve
samimiyse bir bütün olarak çalışma yaşamını demokratikleştirecek yasal
düzenlemelere öncelik vermelidir. Örneğin, sırf basın açıklamasına katıldığı
için sendika üyesi ve yöneticilerine yönelik açılan soruşturmalar sonuçlarıyla
birlikte ortadan kaldırılmalıdır. Sürgün edilen sendika yöneticisi ve üyeleri
eski yerlerine gönderilmelidir, yoksa “bizler genelge çıkarıyoruz ama yerel
idareciler uygulamıyor” deyip kendinizi kurtaramazsınız. (Gürültüler)
2821 sayılı
Sendikalar ve 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasalarında
değişiklikleri içeren yasa teklifi…
SIRRI SAKIK (Muş)
– Sayın Başkan, eğer bu koşullarda Hatip konuşacaksa biz konuşma hakkımızdan vaz geçiyoruz. Yani Hatibe bu kadar saygısızlık olmaz!
BAŞKAN – Buyurun
oturun lütfen, yok böyle bir şey.
SEVAHİR BAYINDIR
(Devamla) - …ILO sözleşmelerine uymadığı gerekçesiyle Uluslararası Çalışma
Örgütü… (Gürültüler)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, biraz daha sakin olunuz lütfen, sessiz olunuz.
SEVAHİR BAYINDIR
(Devamla) - …Aplikasyon Komitesi gündemine alındığını, Türkiye'nin temel
sendikal hakları… (Gürültüler)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri…
SEVAHİR BAYINDIR
(Devamla) - …ihlal ettiği haziran
ayındaki…
BAŞKAN – Lütfen
yerlerinize oturunuz. Lütfen yerlerinize oturunuz.
SEVAHİR BAYINDIR
(Devamla) - Buna mı layık görüyorsunuz kendinizi!
…ILO
konferansının ardından raporla yansımıştır. Ayrıca, çalışma yaşamına ilişkin…
Bakın, Hasip Bey’i çağırırım, bağırır size burada ha! (Gülüşmeler)
…birçok belgede
sendikal hak ve örgütlenme özgürlüğü, Uluslararası Çalışma Örgütünün Sendika
Özgürlüğüne ve Örgütlenme Hakkının Korunmasına İlişkin 87 sayılı Sözleşmesi,
Uluslararası İnsan Hakları Bildirgesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de
dâhil olmak üzere uluslararası anlaşmalarda açık bir şekilde belirtilmiştir.
Tüm gelişmiş ülkelerde kabul görmüş ve uygulama alanı bulmuş olan bu ilkelerin
ülkemizde de uygulanması ve çalışma yaşamı açısından hayata geçirilmesi artık
ertelenemez bir durum hâline gelmiştir. Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu
Türkiye’deki sendikal hak ihlallerinin Hükûmetin AB
üyelik hedefiyle ters düştüğünü açıklamasına rağmen, Hükûmet
bu konuda kaygısız kalmaya devam etmiştir.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye’de AKP Hükûmeti zamanında
kayıt dışı ekonomi genişlemiş, iş teftişi gevşetilmiş, diğer mevzuat dışı
uygulamalara göz yumulmuştur. Tuzla’da artık rutine binen işçi ölümleri hâlen Hükûmet tarafından kaza olarak nitelendirilmektedir. Hükûmet işçi ölümlerini engellemek için gerekli önlemleri
almamakta, sadece ölen vatandaşlar ardından başsağlığı dilemektedir. Yine, kot
taşlama işçilerinin silikosiz hastalığından ölümüne
göz yumulmakta, işçiler kaderine terk edilmektedir. Bugüne kadar 44 kişi silikosiz hastalığından öldü.
Sayın Bakan
taşeronlaştırmanın işe bağlı hastalıkları ve meslek hastalıklarını
azaltmayacağını, aksine daha da artıracağını görmemiş midir hâlâ? Daha önce de
İstanbul Davutpaşa’da iş güvenliği anlamında gerekli önlemlerin alınmaması
nedeniyle 23 işçi hayatını kaybetmişti. Buna rağmen, benzer koşullarda çalışan
çok sayıda işletmenin hâlen var olduğu ve herhangi bir denetime tabi olmadığı
kamuoyunca bilinmektedir. Çalışma yaşamında gerçekleşen işçi ölümleri
Türkiye’de çalışma yaşamında iş güvenliğinin bulunmadığını ortaya koymaktadır.
Bu nedenle, Çalışma Bakanlığının varlığı ve varlık nedeni sorgulamayı
gerektirmektedir.
Bursa’nın
Mustafakemalpaşa ilçesinde 19 işçi grizu patlaması sonucu göçük altında kalarak
yaşamını yitirmiştir. Özel sektörde sürekli meydana gelen bu facia ve
patlamalar bu iş yerlerinde sendikal örgütlülüğün bulunmaması ve bu nedenle iç
ve dış denetim eksiğinden kaynaklanmaktadır. Maden ocakları ocak söndürmeye
devam etmektedir. Bakanlık ise vurdumduymaz tavrını sürdürmektedir. İnsan
yaşamını maliyet kalemi olarak gören işletmelere izin verildiği sürece,
işletmeler doğru dürüst denetlenmediği, işçi sağlığı ve güvenliği konularında
sendikalar, uzmanlar, meslek örgütleri bir yana itilip özel kurumlara rant sağlayan yönetmelikler çıkarıldığı sürece işçi ölümlerinin
baş sorumlusu siyasi iktidarlar olmaya devam edecektir.
Kot taşlama
işçilerinin yaşadıkları, Davutpaşa yangını, Tuzla tersanelerinde yaşanan
ölümler Sayın Bakanın karnesini açıkça ortaya koymuştur. İşçi sağlığı ve
güvenliği özel sektörün insafına terk edilmiştir. Bu olaylar gündeme geldiği
zaman Sayın Bakan çalışan emekçi vatandaşlarını sürekli problem yaratan, sorun
çıkaran olarak göstermekte, onların hak etme taleplerini haksız ve hukuksuz
olarak değerlendirmektedir. Sadece Sayın Bakan değil, başta Sayın Başbakan
olmak üzere, Basın Sözcüleri olmak üzere, topyekûn hak mücadelesini veren tüm
ezilenleri hukuk dışı göstererek esasında kendileri en büyük hukuk ihlali
yapmış oluyorlar.
İş kazaları ve
meslek hastalıklarının önüne geçebilmek için “Önce insan, önce sağlık, önce iş
güvenliği” anlayışı yerine “Önce para, önce kâr” anlayışı bırakılmadığı sürece
bütün toplum ve çalışanlar bu tehditlerle karşı karşıya kalacaktır.
Görülmektedir ki
AKP Hükûmeti her alanda olduğu gibi iş güvenliğini de
tekelci sermayenin insafına terk etmektedir. Sayın Bakan kendi Bakanlığının istatistiki verilerine baktığı zaman bile, Türkiye'nin
onayladığı Avrupa Sosyal Şartı’nda belirtilen “Tüm çalışanların güvenli ve
sağlıklı çalışma koşullarına sahip olma hakkı vardır.” hükmü sürekli ihmal
edilmektedir yani suç işlemektedir. Eğer bir hukuksuzluk varsa o da var olan Hükûmetin uygulamalarıdır.
Gelişmiş
ülkelerde çalışanların sağlığının korunması öncelikli olarak gözetilirken
Türkiye’de iş sağlığı ve güvenliği hizmetleri özel rant
alanına dönüşmüştür. Sayın Bakan “Bu Bakanlığın adı ‘çatışma bakanlığı’ değil,
Çalışma Bakanlığıdır.” demişti fakat görülmektedir ki Sayın Bakan Başbakanı
örnek alarak tehditler ediyor, vatandaşlarını azarlayıp karşısına almakta devam
ediyor.
Sayın Bakan, bu
çatışma değil de nedir? “Çatışma kültürüne karşıyız. Haksızlık ediyorsunuz.”
diyorsunuz, toplumsal gösterilerde hâlen işçiyi, emekçiyi, güvenlik güçleriyle
karşı karşıya getirip onlara biber gazını reva gören sizler değil misiniz?
Yine bahar geliyor.
Ülkemizde çalışma koşulları en ağır olan mevsimlik tarım işçileri yine yollara
düşecek. Açlık sınırında yaşayan mevsimlik tarım işçileri, ne yazık ki sadece
trafik kazalarında hayatını kaybettikleri zaman gündeme gelmektedir. Mevsimlik
tarım işçilerinin sosyal, ekonomik, sağlık ve barınma sorunları birçok
raporlara yansıdığı hâlde Sayın Bakan bu konuda herhangi bir çalışma
yapmamıştır. Meclise sunduğumuz konu ile ilgili araştırma önergeleri içinse
Sayın Bakan henüz kılını kıpırdatmamıştır. Ucuz iş gücü, güvencesiz çalışma
koşulları, iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanmaması, Çalışma Bakanlığının temel
ilkesi olmuştur ne yazık ki.
Yine çocuklar,
çocuk işçiliğinin en kötü biçimleri olarak tanımlanan ayakkabıcılık, oto
tamirciliği, mobilya ve sanayi sektörü, sokakta, tarımda, küçük ve orta ölçekli
işletmelerde, ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılmaktadır. 182 sayılı ILO
Sözleşmesi, bahsi geçen çalışma alanlarını çocuk işçiliğinin en kötü biçimleri
olarak tanımladığı hâlde hâlen çok sayıda çocuk bu alanlarda çalışmaktadır.
Sayın Bakan, çocuk işçiliğinin en kötü biçimlerinin ortadan kaldırılmasına
ilişkin ne yaptınız?
Katılımcı
demokrasinin yerleşik olduğu çoğu ülkelerde sosyal diyalog mekanizmaları önemli
işlevler yerine getirmekte ancak sizlerin ne yazık ki buradan örnek almak gibi
bir derdiniz yok. Sosyal diyalogdan bizim anladığımız ile AKP’nin anladığı
arasında ciddi bir fark olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. Sosyal
diyalog ya da katılımcı demokrasi, tarafların eşit söz hakkına sahip olduğu,
birbirlerini ciddiye aldıkları, dayatmacı kültürün olmadığı, demokratik
tahammülün işlediği, farklılıkların zenginlik olarak görüldüğü, farklılığı
benzeştirmeyle ortadan kaldırmayı değil, olduğu gibi kabul etmeyi içeren
mekanizmalardır ancak bu kavramları en çok kullanan bir iktidar olarak
neredeyse bu kavramı ihlal eden rekor bir düzeyde uygulamaya tanıklık ediyoruz.
Temel sorunların hangisine el attıysanız ve sosyal diyalog mekanizmasını
işlettiğini söylediyse de kısa süre sonra ortaya çıkan sonuçlardan da
anlaşılıyor ki AKP kendi dedikleri ve istekleri dışındaki taleplere kapalıdır,
kapatır, karşıdır, tepkilidir.
Kürt sorununda,
Alevi sorununda ve diğer sorunlarda olduğu gibi sendikal örgütlenme konusunda
da AKP döneminde işleyen tek taraflı dayatmalar sürmektedir. Uyguladığı
politikaları doğru bulmayan, sendikal hak ve özgürlükler mücadelesi yürütenlere
karşı tehdit, bastırma ve yıldırma politikası yürütürken, diğer yandan, yandaş
sendikalar oluşturma çabası gütmektedir. AKP, katılımcı demokrasiyi değil,
“yönetişim” denen, görüntüde tarafları aynı masa etrafında toplayan, söz hakkı
veren ama sonuçta kendi kararlarını dayatan, uygulayan şirket mantığını,
yönetim modelini uygulamaktadır.
Tüm bunların yanı
sıra şu da var ki, Sayın Bakan kendisinden önceki bakanları aratacak bir
yönelim ve uygulama içerisindedir. Sayın Bakan, döneminde, eksik, yetersiz, tek
yanlı da olsa var olan diyalog yollarını da kapatmış, işveren, işçi ve memur
sendikalarını da karşısına alan bir tutum sergilemiştir.
Yine, şimdi de
AKP Hükûmetinin son icraatı Tekel işçilerine
uyguladığı zulümdür. Tam elli gündür Ankara’nın göbeğinde kendi özlük hakları
ve işleri için mücadele veren Tekel işçilerine âdeta işkence yapmaktadır bu Hükûmet. Tekel işçilerinin 4/C statüsünü kabul etmeleri
istenmiştir. 12 bin Tekel işçisinin işsizlik ve yoksullukla karşı karşıya
kalması, yılın on bir ayıyla sınırlı bir süre ve düşük ücretle, iş
güvencesinden yoksun çalışması istenmektedir. Tekel işçilerinin de ifade
ettikleri gibi işçiler, emekliler, memurlar, Tekel işçileri esasında bu Hükûmetten artık bir şey istememektedirler. Zaten bu Hükûmetin veren değil, sürekli alan, yoksuldan alan, bir
avuç sermaye gruplarına dağıtan, yandaş holdinglerine aktaran bir anlayışta
olduklarını bu halk biliyor.
Tekel işçileri
sadece “Bizim olan kazanılmış olan kazanılmış haklarımıza dokunmayın.”
demektedir ancak AKP Hükûmeti zücaciye dükkânına
girmiş fil gibi, girdiği bütün alanlarda, halkın olanı, emeğin haklarını, iş
güvenliğini yerle bir etmeye, kırmaya dökmeye devam etmektedir. Halkımızı daha
da yoksullaştırıp bir paket makarnaya, bir torba kömüre muhtaç hâle
getirmektedir. İnsanlık onurunu ayaklar altına alarak dağıtılan bu yardımlardan
medet uman Hükûmetin geldiği durumu, vicdani ve
ahlaki duruşunu gelin siz tayin edin. Burada durumunu değerlendirdiğimiz
Bakanın ilham aldığı kaynağa bakalım özellikle: Emek düşmanı, yoksulluk
istismarcısı beyanlarıyla ortada duran bir Başbakan varken, bir Başbakan bu
halkın emekçisine, işçisine, köylüsüne, yoksuluna yapmadığı eziyeti,
söylemediği kötü sözü bırakmamışken Bakan ne yapsın? Bizim hesabımız sizinle
değil, Hükûmetinizle, anlayışınızla ve
Başbakanınızladır. (BDP sıralarından alkışlar)
Dolayısıyla, bu
kürsüden benden önce, Tekel işçilerinin yaşadığı drama ilişkin Hatibin
söylediklerine katılmamak mümkün değil. Evet, insanlar yeniden, sorumluluk
aldığı ailesinin, hayatının onurluca idaresini yürütebilmek için bedenlerini
ölüme yatırdılar bu Ankara’da. Bahtlarını karartmayın bu Ankara’da, o şarkıyı
yeniden söyletmeyin, Ankara bahtı kara yapmayın, aklayın kendinizi bu halkın
vicdanında.
Ancak, tabii,
Sayın Hatip bunları söylerken “Aynası iştir kişinin, lafa bakılmaz.” deriz. Siz
de şu resimleri herhâlde görürsünüz: Bu da Ankara’nın soğuğunda reva görmek
uygun da İzmir’in sıcağında sıcaktan kavurmak, beyin kanamasını geçirtmek reva
mı peki? Yok farkınız, hepiniz aynı bankanın
ürünlerisiniz. Bakın, İzmir’de DİSK’in belediyeden atılan işçilere ilişkin
yaptığı protesto eyleminin göstergesidir. Ne olur, birbirinize benziyorsunuz,
bu benzerliklerinizden vazgeçin, bu uygulamalardan vazgeçin ki insanlar size
inanabilsin, söylediklerinize anlam verebilsin diyorum, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
Bizim hesabımız Hükûmetle ve Sayın Başbakanla. Yeniden tehdit etti bugün
işçileri “Gerekeni yapacağız.” diye. Belki siz bilmezsiniz ama bu “Gerekeni
yapacağız.” dedikten sonra Sayın Başbakanın, Diyarbakır’da Şiranların, Berivanların nasıl katledildiğini biz biliriz. “Gerekeni bu
savcılar, bu hâkimler yapacaktır.” dedikten sonra belediye başkanlarımızın
nasıl kelepçelendiğini biz biliriz.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız Sayın Bayındır.
SEVAHİR BAYINDIR
(Devamla) – Ama biliyoruz ki gerekeni bu bahtı kara Ankara’da nasıl
yapacaksınız Tekel işçilerine? Tekelci sermayeye peşkeş çektiğiniz ve
yoksullaştırdığınız bu işçiye ölüm mü reva görüyorsunuz? Onlar da zaten size
bırakmadan “Ya onurlu bir yaşam ya hiç.” diyorlar. Biz de Tekel işçilerinin ve
bütün ezilenlerin yanındayız, destekçisiyiz ve sonuna kadar beraber dayanışma
içinde olacağız.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Bayındır.
Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına Yozgat Milletvekili Sayın Bozdağ.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Bozdağ.
AK PARTİ GRUBU
ADINA BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi
Hareket Partisinden bir kısım milletvekilinin, Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı Sayın Ömer Dinçer hakkında verdiği gensorunun
gündeme alınıp alınmamasına dair yapılan görüşmede, AK PARTİ Grubunun
görüşlerini açıklamak üzere söz aldım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Anayasa’nın 99’uncu ve İç Tüzük’ün 106’ncı maddesi
gensoruyla ilgili düzenlemeleri havidir. Gensoru o kadar önemli bir konu ki
eğer yüce Meclis karar verirse gensoruya muhatap olan bakanın veya hükûmetin güvensizlik oyuyla düşürülmesi sonucunu doğuracak
kadar ciddi bir denetim mekanizmasıdır, denetim yoludur. Öyleyse
bu kadar ciddi olan bir konuda gensoru verirken gensoruyu hazırlayanların da bu
ciddiyete uygun bir biçimde gensoruyu hazırlaması lazım.
Ben şimdi gensoru
çok ciddi mi, ne var ne yok, şöyle bir el atayım, elden ne geliyor bir bakayım
dedim, elimi attım elimde kaldı. Tuttuğum yer elime geliyor. Doğru bir şey var
mı diye baktım, doğru bir şey görmekte zorlandım ama bir şey biliyorum
rakamlara dans ettirmek bir maharettir ama bu gensoruda cümlelere, kanunlara,
paragraflara dans ettiriliyor, öylesi bir gensoru. “Nereden çıkardınız?”
derseniz, şöyle isterseniz gelin gensoru da yer alan konuları bir
değerlendirelim, ne var ne yok, ona göre bir kararı siz verin, bizi izleyen
milletimiz versin.
Ne deniyor?
Deniyor ki: “Sayın Bakan İŞKUR Genel Kurulunda yaptığı bir konuşmada vizyonsuzlukla, sendikaları sorumsuzlukla itham etmiş.”
Şimdi ben bakıyorum, o İŞKUR Genel Kurulunda Sayın Bakanın konuşması. Aldım
baktım, yahu doğru mu, acaba Sayın Bakan siz sorumsuz musunuz demiş, vizyonsuz musunuz demiş veyahut da ne demiş? Açıp baktım ama
belli ki gensoruyu hazırlayanlar gazete haberinden hareket etmiş, işin
kaynağına gitmemiş.
Ne diyor Sayın
Bakan? Diyor ki, sendikalarla ilgili söylüyor: “Bizim sendikalarımız, toplumun
tüm kesimleri bizimle beraber bu sorunu çözme konusunda yeni bir vizyona, yeni bir yapılanmaya, topyekûn bir mücadeleye hazır
olmalıdır.” diyor. Şimdi, Sayın Bakan yine devam ediyor: “Yeni bir zihniyete,
yeni bir Çalışma Bakanlığı politikasına, yeni bir -mücadele eden- iş kolu
örgütüne, yeni bir işçi -özellikle altını çizerek söylüyorum- sendikacılık
anlayışına, işveren anlayışına da ihtiyacımız var." diyor ve bütün
konuşmasında “Yeni bir anlayışa, yeni bir sendikacılığa ihtiyacımız var.”
diyor.
“Sorumsuzluk”
yok, böyle bir itham yok. “Vizyonsuzluk” yok. Nereden çıkardınız bunu? Konuşma
burada ama çarpıtma yaparsanız bunu… Ama, ben bir şeyi
anlıyorum, o da nedir: Değişime karşı olanlar, statükodan beslenenler, mevcut
yapıdan kendi gücüne güç devşirenler “değişim” kelimesini gördüğü zaman
rahatsız oluyorlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu gensoru “değişim” diye
söz başlayan bir bakana verilecek gensoru değildir.
Bir başka konu,
şimdi o da şu: İŞKUR Genel Kurulunda konuşmaları beş dakika ile Sayın Bakan
sınırlamış. Arkadaşlar, İŞKUR Genel Kurulunda böyle bir sınırlama yok. İşte iş…
MEHMET EKİCİ
(Yozgat) - Emin misiniz?
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) – Eminim. Siz açıp bakaydınız.
Bakın, İŞKUR
Genel Kurulunda olan şey burada ve konuşmalarda sınırlama yok. Sendikaların
konuşması: DİSK on üç dakika konuşmuş, Hak-İş on altı dakika, Türk-İş on bir
dakika, TESK on dakika, TİSK on dokuz, TOBB on üç dakika… Toplam konuşma
saatleri de iki buçuk saatten fazla sürmüş. Böyle bir şey yok İŞKUR Genel
Kurulunda. Ha, ben doğrusunu söyleyeyim, siz araştırma zahmetinde bulunmadınız
ama nerede var böyle bir şey? Sosyal Güvenlik Kurumunun Genel Kurulunun
davetiyesinde böyle bir ifade var.Ama dersine belli ki
iyi çalışmamışlar, bunlar hep ezberden yanlış türkü çağırıyorlar, bu da onun
bir başka ifadesi, (AK PARTİ sıralarından alkışlar) bir başka şey, sakat bir
şey, yanlış bir şey ve gerçekle ilgisi olmayan bir şey.
MEHMET EKİCİ
(Yozgat) - Ne demek? Demagoji yapma. Ne demek?
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) - Peki, SGK Olağan Genel Kurulunda ne var? On üç kişi konuşacak
arkadaşlar, protokol konuşması, Genel Kurulun çalışması var. On üç kişi onar dakika
konuşsa, yirmişer dakika konuşsa o Genel Kurul icra edilebilir mi? Mecliste de siz İç Tüzük gereği beş dakika,
on dakika sınırlama yapıyorsunuz. Bütün modern toplumlarda bu böyledir. Zamanı
doğru yönetmek konusunda bir tavsiyede bulunmak ne zamandan beri suç oldu, ne
zamandan beri ayıp oldu, ne zamandan beri kusur oldu? Bu Meclis hep kusur mu
işliyor o zaman?
Peki, bir başka
konu, o da yine bunun içerisinde yer alan konulardan biri, sendikaların diyor…
Sayın Bakan, Sosyal Güvenlik Bakanı ilk kez işçi -diyor- sendikaları tarafından
ne yapılmış? Kınanmış ve böyle bir şeye muhatap olan ilk Bakan olmuş. Benim
hafızam yanılıyor mu, acaba yanlış mı düşünüyorum yoksa bu heyet de yanlış mı
düşünüyor, kulaklarıma inanamıyorum, gözlerime inanamıyorum.
Şimdi, bakıyorum,
sendikalar ne yapmış, Bakanı kınamış mı? Şimdi burada
sendikaların yayınladığı bildiri. Burada bir kınama yok, “sizi
kınıyoruz.” diye bir ifade yok. Bakana dönük bir eleştiri var ama bizim
tarihimize baktığınız zaman, sendika tarihimize, işçilerin mücadele tarihine
baktığınız zaman pek çok olayı görürsünüz tarihte, pek çok sendikaların ortak
bildirileri…
Ben şimdi, bakıyorum mesela Türk-İş, Hak-İş, DİSK, KESK, Türkiye
Kamu-Sen, Memur-Sen genel başkanları, 29 Ocak 99, yine 27 Ocak 99 –elimde,
getirdim- 14 Temmuz 99, efendim, 20 Temmuz 99, 2000, 2001… Neredeyse haftanın
her günü, sadece Ankara’da değil ha, şimdi, Kızılay’da değil, her yerde, hangi
ile bakarsanız bakın emek platformu ayaktadır. Herkes protesto ediyor. Orada atılan sloganlara baktığınız zaman,
ben burada o sloganların hepsini tekrarlamaktan hicap duyuyorum. Öyle sloganlar
var ki… Neler söylemişler? Burada ben edeben sizin
huzurunuzda o sloganları tekrar etmekten hicap duyuyorum.
Mesela “Başkentte
24 Temmuz Provası”, “Gövde Gösterisi” diyor, Milliyet almış: “Direniş” Bunlar
ne zaman oldu? Bizden önceki dönemde DSP-ANAP-MHP hükûmetleri
dönemine bakarsanız bütün bu evraklar, onlara yapılan protestolar ve onlara
dönük bildiriler, onlara dönük kınamalarla dolu. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
MEHMET EKİCİ
(Yozgat) – Allah ıslah etsin sizi!
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) – Yani hani “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” derler ya, hani “merdikıpti şecaat arz etmesi” meselesi var ya tam da bu,
aynen oturuyor. Gazetelerin hepsini göstereceğim ama zamanınızı çok alır. Neredeyse haftanın her günü işçi meydanda, emekçi meydanda.
Peki, ne denmiş o
zaman? Bakın, şimdi emekçi dostu olanlar ne demiş? Sayın Bahçeli’nin o zaman
bir açıklaması var, 11/7/99: “Sokaktan bir şey
çıkmaz. Boşa uğraşmayın.” diyor. Şimdi,
sokağı istismar etmek için Meclisi meşgul ediyorlar. Dün öyle, bugün böyle… (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Bu iş samimiyet ister.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Kimse istismar etmiyor.
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) – Bakın, değerli dostlarım, bu da bir gerçek dışı olay, bir başka
konu, yine gensorunun içerisinde: 18 Şubat 2009 tarihinde yapılan bir
değişiklik var. Hani deniyor ya, Sayın Bakan sendikasızlaştırmak için uğraşmış,
bilmem, yandaş bir sendikaya imkân sağlamak için yasada değişiklik yapmış.
Yahu, var mı öyle bir şey? Yok.
MEHMET EKİCİ
(Yozgat) – Var, var. Sen yazdın.
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) – Peki, bakın, yandaş bir sendikaya… Sendikaları sendikasızlaştırmak
için bir eylem var mı? Yok. Peki, bir düzenleme yapılmış burada, “SGK verileri
esas alınacak.” denmiş. Denmiş, peki, ama ne olmuş?
Sendikalar gelip
demişler ki: “SGK verileri esas alınırsa bizim sendikal faaliyetlerimiz
sonlanır, şu kadar iş kolunda işçiler sendikasız kalabilir; bir çözüm.”
MEHMET EKİCİ
(Yozgat) – İşte onu söylüyor, işte!
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) – Sonra oturmuş… Hani “diyalog yoksunu” diyorsunuz ya Sayın Bakana.
Oturmuş sendika başkanlarıyla, konuşmuşlar, “Nasıl bir çözüm yapalım?”
demişler, onlar da bakın şöyle bir protokol yapmışlar.
MEHMET EKİCİ
(Yozgat) – Hah, tamam!
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) – Altında kimin imzası var? Türk-İş Başkanının, Hak-İş Başkanının,
DİSK Başkanının, TİSK Başkanının imzası var. Yandaş bir sendikaya menfaat
sağlanan böyle bir protokolü siz gördünüz mü? Gördünüz mü? (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
MEHMET EKİCİ
(Yozgat) – Sen yazdın Bekir Bey, sen yazdın!
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) – Bu da bir iftiradır. Bu da bir iftiradır, ama iftiraları burada o
kadar çok dinledik ki ben şimdi birkaçını söyledim, şimdi bir başka daha ilave
yapıp bir konuya daha gelmek istiyorum.
Mesela, tarım,
ormancılık, hayvancılık ve balıkçılıkla ilgili sendikadaki rakam farkları.
Ya, arkadaşlar,
kanun çok açık. Diyor ki ilgili kanunda…
MEHMET EKİCİ
(Yozgat) – Bak, Resmî Gazete!
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) – Bu farkın, buradan, iş kolundan ayrılan işçilerin gene burada
yazılı gözükeceğine dair kanun maddesi var. Bu konuda mahkeme kararları var.
Silmişler, mahkemeye gitmişler, mahkeme diyor ki: “Silemezsiniz.” Neden? O
alanda bir sıkıntı var, o sıkıntı nedeniyle bunun devamına yasa imkân veriyor,
mahkeme kararları imkân veriyor; siz mahkemenin doğru dediğine, yasanın emrettiğini
yapan uygulamaya “skandal” diyorsunuz. Esas skandal, kanunu böyle tersinden
okumaktır, gerçeği çarpıtmaktır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET EKİCİ
(Yozgat) – Burada belgesi var!
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) – Peki, bir başka konu. O nedir? O da üçlü diyalog mekanizmalarıyla
ilgili konu.
Değerli
arkadaşlar, üçlü diyalog mekanizmalarıyla ilgili konuda şimdi ben bir soru
sormak isterim. Üçlü diyalog mekanizmasını kim kurdu? Kim getirdi? Bu Meclis
getirdi. AK PARTİ İktidarında geldi. İş Kanunu’nun ilgili düzenlemesini biz
yaptık ve sendikalar arasında üçlü bir danışma kurulu olsun, diyaloglar
kurulsun, yürüsün diye. Ve bizim dönemimizde de bunlar yürümüş, Sayın Ömer Dinçer döneminde de bunlar yürümüş. 20 Mayıs 2009, 24
Haziran 2009, 29 Temmuz 2009, 21 Ekim 2009; bütün bunların hepsinde üçlü
diyalog toplantıları da yerine getirilmiş ve bu konularda da diyalogu
geliştirici düzenlemeler yapılmış.
Bakın, bir
çarpıtma, bir başka konu: “Sayın Bakan, Asgari Ücret Tespit Komisyonu
toplantılarına katılmamış.” diyor.
Arkadaşlar, ben
baktım, acaba ya bunlar ne diyor, doğru mu söylüyor? “Bakan katılabilir” mi
diyor? Sonra, Kanun’un 39’uncu maddesi, İş Kanunu. Bakıyorum
ben şimdi: Kim var? 5 tane işveren sendikası temsilcisi, 5 tane işçi sendikası
temsilcisi, 5 tane de Hükûmet temsilcisi. Onlar kim?
Çalışma Genel Müdürü veya Yardımcısı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş
Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdür Yardımcısı, Devlet İstatistik Enstitüsünün bir
temsilcisi, Hazine Müsteşarlığından birisi, DPT’den birisi. Bunların arasında
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı var mı? Var mı altında? Yok. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Peki, bu
gensoruda ne gezer bu? Kanunu okumadınız mı? Bakanın bu toplantıya katılma
görevi, yetkisi var mı yok mu? Bakana görev öğretiyorlar. Öyleyse, açıp
bakacaksınız. Ben bir merak ettim: Yahu, bizim bakan katılmamış olabilir ama
bunların bakanı katılmış mı? Olur ya! MHP’li iktidar döneminde Yaşar Okuyan
katılmış olabilir veya DYP-SHP (CHP) koalisyonunda CHP’li bir bakan katılmış
olabilir. Aldım getirdim, baktım. Arkadaşlar hiçbirinin altında bir tane
bakanın imzası yok. Yahu, ilk defa, bu Meclis, bir bakana yasal olarak
katılmaması gereken bir toplantıya “Niye katılmadın?” diye gensoruya muhatap
oluyor. Bu gensoru bu cehaleti kaldırmaz. Ama, maalesef…
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bir başka konu:
Efendim, Sayın Bakan ne yapmış? İşverenle anlaşıp tek başına belirlemiş. Bu da bir iftira. Şimdi, uzun uzun
hepsine girmeyeceğim. Ama, bu iftiralar sadece
gensoruya girmedi. Şimdi, huzurunuzda, burada konuşan bir değerli hatip de
çıktı şunu söyledi, bakın, dikkatinize sunmak istiyorum, diyor ki: “Hele beyaz
gömlekli doktorlar yok mu? Nejat Uygur’u ziyaret etmek isteyen hanımefendiye
‘Gülhane’ye gelmeyin.’ demişler. Sizi beyaz gömlekliler sizi! Üç beş kuruşu
görünce kendinizi ne sanıyorsunuz? Peygamber olarak -altını çiziyorum, dikkat
buyurun- anılan bir Başbakanın eşini nasıl kabul etmezsiniz? Üç beş kuruş
paranıza mı güveniyorsunuz? Sizin muayenehanelerinizi kapatsın da bir görün
bakalım.” Bu sözler kimin biliyor musunuz?
OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Benim, benim.
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) – Biraz önce bu kürsüden Osman Durmuş söyledi.
OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Aynen katılıyorum.
AHMET YENİ
(Samsun) – Ayıp, ayıp!
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) – Şimdi bakın… (AK PARTİ sıralarından “Yuh” sesleri, gürültüler)
Bakın, AK PARTİ Grubunun Grup Başkanına, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanına, ne AK
PARTİ Grubunun içerisinde ne AK PARTİ’ye gönül vermiş
insanların içerisinde bugüne kadar “Peygamber” diyen bir densiz çıkmamıştır.
(AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Aydın İl Başkanınızın demeci var.
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) – Ama bu kürsüde bunu ifade edenler çıkmıştır. Ben bunu kınıyorum.
(AK PARTİ ve BDP sıralarından alkışlar)
SIRRI SAKIK (Muş)
– Kınıyoruz, kınıyoruz.
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) – Burada, burada kınanması gereken nedir biliyor musunuz? Başı örtülü
diye bu ülkenin Başbakanının eşini GATA’ya almayan
zihniyeti kınamak lazımken, gelip nereye bağlıyorlar bunu. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Ama biz… Ama bakın… (AK PARTİ sıralarından “Bravo Başkanım” sesleri,
alkışlar)
Değerli
arkadaşlar, değerli arkadaşlar, biz bu zihniyete çok alışığız. Çok alışığız.
“Erkek, ürkek” deyip Meclisin kapısında Nesrin Ünal’ın başını açtıran anlayışı
da biz biliyoruz. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Dışarıda
öyle, içeride böyle. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Şimdi, burada da
bunu söylemek, burada da bunu ifade etmek… Bunu diyen bunu ispat etmezse, ben
bu Genel Kurulun huzurunda kendisini müfteri ilan ediyorum, ispata davet
ediyorum. (AK PARTİ sıralarından “Brovo” sesleri,
alkışlar) Bir tane AK PARTİ’li, bir tane, bir tane,
Türkiye’de bunu diyen bir densizin ismini söyleyin, sizinle beraber yakasına
yapışalım.
MEHMET ŞANDIR (Mersin)
– Aydın İl Başkanınız söyledi.
OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Şu anda il başkanı.
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) – Ayıptır, ayıp.
NECATİ ÖZENSOY
(Bursa) – Aydın İl Başkanı söyledi.
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) – Ayıptır. Konuştuğun lafı bilmiyorsun. Bir de bu ülkede Bakanlık
yapmışsınız.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Aydın Milletvekilinize sorun.
BAŞKAN – Sayın
Durmuş, lütfen…
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) – Bakın, değerli dostlarım, bu millet sizi de görüyor, bizi de
görüyor. Bu değerlere, bu milletin hizmetlerine dün nasıl sahip çıkıldı, bugün
nasıl sahip çıkılıyor onu da herkes görüyor, herkes biliyor.
OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Hepsinin başı örtülü.
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Çok ayıp!
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) – Peki, bir başka konuya gelmek istiyorum: O da Tekel işçileriyle
ilgili bir konu. (AK PARTİ ve MHP sıralarından gürültüler)
OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Başınızı açtınız, niye açtınız?
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Kıyafetle uğraşamazsın!
OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Dışarıda örtülü, burada açıksınız.
BAŞKAN – Lütfen
karşılıklı konuşmayınız.
OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Nesrin Hanım’ı konuşamazsınız!
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Konuşma!
BAŞKAN – Sayın
Durmuş…
Sayın
Bahçekapılı…
Lütfen yerinize
oturunuz, karşılıklı konuşmayınız.
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) – Evet, değerli arkadaşlar, Sayın Başkanım…
BAŞKAN – Lütfen
Bekir Bozdağ’ı dinleyiniz, sakin olunuz lütfen;
konuşmacıyı dinleyesiniz ki, istiyorsanız, cevap hakkınız doğuyorsa cevap
veresiniz. Lütfen…
Buyurunuz Sayın Bozdağ.
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) – Sayın Başkanım, umarım bunları süreme ilave edersiniz.
Bu gensorunun
esas amacı ne biliyor musunuz? “Sokaktan bir şey çıkmaz.” diyen zihniyetin
bugün sokaktan bir şey çıkarma gayretidir, Tekel işçilerini istismardır. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Şimdi, değerli
dostlarım, ben bir de bu konuyu araştırdım: Yahu, bu işçilerle ilgili neler
olmuş neler bitmiş? Bunlar da iktidara geldi, CHP de iktidara geldi, neler
olmuş neler gitmiş? Şimdi, ben baktım. Tekel işçileriyle ilgili, özelleştirme
konusunda alınan karar, bakıyorum: 5/2/2001-2001/6,
Tekelin özelleştirme program ve kapsamı. İmzaya bakıyorum: Başbakan Ecevit.
Üyeye bakıyorum: Doktor Devlet Bahçeli, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı ve
diğer bakanlar. Kim aldı bunu kapsamına? Bunlar aldı. Peki, daha sonra
bakıyorum: Bu kapsamda revizyon kim yaptı? Bir
bakıyorum: 2002’de bir başka karar var, altında yine Sayın Bahçeli’nin imzası
var.
Peki,
diyeceksiniz ki: Değerli Başkanım, bununla gündemimizin ne alakası var? Alakası
şu değerli dostlar: Eğer bu millet 3 Kasımda bunları gönderip bizi getirmeseydi
akıbet ne olurdu, ona bir bakmak lazım. Ben şimdi, merak ettim: Neler
özelleştirilmiş neler? Şöyle bakıyorum: O dönemde hisse satışı yoluyla otuz
dokuz tane yer, et kombinaları var içinde, İskenderun Demir Çelik var içinde.
Hani diyorlar ya: “Babalar gibi satıyorsunuz.” Baktım “Bunlar ne gibi
satmışlar?” diye. Tam 39 tane hisse satışı yoluyla özelleştirme var, tam, yine,
işletme ve tesislerin varlık satışı yoluyla 11 tane, yine taşınmaz satışı var
28 tane; toplam 78 tane işletme ve yer satılmış.
Şimdi, Cumhuriyet
Halk Partisinin de iktidarda olduğu döneme baktım, 91-95 arası. Şimdi, gerçi
“SHP” derler ama o zaman da bu arkadaşlarımızın bir kısmı oradaydı. Şimdi “SEK”
diye bildiğimiz yerler var ya, tam yirmi dokuz tane, hepsi tarım sektörüyle
ilgili, yirmi dokuzu özelleştirilmiş. Çimento fabrikaları var ya bütün çimento
fabrikalarının büyük bir kısmı bu dönemde özelleştirilmiş. Et-balık kombinaları
var ya, onların da büyük bir kısmı bu dönemde özelleştirilmiş ve sonuca
baktığınızda değerli dostlarım, değerli arkadaşlarım, yaklaşık 10 bin civarında
işçi, belki daha fazlası -ben şimdi bir dönemi söyleyeyim- 18 Nisan 1999’la
2002 arasında, resmî rakamlar… Bu özelleştirilen yerlerle ilgili toplam
personel sayısı 10.497, 10.497. Bunların 4.301’inin iş akdi feshedilmiş,
kapının önüne koymuşlar, 3.643’ü de patronun emrine verilmiş “Siz orada
çalışın.” diye, 87’si de istifa etmiş. Şimdi, bakın, ne yapılmış? Özelleştirme
yapılmış, ihbar verilmiş, kıdem tazminatı verilmiş. İcraat ne? Kapının önüne
koyma. Peki, daha başka icraat ne? Patronun emrinde çalıştırma. Buna direnen,
emekli olmuş, istifa etmiş, ayrılmış. Peki, AK PARTİ ne yaptı?
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) – Bitiriyorum değerli Başkanım.
Şimdi bu
işçilerin hakkını savunanlar, o gün 4/C’yi
istemediler mi bunlar? Neden böyle bir uygulamayı getirmediler? Neden bu
insanların emek mücadelesine, hak mücadelesine kulak verip de bunların ekmeğini
masanın üzerine koymadılar? Peki, kim bunlara sahip çıktı? Yine eleştirdiğiniz,
işçi düşmanı ilan ettiğiniz AK PARTİ Hükûmeti,
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan sahip çıktı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Sizin kapının önüne koyduklarınıza ekmeği yine biz verdik, aşı yine biz verdik;
on ay çalışıyorlardı, on bir aya çıkardık, maaşlarında da iyileştirme yaptık.
Şimdi, şu anda
Tekelde kapatma nedeniyle bulunan işçilerin de tamamı 4/C kapsamına alınıyor ve
onlara da iş imkânı veriliyor, aş imkânı veriliyor, sosyal güvencesi temin
ediliyor, hepsi devletin, hepsi Hükûmetin icraatıyla
büyük bir himayenin altına alınıyor ama şimdi ne söyleniyor: “Kapatıldı
buralar.” 8 bin küsur işçi çalışmıyor,
yer kapanmış. Ne yapalım arkadaş? Burada bunlar dursun. Zaten iki yıldır ödeme
yapılıyor.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen
tamamlayınız.
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkanım, son olarak…
Bundan sonra
bunların böyle devam ettirilmesi mi doğru “Arkadaş, terini akıt da paranı al.”
diye devletin ihtiyaç duyduğu kurumlara dağıtıp bütün güvenceleriyle onları iş
hayatına kazandırmak mı doğru? Biz doğru olanı yaptık, ne işçiyi istismar ettik
ne başkasını. Ama bugün, işçi istismar edenler
-ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz- dün yaptıkları
orada…
Ben sağlıkta
anlatacaktım, anlatamadım, umarım Sayın Bakan anlatır ve sözümün sonunda
diyorum ki: Bu ülkede, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanına, yapılan bunca
reformdan, bunca değişim dönüşümden sonra, gensoru önergesi vermeyi akıl etmek
hakikaten büyük bir maharettir, büyük bir insafsızlıktır diyor, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyoruz Sayın Bozdağ.
Sayın Durmuş,
sisteme girmişsiniz, ne için söz istiyorsunuz?
OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – 69’a göre söz istiyorum. Sayın Hatip, Sayın Başbakan için kendi
il başkanlarının kullandığı bir ifadeyi kullandım diye “müfteri” olduğumu
söyledi.
BAŞKAN – Lütfen
yeni sataşmalara mahal vermeden cevaplayınız.
Buyurunuz.
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
8.- Kırıkkale Milletvekili Osman Durmuş’un,
Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ’ın, şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
İnternet sitesine
girerseniz, il başkanınız, eski il başkanınız, şu anda il genel meclisi üyeniz
İsmail Hakkı Eser’in 14 Kasım 2008’de yaptığı konuşmada, Başbakanına
bağlılığını belirttikten sonra “Bizim için âdeta ikinci bir peygamberdir.” sözünü
kullanmıştır. (AK PARTİ sıralarından “Yok öyle bir şey.” sesleri)
OKTAY VURAL (İzmir) – İşte CD’si burada, CD’si.
OSMAN DURMUŞ
(Devamla) – Bunun sesli kayıtları da var.
Ben isterdim ki,
peygamber gibi anılmak bir hakaret olarak düşünülmemeli; tam tersi, Sayın
Tayyip Erdoğan’a peygamberlik izafe edildiğinden dolayı hicap duyup, milletten,
Müslümanlardan “Estağfurullah, ben peygamber değilim.” demesini beklerdim. (AK
PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (İstanbul) – Sayın Başkan, söz istiyorum.
ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Saçmalıyorsun!
SUAT KILIÇ
(Samsun) – Yalan konuşuyorsun!
OSMAN DURMUŞ
(Devamla) – Değerli milletvekilleri, Sayın Grup Başkan Vekiliniz, Antalya
Milletvekili Nesrin Hanımefendinin kendi gönlüyle Mecliste başı açık oturmasını
kınarken, şurada oturanların birçoğunun, şurada oturan birçok hanımefendinin
dışarıda başı kapalı, burada başı açıkken… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
SUAT KILIÇ
(Samsun) – Yalan söylüyorsun!
OSMAN DURMUŞ
(Devamla) – Yalanı siz konuşuyorsunuz.
Tek tek fotoğraflatırım, siz konuşun. (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
SUAT KILIÇ
(Samsun) – Yalan konuşuyorsun!
GÜLDAL AKŞİT
(İstanbul) – Yalan konuşuyorsun!
ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Otur yerine!
OSMAN DURMUŞ
(Devamla) – Yani siz… Bu hanımefendiler başörtüsüne karşı mı? İstismara gelince
varsınız, iftiraya gelince varsınız, dışarıda başınızı örtersiniz, burada
açarsınız, başkasının iffetinden bahsedersiniz! Ayıptır, ayıp! Utanın, utanın!
(AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Lütfen
sakin dinleyiniz, lütfen…
OSMAN DURMUŞ
(Devamla) – Sayın milletvekilleri, âlemi sersem yalnız kendinizi akıllı
görmeyin. YÖK Kanunu’nun ek 10’uncu maddesinin değiştirilmesi için namus ve
şeref sözü sayılan imzayı MHP Grup Başkan Vekilleriyle birlikte attınız mı
atmadınız mı? Niçin çıkarmadınız YÖK’le ilgili yasayı? (MHP sıralarından
alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler) Siz korkaksınız…
SUAT KILIÇ
(Samsun) – Korkak sensin!
OSMAN DURMUŞ
(Devamla) – …siz kaçaksınız, siz kanun kaçağısınız, Anayasa kaçağısınız! Biz,
hak bildiğimiz… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
FATOŞ GÜRKAN
(Adana) - Ne alakası var gensoruyla?
OSMAN DURMUŞ
(Devamla) – …doğru bildiğimiz yolda tek başına da kalsak mücadeleden yılmayız.
Ne uluslararası sermayeye arkamızı dayarız ne din istismarına dayarız ne de kız
kardeşimin, bacımın ve eşimin başının örtüsünü başkasına tartıştırırız. Siz,
fotoğraflarla basının önüne bakanlarınızın eşlerini çıkaracak kadar utanmazca…
BAŞKAN – Sayın
Durmuş…
OSMAN DURMUŞ
(Devamla) – …tanıtımlar yaptınız. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın
Durmuş, lütfen…
SAĞLIK BAKANI
RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Yalancı herif, sus!
OSMAN DURMUŞ
(Devamla) – Sayın Başkanım, söyleyecek sözlerim budur. (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın
Durmuş, süreniz bitti.
Sayın
milletvekilleri, lütfen konuşmayı dinleyin.
Teşekkür ederiz
Sayın Durmuş.
SUAT KILIÇ
(Samsun) – Utan! Utan! Yalan söylüyorsun.
OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Yalan söyleyen Osman Durmuş namerttir! (AK PARTİ ve MHP
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri… Sayın milletvekilleri, lütfen sakin olunuz.
Sayın Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan sataşmaya cevap verecek.
Buyurun Sayın
Erdoğan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
9.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Kırıkkale
Milletvekili Osman Durmuş’un, şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aslında,
sizin huzurunuzda bu tür bir iftiraya yönelik cevap için bulunmak istemezdim.
Her şeyden önce,
arkadaşımız, peygamberlik zincirinin bittiğini bilmiyor. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sizin arkadaşınız bilmiyor, il başkanınız bilmiyor.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Son peygamberin Peygamberimizle beraber son
bulduğunu bilmiyor…
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – İl başkanınız bilmiyor.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – …ve şecaat arz ederken sirkatin söylüyor.
OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Asıl ihlal eden sizsiniz, haddinizi bilin.
SAĞLIK BAKANI
RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Susun be!
OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Peygamberlik hakaret değildir.
SAĞLIK BAKANI
RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Susun be!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Önce izan sahibi olacaksın. Önce izan sahibi
olacaksın.
OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Sizi izana davet ediyorum Sayın Başbakan.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bir defa, İnternet sitelerinde nelerin dolaştığını,
ne tür belden aşağı vurmaların olduğunu çok iyi biliyoruz.
OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Konuşma bandı var, CD’si var.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Benim partimde…
OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) - Niçin işlem yapmadınız Sayın Başbakan?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Benim partimde bu şekilde bir yakıştırmayı yapan
barınamaz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Şu an il genel meclisi üyesi.
OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – İl genel meclisi üyeniz. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – Bakın… Lütfen, lütfen otur yerine! Otur yerine!
Barınamaz, bu
bir.
İki…
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Şu anda il genel meclisi üyesi.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen dinleyelim. Daha sonra…
OKTAY VURAL
(İzmir) – El hareketi yapmayın. Biz, Meclis Başkanı değiliz. Öyle el hareketi
yok! (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Susmayı öğren. Önce susmayı öğren. Dinlemeyi öğren.
Kaldı ki benimle
ilgili bu tür yakıştırmayı yapan siz…
OKTAY VURAL (İzmir)
– El hareketi yapmayın.
OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Mızrağınız çuvala sığmıyor Sayın Başbakan!
SAĞLIK BAKANI
RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Sesini kes, terbiyesiz herif!
OKTAY VURAL
(İzmir) – Türkiye Büyük Millet Meclisi burası, Başbakan Yardımcınızın Meclis
Başkanına yaptığı muameleyi kınayın önce.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen… Dinleyiniz, ondan sonra…
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bu tür yakıştırmayı yapan siz ayrıca, eşime laf
atamazsın!
OKTAY VURAL
(İzmir) – Burada CD’si…
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bu edepsizliktir, izansızlıktır!
OKTAY VURAL (İzmir) – Burada tutanağı. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın
Vural…
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Ahlaksızlıktır!
OKTAY VURAL
(İzmir) – CD’si de burada, tutanakları da burada.
OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Sayın Başbakan, size iftira atan şerefsizdir.
BAŞKAN – Sayın
Vural, Sayın Durmuş, lütfen…
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Sen başörtülüler üzerinden oy toplamak isteyeceksin,
eşimi baş örtüsü sebebiyle…
OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Sayın Başbakan, önümü ilikliyorum; size iftira atan şerefsizdir!
BAŞKAN – Lütfen,
sakin olunuz ve yerinize oturunuz sayın milletvekilleri. Sayın Erdoğan
konuşmasını bitirsin, lütfen…
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Eşimi baş örtüsü sebebiyle GATA’ya sokmayanları müdafaa edecek kadar da izansızsın!
(AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) İzansızsın!
OKTAY VURAL
(İzmir) – İl genel meclisi üyesi yaptınız, yazıktır.
OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Senin il genel meclisi üyen.
SAĞLIK BAKANI
RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Meclisin yüz karasısın sen. Otur yerine! Terbiyesiz!
Yalancı! Otur yerine!
OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Terbiyesiz senin babandır.
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Arkadaşlar, lütfen…
SAĞLIK BAKANI RECEP
AKDAĞ (Erzurum) – Gel ulan, gel bakayım!
OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Sen gel!
(Sağlık Bakanı
Recep Akdağ ile Kırıkkale Milletvekili Osman Durmuş’un birbirlerinin üzerine yürümeleri)
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Ondan sonra da, baş örtülüleri
yanına çekmek için müdafaada bulunacaksın. Hadi oradan!
(AK PARTİ
milletvekillerinin MHP sıralarına doğru yürümeleri)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 22.54
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 23.23
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal
MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Harun TÜFEKCİ
(Konya)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 55’inci Birleşiminin Beşinci
Oturumunu açıyorum.
Gensoru
önergesinin görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
VIII.- GENSORU (Devam)
A) Ön Görüşmeler (Devam)
1.- Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan Vekilleri İzmir
Milletvekili Oktay Vural ve Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ile 21
milletvekilinin, çalışma hayatındaki sorunlara ve ilgili kesimlere duyarsız
kaldığı, görev ve sorumluluklarını yerine getirmediği iddiasıyla Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer hakkında gensoru
açılmasına ilişkin önergesi (11/9) (Devam)
Hükûmet yerinde.
Şimdi, söz sırası
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’e
aittir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Dinçer.
ZEYİD ASLAN
(Tokat) – Sayın Başkan, İdare Amirimize yapılan muameleyi kınamayacak mısınız?
O zaman ben sizi kınıyorum!
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, buradaki yapılan hareketleri hiçbirimiz ve kendiniz, kendinize
yakıştırmazsınız. Bunu tabii ki kınıyorum ama burada milletvekillerimizin böyle
bir davranış içinde olmuş olmalarından gerçekten üzüntü duydum. Onun için…
Buyurunuz Sayın
Bakan.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI ÖMER DİNÇER (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün size dokuz
aydır yürüttüğüm Çalışma Bakanlığı görevi süresince yaptığım faaliyetlerim
hakkında bilgi arz etmek istiyorum. Aslında gensoru önergesini kendim için bir
fırsat olarak gördüm ve ayrıntısıyla dokuz aylık süre içerisinde yaptıklarımızı
anlatmaya çalışacağım çünkü bugüne kadar gece gündüz çalışarak dokuz aylık süre
içerisinde tüm kamuoyunun önüne çıkıp övünerek anlatabileceğimiz faaliyetleri
sizlerle paylaşma imkânını bulamamıştım. Bu vesileyle, hem yüce Meclisle bunu
paylaşmak hem de kamuoyuna yaptıklarımızı anlatmayı bir fırsat olarak
değerlendiriyorum.
Öncelikle,
Türkiye'nin istihdam sorunları ve işsizlik meselesiyle ilgili konulara değinmek
istiyorum. İşsizlikle ilgili meseleleri tartışırken üzerinde duracağım iki
temel nokta var. Bizim işsizlik sorunumuzun aslında iki boyutu vardır.
Bunlardan bir tanesi yapısal boyutudur, bir tanesi ise konjonktürel
etkiler sebebiyle karşı karşıya kaldığımız küresel krizin etkileridir.
Öncelikle, küresel krizin etkileri ve bunların yapısal boyutla ilgili
iletişimini, etkileşimini kısaca bahsetmek isterim.
Sizin de
bildiğiniz gibi 2008 yılının son döneminde derinleşen ve 2009 yılında kendisini
daha da etkili bir şekilde hissettiren küresel kriz, aslında 2009 yılının
ikinci yarısından itibaren daha çok sosyal bir kriz olarak ortaya çıkmaya
başlamıştır. Bugünlerde kendini daha çok istihdam üzerinde gösteriyor. Tüm
dünya ülkelerine baktığımızda istihdamla ilgili çok ciddi sorunlarla karşı
karşıya kaldıklarını görüyoruz. Letonya’da 2008 yılında 7,5 olan işsizlik oranı
2009 yılının üçüncü çeyreğinde yüzde 18’e çıktı. İspanya’da yüzde 11,3 olan
işsizlik yüzde 18’e çıktı. İrlanda’da yüzde 6 olan işsizlik oranı yüzde 13’e
çıktı. Amerika Birleşik Devletleri’nde 5,8 olan oran yüzde 10’a çıktı. Bunu
sayarak, onlarca ülkeyi, Avrupa Birliği ülkelerinin tamamını sayarak
arttırmamız mümkün. Japonya’da mesela 3,9’dan 5,4’e çıktı. En istikrarlı
ülkelerde bile işsizlik oranı en az yüzde 100’e yakın arttı. İki tane istisnası
vardır bunun. Bunlardan bir tanesi Avrupa Birliği ülkelerinden Almanya, bir
diğeri ise Latin Amerika ülkelerinden Brezilya oldu. Onlarda işsizlik oranları
artmadı. Bütün bunların içerisinde Türkiye’de işsizlik oranı sadece yüzde 30
civarında arttı. Tekrar altını çiziyorum, tüm dünyada yüzde 100’e yakın artış
gösterirken işsizlik oranları Türkiye’de yüzde 30’a yakın bir artış gösterdi.
Tabii ki bu sebepsiz olmadı, kendiliğinden gerçekleşen bir durum olarak ortaya
çıkmadı. Şunu hemen söylemek istiyorum ve bunu övünerek de söylemek istiyorum:
2009 yılında, Türkiye, bütün küresel krizlere ve bunun Türkiye üzerindeki
etkilerine rağmen 452 bin insana istihdam sağlamıştır. Nüfus ve iş gücündeki
artışa rağmen -ki nüfus ve iş gücünde 2009 yılında tam 860 bin kişi iş gücüne
arz olarak katıldılar- kırdan kente göçe rağmen, teknolojik gelişmelere ve iş
yaratma kapasitesinin birim başına maliyetlerinin 150 bin doları aşmasına
rağmen Türkiye 452 bin insana istihdam sağladı.
HARUN ÖZTÜRK
(İzmir) – 444’ü kadın…
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI ÖMER DİNÇER (Devamla) - Büyük bir oranının kadınlar olduğu
doğrudur.
Ayrıca, bakınız,
2003 yılına kadar tüm Türkiye’de istihdam artış oranları sadece yüzde 5
civarında seyrediyorken 2003 yılından itibaren, 2003 yılında yüzde 10,1; 2004
yılında yüzde 12, 2005 yılında yüzde 13, 2006 yılında 8,8; 2007 yılında 7,7;
2008 yılında yine 7,7 gibi artış oranları gösterdi. 2009 yılında ise maalesef
artış oranı gösteremedik ama yüzde 0,2 yani binde 2 civarında bir azalma söz
konusu oldu, krize rağmen. Şimdi, öyleyse, acaba nasıl oldu da Türkiye’de,
Avrupa Birliği ülkelerinin tamamının gıpta ettiği, çoğu kere “Bunu nasıl
başardınız?” diye gelip bizden bilgi aldıkları istihdamla ilgili çözümleri
üretebildik ve başarıyla yürütebildik?
Birkaç tane temel
hususun altını çizeceğim sadece. Kamuoyunda ilk istihdam paketi olarak bilinen
5763 sayılı Kanun’la, hepinizin bildiği gibi, sosyal güvenlik primlerini 5 puan
indirdik. Bu indirimden sonra Kasım 2009 ayı itibarıyla 725.119 işletmede 5
milyon 433 bin 441 sigortalı için tam 298 milyon 768 bin lira ödeme yaptık.
Yani istihdamı teşvik de ciddi bir etki gösterdi. Sadece 2009 yılında, bu
alanda hazine teşviki 3,5 milyar liralık bir boyuta ulaştı.
Yine sizler
biliyorsunuz, aynı Kanun’la, kadınların ve 18-29 yaş arası gençlerin mevcut
istihdama ilave edilmeleri hâlinde, beş yıl süreyle, azalan oranlarda sosyal
güvenlik primlerini işveren paylarına ödemeyi taahhüt ettik. Kasım 2009 ayı
itibarıyla bu teşvik 21.628 işyerinde karşılık buldu, 58.882 sigortalı için 7
milyon 72 bin liralık harcama yaptık.
Yine, işsizlik
ödeneği miktarını yüzde 12 civarında artırdık ve yüzde 12’lik bu artıştan
sonra, aşağı yukarı 2 milyon 163 bin kişinin başvurusuna karşılık 1 milyon 843
bin kişiye 3 milyar 22 milyon TL işsizlik ödeneği verdik.
Özürlülerin
istihdamıyla ilgili primlerin hazinece karşılanmasına yönelik yine bir teşvik
sağlamıştık. 2009 Kasımın verilerine göre 39.161 sigortalımız bu teşvikten
yararlandı, 3 milyon 976 bin lira ödeme yaptık.
Tüm illerimizde
il istihdam kurullarını ve mesleki eğitim kurullarını birleştirerek tek kurula
dönüştürdük, çok daha etkin ve verimli çalışabilecek bir yapı kazandırdık. Bu
yapının nasıl sonuç doğurduğunu biraz sonra size ayrıntısıyla izah edeceğim.
Şubat 2009’da
çıkan ve “İkinci istihdam paketi.” olarak bilinen 5838 sayılı Kanun’la kısa
çalışma ödeneği miktarını artırdık ve süresini uzattık bildiğiniz gibi. Bundan
sonra, tam 2009 yılı içerisinde 198.319 insanımızın işsiz kalmasına mâni olduk.
Biliyorsunuz, kapasitesi düşen ve işçi çıkartmak zorunda kalan işyerlerine
yaptığımız bir teşvikti bu ve yaklaşık 200 bin insanımızın işsiz kalmasını
önledik ve onlar çalışma hayatına devam ettiler ve bu alanda yapısal bir sorun
oluşmasına mâni olduk ve toplam ödeme miktarımız 172 milyon 700 bin lira oldu.
2009 yılı içinde çıkarılan 5921 sayılı Kanun’la istihdamı teşvik için Nisan
2009’dan itibaren verilen bildirilere istinaden biliyorsunuz yine işe alınanların
sosyal güvenlik primlerini ödemeyi taahhüt ettik ve 16.746 iş yerinde 46.891
yeni sigortalı, 5 milyon 443 bin 727 lirayla teşvik edildi. Yine işsizlik
ödeneği alanların işe alınmaları hâlinde Sosyal Güvenlik Kurumu primlerinin
işveren payının ödenmesi taahhüt edildi ve binlerce insan için bu sağlandı.
Toplum yararına
çalışma programlarını yine geçtiğimiz yıl nisan ayında başlattık ve tüm Türkiye
çapında 1.627 projenin içerisinde 45.467 kişi istihdam edilir oldu. Bütün
bunların yanında yine İŞKUR’un çalışmalarıyla özel
sektöre 105.263 kişi yerleştirildi. Doğrusunu söylemek gerekirse bu kadar
çabayı kendimiz bile yeterli görmedik, 2010 yılı içinde yine 28 Ocak 2010
tarihinde kabul edilen bir kanunla ek teşvikler getirdik. Ekimin sonu
itibarıyla mevcut istihdama ilave alınacak her işçi için tüm Türkiye’de sosyal
güvenlik primlerinin işveren payını ödemeyi taahhüt ediyoruz. Ve ayrıca 5084
sayılı Kanun’la kırk dokuz ilde hem mevcut hem de yeni olan istihdamla ilgili
üç yıllık süreye yönelik sosyal güvenlik primlerinin işveren paylarını yine Hükûmetimiz taahhüt etti.
Şimdi size bir
şeyi sormak istiyorum: Henüz dokuz aylık bir çalışma süresi içerisinde bununla
ilgili olarak tam iki tane hukuki düzenleme, bir tane de Bakanlar Kurulu kararı
ve çok sayıda bakanlık tebliği ve genelgesi çıkmışken acaba bunların nasıl
yorumlanacağını sadece size bırakacağım. Bunların dışında yine iş gücü uyum
programları çerçevesinde aşağı yukarı 1.285 kişiye staj imkânı, 45.467 kişiye
toplum yararına çalışmada iş imkânı ve 167.100 kişiye de eğitim desteği
verildi, eğitim programı gerçekleştirildi. Mesleki eğitim olarak tüm
Türkiye’deki illerimizde aşağı yukarı 7.931 kurs açıldı ve bu kurslarda da 167
bin kişi eğitildi.
Bütün bu çalışmalar aslında kısa vadeli ve belki de krizin
etkilerini azaltacak bir sonuç ortaya koyarken, aynı dönemde, aralık ayında ve
şimdi de şubat ayının ikinci yarısında uzun ve orta vadeli istihdam
stratejilerini belirlemek üzere tüm Türkiye çapında bilim adamlarının
katıldığı, gazetecilerin, söz söyleyebilecek herkesin katıldığı istihdam çalıştayları tertip ediyoruz. Çünkü küresel kriz, dünyadaki ekonomik gelişme ve değişmeler,
teknolojik yapı mevcut istihdam politikalarımızı değişmeye zorluyor, bunun
farkındayız ve geleceğe bakıyoruz. Aslında, geleceğini göremeyenlerin önünde
hep sorunları vardır. Nitekim, bugün de yaşadığımız sorunlar geleceği görmeden,
günlük yaşayan, günlük tepkilerle ve popülist
yaklaşımlarla karar verenlerin ortaya çıkarttığı sorunlardı ve çok şükür,
onları çözmek de bize kısmet oluyor.
Ben, doğrusunu
söylemek gerekirse, Tekel işçileriyle de ilgili bir çok
şeyi söylemeyi planlamıştım ama benden önceki konuşmacı arkadaşımız konuyla
ilgili çok ayrıntılı bilgiler verdi, onu atlıyorum.
Asgari ücretle
ilgili birkaç şeyi söylemek isterim. Bir kere, her şeyden önce şunu
söylemeliyim: Asgari ücretin 1999-2002 yılları arasındaki dönemlerde artış
oranı, reel artış oranı topu topu 6,8 puan; yılbaşına
vuracak olursanız 2,5 puan bile değil. Yıllık reel artışından bahsediyorum.
Hâlbuki o dönemde yine ekmek, makarna, bulgur, dana eti, sucuk, peynir, süt,
yoğurt, yumurta, tereyağı, margarin, sıvı yağlar, toz şeker, bal, tuz, salça,
çay gibi tam 27 tane temel gıda maddesinin 23 tanesinde bütün asgari
ücretlilerin alım gücü düştü. Ama 2003-2007 yılları arasında, bizim o alandaki
artış oranlarımız ne kadar, ben size söyleyeyim: 2003 yılında yüzde 3,7; 2004
yılında yüzde 26,6; 2005 yılında yüzde 4,2. 2006 ve 2007 yıllarında enflasyon
oranında artış sağlamışız, dolayısıyla reel artış sağlanmamış. 2008 yılında
yüzde 8,5; 2009 yılında ise yüzde 3 reel artış sağlıyoruz ve asgari ücretin
enflasyon oranının altında kaldığını söyleyen bir iddia varsa rakamlarını
burada size ve hakemliğini de yine kamuoyuna bırakıyorum.
Emekli
maaşlarıyla ilgili olarak… Emekli maaşlarıyla ilgili, hepiniz biliyorsunuz,
daha yeni çıkan kanunda ilk altı ay içerisinde en düşük emekli maaşı aylığına
yüzde 20,4; en yüksek aylığa ise yüzde 4,64 artış sağladık. 2010
yılının Temmuz ayından itibarense yine TÜFE oranlarında artış sağlayacağız ve
yaklaşık bu oranlar yüzde 24,2 ile yüzde 7,8’e ulaşacak ve bütün bunlar
karşısında en düşük SSK’lı emeklinin maaşı 683 liraya, en düşük SSK’lı tarım
emeklisinin aylığı 480 liraya, en düşük esnaf emeklisinin aylığı 555 liraya, en
düşük BAĞ-KUR emeklisinin aylığı 380 liraya çıkmış olacak ve buradaki net artış
oranları en düşüklerde yüzde 24 olacak, dolayısıyla acaba bizim ülkemizdeki
enflasyon oranlarıyla mukayese edilince yüzde kaç iyileştirme yaptığımızı hesap
edebilirsiniz? Hâlbuki 2002-2009 yılları arasındaki, 2002 yılının
sonundan itibaren baktığımızda da yine benzer şekilde artış oranlarını görmek
mümkün. SSK emeklisi için reel artış oranı yüzde 27 oldu, toplam, bu dönemde.
BAĞ-KUR emeklisi için yüzde 71,7; tarım BAĞ-KUR’lusu
için yüzde 161,3; kamu emeklileri içinse yüzde 15,8 oldu. 2002 Aralığının son
gününe kadar bu Türkiye’de emeklilerin maaşları sadece enflasyon oranında
artıyordu arkadaşlar, sadece enflasyon oranında.
Sağlık
hizmetleriyle ilgili birkaç hususun da yine altını çizmek istiyorum. Türkiye,
aslında hiçbir Avrupa Birliği ülkesinin bile cesaret edemediği sosyal güvenlik
ve genel sağlık sigortası reformunu gerçekleştirmiş bir ülkedir. Hiç mübalağa
etmeden söylüyorum.
2 kez Avrupa
Birliği bakanları toplantısına katıldım. Bu bakanlar toplantısında dikkat çeken
iki konuda sürekli soruyla muhatap kaldım. Bir tanesi sosyal güvenlik ve sağlık
alanında yapılan reformlar, bir tanesi ise mesleki eğitim konusunda son bir
yılda, bir buçuk yılda yaptığımız çalışmalar. Dahasını
söyleyeyim, nisan ayında G20’ler toplantısında Türkiye, özel olarak İŞKUR’da mesleki eğitimde yaptığı performansı ve örgütlenme
tarzını anlatacak, bu dikkat çekti ama maalesef Türkiye’de pek çok insan bunu hâlâ
görmezlikten geliyor.
Sağlık alanında,
hem kapsamı genişlettik hem bütün kesimlerin yararlanmasını sağladık hem de
erişimi kolaylaştırdık. 2002 yılında kişi başına sağlık harcaması OECD
verilerine göre 591 liraydı ama 2009 yılında bu oran 880 dolara çıktı. Yine,
2002 yılında Türkiye’de tedavi hizmetlerinden yararlanma oranı 3,1’di, şimdi
6,1’e çıktı ve uluslararası standartlara çok uygun ve çok yakın bir değerde
hizmet üretir hâle geldik.
Bütün bunlardan
sonra, normalde vatandaşlarımız sağlık harcamalarının yüzde 30’unu kendi ceplerinden
ödüyorken, dile getirilen çokça katkı paylarına rağmen şu anda
vatandaşlarımızın ceplerinden sadece ve sadece yüzde 17’lik bir harcama
gerekiyor toplamda. Daha da önemlisi, hemen şunu söyleyeyim: Özellikle çok
gündemde tutulan ilaç sanayiyle ilgili yaptığımız pazarlıklar ve global bütçeleme yaklaşımı ve nihayet bunların eczacılara
etkisiyle alakalı mevzuda sadece iki hususun altını vurgulayıp geçmek
istiyorum. Bu çalışmada biz kamu harcamalarından sadece 2010 yılı için ve
bundan sonraki bütün yıllar için en az 2,5 milyar lira tasarruf sağlama
imkânını elde ettik. Kamu harcamalarından 2,5 milyar lira tasarruf etmek
aslında övünülecek bir şey midir, eleştirilecek bir şey midir? Süreç ile sonuç arasındaki duruma baktığımızda, elde edilen sonuç
kamu yararınaysa, daha da önemlisi bütün vatandaşların ceplerinden çıkacak ilaç
harcamalarında, ilaç genel fiyatlarında yüzde 30’a yakın indirim sağlanmışsa ve
ödeyecekleri katkı paylarından dolayı da en az yüzde 30 civarında vatandaş
cebinde bir tasarruf sağlanacaksa övünülecek şey midir yoksa tartışılacak şey
midir?
Aslında, tam da
ilaç sanayisiyle ilgili yaptığımız çalışmada ben sizlerden takdir bekliyorken
hatta kamu adına, vatandaş adına teşekkür bekliyorken gensoruyla ilgili
birtakım hususları dile getirdiniz ama ben size başka hususlardan da bahsetmek
istiyorum:
Doğrusu gensoruyu
verenlere bir sitemim var. Gözden kaçırdıkları başka şeyler de olmuş. Ben
şimdi, ihbar ediyorum kendimi. Lütfen, vereceğiniz önergelerde bunu da göz
önüne alın. Ben, dokuz aylık süre içerisinde en az iki ayda verilen işletme
belgelerini bir günde vermeye başladım ve işverenlere kolaylık sağlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Bütün yetkiler merkezde toplandığı için sekiz ay
kadar uzayan işçi şikâyetlerini bugün mübalağasız on beş günden daha az sürede
çözüyorum. İşçiye sahip çıkmak nasıl olurmuş? Böyle ifade ediyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Geldiğim günden beri birikmiş tam 46 bin dosyayı üç ayda
bitirdim.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AKİF AKKUŞ
(Mersin) – Şimdi, ne oldu? Fabrikalar kapandı.
BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI ÖMER DİNÇER (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.
Yabancıların
çalışma izinlerini -en az yedi sekiz ay sürüyordu- bugün, mübalağasız bir aydan
önce veriyoruz ve yabancılara bu ülkeyi belki de satıyoruz! Önerge verebilirler,
versinler lütfen… (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Hasta, özürlü,
malul, yaşlı hatta isteyen herkese kendi evinde emekli maaşını götürüp teslim
ediyoruz, hiçbir bedel almadan. Eğer bu eleştirilecek bir şeyse ve bir şey
yapmadığımı dile getirmiyorsa, o zaman hepsinin altını çizerek söylüyorum. Biz,
evet, emeklimizin maaşını evinde veriyoruz, PTT’yle anlaştık ve hiçbir bedel
ödemeden, vatandaşımızın hiçbir bedel ödemesini sağlamadan yapıyoruz. Emekli
maaşlarını, sadece yine bu dokuz aylık süre içerisinde yirmi gün daha erken
vermeye başladık. 2002 yılında bu aşağı yukarı yüz yirmi günde veriliyordu,
şimdi otuz üç günde veriyoruz.
Sosyal Güvenlik
Kurumu, Çalışma Bakanlığı ve İŞKUR’a ayrı ayrı bildirgeleri veriliyordu; bürokrasiyi azalttık, tek
kuruma veriliyor, bütün işverenlerimizin iş yükünü hafiflettik.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen
bağlayınız.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI ÖMER DİNÇER (Devamla) – Nüfusu 30 binden aşağıda olan bütün
beldelerimizde, sosyal güvenlik hizmetlerini vatandaşımızın ayağına
götürüyoruz.
Evet, ben,
arkadaşlar, devletin gücünü vatandaşla paylaşmaya başladım. Devletin gücünü,
aslında bütün sosyal taraflarla paylaşmaya başladım. Vatandaş odaklı bir
yönetim anlayışını yerleştirmeye çalışıyorum. Bu birilerini rahatsız ediyor.
Statükoyu, değişime karşı olanı, mevcut dengeleri bozmak isteyen herkesi
rahatsız ediyor. Ben rahatsız etmeye devam edeceğim, çünkü uzun vadede bu
ülkemizin geleceğini orada görüyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Sonuç olarak şunu
söyleyeyim -sözlerimi bitiriyorum Sayın Başkan, hoşgörünüze teşekkür ederim-
işsizliği önleme, istihdamı yaratma konusunda Avrupa Birliği ülkeleri
içerisinde en başarılı ülkeyiz.
Biz, tekrar
altını çiziyorum, Avrupa’da sanayileşmiş ve istihdam oranı çok yüksek bir
ülkede işsizlik artarken, yılda 860 bin kişinin iş gücü arzı olduğu ülkede
işsizlik oranını artırmadık. Eğer bu ilgisiz kalmaksa, ben bu ilgisiz kalmaya
razıyım.
Sosyal devlet
uygulamalarıyla ilgili olarak…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen
selamlayınız Genel Kurulu.
Buyurun.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI ÖMER DİNÇER (Devamla) – Sayın Başkan, lütfen, çok kısa kaldı,
bitirmek üzereyim.
Sosyal adalet
tanımını değiştirdik. Evet, Türkiye'nin millî gelirini, 2009
yılı içinde, bu zamana kadar, 2003’ten 2009’a kadar 3 katı artırmış olmamıza
rağmen, sosyal harcamaları yüzde 13’ten yüzde 17’ye çıkardık, ama biz
başkalarının anladığı gibi devlet görevlilerinin imtiyazlarını artırarak sosyal
devlet anlayışını pekiştirmiyoruz; anlamı değiştiriyor, fakirin, yoksulun, tüm
sivil kesimlerin harcamalarını artırarak sosyal devlet anlayışı uygulamaya
çalışıyoruz.
Çalışma hayatının
kalitesini artırmaya çalışıyoruz. Evet, artıracağız ve uluslararası alandaki
bütün eleştirileri yok edecek bir strateji içerisindeyiz.
Ayrıca, biz,
sendikayla ilgili -burada açıkça herkese açık çek veriyorum, bütün muhalefete
ve iktidara- sendikal her türlü hak ve özgürlüğü uluslararası standartlara
uygun olmak üzere ve ideal ölçülerde gerçekleştirme üzere, eğer varsanız gelin,
buraya bu sendikal hak ve özgürlükleri de getirmeye hazırım. Bunu da buradan
ifade ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Dinçer.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI ÖMER DİNÇER (Devamla) – Sayın Başkan, son cümlemi söyleyeceğim.
BAŞKAN – Sayın Dinçer, ama üç dakika verdim size.
Lütfen, sadece
selamlayın ve teşekkür edin.
Buyurunuz.
ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI ÖMER DİNÇER (Devamla) – Sadece dokuz aylık bakanım.
İngilizlerin bir atasözünü hatırlatıp hepinize teşekkür ederim. Diyorlar ki:
“Küçük insanlar insanlarla uğraşır, vasat insanlar olaylarla uğraşır, büyük
insanlar projelerle uğraşır.” Hep projelerle uğraştım, uğraşmaya devam
edeceğim.
Hepinizi saygıyla
selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Dinçer.
Sayın
milletvekilleri, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer
hakkındaki (11/9) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı
hususundaki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi gensoru
önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususunu oylarınıza sunacağım.
Gensoru
önergesinin gündeme alınmasını kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmemiştir.
Sayın
milletvekilleri, alınan karar gereğince, Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşleri sırasıyla görüşmek için 3 Şubat 2010 Çarşamba
günü saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.