Normal 44161 2 2 2010-03-02T13:18:00Z 2010-03-02T13:18:00Z 1 39573 225570 TBMM 1879 529 264614 11.9999 Clean Clean 0 0 nk 0 nk 0 0 false false false 0 nk 0 nk MicrosoftInternetExplorer4

 

 

DÖNEM: 23                            CİLT: 59                    YASAMA YILI: 4

 

 

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

54’üncü Birleşim

28 Ocak 2010 Perşembe

 

(Bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

 

   I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

  II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - YOKLAMALAR

IV. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Denizli Milletvekili Mehmet Salih Erdoğan’ın, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun 711’inci yıl dönümü ve Osmanlı Haftası’na ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun, Malatya ilinde inşaatları devam eden baraj, gölet ve sulama kanallarına ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Mersin Milletvekili Behiç Çelik’in, ekonomik krizin Mersin iline etkilerine ilişkin gündem dışı konuşması

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Bartın Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya ve 36 milletvekilinin, özürlü istihdamındaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/537)

2.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse ve 23 milletvekilinin, başta kuru üzüm olmak üzere üzüm yetiştiriciliğindeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/538)

3.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel ve 26 milletvekilinin, çocuk işçiliği sorununun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/539)

4.- Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup Başkan Vekilleri Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay, İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve İzmir Milletvekili Kemal Anadol’un, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansına yönelik çeşitli iddiaların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/540)

 

VI.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- (10/478) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 28/1/2010 Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi

2.- (10/44, 10/147) esas numaralı Meclis Araştırması önergelerinin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 28/1/2010 Perşembe günkü birleşiminde birlikte yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi

 

VII.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER

1.- Sataşma talebinin yerine getirilmemesi nedeniyle Oturum Başkanının tutumu hakkında

 

VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, usul tartışmasındaki konuşmasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

IX.- SEÇİMLER

A) Komisyonlara Üye Seçimi

1.- (10/60, 63, 99, 242, 243, 244, 245, 246, 254, 256) esas numaralı, Meclis Araştırması Komisyonuna üye seçimi

 

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)

2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)

3.- Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu Raporu (1/704) (S. Sayısı: 383)

 

XI.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Giresun Milletvekili Murat Özkan’ın, Spor Totoda ve spor federasyonlarında işe başlatılanlara ve yargılanan federasyon başkanlarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Faruk Nafız Özak’ın cevabı (7/11447)

2.- İstanbul Milletvekili D. Ali Torlak’ın, denizcilik sektörünün desteklenmesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın cevabı (7/11484)

3.- Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, taşra teşkilatı personelinin yemek katkı payından yararlanmamasına ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün’ün cevabı (7/11677)

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu saat 14.03’te açılarak dokuz oturum yaptı.

 

Antalya Milletvekili Abdurrahman Arıcı, Antalya Milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu’nun Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Başkanlığına seçilmesine,

Muğla Milletvekili Gürol Ergin, Muğla’nın Köyceğiz ilçesine bağlı Beyobası beldesindeki Yuvarlakçay’da yapılmak istenen hidroelektrik santrali nedeniyle çevre köylülerinin yaşadıkları drama,

Niğde Milletvekili Mümin İnan, Türkiye’deki işsizlik, yoksulluk ve gelir dağılımındaki adaletsizliğe,

İlişkin gündem dışı birer konuşma yaptılar.

 

Mardin Milletvekili Emine Ayna ve 19 milletvekilinin, bazı basın ve yayın kuruluşlarına ve mensuplarına yönelik saldırı olaylarının (10/533),

Karaman Milletvekili Hasan Çalış ve 19 milletvekilinin, Vakıflar Genel Müdürlüğünün imarethanelerdeki sıcak yemek dağıtımına son vermesinin yol açacağı sorunların (10/534),

Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve 20 milletvekilinin, şeker pancarı üreticilerinin sorunlarının (10/535),

Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve 20 milletvekilinin, Tokat ilindeki hayvan üreticilerinin sorunlarının (10/536),

Araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

 

Türkiye Cumhuriyeti Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ile Bahreyn Krallığı Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Arasında Mutabakat Zaptının,

Türkiye Cumhuriyeti Devlet İstatistik Enstitüsü ile Kazakistan Cumhuriyeti İstatistik Ajansı Arasında İstatistik İşbirliği Anlaşmasının,

Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarılarının geri verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkereleri okundu; Dışişleri Komisyonunda bulunan kanun tasarılarının Hükûmete geri verildiği bildirildi.

 

Erişme Kontrollü Karayolları Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın geri verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi okundu; Genel Kurul gündeminde bulunan kanun tasarısının Hükûmete geri verilmesi,

 

25 Ocak 2010 tarihinde dağıtılan ve Genel Kurulun 26 Ocak 2010 Salı günkü birleşiminde okunan (11/9) esas numaralı gensoru önergesinin gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmında yer almasına; Anayasa’nın 99’uncu maddesi gereğince gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerin Genel Kurulun 2 Şubat 2010 Salı günkü birleşiminde yapılmasına; Genel Kurulun, 2 Şubat 2010 Salı günkü birleşiminde sözlü sorular ve diğer denetim konularının, 3 Şubat 2010 Çarşamba günkü birleşiminde ise sözlü soruların görüşülmemesine; Genel Kurulun, 2 Şubat 2010 Salı günkü birleşiminde (11/9) esas numaralı gensoru önergesinin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar, 3-4 Şubat 2010 Çarşamba ve Perşembe günkü birleşimlerinde 14.00-20.00 saatleri arasında çalışmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi,

Kabul edildi.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:

1’inci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),

2’nci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/499) (S. Sayısı: 321),

Görüşmeleri komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.

 

3’üncü sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen ve görüşmelerine devam olunan, Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi'nin, Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili İzmir Milletvekili Oktay Vural'ın, Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi ve 15 milletvekilinin, Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy ve 17 milletvekilinin, Bartın Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya'nın, Antalya Milletvekili Osman Kaptan ve 2 milletvekilinin, Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk ve 8 milletvekilinin, Kahramanmaraş Milletvekili Veysi Kaynak ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın'ın Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun (1/797, 2/497, 2/520, 2/527, 2/555, 2/557, 2/561, 2/565, 2/570) (S. Sayısı: 463) görüşmeleri tamamlanarak elektronik cihazla yapılan açık oylamadan sonra kabul edildi ve kanunlaştı.

 

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, bazı milletvekillerinin, şahsına,

Samsun Milletvekili Suat Kılıç, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, grubuna,

İzmir Milletvekili Oktay Vural, Samsun Milletvekili Suat Kılıç’ın, grubuna,

Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay, Samsun Milletvekili Suat Kılıç’ın, grubuna,

Tunceli Milletvekili Kamer Genç, Samsun Milletvekili Suat Kılıç’ın, şahsına,

Sataşması nedeniyle birer konuşma yaptılar.

 

28 Ocak 2010 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 14.00’te toplanmak üzere birleşime 01.16’da son verildi.

 

                                                                    Sadık YAKUT

                                                                    Başkan Vekili

 

                   Murat ÖZKAN                                                                       Yusuf COŞKUN

                         Giresun                                                                                    Bingöl

                       Kâtip Üye                                                                                Kâtip Üye

 

                   Gülşen ORHAN                                                                       Yaşar TÜZÜN

                            Van                                                                                       Bilecik

                       Kâtip Üye                                                                                Kâtip Üye

 

                                                                                                                                                 No.:  69

II.- GELEN KÂĞITLAR

28 Ocak 2010 Perşembe

Tezkereler

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisinin Denetimine Tabi Kuruluşların 2008 Yılı Faaliyetleri, Bilanço, Kar ve Zarar Hesaplarına Ait Raporların Sunulduğuna İlişkin Başbakanlık Tezkeresi (3/1071) (Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.01.2010)

2.- Adana Milletvekili Necdet Ünüvar’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1072) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.01.2010)

3.- Türk Silahlı Kuvvetleri Deniz Unsurlarının; Korsanlık/Deniz Haydutluğu ve Silahlı Soygun Eylemleriyle Mücadele Amacıyla Yürütülen Uluslararası Çabalara Destek Vermek Üzere, Gereği, Kapsamı, Zamanı ve Süresi Hükümetçe Belirlenecek Şekilde Aden Körfezi, Somali Karasuları ve Açıkları, Arap Denizi ve Mücavir Bölgelerde Görevlendirilmesi ve Bununla İlgili Gerekli Düzenlemelerin Hükümet Tarafından Belirlenecek Esaslara Göre Yapılması İçin Türkiye Büyük Millet Meclisinin 10.02.2009 Tarihli ve 934 Sayılı Kararı ile Hükümete Verilen İzin Süresinin Anayasa’nın 92 nci Maddesi Uyarınca 10.02.2010 Tarihinden İtibaren Bir Yıl Uzatılmasına Dair Başbakanlık Tezkeresi (3/1073) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.01.2010)

Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Bartın Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya ve 36 Milletvekilinin, özürlü istihdamındaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/537) (Başkanlığa geliş tarihi: 3.12.2009)

2.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse ve 23 Milletvekilinin, başta kuru üzüm olmak üzere üzüm yetiştiriciliğindeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/538) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.12.2009)

3.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel ve 26 Milletvekilinin, çocuk işçiliği sorununun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/539) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.12.2009)

4.- Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay, İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve İzmir Milletvekili Kemal Anadol’un, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansına yönelik çeşitli iddiaların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/540) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.12.2009)

28 Ocak 2010 Perşembe

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.05

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN (Bingöl), Murat ÖZKAN (Giresun)

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 54’üncü Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, Osmanlı Devleti’nin kuruluşuyla ilgili söz isteyen Denizli Milletvekili Mehmet Salih Erdoğan’a aittir.

Buyurun Sayın Erdoğan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Denizli Milletvekili Mehmet Salih Erdoğan’ın, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun 711’inci yıl dönümü ve Osmanlı Haftası’na ilişkin gündem dışı konuşması

MEHMET SALİH ERDOĞAN (Denizli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 27 Ocak, her yıl, Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıl dönümü ve kuruluş haftası olarak kutlanmaktadır.

Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun 711’inci yıl dönümü ve Osmanlı Haftası sebebiyle bazı düşüncelerimi sizlerle paylaşmak için söz aldım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Oğuzların Kayı boyunun 711 yıl önce Sögüt’e yerleşmesiyle birlikte Türklerin Anadolu’daki macerası başlamış, böylelikle, altı yüz yıl varlığını sürdüren ve üç kıtaya yayılan Osmanlı İmparatorluğu’nun temeli atılmıştır.

Tarih nedir? Tarihten ne anlamalıyız? Tarih bir milletin hafızasıdır, değerler ve kıymet hükmü tablosudur. Değerler ve kıymet hükümlerimiz, nasıl bir kültür ve medeniyete sahip olduğumuz, tarihe bakarak öğrenilir. Geçmişten alacağımız dersler, yakalayacağımız ipuçları geleceğimizi daha iyi, daha sağlam ve daha güçlü inşa edebilme imkânını bize sağladığı gibi, tarih bugünün sorunlarına ve yarının ihtiyaçlarına cevap vermemizde ve projeler üretmemizde bize rehber olacak bir hazinedir.

Unutmayalım ki, tarih, geçmişe dönmek için veya geçmişi bugüne getirmek için değil, geleceğe daha kararlı bir şekilde ilerlemek için öğrenilir. Bunun içindir ki tarihi, geçmişte bir yerde olup bitmiş olayları okur gibi okumadan, bugün olmakta olana bir yorum gibi ve gelecekte olması gerekene bir çözüm gibi okumalıyız.

Değerli milletvekilleri, Osmanlı Devleti, bir imparatorluktu, büyük bir devletti, küresel bir güçtü. Korunabilen Osmanlı arşivlerinin sayısının bugün 100 milyonun üzerinde olması Osmanlının büyüklüğü hakkında bir kanaat oluşturur zannediyorum.

Başka bir açıdan Osmanlının büyüklüğüne şöyle bakabiliriz: Bir tarihçimizin ifade ettiği gibi Edirne ilimiz bugün bir serhat şehrimizdir. Peki, hiç düşündük mü, Edirne Osmanlıda bir serhat şehri miydi? Edirne, İstanbul’un yanı başında Balkanların başkentiydi. Yani Edirne’yi Selanik’ten, Niş’ten, Atina’dan, Şumnu’dan, Belgrad’tan, Sofya’dan, Dubrovnik’ten ayrı düşünmemiz mümkün değildir. Aynı şekilde Halep: Halep ile Antep kardeşti, tıpkı Tiflis ile Bitlis’in kardeş olduğu gibi. Bağdat: Bugün İstanbul’un Anadolu yakasındaki en gözde caddesi olan Bağdat Caddesi, tarihte İstanbul’u Bağdat’a bağlayan yolun başlangıcıydı. Öyle ise Bağdat’ı, Halep’i Şam’ı düşman toprak parçası olarak saydığımız sürece, tarihimizi ve Müslüman kimliğimizi anlamış olamayız, anlamamış oluruz.

Bir kere, Osmanlının yayıldığı coğrafya çok büyük, üç kıtada 20 milyon metrekare büyüklüğündeki bir coğrafyada söz sahibiydi Osmanlı. Osmanlı İmparatorluğu’nun Anadolu topraklarındaki Türk egemenliğinin esasını hoşgörü ve barışa dayalı devlet anlayışı teşkil etmektedir. Bu coğrafyada çeşitli dil, din ve ırktan oluşan toplumların huzur içinde yaşadığını görmekteyiz. Osmanlı barışının bozulduğu topraklarda bugün hâlâ istikrar arayışı devam ediyor. Osmanlının çekildiği topraklar bugün yalnız hüzün üretmiyor, aynı zamanda kan ve gözyaşı da üretiyor.

Vaktiyle her anlamda hayata önderlik eden İslam dünyası, Osmanlının hayattan çekildiği tarihten beri insanlık âlemine hiçbir katkı yapmadan, kendi varlığını dahi devam ettirmekte zorlanarak yalpalıyor, işte Filistin, Afganistan, Irak örnekleri gibi.

Değerli milletvekilleri, asırlarca dünyaya hükmeden Osmanlı Devleti sadece askerî ve idari alanda büyük değildi; kültür, sanat ve medeniyet alanında da nice erişilmez dahiler yetiştirmiş bir devletti.

Ali Kuşçu ve Takiyüddin gibi astronomi âlimleri, Mimar Sinan gibi mimari dehalar, Sultan III. Selim ve Dede Efendi gibi musiki üstatları, Pirî Reis ve Kâtip Çelebi gibi coğrafyacılar, Ebussuud Efendi ve Ahmet Cevdet gibi hukukçular, Şeyh Hamdullah gibi hattatlar, Baki ve Nedim gibi şairler hep bu devletin bağrından çıkmıştır.

Tabii ki altı yüz yıllık Osmanlı tarihi içinde ve 20 milyon kilometrekarelik Osmanlı coğrafyasında dağınık hâlde de olsa bazı olumsuzluklara, bazı yanlışlara da rastlayabiliriz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Erdoğan, lütfen tamamlayınız.

MEHMET SALİH ERDOĞAN (Devamla) – Makam için fetva veren Turşucuzadeler, ilmî gerçeklere karşı çıkan Kadızadeler olmuştur. Ama Osmanlı tarihi içinde dağınık hâlde meydana gelen bu yanlışları ve kötülükleri toplar ve siyah bir perdeyle Osmanlıya bakarsanız, o zaman kapkara bir tarihle karşılaşırsınız. Tarih, bir olaylar ve insanlar bahçesidir. Bu bahçede iyiliklere de rastlarız, kötülüklere de rastlanabilir.

Değerli milletvekilleri, Osmanlı bahçesinde bir gezinti yapmaya çalıştık. Osmanlıdan alacağımız ve bizi millet yapan kazanımlarımızı inkâr etmeden, seksen yedi yıl önce kurduğumuz cumhuriyetimizin kazanımlarını da buna ekleyerek medeniyet yolunda yolumuza devam etmemiz gerektiğini ifade ediyorum.

Yüce heyetinizi tekrar saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Erdoğan.

Gündem dışı ikinci söz, Malatya ilinde inşaatları devam eden baraj, gölet ve sulama kanalları hakkında söz isteyen Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’na aittir.

Buyurun Sayın Aslanoğlu.

2.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun, Malatya ilinde inşaatları devam eden baraj, gölet ve sulama kanallarına ilişkin gündem dışı konuşması

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinize saygılar sunuyorum.

Şimdi elimizde ne var, hangi tarihte başlamış, açıklayayım önce, bilin de, ondan sonra… Elimizde şu anda inşaatı devam eden ne var, açıklayacağım: Bir Kapıkaya Barajı’mız var, başlangıç tarihi 97. Boztepe Barajı’mız var, 97. Çat Barajı kanalları var, 92. Yoncalı Barajı var, iz bedelde. Darende Gökpınar kanalları var, başlangıç tarihi 93. Elimizdeki inşaatı devam eden projeler bunlar arkadaşlar.

Dikkatinizi çekerim, hepsinin başlangıcı 97 ve daha öncesi. Olmuş 2010. Değerli milletvekilleri, bunların daha hiçbiri bitmedi; 97-2010, hiçbiri bitmedi.

2002’den bu yana kadar da başlamış veya başlayacak veya projesi yapılmış bir tane projemiz de yoktur. Yani 2002’den sonra temeli atılmış, atılacak, yaptık, yapacağız dediği bir tek proje de yoktur.

OSMAN DEMİR (Tokat) – Nereyi anlatıyorsun?

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Sadece sadece açtığınız bir tane şey var -dişimi kıracağım- 97 öncesi başlayan Sofular Göleti’miz var. Onu açtınız, maşallah, alkışlıyorum! Bir de suyu akmayan, suyu olmayan Arapgir Gölet’i.

Arkadaşlar, su yok; DSİ yaptı, gölet yaptı, su yok. Maşallah! Şimdi, herhâlde etrafı su, 3 kilometre ilerisi su. Göleti yaptı bitirdi -yani bu da 2002’den önce planlanmış, onu da söyleyeyim- ama su yok, Arapgir Göleti. Yani 97’den önce hepsi projelendirilmiş, on üç senedir bir tane projemiz bitmedi arkadaşlar, bir tane!

Şimdi, işin garibi, arkadaşlar, iki tane barajımız var Boztepe, Kapıkaya. Bunlar belki 2012’de bitecek, belki! Ödenek verilirse, belki! Ama işin garibi, hiçbirinin kanalı yok daha.

Ondan sonra, Çat Barajı 96’da bitmiş. Daha kanalları, ödenek verilirse bu sene bitecek, 2010’da. On dört sene sonra kanalları bitiyor. Baraj doldu. Eğer Kapıkaya ve -bunlar sulama barajı- Boztepe’nin siz bugünden veya üç yıl önceden kanallarına başlamazsanız, bitirmezseniz, baraj bitmiş, ne işimize yarayacak baraj arkadaşlar? Ne işimize yarayacak arkadaşlar?

Değerli arkadaşlar, Sayın Bakan burada olsaydı, hakikaten bu konuda yüreğimiz yanık. On üç senedir Malatya’da biten ne bir baraj ne bir kanal var. Altını çiziyorum. Sadece iki tane gölet, birinin suyu var birinin suyu yok arkadaşlar.

Değerli arkadaşlar, buradan uyarıyorum DSİ yetkililerini, iki tane baraj, muhtemelen, eğer ödenek verirseniz, 2012’de bitecek -muhtemelen- ama kanallarını bugünden planlamazsanız, kanallarını eğer Çat Barajı’nda olduğu gibi, on dört yıl sonra eğer kanal bitirecekseniz, barajlar bitmiş ne işe yarar? Bugünden ben bir kez daha uyarıyorum. Çat Barajı bitti, 280 milyon dolar para harcandı, daha kanallar bitmedi, barajın seviyesi epeyce mille doldu. Bir de şimdi barajda su yok, kanallar bitiyor ama hangi suyu vereceğiz o da belli değil, bu da belli değil arkadaşlar.

Değerli arkadaşlarım, Hükûmetler… Bir ay önce Sayın Bakan bize bir davetiye gönderdi, “1.500 tane hizmeti açıyorum.” dedi, 1.500 tane. Hakikaten merak ediyorum, hangi hizmeti açıyor? Acaba, Arapgir’de olduğu gibi suyu olmayan göletleri mi açtı? Merak ediyorum arkadaşlar, merak ediyorum. Onun için, Arapgir Göleti’nin hemen üst başında dünya kadar su var, 3 kilometre. Bir boruyla getirilebilir oraya. Ama her nedense, ne hikmetse getirilmiyor. Bizim…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu, lütfen tamamlayınız.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Bitiriyorum.

Değerli arkadaşlarım, Malatya’nın etrafı çok mümbit, her tarafımız su. Madem bize faydası yok, arkadaşlar, başka iller istiyorsa verelim çünkü başka illerin barajı bitiyor, başka illerin göleti bitiyor. Eğer isteyen il varsa bizim suyumuz çok, arkadaşlar; Sivas’a verelim, Adıyaman’a verelim, verelim arkadaşlar.

Evet, değerli arkadaşlarımız, durum bu, özetle. Şu anda inşaatı devam eden, bitmeyen ne kadar proje varsa başlangıç tarihi 97 ve öncesidir. On üç yıl geçmiş, bitmemiş hiçbiri. 2002’den sonra başlayan tek bir proje yoktur. Darende Gökpınar projesini unuttum, 93 başlangıcı, kanal. Arkadaşlar, hâlen daha işte “ölme eşeğim ölme” her sene küçük bir ödenek; 93-2010, on yedi yıl arkadaşlar! Takdir hepinizin. Bu konuda bizim yüreğimiz çok yanık. Başka illerin de belki yüreği yanık ama biz bu konuda çok mağduruz.

Hepinize saygılar sunuyorum, teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Aslanoğlu.

Gündem dışı üçüncü söz, ekonomik krizin Mersin iline etkileri hakkında söz isteyen Mersin Milletvekili Behiç Çelik’e aittir.

Buyurun Sayın Çelik. (MHP sıralarından alkışlar)

3.- Mersin Milletvekili Behiç Çelik’in, ekonomik krizin Mersin iline etkilerine ilişkin gündem dışı konuşması

BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ekonomik kriz ve krizin Mersin’e etkileri hakkında gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Yaklaşık 60 trilyon dolar olarak hesap edilen global ekonomik büyüklüğün açmazı, aslında uygulanan politikalar açısından baktığımızda 2002 yılının başlarına kadar uzanır. Birçok arkadaşımız biliyor, indirilen faizler nedeniyle global ekonomide özellikle kredi talebinin aşırı artmış olması ve artan kredi nedeniyle de emlak fiyatlarının artmış olması ve düşük kaliteli, “mortgage” denen emlak kredilerinin aşırı çoğalması ve bollaşan uluslararası likidite geçici olarak dünyada bir bolluk dönemini başlatmış oldu. Aslında bu tarih bizim Türkiye’miz açısından da AKP’nin iktidara geldiği yıla rastladı fakat bu kredinin geri dönüşümü ve sistemin çarkının iyi çevrilememesi ve bu konularda zorlaşma ve sıkıntılar başlayınca, akabinde, doğal olarak daralma ve hatta resesyona kadar giden süreci de getirmiş oldu.

İşte bu kabaca bahsetmiş olduğum hususlar bize 2007 yılını işaret etmektedir. Bolluğun krize dönüşmeye başladığı bu periyotta Hükûmetin önlem almada gecikmesi, hatta bunu küçümseyerek, hafife alarak “kriz teğet geçti” söylemiyle meseleye yaklaşması, tabii ki zorlukları da oldukça artırmıştır ancak 57’nci Hükûmetin almış olduğu ekonomik sistemle ilgili kararlar ve bankacılık sistemi, tabii, AKP hükûmetlerini büyük ölçüde rahatlatmıştır, bunu da burada ifade etmek lazım.

Sonuç olarak, son iki buçuk yılda yaşanan, kriz döneminde yaşanan tamamen hüsrandır ve hüsranın doğurduğu sonucun faturası milletimize kesilmiştir. Ne sağlam bir bütçe disiplini sağlanabilmiş ne de sağlam piyasalar oluşturulabilmiştir ne de sektör istikrarını sağlamak mümkün olmuştur. Her alanda daralma ve üretimde düşüşler yaygın işsizliği de beraberinde getirerek, Türkiye’de 1 milyonun üzerinde insanımız açlık sınırının altında yaşamaya mahkûm edilmiş, 20 milyona yakın insanımızsa yoksulluk sınırının altında yaşamaya ne yazık ki mahkûm edilmiştir. Öyle anlar geldi ki ekonomik daralma yüzde 14’lere kadar çıktı ve makineler durdu, özel sektör dışarıya daha fazla borçlandı ve son olarak bütçe açığı 52 milyar doların üzerine çıktı.

Kısaca, Türkiye tüm sektörlerde batağa sürüklenirken, özellikle benim burada vurgulamak istediğim konu, Mersin’in ekonomik krizden en fazla etkilenen il olmasıdır. Mersin’de, son TÜİK verilerine göre, nüfusun düşmüş olması da çok dikkat çekicidir çünkü Mersin her zaman en fazla nüfus artışına sahne olan ildir. Buna rağmen artık Mersin bütün sektörleriyle can çekişmektedir. Lojistiğin başkenti olabilecek olan Mersin’de ne yazık ki bu konuda da Hükûmet tarafından yeterli önlemler alınmamıştır. Serbest bölgeler konusu bu kürsüde konuşulurken Mersin Serbest Bölgesine değinmiştik ancak Mersin Serbest Bölgesini rahatlatıcı herhangi bir önlem söz konusu değildir. Turizm yatırımları söz konusu değil ve Mersin turizm açısından Antalya’yla yarışacak kapasiteye sahip olmasına rağmen ne yazık ki bu konuda Hükûmetin en ufak bir çalışması olmamıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen tamamlayınız Sayın Çelik.

BEHİÇ ÇELİK (Devamla) – Yol yapmakla övünen Hükûmet Mersin-Antalya yolunu da yapmakta ne yazık ki isteksizdir. Tarım ve hayvancılık öldürülmüştür, narenciye azgın piyasa yapıcılarının elindedir ve meyvecilik can çekişmektedir, Anamur’un muzu piyasada gerektiği değere bir türlü kavuşturulamamaktadır ve Mersin merkezde şehirleşme istenilen düzeye getirilememektedir. Bütün bunları topladığımızda, esnaf ve tüccarın Mersin’de yüzde 40 oranında iş yerini kapattığı dikkate alındığında, Mersin’e bir el atma zorunluluğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.

Bu itibarla, ben diyorum ki Mersin’i gelin, el birliğiyle kurtaralım, Mersin’e hayatiyet verelim diyorum. Hepinize saygılar sunuyorum. Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çelik.

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – AKP en sonunda Mersin’i de batırdı. Bir orası kalmıştı...

BAŞKAN – Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin dört önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Bartın Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya ve 36 milletvekilinin, özürlü istihdamındaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/537)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye de yaşayan yaklaşık 8,5 milyon özürlü insanımızın, başta bakım, sağlık, eğitim ve istihdam gibi konular olmak üzere çok ciddi sorunları bulunmaktadır. Bu sorunlardan özellikle "özürlülerin istihdamı” konusu, ülkemizin kanayan yarası olmuştur. Çalışmadan, üretmeden, sadece tüketen biri olarak yaşamak, özürlü insanlarımızın kabullenemediği bir durumdur. Bu insanlarımız çalışarak aile bütçesine katkı sağlayacakken, tedavi, eğitim, bakım vs. giderleri nedeniyle, ailelerine maddi anlamda büyük yük getirdiklerini düşünmektedirler.

Özürlü istihdamının en iyi şekilde uygulanabilmesi, onların iş sahibi yapılarak gelir elde etmelerinin sağlanması maksadıyla, uluslar arası düzeyde birçok toplantılar yapılmış, bu toplantılarda alınan kararlar neticesinde; özürlülerin iş bulma ve o işte sürekliliğinin sağlanması için gerekli araç-gereç ile birlikte bireysel yardım gereksinimlerinin karşılanması gerektiği konusunda tedbirler alınması öngörülmüştür. Ülkemizde ve dünya da, özürlülerimizin sosyal boyutta dışlanmalarının önüne geçebilmenin en temel yolu olarak da, onlara iş olanaklarının sağlanması gerektiği fikri kabul edilmektedir.

Türkiye de özürlülere yönelik istihdam politikaları temelde kota/ceza yöntemine dayanmakta, kota/ceza yöntemi, özürlü istihdamı konusunda kamu ve özel sektör iş yerleri için çeşitli yasal yükümlülükleri içermektedir. 657 sayılı Kanuna göre, kamu kurum ve kuruluşları, dolu kadro sayısının yüzde 3'ü oranında özürlü memur çalıştırmakla yükümlüdürler. İşçilere ilişkin oran ise kamu ve özel sektör işyerleri açısından farklıdır. 4857 sayılı İş Kanunu'nun, 2008 tarihinde 5763 sayılı Kanun ile değiştirilen 30 uncu maddesine göre, elli veya daha fazla işçi çalıştıran özel sektöre ait iş yerlerinde en az yüzde 3, kamu iş yerlerinde ise yüzde 4 özürlü işçi çalıştırılması zorunluluğu bulunmaktadır.

Türkiye de bu yasal zorunluluklara rağmen, maalesef hem kamu, hem de özel sektöre ait iş yerlerinde, özürlü istihdam kotalarına uyulmamaktadır. Devlet Personel Başkanlığının 2009 yılı verilerine göre, kamuda istihdam edilen özürlü sayısı yaklaşık olarak 9.960, boş özürlü kadrosu ise yaklaşık 45.000 civarındadır.

Özürlü vatandaşlarımızın yaşadığı psikolojik, sosyal ve ekonomik sorunlarla baş edebilmenin ve onlara iş imkanları yaratabilmenin en önemli yolu, onlara mesleki eğitim olanaklarını en üst düzeyde sağlamaktır. Türkiye de özürlülere yönelik mesleki eğitim konusunda, istenilen düzeyde başarı elde edilemediğinden "özürlü istihdamı" oldukça düşük seviyelerde seyretmektedir. Türkiye İş Kurumu'nun Ekim 2009 verilerine göre halen İş aramak amacıyla Kurumda 106 bin 590 özürlü, kaydı bulunmaktadır. Kota yönteminin başarıyla yürütülebilmesi için öncelikle kamu sektörünün özürlü çalıştırma yükümlülüğünü yerine getirmesi ve özel sektöre örnek teşkil etmesi gerekmektedir. Türkiye de hem kamu, hem de özel sektörde işverenler, özürlü çalıştırma konusunda oldukça isteksizdirler. Bunun en önemli nedenlerinin başında ise, özürlülere yönelik mesleki eğitimin yetersizliği gelmektedir. İşyerlerinin özürlülerin yaşam şartlarına uygun olmaması ve mesleki eğitim veren kurum ve kuruluşlarla işverenler arasında yeterli iletişimin bulunmaması, özürlülerin istihdamının önündeki diğer önemli engellerdir. Bu konuda Türkiye İş Kurumuna, büyük görevler düşmektedir. Üniversitelerin, özürlülük alanında görevi bulunan kamu kurum ve kuruluşları ile sivil toplum örgütlerinin bir araya gelerek, özürlü vatandaşlarımızın mesleki eğitimine yönelik projeler üretmeleri gerekmektedir. Ayrıca bu kurumların ortak hareket etmeleri sağlanarak, dağınık yapının ortadan kaldırılması ve özürlülerin istihdamının yaygınlaştırılmasını sağlayacak daha radikal kararların alınması gerekmektedir.

Sonuç olarak; Türkiye de "özürlü istihdamı” konusu 8,5 milyon özürlü vatandaşımız için oldukça önemli ve acil olarak çözüme kavuşturulması gereken bir meselesidir. Başta kamu kesimi olmak üzere, engelli istihdamına yönelik yaptırımların bir an önce hayata geçirilmesi gerekmektedir. Kamu kurum ve kuruluşlarının bu konularda daha duyarlı olması sağlanmalıdır.

Bu nedenlerle; "özürlü istihdamına" yönelik çözüm önerilerinin tespit edilerek, gerekli önlemlerin alınması amacıyla, Anayasanın 98. ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104. ve 105. maddeleri gereğince "Meclis Araştırması" açılmasını saygılarımızla arz ve teklif ederiz.

1) Muhammet Rıza Yalçınkaya       (Bartın)

2) Ensar Öğüt                                 (Ardahan)

3)Ali İhsan Köktürk                       (Zonguldak)

4) Şevket Köse                               (Adıyaman)

5) Gökhan Durgun                         (Hatay)

6) Hulusi Güvel                              (Adana)

7) Tayfur Süner                              (Antalya)

8) Atila Emek                                  (Antalya)

9) Ahmet Ersin                               (İzmir)

10) Ali Oksal                                  (Mersin)

11) Malik Ecder Özdemir               (Sivas)

12) Vahap Seçer                             (Mersin)

13) Hüseyin Ünsal                          (Amasya)

14) Ali Koçal                                  (Zonguldak)

15) Osman Kaptan                          (Antalya)

16) Tekin Bingöl                             (Ankara)

17) İsa Gök                                     (Mersin)

18) Abdurrezzak Erten                    (İzmir)

19) Bilgin Paçarız                           (Edirne)

20) Metin Arifağaoğlu                    (Artvin)

21) Engin Altay                              (Sinop)

22) Ali Rıza Öztürk                        (Mersin)

23) Eşref Karaibrahim                    (Giresun)

24) Nevingaye Erbatur                    (Adana)

25) Abdullah Özer                          (Bursa)

26) Gürol Ergin                              (Muğla)

27) Erol Tınastepe                           (Erzincan)

28) Durdu Özbolat                          (Kahramanmaraş)

29) Ahmet Küçük                           (Çanakkale)

30) Mehmet Ali Özpolat                 (İstanbul)

31) Mevlüt Coşkuner                      (Isparta)

32) Ramazan Kerim Özkan             (Burdur)

33) Sacid Yıldız                              (İstanbul)

34) Turgut Dibek                            (Kırklareli)

35) Halil Ünlütepe                          (Afyonkarahisar)

36) Abdulaziz Yazar                       (Hatay)

37) Ferit Mevlüt Aslanoğlu            (Malatya)

2.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse ve 23 milletvekilinin, başta kuru üzüm olmak üzere üzüm yetiştiriciliğindeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/538)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Üzüm yetiştiriciliği konusunda dünyanın en elverişli iklim kuşağı üzerinde bulunan ülkemiz, aynı zamanda son derece eski ve köklü bir bağcılık kültürüne sahiptir. Anadolu'da bağcılığın tarihi M.Ö. 3500 yılına kadar dayanmaktadır. Tarihte üzüm ve üzümden elde edilen ürünlerin ticareti ise ayrıca önemli bir yere sahiptir. Kuru ve yaş olarak tüketilen ya da şarabı yapılan üzüm; pekmez, pestil, lokum gibi farklı biçimlerde de değerlendirilmektedir.

Üzümün en çok tüketilen biçimlerinden biri de kuru halidir. Ülkemizin birçok yerinde bağcılık yapılabildiği için üzümün kuru halini de ülkemizin birçok yerinde bulmak olanaklıdır. Kuru üzümün vücudumuz için yararları saymakla bitmeyecek kadar çoktur. Karbonhidrat içeriği nedeniyle iyi bir enerji kaynağı olan üzüm, ayrıca; B1, B2 vitaminleri ve çeşitli mineral maddeler içerdiğinden iyi bir besin, faydalı bir ilaçtır. Özellikle bedensel gelişme, deri ve saç beslenmelerinde, iltihaplı, ateşli hastalıklar ve madensel tuz eksiklikleri, böbrek ve karaciğer hastalıklarında yararlılığı tıpça tespit edilmiştir. Ağız hastalıklarına da iyi geldiği son günlerde tespit edilen üzüm için "tek başına bir eczane" tabiri kullanılmaktadır.

Adıyaman, Malatya, Elazığ, Kahramanmaraş, Şanlıurfa, Mardin, Gaziantep, Manisa, İzmir gibi illerimiz, üzüm ve özellikle konusunda ülkemizde önemli bir yere sahiptir. Üzüm için çok sayıda bölgemizde festivaller düzenlenmekte; üzümün ekonomik yeri ve bağcılık kültürü yaşatılmaya çalışılmaktadır. Halkımızın yerelde, genellikle küçük olanaklarla yaptığı festivaller ve diğer tanıtıcı çalışmalar, üzümün önemi düşünüldüğünde, tam anlamıyla yeterli olmamaktadır. Bu konuda daha çok çalışma yapılmaya ihtiyaç duyulduğu son dönemde sıkça dile getirilmektedir. Örneğin; Adıyaman'ın Gölbaşı ve Besni ilçelerinde yetişen ve "Peygamber Üzümü" de denilen üzüm, ülkemizin birçok yerinde bilinmekle birlikte, yurtdışında tanıtımının daha çok yapılması, yurt içinde de daha yaygın bir biçimde tüketilmesi için desteğe ihtiyaç duymaktadır.

Adıyaman, Malatya, Elazığ, Kahramanmaraş, Şanlıurfa, Mardin, Gaziantep, Manisa, İzmir gibi illerimiz, bağcılığımızın daha çok önem görmesinden ekonomik olarak olumlu etkilenecektir. Üzümün kurutulmasında çeşitli aşamalarda işgücüne olan ihtiyaç, istihdama katkı sağlayacaktır. Kuru üzümden sağlanan kazançların harcanması diğer sektörleri etkileyecek ve ülkemiz ekonomisine canlılık gelmesine katkı sağlayacaktır. Aynı zamanda binlerce çiftçi ailesinin üzümden geçimini sağladığı da düşünülürse üzümde yaşanacak gelişmeler, sosyal olarak da üreticilerimizi olumlu etkileyecektir. Sosyal etki sonucunda, tarih boyunca sahip olduğumuz bağcılık kültürümüzün yüzyıllar sonrasına taşınmasına da katkı sunmuş olacağız.

Bağcılık ve özellikle kuru üzüm konusunda, festival gibi tanıtıcı çalışmaların çoğaltılmasına, yöresine göre tespit edilecek çeşitli standartlarda ve planlı üretimi ile üzümün değişik biçimlerde ihracatının teşvik edilmesine, ekonomiye olan etkisi de göz önüne alınarak ülkemizde üzüm üretimiyle daha büyük önemle ilgi duymasına ve tarihten gelen kültürel yanının yaşatılması için daha çok faaliyetler yapılmasına ihtiyaç duyulmaktadır.

Adıyaman ilimizde özellikle Gölbaşı ve Besni ilçelerimizde, ayrıca Malatya, Elazığ, Kahramanmaraş, Şanlıurfa, Mardin, Gaziantep, Manisa, İzmir gibi illerimizde üzüm ve özellikle kuru üzümcülüğün sorunlarının ve bu sorunların çözüm yollarının tespiti amacıyla Anayasa’nın 98. ve TBMM İçtüzüğü’nün 104 ve 105. maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz.

1) Şevket Köse                               (Adıyaman)

2) Ensar Öğüt                                 (Ardahan)

3) Bülent Baratalı                            (İzmir)

4) Kemal Demirel                           (Bursa)

5) Hulusi Güvel                              (Adana)

6) Tayfur Süner                              (Antalya)

7) Abdullah Özer                            (Bursa)

8) Gürol Ergin                                (Muğla)

9) Hüsnü Çöllü                               (Antalya)

10) Tansel Barış                              (Kırklareli)

11) Ali Koçal                                  (Zonguldak)

12) Ergün Aydoğan                        (Balıkesir)

13) Akif Ekici                                 (Gaziantep)

14) Mehmet Ali Özpolat                 (İstanbul)

15) Durdu Özbolat                          (Kahramanmaraş)

16) Mevlüt Coşkuner                      (Isparta)

17) Ramazan Kerim Özkan             (Burdur)

18) Ali Rıza Ertemür                       (Denizli)

19) Nevingaye Erbatur                    (Adana)

20) Birgen Keleş                             (İstanbul)

21) Sacid Yıldız                              (İstanbul)

22) İsa Gök                                     (Mersin)

23) Abdurrezzak Erten                    (İzmir)

24) Mehmet Şevki Kulkuloğlu       (Kayseri)

3.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel ve 26 milletvekilinin, çocuk işçiliği sorununun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/539)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na

Çocukların bedensel, zihinsel ve ruhsal gelişimini engelleyen işlerde çalışmak zorunda oldukları bilinen bir gerçektir. Ülkemizde sayıları bir milyonu bulan çocuk yasadışı bir biçimde çalıştırılmaktadır. Elbette bunun en temel nedeni yoksulluktur. Ülkemizdeki gelir adaletsizliği, eğitim olanaklarının yetersiz olması, sosyal devlet mekanizmalarının gereğince işletilememesi, ekonomik ve sosyal gelişmişlik düzeyinin düşüklüğü ve nüfusun hızlı artması çocuk işçiliği ile mücadelede yetersiz kalınmasına neden olmaktadır.

İvedilikle çözülmesi gereken bir sorun olarak ülkemizin karşısında duran çocuk işçiliğiyle etkin bir mücadele çerçevesi çizilmesi gerekliliği ortadadır. Bu konuda mevzuatın yeterli olması sorunları çözmeye yetmemektedir. Uygulamanın belli bir çerçeve içinde, uzun vadeli çözümler içerecek biçimde düzenlenmesi gerekmektedir.

Bu nedenlerle, ülkemizdeki çocuk işçiliği ile ilgili sorunların ve alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci İç Tüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz. 07.12.2009

1) Hulusi Güvel                              (Adana)

2) Ensar Öğüt                                 (Ardahan)

3) Hüseyin Ünsal                           (Amasya)

4) Gürol Ergin                                (Muğla)

5) Rahmi Güner                              (Ordu)

6) Durdu Özbolat                           (Kahramanmaraş)

7) Birgen Keleş                              (İstanbul)

8) Ali Rıza Ertemür                        (Denizli)

9) Akif Ekici                                   (Gaziantep)

10) Mehmet Ali Susam                  (İzmir)

11) Mehmet Ali Özpolat                 (İstanbul)

12) Mevlüt Coşkuner                     (Isparta)

13) Ramazan Kerim Özkan            (Burdur)

14) Atila Emek                               (Antalya)

15) Bülent Baratalı                          (İzmir)

16) Kemal Demirel                         (Bursa)

17) Tayfur Süner                            (Antalya)

18) Hüsnü Çöllü                             (Antalya)

19) Tansel Barış                             (Kırklareli)

20) Abdullah Özer                          (Bursa)

21) Ali Koçal                                  (Zonguldak)

22) Ergün Aydoğan                        (Balıkesir)

23) Nevingaye Erbatur                   (Adana)

24) Sacid Yıldız                              (İstanbul)

25) İsa Gök                                    (Mersin)

26) Abdurrezzak Erten                   (İzmir)

27) Mehmet Şevki Kulkuloğlu       (Kayseri)

Gerekçe;

Anayasamızın 50. maddesinde "Kimse yaşına, cinsiyetine ve gücüne uymayan işlerde çalıştırılamaz. Küçükler çalışma şartları bakımından özel olarak korunurlar" denilmekte, İş Kanunu, Umumi Hıfzıssıhha Kanunu, Mesleki Eğitim Kanunu, İlköğretim ve Eğitim Kanunu, Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu gibi kanunlarda çocuk işçiliğinin önlenmesine ilişkin hükümler bulunmaktadır. Yönetmeliklerde de çocukların çalıştırılması yasaklanmıştır.

Ülkemizde mevzuat anlamında önemli sayılabilecek bir eksiklik bulunmamasına karşın var olan mevzuatın etkin olarak uygulanmaması temel bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ülkemiz, çocuk işçiliğinin önlenmesini amaçlayan uluslararası sözleşmelere taraftır. Türkiye Büyük Millet Meclisinde 22. Dönemde Sokak Çocuklarının Sorunlarına İlişkin Meclis Araştırma Komisyonu kurulmuştur. Türkiye'nin 8. Beş Yıllık Kalkınma Programı'nda ülkemizde çocuk işçiliğinin önlenmesine yönelik ulusal bir strateji geliştirilmesine önayak olacak ve birçok kuruluşun işbirliği içinde çalışacağı model projeler geliştirilmesi hedeflenmiştir.

Bunlara ek olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bünyesinde "Çalışan Çocuklar Bölümü" oluşturulmuştur. Ancak, Devletin çocuklara karşı Anayasa, yasalar, uluslararası sözleşmelerden kaynaklı yükümlülüklerini yerine getirdiğini söylemek oldukça zordur. Devlet, en kolay sömürülebilir iş gücü olarak nitelenebilecek çocuk işçiliğinin önlenmesi konusunda uygulamada yeterli çaba göstermemekte, temel insan hakları kapsamında değerlendirilmesi gereken bu sorun gelişmekte olan pek çok ülkede olduğu gibi ülkemizde de görmezlikten gelinmektedir.

Uluslararası Çalışma Örgütü, Çocuk İşçiliğinin Sona Erdirilmesi Uluslararası Programı (IPEC) desteğiyle 2006 yılı sonunda gerçekleştirilen "Çocuk İşgücü Anketi"ne göre 6-17 yaş grubundaki 16.264.000 çocuktan bir milyona yakını çalışma yaşamı içinde yer almaktadır. Ayrıca kayıt altına alınamayan, mevsimlik çalışan çocuk sayısı dikkate alındığında bu rakamın daha da artacağı ortadadır. Yaşanmakta olan krizin çocuk işçiliğini daha da artıracağı öngörülmektedir. Küresel krizin başta kız çocukları olmak üzere artan sayıda çocuğu, çocuk işçiliğine ittiği uluslararası örgütlerce belirtilmektedir.

Çocuk işçiliği sorunu nüfus, sosyal adalet, eğitim düzeyi, ekonomik gelişmişlik kavramlarıyla doğrudan ilgilidir. Ancak Çocuk işçiliğinin en temel nedeni yoksulluktur. Özellikle azgelişmiş ülkelerde yoğun olarak yaşanan çocukların yasadışı olarak çalışmak zorunda bırakılmaları ülkemizin de temel sorunlarından birisini oluşturmaktadır. Çocuk işçiler yasadışı olarak çalıştırıldıklarından hiçbir sosyal güvenlik hakkından yararlanamamakta, yetişkin insanların bile dayanmakta güçlük çekeceği koşullarda çalışmak zorunda bırakılmaktadır.

Çocuk işçiliğinin önlenmesi konusunda eğitimin oynadığı rol oldukça önemlidir. Zorunlu eğitimin sekiz yıla çıkarılması çocuk işçiliğinin engellenmesi anlamında olumlu katkılar sağlamıştır. Çocuk işçiliği konusunda somut fark yaratan en önemli gelişme olarak görülen sekiz yıllık kesintisiz eğitim bu sorun konusunda tüm topluma bir yol haritası sunmaktadır.

Çocuk Merkezlerinin işlevsel hale getirilmesi bu konuda atılacak en önemli adımlardan birisidir. Mesleki eğitim merkezlerinin sayısının ve kalitesinin artırılması gerekmektedir. Uluslararası Çalışma Örgütü raporlarında çocuk işçiliğinin önlenmesi için hükümetlere eğitime yatırım yapmaları ısrarla önerilmektedir. Ülkemizde de bu sorunu ortadan kaldırmanın yolu eğitimin yaygın ve eşit olmasından geçmektedir. Bu konuda ailelerin desteklenmesi zorunluluğu vardır. Göç sorununu göçün kaynaklandığı yerde çözmeyi hedefleyen politikalar uygulanmalıdır. Sosyal adaleti sağlayacak politikalar üretilmelidir.

Yukarıda belirtilen gerekçelerle mevzuatta önemli bir eksiklik olmamasına rağmen ülkemizde varlığını sürdüren çocuk işçiliği ile ilgili sorunların ve alınacak tedbirlerin Yüce Meclisimizce tespiti amacıyla bir Meclis Araştırması açılmasının yerinde olacağı düşüncesindeyiz.

4.- Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup Başkan Vekilleri Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay, İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve İzmir Milletvekili Kemal Anadol’un, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansına yönelik çeşitli iddiaların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/540)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansının kaynaklarının kuruluş amacına uygun olarak kullanılıp kullanılmadığını araştırmak, Ajansın işlemlerindeki usulsüzlük ve yolsuzluk iddialarını incelemek ve Ajans çalışmalarının etkinliğini sağlamak için alınması gerekli önlemleri belirlemek amacıyla, Anayasanın 98 inci, TBMM İçtüzüğünün 104 ve 105. maddeleri uyarınca Meclis Araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz.

                 Hakkı Suha Okay                  Kemal Kılıçdaroğlu                     Kemal Anadol

                          Ankara                                    İstanbul                                      İzmir

Gerekçe:

Bir sivil toplum girişimi olarak başlatılan Avrupa kültür başkenti projesinde, 2.11.2007 tarihli ve 5706 sayılı İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Hakkında Kanun ile Ajans yapılanmasına gidilmiştir.

Ne yazık ki, böylesine önemli bir amaca ulaşmak için oluşturulan Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, kuruluşundan itibaren, hep yolsuzluklarla gündeme gelmiştir. Ayrıca zaman içerisinde yönetim kademelerindeki istifalar ve görevden almalar, yönetilemeyen ve çatışma içinde bir yapılanma oluşturulduğunu gözler önüne sermiştir.

Önce, 6.3.2009 tarihinde Yürütme Kurulu Başkanı Sayın Nuri Çolakoğlu ile 3 yürütme kurulu üyesinin görevlerinden istifasının ardından, Kasım ayında da 2 yürütme kurulu üyesi görevlerinden istifa etmiştir.

Yürütme kurulu üyesi Faruk Pekin'in "İdari, mali, hukuki bir dış denetim yok. Demirbaş listesi yok. Gerçek bir nakit akış tablosu yok. Denetçilerin önerdiği suiistimali önleyici önlemler alınmış değil." şeklinde ifade ettiği istifa gerekçesi Ajansta yaşananları gözler önüne sermektedir.

Bunların yanı sıra; Sayın Başbakanın tüm açılış organizasyonlarını yapan ALTUS şirketinin de aralarında bulunduğu bazı şirketlerin Genel Sekreter tarafından kayırıldığı medyaya yansımıştır. Genel Sekreter için dile getirilen bu iddiaları Vatan Gazetesi köşe yazarı Sayın Necati Doğru, Yürütme Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç'e yöneltmiştir. Avdagiç bu iddiaları, "Biz bu adamın genel sekreterlikten atılmasını istedik, bu varsa biz yokuz dedik, parayı ödemedik, Genel Sekreter Eyüp Özgüç alındı, yerine yeni genel sekreter geldi..." şeklinde yanıtlamıştır. Genel sekreter ise hakkındaki iddiaları yanıtlayarak, aslında yolsuzlukları engellemeye çalışanın kendisi olduğunu, bu konuda elinde belgeler bulunduğunu Sayın Necati Doğru'ya açıklamıştır...

Bunlarla birlikte Ajansın birçok projeye gerçek bedelinin çok üzerinde ödemede bulunduğu, siyasi iktidara yakın liberal aydın olarak nitelendirilen bazı kişilerin projeleri ile AKP'li yöneticilerin projelerinin kabul edildiğine yönelik çok sayıda iddia medyaya yansımıştır. Bu iddialara ilişkin değişik tarihlerde Ajans tarafından yapılan açıklamalarda kamuoyunu tatmin edecek bilgilere yer verilmemiştir.

AKP MKYK üyesi ve aynı zamanda Ajansın Danışma Kurulu üyesi Ayşe Böhürler'in "İstanbul'un Sırları" adlı belgeseli 17.7.2009 tarihinde onaylanmıştır. Bu belgesel karşılığında 210 bin TL ödemede bulunulması öngörülmektedir. Bu durumun ortaya çıkması üzerine Böhürler, "Danışma Kurulu üyeliğine seçilmemin ardından, etik olmayacağını söyleyerek projeden ayrıldığımı ve projeyi devrettiğimi Avrupa Kültür Başkenti Ajansına bildirdim." şeklinde açıklamada bulunmuştur. Siyasi iktidarın en yetkili kurulunda görev yapan bir politikacının kamu kaynakları ile finanse edilen bir projeyi, üstelik sonradan kendisinin de bünyesine katılacağı Ajans'a sunarak mali ilişkiye girmesi hiçbir şekilde siyasi etikle bağdaşmaz...

Böhürler, basında yer alan haberler üzerine yaptığı açıklamada, "Haberinizde 2010 Yürütme Kurulu Üyesi olarak karar merciinde bulunan ve maaşlı eleman olarak çalışan bazı isimlerin bizzat yönettikleri veya yakın ilişkide bulundukları kişi ve kurumların projelerinin söz konusu dahi edilmemesi ayrıca dikkat çekicidir." demektedir. Ajansın Danışma Kurulu üyesinin bu açıklaması, adeta yolsuzlukların bir itiraf niteliğindedir. Ayrıca Ajansta karar merciinde olanlar ile maaşla çalışanların projelerinin de kabul edildiği imasında bulunularak, kendisini ihbar ettiğini düşündüğü bu kişilere gözdağı içermektedir.

Basına yansıyan olaylar, Ajansın kuruluş amaçlarıyla bağdaşır projelerin desteklenmesi amacından uzaklaşıldığı, büyük bir paylaşım mücadelesi verildiğini ortaya koymaktadır.

Yolsuzluklar ve siyasi nüfuz kullanılmasında duyarlı olması gereken Yüce Meclisimizin bu konuyu ivedilikle ele alınması son derece önem taşımaktadır.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup oylarınıza sunacağım.

VI.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- (10/478) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 28/1/2010 Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu; 28.01.2010 Perşembe günü (bugün) toplanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisinin İçtüzüğün 19 uncu Maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

Saygılarımla.

                                                                                                            Mehmet Şandır

                                                                                                                  Mersin

                                                                                                    MHP Grup Başkanvekili

Öneri:

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Gündeminin “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler” kısmında yer alan (10/478) esas numaralı “Emeklilerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin” Anayasanın 98. ve İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince Meclis Araştırması önergelerinin görüşmelerinin Genel Kurulun 28.01.2010 Perşembe günlü birleşimde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Grup önerisi lehinde söz isteyen Yılmaz Tankut, Adana Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Tankut.

YILMAZ TANKUT (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; emekli vatandaşlarımızın sıkıntı ve çaresizliklerinin araştırılması için Milliyetçi Hareket Partisi olarak vermiş olduğumuz grup önerisinin lehinde söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, bugün, hepinizin malumu olduğu üzere, toplum ve millet olarak çok zor ve sıkıntılı bir dönemden geçmekteyiz. Ne yazık ki yedi yılı aşkın bir zamandır tek başına ülkemizi yöneten AKP İktidarı, bugün, hem ekonomi hem huzur hem de güvenlik konularında milletimizi çok sıkıntılı ve vahim bir tablo ile karşı karşıya bırakmıştır.

Bir yandan millî birliğimizin, kimliğimizin, üniter yapımızın, devlet olma geleneklerimizin ve bin yıllık kardeşliğimizin gaflet ötesi bir anlayışla sorgulanarak zedelendiği bir felaket dönemini yaşarken, diğer taraftan yokluk, yoksulluk, açlık, ahlaksızlık, adaletsizlik ve asayişsizlik döneminin de en yüksek olduğu bir zamanı maalesef hep birlikte yaşamaktayız.

Bugün, değerli arkadaşlar, AKP yönetimindeki Türkiye’de insanlarımız mutlu değildir. Vatandaşlarımızın büyük bir kesimi yokluk ve açlıkla boğuşmakta ve geleceğinden endişe duymaktadır. Toplumumuzun hemen hemen bütün kesimleri çaresiz, huzursuz, umutsuz bir şekilde, baş başa bırakıldığı sorunlarla boğuşmaktadır. İşçimiz, memurumuz, esnaf ve çiftçimiz, bugün, âdeta, fil dişi kulelerden kendisini yönetenlerin insafına terk edilmiş bir vaziyette, çaresizlik bataklığında suni teneffüslerle bitkisel hayatlarını uzatmaya çalışmaktadırlar.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kısacası, toplumumuzun hemen her kesimi bugün hayatından memnun değildir ve geleceğinden de umudunu kesmiş bir durumdadır. Ancak bugün grup önerimize de konu olan ve ülkemizin bugünlere gelmesinde, hepimizin yetişmesinde ve toplum yapımızın temel direği olan aile müessesemizin de kurulmasında çok büyük emekleri olan emekli vatandaşlarımızın durumu çok daha vahim ve sıkıntılıdır.

Devletimizin kurucusu Büyük Atatürk’ün de ifade ettiği gibi “Bir milletin yaşlı vatandaşlarına ve emeklilerine karşı tutumu, o milletin yaşama kudretinin en önemli kıstasıdır. Mazide muktedir iken bütün kuvvetiyle çalışmış olanlara karşı minnet hissi duymayan bir milletin istikbale güvenle bakmaya hakları yoktur.”

Sayın milletvekilleri, herhâlde hiçbirimizin Gazi Mustafa Kemal’in bu veciz sözlerine katılmaması mümkün değildir. Şimdi sormak istiyorum: Bugün mazimizi temsil eden ve sahip olduğumuz varlıkları bizlere emanet eden emekli insanlarımızın durumu nedir? İnsan haysiyetine ve onuruna yakışacak, hepimizin istikbaline güvenle bakabileceği bir konuma, ekonomik bir imkân ve sosyal bir statüye sahip midirler? Özellikle Adalet ve Kalkınma Partisine mensup milletvekili arkadaşlarımızın ellerini vicdanlarına koyarak bu suallere cevap vermesi gerekmektedir.

Bugün, devletimizin emeklilerimize insanca yaşayabileceği imkânı ve ortamları sağladığını da ne yazık ki hiçbirimiz söyleyemeyiz. Çünkü bugün emeklilerimizin yüzde 87’si açlık sınırının altında yaşamaktadır ve tamamına yakını da yoksulluk sınırının altında çile çekmektedir. Tabii, şimdi sizler de tıpkı Maliye Bakanınız Sayın Şimşek’in Tekel işçilerine dediği gibi “Emeklilerimiz için de biz çok vicdanlı davrandık, daha ne yapalım? Kimisine 30, kimisine 60 TL zam yaptık, doya doya harcayıp, yiyip içip, gezsinler.” diyebilirsiniz.

Değerli arkadaşlar, bugün yapılan çeşitli araştırmalarda açlık sınırı 860 TL, yoksulluk sınırı ise 2.400 TL civarındadır. Şimdi soruyorum: Bugün gayet yüksek olarak vermiş olduğunuzu söylediğiniz 60 TL ile hangi emeklimiz açlık, hangileri ise yoksulluk sınırından kurtulmuştur? Aksine, bu göstermelik zamlar yapılmadan hemen önce enerji, akaryakıt, elektrik, taşıma gibi temel ihtiyaç ve kullanım kalemlerine yaptığınız zamlarla aç olan emeklimizi daha aç, yoksul olan vatandaşımızı da daha yoksul yaptınız. Dolayısıyla nafile gayretlerle, buradan, emeklilerimizin maaşlarını şu kadardan bu kadara çıkardık, yüzde 20-25 artırdık gibi hiçbir anlamı olmayan sözlerle artık milletimizi ve vatandaşımızı da aldatmaktan vazgeçiniz.

“Millî gelirimizi 10 bin dolarlara çıkardık.” diye de boş yere böbürlenmeyiniz. Bu rakamların içi boş bir balon olduğunu aslında siz de biliyorsunuz ama iktidar olma şımarıklığınız ve taassubunuzdan dolayı itiraf edemiyorsunuz.

Ülkemizdeki fakir aile sayısı bugün 4,5 milyonun üzerine çıkmıştır, açlık sınırının altında geliri olanların sayısı milyonları çoktan aşmıştır. Yoksulluk sınırının altında yaşamaya çalışan vatandaşlarımızın sayısı 20 milyona ulaşmıştır. Peki, övündüğünüz millî gelir 10 bin doların üzerine çıkmış ise bu aç ve yoksul insanlarımız millî gelir hesaplarınızın dışında mı tutularak millî gelir hesaplanmaktadır?

Bakın, sayın milletvekilleri, iktidara geldiğiniz günden bugüne kadar âdeta bozuk bir plak gibi devamlı 2002 yılına takılıp durmaktasınız. Benden size naçizane tavsiye, artık bu 2002 sendromundan kurtulmanızdır. Sizi bu 2002 sendromundan kurtulmaya davet ediyorum ve size de yardımcı olmak için birkaç rakamı sizlerle paylaşmak istiyorum: Mesela 2006 yılında, yani devri iktidarınızın dördüncü yılındaki bazı temel gıda maddelerinin fiyatlarına şöyle bir bakacak olursak değerli arkadaşlar, 2006 yılında pirinç 2,95 TL iken 2009 yılında 4,8 TL’ye yükselmiş ve artış oranı yüzde 62,62 olmuştur. Yine bulgur 2006 yılında 1,34 iken 2,1 TL’ye 2009 yılında yükselmiş ve yüzde 56,6 oranında artış meydana gelmiştir. Dana eti 13,72 TL iken 20,40 TL’ye yükselmiş ve yüzde 48,70 oranında yükselmiştir. Tavuk eti 3,31 iken 5,72 TL’ye yükselmiş ve yüzde 72,77 oranında fazlalaşmıştır. Peynir 5,22 iken 12,43 TL’ye yükselmiş ve yüzde 138 oranında yükselmiştir. Çok övündüğünüz ve yıllarca zam yapmadık diye seçim kampanyası yaptığınız elektriğin kilovatı 0,16 TL’den 0,26 TL’ye yükselerek yüzde 65,19 oranında devri iktidarınızda, son üç yılda yükselmiştir.

Bu örnekleri çok fazla sayıda vermek elbette ki mümkündür, ancak şimdi yeniden soruyorum: İlan ettiğiniz ve TÜİK vasıtasıyla kamuoyuyla paylaştığınız enflasyon oranlarıyla az önce birkaçını ifade etmeye çalıştığım temel tüketim maddelerinin artış oranları ne ölçüde birbirleriyle örtüşmektedir? Üstelik bütün bu artışlar 2002’yle değil sizin kendi döneminiz olan 2006’yla 2009 arasındaki fazlalaşmalar ve yükselmelerdir.

Değerli arkadaşlar, henüz bu artışlara, 50 milyar olarak öngördüğünüz 2010 yılı bütçe açığını kapatmak için başta emekli ve dar gelirli vatandaşımızın sırtına yüklenecek olan zam ve vergiler bu kıyaslamalara da dâhil edilmemiştir.

Netice olarak, hangi rakamlara takla attırırsanız attırınız, ortada duran bir tek gerçek vardır, o da emeklilerimizin yüzde 87’sinin açlık sınırının altında, yüzde 96’sının yoksulluk sınırının altında bir gelir elde etmesidir.

Diğer taraftan, emeklilerimizin emeklilik maaşları arasındaki adaletsizliği gidermek için söz vermiş olduğunuz intibak yasasını da ne yazık ki hâlen çıkartmadınız. Bakınız, emeklilerin maaş farkını gidermek için intibak yasasını çıkaracağını Çalışma Bakanı Sayın Çelik, 15 Ekim 2009’da ifade etmiştir ve yine elimde bir emekli vatandaşımızın bana gönderdiği, grubumuza gönderdiği bir belge vardır ki, bunu da huzurlarınızda sizlere takdim etmek ve dolayısıyla intibak yasasının bir an önce çıkarılmasıyla bu tip adaletsizliklerin de giderilmesine katkı koymak istiyoruz.

Değerli arkadaşlar -ismini de söyleyebilirim ama önemli değil, istenirse verebiliriz- aylık bağlama oranı yüzde 66,10 olan bir emekli vatandaşımız bugün aylık olarak 834 lira maaş almaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Tankut, lütfen tamamlayınız.

YILMAZ TANKUT (Devamla) – Diğer taraftan, aylık maaş bağlama oranı yüzde 57,10 olan diğer bir emekli vatandaşımız 1.238 TL maaş almaktadır. Dolayısıyla, bu adaletsizliği de bir an önce gidermek AKP İktidarının boynunun borcu olsa gerektir ama biz, artık Adalet ve Kalkınma Partisinin içi boş söylemlerle milletimizi oyalamasına, aldatmasına alıştığımız için, sözlerini yerine getirmemeleri de bizim için sürpriz değildir.

Sonuç olarak, değerli arkadaşlar, az önce ifade etmeye çalıştığım gerçekler çerçevesinde daha huzurlu, daha mutlu, daha güvenli, daha uygar, daha üretken, yarınlardan daha emin bir Türkiye için, anılan kitle içindeki insanlarımızın yaşadıkları sosyal ve psikolojik meselelerin neden-sonuç denklemindeki tespiti ve bu sorunların çözümü amacıyla, emekli vatandaşlarımızla ilgili grup önerimizin desteklenerek bir araştırma komisyonunun kurulması çok acil olarak gerçekleşmelidir diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önerinin aleyhinde söz isteyen Suat Kılıç, Samsun Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkan, çok saygıdeğer milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi aleyhinde şahsım adına söz talebinde bulundum, bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Haftanın son gününde çalışmalarımızın hayırlara vesile olmasını, milletimiz adına güzel işler bugün de yapabilmeyi temenni ediyorum.

Çok saygıdeğer milletvekilleri, emeklilerimizin problemleriyle ilgili konular yakın zamanda Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine yine getirildi. Milliyetçi Hareket Partimiz tarafından da getirildi, Cumhuriyet Halk Partisi tarafından da getirildi. Dolayısıyla bu anlamda bakıldığında, Türkiye Büyük Millet Meclisinin iktidarıyla -muhalefetiyle hem çalışanlarımızın hem emeklilerimizin sorunları konusunda son derece duyarlı bir gündeme sahip olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz.

Yine, dün gece 01.08’de yaptığımız son oylamasıyla emeklilerimizin maaşlarına oransal, dönemsel artış rakamları dışında, ekstra, Hükûmetimizin oluşturduğu paket çerçevesinde yapacağımız artışlara ilişkin kaynak paketini de burada iktidar-muhalefet birlikte görüşmek suretiyle kabul ettik ve yasalaştırdık. Bu çerçevede bakıldığında Türkiye Büyük Millet Meclisinde her ne kadar imkânlar yetersiz bulunsa bile her ne kadar yapılanların kâfi gelmediği muhalefet sözcüleri tarafından ifade edilse bile emeklilerimiz için daha yeni, gece 01.08 itibarıyla bir kaynak paketini hayata geçirmiş olduk.

Önümdeki tutanaktan bakıyorum: 23’üncü Dönem Dördüncü Yasama Yılı 10’uncu Birleşim, 22 Ekim 2009 Perşembe günü yapılan görüşmelerde yine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu tarafından bir grup önerisi Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine getirilmiş ve orada da yine, emeklilerimizin sorunlarının görüşülmesi gerektiğine dair MHP kaygıları seslendirilmiş. Önümde tutanakları yok ama tahmin ediyorum aynı tarihlerde CHP tarafından da aynı yönde getirilmiş bir grup önerisi mutlak surette söz konusu olmuştur.

Bütün bunların toplamında bakıldığında şu görülecektir: Eğer yönetim iktidar ile muhalefet arasında bir paylaşımsa; yönetim, iktidarın muhalefetin kaygılarını, önerilerini dikkate almasıyla şekilleniyorsa, iktidar partisi ve grubu bu anlamda muhalefet partisinden gelen görüş ve önerileri dikkatle değerlendirmiş ve nazarıdikkate almış demektir.

Her zeminde her zaman ifade ediyoruz, her rejimde mutlaka iktidar vardır, iktidar olmayan bir rejim yok, ama muhalefet sadece demokratik rejimlerde var.

Biz, Türkiye'nin parlamenter demokrasisinin bu millet için ne kadar önemli bir değer, ne kadar büyük bir nimet olduğunun idrakiyle hareket ediyoruz ve bu anlamda Hükûmetimiz toplumdan gelen talepleri, Meclisten gelen talepleri dikkate almak suretiyle iki hafta önce emeklilerimize yapılacak olan dönem dışı enflasyon hesabı dışındaki artış oranlarını kamuoyuyla paylaşmıştır, dün itibarıyla da bu paylaştığımız artışların ekonomik paketine ilişkin yasal hazırlığımız Türkiye Büyük Millet Meclisinde tamamlanmıştır.

Dolayısıyla nazari olarak, teorik bağlamda baktığımız zaman, iktidarıyla muhalefetiyle emeklilerimiz için bir şeyler yapılması gerektiği kanaatinin dışında bu kürsüde görüş beyan eden hiç kimse olmamıştır. Ama zaman zaman üzülüyoruz, üzüldüğümüz yer şudur: Elbette ki siyaset yapılırken, özellikle muhalefet edilirken rakamlarla konuşulacaktır, geçmişten bugüne örnekler hatırlatılacaktır, ama iktidar da kendi sorumluluğunu yerine getirirken elbette ki nasıl bir tablo devraldığını kamuoyuyla paylaşacaktır. Devraldığı o tablo içerisinden bugünkü rakamlara nasıl ulaşılabildiğini, hangi fedakârlıklara bunların mal olduğunu elbette ki hem yüce Meclisin iradesine sunacaktır hem de milletimizin hafızasının tazelenmesini sağlayacak cümleleri milletimizle bu kürsü aracılığıyla paylaşacaktır.

Dolayısıyla 2002 yılına atıflarda bulunarak ifade ettiğimiz rakamlardan, 2002 yılında iktidar olanlar da gocunmamalıdır, 2002 senesinden önce Türkiye'de siyasal iktidarı paylaşanlar da rahatsızlık duymamalıdır çünkü her yeni siyasi iktidar, devraldığı tablonun üzerine daha iyi bir şeyler yapabilmenin gayreti içerisindedir. Ha, bazılarına milletimiz iyi şeyler yapabilecek kuvvetli çoğunluğu nasip etmiştir, bazılarını da o kadar sorumluluk taşımaya ehil görmemiştir, bu işin ayrı bir tarafıdır ama rakamları hatırlatmamızdan, lütfen, muhalefet sözcülerimiz de rahatsızlık duymasınlar, duymamalıdırlar.

Şimdi, yine 2002 yılına ilişkin rakamları hatırlatmak mecburiyetindeyim. SSK emekli aylığı 2002 senesinde 252 lira 36 kuruş; 252 lira! 2010 Ocak ayı itibarıyla 663 lira. Nereden almışız? 252 liradan. Geldiğimiz yer neresidir? 663 lira. Bu süreçte toplam enflasyon nedir? Yaklaşık yüzde 90. 2003, 2004, 2005, 2006, 2007, 2008 ve 2009 senelerinin toplam enflasyonu yüzde 90-95 aralığında. Peki, 2002 ile 2009 yılları arasında emeklilerin maaşlarına yapılan artışın oranı nedir? Yüzde 162,9; yani yüzde 163. Bu ne demektir? AK PARTİ Hükûmeti yedi yıllık toplam enflasyon oranının 70 puan üzerinde emeklimize artış sağlamış demektir. Eğer emekli maaşındaki artış -SSK emekli aylığı bağlamında söylüyorum- bu yedi yıllık enflasyona orantılı olarak değişkenlik göstermiş olsaydı bugün AK PARTİ İktidarının elinde 663 lira olan aylık 411 lira olacaktı.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Emekliler hayatlarından çok memnun, size dua ediyorlar!

SUAT KILIÇ (Devamla) – Devraldığımız rakam 252 lira. 663’ü, devraldığımız 252 rakamına göre bir övünç rakamı olarak ifade edebiliriz ama yeterli buluyor muyuz? Hayır. İktidar sözcüleri olarak biz de diyoruz ki: Daha fazlasını yapabilmeliyiz, daha fazla kaynak ve imkân yaratabilmeliyiz, Türkiye'nin olanaklarını ziyadesiyle artırabilmeliyiz, emeklimize de işçimize de memurumuza da daha fazlasını verebilmeliyiz.

BAĞ-KUR esnaf aylığı…

AKİF AKKUŞ (Mersin) – BAĞ-KUR maaşı…

SUAT KILIÇ (Devamla) – Ona da geliyorum.

BAĞ-KUR esnaf aylığı 2002’de 142 lira, 2010 Ocak ayı itibarıyla 533 lira. Yani bizden önceki koalisyon hükûmetinin BAĞ-KUR esnaf emeklisinin aylığı olarak öngördüğü rakam, layık gördüğü rakam 142 lira, bugünkü rakam 533 lira.

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – 2002’nin altında kalacaksınız!

SUAT KILIÇ (Devamla) – Artış oranı yüzde 273; yani enflasyonun 180 puan üzerinde bir artış var. Eğer AK PARTİ iktidarda olmasaydı, bizden önceki siyasal anlayış aynı şekilde devam ediyor olsaydı bugün 533 lira olan BAĞ-KUR esnaf emeklisinin aylığı değerli arkadaşlar, sadece…

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Üçüncü döneminiz, hâlâ 2002’desin!

SUAT KILIÇ (Devamla) – 2002 çok önemli. 2002 çok önemli ama rahatsızlık duymayın.

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Sekiz senedir iktidardasınız, yani hâlâ 2002’desin!

SUAT KILIÇ (Devamla) – Hiçbir siyasi hareket kendi icraat geçmişinden rahatsızlık duymamalıdır değerli milletvekilleri.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Emekliler sizden çok memnun, dua ediyorlar size!

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

SUAT KILIÇ (Devamla) – Bir diğer rakamı ifade etmek istiyorum, BAĞ-KUR tarım sigortalısının aylığı:

Değerli arkadaşlar, 2002’de BAĞ-KUR tarım sigortalısının aylığı olarak layık gördüğünüz rakam 65 lira 80 kuruş; hadi 66 lira diyelim. BAĞ-KUR tarım sigortalısına emekli aylığı olarak öngörülen rakam sadece 66 lira!

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Bizim getirdiğimiz işsizlik sigortası sayesinde ayaktasınız!

MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) – Hatibi takip edemiyoruz Sayın Başkan.

SUAT KILIÇ (Devamla) – 2010 Ocak ayında bu rakam nereye çıkmış? 367 liraya. Artış oranı değerli arkadaşlar, -rakama dikkat buyurunuz, artış oranı- yüzde 457. Yüzde 457!

Bu iktidar eleştirilmeyi değil, bu iktidar takdir edilmeyi ve alkışı hak ediyor diye düşünüyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BİLGİN PAÇARIZ (Edirne) – Uzayda mı yaşıyorsun?

BAŞKAN – Lütfen sayın milletvekilleri, hatibe müdahale etmeyelim.

SUAT KILIÇ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, bakınız, asgari ücretten devam edecek olursak, yine övüneceğiniz bir tablo yok.

AHMET BUKAN (Çankırı) – İşsizliğe gel!

SUAT KILIÇ (Devamla) – Asgari ücreti -küsuratını atıyorum- 180 lira aylık rakamla devralmışız. Bugün asgari ücret 576 lira. Dolar bağlamında, döviz üzerinden hesap edecek olursak, devraldığımız bir aylık asgari ücretin dolar cinsinden karşılığı 110 Amerikan doları. Bugünkü bir aylık asgari ücretin dolar cinsinden karşılığı 370-380 Amerikan doları.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Başbakan kayıkçılık yapıyordu, şimdi gemicilik yapıyor!

SUAT KILIÇ (Devamla) – Bu ülkede dolarla alım satım yapılmıyor. Bunun idrakindeyim ama döviz olarak da hesap etseniz, Türk lirası olarak da hesap etseniz…

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – İşsizliğe gel…

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen..

SUAT KILIÇ (Devamla) – …gerçekten ülkemizi yöneten, sizin de muhalefet ettiğiniz iktidarla iftihar etmeniz gerektiğini, değerli arkadaşlar, düşünüyorum.

Bu arada, tabii her zaman, her zeminde ifade ettik. Bakın, para üzerinden sadece konuşmayla olmuyor, paraya değer de kazandırmak lazım.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – İşsizliğe gel, işsizliğe. İşsizliğe gelsene!

BAŞKAN – Sayın Kılıç, lütfen Genel Kurula hitap edin.

SUAT KILIÇ (Devamla) – Bu ülkenin evlatları ve Türk milleti adına siyaset yapanların “Türk” ibaresiyle değerli olan her şeyin değerine değer katması lazım. Nedir değer kattığımız unsurlardan biri? Türk parasıdır. Altı sıfır attık Türk lirasından ve hamdolsun, altı senedir o sıfırların bir tanesi bile geri dönmedi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Kılıç, lütfen tamamlayınız.

Buyurun.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – İşsizliği ortadan kaldırmak için ne yaptınız?

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başbakan kayıkçılık yapıyordu, şimdi gemileri var!

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

SUAT KILIÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, elbette ki bunlar sizi rahatsız edecektir çünkü üç buçuk sene iktidarda kaldınız, altı sıfırlı Türk parasından bir tek sıfır bile atamadınız, paramıza itibar kazandıramadınız ama biz iktidara geldiğimizin henüz birinci senesinde Türk parasından altı sıfırı attık ve “O sıfırların hepsi geri gelecek.” dediniz; hamdolsun, bir tanesi bile geri gelmedi.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Suat’ın görevi bu... Seçilmiş… İlla Meclisi gerecek!

SUAT KILIÇ (Devamla) – Ne diyor ecdadımız? “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz, görünür kişinin rütbeyi aklı eserinde.”

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, MHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sonra “uzlaşma” diyorlar, sizinle mi uzlaşacağız?

BAŞKAN – Önerinin lehinde söz isteyen Bayram Meral, İstanbul Milletvekili.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sen seçilmiş bir görevlisin, Meclisi germekle görevlisin!

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Geriyorsunuz Meclisi! Hep aynı…

BAŞKAN – Sayın Korkmaz…

SUAT KILIÇ (Samsun) – Niye geriliyorsun?

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Müspet konuş, geriyorsun sürekli Meclisi!

MUSTAFA CUMUR (Trabzon) – Niye zoruna gidiyor, o zaman öyle değil miydi?

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen karşılıklı konuşmayalım.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Dün dairede kalıyordu, şimdi beş tane konakta beraber oturuyor, bunu da anlatın! Emekliler hayatından çok mu memnun, bunu anlatın! Siz kendi varlığınızdaki artışı da anlatsanıza millete!

BAŞKAN – Sayın Meral, buyurun.

BAYRAM ALİ MERAL (İstanbul) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; emeklilerle ilgili, Milliyetçi Hareket Partisinin vermiş olduğu Meclis araştırma komisyonu açılması hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Saygıdeğer arkadaşlarım, asıl konuya geçmeden bir konuyu bir kez daha bilginize sunmak istiyorum. Bugün Tekel işçileri bir buçuk ayı aşkın bir süredir karın, yağmurun, her türlü sıkıntının altında mücadelesini sürdürmektedir. Bugün Sayın Türk-İş Başkanı ile Sayın Başbakanımızın bir toplantısı olacaktır. Umuyorum, diliyorum ki Sayın Başbakan, çalışan bu Tekel işçilerinin haklarını gasbettirmekten vazgeçer, bunların haklarını verir ve hepimizin de üzüldüğü, kırıldığı, darıldığı, sıkıldığı bu ortam da kalkar.

Yine bizleri üzen bir konu var: Sayın Maliye Bakanımızın ifadeleri. “Efendim, biz bu Tekel işçilerine acıdık da bunları bu şekilde işe almaya mecbur kıldık.” ifadesi kırıcıdır, üzücüdür, yakışıksızdır. Eğer bu ülke Sayın Maliye Bakanının babasının tapulu bir müessesesi olmuş olsaydı, çiftliği olmuş olsaydı böyle bir ifadeyi kullanmaya hakkı vardı ama Türkiye Cumhuriyeti’nin bir Maliye Bakanıdır, ne dediğini bilmesi gerekir, ne söylediğini bilmesi gerekir. Sayın Maliye Bakanı bir kez de “Türkiye’deki öğretmenler Avrupa’daki öğretmenlerden daha fazla ücret alıyor.” ifadesini kullanmıştı. Lütfen… Sayın Maliye Bakanı umarım -zaman ister biraz- Türkiye’yi tanıyacak ama İngiltere ile Türkiye’yi birbirine karıştırıyor değerli arkadaşlarım.

Muhterem arkadaşlarım, niye kızıyorsunuz bunu bir türlü anlayamıyorum. İktidar olduğunuzdan bugüne kadar, emeklinin hakkını kıstınız, memurun hakkını kıstınız, işçinin hakkını kıstınız, çiftçiyi ektiğine, biçtiğine pişman ettiniz, iş yerleri eskiden yüzer yüzer kapanırdı artık milyon milyon kapatmanın yollarını açtınız, eskiden esnafın senedi, çeki yüzer yüzer protesto olurdu şimdi milyon milyon protesto oluyor, iş yerleri kapanıyor. Bunları hep birlikte yaşıyoruz, yalan mı? Yani, bunlara çare bulma yerine konuşmacılara karşı tepki gösterip bunları silmenin, yok göstermenin bir anlamı var mı? Bunlar ortada değerli arkadaşlarım.

Şimdi, 5510 sayılı Yasa çıkarken -emeklilerle ilgili- gerekçe neydi değerli arkadaşlarım? Gerekçe neydi? “Efendim, memur emekli aylıkları ile BAĞ-KUR emekli aylıkları ve işçi emekli aylıkları arasında çok büyük fark var. Biz bu yasayı çıkarıyoruz, bu yasayla bu olumsuzlukları, dengesizlikleri ortadan kaldıracağız.” diyen siz değil miydiniz? “İktidar olursak IMF’nin Türkiye’ye dayattığı bütün anlaşmaları yırtacağız, özgürce bir toplu sözleşme düzeni kuracağız.” diyen siz değil miydiniz değerli arkadaşlarım? Sayın Sözcünüz burada konuşuyor: “Efendim, 2002 yılında buydu, 2009 yılına geldik, bunu verdik.”

AHMET YENİ (Samsun) – Rakam söylüyor, rakam…

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) – Muhterem arkadaşlarım, 2001 krizinde işçiler yüzde 18 zam aldı, siz de ortamınızda yüzde 2,5 zam verdiniz. Yani bunu nasıl mukayese ediyorsunuz değerli arkadaşlarım?

AHMET YENİ (Samsun) – Enflasyon kaçtı, enflasyon? 2002’de enflasyon kaçtı?

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) – Ayrıca, artışları hesap ediyorsunuz. Peki, o zaman akaryakıtın litresi kaç liraydı, doğal gaz kaç liraydı, ulaşım giderleri neydi, okul masrafları neydi, şimdi ne? Bunların oranlarını niye vermiyorsunuz değerli arkadaşlarım?

ÜNAL KAÇIR (İstanbul) – Vereceğim, vereceğim…

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) – Neden emekliden şey yapıyorsunuz?

Bakın muhterem arkadaşlarım, 5 milyon 202 bin 452 işçi emeklisi var, 2 milyon 016 bin 806 BAĞ-KUR emeklisi var, 815.417 memur emeklisi var. Bunların toplamı, muhterem arkadaşlarım, 9 küsur milyon. Şimdi, ben, emeklilere de bazen kahrediyorum muhterem arkadaşlarım. Bunları eşleriyle ortaya koysan 18 milyon, çoluğunu çocuğunu bir tarafa bırak. Niye AK PARTİ’ye yalvarıyorsun? Tavır koysan, geçmişte meydanlarda hakkını aradığın gibi hakkını arasan 500 defa AK PARTİ’yi tarihin karanlıklarına gömersin. Yok ama, bunlarda da kabahat yok, bizlerde de biraz kabahat var. Bırakmışız işin bir tarafını. Adam geliyor, birkaç tane dernek kurmuş, bilmem ne kurmuş, geliyor, yanınıza alıyorsunuz onları, genel kurullarına gitmeden önce zemin hazırlıyorsunuz, bir iki bakan gönderiyorsunuz, bir iki tatlı laf, iki alkış, işi bitirdiğinizi zannediyorsunuz. Öyle değil muhterem arkadaşlarım.

Emekliye verdiğinizi söylüyorsunuz, geçmişte 38 kuruş verdiniz. Ben “40 kuruş.” dedim, sonradan Milliyetçi Hareket Partili sözcü dedi ki, 2 kuruş da zam yaptın. Verdiğinizi değerli arkadaşlarım geri aldınız yaptığınız zamlarla. Hani bir zamanlar emeklilere bütün kapıları açıyordunuz, hastanelerin kapılarını. “Her taraf serbest, özel hastanelere de gider.” diyen siz değil miydiniz, ne oldu? Hani hiçbir şey almıyordunuz, 2 lirayı 15 liraya çıkardığınızı niye söylemiyorsunuz değerli milletvekilleri? Onlardan niye hiç bahsetmiyorsunuz?

Peki, bir emekli düşününüz, bunlar yaşlı, bizim gibi belli yaşa gelmiş insanlar -Suat Bey gibi genç değiller- bu adamın ayda iki defa hastaneye gittiğini düşünün değerli arkadaşlarım 30 lira verecek, dört defa gittiğini düşünün 60 lira verecek; senin verdiğin zammı elli defa elinden dolaylı aldın ve gitti.

Peki muhterem arkadaşlarım, zam verdik, verdik de, verdiğiniz zam nedir, ne zam verdiniz? Biraz önce siz de söylediniz, bunların birçoğu açlık sınırının altında. BAĞ-KUR’un yüzde 99’u açlık sınırının, yani 800 liranın altında aylık ücret alıyor.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Daha fazlası, daha iyisi için çalışıyoruz.

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) – Neresi bunun mutluluk? Hani bunun neyiyle övünüyorsunuz bana söyler misiniz? SSK emeklisi de öyle. Memur emeklisinin de yüzde 25’i, bırak yoksulluğu, açlık sınırının altında ücret almaktadır. Meydanlarda söylediğiniz vaatlerle bunların hiç biri birbirine bağdaşmıyor muhterem arkadaşlarım. Ne oldu peki, ne olacak?

Geldiğiniz günden itibaren, ne kadar, çalışanların hakkı, hukuku varsa bunların üzerine gittiniz. Bakın, geçmişte aldığı ücret ne olursa olsun, bir SSK emeklisi 440 bin liranın altında ücret almazdı. Siz alt tabanı kaldırdınız, 200 küsur bin liraya, bazısı da 190 bin liraya düştü. Bunun nesiyle övünüyorsunuz değerli arkadaşlarım? Bunları siz yaptınız. Cumhuriyet tarihinde, çalışanların hakkına sizin döneminiz kadar hiçbir hükûmet hücum etmemiştir. Siz bunları yaptınız. Ondan sonra burada diyor ki: “Efendim, 2002 yılında buydu, 2003 yılında buydu…” Peki, soruyorum size: İçinizde olan bazı milletvekillerinin, bazı bakanların 2002 yılındaki durumları ile 2009 yılındaki durumları aynı mı? Onlarda hiç artış olmadı mı? Onları niye söylemiyorsunuz? Onların durumlarında, ekonomik durumlarında hiç gelişme olmadı mı? Onların mesleki durumlarında hiçbir gelişme olmadı mı? Detayına inmiyorum, onları da söyleseniz ya!

Yani Türkiye yerinde duruyorsa, emekli aylılıkları da dursun, memur aylıkları da dursun, işçi aylıkları da dursun ama Türkiye’deki fiyat artışları karşısında değerli arkadaşlarım, bunları yapacaksınız. Bakın, ben orada dururken bir şey yaptım, kafamda şöyle bir olayı geliştirdim muhterem arkadaşlarım: Şimdi, orada açlık sınırı kaça çıkmış 2002 yılında? 2002 yılında 300 liraya. 2009 yılında kaça çıkmış? 800 liraya. Yüzde 100’ün üzerinde artış olmuş. Onu niye söylemiyorsunuz?

Değerli arkadaşlarım, bakınız, bu emekli arkadaşlarımız yıllarını bu ülkeye vermiş insanlardır, emektar insanlardır, emektar. Yarın birçoğunuzun da gideceği nokta odur değerli arkadaşlarım. Neden tereddüt ediyorsunuz? Bir siyasi partimiz bir önerge vermiş.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen tamamlayınız.

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) – Diyor ki: “Emekli arkadaşlarımız mağdur. Aralarında bir ücret dengesizliği var. Efendim, söz verdiniz, TÜFE farklarını hâlen bugüne kadar alamadı. İntibak durumlarında muazzam bir dengesizlik var. Oturalım, bunları kendi aramızda tartışalım, olumlu bir noktaya getirelim. Bu arkadaşlarımız artık ne iktidarın kapısını çalsın ne de muhalefetin kapısını çalsın.” Bundan niye tereddüt ediyorsunuz? Bundan niye rahatsız oluyorsunuz değerli arkadaşlarım? Bundan daha doğal bir şey var mı? Bunlar bizim arkadaşlarımız, geçmişte birlikte görev yaptığımız arkadaşlarımız değil mi?

Ben şunu istiyorum iktidar partisinden: Milliyetçi Hareket Partisinin vermiş olduğu bu araştırma önergesine değerli arkadaşlarım da Cumhuriyet Halk Partisinin olduğu gibi olumlu oy kullansınlar, bu arkadaşlarımızın hiç olmazsa bazı olumsuzluklarını ortadan kaldıramazsak dahi, aza indirelim ve bir daha onların yanına gittiğimiz zaman huzur içerisinde gitmenin gayreti içerisinde olalım. Bunu sizlerden de bekliyorum değerli arkadaşlarım.

Yüce Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önerinin aleyhinde söz isteyen Ünal Kacır, İstanbul Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ÜNAL KACIR (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi aleyhinde söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, dün akşam geç vakitlere kadar Mecliste birlikte çalıştık ve emeklilerimize yapılacak zamları beraber burada kararlaştırmış olduk ve dün akşamki çalışmalarımız sırasında da emeklilerimizle ilgili ve maaşlarına yapılan zamlarla ilgili epey konuştuk ama tüm buna rağmen arkadaşlarımız bugün bir araştırma önergesini gündeme getiriyorlar, emeklilerin durumlarını araştıralım diye.

Değerli arkadaşlar, bu öneriyi gündeme getiren arkadaşlarımızın burada gündem belirleyecek sayıda destekleri olmadığı hâlde, sadece, çıkarılacak yasaların gecikmesini temin etmek için ve bunu geciktirirken de burada…

BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – İftira atma! Niyet okuma!

ÜNAL KACIR (Devamla) – …bazı hususlarda vatandaşlarımızın duygularına hitap edici şekilde konuşmalar yapmak üzere bu önerileri getiriyorlar. Saygı duyuyoruz, haklarıdır, getirirler ama biz de bunlarla ilgili görüşlerimizi halkımızla ve buradaki arkadaşlarımızla birlikte paylaşmış oluyoruz.

2002 ve bugün arasında kıyaslama yapıldığı zaman Milliyetçi Hareket Partisinden arkadaşlarımız hemen bir feveran ediyorlar ve “2002 sendromundan ne zaman kurtulacaksınız?” diyorlar. Bu sadece burada olmuyor, biz KİT Komisyonunun çalışmaları sırasında da KİT’lerin 2002’deki durumu ile bugünkü durumları karşılaştırdığımız zaman da hep orada bu tepkileri alıyoruz.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Artık yeni bir şeyler söylemek lazım!

ÜNAL KACIR (Devamla) – Evet, o yıllar acı yıllar, acı yıllar o yıllar, yani 1999-2002 arası acı yıllar. Acı yılları hatırlatmak doğru değil ve bu acı yılları bize yaşatanları hatırlatmak o arkadaşlarımızı elbette üzer ama tahammül göstermek lazım, biz birbirimize burada tahammül göstereceğiz çünkü demokrasi tahammül rejimidir.

Değerli arkadaşlar, az önce Grup Başkan Vekilimiz Suat Kılıç Bey 2002 ile bugün arasındaki emekli maaşlarımızla ilgili detayları sizlere aktardı, ben o konulara, o oranlara tekrar girerek vakitlerinizi almayacağım ama şu eleştiri geliyor: Deniliyor ki: “İyi de emeklinin enflasyonuyla diğer global toplam enflasyon birbirinin aynısı değildir, farklıdır, ona göre değerlendirmek lazım, onları bize söyleyin. Söyleyin bakalım, doğal gazdaki zamlarla, elektrikteki zamlarla bu maaş artışlarını birbiriyle karşılaştırdığınız zaman denk geliyor mu, gelmiyor mu? İşin neresindeyiz?” Haklı söylüyorlar, doğru söylüyorlar, işe o yönden de bakmamız lazım. Yani temel gıda maddeleri var, temel ihtiyaç maddeleri var, bunların alınmasında, karşılanmasında emeklilerimizin maaşları nereden nereye gelmiş, bunları da elbette karşılaştırmak lazım. Bu şekilde ben sizlerle bazı bilgileri, bazı rakamları paylaşmak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, en düşük emekli SSK’lının bir aylık maaşıyla 2002’de ne alınıyormuş, bugün ne alınıyor? Emekli SSK’lı… 2002’de en düşük emekli SSK’lının maaşıyla ne alınıyormuş?

Tabii ki burada şimdi ben rakamları verirken ya sırf ekmek mi yiyecek, sırf domates mi yiyecek, sırf doğal gaz mı kullanacak, sırf elektrik mi? Hayır, ama bir ölçü olsun diye bu rakamları söyleyeceğim.

Değerli arkadaşlar, 2002’de SSK emeklisinin aldığı maaşla 124 kilogram ekmek alınabiliyormuş. Değerli arkadaşlarımızın bize bıraktıkları emanet bu. SSK emeklisine 124 kilo ekmek! Biz nereye getirmişiz? Nereye getirmişiz arkadaşlar? 326 kilo.

BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Yalan söylüyorsun, yalan!

BAŞKAN – Lütfen Sayın Milletvekilim.

ÜNAL KACIR (Devamla) – Hesapla!

BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Bir ekmeğin kaç lira olduğunu bilmiyor musun? Yalan söylüyorsun!

BAŞKAN – Sayın Milletvekili, lütfen…

ÜNAL KACIR (Devamla) – Kilogram konuşuyorum. 326 kilo ekmek alıyor.

Değerli arkadaşlar, makarna…

BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Allah’tan kork! Yalan söylüyorsun!

BAŞKAN – Lütfen hatibe müdahale etmeyelim.

BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Bu millet dinliyor seni! Yalan söylüyorsun!

ÜNAL KACIR (Devamla) – Çıkar konuşursunuz canım, çıkar konuşursunuz.

BAŞKAN – Sayın Kacır, lütfen Genel Kurula hitap ediniz.

Devam edin, buyurun.

ÜNAL KACIR (Devamla) – Makarna… 130 kilo makarna alınıyormuş. Şimdi 342 kilo makarna alınıyor.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – 1 ton, 1 ton! Yanlış söylüyorsun, 1 ton alınıyor!

HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Niye alınıyor niye? Niye alınıyor?

ÜNAL KACIR (Devamla) – Değerli arkadaşlar, tamam da, doğal gaz, doğal gaz… Arkadaşlar, 354 metreküp doğal gaz alınıyormuş. Şimdi de 931 metreküp doğal gaz alınıyor.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Daha fazla, daha fazla!

BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – O da külliyen yalan!

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri…

ÜNAL KACIR (Devamla) – Hesapla, hesapla!

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Yanlış söylüyorsun, daha fazla!

ÜNAL KACIR (Devamla) – Evet, 953 kilovatsaat elektrik alınıyormuş. 2.509 kilovatsaat elektrik alınıyor.

HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Niye kaçak kullanıyor o zaman?

ÜNAL KACIR (Devamla) – Bu kimin? SSK emeklisinin. Peki, SSK emeklisine biraz bu imkânlar olmuş da, BAĞ-KUR emeklisine ne olmuş BAĞ-KUR emeklisine?

GÜROL ERGİN (Muğla) – Allah ıslah etsin! Memleketi paramparça ettiniz!

ÜNAL KACIR (Devamla) – BAĞ-KUR emeklisi neyi elde etmiş? Bak siz BAĞ-KUR emeklisine 70 kilo ekmek vermişsiniz, biz 262 kilo ekmek vermişiz. BAĞ-KUR emeklisinin aldığı maaşla 201 metreküp doğal gaz alınabiliyormuş, 748 metreküp doğal gaz alınıyor şimdi.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Yanlış! Daha fazla, daha fazla!

ÜNAL KACIR (Devamla) – 541 kilovatsaat elektrik alınabiliyormuş, şimdi 2.017 kilovatsaat elektrik alınıyor.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Daha fazla… Yanlış söylüyorsun Ünal Bey, daha fazla.

ÜNAL KACIR (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bu rakamları uzatırız, uzatabiliriz tabii de diğerlerine de bir bakalım. Köylü BAĞ-KUR’u emekli…

GÜROL ERGİN (Muğla) – Palavra olduktan sonra uzat uzatabildiğin kadar.

ÜNAL KACIR (Devamla) – Köylü BAĞ-KUR’u, köylü BAĞ-KUR’u… Bak şimdi, dinle… Dinle, dinle…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Köylü zil takıp oynuyor!

ÜNAL KACIR (Devamla) – Köylü BAĞ-KUR’una verdiğiniz maaşla 32 kilo ekmek alabiliyormuş, köylü BAĞ-KUR’u.

GÜROL ERGİN (Muğla) – Köylü gömleğini satıyor.

BAŞKAN – Sayın Ergin…

ÜNAL KACIR (Devamla) – 32 kilogram ekmek alabiliyormuş verdiğiniz maaşla…

GÜROL ERGİN (Muğla) – Köylüde gömlek kalmadı.

ÜNAL KACIR (Devamla) – …şimdi, 181 kilogram ekmek alabiliyor. 6 kat...

BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Yalan söylüyorsun.

ÜNAL KACIR (Devamla) – İşte, meydanda, verdiğin 66 lira o zaman ya! 66 lira veriyordunuz, 66 lira! 66 lirayla nasıl geçinilir? Ha, biz ne yapmışız? 360 liranın üzerine çıkarmışız, 365 lira, 367 lira olmuş. Ha, şimdi söyle, söyle de destekli söyle.

BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Yalan söyledikten sonra her şeyi söyle.

ÜNAL KACIR (Devamla) – Bak şimdi, 93 metreküp doğal gaz alabiliyormuş, tarım BAĞ-KUR’lusu bir aylık maaşıyla 93 metreküp doğal gaz alabiliyormuş; şimdi, 515 metreküp doğal gaz alıyor. Ya, ya!

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Yanlış söyleme, o 1.500 metreküp.

BİLGİN PAÇARIZ (Edirne) – Yalan söyleme, köylü doğal gaz mı kullanıyor ya? (Gülüşmeler)

BAŞKAN – Sayın Vekilim, böyle bir hakkınız var mı?

ÜNAL KACIR (Devamla) – Ölçüyorsun ya!

BAŞKAN – Lütfen…

ÜNAL KACIR (Devamla) – Köylü emekli oldu, emekli. Şehre gitmiş, şehirde de doğal gaz kullanıyor. Yok mu?

BİLGİN PAÇARIZ (Edirne) – Köylü doğal gaz mı kullanıyor, atma o kadar.

ÜNAL KACIR (Devamla) – Haydi, başka şeye bakalım. Tamam, karşılaştırmayalım doğal gazla. Elektrik kullanıyor mu köylü, elektrik kullanıyor mu?

BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Köylüyü çiftçilik yapamaz hâle getirdiniz.

ÜNAL KACIR (Devamla) – Ha, bakalım, elektriğe bakalım. 250 kilovatsaat elektrik alıyormuş verdiğiniz maaşla, şimdi 1.389 kilovatsaat elektrik kullanabiliyor.

Bak, başka bir şey söyleyeyim; bak, makarna: Sizin verdiğiniz maaşla 34 kilo makarna alınırken bizim bugün verdiğimiz maaşla 189 kilo makarna alabiliyor.

RIDVAN YALÇIN (Ordu) – Sadece makarna mı yiyecek bu insanlar?

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Makarnayı bedava dağıtıyorsunuz.

ÜNAL KACIR (Devamla) – Değerli arkadaşlar, ya, bunlar kıyas, kıyas!

RIDVAN YALÇIN (Ordu) – Peyniri, zeytini söyle.

ÜNAL KACIR (Devamla) – Başka bir şeye bakalım canım. Haydi, ona da takıldınız.

Çay: 52 kilogram çay alabiliyormuş, şimdi 287 kilo çay alıyor.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Daha fazla, eksik söylüyorsunuz!

OSMAN KAPTAN (Antalya) – Tarım emeklisi kaç lira alıyor.

ÜNAL KACIR (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bu liste böyle uzayıp gider. Vaktinizi fazla almak istemiyorum, değerli arkadaşlarımızı da fazla üzmek istemiyorum ama Allah o acı yılları bir daha yaşatmasın diyorum.

SÜLEYMAN LÂTİF YUNUSOĞLU (Trabzon) – Üzülmüyoruz, komedi dinliyoruz.

ÜNAL KACIR (Devamla) – O acı yıllara bizleri getirenleri halkımız çok iyi tanıyor ve onları bir daha da buralara, iktidara getirmez.

Şimdi, Sayın Meral… Sayın Meral, sağ olsun, burada, hastanelere katkı payından filan bahsetti. Sayın Meral, siz, yıllarca, işçi sendikalarının başkanlığını yaptınız. Siz hayal ediyor muydunuz, işçi ya da işçi emeklisi hastaneye gidecek…

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Kızılay’da elli gün soğukta direniş yapacak, hayal edilmiyordu tabii.

ÜNAL KACIR (Devamla) – …özel hastaneye gidecek, devlet hastanesine gidecek, istediği hastaneye gidecek, reçeteyi alacak istediği eczaneden ilacını alabilecek?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OSMAN KAPTAN (Antalya) – Sen neredesin? Hangi memleketin milletvekilisin sen?

BAŞKAN – Lütfen tamamlayınız.

Buyurun.

ÜNAL KACIR (Devamla) – Tamamlıyorum efendim.

Siz bunu hayal etseydiniz, talep ederdiniz; hayal edebilseydiniz talep ederdiniz. Sizin sendika başkanı olduğunuz dönemi ben biliyorum. Hiç böyle bir talebinizi de duymadım; yahu, gelin, bütün eczanelerden işçiler, işçi emeklileri ilaçlarını alabilsin diye. Ha, bak ne yaptınız biliyor musunuz: Biz bunu getirirken siz burada çıktınız karşı söylemde bulundunuz. Hastanelerin birleştirilmesine karşı çıktınız…

MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) – “İstemezuk, istemezuk!”

ÜNAL KACIR (Devamla) – …ve bütün bunların yapılabileceğini düşünemediniz; yapamazsınız, edemezsiniz… Ama yaptık da, ettik de, daha güzelini yapacağız. Halkımız bunu biliyor, halkımız bunu biliyor. Ülkemiz ekonomisini düzelttikçe daha güzellerini halkımıza yine AK PARTİ olarak bizler yaşatacağız.

GÜROL ERGİN (Muğla) – Düzeltmediniz, dümdüz etiniz.

ÜNAL KACIR (Devamla) – Bu duygularla yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Hepinize hayırlı günler diliyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

GÜROL ERGİN (Muğla) – Memleketi parça parça ettiniz, ne konuşuyorsunuz?

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kacır.

GÜROL ERGİN (Muğla) – Memleketi paramparça ettiniz, paramparça!

BAŞKAN – Bir saniye sayın milletvekilleri.

BAYRAM ALİ MERAL (İstanbul) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Meral.

BAYRAM ALİ MERAL (İstanbul) – Sayın Başkanım, hem ismimden hem de geçmişteki unvanımdan bahsederek Değerli Vekilim sataşma yaptı. Açıklık getirmek istiyorum müsaade ederseniz.

BAŞKAN – Ne söyledi Sayın Kacır, Sayın Bayram?

BAYRAM ALİ MERAL (İstanbul) – Daha ne söyleyecek? (Gürültüler)

BAŞKAN – Hayır, lütfen… Konuşmayı dinledim. Sizin hayal edip etmediğinizi sordu, sadece soru sordu size.

Teşekkür ediyorum.

Şimdi Milliyetçi Hareket Partisi Grup önerisini oylarınıza sunacağım ancak oylamadan önce bir yoklama talebi vardır, yerine getireceğim:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

MHP grup önerisinin oylanmasında toplantı yeter sayısının aranmasını arz ve teklif ederiz.

BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu? Burada.

Sayın Kart? Burada.

Sayın Meral? Burada.

Sayın Köse? Burada.

Sayın Diren? Burada.

Sayın Coşkunoğlu? Burada.

Sayın Kaptan? Burada.

Sayın Paçarız? Burada.

Sayın Barış? Burada.

Sayın Hacaloğlu? Burada.

Sayın Küçük? Burada.

Sayın Köktürk? Burada.

Sayın Ağyüz? Burada.

Sayın Özdemir? Burada.

Sayın Tütüncü? Burada.

Sayın Ersin? Burada.

Sayın Topuz? Burada.

Sayın Yıldız? Burada.

Sayın Süner? Burada.

Sayın Ergin? Burada.

BAŞKAN – Beş dakika süre veriyorum.

BİLGİN PAÇARIZ (Edirne) – Sayın Başkan, beş dakika az, on beş dakika verin!

III.- YOKLAMA

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.

VI.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

1.- (10/478) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesi’nin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 28/1/2010 Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi (Devam)

BAŞKAN – Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler.. Öneri kabul edilmemiştir.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 15.41

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.56

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN (Bingöl), Murat ÖZKAN (Giresun)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 54’üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup oylarınıza sunacağım.

2.- (10/44, 10/147) esas numaralı Meclis Araştırması önergelerinin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 28/1/2010 Perşembe günkü birleşiminde birlikte yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi

                                                                                                               12.01.2010

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu; 28.01.2010 Perşembe günü (Bugün) toplanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                        Kemal Kılıçdaroglu

                                                                                                                 İstanbul

                                                                                                         Grup Başkanvekili

Öneri:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler Kısmında yer alan (10/44) ile (10/147) esas numaralı Meclis Araştırma Önergelerinin görüşmelerinin, Genel Kurul'un, 28.01.2010 Perşembe günlü birleşiminde birlikte yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grup önerisi lehinde söz isteyen Kemal Kılıçdaroğlu, İstanbul Milletvekili.

Buyurun Sayın Kılıçdaroğlu. (CHP sıralarından alkışlar)

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Değerli milletvekilleri, Sayın Başkan; Tekel işçileriyle ilgili, hem Tekelin özelleştirilmesi ve Tekel işçilerinin içinde bulunduğu durum hakkında iki ayrı araştırma önergemiz var. Bu araştırma önergelerinin Meclis Genel Kurulunda görüşülüp kabul edilmesini ve komisyon kurulmasını arzu ediyoruz.

Az önce Milliyetçi Hareket Partisinin emeklilerle ilgili bir araştırma önergesi görüşüldü. Samimi söylüyorum AKP grup sözcülerini ve milletvekillerini dinleyince dedim ki: “Herhâlde bizim emekliler Kanarya Adalarında yaşıyor da bizim haberimiz yok.” Her türlü imkân sağlanmış, her türlü olanak verilmiş, emeklilerin durumu tozpembe fakat bizim haberimiz yok ve ben şöyle bir karar aldım: Burada konuşan iki AKP’li, hem Grup Başkan Vekili Suat Bey’in hem de Sayın Kacır’ın konuşmalarını hep yanımda taşıyacağım. Emekliler itiraz ettiği zaman da diyeceğim ki: “Siz yalan söylüyorsunuz kusura bakmayın. Sizin durumunuz çok parlak. İşte, iktidardan iki değerli milletvekilimizin görüşmeleri ve görüşmelerde sizinle ilgili durumu Parlamentoda böyle yansıttılar. Biz de o milletvekillerimize güveniyoruz. Siz refah içinde yaşıyorsunuz, yaz tatillerini de Kanarya Adalarında geçiriyorsunuz. O nedenle de AKP size minnettar.”

Değerli milletvekilleri, Tekel, Türkiye’nin değil dünyanın en önemli kuruluşlarından birisiydi. Ama özelleştirme kararı alındı, parça parça özelleştirildi. Şimdi, bu özelleştirme sırasında pek çok işçi mağdur oldu. Sayın Başbakanın yaptığı konuşmalarda ve AKP milletvekillerinin yaptığı konuşmalarda özelleştirmenin sosyal boyutunu dikkate almadıklarını görüyoruz. Özelleştirilen kuruluşların içinde insanlar var; o insanlar üretim yapıyorlar, o insanların hakları var. “Biz bunları özelleştiririz, yasalara göre kıdem tazminatlarını öderiz ve kapının önüne bırakırız…”

Ben istirham ediyorum: Acaba özelleştirme yapan diğer ülkelerde, örneğin Japonya’da, örneğin Almanya’da, Fransa’da, İngiltere’de acaba gerçekten işçiler kapının önüne kondular mı? Orada özelleştirmenin sosyal boyutu üzerinde ayrıca duruldu mu? İşçiler işsiz kalmasın diye onlara özel olanaklar sağlandı mı? Hakları gasbedildi mi? Hayır, bunların hiçbirisi yok ama bunlar sizin İktidarınız döneminde yaşanıyor.

Şimdi, bakınız değerli milletvekilleri, 5/12/2009, Sayın Başbakan İstanbul’da bir konuşma yapıyor. Oraya Tekel işçileri de gelmiş, Tekel işçilerinin attığı slogan şu: “Tekel sizden müjde bekliyor.” Başka bir şey yok. Buna Sayın Başbakan kızıyor ve şunu söylüyor: “Bu ülkede çalışmadan, yatarak para kazanmak istiyorlar. Biz artık, yatarak para kazanma dönemini kapattık. Üreteceksin, kazanacaksın. Bunlar ‘Devletin malı deniz, yemeyen domuz.’ dediler, bu anlayışla baktılar. Biz böyle bakamayız.”

Şimdi, değerli milletvekilleri, Tekel işçilerini eleştirebilirsiniz ama bir başbakan “Devletin malı deniz, yemeyen domuz.” anlayışını işçilerin üzerine yıkamaz çünkü onlar çalışmak istiyorlar, onlar üretmek istiyorlar, onlar yan gelip yatmak istemiyorlar. Ama Sayın Başbakan bunu hangi bilgiyle, hangi bilgi donanımıyla ifade etti, doğrusunu isterseniz anlamakta zorluk çekiyorum.

Bakın, Sayın Başbakan yine bir konuşmasında diyor ki: “Efendim, ben yetim hakkı yedirmem.” Değerli milletvekilleri, Tekelin alkol bölümünü Şubat 2004’te özelleştirdiniz, 292 milyon dolara gitti. 292 milyon dolara alanlar bir süre sonra bunu 900 milyon dolara sattılar. Şimdi ben buradan bütün vatandaşlarıma seslenmek istiyorum: 292 milyon dolara satıp, alanın bir süre sonra 900 milyon dolara sattığı bir yerde yaratılan rantın yetimin hakkını yemek olduğunu biliyor mu, bilmiyor mu Sayın Başbakan? Böyle bir anlayış olabilir mi? 292 milyon dolara satacaksınız, alan 900 milyon dolara satacak, “Yetimin hakkını yiyor.” Diye Tekel işçisinin sırtına bineceksiniz ama bunu hiç görmemezlikten geleceksiniz.

Sadece bu mu? İki kamu bankasından damadının üst düzey yönetici olduğu bir şirkete 750 milyon dolar kredi çıkartırken yetim hakkı acaba Sayın Başbakanın aklına hiç geldi mi? Yine gelmemiştir ama Sayın Başbakan yeri, zamanı gelince “Yetimin hakkını yedirmem.” diyor.

Yine bir şey daha söyleyeyim, burada Sayın Meral da ifade etti: Sayın Maliye Bakanı işçilere merhamet göstermekten söz ediyor, “Efendim, daha önceki işçiler özelleştirmede mağdur oldular, biz merhamet gösterdik, 4/C kapsamında onları işe aldık.” Tekel işçilerine de bu merhameti gösteriyorlar!

“Merhamet” sözcüğü bir hukuk devletinde bir bakanın, bir siyasetçinin kullanmaması gereken bir sözdür. Hatta Sayın Meral konuşmasını yaparken “Sayın Maliye Bakanının Türkiye çiftliği mi ki ‘merhamet’ sözcüğünü kullanıyor.” diyor. Bir iş adamı, kendi çiftliği bile olsa orada çalışan işçi için “merhamet” sözcüğünü kullanamaz çünkü onlar çalışıyorlar, üretiyorlar, çalışıp üretiyor ve hakkını da alıyor. Bizim Anayasa’mızda merhamet değil, hak kavramı vardır, kişilerin hakları vardır, sosyal hakları vardır. Kişilere devlet lütfetmez, kişiler haklarını alırlar, haklarını sorgularlar.

Eğer siz bir Maliye Bakanı olarak, üstelik yurt dışında eğitim görmüş bir Maliye Bakanı olarak işçilere merhamet gösterirseniz o merhameti işçiler size aynen iade ederler. Hiç kimse o merhametin arkasında değil, herkes kazanılmış hakkının korunmasını istiyor, yeni bir hak da talep etmiyor. Hiçbir Tekel işçisi yan gelip yatmak istemiyor, diyor ki: “Biz çalışmak istiyoruz, bize yer gösterin.”

Bakınız değerli milletvekilleri, geçen yasama döneminde altı aydan fazla çalışan işçileri kadrolu işçi yaptınız, bizler de destek verdik buna, altı aydan fazla çalışanlara. Şimdi on iki saat çalışmak isteyenlere siz kadroyu fazla görüyorsunuz, diyorsunuz ki: “Biz sizin işinize son vereceğiz.” O zaman, bu anlayışın arkasındaki nedir, ne yatıyor bu anlayışın arkasında? Tekel işçilerine karşı bir garaz mı besleniyor, bir kin mi besleniyor? Bunun mutlaka bir şekliyle açıklanması lazım.

Tekel işçilerine her türlü baskı yapıldı, biber gazı kullanıldı, o soğuk sularda havuza girmek zorunda kaldılar, polis copu yediler ama bir şey yaptı Tekel işçileri: Hiçbir harekete karşı şiddete başvurmadı. Dayak yedi, sesini çıkarmadı; havuza attınız, sesini çıkarmadı; biber gazı sıktınız, sesini çıkarmadı ve Tekel işçisi diyor ki: “Hakkımız teslim edilmezse, ölüm orucuna yatacağız.” O zaman, sosyal devlette bu kadar baskı ve şiddeti uygulayarak, neden işçileri ölüm orucuna yatırıyorsunuz?

Tekel işçileri demokrasiye de, ulusal bütünlüğe de güzel bir örnek verdiler. Tekel işçileri arasında Bitlisli var, Vanlı var, Adıyamanlı var, Diyarbakırlı var, Trabzonlu var, İzmirli var, Trakyalı var ve hepsi ortak tek bir ses çıkarıyorlar: Bizim haklarımızı elimizden almayın. Ulusal bütünlük içinde çıkarıyorlar, ayrışmayı değil, hak uğruna birlikteliği savunuyorlar. Bu da aslında demokrasi açısından bizim için de güzel bir derstir, güzel bir örnektir; bu örneğin arkasında niçin durmuyor iktidar partisi? “Evet, hepiniz gelin, hepinize kucak açıyoruz.” denmesi lazım.

Sayın Elitaş, geçen gün burada konuşma yaptığında dedi ki: “Giydirilmiş ücretleri 3.018 liradır.”

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – 3.108…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – 3.108 lira.

Tekel işçilerini ziyarete gittim, dedim ki: “Giydirilmiş ücret olarak 3.108 lira alan var mı?” Bize bordrolarını gösterdiler, bordrolarda bunlar yok, çıplak ücret görünüyor. Ben kendilerine şunu söyledim: “Hepiniz 3.108 lira değil, 1.500 lira almaya razı mısınız?” Tamamı: “Evet, razıyız.” Verin 1.500 lirayı bu iş bitmiş olsun. Burada yine söylüyoruz: Verin 1.500 lira, 3,108 lira istemiyorlar, bu iş bitmiş olsun, herkes razı, hakkına razı zaten. Kaldı ki, 1.500 lira da almıyorlar bunlar, 1.200 lira alan var, 1.300 lira alan var, 1.350 lira alan var. Bunların 3.108 lira para falan aldıkları da yok. Bunu da dikkate almamız gerekiyor değerli milletvekilleri.

Biz başka bir şey daha ifade edelim, onun da üzerinde duralım: Bakınız, Sayın Başbakan, yine Tekel işçilerini kastederek: “Bu ülkede milletimizin bize emanet ettiği kasayı soydurmayız.” diyor. Allah aşkına…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen tamamlayınız Sayın Kılıçdaroğlu.

Buyurun.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – “Bu ülkede milletimizin bize emanet ettiği kasayı soydurmayız.” diyor Sayın Başbakan. Allah aşkına, Tekel işçisi ne zamandan beri hırsız oldu da kasayı soyuyor? Ne yaptı Tekel işçisi? Çalışıyor Tekel işçisi, üretiyor Tekel işçisi; iş istiyor, vermiyorsunuz; hak istiyor, hakkını elinden alıyorsunuz; “Mevcut haklarım korunsun.” diyor, onu da elinden alacaksınız. O zaman, bunun sosyal devlet neresinde? Anayasa’da “sosyal devlet” diyor, “hak” diyor, “adalet” diyor, o zaman bunların hiçbirisi yok.

Yedi yıldır yapılan soygunlardan Sayın Başbakanın haberi yok mu? Sayın Elitaş’a söylüyorum, Sayın Elitaş lütfen dinleyin, Sayın Başbakan diyor ki: “Devletin bize emanet ettiği kasayı boşaltmayız.” Sayın Elitaş, Sayın Başbakana sorun: Hayalî ihracattan yargılanan birisi AKP sıralarında oturuyor mu, oturmuyor mu? Bu lafı önce ona söylemesi gerekmiyor mu Tekel işçisine söyleyeceğine? Eğer birisi hayalî ihracattan yargılanıyor ve Parlamentoda oturuyorsa “Devletin bize emanet ettiği kasayı soydurmayacağız.” lafını önce ona söylemesi lazım, Tekel işçisine değil.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HALUK İPEK (Ankara) – Burada oturuyor mu şu anda?

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Şu anda oturmuyor ama aranızda.

Çok teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu, teşekkür ediyorum.

Grup önerisi aleyhinde söz isteyen Ali Uzunırmak, Aydın Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun önerisi üzerinde söz aldım.

Tabii ki arkadaşlarımız merak edeceklerdir, Ali Uzunırmak Tekel işçilerinin aleyhinde söz aldı… E tabii, Sayın Başbakan bu ülkenin padişahı gibi maşallah! Biz de kul olmaya doğru mu gidiyoruz acaba? Tekel işçisi feryat ediyor. Bakın, bu hadise başladığı günden bugüne şöyle bir göz gezdirdiğimizde, Sayın Başbakan diyor ki: “Yatarak para kazanma dönemi bitti.”,“Yetim hakkı yedirmeyiz.”, “Devletin malı deniz, yemeyen domuz devrini kapattık.”, “Aylık 40 trilyon TL maliyetleri var.”, “Genel grev kararı alınacakmış, bizi devireceklermiş, avucunuzu yalarsınız.” Bunun gibi, incitici birtakım yanlış ve yalan propagandalar neticesinde etkilenen bazı vatandaşlarımız var.

Seçim bölgemde ve vatandaşlarımızla kurduğumuz diyaloglarda, hakikaten Sayın Başbakanının bir devlet adabına yakışmayan bu ithamları ve iftiralarından, vatandaşımızda bu yanlış bilgilenmenin neticesinde Tekel işçisine bir bakış açısı oluşmuş. Dolayısıyla, bu milletin, bu ülkenin bütünlüğüne, insan haklarına, insan onuruna yakışan en güzel davranış ve dolayısıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine, milletvekilinin erdemine yakışan davranış vatandaşının uğradığı haksızlığa sahip çıkmaktır. Eğer gerçekten Sayın Başbakanın söylediği bu olaylar var ise Tekel işçisi haksızdır ama eğer Sayın Başbakanın söylediği bu olaylar yok, hakikaten Tekel işçisi mağdur ise buna Türkiye Büyük Millet Meclisinin, Meclis çoğunluğunun sahip çıkması gerektiği kanaatini taşıyorum.

Değerli milletvekilleri, tabii ki insan “Ne idim, ne oldum.” demeyecek. Kültür Bakanımız birtakım diyalektlerden bahsediyor, Bakanlar Kurulu toplantılarında bunları konuşsa zannederim ki Sayın Başbakanı doğru bilgilendirir ve doğru bir hizaya getirir. “Ne idim, ne oldum, ne olacağım.” demek lazım.

Değerli milletvekilleri, bir siyasi partinin -eski arkadaşı- genel başkanı diyor ki “Harun gibi geldiler, Karun oldular.” Ben sadece burada bırakmayacağım işi, değerli milletvekili arkadaşlarımıza, AKP milletvekillerine bir tavsiyem var: Bir dünya görüşü, insanlara bir kimlik kazandırır, bir bakış açısı kazandırır. Dolayısıyla, zenginleşmekle kapitalistleşmek farklı şeylerdir değerli arkadaşlar. Bugün, AKP’nin hanedanları sadece gayrimeşru yollarla zenginleşmediler, aynı zamanda dünya görüşlerini de değiştirip kapitalistleştiler. İşte, bugün Türkiye'nin çektiği en önemli sıkıntı bunun anlaşılamayışıdır. Gayrimeşru yollarla zenginleş, hesabı verilemeyen paralarla zenginleş ve ondan sonra dünya görüşü olarak da kapitalistleş; işte o işçiye o zulmü yaparsınız.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – İftira atıyorsun. Hepsi yalan, iftira.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Ondan sonra işçiye eziyet et.

ALİ UZUNIRMAK (Devamla) – Herkese, sadece işçiye değil; bu ülkede horlanan, bu ülkede azarlanan sadece işçi, çiftçi, köylü, esnaf, iş adamı değil, işini kaybeden iş adamlarına Sayın Başbakan hakaret etmedi mi? Onlara da “Onlar iş bilmiyorlar.” dedi. Çiftçiye hakaret etmedi mi? Gırtlaklarına sarıldı “Al ananı, git.” dedi. İşçiye hakaret etmedi mi? İşte, ortada işçiye yapılan hakaretler.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – “Soyguncu” diyor.

ALİ UZUNIRMAK (Devamla) – Sayın Başbakan, Meclis Başkanına, yasama organının başkanına da yönelmedi mi? Yöneldi. Yani öyle, bu işler sıradan davranışlar değil. İşte, zenginleşmenin yanında kapitalistleşmenin ve acımasızca kapitalistleşmenin bir sonucu olarak bu takım davranışlar dününü, geldiği yeri unutarak başladı. Bir işçi çocuğu olarak geldi Sayın Başbakan, çocuğunu bir arkadaşının burslarıyla okuttu ama bugün villalar var, ama bugün “gemicikler” var.

Değerli milletvekilleri, olayları kişiselleştirmek istemiyorum ama bu bir yönetim mantığıdır. Dolayısıyla, bu yönetim mantığı devam ettiği sürece, bu baskı ve zulüm devam ettiği sürece, bizim, meseleleri doğru tartışmamız da mümkün olmayacaktır.

Daha dün, burada, Hükûmetin getirdiği teklifin üzerinde “Memurlarımızın emeklilerine 1 lira artış yapalım.” dediğimizde, AKP Grubundan kadrolu laf atıcılardan bir arkadaşımız dedi ki: “Marlboro’yu içmesinler.” E, mantık bu, mantık bu: Marlboro’yu içmesinler. Onlar pasaport alıp yurt dışına gitmesinler, yaz tatilini geçirmesinler.

Değerli milletvekilleri, Tekel işçileri ne diyor? Tekel işçileri, sendrom başladığı günden beridir vatandaşa sesini duyuramıyor, sadece bir direniş safhasında kalmış görünüyor vatandaşlarda. Onlara bakarsanız, kazandıkları statüyü, refahı kaybetmek istemeyen işçiler konumuna düştüler ama o değil. 4/C ne diyor?

Bakın, onların dert yandığı şunlar: En az dört ay, en fazla on bir ay çalışacaklar 4/C’de. Fazla çalışma zorunlu ancak ücret yok, ihbar ve kıdem tazminatı yok, ikramiye hakları yok. Bakanlar Kurulunca belirlenen ücretler tavandır, indirilebilir. Yıllık ücretli izin hakkı yok. Çalıştıkları süreyle prim ödeme gün sayıları ve prim miktarları ücret olarak düştüğü için hak kayıpları yaşanacak. İş güvencesi yok, sendikal hak yok. Almakta olduğu ücret yüzde 40-yüzde 70 civarında düşecek.

Peki, buna karşılık Tekel işçileri ne diyor? Tekel işçileri “Yattığımız yerden para kazanalım, yetim hakkı yiyelim, Karun olalım.” falan demiyor, “Kapitalistleşelim.” falan demiyor; diyor ki: “Bir: Özlük haklarımızla diğer kamu kurum ve kuruluşlarına nakil istiyoruz.” Haklı bir talep. “İki: Bu mümkün değilse… Bizim iş yerimiz özelleştirilmedi, Hükûmetçe kapatılıyor. Kapatılan iş yerleriyle ilgili 1997 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla diğer kurumlara nakiller oldu, bundan yararlanmak istiyoruz. Üç: 657 sayılı Yasa’nın 4/B ve 4/C maddelerinde düzenleme yapılarak işçi statüsü kazandırılmasının önü açılsın. Dört: Yaklaşık 220 bin kamu işçisine altı ay veya daha fazla çalışmış insanlara kadro veren Hükûmetin, yaklaşık 12 bin Tekel işçisini kapının önüne koymasının anlamı bulunmamaktadır.” diyor.

Bu uygulamayla ilgili, arkadaşlarımız 2002 yılını, öncelerini örneklendirerek bazı şeyler gündeme getiriyorlar. Değerli milletvekilleri, 2002 yılı öncesinde yapılmış bir uygulamayı ben sizlerle paylaşmak istiyorum, halkımızla paylaşmak istiyorum. İşte, 1.800 işçinin, 25 Nisan 2002 tarihli 24736 sayılı Kararname’yle aynı şartlarda başka kurumlara geçirildiğinin Resmî Gazete’de yayımlanmış örneği de elimizde. Dolayısıyla…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Hangi kurum?

ALİ UZUNIRMAK (Devamla) – Onları milletvekili sorumluluğuna dayanarak biraz araştırırsanız…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Hangi kurum?

ALİ UZUNIRMAK (Devamla) – Değerli milletvekilleri, sorun çözmek…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Afaki konuşmayla olmaz, kurumu söyle!

BAŞKAN – Sayın Elitaş, lütfen… Sayın Elitaş

ALİ UZUNIRMAK (Devamla) – Ben, fotokopisini Sayın AKP Grup Başkan Vekiline takdim edeceğim. Merak etmeyin, görürsünüz.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Kurumu söyle!

BAŞKAN– Sayın Elitaş, lütfen…

ÜNAL KACIR (İstanbul) – Milletten mi saklıyorsun?

ALİ UZUNIRMAK (Devamla) – Dolayısıyla, değerli milletvekilleri, önce yönetme mantığında sorunu anlamaya çalışmak… Sorunu anlamaya çalışmak önemlidir, algılamaya çalışmak önemlidir. Sonra doğrusunu yapmak arkasından gelir ama AKP, kendini bağlayarak Sayın Başbakan, inadına işler yapıyor. Bu işler doğru işler değildir değerli milletvekilleri.

Dolayısıyla, ben, bir şeyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Değerli milletvekilleri, bir fıkra vardır, Anadolu’da adam, yediği kuru fasulyeden memleketinde bıkmış. Memleketten gitmiş İstanbul’a, lokantaya varmış, işte garson saymış yemekleri ve yemeklerin arasında kuru fasulyeyi de saymış, “Lobya” demiş tabii ki adına, “Lobya” deyince, adam demiş ki: “Ya bu yeni bir şey herhâlde, ben meraklandım.” bir lobya ısmarlamış. Bir bakmış ki önüne gene kuru fasulye gelmiş, demiş ki: “Hay Allah ya, ben buraya gelinceye kadar adını mı değiştirdin?”

Şimdi, AKP’nin bazı yöneticilerine sesleniyorum: Devletin kapatmasıyla…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen tamamlayınız.

ALİ UZUNIRMAK (Devamla) – Tamamlıyorum Sayın Başkan.

…kendinizin kapatılmasıyla sizin damak tadınız özünüzde kuru fasulye. Adınızın lobya olmasıyla, AKP olmasıyla geçmişten bugüne gelen birtakım mesuliyetlerden acaba bazı yöneticiler kurtulduklarını mı zannediyorlar? Damak tadı da kuru fasulye, meşrebi de kuru fasulye, her şeyi kuru fasulye.

Şimdi, dolayısıyla, vatandaş daha lobyayı kuru fasulye olarak gittikçe anlamaya başladı. Anladığı zaman lobyanın kuru fasulye olduğunu vatandaş, bu işçiden başlayarak bunun hesabını soracak. Siz kendinizi “lobya” diye anlatmakla kuru fasulyeliğinizi değiştiremeyeceksiniz. Her türlü davranışınızda yasalara, Anayasa’ya, cumhuriyete, devlete, devletin malına, davranışlara baktığınızda bunlar belli oluyor.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Hadi oradan, hadi…

ALİ UZUNIRMAK (Devamla) – Sen kadrolu laf atılıcılığa devam edersin ama bu milletle olan problemini çözemezsin.

Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Öneri lehinde söz isteyen Hasip Kaplan, Şırnak Milletvekili.

Buyurun Sayın Kaplan.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dışarıda kar yağıyor; şöyle Meclisin bahçesine çıkıverin ve yağan karın soğukluğunu, güzelliğini, doğadaki bütün nimetlerini bir hissedin. Sonra bir empati kurun, Meclisin bahçesinden çok değil 500 metre ötede Tekel işçilerinin naylon çadırlarda, karda ve bir soba başında oturmuş hak mücadelesi verirken oradaki fotoğrafına bakınız. O fotoğrafta şunu görünüz: Adıyaman’dan, Diyarbakır’dan, Bitlis’ten, Muş’tan Kürt yurttaşlarımız da Trabzon’dan Laz kardeşlerimiz de Ege’nin efeleri de Manisa’nın kadını erkeği de, Muğla’dan, Antalya’dan, İstanbul’dan insanları bir arada göreceksiniz ve doğusu, batısı, kuzeyi, güneyi, İç Anadolu’su, kadını erkeğiyle hak mücadelesi veren 12 bin işçinin referandum yaparak iradesiyle devam eden bir direnişi göreceksiniz. Orada, aslında, bu Meclisin gıptayla ders alması gereken bir fotoğraf var; orada Türkiye'nin birliğini görürsünüz, birbirini anlayan Karadenizlinin, Kürt’ün, Egelinin bu yaşam mücadelesindeki kenetlenmesini görürsünüz. O soğuk çadırlarda, niye bu ülkede insanlar ölüyor, niye bu ülkede barış gelmiyor, niye bu ülkede Berivan adında on beş yaşındaki bir kız çocuğuna mahkemeler, bir slogan attığı için yaşı kadar hapis cezası veriyor ve bu ülkede niye her yerde gizli dinlemeler var, telefonlar var; bu ülkede neden her tarafta mantar gibi çeteler çıkıyor, türüyor, neden bunlara ceza verilmiyor; neden Tekel işçileri sokağa atılıyor, inanın gecenin sabahına kadar işçiler oturuyor bütün bunları konuşuyor. Size bir tavsiyem, gidin, AK PARTİ olarak bir anket yapın göreceksiniz, o işçilerin belki de yüzde 60’ı AK PARTİ’ye oy vermiş ama bir dahaki seçimde gidin bakın bakayım kaç tane oy alacaksınız.

Yani bunu şu anlamda söylüyorum: Türkiye gibi dünyanın 17’nci büyük ekonomisi… Tabii, orada da bir anlaşmazlık var, Sayın Babacan diyor ki: “15’inci büyük ekonomisi.”, Sayın Şimşek diyor ki: “17’nci büyük ekonomisi.” Yani 2 puan farkını, hangi rakamlar makası daraltıyor bilmiyoruz ama dünyanın 15’inci büyük ekonomisine bakın, 72 milyon insanlı Türkiye’ye bakın, Anadolu’dan, Asya’dan Avrupa’ya bir kısrak başı gibi uzanan ülkeye bakın, tarihine bakın, kültürüne bakın, zenginliğine bakın, denizlerine bakın, dağlarına bakın ama bir fotoğraf orada gözüküyor ki bir özelleştirme geliri bulmuşsunuz, beleşten gelir -beleşten gelir, çalışmadan gelirdir- devletin, geçmiş iktidarların kurmuş olduğu fabrikaların, tesislerin özelleştirilerek satıldığı ve o paraların alınıp ihale yolsuzluklarında, banka batırmalarında, devleti zarara sokan açıklarda ya borçların ödendiği, yamalandığı bir süreç yaşayan bir Türkiye’de satıyorsunuz zenginlere en kâr getiren müesseselerinizi, fabrikalarınızı, ülkenizin servetini; tütün üreticisini mağdur ediyorsunuz, 180 bin aileyi; arkasından da on beş senedir, on altı senedir Tekelde çalışan işçilere diyorsunuz: “Buyurun sokak, sokağa buyurun.”

Şimdi, burada insan olarak önce bakmak lazım, vicdan olarak bakmak lazım, adalet olarak bakmak lazım. Daha önceki statüsü ile ücreti, ikramiyesi ve çalıştığı bir konuda iyi durumda olan o aile zaten geçinemiyordu ama şimdi alıyorsunuz, 4/C’li yapıyorsunuz. 4/C’li nedir? Sözleşmeli. 500-700 lira maaşa indiriyorsunuz, maaşından 1.000-1.200 lira kesiyorsunuz, ikramiyesini kesiyorsunuz, garantisini kesiyorsunuz, güvencesini kesiyorsunuz, sokağa atıyorsunuz.

Şimdi, bu kadar adaletsiz olan bir sorunda, bunca gündür bu direnişlerinde, Ankara’nın merkezinde buna bir çözüm bulunamıyorsa, Meclis bulamıyorsa, yasama bulamıyorsa inanın yargı bulacaktır. Yani zannetmeyin ki her şeyin çözüm adresi sadece Meclistir. Kuvvetler ayrılığının olduğu bir demokraside, bir ülkede siyasetin dışında hesap sorulacak hukuk da vardır, toplumu değiştiren, dönüştüren güç.

Bakın, Türkiye, Avrupa Sözleşmesi’ne taraf, Avrupa yargısına taraf. Sayın İyimaya karşımda oturuyor, Adalet Komisyonu Başkanımız. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 4’üncü maddesi kölelik ve zorla çalıştırma yasağıdır. Şu an Hükûmetin yaptığı Tekel işçilerine resmen kölelik ve zorla 4/C statüsünde çalışma yolunu, kapısını gösteriyor. Sayın Bakanımız hani merhamet ediyor ya “O da olmayabilir.” diyor ya yani “Onu da vermeyebiliriz.” diyor ya, sanki cebinden veriyor, sanki Hükûmetin cebinden çıkıyor, sanki AK PARTİ yöneticilerinin, üyelerinin cebinden çıkıyor, sanki vatandaşın vergileri hazineye gelmiyor, o hazinedeki paralardan karşılanmıyor gibi konuşuyor insanlarımız.

Şimdi, burada “Hiç kimse köle ve kul hâlinde tutulamaz. Angarya yasaktır.” diyor. Angarya yasaktır arkadaşlar. Bu ülkede angarya yasaktır. Angaryadan Türkiye'yi mahkûm ettirmeyin Avrupa Mahkemesinde. Bakın, 12 bin işçi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yarın gitsin, Türkiye’yi angaryadan mahkûm eder. Bu utanç yeter artar bile. Bakın, inanın kaderini değiştirir partilerin ve iktidarların. Hiç zor bir şey değil. Bir pilot davayla gider 12 bin tane dava, Tekel işçisi, sendikaları var. Bırakın onu, Türkiye’de ulusal hukukta da sonuç alırlar.

Bakın, bugün saat altıda Sayın Başbakan konuşacak Tekel işçileri sendikası adına Türk-İş Genel Başkanıyla mı, Sendika Başkanıyla mı bilmiyorum artık mutlaka beraber olurlar. Sayın Başbakan ya haklarını iade edecek -doğru olan budur- bundan sonraki özelleştirmelerde buna dikkat edilecek ya da referandumu çok seviyor Sayın Başbakan... Benim naçizane bir teklifim: Gelin, Tekel işçilerini referanduma götürelim. Biz çözemedik, Meclis çözemedi. Her gün biber gazı sıkıyoruz, havuza atıyoruz, karda dövüyoruz, Vali yazı yazıyor, diyor ki: Çadırlardan çıkın, gelmezseniz polisi göndereceğim üstünüze. DTP’lilere, Barış Partililere yaptığımı size de yaparım, belediye başkanlarını alıyorsam içeri sendikacıları da alırım, İstanbul’da itfaiye işçilerini döverim, muhalifleri döverim, KESK’lileri döverim, DİSK’lileri döverim, Tabipler Birliğini döverim, bana karşı çıkanı döverim diyor. Dövme diye bir demokrasi yok. Referandum… Çok dilinize doladınız, buyurun, çözemiyoruz burada, Mecliste. Sayın Başbakan bu akşam Türk-İş Genel Başkanına desin: Tekel işçilerini ben 72 milyona sunacağım, referanduma gidiyorum; eski statüsünü devam ettirsin mi devlet kademesinde, yoksa angarya olarak mı çalışsın?

Şimdi, biz de size teklif ediyoruz. Bakın, Tekel işçilerini bu karda, bu kışta, çocuklarının… Sağlıklarını zaten yitirdiler, bakın, bu kadar sene içinde, bu kadar mücadelede, bu kadar gün kışta kıyamette beklerken zaten yitirdiler.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen tamamlayınız Sayın Kaplan.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Ve öneriyorum: Sayın Başbakan, merhamet etmeyiniz, haklarını teslim edin yurttaşlarınızın. Yurttaşlarınızla devleti kavga ettirmeyin. Devletin polisi ile işçisini karşı karşıya getirmeyin. Vicdanları sızlatmayın. İnsaf sınırlarını aşmayın, zorlamayın. Bu ülkede herkesin adalete ihtiyacı var, unutmayın.

Sayın Duverger’in sözleriyle bitirmek istiyorum: “Adaletin olmadığı yerde herkes suçlu duruma düşebilir.” İktidarlar da düşebilir.

Robespierre de giyotin yasasını çıkardı, ama Robespierre kendisi de giyotinde gitmişti, değil mi Sayın İyimaya?

Ve şimdi, Sayın Başbakan, sizden merhamet değil referandum kararı istiyoruz. Buyurun, Sayın Başbakan Tekel işçilerini referanduma getirsin. Buyurun, hodri meydan. Geçmiş haklarıyla beraber yüz günde, yüz yirmi günde bir “evet”, bir “hayır”dır, 72 milyon insanımızın vicdanına gidelim, bakalım vicdan kime hak verecek.

Teşekkür ederim. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kaplan.

Önerinin aleyhinde söz isteyen Mustafa Elitaş, Kayseri Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Elitaş.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Teşekkürler.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Buradan, kürsüden biraz önce konuşan arkadaşımız referandum konusunu, Sayın Başbakanın referandumu sevdiğini “Referanduma gidelim.” diye ifade etti. Değerli arkadaşımız hukukçu diye biliyorum. Ama referanduma gidecek tek konu vardır, Anayasa değişiklikleridir. Kanunlarda dahi referanduma gitme imkânı, şansı yokken bir hukukçunun bu şekilde “Referanduma gidelim.” diye söylemesi… Bir Anayasa değişikliği yaptıktan sonra herhâlde kanunları veya hak ve talepleri de referanduma götürme ihtiyacı ortaya çıkabilir.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Kanun çıkarıyorsunuz, ekleyelim bir madde.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, Tekel işçisi arkadaşlarımız yaklaşık elli güne yakın, kırk beş gündür çeşitli şekillerde, platformlarda hak aradıklarını iddia ediyorlar. Bu süreç içerisinde siyasi partilerden milletvekili arkadaşlarımız, kamuoyundan bir kısım kişiler de “Tekel işçileri haklarını arıyor.” şeklinde ifade ediyor, ama maalesef bugüne kadar o insanlara yanlış bilgi verilmesinden dolayı, kırk gündür, elli gündür 100-150 tane işçi arkadaşımızın soğukta, karda, kışta beklemesine, kimilerinin açlık orucuna girmesine fırsat veriyorlar, tahrik ediyorlar, teşvik ediyorlar, kışkırtıyorlar.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Nasıl yanlış bilgi vermişiz?

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bakınız, bu memlekette özelleştirme bizimle başlamadı, bizden öncede başladı. Bizden önceki iktidarlar da özelleştirmeyi yaptı getirdi, biz de aynı şekilde devam ediyoruz. AK PARTİ iktidara geldiği dönemden önce yaklaşık 11 milyar dolarlık özelleştirme yapıldı. Yirmi yılda 11 milyar dolarlık özelleştirme yapıldı, bunun tamamı özelleştirme giderlerine gitti. AK PARTİ İktidarı döneminde 30 milyar dolarlık özelleştirme yapıldı. Bu özelleştirmeyle birlikte millete kaynak olarak transfer edilmeye çalışıldı.

1980’li yıllardan bu tarafa, özelleştirmeden dolayı 35 bin kişi işsiz kalmış, 35 bin kişi -Milliyetçi Hareket Partili milletvekili arkadaşımızın söylediği gibi- kapı dışına konulmuş, sokağa atılmış, onlar kendi hâllerine bırakılmış ve bu insanların büyük bir kısmı otuz beş-kırk yaşın üzerinde ve emeklilik hakları da yok, emeklilik şansları da yok, imkânları da yok. Demişler ki: “Hadi, ben özelleştirdim, yürü kapı dışına. Git bir özel sektör firmasında iş bul çalış, sigorta primini öde, emeklilik hakkını kazan.” Ama sadece devlet sektöründe bir işi yapan insanın özel sektörde aynı statüyle, aynı şartlarla hatta belirli yaşa gelmiş, ki zamanında siz bağırdınız, çağırdınız, sizin zamanınızda çıkan, “mezarda emeklilik kanunu” diye ifade ettiğiniz elli sekiz yaş, altmış yaş, kadın ve erkekteki emeklilikle ilgili, 5510 sayılı Yasa’da yaptığımız düzenlemede, kırk yaşındaki insanları, açıkçası devlet tarafından posası çıkarılmış ama kamuda, özel sektörde çalışma imkânı olmayan insanları sokağa atıp, aç ve açıkta bıraktınız. Bizden önceki iktidarlar bunu yaptılar.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – İftira atıyorsun, atma!

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Ha, biz ne yaptık? 2004 yılında çıkardığımız Bakanlar Kurulu kararıyla, 35 bin kişiden emeklilik hakkını, imkânını sağlamayanlara “Gelin, devletin şefkatli şemsiyesi altına girin.” dedik. Devlet kucak açtı ve o insanların 19.500-20 bin tanesi şu anda 4/C kapsamında çalışıyor.

4/C kapsamında çalışırken 2004 yılında kiminle anlaşıldı? Sendikalarla anlaşıldı. Şu anda Tekel işçileriyle ilgili “Bu işçiler darbe yapar.” diye açıkçası talihsiz bir söylemde bulunan bir sendika başkanının da başkanı olduğu, o dönemdeki Türk-İş Başkanının da içinde bulunduğu, 4/C’nin nasıl olması gerektiği konusundaki sistemi, statüyü, şu şekilde yaparsak bu işçilerin mağduriyeti giderilir diye ve Sayın Başbakana da teşekkür plaketi veren insanlar, bugün, şu anda, maalesef o insanları kışkırtıp, o insanları karda ve kışta bekletiyorlar ve onun üzerinden prim yapmaya çalışıyorlar.

Ne üzücüdür ki Hükûmeti yaptığı politikalarla eleştirme kabiliyeti olmayanlar, projesi olmayanlar, ufukla ilgili herhangi bir süreçte üretken olmayan insanlar, kısır zihniyette olan insanlar maalesef Tekel işçilerinin üzerinden siyaset üretip, açıkçası millette bir kaos ortaya çıkarmaya ve bu kaosla birlikte AK PARTİ İktidarını yıpratmaya çalışıyorlar. Şunu demelisiniz, “Biz Türkiye'nin millî gelirini şuna getireceğiz, iktidara geldiğimiz takdirde gelir dağılımı şu olacak, ihracatımız bu olacak.” diye söyleyeceksiniz ama hiçbir şey yok.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Aklını kendine sakla, aklını!

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Tekel işçileri üzerinden siyaset yapmak hiç kimseye prim yaptırmaz. O insanların safça yaptıkları hak arayışlarını tahrik edip kışkırtarak karda, kışta bırakmalarına sebebiyet vermeyin.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Bizim sözümüzle onlar eylem yapmıyor.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bakın, biraz önce Sayın Uzunırmak bir belge verdi. Bu belge bizim söylediklerimizi öylesine doğruluyor ki… Biz şu anda, 2002 yılında, 25 Nisan 2002 tarihindeki Resmî Gazete’de yayınlanan hükümle…

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Belge çıkarma konusunda uzmansınız!

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – 2002 tarihinde yayınlanan hüküm, özelleştirmeden dolayı işsiz kalmış kişileri sınavsız olarak kamuda yerleştirme imkânı veriyor. İŞKUR’a müracaat edersen, sınavsız olarak… Nasıl ki bir kişinin, işçinin KPSS, KPDS sınavına girip işçi olma mecburiyeti varsa, özelleştirmeden dolayı işsiz kalmış kişilere “Git, sınavsız olarak, hakkın var.” diyor ama şartları yerine getirdiğin takdirde.

Şimdi, 35 bin kişi işsiz kalmış AK PARTİ’den önceki dönemlerde. Türk-İş’le…

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Ne zaman, ne zaman? Rakamları değiştirme!

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – AK PARTİ’den önceki dönemlerde 35 bin kişi kapı dışına konulmuş. Bunlardan, diyorsunuz ki… Türk-İş Başkanı Salih Kılıç, işte, şu kapsam içerisinde 1.800 kişiye…

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Hepsi de hayatından memnun!

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Hani sınavsız alma hakkı var ya, o sınavsız alma hakkıyla ilgili, 1.800 işçiyi, özelleştirmeden dolayı kapı dışına konulan işçilerden 1.800 kişiyi siz bizden istediniz, biz de bunu alalım.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Hiç birisi açlık grevi yapmıyor!

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – 35 bin kişiden 2 bin tanesi şanslı; geriye kalan 33 bin tanesi yine sokaklarda geziyor, yine bakan arıyor, yine milletvekili arıyor, yine problemini anlatmak için bir yetkili arıyor, arabasının önüne yatıyor, “Beni kurtar.” diyor ama kimse yapamıyor bu işi. Kim yapıyor? AK PARTİ İktidarı yapıyor. Kiminle birlikte? Size bunu söyleyen sendikalarla birlikte.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – İşçiler onun için mi ayakta?

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bakınız değerli arkadaşlar, ben bir şey söyledim: “Tekel işçilerinin giydirilmiş ücreti 3.108 liradır.” dedim. Ortalama ücret 3.108 lira. Sayın Kılıçdaroğlu bunu çok iyi bilir, giydirilmiş ücretin net ücret olmadığını çok iyi bilir, brüt ücretle birlikte yan etkileriyle ne kadar olacağını da çok iyi bilir ama şu anda gelip, ben “giydirilmiş ücret” diyorum, Sayın Kılıçdaroğlu “Net ücret 1.500 lira olsun.” diyor; aynı şeyden konuşmamız lazım. “1.500 lira brüt ücret, giydirilmiş ücret” diyorsanız, bizim şu andaki verdiğimiz giydirilmiş 1.500 liradan çok çok fazla.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – İşçinin kursağından ne geçiyor onu söyle! Net konuş, net!

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – 958 lira net ücret alıyor.

Şimdi, bakınız, Sayın Suat Kılıç’ın söylediği emeklilerle ilgili kısmı “sanki Kanarya Adalarında” diye ifade etti. Bakın, değerli arkadaşlar, sizin de bürokrat olduğunuz dönemde, işçi emeklilerinin, BAĞ-KUR emeklilerinin maaşı enflasyon oranında artardı.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Artı 2 puan da refah payı…

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bir kanun çıkmıştı. Enflasyon nedir? Şu kadar. Emeklilere “100 lira maaş alıyorsa -enflasyon 50 ise- 150 lira maaş verilecek.” denirdi. Biz 2002 yılında devraldığımızda emeklilerin maaşı 252 liraydı.

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Yılbaşında zammı siz mi yaptınız?

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – O şartlar geçerli olsaydı, o dönemde, sizin de bürokrat olarak çalıştığınız yıllarda çıkarılan kanun geçerli olmuş olsaydı, enflasyon oranı yüzde 90’sa, “yüzde 100” diyelim, 252 liralık ücret 504 lira olacaktı. Biz ne yapmışız? 663 lira yapmışız. Enflasyona mahkûm etmemişiz, yenik düşürmemişiz, üstüne de 161 lira ilave para vermişiz.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Tekel işçilerine de verin, madem o kadar çok veriyorsunuz!

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Siz yapmadınız!

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bakınız, bu parayı, ne Sayın Başbakan cebinden ödüyor ne Sayın Maliye Bakanı cebinden ödüyor ne de AK PARTİ’li milletvekilleri cebinden ödüyor. Devletin, kamunun giderleri, çalıştırdığı insanlar…

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – “Biz verdik.” diyorsunuz ya devletin parasını!

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – …çalıştırdığı insanlar.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Devletin parasını “Biz verdik.” diyorsunuz ya!

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Sen kamuda görev yapmış arkadaşımızsın. Bakın, bütçenin ne olduğunu iyi bilirsin.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Siz çıkıp orada, daha dün bu Mecliste, sanki cebinizden vermiş gibi konuşmadınız mı?

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bütçe, milletten toplananların harmanlanıp adil bir şekilde dağıtılmasıdır. Siz adaleti sağlayamadığınızdan dolayı millet Adalet ve Kalkınma Partisini getirdi.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sen daha dün demedin mi?

BAŞKAN – Sayın Milletvekili, lütfen…

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Sen adaleti beceremediğin için millet bizi buraya getirdi.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Emekliye cebinden para vermiş gibi konuşmadın mı?

BAŞKAN – Sayın Milletvekili, lütfen Hatibe müdahale etmeyin.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bugüne kadar hiç kimsenin şahsıyla ilgili konuşmadım ama burada birilerini töhmet altında bırakan, birilerine belgelerle ifade etmeye çalışıp sıkıntıya sokan arkadaşımıza şunu sormak istiyorum...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Elitaş, lütfen tamamlayınız.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – …Mart 1997 yılında –bunu da üzülerek söylüyorum- on dört yaşındaki oğlunuzu, asgari ücret 25 bin lira iken 55 bin lira maaşla üç ay süreyle nasıl çalıştırmayı içinize sindirebildiniz? Asgari ücret 25 bin lira, on dört yaşındaki oğlunuz asgari ücretin 2 katı, 58 bin lira maaşla çalışıyor. Çalışılan zaman ne? Herhâlde çocuk sınıfta kalmadı. Çocuk okuldan da kaçmadı. Eğitimin öğretimin olduğu zaman, 1 Mart, okullar açıkken ve 31 Mayıs tarihine kadar doksan günlük süre içerisinde, okulda okuyan bir öğrenciyi, hangi vicdana sığar gidip de bir kurumda ücretli gibi çalıştırdı göstermek? Niye? Gelecek yasadan, elli sekiz yaş, altmış yaşlık yasadan faydalanıp onun zararını görmeden, kırk yaşında, otuz sekiz yaşında emekli hakkını sağlamak. Okul açıkken çalıştı gibi göstermek hiçbir zaman dürüstlük değildir. Başkalarını dürüst olmadı şeklinde itham etmektir. Açıkçası insanı üzüyor.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Elitaş.

Grup önerisini…

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Kimin oğlu, kimin? (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Bir saniye sayın milletvekilleri, bir saniye… Lütfen, sayın milletvekilleri…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, AKP Grup Başkan Vekili bana dönerek “Siz de o dönemde genel müdürken bu yasa çıktı.” dedi. Ben o dönemde genel müdür değildim. Dolayısıyla düzeltmek istiyorum.

BAŞKAN – Anlaşılmadı. Bir saniye… Sayın Kılıçdaroğlu, tekrarlar mısınız, duyamadım.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Bana dönerek “Siz o dönemde genel müdürdünüz, o yasa çıktı. “dedi.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – “Bürokrattınız.” dedim.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – “Bürokrattınız.” dedi.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Değilmiş, üzerinde anlaştık herhâlde.

BAŞKAN – Bir saniye Sayın Elitaş… Niye acele ediyorsunuz.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – İki: Bana yönelik bir suçlama yaptı isim vermeden.

BAŞKAN – Ne suçlaması yaptı Sayın Kılıçdaroğlu?

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Çocuğumun sigortalı olmasıyla ilgili olarak. Onlara yanıt vermek istiyorum efendim.

BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu, konuşmayı dinledik. Genç yaşta birisinin çalıştırılmasıyla ilgili hiçbir isim vermedi ve kimseyi de suçlamadı.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Suçladı Sayın Başkan, nasıl suçlamadı?

HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – İnsaf Sayın Başkan! İnsaf!

BAŞKAN – Sayın Öztürk, buyurun buradan siz cevap verin! Buyurun Sayın Öztürk!

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Ne yapması lazım?

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Hatibe soralım.

BAŞKAN – Sizin genel müdür olduğunuz dönemde şunlar yapıldı diye sizi orada da suçlamadı. Sadece bürokrat olduğunuzu anlatmak istedi. Buyurun.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hayır ama benimle ilgili suçlama yaptı Sayın Başkan. O zaman söylesin, kiminle ilgili?

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Kimi suçladı onu söylesin.

BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu, sizi ne diye suçladı? Onu söyleyin bana.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Efendim, benimle ilgili bir…

AHMET YENİ (Samsun) – Burada 550 milletvekili var…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Benim bürokrat olduğum dönemde bir yasa çıktığını söylüyor. Öyle bir yasa çıkmadı.

İki: Efendim, kimi suçladı? Eğer beni suçlamadıysa söylesin kimi suçladığını.

BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu, bürokrat olduğunuzu anlattı, sizin döneminizde çıktığını anlattı. Bürokrat olarak o dönemin siyasi sorumlusu siz misiniz?

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hayır değilim.

BAŞKAN – Lütfen…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hayır efendim. O zaman, izin verin onu açıklayayım.

BAŞKAN – O zaman, burada, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda, şu dönemde şu bürokrattı demek, Tüzük’ün 69’uncu maddesine göre, illa karşı tarafın sizi suçlaması anlamına mı gelir?

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Başka ne olabilir? Yanlış bilgi veriyor Parlamentoya.

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Böyle bir mantık olabilir mi Sayın Başkan?

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Böyle bir şey olabilir mi Sayın Başkan?

BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu, ben sataşma göremiyorum. Hem bürokrat olduğunuzu söyledi, diğer taraftan, bir kişinin çocuğunu çalıştırdığıyla ilgili de hiçbir isim vermedi. Sonuna kadar konuşmayı da dinledim. Eleştiri mahiyetinde…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, bu konuda medyada yer alan bir haberi burada geldi dile getirdi.

BAŞKAN – Lütfen Sayın Kılıçdaroğlu

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Bundan daha açık…

BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu, isminizi verdi mi?

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Efendim, isim verip vermemesi önemli değil. (AK PARTİ ve CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Bir dakika sayın milletvekilleri, lütfen… Niye müdahale ediyorsunuz?

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Bunun benimle ilgili olduğu açık zaten. Bu kadar açık. Ben de yanıt vereceğim, Parlamentoyu bilgilendireceğim.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Kaplan.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Hatip beni kastederek “Hukukçu olduğunu biliyorum. Referanduma götürülemez.” şeklinde…

BAŞKAN – Sayın Kaplan, yani sataşma bunun neresinde, bir izah eder misiniz bana?

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Kendisinin yanlış bilgilendirmesi. Böyle ifade edip bir hukukçu olarak… Çok rahatlıkla referanduma gidilir, referandumun koşulları düzenlenebilir, nasıl ki Anayasa’yı değiştirebiliyorsak…

BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu, şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi lehinde konuşan siz, Sayın Kaplan ve aleyhinde konuşan Sayın Uzunırmak ve Sayın Elitaş, karşılıklı, grubu bulunan dört partinin geçmişte yaptıklarını, icraatlarını ve gelecekte yapacaklarını karşılıklı eleştirdiniz. Sayın Elitaş’ın yaptığı da bu. Muhalefetteki konuşmacıların bu kürsüden iktidarla ilgili tüm konuşmaları söylemesi, tenkitleri yapması ne kadar haklarıysa, iktidarda bulunan milletvekilinin ve grup başkan vekilinin de yapılan konuşmalara cevap vermesi, sataşma olmadığı sürece konuşması da o kadar hakkı.

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – İyi ama sataşma var Sayın Başkan.

BAŞKAN – İsminizi vermedi, bir icraatla ilgili de sizin o zaman bürokrat olduğunuzu söyledi, konuşması bundan ibaret. Benim düşüncem size sataşma olmadığı şeklinde Sayın Kılıçdaroğlu. Zaten konuşmalarınız da gerektiği kadar tutanağa geçti, konu da anlaşıldı.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, sorun beni eleştirmesi değil, eleştiriye elbette saygı duyacağız; sorun Parlamentoya yanlış bilgi vermesi.

BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu, eğer sataşma olsaydı, bak olsaydı, üç dakikalık, iki dakikalık sürenizi verirdim. Zaten iki dakikadan fazla da süre geçti. Burada İç Tüzük’ün doğru uygulanması anlamında bir uygulama yapmaya çalışıyorum ben. Lütfen…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – O zaman şu oluyor Sayın Başkan: İsim vermeden bu Parlamento kürsüsünden herkese istediğimiz iftirayı atabiliriz, öyle bir özgürlüğü mü olacak?

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, siz milletvekillerinin haysiyetini korumakla sorumlusunuz!

BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu, o zaman Genel Kuruldaki tutanakları çıkarttığım zaman kim neler yapıyor bunlar ortaya çıkar. Buyurun.

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Siz milletvekillerinin haysiyetini korumakla sorumlusunuz!

AHMET YENİ (Samsun) – Sayın Hacaloğlu, siz grup başkan vekili misiniz?

BAŞKAN – Lütfen… Sayın Kılıçdaroğlu cevap veriyor zaten, lütfen Sayın Milletvekili...

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Değerli Grup Başkan Vekili açıklar kimi kastettiğini.

BAŞKAN – Sayın Milletvekilim, lütfen oturur musunuz siz. Lütfen…

Ben sataşma görmüyorum Sayın Kılıçdaroğlu. Teşekkür ediyorum.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Keşke eleştiri olsa, keşke sataşma olsa…

BAŞKAN – Sayın Kaplan, lütfen…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – “Böyle hukukçuluk mu olur?” diye aşağılamayı…

BAŞKAN – Eleştiri olarak değerlendiriyorum Sayın Kaplan ben, doğrusunu söylüyorum.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Onun için cevap verme gereğini duyuyorum. Yani, bir hukukçuyu aşağılama dili kullanıldı.

BAŞKAN – Hayır, aşağılama değil, sadece…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ama eleştiri değildi Sayın Başkan, dikkat edin…

BAŞKAN – Dinledim sonuna kadar…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – …sataşma da değil. Bir hukukçu olarak, önce niteledi, sonra bu referandumun yapılamayacağını ona bağladı. Yani bir aşağılayıcı tavırla da yanlış bilgilendirdi ve bunu düzeltmemde…

BAŞKAN – Sayın Kaplan, tutanaklara geçti zaten sözleriniz.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Efendim?

BAŞKAN – Sözleriniz tutanaklara geçti diyorum.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Yani burada bu şekilde mi kabul ettiniz?

BAŞKAN – Peki, teşekkür ediyorum.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Tutumunuz hakkında söz istiyorum efendim.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Kılıçdaroğlu, söz veriyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz üç dakika.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Bu kadar konuşulacağına iki dakika söz verseydin.

BAŞKAN – Tüzük’ü doğru uygulamaya çalışıyorum, sizden de öğrenecek değilim Sayın Ağyüz.

Buyurun Sayın Kılıçdaroğlu.

VII.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER

1.- Sataşma talebinin yerine getirilmemesi nedeniyle Oturum Başkanının tutumu hakkında

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

AKP’nin Değerli Grup Başkan Vekili konuşma yaparken, emeklilik yasası çıktığı zaman, emeklilere millî gelir artışından pay verilmemesiyle ilgili yasa çıktığı zaman, benim o dönem bürokrat olduğumu ifade etti. Ben o dönem bürokrat değildim. Bürokrat olsaydım zaten sorumluluk bana ait değil, siyasi organa aittir. Ama bunu söylemeniz, sanki onu tasvip ettiğim anlamında bunu ifade ediyorsunuz. Ben onu hayatımın hiçbir döneminde tasvip etmedim.

İkincisi, benim çocuğumun sigortalılığıyla ilgili olarak: Çocuğum trampet çalıyor, bateri çalıyor. Ben karşı çıktım, bateri çalmasına karşı çıktım. Çocuğum dedi ki: “Ben gideceğim, çalışacağım.” Karşı çıkmamın nedeni de şu: Evde bu çalınmaz oğlum, komşular rahatsız olur dedim. Bunun üzerine, benim bir arkadaşım -büyük bir holdingde çalışıyor ve bu holding, öyle naylon iş yapacak bir holding de değil, büyük bir şirket- “Ben sana iş vereceğim, sen orada çalışacaksın.” dedi, “Senin alacağın bateriyi ben alacağım sana.” dedi. Sorun budur. Eğer, bu ayıpsa bu ayıbı yaptık, yanlışsa bu yanlışı yaptık. Ama doğru konusunda Parlamentoyu benim bilgilendirmem görevimdir. Hiçbir zaman, hiçbir yerde veremeyeceğim hesabım da yoktur. O nedenle, hesabımızı her yerde, her zaman, her ortamda veririz. Eğer arzu ederseniz… O yöneticiler hâlâ oradadır. Benim muhalefetime rağmen verilmiştir. Dersleri aksayınca da itiraz etmişimdir ve ayrılmıştır oradan. Yoksa on yedi sene önceki bir olayı, 1997 yılındaki bir olayı buraya getirip, ben sanki yasa dışı bir işlem yapıyormuşum gibi işlemi burada dile getirmenizi, doğrusunu isterseniz, doğru kabul etmiyorum.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kılıçdaroğlu.

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Bateri çalmak kabul edilmiyor, para çalsaydı, hazineyi çalsaydı görmezlerdi.

BAŞKAN – Usul tartışması… Başka söz talebi?

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, tutumunuzun lehinde söz almak istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Elitaş. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Onların mantığında çalmak başka şeyi gerektiriyor.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Size de veririm aleyhte. Zaten usul tartışması yapılıyor Sayın Kaplan, vereceğim.

Buyurun Sayın Elitaş. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Benim usulümün lehinde söz istediniz.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Teşekkür ediyorum. İç Tüzük’ü duyarlı bir şekilde uyguladığınız için teşekkür ediyorum.

Bakınız, Sayın Kılıçdaroğlu biraz önce söylerken, dedi ki: “Öyleyse birisi bu kürsüye çıksın, isim vermeden birinin hakkında iftira etsin.” Ama, lütfen tutanaklara bakınız…

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Bateri çalmak ayıp ama para çalmak, hazineyi çalmak ayıp değil!

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

Buyurun Sayın Elitaş.

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Ağlanacak hâlinize gülüyorsunuz ya! Bateri çalmak ayıp değil, para çalmak, hazineyi çalmak ayıp!

BAŞKAN – Lütfen sayın milletvekilleri…

Sayın Elitaş, buyurun, siz Genel Kurula hitap edin.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Sayın Başkan…

Bakınız, Sayın Kılıçdaroğlu, lütfen tutanaklara bakınız. Az önce bana bir şeyi söylediniz. Dedim ki, sıkılarak söylüyorum, şahsıyla ilgili bir şeyi. Hiç kimse hakkında yedi senedir şurada şahsıyla ilgili konuşmadım ama kalkıp da “AKP sıralarında hayalî ihracattan yargılanan birisi varken…” dediniz, isim belirtmediniz, iftira ettiniz. Ben burada isim belirtmeden diyorum ki: 1 Mart 1997-31 Mayıs 1997 tarihleri arasında, okul açıkken, on dört yaşındaki bir öğrenci -herhâlde lise 1’dir veya orta son sınıftır- eğer üç ay süreyle okulunu aksattıysa okuldan atılması lazım. Okuldan atılmadıysa nüfuz kullandınız, baskı yaptınız.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Sana ne?

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Eğer okuldan atılmadıysa, demek ki bir holdingde herhâlde bateri dersi veren bir bölüm de var demek. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – O hassasiyeti başka konulurda da gösterin, başka konularda.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Şimdi, bakınız, asgari ücret 25 bin lira iken 58 bin lira… Nasıl bir iş ki bu, nasıl bir bateri ki, nasıl bir tecrübe ki, yani asgari ücretin iki katı kadar bir ücrete layık görülmüş ve çalıştırılmış…

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Bakan danışmanı askerdeyken 2 milyar lira maaş alıyor Millî Eğitim Bakanlığında, onun cevabını ver.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – …ama okul kapatma zamanında, 31 Mayısta okul kapanmış, çocuğun okulla ilgili problemi kalmamış fakat ne olmuş? İşten ayrılmış, üç ay süreyle çalışmış.

Bakın değerli arkadaşlar, hassasiyet gösteriyorsunuz, işçi haklarını korumaya çalışıyorsunuz ama geçenlerde bizim, buradan, Taha Aksoy, İzmir Milletvekilimiz çok güzel bir konuşma yaptı, sizler de alkışladınız. Dedi ki: “Madem bu kadar işçi hakkını savunmaya heveslisiniz -doğrudur, herkes savunmalı, işçi hakkını savunmak insan hakkını savunmaktır- ama İzmir’deki 291 tane işçiyi, aynı belediyede, aynı partinin içerisindeki olan belediyede birleşme dolayısıyla 291 işçiyi karda, kışta kapının önüne koymak hangi vicdana sığar?” (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bununla ilgili hiçbir eyleminiz, hareketiniz yok ama Tekel işçileriyle ilgili, Allah göstermesin, yeri göğü inletiyorsunuz ve…

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Onlar özelleştirme mağduru, belediye mağduru değil.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – …yaptığımız doğru uygulamayı da kışkırtarak zayıflatmaya çalışıyorsunuz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Elitaş.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan… Sayın Başkan…

BAŞKAN – Bir saniye Sayın Kılıçdaroğlu… Lütfen oturun, daha bitmedi tartışma.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu, tartışma bitmedi henüz. Tutum tartışması bitmedi, siz başlattınız.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, tartışma değil…

BAŞKAN – Sayın Kaplan’a söz veriyorum, oturur musunuz bir.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, demin Hatip…

BAŞKAN – Sayın Kaplan, öncelikle lehte mi, aleyhte mi söz aldınız tutumum hakkında?

HASİP KAPLAN (Devamla) – Lehte istedim efendim.

BAŞKAN – Buyurun.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Şimdi, Sayın Başkanım, burada, Başkanlık Divanında usulü işletirken eşit olmak gerçekten gerekli yani partiyi temsil etmiyorsunuz Başkanlık Divanında, İç Tüzük’ü eşit uygulamanız gerekiyor. Vallahi harbî söylemek istiyorum ama Meral Hanım, burada başkanlık yaparken mensubu olduğu MHP’ye bile tolerans göstermiyor, herkese eşit davranıyor, her dört guruba da, bağımsız olanlara da. Bu eşitliği Başkanlık Divanından bekleme hakkımız var.

Sizler de bir hukukçusunuz. Demin Sayın Elitaş diyor ki bana: “O hukukçu, biliyor ki referanduma gidilmez.” Gidilir, gidilir, bal gibi gidilir. Siz ne yasalar getirdiniz, ne tüzükleri, ne yasaları, ne anayasaları ihlal ederek bu kürsüden, getirip buradan çıkardınız. O yasalar kaç defa yargıdan döndü. Bu yanlışı yapmayın. Anayasa’ya hüküm koyarsınız, özelleştirme karşısındaki personelin hukukunu korursunuz, 367 bulmazsanız gidersiniz referanduma. Bunun hukuk yolu var. Hiç gerek yok ona da, o kadar uzağa da gerek yok. Siz referandumu çok sevdiğiniz için size hatırlattım. Özelleştirme Kanunu’na bir fıkra eklersiniz. Bakın, (f)’den sonraki (h) fıkrasını eklersiniz, “Özelleştirme sonucu müktesep hakları korunur personelin.” dersiniz. Bırakın onu, 4/C’ye bir hüküm koyarsınız bir maddecik, bu kara kışta... Dersiniz ki: “Özelleştirilen işletmelerin, fabrikaların işçileri, personeli, eski hakları kazanılmış olarak devletin başka kurumlarında görevlerine devam edebilir.” Bu kadar kolay.

Hukuku bir hukukçudan anlatmak size inanın zor gelse gerek. Ama bazı yanlışlar yapıyorsunuz ki, ne hukuk ne anayasa ne örf ne töre, hiçbir şey bunu düzeltemez. Birisi almış bir kadını, getirmiş kadının karşısına, “Nikâhını kıy.” demiş. “Dur” demiş, sorgu sual: “Kimin oluyor, neyin nesi?” “Teyzem oluyor.” “Olmaz nikâh.” demiş. “Ama geldim, yolda oldu!” demiş. Olmuyor işte! Kadıya da gitsen, belediye başkanına da gitsen, kime gitsen; papaza gitsen, Fransa’ya gitsen, İtalya’ya gitsen bir kural var evrensel hukukta. Bu kural evrenseldir, bunu ihlal edemezsiniz. Siz de ihlal edemezsiniz, biz de edemeyiz, kimse de edemez. Sakın ha bu hukuk yolunu da bize göstermeyin. Hukukçu olarak size söyleyecek çok çok cevabımız olur.

Bu konuda da saygıya davet ediyorum. Kendi şahsıma değil hukukçulara yapılan saygısızlık olarak telakki ettiğim için cevap verdim. Onu da bilmenizi istiyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kaplan.

Tutumum hakkında görüşüm değişmedi.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Kılıçdaroğlu.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Elitaş konuşurken iftira attığımı söyledi ve “Meclis tutanaklarına bakınız.” dedi, “İsim vermediniz.” dedi. Ayrıca, çocuğumun sigortasıyla ilgili olarak baskı uyguladığımı, şantaj uyguladığımı ifade etti.

BAŞKAN – Hayır, uyguladığınızı söylemedi Sayın Kılıçdaroğlu.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hayır efendim…

BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu, konuşmayı sadece siz dinlemiyorsunuz. Cümleleri tekrar ediyorum.

ATİLA EMEK (Antalya) – “Nüfuz kullandınız.” dedi, nüfuz!

BAŞKAN – Bir saniye sayın milletvekilleri…

Eğer okula devam etti ise işe devam edemediğini, işe devam ettiyse okula devam edemediğini söyledi.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Nüfuz kullandığımı söyledi.

ATİLA EMEK (Antalya) – Nüfuz kullandığını söyledi.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, nüfuz kullandığımı söyledi, istirham ediyorum yani.

BAŞKAN – Bu ne zamana kadar devam edecek Sayın Kılıçdaroğlu peki, karşılıklı?

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hayır, iki dakika efendim. Ben yeni bir tartışma başlatmayacağım ama Sayın Başkan lütfen.

BİLGİN PAÇARIZ (Edirne) – Sayın Başkan, lütfen tarafsız davranın. Sayın Başkan, taraf olmayın.

BAŞKAN – İndirin elinizi lütfen!

BİLGİN PAÇARIZ (Edirne) – Lütfen tarafsız davranın.

BAŞKAN – Sizden hiç kimse buradan bir şey öğrenmeyecek Sayın Milletvekili.

BİLGİN PAÇARIZ (Edirne) – Allah, Allah… Siz de tarafsız davranın.

BAŞKAN – Öncelikle bir milletvekilinin konuşma tarzına, hitabına yakışır bir şekilde davranın.

BİLGİN PAÇARIZ (Edirne) – Sayenizde.

BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu, iki dakika veriyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, usul tartışmasındaki konuşmasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, ben aristokrat bir aileden gelmiyorum. Oğlum daha küçükken de çalıştı ama o zaman… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

Değerli Milletvekili…

BAŞKAN – Sayın Milletvekili lütfen… Doğru değil ama yapılanlar.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – …eğer lütfeder buraya çıkar konuşursanız, kimin sahtekârlık yaptığı daha iyi anlaşılır.

BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu, buyurun lütfen.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Çocuğum daha küçükken de çalıştı. Didim’e gider bunu sorarsanız, plajlarda çalıştığını da göreceksiniz.

Ben hiçbir zaman, hiçbir yerde, kimseye ne nüfuzumu kullandım ne baskı yaptım. Bunu iddia edip kanıtlayanı alnından öperim ama iddia edip kanıtlamayanı da müfteri ilan ederim.

İkinci önemli nokta: Diyorsunuz ki: “Şu sıralara bakıp hayalî ihracatçı var mı, yok mudur diye söylediniz, konuştunuz.” Sayın Elitaş, Değerli Milletvekilimiz sordu: “O hayalî ihracatçı burada mı?” “Şu anda burada yoktur.” dedim. Arzu ederseniz, Türkiye Büyük Millet Meclisinin dokunulmazlık dosyalarına bakabilirsiniz. O hayalî ihracatçılıktan yargılanan kişi Sayın Ali Bayramoğlu’dur. Eğer isterseniz ben size bütün dosyasını da verebilirim, isterseniz raporlarını da verebilirim.

Bunu niçin kullandım? Yetim hakkı yiyenlerden söz eden Sayın Başbakanın önce dönüp bu hayalî ihracatçılardan hesap sorması gerektiği için söyledim ben.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Soruyu yargı soruyor zaten.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Ben yetim hakkı yemedim. Benim çocuğum yetim hakkı yemedi. Benim çocuğum kayıt dışı çalışmadı. Benim çocuğum aldığı parayı da alnının akıyla aldı. Bundan hiçbir zaman hiçbir yerde de üzüntü duymam. Eğer çalışıyorsa, eğer üretiyorsa; eğer herhangi bir yere gidip hırsızlık yapmıyor, yolsuzluk yapmıyor, devleti dolandırmıyor, hayalî ihracat yapmıyor, kalpazanlık yapmıyor, alnının teriyle çalışıyor, kendisine trompet alıyor, alnından öpüyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kılıçdaroğlu.

VI.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

2.- (10/44, 10/147) esas numaralı Meclis Araştırması önergelerinin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 28/1/2010 Perşembe günkü birleşiminde birlikte yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi (Devam)

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.

Birleşime on beş dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 17.03

 

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 17.23

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN (Bingöl), Murat ÖZKAN (Giresun)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 54’üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Gündemin “Seçim” kısmına geçiyoruz.

IX.- SEÇİMLER

A) Komisyonlara Üye Seçimi

1.- (10/60, 63, 99, 242, 243, 244, 245, 246, 254, 256) esas numaralı, Meclis Araştırması Komisyonuna üye seçimi

BAŞKAN – Deprem riskinin araştırılarak deprem yönetiminde alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonu üyeliklerine siyasi parti gruplarınca gösterilen adayların listesi bastırılıp sayın üyelere dağıtılmıştır.

Şimdi listeyi okutup oylarınıza sunacağım:

      Adı Soyadı                                                    Seçim Çevresi

                                     AK PARTİ (10)

Yüksel Coşkunyürek                                                Bolu

Mehmet Emin Tutan                                                 Bursa

Metin Kaşıkoğlu                                                       Düzce

Sebahattin Karakelle                                                 Erzincan

İdris Güllüce                                                             İstanbul

Mehmet Sekmen                                                       İstanbul

Azize Sibel Gönül                                                     Kocaeli

Recep Yıldırım                                                          Sakarya

Çağla Aktemur Özyavuz                                           Şanlıurfa

İlhan Evcin                                                                Yalova

                                            CHP (3)

Tayfur Süner                                                             Antalya

Kemal Demirel                                                          Bursa

Fehmi Murat Sönmez                                               Eskişehir

                                           MHP (2)

D. Ali Torlak                                                            İstanbul

Cumali Durmuş                                                        Kocaeli

                                            BDP (1)

Sebahat Tuncel                                                          İstanbul

BAŞKAN – Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Yoklama istiyoruz.

BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu, Sayın Kart, Sayın Hamzaçebi, Sayın Emek, Sayın Gök, Sayın Köse, Sayın Köktürk, Sayın Paçarız, Sayın Süner, Sayın Güner, Sayın Diren, Sayın Hacaloğlu, Sayın Ağyüz, Sayın Dibek, Sayın Küçük, Sayın Özdemir, Sayın Okay, Sayın Mengü, Sayın Tütüncü, Sayın Öztürk, Sayın Çay.

III.- YOKLAMA

BAŞKAN – Beş dakika süre veriyorum sayın milletvekilleri.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.

IX.- SEÇİMLER (Devam)

A) Komisyonlara Üye Seçimi (Devam)

1.- (10/60, 63, 99, 242, 243, 244, 245, 246, 254, 256) esas numaralı, Meclis Araştırması Komisyonuna üye seçimi (Devam)

BAŞKAN – Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Meclis araştırması komisyonuna seçilmiş bulunan sayın üyelerin, 28/1/2010 Perşembe günü (bugün) saat 18.00’de Halkla İlişkiler Binası B Blok 2’nci Kat 4’üncü Bankoda bulunan 9 numaralı Meclis Araştırması Komisyonları Toplantı Salonunda toplanarak başkan, başkan vekili, sözcü ve kâtip seçimini yapmalarını rica ediyorum.

Komisyonun toplantı yer ve saati ayrıca plazma ekranda ilan edilmiştir.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1’inci sırada yer alan, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet? Yok.

Ertelenmiştir.

2’nci sırada yer alan, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

3’üncü sırada yer alan, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

3.- Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu Raporu (1/704) (S. Sayısı: 383) (x)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Komisyon raporu 383 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince bu tasarı, İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında görüşülecektir. Bu nedenle tasarı, tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.

Tasarının tümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Bekir Aksoy, Ankara Milletvekili.

Buyurun Sayın Aksoy. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA BEKİR AKSOY (Ankara) – Muhterem Başkan, muhterem milletvekilleri; Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı’yla ilgili konuşmak üzere Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım, sizleri selamlıyorum.

Öncelikle bu kanunla ilgili bazı tespitlerimiz var, onları söyleyelim: Birinci tespitimiz: Bu tasarı Kürt açılımı fantezisinin icabı olarak eğer Genel Kurula getirildiyse bu işte bir yanlışlık var.

İkinci tespitimiz: Bu tasarı gerçekten terörle mücadelede etkin olmak için getirildiyse, bu da yasak savmaktan başka bir şey değildir çünkü bu teşkilat yeni bir kargaşanın kaynağı olacaktır. Türk idare sisteminde aynı alanda kurulan her yeni teşkilat yeni bir kargaşanın, yeni bir zafiyetin sebebi olmuştur.

Üçüncü tespitimize gelince: Kanunun gerekçesinde deniyor ki: “İç güvenliği sağlamak, bunun bir parçası olan terörle mücadeleyi gerçekleştirmek İçişleri Bakanlığının görevidir. İçişleri Bakanı bu görevi, jandarma, polis, sahil güvenlik teşkilatı marifetiyle yapar. Diğer taraftan, terörle mücadele alanında İçişleri Bakanlığı dışında diğer bazı kurum ve kuruluşlar da çeşitli görevler ifa etmekte, zaman zaman bu alanda koordinasyon sorunları yaşanmaktadır.” denilmekte. “Bu sorunlar terörle mücadele çerçevesinde alınan kararların uygulanması noktasında zafiyete sebep vermekte, etkin, verimli ve sonuç alıcı çalışmalara engel olmaktadır.” denilmektedir. Demek ki terörle mücadelede görevli bazı kurum ve kuruluşlar var, bunlar koordinasyon sorunu yaratıyor, bu durum terörle mücadele alanında zafiyet yaratıyor, zafiyet de etkin ve verimli sonuç alınmasını engelliyor.

Bu mücadelede etkin, verimli ve sonuç alıcı çalışmalara engel olan, zafiyete sebep olan kurum ve kuruluşlar başka ülkenin kuruluşları değil, özel sektörün kuruluşu da değil. Bunlar Hükûmetin emrindeki kuruluşlardır. Hükûmetin vazifesi de bu zafiyete sebep olan kurum ve kuruşular her kimse onları hizaya getirmektir. Eğer hizaya getiremediyse esas, terörle mücadeledeki zafiyet Hükûmetin bizatihi kendisindedir. Tekrar ediyorum: Bu zafiyet Hükûmetin kendisindedir çünkü Hükûmet terörle mücadele değil, müzakere yolunu seçmiştir.

Dördüncü tespitimize gelince: Terörle mücadele alanında bazı kurum ve kuruluşların yarattığı koordinasyonsuzluğu, onun yarattığı zafiyeti, bunun neticesinde sonuç alıcı çalışmaların yapılmayışını Sayın Hükûmet yedi sene sonra anlayabilmiştir. Bu hâlde bizlerin söyleyeceği tek bir laf vardır, o da Sayın Hükûmetin meseleleri kavramaktaki, meselelere vaziyet etmekteki idrakine, sürat ve intikaline sadece günaydın demektir.

2009 yılında Hükûmetin yetkilileri kalktılar dediler ki: “Adına ister ‘Kürt meselesi’ deyin, ister ‘Güneydoğu meselesi’ deyin, devletin bütün kurumları bu işin çözümünde mutabıktır.” Arkasından kalktılar, bu kanunun gerekçesinde “Bazı kurum ve kuruluşlar koordinasyonsuzluğa sebep oluyor, zafiyete sebep oluyor, etkin ve verimli sonuç alamıyoruz terörle mücadelede.” dediler. Bunun hangisi doğru? Bunun da açıklanması gerekiyor.

                                 

(x) 383 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Esasen bir mutabakat gördük. Nerede gördük? Habur’da gördük, Habur’da. Habur’da eşkıyanın törenle karşılanmasında mutabakat gördük. Eşkıyanın elçi gibi kabulünde mutabakat gördük. Eşkıyanın ayağına mobil savcı, mobil mahkeme göndermekte mutabakat gördük.

Şimdi, herhangi bir suç işleyen, sıradan bir suç işleyen bir vatandaş, polis gittiğinde “Arkadaş, ben savcıyı da hâkimi de buraya istiyorum.” derse haksız mı? Bu hususlarda hangi devlet kurumlarının ve kuruluşlarının da mutabık olduğunu öğrenmek istiyoruz. Zaman gelecek bunları da öğreneceğiz.

Şimdi, iktidar partisi sözcüleri -biraz önce de cereyan etti- her konuşmalarında 2002 ile 2009 arasını karşılaştırmayı dillerine pelesenk ettiler. Biz de bu tarihler arasında iç güvenlik, bölücü terör ve sosyal hadiseler açısından sırayla bir karşılaştırma yapalım:

2002’de İsrail’deki Türk büyükelçisi, Ömer Seyfettin’in Pembe İncili Kaftan’ında tarif ettiği büyükelçiydi; 2010’da İsrail’deki Türk büyükelçisi, şahsında Türk devletine, Türk milletine hakaret edildiği, muaheze edildiği ve bu hakareti, muahezeyi gülümsemeyle karşılayan bir büyükelçi.

2002’de teröristbaşı Apo İmralı’da sıradan bir mahkûmdu; 2010’da İtalyan gazetelerine makale yazan, ayaklanma provaları yaptıran, Hükûmete yol haritaları veren, Hükûmetle pazarlıklar yapan bir hâle geldi.

2002’de bölücü terör sıfır noktada idi, 2010’da bölücü terör ayaklanma provaları yaptı. Güneydoğu’da yerel iktidarların oluştuğu, her sokağın Kandil Dağı’na döndüğü bir ülke hâline geldik.

2002’de toplumda zerre kadar Türk-Kürt ayrışması yoktu, 2010’da komşular, mahalleler etnik kimlik sorgulaması yapmaya başladılar.

2002’de devletin kurumları arasında ahenk vardı, 2010’da devletin kurumları birbirinin kuyusunu kazmaya başladı. 2002’de poliste asla bir gruplaşma yoktu, 2010’da poliste gruplaşmalar zirveye çıktı. 2002’de yürütme, yargıya müdahaleyi asla aklından geçirmezdi, 2010’da yürütme, yargıyı baskı altına almak için her türlü çareye başvurmaya başladı.

2002’de Türkiye’nin millî bir dış politikası ve kırmızı çizgileri vardı, 2010’da bütün kırmızı çizgiler paspas edildi. 2002’de Türkiye, Kuzey Irak’a istediğinde girer, PKK kamplarının tarumar ederdi; 2010’da Kuzey Irak’a girmek için Peşmergelerden izin gerekmeye başladı. 2002’de aşiret ağalarının, Barzani’nin, Talabani’nin muhatabı Silopi Kaymakamı idi; 2010’da Barzani ile Talabani’nin muhatabı Sayın Başbakan ve Hükûmet üyeleri oldu.

2002’de İsrail’in işgaline karşı çıkıldı; 2010’da Irak’ta 1,5 milyon Müslümanın ölmesi gülümsemeyle seyredildi, hiçbir ses çıkmadı.

2002’de asayişi muhil suçlar 1 ise 2010’da 10 oldu. Bunun en güzel örneği de 1.700’e yakın çocuğumuzun kaybolması. Önemli terör olaylarından biridir bu, önemli güvenlik meselelerinden biridir.

2002 öncesinde Vakıflar Genel Müdürlüğü, imkân ve kabiliyetleri ile Selçuklu ve Osmanlı eserlerini onarırdı, tamir ederdi; 2002’den sonra Ermeni kiliselerini tamir etmeye, onarmaya başladı.

2002’de “Türk milleti” kavramından herkes gurur duyardı, 2010’da “Türk kavramı Anayasa’dan çıkarılabilir.” denildi, “Tarihimizle yüzleşelim.” şarkısı söylenmeye başlandı. Çok şükür Türk milletinin tarihinde karanlık, utanacağı hiçbir şey yok. Türk milletinin tarihinde şefkat var, adalet var, müsamaha var. Ne yazık ki bu şefkatin, adaletin, müsamahanın karşılığında da ihanet var.

2002’de “Şehitler ölmez, vatan bölünmez.” sözü söylendiğinde, millî vasfı, millî vicdanı olan herkesin gözü yaşarırdı; 2010’da bu deyime karşı alınganlıklar başladı. Netice olarak, 2002-2010 arasında millî refleksi zayıflatmak için bilerek bilmeyerek her şey yapıldı. Bu hâl, Kürt açılımıyla zirveye çıktı.

Şimdi gelelim mevcut kanun tasarısıyla ilgili görüşlerimize. Öncelikle, bölücü terörle mücadelede mevcut teşkilatın yeterli olduğuna, yeni bir teşkilata gerek olmadığına, bu alanda kurulacak yeni teşkilatların yeni zafiyetlere sebep olacağına inanıyoruz. Buna rağmen, Hükûmetin, terörle mücadelede, gerçekten terörle mücadele etmek istiyorsa “Muhalefet engel oluyor.” korosuna fırsat vermemek için biz bu kanunu destekleyeceğiz. Bu cümleden olarak, tasarıyla ilgili önerilerimizi yüce Meclise anlatacağız.

Birincisi: Tasarının 4’üncü maddesindeki “Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulu…” Muhterem arkadaşlarım, müsteşarlığın adı “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı”, bu çatının en önemli kuruluşu olarak görülen koordinasyon kurulunun adı da “Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulu.” Ya buna Müsteşarlığın adını verin ya da Müsteşarlığın adını bu hâle dönüştürün. Kanun tekniği açısından da doğru bir şey değil.

İkincisi… (Bakanlar Kurulu sıralarından gürültüler)

Sayın Başkan…

DURDU MEHMET KASTAL (Osmaniye) – Özür dilerim.

BEKİR AKSOY (Devamla) – İkincisi: Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulu, güvenlik kuruluşlarıyla ilgili kurumlar arasında terörle mücadele alanında gerekli koordinasyonu sağlamak, bu alandaki politika ve uygulamaları değerlendirmek amacıyla kurulmuş. Kimlerden teşekkül ediyor? İçişleri Bakanının başkanlığında, Genelkurmay İkinci Başkanı, Jandarma Genel Komutanı, Millî İstihbarat Müsteşarı, Adalet Bakanlığı Müsteşarı, İçişleri Bakanlığı Müsteşarı, bu yeni kuracağımız teşkilatın müsteşarı, Emniyet Genel Müdürü, Sahil Güvenlik Komutanından teşekkül ediyor. Bunlar, kendilerine gelen değerlendirmeleri yapacaklar. Bu Kurul, İçişleri Bakanının daveti üzerine toplanıyor, gereken kararları alıyor.

Birinci husus: Terörle mücadelede önemli kuruluşlardan biri olması gereken -burada eksiklik- Gümrük Müsteşarlığı buraya dâhil edilmemiştir, mutlaka Gümrük Müsteşarı buraya dâhil edilmelidir; bir.

İkincisi: Bu kurulun toplantıları mutat olmalıdır; ayda bir sefer, on beş günde bir sefer, her neyse. Bakanın daveti üzerine yapılan toplantılarda bakarsınız, Bakan, bir gün önceden haber verir, insanlar hazırlıksız gelirler, boşu boşuna mesai sarf ederler. Mutlaka mutat toplantısı olmalı, kanuna bu dercedilmeli.

Diğer bir husus: Bu Kurulun alacağı kararlar terörle mücadelede muhtelif bakanlıkları; Millî Eğitim Bakanlığını ilgilendirir, Sağlık Bakanlığını ilgilendirir, Maliye Bakanlığını ilgilendirir. Kanuna şu hüküm de konulmalıdır, denilmeli ki: “Bu kurulun almış olduğu kararlar ilgili kurum ve kuruluşlarca gecikmeksizin yerine getirilir.” hükmü de konulmalıdır. Bunlar konulmazsa hiçbir hüküm ifade etmez.

Diğer bir konu: Şimdi, muhterem arkadaşlarım, tasarının 8’inci maddesiyle doğrudan Müsteşara bağlı “İstihbarat Değerlendirme Merkezi” kuruluyor. İstihbarat Değerlendirme Merkezi, Müsteşara bağlı, Genelkurmaydan, MİT’ten, emniyetten, sahil güvenlikten, jandarmadan, Dışişlerinden gelen stratejik istihbaratı değerlendirecek bir kuruluş ama bu kuruluşun… Bu istihbaratı kim değerlendirecek? Hiçbir açıklık yok. Bir tek Müsteşar oturup değerlendirecekse zaten buna gerek yok. Stratejik istihbarat, Türkiye'nin güvenliğini doğrudan ilgilendiren çok önemli istihbarattır. Bu istihbaratı değerlendirecek seviyedeki insanların da bu istihbaratı gönderenlerden çok daha ehil, çok daha bilgili olmaları gerekir. Diyorum ki bu Müsteşara bağlı 10 tane bakan müşaviri, müsteşar müşaviri tayin ediliyor. Acaba Sayın İçişleri Bakanlığı bu 10 tane müşavire mi değerlendirtecek? Böyle boşluk olmaz, böyle kanun olmaz. Eğer bunu yapacaksanız bu 8’inci maddede istihbarat değerlendirecek kimlerse isimleri, nitelikleri, kurumları tek tek sayılmalı, buraya dercedilmeli, yoksa zihinler çok bulanık kalır, bu açıklık sıkıntı getirir.

Tasarının 9’uncu maddesinin (ç) bendiyle “Dış İlişkiler Daire Başkanlığı” kuruluyor. Genel idare hizmetlerinden bir daire başkanı, görevleri verilmiş. Ne verilmiş? Mesela, üçüncü sırada “İlgili uluslararası kurum ve kuruluşlarla iş birliği yapmak.” Genel idare hizmetlerinden bir daire başkanı uluslararası kuruluşlarla hangi konuda iş birliği yapacak da terörle mücadele alanında onlardan bilgi alacak, değerlendirecek, ilgili kurumlara verecek? Arkadaşlar, böyle boşluk olmaz. Yapılacak şey… Bu tip verilen görevler jandarmada var, emniyette var, Millî İstihbarat Teşkilatında var, Genelkurmayda var, Dışişleri Bakanlığında var, bunların hepsinde var, var; getirmişsin, burada, müşavirlik kuruluşu gibi bu teşkilata bu görevleri veriyorsun. Bunlardan sonuç çıkmaz. Bunlar kargaşadan başka bir şey yaratmaz. Bunun yerine, Sayın Bakan, bana göre, bütün bu kanundan vazgeçin. 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu’nun 2’nci maddesindeki o kurulu güncelleştirin, bu kurulun altına da İstihbaratı Değerlendirme Merkezi niteliğinde bir sekreterya kurun, bu sekreteryaya Genelkurmayın, MİT’in, Dışişleri Bakanlığının, jandarmanın, emniyetin, sahil güvenliğin, Gümrük Müsteşarlığının en kalite personelini yerleştirin, bunlara gelecek istihbaratı adam gibi değerlendirsinler, kargaşayı da önlersiniz. Tekrar ediyorum: Bu yeni kurulacak teşkilat kargaşadan başka bir şey yaratmayacak.

Gerçekten, terörle mücadelede kararlıysanız söyleyeceğimiz şeyler var. Önce, bölücü terörün ne istediğini bileceksin. Bölücü terör çok açıkça “Güneydoğu’nun meselesi geri kalmışlık meselesi değildir. Güneydoğu’nun meselesi Kürt iradesinin Anayasa’da hâkim kılınmayışıdır. Stratejik hedefimiz de kültürel hakların tanınması.” diyor, “otonomi” diyor, “federasyon” diyor, “bağımsızlık” diyor.

Bunların karşılığında, Türkiye Cumhuriyeti devletinin vazgeçilmezleri, millî mukaddesleri nedir? Bu, Anayasa’nın dibacesinde, 1’inci, 2’nci, 3’üncü maddesinde sayılmış: Tek devlet, tek millet, tek vatan, tek bayrak, tek dil. Bölücü terörün talepleriyle bizim millî mukaddeslerimizi, vazgeçilmezlerimizi yan yana koyduğunuzda iki yol var: Ya oturacaksınız, bunların ikisini yan yana koyup müzakere edeceksiniz -cesaretiniz varsa edin- ya da mücadele edeceksiniz.

Son zamanlarda iktidar partisinin yetkililerinin verdiği beyanatlarla -özellikle “Türk milleti kavramı Anayasa’dan çıkarılabilir.” gibi- sizlerin müzakere yolunu seçtiğiniz kanaatindeyiz. Habur’daki rezalet bunun işaretidir, “Ne mutlu Türk’üm diyene!” kavramına karşı çıkmanız bunların işaretleridir, Kürt Çalıştayına çağırdığınız adamlar bunların işaretleridir. Bütün bunlar bölücü teröre mevzi kazandırmıştır.

Sizler bölücü terörle, bölücü terörün yandaşlarına Aspirin vererek meseleyi halledeceğinizi sanıyorsanız ya safsınız ya da gerçekten gizli ajandanızda bir şey var. Bu yoldan vazgeçin. Gerçekten, terörle mücadelede kararlıysanız bölücü teröre bütün imkân ve kabiliyetlerinizle karşı çıkın. İşte o zaman analar ağlamayacak, çünkü Türk’ün de Kürt’ün de anasını ağlatan bu bölücü terör eşkıyası.

Sonuç olarak, bütün bu yaptıklarınızı demokrasi kılıfına sığdırmaya, demokrasi kılıfıyla izaha çalışıyorsunuz. Ancak bilin ki hiçbir demokrasi, bir ülkenin temel kazanımlarını, millî mukaddeslerini yok etme veya test etme hakkını kimseye vermez. Bu hakkı biz de vermeyeceğiz.

Teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Aksoy.

Tasarının tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Atilla Kart, Konya Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Kart.

CHP GRUBU ADINA ATİLLA KART (Konya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan tasarının tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, tasarının genel gerekçesi ve madde gerekçelerinde terörle mücadele konusunda koordinasyon sorunlarının yaşandığı, bu sebeple İçişleri Bakanlığı bünyesinde yeni bir müsteşarlık yapılanmasıyla birlikte devletin tüm istihbari bilgilerinin bu merkezde toplanması gerektiği, devamında da uzman kişilerden yeterli ölçüde yararlanmak amacıyla esnek personel istihdamının zorunlu hâle geldiği, sözleşmeli ya da görevlendirme yöntemiyle personel ve yabancı uzman çalıştırılacağı, bu kurulun operasyonel bir görevinin olmayacağı ifade edilmektedir.

Değerli milletvekilleri, iktidar süresi yedi yılı aşan bir Hükûmet Türkiye’yi yönetiyor. Demokrasi tarihimizde hiçbir siyasi iktidara nasip olmayan bir milletvekili çoğunluğuyla Türkiye yönetiliyor. Böyle bir siyasi tabloda zorunlu olarak şu sorular cevaplandırılmalıdır: Koordinasyon sorunları neden yaşanıyor, nereden kaynaklanıyor? Bu sorunlar ve bu sorular neden somut olarak açıklanmıyor? Bu kurumlar, bizzat bu siyasi iktidarın idari anlamda denetlediği kurumlar değil midir? Sekiz yıldan bu yana Türkiye’yi tek başına yöneten bir siyasi iktidar döneminde bu zafiyetlerin sık sık yaşanması ve yönetim kaosunun doğması olağan mıdır? Bu sorulara Hükûmetin açık ve tatminkâr cevaplar vermesi zorunluluğu vardır. Ancak, bu aşamada bile karartma yapıldığını, karambol yaratıldığını, emrivaki yapılmak istenildiğini görüyoruz.

Değerli milletvekilleri, Başbakanlık, soruyoruz, bu koordinasyonu sağlamakta yetersiz mi kalıyor? Üç yıl evvel Başbakanlığa bu yetkiyi verdik, Mayıs 2006 tarihinde. Başbakanlığın bu koordinasyonu yapacak kadroları ve iradesi yok mu?

Bakın, sayın milletvekilleri, öylesine bir düzenleme getiriliyor ki yetki ve görev bakımından İçişleri Bakanlığı bürokrasisini Başbakanlığın bürokrasi kademelerinden daha geniş yetkilerle donatıyoruz. Hiyerarşiyi altüst etme pahasına bir düzenleme yapıyoruz. Başbakanlık Müsteşarlığına eş değer ve hatta o makamın yetkilerini fiilen aşan bir düzenleme getiriliyor.

Peki, değerli milletvekilleri, bu süreci değerlendirdiğimiz zaman nasıl bir tablo çıkıyor ortaya? Zaten tahrip edilmiş olan bir bürokratik yapıyı, bürokratik hiyerarşiyi, kıdem ve liyakati tümden ortadan kaldırmak pahasına böyle bir düzenlemeye neden ihtiyaç duyuluyor?

Değerli arkadaşlarım, siyasi iktidar, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kendi sorumluluğu altında bulunan kurumlarına güvenmiyor mu? Neden kurumlar arasında ayrımcılık yapmak pahasına böyle bir düzenlemeye tevessül ediyor?

Değerli milletvekilleri, işin esası şu: Siyasi iktidar Türkiye’yi yönetemiyor, yönetme ehliyeti yeterli değil. Ortaya çıkan tablo budur. Yetersizliğin getirdiği panik hâliyle sistem tahrip ediliyor. Olay elbette bundan da ibaret değil. Bundan ibaret olsa yine masum bir gerekçe olarak sunulabilir, değerlendirilebilir. Olay bundan ibaret değil. Sistemi koordine etmekle ve düzeltmekle sorumlu olan siyasi iktidar, özellikle jandarma ve Genelkurmay istihbaratına egemen olma amacını ve emniyet bünyesinde kendisinin yarattığı gruplaşmayı, bizzat yarattığı gruplaşmayı kendince kontrol altına almak amacını öne çıkaran bir düzenlemeyi getiriyor. MİT bünyesinde ve jandarmada istediği kadrolaşmayı parti memuru anlayışı içinde gerçekleştiremeyen Hükûmet, bu amacına da ulaşabilmek için bu tasarıyla karşımıza geliyor, mutlak iktidara ulaşabilmek için yeni bir hamle yapıyor.

Peki, değerli milletvekilleri, yeni istihbari düzenleme şu kronik sorunlara, şu yapısal sorunlara bir çözüm getirebilecek mi:

Bu tasarıyla, sayılarının 11 ila 15 arasında olduğu bilinen özel donanımlı mobil dinleme araçları kontrol altına alınabilecek midir? Bu araçların Türkiye Cumhuriyeti’nde kim tarafından, hangi kurum tarafından kullanıldığı ortaya çıkacak mıdır? Yoksa bu araçların, bir şekilde, bu Müsteşarlık bünyesine alınarak Kaçakçılık Ve Organize Suçlarla Mücadele bünyesindeki, KOM bünyesindeki fiilî ve illegal olan dinleme süreçleri legal hâle mi getirilmek isteniyor? Ankara ve İstanbul’da saatli bomba gibi dolaşan, Başbakanlığın ve karargâhın -karargâhın özelliklerini biraz sonra ifade edeceğiz- fiilî kullanımında olduğu anlaşılan bu araçların işbaşında olması, değerli arkadaşlarım, hangi hukuk devletinde kabul edilebilir? Bu süreç başlı başına faşizan bir süreç anlamına gelmez mi? Bu kayıt dışılığı neden sürdürüyorsunuz?

Türkiye’de ortam dinlemesi hangi yasal dayanakla yapılıyor? Sayın Mehmet Ali Şahin önergelere cevap veriyor, diyor ki Adalet Bakanı sıfatıyla: “Türkiye’de ortam dinlemesi yapılmaktadır.” diyor. Peki, Sayın İçişleri Bakanı Beşir Atalay bu durumu neden ve hangi gerekçeyle inkâr ediyor? Böyle bir vakıa var, hangi gerekçeyle inkâr ediyorsunuz? Adalet Bakanının resmî yazısını, cevabını inkâr etmek pahasına neden bunu görmezden geliyorsunuz? Getirilen bu yasal düzenleme bu tür illegal uygulamaları ortadan kaldıracak ve sorumluları tespit edebilecek midir değerli arkadaşlarım, yoksa bu yapıyı kurumsal ve kontrol edilemez, denetlenemez hâle mi getirecektir?

Bu kurum, Deniz Feneri Derneğinin yolsuzluk ve usulsüzlükleri İçişleri Bakanlığı Dernekler Dairesi Başkanlığı tarafından raporlara bağlandığı hâlde bu derneğin siyasi iktidar tarafından neden himaye edildiğine açıklama getirebilecek midir, yoksa bu kirli ilişkileri tümden denetlenemez, sorgulanamaz hâle mi getirecektir?

Bu kurum, getirilmek istenilen bu yapılanma Türkiye Cumhuriyeti yönetimi için bir utanç olan Hrant Dink, Rahip Santoro, Malatya Zirve Yayınevi saldırılarının, Uğur Kaymaz cinayetinin, Küçük Ceylan’ın, Aydın Erdem’in ölümünün sebep ve sorumlularını ortaya çıkarma konusunda kararlı bir iradeyi ortaya koyabilecek midir, yoksa tüm bu ilişkileri daha kirletecek ya da karartacak bir yapılanmayı mı getirecektir?

Hrant Dink cinayeti öncesinde görev ve yetkilerini açıkça kötüye kullandığı sabit olan bazı emniyet yetkilileri neden siyaseten korunuyor? Jandarmanın üstüne gidiliyor, gidilsin. Emniyet yetkilileri neden siyaseten korunuyor? Bu kişiler neden mümtazen terfi ettiriliyor? Bu görevlilerden bazıları bu Müsteşarlık bünyesinde kilit görevlere getirilirse şaşmayınız değerli arkadaşlarım. Tekrar ifade ediyorum: Hrant Dink cinayeti sürecinde siyaseten korunan, mümtazen terfi ettirilenler bu Müsteşarlık bünyesinde kilit görevlere getirilirse şaşmayınız.

PKK’nın Reşadiye saldırısı öncesinde Erzincan, Erzurum ve Tunceli bölgesinde yaratılan istihbarat zafiyetinin sorgulamasını ve öz eleştirisini bu kurum yapabilecek midir? Bizzat Cumhurbaşkanının, Başbakanın, Başbakan Yardımcısının bu konuda yarattığı kuşku ve suçlamaları bu kurum giderebilecek midir?

Bu kurum, Habur’da yaşanan kaos ve aczi bundan böyle engelleyebilecek midir?

Bu kurum, seçilmiş belediye başkanlarını gözaltı aşamasında kelepçeleyen polis devleti zihniyetini ortadan kaldırabilecek midir, yoksa bu zihniyeti kurumsal ve denetlenemez hâle mi getirecektir?

Böyle bir yaklaşımın demokratik açılımla, demokrasiyle izahı mümkün mü değerli arkadaşlarım? Böyle bir zihniyetin terörle mücadele etmesi mümkün müdür?

Polis odaklı bir merkezî yapılanma karşısında seçilmişlere yönelik bu tür müdahalelerin bundan böyle de yapılmayacağının teminatı nedir? Bu kurumun, bu anlamda bir teminat olması mümkün müdür?

Anayasa Mahkemesinin iptal kararından bu yana bir yılı aşkın bir süre geçmiş olmasına rağmen bakıyoruz, TİB konusunda, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı konusunda bir yasal düzenleme yapılmıyor. Bu makamın işgaline neden seyirci kalıyoruz değerli milletvekilleri? 5397 sayılı Yasa’nın iptaliyle doğan bu boşluk, bu tasarıyla mı giderilmek isteniliyor? O süreçteki illegal yapılanma, fiilî yapılanma bu tasarıyla legal hâle mi getirilmek isteniyor?

Değerli milletvekilleri, tüm bunlar bir tesadüf olabilir mi? Elbette olamaz. Tüm bunlar ancak sistematik, merkezî, planlı, programlı ve fiilî bir karargâhın çalışmasının ürünü olabilir.

Bu sorularımızın ve endişelerimizin ne kadar yerinde ve gerçekçi olduğunu tasarının muhtelif maddeleri açıkça gösteriyor. Bu tasarıdaki temel amaçlardan birisi -yine kaygıyla ifade ediyoruz- istihbari anlamda kadrolaşmadır ve toplumu sıkıyönetim yöntemleriyle kontrol altına alma hedefidir.

Tasarının 13’üncü maddesinde, 657 sayılı Yasa’ya tabi olmaksızın sınırsız sayıda sözleşmeli personel ve yabancı uzman istihdamına imkân tanınıyor. Bakıyoruz tasarıya, sadece 94 personelden oluşan, koordinasyondan sorumlu olan, operasyonel bir görevi olmayan bir kurum oluşturuluyor ancak bu dar kapsamlı örgüt, geçici ve sözleşmeli görevlendirmeler ve yabancı uzman istihdamıyla bir anda ucu açık bir örgütlenmeye dönüşüyor. Bu kişilerin nitelikleri hakkında hiçbir ölçü getirilmeyerek keyfî ve kontrolsüz bir istihdam alanı yaratılıyor. Hatırlayınız, Abdullah Çatlı ve arkadaşlarına da emniyet tarafından uzman kimliği verilmişti. “Yeşil” kod adlı kişinin illegal ve esrarengiz ilişkileri de bu şekilde, bu yöntemlerle bir anlamda himaye edilmiş, kimileri tarafından legal diye sunulmuştu. Getirilen bu düzenleme bu kirli ve karanlık ilişkileri kurumsal bir hâle dönüştüreceği gibi, bir taraftan da yabancı uzman istihdamı suretiyle Türkiye’de bugün istihbari anlamda egemen olan okyanus ötesi ve berisi birtakım yabancı ve esrarengiz ilişkilerin de yine kurumsal hâle getirilmesinin önünü açacaktır.

Tüm bu yapılanmanın devamında, değerli milletvekilleri, bakıyoruz 18’inci maddede, İçişleri Bakanlığı taşra teşkilatında seksen bir ilde ve ihtiyaç duyulması hâlinde -yine ucu açık bir düzenleme- il sosyal etüt ve proje müdürlüğü kurulması amaçlanıyor, bu birimin İçişleri Bakanlığı teşkilatına eklenmesi amaçlanıyor. Bunun anlamı F tipi yapılanmanın ve AKP tipi istihbaratın ilçe ölçeğinde yaygın hâle gelmesidir değerli milletvekilleri. Bunun başka bir anlamı, izahı yoktur. Onun için diyoruz ki, değerli milletvekilleri, bu tasarının aslında esası ve özü şudur: AKP modeli istihbarat örgütlenmesinin nihai aşamalarından oluşturulan bir tasarı söz konusu. Mutlak iktidar arayışının çatısı örülüyor. Bakın, bu çatıyı yaratan o kronolojik süreci, o tesadüfleri somut olarak bir gözden geçirelim:

11 Temmuz 2003 tarihli Sabah gazetesinde “Erdoğan’ın Özel Timi” başlıklı, Yavuz Donat imzalı haber.

Sayın Başbakan, hukuksuzluklar, yolsuzluklar konusunda o kadar kararlı ki, mevcut anayasal yapı yetmiyor kendisine, bunları çalıştırmak yerine kendisine doğrudan bağlı birimler oluşturuyor. Bu birimlerin önünde sır ve gizlilik engeli yok. Başbakana doğrudan bağlı, operasyonel yeteneği olan, Meclise yürüme mesafesindeki bir mekânda, bu çalışmalar, bu karargâhta sürdürülüyor.

Bu fiilî karargâh, değerli milletvekilleri -biraz sonra somut olarak da ifade edeceğim- Başbakan, İçişleri ve Adalet Bakanı ağırlıklı olarak, kamu gücünü ve yetkisini kötüye kullandığı ve bu süreç süreklilik kazandığı içindir ki artık illegal bir yapıya dönüşmüştür. Bu süreç, 11 Temmuz 2003 tarihinden bu yana Cumhuriyet Halk Partisi tarafından sorgulanmakta, denetlenmektedir, ancak kabul etmek gerekir ki karargâh, karartma ve bilgi kirliliğini sürdürmeye, gündemi tayin ve saptırmaya maharetle devam ediyor.

3 Temmuz 2005, değerli milletvekilleri, bir pazar günüdür. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Kurula katılmamıştır. Niye katılmamıştır? Çünkü siyasi iktidar, İç Tüzük’te, temel kanun konusunda muhalefetin konuşma hakkını kısıtlayan düzenlemeler getirmiştir. Ne yapmıştır o gün?

Adalet ve Kalkınma Partisi Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay çıkıp iktidar grubuna yönelerek demiştir ki: “Değerli arkadaşlarım, temel hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılmasını sağlayacak bir teklifle karşı karşıyayız. Muhalefetin yokluğunda, Cumhuriyet Halk Partisinin yokluğunda bu teklifi görüşmeyelim. Bu teklifi muhalefetin yokluğunda görüştüğümüz takdirde, Türkiye Büyük Millet Meclisinin meşruiyetini ve saygınlığını tartışılır hâle getiririz.”

Ben, buradan, o yürekli arkadaşıma, milletvekili sorumluluğu adına, saygınlığı adına huzurunuzda teşekkür etmeyi bir borç biliyorum.

Değerli arkadaşlarım, bakıyoruz, bunun devamında o gün bir de ne görüşüldü biliyor musunuz? Cargill Tasarısı görüşüldü. Cargill Tasarısı. Nasıl görüşüldü? Orada da Cargill’in, Başbakanlıkta, başka müsteşarların da katılımıyla Cargill’i korumaya yönelik olarak Cargill yetkililerinin de katıldığı bir karargâh toplantısı yapılmıştı. O karargâh toplantısının sonucunda da o gün yine muhalefetin yokluğunda, fırsattan istifade… Cargill’in önemini elbette takdir edeceksiniz, bunu biraz sonra somut olarak da ifade edeceğiz. Bunlar görüşüldü, karargâhta görüşüldü.

Danıştay saldırısından sonra, Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin’in Meclis Genel Kurulunda 17 Mayıs 2006 tarihinde -aynen ifade ediyorum- “Hissiyatımı sizlerle paylaşmak isterim. Birtakım sürprizlere de hazır olun.” şeklinde yaptığı konuşma. Sayın Bakanın saldırı öncesi yasal olmayan fiilî kolluk çalışmaları hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olduğunu görüyoruz.

Bakıyoruz, bu süreçte, nasıl bir tesadüfse Tanık Koruma Kanunu çıkıyor. Yine bu Tanık Koruma Kanunu’nun Ergenekon olarak adlandırılan Silivri yargılamasında aslında yasal şartlar olmadığı hâlde kullanıldığını görüyoruz.

Jandarma, MİT ve emniyetin Türkiye genelindeki iletişimin tespitine yönelik olarak Adalet Bakanlığı uygulamalarını uzun uzadıya anlatmak istemiyorum. Her üçünün de Türkiye genelinde izleme yapması Anayasa’ya aykırıdır. Ama jandarmaya itiraz ediyoruz, emniyet ve MİT’e itiraz etmiyoruz. Bunun bir anlamı olmalı, bir açıklaması olmalı.

Adalet müfettişlerinin siyasi talimat yoluyla ve himayeyle gerçekleştirdikleri kanunsuzluklar… Bu anlamda, bakıyorsunuz, Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı adaletsizliklerin kaynağı hâline geliyor. Nasıl geliyor? Dokunulmazlık fezlekelerinin ortadan kaldırılmasına, yedi yıldır burada, Mecliste olan dokunulmazlık fezlekelerinin ortadan kaldırılmasına seyirci kalıyor. Başbakan ve Cumhurbaşkanının fezlekelerini sekiz ay boyunca, on altı ay boyunca sümen altı ediyor. Adli emanet paraları ve adalet personelinin yol tazminatlarını kayıt dışı bir şekilde kullanıyor.

Devam ediyoruz: Başbakanlık örtülü ödenek harcamalarındaki olağanüstü artış…

Değerli milletvekilleri, 2005 yılında 30 milyon dolar seviyesinde olan örtülü ödenek harcamaları, bakıyoruz, 2006’da 210 milyon dolara çıkıyor, 2007’de 240 milyon dolara çıkıyor; 8-9 katı bir anda artıyor. 2006 ve 2007 tarihleri ile Silivri soruşturmasının polis soruşturması ve hazırlık dönemini dikkat ve takdirlerinize sunuyorum.

Başbakan Yardımcısı Ekren, bu artışı, gizli haber alma giderleriyle açıklıyor. Başbakanlık örtülü ödeneğinin başında da Başbakanın belediye başkanlığı döneminden itibaren ilişki içinde olduğu ve sahtecilikten mahkûm olan bir kişinin bulunduğunu, Başbakanın ilk icraat olarak, 25 Mart 2003 tarihinde bu görevlendirmeyi yaptığını da dikkat ve takdirlerinize sunuyorum.

Değerli arkadaşlarım, bakıyoruz, bir cemaate yönelik adli soruşturma esnasında Erzincan ve Erzurum cumhuriyet savcılıkları arasında doğmuş olan çekişme ve Başbakan Yardımcısının taraf olarak o soruşturmaya müdahil olduğunu görüyoruz ve nihayet KOM üzerinden, Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele birimi üzerinden sürdürülen fiilî, illegal telefon dinlemeleri, tüm bu ihlalleri yasal, kurumsal ve denetlenemez hâle getirmeyi amaçlayan AKP ve F tipi istihbarat örgütlenmesini hedef alan bir tasarıyla karşı karşıyayız.

Unutulmamalıdır, belli bir gruba mutlak hâkimiyet sağlayan bu yapılanma, siyasi iktidar iradesini de kaçınılmaz olarak sağa sola savuracaktır. Günümüzde zaman zaman bunun yaşandığını da görüyoruz.

Bu yapılanmayla birlikte, kritik yargılama ve soruşturmaların tümüne Hükûmetin ya da karargâhın doğrudan müdahale etmesi, delilleri karartması ya da tahrif etmesi imkânı yasal olarak doğacak ve kurumsal hâle gelecektir.

Tam bu süreçte soruyoruz: Adli kolluğu kurmaktan neden ısrarla kaçınıyorsunuz? Neden bu konunun tartışılmasına dahi fırsat vermiyorsunuz?

Değerli arkadaşlarım, kamu düzeni ve kamu yararı kavramları, çok aktörlü, katılımcı, çoğulcu ve sivil toplum unsurlarıyla çok yönlü bir şekilde oluşur ve gelişir. Demokrasinin esası ve özü budur. Ancak dikta yönetimleri, kamu düzeni kavramının merkezî bir otoritenin kararı ve disiplini doğrultusunda şekillenmesini tercih ederler, kamu düzeni bakanlıkları kurarlar. Franco da bunu yapmıştır, Salazar da yapmıştır, Hitler de yapmıştır, Mussolini de yapmıştır, Stalin de yapmıştır. Terörle mücadeleyi etkin hâle getirmek görüntüsü ve gerekçesinin ardına sığınılarak, kamu düzenini yönlendirmek için siyasi ve münhasır güç kullanımını oluşturmak isteyen bir iktidarla karşı karşıyayız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Kart, lütfen tamamlayınız.

ATİLLA KART (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, ikinci bir Millî Güvenlik Kurulu oluşturuluyor. Bu ikinci Millî Güvenlik Kurulu, bu yapılanmada terör söylemini gerekçe göstererek iktidar politikaları aleyhindeki her türlü düşüncenin izlenmesinin mekanizmasını kuruyor.

Bakın, ekonomide özelleştirme yoluyla bir taraftan yolsuzluklar kurumsal olarak yapılıyor, onları geçiyoruz, onların tartışması ayrı ama değerli arkadaşlarım, bu özelleştirmeler yoluyla sadece şeker ve tütün sektörüne dikkatinizi çekiyorum: Şeker fabrikaları özelleştirilmedi, şeker fabrikaları kapatıldı; Tekel fabrikaları özelleştirilmedi, Tekel fabrikaları kapatıldı. Bu nedir? Türkiye'nin ekonomi olarak belli sermaye gruplarının, o Beyaz Saray’da, o Cargill görüşmeleri aşamasında verilen sözlerin yerine getirilmesidir değerli milletvekilleri, bunun başka bir anlamı var mı? Türkiye tarımda ve sanayide üretim gücünü kaybediyor. Türkiye bunun sonucunda da kaçınılmaz olarak…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ATİLLA KART (Devamla) – Sayın Başkanım, bir dakika izin verirseniz…

BAŞKAN – Lütfen Sayın Kart, teşekkür ediyorum.

ATİLLA KART (Devamla) – Türkiye tüm bu sürecin sonucunda da…

Bir dakika istirham ediyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Teşekkür için açıyorum.

Buyurun.

ATİLLA KART (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, böyle bir yapılanmada, aslında o ekonomik anlamdaki sömürgeleştirmenin devamında dikta yapılanmasının doğması sosyolojik bir süreçtir, kaçınılmaz bir süreçtir. Türkiye'de bu yaşanıyor.

Bakın, sevgili arkadaşlarım, değerli milletvekilleri; mutat bir muhalefet söylemi içinde değilim, bundan emin olmanızı istiyorum. Burada, belli bir süre sonra bu yanlış politikalar sebebiyle, geçmişe baktığımızda “Biz nelere yol açmışız?” dememek için, bu vicdani sorumluluğu yaşamamak için sizi öz eleştiriye ve sağduyuya davet ediyorum. Şu an çıkar ve konjonktürünüze uygun görünen bu düzenlemeler gelecekte sizi de bizi de sivil toplumu da savuracaktır. Yönetimde egemen olan bir politbüronun ve illegal bir karargâhın aralarındaki iktidar dengesi ve kavgası üzerine Türkiye’yi yönetmesine seyirci kalmayınız, görmezden gelmeyiniz. Böyle bir yönetim sürecinin, toplumsal barışa, üniter yapıya, demokrasiye, temel hak ve özgürlüklere ve kamu güvenliğine bir katkı sağlaması mümkün değildir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ATİLLA KART (Devamla) – Bu düşüncelerle, bu değerlendirmelerle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kart.

Tasarının tümü üzerinde söz isteyen Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Hamit Geylani, Hakkâri Milletvekili.

Buyurun. (BDP sıralarından alkışlar)

BDP GRUBU ADINA HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan yasa tasarısının tümü üzerine Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Meclisin bu birleşiminde, yurttaşın ana dil, düşünce, siyaset, kültür ve can güvenliğinin olmadığı bir ortamda ülkenin güvenliğini tartışıyoruz. Onun için, bu yoklukta, bini aşkın parti yöneticilerimizin, belediye başkanlarımızın ve üyelerimizin her tür güvenliklerinin kelepçeye vurulmasını kınayarak konuşmama başlıyorum.

Evet, ne yazık ki 21’inci yüzyılda nevi şahsına münhasır bir rejim yapılanmasında yaşıyoruz. Yine, bir “Balyoz Harekâtı”yla, sözüm ona “ülke güvenliği” adına, cami minarelerinin cemaatin kanları içinde havaya uçurulacağı, kendi pilotlarının havada berhava edileceği, Kürtlere, yine her zaman olduğu gibi, İsrail tarzı sertlik uygulanacağı bir sıkıyönetim ve ardından da darbe histerisi sevdasıyla komşu ülkeye savaş açılacağı ve daha nice çılgın harp senaryolarıyla bir kez daha bir Osmanlı oyunuyla kuşatma altındayız. Bunun için toplum tedirgin, bunun için toplum şaşkın bir durumda. Bakınız, balyoz darbesinde adı geçen yandaş ve karşıt olarak gösterilenlerin büyük çoğunluğu isyandadır. Darbenin başbakanı olarak öngörülen şahsiyet de “Darbe, ihanettir.” diyor. O zaman sizlere “havar”ım şu: Gelin bu isyanları durduralım, gelin bu ihanetlere son verelim.

İşte, tam da bu şaşkınlıkta görüştüğümüz yasa tasarısıyla kurulmak istenen Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı, devletin Kürt sorununa bakışı ve demokratikleşme anlamında Türkiye’de hiçbir şeyin değişmediğini bir kez daha ortaya koymaktadır. Çünkü bu yasa tasarısı yine askerî vesayetin bir diktesidir. Çok ilginçtir ama 19 Temmuz 2005’te dönemin Genelkurmay 2’nci Başkanı İlker Başbuğ’un emirli bir istemi üzerine şöyle diyor: “Terörün güvenlik, istihbarat, psikolojik, harekât, sosyal, ekonomik ve eğitim boyutlarını inceleyecek, yapılacakları makro seviyede planlayacak koordinatör bir kuruluşa ihtiyaç vardır. Bu bir müsteşarlık olabilir.” İşte bugün görüşmesini yaptığımız yasa tasarısında öngörülen müsteşarlık. Bu konu Başbakana iletilmiştir. Şimdi, bunun gereğini bekliyoruz. Mesajın gereği olarak da Kürt sorununu terör sorunu gibi gören anlayışın bir kurumlaşması biçiminde böylesi bir tasarının ortaya çıktığını düşünüyoruz. Bu nedenle, tasarı, Kürt sorununun çözümsüzlüğünü psikolojik savaş merkezine dönüştürmesi planıdır, seksen yıllık denemelerin bir başka biçimidir ve bu bir savaş hâli yaratma durumudur. Onun için Kürt siyasetçilerine karşı operasyonel süreçlerin planlarını düzenleyen bir kurum olacaktır. Bu kurum, 2002 yılında Mülki İdareler Şûrasında on bir açıdan yasaya aykırılığı saptanan EMASYA Protokolü’nün besleneceği hukuksuzluklar merkezi olacaktır. Bu madde görüşmelerinde bu hukuksuzlukları detaylı -arkadaşlarımızla birlikte- açacağız. Özce, bu siyasal iktidarın devlet içinde yeni bir derin yapılanmaya çanak tutmaktan başka bir şey olmadığı apaçık ortada. Bu ve benzeri anlayışlarla, Türkiye'de devlet yapılanması bütün kurum ve kuruluşlarıyla iç düşman ve dış düşman fobisi üzerine inşa edilmiştir ne yazık ki.

Değerli arkadaşlar, hiçbir komplekse kapılmadan, hepimiz, ülkenin gerçekleriyle, artık, yüzleşmek zorundayız. Bugün geç bile kalınmıştır. Bu ülkenin temel gerçek sorunu demokrasidir. Sanırım, hiçbirinizin de itirazı olmayacaktır. Ama baş gerçek sorun da Kürt sorununun barışçıl ve demokratik çözümüdür. Bilimsel olarak ve diyalektik bir realite olarak da baş sorun çözülmeden -temel sorunun- ülkenin hiçbir yerinde hiçbir sorunun da çözüldüğü görülmemiştir ve görülemez de. İşte, yaşamın çözümsüzlüğünden kaynaklı 12 Eylül darbe Anayasası ve tüm bağlı yasal düzenlemeler devleti ve onun güvenliğini kutsamış, bireye karşı koruma telaşı içine girmiştir.

Değerli arkadaşlar, ülkenin güvenliğinin güvencesi, bireylerin özgürlüklerini temel alan ve haklarına saygı gösteren özgürlükçü bir düzende saklıdır.

İttihat ve Terakkiden bu yana sürekli korku ve güvensizlik üreten ve de bunların üstesinden gelmek için yasaklamalardan başka çare düşünmeyen bir anlayış sendromu yaratılmıştır. Bu anlayışın taşıyıcısı ve temsilcisi olan hükûmetler ve devlet yetkilileri, güvenliği sağlamak için özgürlüklerden değil, yasaklardan ve yasaklar üzerinde inşa edilmiş güçlü, merkezîleşmiş bir devletten çözüm aramışlardır. Gelinen noktada bu ezber çözümün son hamisi de, açılım ve sözde daha fazla demokrasi senaryolarını üreten ve yeni çıkmazlara teslim olan AKP Hükûmetidir.

Acı gerçeğe bakınız; siyasi parti kapatma mezarlığına dönüşmüş, siyaset yasağı bir yaşam tarzı olmuş, binlerce yurttaşı düşüncelerinden ötürü tutuklanmış, polise taş attıkları gerekçesiyle yine yüzlerce çocuk yirmi yılı aşkın ceza istemiyle tutuklanmış, farklı dil ve kültürler yasaklanmış, halkın iradesi kelepçeye vurulmuş bir ülkede yaşıyoruz. Daha yeni, Iğdır Belediye Başkanının bileklerinde hâlâ görünen kelepçe izi sistemin çirkin bir fotoğrafıdır; bunu bir kez daha protesto ediyoruz.

Değerli milletvekilleri, özgürlükler ile güvenlik, huzur ortamı arasında doğru bir orantı olduğu unutulmamalıdır. Bugün dünya üzerindeki en güvenli ülkelerin aynı zamanda en özgür ülkeler olduğu gerçeği yadsınamaz. Buna karşın, özgürlüklerin tanınmadığı böylesi bir ülkede, ne devletin ne bireyin ve ne devlet güvenliğinin ne birey güvenliğinin sağlandığı görülmemiştir.

Cumhuriyetle yaşıt bu kangren hadise, hâlen, asayiş ve güvenlik mantığıyla ele alınmaktadır. Kurulacak bu Müsteşarlık, Türkiye’nin demokratikleşmesine, Kürtlere ve diğer mağdur kesimlere karşı psikolojik harekât planıdır. AKP’nin yeni bir kadrolaşma alanı olarak kurmak istediği Müsteşarlıkla Kürt sorununu çözme niyetinde olmadığını, açılımın ise bir kandırmaca ve oyalama olduğunu da apaçık ortaya çıkarmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; güvenlik olgusunu doğru okumalıyız. Gerçek güvenlik, yurttaşın can ve mal güvenliğiyle birlikte düşünce güvenliği, o düşüncenin ana dille ifadesi, ana dille örgütlenmesi, eğitimi ve yaşamın her alanında iktidarlaşmasıyla devletin demokratik güvenliği kendiliğinden sağlanmış olur. Kontra güçler, köy korucuları, pompalı tüfekliler ve böylesi güvenlik birimleriyle, hiçbir hukuksuzlukla devletin demokratik güvenliği sağlanamamıştır, bundan böyle de sağlanması olanak dışıdır.

Bakınız, aynı mantıkla hareket eden, yani Kürt sorununu güvenlik ve asayiş sorunu olarak algılamak isteyenler yıllarca OHAL’i uygulamadılar mı? Otuz yıla yakındır, kendi yetkili birimlerin deyimiyle, şahsiyetlerin deyimiyle “düşük yoğunluklu bir savaş” dayatılmadı mı? Binlerce köy yakılıp talan edildi. Milyonlarca yurttaş göçe zorlanarak tüm üretim ilişkilerinden koparıldı. Bu da devasa sosyal patlamalardan biri olmuştur.

Değerli arkadaşlar, kuşkusuz, dehşet bir sosyal patlama da köy koruculuğu sistemidir. Suç aletine dönüşen bu yapılanma yeniden canlandırılarak yüzlerce kadrolarla arpalıklar üretilmektedir. Daha yeni, birkaç gün önce Hakkâri’nin Yüksekova ve Şemdinli ilçelerine bağlı köylerde 400 kişiye silah verilerek köy korucusu yapıldı. Bundan daha utanç verici, on sekiz ay maaş verilmeyecek, bu süreç içinde sadece makarna ve kömür verilecek. Bu, insanın onuruyla oynamak, böyle oyunlarla köy koruculuğuna teslim almaktır. Bu mantık, işte bu mantık, yeniden Bilge köyü gibi toplu katliamlara açık kapı bırakmaktan başka hiçbir şey değildir. O faciadan da ders çıkarılmadığı anlaşılmaktadır. Bir yandan koruculuk sisteminin lağvedileceği veya ıslah edileceği söylenirken, tartışılırken, öte yandan yurttaşı koruculaştırmak en büyük ilkesizlik değil midir?

Ayrıca güvensiz güvenlik açmazıyla özel harp daireleri oluşturuldu. JİTEM, Ergenekon ve sayısızca darbe planları gibi hukuk dışı yapılanmalara gidildi. Binlerce cinayet işlendi, yüzlerce çete yapılanmasına gidildi. Bölgede yine binlerce kişi faili meçhul cinayetlere kurban edildi, insanlar toplu mezarlar ve asit kuyularına atıldı, aydınlar, siyasetçiler, iş adamları, gazeteciler katledildi. Sormak gerekir: Ülke güvenliği böylesi bir mantıkla, böylesi paramiliter güçlerle sağlandı mı, bundan böyle sağlanabilir mi?

Sayın Başkan, açılım tartışmalarında Sayın Başbakan “Sorun sadece güvenlik politikalarıyla çözülmez.” diyor. Tırnak içine aldım: “Diyor!” Peki, neden yeni güvenlik ve asayiş merkezleri üretilmeye ve dayatılmaya başlandı? Sayın Başbakana sesleniyorum: Kürt sorunu güvenlik sorunu değildir, Kürt sorunu terör ve şiddet sorunu da değildir, Kürt sorunu salt ekonomik bir sorun değildir ve Kürt sorunu sadece kültürel bir sorun da değildir. Kürt sorununun temeli, bir insanlık sorunudur, bir ontolojik yani var oluş sorunudur. İşte, cumhuriyetle yaşıt bir mantıkla bugüne kadar ret ve inkâr politikalarıyla bugün benzeri konuları tartışıyoruz. Onun için önce soruna bakış açısının değişmesi gerekiyor, empati kültürünün oluşması gerekiyor. Kürtlerin neler yaşadığını anlayabilmek için sadece ama sadece bir günlüğüne herkesin kendisini Kürt hissetmesi yeterli olacak ve sorunu çözecek diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, ülkemizin daha kapsamlı bir değişime ve dönüşüme gereksinimi vardır. Bu da etnik referanslardan arınmış, bütün farklı kimlik ve kültürleri güvence altına alan, ayrıca milliyetçi, devletçi ve merkeziyetçi zihniyetten, resmî ideolojiden uzak duran bir anayasayla ancak gerçekleşebilir. Bu anayasa, farklı etnik grupların kimliksel, dilsel, kültürel haklarının önündeki engelleri kaldıran, yerel yönetimlerde demokratik özerkliği benimseyen, gerçek anlamda temsilde adalet ve yönetimde demokratik istikrarı, şu an yaşadığımız istikrarı değil, demokratik istikrarı sağlayan, siyasi partiler ve yüzde 10 barajlı seçim hukukunu çağcıl hukuk normlarına indirgeyen bir anayasa olmalıdır.

Anayasa’da şimdiye kadar onlarca yama değişiklikler yapıldı. Her iktidar belli bir kişiye, belli bir hadiseye özgü, kendisine göre bir değişikliğe gitti ama kimse Anayasa’nın darbeci özüne dokunmadı, cesaret de edemedi. Böylece protez bir anayasa yaratılmıştır. Bugün AKP de aynısını daha da belirsiz bir biçimde yapma ürkekliğini yaşıyor. Ne yazık ki Barış ve Demokrasi Partisi dışında Meclisteki muhalefet de tüm demokratik değişimlerin karşısında barikatlarla direnmektedir. Ve şimdi darbecilerin sivil yargıda yargılanmasını önleyen Anayasa Mahkemesinin çağcıl hukuka direnç bir yasal kararının sevincini yaşıyorlar. Ama unutulmamalıdır ki, demokrasi herkese lazımdır.

Değerli milletvekilleri, öncelikle bu Meclis, iktidarı ve muhalefetiyle, Gladio, kontrgerilla, JİTEM, Hizbulkontra, Ergenekon, darbe planları ve tüm suç örgütlerini arka planlarıyla birlikte açığa çıkarmak ve yasal gereğinin yapılması noktasında etik ve vicdani tarihsel sorumluluklarını yerine getirmekle yükümlüdür. Bu bağlamda diyorum ki: Şu yasa tasarısını görüşeceğimize bugün, yeni bir anayasayı tartışıyor olsaydık daha iyi olmaz mıydı, daha demokratik, daha çağcıl olmaz mıydı? Antidemokratik Siyasi Partiler Yasası’nı, yüzde 10 barajlı, dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş Seçim Yasası’nı tartışıyor olsaydık daha uygun olmaz mıydı? Ülkenin yararına daha hayırlara vesile olmayacak mıydı? Ama ne yazık ki Türkiye’de, demokratikleşme başta olmak üzere bütün sorunların başında bunlar gelmektedir, bu sıkıntılar. İşte bu sıkıntıları çözme anı gelmiş ve geçmiştir. Kurulacak olan Güvenlik Müsteşarlığı bu anlamda çözüm değildir, demokratik çözümlerin önünde bir engeldir, bir barikattır, bir beladır. Ne yazık ki her hadiseye güvenlik penceresinden bakıldığı sürece tüm yaşamsal sorunlar çözümsüz kalmaya devam edecektir.

Ayrıca, kurulacak Müsteşarlığın gerçek anlamda ne işe yarayacağı da belli değildir. Bu eksende terörle mücadele politikaları üreten, ancak, sorunu çözmeyen çokça sayıda benzer kurumlar vardır. Benden önceki sayın konuşmacılar da isimlerini saydılar, o kadar zamanımız yok. İçişleri Bakanlığına bağlı Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı da benzer amaçlıdır.

Ama ne hazindir, bugüne kadar ülkemizde sivil hükûmetler hiçbir zaman gerçek anlamda iktidar olup da ülkenin yönetiminde muktedir olamadıkları için bu birimler üzerinde de herhangi bir otorite sağlayamamışlardır çünkü bu ülkede cumhuriyet kurulduğu günden bugüne kadar muktedir olan hep ağırlıklı olarak asker ve aynı anlayıştaki bürokrasi olmuştur, bürokrasi.

Onun için, her sivil hareket veya yönetim demokratik olmayabilir ama demokratikleşmenin temel vazgeçilmezliği de kuşkusuz sivilleşmedir değerli arkadaşlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Geylani, lütfen tamamlayınız.

HAMİT GEYLANİ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Ayrıca, bu yasaya göre, gizlilik içeren işler için örtülü ödenek sağlayacağı da düzenlenmiştir. Bu gizli örtülü ödeneklerle nice kozmik arşivlerinin kurulduğu ve demokrasiye tahrip kalıplarının döşendiğini de çok iyi biliyoruz, son dönemde de gördük, yaşadık. Bunlar her gün gazete manşetlerini ve televizyon ekranlarını süslemektedir. Türkiye örtülü ödeneklerden çok çekmiştir. Bugüne kadar örtülü ödeneklerin nerelere aktarıldığını, gerekçesiyle çok iyi hepimiz biliyoruz.

Değerli arkadaşlarım, ülkemiz yakın geçmişinde Yüksekova çetesini, Şemdinli çetesini, Susurluk çetesini, Ergenekon ve benzerlerini yaşadı, örtülü ödenekler desteğinde yaşamaya da devam ediyor.

Şemdinli davası hukukun sinesinde ağulu bir hançerdir, hançer! Bakınız…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HAMİT GEYLANİ (Devamla) – Sayın Başkan, eşitlik sağlamanızı istirham ediyorum.

BAŞKAN – Hemen şey yapmayın, görüyoruz burada Sayın Geylani.

Bir defa verdik ya, bundan sonra olmayacaktır zaten.

Buyurun.

HAMİT GEYLANİ (Devamla) – Evet, Şemdinli davası, bir kez daha yineliyorum, hukukun sinesinde ağulu bir hançerdir. Cinayetler için düzenlenmiş plan, doküman ve silahlarla suçüstü yakalanan ve 2 canın katilleri “iyi çocuklar”ın sivil mahkemelerde aldıkları otuz dokuz yıl cezayı askerî mahkeme tek celsede tahliyeyle sonuçlandırdı. Nereye getirmek istiyorum? Nereye getirmek istiyorum? İşte asker kişilerin sivil mahkemelerde yargılanmasının önlenmesi bundandır. Ne garip bir şey değil mi?

Evet, değerli arkadaşlar, satır başlarıyla itirazlarımızı, eleştirilerimizi sunduk. Madde başlıklarında detaylı görüşlerimizi dile getireceğiz.

Özce sunduğumuz bu nedenlerden ötürü yasa tasarısına karşı olduğumuzu belirtir, gerçek hukuk düzenine kavuşma dileğiyle hepinizi saygıyla selamlarım. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Tasarının tümü üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz isteyen Ali Küçükaydın, Adana Milletvekilli. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Küçakaydın.

AK PARTİ GRUBU ADINA ALİ KÜÇÜKAYDIN (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde görüşlerimi belirtmek üzere AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmam iki bölümde cereyan edecek.

Bunun bir tanesi, devletimizin, uzunca bir süre -otuz yıl gibi- devam eden bir terör belasıyla -hukuk tanımaz, kanun tanımaz, kural tanımaz bölücü terör- ve diğer terör örgütlerinin saldırısına muhatap olduğunu hepimiz biliyoruz. Şüphesiz bu alanda verilen mücadele, devletin öz varlığına yönelik bu saldırıları korumak, savunulması, en temel hak olan insanların yaşam hakkının korunması ve demokratik düzenin de teminat altına alınması için yürütülen bir çalışma.

Değerli milletvekilleri, terörle mücadelede bu süreçte… Aslında biz bu süreci, yani otuz yıldan beri devam eden bu süreci, bir hükûmet meselesi değil, hatta partilerin meselesi değil, tamamen devlet projesi olarak bu mücadelenin devam ettiğini biliyoruz ve bakışımız da olaya bu şekilde. Terörle mücadele bir devlet mücadelesidir. Bütün geçmiş hükûmetler bunu böyle yapmıştır, bugünkü Hükûmet de bunu böyle devam ettiriyor.

Şüphesiz, bir bölgemiz bir dönem, uzunca bir dönem, önce sıkıyönetim, sonra olağanüstü hâl yönetimiyle yönetilmiştir ve yeni bir oluşum olan, belki de o dönemde, bir bölge valisi bu terörle mücadeleyi ya da bu çalışmayı o bölgede koordine etmiştir. Sonra, bizim Hükûmetimiz döneminde, hepimizin bildiği gibi, bu olağanüstü hâl yönetimine son verilmiş ve normal bir döneme geçilmiştir.

Değişik idari yapılanmalar, şüphesiz, hukuki düzenlemeleri de beraberinde getirmiştir. Mesela terörle mücadeleyi legal ve illegal(x) yönden önlemek üzere 1991 yılında Terörle Mücadele Yasası çıkarılmış, terörün tanımı yapılmış, terör cezalarının artırılması yönünde karar alınmıştır. Buna bağlı olarak başka yasalar da değiştirilmiştir, bunu destekleyici mahiyette. Örneğin Türk Ceza Kanunu gibi, Ceza Muhakemeleri Kanunu gibi, Polis Vazife Salahiyet Kanunu gibi ve sair kanunlar…

İBRAHİM BİNİCİ (Şanlıurfa) – Legal terörü bir açar mısınız, legal terörü.

ALİ KÜÇÜKAYDIN (Devamla) – Bu yasal düzenlemelerle beraber, terörden zarar görenlerin zararının tazmini yönünde de bir hareket başlatılmıştır.

SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Hatip, bir şey söylediniz, “illegal mücadele” nedir, onu açar mısınız?

BAŞKAN – Sayın Milletvekili, lütfen sabredin. Lütfen…

ALİ KÜÇÜKAYDIN (Devamla) – İllegal mücadele…

BAŞKAN – Sayın Küçükaydın, lütfen… Genel Kurula hitap edin siz.

ALİ KÜÇÜKAYDIN (Devamla) – Yine, değerli arkadaşlarım, ülke güvenliği açısından risk analizleri yapılmak suretiyle güvenlik güçlerimiz eğitilmiş, araç-gereç yönünden donanımları sağlanmış ve aynı zamanda operasyonel bir güç olarak zaman içinde takviye edilmek suretiyle terörle mücadele verilmeye devam etmiştir.

                             

(x) Bu cümleye ilişkin düzeltme 03/02/2010 tarihli 56’ncı Birleşim Tutanak Dergisi’nin 225’inci sayfasında yer almıştır.

Ancak, Türkiye’nin terörle mücadele tarihini analiz ettiğimizde şunu görüyoruz: Terör yalnızca operasyonel faaliyetlerle -bu geçen süre bize bunu gösterdi ki- önlenemiyor. Zira, terör, yalnızca güvenlik sorunu değil, aynı zamanda terör, ekonomik, sosyal, kültürel, siyasi, psikolojik boyutları da olan bir sorundur. İşte, bunun farkına varan Hükûmetimiz döneminde özellikle, bu bölgede bütün kamu kurum, kuruluşları harekete geçirilmek suretiyle toplumumuzun bu hayat düzeylerini yükseltme, altyapı hizmetleri verme; elektrik gibi, su gibi, yol gibi, yaşam alanları gibi -örneğin TOKİ tarafından bunlar yapıldı- KÖYDES, BELDES’le yapılan birtakım çalışmalarla bölgeye ciddi anlamda, bu, aynı zamanda, yaşam seviyelerini de düzeltici birtakım çalışmalar yapıldı. Kız çocuklarımızın okutulmasının teşvik edilmesi de bu alanda söylenebilir.

Yine, uluslararası parlak bir proje olan GAP projemize bir canlılık verildi, dolayısıyla bu konuda da ciddi çalışmalar yapıldı. Sağlık ve eğitim konusunda alınan tedbirlerle, Hükûmetimizin, bölgede çalışma cazip hâle getirildi. Yine, terörün ideolojisini, sürekli ideolojisinin altını dolduran ve onların sürekli, bir kısım insanların öne sürdüğü, mesela Kürtçe dil kursları gibi, Kürtçe yayın yapan televizyon gibi…

SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Ana dil istiyoruz, ana dil, Kürtçe değil.

ALİ KÜÇÜKAYDIN (Devamla) – …Kürtçe yayın yapan radyo gibi birtakım çalışmalar da harekete geçirildi.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son yıllarda yaşadığımız ve halkımız nezdinde de şiddetle kınadığımız ve kınıyor olduğumuz mayın saldırıları karşısında bile bu devletin güvenlik güçleri büyük bir devlete mensup olmanın gururuyla suçluları, bu olayın suçlularını yakalarken, onun üzerine giderken her zaman demokratik bir devletin güvenlik güçlerinin yapması gerekeni yaptılar.

Ayrıca, yine, Türkiye Büyük Millet Meclisimizde alınan bir kararla, sınır ötesinden ülkemize gelen birtakım saldırılara karşı o bölgede hava operasyonu yapma kararını Meclisimizden geçirdik ve bu da uygulandı.

Ayrıca, terörle mücadelede bir başka şeyi yaptık bu dönemde, o da şu: Önce komşu ülkelerde, sonra da bütün diğer ülkelerde terörün birtakım argümanları elinden alındı ve terör uluslararası arenada çok iyi anlatıldı ve terör zayıflatıldı. Zaten esas olan da buydu.

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Nasıl zayıflatıldı? Sorunu nasıl çözdünüz? Nedir yani?

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen dinleyiniz.

ALİ KÜÇÜKAYDIN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bu Meclis çatısı altında kimsenin aslında terör örgütünü savunmak gibi bir lüksü olmaması gerekir ama nedense, ne hikmetse birileri... (BDP sıralarından gürültüler)

HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) – Devlet terörünü de kimsenin savunma hakkı yok.

İBRAHİM BİNİCİ (Şanlıurfa) – 12 Eylülü aratmıyorsunuz.

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Halkları karşı karşıya getiriyorsunuz.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen...

ALİ KÜÇÜKAYDIN (Devamla) – Yani bu konuda hiç, istediğiniz kadar... Tahammül edeceksiniz. (BDP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen...

ALİ KÜÇÜKAYDIN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, herkesin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin çatısı altında alınan ve uygulanan terörle mücadele politikamıza destek vermesi gerekmektedir. Ülkemize yönelen terör karşısında... (BDP sıralarından gürültüler)

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Terör sorunu değil.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen...

ALİ KÜÇÜKAYDIN (Devamla) – ...ayrılık değil tek bir yürek olmanın zamanıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri...

İBRAHİM BİNİCİ (Şanlıurfa) – 2009’da 5 bin kişi gözaltına alındı.

BAŞKAN – Sayın Milletvekili...

MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) – Biz sizi dinledik, siz de bizi dinleyin.

ALİ KÜÇÜKAYDIN (Devamla) – ...bu konuyu kısaca bu şekilde ifade ettikten sonra, iyice anlaşılamadığı kanaati bende hasıl olan, terörle mücadele alanında yeni bir yapılanma olan Kamu Düzeni Güvenliği Müsteşarlığıyla ilgili de görüşlerimi ifade etmek istiyorum.

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Yeni bir anayasa yapın, yeni bir anayasa. Yeni güvenlik birimleri oluşturmayın.

ALİ KÜÇÜKAYDIN (Devamla) – Kamu Düzeni Güvenliği Müsteşarlığıyla ilgili daha önce Sayın Başbakanın başkanlığında yapılan terör mücadelesi zirvesinde ve yine -bunun bilinmesini, bazı arkadaşlarımız tenkit ettiği için arzu ediyoruz- 2008 yılı Ekim Millî Güvenlik Kurulu toplantısında da, Millî Güvenlik Kurulunda alınan bir karar neticesinde bu müsteşarlığın kurulması yönünde harekete geçildi. Sonradan bu Müsteşarlığın, daha çok bu sorunun iç güvenlik sorunu olduğu için İçişleri Bakanlığı başkanlığında, bünyesinde böyle bir müsteşarlığın kurulması uygun bulundu, çalışmalar yürütüldü, İçişleri Komisyonundan tasarı geçti ve bugün Genel Kurulumuza geldi.

Biz bu Müsteşarlığı geldiğimiz noktada bir ihtiyaç olarak görüyoruz çünkü terörle mücadele alanında birden farklı kuruluş kendi konularında çalışmalar yapmaktalar, dolayısıyla bu işin koordinasyonu yeterince yapılamamaktadır. İşte bu anlamda, İçişleri Bakanının başkanlığında Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulu kuruldu. Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulu Genelkurmay İkinci Başkanı, Jandarma Genel Komutanı, MİT Müsteşarlığı, Adalet, İçişleri, Dışişleri bakanları, Emniyet Genel Müdürü, yeni kurulan Kamu Düzeni Güvenliği Müsteşarlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığından oluşan bir komisyon İçişleri Bakanlığı başkanlığında kuruldu. Ama arkadaşlarımızın bazısı tenkit ettiği için bunu söylüyorum, mesela bu Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulunun Başkanı İçişleri Bakanımız olmasaydı, sözgelimi, bunda şu yönde bir tenkit olabilirdi: Çünkü burada dikkat ettiğimizde, sayılanlar arasında Kamu Düzeni Güvenliği Müsteşarlığı daha gerilerde sayılıyor. O zaman “Statüde bu uygun bir komisyon değil.” denebilirdi. Yine bu komisyonda bir konuşmacımızın “şu da alınmalıydı” şeklinde bir ifadesi oldu. Önü açık buranın, yani başka kurum ve kuruluşlar da bu komisyonlara çağrılabilecek, görüşleri alınabilecek ve bu faaliyetlerin yürütülmesi konusunda onlardan da yararlanılacak.

Bir başka husus, yine bu düzenlemenin getirdiği çok önemli bir husus, yurt dışında terör faaliyetleri ortaya koyanların ve orada değişik isimler altında çalışan örgütlerin, o ülkelerin iç hukuku yeterince bilinmediği için şimdiye kadar, bunların istenmesi noktasında çeşitli sıkıntılar doğdu. Ama işte kurulan bu müsteşarlık, bu konuda da çok ciddi bir çalışma yapacak. Yani tek bir havuzda bütün istihbari faaliyetler toplanacak ve oradan stratejiler üretilecek; bu stratejiler de, bütün çalışmalardan elde edilen sonuçlar, ilgili güvenlik birimlerimize ve bakanlıklarımıza istenmesi hâlinde ya da kendiliğinden verilecek. Yani burada, biz, analizi çok önemsiyoruz, istihbaratın değerlendirilmesini istihbarattan daha çok önemli buluyoruz. Bu amaçla, Kamu Düzeni Güvenliği Müsteşarlığına bağlı bir de İstihbarat Değerlendirme Merkezi kuruluyor.

Şimdi, bu İstihbarat Değerlendirme Merkezine gelmişken, burada konuşan, benden önce konuşan milletvekili arkadaşlarımız bu noktada da tenkitler getirdiler; mesela özel istihbarat birimleri gibi. Şimdi, ben, ciddi bir devlette böyle özel güvenlik gibi ya da birtakım şeyler gibi özel istihbarat mantığıyla hareket edilebileceğini hiçbir zaman için doğrusu düşünmemiştim. Yani “özel istihbarat birimi” diye bir birim aslında olamaz. Kanun dışı dinleme de böyle. Yani şimdi siz bir taraftan diyeceksiniz ki dinlemeler hâkim kararıyla olur ve herkes de yargının verdiği karara… Her zaman bizde nedense…

ATİLLA KART (Konya) – Fiilî dinlemeden söz ediyoruz, fiilî dinleme.

ALİ KÜÇÜKAYDIN (Devamla) – …biz şuna şuna saygılıyız ama işte kanun dışı dinleme, yani kanun dışı dinleme… Bu da pek, doğrusu…

ATİLLA KART (Konya) – Fiilî dinleme Sayın Hatip, fiilî dinleme. Yasa dışı dinleme.

ALİ KÜÇÜKAYDIN (Devamla) – Ben görüşlerimi ifade ediyorum. Bu konuda ben doğrusu pek yeterli şeyi bulmadım. İstihbarat Değerlendirme Merkezi de böyle, kanun dışı dinleme de böyle. Yani burada, ben işte…

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Sayın Vekil, net ol, net! Eveleyip geveleme, net ol!

ALİ KÜÇÜKAYDIN (Devamla) – Net oluyorum, evet.

Tek parti mantığıyla hareket artık günümüzde yok.

İBRAHİM BİNİCİ (Şanlıurfa) – Bunu yaratmaya çalışıyorsunuz.

ALİ KÜÇÜKAYDIN (Devamla) – Zira, birçok denetim müessesesi var, işte Meclisimiz var, diğer siyasi partiler var vesaire vesaire. Bunu da doğrusu pek yerinde bulmadım.

İBRAHİM BİNİCİ (Şanlıurfa) – Yargıyı ayaklar altına aldınız. Yargı mı bıraktınız?

ALİ KÜÇÜKAYDIN (Devamla) – Bir başka husus: Bu Müsteşarlık bürokratik bir yapıyı da getirmiyor. Zira, bu Müsteşarlık merkezde 94, arkadaşlarımızın da belirttiği gibi, illerde de 1’er olmak üzere tamamı 150’ye yakın bir kadrodan oluşuyor.

ATİLLA KART (Konya) – İlçeleri ne yapacağız?

ALİ KÜÇÜKAYDIN (Devamla) – Ayrıca, illerde güvenliği, güvenlik alanında olduğu gibi sosyoekonomik yapıyı da desteklemek için sosyal etüt ve proje müdürlüklerini kuruyoruz. Burada da tabii belirttiğiniz gibi, doğru, ucu açık ama şöyle açık: Valilerimiz büro açmak isterlerse, İçişleri Bakanlığımızın onayıyla sosyal etüt ve proje müdürlüklerinin bürolarını açabileceklerdir.

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Ne yapacaksınız, o bürolarda ne iş yapacaksınız?

ALİ KÜÇÜKAYDIN (Devamla) – Şimdi, bunun tenkit edilecek bir tarafını ben doğrusu, mülki idareden gelmiş bir insan olarak, görmüyorum. Neden? Şunun için…

ATİLLA KART (Konya) – İstihbarat çalışması mı yapacak bu müdürlük?

ALİ KÜÇÜKAYDIN (Devamla) – Yani zaten bu sosyal etüt ve proje müdürlüğünün görevi sadece güvenlikle ilgili değil…

ATİLLA KART (Konya) – İstihbarat çalışması mı yapacak, Sayın Konuşmacı?

ALİ KÜÇÜKAYDIN (Devamla) – …etüt, yani sosyal birtakım çalışmaları yapacak, ekonomik birtakım çalışmaları yapacak.

ATİLLA KART (Konya) – Onların istihbaratla ilgisi ne?

ALİ KÜÇÜKAYDIN (Devamla) – Yani biz şöyle görüyoruz…

ATİLLA KART (Konya) – İstihbaratla ilgisi nedir onun?

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Ali Bey, ucu niye açık?

ALİ KÜÇÜKAYDIN (Devamla) – Biz, terörü sadece bir güvenlik sorunu olarak görmediğimiz için, bir sosyal etüt ve projenin, bir ekonomik çalışmanın da yapılmasını, beraber yürütülmesini arzu ediyoruz. Dolayısıyla, eğer bunun büroları açılacaksa, bunda da bir sakınca görmeyiz.

ATİLLA KART (Konya) – Onlar ajan olmasın, ajan!

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Rejimi değiştireceksiniz, anlaşıldı!

ALİ KÜÇÜKAYDIN (Devamla) – Terörle mücadeledeki en büyük gücümüz olan halkımızın, özellikle terör konusunda doğru ve tek elden bilgilendirilmesi de bu Müsteşarlık birimleri tarafından yapılacak.

Şimdi, yeni kurulacak Müsteşarlığın kadrosunu da kısaca belirtmek istiyorum: 1 müsteşar, bu müsteşar vali statüsünde birisi olacak; 2 müsteşar yardımcısı, bunların yine 1 tanesi mülki idareden olacak, mülki idare kadrolarından gelmiş olacak, 1 tanesi de genel idare hizmetleri sınıfından olacak. Ayrıca, Müsteşarlıkta 4 ana hizmet birimi… Ana hizmeti birimi 4 tane, danışma birimi 3 tane, yardımcı hizmet birimi de 1 tane olmak üzere 7 tane daire kuruluyor.

SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Kaç karanlık oda oluşturacaksınız böyle?

ALİ KÜÇÜKAYDIN (Devamla) – Bu daireler, Planlama-Koordinasyon, Sosyal Destek Dairesi, Araştırma-Geliştirme Dairesi Başkanlığı, İletişim Dairesi Başkanlığı, Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı; danışma birimleri, Strateji Geliştirme Dairesi Başkanlığı, Hukuk Müşavirliği, Müsteşarlık müşavirlerinden oluşacak.

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Sorunu çözseniz de, bu kadar masrafa girmeseniz daha iyi olmaz mı?

ALİ KÜÇÜKAYDIN (Devamla) – Yardımcı hizmetler de, İnsan Kaynakları ve Destek Hizmetleri Daire başkanlıklarından oluşacak.

Yeni yapılanmada hızlı, etkin ve karar almaya müsait esnek bir teşkilatlanma modeli benimsendi. Müsteşarlık, görevlerinin ifasıyla ilgili bakanlık kurum ve kuruluşlarından her türlü talepte bulunacak, bilgi ve belge talebinde bulunacak, bu bilgi ve belgeler de hızlı bir şekilde Müsteşarlığa intikal ettirilecek. Ayrıca…

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Bilinmeyen bir şey yok, herkes her şeyi biliyor.

ALİ KÜÇÜKAYDIN (Devamla) – Bizim, zaten devletin saklı, gizli bir şeyi olamaz ki yani!

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Biliyorsanız yapın gereğini.

ALİ KÜÇÜKAYDIN (Devamla) – Ayrıca, ihtiyaç hâlinde özel ihtisas komisyonları da kurulabilecek; sınırlı, süreli, süreleri belirlenmek suretiyle bunlar da kurulabilecek.

SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Süslemeye ne gerek var? Botanik bahçesi mi kuruyorsunuz?

ALİ KÜÇÜKAYDIN (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geçmiş Türkiye Cumhuriyeti hükûmetlerinin de verdiği mücadeleyi, bütün Türkiye Cumhuriyeti hükûmetlerinin verdiği mücadeleyi biz takdirle karşılıyoruz.

SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – 40 bin kişi yaşamını yitirdi. Sizi affetmeyecek bunlar.

ALİ KÜÇÜKAYDIN (Devamla) – Bunu da burada belirtmekten çekinmiyoruz.

Başta, mücadelede hayatını kaybeden rahmetle andığımız aziz şehitlerimiz ile…

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Yeni ölümlere neden olacaksınız. Nasıl engelleyeceksiniz bunları?

ALİ KÜÇÜKAYDIN (Devamla) – …gazilerimize ve hayatlarını kaybeden vatandaşlarımıza olan minnet ve rahmet borcumuzu da her zaman tekrarlamayı bir borç biliyoruz. Milletimizin devletine verdiği sarsılmaz desteğin ve güvenin bilincinde olarak, bundan sonra da huzurumuza, birliğimize, kardeşliğimize yönelen her türlü iç ve dış tehdidin…

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Kardeşlik eşitlikle olur, özgürlükle olur.

ALİ KÜÇÜKAYDIN (Devamla) – …bertaraf edilmesine olan inancımız tamdır. Bunu çok güçlü bir şekilde burada belirtmeyi de bir görev telakki ediyorum.

Değerli milletvekilleri, tüm güvenlik birimlerimizle birlikte görevimizin bilincinde ve hassasiyetle hareket etmekteyiz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İBRAHİM BİNİCİ (Şanlıurfa) – Konuştuğuna kendin de inanmıyorsun ya.

BAŞKAN – Sayın Küçükaydın, lütfen tamamlayınız.

Buyurun.

ALİ KÜÇÜKAYDIN (Devamla) – İnsanı ön planda tutan, temel hak ve özgürlüklere saygılı, hukukun üstünlüğüne inanan, demokrasi kültürünü benimsemiş, çağdaş bir yönetim anlayışıyla teröre karşı yaptığımız mücadeleyi başarıyla sonuçlandıracağımıza inancımız tamdır.

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Sözleriniz bağdaşmıyor. Bunun için yapmanız gereken yeni bir anayasa çıkarmak, siz yeni kurumlar çıkarıyorsunuz.

ALİ KÜÇÜKAYDIN (Devamla) – Bu duygulara, bu yasanın memleketimize, milletimize, milletimizin birliğine çok büyük katkı koyacağı inancıyla yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Küçükaydın.

SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, Hatip şöyle bir söz kullandı: Legal ve illegal mücadeleden bahsetti. Hukuk devletinde illegal mücadele nedir? Onu bir açıklar mı bize?

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Sakık.

Tasarının tümü üzerinde şahsı adına söz isteyen Behiç Çelik, Mersin Milletvekili.

Buyurun Sayın Çelik. (MHP sıralarından alkışlar)

BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 383 sıra sayılı Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı’nın tümü üzerinde görüşlerimi arz etmek üzere söz aldım. Hepinize saygılar sunuyorum.

383 sıra sayılı Tasarı ne getiriyor, ona bakmak lazım. Bir müsteşarlık kuruluyor, terörle mücadeleye ilişkin politika ve stratejileri geliştirmek ve ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyon sağlamak Müsteşarlığın ana amacı olarak belirleniyor.

İkinci olarak: “Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulu” oluşturuluyor; İçişleri Bakanının Başkanlığında Genelkurmay İkinci Başkanı, Jandarma Genel Komutanı, MİT, Adalet, İçişleri, Dışişleri, kamu düzeni kurulacak olan Müsteşarlık dâhil müsteşarlar, Emniyet Genel Müdürü ve Sahil Güvenlik Komutanı.

Üçüncü olarak: Müsteşar ve müsteşar yardımcılığı ile daire başkanlığı, hukuk müşavirlikleri ve diğer müşavirlikler ve diğer çalışanlardan oluşan 94 adet verilen kadro ile yeni bir yapılanma.

Dördüncü olarak: Yeni bir “İstihbarat Değerlendirme Merkezi” kurulmakta ve bu birim stratejik istihbaratın değerlendirilmesini gerçekleştirmek üzere oluşturulmakta.

Beşinci olarak: Ana hizmet, danışma, denetim ve yardımcı hizmet birimleri oluşturulmakta yani teşkilatlanma yapısını öngörmekte.

Altıncı olarak: Sözleşmeli personel istihdamını düzenlemekte.

Yedinci olarak: Taşra teşkilatı kurulmaktadır. Taşra teşkilatı da “İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürlüğü” adını almaktadır.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; kamu düzeni ve güvenliği için yeni bir teşkilat kurulması tartışılırken AKP iktidarları döneminde Türkiye'nin içine düşürüldüğü durum ne yazık ki içler acısıdır. Batılı merkezler Türkiye için şunu söylüyorlar: “Türkiye artık bir operasyon ülkesidir.” Bu tanımı yapmaktalar.

Arkadaşlar, güvenlik her şeyin başıdır. Güvenlik olmadan ne ekonomi olur, ne demokrasi olur, ne adalet olur hiçbir şeyi sağlamanız mümkün değildir, yaprak kıpırdamaz, çünkü hepsi sonuç itibarıyla güvenliğe dayalı kavramlardır. Burada “güvenlik” kavramına özellikle değinirken güvenliği de iç ve dış güvenlik olarak ele almak ve burada, kurulması düşünülen Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığını da iç güvenliğin bir unsuru olarak görmek gerekir. Ama güvenlik yetmiyor, toplumda esenlik ve genel sağlıkla ilgili konuları da birbirine eklemlemek gerekiyor. Bu da yetmiyor, aslında, tasarrufa ilişkin emniyet yani tasarruf güvenliği de çok önemlidir. Halkın canını, malını, ırzını korumak devletin bizatihi var oluş sebebidir ve en önemli görevidir, diğeri ise adaleti sağlamak. İbni Haldun bundan beş yüz yıl önce bir devletin ömrüyle ilgili kitabında devletin iki ayak üzerinde durduğunu ifade eder. Bir tanesi, şüphesiz ki adalettir. Adaletle hükmeden devletler uzun ömürlü olur. Diğeri ise o devletin gücünü, otoritesini, kamu otoritesini temsil eden ve onu koruyan, kollayan ve ona güç veren, anlam veren bizatihi o devletin ordusudur. İşte ordu gücü ve adalet, yani kılıçla terazi, bir devlet için olmazsa olmaz iki unsurdur. Bu itibarla, kılıcı adaletle nasıl kullanacağımızı ve adaleti nasıl tesis edeceğimizi de çok iyi irdelememiz gerekiyor. Kılıcın zulme, adaletin şimdiki gibi karanlıklara ve yanlışlıklara düçar olduğu bir ortamda devletin ömrünün uzun süreli devam edeceği konusunda burada endişelerimizi bütün hatipler olarak hep ifade ettik, etmeye de devam ediyoruz.

İbni Haldun’u haklı çıkaracak işler yapalım. Adaleti tesis edelim, demokrasinin bütün kurullarını, kurumlarını ve kurallarını en iyi şekilde koyalım ve ülkemiz bir özgürlükler ülkesi hâline dönüşsün. Hukuk devletinin, Anayasa’mızın 2’nci maddesindeki hükümler de dâhil olmak üzere bütün kurumlarını en iyi şekilde tesis edelim ve güvenlik içerisinde, güvenliğimizi de sağlayarak yolumuza devam edelim. İşte o zaman Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar olacaktır, Atatürk’ün bu özdeyişi mutlaka yerine gelecektir.

Ülkede kamu düzeni nasıl bozulur? Ona baktığımız zaman değerli arkadaşlar, şimdi eğer siz terör propagandası yapmayı ve teröre yardım ve yataklık etmeyi suç olmaktan çıkarırsanız, terör suçlarına katılanların cezalarının müebbede çevrilmesine destek verirseniz, “topluma kazandırma” adı altında veya “eve dönüş” adı altında dağa dönüş yasası çıkarırsanız ve TRT’den farklı yayınlar yapmaya devam eder, Anayasa’nın 90’ıncı maddesinde değişiklik yaparak AİHM kararlarını ulusal hukuk sisteminin üzerine çıkarırsanız ve sonuçta, yaptığınız icraatlarla terörü ve teröristi özendirecek politikalar uygularsanız, bölücülükten hüküm giyenlerin salıverilerek en üst makamlarda kabul edilmesi sağlanırsa ve demokratik cumhuriyet zırvalarına çanak tutarsanız, “Türk” kelimesine özellikle kin duyar, Türkiyeliliği önceler ve eyalet sistemini çağrıştıracak icraatlar ve söylemler yaparsanız, “36 etnik grup” söylemiyle Türkiye’yi paramparça etmeye yönelik “açılımlar” adı altında bunları gerçekleştirir ve Habur rezaletlerine imza atarsanız ve “Sivas, Gâvur Dağı” söylemlerine girerseniz işte o zaman Türkiye, sonuç itibarıyla pusulasını şaşırmış bir operasyon ülkesi hâline dönüşür.

İçinde bulunduğumuz ortam budur. Maalesef Türkiye…

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Kafana göre senaryo yazmışsın.

BEHİÇ ÇELİK (Devamla) – Şimdi Sayın Vekil siz dinleyin, sizlerle biz çok konuşuruz, konuşuruz.

Kurumlar arası çatışmalar ortada -bunu birçok hatip ifade etti, ben buna uzun uzadıya değinmek istemiyorum- dinleme ve izleme faaliyetleri ortada.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Ne zamandan beri cumhuriyet zırva oldu?

BEHİÇ ÇELİK (Devamla) – “Demokratik cumhuriyet zırvaları.” dedim…

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Cumhuriyete “zırva” denir mi?

BEHİÇ ÇELİK (Devamla) – Evet, evet o zırvadır.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Cumhuriyet zırva olur mu?

BEHİÇ ÇELİK (Devamla) – Onu size öğretirim ben sonra.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Geri alın, geri alın sözünüzü!

BEHİÇ ÇELİK (Devamla) – Size, size öğretirim.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Cumhuriyet zırva olamaz!

BAŞKAN – Sayın Milletvekili lütfen…

BEHİÇ ÇELİK (Devamla) – Cumhuriyet elbette zırva değildir.

BAŞKAN – Sayın Çelik, lütfen Genel Kurula hitap eder misiniz.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Demokrasi de zırva olamaz. Konuştuklarınıza dikkat edin!

BEHİÇ ÇELİK (Devamla) – “Demokratik cumhuriyet” adı altında taleplere çanak tutanların zırvalarını kastediyorum.

Evet, halk arasında devlet kurumlarına ve hatta Türkiye Büyük Millet Meclisine derin güvensizlik ortamının yaratılmaya çalışılması da devlet güvenliği açısından fevkalade tehlikelidir.

Özellikle ülkemizde istihbari faaliyetler ve istihbarata karşı koymada maalesef Türkiye şu anda etkisizdir, yetkisizdir, zayıf düşürülmüştür. Bu ortama “kaotik ortam” denir kamu yönetiminde. Türkiye kaos içerisine hızla girmektedir, bundan çıkış yolunu bulmamız gerekiyor. Ancak ben burada yüce heyetinize şunu ifade etmek istiyorum: AKP Grubunun, bakınız, çok az sayıda milletvekiliyle bu önemli tasarıyı takip ediyor olması bile gerçekten Hükûmetlerine olan itimatlarında sarsılma olduğunu kanıtlıyor.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Olanlar da takip etmiyor zaten, sohbet ediyorlar!

BEHİÇ ÇELİK (Devamla) – Sonuç olarak, saygıdeğer milletvekilleri, biz…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Çelik, lütfen tamamlayınız.

BEHİÇ ÇELİK (Devamla) – Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Hükûmetin terörle mücadelede daha etkin olmak amacıyla bu tasarıyı getirdiklerini iddia ettikleri için desteklemeyi düşünüyoruz.

Haydi bakalım, görelim sizleri.” diyorum, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çelik.

Tasarının tümü üzerinde Hükûmet adına söz isteyen İçişleri Bakanı Beşir Atalay.

Buyurun Sayın Bakan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi en derin saygılarımla selamlıyorum, verimli çalışmalar diliyorum.

Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde grubunuzu, heyetinizi bilgilendirmeye çalışacağım. Bu tasarı ayrıntılı olarak çalışılmış, bütün kurumlarımızla paylaşılmış, mutabakat sağlanmış ve yüce Meclise gönderilmiştir. 20/5/2009 tarihinde bu tasarı İçişleri Komisyonunda görüşülmüş ve mutabakatla kabul edilmiştir. İnanıyorum ki bugün yapacağımız görüşmeler neticesinde bu tasarı zenginleşecek, sizlerin burada yapacağı eleştiri ve önerileriniz bizim bundan sonraki çalışmalarımıza da ışık tutacaktır.

Değerli arkadaşlarım, güvenlik, devletin temel varlık nedenidir. Bu konuda hiçbir tereddüt yoktur. Bu konuda hiçbirimizin tereddüdü de olamaz. Buradaki “güvenlik” kavramını geniş kapsamlı olarak ele almak ve değerlendirmek durumundayız. Yani güvenliği sadece polisiye tedbirlerden ibaret bir konu olarak algılamak eksik bir bakış açısını yansıtmak olur. Bu nedenle, güvenliğin insan hayatını ve onurunu ilgilendiren yönünün diğer bütün argümanların üstünde olduğunu öncelikle belirlemek ve kabul etmek durumundayız.

İşte, bu bakış açısıyla konuya yaklaştığımızda, güvenliğin her şeyden önce bir insan hakkı olduğunu duraksamadan söyleyebiliriz.

SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Özgürlüğü olmayanın güvenliği olmaz Sayın Bakan.

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Bu çerçevede, insanların canının, malının ve onurunun güvence altına alınması en temel ve vazgeçilmez hakkıdır. Bu konu o kadar önemlidir ki bu temel hak ihlal edildiğinde, insanlara ait olan diğer hak alanlarını muhafaza etmek ve geliştirmek de mümkün değildir.

Değerli arkadaşlarım, demokrasinin geliştiği ve hukuk kurallarının egemen olduğu ülkelerde “güvenlik-özgürlük dengesi” kavramı büyük önem ifade etmektedir. Türkiye olarak bizim de olmazsa olmazlarımız arasında yer alan güvenlik-özgürlük dengesi ve bunun demokrasi ve hukuk yoluyla teminat altına alınması bütün güvenlik çalışmalarımızın en temel önceliğini oluşturmaktadır ve oluşturacaktır. Bizim anlayışımıza göre uzun vadeli bir güvenlik ve kamu düzeni vizyonu, demokrasi, özgürlük ve insan hakları kavramları merkeze alınarak ancak hayata geçirilebilir. Ayrıca güvenlik insani, siyasi, sivil, ekonomik, kültürel, sosyolojik ve psikolojik yönleriyle bir bütün hâlinde ele alınmalıdır.

İşte, biz tüm bu hususları dikkate alarak her platformda hesap verebilir, izlenebilir ve adaleti önceleyen bir güvenlik perspektifini inşa etmeye gayret gösterdiğimizi açıkça ifade ediyoruz. Bu anlayışımızın inşasında, ilgili taraflara ve özellikle de her türlü sivil katkıya açık olmaya özel bir önem verme gayreti içindeyiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tüm dünyada barış ve güvenliği tehdit eden en önemli unsurun terör belası olduğu artık herkesin malumudur. Terör, çağımızda küresel boyut kazanmış büyük bir problemdir. Terör, sadece güvenliği değil, her birimizin hak ve özgürlüklerini de tehdit etmektedir.

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Sayın Bakan, hiçbir ülke kendi yurttaşını terörist ilan etmez.

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Terörün hedefi hayatlarımız, özgürlüklerimiz, demokratik kazanımlarımız, birlik ve beraberliğimizdir. Buradan hareketle, bizim yaklaşımımıza göre terörle mücadelede en sağlıklı yöntem insan haklarına dayanan demokratik hukuk devletini tüm kurum ve kurallarıyla hâkim kılmak ve çalıştırmaktır. (BDP sıralarından gürültüler)

HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) – Yirmi beş yıldır…

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen tahammül gösterelim.

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Biz tahammül gösteriyoruz.

SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Biz aylardır tahammül gösteriyoruz, aylardır.

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Bu alanda güvenlik güçlerimizce kararlı ve başarılı şekilde çalışmalar yürütülmüştür, yürütülmektedir. Bu uğurda çok şehit verilmiş, çok can kaybedilmiştir. Bu vesileyle tüm şehitlerimize bir kez daha yüce Allah’tan rahmet diliyorum, gazilerimize şükranlarımı sunuyorum, bütün güvenlik birimlerimize teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütün dikkatimiz vatandaşlarımızın huzurunu korumak içindir, bütün çalışmalarımız bunun içindir. Bir tek vatandaşımızın en ufak acısını bile Hükûmet olarak yüreğimizde hissediyoruz.

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Niye biz huzurlu değiliz o zaman? Niye Kürtler huzurlu değil o zaman? Niye Romanlar huzurlu değil o zaman? Tekel işçileri neden huzurlu değil?

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Bu hassasiyetimizden dolayı bütün dünyada temel hak ve özgürlük alanları daralırken Türkiye demokrasisini geliştirme yolunda çok büyük adımlar atmıştır ve atmaya devam ediyoruz.

SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Bir ayda 1.600 kişi gözaltına alınarak nasıl bir demokrasi sağlanacak?

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Demokrasiyi, özgürlükleri, hukuku istismar ederek Türkiye'nin hukuk ve demokrasi yolunda geri adım atmasını bekleyen birileri varsa beyhude bekleyeceklerdir.

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Hangi hukuk, hangi adalet?

HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) – O zaman, sıra, kelepçe müsteşarlığında!

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Hükûmet olarak biz asla demokrasiyi, hukuk devletini ne teröre ne başka heveslere feda etmeyeceğiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Ayrıca Hükûmet olarak Türkiye'nin meselelerinin çözümsüz olmadığına inanıyoruz, çözümsüzlüğü kesinlikle çözüm olarak da kabul etmiyoruz.

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Çözümsüzlüğü siz yaptınız!

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Sayın Bakan, belediye başkanlarını…

MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) – Ayıp oluyor, ayıp oluyor. Bak, biz sizi dinledik.

İBRAHİM BİNİCİ (Şanlıurfa) – Daha kaç tane belediye başkanını alacaksınız Sayın Bakan?

BAŞKAN – Lütfen, sayın milletvekilleri…

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; güvenlik, özgürlük, terörle mücadele konularındaki temel yaklaşımımızı kısaca özetledikten sonra görüşmekte olduğumuz kanun tasarısının gerekçesi ve içeriği hakkında da sizleri bilgilendirmek istiyorum. Doğrusu çok samimiyetle buraya getirdiğimiz tasarının üzerinde çok farklı ve bizim hiç aklımıza gelmeyen, hafızamızdan bile geçmeyen bazı yorumların burada yapılmasını biraz da hayretle karşılıyorum.

SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) –Sekiz yaşındaki çocuk slogan attı diye…

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Değerli arkadaşlar, uzaklara gitmeye gerek yok, bu konuda benzer kuruluşlar değişik ülkelerde var, Avrupa Birliği ülkeleri içinde de değişik ülkelerde var…

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Onlar sorunlarını çözmüşler.

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – …onlar üzerinde de bu kuruluşu gerçekleştirirken, özellikle esnek yapısını…

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Bizim ülkemizde insanlar güven içerisinde değil, savaş devam ediyor, ölümler devam ediyor.

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – …falan çalışmalarda bulunduk ve şu anda yürüttüğüm koordinasyon görevinin bir anlamda yasal temelini de oluşturmuş oluyoruz.

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Başarısız oldunuz, itiraf edin, başarısız oldunuz.

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) - Ben şu anda koordinasyon görevini… Bana bu görev Başbakanımız tarafından verildiği için yazılarla kurumlarımızı toplantılara davet ediyorum. Hâlbuki bizim yürüttüğümüz şu andaki çalışmaları yürütecek bir birim oluşturuyoruz başka bir şey değil ve ayrıca, samimiyetle şunu ifade edeyim: Bakın, ön yargılarla ve hiç hatırımıza gelmeyen, hiç düşünülmeyecek şeylerle buraya, bu tasarıya yakıştırmalar yaparak insafsızlık ediyoruz değerli arkadaşlar. Ben size şunu söyleyeyim: Ben iki buçuk yıldır İçişleri Bakanıyım ve yaklaşık altı aydır da özellikle bu konu üzerinde çalışıyorum.

HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) – İcraatlarınız ortada, neyin ne olduğunu herkes görüyor.

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Nerede, ne var, bir cümle nerede var, bir kitap nerede var, bir rapor nerede var hepsini buluyorum ve şu saatte, size söylüyorum, Türkiye'nin koordine edilmiş bütünlük içinde bir terör hafızası yok, bir arşivi yok ve ilk defa…

ATİLLA KART (Konya) – Sekiz yıldır iktidardasınız Sayın Bakan, sekiz yıldır. Sekiz yılda ne yaptınız? Yeni Hükûmet olmadınız Sayın Bakan. Sekiz yıldır Türkiye’yi yönetiyorsunuz.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Siz ne iş yaptınız Sayın Bakan, bu zamana kadar?

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – …Türkiye’de bunları oluşturuyoruz ve bu kuruluş bunları çalışsın diye kuruyoruz. Yani burada tutup da gereksiz şeyleri doğrusu üzücü yakıştırmalar olarak ifade etmek istiyorum.

İBRAHİM BİNİCİ (Şanlıurfa) – Gaz bombalarıyla insanlar ölüyor.

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Kurumlarımızın tabii ki, çabaları çok.

ATİLLA KART (Konya) – İtirafta bulunuyorsunuz Sayın Bakan, itiraf ediyorsunuz.

BAŞKAN – Sayın Kart, lütfen… Sizin konuşmanız dinlenildi Sayın Kart.

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Kurumlarımızın ayrı ayrı bu konuda uzmanları var, birikimleri var ama biz bunların hepsini insicamlı bir stratejiye dönüştürmek için de yeni bir koordinasyon getiriyoruz. Bundan ibaret.

ATİLLA KART (Konya) – Sekiz yıldır ne yaptınız? Ne yapıyorsunuz sekiz yıldır?

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Burada, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı uzman ekipler çalıştıracak. Dar kapsamlı, sayı fazla değil 94 kişidir ve iyi yetişmiş, güvenlik birimlerimizdeki iyi uzmanlar, üniversitelerimizdeki iyi akademisyenlerden burada ekip kuracağız ve hani “güvenlik” falan deniliyor. Bakın, biz şu anda burada inanın, benim çok da özen gösterdiğim…

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Özgürlüğün olmadığı yerde güvenlik olmaz Sayın Bakan! Bu ülkede özgürlük yok!

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – …Hükûmet olarak başından beri biz terörü sadece güvenlikten ibaret görmüyoruz. “Bunun sosyal boyutu var, ekonomik boyutu var, psikolojik boyutu var, uluslararası boyutu var” dediğimiz bütün boyutları burada çalışmak için bu kuruluşu kuruyoruz.

SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Sosyal boyutu, çocukları ailelerden almak.

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Bakın, burada, özellikle araştırma, analiz, değerlendirme bizim için en önemli unsur. İyi anlarsanız sorunu çabuk çözersiniz. Stratejiler sağlam bilgiler üzerine kurulur.

ATİLLA KART (Konya) – Sekiz yıldır anlayamadınız Sayın Bakan.

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Eğer elinizde iyi analizler sağlam veriler yoksa stratejiniz de yanlış olur ve ileri analizler yapılmasını hem yurt içi hem uluslararası bütün birikimleri kullanarak daha iyi anlayan, daha iyi değerlendiren, daha iyi çözümleyen, insani ve sosyal boyutu ağırlıklı yeni stratejiler geliştirme konusunda uzman bir kurum olmasını önemsiyoruz.

Biz, burada hem insanımızın teröre bulaşmasını önleme hem de teröre şu veya bu şekilde katılan insanımızı tekrar kazanma yönünde çalışmalar yapılsın istiyoruz ve ayrıca Müsteşarlık, uluslararası gelişmeleri Dışişleri Bakanlığı ve ilgili kurumlarla iş birliği içinde izleyecek, değerlendirecek, hazırlanacak raporları uygulayıcılara da sunacaktır.

Bakın şu anda özellikle bu yurt dış birimini burada uluslararası ilişkiler birimini iyi hukukçularla donatmak istiyoruz. Uluslararası hukukçumuz olması gerekiyor.

Bakın, Avrupa ülkeleriyle şu anda yürüttüğümüz çalışmalarda o ülkenin iç hukukunu bilemeyebiliyoruz, orada yapılan çalışmalara bazen yeterince müdahale edilemeyebiliyor.

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Sorun Türkiye'nin içinde Sayın Bakan.

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Biz, bu birime özellikle de teröre uluslararası destek konusunda ileri çalışmalar yapılsın diye önem veriyoruz ve hukuk altyapısını da önemsiyoruz.

Ayrıca, burada arkadaşlarımız söylediler, Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulu İçişleri Bakanlığının başkanlığında.

Burada neler ifade edildi, Sayın Cumhuriyet Halk Partisi Sözcüsü… Yani meğer bu Kurul neler yapacakmış, Politbürosundan bilmem neyine.

ATİLLA KART (Konya) – Bunları yaşıyoruz Sayın Bakan! Yaşıyoruz bunları!

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bunlar kimler? Dışişleri Bakanlığının, Adalet Bakanlığının, İçişleri Bakanlığının müsteşarları.

ATİLLA KART (Konya) – Sekiz yıldır bunları yaşıyoruz!

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Şimdi, kabul ederseniz, önergenizde Başbakanlık Müsteşarını da buraya ekliyoruz.

MİT Müsteşarı, Genelkurmay İkinci Başkanı, Jandarma Genel Komutanı, Emniyet Genel Müdürü, bunlar.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Onlar zaten görevli!

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Ve bunlar nerede koordine oluyorlar? İnsafla. Yani biraz insaflı bakalım.

ATİLLA KART (Konya) – İkinci bir Millî Güvenlik Kurulu oluşturuyorsunuz Sayın Bakan!

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Sivil hükûmetin, iç güvenlikten sorumlu İçişleri Bakanının başkanlığında koordine oluyorlar. Bundan daha normal ne olabilir? İç güvenlikten İçişleri Bakanlığı sorumludur arkadaşlar ve bunu, biz, İçişleri Bakanlığında sivil iradenin başkanlığında koordine ediyoruz. Memnun olmanız lazım.

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Sivil bir anayasa yapalım Sayın Bakan!

HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) – Sivil irade var mı Sayın Bakan?

ATİLLA KART (Konya) – Başbakanlık koordinasyonu niye başaramadı onu açıklar mısınız? Bunu açıklayın Sayın Bakan!

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Ayrıca, değerli arkadaşlarım, istihbaratın koordinasyonu çok önemli.

Bakın, burada genel anlamda değil, onu ayırayım, sadece terörle ilgili ve stratejik istihbaratı burada kastediyoruz ve dünyanın her yerinde, arkadaşlar, istihbarat birimlerinin birbirinden kaçırdıkları olur, birbirinden kıskandıkları olur, birbiriyle rekabetleri olur, ama terör konusu acımasız bir konudur, bu konuda bütün bilgiler bir yerde toplanmalı ve iyi analiz edilmelidir.

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Bilgiler gazetelerde çarşaf çarşaf!

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Biz bunu sağlıyoruz. Burada bunu sağlayacağız. İstihbaratın, bizim bütün istihbarat birimlerimizin terörle ilgili istihbaratları bir noktaya gelecek ve orada değerlendirilecek.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Kim değerlendirecek Sayın Bakan?

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – İç güvenlikten sorumlu İçişleri Bakanlığının bütün istihbarat birimlerimizin bilgilerini almasından daha normal ne olabilir?

ATİLLA KART (Konya) – Başbakan bu işi niye yapmıyor Sayın Bakan?

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Burada, büyük bürokratik bir yapılanma kurmuyoruz. Burada, dairesi az. Dikkat ederseniz, genel müdürlük yok, genel müdür yardımcılığı falan yok. Dairelerden oluşan ve esnek istihdamı esas alan, uzmanları kolay istihdam edebileceğimiz bir yapı oluşturuyoruz.

Bunların dışında, özetle şu vurguyu yapmak istiyorum değerli milletvekillerimiz, yani inanın, katiyen bir siyasi polemik falan anlamında değil, ama bunun iyi anlaşılmasını istiyorum: Burada sistematik bir bilgi havuzu ve orada bu bilgiler toplanacak ve tam bir koordinasyon sağlanacak.

KAMİL ERDAL SİPAHİ (İzmir) – Yedi senedir yapılmadı.

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Biz, bunu önemli görüyoruz, buna inanıyoruz.

ATİLLA KART (Konya) – Sekiz yıldır bu mesafeyi niye almadınız Sayın Bakan?

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Yani, bu birimin büyük katkı vermesini düşünüyoruz, sağlayacağız inşallah. Bütün hedefimiz, burada terörsüz bir hayatı hayata geçirmek, insanımızın hayatını korumak ve terörle ilgili de iyi analizler yapmak.

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Halk iradesini dikkate almazsanız sorunları çözemezsiniz.

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Tam şu anda da onlarla meşgulüz zaten, tam temeline inmek, gerekçelerini analiz etmek ve sağlıklı çözümler getirmek. Biz, zaten bu Müsteşarlığı bu yöndeki çalışmalarımız kapsam kazansın, muhteva kazansın, iyi analiz edilsin diye kuruyoruz. Sadece güvenlik bakışıyla bu konuya bakmayalım diye bu Müsteşarlığı kuruyoruz.

Burada, şundan emin olunsun: Burada, değerli sözcülerimizin konuşmalarının hepsinden ben faydalandım. Bizim diğer konularda… Burada, terörle ilgili, demokratik açılımla ilgili falan ifadeler söylendi, kararlılıkla biz o çalışmamızı sürdürüyoruz...

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Başarısız oldunuz Sayın Bakan, itiraf edin, başarısı oldunuz.

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – …ve ondan sonuç alacağız. Türkiye, eski Türkiye değil. Türkiye, bu terörü bitirecek. Türkiye…

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Neyse… Türkiye’yi bölmeden bize teslim edin de…

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Burada yedi yıl kıyaslamaları yapıldı. Değerli valimiz yedi yıl kıyaslamaları yaptı. Türkiye'nin yedi yılda nereden nereye geldiğini birazcık insafı olan herkes görüyor.

KAMİL ERDAL SİPAHİ (İzmir) – Gördük, gördük!

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Türkiye, bugün farklı bir Türkiye. Dünyada da farklı bir Türkiye.

KAMİL ERDAL SİPAHİ (İzmir) – Gördük, gördük. Çok iyi gördük!

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Türkiye, bugün daha güçlü ve onun için de Türkiye, bu terörü artık taşımayacak, bunu çözecek.

Biz diyoruz ki, biz bütün zenginliklerimizle, bütün farklılıklarımızla birlikte Türkiye’yiz. Bizim seçim sloganımızdı ve biz hepimiz birlikte Türk milletiyiz. Bütün zenginliğimizle, hiçbirini dışlamadan, hiçbirini ötekileştirmeden; kardeşliği ihya ederek, kardeşliği tekrar geliştirerek ve inşallah bunu daha da iyi sağlamanın peşindeyiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Tayyip Bey duymasın!

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Ülkemizin, devletimizin, bütün mukaddeslerinin korumacısı, koruyucusu AK PARTİ’dir. AK PARTİ, bu ülkenin bütünlüğünün, kardeşliğinin teminatıdır. Biz buna inanıyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ve burada, böyle, Başbakanımızın işte karargâhı falan gibi bizim de hiç bilmediğimiz, duymadığımız… Böyle şeyler nerelerden çıkartılıyor onları da hayretle karşılıyorum. (CHP sıralarından “Allah, Allah” sesleri)

ATİLLA KART (Konya) – Çok iyi bildiğiniz ve yaşadığınız bir süreç Sayın Bakan.

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Bakın değerli arkadaşlar, bakın değerli arkadaşlar, burada tabii, “Kirli ilişkiler” falan gibi laflar, sözler kullanıldı. Bunları yüce Meclise ve hiçbir partiye, hiçbir milletvekilimize de ben layık görmem. Ama insafı olan AK PARTİ’ye “Kirli ilişkilerin içinde.” demesin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ATİLLA KART (Konya) – Sayın Bakan, karar mekanizmaları kirli ilişkiler içinde.

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – AK PARTİ var ya kirli ilişkilerin hepsini açığa çıkarıyor, açığa. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) AK PARTİ, artık, eskilerde olan…

ATİLLA KART (Konya) – Sayın Bakan, AK PARTİ değil, AK PARTİ’nin yöneticileri karanlık ilişkiler içinde.

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – AK PARTİ, eskilerde olan kirlilikleri, hukuksuzlukları, faili meçhulleri… AK PARTİ, bunları aydınlatmakla meşgul ve biz… (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Hangi faili meçhulleri?

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Ben şunu söylüyorum: İnanın, Sayın Kart, inanarak söylüyorum ve İçişleri Bakanı olarak söylüyorum. Bu ülkede uzun ömür yaşamış birisi olarak söylüyorum. İnanın, bir birey olarak söylüyorum: Türkiye, artık o sizin söylediğiniz dikta, vesaire gibi şeyleri unutacak.

ATİLLA KART (Konya) – Sayın Bakan, Deniz Feneri dosyalarını niye işleme koymuyorsunuz?

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Birileri bir gün diktaya falan hevesli olsa bile geri dönemeyecek. Çünkü biz o hâle getiriyoruz. Karanlık kapılar arkasında hiçbir şey kalmayacak. Türkiye aydınlanıyor, aydınlanıyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP ve BDP sıralarından gürültüler) Türkiye aydınlanıyor ve bundan sonra birileri tekrar o tek parti otoriter dönemlerine falan dönmek istese bile o imkânı artık bulamayacak. (Gürültüler)

ATİLLA KART (Konya) – Deniz Feneri raporlarını niye işleme koymuyorsunuz Sayın Bakan?

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Türkiye açık toplum oluyor, Türkiye gerçekten demokrat bir toplum oluyor. Onun için bunları da ben ifade etmek istedim. Yani inanın Türkiye sivilleşiyor, bundan emin olalım. (BDP sıralarından gürültüler)

ATİLLA KART (Konya) – Deniz Fenerini niye işleme koymuyorsunuz?

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Türkiye her açıdan demokrasisini derinleştiriyor, Türkiye gerçek bir hukuk devleti olmaya doğru gidiyor. İnşallah, bu Parlamento karar verir, hep Anayasa gündeme geliyor, biz canıgönülden istiyoruz.

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – O zaman hazırlayın!

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Bu Parlamento karar verir, partilerimiz bir araya gelir, ülkemize ve demokrasimize yakışmayan bu Anayasa’yı da hep birlikte değiştiririz, o zaman tabii daha demokrat bir ülke oluruz. Biz bunu da söylüyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Başka yasaları getiriyorsunuz, niye Anayasa’yı getirmiyorsunuz? Bahane aramayın!

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Hele hele, tabii, burada değerli konuşmacılarımızın ifade ettikleri bazı şeyleri…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) – Sayın Bakan…

BAŞKAN – Sayın Bakan, lütfen tamamlayınız.

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Şunu söyleyeyim Sayın Geylani: Bu Müsteşarlık değerli arkadaşlarım, güvenlik odaklı değil, analiz odaklı.

SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Güvensizlik odaklı!

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Analiz odaklı bir kuruluş.

HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) – Neyin analizi?

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Güvenliğe bakışı analiz odaklıdır ve bütün güvenlik birimlerimiz bunun içindedir ve İçişleri Bakanlığının koordinasyonunda bu konulara daha derli toplu bakılacaktır.

ATİLLA KART (Konya) – Bir fişleme laboratuvarı olacak Sayın Bakan, fişleme laboratuvarı… Fişleme analizi yapacak, fişleme yapacak, fişleme!

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Ben tekrar bu vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum, hayırlı akşamlar diliyorum.

Sağ olun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Tasarının tümü üzerinde şahsı adına söz isteyen Emin Nedim Öztürk

Suat Kılıç, Samsun Milletvekili.

Buyurun Sayın Kılıç. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkan, çok saygıdeğer milletvekilleri; 383 sıra sayılı Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı’nın tümü üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Çok saygıdeğer milletvekilleri, muhalefet grupları adına ve iktidar grubu adına konuşan değerli milletvekillerini, hatipleri saygıyla, teenni içerisinde, sözlerini bölmemeye azami gayret göstererek dinledik. Sözlerini bölmeme noktasındaki gayretimiz, kendilerine yönelik, konuşma insicamlarının bozulmamasına yönelik saygı dolu davranışımız söylediklerini onayladığımız anlamına kesinlikle gelmiyor.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sende pek saygı yok!

SUAT KILIÇ (Devamla) – Maalesef yapılan konuşmalar içerisinde Türkiye'nin realitesiyle asla örtüşmeyen pek çok iddia seslendirildi; rasyonel durumla, yaşananlarla, yapılanlarla ve Anayasa’nın egemenliğe ilişkin maddeleriyle örtüşmeyen pek çok iddia, pek çok iftira, Hükûmetimize ve grubumuza yönelik olarak seslendirildi.

HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) – İftiracının en büyüğü sensin o zaman! Ne iftirası?

SUAT KILIÇ (Devamla) – Bu iddia ve iftiraların tamamına cevap veremeyebilirim. Tutanaklara geçmesi açısından söylüyorum: Bu iddia ve iftiraların tamamını, cevap veremediklerimle birlikte, sahiplerine iade ediyorum.

Anayasa’nın 1’inci, 2’nci, 3’üncü maddesi bellidir.

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Hani bu Anayasa’yı beğenmiyorduk, değiştirecektik?

FATMA KURTULAN (Van) – Anayasa’yı beğenmediğinizi söylediniz!

SUAT KILIÇ (Devamla) – Anayasa’nın 1’inci maddesi, Türkiye devletinin bir cumhuriyet olduğunu düzenler. 2’nci maddesinde, cumhuriyetin nitelikleri belirtilir ve bu ifade edilirken de “Türkiye devleti demokratik ve laik, sosyal bir hukuk devletidir.” ibaresi burada yer alır. Bu cümle bizim için saf, kuru bir cümleden ibaret değildir. Bu cümle bizim hayata bakışımızı, bu cümle bizim siyaseti yorumlayışımızı belirleyen anayasal prensiptir. Bu çerçeveden bakıldığı zaman, Hükûmetimize ve grubumuza yöneltilen iddiaların saçmalığı karşısında doğrusu hayretler içerisinde kalıyorum.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – İddia değil, mahkeme kararı var!

SUAT KILIÇ (Devamla) – Bir sayın milletvekili, Başbakanlık bünyesinde bir karargâh kurulduğundan bahsetti. İspat edilmesi mümkün olmayan bir iddia. Bu iddianın sahibi, iddiasını ispat etmekle mükelleftir. Hukukta ispat mükellefiyeti belli. Başbakanlık bünyesinde içinde dinleme araçları bulunduran bir karargâhtan söz ediliyor. Kesinlikle bühtandır, yalandır, iftiradır. AK PARTİ hükûmetleri, 58-59 ve 60’ıncı cumhuriyet hükümetleri demokrasinin dışında ve “hukuk devleti” kavramının sınırlarını aşan hiçbir eylemin, hiçbir icraatın içinde bulunmamıştır. AK PARTİ’nin hukuk ve demokrasi sicili adı gibi aktır. Bunu hepinizin bilmesini istiyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, demokratik cumhuriyete inanmak kuru gürültüyle olmuyor. Demokratik cumhuriyete inanmak kürsüdeki hatibe, kürsüdeki bakana, oturduğu yerden, aklınca, aklına geldiğince, ölçüsüz bir şekilde laf atmayla olmuyor. Demokratik hukuk devletini öncelikle içselleştirmek lazım, kavramın ruhuna nüfuz etmek lazım. Az evvel birisi, kirli ilişkilerden söz etti ve bunu AK PARTİ’ye atfen ifade etti. Yargı bağımsızlığı noktasında kimsenin bize söyleyecek sözü olamaz, yargının tarafsızlığını algılama ve saygıyla karşılama konusunda da kimsenin bize söyleyecek sözü olamaz.

İSA GÖK (Mersin) – Sizi alkışlıyorum!

SUAT KILIÇ (Devamla) – O alkışları ifade edeceksek, sadece o alkışları bir adrese gönderebiliriz. Hangi adrese gönderebiliriz? Milletvekili sıfatı üzerinde olduğu hâlde Ergenekon duruşmalarına müdavim olanlara o alkışları gönderelim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Onurla gidiyoruz, o davayı onurla takip ediyoruz.

SUAT KILIÇ (Devamla) – Çok saygıdeğer milletvekilleri, AK PARTİ hükûmetleri

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Eğer yüreğin yetiyorsa sen de gel, orada yaşananları izle.

SUAT KILIÇ (Devamla) – …58’inci, 59’uncu ve 60’ıncı AK PARTİ hükûmetleri Türkiye’de hukukun bütün kavramları ve kurallarıyla işlemesi yönünde azami gayret göstermiştir.

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – O davayı takip etmeye devam edeceğiz.

SUAT KILIÇ (Devamla) – Her üç AK PARTİ Hükûmeti, Türkiye’de devletin kurumlarının uyumla, insicam içerisinde ve Türk milletine hizmet prensibiyle çalışması noktasında azami gayret göstermiştir.

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Gel, oradaki demokrasi adına, hukuk adına işlenen cinayetleri izle, belki utanırsın o zaman!

SUAT KILIÇ (Devamla) – Türkiye'nin Cumhurbaşkanı, Türkiye'nin Başbakanı, Türkiye'nin Genelkurmay Başkanı, kurumları Anayasa’nın kendilerine tayin ettiği görevler ve sınırlar içerisinde, vazifelerini bu millete hizmet aşkıyla ve şuuruyla yerine getirmenin gayreti içerisindedir. Ama son günlerde bazı siyasi parti sözcüleri tarafından geliştirilen söylemlere üzülerek, kaygıyla, endişeyle bakıyorum. Türkiye'de sanki bir kriz atmosferi var, Türkiye'de sanki kurumlar birbiriyle çatışıyor. (CHP sıralarından “Yok mu?” sesleri) Şu olabilir: Bazı muhalefet çevreleri kriz ortamından besleniyor olabilir.

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Genelkurmay Başkanı “Askere karşı asimetrik savaş var.” diyor, Sayın Grup Başkan Vekili.

SUAT KILIÇ (Devamla) – “Kriz” kelimesine dayalı sözcükler bazı muhalefet yaklaşımlarının değirmenine su taşıyor olabilir ama sevinseniz de üzülseniz de -ki milletim sevinecektir, iftihar edecektir- bu millet adına seçilen Parlamentonun üyeleri, bu Parlamentonun bünyesinden çıkan Hükûmet, bu Hükûmetin başında bulunan Sayın Başbakan ve bu milletin seçtiği Sayın Cumhurbaşkanı, bütün kurumlarıyla beraber büyük bir uyum içerisindedir ve bu uyum milletin hayrınadır.

HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Yalandan kim ölmüş!

SUAT KILIÇ (Devamla) – Bu uyumdan rahatsızlık duymamak lazım, bu uyumdan hiç kimsenin kaygıya kapılmaması lazım.

Değerli milletvekilleri, bakınız, Anayasa’nın 6’ncı maddesi egemenlik yetkisini düzenler. Oradaki bir cümleye dikkatinizi çekmek istiyorum: “Hiçbir kişi veya organ kaynağı Anayasada açıkça belirtilmeyen bir devlet yetkisi kullanamaz. “

SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Belediye başkanlarını niye hapse attınız? Demagoji yapmayın bu konuda!

SUAT KILIÇ (Devamla) – Türkiye Cumhuriyeti’nin Hükûmeti de kullanamaz, diğer kurumları da kullanamaz; yasaması da, yürütmesi de, yargısı da Anayasa’nın 6’ncı maddesini takip eden, 7’nci, 8’inci ve 9’uncu maddelerin kendilerine tayin ettiği sınırlar içerisinde kalmak durumundadır.

AK PARTİ Hükûmeti, Türkiye'de devlet adına rutin dışına çıkmayı reddeden bir hükûmettir...

SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Siz sınırları çoktan aştınız!

SUAT KILIÇ (Devamla) – …hukuk devletinin sınırları içerisinde kalmaya herkesi davet eden bir hükûmettir .

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Bu nasıl bir hukuk devletidir?

SUAT KILIÇ (Devamla) – Güvenliği tesis ederken de bu devlet rutin dışına çıkmayacaktır, özgürlüklerin gereğini yerine getirirken de bu devlet rutin dışına çıkmayacaktır. Rutin dışına bir sefer çıkılmayagörülsün yol olur, herkes çıkar.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Çıktı, çıktı.

SUAT KILIÇ (Devamla) – Çıkılmadı.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Örnek vereceğim size.

SUAT KILIÇ (Devamla) – Eğer dinleme iddialarını bu Hükûmete mal ediyorsanız ayıp ediyorsunuz, yanlış yapıyorsunuz.

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Aynı sizin gibi!

SUAT KILIÇ (Devamla) – Çünkü bu Hükûmet dinleme iddialarının sanığı ya da zanlısı olacak bir hükûmet değildir.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Maalesef…

SUAT KILIÇ (Devamla) – Bu Hükûmet, olsa olsa dinleme iddialarının mağduru olabilir. Hâkim kararı olmaksızın dinleme yapılamaz, yapılmamalıdır.

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Niye yapılıyor o zaman?

SUAT KILIÇ (Devamla) – Yasalarda dinlemenin hangi koşulla, hangi mercilerden alınacak kararla, kimler tarafından yapılacağı bellidir. Eğer bir duyumunuz varsa, bir iddianız varsa…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Var, var!

SUAT KILIÇ (Devamla) – …az evvel söyledim, ispat mükellefiyeti üzerinizde; ilgili yargı mercisine gidersiniz, suç duyurunuzu yaparsınız, yasa dışı dinlemeyi kimin yaptığını iddia ediyorsanız sonuna kadar takipçisi olursunuz. Bu noktada bize söylenecek söz yok.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Peki, siz ne yapacaksınız?

SUAT KILIÇ (Devamla) – Bu noktada bize söylenecek bir tek sözünüz yok.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hükûmet ne yapacak? Hükûmet üzerinde duracak mı?

SUAT KILIÇ (Devamla) – Hükûmet yapması gerekeni zaten yapıyor.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Güzel!

SUAT KILIÇ (Devamla) – Hükûmet yapması gerekeni zaten yapıyor ve Hükûmet, net bir beyanla, yasa dışılığın hiçbir türlüsüne onay vermediğini, yürütmenin bu kabil eylem ve işlemlerin arkasında hiçbir şekilde bulunmayacağını ifade ediyor.

Çok saygıdeğer milletvekilleri, değişik zamanlarda bu kürsüden ya da değişik mahfillerde yapılan konuşmalarla AK PARTİ Hükûmeti güvenlik ve özgürlük arasında tercih yapmaya zorlanıyor.

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Güvenliği tercih ediyor!

SUAT KILIÇ (Devamla) – AK PARTİ Hükûmeti, güvenlik ve özgürlük denkleminde tercihe mecbur kalmayacaktır. Kantarın topuzunu biri lehine, diğerinin aleyhine çalıştırmayacaktır. Güvenliği tesis etmek devletin olmazsa olmaz asli görevidir.

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Güvenliğin temeli özgürlüktür. Siz özgürlüğü yok sayıyorsunuz.

SUAT KILIÇ (Devamla) – Bunu yaparken özgürlüklerden asla taviz verilmeyecektir. Eğer uygulamada özgürlük alanına müdahale olarak değerlendirilebilecek yanlışlar, idari işlemlerde hatalı tutum ve davranışlar olur ise Türkiye’nin Hükûmeti, gerektiğinde İçişleri Bakanlığıyla, gerektiğinde bütün kamu kurumlarıyla o özgürlük ihlalinin gereğini yerine getirecektir. Burada hukuk devletinin gereklerini yerine getirme konusundaki hassasiyetimizden asla taviz vermeyeceğiz.

Sayın Bakanımız işaret etti: Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi kapsamında hukuku üstün tutacağız, bireyin özgürlüklerini ön plana çıkarmaya devam edeceğiz, Türkiye’de faili meçhuller yaşanmasına fırsat tanımayacağız. Bu ülkenin her köşe başında…

SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – On sekiz aylık bebeği öldürdünüz. Bunun hesabını verin!

SUAT KILIÇ (Devamla) – Bu ülkenin her köşe başında üst baş araması yapılmayacak ama bu özgürlük ortamını, bu hukuk dünyasını, bu kardeşlik iklimini birileri terörün istismar aracı olarak kullanmaya kalkarsa onlara da zemin ve fırsat bırakılmayacak.

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Sen mi karar vereceksin?

SUAT KILIÇ (Devamla) – Özgürlük isteyenlerin durması gereken yer AK PARTİ’nin durduğu yerdir. Hukukun üstünlüğüne inananların durması gereken yer AK PARTİ’nin durduğu yerdir. Terörün kardeşliğimize yönelen bir tehdit olduğuna inanan ve terörle mücadelenin sürdürülmesi gerektiğine…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Kılıç, lütfen tamamlayınız.

SUAT KILIÇ (Devamla) – Terörün millî birliğimize yönelen bir tehdit olduğuna inanan ve terörle mücadelenin hukuk devleti içinde sürdürülmesi gerektiğine kanaat getirenlerin de durması gereken yer AK PARTİ’nin durduğu yerdir.

Saygıdeğer milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kılıç.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, Hatip konuşma yaparken, iktidarın tümüyle yasalara uyduğunu, hukuk devleti kurallarına uyduğunu ifade etti. Ben şu kürsüden, benim telefonlarımın yasa dışı dinlendiğini, Adalet Bakanlığına şikâyet ettiğimi, Adalet Bakanlığının bu şikâyete uymadığını ve beni hukuk yollarını aramak zorunda bıraktığını söyledim. Bilmesini isterim Sayın Suat Bey’in.

BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu, söyledikleriniz tutanaklara geçti.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Eğer bu ülkede hukuk varsa, gerçekten Adalet ve Kalkınma Partisi hukukun yanında duruyorsa…

SUAT KILIÇ (Samsun) – Yanındayız.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – …bir milletvekilinin yasa dışı dinlenmesine önce Sayın Grup Başkan Vekilinin karşı çıkması lazım. Karşı çıkmadığı için kendisini kınıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kılıçdaroğlu.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Öyle bir durum varsa karşı çıkıyorum.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Var efendim, var. Ben size tutanağı da vereyim.

ATİLLA KART (Konya) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Kart.

ATİLLA KART (Konya) – Sayın Başkan, ben konuşmam esnasında, Adalet ve Kalkınma Partisinin uygulamalarından söz ederek, somut olaylardan söz ederek “kirli ve karanlık ilişkiler” tabirini kullandım, o tabirimi kullanmaya da devam ediyorum çünkü somut olaylardan söz ederek…(AK PARTİ sıralarından gürültüler)

SUAT KILIÇ (Samsun) – Biz de o tabiri sana iade ediyoruz.

BAŞKAN – Bir saniye sayın milletvekilleri…

SUAT KILIÇ (Samsun) – O tabiri sana iade ediyoruz.

ATİLLA KART (Konya) – Burada Sayın Grup Başkan Vekili…

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Sana iade ediyoruz.

HALUK ÖZDALGA (Ankara) – Sana layık, kullanmaya devam et!

SUAT KILIÇ (Samsun) – Sana kendini…

ATİLLA KART (Konya) – Haddini bilir misin… Saygı sınırını bırakmasan biraz.

BAŞKAN – Lütfen…

SUAT KILIÇ (Samsun) – Saygısızlık senin yaptığın!

ATİLLA KART (Konya) – Biraz dinlemesini öğrenir misin.

HALUK ÖZDALGA (Ankara) – Devam et! Devam et!

SUAT KILIÇ (Samsun) – Saygısızlık senin yaptığın!

ATİLLA KART (Konya) – Dinlemesini öğrenir misin biraz.

BAŞKAN – Sayın Kart…

ATİLLA KART (Konya) – Burada Adalet ve Kalkınma Partisinin tüzel kimliğini hedef almadan açıklamalarımı yaptım, eleştiri görevimi yaptım.

ABDULKADİR AKGÜL (Yozgat) – Temiz bir ağızla konuş!

ATİLLA KART (Konya) – Burada 69’uncu madde anlamında benim açıklamalarıma başka anlamlar atfedildi, bu konuyu açıklamak istiyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kart, sözleriniz tutanaklara geçirildi.

ATİLLA KART (Konya) – Açıklamak istiyorum Sayın Başkan. Sayın Başkan, söz istiyorum o konuda.

SUAT KILIÇ (Samsun) – İsim zikretmedim Sayın Başkan, adres göstermedim.

ATİLLA KART (Konya) – Doğrudan Cumhuriyet Halk Partisi sözcüsüne yönelerek…

BAŞKAN – Sayın Kart, zaten söyleyeceklerinizi söylediniz.

ATİLLA KART (Konya) –…“kirli ve karanlık ilişkileri” Cumhuriyet Halk Partisine iade etti. Bu anlamda söz istiyorum.

BAŞKAN – Hayır, İç Tüzük’ün 69’uncu maddesi gereğince sataşma nedeniyle söz istemediniz, söyleyeceklerinizin tamamını söylediniz.

ATİLLA KART (Konya) – Söylediklerime başka anlamlar atfetti. Bunu açıklamak istiyorum.

BAŞKAN – Onlar da tutanaklara geçirildi Sayın Kart.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkan, isim zikretmedim.

ATİLLA KART (Konya) – Buna açıklama getirmek istiyorum.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Yok öyle bir şey, yok!

SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkan, isim zikretmedim, adres göstermedim, herhangi bir milletvekilinin isminden bahsetmedim.

BAŞKAN – Sayın Kılıç, lütfen…

ATİLLA KART (Konya) – Doğrudan Cumhuriyet Halk Partisinin sözcüsünü hedef alarak bunları söyledi.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Sözcüyü de hedef almadım.

ATİLLA KART (Konya) – Çok kısa bir açıklama yapmak istiyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Lütfen Sayın Kart, anlaşıldı.

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Özdemir.

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Sayın Başkan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekili, biraz önceki konuşmasında, yine isim vermeden, bir kısım milletvekilinin Silivri’de Ergenekon davasını izlemelerinden bahisle… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Doğru söyledi.

BAŞKAN – Bir dakika sayın milletvekilleri… Lütfen müdahale etmeyin.

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – O katılan milletvekillerinden bir tanesi benim. Ben açıkça söylüyorum, her vesileyle söylüyorum: Silivri’de yargılanan aslında oradaki Ergenekon sanıkları değil, Türkiye’de Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetlerinin sayesinde Türkiye’nin geldiği hukuksuzluk sistemi tartışılıyor.

SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkanım, böyle bir usul yok!

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Her milletvekilinin gidip o davayı mutlaka, bir kere olsun dinlemesini istiyorum ve tarihe tanıklık yapmasını istiyorum. O nedenle oraya gitmek, o davayı takip etmek bence onurlu bir davranıştır. [(CHP sıralarından alkışlar; AK PARTİ sıralarından “Bravo(!)” sesleri, gürültüler)]

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – On sekiz ay yatan Gürbüz Çapan şimdi tahliye edildi. [(AK PARTİ sıralarından “Bravo(!)” sesleri, gürültüler)] Suçu varsa niye tahliye edildi? Suçu yoksa on sekiz ayın hesabını kim verecek? Adalet anlayışınız bu mu? Hukuk anlayışınız bu mu? On sekiz ayın bedelini kim ödeyecek? (AK PARTİ ve CHP sıralarından gürültüler)

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, söz istiyorum.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, çalışma süremizin tamamlanması sebebiyle, Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının Aden Körfezi, Somali kara suları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde görevlendirilmesi için Hükûmete verilen izin süresinin Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca bir yıl uzatılmasına dair Başbakanlık tezkeresi ile alınan karar gereğince (11/9) esas numaralı Gensoru Önergesini görüşmek için 2 Şubat 2010 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati: 19.48