Normal 25794 3 3 2010-02-11T09:08:00Z 2010-02-11T09:08:00Z 1 38675 220452 TBMM 1837 517 258610 11.9999 75 Clean 0 0 nk 0 nk 0 0 false false false 0 nk 0 nk MicrosoftInternetExplorer4

DÖNEM: 23                            CİLT: 58                    YASAMA YILI: 4

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

47’nci Birleşim

13 Ocak 2010 Çarşamba

 

(Bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

İ Ç İ N D E K İ L E R

   I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

  II. - GELEN KÂĞITLAR

 III. - YOKLAMA

 IV. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Ardahan Milletvekili Saffet Kaya’nın, Aktaş Sınır Kapısı’nın açılmasının il ekonomisine yapacağı katkılar ile Ardahan ilinin sorunlarına ve çözüm yollarına ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Sivas Milletvekili Malik Ecder Özdemir’in, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesine formasyon hakkının verilmemesi ve Sivas ili demir yolu hattındaki değişiklik ile bölünmüş yol güzergâhı üzerindeki esnafın sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Manisa Milletvekili Ahmet Orhan’ın, Manisa ilindeki tarım sigortalılarının sosyal güvenlik alanındaki çeşitli sorunlarına ve diğer problemlerine ilişkin gündem dışı konuşması

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Karaman Milletvekili Hasan Çalış ve 20 milletvekilinin, hayvancılıktaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/509)

2.- İzmir Milletvekili Kamil Erdal Sipahi ve 20 milletvekilinin, uzman erbaş uygulamasındaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/510)

3.- Giresun Milletvekili Murat Özkan ve 19 milletvekilinin, kurban bağışı organizasyonlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/511)

4.- Mardin Milletvekili Emine Ayna ve 19 milletvekilinin, iş güvenliği ve işçi sağlığındaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/512)

B) Önergeler

1.- Balıkesir Milletvekili Hüseyin Pazarcı’nın, Avrupa Birliği Uyum Komisyonu üyeliğinden istifa ettiğine ilişkin önergesi (4/173)

2.- İzmir Milletvekili Harun Öztürk’ün, Plan ve Bütçe Komisyonu üyeliğinden istifa ettiğine ilişkin önergesi (4/174)

 

VI.- SEÇİMLER

A) Komisyonlara Üye Seçimi

1.- (10/67, 75, 82, 122, 141, 180, 193, 208, 216, 229, 304, 309, 320, 324, 336, 337, 342, 374, 377, 388, 404) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonuna üye seçimi

 

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYON-LARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)

2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)

3.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve Ankara Milletvekili Reha Denemeç’in; Serbest Bölgeler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/541) (S. Sayısı: 446)

4.- Üniversite ve Sağlık Personelinin Tam Gün Çalışmasına ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/715) (S. Sayısı: 418)

 

VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.04’te açılarak dört oturum yaptı.

İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Özpolat’ın, Yargıtaydaki boş üyelikler için seçim yapılamamasına ilişkin gündem dışı konuşmasına Adalet Bakanı Sadullah Ergin cevap verdi.

Isparta Milletvekili Haydar Kemal Kurt, Isparta ilinde tarım, hayvancılık ve elmacılığın durumu ve ekonomiye etkilerine,

Isparta Milletvekili S. Nevzat Korkmaz, Isparta ilindeki işsizlik sorununa,

İlişkin gündem dışı birer konuşma yaptılar.

Kütahya Milletvekili Alim Işık ve 26 milletvekilinin, TEDAŞ ve EÜAŞ özelleştirilmelerinin araştırılarak özelleştirilme uygulamalarında alınması gereken (10/505),

Adana Milletvekili Yılmaz Tankut ve 20 milletvekilinin, çevrimiçi oyunların neden olduğu sorunların araştırılarak alınması gereken (10/506),

Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir ve 21 milletvekilinin, Gaziantep’te sel felaketine karşı alınacak (10/507),

Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve 20 milletvekilinin, tüketicilerin kredi kartı ve bankacılık işlemlerinden kaynaklanan sorunlarının araştırılarak alınması gereken (10/508),

Önlemlerin belirlenmesi amacıyla birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

Gündemin “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler” kısmında yer alan:

(10/325) esas numaralı, eczacıların ve eczanelerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergenin görüşmelerinin Genel Kurulun 12/1/2010 Salı günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP,

(10/128, 10/272, 10/378) esas numaralı Meclis araştırması önergelerinin görüşmelerinin Genel Kurulun 12/1/2010 Salı günkü birleşiminde birlikte yapılmasına ilişkin CHP,

Grubu önerileri yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında yer alan 418, 383, 455 ve 417 sıra sayılı kanun tasarı ve tekliflerinin bu kısmın 4, 5, 6 ve 8’inci sıralarına alınmasına, diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; Genel Kurulun, 12/1/2010 Salı günkü birleşiminde deprem ile ilgili Meclis araştırması önergelerinin görüşmelerinin tamamlanmasından sonra gündemdeki kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine; Genel Kurulun, 13, 20, 27 Ocak 2010 Çarşamba günkü birleşimlerinde sözlü soruların görüşülmemesi, 19 ve 26 Ocak 2010 Salı günkü birleşimlerde ise 1 saat sözlü soruların görüşülmesinden sonra diğer denetim konularının görüşül-meyerek gündemdeki kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine; Genel Kurulun, 12 Ocak 2010 Salı günkü birleşiminde 446 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar, 19 ve 26 Ocak 2010 Salı günkü birleşimlerde 15.00-20.00 saatleri arasında, 13, 14, 20, 21, 27 ve 28 Ocak 2010 Çarşamba ve Perşembe günkü birleşimlerde ise 14.00-20.00 saatleri arasında çalışmalarına devam etmesine; 418 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülmesine ilişkin AK PARTİ Grubu önerisi yapılan görüşmelerden sonra kabul edildi.

Hatay Milletvekili Abdülhadi Kahya, İstanbul Milletvekili Bayram Ali Meral’in,

İstanbul Milletvekili Bayram Ali Meral, Hatay Milletvekili Abdülhadi Kahya’nın,

Şahsına sataşması nedeniyle birer konuşma yaptılar.

Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Üreticilerin T.C. Ziraat Bankası A.Ş. ve Tarım Kredi Kooperatiflerine Olan ve Yeniden Yapılandırılan Borçlarının Faizsiz Ödenmesine İlişkin Kanun Teklifi’nin (2/2) İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilmedi.

Gündemin “Sözlü Sorular” kısmının:

1’inci sırasında bulunan   (6/661),

73’üncü                         (6/989),

179’uncu                       (6/1171),

184’üncü                       (6/1182),

201’inci                         (6/1215),

203’üncü                       (6/1218),

212’nci                          (6/1232),

225’inci                         (6/1250),

226’ncı                          (6/1252),

227’nci                          (6/1253),

232’nci                          (6/1261),

237’nci                          (6/1266),

240’ıncı                         (6/1269),

241’inci                         (6/1270),

272’nci                          (6/1305),

281’inci                         (6/1315),

302’nci                          (6/1347),

326’ncı                          (6/1382),

341’inci                         (6/1402),

345’inci                         (6/1406),

354’üncü                       (6/1418),

Esas numaralı sözlü sorulara Sağlık Bakanı Recep Akdağ cevap verdi; soru sahiplerinden Tokat Milletvekili Reşat Doğru, Tekirdağ Milletvekili Kemalettin Nalcı, Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir, Kütahya Milletvekili Alim Işık da cevaplara karşı görüşlerini açıkladılar.

Birleştirilerek görüşülmesi kabul edilen ve daha önce görüşmeleri yarım kalan, deprem riskinin araştırılarak deprem yönetiminde alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergelerin (10/60, 10/63, 10/99, 10/242, 10/243, 10/244, 10/245, 10/246, 10/254, 10/256) yapılan görüşmelerden sonra kabul edildiği açıklandı.

Kurulacak komisyonun:

16 üyeden teşekkül etmesi,

Çalışma süresinin, başkan, başkan vekili, sözcü ve kâtip üyenin seçimi tarihinden itibaren üç ay olması,

Gerektiğinde Ankara dışında da çalışması,

Kabul edildi.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:

1’inci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),

2’nci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/499) (S. Sayısı: 321),

3’üncü sırasında bulunan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve Ankara Milletvekili Reha Denemeç’in, Serbest Bölgeler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun (2/541) (S. Sayısı: 446),

Görüşmeleri komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.

13 Ocak 2010 Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat 14.00’te toplanmak üzere birleşime 21.26’da son verildi.

 

 

Meral AKŞENER

 

 

 

Başkan Vekili

 

 

Harun TÜFEKCİ

 

Gülşen ORHAN

 

Konya

 

Van

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

No.: 59

II.- GELEN KÂĞITLAR

13 Ocak 2010 Çarşamba

Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Karaman Milletvekili Hasan Çalış ve 20 Milletvekilinin, hayvancılıktaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/509) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.11.2009)

2.- İzmir Milletvekili Kamil Erdal Sipahi ve 20 Milletvekilinin, uzman erbaş uygulamasındaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/510) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.11.2009)

3.- Giresun Milletvekili Murat Özkan ve 19 Milletvekilinin, kurban bağışı organizasyonlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/511) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.11.2009)

4.- Mardin Milletvekili Emine Ayna ve 19 Milletvekilinin, iş güvenliği ve işçi sağlığındaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/512) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.11.2009)


13 Ocak 2010 Çarşamba

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.06

BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Gülşen ORHAN (Van)

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 47’nci Birleşimini açıyorum.

III.- Y O K L A M A

BAŞKAN – Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Yoklama için üç dakika süre vereceğim.

Sayın milletvekillerinin oy düğmelerine basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin salonda hazır bulunan teknik personelden yardım istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise yoklama pusulalarını görevli personel aracılığıyla üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, Ardahan ili, Çıldır ilçesi, Aktaş Sınır Kapısı’nın açılması ve ilin demir yolu hattı ile Posof ilçesinin sorunları hakkında söz isteyen Ardahan Milletvekili Sayın Saffet Kaya’ya aittir.

Buyurun Sayın Kaya. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Ardahan Milletvekili Saffet Kaya’nın, Aktaş Sınır Kapısı’nın açılmasının il ekonomisine yapacağı katkılar ile Ardahan ilinin sorunlarına ve çözüm yollarına ilişkin gündem dışı konuşması

SAFFET KAYA (Ardahan) – Değerli Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarımız; Ardahan ilinin sorunları ve çözümüyle ilgili gündem dışı söz aldım. Yüce heyetinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama başlamadan önce yüce heyetinize özellikle seslenmek istediğim bir konu var ki onu burada serdetmeden geçemem. Özellikle, İsrail’in Türk Büyükelçisine gösterdiği tutumu yüce Parlamentoda lanetliyorum, kınıyorum ve İsrail’in de haddini bilmesi gerektiğini ifade etmek istiyorum! (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekili arkadaşlarım, Ardahan ilimiz, serhat bir ilimiz. Nüfusumuz 100 bin, 120 bin civarı. Türkiye’de de nüfus oranı en düşük illerden, çok müstesna bir ilimiz. Serhat bekçiliği yapmış, gerçekten bölgenin her zaman sorunlarıyla var olan çok değerli bir halkımız da var.

Uzun yıllar Çıldır ilçemiz çok müstesna ilçelerden biri olmakla birlikte, Aktaş Kapısı’nın açılması konusunda çok ciddi bir beklenti doğmuş. Haklı olarak beklenti doğmuş çünkü Gürcistan’la sınır, Kafkasya’yla sınır bir ilçemizin, ilimizin iktisadi ve kültürel bağlamdaki bu kazanımdan mutlaka yararlanması gerekirdi ama bugüne kadar maalesef bu gerçekleşememişti. Sebebi de Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan probleminden dolayı bu yol, bugüne kadar gelen -geçmişteki- hükûmetler tarafından, iyi niyetli de olsa ele alınamamıştı.

Ama, şimdi, özellikle Dışişleri Bakanlığımıza, Bakanımıza, özellikle Başbakanımıza yüce heyetiniz huzurunda teşekkürlerimi ifade etmek istiyorum. Aktaş Kapısı’nın açılmasıyla ilgili Gürcistan’la, Gürcistan Büyükelçiliğiyle görüşülerek -bizatihi ben de görüşerek- o yolun 30 kilometrelik ağının yapılması anlamında ve bir an önce iktisadi ve kültürel gelişmenin sağlanması anlamında, 2010 yılının Mayıs ayında Aktaş Kapısı’nın Gürcistan sınırının yapımının tamamlanıp bundan sonraki süreç içinde de yolun açılıp bölgenin kalkınması ve Artvin ilimizdeki Sarp’a muadil bir yer olması konusunda Çıldır halkımızın çok ciddi beklentileri vardır. Bu anlamda Hükûmetimize, bu anlamda Sayın Başbakanımızın hassasiyetine huzurunuzda teşekkür etmek istiyorum.

Ayrıca Çıldır’ımızda barajlarımız yapılmakta. Ayrıca Çıldır’ımızda demir yolu projemiz var ki geçen yıl Sayın Başbakanımıza konuyu arz ettiğimde bizatihi kendi talimatlarıyla bu demir yolu projemizin gerçekleşmesi bölgeye çok önemli bir hayatiyet kazandıracaktır çünkü Karadeniz’e bağlanan bir demir yolu projesidir.

Bu anlamda Posof’umuzla ilgili -çok özel bir ilçemiz Posof, Damal, Hanak, Göle- özellikle Posof’umuzda yaban hayatını geliştirmeyle ilgili, 81’de çıkan bir kanun teklifi vardı. Resmî Gazete’de yayınlandıktan sonra, son dönemde Çevre Bakanımızın bu konuda hassasiyetleriyle birlikte, yeniden 60 bin hektarlık alanın 5 bin hektarının koruma altına alınacağının, yüzde 85’inin de en işler noktada yeniden kullanıma açılacağının Orman Bakanlığının yeni bir yönetmeliğiyle gündeme gelmesi Posof halkımızı yeniden rahatlatmıştır ve mart ayında da Bakanımız Posof ilçemize, o “botanik bahçe” dediğimiz ilçemize gitmiş olacaktır ve Posof’umuza buradan özellikle müjdem şudur ki, sınır ticaretinin başlangıcı olacaktır bu yıl.

İnşallah, yüksekokulumuzun yapılması noktasında, Posof’umuza önemli bir yüksekokul kazandırılacaktır. Sayın Bakanımıza da burada teşekkürlerimi ifade etmek istiyorum, Posof halkını bu projede en iyi şekilde şekillendirdiği ve değerlendirdiği için. Özellikle Göle ilçemizde yine, tekrar bir yüksekokulun yapılması, fakültenin yapılması konusunda Rektörlüğün aldığı bir karar var, bizim de özellikle isteğimiz.

Üniversite bu ülkenin bir gerçeğidir. Ardahan’a üniversiteyi, gerçekten, bu yasamadan geçiren, iktidar olarak üniversiteyi Ardahan’a mal eden bu Hükûmetimize özellikle Ardahan halkı adına teşekkürlerimi bir borç biliyorum. Üniversite, bir bölgenin kalkınmasıdır, gelişmesidir. Bundan dolayıdır ki Posof ilçemizde, Çıldır ilçemizde, Damal’ımızda, Hanak’ımızda, Göle’mizde yüksekokul yapılacaktır. Yüksekokulların yapılması, üniversitenin Ardahan ilinde olması, göçün durmasında, göçün tekrar geriye gelmesinde, bölgenin kültürel anlamda, iktisadi anlamda kalkınmasında çok ciddi bir rol oynayacaktır. Hükûmetimize bu anlamda teşekkürlerimi özellikle ifade etmek istiyorum.

Yine, Tarım Bakanımıza festivalde ifade ettiğim gibi burada yüce heyetin huzurunda da ifade ediyorum: Ardahan, Kırsal Kalkınma Projesi’nde pilot bölge ilan edilmiştir. Yaklaşık 25 milyon dolarla başlayıp -IFAD projesi anlamında- 100 milyon dolara taşınacak, on yıllık sürede bölgenin hayvancılıkta ve tarımda kalkınması için çok önemli bir projeyi bölgemize sunmuş olduk. Artvin ve Kars da buna dâhildir. Dolayısıyla Hükûmetimize bu anlamda teşekkürlerimi ifade etmek istiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

SAFFET KAYA (Devamla) – Yine, Kentsel Dönüşüm Projesi bağlamında TOKİ Başkanımızın Ardahan’a gelerek Ardahan’da Kentsel Dönüşüm Projesi’ne imza atması, bölgemizin yeniden yapılanması, yeniden gelişmesi anlamında çok önemli bir oluşumla karşı karşıya gelinmiştir. İşte bu, AK PARTİ farkıdır. Bu, Hükûmetimizin farkıdır. Cumhuriyet tarihinden bugüne kadar, iddia ediyorum -yirmi yıldır bu kürsülerdeyim- AK PARTİ Hükûmeti döneminde aldığımız hizmeti, aldığımız kalkınmayı, aldığımız gelişmeyi hiçbir hükûmet döneminde almadık. Onun için Hükûmetimize minnet borcum var, Başbakanımıza şükran borcum var; açık olarak ifade etmek istiyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bunun altını çok samimi ifadelerle çizerek söylüyorum. Onun için, bir bölgenin sorunu varsa, orada göç varsa, terör varsa o bölgenin sorunu değildir, o sorun Türkiye'nin sorunudur. Dolayısıyla biz istiyoruz ki bölgeler kalkınsın, bölgeler gelişsin. Serhat ili Ardahan’ımız gelişmiştir, gelişecektir, büyüyecektir.

Hükûmetimize teşekkür ediyorum. İnşallah, mart ayında Çevre Bakanımızı da Ardahan’a, Posof’umuza davet ettik, gelecekler, orada ağırlayacağız; Posof’umuzun, o güzel ilçemizin sorunlarını dinlemiş olacak.

Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum, Değerli Başkanıma teşekkürlerimi ifade ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kaya.

Gündem dışı ikinci söz, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesine formasyon hakkının verilmemesi ve Sivas ili demir yolu hattındaki değişiklik nedeniyle güzergâh üzerindeki esnafın sorunları hakkında söz isteyen Sivas Milletvekili Sayın Malik Ecder Özdemir’e aittir.

Buyurun Sayın Özdemir. (CHP sıralarından alkışlar)

2.- Sivas Milletvekili Malik Ecder Özdemir’in, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesine formasyon hakkının verilmemesi ve Sivas ili demir yolu hattındaki değişiklik ile bölünmüş yol güzergâhı üzerindeki esnafın sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Devlet Demiryolları tarafından bazı tren seferlerinin iptali, bölünmüş kara yolu güzergâhı üzerindeki esnafın mağduriyeti ve Sivas Cumhuriyet Üniversitesinin Fen-Edebiyat Fakültesi öğrencilerine verilmeyen formasyon eğitiminin yarattığı sıkıntıları dile getirmek, Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine taşımak için söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, keşke ben de Ardahan Milletvekilimiz gibi Hükûmetimize, Sivas Milletvekili olarak Sivas’a yapılan hizmetler adına teşekkürlerimi sunabilseydim.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Ardahan’da sorun yok zaten!

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Devamla) – Üzülerek ifade etmeliyim ki Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğünün yılbaşında almış olduğu bir kararla, uzunca yıllardan bu tarafa kamu görevi yapan 10’a yakın Devlet Demiryollarının hatları iptal edildi. Ankara-Malatya arasında yıllardır çalışan 4 Eylül Mavi Treni -ki yaklaşık yılda 180 bin yolcu taşıyordu- seferden kaldırıldı. Ankara-Kars arasında işletilen Erzurum Ekspresi, yılda 250 bin insan taşıyan Erzurum Ekspresi seferden kaldırıldı. Kars-Akyaka arasında çalışan posta treni, aylık 9 bin yolcu kapasitesi olan posta treni verimsizlik gerekçesiyle seferden kaldırıldı.

Rakamlar ortada değerli arkadaşlarım. Görünen o ki buradaki iptalin gerekçesi verimsizlik falan değil, yolcunun olmayışı değil, görünen o ki AKP, tıpkı bundan önceki özelleştirmelerde olduğu gibi, Devlet Demiryollarını önce zarar eden kurum hâline getirecek, daha sonra haraç mezat satacaktır.

Değerli arkadaşlarım, sevgili milletvekillerimiz; yani devletin her hizmetten kâr elde etmesi, para kazanması gibi bir anlayış, bir zorunluluk mu var? Yıllardan bu tarafa, cumhuriyetin ilk yıllarından bu tarafa Sivas’ın, Erzincan’ın, Erzurum’un bugün hâlâ kar yağdığında ulaşılamayan köylerinin tek ulaşım aracı olan posta trenlerini, marşandizini, devlet demir yollarını kapatırsanız, burada devletin faydasından, devletin elde edeceği faydadan söz etmenin olanağı var mı? Bugün itibarıyla söylüyorum, Sivas’ta, ilçelerinde, Kangal’ında, Divriği’nde, Erzincan’ın İliç’inde, Erzurum’unda kar yolları kapamışken dünyayla tek bağlantısı devlet demir yolu olan bu köylerimizi orada açlığa, yoksulluğa mahkûm etmenin bir mantığı, bir anlayışı var mı? Bir taraftan hızlı tren projesiyle, sözüm ona “2025 yılında Sivas’a hızlı tren getireceğiz.” diyen Sayın Başbakan, bir tarafta cumhuriyetin ilk yıllarından bu tarafa hizmet veren, kaldırılan kara trenler, marşandizler! Bu anlayışı, bu çifte standardı, bu paradoksal ilişkiyi tarif etmenin olanağı yoktur.

Değerli arkadaşlarım, tren bizim Anadolu’muzda sadece ulaşım değildir, tren aynı zamanda sevdanın, hasretliğin bir başka adıdır. O nedenle bugün burada, Ankara’da oturup karar alırken, alınan kararın neye, kime faydası, kime hangi zararları sağlıyor olduğunu doğru tespit etmemiz gerekiyor.

Sürem daralıyor. İktidarınızın kara yollarını bölünmüş ağ hâline getirmiş olmasını gerçekten memnuniyetle karşılıyorum. Belki AKP’nin yaptığı tek hayırlı iş bu. Ancak bu kara yolu güzergâhı üzerinde yıllardır hizmet veren, Türkiye'nin her tarafında binlerce esnaf var, lokantalar var, petrol ofisleri var, dinlenme tesisleri var. Bu yol, güzergâh ikiye bölündüğünde tek tarafa düşen akış nedeniyle bu yol güzergâhındaki esnaflar kepenk kapatıyor ve işsizler ordusuna yeni işsizler katılıyor.

Seçim bölgem Sivas’a gidip gelirken her zaman uğradığım “İhtiyarın Yeri” diye mütevazı bir lokanta var. İyi niyetli insanlar orada ekmek parası kazanmaya çalışıyorlar. Son gittiğimde neredeyse işçilerini çıkarmış, işletmesine kilit vurma noktasına gelmiş vaziyette değerli arkadaşlarım. Yani ülke olarak, devlet olarak bir taraftan topluma hizmet götürürken yaptığımız işin diğer taraftan başka mağdurlar yaratmamasını sağlamamız gerekiyor diye düşünüyorum.

Ve yine, süremin darlığında, Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine ısrarla taşımak istediğim bir şey var. YÖK son zamanda aldığı kararla Türkiye genelinde sekiz üniversitenin fen-edebiyat fakültelerine formasyon dersi hakkı verdi, İnönü Üniversitesi, Atatürk Üniversitesi, Erciyes Üniversitesi, Uludağ, Dokuz Eylül, Selçuk ve İstanbul üniversitelerine.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Bu üniversitelerin fen-edebiyat fakültelerine sağlanan formasyon hakkı niye acaba Sivas’ta Cumhuriyet Üniversitesine verilmiyor? Bu çifte standardın gerekçesi ne? Hemen her konuda -başta söylediğim gibi- cezalandırılan Sivas ili, başkaca kanallar kalmadı, şimdi üniversiteler arasındaki bu haksız rekabetle bir kere daha cezalandırılmak mı isteniyor?

Bu kürsüden söylüyorum, soruyorum… İmam-hatip liselerinde kat sayı konusunda “Hukuku arkadan dolanacağız.” diyen YÖK Başkanına sesleniyorum: Sekiz üniversiteye hangi gerekçeyle bu hakkı verdin de Sivas Cumhuriyet Üniversitesi bu haktan mahrum ediliyor?

Yine, Sivas’ta Cumhuriyet Üniversitesinin yönetiminin, yanlış yönetiminin ideolojik davranması sonucunda Cumhuriyet Üniversitesindeki kadrolar birer ikişer başka illere göç etmeye başlıyorlar. Hak ettikleri hâlde doçentliği gelmiş insanlara kadrolar verilmiyor, profesörlüğü gelmiş olan insanlara, öğretim üyelerine kadrolar verilmiyor ve giderek Sivas Cumhuriyet Üniversitesi kan kaybetmeye devam ediyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Malik Bey, tren Erzincan’dan dolaşıp geliyor, bilginiz yok mu?

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Devamla) – Sürem bitti zannediyorum. Bu kadar dar bir zamanda, bu kadar sınırlı sürede bunları arz etmek istedim.

Bana bu fırsatı veren Sayın Başkan Vekilimize teşekkür ediyorum.(CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Estağfurullah.

Teşekkür ederim Sayın Özdemir.

Gündem dışı üçüncü söz, Manisa ilindeki tarım sigortalılarının sosyal güvenlik ve diğer sorunları hakkında söz isteyen Manisa Milletvekili Sayın Ahmet Orhan’a aittir.

Buyurun Sayın Orhan.

3.- Manisa Milletvekili Ahmet Orhan’ın, Manisa ilindeki tarım sigortalılarının sosyal güvenlik alanındaki çeşitli sorunlarına ve diğer problemlerine ilişkin gündem dışı konuşması

AHMET ORHAN (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gündem dışıyla ilgili konuşmama başlamadan önce, İsrail tarafından Türk devletinin temsilcisi Büyükelçimize reva görülen muameleyi şiddetle kınadığımızı buradan ifade ediyor, ayrıca iktidarın gereken cevabı bir an önce vermesini de temenni ettiğimizi belirtiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Manisa’mızın tarım sigortalılarının sosyal güvenlik alanındaki çeşitli sorunları ve diğer problemleri hakkında gündem dışı konuşmak üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, yüce heyetinizi ve Türk milletini saygıyla selamlıyorum.

Yurdumuzda, hepinizin bildiği gibi, uzun yıllar üzüm, incir, pamuk, zeytin, tütün ihracatımızın lokomotifi olmuş, milletimize önemli gelirler getirmiştir. Bunlardan pamuk bugün itibarıyla maalesef bazı illerimizde tamamen terk edilmiş, bir kısım ilimizde de giderek azalan miktarda ekilmeye devam etmektedir.

Tütün tarımına baktığımız zaman, başka yapacak bir şeyi olmayan kırsal kesimdeki vatandaşlarımızın, her şeye rağmen aile ziraatı düzeyinde bu işi yapmaya çalıştıklarını görmekteyiz.

AKP Hükûmeti üzüm üreticisini neredeyse tamamen yok saymaktadır. Üretici ve yeterli finansal güce sahip olmayan tüccarlar, maalesef, baş başa bırakılmıştır. Bakanlığın havzaya dayalı yeni destekleme programı içerisinde üzüm ve incir yer almamaktadır. Anlaşılan Hükûmetin Egeli çiftçilerle bir sorunu var. Egeli çiftçiler herhangi bir planlama olmadan, el yordamıyla “ya nasip” deyip sebze ve meyveciliğe yönelmeye başlamışlardır. Şimdi Manisa’nın üstün kaliteli, uzun elyaflı beyaz altın tarlalarında lahana, karnabahar, brokoli tarımı yapılmaktadır. Çiftçilerimizin, tüketim miktarları ve talepleri dikkate alınmadan, kulaktan dolma bilgilerle hazırlamış oldukları, tercih ettikleri tarım çeşidi başka sorunların, dramların yaşanmasına sebep olmaktadır. Yaz aylarında tarlada bırakılan domates, kavun, karpuz ve bibere şimdi de lahana, karnabahar, brokoli eklenmiş durumdadır.

Tarım Bakanının onca parlak sözüne rağmen Türk çiftçisi fakirleşmeye devam etmektedir. Genel olarak Türk tarımının prim, stok ve finans sorunları da çözümlenememiştir. Çareyi çiftçimiz esasında biliyor, Hükûmete sesini duyurmaya çalışıyor. Çiftçi diyor ki: “Tarımda pamuk tekrar ihya edilsin. Türk pamuğunu işleyen tezgâhlar Kula’da, Manisa’da, Uşak’ta, Denizli’de, İzmir’de, Aydın’da, Adana’da çalışsın, onların sesine alışmış olan tekstilcilerimiz ayağa kalksın, işsiz insanlarımız iş bulsun, işçi-işveren intiharları son bulsun.”

Bu vesileyle bir başka konuya daha dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Bugün için zeytinyağı ve zeytin piyasasında geçtiğimiz yıla göre ciddi fiyat düşüşleri yaşanmakta. Maalesef, prim miktarları bu düşüşü karşılayacak düzeyde değildir. Geçmiş yıllarda olduğu gibi, bu sıkıntıların tekrar yaşanmaması için ön alıcı tedbirler Hükûmet tarafından acilen ortaya konmalıdır. Zeytinciliğimizin dünya piyasalarında hak ettiği yeri alabilmesi için yoğun bir çaba gösterilmesine ihtiyaç vardır.

Yandaş ve rantiye hariç, çiftçi başta olmak üzere tüm toplum kesimleri var olma, ayakta kalabilme savaşı vermektedir. Ülkemizde ve Manisa’mızda öyle bir kesim var ki yıllardır feryat ediyor, maalesef bu sesi duyan ve dinleyen yok. Bu ses, Türk çiftçisinin sesidir.

Çiftçi, Türk tarımının desteklenmek yerine kösteklendiğine inanmaktadır. Tarım desteklemeleri desteklememe hâlini almış, tarım ve tarıma dayalı endüstri kurumları bir bir yok olmaktadır. Bunlardan en son olanı sizlerle paylaşmak istiyorum. Derin bir üzüntü içerisindeyiz. Turgutlu’da bin civarında hemşehrime iş imkânı sağlayan, bölgedeki çiftçi için bir can simidi olan Tukaş, fabrikalarını kapatmış durumdadır ancak bu konuda duyarlılık gösteren hiçbir Hükûmet temsilcisi ortada görülmemektedir.

Değerli milletvekilleri, yine, çiftçimizin sosyal sigortalar alanındaki bir problemi üzerinde durmak istiyorum. Bildiğiniz gibi, 94 yılında, geçmişe yönelik olarak çiftçilerimizin sattıkları ürün bedeli üzerinden BAĞ-KUR kesintileri yapılmış, bu çiftçilerimizin sigortadan istifade edebilmesinin yolu açılmıştı. Maalesef tescil işlemleri yapılmayan bu çiftçilerimiz 2008 yılında çıkarılmış olan aftan yararlanamamışlardır. Manisa’da bu durumda 12 bin civarında çiftçi söz konusudur. Bunlardan bir kısmının işlemleri yetiştirilmiş, af süresince, bir kısmının işlemleri de henüz tamamlanamamış durumdadır. Yeni bir kanun, af kanunu çıkmadan…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

AHMET ORHAN (Devamla) – …bu çiftçilerimizin mağduriyetlerinin giderilmesi mümkün değildir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı başta olmak üzere tüm Hükûmet üyelerinden Manisalı çiftçiler, bu konuda gerekenin yapılmasını beklemektedir. Şimdi, Manisalı çiftçilere sahip çıkılması gerektiği zamandayız.

Manisa genelinde çok sayıda çiftçi -tüm Türkiye’de olduğu gibi- Ziraat Bankası ve tarım kredi kooperatiflerine borçludur. Maalesef şimdilerde, bildiğimiz, o bankaların yaptığı şeyi tarım kredi kooperatifleri yapmakta, çok sayıda haciz işlemi yürütülmektedir. Çiftçinin tarlasına artık çiftçi kuruluşu el koymaktadır yarı fiyatına.

Bütün bu gerçekleri görerek acilen tedbir alınmasına, bu haciz işlemlerinin hemen, derhâl durdurulmasına ihtiyaç vardır. Borç batağındaki çiftçiye acil yardım edilmeli, devam eden haciz işlemleri derhâl kaldırılmalıdır. AKP Hükûmeti tarım sektörünü ekonomik ve stratejik değeri olan bir sektör olarak görmemektedir.

Sözümü Yüce Atatürk’ün “Tarımını kaybetmiş bir ülke yok olmaya mahkûmdur.” sözüyle tamamlamak istiyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Orhan.

Gündeme geçiyoruz…

ENGİN ALTAY (Sinop) – Sayın Başkanım, biraz önce gündem dışı konuşma yapan iktidar partisi milletvekili, AK PARTİ Hükûmetinin cumhuriyet tarihinin bütün hükûmetlerinden fazla iş yaptığını beyan etmiştir. Bu çok büyük bir yalandır. Bu kürsü yalan söyleme yeri değildir.

Teşekkür ederim.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, milletvekili arkadaşlarımız burada meselelerini intikal ettirebilirler ama Sayın Milletvekilinin kürsüdeki hatibi yalancılıkla suçlaması hiç etik değil, ahlaki değil.

ENGİN ALTAY (Sinop) – Söylediği yanlış. Ne münasebet.

BAŞKAN – Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin dört önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Karaman Milletvekili Hasan Çalış ve 20 milletvekilinin, hayvancılıktaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/509)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türk tarımının önemli kollarından olan hayvancılığın içinde bulunduğu sorunların araştırılarak, alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla, Anayasa'nın 98. ve TBMM içtüzüğünün 104 ve 105. maddesi uyarınca Meclis araştırması açılmasını saygılarımla arz ve talep ederiz.

1) Hasan Çalış                                (Karaman)

2) Oktay Vural                               (İzmir)

3) Kamil Erdal Sipahi                     (İzmir)

4) Hakan Coşkun                           (Osmaniye)

5) Reşat Doğru                               (Tokat)

6) Zeki Ertugay                               (Erzurum)

7) Behiç Çelik                                 (Mersin)

8) Hasan Özdemir                          (Gaziantep)

9) Alim Işık (Kütahya)

10) Ahmet Kenan Tanrıkulu           (İzmir)    

11) Ali Uzunırmak                         (Aydın)

12) Abdülkadir Akcan                    (Afyonkarahisar)

13) Bekir Aksoy                             (Ankara)

14) D. Ali Torlak                            (İstanbul)

15) Hüseyin Yıldız                         (Antalya)

16) Muharrem Varlı                       (Adana)

17) Murat Özkan                            (Giresun)

18) İsmet Büyükataman                  (Bursa)

19) Necati Özensoy                        (Bursa)

20) Süleyman Nevzat Korkmaz      (Isparta)

21) Erkan Akçay                            (Manisa)

Gerekçe:

Türk tarımının önemli kollarından olan hayvancılık her geçen gün biraz daha gerilemektedir. Başbakanlık Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), istatistik rakamları da hayvancılıktaki bu gerilemeyi net bir şekilde ortaya koymaktadır.

TÜİK'in 2008 yılına ait hayvansal üretim istatistikleri geçtiğimiz günlerde yayınlanmıştır. Buna göre; büyük baş hayvan sayısı 2008 yılında bir önce yıla göre yüzde 1,58 azalmıştır. 2008 yılı sonu itibariyle toplam büyükbaş hayvan sayısı bir önceki yıla göre yüzde 1,58 azalış göstererek, 10 milyon 946 bin 239 baş olarak gerçekleşmiştir. Büyükbaş hayvanlar arasında yer alan sığır sayısı yüzde 1,60 azalarak 10 milyon 859 bin 942 baş olmuştur.

Küçükbaş hayvan sayısı ise 2008 yılında bir önceki yıla göre yüzde 6,87 oranında azalış göstermiştir. Koyun sayısı 2008 yılı sonu itibariyle bir önceki yıla göre yüzde 5,84 azalarak, 23 milyon 974 bin 591 baş, keçi sayısı ise yüzde 11,02 azalarak, 5 milyon 593 bin 561 baş olmuştur.

Uygulanan yanlış hayvancılık politikalarından kümes hayvancılığı da nasibini almıştır. Kümes hayvanları sayısı da 2008 yılında bir önceki yıla göre yüzde 8,96 oranında azalış göstermiştir. Kümes hayvanlarından tavuk ve ördek sayısı 2008 yılı sonu itibariyle bir önceki yıla göre sırasıyla yüzde 9,31 ve yüzde 2,49 oranında azalmıştır.

2008 yılında kırmızı et ve süt üretimi de bir önceki yıla göre gerilemiştir. 2008 yılında kırmızı et üretimi, 2007 yılına göre toplamda yüzde 16,1 oranında azalarak, 482 bin 458 ton olarak gerçekleşmiştir. Bu yıl içinde sığır etinde yüzde 14,20, koyun etinde yüzde 17,69, keçi etinde yüzde 43,02 ve manda etinde yüzde 32,90 oranında azalış olmuştur.

Süt üretimi, 2008 yılında bir önceki yıla göre yüzde 0,70 azalarak, 12 milyon 243 bin 040 ton olarak gerçekleşmiştir. Bu miktarın yüzde 91,93'ünü inek sütü, yüzde 6,10'unu koyun sütü, yüzde 1,70'ini keçi sütü ve yüzde 0,26'sını manda sütü oluşturmaktadır.

Hayvancılığa bağlı olarak alt sanayi ürünleri de gerilemiştir. Deri, kıl ve tiftik üretimi de 2008 yılında azalmıştır. 2008 yılında üretilen deri hayvancılığa bağlı olarak, bir önceki yıla göre toplamda yüzde 15,52 azalarak, 8 milyon 758 bin 597 adet olarak gerçekleşmiştir. Yapağı üretim miktarı yüzde 5,53 oranında azalış göstererek, 44 bin 166 ton olmuştur. Kıl üretim miktarı 2008 yılında bir önceki yıla göre yüzde 11,75 azalarak, 2 bin 238 ton olmuştur. Tiftik üretimi ise 2008 yılında yüzde 18,14 azalış göstererek, 194 bin ton olarak gerçekleşmiştir.

Uygulanan yanlış hayvancılık politikaları, ahırları ve meraları bugün hayvansız bırakmıştır. Ülkemizdeki geniş mera alanları daraltılarak çiftçi, ahır hayvancılığına itilmiştir. Yeşil mera alanlarında koyunlarını, keçilerini otlatamayan üreticiler, yüksek yem fiyatları karşısında ahır hayvancılığını sürdüremez hâle gelmiştir. Orman kadastrosu ve keçi üreticilerine uygulanan yasaklar, hayvancılığın gerilemesinde en az yüksek yem fiyatları kadar etkili olmuştur.

Eskiden ülkemizde hayvancılık daha çok mera hayvancılığı şeklinde yapılırdı. Topraktan verim alamayan üretici, o yıl hayvancılıktan sağladığı gelirle geçimini sağlardı. Köylerde hayvancılık âdeta tarımın sigortası durumundaydı. Ama şimdi, yüzde 70-80’lere varan yem fiyatları, yüksek girdiler, desteklerin azaltılması ve meraların daraltılması gibi nedenlerle köylerimizde hayvancılık bitme noktasına gelmiştir.

Hayvancılıkta yaşanan tüm bu sorunlar, kısa sürede hem tüketiciye hem de üreticiye yansımıştır. Üretici sattığı hayvanın yerine, sattığı fiyata yenisini alamazken, tüketici eti pahalı tüketmeye başlamıştır. Yükselen et fiyatları karşısında kırmızı eti pahalıya alamayan tüketici yine her zaman olduğu gibi, beyaz ete yönelmiştir.

Bu nedenle; ülkemizde hayvancılıkla ilgili sorunlarının ve hayvan sayısındaki azalmanın nedenlerinin araştırılarak, gerekli önlemlerin alınması için Anayasa'nın 98. ve TBMM içtüzüğünün 104 ve 105. maddesi uyarınca bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulması fayda sağlaması bakımından yerinde olacaktır.

2.- İzmir Milletvekili Kamil Erdal Sipahi ve 20 milletvekilinin, uzman erbaş uygulamasındaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/510)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

3269 sayılı yasa kapsamında 1986 yılından itibaren Türk Silahlı Kuvvetlerinde Uzman Erbaş uygulaması başlatılmıştır.

Ancak ilk aşamada, gelecekte karşılaşılacak sorunlar değerlendirilmeden yapılan düzenlemeler, geçen yıllar içinde büyük sosyal ve ekonomik sıkıntıları beraberinde getirmiştir.

Uzman Erbaş uygulaması sonucunda ortaya çıkan sorunların ve alınabilecek tedbirlerin belirlenmesi amacıyla, Anayasanın 98 inci maddesi ile Türkiye Büyük Millet Meclisi iç tüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince Meclis araştırması yapılmasını arz ederim.

1) Kamil Erdal Sipahi                     (İzmir)

2) Oktay Vural                               (İzmir)

3) Alim Işık                                    (Kütahya)

4) Rıdvan Yalçın                            (Ordu)

5) Muharrem Varlı                         (Adana)

6) Hasan Özdemir                          (Gaziantep)

7) Mustafa Enöz                             (Manisa)

8) Erkan Akçay                              (Manisa)

9) Hamza Hamit Homriş                (Bursa)

10) Süleyman Latif Yunusoğlu      (Trabzon)

11) Osman Durmuş                        (Kırıkkale)

12) Mustafa Kalaycı                       (Konya)

13) Münir Kutluata                         (Sakarya)

14) Mehmet Günal                         (Antalya)

15) Emin Haluk Ayhan                  (Denizli)

16) Mustafa Kemal Cengiz             (Çanakkale)

17) Ahmet Bukan                           (Çankırı)

18) Recep Taner                             (Aydın)

19) Sabahattin Çakmakoğlu            (Kayseri)

20) Behiç Çelik                               (Mersin)

21) İsmet Büyükataman                  (Bursa)

Gerekçe:

Türk Silahlı Kuvvetlerinde 1986 yılından itibaren 3269 sayılı yasa uyarınca Uzman Erbaş istihdamı başlatılmıştır.

Ancak geçen süre içinde Uzman Erbaşlarla ilgili olarak ortaya çıkan sorunlar üzerinde hiçbir düzenleme yapılmamış olup, artan Uzman Erbaş miktarıyla birlikte sorunlar yanında mağduriyetler de artmıştır.

Bu konudaki mağduriyetleri gidermek üzere, Genelkurmay Başkanlığınca düşünülen hususlar Aralık 2009'da haftalık basın açıklamasıyla gündeme getirilmiştir.

Aynı hususlar 2 Nisan 2009 tarihinde yazılı teklifler hâlinde Millî Savunma Bakanlığına da gönderilmiştir.

En önemli mağduriyet; 45 yaşına girmiş olan Uzman Erbaşların, sözleşmelerinin feshedilerek âdeta aile fertleriyle birlikte sokağa atılmalarıdır.

45 yaşını doldurduğu için emekli olamadan ayrılmak zorunda kalan ve aile fertleriyle birlikte âdeta sokağa atılan kişi sayısı her geçen yıl âdeta katlanarak artmaktadır.

Yeni Sosyal Güvenlik Yasasında ortaya konan yaş haddi uygulamaları bu konudaki endişeleri daha da artırmıştır.

Bu konuda 28 Temmuz 2003 tarih ve 27302 Sayılı Resmî Gazete'de yer alan değişiklik aşağıdadır:

"Bu itibarla, 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanununa tabi uzman erbaş olarak en az iki yıl süreyle çalışmış olmak şartıyla, sağlık niteliklerini kaybetmeleri veya 45 yaşına girmiş olmaları sebebiyle görev süreleri sona erenler ile kendi istekleriyle sözleşmelerini feshetmiş olanlardan, kamu kurum ve kuruluşlarında Devlet memuru olarak istihdam edilmek isteyenlerin atanmak istedikleri kamu kurum ve kuruluşlarına başvurmaları gerekmektedir."

Ancak yukarıdaki yasa değişikliği ile öngörülen iş müracaatları, kamu kurum ve kuruluşlarınca dikkate alınmamakta olup cevapsız bırakılmakta veya menfi cevap verilmektedir.

Uzman Erbaş uygulamasındaki en önemli sorun alanları aşağıdadır.

- Uzman Erbaşların emekli yaşlarının artırılması,

- Ayrılanların kamu kurum ve kuruluşlarında istihdamı,

- Geçmişte yaş haddi nedeniyle ayrılmak zorunda kalanların yapılacak değişikliklerden yararlandırılması,

- Belirli hizmet süreleri sonunda diğer Türk Silahlı Kuvvetleri personeli gibi derece-kademe ilerlemesi yapabilmeleri,

- Ceza aldıklarında sözleşmelerinin feshi konusunda, en azından belirli hizmet sürelerinden sonra daha esnek ve hoşgörülü bir uygulama yapılması,

- Atanmaları konusunda diğer Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarına benzer bir sistem uygulanması,

- Eşitlik ilkesine uygun olarak belirli hizmet sürelerinden sonra diğer Türk Silahlı Kuvvetleri personeline uygulanan esaslardan yararlanabilmeleri,

- Sosyal ve ekonomik sorunlarının iyileştirilmesi.

3.- Giresun Milletvekili Murat Özkan ve 19 milletvekilinin, kurban bağışı organizasyonlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/511)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Son zamanlarda kurban fiyatlarının yükselmesiyle vekâleten kurban kesimine talep artmıştır.

Dinî hassasiyetlerin ön plana çıktığı aylar ve özel günlerde vatandaşlarımız yoğun bir reklam kampanyası ile karşı karşıyadır. Bu ilanlarda kurban fiyatı ve paraların yatırılacağı banka hesap numaraları ön plana çıkartılmakta, diğer safahatlar konusunda doyurucu bir bilgi bulunmamaktadır.

Hem suistimallerin önüne geçilmesi, hem de hayırseverlerin güvenini tesis edecek düzenlemelerin yapılması amacıyla, Anayasamızın 98'inci, İç Tüzüğün 104 ve 105'inci maddesi gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz.

1) Murat Özkan                              (Giresun)

2) Osman Durmuş                          (Kırıkkale)

3) Muharrem Varlı                         (Adana)

4) Behiç Çelik                                 (Mersin)

5) Alim Işık                                    (Kütahya)

6) Akif Akkuş                                (Mersin)

7) İsmet Büyükataman                    (Bursa)

8) Osman Ertuğrul                          (Aksaray)

9) Kamil Erdal Sipahi                     (İzmir)

10) Süleyman Latif Yunusoğlu      (Trabzon)

11) Ahmet Bukan                           (Çankırı)

12) Abdülkadir Akcan                    (Afyonkarahisar)

13) Mustafa Kemal Cengiz             (Çanakkale)

14) Mustafa Kalaycı                       (Konya)

15) Oktay Vural                             (İzmir)

16) Durmuşali Torlak                     (İstanbul)

17) Rıdvan Yalçın                          (Ordu)

18) Metin Ergun                             (Muğla)

19) Mehmet Günal                         (Antalya)

20) Reşat Doğru                             (Tokat)

Gerekçe:

Kurban kesimi İslam dininde vacip olarak görülen bir ibadettir. Vatandaşlarımızdan bazıları kurbanlıklarını kendileri bizzat kesmekte veya kestirmekte; bazıları da bir hayır kurumu vasıtası ile bu ibadetin gereklerini yerine getirmektedir.

Kurban kesimi, derilerinin ve bağırsaklarının toplanması işlemi kanun ve yönetmeliklerle düzenlenmiştir. Bu işlemleri yapabilecek kurum ve kuruluşlar ve bunlara ek olarak dernek veya vakıf gibi sivil toplum örgütleri bulunmaktadır. Bu kuruluşlar bedeli karşılığı vekaletle kurban kesmekte ve hedefleri dâhilinde bu hayırları yerlerine ulaştırmaktadırlar.

Dini hassasiyetlerin ön plana çıktığı aylar ve özel günlerde vatandaşlarımız yoğun bir reklam kampanyası ile karşı karşıyadır. Bu ilanlarda kurban fiyatı ve paraların yatırılacağı banka hesap numaraları ön plana çıkartılmakta, diğer safahatlar konusunda doyurucu bir bilgi bulunmamaktadır.

Hem suistimallerin önüne geçilmesi, hem de hayırseverlerin güvenini tesis edecek düzenlemelerin yapılmasına acil olarak ihtiyaç bulunmaktadır.

Öncelikle bu hayır işlerini yapacak kuruluşların sayısı ve nüvesi kanunla tekrar belirlenmeli ve belli bir miktarın üzerinde kesim yapabilecek organizasyonlara öncelik verilmelidir.

Belli bir kota ile sınırlı olmak kaydı şartıyla kişisel hayırların önü de açık tutulmalı; vatandaşa hareket serbestisi getirilmelidir. Bu şekilde hem vatandaş özel tercihini gerçekleştirebilmeli hem de ihtisaslaşmış kurumlar eli ile bu işe bir ciddiyet getirilmeli; daha önceki denetimlerde kusuru olanlar derhal bu organizasyonların dışına alınmalıdır.

Bu işlemi yapacak kurumlara; lojistik imkanları kanunların emrettiği büyüklükte, hijyen ve depolamaya uygun organizasyonlar olma şartı getirilmelidir.

Hayırseverlere; ödedikleri bedel karşılığında hangi kulak küpeli hayvanın, ne zaman nerede kesilip nereye teslim edildiğine dair resmî onaylı bir belgenin ulaşmasını sağlayacak bir sistem geliştirilmeli ve sürekli hizmet verebilecek bir alt yapı oluşturmalıdır.

Hangi kurum olursa olsun yukarıda belirtilen ölçekli organizasyonlara merkezî ve yerel yönetimlerden resmî görevlilerin nezaret etmesi ve yapılan işlemlerin sağlıklı yürütülmesi sağlanmalıdır.

Tüm bu gerekçelerle; kurban kesimlerinin hayırseverlerimizin gönül rahatlığı ile gerçekleştirilmesi için sorunların tespit edilmesi, çözüm önerilerinin ortaya konulması önem arz etmektedir.

4.- Mardin Milletvekili Emine Ayna ve 19 milletvekilinin, iş güvenliği ve işçi sağlığındaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/512)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İş güvenliğinin sağlanması ve işçi sağlığının korunması konusunda gerekli araştırmanın yapılması amacıyla Anayasanın 98. ve İçtüzüğün 104. ve 105. maddeleri gereğince Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasını arz ve teklif ederiz.

1) Emine Ayna                               (Mardin)

2) Fatma Kurtulan                          (Van)

3) Selahattin Demirtaş                    (Diyarbakır)

4) Sırrı Sakık                                  (Muş)

5) Ayla Akat Ata                            (Batman)

6) Bengi Yıldız                               (Batman)

7) M. Nezir Karabaş                       (Bitlis)

8) Akın Birdal                                (Diyarbakır)

9) Gültan Kışanak                          (Diyarbakır)

10) Hamit Geylani                          (Hakkâri)

11) Pervin Buldan                          (Iğdır)

12) Sebahat Tuncel                         (İstanbul)

13) Nuri Yaman                             (Muş)

14) Osman Özçelik                         (Siirt)

15) İbrahim Binici                          (Şanlıurfa)

16) Sevahir Bayındır                      (Şırnak)

17) Hasip Kaplan                           (Şırnak)

18) Şerafettin Halis                         (Tunceli)

19) Özdal Üçer                               (Van)

20) Mehmet Ufuk Uras                  (İstanbul)

Gerekçe:

İş güvenliği ve sağlığı, çalışma yaşamının en önemli başlıklarından biridir. Ne yazık ki Türkiye de bu konuda oldukça olumsuz durumdadır. Ülkemizde her yıl yaklaşık 80 bin iş kazası gerçekleşiyor. Son dört yıl ortalamasına göre ölen sayısı yılda 1200 işçidir. Ancak bu rakamlar gerçeğin tamamını değil, yalnızca bir kısmını ifade etmektedir. Ne yazık ki Türkiye'de iş kazaları, meslek hastalıkları ve bunların yol açtığı ölümler hakkında sağlıklı istatistiklerden yoksunuz.

Bu konudaki kimi sayısal değerlere bakacak olursak,

Resmî verilere göre her gün 3 kişi iş kazaları sonucu hayatını yitirmektedir.

Ortalama her iş kazası iki işçiyi doğrudan etkiliyor. Bunun sonucu 200 binin üzerinde işçi iş kazası sonucu tedaviye muhtaç hale gelmektedir.

Resmî verilere göre iş kazalarının yaklaşık % 2'si işçinin sürekli iş göremez hâle gelmesi ile sonuçlanıyor ve her iş kazasının %1,4'ü de ölümle sonuçlanıyor.

SGK'ya kayıtlı her 14 işyerinden birinde iş kazası meydana gelmektedir.

Bugüne kadar olan iş kazaları sonucu 56 bin 105 işçi hâlen sürekli iş göremez aylığı almaktadır. Bu sayı hâlen çalışmakta olan 8 milyon 505 bin kişilik sigortalı sanayi ve hizmet işçisi sayısının yaklaşık %7'sini (% 6,6) oluşturmaktadır.

Bugüne kadar iş kazasında öldüğü tespit edilen işçilerin sayısı en az 34 bin 235 kişidir.

2007'de işçi ve sendikal hareketin canlandığı bir yıldı ve grevde kaybolan iş günü sayısı 1995'den beri (12 yıldan sonra ilk kez) 1 milyon sayısını aşarak 1 milyon 353 bin'e ulaşmıştı. Halbuki o yıl iş kazası sonucu oluşan işgünü kaybı sayısı 1 milyon 942 bindi.

İş kazaları ve meslek hastalıkları, basit bir sağlık sorunu veya üretim sürecine ilişkin teknik bir mesele olarak ele alınamaz. İnsanla ilgili sosyal yanı ağır basan bir sorundur. Gerek uluslararası alana ilişkin değerlendirmeler gerekse Türkiye'de gerçekleşen iş kazaları ve meslek hastalıklarında işçilerin sorumlulukları ya yoktur ya ihmal edilecek düzeydedir. Buna karşın Türkiye'de hep üretim, işletme çıkarları ve bireysel çıkarlar işçi sağlığı ve güvenliği sorunundan önce gelmiştir.

Türkiye'de yaklaşık 7 yıldır iktidarda olan AKP iktidarında ise sorun ağırlaşmıştır. Kayıt dışı ekonomi genişlemiş, iş teftişi gevşetilmiş, diğer mevzuat dışı uygulamalara göz yumulmuştur.

Kot taşlama işçilerinin yaşadıkları, Davutpaşa yangını, Tuzla tersanelerinde yaşanan ölümler hep bu dönemin gerçeğidir.

Bu insanlar hangi koşullarda çalışıyorlar? Üretim sürecinde hangi tehlikelere maruz kalıyorlar? Ortalama ömürleri ağır iş koşulları nedeniyle kısalıyor mu? Kaç kişi üretim sürecinde ülkenin yüksek ihracat hamlesine erişmek, yüksek üretim hedeflerini gerçekleştirmek için hayatını feda ediyor? Bütün bu sorular boşlukta kalmaya devam mı edecektir? Bunu kabul etmemiz mümkün değildir.

Ağır çalışma temposu altında, iş kazası ve meslek hastalığı riski altında çalışan işçinin sağlığının korunması ve sürdürülmesi onun sosyal bir varlık olarak görülmesi ile sağlanabilir.

Buna bağlı olarak ikinci önemli nokta, yasal koruma tedbirlerinin genişletilmesidir.

Konunun bir başka yanını hukuk sürecinin ağır işlemesi oluşturmaktadır. Ağır işleyen süreç, iş kazası hukuki sürecinin işverenin lehine sonuçlanması imkânını yaratmaktadır.

En temel noktayı, sorunun bir bütünsellik içinde ortaya konularak, önceliğin işçinin yaşam ve sağlık koşullarına verilmesi oluşturmaktadır.

Bu çerçevede iş güvenliğinin sağlanması ve işçi sağlığının korunması konusunda gerekli araştırmanın yapılması amacıyla Anayasanın 98. ve İçtüzüğün 104. ve 105. maddeleri gereğince Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasını arz ve teklif ederiz.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.

Komisyondan istifa önergeleri vardır, okutuyorum:

B) Önergeler

1.- Balıkesir Milletvekili Hüseyin Pazarcı’nın, Avrupa Birliği Uyum Komisyonu üyeliğinden istifa ettiğine ilişkin önergesi (4/173)

T.B.M.M. Başkanlığına

DSP mensubu sıfatımla bağımsız kontenjandan seçildiğim Avrupa Birliği Uyum Komisyonu üyeliğinden istifa ediyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim.

                                                                                                   Prof. Dr. Hüseyin Pazarcı

                                                                                                                 Balıkesir

2.- İzmir Milletvekili Harun Öztürk’ün, Plan ve Bütçe Komisyonu üyeliğinden istifa ettiğine ilişkin önergesi (4/174)

TBMM Başkanlığı’na

DSP mensubu sıfatımla bağımsız kontenjandan seçildiğim Plan ve Bütçe Komisyonu üyeliğinden istifa ediyorum.

Gereğini arz ederim.

                                                                                                               12.01.2010

                                                                                                             Harun Öztürk

                                                                                                                    İzmir

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Gündemin “Seçim” kısmına geçiyoruz.

VI.- SEÇİMLER

A) Komisyonlara Üye Seçimi

1.- (10/67, 75, 82, 122, 141, 180, 193, 208, 216, 229, 304, 309, 320, 324, 336, 337, 342, 374, 377, 388, 404) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonuna üye seçimi

BAŞKAN – Madencilik Sektöründeki Sorunların Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu üyeliklerine siyasi parti gruplarınca gösterilen adayların listesi bastırılıp sayın üyelere dağıtılmıştır.

Şimdi listeyi okutup oylarınıza sunacağım:

Madencilik Sektöründeki Sorunların Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Üyelikleri Aday Listesi (10/67, 75, 82, 122, 141, 180, 193, 208, 216, 229, 304, 309, 320, 324, 336, 337, 342, 374, 377, 388, 404)

Adı Soyadı                                     Seçim Çevresi

                          AK PARTİ (10)

Zekeriya Aslan                               Afyonkarahisar

Mehmet Altan Karapaşaoğlu          Bursa

Mehmet Salih Erdoğan                   Denizli

Kutbettin Arzu                                Diyarbakır

Tahir Öztürk                                   Elâzığ      

Emin Nedim Öztürk                       Eskişehir

Özlem Müftüoğlu                           Gaziantep

Yahya Doğan                                 Gümüşhane

Mehmet Nil Hıdır                           Muğla

Polat Türkmen                                Zonguldak

                            CHP (3)

Halil Ünlütepe                                Afyonkarahisar

Ergün Aydoğan                              Balıkesir

Ali Koçal                                        Zonguldak

                           MHP (2)

Osman Ertuğrul                              Aksaray

Mustafa Kemal Cengiz                   Çanakkale

                            BDP (1)

Hasip Kaplan                                  Şırnak

KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yeter sayısı istiyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Karar yeter sayısı arayacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.

Birleşime beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 14.49

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.01

BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Gülşen ORHAN (Van)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 47’nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Madencilik sektörüne ilişkin kurulan Meclis araştırması komisyonu üyelikleri için gruplarca gösterilen adayların listesinin oylanmasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.

Şimdi listeyi yeniden oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.

Listeyi tekrar okutuyorum:

Adı Soyadı                                      Seçim Çevresi

                           AK PARTİ (10)

Zekeriya Aslan                                Afyonkarahisar

Mehmet Altan Karapaşaoğlu           Bursa

Mehmet Salih Erdoğan                    Denizli

Kutbettin Arzu                                 Diyarbakır

Tahir Öztürk                                    Elâzığ     

Emin Nedim Öztürk                        Eskişehir

Özlem Müftüoğlu                            Gaziantep               

Yahya Doğan                                  Gümüşhane

Mehmet Nil Hıdır                            Muğla

Polat Türkmen                                 Zonguldak

                                    CHP (3)

Halil Ünlütepe                                 Afyonkarahisar

Ergün Aydoğan                               Balıkesir

Ali Koçal                                         Zonguldak

                                  MHP (2)

Osman Ertuğrul                               Aksaray

Mustafa Kemal Cengiz                    Çanakkale

                                    BDP (1)

Hasip Kaplan                                   Şırnak

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir, karar yeter sayısı vardır.

Meclis araştırması komisyonuna seçilmiş bulunan sayın üyelerin 13/1/2010 Çarşamba günü saat 17.00'de Halkla İlişkiler Binası B Blok 2'nci Kat 4'üncü Bankoda bulunan 10 no.lu Meclis Araştırması Komisyonları Toplantı Salonunda toplanarak başkan, başkan vekili, sözcü ve kâtip seçimini yapmalarını rica ediyorum.

Komisyonun toplantı yer ve saati ayrıca plazma ekranda ilan edilmiştir.

Alınan karar gereğince sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1’inci sırada yer alan, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2’nci sırada yer alan, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

3’üncü sırada yer alan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu Başkan Vekili Kayseri Milletvekili Sayın Mustafa Elitaş ve Ankara Milletvekili Sayın Reha Denemeç’in; Serbest Bölgeler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

3.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve Ankara Milletvekili Reha Denemeç’in; Serbest Bölgeler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/541) (S. Sayısı: 446) (x)

BAŞKAN – Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada

Teklife geçici madde ilavesine ilişkin bir önerge vardır. Önergeyi okutup işleme alacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 446 Sıra Sayılı Kanun Teklifine aşağıdaki geçici maddenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

 

Mehmet Şandır

 

Akif Akkuş

Behiç Çelik

 

Mersin

 

Mersin

Mersin

 

Rıdvan Yalçın

 

 

Kadir Ural

 

Ordu

 

 

Mersin

                                

(x) 446 S. Sayılı Basmayazı 6/1/2010 tarihli 44’üncü Birleşim Tutanağı’na eklidir.

Geçici madde 1.- Serbest bölgelerde üretilen ürünlerin FOB bedelinin en az % 85'ini yurtdışına ihraç eden mükelleflerin ve serbest bölgelerde fason imalat yapan mükelleflerin istihdam ettikleri personele ödedikleri ücretler gelir vergisinden Avrupa Birliğine tam üyeliğin gerçekleştiği tarihi içeren yılın vergilendirme döneminin sonuna kadar müstesnadır. Bu oranı % 50'ye kadar indirmeye ve kanuni seviyesine kadar yükseltmeye Bakanlar Kurulu yetkilidir. Yıllık satış tutarı bu oranın altında kalan mükelleflerden zamanında tahsil edilmeyen vergiler cezasız olarak, gecikme zammıyla birlikte tahsil edilir.

Bu maddenin uygulama bulduğu süre içerisinde 3218 sayılı Serbest Bölgeler Kanununun geçici 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendi hükümleri uygulanmaz.

BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ OSMAN DEMİR (Tokat) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI ÖMER DİNÇER (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Mersin Milletvekili Sayın Mehmet Şandır, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Komisyona ve Sayın Bakana sorsak: Neye katılmadınız? Katılmadığınız bu önerge neyi getiriyor ve hangi ihtiyaca binaen böyle bir önerge verildi? İnanıyorum ki Komisyon da, Sayın Bakan da meseleyi bilmiyorlar.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Komisyon katılamaz önergeye.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Takdire bırakır.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Takdire de bırakamaz.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Değerli milletvekilleri, biraz sonra da oylarınıza sunulacak. Zannediyorum sizler de Bakanın ve Komisyonun katılmadığı bu önergeyi reddedeceksiniz.

Nedir bu önerge? Bir haftadan bu yana, on günden bu yana sayın grup başkan vekillerinizle, bu işi bilen arkadaşlarımızla tartışıyoruz. Serbest Bölgeler Yasası’yla ilgili bir teklif geldi, 2 arkadaşımızın verdiği bir kanun teklifi; serbest bölgeler esnafının talebi doğrultusunda bir kanun teklifi, bir maddelik bir kanun teklifi. Burada getirilen husus, serbest bölgelerde üretilip de yurt dışına satılan, yurt dışına ihraç edilen ürünlerin üreticisi işçilerin ücretlerinin vergiden düşürülmesiyle ilgili bir düzenleme. Bununla ilgili içeride ve dışarıdaki istisnalardaki oranları değiştiriyorsunuz.

Değerli milletvekilleri, verdiğimiz önergeyle şunu kastediyoruz, diyoruz ki: Serbest bölgelerde imalat yapan, üretim yapan fason üreticilerin bu kanunla getirilen ayrıcalıklardan faydalanmasını temin edelim.

Türkiye, gerçekten dünyada veya bölgede en küçük ekonomik kriz dalgalanmasından etkileniyorsa bunun sebebi üretim yapımızın güçlü olmamasından kaynaklanıyor, üreticimizin güçlü olmamasından kaynaklanan bir kırılganlık yaşıyoruz. Maalesef, siyasi iktidarın, Hükûmetin tüm desteği ticaretten yana, tüccar siyaset, ihracat yapandan yana. Bu ihracatı destekleyen, bu ihracatı besleyen üretime, üreticiye destek yok. İşte bu önergede diyoruz ki… Kendi teklifleri doğrultusunda… Ben bunu Sayın Bakanla, Sayın Dış Ticaret Müsteşarlığıyla da görüştüm, denildi ki: “Maliyenin bir tebliğiyle düzeltilecek. Doğrudur bu önerge ama bunu bir tebliğle düzelteceğiz.” İki yıldan bu yana düzeltilmemiş. İki yıldan bu yana serbest bölgelerdeki üretimin teşvikini ihracatçı alıyor. İhracatı artırmak için ihracatçının desteklenmesine itiraz etmiyoruz ama bu ihracatı besleyen üretimi desteklemeyi niye kabul etmiyorsunuz? Bu üretimi yapan üreticiyi, yani serbest bölgelerin içerisinde ihracata mal üreten fason üreticilerin, imalatçıların niye bu getirdiğiniz ayrıcalıktan faydalanmasına müsaade etmiyorsunuz? Bunu anlamak mümkün değil. Bunu burada anlatmalısınız. Sayın Bakan, reddettiğiniz, katılmadığınız bu önergeyi imalatçılara anlatmalısınız. Fason mal imal eden ve imal ettiği malın yüzde 85’i ihracata verilen bu emekçilere, bu insanların emeğine kamu hazinesinden destek vermeyi niye reddediyorsunuz? İhracatçıyı desteklerken üreticiyi niye desteklemiyorsunuz? Bunu anlatmalısınız.

Değerli milletvekilleri, biz bu önergeyi Mersin Serbest Bölgesinde imalat yapan fason imalatçıların talebi üzerine verdik ama maalesef Hükûmet, Sayın Komisyon, Sayın Bakan, hatta ilgili bürokratlar bunun doğru olduğunu, hak olduğunu, gerekli olduğunu söylemelerine rağmen bir türlü bu önergeyi kabul ettiremiyoruz.

Söylediğimiz hadise şu: “Serbest bölgelerde üretilen ürünlerin FOB bedelinin en az yüzde 85’ini yurt dışına ihraç eden mükelleflerin istihdam ettikleri personele ödedikleri ücretler gelir vergisinden düşülür.” deniliyor. Şimdi, bu mükelleflerin yanına, bizim önergemizle, serbest bölgelerde fason imalat yapan mükelleflerin de dâhil edilmesini istiyoruz. Bunu niye reddediyorsunuz, anlamakta zorlanıyorum. Yani siz kendi insanınızın emeğine, kendi üreticinizin emeğine destek vermekten hangi politikanın gereği…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – …hangi ekonomik gerekliliğin gereği böyle bir yola sapıyorsunuz, böyle bir konuda ısrar ediyorsunuz, bunu anlamakta zorlanıyoruz.

Şimdi, yirmi tane serbest bölgede ihracata mal imal eden fasoncular, fason imalatçılar sizlerden bir haber bekliyor. Eğer kamu hazinesinden, kamu bütçesinden birilerine teşvik veriyorsanız bu teşvikin gerçek sahibi üreticiler olmalıdır.

Bakın değerli milletvekilleri, iktidar partisi grubuna hitaben söylüyorum: İhracatın içerisinde yabancı malı, ara malı ithalatı yüzde 70’i geçti. Kendi insanımızın emeğine siz saygı göstermezseniz yabancıların ürettiklerini ambalajlar, ihracat diye satarsınız. Bununla da ülkemiz kalkınmaz, bununla da ülkeyi büyütemezsiniz, işsizliği önleyemezsiniz.

Bu önergenin kabulünü siz milletvekillerinden istirham ediyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

Bunu anlatın Sayın Bakan, niye kabul etmiyorsunuz?

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şandır.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge reddedilmiştir.

2’nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2- Bu Kanun yayımı tarihinden üç ay sonra yürürlüğe girer.

BAŞKAN – 2’nci madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Tekirdağ Milletvekili Sayın Faik Öztrak. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 446 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 2’nci maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Şimdi bu önümüzdeki teklifle Serbest Bölgeler Kanunu’nun 7’nci maddesini AKP İktidarı döneminde 3’üncü defa değiştiriyoruz. Tasarı olarak Hükûmetten gelen değişiklik önerisi daha çabuk geçsin diye bu sefer Grup Başkan Vekilinin teklifine dönüşüyor.

Şimdi, tabii burada müzakereler sırasında çeşitli sorular ortaya çıktı: Yani bunu daha önce niye yapmadınız? Bunun acelesi ne? Yani Genel Kurulun gündemi -bugün ekonomiye baktığımız zaman çok ciddi sıkıntılar yaşıyoruz, diğer alanlarda- neden bu yasayla meşgul ediliyor? Kimin için bu yapılıyor? Neden geç kalındı? Bu sorular sürekli gündeme geliyor.

Yine baktığımız zaman deniyor ki: “Çok fazla bir değişiklik olmayacak; işte, ithalattaki vergiyi indiriyoruz, buna karşılık ihracattaki vergiyi artırıyoruz, bunlar birbirini götürecek.” Ama dönüp baktığımız zaman gerçek bu değil. Özellikle yerli katma değer oranı yüksek olan, örneğin yazılım sektörünü cezalandırıyorsunuz. Yani dolayısıyla bu belli bir sektöre dönük.

Yine bu maddede, bakıyoruz, üç aylık bir geçiş süresi öngörülmüş. Üç ayda stokunu çeviren sektör hangisi? Tüm sektörler bunu çeviriyor mu yoksa üç ayda stokunu çevirebilen sektör hangisi? Stokunu eritecek, yeni rejime uyacak diye…

Şimdi, aslında mevcut iktidarın ekonomiyle ilgili tüm uygulamalarında bu soru işaretleri sürekli gündeme geliyor değerli arkadaşlarım. Sürekli belirsizlik yaratılıyor ve yaratılan bu belirsizliğin bedelini de işsiz kalan, iş bulamayan halkımız ödüyor. Bunun en son örneği Uluslararası Para Fonu ile Hükûmetiniz arasındaki ilişkiler. IMF’yle Hükûmetin imzaladığı stand-by anlaşması -ki, AKP Hükûmeti son stand-by anlaşmasını imzalamıştır- 2008 Mayıs ayında bitti. O günden bugüne kadar Uluslararası Para Fonu’yla yeni bir anlaşmanın müzakerelerini sürdürüyorsunuz. Ne zaman bir sıkıntı ortaya çıksa ekonomide, hemen Hükûmet sözcüleri “Anlaşmaya çok yaklaştık, bu iş tamam.” açıklamasını yapıyorlar, piyasalarda bir coşku ortaya çıkıyor, hazine borçlanmalarını yapıyor, ondan sonra bakıyoruz olan biten bir şey yok. Şimdi, aslında Türkiye’nin bu büyüme performansına, Hükûmetin yaptığı zamlara, işçiye, emekliye, çiftçiye verilen maaş artışlarına bakınca Hükûmet, uygulamalarıyla zaten IMF’yi aratmıyor ama her nedense IMF’yle de bir türlü anlaşma yapmıyor. Derken, birdenbire uluslararası derecelendirme kuruluşları Türkiye’nin notunu yükseltmeye başladığı noktada yeniden “IMF’yle anlaşıyoruz.” denmeye başlandı. E, notumuz yükseliyorsa, işler Başbakanın söylediği gibi iyi gidiyorsa o zaman neden IMF’yle anlaşıyoruz arkadaşlar? Şimdi, önce dikkat ederseniz zaten bu IMF’yi de piyasalar ciddi şekilde kanıksamaya başladı. Önce açıklamayı Başbakan Yardımcısı yaptı ekonomiden sorumlu olan, piyasalar buna hiç aldırmadı. Ondan sonra Hükûmet sözcüsü “Başbakan da kabul etti anlaşmayı.” dedi, onun arkasından da Başbakan “Bugün ya da yarın bu anlaşmayı imzalıyoruz.” diye bir açıklama yaptı.

Şimdi, bu anlaşmayı Hükûmet neden yapıyor? Bu konuda AKP sözcülerinin de kafası net değil. Şimdi, Hükûmet sözcüsü çıkıyor, diyor ki: “Bizim aslında IMF kaynağına ihtiyacımız yok, IMF bir referans kuruluşudur, biz o nedenle bu anlaşmayı yapıyoruz.” Buna karşılık Grup Başkan Vekiliniz çıkıyor televizyonda diyor ki: “IMF kaynağı en ucuz kaynak olduğu için biz bu anlaşmayı yapıyoruz.” Hangisi doğru? Kaynağa mı ihtiyacınız var, referansa mı ihtiyacınız var? Yani bu kriz eğer teğet geçtiyse, bu kadar kredi notunuz yükseliyorsa ne kaynağa ne de referansa ihtiyacınız olması lazım.

IMF anlaşması haberlerini ekonomi yönetimindeki birimler arasında herhangi bir koordinasyon sağlamadan ortaya çıkarıyorsunuz, bunun da çok sıkıntılı sonuçları oluyor. Bakın, sene sonu, ihracatta anlaşmaların yapıldığı bir dönemdeyiz. Bu tür haberler ortaya çıktığı zaman kurlar aşağı çekilmeye başlanıyor, Türk lirası değer kazanıyor.

Şimdi, 30 Aralık tarihinde diyelim 100 bin lira elde edeceğini varsayan bir ihracatçı -mevcut kurlarla, euro-dolar sepetini yüzde 50-yüzde 50 alalım- on gün içinde, bu haberler nedeniyle kurun yüzde 3,2 değer kaybetmesi ya da Türk lirasının 3,2 değer kazanması sonucunda eline geçen paranın 96.700 lira civarına düştüğünü gördü.

Şimdi bakın, zaten çok düşük marjlarla, kâr marjlarıyla ihracat yapılmaya çalışılıyor. Bütün dünya diyor ki: “Bu gelen aşırı sermaye akımları ve buna bağlı olarak yerli paraların özellikle yükselen piyasa ekonomilerinde değerlenmesi, bu ekonomilerin krizden çıkışını yavaşlatıyor.” Rusya bu konuda tedbir almaya çalışıyor, Brezilya aldı, Çin alıyor, daha yeni karşılık oranlarını artırdı; biz ise seyrediyoruz hatta Türk parasının değer kazanmasından büyük bir memnuniyet duyuyoruz.

Değerli milletvekilleri, şunu söyleyeyim: Bakın, bu kur politikası bu ülkede çok ciddi bir sömürüye yol açıyor. Biz kendi üreticimizi, kendi çiftçimizi, kendi iş adamımızı, kendi iş gücümüzü cezalandırıyoruz, buna karşılık yabancılara da çok büyük paralar kazandırıyoruz. Şu son on gün içinde kurdaki değer kazanması nedeniyle Türkiye’ye para getiren bir yatırımcı, bırakın faizleri bir yana, durduğu yerde on günde yüzde 3 para kazandı dolar olarak. Bunun böyle devam etmesi mümkün değil.

Şimdi, yine bu IMF’yle ilgili yapılan son açıklamalara bakıyorum; önce, Hükûmet sözcüsü “Anlaşıyoruz.” dedi, Başbakan “Bir gün ya da bir hafta içinde anlaşıyoruz.” dedi. Bu açıklamalar yapıldı, piyasalar yeniden coştu ve siz, “Çok iyi biliriz biz IMF’yle müzakere etmeyi.” iddiasında olan AKP, topu tuttu IMF’nin ayağına attı.

Şimdi, ne olacak? Bu kadar bu piyasalar yükseldi, derecelendirme kuruluşları bu beklenti içinde notumuzu artırdı. Bundan sonra bu anlaşmadan geri dönemezsiniz. O zaman ne oldu? Şimdi IMF diyor ki: “Enerjiye zam yapın, elektriğe zam yapın, enerji kuruluşlarının arasındaki borçları ödetin.” E, hani siz bu müzakere taktiğini çok iyi biliyordunuz? Yani müzakere edilirken heyet Türkiye’ye çağrılmadan, o çağrıyı kabul etmeden böyle bir açıklama yaptığınız zaman olacak olan budur.

Şimdi, bütün bu belirsizlik yaratmanın, sıkıntı yaratmanın tabii bu ekonomiye çok ciddi bir maliyeti var.

Baktım, Sayın Başbakan dün diyor ki: “Biz bu krizi çok iyi yönettik, en iyi yöneten ülkelerden biriyiz; uluslararası kuruluşlar da bunu böyle söylüyor, Dünya Bankası da bunu böyle söylüyor.” Arkadaşlar, burada izah ettim, açıkladım Dünya Bankasının böyle bir şey söylediği yok, tam tersi Dünya Bankası diyor ki: “Türkiye, en çok şirket batıran ülke, yani piyasadan çıkan şirket sayısının en yüksek olduğu ülke.” Anadolu Ajansımız çıkıyor ortaya, yanına bir “krizden” koyuyor, diyor ki: “Türkiye krizden en hızlı çıkan ülke” oluyor.

Yine bakıyorum, üç gün önce Anadolu Ajansı yine servis yapıyor: “IMF heyeti çağrıldı, bugün yarın geliyor.” Nerede? Nerede? Yani bütün bu belirsizlikler, bu istikrarsızlık sonucunda ne oluyor? Türkiye’yi, 2002 yılında 149 ülke arasında 29’uncu sırada büyürken devraldınız, 2007 yılında 100’üncü sıraya düşürdünüz, kriz yoktu. E, bu iyi yönetmekse kötü yönetmek nasıl oluyor, onu bana birileri bir söylesin. 2009 yılında da 136’ncı sıraya düşürdünüz. E, krizi iyi mi yönettiniz, 100’üncü sıradan 136’ya…

Şimdi, 2010 yılında 65’inci sıraya yükselteceksiniz, öyle gözüküyor, yükselecek ama ondan sonra: 2011’de 87’nci sıra, 2012’de yeniden 116’ncı sıra. Sizin Orta Vadeli Program’da vermiş olduğunuz büyüme hedefleriyle ortaya çıkan tablo bu. Bu çok net bir şey gösteriyor: Bu İktidarın, dünyada değişen yeni ekonomik koşullar karşısında üretecek hiçbir reçetesi yoktur. Yani, 2001 yılında Türk ekonomisi kriz sonrasında yüzde 5,7 oranında daraldı, 2002 yılında büyüme yeniden yüzde 6,2 oldu. Şimdi ortada bu iddiada bir program yok, Türkiye’yi toparlama iddiasında bir program yok. Onun için burada sıkıntı son derece büyük.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

FAİK ÖZTRAK (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Enflasyon konusunda da, bakın, bütçenin daha mürekkebi kurumadı. Orada diyordunuz ki: “2009 yılında yani geçtiğimiz yıl enflasyon yüzde 5,9 olacak.” Gerçekleşme yüzde 6,53. Şimdi bu veriyle, bu enflasyon verisiyle bizim ülkemiz yine bu 149 ülke arasında enflasyonu en yüksek 44’üncü ekonomi yani üçte 2’si, gelişmekte olan ekonomilerin durumu bizden daha iyi. Yine bizim gibi enflasyonu hedefleyen dünyada 25 tane ülke var. Bu 25 ülke arasında Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası en yüksek enflasyon oranını hedefliyor. Şimdi, bakıyorum, konuşmalarınızda sözcüleriniz sürekli “Biz enflasyonu düşürdük, enflasyonu düşürdük.” diye övünüyorsunuz. Şimdi, siz iktidara gelmeden önce uygulamaya konulan programda enflasyon bir yılda yüzde 68,5’ten 29,7’ye düştü yani 39 puan. Siz dokuz yılda ne düşürdünüz: 6,53’e yani 23 puan. Arkadaşlar, burada da ciddi bir sıkıntı söz konusudur.

Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Öztrak.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Tokat Milletvekili Sayın Reşat Doğru. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA REŞAT DOĞRU (Tokat) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 446 sıra sayılı Serbest Bölgeler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin 2’nci maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

1985 yılında Serbest Bölgeler Kanunu dört temel gerekçeyle kabul edilmişti: Genelde istihdam yaratacak yeni yatırımlar oluşturmak, ihracatı artırmak, yeni sermaye ve teknoloji girişini sağlayarak ekonominin girdi ihtiyacını ucuz ve düzenli şekilde temin etmek ve dış ticaret finansman imkânlarından daha fazla yararlanmak. Ayrıca ithalatı ucuzlatmak da amaçlarından birisidir.

Kanun, bu amacın oluşabilmesi için, bu bölgelerde vergi, resim, harç gümrük ve kambiyo mükelleflerine dair hükümlerin uygulanmamasını öngörmüştür. Ancak bu Kanun’la, haksız rekabet ve bazı vergilerin alınmaması gibi durumlar ortaya çıkınca, çeşitli değişikliklere uğramıştır.

Sayın Milletvekilleri, Kanun’un amacına uygun olarak, ülke ekonomisinin en önemli unsuru olan ihracatı geliştirmek ve artırmak için serbest bölgeler kurulmuştu. Kuruluş amacına uygun olarak serbest bölgeler, ihracat odaklı üretim yapmalıdır. Bundan dolayı da burada faaliyet yapan firmalar reel manada desteklenmeli, üretim ve istihdamın artırılması temel amaç olmalıdır. Ayrıca Kanun’da değişiklik yapılması gerekiyorsa vakit de kaybedilmemelidir.

Biraz önce Grup Başkan Vekilimiz Mehmet Şandır Beyefendi’nin söylemiş olduğu bu kanunda fason üreticilerin desteklenmesiyle ilgili önergesinin desteklenmesini, burada çıkartılmasını bekliyorduk ancak ne hikmetse Meclisimiz ve Hükûmetimiz bu önergenin kabul edilmesi noktasını kabul etmediler. Bundan dolayı da tahmin ediyorum ki, serbest bölgelerdeki esnaflar bu konuyla ilgili olarak da bundan üzülmüşlerdir diye düşünüyorum. İnşallah bu telafi edilebilir.

Ancak serbest bölgelerdeki ticarete baktığımız zaman çok önemli bir durumla karşı karşıyayız. Serbest bölgelerden devamlı yurt içine mal satışı artıyor, yurt dışına ihracatın da azaldığı görülüyor. Ayrıca, serbest bölgeye girişler, yurt dışından yıllara sari olarak arttığı, yurt içinde ise mal girişinin azaldığı görülüyor. Bu da kaçakçılık zemininin oluşmakta olduğunu gösteriyor. Bunların sonuçları olarak -birçok sonuç gibi- Hükûmet ihracatımızı ithalata bağımlı hâle getirmiştir. Bu gidişin önüne geçilmezse, ülkemiz çok daha kötü günleri görecektir. Son yıllarda ekonominin lokomotifi olan sanayi sektöründe de yatırım ve üretim neredeyse durma noktasına gelmiştir.

Sayın milletvekilleri, bugün ülkemizin en önemli sorunu yatırımsızlık, üretimsizlik ve sonuçta işsizliktir. Bugün neredeyse her 4 kişiden 1’i işsizdir. Ülkemize yabancı para girişi çok yüksek diye övünüyoruz ancak giren paralar ülkemizde neler yapmakta, hangi yatırımlarda kullanılmaktadır?

Ülkemizde bugün ihracatımızın büyük kısmı ithalata dayanmaktadır. Bu konu mutlaka çözülmelidir. İthal girdilerini yurt içinde üretim yaparak karşılamalıyız. Bugün sanayimiz, üretim tesislerimiz bunu yapabilir, reel teşviklerle bunları sağlayabiliriz.

Sayın milletvekilleri, serbest bölgeler başta olmak üzere ülkemize gelen yabancı sermaye tüketim ekonomisi yerine teknolojik gelişmeyi, yenileşmeyi, verimliliği ve istihdamı esas alan yatırımlara yönlendirilmelidir. Bugünlerde Hükûmet tarafından IMF ile anlaşmanın yapılmakta olduğu ifade ediliyor. IMF ile nasıl anlaşma yapılacak, borçlanma nasıl olacak göreceğiz. Mademki tekrar borçlanıyoruz, o zaman alınacak paraların yatırıma sevk edilmesi gerekir diye düşünüyorum. Yabancı sermaye için bir çekim gücü oluşturulabilir Türkiye’mizde. Bunun için de iyi bir tanıtım ve altyapı oluşturulması gereklidir. Bugün ülkemizde neredeyse tamamen tüketim ekonomisine geçilmiş, üretim ekonomisi unutulmuştur. Ülkemize her gün yeni yeni bankalar girmekte bankacılık sektörü yabancıların eline tamamen geçmek üzeredir.

Sayın milletvekilleri, ekonomik kriz reel sektörde başlamış, finans sektörü etkilenmemiş gibi görünmektedir. Ancak tüm kredilerin geçtiğimiz ay itibarıyla yüzde 6’sı ödenmemiştir. Bu durum yüzde 7,5’a çıkarsa o zaman finans sektörü de büyük krize girecektir. Bu da ülkemizde büyük yıkıma sebep olur.

Sayın milletvekilleri, ayrıca yabancı büyük şirketlerin ülkemizde hipermarketler satın alması perakende sektörümüzü bitirme noktasına getirmiştir. Esnaf ve sanatkârımız her yönüyle ekonomik ve sosyal hayatımızın en önemli unsurlarından birisidir. Büyük şehirlerden orta ölçekli yerlere, kasabalara kadar hipermarketler şube açmaktadır. Her kurulan hipermarket şubesi altmış yetmiş küçük esnafın kapanmasına sebep olmaktadır. İşte bu şehirlerden birisi de Tokat ilidir. Tokat ili ilçeler dâhil nüfus kaybının her gün arttığı, ekonomisinin iflasa gittiği ortamlara doğru süratle gitmektedir. Tokat ilinde altı yedi yıldır üretime dayalı hiçbir yatırım yapılmamıştır. Organize sanayidekiler başta olmak üzere ildeki bütün işletmeler bir bir kapanmaktadır. Sigara fabrikasından sonra Turhal Şeker Fabrikası da özelleştirilme ile satılmaktadır. “Sigara fabrikası kapatılmayacak.” diye çok iddialı söylemler olmuştu ancak sigara fabrikası da Sena Tekstil, Reşadiye RESÜT, Konektaş gibi büyük firmalar kapanmıştır. Bugün de şeker fabrikaları satılıyor. İktidar yetkilileri “Fabrika kapanmayacak, üretim yapılacak.” diyorlar ancak aynı söylemler sigara fabrikası için de söyleniyordu ama sonuçta kapanmıştır. Halk şeker fabrikalarının kapanmamasını, özelleştirilmemesini, halkın elinde kalmasını istiyor; çiftçi de şeker pancarı üretimine devam etmek istiyor. Özellikle şunu söylemek istiyorum ki yaklaşık olarak ülkemize 1 milyon tonun üzerinde kaçak şeker girdiği ifade ediliyor zaman zaman.

Bakınız, şu anda, işte, sanayide kullanmakta olduğumuz kolalı içecekler veyahut da bisküvi fabrikaları yahut da işte, meyve suları gibi şekerin kullanılmış olduğu çeşitli yerlerdeki şekerin hangi neviden olduğunu o kutuların üzerine -yani acaba şeker pancarından mı, şeker kamışından mı, tatlandırıcıdan mı imal edilmiş şeklinde- eğer yazabilmiş olsaydık belki de şu anda şeker fabrikalarının satılmasına gerek kalmayacak ve beraberinde de işte, işçilerimizin mağduriyetiyle karşı karşıya kalmayacaktık.

Sayın milletvekilleri, ancak Hükûmet yetkilileri özelleştirmenin çok önceden kararlaştırıldığını söylüyorlar. Bu doğru değildir. Siz tek başına iktidarsınız, neyi eksik, neyi yanlış görürseniz düzeltmek mecburiyetindesiniz. Artık mazeret zamanı değil, iş yapmak zamanıdır.

Tokat ilindeki durumun benzerlerini ülkemizin her tarafında görüyoruz. Ülkemizin her tarafı işsizlikten yıkılıyor. İnsanlar, asgari ücretin yarısına bile iş bulmak için nasıl mücadele ediyorlar. Hükûmet olarak ne yapacaksanız yapın, insanlar sizden hizmet bekliyorlar.

Ancak halkın bu iktidara verdiği yetkinin iyi kullanılmadığı da artık görülmüştür. Sosyoekonomik gündemde istihdam, işsizlik en önemli sorun olduğuna göre, serbest bölgeler başta olmak üzere, üretime yönelik yatırımlar yapılmalıydı. Ayrıca, yeni yatırımların yanında kapanan fabrikalar, işletmeler ciddi desteklenerek ekonomiye mutlaka kazandırılabilir idi. Bunlar ülkemizin millî varlıklarıdır.

Bugün Tokat ili Reşadiye ilçesinde insanların bir araya gelerek kurdukları RESÜT maalesef batmıştır, insanların birikimleri kaybedilmiştir. Bunları mutlaka bir yöntem bularak kurtarmalıyız. Reşadiye’deki yatırım yapan o küçük esnaf, o yatırım yapan insanların hepsi “Acaba nasıl bir şekilde ben biriktirmiş olduğum paraları kurtarırım.” şeklinde beklentiler içerisindedir. İnanıyorum ki Hükûmet, bu tür işletmelerin hepsine şöyle bir bakarak, onlara çeşitli yaklaşımlarla beraber kurtarılması noktasında adım atar.

Sayın milletvekilleri, işsizlik sadece ekonomik değil sosyal bir sorundur. Son açıklanan yüzde 13,4 işsizlik rakamı reel değildir. Türkiye’miz çok genç nüfusa sahiptir. Genç nüfusta işsizlik çığ gibi büyümektedir. İşsizliğin yanında, işi olanlar da bunu kaybetme korkusu ile yaşamaktadırlar. Bu da insanlarımızda psikolojik sorunlara sebep olmaktadır. Bugün bu durumu Tekel işçilerinde görmekteyiz. Tekel işçileri haklı bir şekilde işte, hak mücadelesi, alma mücadelesi yapıyorlar ancak seslerinin duyulduğunu da söyleyemiyoruz.

Bakın, önümüzdeki günlerde, cuma, cumartesi ve pazar itibarıyla Tekel işçilerinin oturma eylemi olacak, akabinde de sesleri duyulmazsa bu eylemlere pazartesi günü açlık grevi şeklinde başlayacaklar. Yani bunu şunun için söylemek istiyorum: Gelin, bu insanların haklı taleplerini yerine getirelim. Bunlar ekmek mücadelesi veriyorlar, hak mücadelesi veriyorlar. Çocuklarının hakkını ve rızkını istiyorlar. Bunlara, daha önceki yaptırmış olduğumuz özelleştirmelerdeki gibi, hakkının verilmesinin ne mahzuru var ki? Karda, kışta kıyamette bu soğuk içerisinde bu mücadelenin verilmesi aynı zamanda bunların demokratik hakkıdır. Bunlara yer bile göstermiyoruz. Bakın, şu anda Hükûmet bunların yapacakları demokratik haklarının veyahut hukuka uygun şekilde mücadelelerinin oluşabilmesi için bir yer gösterilmesi, bu yerin bile gösterilmediğini biz görüyoruz. Niye bunlara yer göstermiyorsunuz? İşte, Kızılay’da bir caddenin üzerinde orada eylemler yapmaya çalışıyorlar. Bunlara da diğer sivil toplum kuruluşlarına verildiği gibi bir yer gösterelim, onlar mücadelelerine devam etsinler çünkü haklı mücadeleleri var ve onlar aş ve iş mücadelesi veriyorlar.

Sayın milletvekilleri, dinamik bir girişimci topluluğu oluşturabiliriz. Gençlerimize sahip çıkarak dünyaya açılım yapmalıyız. Cumhuriyet tarihinin en kötü işsizlik durumu ile karşı karşıyayız. Şu anda tarımda çalışan işsizleri de katarsak neredeyse dünyada işsizlikte lideriz.

Toplumumuzu yıkım projeleri ile meşgul edeceğinize, reel politikalarla gençlerimizi dünyaya açalım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

REŞAT DOĞRU (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Ülkemizin zenginliği çok çalışmamıza, üretmeye ve dünyaya açılmaya bağlıdır. Türkiye’miz dünyanın en önemli, en stratejik yerinde bulunmaktadır. Artık lider ülke, büyük Türkiye mutlaka olmalıdır. Gereksiz zaman kaybını aşıp, suni gündemleri bir kenara bırakıp, reel yaşam gündemine gelmeliyiz. Çiftçi, işçi, emekli, esnaf iş adamı artık yüzlerinin gülmesini bekliyorlar. Bu da bizleri sorumlu duruma getiriyor. Artık millî ekonomik program uygulanmalıdır. Türkiye merkezli yeni bir medeniyet ve yeni bir dünya tesis edilmesinin zamanı gelmiştir.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak dünyada söz sahibi olan, teslimiyetçi politikalardan uzak yeni bir dünya düzeni kurulmasını istiyoruz. Bu da önümüzdeki dönemde milliyetçi iradenin, millî irade olarak sandıklara yansıması olacaktır diyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Doğru.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Kayseri Milletvekili Sayın Mustafa Elitaş. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Biraz önce Sayın Grup Başkan Vekilimizin verdiği geçici madde ilavesiyle ilgili önergesinde söylediği, “Niye bunu kabul etmiyorsunuz?” diye ifade ettiği bir cümle vardı. Bu, bir, teknik olarak mümkün olmadığından ifade etmeye çalıyorum.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Yok, mümkündür Sayın Elitaş.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Sayın Şandır, dinlerseniz, ben niye teknik olduğunu ifade etmeye çalışacağım.

Birincisi “Komisyon Başkanı niye kabul etmedi?” diyorsunuz. Komisyon Başkanının oradaki görevi, Komisyondan çıkan kanun tasarı veya tekliflerinin virgülüne dokundurtmamak. Eğer oradan…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Hayır, öyle bir şey yok.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Eğer oradan…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Öyle bir şey yok efendim.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Sayın Aslanoğlu…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Takdire bırakabilir.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Sayın Aslanoğlu, İç Tüzük’ü okursanız bilirsiniz, yoksa bilen arkadaşlarınıza sorun.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Ne demek efendim?

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Komisyonun görevi, komisyon üyesi arkadaşlarımızın, Plan ve Bütçe Komisyonunda veya diğer komisyonlardaki kanun tasarı ve teklifleri üzerinde Komisyon Başkanının tek yetkisi “kabul etmemek”tir. Eğer komisyon üyeleri oraya oturursa…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Niye takdire bırakıyor o zaman?

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – …yeterli çoğunluğu 21 üyeyle temin ederlerse Komisyon Başkanına Meclis Başkan Vekili sorar, “Komisyon çoğunluğuyla katılıyor mu?” der, sayılır, komisyon çoğunluğuyla katılıyorsa kabul eder.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Öyle yapalım o zaman.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Ama Hükûmet “takdire bırakmak”ta, “kabul edip etmemek”te serbesttir.

Niye bu iki yönden eleştiri haksız? Teknik olarak hatalı olduğunu ifade etmek istiyorum. Bakınız, 3218 sayılı Kanun’da 2008 tarihinde yapılan bir değişiklik var. Bu değişiklikle 5810 sayılı Kanun’un 7’nci maddesi diyor ki: “3218 sayılı Serbest Bölgeler Kanununun geçici 3 üncü maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.” Orada bir geçici 3’üncü madde var. Tekrar bir geçici madde ilave ediyoruz aynı Kanun’a biz, 3218 sayılı Kanun’a. Ne farkı var? Sayın Şandır’ın siyah puntolarla işaret ettiği ve “…serbest bölgelerde fason imalat yapan mükelleflerin…” Diğer cümlelerin, kelimelerin tamamı aynı. Şimdi, 3218 sayılı Kanun’da geçici 3’üncü madde var, ilave olarak geçici 1’inci madde koymuşuz. Aslında bu, geçici 1’inci madde olarak buradan oraya intikal edecek -intikal hükümleri içerisinde olması lazım- aynı sözcükleri ifade eden ikinci bir geçici madde ilave olmuş olacak.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – İkinci fıkrasını okuyun.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Sayın Şandır, siz eğer 5810 sayılı Kanun’u bulursanız aynı maddenin, aynı ifadelerin orada olduğunu göreceksiniz, yani aynı şeyleri ifade eden, aynı kelimeleri, virgülünü ifade eden ikinci bir geçici madde… Sadece “…ve serbest bölgelerde fason imalat yapan mükelleflerin…” ibaresini koyuyoruz. Aradaki fark bu.

Bizim size itirazımız, konuştuğumuzdaki ikinci itirazımız da şu… Ben de inanıyorum, vergici arkadaşlarımızla bu konunun böyle olması gerektiğine kanaat getiriyoruz, hatta fason üretimin ne olduğunu, üretim içerisinde fasonun da aynı anlamda değerlendirilmesi gerektiğini söylüyoruz, fakat Maliye Bakanlığının verdiği bir mukteza çerçevesinde, fason imalatın üretim kapsamı içerisinde olmadığı ve bundan dolayı da serbest bölgelerde verilen -sigorta işveren hissesinin- muhtasar verginin indirilmesi konusundaki muktezadan dolayı verilmediği ifade ediliyor. Bununla ilgili bir düzenlemeyi yapalım ama teknik hatayı yapmayalım.

Bakınız, geçen birlikte yaptığımız, Sayın Meclis Başkanının “Geri göndereceğim.” dediği, Plan ve Bütçe Komisyonunu tekrar birlikte, Cumhuriyet Halk Partisi, siz ve bizim toplanarak oraya koyduğumuz, İç Tüzük 35’inci maddeye aykırı olan düzenlemeyi olağanüstü toplanarak tekriri müzakereyle geri çıkardık. Bu da aynı anlamı ifade ediyor. Geçici madde diye söylediğimiz şey, mükerrerliği getirip… Yani yasayı yaparken biraz daha teknik meselelere bağımlı kalmamız lazım, bağlı kalmamız lazım.

İkinci mesele, benim itiraz ettiğim husus şu, eğer şuradan okursak, sizin yaptığınız düzenlemeden: “Serbest bölgelerde üretilen ürünlerin FOB bedelinin en az % 85'ini yurtdışına ihraç eden mükelleflerin ve serbest bölgelerde fason imalat yapan mükelleflerin istihdam ettikleri personele…” Şimdi, birinci unsur ne, “ve”ye kadar sizin koyduğunuz duruma kadar birinci unsur ne? Serbest bölgelerdeki yapılan bütün imalatın personel üzerinde ödedikleri ücretlerden -eğer yüzde 85’ini ihraç ediyorsa- alınan vergiler istisna edilsin. Siz “ve” diyorsunuz, yüzde 85’i kapsam dışına koyuyorsunuz, bakın burada o var, yüzde 85’i kapsam dışına koyuyorsunuz, serbest bölgelerdeki fason imalat yapan ister ihracat yapsın ülke dışına, isterse ülke içine göndersin, isterse serbest bölgesinde ülke içine imalat yapan birisine yüzde 1 de olsa, yüzde 3 de olsa mal versin, tamamı istisna hükmüne tabi olsun. Bakın Sayın Şandır, teknik olarak buradaki söylediğiniz bu. Serbest bölgelerdeki yapılan fason imalatın tamamını biz ne kadar imalat ihracat yaparsa yapsın o şartı kaldırıyoruz, yani 12/11/2008 tarihindeki 5810 sayılı Yasa’yla düzenlediğimiz yüzde 85’lik, Bakanlar Kuruluna yüzde 50’ye kadar indirme yetkisini verdiğimiz düzenlemeyi tamamen kaldırıyoruz, fason imalatı olduğu gibi teşvik kapsamı içerisine alıyoruz. Ha alınabilir mi? Alınabilir ama bunu tartışabiliriz.

İşin esası şu: Teknik olarak mümkün olmayan bir şeyi burada getirmek, iktidar olarak bizim, muhalefet olarak sizlerin de söylediğimiz, İç Tüzük’e aykırı olan önergeleri burada kabul etmemek. Bununla ilgili de uğraş veriyoruz, mücadele ediyoruz, bu, geçici madde olsa dahi. Aslında ben, geçici madde olan bir şeyin de Plan ve Bütçe Komisyonunun üyelerinin… Ki, geçici maddeler artık kalıcı madde hâline geliyor. Bir geçici madde düşünün ki, yani ilanihaye gidebilecek. Avrupa Birliği ile uyum sürecinin imzalandığı, Avrupa Birliğine tam üye olduğumuz süre ne zaman? 2015-2019. Eğer, Avrupa Birliğine üye değilsek, bu, ilanihaye gidecek. Böyle geçici bir madde olur mu arkadaşlar? Hep söylediğimiz, tartıştığımız geçici maddenin geçici maddenin geçici bir hüküm ifade etmesi ve o hüküm gerçekleştikten sonra da artık bitmesi anlamına geliyor. Aslında doğrusu, Sayın Başkanlık Divanı ve Meclis Başkanlığının bu konuyu değerlendirmesi lazım. Aslında, belki, bu konuyla ilgili burada bir tartışma yapılması gerekebilir. Geçici madde de olsa, Plan ve Bütçe Komisyonu üyelerinin yeterli çoğunluklarıyla, salt çoğunluklarıyla katılmadıkları maddelerin -ek maddede nasıl ki salt çoğunluk isteniyorsa geçici maddede de salt çoğunluk istenerek- burada, her zaman, her yerde, geçici maddeyle kanunun, hükûmetten gelen tasarı şeklinde veya başka şekilde değiştirilmesinin uygun olmadığı kanaatinde olduğumu ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, bakınız, bu binde 1’le ilgili biraz sonra bir arkadaşımızın değişiklik önergesi gelecek, bazı arkadaşlarımız da soruyorlar, diyorlar ki: “Kanun niye üç ay sonra uygulanıyor?” Plan ve Bütçe Komisyonunda Afyonkarahisar milletvekili arkadaşımız çok iyi niyetlerle bir önerge teklif etti; onu, muhalefetten milletvekili arkadaşlarımız da uygun gördüler, dediler ki “Doğru söylüyorsunuz.” Aslında, bu, bir manada, eğer, siz, şu andaki şeyleri, ithalatla ihracat yapanların üç aylık sürelerini, orada imalat yapan sektörde çalışan insanlara fayda sağlama gayretiyle bir kısmını şu anda uygulayalım, bir kısmını üç ay sonra uygulayalım diye… Çünkü amaç, oradaki sanayiciyi koruyabilmek, haksız rekabeti, birbirleri arasındaki rekabeti önleyebilmek. Nasıl rekabet oluyor? Şu anda, serbest bölgeye getirilmiş, stoklarında mal bulunan, yardımcı malzeme bulunan, imalatta kullanılmak üzere yurt içinden veya yurt dışından getirilmiş ve yurt dışına gönderilecek mallarla ilgili, ödedikleri binde 5’lik kısmın stoklarını eritip, bugünden itibaren, kanun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren alanlar yönünden olumsuz bir şartın ortadan kaldırılması amacıyla üç aylık bir geçiş dönemi veriliyor. Binde 1’lik uygulama hemen uygulamaya geçiyor ithalatçı yaptığında ama ellerindeki stokları belirli bir zaman içerisinde eritebilsinler, o binde 5’lik kısım da… Bakın arkadaşlar, “Kime peşkeş çekiliyor, ne oluyor?” diye ifade ediliyor ama 1 milyar dolar ihracat yapılan yerde binde 5’le binde 1 arasında 4 milyon dolarlık bir fark var. 1 milyar dolar ihracat yapacak bir işletmenin 4 milyon dolarlık yapacağı… 10 milyar dolar ihracat yapılacaksa bunun 40 milyon dolar… Zaten serbest bölgelerdeki yapılan ihracatın tamamı 10-12 milyar dolar. Yaklaşık 24 milyar dolarlık kısmın yüzde 7’lik kısmı -Sayın Şandır’ın söylediği gibi- ihracat olarak gidiyor. Burada giden rakamın hepsi bu.

Bir de bir milletvekili arkadaşımız… Burada üzüldüm, arkadaşlarımız “Bunun arkasında ne var?” diye söylüyorlar.

Şimdi, değerli milletvekillerim, bunun arkasında hiç kimseye bir menfaat temini yoktur.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Vardır vardır, olmadan yapmazsınız siz.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Hangi şirketler yararlanıyor sayar mısınız?

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bakınız, şu anda iyi niyetle verildiğini düşündüğüm bu önergenin…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum.

Buyurun lütfen.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – …mesela teknik olarak bir hatasını ifade ediyorum. Belki Sayın Şandır düşünmeyebilir ama benim iki buçuk yıldır tanıdığım Sayın Şandır’ın… Bunu, fason imalatçıların, dışarıda da içeride de binde 1’lik, binde 5’lik fason imalatı yapan birisinin bu vergi imkânından faydalanarak kimlere imtiyaz sağlandığını, imkân sağlandığını söylemek yanlış olur ama…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Söyleyin.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Hayır, yanlış olur, söylüyorsun diye değil.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bakınız, ben söylemiyorum, ben Sayın Şandır’ın bu şekilde bir şey yapacağını ifade etmiyorum, etmem de. Görmediğim sürece, bilmediğim sürece, duymadığım sürece ifade etmem ama başkalarının kalkıp da burada “Kime ne menfaat temin ediyorsunuz? Kime ne peşkeş çekiyorsunuz?” diye ifade etmeleri yanlış olur. Hele, yedi yıldır tanıdığım Divan Üyesi Yaşar Tüzün’ün söylediğine 3’üncü maddede de cevap vereceğim, inşallah Yaşar Tüzün Bey kardeşimiz burada olur, o cevabı da dinler, ona göre de kim kulağına üflediyse kulağına üfleyenin kulağını çeker.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Elitaş.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkanım, sataşma ötesinde kafa karışıklığı var.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sataşma değil Sayın Şandır. Adını söylemeyip bir de “Adını söyledim.” dersin.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Hatip, benim önergem üzerinde uzun uzun milletin kafasını karıştıracak bilgiler verdi...

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Kafa karıştırma değil düzeltme yaptım Sayın Şandır.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – …dolayısıyla söz hakkı istiyorum.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Grubunuz adına konuşun şimdi.

BAŞKAN – Buyurun, iki dakika…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – İki dakika yetmez.

BAŞKAN – İki dakika verebilirim, hep öyle yaptık.

Buyurun Sayın Şandır.

VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Elitaş çok da iyi biliyor aslında, hani bir söz vardır “Çobanın gönlü olursa tekeden teleme çalar.” diye. Bu konuyu çok da iyi biliyor ama yapmamak için öyle kendisine de yakışmaz, beni de ilzam edici sözler söylüyor.

Benden bunu kimin istediğini çok açık, net, baştan söylüyorum, Mersin Serbest Bölgesinin ihracata çalışan, Serbest Bölgede imalat yapan fason üreticiler. Adlarını bilmem, Dernek; Derneğin yazısı burada. Bu yazı size de geldi. Bu talep, doğrudan bu işin emekçilerinin, sahiplerinin bizden talebi, bu Meclisten talebi. Dedikleri şey şu: “Biz üretiyoruz, ihracatçıya veriyoruz, bunun teşvikini veya istisnasını ihracatçı alıyor. Bunu bize de sağlayın.” Şimdi, ben bunu size çok samimiyetle getirdim.

Değerli milletvekilleri, bilmeniz için söylüyorum: Sayın Canikli’ye hemen getirdim. Cumhuriyet Halk Partisinden de bu konuda üstat olarak anılan Akif Hamzaçebi’yi de çağırdılar “Bu doğrudur.” dediler. Geldik, Sayın Bakanla, sayın bürokratlarla da konuştuk “Evet, bu doğrudur, yapılmalıdır ama bir tanım yapalım. Serbest bölgede ihracata çalışan, üretiminin de yüzde 85’ini ihracata veren fason imalatçıları da kapsayacak şekilde düzenleyin.” denildi. Üç tane önerge düzenledik, önlerine koyduk, “Öyle değil böyle olsun.” denildi ve önergeyi istedikleri şekilde düzenledik, hatta dedik ki: “Gelin, siz de imzalayın.” Şimdi, Sayın Bakan kabul ediyor, sayın bürokratlar kabul ediyor, “Bu önerge doğrudur, haktır ve gerçektir.” deniliyor, kendileri de kabul ediyor. Hatta şimdi Sayın Bakan bana diyor ki: “Biz, bunu Maliye tebliğiyle düzenleyeceğiz.” Yani “yanlış” demiyor. Şimdi buradan kalkıp Sayın Elitaş’ın böyle gezeleyerek yani yakışıksız beyanlarla beni de…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Sayın Başkanım, tamamlayayım.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Sayın Başkanım, yani böyle, işte, bizi de ilzam edecek şekilde, ustalıkla töhmet altında bırakacak şekilde bu konuyu…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sizin söylediğiniz netlikte söyleyeyim ben de bir dahaki sefere. Bana söylediğiniz netlikte söyleyeyim.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Bakın, töhmet altında kalırsınız. AKP Grubu için söylüyorum, hem hak diyorsunuz hem doğru diyorsunuz hem kabul etmiyorsunuz. Niye?

Arkadaş, bu malı, ihracata gönderilen bu malı imal eden üreticiye bu hakkı vermek mecburiyetindesiniz. Tüccar siyaseti burada hukuka da yansıtamazsınız. Yani meseleyi nezaketiyle götürüyoruz ama bunu, böyle, gözümüzün içine baka baka, bizi de ilzam edecek şekilde bir suçlamayla geçiştiremezsiniz. Yanlış yapıyorsunuz, haksız yapıyorsunuz, bunu düzeltmek mecburiyetindesiniz. Milliyetçi Hareket Partisinden veya muhalefet partisinden geldi diye reddetmeniz de hakkınız değil. Hani uzlaşma arıyordunuz? Hani birlikte yapacaktık bu işleri?

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Onlar uzlaşmadan anlamaz!

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Dolayısıyla, doğru değil, yanlış yapıyorsunuz. Sayın Elitaş, size de yakışmıyor bu üslup. Beni de biliyorsunuz, böyle bir ilzam, böyle bir ihsas yakışmıyor size.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Şandır, siz konuşmalarınızı lütfen okuyun, o zaman benden özür dilemek mecburiyetinde kalacaksınız. İlk konuşmanızı okuyun.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Ne diye?

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

3.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve Ankara Milletvekili Reha Denemeç’in; Serbest Bölgeler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/541) (S. Sayısı: 446) (Devam)

BAŞKAN – Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Sayın Hasip Kaplan.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – İlk konuşmanızı okuyun.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Ne diye? “Bir arkadaş böyle söylüyor.” dedim.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Hayır, ben de ne diyorum: “Sayın Şandır’a böyle diyebilir miyim.” diyorum, alınıyorsun ondan.

BDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Yani, buraya getirdiğiniz her kanunun arkasında başka şey ararız o zaman. Her getirdiğiniz kanunun arkasında başka şey ararız o zaman.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Neyi ararsan ara! Senin araman bir şey ifade etmez, gerçek önemlidir.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Ne demek “Bir şey ifade etmez.”

BAŞKAN – Sayın Şandır…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Gerçek önemlidir, iftirayla bir şey olmaz. O zaman iftiracı olursun.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Kim getirdi o teklifi?

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Ben getirdim teklifi.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Tasarıydı da niye teklif olarak getirdiniz?

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Tasarı değil teklifti. Ben getirdim o teklifi. Varsa bir şey söyle!

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Var mıydı mutabakat? Öyle şey mi olur?

BAŞKAN – Sayın Kaplan, sizi ben yerinize alayım.

Birleşime beş dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 15.52


ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 15.59

BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Gülşen ORHAN (Van)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 47’nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

446 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet burada.

Şimdi söz sırası, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Sayın Hasip Kaplan’da.

Buyurun Sayın Kaplan. (BDP sıralarından alkışlar)

BDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına 2’nci madde üzerinde söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Aslında biraz önce 2 grup başkan vekili arasında yaşanan bir tartışmaya tanık olduk. Çünkü bir önceki görüşmede bizim de benzer bir önergemiz vardı, özellikle FOB bedelinin yüzde 65’ine kadar indirilmesi yönünde ancak bu kabul edilmedi Genel Kurulda. Biz bunu söylerken, önerirken parti adına -yine Mersin Serbest Bölgesinde bulunan, ki 96’sı yabancı firma, bunun 415’i yerli firmadır yani Türkiye’de kurulu firmalar- biz, bu, Türkiye’deki firmalar ki böyle bir üretimin asgari haddinin yüzde 85’ini yurt dışına gönderme şartının yumuşatılmasının, aynı zamanda İzmir, Bursa, diğer serbest bölgelerde de Türkiye’deki firmaların çıkarına olacağını söylüyoruz. Ancak bu yasada biz de bu binde 5’in binde 1’e kadar indirilmesi konusunda hangi yabancı şirketlerin öncelikle bundan yararlanacağını ve ne kadar, Türkiye’yle, ihracat ve ithalat hacimleri olduğunu… Samimiyetle Hükûmeti, bunu teklif eden Grup Başkan Vekilini davet ediyoruz, Meclisi lütfen bilgilendirin. Bu kanun teklifini verdiniz. Hangi yabancı firmaların ithalat ve ihracatta Türkiye’deki rakamları nedir, neden üç ay sonra yürürlüğe giriyor -ki bu madde onunla ilgilidir- lütfen bu konuda bir açıklama yapın. Bu konuda açıklamaya davet ediyoruz. Kamuoyunun da bilgilenmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Değerli milletvekilleri, dün İsrail’de bir rezalet yaşandı. Büyükelçimize yapılanlar büyük bir oyunun parçaları gibi gözüküyor. Sadece aşağılama değil, sadece Türkiye Büyükelçisini aşağı bir koltukta oturtma değil, aynı zamanda İbranice, gazetecilere söylenen bazı sözler. Kurtlar Vadisi dizisiyle bağlantı kuruluyor ve bununla ilgili çağrıldığı söyleniyor. Ondan sonra, bugün bunun yankıları var. Peki, Meclis olarak, Hükûmetten, Dışişlerinden Meclise bu konuda bir bilgilendirme yapılması gerekmiyor mu? Gerçekten koalisyonun, Lieberman koalisyonunda İşçi Partisi Lideri ve Savunma Bakanı Ehud Barak’ın önümüzdeki hafta Türkiye’ye yapacağı ziyaret mi torpillenmek isteniyor, yani o koalisyonun kendi iç hesabı mı? Yoksa Haaretz gazetesine göre, bizzat Dışişleri Bakanının çevresinin bu konuda bakış açısı mı? Yoksa Suriye-Lübnan yakınlaşmasıyla Türkiye'nin Washington’da, ABD nezdindeki duruşuyla ilgili yeni bir dış politikanın sinyali mi? Bu konuda Türkiye Dışişleri Bakanının gelip Meclisi bilgilendirmesi gerekiyor. Çünkü Türkiye’de yaşanan birçok olayda Mossad’ın parmağının olduğunu biliyoruz. Bu şu demektir: Türkiye’de bundan sonra da yaşanacak birçok olayda bu tür şeyler artık karşımıza çıkacaktır. Bunun enine boyuna bu Mecliste tartışılması gerekir diye düşünüyoruz.

Burada küresel krizle ilgili bir konuyu konuşuyoruz ve buradan tekrar davet ediyorum teklif sahibini ve AK PARTİ Hükûmetini, hangi yabancı şirketler için bu yasa teklifini verdiniz? Krize çözüm arıyorsanız ben size krizle ilgili bir iki örnek vereceğim. Türkiye Cumhuriyeti devletinde bugüne kadar en büyük işçi kıyımını, en çok kadın işçi ve memuru görevinden alan parti kimdir, hangisidir? Bir kalem söyleyeceğim. AK PARTİ, “usta öğretici” olarak anaokullarında ana sınıfı öğretmenliği gibi bir görevi yapan, ek ders, altı dokuz yıldır çalışan ve hedefte, otuz altı ilde anaokulunda bu tür bir eğitimi zorunlu kılmaya çalışan bir çabada, tam 10 bin kadın usta öğreticinin bu yılbaşında işine son verdi, 10 bin kadın çalışanın işine son verdi. Bu dehşet verici bir şeydir. Tekel işçilerine yapılan ayrı bir konu. 15’inde bütün Tekel işçileri Ankara’ya yürüyor, açlık grevine gidiyor. 10 bin kadın işçiyi, kadın memuru… Çünkü statüsü 4/C midir, 4/B midir, o da belli değil. İşine gelince 657, işine gelince 4/C deniyor ve liseden sonra da üç yıl çocuk gelişimi eğitimi alan, ders, temizlik, eğitim, her şeyi yapan 10 bin tane kadın çalışanı kapı önüne bıraktınız. Bunda küresel krizin etkisi varsa buna çözüm bulmak Hükûmetin en vicdani görevi değil mi? Buradan açıklama bekliyorum.

Yine, şunu açıklıkla ifade etmek istiyorum… Sayın İçişleri Bakanımız burada. Telefonlarım durmadan çaldı. Hakkâri 235 gözaltı, 45 tutuklu, Muş 30 gözaltı, 27 tutuklu, Manisa 15, Bingöl 4, Manisa -bugün tekrar- 25, Mersin 69-46 tutuklu, 6 çocuk, ayrıca -çocukların sayısı da var- Adana 52-40, Şırnak 50-40 tutuklu, Bitlis 57. Sadece iki günde bana gelen gözaltılar partimizle ilgili olarak; Ege’den Güneydoğu’ya, Güneydoğu’dan İstanbul’a kadar.

Ne yapmak istiyorsunuz? Yani gerçekten… Başbakan çıkıyor diyor ki: “Kitabımızda baskıcılık yoktur.” Başbakan çıkıyor grubunda, Rusya’ya gitmeden önce, diyor ki: “Ne otoriterlik ne baskıcılık ne tahammülsüzlük ne vesayetçilik ne sivil diktacılık yoktur.” Ben de şunu sormak istiyorum: Her gün, her gün, her gün 1.500 tane parti yöneticimizi şu ana kadar gözaltılarda tutukladınız. 1.500 tane AKP’nin parti yöneticisi tutuklanmış olsaydı iktidar partisi olmasına rağmen çökerdi örgütleri ama çökertemezsiniz örgütümüzü, ayrı bir konu. Şunu anlatmak istiyorum: Siz EMASYA’ya davetiye mi çıkarmak istiyorsunuz? Yani sivil dikta konusu tartışmaları yapılan bir ortamda EMASYA Gizli Protokolü’yle… EMASYA Gizli Protokolü’yle –biliyorsunuz- bir yerde olay olduğu zaman komutan mülki amirleri de emri altına alıp bütün operasyonu yönetiyor. Eğer darbelere, diktalara karşıysanız 2005 yılında, Sayın Bakanım, niye uzattınız EMASYA Protokolü’nü? Niye bütün Avrupa Birliği ilerleme raporlarına, Katılım Ortaklığı Belgesi Raporu’na rağmen tek taraflı bu EMASYA Protokolü’nü kaldırmıyorsunuz? Yarın, bu EMASYA Protokolü’ne göre her gün Ergenekon soruşturmasında, şurada burada bulunan bombalar, lav silahları gibi silahlar -ki belli merkezlerde daha yoğun- bu inisiyatif etki altına alındığı zaman Meclisin, sivil idarenin, sivil Hükûmetin bu konuda denetiminden ve sorumluluğundan bahsedebilecek miyiz? Bu konuda Hükûmeti duyarlı olmaya davet ediyoruz.

Açılım yapayım derken yapılanlar karşısında, bu gözaltıların, partilere yönelik sadece yasal çalışma kapsamında kalınan açıklamalarla, terörle mücadele timlerinin Manisa gibi, Aydın gibi, Denizli gibi illerimizde il örgütlerimizin, ilçe örgütlerimizin, evlerine sabaha karşı baskınlarla alması, götürmesi ve aldığım bilgilere göre de bir tekinin katıldığı eylem olmadığı hâlde alınan insanlar var. Ne yapmak istiyorsunuz? Yani, DTP’yi kapattınız, kapatıldı…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Tamam Başkanım.

…Barış ve Demokrasi Partisini de bu şekilde kapatmayı, sindirmeyi, susturacağınızı mı… Siyaseti, demokrasiyi bu şekilde mi algılıyorsunuz? Gerçek bu mudur? Gerçek istiyorsanız, eğer açılım istiyorsanız en gerçek açılım demokratik siyasetin önünün açılmasıdır. Gelin barajı yüzde 5’e indirin, Doğu’da da Güneydoğu’da da batıda da her yerde de demokratik siyasete aksın insanlar, seçilsin gelsin Meclise, Mecliste sorunlarını tartışsınlar. Ama demokratik kanalları da açmıyorsunuz, siyasetin önünü de açmıyorsunuz, barajları yükselttikçe yükseltiyorsunuz, gözaltı, baskılarla insanları içeri alıyorsunuz, sorgusuz sualsiz altı ay, yedi ay bekletiyorsunuz, mahkeme süreçlerine bir sene sonra, iki sene sonra çıkarılıyor. Ondan sonra, bu insanlar nasıl inanacak, nasıl güvenecek, ne duygu besleyecek, nasıl bakacaklar? Ve sayın bakanlarınız diyor ki: “Kürtçeyle ilgili zaten eğitim de yok, konuşma da yok, resmî dil de yok.” İyi, güzel. O zaman, ne var, lütfen onu da bir an önce getirin, onu da görelim diyoruz.

Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kaplan.

Madde üzerinde şahıslar adına ilk söz İzmir Milletvekili Sayın Taha Aksoy’a aittir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

TAHA AKSOY (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gündemin 446 sıra sayısında yer alan ve Kayseri Milletvekili Sayın Mustafa Elitaş ile birlikte Ankara Milletvekili Reha Denemeç tarafından verilen, 3218 sayılı Serbest Bölgeler Kanunu’nda değişiklik yapılmasını öngören teklif üzerinde şahsım adına söz aldım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

3218 sayılı Serbest Bölgeler Kanunu’nun amaç ve kapsamına ilişkin 1’inci maddesi özellikle bu bölgede faaliyet gösteren firmaların ihracata yönelik faaliyetlerde bulundurulmasını özendirmeyi öngörmektedir. Bu teklifle yapılması düşünülen ve Genel Kurulumuzca kabul edilen 1’inci maddeye göre, serbest bölgelere yurt dışından getirilen malların CIF bedelleri üzerinden alınmakta olan binde 5 ücretin -ki bu Dış Ticaret Müsteşarlığı kanalıyla devlet bütçesine gelir olarak kaydediliyor- binde 1’e düşürülmesi; yine, serbest bölgelerden Türkiye’ye çıkışı yapılan mallarda yine binde 5 olan ama bu defa FOB değeri üzerinden binde 5 olan ücretin de binde 9’a çıkarılmasını öngörüyor. İhracata yönelik faaliyette bulunmayı özendirecek nispi bir tedbir olarak bunu değerlendiriyoruz.

Şimdi burada üzerinde konuştuğumuz 2’nci maddeyse, bu uygulamanın üç ay sonra yani teklifin yasalaşmasından, yayınlanmasından itibaren üç ay sonra yürürlüğe girmesini öngörüyor. Bu üç aylık süre hâlen stoklarda eski yasa hükmüne göre bulundurulmakta olan malların yurt içine sokulması hâlinde sıkıntı yaratacağı için öngörülüyor. Bir gecikme öngörülüyor. Eğer gecikme olmazsa FOB değeri üzerinden binde 5’le giren mal, bu sefer, CIF değeri üzerinden binde 5’le giren bir de binde 9’la yurt içine sokulduğunda binde 14 veya yüzde 1,4 gibi bir değer ortaya çıkıyor. Bunu hakkaniyet ilkesine doğrusu uygun bulmuyoruz. Üç aylık süre hem stokların planlanması hem de ortaya çıkan yeni koşullarla ihracata yönelik faaliyetlerin planlanması açısından makul bir süre olarak değerlendirilmeli ve kabul görmelidir diye düşünüyorum.

Bunun dışında, kürsüye gelmişken söylemem gereken yine bir konu var, onu hatırlatmadan geçemeyeceğim.

İşçilerle ilgili sorunlar burada gündeme getiriliyor, bir sorunu da ben gündeme getirmiştim. Karşıyaka Belediyesine bağlı Kent AŞ’de çalışan 291 işçi, iş alanında azalma olmadığı hâlde işlerinden çıkarıldılar. Mayıs ayından beri bunlar bir hak mücadelesi veriyorlar, bu hak mücadelesinde de bekledikleri desteği göremiyorlar. Tekel işçilerinin haklarının onda 1’ine razı bunlar ama onu da bulamıyorlar.

Cumhuriyet Halk Partisinden Sayın Oğuz Oyan’a burada teşekkür etmek istiyorum. İlk defa sağduyulu ve duyarlı bir ses Oğuz Bey’den geldi ve bu konunun çözülmesi gerektiğini söyledi, bunu açıkça söyledi. Açıkça söylemeyen ama bu konunun çözülmesi için çalışan arkadaşlarımıza da ayrıca teşekkür etmek istiyorum ve yaptıkları çalışmaların sonucunu da bir an önce görmeyi, duymayı bekliyorum.

Yüce heyetinizi saygılarla selamlıyor, teklifin yasalaşması durumunda hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Saygılarımla. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aksoy.

Şahıslar adına son söz Mersin Milletvekili Sayın Behiç Çelik. (MHP sıralarından alkışlar)

BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de 446 sıra sayılı serbest bölgelerle ilgili kanun teklifi üzerinde şahsım adına konuşma yapmak üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Serbest bölgeler konuşulurken, tabii, Türkiye'nin en önemli serbest bölgelerinin belki başında gelen Mersin Serbest Bölgesi üzerinde ben de görüşlerimi arz etmek isterim.

Mersin, birçok verilere göre Türkiye'nin 8’inci büyük ili olarak Serbest Bölgesini fevkalade önemsemekte ve Serbest Bölgenin, ilin ve Çukurova’nın ekonomik ve sosyal gelişimine büyük katkı sağlayacağını, özellikle vurgulamak isterim. Ancak bu böyle olmamakta, Serbest Bölgeyle ilgili sorunlar ne yazık ki kesinlikle çözülememiştir bugüne kadar. Daha önce yine Mersin Milletvekili olan ve Bakanlık yapan iktidar partisi milletvekili Sayın Tüzmen’in, serbest bölge kullanıcılarının kendisine müteaddit defalar konuyu izah etmesine rağmen, çözememiş olmaları maalesef Mersin’in acı bir gerçeğidir.

3 Ocak 1987 tarihinde kurulduğu günden bugüne kadar Mersin’de firma sayısı 2003 yılında 700 civarındayken, bugün 500’ün altına kadar inmiş, bir ara 10 binlere çıkan istihdam kapasitesi bugün 5 binin altına kadar düşmüştür. Bu, Serbest Bölgenin yüzde 50’den fazla oranda gerileme içerisinde olduğunun verisidir.

Geçen yıl çıkarılan 5810 sayılı Yasa’da, yasa içeriğinde de ifade etmiştik, o zaman demiştik ki: “Mersin Serbest Bölgesinin sorunlarını çözelim.” Nedir bu sorunlar? Gayet basit. Örneğin, çalışanların ücretleriyle ilgili gelir vergisi ve prime esas olmadan bunların çalıştırılması Serbest Bölge kapsamında, kullanıcılara tapularının verilmesi konusu, elektrik ve akaryakıta yapılan aşırı zamların buradaki üretimi büyük ölçekte olumsuz etkilediği ve istihdamın da bu nedenlerle, üretim yapılamaması nedeniyle gerilediği, ruhsat gelirlerinde ve serbest bölge işleticisinden elde edilen gelirlerde yarı yarıya azalma olduğu düşünülerek buna çözüm bulunması gerektiği hususları geçen yıl da 5810 sayılı Yasa çıkarılırken ifade edilmişti.

Bugün, serbest bölgelerde başka bir konu var, özellikle Mersin Serbest Bölgesinde, bu da hassas ürünlerle ilgili. 2002 yılında seçimden sonra -yönetim zafiyetini özellikle vurgulamak isterim- Serbest Bölge yönetimi tümüyle değiştirilmiştir. Yeni yönetim kendisini âdeta “Serbest Bölgenin mutlak hâkimi” şeklinde yorumlamış, ceberut bir yönetim tarzını benimsemiştir. Sonra, bu bir müddet devam etmiş, Bakan değişikliğiyle yeni Bakana uygun, yeniden bir değişiklik yapılarak yine aynı zihniyetle Serbest Bölge götürülmeye çalışılmıştır.

Dış Ticaret Müsteşarlığına bağlı Serbest Bölgeler Genel Müdürlüğü takdir hakkını serbest bölgelerde sınırsız kullanmaktadır ve kamu yararını gözetmemektedir. Bu nedenle, açıklanan “Hassas Ürünler Listesi” âdeta buradaki üreticileri mahkûm etmekte ve hareket edemez, kıpırdayamaz duruma sokmaktadır. Böylece Serbest Bölge bünyesinde alım, satım, depolama bir anlamda yasaklanmaktadır ve tam tersini düşünelim, çevredeki antrepolar için bu geçerli olmamaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

BEHİÇ ÇELİK (Devamla) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

O zaman, antrepoculuk bölgede özendirilmekte ama serbest bölgeler bundan yoksun bırakılmaktadır. Böylece devletin burada kayıpları da olmaktadır. Aslında hassas ürünler konusunun bir an önce çözüme kavuşturulması fevkalade önem arz etmektedir.

Bunun yanında, bölge kullanıcılarına yapılan bu haksız uygulamalar dururken, diğer yandan, faaliyet ruhsatı olmadığı hâlde Serbest Bölge rıhtımını kullanarak bölgeden geçen boru hatları yoluyla Genel Müdürlüğün yasak ilan ettiği emtiaları -motorin, fuel oil, benzin- serbest bölgeden geçiren firmaların olduğu da defalarca bazı kişi ve kurumlarca dile getirilmiş olmasına rağmen, her defasında bu ihbarların üstü örtülmüştür. Bunlara dikkatinizi çekmek istiyorum.

Serbest bölgelerin daha rantabl, daha iyi çalışmasını yürekten diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çelik.

Madde üzerinde soru-cevap işlemine geçiyorum.

Sayın Doğru…

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakana sormak istiyorum: Serbest bölgelerde kaç kişi çalışıyor? Bunların ne kadarı yabancı uyrukludur? 2009 yılında kaç kişi işe başlamıştır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Genç…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, bu Hükûmet bu Meclise saygı göstermiyor, Bakanlar gelmiyor. Bakanlar Kurulu sırasında, sorduğumuz soruda, o konuda yetkili, bilgili bakan oturmadığı için sorularımıza hep “Yazılı cevap vereceğiz.”… Ben bu durumu protesto etmek için soru sormuyorum efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Köktürk…

ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, 1994 yılında kurulan, 2007 yılında Bakanlar Kurulunca iptal edilen ancak kısa bir süre sonra yeniden oluşturulan Filyos Serbest Bölgesine yönelik çalışmalar şu an hangi aşamadadır? Ayrıca, Filyos Nehri Kanal Islah Projesi tamamlanmadan Filyos Serbest Bölgesinin fiilen faaliyete, yaşama geçmesi mümkün müdür?

BAŞKAN – Sayın Çalış…

HASAN ÇALIŞ (Karaman) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, biraz sonra kanunlaşacak bu teklifle serbest bölgelerimizde imalat yapan imalatçılara bir kolaylık sağlanıyor. Ancak, aynı imalatı serbest bölgenin dışarısında, yurt içinde aynı imalatı yapan imalatçılar yönünden gerçekten bir haksızlık söz konusu. Serbest bölge dışında yurt içinde aynı imalatı yapan imalatçılar yönünden haksızlığı giderici tedbirleriniz olacak mı?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI ÖMER DİNÇER (İstanbul) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum, sağ olun.

Öncelikle, konuşması sırasında Sayın Kaplan’ın dile getirdiği hususla ilgili bir, Meclise bilgi arz etmek istiyorum: Ülkemizde bulunan serbest bölgelerde toplam 3.339 şirket yer alıyor. Bu 3.339 şirketin 2.619 tanesi yerli şirketler, sermayesi yerli olan şirketler, 363 tanesi sermayesi bütünüyle yabancı olan şirketler, 357 tanesi ise sermayesi yerli ve yabancı ortaklık olan şirketlerdir. Bunlardan 797 tanesi sadece orada üretim yapmaktadır, 1.851 tanesi alım satım işiyle uğraşmaktadır ve diğer tür faaliyetlerde bulunan işletme sayısı ise 691’dir. Dolayısıyla buradan hareketle baktığımızda, özellikle yurt dışından alacak ve Türkiye’ye ürettiklerinden bir kısmını veya tamamını sokacak işletme sayısı toplam 691 tanedir ve bunların sadece 96 tanesi yabancıdır. Yine bu serbest bölgelerde yapılan işlemlerle ilgili olarak çalışan personel sayısı toplam 44.083’tür, bunların içerisinde yabancı olanların sayısı ise sadece 248’dir.

Yine bir başka soruyla ilgili olarak, Filyos Serbest Bölgesi için kamulaştırma çalışmaları devam ediyor, kamulaştırma çalışmaları tamamlandıktan sonra gerekli işlemler tesis edilecektir.

Rize Serbest Bölgesiyle alakalı olarak ise, bölgeyle alakalı arazilerden bir kısmı ile ilgili ÇAYKUR’la görüşmeler devam ediyor, görüşmeler tamamlandıktan sonra işlemler devam edecek.

Onun dışında, imalat yapanlarla ilgili Sayın Çalış’ın bir sorusu var. Sayın Çalış’ın sorusunu tam olarak anlayamadım. Bunu kendisinden, mümkünse ya tekrarlamasını rica ediyorum yahut da yazılı verirse ona yazılı olarak cevap veririm.

BAŞKAN – Sayın Çalış, vaktimiz var.

Buyurun.

HASAN ÇALIŞ (Karaman) – Sormak istediğim soru şuydu Sayın Başkanım Sayın Bakana: Serbest bölgede imalat yapanlarla aynı imalatı serbest bölgenin dışında, yurt içinde yapanlar yönünden haksız bir rekabet ortaya çıkıyor. Yurt içinde imal eden üreticiler için herhangi bir kolaylığınız olacak mı?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI ÖMER DİNÇER (İstanbul) – Sayın Çalış, aslında, belki tam da burada, belki o bölgede üretim yapan bir firmanın ülke içine ürününü aktarması konusunda ortaya konulan oranların yükseltilmesinin rekabeti sağlama konusunda daha yardımcı olacağını ifade etmek daha doğru olur çünkü orada yapılan imalatlar birtakım teşviklere ve desteklere tabiyken daha ucuza imalat söz konusu olduğunda, yurt içine sokulması hâlinde haksız bir rekabet doğuracaktı. Bu kısmen artırılarak telafi edilmiştir. Belki sizin sorunuzun maksadı da burada gerçekleştiriliyor.

Teşekkür ederim, sağ olun.

BAŞKAN – Madde üzerinde iki önerge vardır.

Önergeleri önce geliş sırasına göre okutacağım, sonra aykırılık sırasına göre işleme alacağım.

İlk önergeyi okutuyorum:

T.B.M.M. Başkanlığı’na

Görüşülmekte olan 446 sıra sayılı yasa tasarısının 2. maddesindeki (3) aylık sürenin (2) ay olarak değiştirilmesini arz ederiz.

Saygılarımızla.

 

Ferit Mevlüt Aslanoğlu

 

R. Kerim Özkan

Hulusi Güvel

 

Malatya

 

Burdur

Adana

 

Ali Rıza Ertemür

 

 

Ali İhsan Köktürk

 

Denizli

 

 

Zonguldak

BAŞKAN – Şimdi maddeye en aykırı önergeyi okutup işleme alacağım.

T.B.M. Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 446 sıra sayılı yasa teklifinin 2. maddesinde geçen (üç ay sonra) ibaresinin madde metninden çıkarılmasını arz ederim.

                                                                                                              Kamer Genç

                                                                                                                  Tunceli

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ OSMAN DEMİR (Tokat) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet önergeye katılıyor mu?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI ÖMER DİNÇER (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Genç, buyurun.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, daha gelmeden süre vermişsiniz.

BAŞKAN – Şu anda açtım, gerçekten şu anda açtım.

KAMER GENÇ (Devamla) – Peki.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 446 sıra sayılı…

BAŞKAN – Şimdi ben kapattım, yeniden açıyorum.

Özellikle öncelikle şunu milletvekillerine söyleyeyim: Meclis büyük, gelirken, giderken çok zaman kaybettiğiniz için çok dikkat ediyorum.

KAMER GENÇ (Devamla) – Neyse efendim, bazen Meclis de 10-15 dakika geç açılıyor, biz bunların da farkındayız da…

BAŞKAN – Özellikle buraya geldiğiniz zaman açıyorum. Şimdi sizinkini tam anlamıyla açıyoruz.

KAMER GENÇ (Devamla) – Keşke o sürelerin… Geçen gün aşağı yukarı on dakika ara verildi Meclise, 45 dakika sonra açıldı. Biz bunları biliyoruz da… Başkanlık Divanı o özel uygulamalarına milletvekili konuşmalarında da riayet etse memnun oluruz.

Değerli milletvekilleri, 446 sıra sayılı yasa tasarısının 2’nci maddesinde “…üç ay sonra yürürlüğe girer.” deniliyor, biz bunun hemen yürürlüğe girmesini istiyoruz. Bu gayet basit bir olay. Yani, yurt dışına ihraç edilen, serbest bölgeden Türkiye’ye giren mallardaki alınan ücreti yüzde 5’ten yüzde 9’a çıkarıyor. Oraya yapılan ithalatı da yüzde 1’e indiriyor. Yüzde 5’ten 1’ine… Bunu üç ay sonra uygulamanın ne anlamı var? Bir anlamı, bir mantığı yok. Burada zaten de izah edilmedi.

Şimdi aslında, bu serbest bölgeler Türkiye ekonomisine ciddi bir katkı sağlamıyor. Bu, tamamen vergi kaçakçılığını teşvik eden bir uygulama. Yani, oradaki vatandaş vergi vermiyor, kurumlar vergisini vermiyor, gelir vergisini vermiyor, hatta birçok yerlerde kaçakçılığa da sebebiyet veriyor. Tabii, 1985 yılında, bu, Özal İktidarının, daha ziyade, böyle, yani, Türk ekonomisini yok etmeye yönelik uygulamaları vardı. Daha ziyade, onun “Ben zenginden yanayım.” diye bir tavırları vardı. İşte, bu, zenginden yana uygulamaların bir sonucudur. Dolayısıyla, şimdi, AKP İktidarı zamanında da zaman zaman bu, işte Türk ekonomisine zarar veren, zengini koruyan bu tip düzenlemeler yapılmaktadır. 2008’in işte o on birinci ayında bir düzenleme yapıyor, yeniden bir düzenleme yapıyor. Bakın, aşağı yukarı iki haftadır bu bir maddelik kanun üzerinde… Kime ne fayda sağlanacağını ben de anlamıyorum. Ne getiriyor, kime ne fayda sağlıyor, yok ortada.

Öte taraftan, bakın, bu memlekette ezilen insanlar var, yoksulluk, fakirlik içinde ezilen insan var; emeklisinin durumu ortada; bir sürü soygun iddiaları var; memleketin dış itibarı yok ediliyor. Bu Hükûmet ne yapıyor ne yapıyor Türkiye’yi yörüngesinden saptırıyor. İşte bakın, bugün bir İsrail tutuyor, Türkiye Cumhuriyeti’nin devletine Amerikan askerinin çuval geçirmesine paralel bir düzeyde Türkiye Büyükelçisini çağırıyor, karşısında hakaret ediyor ve Hükûmet de susuyor. Tayyip Bey diyor ki: “Efendim, Dışişleri Bakanlığı bu konuda açıklama yaptı, ben artık ne diyeyim.”

Yani şimdi arkadaşlar, bir devletin itibarını koruyacak devleti yöneten insanlardır. Sen çıkıp da Davos’ta “Bu İsrail iyi adam öldürüyor, iyi çocuk öldürüyor.” dersen o da sana bir karşı tavır koyar. Bunlar, bakın, uluslararası meseleler iç meselelere alet edilemez.

Bakın, tarihte Türkiye Cumhuriyeti devletinin geleneksel bir politikası vardır. Türkiye’de bugün uluslararası düzeyde Ermeni lobileri vardır, Rum lobileri vardır, bir de Yahudi lobileri var. Ermeni ve Rum lobileri her vesileyle Türkiye'nin aleyhine her yerde çalışırlar ve etkileyici sonuç alırlar ama şimdiye kadar Türkiye'nin politikası Yahudilerle iyi geçinmekti.

Evet, İsrail’in Gazze’de yaptığı zulmü tasvip etmek mümkün değil ama şimdi Tayyip Bey, Fethullah Gülen paralelinde kurduğu polislerle Hamas’ı birleştirerek İsrail’e karşı savaş mı açacak?

AVNİ ERDEMİR (Amasya) – Saçmalama ya!

KAMER GENÇ (Devamla) – Yani uyguladığı politika bu. Uyguladığı politika bu. Türkiye Cumhuriyeti devletine… Bülent Arınç dedi “Bana suikast yapılmış.” Bülent Arınç’a suikast yapıldığı yok ama bu vesile sayılarak Türk ordusuna suikast yapılıyor.

Bırakın şimdi… Bu Türk ordusunu niye bu kadar yıpratıyorsunuz? Ne olacak şimdi? Şimdi yeni bir kanun da getiriliyor, efendim ordunun adına silahları polise şey edelim…

AVNİ ERDEMİR (Amasya) – Sapla saman ancak bu kadar karıştırılır!

KAMER GENÇ (Devamla) – Yani polis.. Askeri tasfiye edip de, gidip de işte dış bir ülkeye karşı savaşacak mısınız? Türkiye'nin itibarını tümüyle yok ediyorsunuz. Böyle bir şey olmaz efendim. Sizin düşünmeniz lazım. Yani bu devlet bu kadar kötü duruma düşürülebilir mi? Yani şimdiye kadar hangi devletin haddine kalmış da bir Türkiye Cumhuriyeti devletinin Büyükelçisini çağırır da kendisinin karşısında özellikle bunu bütün dünyaya bildirecek şekilde hakaret etmeye kimse ne cesaret etmiştir ne buna cüret etmiştir ama bu sizin zamanınızda yapılmıştır. Bunun sebebi kimdir? Onu araştırmak lazım arkadaşlar. Bunun sebebi…

Şimdi, Türkiye Cumhuriyeti devleti gidip de bilmem Araplarla… Tamam, politikalarımızı, dostluk, arkadaşlık şeylerimizi gidereceğiz ama Arapların bugüne kadar Türkiye Cumhuriyeti devletine bakış açıları ortada. Hani niye Kıbrıs’ı tanımıyorlar? Haydi birisi çıksın… Ondan sonra, şimdi bunlar ortadayken, uluslararası düzeyde Türkiye politikasında Türkiye'nin dış ülkelerdeki menfaatleri belliyken sen ondan sonra çık, ben yakında nasıl olsa seçime gideceğim… Efendime söyleyeyim, git Yahudi lobisinde dünyanın en büyük cesaret…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AVNİ ERDEMİR (Amasya) – Sapla samanı karıştırıyorsun yine.

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

KAMER GENÇ (Devamla) – İktidara gelir gelmez hemen gidip Musevi cemaatlerini ziyaret edip de dünyanın en üstün cesaret ödülünü Yahudi derneklerinden al, ondan sonra seçime gelince… E ne yapacağım? Ben İsrail’e böyle… Eğer bu danışıklı dövüşse tabii… Yani danışıklı dövüş de olabilir ama benim mantığım kabul etmiyor. Tabii, devletin itibarı bu kadar sarsılan bir konuda ben biraz danışıklı dövüşü çok az görüyorum. Ondan sonra da efendim neymiş, Tayyip Bey İsrail’e baş kaldırmış, sokaktaki Araplar kendisine sıcak bakacak… E ne olacak? Türkiye Cumhuriyeti ile siz şimdi İsrail’i harbe mi sokacaksınız? Bana göre bu, işte bir ülkenin itibarına indirilen en büyük darbedir. Haysiyetli ve onurlu kişiler devletinin itibarını korur. Bunu korumazsa o makamlarda oturamaz. O bakımdan, yani Türk elçisine yapılan… Amerika, Türk askerinin başına çuval geçirdiği zaman kaçtılar, ortadan kayboldular ama şimdi kaçamazsınız. Bunun hesabını sen de iktidar olarak vermek zorundasın.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, oylamaya geçmeden önce karar yeter sayısı istiyorum.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum ve karar yeter sayısını arayacağım: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.

Beş dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 16.37

 


DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 16.46

BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Gülşen ORHAN (Van)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 47’nci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

Teklifin görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

446 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 2’nci maddesi üzerindeki Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç’in önergesinin oylanmasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.

Şimdi önergeyi yeniden oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısını arayacağım: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge reddedilmiştir, karar yeter sayısı vardır.

Diğer önergeyi okutuyorum:

T.B.M.M. Başkanlığı’na

Görüşülmekte olan 446 sıra sayılı yasa tasarısının 2. maddesindeki (3) aylık sürenin (2) ay olarak değiştirilmesini arz ederiz.

Saygılarımızla.

                                                                          Ferit Mevlüt Aslanoğlu (Malatya) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ OSMAN DEMİR (Tokat) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI ÖMER DİNÇER (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Aslanoğlu.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; ben sekiz yıllık milletvekiliyim, ilk defa bir kanun nasıl geldi, nasıl komisyondan geldi bir anlatayım da belki bizler de öğreniriz. Bir şey öğrendim ben, öğrendiğimi size de öğreteyim.

Şimdi, düşünün, bir kanun teklifi veriliyor, 7 Aralık. Aynı gün hemen damgayı yiyor 7 Aralık, Meclis Başkanlığının. Aynı gün tüm her tarafa sevk ediliyor, aynı gün komisyona ulaştırılıyor. Aynı gün komisyon tüm milletvekillerine 7 Aralıkta davetiye çıkarıyor “14 Aralıkta komisyona gelin.” diye, aynı gün. Bir kere jet kanun. Bu jet kanun tabii Türkiye’deki tüm ekonomik problemleri çözüyor arkadaşlar. Bunun için jet bir kanun getiriliyor. Ben bunu öğrendim. Bundan sonra bir kanun teklif ederken artık Sayın Elitaş’ın yaptığı gibi, şak, şak, şak, şak her yerden geçirip aynı gün komisyonu davet ettirmeyi öğrendim artık, bir hakkım var, size de tavsiye ederim.

Değerli arkadaşlarım, tabii, bir yasa ülke için, bir yasa ülke sanayisi için, bu ülkedeki ulusal sanayi için faydalı olmalı. Demin söyledi arkadaşlar, küçümsüyorlar, sanki serbest bölgelerin tüm sorunu bitmiş, serbest bölgelerin hiçbir sorunu kalmamış, serbest bölgelerde ulusal sanayici olarak çalışan, ülkenin katma değer yaratan mamullerini üreten, o bölgeden ihraç edilen ürünlerde her türlü sorun çözülmüş, bir tek sorun kalmış, binde 1, binde 9 arkadaşlar ve bir aydır bununla uğraşıyoruz. Demin dediler ki: “Bu kanun 12 milyar dolar da olsa hepsi hepsi 46 milyon dolarlık bir katkı sağlayacak.” Ama kimin lehine? Dikkatinizi çekmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, bir kere bu ülkede farklı serbest bölgeler var. Bunun altını çiziyorum. Herkes bunu böyle bilsin. Belli serbest bölgelerde, arkadaşlar, poşet yapılıyor, poşet. Çay geliyor, poşet yapılıyor, bunun adı “Serbest bölgede işleniyor.” oluyor! Dikkatinizi çekiyorum. Belli serbest bölgelerde sadece deri ceket geliyor, ilik ile düğmesi olmuyor, adı “Serbest bölgede işlenmiş.” oluyor! Belli serbest bölgelerde arkadaşlar, sadece vidayla montaj yapılıyor ama belli serbest bölgelerde -örneğin bir Menemen’deki gibi- ülke sanayicisinin, ülkenin alın teriyle Türk malı katma değerler orada üretilip ihraç ediliyor. Onun yarattığı katma değer ile onun yarattığı katma değer aynı değil. Belli serbest bölgelerde arkadaşlar, kuyumda örneğin, Antalya’da olduğu gibi, sadece ziynet eşyası dediğimiz olgular konuyor ve o serbest bölgeler var. Yani bu ülkede farklı serbest bölgeler var. Farklı serbest bölgelerin bu ülkeye yarattığı katma değer çok farklı arkadaşlar. Ve tüm serbest bölgeleri aynı kefeye koyarak, tüm serbest bölgelerde ülke insanımızın yaptığı katkıyı aynı değerde değerlendirerek, ülke sanayicisinin, ulusal sanayicinin yaptığı katkıya aynı gözle bakarak böyle düz bir serbest bölge mantığı uygulamak arkadaşlar, ülke ekonomisinin çok zararınadır. Ben burada dikkatinizi çekmek istiyorum.

Özellikle yerli katkı payı olan ve işlenen ve ihraç edilen mamullerle sadece poşet yapıp getirip ihraç edilen mamulleri veya getirilip burada poşet yapıp içeri alınan mamulleri aynı kefeye koyarsak arkadaşlar, biz bu ülkede ulusal sanayiciyi ve kendi yerli sanayicimizi, ulusal üreticimizi, kendi üreticimizi koruyamayız. Ben bir kere bunun altını çizmek istiyorum.

Tabii diğer taraftan burada, yani dövizdeki, tabii, ülke olarak üretilen birtakım dedikodular, üretilen birtakım şeyler kimin hesabına geliyorsa, özellikle ihracatçılar yönünden çok olumsuz sonuçlar yaratacağını, özellikle ihracatçıların şu ekonomik krizde yüksek kurla ithal edip ve ihracat için hâlâ daha ürettiği malları ihraç edip bunların döviz bedelleri geldikten sonra çok önemli zarar edeceklerinin bir kez daha altını çiziyorum. Yani daha IMF’yle yapılan anlaşmanın hiç aslı astarı yokken böyle şeyler yazarak ve bir şekilde spekülatif piyasa yaratarak, özellikle ihracatçılarımızın aleyhine kopan fırtınaya da bir kez daha dikkatlerinizi çekmek istiyorum.

Türkiye’nin kurtuluşu ihracattadır arkadaşlar, Türkiye’nin kurtuluşu ithalatta değildir. Ben hepinizin dikkatine bir kez daha ama yerli… Ülkedeki ülke kaynaklarının ihracatından bu ekonomi bir yere gelir, yoksa ithal ekonomisiyle bu ülkede hiçbir yere gelemeyiz.

Hepinize saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aslanoğlu.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…

Sayın Genç bir şey mi dediniz?

KAMER GENÇ (Tunceli) – Maddede karar yeter sayısını istiyorum.

BAŞKAN – Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir, karar yeter sayısı vardır.

Şimdi maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yeter sayısı yok Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayar mısınız?

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, karar yeter sayısı yok.

BAŞKAN – Saydırıyorum Sayın Genç. Daha evvel kendim sayıyordum oylama öncesinde, dolayısıyla da kendim karar verebiliyordum. Şu anda saymadım, arkadaşlara saydırıyorum.

Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır, 2’nci madde kabul edilmiştir. (Gürültüler)

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – 3’üncü maddeyi okutuyorum…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, karar yeter sayısı olamaz efendim, olmaz efendim. Başkanlık Divanına güvenmiyoruz, güvenmiyoruz efendim. Buyurun sayın efendim, siz sayın.

BAŞKAN – Bir dakika…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Buyurun efendim. Yani Parlamento bu hâle getirilemez. Olmaz Sayın Başkan! (Gürültüler)

BAŞKAN – Bir saniye, hep bir ağızdan konuştuğunuz zaman…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Burası… Çok özür dilerim yani, Başkanlık Divanı güven verecek. Buyurun tabloya bakın. Olur mu böyle şey ya!

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayalım efendim.

YILMAZ TANKUT (Adana) – Divan kâtipleri taraf tutuyor Sayın Başkan.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – İki kâtibin de görevden ayrılması lazım. Buyurun bakın efendim.

OKTAY VURAL (İzmir) – Uyarılmasını istiyoruz.

BAŞKAN – İki Divan…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – İki kâtip Parlamentoyu yanıltamaz. Olur mu öyle şey ya!

SUAT KILIÇ (Samsun) – Sonraki maddede ekleme yaparız.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Geçti, geçti.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Olur mu ya Sayın Elitaş? Verirsiniz beş dakika ara, gelir arkadaşlarınız.

BAŞKAN – Bir saniye… Bir saniye…

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, kâtip üyeler yanlış bilgi veriyor, lütfen kendiniz sayın.

BAŞKAN – Tamam, bundan sonra kendim sayacağım.

3’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3 - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Başkan tek başına kaldı.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Oylama meselesi değil.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Efendim, bu bir ahlak meselesi. Arkadaşlar, rica ederim yani.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım, yani burada gerçekten kâtip üyelerin bu konuda… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Teker teker konuşursanız anlayabileceğim.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Efendim, burada karar yeter sayısı yok. Sayın kâtip üyeler…

OKTAY VURAL (İzmir) – Başkanı yanılttı, sizi yanılttı. Sizi yanılttılar.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – …yanlış saymışlardır.

H. TAYFUN İÇLİ (Eskişehir) – Sayın Başkanım, mikrofonu açar mısınız?

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkanım…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Şimdi, demin söyledim…

H. TAYFUN İÇLİ (Eskişehir) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Sayın İçli, anladım.

Daha önce ben oylama olmadan evvel kendim saydığım için karar yeter sayısı istendiğinde o sayıyı bildiğimden, olmadığı zaman zaten ara verip çıkıyorum fakat bu defa saymadım.

OKTAY VURAL (İzmir) – Evet, evet biliyoruz.

H. TAYFUN İÇLİ (Eskişehir) – Tekrar sayın Sayın Başkan.

BAŞKAN – Prosedüre göre de iki arkadaş saydılar ve bana böyle bir bilgi verdiler. Ben de sonuç olarak “Karar yeter sayısı vardır.” dedim. (Gürültüler)

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan…

İSA GÖK (Mersin) – Tekrar sayın.

BAŞKAN – Peki… Bir saniye… Bir ağızdan konuştuğunuz zaman bir şey yapamayız.

Peki, peki… Bir dakika…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, size olan güvenimiz sonsuz ama etrafınızdaki 2 tane başkan yardımcısı şu Parlamentoya bakıp size eğer yanlış bilgi veriyorlarsa Sayın Başkan, o zaman güvensizliği kendi Divanınızda aramanız lazım. Biz bunu istirham ediyoruz.

BAŞKAN – Tamam…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Bu bir ahlak meselesidir. Yoksa beş dakika ara verilir, tekrar gelinir. Bir sorun yok orada zaten.

İSA GÖK (Mersin) – Sayın Başkan, ciddiyet kalmıyor.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan…

İSA GÖK (Mersin) – Sayın Başkan, matematiğin duygusal yeri yoktur, matematik reel bir bilimdir. Sayın, kaç kişi var.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, İç Tüzük 141’inci maddenin son fıkrasında “Oylamaya itiraz edilirse yeniden sayılır.” deniyor, 141’inci maddesinin son fıkrasında. Burada arkadaşlarımız oylamaya itiraz etti. Karar yeter sayısı yoktur. Dolayısıyla yeniden sayılması lazım. Yani usul böyle.

BAŞKAN – Peki, ben şimdi daha evvelki görüşümü geri alıyorum. Bir dahaki sefere kendim sayacağım.

Karar yeter sayısı yoktur.

Beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 16.58

BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 17.06

BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Gülşen ORHAN (Van)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 47’nci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

446 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet burada.

446 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 2’nci maddesinin oylamasında Başkanlık Divanı tarafından oylar sayılmış ve sonuç Başkanlık tarafından açık bir şekilde açıklanmıştır. 2’nci madde kabul edilmiştir.

3’üncü maddeyi okutuyorum:

Madde 3- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – 3’üncü madde üzerinde gruplar adına ilk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Trabzon Milletvekili Sayın Mehmet Akif Hamzaçebi’ye aittir.

Buyurun Sayın Hamzaçebi.

CHP GRUBU ADINA MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; teklifin 3’üncü maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz aldım. Sözlerime başlarken sizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Serbest Bölgeler Kanunu 1985 yılında kabul edilmiştir, kabulünden bu yana yaklaşık yirmi dört yıl geçmiştir, yirmi beşinci yılın içerisindeyiz, tamamı 15 maddelik bir kanundur. 15 maddelik bir kanunda, Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri döneminde yapılan bu beşinci değişikliği görüşüyoruz. Yani 15 maddelik kanunun beş kez değişikliğe sahne olduğunu görüyoruz. Değişikliğin yapıldığı 7’nci madde de üçüncü kez değiştirilmektedir.

Bunu şunun için ifade ettim: Teklif, yürürlük ve yürütme maddelerini bir kenara bırakırsak 1 maddeden oluşmaktadır. 1 maddelik teklif bir ihtiyaçtan kaynaklanmış. Teklif sahibinin yapmış olduğu açıklamalara, Plan ve Bütçe Komisyonunda vermiş olduğu bilgilere göre böyledir, bir ihtiyacın olduğu ifade edilmiştir ancak serbest bölgeler konusunda yaşanan sorunlar nedeniyle başka ihtiyaçlar var mıdır, maalesef bu soru sorulmamıştır. Bu ihtiyaçlar Serbest Bölgeler Genel Müdürlüğünün bağlı olduğu Sayın Devlet Bakanı tarafından da gündeme getirilmemiştir. Üzülerek görüyorum ki, bu teklifin dış ticaretten sorumlu Sayın Bakan tarafından sahiplenilmediğini görüyorum. Sayın Bakan, bu üçüncü görüşmedir, yani bu üçüncü gün. Geçen hafta iki gün yine biz bu teklifi görüştük. Bu üçüncü gün, teklifin görüşülmesi sona eriyor, dış ticaretten sorumlu Sayın Bakanımız hâlâ burada yok.

Şimdi, teklifin bir ihtiyacı karşılamak amacıyla hazırlandığını teklif sahibi bize ifade ettiler ancak olay bir yönüyle tartılmıştır. Teklif neyi getiriyor, önce bunu kısaca yine özetleyeyim: Yurt dışından serbest bölgelere getirilen malların değeri üzerinden binde 5 oranında bir ücret alınmaktadır. Bu mallar serbest bölgeden Türkiye’ye getirildiğinde de ikinci bir binde 5’lik ücrete tabidir yani toplam binde 10 oranında bir ücret ödenmektedir yurt dışından serbest bölge kanalıyla Türkiye’ye ithal edilen mallar nedeniyle. Yurt dışından serbest bölgeye getirilen malların bedeli üzerinden alınan binde 5’lik ücret binde 1’e indirilirken Türkiye’den serbest bölgeye getirilen malların değeri üzerinden alınan ücret de binde 5’ten binde 9’a çıkarılmaktadır. Toplam değişmiyor gözüküyor. Bu açıdan yani serbest bölgelerin gelirleri açısından bir sorun yok gibi gözüküyor ancak serbest bölgelerde üretim yapan bir kısım işletmelerimizin aleyhine bir sonuç yaratacağı gerek teklif sahibi tarafından gerekse ilgili bakan tarafından dikkate alınmamıştır.

Serbest bölgelerde fason üretim yapıp bu üretimini Türkiye’deki şirketler kanalıyla yurt dışına ihraç eden mükelleflerin vergi yükü yani ücret nedeniyle karşılaştıkları yük artmaktadır. Örneğin İzmir Menemen Serbest Bölgesi deri serbest bölgesidir. Buraya giren ham deriler işlenerek Türkiye’deki deri üreten firmalara satılmaktadır, bir katma değeri ifade ederek, tabii ki ham derinin üzerine serbest bölgedeki katma değer ilave edilerek yapılan üretim Türkiye’ye ihraç edildiği zaman, o katma değer dâhil bedel üzerinden binde 9 oranında bir ücret ödenmektedir. Eskiden binde 5 oranında ödenirken binde 9 oranında bir ücret söz konusudur. Eğer bu ürün Türkiye’de tüketilecekse sorun yoktur, sorun yok, ama bu ürün, Türkiye’ye ithal edilen deri Türkiye’deki deri sanayisi tarafından, konfeksiyon sanayisi tarafından ürüne dönüştürülüp yurt dışına ihraç edildiği zaman, ihracat üzerindeki ücret yükünü binde 5’ten binde 9’a yükseltmektedir bu teklif. Bu yönüyle tek yanlı bir teklif. Sorunu tek yanlı gören; bütün boyutuyla gören bir teklif değildir, tek yanlı bir tekliftir.

Yine, bakın, burada ifade ettik, serbest bölgelerin ana amacı, temel amacı, birçok belki ikincil amaçlar da var ama ana amaç yurt dışından bu bölgeye sermaye çekmektir, yatırım çekmektir ve bu bölgede yapılan yatırımlar sonucunda üretilen ürünleri yurt dışına ihraç etmektir. Ana amaç budur. Bu amaca hizmet etmeyen düzenlemeler doğru değildir.

Biz, serbest bölgelere Cumhuriyet Halk Partisi olarak bugüne kadar bu çerçevede yaklaştık. Bu bölgedeki üretim ve faaliyet eğer Türkiye’deki üretimle kıyaslandığında Türkiye’dekinin aleyhine bir sonuç yaratıyorsa bunu desteklememek gerekir. Vergi teşvikleri bu düşünceyle sınırlandırılmıştır. Bu sınırlandırmalara biz 2004 yılında destek verdik Cumhuriyet Halk Partisi olarak çünkü aynı üretimi serbest bölgede yapıp Türkiye’ye satacak olan mükellef orada vergi ödemeyecek, Türkiye’de aynı üretimi yapan mükellef vergi ödeyecek. Bunun kabul edilmesi mümkün değildir. Hatta daha ileri giderek şunu bile söyleyebiliriz: Serbest bölgede üretim yapıp yurt dışına ihraç eden mükellef istihdam ettiği kişiler nedeniyle vergi ödemeyecek, Türkiye’de herhangi bir teşvikten yararlanmaksızın üretim yapan mükellef yurt dışına ihraç ettiğinde istihdam ettiği kişilerin ücretleri nedeniyle vergi ödeyecek. Bakın, bu bile haksız rekabettir. Serbest bölgedeki vergi teşvikini birazcık makul kılan husus buraya yurt dışından yabancı sermayenin gelecek olmasıdır ama serbest bölgelerin toplam ticaret hacmine baktığımızda 24,5 milyar dolarlık ticaretin sadece yüzde 24’ünün ihracat olduğunu görüyoruz. Biz ne dedik? Gelin, serbest bölgede ihracat organizasyonu yapıp Türkiye’deki mallara yurt dışından, Türkiye’de üretilen -bakın, serbest bölge dışında Türkiye’de üretilen- teşviksiz olarak üretilen mallara yurt dışından talep yaratarak ihracatı artıran mükelleflerin de istihdam ettiği işçiler nedeniyle vergi teşviki verelim ama bunu teklif sahibi Sayın Elitaş uygun bulmuyor ama öyle anlaşılıyor ki dış ticaretten sorumlu Sayın Devlet Bakanının da ilgi alanında değil bu konular. Serbest bölgelerdeki ihracat ve düzenleme ilgili Devlet Bakanının ilgisini çektiği an belki biraz daha anlamlı hâle gelebilecektir. Belki bir gün Sayın Devlet Bakanını da, dış ticaretten sorumlu, serbest bölgelerden sorumlu bir bakan olarak görebileceğiz.

Değerli milletvekilleri, dün burada tütün üreticileriyle ilgili çok ciddi tartışmalar yapıldı. Meclis araştırma önergeleri verildi, onun üzerinde söz alan arkadaşlarımız oldu. Ben Serbest Bölgeler Kanun Teklifi’nin tümü üzerinde görüşlerimi ifade ederken Hükûmetin 31 Aralık 2009 tarihinde yaptığı bir düzenlemeyi gündeme getirerek eleştirmiştim. Düzenleme şuydu: 31 Aralık 2009 tarihli Resmî Gazete’de yayınlanan bir Bakanlar Kurulu kararıyla Türkiye’ye ithal edilen sigaralar ile ithal edilen işlenmiş tütün üzerindeki tütün fonu kaldırılmıştır. Paket başına 40 sent, işlenmiş tütünde ise kilo başına 3 dolarlık fon öteden beri Türkiye’deki sigara üretimini, Türk tütününü, tütün üreticisini korumak, kollamak için uygulanmaktaydı. Hükûmet bir kararla bunu yürürlükten kaldırdı.

Türkiye’de tütün üretimi esasen AKP hükûmetleri döneminde çok büyük bir darbe yemiştir. Tütün üretici sayısı 2002 yılına kıyasla 2008 yılında yüzde 55 oranında azalmıştır bakın, yüzde 55 oranında, üretim alanı yüzde 27 oranında azalmıştır, üretim miktarı da yüzde 42 oranında azalmıştır. Şimdi böyle bir düzenlemeyi yaparken zaten minimuma, asgari seviyeye inmiş tütün üretimine ve üreticisine bir darbe daha indirdiğinizin farkında değil misiniz acaba?

Başbakan Yardımcımız Sayın Bülent Arınç, 2001 yılındaki Fazilet Partisi Grup Başkan Vekili olarak Genel Kurulda yaptığı konuşmaya atfen, onu değerlendirirken geçen hafta “Şimdi şartlar aynı olsa aynı tutumu gösteririm.” diyor. Evet, şimdi 2002’dekinden daha vahim bir durum var. Bu kararın altında tütün üretim bölgesinin milletvekili olan ve oranın Başbakan Yardımcısı olan, oradan seçilen Sayın Bülent Arınç’ın da imzası var. Devlet işleri tabii ki ciddiyet istiyor, dikkatinden kaçmış olabilir ama “o tavrı gösteririm, o tavrımın arkasındayım” diyorsa, işte Halep, işte arşın. Bakanlar Kurulu kararı burada…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Bu Bakanlar Kurulu kararının düzeltilmesi gerekir.

Sayın Başbakanımız, dün yapmış olduğu konuşmada 2002 ile 2009 yılını kıyaslıyor; ücretlinin ücretiyle ne kadar tarım ürünü alabildiğine örnek olarak sütü veriyor değerli milletvekilleri. Sayın Başbakanımız diyor ki: “2002 yılında 184 litre süt alırken ücretli, asgari ücretle -sütün fiyatı 1,15 TL- şimdi 577 Türk liralık asgari ücretle bu süt miktarı 394 litreye çıkıyor.” Bu şunu gösteriyor: Evet, ücrette bir artış var ama süt fiyatında olağanüstü bir düşüş var. Bakın, sütün fiyatı, Sayın Başbakanın verdiği rakamlara göre o yıldan bu yıla yüzde 65 artmış ama TÜFE, enflasyon yüzde 94 artmış. Enflasyonun altında bir süt fiyat artışı var. Yani yere serilen bir süt üreticisi var. Bunu da dikkatinize sunuyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Hamzaçebi.

Madde üzerinde kişisel söz taleplerinden ilk söz Kocaeli Milletvekili Sayın Eyüp Ayar’a aittir.

Buyurun Sayın Ayar…

Sayın Ayar yok mu?

Mersin Milletvekili Sayın Ömer İnan…

Yok mu?

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Eyüp Ayar geldi Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Eyüp Bey, buyurun.

EYÜP AYAR (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Serbest Bölgeler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin 3’üncü maddesi üzerinde, şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, serbest bölgeler, 1985 yılında kuruldu ve ülkeye hem ihracat yönünden hem dış ticaretin gelişmesi yönünden hem ülkeye teknoloji girişi yönünden önemli katkıları olmuştur.

Bugün de serbest bölgeler faaliyetlerine devam etmektedir. Serbest bölgeler 2009 yılının Kasım ayı itibarıyla yaklaşık 16 milyar dolarlık bir ticaret hacmine ulaşmıştır. Bu bölgelerde 45 bin insan yaşamaktadır, işçi çalışmaktadır. Ancak, bugünkü dünyadaki ekonomik düzen, ticaretin kolaylaşması, sınırların neredeyse kalkmış olması serbest bölgelere olan cazibeyi de azaltmıştır.

Bir şeyin üzerinde durmak lazım. Bir ülkenin, kalkınmasında yatırım, üretim ve ihracat denklemini iyi kurması lazım. AK PARTİ iktidara geldiğinden beri Türkiye sürekli büyümüştür. Makro dengelerini kurarak Türkiye, 2009 yılı hariç, sürekli büyüyen bir ekonomi olmuştur. Rakamlar ortada. Bu dönemde, dünyadaki en büyük ekonomi içerisinde 27’nci sıradan 16’ncı sıraya çıkmış, Avrupa’daki en büyük 6’ncı ekonomi olmuştur. Ancak, 2009 yılında küresel krizden dolayı üretimde bir miktar düşüş olmuştur, ihracattaki sıkıntıdan dolayı. Bunun getirmiş olduğu, istihdamda sıkıntı olmuştur, vergi gelirlerinde azalma olmuştur ama Türkiye yine 2010 yılıyla, bu yılla beraber kalkınarak yoluna devam edecektir.

Bir malı satabilmenin, ticaret yapabilmenin önemli bir kuralı da dünyadaki bu rekabet düzeninde, fiyat ve kalitedir. Yani kısacası, bir malı ihraç edebilmek veya içeride satabilmek için, eğer uygun fiyatta bunu verebilirsen ve kaliteli de yapabilirsen daha kolay bu işi yapmış olursun.

Biz, çıkaracak olduğumuz bu yasayla şunu yapıyoruz: Serbest bölgelere girecek olan mallardan binde 5 oranında bir ücret alınıyordu, biz bunu binde 1’e düşürüyoruz ve serbest bölgelerden Türkiye’ye girecek olan mallardan alınan binde 5 kesintileri de binde 9’a çıkarıyoruz. İşin özeti kısaca bu. Bu yasanın da yürürlüğü üç ay sonra olacaktır.

Değerli arkadaşlar, burada bir şey üzerinde durmak istiyorum: Geçtiğimiz çarşamba günü, geçtiğimiz perşembe günü bu yasayı görüştük, bugün de bu yasayı görüşüyoruz. Yürürlük maddeleri dışında tek maddelik bir yasa. Kısa bir değişiklik için üç gün bu Meclis burada çalışıyor. Buradan bir kez daha şunu görüyoruz ki, bu İç Tüzük Meclisi çalıştırmak için değil de sanki çalıştırmamak için hazırlanmış. Yani çok sert bir muhalefet de yok. Yani bu, üç günde çıkıyor buradan, belki üzerinde durulsa on günü de bulur. Buradan bir kez daha şunu görüyoruz ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi haftada üç gün -salı, çarşamba, perşembe- toplanır, saat 15.00-19.00 arası çalışırsa, eğer bu sistemle çalışılırsa, bu İç Tüzük’le çalışılırsa burada yasa çıkarmak gerçekten çok zor olacaktır. Onun için biz…

İSA GÖK (Mersin) – Koltuğunuza oturun, yasayı takip edin. Yasayı takip etmeyen sizsiniz Sayın Hatip.

EYÜP AYAR (Devamla) – Tabii, muhalefetin iktidara gelmek gibi bir niyeti yok herhâlde, siz bu işten gayet memnun gibi görünüyorsunuz.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Yolun sonu görünüyor!

EYÜP AYAR (Devamla) – Şimdi, arkadaşlar, kısacası, bu kanunun bir an önce çıkmasını ve ülkemize…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

EYÜP AYAR (Devamla) –…ve milletimize hayırlı olmasını temenni ediyor, yüce Meclisi tekrar saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ayar.

Mersin Milletvekili Sayın Ömer İnan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ÖMER İNAN (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geçen gün İsrail’deki Büyükelçimize yapılan davranışı kınayarak sözlerime başlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Orta Çağdan kalan bir zihniyetle bizim Büyükelçimizi davet edip alçak bir sandalyede oturtmakla, kendince Türkiye’den intikam almayı düşünen bir zihniyet.

KAMİL ERDAL SİPAHİ (İzmir) – Siz de oturtun!

ÖMER İNAN (Devamla) – Bu, bir devlet adamlığı değildir, İsrail Hükûmetinin bu davranışı bir şizofreni hâlidir, bir paranoya hâlidir. Onun için, şiddetle protesto ediyorum, kınıyorum.

Değerli milletvekilleri, 1985 yılında çıkarılan 3218 sayılı Kanun’la ihracata yönelik yatırımları teşvik etmek, üretimi teşvik etmek, uluslararası ticareti geliştirmek, yeni teknolojilerin girişini hızlandırmak, yabancı sermayeyi celbetmek amacıyla çıkarılan Serbest Bölgeler Kanunu sayesinde bugüne kadar 19 tane serbest bölge kurulmuştur. Aslında 21’dir ama 2 tanesi fiilen başlamadığı için 19 tane serbest bölgemiz var.

İlki de Mersin’de kurulmuştur. Mersin o açıdan önemli bir gelişme göstermiştir, serbest bölge sayesinde. İstihdam meydana gelmiştir Mersin’de, yatırımlar artmıştır, üretim artmıştır ama ne yazık ki, daha sonra 2004 yılında yapılan düzenlemeyle bu serbest bölgelerin cazibesi kaybolmuş, eski oranda bir ilgi görmemiştir. Buna rağmen serbest bölgelerdeki dış ticaretin toplam dış ticaret hacmine oranı yüzde 7 civarındadır, önemli bir orandır ve bölgeye de büyük ölçüde istihdam sağlamaktadır. Bu Serbest Bölgeler Kanunu’nun (7/B) maddesini değiştirmek üzere bir kanun teklifi geldi. Biliyorsunuz, mevcut Kanun’da yurt dışından bölgeye getirilen malların CIF değeri üzerinden, Türkiye’ye çıkarılan malların da FOB değeri üzerinden binde 5 oranında ücretlerden kesinti yapılıyordu ve bu, Merkez Bankasında açılan bir özel fonda biriktiriliyordu ve bütçeye gelir kaydediliyordu. İşte, yapılan düzenleme budur: Binde 5’leri binde 1’e indirmek ve binde 9’a çıkarmak yani Türkiye’ye girişlerde binde 1 oranında ücret kesintisi yapılacak, Türkiye’ye çıkarılan… Yani bölgeye giren mallar için oran binde 1’e indiriliyor, Türkiye’ye giren mallar için de binde 9’a çıkarılıyor yani toplam binde 10’luk oran değişmiyor. Bu bakımdan, yerli sanayinin ölmesi, rekabet edemez duruma gelmesi gibi iddialar doğru değil, geçerli değil çünkü binde 10’luk oran muhafaza edilmektedir.

Bu kanunla amaç edilen şey şudur: Üretici firmaların rekabet edebilirliğini artırıyoruz, özellikle transit malların girişinde kolaylık sağlanıyor çünkü bu binde 5’lik oran gelecek yabancı sermayeyi ürkütüyordu, bunu binde 1’e getirmek suretiyle istenilen amaç sağlanmış oluyor.

Üç aylık sürenin öngörülmesi de, yayımı tarihinden üç ay sonra yürürlüğe girmesinin sebebi de burada faaliyet gösteren firmalara intibak sağlamak amacı iledir.

Serbest Bölgeler Genel Müdürlüğü yeni bir uygulama başlatmıştır, bir planlama yapmaktadır daha doğrusu, serbest bölgelerimizin artık ihtisaslaşması gerektiği yönünde bir çalışması vardır; doğru bir hareket bu. Kocaeli ve Adana’da tersanecilik, Antalya’da mega yat, medikal, Bursa’da otomotiv yan sanayisi, Ege’de havacılık yan sanayisi cazibe merkezi hâline gelsin diye bir çalışma vardır. Biz de Mersin için tekstilin öne çıkarılmasını arzu ediyoruz. Ayrıca, lojistik de önemli bir husustur, master planı bitti, Dış Ticaret Müsteşarlığı, bu konuda desteğini sağlamıştır, desteğinin artarak devam etmesini diliyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

ÖMER İNAN (Devamla) – Ve önümüzdeki dönemde serbest bölgelerin tekrar cazip hâle gelmesi için hep birlikte, yani buraların depo olarak kullanılmaktan çıkarılması, bölgelerin ihtisaslaşması, verimliliğe dayalı bir büyümenin sağlanması açısından da yeni düzenlemelerin yapılması gerektiğini düşünüyorum.

Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın İnan.

3’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Teklifin tümü üzerinde İç Tüzük Madde 86’ya göre lehte görüşünü bildirmek üzere Kayseri Milletvekili Sayın Mustafa Elitaş. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, bir asıl, iki yürürlük ve yürütme maddesiyle birlikte üç maddelik olan kanun teklifinin son noktasına geldik. Bu kanun teklifini verirken amacımız, ifade ettiğimiz gibi, serbest bölgelerdeki sanayicinin, yabancı sermayenin bu bölgede yapacağı yatırımlarla birlikte Türkiye'nin ihracatına katkı sağlamak amacıydı. Bu binde 5’in binde 1’e düşmesiyle birlikte, üç aylık sürenin niye ifade edildiğini, niye yasada sonra uzatıldığını bir kısım arkadaşımızın hem konuşma metinlerinden hem Sayın Bakana sorularından görüyoruz. Onu şu anlamda ifade etmeye çalışıyoruz: Serbest bölgeye yurt dışından giren girişlerin tamamı binde 5 ücrete tabi. Şu anda serbest bölgedeki bulunan, imalat için kullanılacak malzemelerin tamamı binde 5 ücreti ödenmiş vaziyette duruyor. Biz bu kanunun yürürlük tarihini, kanunun yayımı tarihinden itibaren koyduğumuz takdirde mevcut binde 5 ödemişlerin bu yayım tarihinden itibaren getireceklere karşı bir haksız rekabetle karşı karşıya kalmalarını engellemek ve bir uyum süreci içerisinde sağlamak kastıyla bunu yaptık.

Şimdi, değerli arkadaşlar, kanunun 1’inci maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan Yaşar Tüzün arkadaşımız buradan şöyle ifade ediyor: “Bu kanun görüşülürken, kanunun teklif sahibi olan iki milletvekili, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ile Ankara Milletvekili Reha Denemeç üç saattir burada yoklar, ilgili bakan da burada yok. Sanki kanun bir korsan kanun gibi çıkıyor, sorulan sorulara cevap vermiyorlar.” Bizim, milletvekilleri olarak teklif verme hakkımız var ama sorulan sorulara cevap verme hakkımız mümkün değil, ya komisyon sıralarında oturacağız, o konuda cevap vereceğiz veya ilgili bakan o konuya cevap verecek. “Dolayısıyla, bu teklifin kimlere çıkar sağladığında aslında kafamıza soru işareti geliyor.” diyor. Açık ve net ifade ediyoruz: Bu binde 5’lik olayın binde 1’e düşürülmesiyle birlikte ortaya çıkan rakamın hiç kimseye menfaat sağlamak amacıyla değil, serbest bölgede mevcut üretim yapanların ihracatını artırmak ve serbest bölgede yatırım yapmak isteyen her kimse, Türkiye’den ve Türkiye dışından her kimse yatırım yapmak gayreti içerisinde olan, serbest bölgede yatırımını yapar ve bu yatırımla birlikte, binde 1’lik, serbest bölgeden ihracat yapmak kaydıyla, tamamını ihraç etmek kaydıyla bu işten faydalanır.

Yine, bakınız, şu andaki Serbest Bölgenin Başkanıyla ilgili bir bağlantı kurarak eleştiri yapıyor. “Başkan Memduh Büyükkılıç. Kim bu Memduh Büyükkılıç? Melikgazi Belediye Başkanı.” diyor. Neymiş bu Memduh Büyükkılıç? Refah Partisinden milletvekili olmuş, Fazilet Partisinde milletvekilliğini yapmış, Fazilet Partisi belediye başkanı, arkasından AK PARTİ belediye başkanı. Memduh Büyükkılıç öyle bir iş yapmış ki Kayseri’de bulunan büyük holdinglerden birine bu arsaları peşkeş çekmek amacıyla, 7 dolar olan arsa fiyatlarını 5 dolara düşürmüş. Şimdi, bakıyorum, Yönetim Kurulunda kimler var? Serbest Bölgenin kuruluşu aşamasında ben de ilk adım atanlardan birisiyim ama serbest bölgelerin tedricî kuruluş aşamasına girmesinden dolayı hissem de yok, Yönetim Kurulunda da bulunmadım. Kim kurucu Başkanı? Cumhuriyet Halk Partisi veya Demokratik Sol Partiden milletvekili aday adayı olan Sayın Faruk Molu ve uzun yıllar, hemen hemen yedi sekiz sene Serbest Bölge Başkanlığını yaptı. Biz bundan alınmadık, gücenmedik ve saygı duyduğum, gerçekten sanayiciliğine gıpta ettiğim, Kayseri’de büyük bir şirketin başında olan bir kişinin Serbest Bölgenin başında olması önemli bir şey.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Şu andaki Başkan kim?

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Şu anda Memduh Büyükkılıç, Melikgazi Belediye Başkanı.

İki: Başkan yardımcısı kim? Hasan Ali Kilci. Öbür Başkan Yardımcısı kim? Mustafa Boydak. Bunlar kim? Biri, Ticaret Odası Başkanı, ilk okuduğum; öbürü, Sanayi Odası Başkanı.

Şimdi, Yaşar Tüzün Bey diyor ki: “Yönetim Kurulu, 7 dolardan 5 dolara indirmekle birlikte büyük bir holdinge peşkeş çekmiş.” 11 tane Yönetim Kurulu üyesi var. Buradaki arkadaşlarımızın bir kısmı CHP sempatizanı, bir kısmı MHP sempatizanı. Bu arkadaşları töhmet altında bırakmaya hiç kimsenin hakkı yok.

Melikgazi Belediye Başkanı AK PARTİ’li belediye başkanı olabilir ama Sanayi Odası, Ticaret Odası Başkanının Yönetim Kurulu üyesi olduğu… 7 dolardan değil, 8 dolardan 5 dolara düşürülmüş fiyat, onu da söyleyeyim. 8 dolar olan fiyatı sanayicinin imkânlarına sunabilmek amacıyla, fiyatları 8 dolardan 5 dolara düşürmüşler. Bunun, sanayicinin önüne, biraz önceki yaptığımız binde 5’lik olayın binde 1’e düşürülmesiyle ne farkı var? Sanayiciye teşvik değil mi? Sanayiciye çok büyük arsalar vererek, çok yüksek fiyatlarla arsaları verip onların öz sermayelerini sadece toprağa…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – …yatırmak yerine istihdam için makine ve teçhizata kaynak aktarmasına fırsat vermekten daha güzel ne olabilir? Bunun eleştirilmesinden, altında başka bir şey aranmasından ne anlam çıkarılabilir?

Bakınız, diğer Yönetim Kurulu üyelerini de okuyorum: Mehmet Uzandaç, sanayici, bu bölgede yatırımı olan birisi; Mustafa İncetan, Halit Özkaya, Halit Karslıoğlu, Osman Köseoğlu, Ahmet İlgü, Ergün Bilen, Mahmut Özbıyık. Bunlara arkadaşlarımız tutanaktan bakarlarsa hangi partilerin sempatizanı olduklarını ve bunların birlikte verdikleri kararla birlikte hiç kimseye peşkeş çekmediklerinin, eğer varsa bu töhmet altında bırakmanın haksızlık olduğunu ifade ediyorum.

Onun için, değerli arkadaşlar, Kayseri’de iki tane holding var, benim bildiğim ve bunlar da hizmet ediyorlar. Yanlarında, benim bildiğim, holdinglerden birisi 15 bin kişi istihdam ediyor ve onlardan da gurur duyuyoruz, keşke on tane holding olsa. Bunlara bu fiyatların düşürülmesi peşkeş değil ülkeye hizmettir.

Yasanın hayırlı olmasını temenni ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Elitaş.

İç Tüzük madde 86’ya göre teklifin aleyhinde görüşünü belirtmek üzere Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 446 sıra sayılı Yasa Teklifi’nin sonuna geldik. Bu yasa teklifinin oylamasından önce, aleyhte olmak üzere oyumun rengini belirtmek üzere söz almış bulunuyorum.

Biraz önce, Sayın Başkan “Ben saymıyorum, yanımdaki Divan Kâtipleri sayıyor.” dedi. İç Tüzük’ün 141’inci maddesine göre, Sayın Başkan ve Kâtip Üyeler tarafından yapılabilir; bir.

İkincisi: Anayasa’nın 96’ncı maddesine göre, karar yeter sayısını aramak Meclis Başkanının görevi. Anayasa’nın 96’ncı maddesine göre der ki: Türkiye Büyük Millet Meclisi üçte birle toplanır. Toplantıya katılanların salt çoğunluğu ile karar verilir ve her hâlükârda karar yeter sayısı dörtte birinin bir fazlasından az olamaz. Bu, açık, net Anayasa hükmüdür. Anayasa’ya sadakat yemini etmiş olan herkesin buna riayet etmesi lazım. Yani, bizim burada karar yeter sayısını istememiz önemli değil. Daha önce de biz bunu uygulamıyorduk, yani diyorduk ki Meclis Başkanlık Divanı Meclis çalışmasına sekte vurmasın diye ama Sayın Başkan, maalesef, buradaki Divan Üyesi arkadaşlarımız da AKP’li olduğu için, biraz da seçim de yaklaştığı için, şimdi seçimde, işte, karar yeter sayısı olmadığı hâlde yoktur dedikleri takdirde… Zaten maalesef, milletvekilleri bağımsız hareket etmiyorlar. O bakımdan, yani Başkanlık Divanında sizin saymanız lazım. Şimdi, maalesef, dün de iki defa karar yeter sayısı yoktu, yine şey dediniz.

Şimdi, değerli milletvekilleri, ben AKP’yi iyi tanıyorum, Turgut Özal’ı da iyi tanıyorum, rahmetli. Şimdi, bu Turgut Bey -rahmetli oldu- diyordu ki: “Ben zengini çok severim.” 1985 yılında, bu Serbest Bölgeler Kanunu onun zamanında geldi. O zaman da karşısındayım. Niye karşısındayım biliyor musunuz?

Şimdi, arkadaşlar, Türkiye’de nedense hep zenginlere, holdinglere, vergi vermeme durumu getiriliyor. Şimdi, serbest bölgelerde, işte, arsalar bedava -aşağı yukarı bedava seviyesinde- orada çalışan insanlar gelir vergisi ödemezler, kurumlar vergisi ödemezler, birçok kaçakçılık da olur bu bölgelerde, yani çok kaçak mal da girer çıkar, hatta burada da çalışan yabancı uyruklu kaçak işçiler var, bunların hiç kayıtları da olmaz. Dolayısıyla buranın eğer sağlıklı bir maliye incelemesini yaparsanız…

Mesela, işte, burada teklif sahibi diyor ki: Efendim, burada 24 milyar dolarlık bir işlem yapılmış, bu 24 milyar doların ancak yüzde 23’ü ihraç edilmiş.

Şimdi, bu yüzde 23 uğruna yapılan kazanım Türkiye’ye neye mal oluyor? Gelir vergisini ödemiyorlar, kurumlar vergisini ödemiyorlar, orada çalıştırdıkları işçilerin vergisini ödemiyorlar. E, öte tarafta, vatandaş geliyor, Türkiye'nin herhangi bir yerinde, hem işçisinin sigortasını ödüyor hem gelir vergisini ödüyor, ihraç ediyor. O ihraçta, bir defa esas büyük rekabetsizlik buradan kaynaklanıyor.

Şimdi, Mustafa Bey alelacele, hemen getirdi, verdi bu teklifi. İşte, başlangıçta Başbakanlıktan tasarı olarak gelmiş, nedense son anda bu tasarıdan vazgeçilmiş, teklif hâline gelmiş. Biraz Mustafa Bey de zengini sevdiği için, çıktı buraya… Kendisinin de şimdiye kadar bu Genel Kurulda bir işçi lehine, bir emekli lehine, ekonomik yönden zor durumda olan kişilerle ilgili bir teklif verdiğini görmedim. Daha ziyade…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sen de zenginler safına girdin ama seni sevip sevmeyeceğim meçhul.

KAMER GENÇ (Devamla) – Neyse, şimdi sen çıkar bana cevap verirsin.

Ondan sonra, her getirdiği… Yani, özellikle, burada imar affını getiriyorsunuz, vergi affını getiriyorsunuz, işte, hayalî ihracatçıyı affetmeyi getiriyorsunuz. Dolayısıyla, bu sabıkanızı da bildiğim için, son anda burada verdikleri önergeden dolayı, sizin getirdiğiniz bu şeylerin altında bir hinlik aramak bizim doğal hakkımız, çünkü bizde kayıtlı siciliniz pek parlak değil.

Burada geçmişte de gece yarısı verilen önergelerle kimlere devletin ne kaynaklarının aktarıldığı, Unakıtan zamanında yapılan bu hayalî ihracatlar sonunda çıkarılan bir günlük yönetmeliklerle, işte, bu tavuk yemlerinde, kümes yemlerinde ne kadar vergi kaçakçılığı yapıldığı hep ortadayken, tabii ki biz burada muhalefet olarak sizin getirdiğiniz kanun tekliflerine gönül rahatlığıyla oy veremiyoruz. Ayrıca, Hükûmetiniz zamanında Türkiye Cumhuriyeti devleti de büyük bir tahribata uğradı, gerek içte gerek dışta.

Şimdi, Tayyip Bey çıkmış, grupta diyor ki: “Efendim, uluslararası kuruluşlar diyor ki: 2010 yılında Türkiye krizi en rahat atlatacak ülke.” Yahu, bir görelim bakalım.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Bekle, göreceksin. 2010’un daha 13’ündeyiz bugün.

KAMER GENÇ (Devamla) – “En büyük büyüyecek ülke.” E, bir görelim bakalım. Peki, büyümedi ve krizi atlatmadı, ne olacak? Kendisi istifa edecek mi?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

KAMER GENÇ (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; onun için, maalesef, Türkiye’yi yöneten insanların ciddiyet içinde gösterdiği ne bir tavır var ne bir düzenleme var. Devletin kurumları birbirine vuruluyor. Yargı yok ediliyor. Ondan sonra, Yargıtay Başkanı “Alev bacayı sarmış.” diyor. Yargıtaydan dosyalar çıkmıyor; 1,5 milyon dosya sırada bekliyor. Öte tarafta Yargıtayda üyeler seçilmiyor. Ondan sonra “Ben iktidarım, seçimle gelmişim, bütün güç bende.” diyor. Yahu, sen kimsin kardeşim? Seksen altı senedir bu memlekette iktidarlar gelmiş gitmiş. Sana iktidarı birileri…

AHMET YENİ (Samsun) – Millete “Kimsin?” diyemezsiniz! Millî iradeye “Kimsin?” diyemezsiniz! Ağzından çıkanı kulağın duysun.

KAMER GENÇ (Devamla) – Yahu, millî iradeye kimse karşı değil de millî iradeyi hakkıyla temsil ederek bu makamlarda kalmak meselesi. İşte, şu Hükûmetinizin içine düştüğü manzaraya bakın. Yahu, bir defa, bu Meclise gelip de burada sorulara cevap verecek gücü kendisinde bulmayan bir Hükûmetin ben neyine güveneceğim ya?

ALİ TEMÜR (Giresun) – Sen soru sor. Aynı şeyleri tekrarlama, soru sor.

KAMER GENÇ (Devamla) – Dolayısıyla, burada hep Meclisten kaçan, Meclisin karşısına gelmeye yüzü olmayan bir Bakanlar Kurulunun…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, karar yeter sayısı istiyorum.

BAŞKAN – Karar yeter sayısını arayacağım.

Teklifin tümünün oylamasını elektronik cihazla yapacağım.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Kâtipler arasında anlaşma yoksa elektronik cihazla yapın Sayın Başkan.

BAŞKAN – Oylama için üç dakika süre veriyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Karar yeter sayısı vardır, teklif kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı olmasını diliyorum.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 17.48

ALTINCI OTURUM

Açılma Saati: 18.03

BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Gülşen ORHAN (Van)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 47’nci Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.

4’üncü sırada yer alan, Üniversite ve Sağlık Personelinin Tam Gün Çalışmasına ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

4.- Üniversite ve Sağlık Personelinin Tam Gün Çalışmasına ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/715) (S. Sayısı: 418) (x)

BAŞKAN – Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Komisyon raporu 418 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince bu tasarı İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında görüşülecektir. Bu nedenle, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.

Tasarının tümü üzerinde söz isteyen, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Sayın Tekin Bingöl. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA TEKİN BİNGÖL (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 418 sıra sayılı, üniversiteler ve sağlık personelinin tam gün çalışmasıyla birlikte, bazı kanunlarda değişiklik yapan tasarının tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım.

Görüşmekte olduğumuz tam gün çalışma uygulaması, cumhuriyet tarihi boyunca farklı dönemlerde, farklı anlayışlarla üç kez uygulamaya konmuştur. Bunlardan bir tanesi, Doktor Refik Saydam döneminde koruyucu sağlık hizmetlerinde çalışan sağlık personelini ilgilendiren düzenlemedir. İkincisi, 1965 yılında askerî hekimlere uygulanan ve daha sonra kamu hastanelerinde çalışan hekimleri de kapsamına alan uygulamadır. Bu uygulama bir süre sonra o günün koşullarındaki birtakım olumsuzluklar, hekim sayısı ve hekim dağılımı nedeniyle yürürlükten kaldırılmıştır. Nihayet 1978 yılında, yeniden, sağlık çalışanlarının tam gün çalışmasıyla ilgili bir yasal düzenleme yapılmış ve 1979 yılında bu yasa yürürlüğe konmuştur, ama maalesef 1979 yılında yürürlüğe konan bu Tam Gün Çalışma Yasası 12 Eylül askerî darbesiyle birlikte ancak bir buçuk yıl yürürlükte kalabilmiş, daha sonra Konsey kararıyla yürürlükten kaldırılmıştır.

Değerli milletvekilleri, ilk iki uygulamayı bir tarafa bırakırsak, 1979’daki uygulama ile aradan geçen otuz yıl sonrasında günümüzü kıyasladığımızda çok önemli değişikliklerin olduğunu görürüz. Bu en önemli değişikliklerden bir tanesi personel sayısındaki değişikliktir. O gün için Türkiye’de 10 tıp fakültesi varken bugün tıp fakültesi sayısı 60’lara ulaşmıştır ve hekim sayısı da nüfus artışının çok çok üzerindeki sayılara ulaşmıştır.

                                           

(x) 418 S. Sayılı Basmayazı tutunağa eklidir.

Yine en önemli gelişme, 1979 yılında hekimlerin seçenekleri sadece özel muayenehane ile kamu kurumu arasında sıkışıp kalmışken bugün çok farklı seçeneklerinin olduğu bir gerçek. Bugün, farklı büyüklüklerde, değişik uygulamalar yapan özel sağlık kuruluşları hepinizin malumu. Bu kuruluşlar laboratuvarlar, klinikler, yan dal merkezleri, özel hastaneler ve özel tıp merkezleri şeklinde sınıflandırılabilir.

Yine, vakıf üniversiteleriyle özel üniversitelere bağlı tıp fakülteleri ve bunlara bağlı hastaneler de hekimlerimiz için yeni farklı seçenekler olarak önümüzde durmakta.

Değerli milletvekilleri, bu farklı seçenekler ve sağlık personeli sayısına baktığımızda, bugün için çıkarmak durumunda olduğumuz tam gün çalışma yasasının son derece önemli düzenlemeler ihtiva etmesi gerekmektedir. Zira, bugün sağlık çalışanlarının hemen tamamının çok ciddi sorunları olduğu malumunuz.

Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak ilkesel anlamda tam gün çalışmayı uygun bulmaktayız, olumlu karşılamaktayız. Bizim tam gün çalışmaya sıcak bakmamızın en önemli unsurlarından bir tanesi yurttaşlarımızın sürekli, nitelikli, kalıcı, yaygın ve ayrımsız bir sağlık hizmetinden yararlanması amacının güdülmesidir. Yine, parti programımızda da sürekli ve nitelikli sağlık hizmetlerinin sunulması adına tam gün çalışma planlanmaktadır. Bütün bunlar sağlık çalışanlarının tam gün çalışmasının hayata geçirilmesi noktasında ciddi düzenlemeleri gerektirmektedir.

Değerli milletvekilleri, bugün, Türkiye’de çalışan sağlık emekçilerinin hemen tamamının çok ciddi sorunları vardır. Örneğin, hekimlerimizin emeklilik sorunları vardır, almış oldukları emekli maaşları maalesef çok cüzi oranları teşkil etmektedir; bu, sadece maaşlarının emekliliğe yansıtılmasından kaynaklanmaktadır. Oysa, bildiğiniz gibi, kamu kurumlarında ve üniversite hastanelerinde çalışan hekimlerin çıplak maaşlarının dışında başka ek ödenekleri de vardır; döner sermayeden, performanstan da birtakım ek ödenekler almaktadırlar ama bunların hiçbir tanesi emekliliklerine yansıtılmamaktadır.

Bu tasarı Komisyonda görüşülürken bir miktar düzenlemeler yapılmıştır ama maalesef emeklilikle ilgili yapılan bu düzenleme sadece ve sadece yeni göreve başlayanları yakından ilgilendirmektedir. Oysa, şu anda kamu kurumlarında ve üniversitelerde çalışan hekimlerimiz bu düzenlemeden maalesef yararlanamamaktadırlar.

Değerli milletvekilleri, bu emeklilik sorunu sadece kamuda çalışan hekimlerimizi ilgilendirmemektedir. Aynı şekilde, özel sağlık kuruluşlarında ve vakıf üniversitelerinde çalışan hekimlerimiz de bu durumdan son derece muzdariptirler. Zira, bu hekimlerimiz sigorta kapsamında çalıştıkları için ve emeklilik dönemlerinde yıllık sigorta primlerinin ortalaması alındığında, aldıkları emekli maaşları çok komik rakamlara ulaşabilmektedir. Örneğin, bazı hekimlerimiz 750-800 liralık bir emekli maaşına mahkûm edilmektedirler ama kamuda ve üniversitede çalışan hekimler emekli olduğunda da 1.200 ile 1.260 Türk lirası civarında bir emekli maaşı almaktadırlar.

Bu tasarıda yapılan birtakım düzenlemeler ve iyileştirmeler sadece ve sadece döner sermaye gelirlerine endeksli olarak yapılmaktadır. Bizim, tasarı Komisyonda görüşülürken ve sonrası süreçte ısrarla vurguladığımız bir konu çok önemli değerli milletvekilleri. Bu tasarı çıkarılacaksa, yapılan düzenlemeler ve Genel Kurulda da yapılacak iyileştirmelerin hayata geçirilmesi için mutlaka ve mutlaka genel bütçeden katkı sağlanma zorunluluğu vardır. Aksi takdirde sadece döner sermaye gelirleriyle yapılacak düzenlemeler bu tasarının hayata geçirilmesinde ciddi zorluklar ortaya koyacaktır.

Bakınız, Maliye Bakanlığı eliyle, son dönemlerde, devlet hastanelerindeki döner sermaye gelirlerinde ciddi azalmalar olmuştur. Yine, bu tasarı kapsamında üniversite hastanelerinde özel muayene ve ameliyatlar sonlandırılacağı için üniversite hastanelerinin döner sermaye gelirlerinde de ciddi azalmalar söz konusu olacaktır. Eğer çok olumlu, birtakım, döner sermayeyi artırıcı düzenlemeler yapılmazsa zaten mevcut döner sermaye gelirleriyle ayakta durmaya çalışan üniversite hastaneleri ve eğitim hastaneleri önemli sıkıntılar yaşayacaktır. Buradaki düzenlemelerin tamamı sadece ve sadece döner sermaye gelirlerine endeksli düzenlemelerdir. Bu düzenlemelerle bu tasarının ciddi anlamda uygulanabilirliği maalesef söz konusu değildir.

Değerli milletvekilleri, aslında, üniversitelerin ve eğitim hastanelerinin döner sermayeleri çok daha farklı anlamlarla kullandırılabilir. Tıp fakültesinde okuyan öğrencilerin son sınıfta çok ciddi bir şekilde meşakkatli bir eğitim sonrasında intern dönemde veya staj yaparken stetoskoplarını, tansiyon aletlerini bile kendi harçlıklarından almaları çok manidar bir örnektir. Oysa döner sermayeyle bunların karşılanması sağlanabilirdi, fakat bırakınız bunların karşılanmasını, döner sermaye şu anda ihtiyaçlarını gideremeyecek noktadadır. Zira, bugün birtakım sosyal güvenlik kurumlarından geri dönüşler birkaç ay sonrasına yayıldığı için, nakit akışlarında bile güçlük çeken döner sermaye, üniversitelerde ve döner sermayeye bağlı eğitim hastanelerinde ciddi anlamda sıkıntı yaşamaktadır. O nedenle mutlaka ve mutlaka Maliye Bakanlığının burada taraf olması ve genel bütçeden kaynak aktarma zorunluluğu vardır.

Değerli milletvekilleri, bu tasarı kapsamında yeni bir düzenleme yapılmaktadır. Hastaneler sınıflandırılmakta, çalışan hekimlerin bu sınıflar içerisinde hizmet görmeleri sağlanmaktadır.

Yine bu tasarı kapsamında kurumlar arası kısmi görevlendirmeler yapılmakta, buna uygun düzenlemeler yapılmakta, ama gelin görün ki özel sağlık kuruluşlarında ve özel muayenehanelerde çalışan hekimler için kısıtlamalar getirilmekte, sadece çalıştıkları kurumlarda hizmet vermeleri sağlanabilmektedir. Bir yandan uzman hekimin azlığından bahsederken, hekimlerin iş gücünden çok daha fazla yararlanmanın önünün kesilmesi anlaşılır gibi değildir. Oysa, hem uzman hekim azlığı hem özellikle yan dal uzmanlıklarındaki açıklar nedeniyle, bu, serbest çalışan hekimlerin farklı kurumlarda çalışmasının önünün açılması hem hastanın hekimini seçme özgürlüğü açısından hem de iş gücü açısından önemli yararlar sağlayacaktır.

Bu tasarıdaki önemli uygulamalardan bir tanesi zorunlu mesleki sigortadır. Bu, olumlu bir gelişmedir; bu, ciddi yararlar sağlayacaktır. Özellikle tıbbi hatalar söz konusu olduğunda, hekimlerimizin hem çalıştıkları kurum hem de o şahıslar nezdinde ciddi anlamda maddi ve manevi yükümlülükleri söz konusudur. Şimdi bu zorunlu sigortayla hekimlerimiz önemli ölçüde rahat nefes alabilmekteler, ama gelin görün ki aynı sorumluluğa sahip yardımcı sağlık personelinin bu haktan faydalanmamaları ciddi bir eşitsizlik sorunu yaratacaktır. Düşünün ki o tıbbi hataya maruz kalan ya da sorumlusu olan hekim bu anlayışta rahatlamaya kavuşturulmakta, ama aynı sorumluluğu taşıyan sağlık çalışanları bu haktan mahrum edilmektedir. O nedenle, Genel Kurulda bunun da düzenlenerek, sağlık çalışanlarının da bu kapsama alınmasında çok önemli yarar görmekteyiz.

Değerli milletvekilleri, kurum hekimlerinin, bildiğiniz gibi, mütevazı ücret aldıkları hepinizce malum. Ama bu düzenlemede kurum hekimleri ile belediye hastanelerinde çalışan ya da mahallî idarelerde çalışan hekimlerle ilgili ciddi düzenlemeler maalesef yapılamamaktadır. Komisyonda iş yeri hekimliğiyle ilgili kısmi bir iyileştirme, kurum hekimleri ve belediye hastanesindeki hekimlerle ilgili bir düzenleme yapılmışsa da iş yeri hekimliğinin kurum hekimleri tarafından yapılması son derece güçtür. Zira, mesailerinin tamamını belediye hastanelerinde ve kurum hastanelerinde geçiren hekimlerin ayrıca iş yeri hekimliği yapmaları son derece güçtür. Kaldı ki, o kurumda çalışan hekimlerin ya da o belediye hastanesinin bulunduğu yerlerde uygun iş yeri hekimliğinin olmaması da iş yeri hekimliğini yapmamalarını beraberinde getirecektir. Dolayısıyla, kurum hekimlerinin mutlaka ücretlerinin iyileştirilmesi için “sağlık tazminatları” adı altında yeni bir düzenlemeye zaruret vardır. Bunun da mutlaka Genel Kurul tarafından dikkate alınması gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, bu tasarı yürürlüğe girdikten sonra bazı maddelerinin uygulama tarihleri farklı farklı hayata geçirilecektir. Takdir edersiniz ki, özellikle son dönemlerde özel muayenehane sayılarında ciddi azalmalar söz konusu olmuştur. Bu azalmaların temel nedenlerinden bir tanesi özel sağlık kuruluşlarıyla rekabet içinde olan özel muayenehanelerin… Vatandaşlar tarafından; bütün işlemlerinin aynı çatı altında yapılması nedeniyle özel hastanelerin tercih edilmesi, yine bu özel hastanelerin Sosyal Güvenlik Kurumuyla anlaşma yaparak ödemelerin bir kısmının Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması ve özel muayenehane yerine özel sağlık kuruluşlarını tercih etmeleri nedeniyle özel muayenehanelerin iş hacimleri ciddi anlamda daralmıştır. Bu nedenle de bazı özel muayenehane işleten hekimler, kendiliklerinden özel muayenehanelerini kapatarak ya çalıştıkları kamu kurumlarında tam gün çalışmaya yönelmişler ya da özel sağlık kuruluşlarında çalışmayı yeğlemişlerdir. Dolayısıyla, zaman zaman vurgu yapılan, kamu kurumunda çalışan 24.725 uzman hekimlerin yüzde 77’sinin tam gün çalışmayı tercih etmelerinin asıl nedenlerinden bazıları da bunlar olsa gerek.

Bu yasa yürürlüğe girdikten sonra, özel muayenehanelerini kapatarak kamuda ya da özel sağlık kuruluşlarında çalışmayı kabul eden hekimler için uygun sürelerin mutlaka verilmesi gerekmektedir.

Bakınız değerli milletvekilleri, bir iş yerini açmak son derece kolaydır ama bir iş yerini kapatmak için ciddi sürelere ihtiyaç vardır. Vergi mükellefiyetlerinin sonlandırılması, yerel yönetimlere karşı sorumluluklarının sonlandırılması için ciddi süreler gerekmektedir. Sadece vergi dairesiyle olan ilişkilerin sonlandırılması için, defterlerinin incelenmesi, karşı kontrollerinin yapılması ve o defterlerin kapatılması için bir yıllık zorunlu süre vardır. Yasa gereği bu süre mutlaka kullanılmaktadır ve o nedenle bu özel muayenehane işleten hekimlerimize uygun sürelerin verilmesi zorunluluğu vardır.

Yine, burada çalışan, hekimlerimizin yanında istihdam ettikleri personelin ciddi iş sorunları ortaya çıkacaktır. Özellikle günümüzde istihdamın ve işsizliğin had safhada olduğu bu dönemde, sayıları 50 bine ulaşan bu tür sağlık çalışanlarının önemli bir kısmının işsiz kalması ciddi bir sorunu beraberinde getirecektir. Dolayısıyla muayenehaneleri kapatıldığında işini kaybeden sağlık çalışanlarının da makul bir süre içerisinde yeni iş olanaklarına kavuşturulmaları kendilerine tanınmalıdır.

Değerli milletvekilleri, aynı şekilde buralarda, çok ciddi bir şekilde bu sağlık çalışanlarının kıdem tazminatı sorunları karşımıza çıkacaktır. Muayenehaneleri kapatılırken yanlarında 2’den, 3’ten, 4’e varacak kadar eleman çalıştıran muayenehane işletmecileri, bu personelinin kıdem tazminatlarını ödemekle yükümlüdürler. Bunlar da o muayenehane sahiplerine ciddi yük getirecektir. Dolayısıyla bunun da mutlaka göz önünde bulundurulması zorunluluğu vardır.

Yine son dönemlerdeki tıbbi teknolojideki gelişmeler nedeniyle tıbbi cihazların çok sık bir şekilde yeni versiyonlarının çıkması ve muayenehanelerle özel sağlık kuruluşları arasında rekabet nedeniyle, muayenehane işleten hekimlerimiz sıklıkla yeni cihazlar almak durumunda kalmışlardır. Eğer bu tıbbi cihazlarla ilgili kolaylıklar sağlanmazsa, inanın değerli milletvekilleri, bir süre sonra Türkiye'de “tıbbi cihaz mezarlığı” diye bir sorunla karşı karşıya kalacağız. O nedenle özel muayenehanelerini kapatarak kamuda ya da özel sağlık kuruluşlarında çalışmayı yeğleyen özel muayenehane işletmecilerine makul sürelerin verilmesi, onların rahatlıkla iş yerlerini kapatıp bu mükellefiyetlerinin sonlandırılması için süre tanınması zorunluluk hâline gelmiştir.

Değerli milletvekilleri, beş altı ay önce Komisyonda yapılan çalışmalar sonunda birtakım düzenlemeler yapılmıştır ama bu geniş süre içerisinde sivil toplum örgütleri, meslek odaları, ilgililer bu tasarıyla ilgili çok önemli araştırmalar yaparak ciddi sonuçlara varmışlardır. Görünen o ki bu tasarı bu hâliyle kesinlikle sağlık çalışanlarının sorunlarını çözmemektedir, sorunları daha da derinleştirmektedir. Bunun en somut örneği değerli milletvekilleri, Türkiye'de var olan altmış dört tabip odasının -içerisinde çok farklı siyasi düşüncelere sahip olanlar olmasına rağmen- tamamının Türk Tabipler Birliğiyle ortak eylem kararı almaları ve ortak tavır belirlemeleridir. Yine Türkiye'de var olan, birçoğunun isminin dahi kamuoyunca ilk defa duyulduğu yetmiş beş adet uzman derneğin de tamamının, farklı düşünceye, farklı anlayışa, farklı uygulamaya sahip olan bu derneklerin de tamamının tabip odalarıyla birlikte ortak ses, ortak tavır koyma kararlılıkları bu sorunların çok ciddi noktalarda olduğunun en somut göstergesidir. Bakınız, bugün basın toplantısı yapan bu tabip odalarının tamamı ve uzman derneklerinin tamamı, Türkiye'de ilk defa, bir araya gelerek, farklı siyasi görüşlere mensup olmalarına rağmen bir araya gelerek ortak tavır koyma zorunluluğu içerisine girmişlerdir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi, sağlık çalışanlarının bu sorunlarına kulak vermek zorundadır. El birliğiyle bu sorunların çözülmesi için bu Genel Kurulda ciddi çalışmalar yapmak zorundayız. Eğer sadece ve sadece döner sermaye gelirlerine endeksli olarak bu düzenlemeleri yaparsak, inanın, bu yasa yürürlüğe girdikten bir süre sonra, bundan önce uygulamaya konulan üç Tam Gün Çalışma Yasası gibi, belki bir süre sonra yürürlükten kaldırılmak durumunda kalacaktır. Çünkü, hizmet verenlerin tamamının içine sinmeyen -kendilerini net bir şekilde bu yasanın içerisinde görmedikleri takdirde- bu yasanın iş güvenliği sağlanmadan, bu yasanın düzenlenmesi sağlanmadan hayata geçirilmesi, sağlık çalışanları tarafından kabul edilmeyecek bir yasa olarak önümüzde duracaktır.

Aslında yapılması gereken sadece ve sadece, bu Genel Kurulda, parti olarak bizim, diğer muhalefet partililerin, iktidar partisi milletvekillerinin de iyi niyetle, yapıcı bir anlayışla yaklaşım göstererek vermiş olduğumuz önergelerin dikkate alınması ve bu önergelerin, değişiklik önergelerinin mutlaka ciddiye alınarak yeni düzenlemenin yapılmasından geçmektedir. Ben, Sayın Bakanın, Komisyonun ve siz değerli milletvekillerinin, bizim arkadaşlarımızla birlikte size sunacağımız bu değişiklik önergelerini ciddiye alacağınızı düşünmekteyim. Aksi takdirde, bu önergelere, sadece, “muhalefetin verdiği önerge” anlayışıyla bakıldığı takdirde bu yasa tasarısının ciddi sorunlarla çıkacağı kaçınılmaz bir gerçek olarak önümüzde duracaktır.

Değerli milletvekilleri, dışarıda, sağlık çalışanlarının hemen tamamının, özellikle de yardımcı sağlık personelinin çok ciddi talepleri vardır ama bunların hiçbir tanesini maalesef bu tasarıda düzenleme şansına sahip olamadık.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

TEKİN BİNGÖL (Devamla) – Bu bir fırsat.

Genel Kurulda, bizim de sıcak baktığımız bu tam gün yasasının ideal hâle getirilmesi hâlinde ciddi anlamda yürürlüğe girebileceği ve vatandaşlarımızın bu yasadan azami ölçüde faydalanabileceğini düşünüyorum. Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bingöl.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Kırıkkale Milletvekili Sayın Osman Durmuş. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına üniversite ve sağlık tam gün yasasıyla ilgili söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri “Bakanlık, kısmi statüde çalışan hekimlerin mesaisine ihtiyaç duyduğu için, onların da tam gün çalışmasını istediğinden dolayı bu yasayı getirmiş.” diye düşünüyor olabilirsiniz. Bu konuda sizleri doğru bilgilendirelim: Sağlık Bakanlığı hastanelerinde kısmı statüde çalışan hekimler, sabah 8.00-akşam 16.00 arasında çalışmak zorundadır. Yeni getirilen yasada sabah 8.00-akşam 16.00 arasında çalışmak zorundadır. “Peki, farklılık nedir?” diyeceksiniz. Fark şu: Mesaisi bittikten sonra hekimler dışarıda, iş yerinde hasta muayene edemez, ameliyat yapamaz. Neden? Bu hekimlerin muayenehanesi varken de saat 16.00’ya kadar çalışıyorlardı. Ne değişti? Muayenehanesi olmayan hekimler ve Bakanlık rahatsız. Enjeksiyondan dolayı çocuk rahatsız olabilir; epilepsi hastası, hastalığını bilen ve ona ilaç yazan doktordan nefret edebilir, o psikolojiyi anlıyorum ama ancak kendisi de hekim olan bir bakanın, bir yasayı getirirken gerekçeleri arasına hekim düşmanlığını içeren cümleleri yerleştirmesine anlam veremiyorum. Aynı mesaide çalışan, ancak muayenehanesini kapatıp kira vermeyen, 2 personeli çalıştırmayan ve ortalama ayda 8 milyar vergi vermeyen hekime devlet bu tavrı için 6 milyar ek ücret ödeyecek. Kiralar, personel maaşı ve vergilerle birlikte 25 bin muayenehane, hekimin devlete verdiği 150 trilyon vergi ve şahıslara verdiği maaşlar ekonomik piyasadan çekilecek. Muayenehanedeki alet ve cihazlar hurdaya gidecek. O hâlde bu yasanın adı “tam gün çalışma yasası” değil, “yarı gün sadece kamuda çalışma yasası” olmalıdır. Ekonomik olarak iktidardan bağımsız doktor ve eczacıya tahammülleri yok. “Serbest çalışan hekim SGK ile anlaşmalı hastanede hasta muayene edemeyecek, ameliyat yapamayacak.” şeklinde yasa tasarısı gelmişti. Kurum doktorları niçin muayenehane açamıyor? Yatağı yok, hastanesi yok, istismar imkânı yok, hastayı istismar edemez, niçin muayenehane açamayacak? Bu, Anayasa ihlalidir. Bir meslek mensubu, serbestçe iş yeri açıp kendi mesleğini icra etmekten men ediliyor.

Sayın Erdoğan’dan inciler: “Bu hizmeti, bir yerde, milletin hayır dualarını almak için yapma anlayışıyla sürdürmek lazım. Tam gün yasasının altında yatan gerçek bu. Bu tasarının amacı halkımıza yüksek standartta, kaliteli sağlık hizmeti vermek ve sağlık çalışanlarına yeni imkânlar sunmak. Maaşına zam yok, döner sermaye varsa, alır. Bu konudaki itirazlar son derece yersiz ve hakkaniyetten uzaktır.” E senin çocuklarının, eşinin hayır duaya ihtiyacı yok mu? Ticari hayattan çekip hayır kurumlarında çalıştıracak mısın? Yok.

Değerli milletvekilleri, muayenehane, 60 bin civarında istihdam sağlanması, buna paralel ticari ve ekonomik güç, tıbbi malzeme kullanımı ve yılda 2 milyon 500 bin hasta yükünün paylaşılmasıdır. Kanun gerekçesinde “kamu hastalarının özele taşınması veya kamu yatağının özel muayene yoluyla pazarlanması” olarak açıklanmaktadır. Hasta istismarını, kamu yatağının istismarını yönetmeliklerle pekâlâ önleyebiliriz. Bir kısım hekimin tavrını tüm muayenehane hekimlerine mal ederseniz yanlış yaparsınız. Bu hazırlanan kanun istismarı önlemekten yoksundur zaten. İstismarı önlemek isteyenler, denetimleri kaldırdılar. Antalya’da denetim yapan, SGK adına, SSK adına denetim yapan 29 hekimi aynı anda sürgüne tabi tuttular. Yolsuzluk AKP’ye tahsisli! AKP’liyle ilgili yolsuzluğu yazdığınızda müfettiş olarak görevden alınabilirsiniz, tehdit ve sürgün kaçınılmazdır.

1980 yılında çıkarılan Yasa’da… Mefruşat dükkânında hasta muayene eden profesörlerimiz vardı, arkadaşının muayenehanesinde kürtaj yapan doktor, üniversitede tam gün çalışırken kadın doğumcu eşinin muayenehanesinde kaçak hasta muayene eden doktor, Siyami Hersek Hastanesinin gelişmiş imkânlarını bırakıp kamu hastasını Balıklı Rum Hastanesine götüren doktor örnekleriyle kötü örnekleri çoğaltabiliriz. Buna karşılık, tam gün uygulanırken hastane lojmanında yatan diş hekimi varken, diş ağrısı için icapçı çağrılan, kulak burun boğaz doktoru başhekim 30 bin lira maaş alırken 90 bin lira icapçı parası alıyordu 1980 öncesi tam günde.

Peki, sizin performans diye getirdiğiniz uygulamaya bağlı olarak dünyada annelerin yüzde 7’yle 10’u kürtajla öyle doğum yaparken, sizin uygulamanızdan sonra kürtaj yüzde 40’lara çıkmış, kürtajla doğum yaptırıyorlar.

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Trabzon) – Sezaryen, sezaryen…

OSMAN DURMUŞ (Devamla) – İnsanlarda apandisit kalmadı. Safra kesesi, subakut apandisit adıyla, önüne gelen bir yer diskineziyle safra keseleri gitti, apandisitler gitti, polip diye çoğu alındı safra keselerinin. Her önüne gelen, her kiste meme biyopsisi, her nodüle ince iğne biyopsisi yapıyor. Bu kadar endikasyonu zorlamanın nedeni ne olabilir? Daha fazla para almak. Yani, sizin uygulamalarınız, sadece 23 bin, 25 bin muayenehane hekiminin içinde bir kısım insanların yanlış tavrını yeterli bulmuyor, tüm hekimleri, Sağlık Bakanlığı hastanelerinde çalışan tüm hekimleri hastalarını istismar ettirerek para kazanmaya zorluyor. Bu suçtur, ayıptır, onun için malpraktis kanununu, mesleki sorumluluk kanununu sonuna kadar destekliyoruz.

Değerli milletvekilleri, 340 bin nüfuslu Düzce’de muayene edilen hasta sayısı 776 bine çıkınca övünüyorsunuz, oturup ağlamanız gerekir. Dünya ilaç kartellerine aktardığınız ilaç parası bütçenin iki yakasını bir araya getirmiyor. Siz bu milleti hasta ettiniz, aç ve yoksul insanları ilaca boğduk diye seviniyorsunuz. Bu yasada samimi değilsiniz.

Size akıl verenler… Akıl verenler deyince bu kitabı göstermeyi gerekli görüyorum. TÜSİAD’ın 2004 yılında yazdırdığı kitap. Komisyon Başkanı TÜSİAD üyesi, büyük bir zincir hastaneler grubunun da ortağı. 2,5 milyon hastayı kapatacağınız muayenehanelerden, 2 milyon hastayı kapattığınız polikliniklerden ve tıp merkezlerinden zincir hastanelere aktarmanızı sağlıyor. İki ortak için yüz binlerce kişiyi işsiz bıraktınız.

Altı ay önce kadın doğum ve dâhiliye branşlarıyla ilgili ilan verildiğinde 1 kişi ya müracaat ediyordu ya etmiyordu, şimdi 10’larcası müracaat ediyor. Bunları düşük ücretlerle zincir hastane polikliniklerinde çalıştırabilirsiniz. Bu yasa, Dönüşüm Programı’nı yazan iş adamlarına ucuz fiyatla çalışan doktor ve hasta bulma yasasına vesile olmamalıdır.

Sayısal çoğunluğunuzla yasayı bu hâliyle çıkarabilirsiniz. Sakıncalarını gidermek için verdiğimiz önergelerimizi, biraz evvel CHP Grubundan konuşan arkadaşım da söyledi, desteklemenizi bekliyoruz. Bu düzeltmelerin desteğiyle yasaya olumlu oy vermeyi düşünüyoruz.

Değerli milletvekilleri, biz MHP Grubu olarak tam süre çalışmayı savunuyoruz. Siz tam süre çalışma süresini haftalık kırk beş saatten kısmi statünün çalışma süresi olan kırk saate indiriyorsunuz. Hekimlerin yüzde 22’si kırk saat çalışıyor diye tam günü gerekçe gösteriyorsunuz, sonra hekimlerin yüzde 100’ünü kırk saate indiriyorsunuz, “Bizim derdimiz çalışma süresiyle değil, serbest çalışmayı, muayenehaneyi yasaklamaktır.” diyorsunuz. Kanundan doğan bir hakkı iki yılda bir izinle kullanan üniversitedeki hekimlerin kazancına haset ediyor olamazsınız.

“2547 sayılı Yasa, öncelikle Millî Eğitim Bakanlığını ilgilendiren bir yasadır. Niçin Millî Eğitim Bakanı, Millî Eğitim Komisyonu baypas edilmiştir? Bu yasa oralarda niçin görüşülmemiştir? Üniversite ders saatlerini ayarlamak için Sağlık, Çalışma ve Aile Komisyonunun görevi nasıl olabilir?” tezinizle çelişmiyor musunuz? Sizi inandırıcı olmaya davet ettik, siz yine açık veriyorsunuz. Gelin, bu yasayı kusurlarından arındırmak için alt komisyonda inceleyelim ve ekim ayında daha makul bir yasa olarak getirin, biz de destek verelim diye Komisyonda konuştuk. Alt komisyonda bazı düzeltmeleri gerçekten yapabildik, bazılarını ise yapamadık. Genel Kurulun bu önergelerimize destek vererek “yarı zamanlı kamuda çalışma yasası”nı gerçek Tam Gün Yasası’na döndüreceğini umuyorum. Yapacağınız katkılar için şimdiden teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, Tam Gün Yasası’nı savunan bir kişi olarak oldukça iyi para kazandığım özel ameliyatlar yaptığım hâlde, 1985 yılında muayenehanemi kapattım, tam gün çalışan üniversiteye gittim. Mesai dışı hasta muayenesi yapmadım, hatta ameliyatlarımı da özel ameliyat olarak yazdırmadım. Bunları tam gün uygulamalarını desteklediğim için söylüyorum. Acil çağrılarda şoför geç geliyor diye evimi hastanenin bitişiğine taşıdım. Ancak şunu açık yüreklilikle ifade edeyim ki istikrarsız demokrasi en çok hekimlere yük oluyor. 1980 Mayıs ayına kadar tıp fakültesinde maaşım 37 bin lira; mayıs ayında ikinci ihtisasa başladım, maaşım 25 bin lira; 12 Eylül Kenan Evren ihtilali maaşım 18 bin lira. Tayin, sürgün, tehditler ise hekimler için işin tuzu biberi.

Değerli milletvekilleri, kutsal ve onurlu bir mesleğin sahibi hekimleri bu kadar aşağılamak çok kolaycı bir yol olmamalıdır. Bir avukata danışma ücretini vermeden herhangi bir bilgi alamazsınız. Hekimlerin paragöz olduğunu, öküz sattıran olduğunu, hastanın cebinden elini çıkarmadığını söyleme hakkı hiç kimseye verilmemiştir. Tam günü savunan biri olarak, muayenehane hekimin yarını güvencesidir diyorum. Devletin zulmünden kaçan hekimler, muayenehaneye gidip çalışarak çoluğunun çocuğunun nafakasını kazanma hakkıdır; bugüne kadar kullanılmıştır, bugün elinden alıyorsunuz.

Anayasa’nın 48 ve 49’uncu maddesinin hekimlere tanıdığı bir hakkı elinden alan bir husumet yasası olarak getirilen bu yasa teklifi, alt komisyonda bazı düzeltmelerimizle, desteklenebilir bir yasa hâline getirilmiştir.

Üniversite senatosunun iki yılda bir yetki verdiği hekimi altı ay içinde muayenehanesini kapatmadığı için istifa etmiş sayacağız, diyoruz. Böyle bir şey olabilir mi? Bu ne kin, bu ne nefret? Nereden geliyor? Senatonun verdiği sürenin sonunda yeni bir izin vermemesi yönünde düzenleme getirirsiniz, özerk üniversite senatosunun yetkisini gasbetmemiş olursunuz, ilgili madde üzerinde konuşan vekilimizin de isteği doğrultusunda önergesine destek verirseniz yasakçı bir görüntüden yasayı kurtarırsınız.

Hastanelerin Sosyal Güvenlik Kurumuyla anlaşma yapan-yapmayan tasnifine gerek yoktur. Bütün hekimler ve hastaneler acil vakalara bakmak zorundadır. O hâlde bütün hastaneler SGK’yla anlaşma yapmak zorundadır. Belki gönüllü ameliyatlar için gitmez ama acil vakaların hepsi o hastaneye geldiğinde bakılmadığı takdirde o hastane ve hekimler hakkında savcılarımız resen soruşturma açar, Tabip Odamız hesap sorar.

Taşrada muayenehane hekimi yalnızsa, devlet hastanesinde acil vakaya çağrıldığında ameliyat yapacak mı, yapmayacak mı? Yapmazsa meslek odası ya da savcı yakasına yapışır.

Bugün hekimlere şiddet gösteriliyor, saldırıya uğruyorlar, hastane bahçesinde vurulup öldürülüyorlar; başhekimler istifaya çağrılıyor, bırakmak istemeyen Çorlu Devlet Hastanesi Başhekimini, AKP İlçe Başkanı bacağından vurduracağını söylüyor. Bu kin ve nefreti anlamıyorum.

Her gün 2002 diyorsunuz, nefretinizi kusuyorsunuz. 2002’deki Hükûmet, müsteşarınızı, şimdi milletvekili olan arkadaşımızı klinik şefi yaptı, hatta Bakana Behçet Uz Hastanesinin Başhekimliğini vermeyi taahhüt etti. Sayın Vekil “Bana vermediniz böyle bir şey.” diyor; Numune Hastanesi Endokrin Kliniğine şefliği çıktı, Erzurum Üniversitesi Rektörü vermedi.

Biz, dün uzlaşmacı bir üslup sahibiydik, bugün doğrularınıza destek veriyoruz, alt komisyonlarda görüşlerimizle kanunlarınıza destek veriyoruz. Siz, doktor Süleyman’ın yerine Cebrail’i, Cebrail’in yerine Mahmut’u atayarak ülkücüleri birbirine hasım ve düşman yapacağınızı sanıyorsanız bu çirkin oyununuzu her biri artık biliyor. Sizde zerre kadar insan sevgisi yok mu? Bu hile ve desiseleriniz bizim iyi niyetimizle buz gibi eriyip gidecektir.

Yerinize gelecek arkadaşlarıma da buradan tavsiye ediyorum: Mahkeme kadıya mülk değildir. Hukuk bir gün herkese lazım olur. Siz AKP’nin yaptığını yapmayın, hukuktan ayrılmadan hakkınızı arayın.

Bu yasa bir kısım hekimleri huzursuz edecek ve sıkıntıya sokacak. Bu huzursuzluğun hastane ortamına taşınmamasını diliyorum.

Basına yaptığınız “15 milyar maaş alacaklar.” açıklaması doğru değil Sayın Bakan. Diğer meslek mensuplarını hekimlere düşman edeceksiniz. Beyanatlarınız inandırıcı olmalı, olmayan ücretlerle her kesimi huzursuz etmektesiniz. Komisyonda söz verdiğiniz döner sermaye gelirlerinin bir bölümünün emekliye yansıyacağı sözünü Fikret Bila’ya yaptığınız açıklamada yalanlıyor, “Maliye veya Hazine izin vermedi.” diyorsunuz. O zaman hekimlerin ek göstergelerini artırarak emekli olduğunda sadakaya muhtaç hâle getirilmemesini sağlamalısınız. Karakolda doğru söylüyorsunuz ama mahkemede şaşıyorsunuz. Kesilecek primin miktarı emekliye yansımayı kolaylaştıracak düzey ve duruma getirilebilir.

Yetmiş iki-yetmiş beş yaşındaki hocalarımız emekli maaşıyla yoksulluk sınırında yaşıyorlar. Tıp merkezlerinde iş arıyorlardı; gözünüz aydın, tıp merkezlerinin de çoğu kapanıyor, zincir hastanelerinize gün doğuyor. Unutmayınız ki balyozlar sizi arabadan çıkarabilir ancak komadan çıkaramaz. Unutmayın ki hepimize, her gün, her saat hekim lazım. Bu yasayla ortalama 25 bin hekime vergisiyle birlikte 6 milyar ödeme yapılsa -Bakan “17 milyar” diyor- bütçeye 1 katrilyon 800 trilyon ek yük geliyor. 60 bin çalışan ve 25 bin muayenehanenin vergi giderleri, kira ve stopaj dikkate alındığında 2 katrilyon 700 trilyon kayıp oluyor. Toplamda 4,5 katrilyon. Sarf malzemesi ve tıbbi giderler de hesaplandığında 5,2 katrilyonluk bir bütçe yükü çıkıyor. Sosyal güvenlik açıklarının 37 milyar TL’yi bulduğu ülkemizde bu para bütçede var mı? Yok. Yoksa, 50 milyarlık açığa yeni açık olarak ilave edilecek.

25 bin hekim saat 16.00’da mesaiyi terk ediyor. Haftada beş gün, 52 haftada -on gününü bayrama sayarsak 250 saat- 25 bin hekim 625 bin saat çalışacak idi tam gün olsaydı. Buna karşılık bütün mesaileri 16.00’ya çektiniz. Şimdi mesai kayıp saatimiz 1 milyon 875 saate ulaşmıştır. Başbakan “Hekim sayısı az.” demiyor muydu? Adama sorarlar: “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!” Bu noktadan bakınca bu yasaya, İngilizce söylerseniz “part-time sadece kamuda çalışma yasası” diyebiliriz.

Bakanlık hekim ve muayenehane düşmanlığını bir an önce unutmalıdır. Muayenehane hekimlerinin hastalık yükü kamu hastanelerinden, Sağlık Bakanlığı hastanelerinden daha düşüktür. Çünkü muayene ücretinin nasıl verildiğinin farkında olan hekim hastasını gereksiz tetkiklerle fazla yıpratmıyor. Muayenehane hekimi laboratuvar tetkiklerini serbestçe sözleşmeli laboratuvarlarda yaptığı hâlde, kamu hastanelerinin tetkikleri AKP’li yandaş laboratuvarlarda yapıldığı için sınırsız tetkik istenmektedir, SGK’ya daha pahalıya mal olmaktadır. Doğu ve Güneydoğu’da ise bu o bölgeye para aktarma vesilesi oluyor.

YÖK Başkan Yardımcısı “Eğer tüm branşlarda tam güne geçilecekse sağlıkta da geçilsin.” diyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, lütfen tamamlayın.

OSMAN DURMUŞ (Devamla) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Hukukçuların tam süreli çalıştığını nasıl kontrol edeceksiniz? Bir hukuk bürosunda önde çalışan avukatların göründüğü çok yüklü ücretlerle dava kabul ediyorlar. Perde arkasındaki savunmayı yapıp ücretini alan öğretim üyesini görebilir misiniz? Kanun gerekçesinde eğitim kalitesini yükseltmekten bahsediyoruz. Yeni kurulan üniversitelerde iki yıllık uzman, yardımcı doçent uzmanlık eğitimi veriyor, önce bunu durdurun. Sağlık Bakanlığı hastanesinde on yıllık deneyimi olmayan bir şeften başka kimse eğitim veremez, üniversitede bu eğitim kalitesini düşürüyor.

Sağlık Bakanlığı uzmanlık eğitimi döneminde üniversitelerde rotasyonların layıkıyla yapılmadığını biliyor. Bu konuda uzmanlık kurulu harekete geçmeli ve üniversitenin bu eğitimleri, rotasyonları düzgün yapması sağlanmalıdır.

Yandaşlarınızı sınavsız şef yaptınız, Anayasa Mahkemesi bozdu; siz yine devam ettirdiniz. Şimdi, geride kalan şefler istifa etsin diye mi yasayı savunuyorsunuz diyeceğim.

Yine Ankara Üniversitesi araştırma görevlisi talep ediyor. Madem hekim açığınız var, bu üniversitelerin talep ettiği araştırma görevlilerini de verelim diyorum.

Bu yasaya grubumuz olarak eksikleriyle, bozuk taraflarıyla destek vermeyi düşünüyoruz, destek vereceğiz. Nasip olur iktidara gelirsek eksikleri düzeltiriz, diyoruz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Durmuş.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Sayın Sevahir Bayındır. (BDP sıralarından alkışlar)

BDP GRUBU ADINA SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 418 sıra sayılı Yasa Tasarısı’nın bütünü üzerine konuşmak üzere Barış ve Demokrasi Partisi adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sosyal devlet anlayışı, kişilere sadece temel hak ve özgürlüklerle yetinmeyen, aynı zamanda, vatandaşların sosyal durumlarını iyileştirmeyi, onlara insan onuruna yakışır bir yaşam şekli sunmayı ve sosyal güvenliğe kavuşturmayı gerektirir. Ne yazık ki sağlığı sosyal politikanın önemli bir öğesi olarak görmeyen Hükûmet, sağlık sisteminde de insan gücüne sığ olarak yaklaşmakta. Geniş katılımla hizmeti zenginleştirmek yerine halkın sağlığını kısır bir döngüye sokmaktadır. Hem sağlık hizmetlerinde hem de sosyal güvenlikte “insan eksenli” yaklaşım yerini “para eksenli” yaklaşıma terk etmektedir.

Türkiye’deki mevcut sağlık sistemimizde 1980’lerden başlayarak günümüze kadar iyileştirmeler yapılması gerekirken tam aksine sistem bilinçli bir şekilde kötüleştirilmiş, kamu sağlık kurumları çökertilmiş ve sağlık çalışanlarının çalışma ortamları bozulmuştur. Sağlık başta olmak üzere tüm hizmet alanlarında ucuz iş gücüne yönelme olmuş, kayıt dışı ve güvencesiz çalışma yaygınlaştırılmıştır. Sağlık hizmetine ulaşmak zorunda olan yurttaşlarımız kâr odaklı çalışan özel hastanelere müşteri olarak sunulmuştur. AKP Hükûmeti, bütün olumsuzluklarını her alanda olduğu gibi sağlık alanında da başarıyla sürdürmektedir.

90’lı yılların başında “reform”, 2003 yılı Haziran ayından itibaren de “dönüşüm” kavramlarıyla adlandırılan ancak içeriği aynı olan uygulamaların sonucunda Türkiye sağlık sisteminde köklü değişikliklere hep birlikte tanık olmaktayız. Bugün de Meclis gündemine taşınan tam gün ve yine sırada bekleyen kamu hastane birlikleri yasa tasarılarının, ülkemizin gerek sağlık alanında gerekse diğer çalışma alanlarında yaşayan gelişmelerden bağımsız olmadığını bilmek gerekmektedir. Bugün Mecliste görüştüğümüz bu yasa tasarısı aslında bir torba yasası niteliğindedir, “tam gün” adına uygun düzenlemeler yerine onlarca piyasacı düzenlemeyi beraberinde getirmektedir.

Değerli milletvekilleri, Sosyal Güvenlik Kurumu 2001 yılında sağlık için toplam 4.576 milyon, 2008 yılında ise 25.346 milyon TL harcadığını yayımlamıştır. Bu yedi yıllık süreçte aradaki farkın 5,5 kattan daha fazla olduğu görülmektedir. Aynı yıllarda tedavi hizmetleri için yapılan harcama ise 1.799 milyon TL’dir. 7,56 kat olarak 13.957 milyon TL’ye yükselmiştir. Bu yüksek miktardaki harcamalara karşın toplumsal sağlık düzeyinde iyileşme olduğuna ilişkin herhangi bir bilimsel kanıt henüz ortaya konulmamıştır.

Bütün bu tablo, Sosyal Güvenlik Kurumunun tedavi edici sağlık hizmetlerini “nerelerden aldığı” ya da “nerelerden almayı tercih ettiği” sorularını aklımıza getirmektedir.

Özel sektörde hizmet satın almak için yapılan harcamanın hem miktarı hem de payı yıllar içinde artış göstermiştir. Sosyal Güvenlik Kurumunun, tedavi hizmeti satın almak için harcadığı paranın 2002 yılında yüzde 14’ü, 2008 yılında yüzde 31,4’üyle özel sektörden hizmet satın almayı tercih ettiği görülüyor. Yıllar içinde özel sektörün payı yüzde 224 artış göstermiştir. Aynı yıllarda Sağlık Bakanlığı hastanelerinden alınan tedavi edici hizmetler için ödenen paranın payı yüzde 64,1’den yüzde 52,5’e, üniversite hastanelerinden alınan tedavi edici sağlık hizmeti için ödenen paranın payı ise yüzde 21,9’dan yüzde 16,1’e gerilemektedir. Sosyal Güvenlik Kurumunun Sağlık Bakanlığı hastanelerinden aldığı tedavi edici sağlık hizmetleri için yaptığı harcama, yıllar içerisinde yüzde 18, üniversite hastanelerinden satın alınan tedavi hizmetleri için yapılan harcama ise yüzde 26 azalmıştır. Görülmektedir ki, Sosyal Güvenlik Kurumu yıllar içerisinde hizmeti kamudan değil özelden almayı tercih etme eğilimindedir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’de bütün kurum ve kuruluşlar dikkate alındığında en fazla hastane yatağına sahip üç kurum, sırasıyla Sağlık Bakanlığı, üniversiteler ve özel sektördür. Hastane başına ortalama yatak sayısı üniversite hastanelerinde 536, Sağlık Bakanlığı hastanelerinde 159 iken özel hastanelerde 49’dur. Söz konusu veriler “Özel hastaneler sağlık sektöründe kamu yararı için mi var?” sorusunu bir kez daha sorgulatıcı niteliktedir.

Bunun yanı sıra hastalar ortalama olarak özel hastanede iki gün, Sağlık Bakanlığı hastanelerinde beş gün yatarken üniversite hastanelerinde yedi gün yatmaktadır. Bu durum, uzun süreli yatışı, bakımı gerektiren hastaların genel olarak özel hastaneler tarafından tercih edilmemekte olduğunun bir göstergesi olarak görülüyor.

Değerli milletvekilleri, ne yazık ki AKP Hükûmetinin önüne koyduğu program işlemeye devam etmektedir. Mevcut Hükûmet, çok düşük ücretlerle güvencesiz çalışmayı, vatandaşın kaderi olarak görmesini ve kabul etmesini istemektedir. Öncelikle temizlik, güvenlik, yemekhane, ardından yardımcı sağlık personelini çok düşük ücretlerle çalışma yasalarına aykırı olmasına karşın fiilen günde on iki saat taşeron şirketler aracılığıyla çalıştırması, bu uygulamaların eczacı ve diş hekimlerini de kapsayacak şekilde hekimlere kadar yaygınlaştırılmak istendiğini çok iyi görmekteyiz.

Bu yasa tasarısının hekimler başta olmak üzere tüm sağlık çalışanlarının emeğini ucuzlatmak, onları yasalar karşısında özlük haklarından mahrum bırakmak gibi temel bir amacı vardır. Taşeron şirket aracılığıyla çalıştırma ve performans sisteminin yanı sıra rekabetin yaygınlaştırılması ve sağlıkta maliyetlerin aşağı çekilmesinin temel ilke olarak benimsenmesiyle sağlık sisteminin nitelik kazanacağı düşünülmektedir. Ancak, bu hedefler, verilen sağlık hizmetinin niteliğinin ortadan kalkmasını, sadece poliklinik ve ameliyat sayılarının artmasını, gereksiz yapılan işlemlerde yoğunlaşmayı, hastanenin hastadan kazandığı parada artışı, hekimin kazandığı puanın artışına odaklanmasını beraberinde getirecektir. Hekimlik ve sağlık hizmetinin tamamı teknik işe dönüştürülüp sağlık piyasasının büyüklüğünden, işlem hacminin artışından heyecan duyulmaktadır. Hastayı müşteri, hastaneleri işletme olarak gören böyle bir anlayışın yaratacağı halk sağlığı sorununun sağlık eğitiminde ve sisteminde oluşturacağı tahribatın toplumsal maliyetinin telafisinin çok güç olacağını, kendilerini tüccar siyasetin misyonerleri olarak nitelendirenler görmemektedir. Katkı paylarındaki artışlar, fark ücretlerindeki pervasızlık, ilaç sınırlaması ve ilaç oranlarındaki yurttaş aleyhine uygulamalar nasıl bir sağlık sistemiyle karşı karşıya kalındığını açıkça göstermektedir.

Değerli milletvekilleri, tüm bu tahribatın, “Muayenehaneleri kapatıyoruz, halkımızı buradan kurtarıyoruz.” demagojisinin arkasına saklananların maskesini düşürme zamanı artık gelmiştir. Hâlen sağlık harcamalarındaki devasa rakamların, ilaç ve tıbbi teknoloji üzerinden uluslararası tekellere giden milyarların, doğal olarak tüketimi kışkırtan özel sağlık sektörünün yarattığı sağlık sorunlarının çözümünü AKP Hükûmetinin Meclise sunduğu tam gün uygulamasında aramak tam bir aldatmacadır çünkü söz konusu bu tasarıda, sağlık çalışanları açısından kalıcı, güvenceli bir özlük hakkı kazanımı bulunmamaktadır. Emekliliğe yansıyan, insanca yaşayacak bir temel ücrete yönelik düzenleme yapmak yerine “performans” adı altında, elde edilecek gelire endeksli bir ücret modeli düşünülmüştür. Tasarıyla getirilen düzenlemede, ancak yirmi beş yıl çalışıldıktan sonra ödenen prim üzerinden emekli aylığı artabilecektir.

Sayın Başbakan hekimlerin emekli aylığının artacağını söylüyor ama bunun yirmi beş yıl sonra olacağını söylemiyor. Ayrıca, neden sadece hekimlere artış yapılıyor? Sağlık hizmeti bir ekip hizmetidir; hemşire, ebe, sağlık memuru, teknisyen, tekniker, memur, hasta bakıcı bu ekipte yok mu? Ameliyatları hekimler tek başına mı yapıyor? Sayın Başbakan yardımcı sağlık personeli dediğimiz kesimi nedense unutmuş gözüküyor. Nöbet dışında “mesai dışı çalışma” kavramı getirilmektedir. Kırk beş saatten kırk saate inmiş gibi gözüken çalışma süresi deyim yerindeyse yedi gün yirmi dört saate dönüşmektedir. Fazla çalıştırmaya yönelik bir süre sınırlaması getirilmemektedir. Bu tasarı ile hekimleri bölünmüş çalışmadan kurtarmak gerekçesiyle uzun saatler fazla çalışmaya zorlayıcı hükümler ile karşı karşıya bırakmışlardır. Nitelikli sağlık hizmetinin olabilmesi için hekimlerin verecekleri hizmette risk artıran unsur olan uzun ve ağır çalışma koşullarının sınırlandırılması zorunluluk taşımaktadır. Tasarı bu hâliyle, çalışanların akıl ve ruh sağlığını daha da fazla bozmaya adaydır.

Değerli milletvekilleri, tıp fakülteleri özelinde eğitim, hizmet ve araştırma alanlarında kurulamayan denge bütünüyle hizmete kurban edilmektedir. Tıp fakültelerinde öğretim üyelerinin özlük hakları büyük ölçüde sağlık hizmeti sunumuna bağlanmaktadır. Bu durumla halkın nitelikli eğitim kadar nitelikli sağlık hizmetine ulaşmak hakkı da gözden çıkarılmıştır. Öğretim üyelerinin kadrosunun bulunduğu hastane dışında çalışmasına engel getirilirken bir yandan da başka kamu kurum ve kuruluşları ile meslek kuruluşlarında geçici görevlendirmelerin de önü açılmaktadır. Böylece altyapı çalışmaları tamamlanmadan plansız açılan üniversitelere görevlendirme yapılabilecek, aynı zamanda görevlendirmeler cezalandırmanın aracı olarak da kullanılabilecektir.

Değerli milletvekilleri, Meclis gündeminde olan Kamu Hastaneler Birliği ve Tam Gün Yasa Tasarıları bir bütünün iki yüzü gibidir. Her ikisi de Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın hekim emeğini ve iş güvencisini yok etmesinin adımlarıdır. Kamu Hastaneleri Birlikleri Yasa Tasarısı ile de mevcut hastanelerin birer işletmeye dönüştürülerek devletten mali destek almaksızın hastaneden elde ettikleri gelirle hizmet sunmaları öngörülmektedir. Kamu hastanelerinin tamamen ticari işletmelere dönüştürülmesini hedefleyen tasarı yasalaşırsa kamu hastanelerinin adı dışında hiçbir kamusal özelliği kalmayacak. Böylece sağlıkta özelleştirme sürecinin sonuna doğru gelinecektir.

Bu tasarı ile, sözleşmeli çalışmanın esas alındığı sistemde çalışanların ücreti bireysel sözleşmelerle belirlenecek, ücretler hastane gelirinden karşılanacağı için gelirin azaldığı durumlarda ücretler için hiçbir güvence de olmayacaktır. Aynı il veya yakın illerdeki hastaneler birleştirilerek oluşturulacak birlik içinde çalışan sağlık emekçileri, birliğe bağlı hastanelerde görevlendirilebileceklerdir.

Sağlıkta özelleştirmenin hızlandırılması, özel sektörün türlü yollarla teşvik edilmesi ve özel şirket çalışma prensiplerinin kamu hastanelerinin içine girmesi bizzat kendilerinin eseridir. Kamu hastanelerinin birçok birimi taşeronlaştırma yoluyla özelleştirilmektedir. Hastane Birlikleri Yasa Tasarısı ile, ameliyathanelerin, tüm klinik ve polikliniklerin özel şirketlere verilmesi hedeflenmiş durumdadır. Adı “kamu” olan ama içi özelleştirilmiş hastanelerde tam gün çalışma, özelle hekimlerin bağının koparılacağı tam bir aldatmacadır. Ticarileşmiş sağlık kurumlarında tüm gün çalışma, iş güvencesinden, ücret güvencesinden yoksun tam gün kölelikten başka bir anlam içermemektedir.

Kamu Hastane Birlikleri Yasa Tasarısı ile, Sağlık Bakanlığının taşeron şirketler aracılığıyla çalıştırılan sağlık işçilerinin asgari ücretten fazla maaş almaması ve personel sayısının azaltılması genelgesiyle fazla çalışmanın önü açılmış, angarya işin artırılması söz konusu olmuştur. Sayıları 110 bine yaklaşan taşeron işçinin varlığını düşündüğümüzde, bu çalıştırma biçiminin ekonomik olmadığı gibi hizmetin niteliğini de olumsuz etkilediğini ve çalışanları mağdur ettiğini söylemek mümkündür.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’de sağlık sisteminde yaşanan diğer bir sıkıntı da aile hekimliği pilot uygulamasıdır. Birinci basamağın piyasalaştırılması olan aile hekimliği pilot uygulamasının bir tasarruf tedbiri olarak otuz üç ille sınırlı kalması önerisi ve ardından bu illere birkaç ilin daha eklenmesi aklımıza şu soruyu getirmektedir: Sayın Bakan, Dünya Bankası size tekrar bir fon mu verdi de tekrar yaygınlaştırdınız? Pilot uygulamaya başlanan illerde aile hekimi olarak çalışanlara verilen ücreti israf olarak gören bir hükûmetin, Tam Gün Yasa Tasarısı’nı yasalaştırdığı takdirde hekimlere verileceği iddia edilen ücretleri nasıl ödeyeceği ise ayrı bir sorudur.

En önemlisi, çok daha etkin ve yaygın olduğu herkesçe kabul gören sağlık ocaklarının neden kadro ve araç gereç ihtiyaçlarının giderilip yeniden faal hâle getirilmediğini, tüm bu yanlışlıklardan dönmek için hâlen neyi beklediğinizi soruyoruz.

Değerli milletvekilleri, görüştüğümüz bu tasarı, ülkemizde büyük bir bölümü kısmi zamanlı olarak çalışan ve sayıları 10 bine yaklaşan iş yeri hekimlerini ve iş yeri sağlık hizmetlerini doğrudan etkileyecektir. Hekim emek gücü sağlık alanında sayısal açıdan ve nitelik açısından önemli bir gruptur. Türkiye genelinde yaklaşık 110 bin hekim çalışmaktadır. Bu sayının yaklaşık 90 bininin kamuda, 20 binin ise özel sektörde çalıştığı belirtilmektedir. Kamuda çalışan 90 bin hekimden yaklaşık 20 bin hekimin yarı zamanlı çalıştığı tahmin edilmektedir. Üniversitede özel muayene, ameliyat yapan ama ayrıca bir muayenehanesi olmayan hekimler buna dâhil değildir. Hekimlerin çalışma koşullarını nitelikli hizmet sunumu açısından düzenlemeyen girişimler uzun süre çalışmayı ve niteliksiz hizmeti doğuracaktır. Tasarıda yer alan düzenlemeler performans sistemi üzerinden bunu getirmektedir. Bu durum hasta haklarını, sağlık hakkını doğrudan tehdit etmektedir. Artık, hekimler çok daha uzun süre çalışacak ve daha çok hata yapma riskiyle karşı karşıya kalacaktır.

Gerçek anlamıyla kamusal bir tam süreyle çalışma anlayışı, hekim emeğinin daha iyi değerlendirilmesi ve sağlık hizmetinin daha etkin olması amacını taşıması gerekirken, görünen, AKP Hükûmetinin Sağlıkta Dönüşüm Programı gibi piyasacı bir sağlık sistemiyle hekim emeğinin değersizleştirilmesinden ibarettir. Tasarı bu hâliyle hekimlerin tam süre çalışması felsefesiyle ilgili temel bir yaklaşıma sahip değildir. Tam süre, bir kamu çalışma biçimi olmaktan çıkarılmaktadır.

Yine, Uluslararası Çalışma Örgütü, hemşire personelin istihdamı ile çalışma ve yaşam koşullarına ilişkin tavsiye kararında, hemşirelerin normal çalışma saati olan 08.00-17.00 saatleri dışındaki akşam ve gece saatlerini “uygunsuz saatler“ olarak adlandırmaktadır. Bu tasarı, sağlık sisteminin temel dinamiği olan yüz binlerce hemşireyi de görmezden gelmektedir. Mesai saatleri dışını, diğer bir deyişle uygunsuz saatleri yüz otuz saat olarak artırmakta, gelir getirici çalışmalara izin vermekte ve ek ödeme yapılacağı belirtilerek bu risk ortamı özendirilmektedir.

Değerli milletvekilleri, bu torba tasarının getirdiği hak kayıpları saymakla bitecek gibi değildir. Tasarının yasalaşması durumunda radyoloji çalışanları için haftalık çalışma süresi otuz beş saate çıkarılmaktadır. Radyoloji çalışanlarının çalışma koşullarında ve çalışma ortamlarında gerçek anlamda iyileştirme yapılmadan mesai saatlerinin artırılmasının müjdeli bir yanı var mıdır? Hükûmet bu değişiklikleri yaparken uluslararası standarttan söz etmektedir ancak ruhsatsız birimler, yetersiz radyasyon güvenliği önlemleri, Avrupa standartlarının çok üstünde hasta sayısı gibi nedenlerle onlarca risk ile karşı karşıya olan sağlık çalışanlarının riskleri uzayan mesai saatleriyle daha da artacaktır.

Değerli milletvekilleri, sağlık iş kolunda 657’lilerin sayısı hızla azalırken taşeron çalışanlar, çakılı sözleşmeliler, vekil ebeler, 4/B’liler ve 4/C’lilerin sayısı her gün artmaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayınız lütfen.

SEVAHİR BAYINDIR (Devamla) – Teşekkürler.

Bu tasarıyla, vatandaşımıza sağlık hizmetlerini yüksek standartlarda sunabilmenin bedelini ödemek sosyal devlet olmanın gereğidir diyorsunuz. Sosyal devlet olmak herkese eşit, parasız, nitelikli sağlık hizmetleri vermek değil midir? Hastaneleri işletme, sağlık emekçilerini sözleşmeli köle olarak görmeyi hangi anlayışla bağdaştırmaktasınız?

Sağlık emekçileri, 1978-1980 yılları arasında uygulandığı biçimiyle gerçek anlamda kamusal bir sistemde tam gün süreli çalışmayı savunmaktadırlar. Sivil toplum örgütleri, Tabipler Birliği ve sendikalar bugün de eylem yaparak bu yasa tasarısını kabul etmeyeceklerini belirttiler.

Demokrasiden bahsedenlere, demokrasi, ilgili kesimler hakkında karar verirken onları dinlemek değil midir diyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bayındır.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Adana Milletvekili Sayın Necdet Ünüvar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA NECDET ÜNÜVAR (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Üniversite ve Sağlık Personelinin Tam Gün Çalışmasına ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.

Değerli arkadaşlarım, çok önemli bir yasayı görüşüyoruz, yıllardır ülkemizin gündeminde olan tam gün yasasını görüşüyoruz. Tabii, bu yasa, esasında kamuoyunda “tam gün yasası” olarak biliniyor ama pek çok farklı düzenlemeleri de beraberinde getiriyor. Üniversitedeki öğretim üyeleri, sadece sağlık personeli de değil, sağlık personeli dışındaki öğretim üyeleri, Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarıyla ilgili birtakım düzenlemeler var. Radyasyonda çalışan meslektaşlarımızın çalışma süresini düzenliyor. Özlük hakları ile emeklilik haklarıyla ilgili birçok düzenleme söz konusu. Aynı zamanda tıpta kötü uygulamalar veya yanlış, hatalı uygulamalar olarak adlandırabileceğimiz “malpraktis”le ilgili bir mevzuat düzenlemesi var ve aynı zamanda nöbet ücretiyle ilgili birtakım farklı düzenlemeleri beraberinde getiriyor.

Değerli milletvekilleri, Anayasa’mızın 56’ncı maddesi şöyle diyor aynen: “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.

Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.

Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler.

Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir.

Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için kanunla genel sağlık sigortası kurulabilir.”

Şimdi, Anayasa’mızın bu amir hükmüne baktığımız zaman ve geçen yaklaşık sekiz yıllık AK PARTİ İktidarı dönemine baktığımız zaman, bu maddeyle ilgili, Anayasa’mızın 56’ncı maddesiyle ilgili pek çok düzenlemeyi yaptığımızı rahatlıkla söyleyebilirim. Zaten hükûmetlerin görev ve sorumlulukları da değerli arkadaşlarım, Anayasa’nın amir hükmünü yerine getirmektir. AK PARTİ, 58, 59 ve 60’ıncı Hükûmet dönemlerinde sağlıkta yaptıklarını “Sağlıkta Dönüşüm Programı” adı altında isimlendirdi ve bu doğrultuda, vatandaşımızın sağlık hizmetine hızlı, kaliteli ve hakkaniyetli bir şekilde ulaşması için bir dizi uygulama yaptı ve bu uygulamalar sürecinde, sağlık hizmetinin etkin ve kaliteli olması için bir yandan fiziki yapıyla, öbür yandan donanımla yani alet edevat, ekipman olarak adlandırabileceğimiz donanımla, bir diğer yandan insan gücünün hem sayısının hem etkin çalışmasının önündeki engelleri kaldırarak, doktorlarımızın, hemşirelerimizin, ebelerimizin, eczacı, sağlık memuru, psikolog, fizyoterapist ve bu anlamda sayabileceğimiz bütün meslektaşlarımızın etkili bir şekilde ve adil bir şekilde çalışması noktasında birçok düzenleme yaptı ama bütün bunlara baktığımız zaman, yani fiziki yapı, donanım ve insan gücü arasındaki organizasyon son derece önemli. Yani bu sistemi kurmadığınız zaman, kuramadığınız zaman elinizde çok fazla sayıda sağlık personeli de olsa, çok devasa sağlık tesisleri de olsa, çok ileri teknoloji ürünü birtakım sağlık hizmetinde kullanılacak alet edevat da olsa siz bunları tam olarak yapamazsınız. Bu anlamda, AK PARTİ İktidarının, doğudan batıya, kuzeyden güneye vatandaşlarımızın etkili bir şekilde sağlık hizmeti alması noktasında birçok şeyi yaptığını tekrardan hatırlatmaya gerek yok.

Değerli arkadaşlarım, tabii bütün bunlarla beraber, bir yandan sağlık personelimizin daha etkin çalışması, öbür yandan vatandaşımızın daha kaliteli hizmet alması da sağlandı.

Bugün bu kanunda birçok düzenleme var, onlara vaktim elverdiğince değinmeye çalışacağım, ama asıl, hekimlerimizin tam zamanlı çalışmasıyla ilgili bir hüküm var.

Değerli arkadaşlar, AK PARTİ, 2002’de iktidara geldikten sonra -çok güçlü bir grupla iktidara geldi- bu işi sadece kanuni düzenleme şeklinde düşünse idi -ki geçmişte yapıldı- çok rahatlıkla 2003, 2004, 2005’te hekimler için tam zamanlı çalışmayı getirebilirdi ama bu işin sadece salt bir kanuni düzenleme olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Altyapıyı hazırlamadan yapılacak birtakım düzenlemelerin geçmişte nelere mal olduğunu hepimiz biliyoruz.

1978 yılında Mete Tan zamanında kamuoyunun çok yakından bildiği Tam Gün Yasası çıktı ve o zaman da esasında hekimleri daha verimli çalıştırmayı amaçlayan bir yasaydı ama bir yandan Maliye Bakanlığı, bir yandan Sayıştay, bir yandan da o dönemdeki Türk Silahlı Kuvvetlerinin hekimlerle diğer personel arasındaki denge açısından yapılan birtakım tartışmalar sebebiyle Yasa maalesef çok başarılı bir hizmete vesile olmadı. Nitekim, 12 Eylül ihtilalinden hemen sonra, yanlış bilmiyorsam 30 Aralık 1980’de, yeni bir yasayla hekimlerin serbest çalışmasıyla ilgili bir düzenleme yapıldı ama gerek Mete Tan zamanında yapılan Tam Gün Yasası gerekse daha sonra, 12 Eylülden sonra çıkarılan Yasa’yla maalesef hekimlerin çalışma koşullarıyla ilgili birtakım yanlış düzenlemeler de yapıldı.

İşte, bugün, bu yasanın hazırlanmasında gerçekten Sağlık Bakanlığımız çok önemli çalışmalar yaptı, çalışmayı Bakanlar Kuruluna sundu, Meclis gündemine getirdi, Sağlık Komisyonumuz çok detaylı çalıştı, alt komisyon çalışmaları yapıldı. Şüphesiz benden önce konuşan arkadaşlarımızın birtakım eleştirel noktaları oldu ama zaman içerisinde, bu yasa hayata geçtikten sonra, belki başka yeni düzenlemelere de ihtiyaç olabilir çünkü her yasa birtakım muhtemel riskleri bünyesinde barındırır. Almanların “Hiçbir yemek pişirildiği sıcaklıkta yenmez.” diye çok güzel bir atasözü var. Bizim yaptığımız yasalarda, şüphesiz sosyal bir alanda yasa çıkartıyoruz ve toplumda vereceği hizmetlerle birtakım riskleri de ortadan kaldıracak yeni düzenlemeler gerekebilir.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, tam gün çalışmayla ilgili kanaatlerimi ifade etmek istiyorum. İnsanın en değerli varlığı sağlık ve sağlığı korumak ve yeniden kazanmak için tercih kullanması, başvuracağı doktorunu seçmesi en doğal haktır. Bu hakkı, bizim ülkemizde, öteden beri, vatandaşlarımız zaman zaman serbest hekimden yani muayenehane hekimliğinden de hizmet alarak yerine getirmeye çalışıyor ama dünyadaki gelişmiş, orta düzeyde gelişmiş ve az gelişmiş ülkelere baktığımız vakit şöyle bir tabloyu görüyoruz: Sağlığın kapsayıcılığı azaldığı zaman özellikle serbest çalışma oranları artıyor. Bir yandan gelir düzeyi düşük insanların yaşadığı ülkelerde insanlar o ücreti veremezken, biraz doktorların sayısının azlığı, biraz da sistemin sağlık hizmetini yerinde, yeterince yerine getirememesi sebebiyle zaman zaman insanlar özel sektörden sağlık hizmeti almakta ve bu da sağlıkta birtakım adaletsizlikleri beraberinde getirmekte. Aslında, baktığımız zaman “parttime, fulltime” şeklinde hekimlerin adlandırdığı “tam zamanlı” veya “yarı zamanlı” çalışma deniyor ama esasında hekimlerin bunu çok iyi anlayabileceğini çok rahatlıkla söyleyebilirim. Hepimizin öyle veya böyle hekime de yolu düşüyor. Onlar bilirler ki hekimler aslında yarı zamanlı çalışmazlar. Hekimler, âdeta, bir yandan kamuda hizmeti vermeye çalışırken öbür yandan da aynı mesainin bir başka benzerini de özel sektörde, serbest muayenehane yoluyla vermeye çalışırlar ve bu aslında bir düal yapıyı beraberinde getirir, ikili çalışma. Hekim, yorgun argın kamuda verdiği görevi konsantrasyonunu bozmadan aynı şekilde özel sektörde de vermek durumunda. Tabii, bu ne kadar devam edecek? Bir müddet sonra, artık, bedensel, ruhsal, mental yönden çöküntüye de yol açabilir ve konsantrasyonunda birtakım bozukluklar olabilir ve doktorun asıl görevine odaklanmasında birtakım problemler oluşur.

Öte yandan, kamuda çalışmayı ilkeli bir çalışma olarak gören arkadaşlarımız olabilir. Yani onlar ilke olarak muayenehane açmazlar ve kamuda tam zamanlı çalışmayı kendisi için ilkesel bir görev olarak görebilirler ama kamuoyunda maalesef, âdeta “Serbest çalışabilen hekim sadece başarılı hekimlerden oluşur.” gibi de bir yanlış algılama söz konusu ve hekim bir yandan ilkeli çalışma, bir yandan da başarılı hekim olma arasında bir gelgit yaşayabilir. İşte, bu yasanın bence en önemli getirilerinden birisi, hekimler için tam zamanlı -yani özel sektörde veya kamuda tam zamanlı- çalışmayı getirerek esasında o ikilemi ortadan kaldırmış oluyor. Bu ikilemi sadece hekim yaşamıyor, aynı zamanda vatandaşımız da yaşıyor. Bir yandan ekstra ücret vererek daha kaliteli hizmet aldığını zanneder, bir yandan da cebinden çıkan sağlık harcaması artabilir. İşte, bu ikilemi ortadan kaldırmaya matuf bir yasal düzenleme yapıyoruz.

Esasında, baktığımız zaman, Türkiye’deki mevcut yapıya benzer, neredeyse sadece Latin Amerika ülkeleri ve Doğu Bloku ülkelerinde buna benzer çalışmaların olduğunu görüyoruz. Kapsayıcı bir sağlık hizmeti vermeyi öngören Avrupa Birliği ülkelerinde ve gelişmiş ülkelerde, artık, tam zamanlı çalışma daha ön planda olarak karşımıza çıkıyor. Bu yasayla, şüphesiz, bu ikili çalışma sistemini ortadan kaldırmış oluyoruz ve insanların da yoğunlaşmasını, asıl mesleki birikimine yoğunlaşmasını temin etmiş oluyoruz.

Şöyle bir baktığımız zaman, 2002’nin Aralık ayında yüzde 11’ler civarında bir tam zamanlı çalışma vardı hekimlerimizde ama şu anda, devlet hastanelerinde bu oran yüzde 81’e çıkmış durumda ama aynı oranı üniversitelerimizde göremiyoruz, üniversite öğretim üyelerimizde bu oranın birazcık daha düşük olduğunu görüyoruz. Öte yandan, üniversite öğretim üyelerimizin de sadece hizmet açısından değil, aynı zamanda öğretim üyesi kimliğiyle yani eğitici vasfıyla hizmet üretme vasfı arasında çelişki yaşadığını görüyoruz. Hepimiz çok iyi hatırlayacağız, geçen yıl haziran ayında, zannediyorum haziranın sonundaydı, Akdeniz Üniversitesinde, üniversite birincisi olan bir kardeşimiz Doktor Tuğba Akın’ın, gerçekten çok ağlamaklı bir sesle irat ettiği konuşma hepimizi derinden etkilemiştir. O zaman, öğretim üyelerinin, aslında yarı zamanlı, ikili çalışma anlayışıyla, bir yandan eğitim faaliyetini, bir yandan hizmet faaliyetini veya hekimlik faaliyetini yerine tam olarak getiremediğini ifade eden bir çalışmaydı. Bence bu çelişkiyi de ortadan kaldıran çok önemli bir yasal düzenleme olacak.

Değerli arkadaşlarım, bu yasayla, öteden beri Mete Tan döneminin Yasası’nı ortadan kaldıran yasal düzenleme ile iş güvencesine aykırı birtakım hükümler de ortadan kaldırılmış oluyor ve yapılan birtakım değerlendirmelerde, anket çalışmalarında da, esasında, gerek vatandaşlarımız nezdinde gerekse öğretim üyeleri ve çalışan hekimlerimiz, kamu hekimlerimiz nezdinde bu yasaya çok önemli bir kabulün olduğunu da görüyoruz.

Örneğin, benim elimde, yedi büyük ilde 521 kişi üzerinde yapılan, vatandaşlarımızın yüzde 93’ünün sağlık sistemimiz için iyi bir yasal düzenleme olacağını ifade ettiği bir anket çalışması var. Keza on iki bölgede 1.543 hekim üzerinde yapılan saha araştırmasında da, esasında, kamuda tam zamanlı çalışanların yüzde 60’ı, üniversitede tam zamanlı çalışanların yüzde 58’i, hatta üniversitede kısmi zamanlı çalışan arkadaşlarımızın yüzde 12’si çalışmada verimliliği ve kaliteyi yarı zamanlı çalışmanın düşürdüğü kanaatinde.

Yani yapılacak düzenlemenin toplumda çok geniş bir konsensüsle çıkacağını söyleyebilirim. Kaldı ki değerli muhalefet sözcüleri de her ne kadar bazı hususlara katılmasalar da böyle bir yasal düzenlemenin taraftarı olduklarını ifade ettiler. Bunu da çok büyük bir memnuniyetle karşılıyorum. Aslında bu da toplumsal konsensüsün bir başka göstergesi.

Değerli arkadaşlarım, bu yasayla Türk Silahlı Kuvvetleri çalışanlarımızın da yaşadığı ikilem ortadan kalkmış oluyor. Burada hekimlerimizin maaşlarında bir artış söz konusu. Diğer öğretim üyeleri ve sağlık personelinin maaşlarında da artış var ama bu maaş artışına da aslında çok fazla takılmamak lazım. Toplum için çok önemli bir yekûn teşkil etmese de 100 bin civarında insanı kapsayan bir artışın, esasında 72 milyon vatandaşın hizmetine matuf yapıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Dolayısıyla hekimlerimizin, gerek özlük hakları gerekse emekliliğe yansıyan bölümüyle, önemli bir kazanımı olacağını ifade edebilirim.

Zaman zaman, bazı konuşmacı arkadaşlarımız, kazançtan bahsederken sadece maaşa vurgu yaptılar. Aslında döner sermaye de önemli bir kazançtır ve bunun vergisinin verildiğini ve şu anda, bu yasal düzenlemeyle, emekliliğe yansıyan noktasıyla da önemli bir kazanç kaynağı olduğunu ifade etmeliyiz. Yani kazanç, sadece maaşı değil, aynı zamanda döner sermayeyi de kapsıyor.

Tabii, bu tasarıyla “tıpta hatalı uygulamalar” veya “malpraktis” dediğimiz hususlarla ilgili de birtakım düzenlemeler oluyor ve zorunlu mesleki sigorta getiriliyor. Gelişmiş pek çok ülkede -çok değişik ülke örnekleri var ama- zorunlu mesleki sigorta var. Bu sigortanın bir kısmı hekim, bir kısmı da -kamuda çalışanların kamu, özel sektörde çalışanların da özel sektör- işveren tarafından karşılanıyor. Bu da bir yandan hasta haklarının artması, bir yandan hastaların sağlığa erişim taleplerinin artması gibi sebeplerle, insan bedenine dokunma yetkisi olan tek meslek grubu olan hekimlerimizin o olağan seyir içerisinde yapılan birtakım hatalı uygulamalara karşı bir risk sigortası olarak gündeme geliyor.

1992 yılında, Dünya Tabipler Birliği, Marbella Bildirisi’yle, tıbbi zarar görmüş hastaların zararının karşılanabilmesi için gerekli tedbirlerin alınmasına dikkat çekmişti. Biz, 2010 yılının bu ilk günlerinde, böyle önemli bir yasa içerisinde, malpraktis’le ilgili, tıptaki hatalı olarak değerlendirilebilecek uygulamaların sigortası niteliğinde bir çalışmayı da beraberinde getirmiş oluyoruz. Böylece, çok önemli bir düzenlemeyi de bu yasanın içerisinde yapmış oluyoruz.

Netice olarak, değerli arkadaşlarım, bu düzenlemeyle, bir yandan hekimlerimizin ve vatandaşlarımızın yaşadığı ikilemi kaldırıyoruz, bir yandan onların özlük ve emeklilik haklarında iyileşmeler sağlıyoruz. Üniversite öğretim üyelerimizin eğitim faaliyetlerine daha fazla yoğunlaşmasını ve ürettikleri hizmet doğrultusunda da alın teri olan haklarını daha fazla almalarını temin ediyoruz.

Türk Silahlı Kuvvetlerimizin değerli hekimlerine ek ödeme verilemediği için -onların- askerî hâkim ve savcılar emsal alınarak “sağlık hizmetleri tazminatı” ödenmesi sağlanıyor.

Yine, belki ayrıntıda kaldığı için çok dikkat çekmemiş olabilir ama bu düzenlemeyle aslında yasal düzenlemeyle üniversitelerle Sağlık Bakanlığı arasında bir yandan hizmet veren yapıların, bir yandan hizmet veren öğretim elemanlarının değişimi, öte yandan Türk Silahlı Kuvvetlerinin zaman zaman ihtiyacı olan sağlık personelini Sağlık Bakanlığı elemanlarından teminen sağlaması gibi önemli hususlar da bu yasal düzenleme içerisinde.

Keza, üniversite sağlık personeli dışında öğretim üyelerimizin de -onların da- döner sermayeden önemli bir katkı payı alması çok önemli bir düzenleme.

Yine, belki zaman zaman kamuoyunda tartışılıyor…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

NECDET ÜNÜVAR (Devamla) – Bitiriyorum, Sayın Başkanım, teşekkür ederim.

Radyasyonla çalışan değerli sağlık personelimizin yirmi beş saatlik çalışma süresi otuz beş saate çıkıyor haftalık. Belki bu, zaman zaman kamuoyunda olumsuz bir olgu gibi takdim ediliyor ancak o Yasa’nın, yani yirmi beş saatlik çalışmayı düzenleyen Yasa’nın 1937 yılında çıktığını hatırlatırım ve şu anda artık kullanılan teknolojinin de daha az radyasyona maruz kalınmasını temin ettiğini de ifade edebilirim.

Ben, böyle bir yasanın Türk sağlık camiasına ve Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan tüm vatandaşlarımıza hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Yasayı yaptığı için Sağlık Bakanlığına, çalışmaları için Sağlık Komisyonu Başkanı ve üyelerine ve değerli bürokratlara ve bu yasaya destek verecek siz değerli milletvekillerimize çok teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ünüvar.

Şahıslar adına ilk söz Gümüşhane Milletvekili Sayın Kemalettin Aydın’da.

Buyurun Sayın Aydın. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

KEMALETTİN AYDIN (Gümüşhane) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Üniversite ve Sağlık Personelinin Tam Gün Çalışmasına ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu üzerinde şahsım adına görüşlerimi belirtmek üzere söz almış bulunuyorum. Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, ömrünün yirmi yılını aşkın bir süresinde hem pratisyen hekim hem asistan hem öğretim üyesi olarak çalışmış bir kişi ve bugün tartışmaya çalıştığımız konu, aslında tıp fakültelerinden tıp doktoru olarak mezun olan, daha sonraki hayatında da dört ayrı mesleğe ayrılan, dört ayrı mesleğin tek statüde toplanması olarak adlandırılabilir. Yani bugün tıp doktoru olan arkadaşlarımız, tüm sosyal çalışma süreleri, statüleri ve özlük haklarıyla bir pratisyen hekim statüsünde çalışıyorlar, bir muayenehanesi olan uzman hekim statüsünde çalışıyorlar, bir öğretim üyesi statüsünde çalışıyorlar ki böyle farklı uzmanlık alanları ya da farklı meslekleri icra etmelerinden doğan sorunları ortadan kaldırmak adına kısaca “Tam Gün Yasası” olarak tanımladığımız bir yasayı tartışıyoruz.

Bu yasa tartışılırken bu yasanın ana amaçları içerisinde halkımıza yüksek standartlarda, kaliteli, hakkaniyetli ve kolay erişilebilir bir sağlık hizmeti verirken aynı zamanda çok önemsediğimiz ve sağlığın olmazsa olmazları olan hekimlerimiz başta olmak üzere sağlık çalışanlarımıza yeni imkânlar sunmaktır.

Değerli arkadaşlar, tüm çalışmalar ve tüm tartışmalar boyunca hekim arkadaşlarımızın özverili bir şekilde hayatlarının tüm zaman dilimlerini mesleklerine ayırdıklarını Meclisteki, yüce Meclisteki tüm milletvekili arkadaşlarımızın ve halkımızın bilmesi gerekli. Çünkü hekimlik dışındaki bütün meslekler, mesleklerini icra ederken belirli bir mesai dilimine sahiptir. Mesai dilimi dışında, bir mühendis, olağanüstü bir durum olduğu takdirde göreve çağrılır ama hekim arkadaş, eğer yaz tatiline gitmiş, olağan yıllık iznini kullanırken yüzme aşamasında bir kişi boğulduysa anında mesleğine dönmek zorundadır ya da bir futbol maçında futbol oynuyorsa, herhangi bir acil durumda anında mesleğine dönmek durumundadır veya yolda yürürken herhangi birinin düşüp bayılması durumunda anında mesleğine dönmek durumundadır. Yani meslek öyle bir meslek ki, uyku hâli dışındaki her zaman diliminde mesleğini icra etmekle yükümlü olan arkadaşlarımızın nasıl çalışacağını tartıştığımız bir konudur. O nedenle, bu konular tartışılırken hedef hâline getirmek ya da arkadaşlarımızın bu özverili çalışmalarını takdir etmemek mümkün değildir. Ayrıca da gece, hayatının herhangi bir zaman diliminde, hangi şartta olursa olsun bir telefonla mesleğinin başına dönen bir meslek erbabını konuşmaktayız. Sadece hekim arkadaşlar değil, bununla beraber çalışan tüm sağlık çalışanları bu statüde çalışmaktadır.

Tabii ki bunlar çalışırken huzursuz oldukları ortamlar vardır. Pratisyen hekim olarak çalıştığınız zaman bir kısım zorluklar yaşamaktasınız. Uzman hekim olarak da çalışırken hem hastanenizde çalışmakta hem de aynı zamanda vergi vermek ve maaşını ödemekle yükümlü olduğunuz bir personel grubu çalıştırmaktasınız hem de bunların maaşını düşünmek zorundasınız hem nöbeti düşünmek zorundasınız ya da öğretim üyesiyseniz hem hastanızı düşüneceksiniz hem öğrencinizi düşüneceksiniz hem de öğleden sonra gideceğiniz muayenehanenizdeki hastayı düşüneceksiniz. Bu karmaşık ve iç çatışmalara neden olan, para kazanırken dahi mutlu olmayan, “Ben, hastayla aramdaki parayı tümüyle ortadan kaldıracak bir sistemi istiyorum.” diyen bir kadronun sorunlarını tartıştığımız bir tam gün yasasını tartışıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, değerli milletvekillerim; tam gün yasasını tartışırken sağlıktaki dönüşümün, 2003 yılından beri olan sağlıktaki dönüşümün sağlamış olduğu başarıların altında da yine hekim arkadaşlarımızın olduğunu mutlaka vurgulamamız gerekiyor ve sağlıktaki dönüşümün yıllarca dahi konuşulacak ve tezleri olacak bir dönüşüm olduğunu, bunu bizatihi yaşayan bir kişi olarak sizlerle paylaşmam gerekiyor.

Sağlıktaki dönüşüm içerisinde özellikle çocuk ölüm hızlarının, anne ölüm hızlarının gelişmiş ülkeler seviyesine çıkmış olması, yine koruyucu sağlık hizmetlerinde bugün dünyada var olan -uzmanlık alanım olan enfeksiyon hastalıkları açısından da çok önemsediğim için belirtiyorum- tüm aşıların bugün Türkiye’de yavrularımıza yapılabildiğini, bunun için Hükûmetimizin ve Sağlık Bakanlığının hiçbir para ödemesinden ve bütçeden kaçınmadığını, difterinin, boğmacının, tetanosun, influenzanın, menenjitin, felç hastalığının aşılarının bugün çocuklarımıza ücretsiz yapıldığını vurgulamak gerekli olduğunu ve buna bağlı olarak da birçok bulaşıcı hastalığın sıfır düzeyine indiğini de paylaşmak gerekiyor, ama tabii ki bunları sağlayan yine sağlık çalışanları. O nedenle de hekimlerimiz ile hastalar arasında doğrudan para ilişkisini ortadan kaldıracak olan bu tam gün yasasının, sayıca yetersiz olan sağlık personelinin üzerindeki iş yükünü daha dengeli hâle getirecek bu yasanın, vatandaşlarımız ile hekimler arasındaki güven ilişkisini güçlendirecek bu yasanın, hastaların sağlık hizmetine erişimini kolaylaştıracak bu yasanın çok önemli olduğunu ve mutlaka, muhalefet milletvekili arkadaşlarımızın da belirttiği gibi, bazı düzenlemelerle beraber buna katiyetle taraf olduklarını hep beraber görmüş olduk.

Değerli milletvekili arkadaşlarımız, şimdi birkaç örnek vererek, yaşantımdan da örnek vererek sağlıktaki dönüşümün ne anlama geldiğini, vatandaş nezdinde nasıl algılandığını sizlere söylemek istiyorum. 1987 yılında mecburi hizmette acil hekimi olarak çalışırken beyin travmasıyla gelen hastaya “Sizi Ankara’ya sevk ediyoruz.” diyorduk ama hasta sahibini çağırıyorduk -o zaman 350 lira maaş alıyordum- “19 lira ambulans parası yatırmak zorundasın.” diyorduk, ama bugün uçak alan, uçakla hastalarını taşıyan bir sağlık sistemine geldik. Yine, Ankara’da öğrenciyken 1986’da, yaşadığım ilden gelen bir hastanın Esenboğa Havaalanı’ndan Numune Aciline getirilmesi için bize 41 kilometrelik mesafe parası ödeten bir sağlık sisteminden bugün kar paletli ambulanslara, helikopterlere, deniz araçlarına ve uçaklara ulaşmış bir sistemden bahsediyoruz.

İşte, bu sistemin içerisinde özveriyle çalışan ve günaşırı nöbet tutan bir hekim arkadaşımızın ne kadar çalıştığını sizlerle paylaşmak istiyorum: Değerli arkadaşlar, günaşırı çalışan bir hekim arkadaşımız toplam mesaisinde 480 saat mesai yapmaktadır. Bir aylık -bütün gününü çalıştığınız zaman bir ayın- 720 saattir. Bir ay 720 saat iken günaşırı çalışan bir hekim arkadaşımız 480 saat mesai yapmaktadır ama bu 480 saat mesai ne anlama geliyor diye bakarsak, 3 tane devlet memuru mesaisi demektir. İşte, daha önce, bu arkadaşlarımıza verdiğimiz nöbet paralarının 3 katına, özellikle üniversite ve devlet hastanelerinde ihtisas yapan arkadaşlarımızın nöbetlerinin 3 katına yükseltildiğini bu arkadaşlarımızın bilmesi gerekli.

Yine, daha dün, Ankara Numune Hastanesinde, orada ihtisas yapan arkadaşlarla, uzman arkadaş ve şef arkadaşlarla konuştuğumuzda 1.500 lira maaş alan asistan arkadaşların, 1.700 lira maaş alan uzman arkadaşların, 2.200 lira maaş alan şef arkadaşların olduğunu biliyoruz. Bugün hâlâ bunu almaktadırlar. Bunların da maaşlarında… Aslında daha fazlalarını hak ediyorlar, döner sermaye ve performans da alıyorlar ama önemli olan bir şey vardı, bunu kaçırıyorduk, yıllarca da kaçırdık. Emekliye ayrıldığı zaman otuz yıllık bir uzman hekim, bugün 1 milyar 200 milyon maaş alıyor, yani 1.200 lira maaş almaktadır. Bunların bu özlük haklarının mutlaka ve mutlaka düzeltilmesinin gerekli olduğunu aslında tüm siyasi partiler seçim bildirgelerinde yazmaktadır. İşte, bu kanun, bu arkadaşlarımızın emeklilik, özlük haklarında da önemli bir oranda düzeltme yapmaktadır ama emeklilik hakkı bir sigortacılık sistemidir. Dolayısıyla, bugün, bu kanun çıktığında otuz yıl geriye dönüşümlü olarak da bu parayı alma hakkınız yok. Demek ki biriktirdiğiniz zaman, yirmi beş yıl, otuz yıl sonra emekli olduğunuzda layık olduğunuz maaşınız kadar emekli maaşı alma hakkı kazanıyorsunuz. Yani, sağlık çalışanlarının emekli hakları düzeltilmektedir, sağlık çalışanlarının nöbet hakları düzeltilmektedir, sağlık çalışanlarının aynı zamanda…

Çok sorulan bir soru var, daha dün arkadaşlar sordu. Asla bunların performanslarından ve döner sermayelerinden buraya aktarılmayacaktır. Bu arkadaşlarımız döner sermayelerini ne alıyorlarsa ya da performanstan ne alıyorlarsa onun haricindedir bu özlük haklarındaki düzeltme, onun haricindedir emekliliğine yansıyacak hadise.

Dolayısıyla, hekim arkadaşlarımızın, bu ülkeye yıllardır özveriyle hizmet etmiş olan hekim arkadaşlarımızın gecesini gündüzünü ve hatta çocuğuyla oynama zamanını bile bir başka hastaya ayıran bu hekim arkadaşlarımızın 12 Eylül döneminden sonra kaybedilmiş olan özlük haklarının, 12 Eylülden sonra kaybedilmiş olan ekonomik haklarının önemli oranda düzeltildiği bu yasaya şahsım olarak olumlu bakıyorum ve evet oyu diyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

KEMALETTİN AYDIN (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Muhalefetten arkadaşlarımızın da hepsinin tam güne taraf olduğunu belirttiklerini dinlediğim için de mutluyum. Tabii ki, sağlıktaki dönüşümün de özellikle benim gibi Anadolu’nun dördüncü, beşinci, altıncı bölgelerinin Gümüşhane gibi illerindeki toplumun önemli bir oranda hekimden, sağlık imkânlarından, hastane imkânlarından yararlanmış olmasından dolayı da hem ameliyathanelerinden hem de bütün, dört dörtlük, beş yıldızlı otel düzeyindeki hastane imkânlarından yararlanmış olmalarından dolayı, bu imkânları sağlayan Sağlık Bakanlığımıza, Sağlık Bakanımıza ve kadrolarına, Sağlık Bakanımıza Hükûmetimiz olarak bu yetkiyi veren Sayın Başbakanımıza özellikle Doğu, Güneydoğu Anadolu ve Doğu Karadeniz’in benim ilim gibi, Gümüşhane ili gibi bölgelerindeki halkı adına teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.

Hayırlı olsun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aydın.

Hükûmet adına Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Saygıdeğer Başkanım, değerli milletvekilleri; bugün hekimlerimizin ve sağlık çalışanlarının çalışma şartlarını ve kamuda çalışan hekimlerin özel sektörde çalışmalarını ilgilendiren çok önemli bir kanun yapıyoruz.

Yedi senedir Türkiye’de Sağlıkta Dönüşüm Programı adıyla oldukça geniş kapsamlı ve kararlı bir iyileştirme programı yürüttüğümüzü biliyorsunuz. İfade etmek isterim ki, bugün birlikte tartışmasına başladığımız bu yasa tasarısı tarihî bir önem taşımaktadır. Bugün Türk sağlık sistemi için tarihî bir gündür.

Türkiye'de yıllar yılı çarpık bir sağlık sistemi, hem sağlık çalışanlarını hem insanımızı, halkımızı, vatandaşımızı gerçekten çok zor durumlara düşürmüş ve vatandaşımız sağlık hizmetine erişme konusunda çok sıkıntı çekmiştir geçmişte.

Şöyle düşününüz: Eğitimi aşağı yukarı on iki sene, bazen on beş sene süren bir uzman hekim. Buna, siz, bir Sağlık Bakanlığı hastanesinde veya eski SSK hastanesinde çalışırken -bugünün maaşıyla söylüyorum, alım gücüyle söylüyorum- bin lira, 1.500 lira civarında bir maaş ödeyeceksiniz ve sonra diyeceksiniz ki bu değerli uzman hekime: “Sen kazancını bir muayenehane açarak oradan temin edeceksin.” Çünkü bin lira, 1.500 liraya bu kadar emek gerektiren, bu kadar risk alınan, bu kadar fedakârlık gerektiren bir mesleğin yapılmasını tahayyül bile edemezsiniz.

Peki, sonuç ne oluyordu? Sonuç, bütün kamu hastanelerinde vatandaşların bir hizmet alırken, önemli bir hastalığı varsa, ameliyat olması gerekiyorsa, muayenehanelere taşınması gereken bir çarpık sistem ortadaydı.

Bundan dolayı hekimlerimizi suçlayabilir miydik? Elbette suçlayamayız. Bir çarpık sistem, bir taraftan hastayı, hasta yakınını, dar gelirliyi, orta gelirliyi, öte yandan vatandaşı âdeta bir cendere içerisine sokmuş ve böyle bir sıkıntılı durum Türkiye'de devam etmekteydi.

Hepinizin bildiği gibi Dönüşüm Programı’yla kamudaki bütün hastaneleri Sağlık Bakanlığının çatısı altında topladık. Elbette sistemi, ödeme sistemlerini değiştirmezsek bu da yeterli olmazdı. Bununla beraber, sağlık çalışanlarına, bu arada hekimlerimize de ek ödeme temin ettiğimiz çok yeni bir modele döndük. Değerli hekimlerimize, onların çalışma kapasitelerine, performanslarına göre ek ödemeler vermeye başladık ve bu şekilde, kamuda çalışan hekimlerin, Sağlık Bakanlığı çatısı altında çalışan hekimlerin büyük bir çoğunluğu muayenehanelerini kapattılar, gönüllü olarak sadece kamuda çalışmaya başladılar. Vatandaşımız da büyük ölçüde muayenehanelere taşınmaktan kurtulmuş oldu. Yani, çarpık bir sistemi zaten bugüne kadar da büyük ölçüde bir gönüllük esasına göre düzelttik. Aşağı yukarı altı yıldır bu çabalarımızı devam ettiriyoruz.

Peki, artık uzman hekimlerimizin yüzde 80’i, 81’i özellikle Sağlık Bakanlığı çatısı altında, muayenehanelerini kapatmış, tam gün çalışmaya başlamışken böyle bir kanunu niçin yapıyoruz? Çünkü, geride kalan, bakiye kalan o yüzde 20’lik alanda yine vatandaşımızın sıkıntı çektiğini, çekebildiğini biliyoruz. Yine orada bir çarpık sistem devam ediyor. O zaman, bunu yasa koyucunun iradesiyle, Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesiyle halkın ihtiyaçlarını karşılamayı kendisine prensip etmiş olan bir yüce Meclisin iradesiyle doğrultmak, düzeltmek gerekiyor.

Bir de üniversitelerimizde öteden beri süregelen sistem var. Bu sistemde bir üniversite öğretim üyesi muayenehane açabilir, bu onun yasal hakkıdır. Biraz önce söylediğim çarpık sistemin bir devamı, tezahürü şeklinde bu devam edegelmektedir. Öbür taraftan, muayenehane açmamış bir üniversite öğretim üyesi tıp fakültesi hastanesinde “özel muayene”, “özel işlem”, “özel ameliyat” adı altında hastalardan alınan paralarla bir şekilde finanse edilmeye çalışılmaktadır. Burada da… Üstelik hastalardan alınan paranın öğretim üyelerine giden kısmı da çok azdır. Vatandaşlarımız bir üniversite hastanesinde para öderken belki zannediyor ki, benim ödediğim para hep hekime gidiyor, oradaki üniversite öğretim üyesine gidiyor. Ama böyle bir durum da yok. Bu paranın büyük bir kısmı vergiye, bir kısmı üniversite döner sermayesine, küçük bir kısmı da öğretim üyesine gitmektedir. Hem vatandaşın cebinden para çıkıyor hem vatandaş mağdur oluyor hem burada, bu şekilde maişetini temin etmeye çalışan öğretim üyesi, bir taraftan da o mağdur oluyor. O zaman, bu çarpık sistemi hep birlikte düzeltmemiz gerekiyor. Ne yapmak lazım? Bir şekilde bu parçalı yapıyı, bu çifte çalışma yapısını ortadan kaldırmamız gerekiyordu.

Nitekim, gelişmiş bütün Batı Avrupa ülkelerine baktığımızda böyle bir uygulamanın, yani Türkiye’de yasal olarak şu anda mümkün olan uygulamanın bu ülkelerde yer almadığını görüyoruz. Bazı Doğu Avrupa ülkelerinde, bazı Latin Amerika ülkelerinde Türkiye’dekine benzer bir sistem var. Yani hekim, hem devletin üniversitesinde çalışabilir hem devletin hastanesinde çalışır hem de akşam muayenehanesine gidebilir veya özel bir yerde çalışabilir. Ama bunun dışında gelişmiş Batı Avrupa ülkelerinde böyle bir model yok. O zaman bu çarpık sistemi mutlaka düzeltmemiz gerekiyor.

İşte son iki senedir hatta üç senedir bu konu üzerinde çalışıyoruz. Konunun paydaşları birden fazla. Bir taraftan Yükseköğretim Kurumu var, üniversitelerimiz var, hastanelerimiz var, hekimlerimiz, diğer sağlık çalışanlarımız var. Tabii ki devletin maliyesinin bu işle ilgisi var, Sosyal Güvenlik Kurumunun ilgisi var. Bu çalışmaları uzun bir zaman birlikte yürüttük ve Türkiye Büyük Millet Meclisine bir kanun getirdik.

Bu kanunun temel amacı, demek ki, vatandaşımızın sağlık hizmetine bugünden sonra daha da kolay ulaşmasını sağlamaktır. Bir geçiş dönemi de koyuyoruz. Kanun, şu anda parttaym çalışan, kısmi zamanlı çalışan hekimlere eğer bir Sağlık Bakanlığı hastanesinde çalışıyorsa altı ay, üniversite hastanesinde çalışıyorsa bir sene de zaman tanımaktadır. Yani bir düşünsün, taşınsın. Burada çalışmaya devam ederek, artık muayenehanesini kapatacak mı, yoksa kamudan ayrılarak muayenehanesini mi devam ettirecek, özelde çalışmayı mı tercih edecek? Ama biz yaptığımız araştırmalarda, anket çalışmalarında biliyoruz ki, hekimlerimizin büyük bir çoğunluğu, belki yüzde 90’ının daha üstünde bir kısmı getirdiğimiz bu yeni modeli benimseyecekler, kamuda veya üniversite hastanelerinde çalışarak hizmet vermeye devam edecekler.

Elbette hekimlerimizin ve diğer sağlık çalışanlarının, beyaz önlüklülerin sağlık hizmetlerindeki yeri en üst noktadadır. Bizler, politik karar vericiler olarak kararlar veriyoruz, bir reform programı yürütüyoruz. Bizler, bürokrasi tarafında işin ikincil düzenlemelerini yapıyoruz, değişiklikler yapıyoruz, kuralları değiştiriyoruz, yeni organizasyonlar yapıyoruz, yöneticiler yöneticilik yapıyor ama sonuçta bu hizmeti vatandaşımıza büyük bir fedakârlıkla sunanlar beyaz önlüklü sağlık çalışanlarıdır, hemşirelerdir, ebelerdir, teknisyenlerdir, hekimlerdir, bütün o hastanelerde, sağlık ocaklarında, aile hekimliklerinde, 112’lerde çalışan, asistan olarak ömrünü bu işe bir anlamda feda eden değerli meslektaşlardır. Ben Türkiye Büyük Millet Meclisinin, sizlerin huzurunuzda bütün bu beyaz önlüklülere şükranlarımı ifade etmek istiyorum, sevgilerimi ve hürmetlerimi ifade ediyorum; onlar buna layıklar.

Şu anda nöbeti başında çalışan değerli sağlık çalışanları var. Bakınız, bu çalışanlar, üniversitelerde veya eğitim hastanelerimizdeki asistanlarımız dâhil, uzmanlık öğrencileri dâhil yeterince bir nöbet parası alamıyorlar. Mesela bu kanun bir taraftan vatandaşın hukukunu korurken, çalışanların hukukunu korumak üzere nöbet ücretlerini aşağı yukarı 3 katına çıkarıyor, hem saat ücreti olarak hem çalışılan belli saatlere verilecek ücretler olarak. Bu kanun uzman hekimlerimizin sabit kazançlarını yani kendilerinin döner sermayeye katkıları dışında, bireysel katkıları dışında sabit kazançlarını, maaş ve döner sermaye havuzundan alınacak kazançlar olarak aşağı yukarı yüzde 70 civarında artırıyor. Bu kanun pratisyen hekimlerimizin, uzman olmayan tabiplerimizin sabit gelirlerini yüzde 40 oranında artırıyor. Bu onların en tabii hakkı, bunu mutlaka yapmalıydık ve kanunun içine bunu dercederken değerli muhalefetimizin de bize çok büyük katkıları oldu, biraz sonra o noktaya geleceğim. Nihayetinde hem hekimlerimizin sabit, aylık gelirlerini artırabildik, bu kanunla artırabiliyoruz -inşallah yüce Meclisimizde kanun kabul edildikten sonra bu gerçekleşmiş olacak- hem de emekliliğe yansıyacak olan miktarı artırmış oluyoruz. Yani, bir uzman hekimin bugün aldığı emeklilik maaşı gerçekten son derece düşük bir miktardır. Böylece, bu emeklilik maaşlarını artırma imkânımız da oluyor, aylık sabit gelirleri artırma imkânımız da oluyor.

SACİD YILDIZ (İstanbul) – Kaç sene sonra emekliliğe yansıyacak Sayın Bakan?

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) – Elbette, mevcut sisteme göre, değerli hekimlerimiz, şu andan sonra çalıştıkları yıllar için ödedikleri primler, bu söylediğimiz sabit gelirden alınan primler dikkate alınarak onların maaşlarına bunlar yansımış olacak.

Ben huzurunuzda, bu çalışmayı birlikte yaptığımız Sağlık Komisyonundaki değerli arkadaşlarıma, en başta Sağlık Komisyonu Başkanı olmak üzere, teşekkürü de bir borç biliyorum. Daha sonra alt komisyonda da birlikte çalışma fırsatını bulduğumuz değerli milletvekillerimiz oldu, bunların isimlerini de zikretmek isterim müsaadenizle: Cumhuriyet Halk Partisinden Sayın Tekin Bingöl, Milliyetçi Hareket Partisinden Sayın Osman Durmuş, Adalet ve Kalkınma Partimizden Sayın Mehmet Nil Hıdır, Sayın Lütfi Çırakoğlu ve Sayın Mehmet Domaç’la hakikaten çok güzel bir çalışma yaptık ve Komisyonda, alt komisyonda bu kanun iyice şekillendi, tam kıvamına geldi kanaatimizce.

Kuşkusuz her kanunun eksik kalan tarafları olabilir, kuşkusuz gönlümüzdekinin hepsini bu değişikliği yaparken sağlık çalışanlarına aktaramamış olabiliriz ama ben, şöyle, kanuna bir bakıyorum değerli milletvekilleri, aşağı yukarı 10 madde, bu kanunda, sağlık çalışanlarına avantajlar getiriyor. Yani, 19 maddelik bir kanun getiriyoruz, yapıyoruz, burada vatandaşın hukukunu korumuş oluyoruz, vatandaşın cebinden gereksiz yere para çıkmasını engelliyoruz, vatandaşın bu husustaki çilesini sonlandırmanın peşindeyiz ama bu arada sağlık çalışanlarının hukukunu da korumak üzere aşağı yukarı 10 madde getiriyoruz. Bunların içinde, biraz önce söylediğim nöbet ücretleri var, sabit gelirin artırılması var, bu sabit gelirin artırılmasından dolayı emeklilik maaşlarının artması var. Bunların içerisinde, yanlış uygulamalardan, “malpraktis” dediğimiz uygulamalardan dolayı değerli hekimlerimizin ödemek zorunda kaldığı ve gittikçe de mahkemelerin daha yüksek meblağlara hükmettiği tazminatları karşılamak üzere bir sigorta sistemi var, bu sigortanın yarısının işverence verilmesi var. Dolayısıyla kanun bir taraftan vatandaşımıza, öte yandan da değerli sağlık çalışanlarına çok önemli artılar getirmiş oluyor.

Şimdi, değerli milletvekilleri, elimde bir not var. Sizin yüce huzurunuzda bu notla ilgili bir konuşma yapayım mı yapmayayım mı diye aslında bugün epeyce düşündüm ve sonunda da bu hususta bir şeyler konuşma gereğini hissettim. Bu kanuna karşı olanlar da var yani “tam gün olmasın” diyorlar, “Eski düzen devam etsin.” diyenler var ama bu Meclisin içinde irade bu şekilde şekillenmiş değil. Ben, tekrar muhalefet partilerimize de teşekkür ediyorum bu kanunun görüşmelerine başlarken. Çünkü birlikte şekillendirdik ve kanuna esastan karşı olmadıklarını muhalefet partilerimiz de söylüyorlar. Yani buradaki konuşmalardan kanuna olumlu oy kullanacakları şeklinde bir düşüncem benim de oldu. Şimdi, buradan şunu anlıyoruz: Yani üzerinde büyük ölçüde mutabakat olan, başta hekimlerimizin ve sağlık çalışanlarının da yeni haklar elde etmeleri dolayısıyla büyük ölçüde memnuniyet duyacakları bir kanun var.

Bugün bana 3 ayrı milletvekilimiz bir not ilettiler. Bir değerli hekim arkadaşımız 3’üne de aynı notu iletmiş. Bu notta, muayenehanesi olan bir değerli meslektaşımız diyor ki: “2009 faaliyetim sonucunda 250 bin lira gelir vergisi ödedim. Üniversitede çalışmam hâlinde devlet bu vergiden, ayrıca KDV’den mahrum olacağı gibi bana da fazladan ödeme yapacak.” Şimdi, bugün maliyeci arkadaşımla da burada konuştum, 250 bin lira… Bir de “Ben 15 kişi çalıştırıyorum muayenehanemde.” diyor, bu nasıl bir muayenehaneyse… Maliyeci arkadaşımla da konuştum, böyle bir vergi ödeyebilmek için aşağı yukarı herhâlde yılda 1 milyon lira civarında bir kazanç olmalı ki masrafları çıksın, geri kalanıyla da bu kadar vergi ödenebilsin. Şimdi, böyle değerli bir meslektaşın bu kanuna karşı çıkması bir dereceye kadar tabiidir ama Türkiye'de böyle çok insan yok, yani şu anda muayenehane çalıştırsa bile değerli hekimlerimizin bu kadar çok kazandığı falan da yok aslında. Şimdi bu kanun tartışılırken ek ödemeler, ek ödemelerin mesai sonrasında artırılacağı, maaşların artırılacağı falan konuşulurken belki halkımız şöyle düşünebilir: Bu sağlık çalışanlarına çok mu fazla bir şeyler veriliyor? Hayır, öyle değil. Sağlık çalışanlarının, hekimlerin aslında alması gereken, bugüne kadar alması gereken, sosyal bir devlette bugüne kadar alması gereken haklarını kendilerine mümkün olduğunca veriyoruz. Ama açıkça ifade etmeliyim ki böyle bir kazancı kamunun da karşılaması mümkün değil, vatandaşın da karşılaması mümkün değil. Şimdi, değerli meslektaşımız “Ben vergi veriyorum.” diyor. Güzel ama bu vergiyi verebilmek için onun kazancı nereden geliyor? O muayenehaneye giden vatandaşların ödediği paradan. İşte, biz buna razı değiliz.

SACİD YILDIZ (İstanbul) – Kalır zaten, kapatmaz.

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) – Biz buna razı değiliz. Yani vatandaşımız muayenehaneye gidecek... Bu değerli arkadaşımız bir üniversite hastanesinde çalışıyor, hem de orada ana bilim dalı başkanlığı yapıyor. Biliyorsunuz, ana bilim dalı başkanlığı yaparak da muayenehanecilik yapmak mümkün, eğer mesaiden sonra giderseniz muayenehanenize. Şimdi, biz, vatandaşımızın bu parayı ödemesine, bu 1 milyon lirayı bir muayenehaneye ödemesine razı değiliz. Ben inanıyorum ki bu yüce çatı altındaki hiçbir milletvekilimiz de buna razı değil. Daha adaletli bir sistem kuruyoruz, daha adaletli bir sistem oluşturmanın peşindeyiz hep birlikte. Bunu, yapabildiğimiz kadar, burada birlikte yapacağız.

Kanunun metni içinde gözden kaçan bir madde olabilir, onu da özellikle ifade etmek istiyorum. Üniversitelerimizde, tıp fakülteleri ve benzeri bazı fakülteler dışında gelir getirici bir faaliyeti döner sermaye vasıtasıyla yapan öğretim üyelerine, bu kanunla, o gelir getirici faaliyetlerin yüzde 85’ini verme imkânı da getiriyoruz. Bu konu üniversite camiasında son yıllarda çok tartışıldı, çok konuşuldu. Döner sermaye üzerinden herhangi bir iş yaptığı zaman bir üniversite öğretim üyesi, bu miktarın büyük bir çoğunluğu döner sermayeye gidiyor, tıpkı tıp fakültelerinde olduğu gibi diğer fakültelerde de.

Bu durum, değerli milletvekilleri, üniversite ile endüstrinin, üniversite ile iş dünyasının, üniversite ile diğer kamu kurum ve kuruluşlarının, üniversite ile piyasanın, üniversite ile gerçek hayatın ilişkisinin yeterince kurulmasına da mâni oluyor. Dolayısıyla bu maddeyle, üniversitelerimizdeki değerli öğretim üyeleri, endüstriye ve diğer alanlara hizmet ettikleri ölçüde döner sermayeden, gelirlerinin de büyük bir kısmını kazanmış olacaklar.

Ben, bu kanunun, bu mantık ve kurgu içerisinde, Millet Meclisimizde, Genel Kurulumuzdaki görüşmelerle daha da olgunlaşacağına inanıyor, hepinize saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Akdağ.

Kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 14 Ocak 2010 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 20.01