DÖNEM: 23 CİLT: 58 YASAMA YILI: 4
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
47’nci
Birleşim
13 Ocak 2010 Çarşamba
(Bu Tutanak
Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge
ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı
sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. - YOKLAMA
IV. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Ardahan Milletvekili
Saffet Kaya’nın, Aktaş Sınır Kapısı’nın açılmasının il ekonomisine yapacağı
katkılar ile Ardahan ilinin sorunlarına ve çözüm yollarına ilişkin gündem dışı
konuşması
2.- Sivas
Milletvekili Malik Ecder Özdemir’in, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Fen-Edebiyat
Fakültesine formasyon hakkının verilmemesi ve Sivas
ili demir yolu hattındaki değişiklik ile bölünmüş yol güzergâhı üzerindeki
esnafın sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması
3.- Manisa
Milletvekili Ahmet Orhan’ın, Manisa ilindeki tarım sigortalılarının sosyal
güvenlik alanındaki çeşitli sorunlarına ve diğer problemlerine ilişkin gündem
dışı konuşması
V.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Karaman
Milletvekili Hasan Çalış ve 20 milletvekilinin, hayvancılıktaki sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/509)
2.- İzmir
Milletvekili Kamil Erdal Sipahi ve 20 milletvekilinin, uzman erbaş
uygulamasındaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/510)
3.- Giresun
Milletvekili Murat Özkan ve 19 milletvekilinin, kurban bağışı
organizasyonlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/511)
4.- Mardin
Milletvekili Emine Ayna ve 19 milletvekilinin, iş güvenliği ve işçi
sağlığındaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/512)
B) Önergeler
1.- Balıkesir
Milletvekili Hüseyin Pazarcı’nın, Avrupa Birliği Uyum Komisyonu üyeliğinden
istifa ettiğine ilişkin önergesi (4/173)
2.- İzmir
Milletvekili Harun Öztürk’ün, Plan ve Bütçe Komisyonu üyeliğinden istifa ettiğine
ilişkin önergesi (4/174)
VI.-
SEÇİMLER
A) Komisyonlara Üye Seçimi
1.- (10/67, 75,
82, 122, 141, 180, 193, 208, 216, 229, 304, 309, 320, 324, 336, 337, 342, 374,
377, 388, 404) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonuna üye seçimi
VII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYON-LARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Türk Ticaret
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)
2.- Türk Borçlar
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)
3.- Adalet ve
Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve
Ankara Milletvekili Reha Denemeç’in; Serbest Bölgeler Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/541) (S.
Sayısı: 446)
4.- Üniversite ve
Sağlık Personelinin Tam Gün Çalışmasına ve Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler
Komisyonu Raporu (1/715) (S. Sayısı: 418)
VIII.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu
saat 15.04’te açılarak dört oturum yaptı.
İstanbul
Milletvekili Mehmet Ali Özpolat’ın, Yargıtaydaki boş üyelikler için seçim
yapılamamasına ilişkin gündem dışı konuşmasına Adalet Bakanı Sadullah Ergin
cevap verdi.
Isparta
Milletvekili Haydar Kemal Kurt, Isparta ilinde tarım, hayvancılık ve
elmacılığın durumu ve ekonomiye etkilerine,
Isparta
Milletvekili S. Nevzat Korkmaz, Isparta ilindeki işsizlik sorununa,
İlişkin gündem
dışı birer konuşma yaptılar.
Kütahya
Milletvekili Alim Işık ve 26 milletvekilinin, TEDAŞ ve
EÜAŞ özelleştirilmelerinin araştırılarak özelleştirilme uygulamalarında
alınması gereken (10/505),
Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut ve 20 milletvekilinin, çevrimiçi oyunların neden
olduğu sorunların araştırılarak alınması gereken (10/506),
Gaziantep
Milletvekili Hasan Özdemir ve 21 milletvekilinin, Gaziantep’te sel felaketine
karşı alınacak (10/507),
Kastamonu
Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve 20 milletvekilinin, tüketicilerin kredi kartı
ve bankacılık işlemlerinden kaynaklanan sorunlarının araştırılarak alınması
gereken (10/508),
Önlemlerin
belirlenmesi amacıyla birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri
Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön
görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Gündemin “Genel
Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler” kısmında yer alan:
(10/325) esas numaralı,
eczacıların ve eczanelerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergenin görüşmelerinin Genel Kurulun 12/1/2010 Salı
günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP,
(10/128, 10/272,
10/378) esas numaralı Meclis araştırması önergelerinin görüşmelerinin Genel
Kurulun 12/1/2010 Salı günkü birleşiminde birlikte
yapılmasına ilişkin CHP,
Grubu önerileri
yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.
Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında yer alan
418, 383, 455 ve 417 sıra sayılı kanun tasarı ve tekliflerinin bu kısmın 4, 5,
6 ve 8’inci sıralarına alınmasına, diğer işlerin sırasının buna göre teselsül
ettirilmesine; Genel Kurulun, 12/1/2010 Salı günkü
birleşiminde deprem ile ilgili Meclis araştırması önergelerinin görüşmelerinin
tamamlanmasından sonra gündemdeki kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine;
Genel Kurulun, 13, 20, 27 Ocak 2010 Çarşamba günkü birleşimlerinde sözlü
soruların görüşülmemesi, 19 ve 26 Ocak 2010 Salı günkü birleşimlerde ise 1 saat
sözlü soruların görüşülmesinden sonra diğer denetim konularının görüşül-meyerek
gündemdeki kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine; Genel Kurulun, 12 Ocak
2010 Salı günkü birleşiminde 446 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerinin
tamamlanmasına kadar, 19 ve 26 Ocak 2010 Salı günkü birleşimlerde 15.00-20.00
saatleri arasında, 13, 14, 20, 21, 27 ve 28 Ocak 2010 Çarşamba ve Perşembe
günkü birleşimlerde ise 14.00-20.00 saatleri arasında çalışmalarına devam
etmesine; 418 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre
temel kanun olarak görüşülmesine ilişkin AK PARTİ Grubu önerisi yapılan
görüşmelerden sonra kabul edildi.
Hatay
Milletvekili Abdülhadi Kahya, İstanbul Milletvekili
Bayram Ali Meral’in,
İstanbul
Milletvekili Bayram Ali Meral, Hatay Milletvekili Abdülhadi Kahya’nın,
Şahsına sataşması
nedeniyle birer konuşma yaptılar.
Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Üreticilerin T.C. Ziraat Bankası A.Ş. ve Tarım
Kredi Kooperatiflerine Olan ve Yeniden Yapılandırılan Borçlarının Faizsiz
Ödenmesine İlişkin Kanun Teklifi’nin (2/2) İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre
doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi, yapılan görüşmelerden sonra,
kabul edilmedi.
Gündemin “Sözlü
Sorular” kısmının:
1’inci sırasında bulunan (6/661),
73’üncü “ “ (6/989),
179’uncu “ “ (6/1171),
184’üncü “ “ (6/1182),
201’inci “ “ (6/1215),
203’üncü “ “ (6/1218),
212’nci “ “ (6/1232),
225’inci “ “ (6/1250),
226’ncı “ “ (6/1252),
227’nci “ “ (6/1253),
232’nci “ “ (6/1261),
237’nci “ “ (6/1266),
240’ıncı “ “ (6/1269),
241’inci “ “ (6/1270),
272’nci “ “ (6/1305),
281’inci “ “ (6/1315),
302’nci “ “ (6/1347),
326’ncı “ “ (6/1382),
341’inci “ “ (6/1402),
345’inci “ “ (6/1406),
354’üncü “ “ (6/1418),
Esas numaralı sözlü
sorulara Sağlık Bakanı Recep Akdağ cevap verdi; soru sahiplerinden Tokat
Milletvekili Reşat Doğru, Tekirdağ Milletvekili Kemalettin Nalcı, Gaziantep
Milletvekili Hasan Özdemir, Kütahya Milletvekili Alim
Işık da cevaplara karşı görüşlerini açıkladılar.
Birleştirilerek görüşülmesi kabul edilen ve daha önce görüşmeleri
yarım kalan, deprem riskinin araştırılarak deprem yönetiminde alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergelerin (10/60, 10/63, 10/99, 10/242, 10/243, 10/244, 10/245, 10/246,
10/254, 10/256) yapılan görüşmelerden sonra kabul edildiği açıklandı.
Kurulacak
komisyonun:
16 üyeden
teşekkül etmesi,
Çalışma
süresinin, başkan, başkan vekili, sözcü ve kâtip üyenin seçimi tarihinden
itibaren üç ay olması,
Gerektiğinde
Ankara dışında da çalışması,
Kabul edildi.
Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:
1’inci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),
2’nci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/499) (S. Sayısı: 321),
3’üncü sırasında
bulunan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili
Mustafa Elitaş ve Ankara Milletvekili Reha Denemeç’in, Serbest Bölgeler
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu’nun (2/541) (S. Sayısı: 446),
Görüşmeleri
komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.
13 Ocak 2010
Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat 14.00’te toplanmak üzere birleşime
21.26’da son verildi.
|
|
Meral
AKŞENER |
|
|
|
Başkan Vekili |
|
|
Harun
TÜFEKCİ |
|
Gülşen
ORHAN |
|
Konya |
|
Van |
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
No.: 59
II.- GELEN KÂĞITLAR
13 Ocak 2010 Çarşamba
Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Karaman
Milletvekili Hasan Çalış ve 20 Milletvekilinin, hayvancılıktaki sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98
inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/509) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.11.2009)
2.- İzmir
Milletvekili Kamil Erdal Sipahi ve 20 Milletvekilinin, uzman erbaş
uygulamasındaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri
uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/510)
(Başkanlığa geliş tarihi: 19.11.2009)
3.- Giresun
Milletvekili Murat Özkan ve 19 Milletvekilinin, kurban bağışı
organizasyonlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/511) (Başkanlığa geliş
tarihi: 19.11.2009)
4.- Mardin
Milletvekili Emine Ayna ve 19 Milletvekilinin, iş güvenliği ve işçi
sağlığındaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/512) (Başkanlığa geliş
tarihi: 19.11.2009)
13 Ocak 2010 Çarşamba
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 14.06
BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Gülşen ORHAN (Van)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 47’nci Birleşimini
açıyorum.
III.- Y O K L A M A
BAŞKAN – Elektronik cihazla yoklama yapacağız.
Yoklama için üç dakika süre vereceğim.
Sayın milletvekillerinin oy düğmelerine basarak salonda
bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen
milletvekillerinin salonda hazır bulunan teknik personelden yardım
istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise yoklama pusulalarını
görevli personel aracılığıyla üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz
vereceğim.
Gündem dışı ilk söz, Ardahan ili, Çıldır ilçesi, Aktaş Sınır
Kapısı’nın açılması ve ilin demir yolu hattı ile Posof ilçesinin sorunları
hakkında söz isteyen Ardahan Milletvekili Sayın Saffet Kaya’ya aittir.
Buyurun Sayın Kaya. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A)
Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Ardahan Milletvekili Saffet
Kaya’nın, Aktaş Sınır Kapısı’nın açılmasının il ekonomisine yapacağı katkılar
ile Ardahan ilinin sorunlarına ve çözüm yollarına ilişkin gündem dışı konuşması
SAFFET KAYA (Ardahan) – Değerli Başkan, çok değerli milletvekili
arkadaşlarımız; Ardahan ilinin sorunları ve çözümüyle ilgili gündem dışı söz
aldım. Yüce heyetinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Konuşmama başlamadan önce yüce heyetinize özellikle seslenmek
istediğim bir konu var ki onu burada serdetmeden geçemem. Özellikle, İsrail’in
Türk Büyükelçisine gösterdiği tutumu yüce Parlamentoda lanetliyorum, kınıyorum
ve İsrail’in de haddini bilmesi gerektiğini ifade etmek istiyorum! (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekili arkadaşlarım, Ardahan ilimiz, serhat bir
ilimiz. Nüfusumuz 100 bin, 120 bin civarı. Türkiye’de de nüfus oranı en düşük
illerden, çok müstesna bir ilimiz. Serhat bekçiliği yapmış, gerçekten bölgenin
her zaman sorunlarıyla var olan çok değerli bir halkımız da var.
Uzun yıllar Çıldır ilçemiz çok müstesna ilçelerden biri olmakla
birlikte, Aktaş Kapısı’nın açılması konusunda çok ciddi bir beklenti doğmuş.
Haklı olarak beklenti doğmuş çünkü Gürcistan’la sınır, Kafkasya’yla sınır bir
ilçemizin, ilimizin iktisadi ve kültürel bağlamdaki bu kazanımdan mutlaka
yararlanması gerekirdi ama bugüne kadar maalesef bu gerçekleşememişti. Sebebi
de Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan probleminden dolayı bu yol, bugüne kadar
gelen -geçmişteki- hükûmetler tarafından, iyi niyetli de olsa ele alınamamıştı.
Ama, şimdi, özellikle
Dışişleri Bakanlığımıza, Bakanımıza, özellikle Başbakanımıza yüce heyetiniz
huzurunda teşekkürlerimi ifade etmek istiyorum. Aktaş
Kapısı’nın açılmasıyla ilgili Gürcistan’la, Gürcistan Büyükelçiliğiyle
görüşülerek -bizatihi ben de görüşerek- o yolun 30 kilometrelik ağının
yapılması anlamında ve bir an önce iktisadi ve kültürel gelişmenin sağlanması
anlamında, 2010 yılının Mayıs ayında Aktaş Kapısı’nın Gürcistan sınırının
yapımının tamamlanıp bundan sonraki süreç içinde de yolun açılıp bölgenin
kalkınması ve Artvin ilimizdeki Sarp’a muadil bir yer olması konusunda Çıldır
halkımızın çok ciddi beklentileri vardır. Bu anlamda Hükûmetimize, bu
anlamda Sayın Başbakanımızın hassasiyetine huzurunuzda teşekkür etmek
istiyorum.
Ayrıca Çıldır’ımızda barajlarımız yapılmakta. Ayrıca Çıldır’ımızda
demir yolu projemiz var ki geçen yıl Sayın Başbakanımıza konuyu arz ettiğimde
bizatihi kendi talimatlarıyla bu demir yolu projemizin gerçekleşmesi bölgeye
çok önemli bir hayatiyet kazandıracaktır çünkü Karadeniz’e bağlanan bir demir
yolu projesidir.
Bu anlamda Posof’umuzla ilgili -çok özel bir ilçemiz Posof, Damal,
Hanak, Göle- özellikle Posof’umuzda yaban hayatını geliştirmeyle ilgili, 81’de
çıkan bir kanun teklifi vardı. Resmî Gazete’de yayınlandıktan
sonra, son dönemde Çevre Bakanımızın bu konuda hassasiyetleriyle birlikte,
yeniden 60 bin hektarlık alanın 5 bin hektarının koruma altına alınacağının,
yüzde 85’inin de en işler noktada yeniden kullanıma açılacağının Orman
Bakanlığının yeni bir yönetmeliğiyle gündeme gelmesi Posof halkımızı yeniden
rahatlatmıştır ve mart ayında da Bakanımız Posof ilçemize, o “botanik bahçe”
dediğimiz ilçemize gitmiş olacaktır ve Posof’umuza buradan özellikle müjdem
şudur ki, sınır ticaretinin başlangıcı olacaktır bu yıl.
İnşallah, yüksekokulumuzun yapılması noktasında, Posof’umuza
önemli bir yüksekokul kazandırılacaktır. Sayın Bakanımıza da burada
teşekkürlerimi ifade etmek istiyorum, Posof halkını bu projede en iyi şekilde
şekillendirdiği ve değerlendirdiği için. Özellikle Göle ilçemizde yine, tekrar
bir yüksekokulun yapılması, fakültenin yapılması konusunda Rektörlüğün aldığı
bir karar var, bizim de özellikle isteğimiz.
Üniversite bu ülkenin bir gerçeğidir. Ardahan’a üniversiteyi,
gerçekten, bu yasamadan geçiren, iktidar olarak üniversiteyi Ardahan’a mal eden
bu Hükûmetimize özellikle Ardahan halkı adına teşekkürlerimi bir borç
biliyorum. Üniversite, bir bölgenin kalkınmasıdır, gelişmesidir. Bundan
dolayıdır ki Posof ilçemizde, Çıldır ilçemizde, Damal’ımızda, Hanak’ımızda,
Göle’mizde yüksekokul yapılacaktır. Yüksekokulların yapılması, üniversitenin
Ardahan ilinde olması, göçün durmasında, göçün tekrar geriye gelmesinde,
bölgenin kültürel anlamda, iktisadi anlamda kalkınmasında çok ciddi bir rol
oynayacaktır. Hükûmetimize bu anlamda teşekkürlerimi özellikle ifade etmek
istiyorum.
Yine, Tarım Bakanımıza festivalde ifade ettiğim gibi burada yüce
heyetin huzurunda da ifade ediyorum: Ardahan, Kırsal Kalkınma Projesi’nde pilot
bölge ilan edilmiştir. Yaklaşık 25 milyon dolarla başlayıp -IFAD projesi
anlamında- 100 milyon dolara taşınacak, on yıllık sürede bölgenin hayvancılıkta
ve tarımda kalkınması için çok önemli bir projeyi bölgemize sunmuş olduk.
Artvin ve Kars da buna dâhildir. Dolayısıyla Hükûmetimize bu anlamda
teşekkürlerimi ifade etmek istiyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
SAFFET KAYA (Devamla) – Yine, Kentsel Dönüşüm Projesi bağlamında
TOKİ Başkanımızın Ardahan’a gelerek Ardahan’da Kentsel Dönüşüm Projesi’ne imza
atması, bölgemizin yeniden yapılanması, yeniden gelişmesi anlamında çok önemli
bir oluşumla karşı karşıya gelinmiştir. İşte bu, AK PARTİ farkıdır. Bu,
Hükûmetimizin farkıdır. Cumhuriyet tarihinden bugüne kadar, iddia ediyorum
-yirmi yıldır bu kürsülerdeyim- AK PARTİ Hükûmeti döneminde aldığımız hizmeti,
aldığımız kalkınmayı, aldığımız gelişmeyi hiçbir hükûmet döneminde almadık.
Onun için Hükûmetimize minnet borcum var, Başbakanımıza şükran borcum var; açık
olarak ifade etmek istiyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bunun altını çok
samimi ifadelerle çizerek söylüyorum. Onun için, bir bölgenin sorunu varsa,
orada göç varsa, terör varsa o bölgenin sorunu değildir, o sorun Türkiye'nin
sorunudur. Dolayısıyla biz istiyoruz ki bölgeler kalkınsın, bölgeler gelişsin.
Serhat ili Ardahan’ımız gelişmiştir, gelişecektir, büyüyecektir.
Hükûmetimize teşekkür ediyorum. İnşallah, mart ayında Çevre
Bakanımızı da Ardahan’a, Posof’umuza davet ettik, gelecekler, orada
ağırlayacağız; Posof’umuzun, o güzel ilçemizin sorunlarını dinlemiş olacak.
Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum, Değerli Başkanıma
teşekkürlerimi ifade ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kaya.
Gündem dışı ikinci söz, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Fen-Edebiyat
Fakültesine formasyon hakkının verilmemesi ve Sivas
ili demir yolu hattındaki değişiklik nedeniyle güzergâh üzerindeki esnafın
sorunları hakkında söz isteyen Sivas Milletvekili Sayın Malik Ecder Özdemir’e
aittir.
Buyurun Sayın Özdemir. (CHP sıralarından alkışlar)
2.- Sivas Milletvekili Malik Ecder
Özdemir’in, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesine formasyon hakkının verilmemesi ve Sivas ili demir yolu
hattındaki değişiklik ile bölünmüş yol güzergâhı üzerindeki esnafın sorunlarına
ilişkin gündem dışı konuşması
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Devlet Demiryolları tarafından bazı tren seferlerinin iptali,
bölünmüş kara yolu güzergâhı üzerindeki esnafın mağduriyeti ve Sivas Cumhuriyet
Üniversitesinin Fen-Edebiyat Fakültesi öğrencilerine verilmeyen formasyon eğitiminin yarattığı sıkıntıları dile getirmek,
Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine taşımak için söz almış bulunuyorum. Bu
vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, keşke ben de Ardahan Milletvekilimiz gibi
Hükûmetimize, Sivas Milletvekili olarak Sivas’a yapılan hizmetler adına
teşekkürlerimi sunabilseydim.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Ardahan’da sorun yok zaten!
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Devamla) – Üzülerek ifade etmeliyim ki Devlet
Demiryolları Genel Müdürlüğünün yılbaşında almış olduğu bir kararla, uzunca
yıllardan bu tarafa kamu görevi yapan 10’a yakın Devlet Demiryollarının hatları
iptal edildi. Ankara-Malatya arasında yıllardır çalışan 4 Eylül Mavi Treni -ki
yaklaşık yılda 180 bin yolcu taşıyordu- seferden kaldırıldı. Ankara-Kars
arasında işletilen Erzurum Ekspresi, yılda 250 bin insan taşıyan Erzurum
Ekspresi seferden kaldırıldı. Kars-Akyaka arasında çalışan posta treni, aylık 9
bin yolcu kapasitesi olan posta treni verimsizlik gerekçesiyle seferden
kaldırıldı.
Rakamlar ortada değerli arkadaşlarım. Görünen o ki buradaki
iptalin gerekçesi verimsizlik falan değil, yolcunun olmayışı değil, görünen o
ki AKP, tıpkı bundan önceki özelleştirmelerde olduğu gibi, Devlet
Demiryollarını önce zarar eden kurum hâline getirecek, daha sonra haraç mezat
satacaktır.
Değerli arkadaşlarım, sevgili milletvekillerimiz; yani devletin
her hizmetten kâr elde etmesi, para kazanması gibi bir anlayış, bir zorunluluk
mu var? Yıllardan bu tarafa, cumhuriyetin ilk yıllarından bu tarafa Sivas’ın,
Erzincan’ın, Erzurum’un bugün hâlâ kar yağdığında ulaşılamayan köylerinin tek
ulaşım aracı olan posta trenlerini, marşandizini, devlet demir yollarını
kapatırsanız, burada devletin faydasından, devletin elde edeceği faydadan söz
etmenin olanağı var mı? Bugün itibarıyla söylüyorum, Sivas’ta, ilçelerinde,
Kangal’ında, Divriği’nde, Erzincan’ın İliç’inde, Erzurum’unda kar yolları
kapamışken dünyayla tek bağlantısı devlet demir yolu olan bu köylerimizi orada
açlığa, yoksulluğa mahkûm etmenin bir mantığı, bir anlayışı var mı? Bir
taraftan hızlı tren projesiyle, sözüm ona “2025 yılında Sivas’a hızlı tren
getireceğiz.” diyen Sayın Başbakan, bir tarafta cumhuriyetin ilk yıllarından bu
tarafa hizmet veren, kaldırılan kara trenler, marşandizler! Bu anlayışı, bu
çifte standardı, bu paradoksal ilişkiyi tarif etmenin olanağı yoktur.
Değerli arkadaşlarım, tren bizim Anadolu’muzda sadece ulaşım
değildir, tren aynı zamanda sevdanın, hasretliğin bir başka adıdır. O nedenle
bugün burada, Ankara’da oturup karar alırken, alınan kararın neye, kime
faydası, kime hangi zararları sağlıyor olduğunu doğru tespit etmemiz gerekiyor.
Sürem daralıyor. İktidarınızın kara yollarını bölünmüş ağ hâline
getirmiş olmasını gerçekten memnuniyetle karşılıyorum. Belki
AKP’nin yaptığı tek hayırlı iş bu. Ancak bu kara yolu güzergâhı üzerinde
yıllardır hizmet veren, Türkiye'nin her tarafında binlerce esnaf var,
lokantalar var, petrol ofisleri var, dinlenme tesisleri var. Bu yol, güzergâh
ikiye bölündüğünde tek tarafa düşen akış nedeniyle bu yol güzergâhındaki
esnaflar kepenk kapatıyor ve işsizler ordusuna yeni işsizler katılıyor.
Seçim bölgem Sivas’a gidip gelirken her zaman uğradığım “İhtiyarın
Yeri” diye mütevazı bir lokanta var. İyi niyetli insanlar orada ekmek parası
kazanmaya çalışıyorlar. Son gittiğimde neredeyse işçilerini çıkarmış,
işletmesine kilit vurma noktasına gelmiş vaziyette değerli arkadaşlarım. Yani
ülke olarak, devlet olarak bir taraftan topluma hizmet götürürken yaptığımız
işin diğer taraftan başka mağdurlar yaratmamasını sağlamamız gerekiyor diye
düşünüyorum.
Ve yine, süremin darlığında, Türkiye Büyük Millet Meclisi
gündemine ısrarla taşımak istediğim bir şey var. YÖK son zamanda aldığı kararla
Türkiye genelinde sekiz üniversitenin fen-edebiyat fakültelerine formasyon dersi hakkı verdi, İnönü Üniversitesi, Atatürk
Üniversitesi, Erciyes Üniversitesi, Uludağ, Dokuz Eylül, Selçuk ve İstanbul
üniversitelerine.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Bu üniversitelerin fen-edebiyat fakültelerine sağlanan formasyon hakkı niye acaba Sivas’ta Cumhuriyet
Üniversitesine verilmiyor? Bu çifte standardın gerekçesi ne? Hemen her konuda
-başta söylediğim gibi- cezalandırılan Sivas ili, başkaca kanallar kalmadı,
şimdi üniversiteler arasındaki bu haksız rekabetle bir kere daha
cezalandırılmak mı isteniyor?
Bu kürsüden söylüyorum, soruyorum… İmam-hatip liselerinde kat sayı
konusunda “Hukuku arkadan dolanacağız.” diyen YÖK Başkanına sesleniyorum: Sekiz
üniversiteye hangi gerekçeyle bu hakkı verdin de Sivas Cumhuriyet Üniversitesi
bu haktan mahrum ediliyor?
Yine, Sivas’ta Cumhuriyet Üniversitesinin yönetiminin, yanlış
yönetiminin ideolojik davranması sonucunda Cumhuriyet Üniversitesindeki
kadrolar birer ikişer başka illere göç etmeye başlıyorlar. Hak ettikleri hâlde
doçentliği gelmiş insanlara kadrolar verilmiyor, profesörlüğü gelmiş olan
insanlara, öğretim üyelerine kadrolar verilmiyor ve giderek Sivas Cumhuriyet
Üniversitesi kan kaybetmeye devam ediyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Malik Bey, tren Erzincan’dan
dolaşıp geliyor, bilginiz yok mu?
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Devamla) – Sürem bitti zannediyorum. Bu kadar
dar bir zamanda, bu kadar sınırlı sürede bunları arz etmek istedim.
Bana bu fırsatı veren Sayın Başkan Vekilimize teşekkür
ediyorum.(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Estağfurullah.
Teşekkür ederim Sayın Özdemir.
Gündem dışı üçüncü söz, Manisa ilindeki tarım sigortalılarının
sosyal güvenlik ve diğer sorunları hakkında söz isteyen Manisa Milletvekili
Sayın Ahmet Orhan’a aittir.
Buyurun Sayın Orhan.
3.- Manisa Milletvekili Ahmet
Orhan’ın, Manisa ilindeki tarım sigortalılarının sosyal güvenlik alanındaki
çeşitli sorunlarına ve diğer problemlerine ilişkin gündem dışı konuşması
AHMET ORHAN (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
gündem dışıyla ilgili konuşmama başlamadan önce, İsrail tarafından Türk
devletinin temsilcisi Büyükelçimize reva görülen muameleyi şiddetle
kınadığımızı buradan ifade ediyor, ayrıca iktidarın gereken cevabı bir an önce
vermesini de temenni ettiğimizi belirtiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Manisa’mızın tarım
sigortalılarının sosyal güvenlik alanındaki çeşitli sorunları ve diğer
problemleri hakkında gündem dışı konuşmak üzere söz almış bulunuyorum. Bu
vesileyle, yüce heyetinizi ve Türk milletini saygıyla selamlıyorum.
Yurdumuzda, hepinizin bildiği gibi, uzun yıllar üzüm, incir,
pamuk, zeytin, tütün ihracatımızın lokomotifi olmuş, milletimize önemli
gelirler getirmiştir. Bunlardan pamuk bugün itibarıyla maalesef bazı
illerimizde tamamen terk edilmiş, bir kısım ilimizde de giderek azalan miktarda
ekilmeye devam etmektedir.
Tütün tarımına baktığımız zaman, başka yapacak bir şeyi olmayan
kırsal kesimdeki vatandaşlarımızın, her şeye rağmen aile ziraatı düzeyinde bu
işi yapmaya çalıştıklarını görmekteyiz.
AKP Hükûmeti üzüm üreticisini neredeyse tamamen yok saymaktadır.
Üretici ve yeterli finansal güce sahip olmayan tüccarlar, maalesef, baş başa
bırakılmıştır. Bakanlığın havzaya dayalı yeni destekleme programı içerisinde
üzüm ve incir yer almamaktadır. Anlaşılan Hükûmetin Egeli çiftçilerle bir
sorunu var. Egeli çiftçiler herhangi bir planlama olmadan, el yordamıyla “ya
nasip” deyip sebze ve meyveciliğe yönelmeye başlamışlardır. Şimdi Manisa’nın
üstün kaliteli, uzun elyaflı beyaz altın tarlalarında lahana, karnabahar,
brokoli tarımı yapılmaktadır. Çiftçilerimizin, tüketim miktarları ve talepleri
dikkate alınmadan, kulaktan dolma bilgilerle hazırlamış oldukları, tercih
ettikleri tarım çeşidi başka sorunların, dramların yaşanmasına sebep
olmaktadır. Yaz aylarında tarlada bırakılan domates, kavun, karpuz ve bibere
şimdi de lahana, karnabahar, brokoli eklenmiş durumdadır.
Tarım Bakanının onca parlak sözüne rağmen Türk çiftçisi
fakirleşmeye devam etmektedir. Genel olarak Türk tarımının prim, stok ve finans
sorunları da çözümlenememiştir. Çareyi çiftçimiz esasında biliyor, Hükûmete
sesini duyurmaya çalışıyor. Çiftçi diyor ki: “Tarımda pamuk tekrar ihya
edilsin. Türk pamuğunu işleyen tezgâhlar Kula’da, Manisa’da, Uşak’ta,
Denizli’de, İzmir’de, Aydın’da, Adana’da çalışsın, onların sesine alışmış olan
tekstilcilerimiz ayağa kalksın, işsiz insanlarımız iş bulsun, işçi-işveren intiharları
son bulsun.”
Bu vesileyle bir başka konuya daha dikkatlerinizi çekmek
istiyorum. Bugün için zeytinyağı ve zeytin piyasasında geçtiğimiz yıla göre
ciddi fiyat düşüşleri yaşanmakta. Maalesef, prim miktarları bu düşüşü
karşılayacak düzeyde değildir. Geçmiş yıllarda olduğu gibi, bu sıkıntıların
tekrar yaşanmaması için ön alıcı tedbirler Hükûmet tarafından acilen ortaya
konmalıdır. Zeytinciliğimizin dünya piyasalarında hak ettiği yeri alabilmesi
için yoğun bir çaba gösterilmesine ihtiyaç vardır.
Yandaş ve rantiye hariç, çiftçi başta
olmak üzere tüm toplum kesimleri var olma, ayakta kalabilme savaşı vermektedir.
Ülkemizde ve Manisa’mızda öyle bir kesim var ki yıllardır feryat ediyor,
maalesef bu sesi duyan ve dinleyen yok. Bu ses, Türk çiftçisinin sesidir.
Çiftçi, Türk tarımının desteklenmek yerine kösteklendiğine
inanmaktadır. Tarım desteklemeleri desteklememe hâlini almış, tarım ve tarıma
dayalı endüstri kurumları bir bir yok olmaktadır. Bunlardan en son olanı
sizlerle paylaşmak istiyorum. Derin bir üzüntü içerisindeyiz. Turgutlu’da bin
civarında hemşehrime iş imkânı sağlayan, bölgedeki çiftçi için bir can simidi
olan Tukaş, fabrikalarını kapatmış durumdadır ancak bu konuda duyarlılık
gösteren hiçbir Hükûmet temsilcisi ortada görülmemektedir.
Değerli milletvekilleri, yine, çiftçimizin sosyal sigortalar
alanındaki bir problemi üzerinde durmak istiyorum. Bildiğiniz gibi, 94 yılında,
geçmişe yönelik olarak çiftçilerimizin sattıkları ürün bedeli üzerinden BAĞ-KUR
kesintileri yapılmış, bu çiftçilerimizin sigortadan istifade edebilmesinin yolu
açılmıştı. Maalesef tescil işlemleri yapılmayan bu çiftçilerimiz 2008 yılında
çıkarılmış olan aftan yararlanamamışlardır. Manisa’da bu durumda 12 bin
civarında çiftçi söz konusudur. Bunlardan bir kısmının işlemleri yetiştirilmiş,
af süresince, bir kısmının işlemleri de henüz tamamlanamamış durumdadır. Yeni
bir kanun, af kanunu çıkmadan…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
AHMET ORHAN (Devamla) – …bu çiftçilerimizin mağduriyetlerinin
giderilmesi mümkün değildir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı başta olmak
üzere tüm Hükûmet üyelerinden Manisalı çiftçiler, bu konuda gerekenin
yapılmasını beklemektedir. Şimdi, Manisalı çiftçilere sahip çıkılması gerektiği
zamandayız.
Manisa genelinde çok sayıda çiftçi -tüm Türkiye’de olduğu gibi-
Ziraat Bankası ve tarım kredi kooperatiflerine borçludur. Maalesef şimdilerde,
bildiğimiz, o bankaların yaptığı şeyi tarım kredi kooperatifleri yapmakta, çok
sayıda haciz işlemi yürütülmektedir. Çiftçinin tarlasına artık çiftçi kuruluşu
el koymaktadır yarı fiyatına.
Bütün bu gerçekleri görerek acilen tedbir alınmasına, bu haciz
işlemlerinin hemen, derhâl durdurulmasına ihtiyaç vardır. Borç batağındaki
çiftçiye acil yardım edilmeli, devam eden haciz işlemleri derhâl
kaldırılmalıdır. AKP Hükûmeti tarım sektörünü ekonomik ve stratejik değeri olan
bir sektör olarak görmemektedir.
Sözümü Yüce Atatürk’ün “Tarımını kaybetmiş bir ülke yok olmaya
mahkûmdur.” sözüyle tamamlamak istiyorum. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Orhan.
Gündeme geçiyoruz…
ENGİN ALTAY (Sinop) – Sayın Başkanım, biraz önce gündem dışı
konuşma yapan iktidar partisi milletvekili, AK PARTİ Hükûmetinin cumhuriyet tarihinin
bütün hükûmetlerinden fazla iş yaptığını beyan etmiştir. Bu çok büyük bir
yalandır. Bu kürsü yalan söyleme yeri değildir.
Teşekkür ederim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, milletvekili
arkadaşlarımız burada meselelerini intikal ettirebilirler ama Sayın
Milletvekilinin kürsüdeki hatibi yalancılıkla suçlaması hiç etik değil, ahlaki
değil.
ENGİN ALTAY (Sinop) – Söylediği yanlış. Ne münasebet.
BAŞKAN – Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.
Meclis araştırması açılmasına ilişkin dört önerge vardır, ayrı
ayrı okutuyorum:
V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI
A) Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- Karaman Milletvekili Hasan
Çalış ve 20 milletvekilinin, hayvancılıktaki sorunların araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/509)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Türk tarımının önemli kollarından olan hayvancılığın içinde
bulunduğu sorunların araştırılarak, alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla, Anayasa'nın 98. ve TBMM içtüzüğünün 104 ve 105. maddesi uyarınca
Meclis araştırması açılmasını saygılarımla arz ve talep ederiz.
1) Hasan Çalış (Karaman)
2) Oktay Vural (İzmir)
3) Kamil Erdal Sipahi (İzmir)
4) Hakan Coşkun (Osmaniye)
5) Reşat Doğru (Tokat)
6) Zeki Ertugay (Erzurum)
7) Behiç Çelik (Mersin)
8) Hasan Özdemir (Gaziantep)
9) Alim Işık (Kütahya)
10) Ahmet Kenan Tanrıkulu (İzmir)
11) Ali Uzunırmak (Aydın)
12) Abdülkadir Akcan (Afyonkarahisar)
13) Bekir Aksoy (Ankara)
14) D. Ali Torlak (İstanbul)
15) Hüseyin Yıldız (Antalya)
16) Muharrem Varlı (Adana)
17) Murat Özkan (Giresun)
18) İsmet Büyükataman (Bursa)
19) Necati Özensoy (Bursa)
20) Süleyman Nevzat Korkmaz (Isparta)
21) Erkan Akçay (Manisa)
Gerekçe:
Türk tarımının önemli kollarından olan hayvancılık her geçen gün
biraz daha gerilemektedir. Başbakanlık Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK),
istatistik rakamları da hayvancılıktaki bu gerilemeyi net bir şekilde ortaya
koymaktadır.
TÜİK'in 2008 yılına ait hayvansal üretim istatistikleri geçtiğimiz
günlerde yayınlanmıştır. Buna göre; büyük baş hayvan sayısı 2008 yılında bir
önce yıla göre yüzde 1,58 azalmıştır. 2008 yılı sonu itibariyle toplam büyükbaş
hayvan sayısı bir önceki yıla göre yüzde 1,58 azalış göstererek, 10 milyon 946
bin 239 baş olarak gerçekleşmiştir. Büyükbaş hayvanlar arasında yer alan sığır
sayısı yüzde 1,60 azalarak 10 milyon 859 bin 942 baş olmuştur.
Küçükbaş hayvan sayısı ise 2008 yılında bir önceki yıla göre yüzde
6,87 oranında azalış göstermiştir. Koyun sayısı 2008 yılı sonu itibariyle bir
önceki yıla göre yüzde 5,84 azalarak, 23 milyon 974 bin 591 baş, keçi sayısı
ise yüzde 11,02 azalarak, 5 milyon 593 bin 561 baş olmuştur.
Uygulanan yanlış hayvancılık politikalarından kümes hayvancılığı
da nasibini almıştır. Kümes hayvanları sayısı da 2008 yılında bir önceki yıla
göre yüzde 8,96 oranında azalış göstermiştir. Kümes hayvanlarından tavuk ve
ördek sayısı 2008 yılı sonu itibariyle bir önceki yıla göre sırasıyla yüzde
9,31 ve yüzde 2,49 oranında azalmıştır.
2008 yılında kırmızı et ve süt üretimi de bir önceki yıla göre
gerilemiştir. 2008 yılında kırmızı et üretimi, 2007 yılına göre toplamda yüzde
16,1 oranında azalarak, 482 bin 458 ton olarak gerçekleşmiştir. Bu yıl içinde
sığır etinde yüzde 14,20, koyun etinde yüzde 17,69, keçi etinde yüzde 43,02 ve
manda etinde yüzde 32,90 oranında azalış olmuştur.
Süt üretimi, 2008 yılında bir önceki yıla göre yüzde 0,70
azalarak, 12 milyon 243 bin 040 ton olarak gerçekleşmiştir. Bu miktarın yüzde
91,93'ünü inek sütü, yüzde 6,10'unu koyun sütü, yüzde 1,70'ini keçi sütü ve
yüzde 0,26'sını manda sütü oluşturmaktadır.
Hayvancılığa bağlı olarak alt sanayi ürünleri de gerilemiştir.
Deri, kıl ve tiftik üretimi de 2008 yılında azalmıştır. 2008 yılında üretilen
deri hayvancılığa bağlı olarak, bir önceki yıla göre toplamda yüzde 15,52
azalarak, 8 milyon 758 bin 597 adet olarak gerçekleşmiştir. Yapağı üretim
miktarı yüzde 5,53 oranında azalış göstererek, 44 bin 166 ton olmuştur. Kıl
üretim miktarı 2008 yılında bir önceki yıla göre yüzde 11,75 azalarak, 2 bin
238 ton olmuştur. Tiftik üretimi ise 2008 yılında yüzde 18,14 azalış
göstererek, 194 bin ton olarak gerçekleşmiştir.
Uygulanan yanlış hayvancılık politikaları, ahırları ve meraları
bugün hayvansız bırakmıştır. Ülkemizdeki geniş mera alanları daraltılarak
çiftçi, ahır hayvancılığına itilmiştir. Yeşil mera alanlarında koyunlarını,
keçilerini otlatamayan üreticiler, yüksek yem fiyatları karşısında ahır
hayvancılığını sürdüremez hâle gelmiştir. Orman kadastrosu ve keçi
üreticilerine uygulanan yasaklar, hayvancılığın gerilemesinde en az yüksek yem
fiyatları kadar etkili olmuştur.
Eskiden ülkemizde hayvancılık daha çok mera hayvancılığı şeklinde
yapılırdı. Topraktan verim alamayan üretici, o yıl hayvancılıktan sağladığı
gelirle geçimini sağlardı. Köylerde hayvancılık âdeta tarımın sigortası
durumundaydı. Ama şimdi, yüzde 70-80’lere varan yem fiyatları, yüksek girdiler,
desteklerin azaltılması ve meraların daraltılması gibi nedenlerle köylerimizde
hayvancılık bitme noktasına gelmiştir.
Hayvancılıkta yaşanan tüm bu sorunlar, kısa sürede hem tüketiciye
hem de üreticiye yansımıştır. Üretici sattığı hayvanın yerine, sattığı fiyata
yenisini alamazken, tüketici eti pahalı tüketmeye başlamıştır. Yükselen et
fiyatları karşısında kırmızı eti pahalıya alamayan tüketici yine her zaman
olduğu gibi, beyaz ete yönelmiştir.
Bu nedenle; ülkemizde hayvancılıkla ilgili sorunlarının ve hayvan
sayısındaki azalmanın nedenlerinin araştırılarak, gerekli önlemlerin alınması
için Anayasa'nın 98. ve TBMM içtüzüğünün 104 ve 105. maddesi uyarınca bir
Meclis Araştırma Komisyonu kurulması fayda sağlaması bakımından yerinde
olacaktır.
2.- İzmir Milletvekili Kamil Erdal
Sipahi ve 20 milletvekilinin, uzman erbaş uygulamasındaki sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/510)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
3269 sayılı yasa kapsamında 1986 yılından itibaren Türk Silahlı
Kuvvetlerinde Uzman Erbaş uygulaması başlatılmıştır.
Ancak ilk aşamada, gelecekte karşılaşılacak sorunlar değerlendirilmeden
yapılan düzenlemeler, geçen yıllar içinde büyük sosyal ve ekonomik sıkıntıları
beraberinde getirmiştir.
Uzman Erbaş uygulaması sonucunda ortaya çıkan sorunların ve
alınabilecek tedbirlerin belirlenmesi amacıyla, Anayasanın 98 inci maddesi ile
Türkiye Büyük Millet Meclisi iç tüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince
Meclis araştırması yapılmasını arz ederim.
1) Kamil Erdal Sipahi (İzmir)
2) Oktay Vural (İzmir)
3) Alim Işık (Kütahya)
4) Rıdvan Yalçın (Ordu)
5) Muharrem Varlı (Adana)
6) Hasan Özdemir (Gaziantep)
7) Mustafa Enöz (Manisa)
8) Erkan Akçay (Manisa)
9) Hamza Hamit Homriş (Bursa)
10) Süleyman Latif Yunusoğlu (Trabzon)
11) Osman Durmuş (Kırıkkale)
12) Mustafa Kalaycı (Konya)
13) Münir Kutluata (Sakarya)
14) Mehmet Günal (Antalya)
15) Emin Haluk Ayhan (Denizli)
16) Mustafa Kemal Cengiz (Çanakkale)
17) Ahmet Bukan (Çankırı)
18) Recep Taner (Aydın)
19) Sabahattin Çakmakoğlu (Kayseri)
20) Behiç Çelik (Mersin)
21) İsmet Büyükataman (Bursa)
Gerekçe:
Türk Silahlı Kuvvetlerinde 1986 yılından itibaren 3269 sayılı yasa
uyarınca Uzman Erbaş istihdamı başlatılmıştır.
Ancak geçen süre içinde Uzman Erbaşlarla ilgili olarak ortaya
çıkan sorunlar üzerinde hiçbir düzenleme yapılmamış olup, artan Uzman Erbaş
miktarıyla birlikte sorunlar yanında mağduriyetler de artmıştır.
Bu konudaki mağduriyetleri gidermek üzere, Genelkurmay
Başkanlığınca düşünülen hususlar Aralık 2009'da haftalık basın açıklamasıyla
gündeme getirilmiştir.
Aynı hususlar 2 Nisan 2009 tarihinde yazılı teklifler hâlinde
Millî Savunma Bakanlığına da gönderilmiştir.
En önemli mağduriyet; 45 yaşına girmiş olan Uzman Erbaşların,
sözleşmelerinin feshedilerek âdeta aile fertleriyle birlikte sokağa
atılmalarıdır.
45 yaşını doldurduğu için emekli olamadan ayrılmak zorunda kalan
ve aile fertleriyle birlikte âdeta sokağa atılan kişi sayısı her geçen yıl
âdeta katlanarak artmaktadır.
Yeni Sosyal Güvenlik Yasasında ortaya konan yaş haddi uygulamaları
bu konudaki endişeleri daha da artırmıştır.
Bu konuda 28 Temmuz 2003 tarih ve 27302 Sayılı Resmî Gazete'de yer
alan değişiklik aşağıdadır:
"Bu itibarla, 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanununa tabi
uzman erbaş olarak en az iki yıl süreyle çalışmış olmak şartıyla, sağlık
niteliklerini kaybetmeleri veya 45 yaşına girmiş olmaları sebebiyle görev
süreleri sona erenler ile kendi istekleriyle sözleşmelerini feshetmiş
olanlardan, kamu kurum ve kuruluşlarında Devlet memuru olarak istihdam edilmek
isteyenlerin atanmak istedikleri kamu kurum ve kuruluşlarına başvurmaları
gerekmektedir."
Ancak yukarıdaki yasa değişikliği ile öngörülen iş müracaatları,
kamu kurum ve kuruluşlarınca dikkate alınmamakta olup cevapsız bırakılmakta
veya menfi cevap verilmektedir.
Uzman Erbaş uygulamasındaki en önemli sorun alanları aşağıdadır.
- Uzman Erbaşların emekli yaşlarının artırılması,
- Ayrılanların kamu kurum ve kuruluşlarında istihdamı,
- Geçmişte yaş haddi nedeniyle ayrılmak zorunda kalanların
yapılacak değişikliklerden yararlandırılması,
- Belirli hizmet süreleri sonunda diğer Türk Silahlı Kuvvetleri
personeli gibi derece-kademe ilerlemesi yapabilmeleri,
- Ceza aldıklarında sözleşmelerinin feshi konusunda, en azından
belirli hizmet sürelerinden sonra daha esnek ve hoşgörülü bir uygulama
yapılması,
- Atanmaları konusunda diğer Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarına
benzer bir sistem uygulanması,
- Eşitlik ilkesine uygun olarak belirli hizmet sürelerinden sonra
diğer Türk Silahlı Kuvvetleri personeline uygulanan esaslardan
yararlanabilmeleri,
- Sosyal ve ekonomik sorunlarının iyileştirilmesi.
3.- Giresun Milletvekili Murat
Özkan ve 19 milletvekilinin, kurban bağışı organizasyonlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/511)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Son zamanlarda kurban fiyatlarının yükselmesiyle vekâleten kurban
kesimine talep artmıştır.
Dinî hassasiyetlerin ön plana çıktığı aylar ve özel günlerde
vatandaşlarımız yoğun bir reklam kampanyası ile karşı karşıyadır. Bu ilanlarda
kurban fiyatı ve paraların yatırılacağı banka hesap numaraları ön plana
çıkartılmakta, diğer safahatlar konusunda doyurucu bir bilgi bulunmamaktadır.
Hem suistimallerin önüne geçilmesi, hem de hayırseverlerin
güvenini tesis edecek düzenlemelerin yapılması amacıyla, Anayasamızın 98'inci,
İç Tüzüğün 104 ve 105'inci maddesi gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz
ederiz.
1) Murat Özkan (Giresun)
2) Osman Durmuş (Kırıkkale)
3) Muharrem Varlı (Adana)
4) Behiç Çelik (Mersin)
5) Alim Işık (Kütahya)
6) Akif Akkuş (Mersin)
7) İsmet Büyükataman (Bursa)
8) Osman Ertuğrul (Aksaray)
9) Kamil Erdal Sipahi (İzmir)
10) Süleyman Latif Yunusoğlu (Trabzon)
11) Ahmet Bukan (Çankırı)
12) Abdülkadir Akcan (Afyonkarahisar)
13) Mustafa Kemal Cengiz (Çanakkale)
14) Mustafa Kalaycı (Konya)
15) Oktay Vural (İzmir)
16) Durmuşali Torlak (İstanbul)
17) Rıdvan Yalçın (Ordu)
18) Metin Ergun (Muğla)
19) Mehmet Günal (Antalya)
20) Reşat Doğru (Tokat)
Gerekçe:
Kurban kesimi İslam dininde vacip olarak görülen bir ibadettir.
Vatandaşlarımızdan bazıları kurbanlıklarını kendileri bizzat kesmekte veya
kestirmekte; bazıları da bir hayır kurumu vasıtası ile bu ibadetin gereklerini
yerine getirmektedir.
Kurban kesimi, derilerinin ve bağırsaklarının toplanması işlemi
kanun ve yönetmeliklerle düzenlenmiştir. Bu işlemleri yapabilecek kurum ve
kuruluşlar ve bunlara ek olarak dernek veya vakıf gibi sivil toplum örgütleri
bulunmaktadır. Bu kuruluşlar bedeli karşılığı vekaletle
kurban kesmekte ve hedefleri dâhilinde bu hayırları yerlerine
ulaştırmaktadırlar.
Dini hassasiyetlerin ön plana çıktığı aylar ve özel günlerde
vatandaşlarımız yoğun bir reklam kampanyası ile karşı karşıyadır. Bu ilanlarda
kurban fiyatı ve paraların yatırılacağı banka hesap numaraları ön plana
çıkartılmakta, diğer safahatlar konusunda doyurucu bir bilgi bulunmamaktadır.
Hem suistimallerin önüne geçilmesi, hem de hayırseverlerin
güvenini tesis edecek düzenlemelerin yapılmasına acil olarak ihtiyaç
bulunmaktadır.
Öncelikle bu hayır işlerini yapacak kuruluşların sayısı ve nüvesi
kanunla tekrar belirlenmeli ve belli bir miktarın üzerinde kesim yapabilecek
organizasyonlara öncelik verilmelidir.
Belli bir kota ile sınırlı olmak kaydı şartıyla kişisel hayırların
önü de açık tutulmalı; vatandaşa hareket serbestisi
getirilmelidir. Bu şekilde hem vatandaş özel tercihini gerçekleştirebilmeli hem
de ihtisaslaşmış kurumlar eli ile bu işe bir ciddiyet getirilmeli; daha önceki
denetimlerde kusuru olanlar derhal bu organizasyonların dışına alınmalıdır.
Bu işlemi yapacak kurumlara; lojistik imkanları kanunların
emrettiği büyüklükte, hijyen ve depolamaya uygun
organizasyonlar olma şartı getirilmelidir.
Hayırseverlere; ödedikleri bedel karşılığında hangi kulak küpeli
hayvanın, ne zaman nerede kesilip nereye teslim edildiğine dair resmî onaylı
bir belgenin ulaşmasını sağlayacak bir sistem geliştirilmeli ve sürekli hizmet
verebilecek bir alt yapı oluşturmalıdır.
Hangi kurum olursa olsun yukarıda belirtilen ölçekli
organizasyonlara merkezî ve yerel yönetimlerden resmî görevlilerin nezaret
etmesi ve yapılan işlemlerin sağlıklı yürütülmesi sağlanmalıdır.
Tüm bu gerekçelerle; kurban kesimlerinin hayırseverlerimizin gönül
rahatlığı ile gerçekleştirilmesi için sorunların tespit edilmesi, çözüm
önerilerinin ortaya konulması önem arz etmektedir.
4.- Mardin Milletvekili Emine Ayna
ve 19 milletvekilinin, iş güvenliği ve işçi sağlığındaki sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/512)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İş güvenliğinin sağlanması ve işçi sağlığının korunması konusunda
gerekli araştırmanın yapılması amacıyla Anayasanın 98. ve İçtüzüğün 104. ve
105. maddeleri gereğince Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasını arz ve teklif
ederiz.
1) Emine Ayna (Mardin)
2) Fatma Kurtulan (Van)
3) Selahattin Demirtaş (Diyarbakır)
4) Sırrı Sakık (Muş)
5) Ayla Akat Ata (Batman)
6) Bengi Yıldız (Batman)
7) M. Nezir Karabaş (Bitlis)
8) Akın Birdal (Diyarbakır)
9) Gültan Kışanak (Diyarbakır)
10) Hamit Geylani (Hakkâri)
11) Pervin Buldan (Iğdır)
12) Sebahat Tuncel (İstanbul)
13) Nuri Yaman (Muş)
14) Osman Özçelik (Siirt)
15) İbrahim Binici (Şanlıurfa)
16) Sevahir Bayındır (Şırnak)
17) Hasip Kaplan (Şırnak)
18) Şerafettin Halis (Tunceli)
19) Özdal Üçer (Van)
20) Mehmet Ufuk Uras (İstanbul)
Gerekçe:
İş güvenliği ve sağlığı, çalışma yaşamının en önemli
başlıklarından biridir. Ne yazık ki Türkiye de bu konuda oldukça olumsuz
durumdadır. Ülkemizde her yıl yaklaşık 80 bin iş kazası gerçekleşiyor. Son dört
yıl ortalamasına göre ölen sayısı yılda 1200 işçidir. Ancak bu rakamlar
gerçeğin tamamını değil, yalnızca bir kısmını ifade etmektedir. Ne yazık ki
Türkiye'de iş kazaları, meslek hastalıkları ve bunların yol açtığı ölümler
hakkında sağlıklı istatistiklerden yoksunuz.
Bu konudaki kimi sayısal değerlere bakacak olursak,
Resmî verilere göre her gün 3 kişi iş kazaları sonucu hayatını
yitirmektedir.
Ortalama her iş kazası iki işçiyi doğrudan etkiliyor. Bunun sonucu
200 binin üzerinde işçi iş kazası sonucu tedaviye muhtaç hale gelmektedir.
Resmî verilere göre iş kazalarının yaklaşık % 2'si işçinin sürekli
iş göremez hâle gelmesi ile sonuçlanıyor ve her iş kazasının %1,4'ü de ölümle
sonuçlanıyor.
SGK'ya kayıtlı her 14 işyerinden birinde iş kazası meydana
gelmektedir.
Bugüne kadar olan iş kazaları sonucu 56 bin 105 işçi hâlen sürekli
iş göremez aylığı almaktadır. Bu sayı hâlen çalışmakta olan 8 milyon 505 bin
kişilik sigortalı sanayi ve hizmet işçisi sayısının yaklaşık %7'sini (% 6,6)
oluşturmaktadır.
Bugüne kadar iş kazasında öldüğü tespit edilen işçilerin sayısı en
az 34 bin 235 kişidir.
2007'de işçi ve sendikal hareketin canlandığı bir yıldı ve grevde
kaybolan iş günü sayısı 1995'den beri (12 yıldan sonra ilk kez) 1 milyon
sayısını aşarak 1 milyon 353 bin'e ulaşmıştı. Halbuki
o yıl iş kazası sonucu oluşan işgünü kaybı sayısı 1 milyon 942 bindi.
İş kazaları ve meslek hastalıkları, basit bir sağlık sorunu veya
üretim sürecine ilişkin teknik bir mesele olarak ele alınamaz. İnsanla ilgili
sosyal yanı ağır basan bir sorundur. Gerek uluslararası alana ilişkin
değerlendirmeler gerekse Türkiye'de gerçekleşen iş kazaları ve meslek
hastalıklarında işçilerin sorumlulukları ya yoktur ya ihmal edilecek
düzeydedir. Buna karşın Türkiye'de hep üretim, işletme çıkarları ve bireysel
çıkarlar işçi sağlığı ve güvenliği sorunundan önce gelmiştir.
Türkiye'de yaklaşık 7 yıldır iktidarda olan AKP iktidarında ise
sorun ağırlaşmıştır. Kayıt dışı ekonomi genişlemiş, iş teftişi gevşetilmiş,
diğer mevzuat dışı uygulamalara göz yumulmuştur.
Kot taşlama işçilerinin yaşadıkları, Davutpaşa yangını, Tuzla tersanelerinde
yaşanan ölümler hep bu dönemin gerçeğidir.
Bu insanlar hangi koşullarda çalışıyorlar? Üretim sürecinde hangi
tehlikelere maruz kalıyorlar? Ortalama ömürleri ağır iş koşulları nedeniyle
kısalıyor mu? Kaç kişi üretim sürecinde ülkenin yüksek ihracat hamlesine
erişmek, yüksek üretim hedeflerini gerçekleştirmek için hayatını feda ediyor?
Bütün bu sorular boşlukta kalmaya devam mı edecektir? Bunu kabul etmemiz mümkün
değildir.
Ağır çalışma temposu altında, iş kazası ve meslek hastalığı riski
altında çalışan işçinin sağlığının korunması ve sürdürülmesi onun sosyal bir
varlık olarak görülmesi ile sağlanabilir.
Buna bağlı olarak ikinci önemli nokta, yasal koruma tedbirlerinin
genişletilmesidir.
Konunun bir başka yanını hukuk sürecinin ağır işlemesi oluşturmaktadır.
Ağır işleyen süreç, iş kazası hukuki sürecinin işverenin lehine sonuçlanması
imkânını yaratmaktadır.
En temel noktayı, sorunun bir bütünsellik içinde ortaya konularak,
önceliğin işçinin yaşam ve sağlık koşullarına verilmesi oluşturmaktadır.
Bu çerçevede iş güvenliğinin sağlanması ve işçi sağlığının
korunması konusunda gerekli araştırmanın yapılması amacıyla Anayasanın 98. ve
İçtüzüğün 104. ve 105. maddeleri gereğince Meclis Araştırma Komisyonu
kurulmasını arz ve teklif ederiz.
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp
açılmaması konusundaki görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.
Komisyondan istifa önergeleri vardır, okutuyorum:
B)
Önergeler
1.- Balıkesir Milletvekili Hüseyin
Pazarcı’nın, Avrupa Birliği Uyum Komisyonu üyeliğinden istifa ettiğine ilişkin
önergesi (4/173)
T.B.M.M. Başkanlığına
DSP mensubu sıfatımla bağımsız kontenjandan seçildiğim Avrupa
Birliği Uyum Komisyonu üyeliğinden istifa ediyorum.
Gereğini saygılarımla arz ederim.
Prof.
Dr. Hüseyin Pazarcı
Balıkesir
2.- İzmir Milletvekili Harun
Öztürk’ün, Plan ve Bütçe Komisyonu üyeliğinden istifa ettiğine ilişkin önergesi
(4/174)
TBMM Başkanlığı’na
DSP mensubu sıfatımla bağımsız kontenjandan seçildiğim Plan ve
Bütçe Komisyonu üyeliğinden istifa ediyorum.
Gereğini arz ederim.
12.01.2010
Harun
Öztürk
İzmir
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Gündemin “Seçim” kısmına geçiyoruz.
VI.- SEÇİMLER
A)
Komisyonlara Üye Seçimi
1.- (10/67, 75, 82, 122, 141, 180,
193, 208, 216, 229, 304, 309, 320, 324, 336, 337, 342, 374, 377, 388, 404) esas
numaralı Meclis Araştırması Komisyonuna üye seçimi
BAŞKAN – Madencilik Sektöründeki Sorunların Araştırılarak Alınması
Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu
üyeliklerine siyasi parti gruplarınca gösterilen adayların listesi bastırılıp
sayın üyelere dağıtılmıştır.
Şimdi listeyi okutup oylarınıza sunacağım:
Madencilik Sektöründeki Sorunların Araştırılarak Alınması Gereken
Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu
Üyelikleri Aday Listesi (10/67, 75, 82, 122, 141, 180, 193, 208, 216, 229, 304,
309, 320, 324, 336, 337, 342, 374, 377, 388, 404)
Adı Soyadı Seçim
Çevresi
AK
PARTİ (10)
Zekeriya Aslan Afyonkarahisar
Mehmet Altan Karapaşaoğlu Bursa
Mehmet Salih Erdoğan Denizli
Kutbettin Arzu Diyarbakır
Tahir Öztürk Elâzığ
Emin Nedim Öztürk Eskişehir
Özlem Müftüoğlu Gaziantep
Yahya Doğan Gümüşhane
Mehmet Nil Hıdır Muğla
Polat Türkmen Zonguldak
CHP (3)
Halil Ünlütepe Afyonkarahisar
Ergün Aydoğan Balıkesir
Ali Koçal Zonguldak
MHP (2)
Osman Ertuğrul Aksaray
Mustafa Kemal Cengiz Çanakkale
BDP (1)
Hasip Kaplan Şırnak
KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yeter sayısı istiyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Karar yeter sayısı arayacağım.
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.
Birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 14.49
İKİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 15.01
BAŞKAN:
Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Gülşen ORHAN (Van)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 47’nci Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
Madencilik
sektörüne ilişkin kurulan Meclis araştırması komisyonu üyelikleri için
gruplarca gösterilen adayların listesinin oylanmasında karar yeter sayısı
bulunamamıştı.
Şimdi listeyi
yeniden oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.
Listeyi tekrar
okutuyorum:
Adı Soyadı Seçim
Çevresi
AK PARTİ (10)
Zekeriya Aslan Afyonkarahisar
Mehmet Altan
Karapaşaoğlu Bursa
Mehmet Salih
Erdoğan Denizli
Kutbettin Arzu Diyarbakır
Tahir Öztürk Elâzığ
Emin Nedim Öztürk Eskişehir
Özlem Müftüoğlu Gaziantep
Yahya Doğan Gümüşhane
Mehmet Nil Hıdır Muğla
Polat Türkmen Zonguldak
CHP (3)
Halil Ünlütepe Afyonkarahisar
Ergün Aydoğan Balıkesir
Ali Koçal Zonguldak
MHP
(2)
Osman Ertuğrul Aksaray
Mustafa Kemal
Cengiz Çanakkale
BDP (1)
Hasip Kaplan Şırnak
BAŞKAN – Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir, karar yeter sayısı vardır.
Meclis
araştırması komisyonuna seçilmiş bulunan sayın üyelerin 13/1/2010
Çarşamba günü saat 17.00'de Halkla İlişkiler Binası B Blok 2'nci Kat 4'üncü
Bankoda bulunan 10 no.lu Meclis Araştırması Komisyonları Toplantı Salonunda
toplanarak başkan, başkan vekili, sözcü ve kâtip seçimini yapmalarını rica
ediyorum.
Komisyonun
toplantı yer ve saati ayrıca plazma ekranda ilan edilmiştir.
Alınan karar
gereğince sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve
Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.
1’inci sırada yer
alan, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri
1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu
(1/324) (S. Sayısı: 96)
BAŞKAN –
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2’nci sırada yer
alan, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu
(1/499) (S. Sayısı: 321)
BAŞKAN –
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3’üncü sırada yer
alan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu Başkan Vekili Kayseri Milletvekili Sayın
Mustafa Elitaş ve Ankara Milletvekili Sayın Reha Denemeç’in; Serbest Bölgeler
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
3.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş ve Ankara Milletvekili Reha Denemeç’in; Serbest
Bölgeler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (2/541) (S. Sayısı: 446) (x)
BAŞKAN –
Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada
Teklife geçici
madde ilavesine ilişkin bir önerge vardır. Önergeyi okutup işleme alacağım.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
446 Sıra Sayılı Kanun Teklifine aşağıdaki geçici maddenin eklenmesini arz ve
teklif ederiz.
|
Mehmet Şandır |
|
Akif Akkuş |
Behiç Çelik |
|
Mersin |
|
Mersin |
Mersin |
|
Rıdvan Yalçın |
|
|
Kadir Ural |
|
Ordu |
|
|
Mersin |
(x) 446 S. Sayılı Basmayazı 6/1/2010 tarihli 44’üncü Birleşim Tutanağı’na eklidir.
Geçici madde 1.- Serbest bölgelerde üretilen ürünlerin FOB
bedelinin en az % 85'ini yurtdışına ihraç eden mükelleflerin ve serbest
bölgelerde fason imalat yapan mükelleflerin istihdam ettikleri personele
ödedikleri ücretler gelir vergisinden Avrupa Birliğine tam üyeliğin
gerçekleştiği tarihi içeren yılın vergilendirme döneminin sonuna kadar
müstesnadır. Bu oranı % 50'ye kadar indirmeye ve kanuni seviyesine kadar
yükseltmeye Bakanlar Kurulu yetkilidir. Yıllık satış tutarı bu oranın altında
kalan mükelleflerden zamanında tahsil edilmeyen vergiler cezasız olarak,
gecikme zammıyla birlikte tahsil edilir.
Bu maddenin uygulama bulduğu süre içerisinde 3218 sayılı Serbest
Bölgeler Kanununun geçici 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendi
hükümleri uygulanmaz.
BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ OSMAN DEMİR (Tokat) – Katılmıyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI ÖMER DİNÇER (İstanbul) –
Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Mersin Milletvekili Sayın Mehmet Şandır, buyurun. (MHP
sıralarından alkışlar)
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
öncelikle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Komisyona ve Sayın Bakana sorsak: Neye katılmadınız?
Katılmadığınız bu önerge neyi getiriyor ve hangi ihtiyaca binaen böyle bir
önerge verildi? İnanıyorum ki Komisyon da, Sayın Bakan da meseleyi bilmiyorlar.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Komisyon katılamaz önergeye.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Takdire bırakır.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Takdire de bırakamaz.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Değerli milletvekilleri, biraz sonra da
oylarınıza sunulacak. Zannediyorum sizler de Bakanın ve Komisyonun katılmadığı
bu önergeyi reddedeceksiniz.
Nedir bu önerge? Bir haftadan bu yana, on günden bu yana sayın
grup başkan vekillerinizle, bu işi bilen arkadaşlarımızla tartışıyoruz. Serbest
Bölgeler Yasası’yla ilgili bir teklif geldi, 2 arkadaşımızın verdiği bir kanun
teklifi; serbest bölgeler esnafının talebi doğrultusunda bir kanun teklifi, bir
maddelik bir kanun teklifi. Burada getirilen husus, serbest bölgelerde üretilip
de yurt dışına satılan, yurt dışına ihraç edilen ürünlerin üreticisi işçilerin
ücretlerinin vergiden düşürülmesiyle ilgili bir düzenleme. Bununla ilgili
içeride ve dışarıdaki istisnalardaki oranları değiştiriyorsunuz.
Değerli milletvekilleri, verdiğimiz önergeyle şunu kastediyoruz,
diyoruz ki: Serbest bölgelerde imalat yapan, üretim yapan fason üreticilerin bu
kanunla getirilen ayrıcalıklardan faydalanmasını temin edelim.
Türkiye, gerçekten dünyada veya bölgede en küçük ekonomik kriz
dalgalanmasından etkileniyorsa bunun sebebi üretim yapımızın güçlü olmamasından
kaynaklanıyor, üreticimizin güçlü olmamasından kaynaklanan bir kırılganlık
yaşıyoruz. Maalesef, siyasi iktidarın, Hükûmetin tüm desteği ticaretten yana,
tüccar siyaset, ihracat yapandan yana. Bu ihracatı destekleyen, bu ihracatı
besleyen üretime, üreticiye destek yok. İşte bu önergede diyoruz ki… Kendi
teklifleri doğrultusunda… Ben bunu Sayın Bakanla, Sayın Dış Ticaret
Müsteşarlığıyla da görüştüm, denildi ki: “Maliyenin bir tebliğiyle
düzeltilecek. Doğrudur bu önerge ama bunu bir tebliğle düzelteceğiz.” İki
yıldan bu yana düzeltilmemiş. İki yıldan bu yana serbest bölgelerdeki üretimin
teşvikini ihracatçı alıyor. İhracatı artırmak için ihracatçının desteklenmesine
itiraz etmiyoruz ama bu ihracatı besleyen üretimi desteklemeyi niye kabul
etmiyorsunuz? Bu üretimi yapan üreticiyi, yani serbest bölgelerin içerisinde
ihracata mal üreten fason üreticilerin, imalatçıların niye bu getirdiğiniz
ayrıcalıktan faydalanmasına müsaade etmiyorsunuz? Bunu anlamak mümkün değil.
Bunu burada anlatmalısınız. Sayın Bakan, reddettiğiniz, katılmadığınız bu
önergeyi imalatçılara anlatmalısınız. Fason mal imal eden ve imal ettiği malın
yüzde 85’i ihracata verilen bu emekçilere, bu insanların emeğine kamu
hazinesinden destek vermeyi niye reddediyorsunuz? İhracatçıyı desteklerken
üreticiyi niye desteklemiyorsunuz? Bunu anlatmalısınız.
Değerli milletvekilleri, biz bu önergeyi Mersin Serbest Bölgesinde
imalat yapan fason imalatçıların talebi üzerine verdik ama maalesef Hükûmet,
Sayın Komisyon, Sayın Bakan, hatta ilgili bürokratlar bunun doğru olduğunu, hak
olduğunu, gerekli olduğunu söylemelerine rağmen bir türlü bu önergeyi kabul
ettiremiyoruz.
Söylediğimiz hadise şu: “Serbest bölgelerde üretilen ürünlerin FOB
bedelinin en az yüzde 85’ini yurt dışına ihraç eden mükelleflerin istihdam
ettikleri personele ödedikleri ücretler gelir vergisinden düşülür.” deniliyor.
Şimdi, bu mükelleflerin yanına, bizim önergemizle, serbest bölgelerde fason
imalat yapan mükelleflerin de dâhil edilmesini istiyoruz. Bunu niye
reddediyorsunuz, anlamakta zorlanıyorum. Yani siz kendi insanınızın emeğine,
kendi üreticinizin emeğine destek vermekten hangi politikanın gereği…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) – …hangi ekonomik gerekliliğin gereği
böyle bir yola sapıyorsunuz, böyle bir konuda ısrar ediyorsunuz, bunu anlamakta
zorlanıyoruz.
Şimdi, yirmi tane serbest bölgede ihracata mal imal eden
fasoncular, fason imalatçılar sizlerden bir haber bekliyor. Eğer kamu
hazinesinden, kamu bütçesinden birilerine teşvik veriyorsanız bu teşvikin
gerçek sahibi üreticiler olmalıdır.
Bakın değerli milletvekilleri, iktidar partisi grubuna hitaben
söylüyorum: İhracatın içerisinde yabancı malı, ara malı ithalatı yüzde 70’i
geçti. Kendi insanımızın emeğine siz saygı göstermezseniz yabancıların
ürettiklerini ambalajlar, ihracat diye satarsınız. Bununla da ülkemiz
kalkınmaz, bununla da ülkeyi büyütemezsiniz, işsizliği önleyemezsiniz.
Bu önergenin kabulünü siz milletvekillerinden istirham ediyor,
saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
Bunu anlatın Sayın Bakan, niye kabul etmiyorsunuz?
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şandır.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge reddedilmiştir.
2’nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- Bu Kanun yayımı tarihinden üç ay sonra yürürlüğe girer.
BAŞKAN – 2’nci madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
Tekirdağ Milletvekili Sayın Faik Öztrak. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan 446 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 2’nci
maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu
vesileyle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Şimdi bu önümüzdeki teklifle Serbest Bölgeler Kanunu’nun 7’nci
maddesini AKP İktidarı döneminde 3’üncü defa değiştiriyoruz. Tasarı olarak
Hükûmetten gelen değişiklik önerisi daha çabuk geçsin diye bu sefer Grup Başkan
Vekilinin teklifine dönüşüyor.
Şimdi, tabii burada müzakereler sırasında çeşitli sorular ortaya
çıktı: Yani bunu daha önce niye yapmadınız? Bunun acelesi ne? Yani Genel
Kurulun gündemi -bugün ekonomiye baktığımız zaman çok ciddi sıkıntılar
yaşıyoruz, diğer alanlarda- neden bu yasayla meşgul ediliyor? Kimin için bu
yapılıyor? Neden geç kalındı? Bu sorular sürekli gündeme geliyor.
Yine baktığımız zaman deniyor ki: “Çok fazla bir değişiklik
olmayacak; işte, ithalattaki vergiyi indiriyoruz, buna karşılık ihracattaki
vergiyi artırıyoruz, bunlar birbirini götürecek.” Ama dönüp baktığımız zaman
gerçek bu değil. Özellikle yerli katma değer oranı yüksek olan, örneğin yazılım
sektörünü cezalandırıyorsunuz. Yani dolayısıyla bu belli bir
sektöre dönük.
Yine bu maddede, bakıyoruz, üç aylık bir geçiş süresi öngörülmüş.
Üç ayda stokunu çeviren sektör hangisi? Tüm sektörler bunu çeviriyor mu yoksa
üç ayda stokunu çevirebilen sektör hangisi? Stokunu eritecek, yeni rejime
uyacak diye…
Şimdi, aslında mevcut iktidarın ekonomiyle ilgili tüm
uygulamalarında bu soru işaretleri sürekli gündeme geliyor değerli
arkadaşlarım. Sürekli belirsizlik yaratılıyor ve yaratılan bu belirsizliğin
bedelini de işsiz kalan, iş bulamayan halkımız ödüyor. Bunun en son örneği
Uluslararası Para Fonu ile Hükûmetiniz arasındaki ilişkiler. IMF’yle Hükûmetin
imzaladığı stand-by anlaşması -ki, AKP Hükûmeti son stand-by anlaşmasını
imzalamıştır- 2008 Mayıs ayında bitti. O günden bugüne kadar Uluslararası Para
Fonu’yla yeni bir anlaşmanın müzakerelerini sürdürüyorsunuz. Ne zaman bir
sıkıntı ortaya çıksa ekonomide, hemen Hükûmet sözcüleri “Anlaşmaya çok yaklaştık,
bu iş tamam.” açıklamasını yapıyorlar, piyasalarda bir coşku ortaya çıkıyor,
hazine borçlanmalarını yapıyor, ondan sonra bakıyoruz olan biten bir şey yok.
Şimdi, aslında Türkiye’nin bu büyüme performansına, Hükûmetin yaptığı zamlara,
işçiye, emekliye, çiftçiye verilen maaş artışlarına bakınca Hükûmet,
uygulamalarıyla zaten IMF’yi aratmıyor ama her nedense IMF’yle de bir türlü
anlaşma yapmıyor. Derken, birdenbire uluslararası derecelendirme kuruluşları
Türkiye’nin notunu yükseltmeye başladığı noktada yeniden “IMF’yle anlaşıyoruz.”
denmeye başlandı. E, notumuz yükseliyorsa, işler Başbakanın söylediği gibi iyi
gidiyorsa o zaman neden IMF’yle anlaşıyoruz arkadaşlar? Şimdi, önce dikkat
ederseniz zaten bu IMF’yi de piyasalar ciddi şekilde kanıksamaya başladı. Önce
açıklamayı Başbakan Yardımcısı yaptı ekonomiden sorumlu olan, piyasalar buna
hiç aldırmadı. Ondan sonra Hükûmet sözcüsü “Başbakan da kabul etti anlaşmayı.”
dedi, onun arkasından da Başbakan “Bugün ya da yarın bu anlaşmayı imzalıyoruz.”
diye bir açıklama yaptı.
Şimdi, bu anlaşmayı Hükûmet neden yapıyor? Bu konuda AKP
sözcülerinin de kafası net değil. Şimdi, Hükûmet sözcüsü çıkıyor, diyor ki:
“Bizim aslında IMF kaynağına ihtiyacımız yok, IMF bir referans kuruluşudur, biz
o nedenle bu anlaşmayı yapıyoruz.” Buna karşılık Grup Başkan Vekiliniz çıkıyor
televizyonda diyor ki: “IMF kaynağı en ucuz kaynak olduğu için biz bu anlaşmayı
yapıyoruz.” Hangisi doğru? Kaynağa mı ihtiyacınız var, referansa mı ihtiyacınız
var? Yani bu kriz eğer teğet geçtiyse, bu kadar kredi notunuz yükseliyorsa ne
kaynağa ne de referansa ihtiyacınız olması lazım.
IMF anlaşması haberlerini ekonomi yönetimindeki birimler arasında
herhangi bir koordinasyon sağlamadan ortaya çıkarıyorsunuz, bunun da çok
sıkıntılı sonuçları oluyor. Bakın, sene sonu, ihracatta anlaşmaların yapıldığı
bir dönemdeyiz. Bu tür haberler ortaya çıktığı zaman kurlar aşağı çekilmeye
başlanıyor, Türk lirası değer kazanıyor.
Şimdi, 30 Aralık tarihinde diyelim 100 bin lira elde
edeceğini varsayan bir ihracatçı -mevcut kurlarla, euro-dolar sepetini yüzde
50-yüzde 50 alalım- on gün içinde, bu haberler nedeniyle kurun yüzde 3,2 değer
kaybetmesi ya da Türk lirasının 3,2 değer kazanması sonucunda eline geçen
paranın 96.700 lira civarına düştüğünü gördü.
Şimdi bakın, zaten çok düşük marjlarla,
kâr marjlarıyla ihracat yapılmaya çalışılıyor. Bütün dünya diyor ki: “Bu gelen
aşırı sermaye akımları ve buna bağlı olarak yerli paraların özellikle yükselen
piyasa ekonomilerinde değerlenmesi, bu ekonomilerin krizden çıkışını yavaşlatıyor.”
Rusya bu konuda tedbir almaya çalışıyor, Brezilya aldı, Çin alıyor, daha yeni
karşılık oranlarını artırdı; biz ise seyrediyoruz hatta Türk parasının değer
kazanmasından büyük bir memnuniyet duyuyoruz.
Değerli milletvekilleri, şunu söyleyeyim: Bakın, bu kur politikası
bu ülkede çok ciddi bir sömürüye yol açıyor. Biz kendi üreticimizi, kendi
çiftçimizi, kendi iş adamımızı, kendi iş gücümüzü cezalandırıyoruz, buna
karşılık yabancılara da çok büyük paralar kazandırıyoruz. Şu son on gün içinde
kurdaki değer kazanması nedeniyle Türkiye’ye para getiren bir yatırımcı,
bırakın faizleri bir yana, durduğu yerde on günde yüzde 3 para kazandı dolar
olarak. Bunun böyle devam etmesi mümkün değil.
Şimdi, yine bu IMF’yle ilgili yapılan son açıklamalara bakıyorum;
önce, Hükûmet sözcüsü “Anlaşıyoruz.” dedi, Başbakan “Bir gün ya da bir hafta
içinde anlaşıyoruz.” dedi. Bu açıklamalar yapıldı, piyasalar yeniden coştu ve
siz, “Çok iyi biliriz biz IMF’yle müzakere etmeyi.” iddiasında olan AKP, topu
tuttu IMF’nin ayağına attı.
Şimdi, ne olacak? Bu kadar bu piyasalar yükseldi, derecelendirme
kuruluşları bu beklenti içinde notumuzu artırdı. Bundan sonra bu anlaşmadan
geri dönemezsiniz. O zaman ne oldu? Şimdi IMF diyor ki: “Enerjiye zam yapın,
elektriğe zam yapın, enerji kuruluşlarının arasındaki borçları ödetin.” E, hani
siz bu müzakere taktiğini çok iyi biliyordunuz? Yani müzakere edilirken heyet
Türkiye’ye çağrılmadan, o çağrıyı kabul etmeden böyle bir açıklama yaptığınız
zaman olacak olan budur.
Şimdi, bütün bu belirsizlik yaratmanın, sıkıntı yaratmanın tabii
bu ekonomiye çok ciddi bir maliyeti var.
Baktım, Sayın Başbakan dün diyor ki: “Biz bu krizi çok iyi
yönettik, en iyi yöneten ülkelerden biriyiz; uluslararası kuruluşlar da bunu
böyle söylüyor, Dünya Bankası da bunu böyle söylüyor.” Arkadaşlar, burada izah
ettim, açıkladım Dünya Bankasının böyle bir şey söylediği yok, tam tersi Dünya
Bankası diyor ki: “Türkiye, en çok şirket batıran ülke, yani piyasadan çıkan
şirket sayısının en yüksek olduğu ülke.” Anadolu Ajansımız çıkıyor ortaya,
yanına bir “krizden” koyuyor, diyor ki: “Türkiye krizden en hızlı çıkan ülke”
oluyor.
Yine bakıyorum, üç gün önce Anadolu Ajansı yine servis yapıyor:
“IMF heyeti çağrıldı, bugün yarın geliyor.” Nerede? Nerede? Yani bütün bu
belirsizlikler, bu istikrarsızlık sonucunda ne oluyor? Türkiye’yi, 2002 yılında
149 ülke arasında 29’uncu sırada büyürken devraldınız, 2007 yılında 100’üncü
sıraya düşürdünüz, kriz yoktu. E, bu iyi yönetmekse kötü yönetmek nasıl oluyor,
onu bana birileri bir söylesin. 2009 yılında da 136’ncı sıraya düşürdünüz. E,
krizi iyi mi yönettiniz, 100’üncü sıradan 136’ya…
Şimdi, 2010 yılında 65’inci sıraya yükselteceksiniz, öyle
gözüküyor, yükselecek ama ondan sonra: 2011’de 87’nci sıra, 2012’de yeniden
116’ncı sıra. Sizin Orta Vadeli Program’da vermiş olduğunuz büyüme hedefleriyle
ortaya çıkan tablo bu. Bu çok net bir şey gösteriyor: Bu İktidarın, dünyada
değişen yeni ekonomik koşullar karşısında üretecek hiçbir reçetesi yoktur.
Yani, 2001 yılında Türk ekonomisi kriz sonrasında yüzde 5,7 oranında daraldı,
2002 yılında büyüme yeniden yüzde 6,2 oldu. Şimdi ortada bu iddiada bir program
yok, Türkiye’yi toparlama iddiasında bir program yok. Onun için burada sıkıntı
son derece büyük.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
FAİK ÖZTRAK (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Enflasyon konusunda da, bakın, bütçenin daha mürekkebi kurumadı.
Orada diyordunuz ki: “2009 yılında yani geçtiğimiz yıl enflasyon yüzde 5,9
olacak.” Gerçekleşme yüzde 6,53. Şimdi bu veriyle, bu enflasyon verisiyle bizim
ülkemiz yine bu 149 ülke arasında enflasyonu en yüksek 44’üncü ekonomi yani
üçte 2’si, gelişmekte olan ekonomilerin durumu bizden daha iyi. Yine bizim gibi
enflasyonu hedefleyen dünyada 25 tane ülke var. Bu 25 ülke arasında Türkiye
Cumhuriyet Merkez Bankası en yüksek enflasyon oranını hedefliyor. Şimdi,
bakıyorum, konuşmalarınızda sözcüleriniz sürekli “Biz enflasyonu düşürdük,
enflasyonu düşürdük.” diye övünüyorsunuz. Şimdi, siz iktidara gelmeden önce
uygulamaya konulan programda enflasyon bir yılda yüzde 68,5’ten 29,7’ye düştü
yani 39 puan. Siz dokuz yılda ne düşürdünüz: 6,53’e yani 23 puan. Arkadaşlar,
burada da ciddi bir sıkıntı söz konusudur.
Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Öztrak.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Tokat Milletvekili Sayın
Reşat Doğru. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA REŞAT DOĞRU (Tokat) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 446 sıra sayılı Serbest Bölgeler Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin 2’nci maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
1985 yılında Serbest Bölgeler Kanunu dört temel gerekçeyle kabul
edilmişti: Genelde istihdam yaratacak yeni yatırımlar oluşturmak, ihracatı
artırmak, yeni sermaye ve teknoloji girişini sağlayarak ekonominin girdi
ihtiyacını ucuz ve düzenli şekilde temin etmek ve dış ticaret finansman
imkânlarından daha fazla yararlanmak. Ayrıca ithalatı ucuzlatmak da
amaçlarından birisidir.
Kanun, bu amacın oluşabilmesi için, bu bölgelerde vergi, resim,
harç gümrük ve kambiyo mükelleflerine dair hükümlerin uygulanmamasını
öngörmüştür. Ancak bu Kanun’la, haksız rekabet ve bazı vergilerin alınmaması
gibi durumlar ortaya çıkınca, çeşitli değişikliklere uğramıştır.
Sayın Milletvekilleri, Kanun’un amacına uygun olarak, ülke
ekonomisinin en önemli unsuru olan ihracatı geliştirmek ve artırmak için
serbest bölgeler kurulmuştu. Kuruluş amacına uygun olarak serbest bölgeler,
ihracat odaklı üretim yapmalıdır. Bundan dolayı da burada faaliyet yapan
firmalar reel manada desteklenmeli, üretim ve istihdamın artırılması temel amaç
olmalıdır. Ayrıca Kanun’da değişiklik yapılması gerekiyorsa vakit de kaybedilmemelidir.
Biraz önce Grup Başkan Vekilimiz Mehmet Şandır Beyefendi’nin
söylemiş olduğu bu kanunda fason üreticilerin desteklenmesiyle ilgili
önergesinin desteklenmesini, burada çıkartılmasını bekliyorduk ancak ne
hikmetse Meclisimiz ve Hükûmetimiz bu önergenin kabul edilmesi noktasını kabul
etmediler. Bundan dolayı da tahmin ediyorum ki, serbest bölgelerdeki esnaflar
bu konuyla ilgili olarak da bundan üzülmüşlerdir diye düşünüyorum. İnşallah bu
telafi edilebilir.
Ancak serbest bölgelerdeki ticarete baktığımız zaman çok önemli
bir durumla karşı karşıyayız. Serbest bölgelerden devamlı yurt içine mal satışı
artıyor, yurt dışına ihracatın da azaldığı görülüyor. Ayrıca, serbest bölgeye
girişler, yurt dışından yıllara sari olarak arttığı,
yurt içinde ise mal girişinin azaldığı görülüyor. Bu da kaçakçılık zemininin
oluşmakta olduğunu gösteriyor. Bunların sonuçları olarak -birçok sonuç gibi-
Hükûmet ihracatımızı ithalata bağımlı hâle getirmiştir. Bu gidişin önüne
geçilmezse, ülkemiz çok daha kötü günleri görecektir. Son yıllarda ekonominin
lokomotifi olan sanayi sektöründe de yatırım ve üretim neredeyse durma
noktasına gelmiştir.
Sayın milletvekilleri, bugün ülkemizin en önemli sorunu
yatırımsızlık, üretimsizlik ve sonuçta işsizliktir. Bugün neredeyse her 4 kişiden
1’i işsizdir. Ülkemize yabancı para girişi çok yüksek diye övünüyoruz ancak
giren paralar ülkemizde neler yapmakta, hangi yatırımlarda kullanılmaktadır?
Ülkemizde bugün ihracatımızın büyük kısmı ithalata dayanmaktadır.
Bu konu mutlaka çözülmelidir. İthal girdilerini yurt içinde üretim yaparak
karşılamalıyız. Bugün sanayimiz, üretim tesislerimiz bunu yapabilir, reel
teşviklerle bunları sağlayabiliriz.
Sayın milletvekilleri, serbest bölgeler başta olmak üzere ülkemize
gelen yabancı sermaye tüketim ekonomisi yerine teknolojik gelişmeyi,
yenileşmeyi, verimliliği ve istihdamı esas alan yatırımlara yönlendirilmelidir.
Bugünlerde Hükûmet tarafından IMF ile anlaşmanın yapılmakta olduğu ifade
ediliyor. IMF ile nasıl anlaşma yapılacak, borçlanma nasıl olacak göreceğiz.
Mademki tekrar borçlanıyoruz, o zaman alınacak paraların yatırıma sevk edilmesi
gerekir diye düşünüyorum. Yabancı sermaye için bir çekim gücü oluşturulabilir
Türkiye’mizde. Bunun için de iyi bir tanıtım ve altyapı oluşturulması
gereklidir. Bugün ülkemizde neredeyse tamamen tüketim ekonomisine geçilmiş,
üretim ekonomisi unutulmuştur. Ülkemize her gün yeni yeni bankalar girmekte
bankacılık sektörü yabancıların eline tamamen geçmek üzeredir.
Sayın milletvekilleri, ekonomik kriz reel sektörde başlamış,
finans sektörü etkilenmemiş gibi görünmektedir. Ancak tüm kredilerin geçtiğimiz
ay itibarıyla yüzde 6’sı ödenmemiştir. Bu durum yüzde 7,5’a çıkarsa o zaman
finans sektörü de büyük krize girecektir. Bu da ülkemizde büyük yıkıma sebep
olur.
Sayın milletvekilleri, ayrıca yabancı büyük şirketlerin ülkemizde
hipermarketler satın alması perakende sektörümüzü bitirme noktasına
getirmiştir. Esnaf ve sanatkârımız her yönüyle ekonomik ve sosyal hayatımızın
en önemli unsurlarından birisidir. Büyük şehirlerden orta ölçekli yerlere,
kasabalara kadar hipermarketler şube açmaktadır. Her kurulan hipermarket şubesi
altmış yetmiş küçük esnafın kapanmasına sebep olmaktadır. İşte bu şehirlerden
birisi de Tokat ilidir. Tokat ili ilçeler dâhil nüfus kaybının her gün arttığı,
ekonomisinin iflasa gittiği ortamlara doğru süratle gitmektedir. Tokat ilinde
altı yedi yıldır üretime dayalı hiçbir yatırım yapılmamıştır. Organize
sanayidekiler başta olmak üzere ildeki bütün işletmeler bir bir kapanmaktadır.
Sigara fabrikasından sonra Turhal Şeker Fabrikası da özelleştirilme ile
satılmaktadır. “Sigara fabrikası kapatılmayacak.” diye çok iddialı söylemler
olmuştu ancak sigara fabrikası da Sena Tekstil, Reşadiye RESÜT, Konektaş gibi
büyük firmalar kapanmıştır. Bugün de şeker fabrikaları satılıyor. İktidar
yetkilileri “Fabrika kapanmayacak, üretim yapılacak.” diyorlar ancak aynı
söylemler sigara fabrikası için de söyleniyordu ama sonuçta kapanmıştır. Halk
şeker fabrikalarının kapanmamasını, özelleştirilmemesini, halkın elinde
kalmasını istiyor; çiftçi de şeker pancarı üretimine devam etmek istiyor.
Özellikle şunu söylemek istiyorum ki yaklaşık olarak ülkemize 1 milyon tonun
üzerinde kaçak şeker girdiği ifade ediliyor zaman zaman.
Bakınız, şu anda, işte, sanayide kullanmakta olduğumuz
kolalı içecekler veyahut da bisküvi fabrikaları yahut da işte, meyve suları
gibi şekerin kullanılmış olduğu çeşitli yerlerdeki şekerin hangi neviden
olduğunu o kutuların üzerine -yani acaba şeker pancarından mı, şeker kamışından
mı, tatlandırıcıdan mı imal edilmiş şeklinde- eğer yazabilmiş olsaydık belki de
şu anda şeker fabrikalarının satılmasına gerek kalmayacak ve beraberinde de
işte, işçilerimizin mağduriyetiyle karşı karşıya kalmayacaktık.
Sayın milletvekilleri, ancak Hükûmet yetkilileri özelleştirmenin
çok önceden kararlaştırıldığını söylüyorlar. Bu doğru değildir. Siz tek başına
iktidarsınız, neyi eksik, neyi yanlış görürseniz düzeltmek mecburiyetindesiniz.
Artık mazeret zamanı değil, iş yapmak zamanıdır.
Tokat ilindeki durumun benzerlerini ülkemizin her tarafında
görüyoruz. Ülkemizin her tarafı işsizlikten yıkılıyor. İnsanlar, asgari ücretin
yarısına bile iş bulmak için nasıl mücadele ediyorlar. Hükûmet olarak ne
yapacaksanız yapın, insanlar sizden hizmet bekliyorlar.
Ancak halkın bu iktidara verdiği yetkinin iyi kullanılmadığı da
artık görülmüştür. Sosyoekonomik gündemde istihdam, işsizlik en önemli sorun
olduğuna göre, serbest bölgeler başta olmak üzere, üretime yönelik yatırımlar
yapılmalıydı. Ayrıca, yeni yatırımların yanında kapanan fabrikalar, işletmeler
ciddi desteklenerek ekonomiye mutlaka kazandırılabilir idi. Bunlar ülkemizin
millî varlıklarıdır.
Bugün Tokat ili Reşadiye ilçesinde insanların bir araya gelerek
kurdukları RESÜT maalesef batmıştır, insanların birikimleri kaybedilmiştir.
Bunları mutlaka bir yöntem bularak kurtarmalıyız. Reşadiye’deki yatırım yapan o
küçük esnaf, o yatırım yapan insanların hepsi “Acaba nasıl bir şekilde ben
biriktirmiş olduğum paraları kurtarırım.” şeklinde beklentiler içerisindedir.
İnanıyorum ki Hükûmet, bu tür işletmelerin hepsine şöyle bir bakarak, onlara
çeşitli yaklaşımlarla beraber kurtarılması noktasında adım atar.
Sayın milletvekilleri, işsizlik sadece ekonomik değil sosyal bir
sorundur. Son açıklanan yüzde 13,4 işsizlik rakamı reel değildir. Türkiye’miz
çok genç nüfusa sahiptir. Genç nüfusta işsizlik çığ gibi büyümektedir.
İşsizliğin yanında, işi olanlar da bunu kaybetme korkusu ile yaşamaktadırlar.
Bu da insanlarımızda psikolojik sorunlara sebep olmaktadır. Bugün bu durumu
Tekel işçilerinde görmekteyiz. Tekel işçileri haklı bir şekilde işte, hak
mücadelesi, alma mücadelesi yapıyorlar ancak seslerinin duyulduğunu da
söyleyemiyoruz.
Bakın, önümüzdeki günlerde, cuma, cumartesi ve pazar itibarıyla
Tekel işçilerinin oturma eylemi olacak, akabinde de sesleri duyulmazsa bu
eylemlere pazartesi günü açlık grevi şeklinde başlayacaklar. Yani bunu şunun
için söylemek istiyorum: Gelin, bu insanların haklı taleplerini yerine
getirelim. Bunlar ekmek mücadelesi veriyorlar, hak mücadelesi veriyorlar.
Çocuklarının hakkını ve rızkını istiyorlar. Bunlara, daha önceki yaptırmış
olduğumuz özelleştirmelerdeki gibi, hakkının verilmesinin ne mahzuru var ki?
Karda, kışta kıyamette bu soğuk içerisinde bu mücadelenin verilmesi aynı
zamanda bunların demokratik hakkıdır. Bunlara yer bile göstermiyoruz. Bakın, şu
anda Hükûmet bunların yapacakları demokratik haklarının veyahut hukuka uygun
şekilde mücadelelerinin oluşabilmesi için bir yer gösterilmesi, bu yerin bile
gösterilmediğini biz görüyoruz. Niye bunlara yer göstermiyorsunuz? İşte, Kızılay’da
bir caddenin üzerinde orada eylemler yapmaya çalışıyorlar. Bunlara da diğer
sivil toplum kuruluşlarına verildiği gibi bir yer gösterelim, onlar
mücadelelerine devam etsinler çünkü haklı mücadeleleri var ve onlar aş ve iş
mücadelesi veriyorlar.
Sayın milletvekilleri, dinamik bir girişimci topluluğu
oluşturabiliriz. Gençlerimize sahip çıkarak dünyaya açılım yapmalıyız.
Cumhuriyet tarihinin en kötü işsizlik durumu ile karşı karşıyayız. Şu anda
tarımda çalışan işsizleri de katarsak neredeyse dünyada işsizlikte lideriz.
Toplumumuzu yıkım projeleri ile meşgul edeceğinize, reel
politikalarla gençlerimizi dünyaya açalım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
REŞAT DOĞRU (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Ülkemizin zenginliği çok çalışmamıza, üretmeye ve dünyaya açılmaya
bağlıdır. Türkiye’miz dünyanın en önemli, en stratejik yerinde bulunmaktadır.
Artık lider ülke, büyük Türkiye mutlaka olmalıdır. Gereksiz zaman kaybını aşıp,
suni gündemleri bir kenara bırakıp, reel yaşam gündemine gelmeliyiz. Çiftçi,
işçi, emekli, esnaf iş adamı artık yüzlerinin gülmesini bekliyorlar. Bu da
bizleri sorumlu duruma getiriyor. Artık millî ekonomik program uygulanmalıdır.
Türkiye merkezli yeni bir medeniyet ve yeni bir dünya tesis edilmesinin zamanı
gelmiştir.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak dünyada söz sahibi olan,
teslimiyetçi politikalardan uzak yeni bir dünya düzeni kurulmasını istiyoruz.
Bu da önümüzdeki dönemde milliyetçi iradenin, millî irade olarak sandıklara
yansıması olacaktır diyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Doğru.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Kayseri Milletvekili Sayın
Mustafa Elitaş. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Biraz önce Sayın Grup Başkan Vekilimizin verdiği geçici madde
ilavesiyle ilgili önergesinde söylediği, “Niye bunu kabul etmiyorsunuz?” diye
ifade ettiği bir cümle vardı. Bu, bir, teknik olarak mümkün olmadığından ifade
etmeye çalıyorum.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Yok, mümkündür Sayın Elitaş.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Sayın Şandır, dinlerseniz, ben niye
teknik olduğunu ifade etmeye çalışacağım.
Birincisi “Komisyon Başkanı niye kabul etmedi?” diyorsunuz. Komisyon Başkanının oradaki görevi, Komisyondan çıkan kanun tasarı
veya tekliflerinin virgülüne dokundurtmamak. Eğer oradan…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Hayır, öyle bir şey yok.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Eğer oradan…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Öyle bir şey yok efendim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Sayın Aslanoğlu…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Takdire bırakabilir.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Sayın Aslanoğlu, İç Tüzük’ü okursanız
bilirsiniz, yoksa bilen arkadaşlarınıza sorun.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Ne demek efendim?
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Komisyonun görevi, komisyon üyesi
arkadaşlarımızın, Plan ve Bütçe Komisyonunda veya diğer komisyonlardaki kanun
tasarı ve teklifleri üzerinde Komisyon Başkanının tek yetkisi “kabul
etmemek”tir. Eğer komisyon üyeleri oraya oturursa…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Niye takdire bırakıyor o zaman?
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – …yeterli çoğunluğu 21 üyeyle temin ederlerse
Komisyon Başkanına Meclis Başkan Vekili sorar, “Komisyon çoğunluğuyla katılıyor
mu?” der, sayılır, komisyon çoğunluğuyla katılıyorsa kabul eder.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Öyle yapalım o zaman.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Ama Hükûmet “takdire bırakmak”ta,
“kabul edip etmemek”te serbesttir.
Niye bu iki yönden eleştiri haksız? Teknik olarak hatalı olduğunu
ifade etmek istiyorum. Bakınız, 3218 sayılı Kanun’da 2008 tarihinde yapılan bir
değişiklik var. Bu değişiklikle 5810 sayılı Kanun’un 7’nci maddesi diyor ki:
“3218 sayılı Serbest Bölgeler Kanununun geçici 3 üncü maddesinin ikinci fıkrası
aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.” Orada bir geçici 3’üncü madde var. Tekrar
bir geçici madde ilave ediyoruz aynı Kanun’a biz, 3218 sayılı Kanun’a. Ne farkı
var? Sayın Şandır’ın siyah puntolarla işaret ettiği ve “…serbest bölgelerde
fason imalat yapan mükelleflerin…” Diğer cümlelerin,
kelimelerin tamamı aynı. Şimdi, 3218 sayılı Kanun’da geçici 3’üncü madde
var, ilave olarak geçici 1’inci madde koymuşuz. Aslında bu, geçici 1’inci madde
olarak buradan oraya intikal edecek -intikal hükümleri içerisinde olması lazım-
aynı sözcükleri ifade eden ikinci bir geçici madde ilave olmuş olacak.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – İkinci fıkrasını okuyun.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Sayın Şandır, siz eğer 5810 sayılı
Kanun’u bulursanız aynı maddenin, aynı ifadelerin orada olduğunu göreceksiniz,
yani aynı şeyleri ifade eden, aynı kelimeleri, virgülünü ifade eden ikinci bir
geçici madde… Sadece “…ve serbest bölgelerde fason imalat yapan mükelleflerin…”
ibaresini koyuyoruz. Aradaki fark bu.
Bizim size itirazımız, konuştuğumuzdaki ikinci itirazımız da şu… Ben de inanıyorum, vergici arkadaşlarımızla bu konunun böyle olması
gerektiğine kanaat getiriyoruz, hatta fason üretimin ne olduğunu, üretim
içerisinde fasonun da aynı anlamda değerlendirilmesi gerektiğini söylüyoruz,
fakat Maliye Bakanlığının verdiği bir mukteza çerçevesinde, fason imalatın
üretim kapsamı içerisinde olmadığı ve bundan dolayı da serbest bölgelerde
verilen -sigorta işveren hissesinin- muhtasar verginin indirilmesi konusundaki
muktezadan dolayı verilmediği ifade ediliyor. Bununla ilgili bir
düzenlemeyi yapalım ama teknik hatayı yapmayalım.
Bakınız, geçen birlikte yaptığımız, Sayın Meclis Başkanının “Geri
göndereceğim.” dediği, Plan ve Bütçe Komisyonunu tekrar birlikte, Cumhuriyet
Halk Partisi, siz ve bizim toplanarak oraya koyduğumuz, İç Tüzük 35’inci
maddeye aykırı olan düzenlemeyi olağanüstü toplanarak tekriri müzakereyle geri
çıkardık. Bu da aynı anlamı ifade ediyor. Geçici madde diye söylediğimiz şey,
mükerrerliği getirip… Yani yasayı yaparken biraz daha teknik meselelere bağımlı
kalmamız lazım, bağlı kalmamız lazım.
İkinci mesele, benim itiraz ettiğim husus şu, eğer şuradan
okursak, sizin yaptığınız düzenlemeden: “Serbest bölgelerde üretilen ürünlerin
FOB bedelinin en az % 85'ini yurtdışına ihraç eden mükelleflerin ve serbest
bölgelerde fason imalat yapan mükelleflerin istihdam ettikleri personele…”
Şimdi, birinci unsur ne, “ve”ye kadar sizin koyduğunuz duruma kadar birinci
unsur ne? Serbest bölgelerdeki yapılan bütün imalatın personel üzerinde
ödedikleri ücretlerden -eğer yüzde 85’ini ihraç ediyorsa- alınan vergiler
istisna edilsin. Siz “ve” diyorsunuz, yüzde 85’i kapsam
dışına koyuyorsunuz, bakın burada o var, yüzde 85’i kapsam dışına koyuyorsunuz,
serbest bölgelerdeki fason imalat yapan ister ihracat yapsın ülke dışına,
isterse ülke içine göndersin, isterse serbest bölgesinde ülke içine imalat
yapan birisine yüzde 1 de olsa, yüzde 3 de olsa mal versin, tamamı istisna hükmüne
tabi olsun. Bakın Sayın Şandır, teknik olarak buradaki söylediğiniz bu.
Serbest bölgelerdeki yapılan fason imalatın tamamını biz ne kadar imalat
ihracat yaparsa yapsın o şartı kaldırıyoruz, yani 12/11/2008
tarihindeki 5810 sayılı Yasa’yla düzenlediğimiz yüzde 85’lik, Bakanlar Kuruluna
yüzde 50’ye kadar indirme yetkisini verdiğimiz düzenlemeyi tamamen
kaldırıyoruz, fason imalatı olduğu gibi teşvik kapsamı içerisine alıyoruz. Ha
alınabilir mi? Alınabilir ama bunu tartışabiliriz.
İşin esası şu: Teknik olarak mümkün olmayan bir şeyi burada
getirmek, iktidar olarak bizim, muhalefet olarak sizlerin de söylediğimiz, İç
Tüzük’e aykırı olan önergeleri burada kabul etmemek. Bununla ilgili de uğraş
veriyoruz, mücadele ediyoruz, bu, geçici madde olsa dahi. Aslında ben, geçici
madde olan bir şeyin de Plan ve Bütçe Komisyonunun üyelerinin… Ki, geçici
maddeler artık kalıcı madde hâline geliyor. Bir geçici madde düşünün ki, yani ilanihaye gidebilecek. Avrupa Birliği ile uyum sürecinin
imzalandığı, Avrupa Birliğine tam üye olduğumuz süre ne zaman? 2015-2019. Eğer,
Avrupa Birliğine üye değilsek, bu, ilanihaye gidecek.
Böyle geçici bir madde olur mu arkadaşlar? Hep söylediğimiz, tartıştığımız
geçici maddenin geçici maddenin geçici bir hüküm ifade etmesi ve o hüküm
gerçekleştikten sonra da artık bitmesi anlamına geliyor. Aslında doğrusu, Sayın
Başkanlık Divanı ve Meclis Başkanlığının bu konuyu değerlendirmesi lazım.
Aslında, belki, bu konuyla ilgili burada bir tartışma yapılması gerekebilir. Geçici madde de olsa, Plan ve Bütçe Komisyonu üyelerinin yeterli
çoğunluklarıyla, salt çoğunluklarıyla katılmadıkları maddelerin -ek maddede
nasıl ki salt çoğunluk isteniyorsa geçici maddede de salt çoğunluk istenerek-
burada, her zaman, her yerde, geçici maddeyle kanunun, hükûmetten gelen tasarı
şeklinde veya başka şekilde değiştirilmesinin uygun olmadığı kanaatinde
olduğumu ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, bakınız, bu binde 1’le ilgili biraz sonra bir
arkadaşımızın değişiklik önergesi gelecek, bazı arkadaşlarımız da soruyorlar, diyorlar
ki: “Kanun niye üç ay sonra uygulanıyor?” Plan ve Bütçe Komisyonunda
Afyonkarahisar milletvekili arkadaşımız çok iyi niyetlerle bir önerge teklif
etti; onu, muhalefetten milletvekili arkadaşlarımız da uygun gördüler, dediler
ki “Doğru söylüyorsunuz.” Aslında, bu, bir manada, eğer, siz, şu andaki
şeyleri, ithalatla ihracat yapanların üç aylık sürelerini, orada imalat yapan
sektörde çalışan insanlara fayda sağlama gayretiyle bir kısmını şu anda
uygulayalım, bir kısmını üç ay sonra uygulayalım diye… Çünkü
amaç, oradaki sanayiciyi koruyabilmek, haksız rekabeti, birbirleri arasındaki
rekabeti önleyebilmek. Nasıl rekabet oluyor? Şu anda,
serbest bölgeye getirilmiş, stoklarında mal bulunan, yardımcı malzeme bulunan,
imalatta kullanılmak üzere yurt içinden veya yurt dışından getirilmiş ve yurt
dışına gönderilecek mallarla ilgili, ödedikleri binde 5’lik kısmın stoklarını
eritip, bugünden itibaren, kanun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren alanlar
yönünden olumsuz bir şartın ortadan kaldırılması amacıyla üç aylık bir geçiş
dönemi veriliyor. Binde 1’lik uygulama hemen uygulamaya geçiyor
ithalatçı yaptığında ama ellerindeki stokları belirli bir zaman içerisinde
eritebilsinler, o binde 5’lik kısım da… Bakın arkadaşlar, “Kime peşkeş
çekiliyor, ne oluyor?” diye ifade ediliyor ama 1 milyar dolar ihracat yapılan
yerde binde 5’le binde 1 arasında 4 milyon dolarlık bir fark var. 1 milyar
dolar ihracat yapacak bir işletmenin 4 milyon dolarlık yapacağı… 10 milyar
dolar ihracat yapılacaksa bunun 40 milyon dolar… Zaten serbest bölgelerdeki
yapılan ihracatın tamamı 10-12 milyar dolar. Yaklaşık 24 milyar dolarlık kısmın
yüzde 7’lik kısmı -Sayın Şandır’ın söylediği gibi- ihracat olarak gidiyor. Burada giden rakamın hepsi bu.
Bir de bir milletvekili arkadaşımız… Burada üzüldüm, arkadaşlarımız
“Bunun arkasında ne var?” diye söylüyorlar.
Şimdi, değerli milletvekillerim, bunun arkasında hiç kimseye bir
menfaat temini yoktur.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Vardır vardır, olmadan yapmazsınız siz.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Hangi şirketler yararlanıyor sayar
mısınız?
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bakınız, şu anda iyi niyetle
verildiğini düşündüğüm bu önergenin…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum.
Buyurun lütfen.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – …mesela teknik olarak bir hatasını
ifade ediyorum. Belki Sayın Şandır düşünmeyebilir ama benim iki buçuk yıldır
tanıdığım Sayın Şandır’ın… Bunu, fason imalatçıların, dışarıda da içeride de
binde 1’lik, binde 5’lik fason imalatı yapan birisinin bu vergi imkânından
faydalanarak kimlere imtiyaz sağlandığını, imkân sağlandığını söylemek yanlış
olur ama…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Söyleyin.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Hayır, yanlış olur, söylüyorsun diye
değil.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bakınız, ben söylemiyorum, ben Sayın
Şandır’ın bu şekilde bir şey yapacağını ifade etmiyorum, etmem de. Görmediğim
sürece, bilmediğim sürece, duymadığım sürece ifade etmem ama başkalarının
kalkıp da burada “Kime ne menfaat temin ediyorsunuz? Kime ne peşkeş
çekiyorsunuz?” diye ifade etmeleri yanlış olur. Hele, yedi yıldır tanıdığım
Divan Üyesi Yaşar Tüzün’ün söylediğine 3’üncü maddede de cevap vereceğim,
inşallah Yaşar Tüzün Bey kardeşimiz burada olur, o cevabı da dinler, ona göre
de kim kulağına üflediyse kulağına üfleyenin kulağını çeker.
Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Elitaş.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkanım, sataşma ötesinde kafa
karışıklığı var.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sataşma değil Sayın Şandır. Adını
söylemeyip bir de “Adını söyledim.” dersin.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Hatip, benim önergem üzerinde uzun
uzun milletin kafasını karıştıracak bilgiler verdi...
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Kafa karıştırma değil düzeltme yaptım
Sayın Şandır.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – …dolayısıyla söz hakkı istiyorum.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Grubunuz adına konuşun şimdi.
BAŞKAN – Buyurun, iki dakika…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – İki dakika yetmez.
BAŞKAN – İki dakika verebilirim, hep öyle yaptık.
Buyurun Sayın Şandır.
VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR
1.- Mersin Milletvekili Mehmet
Şandır’ın, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Sayın Elitaş çok da iyi biliyor aslında, hani bir söz vardır “Çobanın gönlü
olursa tekeden teleme çalar.” diye. Bu konuyu çok da iyi biliyor ama yapmamak
için öyle kendisine de yakışmaz, beni de ilzam edici sözler söylüyor.
Benden bunu kimin istediğini çok açık, net, baştan söylüyorum,
Mersin Serbest Bölgesinin ihracata çalışan, Serbest Bölgede imalat yapan fason
üreticiler. Adlarını bilmem, Dernek; Derneğin yazısı burada. Bu yazı size de
geldi. Bu talep, doğrudan bu işin emekçilerinin, sahiplerinin
bizden talebi, bu Meclisten talebi. Dedikleri şey şu: “Biz üretiyoruz,
ihracatçıya veriyoruz, bunun teşvikini veya istisnasını ihracatçı alıyor. Bunu
bize de sağlayın.” Şimdi, ben bunu size çok samimiyetle getirdim.
Değerli milletvekilleri, bilmeniz için söylüyorum: Sayın
Canikli’ye hemen getirdim. Cumhuriyet Halk Partisinden de bu konuda üstat
olarak anılan Akif Hamzaçebi’yi de çağırdılar “Bu doğrudur.” dediler. Geldik,
Sayın Bakanla, sayın bürokratlarla da konuştuk “Evet, bu doğrudur, yapılmalıdır
ama bir tanım yapalım. Serbest bölgede ihracata çalışan, üretiminin de yüzde
85’ini ihracata veren fason imalatçıları da kapsayacak şekilde düzenleyin.”
denildi. Üç tane önerge düzenledik, önlerine koyduk, “Öyle değil böyle olsun.”
denildi ve önergeyi istedikleri şekilde düzenledik, hatta dedik ki: “Gelin, siz
de imzalayın.” Şimdi, Sayın Bakan kabul ediyor, sayın bürokratlar kabul ediyor,
“Bu önerge doğrudur, haktır ve gerçektir.” deniliyor, kendileri de kabul
ediyor. Hatta şimdi Sayın Bakan bana diyor ki: “Biz, bunu Maliye tebliğiyle
düzenleyeceğiz.” Yani “yanlış” demiyor. Şimdi buradan kalkıp Sayın Elitaş’ın
böyle gezeleyerek yani yakışıksız beyanlarla beni de…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Sayın Başkanım, tamamlayayım.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Sayın Başkanım, yani böyle, işte, bizi
de ilzam edecek şekilde, ustalıkla töhmet altında bırakacak şekilde bu konuyu…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sizin söylediğiniz netlikte söyleyeyim
ben de bir dahaki sefere. Bana söylediğiniz netlikte söyleyeyim.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Bakın, töhmet altında kalırsınız. AKP
Grubu için söylüyorum, hem hak diyorsunuz hem doğru diyorsunuz hem kabul
etmiyorsunuz. Niye?
Arkadaş, bu malı, ihracata gönderilen bu malı imal eden üreticiye
bu hakkı vermek mecburiyetindesiniz. Tüccar siyaseti burada hukuka da
yansıtamazsınız. Yani meseleyi nezaketiyle götürüyoruz ama bunu, böyle,
gözümüzün içine baka baka, bizi de ilzam edecek şekilde bir suçlamayla
geçiştiremezsiniz. Yanlış yapıyorsunuz, haksız yapıyorsunuz, bunu düzeltmek mecburiyetindesiniz.
Milliyetçi Hareket Partisinden veya muhalefet partisinden geldi diye
reddetmeniz de hakkınız değil. Hani uzlaşma arıyordunuz? Hani birlikte
yapacaktık bu işleri?
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Onlar uzlaşmadan anlamaz!
MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Dolayısıyla, doğru değil, yanlış
yapıyorsunuz. Sayın Elitaş, size de yakışmıyor bu üslup. Beni de biliyorsunuz,
böyle bir ilzam, böyle bir ihsas yakışmıyor size.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Şandır, siz konuşmalarınızı
lütfen okuyun, o zaman benden özür dilemek mecburiyetinde kalacaksınız. İlk
konuşmanızı okuyun.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Ne diye?
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri
(Devam)
3.- Adalet ve Kalkınma Partisi
Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve Ankara Milletvekili
Reha Denemeç’in; Serbest Bölgeler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/541) (S. Sayısı: 446) (Devam)
BAŞKAN – Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Şırnak
Milletvekili Sayın Hasip Kaplan.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – İlk konuşmanızı okuyun.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Ne diye? “Bir arkadaş böyle söylüyor.”
dedim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Hayır, ben de ne diyorum: “Sayın
Şandır’a böyle diyebilir miyim.” diyorum, alınıyorsun ondan.
BDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Yani, buraya getirdiğiniz her kanunun
arkasında başka şey ararız o zaman. Her getirdiğiniz kanunun arkasında başka
şey ararız o zaman.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Neyi ararsan ara! Senin araman bir şey
ifade etmez, gerçek önemlidir.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Ne demek “Bir şey ifade etmez.”
BAŞKAN – Sayın Şandır…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Gerçek önemlidir, iftirayla bir şey
olmaz. O zaman iftiracı olursun.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Kim getirdi o teklifi?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Ben getirdim teklifi.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Tasarıydı da niye teklif olarak
getirdiniz?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Tasarı değil teklifti. Ben getirdim o
teklifi. Varsa bir şey söyle!
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Var mıydı mutabakat? Öyle şey mi olur?
BAŞKAN – Sayın Kaplan, sizi ben yerinize alayım.
Birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 15.52
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 15.59
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral
AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ
(Konya), Gülşen ORHAN (Van)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
47’nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
446 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine kaldığımız yerden
devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet burada.
Şimdi söz sırası, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Şırnak
Milletvekili Sayın Hasip Kaplan’da.
Buyurun Sayın Kaplan. (BDP sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına 2’nci madde üzerinde
söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Aslında biraz önce 2 grup başkan vekili arasında yaşanan bir
tartışmaya tanık olduk. Çünkü bir önceki görüşmede bizim de benzer bir
önergemiz vardı, özellikle FOB bedelinin yüzde 65’ine kadar indirilmesi yönünde
ancak bu kabul edilmedi Genel Kurulda. Biz bunu söylerken, önerirken parti
adına -yine Mersin Serbest Bölgesinde bulunan, ki
96’sı yabancı firma, bunun 415’i yerli firmadır yani Türkiye’de kurulu
firmalar- biz, bu, Türkiye’deki firmalar ki böyle bir üretimin asgari haddinin
yüzde 85’ini yurt dışına gönderme şartının yumuşatılmasının, aynı zamanda
İzmir, Bursa, diğer serbest bölgelerde de Türkiye’deki firmaların çıkarına olacağını
söylüyoruz. Ancak bu yasada biz de bu binde 5’in binde 1’e kadar indirilmesi
konusunda hangi yabancı şirketlerin öncelikle bundan yararlanacağını ve ne
kadar, Türkiye’yle, ihracat ve ithalat hacimleri olduğunu… Samimiyetle
Hükûmeti, bunu teklif eden Grup Başkan Vekilini davet ediyoruz, Meclisi lütfen
bilgilendirin. Bu kanun teklifini verdiniz. Hangi yabancı firmaların ithalat ve
ihracatta Türkiye’deki rakamları nedir, neden üç ay sonra yürürlüğe giriyor -ki
bu madde onunla ilgilidir- lütfen bu konuda bir açıklama yapın. Bu konuda
açıklamaya davet ediyoruz. Kamuoyunun da bilgilenmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Değerli milletvekilleri, dün İsrail’de bir rezalet yaşandı.
Büyükelçimize yapılanlar büyük bir oyunun parçaları gibi gözüküyor. Sadece
aşağılama değil, sadece Türkiye Büyükelçisini aşağı bir koltukta oturtma değil,
aynı zamanda İbranice, gazetecilere söylenen bazı sözler. Kurtlar Vadisi
dizisiyle bağlantı kuruluyor ve bununla ilgili çağrıldığı söyleniyor. Ondan
sonra, bugün bunun yankıları var. Peki, Meclis olarak, Hükûmetten,
Dışişlerinden Meclise bu konuda bir bilgilendirme yapılması gerekmiyor mu?
Gerçekten koalisyonun, Lieberman koalisyonunda İşçi Partisi Lideri ve Savunma
Bakanı Ehud Barak’ın önümüzdeki hafta Türkiye’ye yapacağı ziyaret mi torpillenmek
isteniyor, yani o koalisyonun kendi iç hesabı mı? Yoksa Haaretz gazetesine
göre, bizzat Dışişleri Bakanının çevresinin bu konuda bakış açısı mı? Yoksa
Suriye-Lübnan yakınlaşmasıyla Türkiye'nin Washington’da, ABD nezdindeki
duruşuyla ilgili yeni bir dış politikanın sinyali mi? Bu konuda Türkiye
Dışişleri Bakanının gelip Meclisi bilgilendirmesi gerekiyor. Çünkü Türkiye’de
yaşanan birçok olayda Mossad’ın parmağının olduğunu biliyoruz. Bu şu demektir:
Türkiye’de bundan sonra da yaşanacak birçok olayda bu tür şeyler artık
karşımıza çıkacaktır. Bunun enine boyuna bu Mecliste tartışılması gerekir diye
düşünüyoruz.
Burada küresel krizle ilgili bir konuyu konuşuyoruz ve buradan
tekrar davet ediyorum teklif sahibini ve AK PARTİ Hükûmetini, hangi yabancı
şirketler için bu yasa teklifini verdiniz? Krize çözüm arıyorsanız ben size
krizle ilgili bir iki örnek vereceğim. Türkiye Cumhuriyeti devletinde bugüne
kadar en büyük işçi kıyımını, en çok kadın işçi ve memuru görevinden alan parti
kimdir, hangisidir? Bir kalem söyleyeceğim. AK PARTİ, “usta
öğretici” olarak anaokullarında ana sınıfı öğretmenliği gibi bir görevi yapan,
ek ders, altı dokuz yıldır çalışan ve hedefte, otuz altı ilde anaokulunda bu
tür bir eğitimi zorunlu kılmaya çalışan bir çabada, tam 10 bin kadın usta
öğreticinin bu yılbaşında işine son verdi, 10 bin kadın çalışanın işine son
verdi. Bu dehşet verici bir şeydir. Tekel işçilerine yapılan ayrı bir
konu. 15’inde bütün Tekel işçileri Ankara’ya yürüyor, açlık grevine gidiyor. 10
bin kadın işçiyi, kadın memuru… Çünkü statüsü 4/C midir, 4/B midir, o da belli
değil. İşine gelince 657, işine gelince 4/C deniyor ve liseden sonra da üç yıl
çocuk gelişimi eğitimi alan, ders, temizlik, eğitim, her şeyi yapan 10 bin tane
kadın çalışanı kapı önüne bıraktınız. Bunda küresel krizin etkisi varsa buna
çözüm bulmak Hükûmetin en vicdani görevi değil mi? Buradan açıklama bekliyorum.
Yine, şunu açıklıkla ifade etmek istiyorum… Sayın İçişleri
Bakanımız burada. Telefonlarım durmadan çaldı. Hakkâri 235
gözaltı, 45 tutuklu, Muş 30 gözaltı, 27 tutuklu, Manisa 15, Bingöl 4, Manisa
-bugün tekrar- 25, Mersin 69-46 tutuklu, 6 çocuk, ayrıca -çocukların sayısı da
var- Adana 52-40, Şırnak 50-40 tutuklu, Bitlis 57. Sadece iki günde bana gelen
gözaltılar partimizle ilgili olarak; Ege’den Güneydoğu’ya, Güneydoğu’dan
İstanbul’a kadar.
Ne yapmak istiyorsunuz? Yani gerçekten… Başbakan çıkıyor diyor ki:
“Kitabımızda baskıcılık yoktur.” Başbakan çıkıyor grubunda, Rusya’ya gitmeden
önce, diyor ki: “Ne otoriterlik ne baskıcılık ne tahammülsüzlük ne vesayetçilik
ne sivil diktacılık yoktur.” Ben de şunu sormak istiyorum: Her gün, her gün,
her gün 1.500 tane parti yöneticimizi şu ana kadar gözaltılarda tutukladınız.
1.500 tane AKP’nin parti yöneticisi tutuklanmış olsaydı iktidar partisi
olmasına rağmen çökerdi örgütleri ama çökertemezsiniz örgütümüzü, ayrı bir
konu. Şunu anlatmak istiyorum: Siz EMASYA’ya davetiye mi çıkarmak istiyorsunuz?
Yani sivil dikta konusu tartışmaları yapılan bir ortamda EMASYA Gizli
Protokolü’yle… EMASYA Gizli Protokolü’yle –biliyorsunuz- bir yerde olay olduğu
zaman komutan mülki amirleri de emri altına alıp bütün operasyonu yönetiyor.
Eğer darbelere, diktalara karşıysanız 2005 yılında, Sayın Bakanım, niye
uzattınız EMASYA Protokolü’nü? Niye bütün Avrupa Birliği ilerleme raporlarına,
Katılım Ortaklığı Belgesi Raporu’na rağmen tek taraflı bu EMASYA Protokolü’nü
kaldırmıyorsunuz? Yarın, bu EMASYA Protokolü’ne göre her gün Ergenekon
soruşturmasında, şurada burada bulunan bombalar, lav silahları gibi silahlar
-ki belli merkezlerde daha yoğun- bu inisiyatif etki
altına alındığı zaman Meclisin, sivil idarenin, sivil Hükûmetin bu konuda
denetiminden ve sorumluluğundan bahsedebilecek miyiz? Bu konuda Hükûmeti
duyarlı olmaya davet ediyoruz.
Açılım yapayım derken yapılanlar karşısında, bu gözaltıların,
partilere yönelik sadece yasal çalışma kapsamında kalınan açıklamalarla,
terörle mücadele timlerinin Manisa gibi, Aydın gibi, Denizli gibi illerimizde
il örgütlerimizin, ilçe örgütlerimizin, evlerine sabaha karşı baskınlarla
alması, götürmesi ve aldığım bilgilere göre de bir tekinin katıldığı eylem
olmadığı hâlde alınan insanlar var. Ne yapmak istiyorsunuz? Yani, DTP’yi
kapattınız, kapatıldı…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
HASİP KAPLAN (Devamla) – Tamam Başkanım.
…Barış ve Demokrasi Partisini de bu şekilde kapatmayı,
sindirmeyi, susturacağınızı mı… Siyaseti,
demokrasiyi bu şekilde mi algılıyorsunuz? Gerçek bu mudur? Gerçek istiyorsanız,
eğer açılım istiyorsanız en gerçek açılım demokratik siyasetin önünün
açılmasıdır. Gelin barajı yüzde 5’e indirin, Doğu’da da Güneydoğu’da da batıda
da her yerde de demokratik siyasete aksın insanlar, seçilsin gelsin Meclise,
Mecliste sorunlarını tartışsınlar. Ama demokratik kanalları da açmıyorsunuz,
siyasetin önünü de açmıyorsunuz, barajları yükselttikçe yükseltiyorsunuz,
gözaltı, baskılarla insanları içeri alıyorsunuz, sorgusuz sualsiz altı ay, yedi
ay bekletiyorsunuz, mahkeme süreçlerine bir sene sonra, iki sene sonra
çıkarılıyor. Ondan sonra, bu insanlar nasıl inanacak, nasıl güvenecek, ne duygu
besleyecek, nasıl bakacaklar? Ve sayın bakanlarınız diyor ki: “Kürtçeyle ilgili
zaten eğitim de yok, konuşma da yok, resmî dil de yok.” İyi, güzel. O zaman, ne
var, lütfen onu da bir an önce getirin, onu da görelim diyoruz.
Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kaplan.
Madde üzerinde şahıslar adına ilk söz İzmir Milletvekili Sayın
Taha Aksoy’a aittir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
TAHA AKSOY (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
gündemin 446 sıra sayısında yer alan ve Kayseri Milletvekili Sayın Mustafa
Elitaş ile birlikte Ankara Milletvekili Reha Denemeç tarafından verilen, 3218
sayılı Serbest Bölgeler Kanunu’nda değişiklik yapılmasını öngören teklif
üzerinde şahsım adına söz aldım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
3218 sayılı Serbest Bölgeler Kanunu’nun amaç ve kapsamına ilişkin
1’inci maddesi özellikle bu bölgede faaliyet gösteren firmaların ihracata
yönelik faaliyetlerde bulundurulmasını özendirmeyi öngörmektedir. Bu teklifle yapılması düşünülen ve Genel Kurulumuzca kabul edilen
1’inci maddeye göre, serbest bölgelere yurt dışından getirilen malların CIF
bedelleri üzerinden alınmakta olan binde 5 ücretin -ki bu Dış Ticaret
Müsteşarlığı kanalıyla devlet bütçesine gelir olarak kaydediliyor- binde 1’e
düşürülmesi; yine, serbest bölgelerden Türkiye’ye çıkışı yapılan mallarda yine
binde 5 olan ama bu defa FOB değeri üzerinden binde 5 olan ücretin de binde 9’a
çıkarılmasını öngörüyor. İhracata yönelik faaliyette bulunmayı
özendirecek nispi bir tedbir olarak bunu değerlendiriyoruz.
Şimdi burada üzerinde konuştuğumuz 2’nci maddeyse, bu uygulamanın
üç ay sonra yani teklifin yasalaşmasından, yayınlanmasından itibaren üç ay
sonra yürürlüğe girmesini öngörüyor. Bu üç aylık süre hâlen stoklarda eski yasa
hükmüne göre bulundurulmakta olan malların yurt içine sokulması hâlinde sıkıntı
yaratacağı için öngörülüyor. Bir gecikme öngörülüyor. Eğer gecikme olmazsa FOB
değeri üzerinden binde 5’le giren mal, bu sefer, CIF değeri üzerinden binde
5’le giren bir de binde 9’la yurt içine sokulduğunda binde 14 veya yüzde 1,4
gibi bir değer ortaya çıkıyor. Bunu hakkaniyet ilkesine doğrusu uygun
bulmuyoruz. Üç aylık süre hem stokların planlanması hem de ortaya çıkan yeni
koşullarla ihracata yönelik faaliyetlerin planlanması açısından makul bir süre
olarak değerlendirilmeli ve kabul görmelidir diye düşünüyorum.
Bunun dışında, kürsüye gelmişken söylemem gereken yine bir konu
var, onu hatırlatmadan geçemeyeceğim.
İşçilerle ilgili sorunlar burada gündeme getiriliyor, bir sorunu
da ben gündeme getirmiştim. Karşıyaka Belediyesine bağlı Kent AŞ’de çalışan 291
işçi, iş alanında azalma olmadığı hâlde işlerinden çıkarıldılar. Mayıs ayından
beri bunlar bir hak mücadelesi veriyorlar, bu hak mücadelesinde de bekledikleri
desteği göremiyorlar. Tekel işçilerinin haklarının onda 1’ine razı bunlar ama
onu da bulamıyorlar.
Cumhuriyet Halk Partisinden Sayın Oğuz Oyan’a burada teşekkür
etmek istiyorum. İlk defa sağduyulu ve duyarlı bir ses Oğuz Bey’den geldi ve bu
konunun çözülmesi gerektiğini söyledi, bunu açıkça söyledi. Açıkça söylemeyen
ama bu konunun çözülmesi için çalışan arkadaşlarımıza da ayrıca teşekkür etmek
istiyorum ve yaptıkları çalışmaların sonucunu da bir an önce görmeyi, duymayı
bekliyorum.
Yüce heyetinizi saygılarla selamlıyor, teklifin yasalaşması
durumunda hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Saygılarımla. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aksoy.
Şahıslar adına son söz Mersin Milletvekili Sayın Behiç Çelik. (MHP
sıralarından alkışlar)
BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben
de 446 sıra sayılı serbest bölgelerle ilgili kanun teklifi üzerinde şahsım
adına konuşma yapmak üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi
saygılarımla selamlıyorum.
Serbest bölgeler konuşulurken, tabii, Türkiye'nin en önemli
serbest bölgelerinin belki başında gelen Mersin Serbest Bölgesi üzerinde ben de
görüşlerimi arz etmek isterim.
Mersin, birçok verilere göre Türkiye'nin 8’inci büyük ili olarak
Serbest Bölgesini fevkalade önemsemekte ve Serbest Bölgenin, ilin ve
Çukurova’nın ekonomik ve sosyal gelişimine büyük katkı sağlayacağını, özellikle
vurgulamak isterim. Ancak bu böyle olmamakta, Serbest Bölgeyle ilgili sorunlar
ne yazık ki kesinlikle çözülememiştir bugüne kadar. Daha önce yine Mersin
Milletvekili olan ve Bakanlık yapan iktidar partisi milletvekili Sayın
Tüzmen’in, serbest bölge kullanıcılarının kendisine müteaddit defalar konuyu
izah etmesine rağmen, çözememiş olmaları maalesef Mersin’in acı bir gerçeğidir.
3 Ocak 1987 tarihinde kurulduğu günden bugüne kadar Mersin’de
firma sayısı 2003 yılında 700 civarındayken, bugün 500’ün altına kadar inmiş,
bir ara 10 binlere çıkan istihdam kapasitesi bugün 5 binin altına kadar düşmüştür.
Bu, Serbest Bölgenin yüzde 50’den fazla oranda gerileme içerisinde olduğunun
verisidir.
Geçen yıl çıkarılan 5810 sayılı Yasa’da, yasa içeriğinde de ifade
etmiştik, o zaman demiştik ki: “Mersin Serbest Bölgesinin sorunlarını çözelim.”
Nedir bu sorunlar? Gayet basit. Örneğin, çalışanların
ücretleriyle ilgili gelir vergisi ve prime esas olmadan bunların çalıştırılması
Serbest Bölge kapsamında, kullanıcılara tapularının verilmesi konusu, elektrik
ve akaryakıta yapılan aşırı zamların buradaki üretimi büyük ölçekte olumsuz
etkilediği ve istihdamın da bu nedenlerle, üretim yapılamaması nedeniyle
gerilediği, ruhsat gelirlerinde ve serbest bölge işleticisinden elde edilen
gelirlerde yarı yarıya azalma olduğu düşünülerek buna çözüm bulunması gerektiği
hususları geçen yıl da 5810 sayılı Yasa çıkarılırken ifade edilmişti.
Bugün, serbest bölgelerde başka bir konu var, özellikle Mersin
Serbest Bölgesinde, bu da hassas ürünlerle ilgili. 2002 yılında seçimden sonra
-yönetim zafiyetini özellikle vurgulamak isterim- Serbest Bölge yönetimi
tümüyle değiştirilmiştir. Yeni yönetim kendisini âdeta “Serbest Bölgenin mutlak
hâkimi” şeklinde yorumlamış, ceberut bir yönetim tarzını benimsemiştir. Sonra,
bu bir müddet devam etmiş, Bakan değişikliğiyle yeni Bakana uygun, yeniden bir
değişiklik yapılarak yine aynı zihniyetle Serbest Bölge götürülmeye
çalışılmıştır.
Dış Ticaret Müsteşarlığına bağlı Serbest Bölgeler Genel Müdürlüğü
takdir hakkını serbest bölgelerde sınırsız kullanmaktadır ve kamu yararını
gözetmemektedir. Bu nedenle, açıklanan “Hassas Ürünler Listesi” âdeta buradaki
üreticileri mahkûm etmekte ve hareket edemez, kıpırdayamaz duruma sokmaktadır.
Böylece Serbest Bölge bünyesinde alım, satım, depolama bir anlamda
yasaklanmaktadır ve tam tersini düşünelim, çevredeki antrepolar için bu geçerli
olmamaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
BEHİÇ ÇELİK (Devamla) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
O zaman, antrepoculuk bölgede özendirilmekte ama serbest bölgeler
bundan yoksun bırakılmaktadır. Böylece devletin burada kayıpları da olmaktadır.
Aslında hassas ürünler konusunun bir an önce çözüme kavuşturulması fevkalade
önem arz etmektedir.
Bunun yanında, bölge kullanıcılarına yapılan bu haksız
uygulamalar dururken, diğer yandan, faaliyet ruhsatı olmadığı hâlde Serbest
Bölge rıhtımını kullanarak bölgeden geçen boru hatları yoluyla Genel Müdürlüğün
yasak ilan ettiği emtiaları -motorin, fuel oil, benzin- serbest bölgeden
geçiren firmaların olduğu da defalarca bazı kişi ve kurumlarca dile getirilmiş
olmasına rağmen, her defasında bu ihbarların üstü örtülmüştür. Bunlara dikkatinizi çekmek istiyorum.
Serbest bölgelerin daha rantabl, daha iyi
çalışmasını yürekten diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çelik.
Madde üzerinde soru-cevap işlemine geçiyorum.
Sayın Doğru…
REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakana sormak istiyorum: Serbest bölgelerde kaç kişi
çalışıyor? Bunların ne kadarı yabancı uyrukludur? 2009 yılında kaç kişi işe
başlamıştır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Genç…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, bu Hükûmet bu Meclise saygı göstermiyor, Bakanlar
gelmiyor. Bakanlar Kurulu sırasında, sorduğumuz soruda, o konuda yetkili,
bilgili bakan oturmadığı için sorularımıza hep “Yazılı cevap vereceğiz.”… Ben
bu durumu protesto etmek için soru sormuyorum efendim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Köktürk…
ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, 1994 yılında kurulan, 2007 yılında Bakanlar Kurulunca
iptal edilen ancak kısa bir süre sonra yeniden oluşturulan Filyos Serbest
Bölgesine yönelik çalışmalar şu an hangi aşamadadır? Ayrıca, Filyos Nehri Kanal
Islah Projesi tamamlanmadan Filyos Serbest Bölgesinin fiilen faaliyete, yaşama
geçmesi mümkün müdür?
BAŞKAN – Sayın Çalış…
HASAN ÇALIŞ (Karaman) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan, biraz sonra kanunlaşacak bu teklifle serbest
bölgelerimizde imalat yapan imalatçılara bir kolaylık sağlanıyor. Ancak, aynı
imalatı serbest bölgenin dışarısında, yurt içinde aynı imalatı yapan
imalatçılar yönünden gerçekten bir haksızlık söz konusu. Serbest bölge dışında
yurt içinde aynı imalatı yapan imalatçılar yönünden haksızlığı giderici tedbirleriniz
olacak mı?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI ÖMER DİNÇER (İstanbul) – Sayın
Başkan, teşekkür ediyorum, sağ olun.
Öncelikle, konuşması sırasında Sayın Kaplan’ın dile getirdiği
hususla ilgili bir, Meclise bilgi arz etmek istiyorum: Ülkemizde bulunan
serbest bölgelerde toplam 3.339 şirket yer alıyor. Bu 3.339 şirketin 2.619
tanesi yerli şirketler, sermayesi yerli olan şirketler, 363 tanesi sermayesi
bütünüyle yabancı olan şirketler, 357 tanesi ise sermayesi yerli ve yabancı
ortaklık olan şirketlerdir. Bunlardan 797 tanesi sadece orada üretim
yapmaktadır, 1.851 tanesi alım satım işiyle uğraşmaktadır ve diğer tür
faaliyetlerde bulunan işletme sayısı ise 691’dir. Dolayısıyla buradan hareketle
baktığımızda, özellikle yurt dışından alacak ve Türkiye’ye ürettiklerinden bir
kısmını veya tamamını sokacak işletme sayısı toplam 691 tanedir ve bunların
sadece 96 tanesi yabancıdır. Yine bu serbest bölgelerde yapılan işlemlerle
ilgili olarak çalışan personel sayısı toplam 44.083’tür, bunların içerisinde
yabancı olanların sayısı ise sadece 248’dir.
Yine bir başka soruyla ilgili olarak, Filyos Serbest Bölgesi için
kamulaştırma çalışmaları devam ediyor, kamulaştırma çalışmaları tamamlandıktan
sonra gerekli işlemler tesis edilecektir.
Rize Serbest Bölgesiyle alakalı olarak ise, bölgeyle alakalı
arazilerden bir kısmı ile ilgili ÇAYKUR’la görüşmeler devam ediyor, görüşmeler
tamamlandıktan sonra işlemler devam edecek.
Onun dışında, imalat yapanlarla ilgili Sayın Çalış’ın bir sorusu
var. Sayın Çalış’ın sorusunu tam olarak anlayamadım. Bunu kendisinden, mümkünse
ya tekrarlamasını rica ediyorum yahut da yazılı verirse ona yazılı olarak cevap
veririm.
BAŞKAN – Sayın Çalış, vaktimiz var.
Buyurun.
HASAN ÇALIŞ (Karaman) – Sormak istediğim soru şuydu Sayın Başkanım
Sayın Bakana: Serbest bölgede imalat yapanlarla aynı imalatı serbest bölgenin
dışında, yurt içinde yapanlar yönünden haksız bir rekabet ortaya çıkıyor. Yurt
içinde imal eden üreticiler için herhangi bir kolaylığınız olacak mı?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI ÖMER DİNÇER (İstanbul) –
Sayın Çalış, aslında, belki tam da burada, belki o bölgede üretim yapan bir
firmanın ülke içine ürününü aktarması konusunda ortaya konulan oranların
yükseltilmesinin rekabeti sağlama konusunda daha yardımcı olacağını ifade etmek
daha doğru olur çünkü orada yapılan imalatlar birtakım teşviklere ve desteklere
tabiyken daha ucuza imalat söz konusu olduğunda, yurt içine sokulması hâlinde
haksız bir rekabet doğuracaktı. Bu kısmen
artırılarak telafi edilmiştir. Belki sizin sorunuzun maksadı da burada
gerçekleştiriliyor.
Teşekkür ederim, sağ olun.
BAŞKAN – Madde üzerinde iki önerge vardır.
Önergeleri önce geliş sırasına göre okutacağım, sonra aykırılık
sırasına göre işleme alacağım.
İlk önergeyi okutuyorum:
T.B.M.M. Başkanlığı’na
Görüşülmekte olan 446 sıra sayılı yasa tasarısının 2. maddesindeki
(3) aylık sürenin (2) ay olarak değiştirilmesini arz ederiz.
Saygılarımızla.
|
Ferit Mevlüt
Aslanoğlu |
|
R. Kerim Özkan |
Hulusi Güvel |
|
Malatya |
|
Burdur |
Adana |
|
Ali Rıza
Ertemür |
|
|
Ali İhsan
Köktürk |
|
Denizli |
|
|
Zonguldak |
BAŞKAN – Şimdi maddeye en aykırı önergeyi okutup işleme alacağım.
T.B.M. Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 446 sıra sayılı yasa teklifinin 2. maddesinde
geçen (üç ay sonra) ibaresinin madde metninden çıkarılmasını arz ederim.
Kamer
Genç
Tunceli
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ OSMAN DEMİR (Tokat) – Katılmıyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet önergeye katılıyor mu?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI ÖMER DİNÇER (İstanbul) –
Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Genç, buyurun.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, daha gelmeden süre
vermişsiniz.
BAŞKAN – Şu anda açtım, gerçekten şu anda açtım.
KAMER GENÇ (Devamla) – Peki.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 446 sıra sayılı…
BAŞKAN – Şimdi ben kapattım, yeniden açıyorum.
Özellikle öncelikle şunu milletvekillerine söyleyeyim: Meclis
büyük, gelirken, giderken çok zaman kaybettiğiniz için çok dikkat ediyorum.
KAMER GENÇ (Devamla) – Neyse efendim, bazen Meclis de 10-15 dakika
geç açılıyor, biz bunların da farkındayız da…
BAŞKAN – Özellikle buraya geldiğiniz zaman açıyorum. Şimdi
sizinkini tam anlamıyla açıyoruz.
KAMER GENÇ (Devamla) – Keşke o sürelerin… Geçen gün aşağı yukarı
on dakika ara verildi Meclise, 45 dakika sonra açıldı. Biz bunları biliyoruz
da… Başkanlık Divanı o özel uygulamalarına milletvekili konuşmalarında da
riayet etse memnun oluruz.
Değerli milletvekilleri, 446 sıra sayılı yasa tasarısının 2’nci
maddesinde “…üç ay sonra yürürlüğe girer.” deniliyor, biz bunun hemen yürürlüğe
girmesini istiyoruz. Bu gayet basit bir olay. Yani,
yurt dışına ihraç edilen, serbest bölgeden Türkiye’ye giren mallardaki alınan
ücreti yüzde 5’ten yüzde 9’a çıkarıyor. Oraya yapılan ithalatı da yüzde 1’e
indiriyor. Yüzde 5’ten 1’ine… Bunu üç ay sonra uygulamanın ne anlamı var? Bir
anlamı, bir mantığı yok. Burada zaten de izah edilmedi.
Şimdi aslında, bu serbest bölgeler Türkiye ekonomisine ciddi bir
katkı sağlamıyor. Bu, tamamen vergi kaçakçılığını teşvik eden bir uygulama.
Yani, oradaki vatandaş vergi vermiyor, kurumlar vergisini vermiyor, gelir
vergisini vermiyor, hatta birçok yerlerde kaçakçılığa da sebebiyet veriyor.
Tabii, 1985 yılında, bu, Özal İktidarının, daha ziyade, böyle, yani, Türk
ekonomisini yok etmeye yönelik uygulamaları vardı. Daha ziyade, onun “Ben
zenginden yanayım.” diye bir tavırları vardı. İşte, bu, zenginden yana
uygulamaların bir sonucudur. Dolayısıyla, şimdi, AKP İktidarı zamanında da
zaman zaman bu, işte Türk ekonomisine zarar veren, zengini koruyan bu tip
düzenlemeler yapılmaktadır. 2008’in işte o on birinci ayında bir düzenleme
yapıyor, yeniden bir düzenleme yapıyor. Bakın, aşağı yukarı iki haftadır bu bir
maddelik kanun üzerinde… Kime ne fayda sağlanacağını ben de anlamıyorum. Ne
getiriyor, kime ne fayda sağlıyor, yok ortada.
Öte taraftan, bakın, bu memlekette ezilen insanlar var, yoksulluk,
fakirlik içinde ezilen insan var; emeklisinin durumu ortada; bir sürü soygun
iddiaları var; memleketin dış itibarı yok ediliyor. Bu Hükûmet ne yapıyor ne
yapıyor Türkiye’yi yörüngesinden saptırıyor. İşte bakın, bugün bir İsrail
tutuyor, Türkiye Cumhuriyeti’nin devletine Amerikan askerinin çuval geçirmesine
paralel bir düzeyde Türkiye Büyükelçisini çağırıyor, karşısında hakaret ediyor
ve Hükûmet de susuyor. Tayyip Bey diyor ki: “Efendim, Dışişleri Bakanlığı bu
konuda açıklama yaptı, ben artık ne diyeyim.”
Yani şimdi arkadaşlar, bir devletin itibarını koruyacak devleti
yöneten insanlardır. Sen çıkıp da Davos’ta “Bu İsrail iyi adam öldürüyor, iyi
çocuk öldürüyor.” dersen o da sana bir karşı tavır koyar. Bunlar, bakın,
uluslararası meseleler iç meselelere alet edilemez.
Bakın, tarihte Türkiye Cumhuriyeti devletinin geleneksel bir
politikası vardır. Türkiye’de bugün uluslararası düzeyde Ermeni lobileri
vardır, Rum lobileri vardır, bir de Yahudi lobileri var. Ermeni ve Rum lobileri
her vesileyle Türkiye'nin aleyhine her yerde çalışırlar ve etkileyici sonuç
alırlar ama şimdiye kadar Türkiye'nin politikası Yahudilerle iyi geçinmekti.
Evet, İsrail’in Gazze’de yaptığı zulmü tasvip etmek mümkün değil
ama şimdi Tayyip Bey, Fethullah Gülen paralelinde kurduğu polislerle Hamas’ı
birleştirerek İsrail’e karşı savaş mı açacak?
AVNİ ERDEMİR (Amasya) – Saçmalama ya!
KAMER GENÇ (Devamla) – Yani uyguladığı politika bu.
Uyguladığı politika bu. Türkiye
Cumhuriyeti devletine… Bülent Arınç dedi “Bana suikast yapılmış.” Bülent
Arınç’a suikast yapıldığı yok ama bu vesile sayılarak Türk ordusuna suikast
yapılıyor.
Bırakın şimdi… Bu Türk ordusunu niye bu kadar yıpratıyorsunuz? Ne
olacak şimdi? Şimdi yeni bir kanun da getiriliyor, efendim ordunun adına
silahları polise şey edelim…
AVNİ ERDEMİR (Amasya) – Sapla saman ancak bu kadar karıştırılır!
KAMER GENÇ (Devamla) – Yani polis..
Askeri tasfiye edip de, gidip de işte dış bir ülkeye karşı savaşacak mısınız?
Türkiye'nin itibarını tümüyle yok ediyorsunuz. Böyle bir şey olmaz efendim.
Sizin düşünmeniz lazım. Yani bu devlet bu kadar kötü duruma düşürülebilir mi?
Yani şimdiye kadar hangi devletin haddine kalmış da bir Türkiye Cumhuriyeti
devletinin Büyükelçisini çağırır da kendisinin karşısında özellikle bunu bütün
dünyaya bildirecek şekilde hakaret etmeye kimse ne cesaret etmiştir ne buna
cüret etmiştir ama bu sizin zamanınızda yapılmıştır. Bunun sebebi kimdir? Onu
araştırmak lazım arkadaşlar. Bunun sebebi…
Şimdi, Türkiye Cumhuriyeti devleti gidip de bilmem Araplarla…
Tamam, politikalarımızı, dostluk, arkadaşlık şeylerimizi gidereceğiz ama
Arapların bugüne kadar Türkiye Cumhuriyeti devletine bakış açıları ortada. Hani
niye Kıbrıs’ı tanımıyorlar? Haydi birisi çıksın… Ondan
sonra, şimdi bunlar ortadayken, uluslararası düzeyde Türkiye politikasında
Türkiye'nin dış ülkelerdeki menfaatleri belliyken sen ondan sonra çık, ben
yakında nasıl olsa seçime gideceğim… Efendime söyleyeyim, git Yahudi lobisinde
dünyanın en büyük cesaret…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AVNİ ERDEMİR (Amasya) – Sapla samanı karıştırıyorsun yine.
BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
KAMER GENÇ (Devamla) – İktidara gelir gelmez hemen gidip Musevi
cemaatlerini ziyaret edip de dünyanın en üstün cesaret ödülünü Yahudi
derneklerinden al, ondan sonra seçime gelince… E ne yapacağım? Ben İsrail’e
böyle… Eğer bu danışıklı dövüşse tabii… Yani danışıklı dövüş de olabilir ama
benim mantığım kabul etmiyor. Tabii, devletin itibarı bu kadar sarsılan bir
konuda ben biraz danışıklı dövüşü çok az görüyorum. Ondan sonra da efendim
neymiş, Tayyip Bey İsrail’e baş kaldırmış, sokaktaki Araplar kendisine sıcak
bakacak… E ne olacak? Türkiye Cumhuriyeti ile siz şimdi İsrail’i harbe mi
sokacaksınız? Bana göre bu, işte bir ülkenin itibarına indirilen en büyük
darbedir. Haysiyetli ve onurlu kişiler devletinin itibarını korur. Bunu
korumazsa o makamlarda oturamaz. O bakımdan, yani Türk elçisine yapılan… Amerika,
Türk askerinin başına çuval geçirdiği zaman kaçtılar, ortadan kayboldular ama
şimdi kaçamazsınız. Bunun hesabını sen de iktidar olarak vermek zorundasın.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, oylamaya geçmeden önce karar yeter
sayısı istiyorum.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum ve karar yeter sayısını
arayacağım: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.
Beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 16.37
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 16.46
BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ
(Konya), Gülşen ORHAN (Van)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
47’nci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
Teklifin görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada.
446 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 2’nci maddesi üzerindeki Tunceli
Milletvekili Sayın Kamer Genç’in önergesinin oylanmasında karar yeter sayısı
bulunamamıştı.
Şimdi önergeyi yeniden oylarınıza sunacağım ve karar yeter
sayısını arayacağım: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge reddedilmiştir,
karar yeter sayısı vardır.
Diğer önergeyi okutuyorum:
T.B.M.M. Başkanlığı’na
Görüşülmekte olan 446 sıra sayılı yasa tasarısının 2. maddesindeki
(3) aylık sürenin (2) ay olarak değiştirilmesini arz ederiz.
Saygılarımızla.
Ferit Mevlüt Aslanoğlu
(Malatya) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ OSMAN DEMİR (Tokat) – Katılmıyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI ÖMER DİNÇER (İstanbul) –
Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Aslanoğlu.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, çok değerli
milletvekilleri; ben sekiz yıllık milletvekiliyim, ilk defa bir kanun nasıl
geldi, nasıl komisyondan geldi bir anlatayım da belki bizler de öğreniriz. Bir
şey öğrendim ben, öğrendiğimi size de öğreteyim.
Şimdi, düşünün, bir kanun teklifi veriliyor, 7 Aralık. Aynı gün
hemen damgayı yiyor 7 Aralık, Meclis Başkanlığının. Aynı gün tüm her tarafa
sevk ediliyor, aynı gün komisyona ulaştırılıyor. Aynı gün komisyon tüm
milletvekillerine 7 Aralıkta davetiye çıkarıyor “14 Aralıkta komisyona gelin.”
diye, aynı gün. Bir kere jet kanun. Bu jet kanun tabii
Türkiye’deki tüm ekonomik problemleri çözüyor arkadaşlar. Bunun için jet bir
kanun getiriliyor. Ben bunu öğrendim. Bundan sonra bir kanun teklif ederken
artık Sayın Elitaş’ın yaptığı gibi, şak, şak, şak, şak her yerden geçirip aynı
gün komisyonu davet ettirmeyi öğrendim artık, bir hakkım var, size de tavsiye
ederim.
Değerli arkadaşlarım, tabii, bir yasa ülke için, bir yasa ülke
sanayisi için, bu ülkedeki ulusal sanayi için faydalı olmalı. Demin söyledi arkadaşlar, küçümsüyorlar, sanki serbest bölgelerin
tüm sorunu bitmiş, serbest bölgelerin hiçbir sorunu kalmamış, serbest
bölgelerde ulusal sanayici olarak çalışan, ülkenin katma değer yaratan
mamullerini üreten, o bölgeden ihraç edilen ürünlerde her türlü sorun çözülmüş,
bir tek sorun kalmış, binde 1, binde 9 arkadaşlar ve bir aydır bununla
uğraşıyoruz. Demin dediler ki: “Bu kanun 12 milyar dolar da olsa hepsi
hepsi 46 milyon dolarlık bir katkı sağlayacak.” Ama kimin lehine? Dikkatinizi
çekmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, bir kere bu ülkede farklı serbest bölgeler
var. Bunun altını çiziyorum. Herkes bunu böyle bilsin. Belli serbest
bölgelerde, arkadaşlar, poşet yapılıyor, poşet. Çay geliyor, poşet yapılıyor,
bunun adı “Serbest bölgede işleniyor.” oluyor! Dikkatinizi çekiyorum. Belli
serbest bölgelerde sadece deri ceket geliyor, ilik ile düğmesi olmuyor, adı
“Serbest bölgede işlenmiş.” oluyor! Belli serbest bölgelerde arkadaşlar, sadece
vidayla montaj yapılıyor ama belli serbest bölgelerde -örneğin bir Menemen’deki
gibi- ülke sanayicisinin, ülkenin alın teriyle Türk malı katma değerler orada
üretilip ihraç ediliyor. Onun yarattığı katma değer ile onun yarattığı katma
değer aynı değil. Belli serbest bölgelerde arkadaşlar, kuyumda örneğin,
Antalya’da olduğu gibi, sadece ziynet eşyası dediğimiz olgular konuyor ve o
serbest bölgeler var. Yani bu ülkede farklı serbest bölgeler var. Farklı
serbest bölgelerin bu ülkeye yarattığı katma değer çok farklı arkadaşlar. Ve
tüm serbest bölgeleri aynı kefeye koyarak, tüm serbest bölgelerde ülke
insanımızın yaptığı katkıyı aynı değerde değerlendirerek, ülke sanayicisinin,
ulusal sanayicinin yaptığı katkıya aynı gözle bakarak böyle düz bir serbest
bölge mantığı uygulamak arkadaşlar, ülke ekonomisinin çok zararınadır. Ben
burada dikkatinizi çekmek istiyorum.
Özellikle yerli katkı payı olan ve işlenen ve ihraç edilen
mamullerle sadece poşet yapıp getirip ihraç edilen mamulleri veya getirilip
burada poşet yapıp içeri alınan mamulleri aynı kefeye koyarsak arkadaşlar, biz
bu ülkede ulusal sanayiciyi ve kendi yerli sanayicimizi, ulusal üreticimizi,
kendi üreticimizi koruyamayız. Ben bir kere bunun altını çizmek istiyorum.
Tabii diğer taraftan burada, yani dövizdeki, tabii, ülke
olarak üretilen birtakım dedikodular, üretilen birtakım şeyler kimin hesabına
geliyorsa, özellikle ihracatçılar yönünden çok olumsuz sonuçlar yaratacağını,
özellikle ihracatçıların şu ekonomik krizde yüksek kurla ithal edip ve ihracat
için hâlâ daha ürettiği malları ihraç edip bunların döviz bedelleri geldikten
sonra çok önemli zarar edeceklerinin bir kez daha altını çiziyorum. Yani daha IMF’yle yapılan anlaşmanın hiç aslı astarı yokken böyle
şeyler yazarak ve bir şekilde spekülatif piyasa
yaratarak, özellikle ihracatçılarımızın aleyhine kopan fırtınaya da bir kez
daha dikkatlerinizi çekmek istiyorum.
Türkiye’nin kurtuluşu ihracattadır arkadaşlar, Türkiye’nin
kurtuluşu ithalatta değildir. Ben hepinizin dikkatine bir kez daha ama yerli…
Ülkedeki ülke kaynaklarının ihracatından bu ekonomi bir yere gelir, yoksa ithal
ekonomisiyle bu ülkede hiçbir yere gelemeyiz.
Hepinize saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aslanoğlu.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Sayın Genç bir şey mi dediniz?
KAMER GENÇ (Tunceli) – Maddede karar yeter sayısını istiyorum.
BAŞKAN – Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir, karar yeter sayısı
vardır.
Şimdi maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yeter sayısı yok Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayar mısınız?
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, karar yeter sayısı yok.
BAŞKAN – Saydırıyorum Sayın Genç. Daha evvel kendim sayıyordum
oylama öncesinde, dolayısıyla da kendim karar verebiliyordum. Şu anda saymadım,
arkadaşlara saydırıyorum.
Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır, 2’nci madde kabul
edilmiştir. (Gürültüler)
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – 3’üncü maddeyi okutuyorum…
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, karar yeter sayısı
olamaz efendim, olmaz efendim. Başkanlık Divanına güvenmiyoruz, güvenmiyoruz
efendim. Buyurun sayın efendim, siz sayın.
BAŞKAN – Bir dakika…
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Buyurun efendim. Yani Parlamento
bu hâle getirilemez. Olmaz Sayın Başkan! (Gürültüler)
BAŞKAN – Bir saniye, hep bir ağızdan konuştuğunuz zaman…
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Burası… Çok özür dilerim yani,
Başkanlık Divanı güven verecek. Buyurun tabloya bakın. Olur
mu böyle şey ya!
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayalım efendim.
YILMAZ TANKUT (Adana) – Divan kâtipleri taraf tutuyor Sayın
Başkan.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – İki kâtibin de görevden ayrılması
lazım. Buyurun bakın efendim.
OKTAY VURAL (İzmir) – Uyarılmasını istiyoruz.
BAŞKAN – İki Divan…
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – İki kâtip Parlamentoyu yanıltamaz.
Olur mu öyle şey ya!
SUAT KILIÇ (Samsun) – Sonraki maddede ekleme yaparız.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Geçti, geçti.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Olur mu ya Sayın Elitaş?
Verirsiniz beş dakika ara, gelir arkadaşlarınız.
BAŞKAN – Bir saniye… Bir saniye…
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, kâtip üyeler yanlış bilgi
veriyor, lütfen kendiniz sayın.
BAŞKAN – Tamam, bundan sonra kendim sayacağım.
3’üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3 - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Başkan tek başına kaldı.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Oylama meselesi değil.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Efendim, bu bir ahlak meselesi.
Arkadaşlar, rica ederim yani.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım, yani burada gerçekten kâtip
üyelerin bu konuda… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Teker teker konuşursanız anlayabileceğim.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Efendim, burada karar yeter sayısı yok.
Sayın kâtip üyeler…
OKTAY VURAL (İzmir) – Başkanı yanılttı, sizi yanılttı. Sizi
yanılttılar.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – …yanlış saymışlardır.
H. TAYFUN İÇLİ (Eskişehir) – Sayın Başkanım, mikrofonu açar
mısınız?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkanım…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkanım…
BAŞKAN – Şimdi, demin söyledim…
H. TAYFUN İÇLİ (Eskişehir) – Sayın Başkanım…
BAŞKAN – Sayın İçli, anladım.
Daha önce ben oylama olmadan evvel kendim saydığım için karar
yeter sayısı istendiğinde o sayıyı bildiğimden, olmadığı zaman zaten ara verip
çıkıyorum fakat bu defa saymadım.
OKTAY VURAL (İzmir) – Evet, evet biliyoruz.
H. TAYFUN İÇLİ (Eskişehir) – Tekrar sayın
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Prosedüre göre de iki arkadaş saydılar ve bana böyle bir
bilgi verdiler. Ben de sonuç olarak “Karar yeter sayısı vardır.” dedim.
(Gürültüler)
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan…
İSA GÖK (Mersin) – Tekrar sayın.
BAŞKAN – Peki… Bir saniye… Bir ağızdan konuştuğunuz zaman bir şey
yapamayız.
Peki, peki… Bir dakika…
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, size olan güvenimiz
sonsuz ama etrafınızdaki 2 tane başkan yardımcısı şu Parlamentoya bakıp size
eğer yanlış bilgi veriyorlarsa Sayın Başkan, o zaman güvensizliği kendi
Divanınızda aramanız lazım. Biz bunu istirham ediyoruz.
BAŞKAN – Tamam…
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Bu bir ahlak meselesidir. Yoksa
beş dakika ara verilir, tekrar gelinir. Bir sorun yok orada zaten.
İSA GÖK (Mersin) – Sayın Başkan, ciddiyet kalmıyor.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan…
İSA GÖK (Mersin) – Sayın Başkan, matematiğin duygusal yeri yoktur,
matematik reel bir bilimdir. Sayın, kaç kişi var.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, İç Tüzük 141’inci maddenin
son fıkrasında “Oylamaya itiraz edilirse yeniden sayılır.” deniyor, 141’inci
maddesinin son fıkrasında. Burada arkadaşlarımız oylamaya itiraz etti. Karar
yeter sayısı yoktur. Dolayısıyla yeniden sayılması lazım.
Yani usul böyle.
BAŞKAN – Peki, ben şimdi daha evvelki görüşümü geri alıyorum. Bir
dahaki sefere kendim sayacağım.
Karar yeter sayısı yoktur.
Beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 16.58
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 17.06
BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ
(Konya), Gülşen ORHAN (Van)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
47’nci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.
446 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine kaldığımız yerden
devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet burada.
446 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 2’nci maddesinin oylamasında
Başkanlık Divanı tarafından oylar sayılmış ve sonuç Başkanlık tarafından açık
bir şekilde açıklanmıştır. 2’nci madde kabul edilmiştir.
3’üncü maddeyi okutuyorum:
Madde 3- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN – 3’üncü madde üzerinde gruplar adına ilk söz, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına Trabzon Milletvekili Sayın Mehmet Akif Hamzaçebi’ye
aittir.
Buyurun Sayın Hamzaçebi.
CHP GRUBU ADINA MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; teklifin 3’üncü maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi
Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz aldım. Sözlerime başlarken sizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Serbest Bölgeler Kanunu 1985 yılında
kabul edilmiştir, kabulünden bu yana yaklaşık yirmi dört yıl geçmiştir, yirmi
beşinci yılın içerisindeyiz, tamamı 15 maddelik bir kanundur. 15 maddelik bir
kanunda, Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri döneminde yapılan bu beşinci
değişikliği görüşüyoruz. Yani 15 maddelik kanunun beş kez değişikliğe sahne
olduğunu görüyoruz. Değişikliğin yapıldığı 7’nci madde de üçüncü kez
değiştirilmektedir.
Bunu şunun için ifade ettim: Teklif, yürürlük ve yürütme
maddelerini bir kenara bırakırsak 1 maddeden oluşmaktadır. 1 maddelik teklif
bir ihtiyaçtan kaynaklanmış. Teklif sahibinin yapmış olduğu açıklamalara, Plan
ve Bütçe Komisyonunda vermiş olduğu bilgilere göre böyledir, bir ihtiyacın
olduğu ifade edilmiştir ancak serbest bölgeler konusunda yaşanan sorunlar
nedeniyle başka ihtiyaçlar var mıdır, maalesef bu soru sorulmamıştır. Bu
ihtiyaçlar Serbest Bölgeler Genel Müdürlüğünün bağlı olduğu Sayın Devlet Bakanı
tarafından da gündeme getirilmemiştir. Üzülerek görüyorum ki, bu teklifin dış
ticaretten sorumlu Sayın Bakan tarafından sahiplenilmediğini görüyorum. Sayın
Bakan, bu üçüncü görüşmedir, yani bu üçüncü gün. Geçen hafta iki gün yine biz
bu teklifi görüştük. Bu üçüncü gün, teklifin görüşülmesi sona eriyor, dış
ticaretten sorumlu Sayın Bakanımız hâlâ burada yok.
Şimdi, teklifin bir ihtiyacı karşılamak amacıyla hazırlandığını
teklif sahibi bize ifade ettiler ancak olay bir yönüyle tartılmıştır. Teklif
neyi getiriyor, önce bunu kısaca yine özetleyeyim: Yurt dışından serbest
bölgelere getirilen malların değeri üzerinden binde 5 oranında bir ücret
alınmaktadır. Bu mallar serbest bölgeden Türkiye’ye getirildiğinde de ikinci
bir binde 5’lik ücrete tabidir yani toplam binde 10 oranında bir ücret
ödenmektedir yurt dışından serbest bölge kanalıyla Türkiye’ye ithal edilen
mallar nedeniyle. Yurt dışından serbest bölgeye getirilen malların bedeli
üzerinden alınan binde 5’lik ücret binde 1’e indirilirken Türkiye’den serbest
bölgeye getirilen malların değeri üzerinden alınan ücret de binde 5’ten binde
9’a çıkarılmaktadır. Toplam değişmiyor gözüküyor. Bu açıdan yani serbest
bölgelerin gelirleri açısından bir sorun yok gibi gözüküyor ancak serbest
bölgelerde üretim yapan bir kısım işletmelerimizin aleyhine bir sonuç
yaratacağı gerek teklif sahibi tarafından gerekse ilgili bakan tarafından
dikkate alınmamıştır.
Serbest bölgelerde fason üretim yapıp bu üretimini Türkiye’deki
şirketler kanalıyla yurt dışına ihraç eden mükelleflerin vergi yükü yani ücret
nedeniyle karşılaştıkları yük artmaktadır. Örneğin İzmir Menemen Serbest
Bölgesi deri serbest bölgesidir. Buraya giren ham deriler işlenerek
Türkiye’deki deri üreten firmalara satılmaktadır, bir katma değeri ifade
ederek, tabii ki ham derinin üzerine serbest bölgedeki katma değer ilave
edilerek yapılan üretim Türkiye’ye ihraç edildiği zaman, o katma değer dâhil
bedel üzerinden binde 9 oranında bir ücret ödenmektedir. Eskiden binde 5 oranında
ödenirken binde 9 oranında bir ücret söz konusudur. Eğer bu ürün Türkiye’de
tüketilecekse sorun yoktur, sorun yok, ama bu ürün, Türkiye’ye ithal edilen
deri Türkiye’deki deri sanayisi tarafından, konfeksiyon
sanayisi tarafından ürüne dönüştürülüp yurt dışına ihraç edildiği zaman,
ihracat üzerindeki ücret yükünü binde 5’ten binde 9’a yükseltmektedir bu
teklif. Bu yönüyle tek yanlı bir teklif. Sorunu tek
yanlı gören; bütün boyutuyla gören bir teklif değildir, tek yanlı bir
tekliftir.
Yine, bakın, burada ifade ettik, serbest bölgelerin ana amacı,
temel amacı, birçok belki ikincil amaçlar da var ama ana amaç yurt dışından bu
bölgeye sermaye çekmektir, yatırım çekmektir ve bu bölgede yapılan yatırımlar
sonucunda üretilen ürünleri yurt dışına ihraç etmektir. Ana amaç budur. Bu
amaca hizmet etmeyen düzenlemeler doğru değildir.
Biz, serbest bölgelere Cumhuriyet Halk Partisi olarak bugüne kadar
bu çerçevede yaklaştık. Bu bölgedeki üretim ve faaliyet eğer Türkiye’deki
üretimle kıyaslandığında Türkiye’dekinin aleyhine bir sonuç yaratıyorsa bunu
desteklememek gerekir. Vergi teşvikleri bu düşünceyle sınırlandırılmıştır. Bu
sınırlandırmalara biz 2004 yılında destek verdik Cumhuriyet Halk Partisi olarak
çünkü aynı üretimi serbest bölgede yapıp Türkiye’ye satacak olan mükellef orada
vergi ödemeyecek, Türkiye’de aynı üretimi yapan mükellef vergi ödeyecek. Bunun
kabul edilmesi mümkün değildir. Hatta daha ileri giderek şunu bile
söyleyebiliriz: Serbest bölgede üretim yapıp yurt dışına ihraç eden mükellef
istihdam ettiği kişiler nedeniyle vergi ödemeyecek, Türkiye’de herhangi bir
teşvikten yararlanmaksızın üretim yapan mükellef yurt dışına ihraç ettiğinde
istihdam ettiği kişilerin ücretleri nedeniyle vergi ödeyecek. Bakın, bu bile
haksız rekabettir. Serbest bölgedeki vergi teşvikini birazcık makul kılan husus
buraya yurt dışından yabancı sermayenin gelecek olmasıdır ama serbest
bölgelerin toplam ticaret hacmine baktığımızda 24,5 milyar dolarlık ticaretin
sadece yüzde 24’ünün ihracat olduğunu görüyoruz. Biz ne dedik? Gelin, serbest bölgede ihracat organizasyonu yapıp Türkiye’deki
mallara yurt dışından, Türkiye’de üretilen -bakın, serbest bölge dışında
Türkiye’de üretilen- teşviksiz olarak üretilen mallara yurt dışından talep
yaratarak ihracatı artıran mükelleflerin de istihdam ettiği işçiler nedeniyle
vergi teşviki verelim ama bunu teklif sahibi Sayın Elitaş uygun bulmuyor ama
öyle anlaşılıyor ki dış ticaretten sorumlu Sayın Devlet Bakanının da ilgi
alanında değil bu konular. Serbest bölgelerdeki ihracat ve düzenleme
ilgili Devlet Bakanının ilgisini çektiği an belki biraz daha anlamlı hâle
gelebilecektir. Belki bir gün Sayın Devlet Bakanını da, dış ticaretten sorumlu,
serbest bölgelerden sorumlu bir bakan olarak görebileceğiz.
Değerli milletvekilleri, dün burada tütün üreticileriyle ilgili
çok ciddi tartışmalar yapıldı. Meclis araştırma önergeleri verildi, onun
üzerinde söz alan arkadaşlarımız oldu. Ben Serbest Bölgeler Kanun Teklifi’nin
tümü üzerinde görüşlerimi ifade ederken Hükûmetin 31 Aralık 2009 tarihinde
yaptığı bir düzenlemeyi gündeme getirerek eleştirmiştim. Düzenleme şuydu: 31
Aralık 2009 tarihli Resmî Gazete’de yayınlanan bir Bakanlar Kurulu kararıyla
Türkiye’ye ithal edilen sigaralar ile ithal edilen işlenmiş tütün üzerindeki
tütün fonu kaldırılmıştır. Paket başına 40 sent, işlenmiş tütünde ise kilo
başına 3 dolarlık fon öteden beri Türkiye’deki sigara üretimini, Türk tütününü,
tütün üreticisini korumak, kollamak için uygulanmaktaydı. Hükûmet bir kararla
bunu yürürlükten kaldırdı.
Türkiye’de tütün üretimi esasen AKP hükûmetleri döneminde çok
büyük bir darbe yemiştir. Tütün üretici sayısı 2002 yılına kıyasla 2008 yılında
yüzde 55 oranında azalmıştır bakın, yüzde 55 oranında, üretim alanı yüzde 27
oranında azalmıştır, üretim miktarı da yüzde 42 oranında azalmıştır. Şimdi böyle
bir düzenlemeyi yaparken zaten minimuma, asgari seviyeye inmiş tütün üretimine
ve üreticisine bir darbe daha indirdiğinizin farkında değil misiniz acaba?
Başbakan Yardımcımız Sayın Bülent Arınç, 2001 yılındaki Fazilet
Partisi Grup Başkan Vekili olarak Genel Kurulda yaptığı konuşmaya atfen, onu
değerlendirirken geçen hafta “Şimdi şartlar aynı olsa aynı tutumu gösteririm.”
diyor. Evet, şimdi 2002’dekinden daha vahim bir durum var. Bu kararın altında
tütün üretim bölgesinin milletvekili olan ve oranın Başbakan Yardımcısı olan,
oradan seçilen Sayın Bülent Arınç’ın da imzası var. Devlet işleri tabii ki
ciddiyet istiyor, dikkatinden kaçmış olabilir ama “o tavrı gösteririm, o
tavrımın arkasındayım” diyorsa, işte Halep, işte arşın. Bakanlar Kurulu kararı
burada…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Bu Bakanlar Kurulu kararının
düzeltilmesi gerekir.
Sayın Başbakanımız, dün yapmış olduğu konuşmada 2002 ile 2009 yılını
kıyaslıyor; ücretlinin ücretiyle ne kadar tarım ürünü alabildiğine örnek olarak
sütü veriyor değerli milletvekilleri. Sayın Başbakanımız diyor ki: “2002
yılında
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Hamzaçebi.
Madde üzerinde kişisel söz taleplerinden ilk söz Kocaeli
Milletvekili Sayın Eyüp Ayar’a aittir.
Buyurun Sayın Ayar…
Sayın Ayar yok mu?
Mersin Milletvekili Sayın Ömer İnan…
Yok mu?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Eyüp Ayar geldi Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Eyüp Bey, buyurun.
EYÜP AYAR (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Serbest Bölgeler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin 3’üncü
maddesi üzerinde, şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, serbest bölgeler, 1985 yılında kuruldu ve
ülkeye hem ihracat yönünden hem dış ticaretin gelişmesi yönünden hem ülkeye
teknoloji girişi yönünden önemli katkıları olmuştur.
Bugün de serbest bölgeler faaliyetlerine devam etmektedir. Serbest
bölgeler 2009 yılının Kasım ayı itibarıyla yaklaşık 16 milyar dolarlık bir
ticaret hacmine ulaşmıştır. Bu bölgelerde 45 bin insan yaşamaktadır, işçi
çalışmaktadır. Ancak, bugünkü dünyadaki ekonomik düzen, ticaretin kolaylaşması,
sınırların neredeyse kalkmış olması serbest bölgelere olan cazibeyi de
azaltmıştır.
Bir şeyin üzerinde durmak lazım. Bir ülkenin, kalkınmasında yatırım, üretim ve ihracat denklemini
iyi kurması lazım. AK PARTİ iktidara geldiğinden beri Türkiye sürekli
büyümüştür. Makro dengelerini kurarak Türkiye, 2009 yılı hariç, sürekli büyüyen
bir ekonomi olmuştur. Rakamlar ortada. Bu dönemde, dünyadaki en büyük ekonomi
içerisinde 27’nci sıradan 16’ncı sıraya çıkmış, Avrupa’daki en büyük 6’ncı
ekonomi olmuştur. Ancak, 2009 yılında küresel krizden dolayı üretimde bir
miktar düşüş olmuştur, ihracattaki sıkıntıdan dolayı. Bunun getirmiş olduğu,
istihdamda sıkıntı olmuştur, vergi gelirlerinde azalma olmuştur ama Türkiye
yine 2010 yılıyla, bu yılla beraber kalkınarak yoluna devam edecektir.
Bir malı satabilmenin, ticaret yapabilmenin önemli bir kuralı da
dünyadaki bu rekabet düzeninde, fiyat ve kalitedir. Yani kısacası, bir malı
ihraç edebilmek veya içeride satabilmek için, eğer uygun fiyatta bunu
verebilirsen ve kaliteli de yapabilirsen daha kolay bu işi yapmış olursun.
Biz, çıkaracak olduğumuz bu yasayla şunu yapıyoruz: Serbest
bölgelere girecek olan mallardan binde 5 oranında bir ücret alınıyordu, biz
bunu binde 1’e düşürüyoruz ve serbest bölgelerden Türkiye’ye girecek olan
mallardan alınan binde 5 kesintileri de binde 9’a çıkarıyoruz. İşin özeti kısaca bu. Bu yasanın da yürürlüğü üç ay sonra
olacaktır.
Değerli arkadaşlar, burada bir şey üzerinde durmak istiyorum:
Geçtiğimiz çarşamba günü, geçtiğimiz perşembe günü bu yasayı görüştük, bugün de
bu yasayı görüşüyoruz. Yürürlük maddeleri dışında tek maddelik bir yasa. Kısa
bir değişiklik için üç gün bu Meclis burada çalışıyor. Buradan bir kez daha
şunu görüyoruz ki, bu İç Tüzük Meclisi çalıştırmak için değil de sanki
çalıştırmamak için hazırlanmış. Yani çok sert bir muhalefet de yok. Yani bu, üç
günde çıkıyor buradan, belki üzerinde durulsa on günü de bulur. Buradan bir kez
daha şunu görüyoruz ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi haftada üç gün -salı,
çarşamba, perşembe- toplanır, saat 15.00-19.00 arası çalışırsa, eğer bu
sistemle çalışılırsa, bu İç Tüzük’le çalışılırsa burada yasa çıkarmak gerçekten
çok zor olacaktır. Onun için biz…
İSA GÖK (Mersin) – Koltuğunuza oturun, yasayı takip edin. Yasayı
takip etmeyen sizsiniz Sayın Hatip.
EYÜP AYAR (Devamla) – Tabii, muhalefetin iktidara gelmek gibi bir
niyeti yok herhâlde, siz bu işten gayet memnun gibi görünüyorsunuz.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Yolun sonu görünüyor!
EYÜP AYAR (Devamla) – Şimdi, arkadaşlar, kısacası, bu kanunun bir
an önce çıkmasını ve ülkemize…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
EYÜP AYAR (Devamla) –…ve milletimize hayırlı olmasını temenni
ediyor, yüce Meclisi tekrar saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ayar.
Mersin Milletvekili Sayın Ömer İnan. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
ÖMER İNAN (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geçen
gün İsrail’deki Büyükelçimize yapılan davranışı kınayarak sözlerime başlıyorum.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar) Orta Çağdan kalan bir zihniyetle bizim
Büyükelçimizi davet edip alçak bir sandalyede oturtmakla, kendince Türkiye’den
intikam almayı düşünen bir zihniyet.
KAMİL ERDAL SİPAHİ (İzmir) – Siz de oturtun!
ÖMER İNAN (Devamla) – Bu, bir devlet adamlığı değildir, İsrail
Hükûmetinin bu davranışı bir şizofreni hâlidir, bir paranoya hâlidir. Onun
için, şiddetle protesto ediyorum, kınıyorum.
Değerli milletvekilleri, 1985 yılında çıkarılan 3218 sayılı
Kanun’la ihracata yönelik yatırımları teşvik etmek, üretimi teşvik etmek,
uluslararası ticareti geliştirmek, yeni teknolojilerin girişini hızlandırmak,
yabancı sermayeyi celbetmek amacıyla çıkarılan Serbest Bölgeler Kanunu
sayesinde bugüne kadar 19 tane serbest bölge kurulmuştur. Aslında 21’dir ama 2
tanesi fiilen başlamadığı için 19 tane serbest bölgemiz var.
İlki de Mersin’de kurulmuştur. Mersin o açıdan önemli bir gelişme
göstermiştir, serbest bölge sayesinde. İstihdam meydana gelmiştir Mersin’de,
yatırımlar artmıştır, üretim artmıştır ama ne yazık ki, daha sonra 2004 yılında
yapılan düzenlemeyle bu serbest bölgelerin cazibesi kaybolmuş, eski oranda bir
ilgi görmemiştir. Buna rağmen serbest bölgelerdeki dış ticaretin toplam dış
ticaret hacmine oranı yüzde 7 civarındadır, önemli bir orandır ve bölgeye de büyük
ölçüde istihdam sağlamaktadır. Bu Serbest Bölgeler Kanunu’nun (7/B) maddesini
değiştirmek üzere bir kanun teklifi geldi. Biliyorsunuz, mevcut Kanun’da yurt
dışından bölgeye getirilen malların CIF değeri üzerinden, Türkiye’ye çıkarılan
malların da FOB değeri üzerinden binde 5 oranında ücretlerden kesinti
yapılıyordu ve bu, Merkez Bankasında açılan bir özel fonda biriktiriliyordu ve
bütçeye gelir kaydediliyordu. İşte, yapılan düzenleme budur: Binde 5’leri binde
1’e indirmek ve binde 9’a çıkarmak yani Türkiye’ye girişlerde binde 1 oranında
ücret kesintisi yapılacak, Türkiye’ye çıkarılan… Yani bölgeye giren mallar için
oran binde 1’e indiriliyor, Türkiye’ye giren mallar için de binde 9’a
çıkarılıyor yani toplam binde 10’luk oran değişmiyor. Bu bakımdan, yerli
sanayinin ölmesi, rekabet edemez duruma gelmesi gibi iddialar doğru değil,
geçerli değil çünkü binde 10’luk oran muhafaza edilmektedir.
Bu kanunla amaç edilen şey şudur: Üretici firmaların rekabet
edebilirliğini artırıyoruz, özellikle transit malların girişinde kolaylık
sağlanıyor çünkü bu binde 5’lik oran gelecek yabancı sermayeyi ürkütüyordu,
bunu binde 1’e getirmek suretiyle istenilen amaç sağlanmış oluyor.
Üç aylık sürenin öngörülmesi de, yayımı tarihinden üç ay sonra
yürürlüğe girmesinin sebebi de burada faaliyet gösteren firmalara intibak
sağlamak amacı iledir.
Serbest Bölgeler Genel Müdürlüğü yeni bir uygulama başlatmıştır,
bir planlama yapmaktadır daha doğrusu, serbest bölgelerimizin artık
ihtisaslaşması gerektiği yönünde bir çalışması vardır; doğru bir hareket bu.
Kocaeli ve Adana’da tersanecilik, Antalya’da mega yat,
medikal, Bursa’da otomotiv yan sanayisi, Ege’de havacılık yan sanayisi cazibe
merkezi hâline gelsin diye bir çalışma vardır. Biz de Mersin için tekstilin öne
çıkarılmasını arzu ediyoruz. Ayrıca, lojistik de önemli bir husustur, master
planı bitti, Dış Ticaret Müsteşarlığı, bu konuda desteğini sağlamıştır,
desteğinin artarak devam etmesini diliyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
ÖMER İNAN (Devamla) – Ve önümüzdeki dönemde serbest bölgelerin
tekrar cazip hâle gelmesi için hep birlikte, yani buraların depo olarak
kullanılmaktan çıkarılması, bölgelerin ihtisaslaşması, verimliliğe dayalı bir
büyümenin sağlanması açısından da yeni düzenlemelerin yapılması gerektiğini
düşünüyorum.
Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın İnan.
3’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Teklifin tümü üzerinde İç Tüzük Madde 86’ya göre lehte görüşünü
bildirmek üzere Kayseri Milletvekili Sayın Mustafa Elitaş. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, bir asıl, iki yürürlük ve yürütme maddesiyle
birlikte üç maddelik olan kanun teklifinin son noktasına geldik. Bu kanun
teklifini verirken amacımız, ifade ettiğimiz gibi, serbest bölgelerdeki
sanayicinin, yabancı sermayenin bu bölgede yapacağı yatırımlarla birlikte
Türkiye'nin ihracatına katkı sağlamak amacıydı. Bu binde 5’in binde 1’e
düşmesiyle birlikte, üç aylık sürenin niye ifade edildiğini, niye yasada sonra
uzatıldığını bir kısım arkadaşımızın hem konuşma metinlerinden hem Sayın Bakana
sorularından görüyoruz. Onu şu anlamda ifade etmeye çalışıyoruz: Serbest
bölgeye yurt dışından giren girişlerin tamamı binde 5 ücrete tabi. Şu anda
serbest bölgedeki bulunan, imalat için kullanılacak malzemelerin tamamı binde 5
ücreti ödenmiş vaziyette duruyor. Biz bu kanunun yürürlük tarihini, kanunun
yayımı tarihinden itibaren koyduğumuz takdirde mevcut binde 5 ödemişlerin bu
yayım tarihinden itibaren getireceklere karşı bir haksız rekabetle karşı
karşıya kalmalarını engellemek ve bir uyum süreci içerisinde sağlamak kastıyla
bunu yaptık.
Şimdi, değerli arkadaşlar, kanunun 1’inci maddesi üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan Yaşar Tüzün arkadaşımız buradan
şöyle ifade ediyor: “Bu kanun görüşülürken, kanunun teklif sahibi olan iki
milletvekili, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ile Ankara Milletvekili Reha
Denemeç üç saattir burada yoklar, ilgili bakan da burada yok. Sanki kanun bir
korsan kanun gibi çıkıyor, sorulan sorulara cevap vermiyorlar.” Bizim,
milletvekilleri olarak teklif verme hakkımız var ama sorulan sorulara cevap
verme hakkımız mümkün değil, ya komisyon sıralarında oturacağız, o konuda cevap
vereceğiz veya ilgili bakan o konuya cevap verecek. “Dolayısıyla, bu teklifin
kimlere çıkar sağladığında aslında kafamıza soru işareti geliyor.” diyor. Açık ve net ifade ediyoruz: Bu binde 5’lik olayın binde 1’e
düşürülmesiyle birlikte ortaya çıkan rakamın hiç kimseye menfaat sağlamak
amacıyla değil, serbest bölgede mevcut üretim yapanların ihracatını artırmak ve
serbest bölgede yatırım yapmak isteyen her kimse, Türkiye’den ve Türkiye
dışından her kimse yatırım yapmak gayreti içerisinde olan, serbest bölgede
yatırımını yapar ve bu yatırımla birlikte, binde 1’lik, serbest bölgeden
ihracat yapmak kaydıyla, tamamını ihraç etmek kaydıyla bu işten faydalanır.
Yine, bakınız, şu andaki Serbest Bölgenin Başkanıyla ilgili bir
bağlantı kurarak eleştiri yapıyor. “Başkan Memduh Büyükkılıç. Kim bu Memduh
Büyükkılıç? Melikgazi Belediye Başkanı.” diyor. Neymiş bu Memduh Büyükkılıç? Refah
Partisinden milletvekili olmuş, Fazilet Partisinde milletvekilliğini yapmış,
Fazilet Partisi belediye başkanı, arkasından AK PARTİ belediye başkanı. Memduh
Büyükkılıç öyle bir iş yapmış ki Kayseri’de bulunan büyük holdinglerden birine
bu arsaları peşkeş çekmek amacıyla, 7 dolar olan arsa fiyatlarını 5 dolara
düşürmüş. Şimdi, bakıyorum, Yönetim Kurulunda kimler var? Serbest Bölgenin
kuruluşu aşamasında ben de ilk adım atanlardan birisiyim ama serbest bölgelerin
tedricî kuruluş aşamasına girmesinden dolayı hissem de yok, Yönetim Kurulunda
da bulunmadım. Kim kurucu Başkanı? Cumhuriyet Halk Partisi veya Demokratik Sol
Partiden milletvekili aday adayı olan Sayın Faruk Molu ve uzun yıllar, hemen
hemen yedi sekiz sene Serbest Bölge Başkanlığını yaptı. Biz bundan alınmadık,
gücenmedik ve saygı duyduğum, gerçekten sanayiciliğine gıpta ettiğim,
Kayseri’de büyük bir şirketin başında olan bir kişinin Serbest Bölgenin başında
olması önemli bir şey.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Şu andaki Başkan kim?
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Şu anda Memduh Büyükkılıç, Melikgazi
Belediye Başkanı.
İki: Başkan yardımcısı kim? Hasan Ali Kilci. Öbür Başkan
Yardımcısı kim? Mustafa Boydak. Bunlar kim? Biri,
Ticaret Odası Başkanı, ilk okuduğum; öbürü, Sanayi Odası Başkanı.
Şimdi, Yaşar Tüzün Bey diyor ki: “Yönetim Kurulu, 7 dolardan 5
dolara indirmekle birlikte büyük bir holdinge peşkeş çekmiş.” 11 tane Yönetim
Kurulu üyesi var. Buradaki arkadaşlarımızın bir kısmı CHP sempatizanı,
bir kısmı MHP sempatizanı. Bu arkadaşları töhmet altında bırakmaya hiç kimsenin
hakkı yok.
Melikgazi Belediye Başkanı AK PARTİ’li belediye başkanı olabilir
ama Sanayi Odası, Ticaret Odası Başkanının Yönetim Kurulu üyesi olduğu… 7
dolardan değil, 8 dolardan 5 dolara düşürülmüş fiyat, onu da söyleyeyim. 8
dolar olan fiyatı sanayicinin imkânlarına sunabilmek amacıyla, fiyatları 8
dolardan 5 dolara düşürmüşler. Bunun, sanayicinin önüne, biraz önceki
yaptığımız binde 5’lik olayın binde 1’e düşürülmesiyle ne farkı var? Sanayiciye
teşvik değil mi? Sanayiciye çok büyük arsalar vererek, çok yüksek fiyatlarla
arsaları verip onların öz sermayelerini sadece toprağa…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – …yatırmak yerine istihdam için makine
ve teçhizata kaynak aktarmasına fırsat vermekten daha güzel ne olabilir? Bunun
eleştirilmesinden, altında başka bir şey aranmasından ne anlam çıkarılabilir?
Bakınız, diğer Yönetim Kurulu üyelerini de okuyorum: Mehmet
Uzandaç, sanayici, bu bölgede yatırımı olan birisi; Mustafa İncetan, Halit
Özkaya, Halit Karslıoğlu, Osman Köseoğlu, Ahmet İlgü, Ergün Bilen, Mahmut
Özbıyık. Bunlara arkadaşlarımız tutanaktan bakarlarsa hangi partilerin sempatizanı olduklarını ve bunların birlikte verdikleri
kararla birlikte hiç kimseye peşkeş çekmediklerinin, eğer varsa bu töhmet
altında bırakmanın haksızlık olduğunu ifade ediyorum.
Onun için, değerli arkadaşlar, Kayseri’de iki tane holding var,
benim bildiğim ve bunlar da hizmet ediyorlar. Yanlarında, benim bildiğim,
holdinglerden birisi 15 bin kişi istihdam ediyor ve onlardan da gurur
duyuyoruz, keşke on tane holding olsa. Bunlara bu fiyatların düşürülmesi peşkeş
değil ülkeye hizmettir.
Yasanın hayırlı olmasını temenni ediyor, hepinize saygılar
sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Elitaş.
İç Tüzük madde 86’ya göre teklifin aleyhinde görüşünü belirtmek
üzere Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 446
sıra sayılı Yasa Teklifi’nin sonuna geldik. Bu yasa teklifinin oylamasından
önce, aleyhte olmak üzere oyumun rengini belirtmek üzere söz almış bulunuyorum.
Biraz önce, Sayın Başkan “Ben saymıyorum, yanımdaki Divan
Kâtipleri sayıyor.” dedi. İç Tüzük’ün 141’inci maddesine göre, Sayın Başkan ve
Kâtip Üyeler tarafından yapılabilir; bir.
İkincisi: Anayasa’nın 96’ncı maddesine göre, karar yeter sayısını
aramak Meclis Başkanının görevi. Anayasa’nın 96’ncı maddesine göre der ki:
Türkiye Büyük Millet Meclisi üçte birle toplanır. Toplantıya katılanların salt
çoğunluğu ile karar verilir ve her hâlükârda karar yeter sayısı dörtte birinin
bir fazlasından az olamaz. Bu, açık, net Anayasa hükmüdür. Anayasa’ya sadakat
yemini etmiş olan herkesin buna riayet etmesi lazım. Yani, bizim burada karar
yeter sayısını istememiz önemli değil. Daha önce de biz bunu uygulamıyorduk,
yani diyorduk ki Meclis Başkanlık Divanı Meclis çalışmasına sekte vurmasın diye
ama Sayın Başkan, maalesef, buradaki Divan Üyesi arkadaşlarımız da AKP’li
olduğu için, biraz da seçim de yaklaştığı için, şimdi seçimde, işte, karar
yeter sayısı olmadığı hâlde yoktur dedikleri takdirde… Zaten maalesef,
milletvekilleri bağımsız hareket etmiyorlar. O bakımdan, yani Başkanlık
Divanında sizin saymanız lazım. Şimdi, maalesef, dün de iki defa karar yeter
sayısı yoktu, yine şey dediniz.
Şimdi, değerli milletvekilleri, ben AKP’yi iyi tanıyorum, Turgut
Özal’ı da iyi tanıyorum, rahmetli. Şimdi, bu Turgut Bey -rahmetli oldu- diyordu
ki: “Ben zengini çok severim.” 1985 yılında, bu Serbest Bölgeler Kanunu onun
zamanında geldi. O zaman da karşısındayım. Niye karşısındayım biliyor musunuz?
Şimdi, arkadaşlar, Türkiye’de nedense hep zenginlere, holdinglere,
vergi vermeme durumu getiriliyor. Şimdi, serbest bölgelerde, işte, arsalar
bedava -aşağı yukarı bedava seviyesinde- orada çalışan insanlar gelir vergisi
ödemezler, kurumlar vergisi ödemezler, birçok kaçakçılık da olur bu bölgelerde,
yani çok kaçak mal da girer çıkar, hatta burada da çalışan yabancı uyruklu
kaçak işçiler var, bunların hiç kayıtları da olmaz. Dolayısıyla buranın eğer
sağlıklı bir maliye incelemesini yaparsanız…
Mesela, işte, burada teklif sahibi diyor ki: Efendim, burada 24
milyar dolarlık bir işlem yapılmış, bu 24 milyar doların ancak yüzde 23’ü ihraç
edilmiş.
Şimdi, bu yüzde 23 uğruna yapılan kazanım Türkiye’ye neye mal
oluyor? Gelir vergisini ödemiyorlar, kurumlar vergisini ödemiyorlar, orada
çalıştırdıkları işçilerin vergisini ödemiyorlar. E, öte tarafta, vatandaş
geliyor, Türkiye'nin herhangi bir yerinde, hem işçisinin sigortasını ödüyor hem
gelir vergisini ödüyor, ihraç ediyor. O ihraçta, bir defa esas büyük
rekabetsizlik buradan kaynaklanıyor.
Şimdi, Mustafa Bey alelacele, hemen getirdi, verdi bu teklifi.
İşte, başlangıçta Başbakanlıktan tasarı olarak gelmiş, nedense son anda bu
tasarıdan vazgeçilmiş, teklif hâline gelmiş. Biraz Mustafa Bey de zengini
sevdiği için, çıktı buraya… Kendisinin de şimdiye kadar bu Genel Kurulda bir
işçi lehine, bir emekli lehine, ekonomik yönden zor durumda olan kişilerle
ilgili bir teklif verdiğini görmedim. Daha ziyade…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sen de zenginler safına girdin ama seni
sevip sevmeyeceğim meçhul.
KAMER GENÇ (Devamla) – Neyse, şimdi sen çıkar bana cevap verirsin.
Ondan sonra, her getirdiği… Yani, özellikle, burada imar affını
getiriyorsunuz, vergi affını getiriyorsunuz, işte, hayalî ihracatçıyı affetmeyi
getiriyorsunuz. Dolayısıyla, bu sabıkanızı da bildiğim için, son anda burada
verdikleri önergeden dolayı, sizin getirdiğiniz bu şeylerin altında bir hinlik
aramak bizim doğal hakkımız, çünkü bizde kayıtlı siciliniz pek parlak değil.
Burada geçmişte de gece yarısı verilen önergelerle kimlere
devletin ne kaynaklarının aktarıldığı, Unakıtan zamanında yapılan bu hayalî
ihracatlar sonunda çıkarılan bir günlük yönetmeliklerle, işte, bu tavuk
yemlerinde, kümes yemlerinde ne kadar vergi kaçakçılığı yapıldığı hep
ortadayken, tabii ki biz burada muhalefet olarak sizin getirdiğiniz kanun
tekliflerine gönül rahatlığıyla oy veremiyoruz. Ayrıca, Hükûmetiniz zamanında Türkiye Cumhuriyeti devleti de büyük
bir tahribata uğradı, gerek içte gerek dışta.
Şimdi, Tayyip Bey çıkmış, grupta diyor ki: “Efendim, uluslararası
kuruluşlar diyor ki: 2010 yılında Türkiye krizi en rahat atlatacak ülke.” Yahu,
bir görelim bakalım.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Bekle, göreceksin. 2010’un daha
13’ündeyiz bugün.
KAMER GENÇ (Devamla) – “En büyük büyüyecek ülke.” E, bir görelim
bakalım. Peki, büyümedi ve krizi atlatmadı, ne olacak? Kendisi istifa edecek
mi?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
KAMER GENÇ (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; onun
için, maalesef, Türkiye’yi yöneten insanların ciddiyet içinde gösterdiği ne bir
tavır var ne bir düzenleme var. Devletin kurumları birbirine vuruluyor. Yargı
yok ediliyor. Ondan sonra, Yargıtay Başkanı “Alev bacayı sarmış.” diyor.
Yargıtaydan dosyalar çıkmıyor; 1,5 milyon dosya sırada bekliyor. Öte tarafta
Yargıtayda üyeler seçilmiyor. Ondan sonra “Ben iktidarım, seçimle gelmişim,
bütün güç bende.” diyor. Yahu, sen kimsin kardeşim? Seksen altı senedir bu
memlekette iktidarlar gelmiş gitmiş. Sana iktidarı birileri…
AHMET YENİ (Samsun) – Millete “Kimsin?” diyemezsiniz! Millî
iradeye “Kimsin?” diyemezsiniz! Ağzından çıkanı kulağın duysun.
KAMER GENÇ (Devamla) – Yahu, millî iradeye kimse karşı değil de
millî iradeyi hakkıyla temsil ederek bu makamlarda kalmak meselesi. İşte, şu
Hükûmetinizin içine düştüğü manzaraya bakın. Yahu, bir defa, bu Meclise gelip
de burada sorulara cevap verecek gücü kendisinde bulmayan bir Hükûmetin ben
neyine güveneceğim ya?
ALİ TEMÜR (Giresun) – Sen soru sor. Aynı şeyleri tekrarlama, soru
sor.
KAMER GENÇ (Devamla) – Dolayısıyla, burada hep Meclisten kaçan,
Meclisin karşısına gelmeye yüzü olmayan bir Bakanlar Kurulunun…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, karar yeter sayısı istiyorum.
BAŞKAN – Karar yeter sayısını arayacağım.
Teklifin tümünün oylamasını elektronik cihazla yapacağım.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Kâtipler arasında anlaşma yoksa
elektronik cihazla yapın Sayın Başkan.
BAŞKAN – Oylama için üç dakika süre veriyorum.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Karar yeter sayısı vardır, teklif kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır;
hayırlı olmasını diliyorum.
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 17.48
ALTINCI OTURUM
Açılma Saati: 18.03
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral
AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ
(Konya), Gülşen ORHAN (Van)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
47’nci Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.
4’üncü sırada yer alan, Üniversite ve Sağlık Personelinin Tam Gün
Çalışmasına ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
başlayacağız.
4.- Üniversite ve Sağlık
Personelinin Tam Gün Çalışmasına ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu
(1/715) (S. Sayısı: 418) (x)
BAŞKAN – Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada.
Komisyon raporu 418 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince bu tasarı İç
Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında görüşülecektir. Bu nedenle, tasarının tümü
üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra
bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı
oylanacaktır.
Tasarının tümü üzerinde söz isteyen, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Ankara Milletvekili Sayın Tekin Bingöl. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA TEKİN BİNGÖL (Ankara) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 418 sıra sayılı, üniversiteler ve sağlık personelinin tam gün
çalışmasıyla birlikte, bazı kanunlarda değişiklik yapan tasarının tümü üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla
selamlarım.
Görüşmekte olduğumuz tam gün çalışma uygulaması, cumhuriyet tarihi
boyunca farklı dönemlerde, farklı anlayışlarla üç kez uygulamaya konmuştur.
Bunlardan bir tanesi, Doktor Refik Saydam döneminde koruyucu sağlık
hizmetlerinde çalışan sağlık personelini ilgilendiren düzenlemedir. İkincisi,
1965 yılında askerî hekimlere uygulanan ve daha sonra kamu hastanelerinde
çalışan hekimleri de kapsamına alan uygulamadır. Bu uygulama bir süre sonra o
günün koşullarındaki birtakım olumsuzluklar, hekim sayısı ve hekim dağılımı
nedeniyle yürürlükten kaldırılmıştır. Nihayet 1978 yılında, yeniden, sağlık
çalışanlarının tam gün çalışmasıyla ilgili bir yasal düzenleme yapılmış ve 1979
yılında bu yasa yürürlüğe konmuştur, ama maalesef 1979 yılında yürürlüğe konan
bu Tam Gün Çalışma Yasası 12 Eylül askerî darbesiyle birlikte ancak bir buçuk
yıl yürürlükte kalabilmiş, daha sonra Konsey kararıyla yürürlükten
kaldırılmıştır.
Değerli milletvekilleri, ilk iki uygulamayı bir tarafa bırakırsak,
1979’daki uygulama ile aradan geçen otuz yıl sonrasında günümüzü
kıyasladığımızda çok önemli değişikliklerin olduğunu görürüz. Bu en önemli
değişikliklerden bir tanesi personel sayısındaki değişikliktir. O gün için
Türkiye’de 10 tıp fakültesi varken bugün tıp fakültesi sayısı 60’lara
ulaşmıştır ve hekim sayısı da nüfus artışının çok çok üzerindeki sayılara
ulaşmıştır.
(x) 418 S. Sayılı Basmayazı
tutunağa eklidir.
Yine en önemli gelişme, 1979 yılında hekimlerin seçenekleri sadece
özel muayenehane ile kamu kurumu arasında sıkışıp kalmışken bugün çok farklı
seçeneklerinin olduğu bir gerçek. Bugün, farklı büyüklüklerde, değişik
uygulamalar yapan özel sağlık kuruluşları hepinizin malumu. Bu kuruluşlar
laboratuvarlar, klinikler, yan dal merkezleri, özel hastaneler ve özel tıp
merkezleri şeklinde sınıflandırılabilir.
Yine, vakıf üniversiteleriyle özel üniversitelere bağlı tıp
fakülteleri ve bunlara bağlı hastaneler de hekimlerimiz için yeni farklı
seçenekler olarak önümüzde durmakta.
Değerli milletvekilleri, bu farklı seçenekler ve sağlık personeli
sayısına baktığımızda, bugün için çıkarmak durumunda olduğumuz tam gün çalışma
yasasının son derece önemli düzenlemeler ihtiva etmesi gerekmektedir. Zira, bugün sağlık çalışanlarının hemen tamamının çok ciddi
sorunları olduğu malumunuz.
Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak ilkesel anlamda tam gün
çalışmayı uygun bulmaktayız, olumlu karşılamaktayız. Bizim tam gün çalışmaya
sıcak bakmamızın en önemli unsurlarından bir tanesi yurttaşlarımızın sürekli,
nitelikli, kalıcı, yaygın ve ayrımsız bir sağlık hizmetinden yararlanması
amacının güdülmesidir. Yine, parti programımızda da sürekli ve nitelikli sağlık
hizmetlerinin sunulması adına tam gün çalışma planlanmaktadır. Bütün bunlar
sağlık çalışanlarının tam gün çalışmasının hayata geçirilmesi noktasında ciddi
düzenlemeleri gerektirmektedir.
Değerli milletvekilleri, bugün, Türkiye’de çalışan sağlık
emekçilerinin hemen tamamının çok ciddi sorunları vardır. Örneğin,
hekimlerimizin emeklilik sorunları vardır, almış oldukları emekli maaşları
maalesef çok cüzi oranları teşkil etmektedir; bu, sadece maaşlarının emekliliğe
yansıtılmasından kaynaklanmaktadır. Oysa, bildiğiniz
gibi, kamu kurumlarında ve üniversite hastanelerinde çalışan hekimlerin çıplak
maaşlarının dışında başka ek ödenekleri de vardır; döner sermayeden,
performanstan da birtakım ek ödenekler almaktadırlar ama bunların hiçbir tanesi
emekliliklerine yansıtılmamaktadır.
Bu tasarı Komisyonda görüşülürken bir miktar düzenlemeler
yapılmıştır ama maalesef emeklilikle ilgili yapılan bu düzenleme sadece ve
sadece yeni göreve başlayanları yakından ilgilendirmektedir. Oysa,
şu anda kamu kurumlarında ve üniversitelerde çalışan hekimlerimiz bu
düzenlemeden maalesef yararlanamamaktadırlar.
Değerli milletvekilleri, bu emeklilik sorunu sadece kamuda çalışan
hekimlerimizi ilgilendirmemektedir. Aynı şekilde, özel sağlık kuruluşlarında ve
vakıf üniversitelerinde çalışan hekimlerimiz de bu durumdan son derece
muzdariptirler. Zira, bu hekimlerimiz sigorta
kapsamında çalıştıkları için ve emeklilik dönemlerinde yıllık sigorta
primlerinin ortalaması alındığında, aldıkları emekli maaşları çok komik
rakamlara ulaşabilmektedir. Örneğin, bazı hekimlerimiz 750-800 liralık bir
emekli maaşına mahkûm edilmektedirler ama kamuda ve üniversitede çalışan
hekimler emekli olduğunda da 1.200 ile 1.260 Türk lirası civarında bir emekli
maaşı almaktadırlar.
Bu tasarıda yapılan birtakım düzenlemeler ve iyileştirmeler sadece
ve sadece döner sermaye gelirlerine endeksli olarak yapılmaktadır. Bizim,
tasarı Komisyonda görüşülürken ve sonrası süreçte ısrarla vurguladığımız bir
konu çok önemli değerli milletvekilleri. Bu tasarı çıkarılacaksa, yapılan
düzenlemeler ve Genel Kurulda da yapılacak iyileştirmelerin hayata geçirilmesi
için mutlaka ve mutlaka genel bütçeden katkı sağlanma zorunluluğu vardır. Aksi
takdirde sadece döner sermaye gelirleriyle yapılacak düzenlemeler bu tasarının
hayata geçirilmesinde ciddi zorluklar ortaya koyacaktır.
Bakınız, Maliye Bakanlığı eliyle, son dönemlerde, devlet
hastanelerindeki döner sermaye gelirlerinde ciddi azalmalar olmuştur. Yine, bu
tasarı kapsamında üniversite hastanelerinde özel muayene ve ameliyatlar
sonlandırılacağı için üniversite hastanelerinin döner sermaye gelirlerinde de
ciddi azalmalar söz konusu olacaktır. Eğer çok olumlu, birtakım, döner
sermayeyi artırıcı düzenlemeler yapılmazsa zaten mevcut döner sermaye
gelirleriyle ayakta durmaya çalışan üniversite hastaneleri ve eğitim hastaneleri
önemli sıkıntılar yaşayacaktır. Buradaki düzenlemelerin tamamı sadece ve sadece
döner sermaye gelirlerine endeksli düzenlemelerdir. Bu düzenlemelerle bu
tasarının ciddi anlamda uygulanabilirliği maalesef söz konusu değildir.
Değerli milletvekilleri, aslında, üniversitelerin ve eğitim
hastanelerinin döner sermayeleri çok daha farklı anlamlarla kullandırılabilir.
Tıp fakültesinde okuyan öğrencilerin son sınıfta çok ciddi bir şekilde
meşakkatli bir eğitim sonrasında intern dönemde veya staj yaparken
stetoskoplarını, tansiyon aletlerini bile kendi harçlıklarından almaları çok
manidar bir örnektir. Oysa döner sermayeyle bunların karşılanması
sağlanabilirdi, fakat bırakınız bunların karşılanmasını, döner sermaye şu anda
ihtiyaçlarını gideremeyecek noktadadır. Zira, bugün
birtakım sosyal güvenlik kurumlarından geri dönüşler birkaç ay sonrasına
yayıldığı için, nakit akışlarında bile güçlük çeken döner sermaye,
üniversitelerde ve döner sermayeye bağlı eğitim hastanelerinde ciddi anlamda
sıkıntı yaşamaktadır. O nedenle mutlaka ve mutlaka Maliye Bakanlığının burada
taraf olması ve genel bütçeden kaynak aktarma zorunluluğu vardır.
Değerli milletvekilleri, bu tasarı kapsamında yeni bir düzenleme
yapılmaktadır. Hastaneler sınıflandırılmakta, çalışan hekimlerin bu sınıflar
içerisinde hizmet görmeleri sağlanmaktadır.
Yine bu tasarı kapsamında kurumlar arası kısmi görevlendirmeler
yapılmakta, buna uygun düzenlemeler yapılmakta, ama gelin görün ki özel sağlık
kuruluşlarında ve özel muayenehanelerde çalışan hekimler için kısıtlamalar
getirilmekte, sadece çalıştıkları kurumlarda hizmet vermeleri
sağlanabilmektedir. Bir yandan uzman hekimin azlığından bahsederken, hekimlerin
iş gücünden çok daha fazla yararlanmanın önünün kesilmesi anlaşılır gibi
değildir. Oysa, hem uzman hekim azlığı hem özellikle
yan dal uzmanlıklarındaki açıklar nedeniyle, bu, serbest çalışan hekimlerin
farklı kurumlarda çalışmasının önünün açılması hem hastanın hekimini seçme
özgürlüğü açısından hem de iş gücü açısından önemli yararlar sağlayacaktır.
Bu tasarıdaki önemli uygulamalardan bir tanesi zorunlu mesleki
sigortadır. Bu, olumlu bir gelişmedir; bu, ciddi yararlar sağlayacaktır.
Özellikle tıbbi hatalar söz konusu olduğunda, hekimlerimizin hem çalıştıkları
kurum hem de o şahıslar nezdinde ciddi anlamda maddi ve manevi yükümlülükleri
söz konusudur. Şimdi bu zorunlu sigortayla hekimlerimiz önemli ölçüde rahat
nefes alabilmekteler, ama gelin görün ki aynı sorumluluğa sahip yardımcı sağlık
personelinin bu haktan faydalanmamaları ciddi bir eşitsizlik sorunu
yaratacaktır. Düşünün ki o tıbbi hataya maruz kalan ya da sorumlusu olan hekim
bu anlayışta rahatlamaya kavuşturulmakta, ama aynı sorumluluğu taşıyan sağlık
çalışanları bu haktan mahrum edilmektedir. O nedenle, Genel Kurulda bunun da
düzenlenerek, sağlık çalışanlarının da bu kapsama alınmasında çok önemli yarar
görmekteyiz.
Değerli milletvekilleri, kurum hekimlerinin, bildiğiniz gibi,
mütevazı ücret aldıkları hepinizce malum. Ama bu düzenlemede kurum hekimleri
ile belediye hastanelerinde çalışan ya da mahallî idarelerde çalışan hekimlerle
ilgili ciddi düzenlemeler maalesef yapılamamaktadır. Komisyonda iş yeri
hekimliğiyle ilgili kısmi bir iyileştirme, kurum hekimleri ve belediye
hastanesindeki hekimlerle ilgili bir düzenleme yapılmışsa da iş yeri hekimliğinin
kurum hekimleri tarafından yapılması son derece güçtür. Zira,
mesailerinin tamamını belediye hastanelerinde ve kurum hastanelerinde geçiren
hekimlerin ayrıca iş yeri hekimliği yapmaları son derece güçtür. Kaldı ki, o
kurumda çalışan hekimlerin ya da o belediye hastanesinin bulunduğu yerlerde
uygun iş yeri hekimliğinin olmaması da iş yeri hekimliğini yapmamalarını
beraberinde getirecektir. Dolayısıyla, kurum hekimlerinin mutlaka ücretlerinin
iyileştirilmesi için “sağlık tazminatları” adı altında yeni bir düzenlemeye
zaruret vardır. Bunun da mutlaka Genel Kurul tarafından dikkate alınması
gerekmektedir.
Değerli milletvekilleri, bu tasarı yürürlüğe girdikten sonra bazı
maddelerinin uygulama tarihleri farklı farklı hayata geçirilecektir. Takdir
edersiniz ki, özellikle son dönemlerde özel muayenehane sayılarında ciddi
azalmalar söz konusu olmuştur. Bu azalmaların temel nedenlerinden bir tanesi
özel sağlık kuruluşlarıyla rekabet içinde olan özel muayenehanelerin…
Vatandaşlar tarafından; bütün işlemlerinin aynı çatı altında yapılması
nedeniyle özel hastanelerin tercih edilmesi, yine bu özel hastanelerin Sosyal
Güvenlik Kurumuyla anlaşma yaparak ödemelerin bir kısmının Sosyal Güvenlik
Kurumu tarafından karşılanması ve özel muayenehane yerine özel sağlık kuruluşlarını
tercih etmeleri nedeniyle özel muayenehanelerin iş hacimleri ciddi anlamda
daralmıştır. Bu nedenle de bazı özel muayenehane işleten hekimler,
kendiliklerinden özel muayenehanelerini kapatarak ya çalıştıkları kamu
kurumlarında tam gün çalışmaya yönelmişler ya da özel sağlık kuruluşlarında
çalışmayı yeğlemişlerdir. Dolayısıyla, zaman zaman vurgu yapılan, kamu
kurumunda çalışan 24.725 uzman hekimlerin yüzde 77’sinin tam gün çalışmayı
tercih etmelerinin asıl nedenlerinden bazıları da bunlar olsa gerek.
Bu yasa yürürlüğe girdikten sonra, özel muayenehanelerini
kapatarak kamuda ya da özel sağlık kuruluşlarında çalışmayı kabul eden hekimler
için uygun sürelerin mutlaka verilmesi gerekmektedir.
Bakınız değerli milletvekilleri, bir iş yerini açmak son derece
kolaydır ama bir iş yerini kapatmak için ciddi sürelere ihtiyaç vardır. Vergi
mükellefiyetlerinin sonlandırılması, yerel yönetimlere karşı sorumluluklarının
sonlandırılması için ciddi süreler gerekmektedir. Sadece vergi dairesiyle olan
ilişkilerin sonlandırılması için, defterlerinin incelenmesi, karşı
kontrollerinin yapılması ve o defterlerin kapatılması için bir yıllık zorunlu
süre vardır. Yasa gereği bu süre mutlaka kullanılmaktadır ve o nedenle bu özel
muayenehane işleten hekimlerimize uygun sürelerin verilmesi zorunluluğu vardır.
Yine, burada çalışan, hekimlerimizin yanında istihdam ettikleri
personelin ciddi iş sorunları ortaya çıkacaktır. Özellikle günümüzde istihdamın
ve işsizliğin had safhada olduğu bu dönemde, sayıları 50 bine ulaşan bu tür
sağlık çalışanlarının önemli bir kısmının işsiz kalması ciddi bir sorunu
beraberinde getirecektir. Dolayısıyla muayenehaneleri kapatıldığında işini
kaybeden sağlık çalışanlarının da makul bir süre içerisinde yeni iş
olanaklarına kavuşturulmaları kendilerine tanınmalıdır.
Değerli milletvekilleri, aynı şekilde buralarda, çok ciddi bir
şekilde bu sağlık çalışanlarının kıdem tazminatı sorunları karşımıza
çıkacaktır. Muayenehaneleri kapatılırken yanlarında 2’den, 3’ten, 4’e varacak
kadar eleman çalıştıran muayenehane işletmecileri, bu personelinin kıdem
tazminatlarını ödemekle yükümlüdürler. Bunlar da o muayenehane sahiplerine
ciddi yük getirecektir. Dolayısıyla bunun da mutlaka göz önünde bulundurulması
zorunluluğu vardır.
Yine son dönemlerdeki tıbbi teknolojideki gelişmeler nedeniyle
tıbbi cihazların çok sık bir şekilde yeni versiyonlarının
çıkması ve muayenehanelerle özel sağlık kuruluşları arasında rekabet nedeniyle,
muayenehane işleten hekimlerimiz sıklıkla yeni cihazlar almak durumunda
kalmışlardır. Eğer bu tıbbi cihazlarla ilgili kolaylıklar sağlanmazsa, inanın
değerli milletvekilleri, bir süre sonra Türkiye'de “tıbbi cihaz mezarlığı” diye
bir sorunla karşı karşıya kalacağız. O nedenle özel muayenehanelerini kapatarak
kamuda ya da özel sağlık kuruluşlarında çalışmayı yeğleyen özel muayenehane
işletmecilerine makul sürelerin verilmesi, onların rahatlıkla iş yerlerini
kapatıp bu mükellefiyetlerinin sonlandırılması için süre tanınması zorunluluk
hâline gelmiştir.
Değerli milletvekilleri, beş altı ay önce Komisyonda yapılan
çalışmalar sonunda birtakım düzenlemeler yapılmıştır ama bu geniş süre
içerisinde sivil toplum örgütleri, meslek odaları, ilgililer bu tasarıyla
ilgili çok önemli araştırmalar yaparak ciddi sonuçlara varmışlardır. Görünen o
ki bu tasarı bu hâliyle kesinlikle sağlık çalışanlarının sorunlarını
çözmemektedir, sorunları daha da derinleştirmektedir. Bunun en somut örneği
değerli milletvekilleri, Türkiye'de var olan altmış dört tabip odasının
-içerisinde çok farklı siyasi düşüncelere sahip olanlar olmasına rağmen-
tamamının Türk Tabipler Birliğiyle ortak eylem kararı almaları ve ortak tavır
belirlemeleridir. Yine Türkiye'de var olan, birçoğunun isminin dahi kamuoyunca
ilk defa duyulduğu yetmiş beş adet uzman derneğin de tamamının, farklı
düşünceye, farklı anlayışa, farklı uygulamaya sahip olan bu derneklerin de
tamamının tabip odalarıyla birlikte ortak ses, ortak tavır koyma kararlılıkları
bu sorunların çok ciddi noktalarda olduğunun en somut göstergesidir. Bakınız,
bugün basın toplantısı yapan bu tabip odalarının tamamı ve uzman derneklerinin
tamamı, Türkiye'de ilk defa, bir araya gelerek, farklı siyasi görüşlere mensup
olmalarına rağmen bir araya gelerek ortak tavır koyma zorunluluğu içerisine
girmişlerdir.
Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi, sağlık
çalışanlarının bu sorunlarına kulak vermek zorundadır. El birliğiyle bu
sorunların çözülmesi için bu Genel Kurulda ciddi çalışmalar yapmak zorundayız.
Eğer sadece ve sadece döner sermaye gelirlerine endeksli olarak bu
düzenlemeleri yaparsak, inanın, bu yasa yürürlüğe girdikten bir süre sonra,
bundan önce uygulamaya konulan üç Tam Gün Çalışma Yasası gibi, belki bir süre
sonra yürürlükten kaldırılmak durumunda kalacaktır. Çünkü,
hizmet verenlerin tamamının içine sinmeyen -kendilerini net bir şekilde bu
yasanın içerisinde görmedikleri takdirde- bu yasanın iş güvenliği sağlanmadan,
bu yasanın düzenlenmesi sağlanmadan hayata geçirilmesi, sağlık çalışanları
tarafından kabul edilmeyecek bir yasa olarak önümüzde duracaktır.
Aslında yapılması gereken sadece ve sadece, bu Genel Kurulda,
parti olarak bizim, diğer muhalefet partililerin, iktidar partisi
milletvekillerinin de iyi niyetle, yapıcı bir anlayışla yaklaşım göstererek
vermiş olduğumuz önergelerin dikkate alınması ve bu önergelerin, değişiklik önergelerinin
mutlaka ciddiye alınarak yeni düzenlemenin yapılmasından geçmektedir. Ben,
Sayın Bakanın, Komisyonun ve siz değerli milletvekillerinin, bizim
arkadaşlarımızla birlikte size sunacağımız bu değişiklik önergelerini ciddiye
alacağınızı düşünmekteyim. Aksi takdirde, bu önergelere, sadece, “muhalefetin
verdiği önerge” anlayışıyla bakıldığı takdirde bu yasa tasarısının ciddi
sorunlarla çıkacağı kaçınılmaz bir gerçek olarak önümüzde duracaktır.
Değerli milletvekilleri, dışarıda, sağlık çalışanlarının hemen
tamamının, özellikle de yardımcı sağlık personelinin çok ciddi talepleri vardır
ama bunların hiçbir tanesini maalesef bu tasarıda düzenleme şansına sahip
olamadık.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
TEKİN BİNGÖL (Devamla) – Bu bir fırsat.
Genel Kurulda, bizim de sıcak baktığımız bu tam gün yasasının
ideal hâle getirilmesi hâlinde ciddi anlamda yürürlüğe girebileceği ve
vatandaşlarımızın bu yasadan azami ölçüde faydalanabileceğini düşünüyorum.
Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bingöl.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Kırıkkale Milletvekili
Sayın Osman Durmuş. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına üniversite ve sağlık
tam gün yasasıyla ilgili söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri “Bakanlık, kısmi statüde çalışan
hekimlerin mesaisine ihtiyaç duyduğu için, onların da tam gün çalışmasını
istediğinden dolayı bu yasayı getirmiş.” diye düşünüyor olabilirsiniz. Bu
konuda sizleri doğru bilgilendirelim: Sağlık Bakanlığı hastanelerinde kısmı
statüde çalışan hekimler, sabah 8.00-akşam 16.00 arasında çalışmak zorundadır.
Yeni getirilen yasada sabah 8.00-akşam 16.00 arasında çalışmak zorundadır.
“Peki, farklılık nedir?” diyeceksiniz. Fark şu: Mesaisi bittikten sonra
hekimler dışarıda, iş yerinde hasta muayene edemez, ameliyat yapamaz. Neden? Bu
hekimlerin muayenehanesi varken de saat 16.00’ya kadar çalışıyorlardı. Ne
değişti? Muayenehanesi olmayan hekimler ve Bakanlık rahatsız. Enjeksiyondan
dolayı çocuk rahatsız olabilir; epilepsi hastası, hastalığını bilen ve ona ilaç
yazan doktordan nefret edebilir, o psikolojiyi anlıyorum ama ancak kendisi de
hekim olan bir bakanın, bir yasayı getirirken gerekçeleri arasına hekim
düşmanlığını içeren cümleleri yerleştirmesine anlam veremiyorum. Aynı mesaide
çalışan, ancak muayenehanesini kapatıp kira vermeyen, 2 personeli çalıştırmayan
ve ortalama ayda 8 milyar vergi vermeyen hekime devlet bu tavrı için 6 milyar
ek ücret ödeyecek. Kiralar, personel maaşı ve vergilerle birlikte 25 bin
muayenehane, hekimin devlete verdiği 150 trilyon vergi ve şahıslara verdiği
maaşlar ekonomik piyasadan çekilecek. Muayenehanedeki alet ve cihazlar hurdaya
gidecek. O hâlde bu yasanın adı “tam gün çalışma yasası” değil, “yarı gün
sadece kamuda çalışma yasası” olmalıdır. Ekonomik olarak iktidardan bağımsız
doktor ve eczacıya tahammülleri yok. “Serbest çalışan hekim SGK ile anlaşmalı
hastanede hasta muayene edemeyecek, ameliyat yapamayacak.” şeklinde yasa
tasarısı gelmişti. Kurum doktorları niçin muayenehane açamıyor? Yatağı yok,
hastanesi yok, istismar imkânı yok, hastayı istismar edemez, niçin muayenehane
açamayacak? Bu, Anayasa ihlalidir. Bir meslek mensubu, serbestçe iş yeri açıp
kendi mesleğini icra etmekten men ediliyor.
Sayın Erdoğan’dan inciler: “Bu hizmeti, bir yerde, milletin hayır
dualarını almak için yapma anlayışıyla sürdürmek lazım. Tam
gün yasasının altında yatan gerçek bu. Bu tasarının amacı halkımıza
yüksek standartta, kaliteli sağlık hizmeti vermek ve sağlık çalışanlarına yeni
imkânlar sunmak. Maaşına zam yok, döner sermaye varsa, alır. Bu konudaki itirazlar
son derece yersiz ve hakkaniyetten uzaktır.” E senin çocuklarının, eşinin hayır
duaya ihtiyacı yok mu? Ticari hayattan çekip hayır kurumlarında çalıştıracak
mısın? Yok.
Değerli milletvekilleri, muayenehane, 60 bin civarında istihdam
sağlanması, buna paralel ticari ve ekonomik güç, tıbbi malzeme kullanımı ve
yılda 2 milyon 500 bin hasta yükünün paylaşılmasıdır. Kanun gerekçesinde “kamu
hastalarının özele taşınması veya kamu yatağının özel muayene yoluyla
pazarlanması” olarak açıklanmaktadır. Hasta istismarını, kamu yatağının
istismarını yönetmeliklerle pekâlâ önleyebiliriz. Bir kısım hekimin tavrını tüm
muayenehane hekimlerine mal ederseniz yanlış yaparsınız. Bu hazırlanan kanun
istismarı önlemekten yoksundur zaten. İstismarı önlemek isteyenler, denetimleri
kaldırdılar. Antalya’da denetim yapan, SGK adına, SSK adına denetim yapan 29
hekimi aynı anda sürgüne tabi tuttular. Yolsuzluk AKP’ye tahsisli! AKP’liyle
ilgili yolsuzluğu yazdığınızda müfettiş olarak görevden alınabilirsiniz, tehdit
ve sürgün kaçınılmazdır.
1980 yılında çıkarılan Yasa’da… Mefruşat dükkânında hasta muayene
eden profesörlerimiz vardı, arkadaşının muayenehanesinde kürtaj yapan doktor,
üniversitede tam gün çalışırken kadın doğumcu eşinin muayenehanesinde kaçak
hasta muayene eden doktor, Siyami Hersek Hastanesinin
gelişmiş imkânlarını bırakıp kamu hastasını Balıklı Rum Hastanesine götüren
doktor örnekleriyle kötü örnekleri çoğaltabiliriz. Buna karşılık, tam gün
uygulanırken hastane lojmanında yatan diş hekimi varken, diş ağrısı için icapçı
çağrılan, kulak burun boğaz doktoru başhekim 30 bin lira maaş alırken 90 bin
lira icapçı parası alıyordu 1980 öncesi tam günde.
Peki, sizin performans diye getirdiğiniz uygulamaya bağlı olarak
dünyada annelerin yüzde 7’yle 10’u kürtajla öyle doğum yaparken, sizin
uygulamanızdan sonra kürtaj yüzde 40’lara çıkmış, kürtajla doğum yaptırıyorlar.
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET
ERDÖL (Trabzon) – Sezaryen, sezaryen…
OSMAN DURMUŞ (Devamla) – İnsanlarda apandisit kalmadı. Safra kesesi,
subakut apandisit adıyla, önüne gelen bir yer diskineziyle safra keseleri
gitti, apandisitler gitti, polip diye çoğu alındı safra keselerinin. Her önüne
gelen, her kiste meme biyopsisi, her nodüle ince iğne
biyopsisi yapıyor. Bu kadar endikasyonu zorlamanın nedeni ne olabilir? Daha fazla para almak. Yani, sizin uygulamalarınız, sadece
23 bin, 25 bin muayenehane hekiminin içinde bir kısım insanların yanlış tavrını
yeterli bulmuyor, tüm hekimleri, Sağlık Bakanlığı hastanelerinde çalışan tüm
hekimleri hastalarını istismar ettirerek para kazanmaya zorluyor. Bu suçtur,
ayıptır, onun için malpraktis kanununu, mesleki sorumluluk kanununu sonuna
kadar destekliyoruz.
Değerli milletvekilleri, 340 bin nüfuslu Düzce’de muayene edilen
hasta sayısı 776 bine çıkınca övünüyorsunuz, oturup ağlamanız gerekir. Dünya
ilaç kartellerine aktardığınız ilaç parası bütçenin iki yakasını bir araya
getirmiyor. Siz bu milleti hasta ettiniz, aç ve yoksul insanları ilaca boğduk
diye seviniyorsunuz. Bu yasada samimi değilsiniz.
Size akıl verenler… Akıl verenler deyince bu kitabı göstermeyi
gerekli görüyorum. TÜSİAD’ın 2004 yılında yazdırdığı kitap. Komisyon Başkanı
TÜSİAD üyesi, büyük bir zincir hastaneler grubunun da ortağı. 2,5 milyon
hastayı kapatacağınız muayenehanelerden, 2 milyon hastayı kapattığınız
polikliniklerden ve tıp merkezlerinden zincir hastanelere aktarmanızı sağlıyor.
İki ortak için yüz binlerce kişiyi işsiz bıraktınız.
Altı ay önce kadın doğum ve dâhiliye branşlarıyla
ilgili ilan verildiğinde 1 kişi ya müracaat ediyordu ya etmiyordu, şimdi
10’larcası müracaat ediyor. Bunları düşük ücretlerle zincir hastane
polikliniklerinde çalıştırabilirsiniz. Bu yasa, Dönüşüm Programı’nı yazan iş
adamlarına ucuz fiyatla çalışan doktor ve hasta bulma yasasına vesile
olmamalıdır.
Sayısal çoğunluğunuzla yasayı bu hâliyle çıkarabilirsiniz.
Sakıncalarını gidermek için verdiğimiz önergelerimizi, biraz evvel CHP
Grubundan konuşan arkadaşım da söyledi, desteklemenizi bekliyoruz. Bu
düzeltmelerin desteğiyle yasaya olumlu oy vermeyi düşünüyoruz.
Değerli milletvekilleri, biz MHP Grubu olarak tam süre çalışmayı
savunuyoruz. Siz tam süre çalışma süresini haftalık kırk beş saatten kısmi
statünün çalışma süresi olan kırk saate indiriyorsunuz. Hekimlerin yüzde 22’si
kırk saat çalışıyor diye tam günü gerekçe gösteriyorsunuz, sonra hekimlerin
yüzde 100’ünü kırk saate indiriyorsunuz, “Bizim derdimiz çalışma süresiyle
değil, serbest çalışmayı, muayenehaneyi yasaklamaktır.” diyorsunuz. Kanundan
doğan bir hakkı iki yılda bir izinle kullanan üniversitedeki hekimlerin
kazancına haset ediyor olamazsınız.
“2547 sayılı Yasa, öncelikle Millî Eğitim Bakanlığını ilgilendiren
bir yasadır. Niçin Millî Eğitim Bakanı, Millî Eğitim Komisyonu baypas
edilmiştir? Bu yasa oralarda niçin görüşülmemiştir? Üniversite ders saatlerini
ayarlamak için Sağlık, Çalışma ve Aile Komisyonunun görevi nasıl olabilir?”
tezinizle çelişmiyor musunuz? Sizi inandırıcı olmaya davet ettik, siz yine açık
veriyorsunuz. Gelin, bu yasayı kusurlarından arındırmak için alt komisyonda
inceleyelim ve ekim ayında daha makul bir yasa olarak getirin, biz de destek
verelim diye Komisyonda konuştuk. Alt komisyonda bazı düzeltmeleri gerçekten
yapabildik, bazılarını ise yapamadık. Genel Kurulun bu önergelerimize destek
vererek “yarı zamanlı kamuda çalışma yasası”nı gerçek Tam Gün Yasası’na
döndüreceğini umuyorum. Yapacağınız katkılar için şimdiden teşekkür ediyorum.
Değerli milletvekilleri, Tam Gün Yasası’nı savunan bir kişi olarak
oldukça iyi para kazandığım özel ameliyatlar yaptığım hâlde, 1985 yılında muayenehanemi
kapattım, tam gün çalışan üniversiteye gittim. Mesai dışı hasta muayenesi
yapmadım, hatta ameliyatlarımı da özel ameliyat olarak yazdırmadım. Bunları tam
gün uygulamalarını desteklediğim için söylüyorum. Acil çağrılarda şoför geç
geliyor diye evimi hastanenin bitişiğine taşıdım. Ancak şunu açık yüreklilikle
ifade edeyim ki istikrarsız demokrasi en çok hekimlere yük oluyor. 1980 Mayıs
ayına kadar tıp fakültesinde maaşım 37 bin lira; mayıs ayında ikinci ihtisasa
başladım, maaşım 25 bin lira; 12 Eylül Kenan Evren ihtilali maaşım 18 bin lira.
Tayin, sürgün, tehditler ise hekimler için işin tuzu biberi.
Değerli milletvekilleri, kutsal ve onurlu bir mesleğin sahibi
hekimleri bu kadar aşağılamak çok kolaycı bir yol olmamalıdır. Bir avukata
danışma ücretini vermeden herhangi bir bilgi alamazsınız. Hekimlerin paragöz
olduğunu, öküz sattıran olduğunu, hastanın cebinden elini çıkarmadığını söyleme
hakkı hiç kimseye verilmemiştir. Tam günü savunan biri olarak, muayenehane
hekimin yarını güvencesidir diyorum. Devletin zulmünden kaçan hekimler,
muayenehaneye gidip çalışarak çoluğunun çocuğunun nafakasını kazanma hakkıdır;
bugüne kadar kullanılmıştır, bugün elinden alıyorsunuz.
Anayasa’nın 48 ve 49’uncu maddesinin hekimlere tanıdığı bir hakkı
elinden alan bir husumet yasası olarak getirilen bu yasa teklifi, alt
komisyonda bazı düzeltmelerimizle, desteklenebilir bir yasa hâline
getirilmiştir.
Üniversite senatosunun iki yılda bir yetki verdiği hekimi altı ay
içinde muayenehanesini kapatmadığı için istifa etmiş sayacağız, diyoruz. Böyle
bir şey olabilir mi? Bu ne kin, bu ne nefret? Nereden geliyor? Senatonun
verdiği sürenin sonunda yeni bir izin vermemesi yönünde düzenleme getirirsiniz,
özerk üniversite senatosunun yetkisini gasbetmemiş olursunuz, ilgili madde üzerinde
konuşan vekilimizin de isteği doğrultusunda önergesine destek verirseniz
yasakçı bir görüntüden yasayı kurtarırsınız.
Hastanelerin Sosyal Güvenlik Kurumuyla anlaşma yapan-yapmayan
tasnifine gerek yoktur. Bütün hekimler ve hastaneler acil vakalara bakmak
zorundadır. O hâlde bütün hastaneler SGK’yla anlaşma yapmak zorundadır. Belki
gönüllü ameliyatlar için gitmez ama acil vakaların hepsi o hastaneye geldiğinde
bakılmadığı takdirde o hastane ve hekimler hakkında savcılarımız resen
soruşturma açar, Tabip Odamız hesap sorar.
Taşrada muayenehane hekimi yalnızsa, devlet hastanesinde acil
vakaya çağrıldığında ameliyat yapacak mı, yapmayacak mı? Yapmazsa meslek odası
ya da savcı yakasına yapışır.
Bugün hekimlere şiddet gösteriliyor, saldırıya uğruyorlar, hastane
bahçesinde vurulup öldürülüyorlar; başhekimler istifaya çağrılıyor, bırakmak
istemeyen Çorlu Devlet Hastanesi Başhekimini, AKP İlçe Başkanı bacağından
vurduracağını söylüyor. Bu kin ve nefreti anlamıyorum.
Her gün 2002 diyorsunuz, nefretinizi kusuyorsunuz. 2002’deki
Hükûmet, müsteşarınızı, şimdi milletvekili olan arkadaşımızı klinik şefi yaptı,
hatta Bakana Behçet Uz Hastanesinin Başhekimliğini vermeyi taahhüt etti. Sayın
Vekil “Bana vermediniz böyle bir şey.” diyor; Numune Hastanesi Endokrin
Kliniğine şefliği çıktı, Erzurum Üniversitesi Rektörü vermedi.
Biz, dün uzlaşmacı bir üslup sahibiydik, bugün doğrularınıza
destek veriyoruz, alt komisyonlarda görüşlerimizle kanunlarınıza destek
veriyoruz. Siz, doktor Süleyman’ın yerine Cebrail’i,
Cebrail’in yerine Mahmut’u atayarak ülkücüleri birbirine hasım ve düşman
yapacağınızı sanıyorsanız bu çirkin oyununuzu her biri artık biliyor. Sizde
zerre kadar insan sevgisi yok mu? Bu hile ve desiseleriniz bizim iyi
niyetimizle buz gibi eriyip gidecektir.
Yerinize gelecek arkadaşlarıma da buradan tavsiye ediyorum:
Mahkeme kadıya mülk değildir. Hukuk bir gün herkese lazım olur. Siz AKP’nin
yaptığını yapmayın, hukuktan ayrılmadan hakkınızı arayın.
Bu yasa bir kısım hekimleri huzursuz edecek ve sıkıntıya sokacak.
Bu huzursuzluğun hastane ortamına taşınmamasını diliyorum.
Basına yaptığınız “15 milyar maaş alacaklar.” açıklaması doğru
değil Sayın Bakan. Diğer meslek mensuplarını hekimlere düşman edeceksiniz.
Beyanatlarınız inandırıcı olmalı, olmayan ücretlerle her kesimi huzursuz
etmektesiniz. Komisyonda söz verdiğiniz döner sermaye gelirlerinin bir
bölümünün emekliye yansıyacağı sözünü Fikret Bila’ya yaptığınız açıklamada
yalanlıyor, “Maliye veya Hazine izin vermedi.” diyorsunuz. O zaman hekimlerin
ek göstergelerini artırarak emekli olduğunda sadakaya muhtaç hâle
getirilmemesini sağlamalısınız. Karakolda doğru söylüyorsunuz ama mahkemede
şaşıyorsunuz. Kesilecek primin miktarı emekliye yansımayı kolaylaştıracak düzey
ve duruma getirilebilir.
Yetmiş iki-yetmiş beş yaşındaki hocalarımız emekli maaşıyla
yoksulluk sınırında yaşıyorlar. Tıp merkezlerinde iş arıyorlardı; gözünüz
aydın, tıp merkezlerinin de çoğu kapanıyor, zincir hastanelerinize gün doğuyor.
Unutmayınız ki balyozlar sizi arabadan çıkarabilir ancak komadan çıkaramaz.
Unutmayın ki hepimize, her gün, her saat hekim lazım. Bu yasayla ortalama 25
bin hekime vergisiyle birlikte 6 milyar ödeme yapılsa -Bakan “17 milyar” diyor-
bütçeye 1 katrilyon 800 trilyon ek yük geliyor. 60 bin çalışan ve 25 bin
muayenehanenin vergi giderleri, kira ve stopaj dikkate alındığında 2 katrilyon
700 trilyon kayıp oluyor. Toplamda 4,5 katrilyon. Sarf malzemesi ve tıbbi
giderler de hesaplandığında 5,2 katrilyonluk bir bütçe yükü çıkıyor. Sosyal
güvenlik açıklarının 37 milyar TL’yi bulduğu ülkemizde bu para bütçede var mı?
Yok. Yoksa, 50 milyarlık açığa yeni açık olarak ilave
edilecek.
25 bin hekim saat 16.00’da mesaiyi terk ediyor. Haftada beş gün,
52 haftada -on gününü bayrama sayarsak 250 saat- 25 bin hekim 625 bin saat
çalışacak idi tam gün olsaydı. Buna karşılık bütün mesaileri 16.00’ya çektiniz.
Şimdi mesai kayıp saatimiz 1 milyon 875 saate ulaşmıştır. Başbakan “Hekim
sayısı az.” demiyor muydu? Adama sorarlar: “Bu ne perhiz, bu ne lahana
turşusu!” Bu noktadan bakınca bu yasaya, İngilizce söylerseniz “part-time
sadece kamuda çalışma yasası” diyebiliriz.
Bakanlık hekim ve muayenehane düşmanlığını bir an önce
unutmalıdır. Muayenehane hekimlerinin hastalık yükü kamu hastanelerinden,
Sağlık Bakanlığı hastanelerinden daha düşüktür. Çünkü muayene ücretinin nasıl
verildiğinin farkında olan hekim hastasını gereksiz tetkiklerle fazla
yıpratmıyor. Muayenehane hekimi laboratuvar tetkiklerini serbestçe sözleşmeli
laboratuvarlarda yaptığı hâlde, kamu hastanelerinin tetkikleri AKP’li yandaş
laboratuvarlarda yapıldığı için sınırsız tetkik istenmektedir, SGK’ya daha
pahalıya mal olmaktadır. Doğu ve Güneydoğu’da ise bu o bölgeye para aktarma
vesilesi oluyor.
YÖK Başkan Yardımcısı “Eğer tüm branşlarda
tam güne geçilecekse sağlıkta da geçilsin.” diyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, lütfen tamamlayın.
OSMAN DURMUŞ (Devamla) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Hukukçuların tam süreli çalıştığını nasıl kontrol edeceksiniz? Bir
hukuk bürosunda önde çalışan avukatların göründüğü çok yüklü ücretlerle dava
kabul ediyorlar. Perde arkasındaki savunmayı yapıp ücretini alan öğretim
üyesini görebilir misiniz? Kanun gerekçesinde eğitim kalitesini yükseltmekten
bahsediyoruz. Yeni kurulan üniversitelerde iki yıllık uzman, yardımcı doçent
uzmanlık eğitimi veriyor, önce bunu durdurun. Sağlık Bakanlığı hastanesinde on
yıllık deneyimi olmayan bir şeften başka kimse eğitim veremez, üniversitede bu
eğitim kalitesini düşürüyor.
Sağlık Bakanlığı uzmanlık eğitimi döneminde üniversitelerde
rotasyonların layıkıyla yapılmadığını biliyor. Bu konuda uzmanlık kurulu
harekete geçmeli ve üniversitenin bu eğitimleri, rotasyonları düzgün yapması
sağlanmalıdır.
Yandaşlarınızı sınavsız şef yaptınız, Anayasa Mahkemesi bozdu; siz
yine devam ettirdiniz. Şimdi, geride kalan şefler istifa etsin diye mi yasayı
savunuyorsunuz diyeceğim.
Yine Ankara Üniversitesi araştırma görevlisi talep ediyor. Madem
hekim açığınız var, bu üniversitelerin talep ettiği araştırma görevlilerini de
verelim diyorum.
Bu yasaya grubumuz olarak eksikleriyle, bozuk taraflarıyla destek
vermeyi düşünüyoruz, destek vereceğiz. Nasip olur iktidara gelirsek eksikleri
düzeltiriz, diyoruz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Durmuş.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Sayın
Sevahir Bayındır. (BDP sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 418 sıra sayılı Yasa Tasarısı’nın bütünü üzerine konuşmak
üzere Barış ve Demokrasi Partisi adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Sosyal devlet anlayışı, kişilere sadece temel hak ve özgürlüklerle
yetinmeyen, aynı zamanda, vatandaşların sosyal durumlarını iyileştirmeyi,
onlara insan onuruna yakışır bir yaşam şekli sunmayı ve sosyal güvenliğe
kavuşturmayı gerektirir. Ne yazık ki sağlığı sosyal politikanın önemli bir
öğesi olarak görmeyen Hükûmet, sağlık sisteminde de insan gücüne sığ olarak
yaklaşmakta. Geniş katılımla hizmeti zenginleştirmek yerine halkın sağlığını
kısır bir döngüye sokmaktadır. Hem sağlık hizmetlerinde hem de sosyal
güvenlikte “insan eksenli” yaklaşım yerini “para eksenli” yaklaşıma terk
etmektedir.
Türkiye’deki mevcut sağlık sistemimizde 1980’lerden başlayarak
günümüze kadar iyileştirmeler yapılması gerekirken tam aksine sistem bilinçli
bir şekilde kötüleştirilmiş, kamu sağlık kurumları çökertilmiş ve sağlık
çalışanlarının çalışma ortamları bozulmuştur. Sağlık başta olmak üzere tüm
hizmet alanlarında ucuz iş gücüne yönelme olmuş, kayıt dışı ve güvencesiz
çalışma yaygınlaştırılmıştır. Sağlık hizmetine ulaşmak zorunda olan
yurttaşlarımız kâr odaklı çalışan özel hastanelere müşteri olarak sunulmuştur.
AKP Hükûmeti, bütün olumsuzluklarını her alanda olduğu gibi sağlık alanında da
başarıyla sürdürmektedir.
90’lı yılların başında “reform”, 2003 yılı Haziran ayından
itibaren de “dönüşüm” kavramlarıyla adlandırılan ancak içeriği aynı olan
uygulamaların sonucunda Türkiye sağlık sisteminde köklü değişikliklere hep
birlikte tanık olmaktayız. Bugün de Meclis gündemine taşınan tam gün ve yine
sırada bekleyen kamu hastane birlikleri yasa tasarılarının, ülkemizin gerek
sağlık alanında gerekse diğer çalışma alanlarında yaşayan gelişmelerden
bağımsız olmadığını bilmek gerekmektedir. Bugün Mecliste görüştüğümüz bu yasa
tasarısı aslında bir torba yasası niteliğindedir, “tam gün” adına uygun
düzenlemeler yerine onlarca piyasacı düzenlemeyi beraberinde getirmektedir.
Değerli milletvekilleri, Sosyal Güvenlik Kurumu 2001 yılında
sağlık için toplam 4.576 milyon, 2008 yılında ise 25.346 milyon TL harcadığını
yayımlamıştır. Bu yedi yıllık süreçte aradaki farkın 5,5 kattan daha fazla
olduğu görülmektedir. Aynı yıllarda tedavi hizmetleri için yapılan harcama ise
1.799 milyon TL’dir. 7,56 kat olarak 13.957 milyon TL’ye yükselmiştir. Bu
yüksek miktardaki harcamalara karşın toplumsal sağlık düzeyinde iyileşme
olduğuna ilişkin herhangi bir bilimsel kanıt henüz ortaya konulmamıştır.
Bütün bu tablo, Sosyal Güvenlik Kurumunun tedavi edici sağlık
hizmetlerini “nerelerden aldığı” ya da “nerelerden almayı tercih ettiği”
sorularını aklımıza getirmektedir.
Özel sektörde hizmet satın almak için yapılan harcamanın hem
miktarı hem de payı yıllar içinde artış göstermiştir. Sosyal Güvenlik
Kurumunun, tedavi hizmeti satın almak için harcadığı paranın 2002 yılında yüzde
14’ü, 2008 yılında yüzde 31,4’üyle özel sektörden hizmet satın almayı tercih
ettiği görülüyor. Yıllar içinde özel sektörün payı yüzde 224 artış
göstermiştir. Aynı yıllarda Sağlık Bakanlığı hastanelerinden alınan tedavi
edici hizmetler için ödenen paranın payı yüzde 64,1’den yüzde 52,5’e,
üniversite hastanelerinden alınan tedavi edici sağlık hizmeti için ödenen
paranın payı ise yüzde 21,9’dan yüzde 16,1’e gerilemektedir. Sosyal Güvenlik
Kurumunun Sağlık Bakanlığı hastanelerinden aldığı tedavi edici sağlık
hizmetleri için yaptığı harcama, yıllar içerisinde yüzde 18, üniversite
hastanelerinden satın alınan tedavi hizmetleri için yapılan harcama ise yüzde
26 azalmıştır. Görülmektedir ki, Sosyal Güvenlik Kurumu yıllar içerisinde
hizmeti kamudan değil özelden almayı tercih etme eğilimindedir.
Değerli milletvekilleri, Türkiye’de bütün kurum ve kuruluşlar
dikkate alındığında en fazla hastane yatağına sahip üç kurum, sırasıyla Sağlık
Bakanlığı, üniversiteler ve özel sektördür. Hastane başına ortalama yatak
sayısı üniversite hastanelerinde 536, Sağlık Bakanlığı hastanelerinde 159 iken
özel hastanelerde 49’dur. Söz konusu veriler “Özel hastaneler sağlık sektöründe
kamu yararı için mi var?” sorusunu bir kez daha sorgulatıcı niteliktedir.
Bunun yanı sıra hastalar ortalama olarak özel hastanede iki gün,
Sağlık Bakanlığı hastanelerinde beş gün yatarken üniversite hastanelerinde yedi
gün yatmaktadır. Bu durum, uzun süreli yatışı, bakımı gerektiren hastaların
genel olarak özel hastaneler tarafından tercih edilmemekte olduğunun bir
göstergesi olarak görülüyor.
Değerli milletvekilleri, ne yazık ki AKP Hükûmetinin önüne koyduğu
program işlemeye devam etmektedir. Mevcut Hükûmet, çok düşük ücretlerle
güvencesiz çalışmayı, vatandaşın kaderi olarak görmesini ve kabul etmesini
istemektedir. Öncelikle temizlik, güvenlik, yemekhane, ardından yardımcı sağlık
personelini çok düşük ücretlerle çalışma yasalarına aykırı olmasına karşın
fiilen günde on iki saat taşeron şirketler aracılığıyla çalıştırması, bu
uygulamaların eczacı ve diş hekimlerini de kapsayacak şekilde hekimlere kadar
yaygınlaştırılmak istendiğini çok iyi görmekteyiz.
Bu yasa tasarısının hekimler başta olmak üzere tüm sağlık
çalışanlarının emeğini ucuzlatmak, onları yasalar karşısında özlük haklarından
mahrum bırakmak gibi temel bir amacı vardır. Taşeron şirket aracılığıyla
çalıştırma ve performans sisteminin yanı sıra rekabetin yaygınlaştırılması ve
sağlıkta maliyetlerin aşağı çekilmesinin temel ilke olarak benimsenmesiyle sağlık
sisteminin nitelik kazanacağı düşünülmektedir. Ancak, bu hedefler, verilen
sağlık hizmetinin niteliğinin ortadan kalkmasını, sadece poliklinik ve ameliyat
sayılarının artmasını, gereksiz yapılan işlemlerde yoğunlaşmayı, hastanenin
hastadan kazandığı parada artışı, hekimin kazandığı puanın artışına
odaklanmasını beraberinde getirecektir. Hekimlik ve sağlık hizmetinin tamamı
teknik işe dönüştürülüp sağlık piyasasının büyüklüğünden, işlem hacminin
artışından heyecan duyulmaktadır. Hastayı müşteri, hastaneleri işletme olarak
gören böyle bir anlayışın yaratacağı halk sağlığı sorununun sağlık eğitiminde
ve sisteminde oluşturacağı tahribatın toplumsal maliyetinin telafisinin çok güç
olacağını, kendilerini tüccar siyasetin misyonerleri olarak nitelendirenler görmemektedir.
Katkı paylarındaki artışlar, fark ücretlerindeki pervasızlık, ilaç sınırlaması
ve ilaç oranlarındaki yurttaş aleyhine uygulamalar nasıl bir sağlık sistemiyle
karşı karşıya kalındığını açıkça göstermektedir.
Değerli milletvekilleri, tüm bu tahribatın, “Muayenehaneleri
kapatıyoruz, halkımızı buradan kurtarıyoruz.” demagojisinin
arkasına saklananların maskesini düşürme zamanı artık gelmiştir. Hâlen sağlık harcamalarındaki devasa rakamların, ilaç ve tıbbi
teknoloji üzerinden uluslararası tekellere giden milyarların, doğal olarak
tüketimi kışkırtan özel sağlık sektörünün yarattığı sağlık sorunlarının
çözümünü AKP Hükûmetinin Meclise sunduğu tam gün uygulamasında aramak tam bir
aldatmacadır çünkü söz konusu bu tasarıda, sağlık çalışanları açısından kalıcı,
güvenceli bir özlük hakkı kazanımı bulunmamaktadır. Emekliliğe yansıyan,
insanca yaşayacak bir temel ücrete yönelik düzenleme yapmak yerine “performans”
adı altında, elde edilecek gelire endeksli bir ücret modeli düşünülmüştür.
Tasarıyla getirilen düzenlemede, ancak yirmi beş yıl çalışıldıktan sonra ödenen
prim üzerinden emekli aylığı artabilecektir.
Sayın Başbakan hekimlerin emekli aylığının artacağını söylüyor ama
bunun yirmi beş yıl sonra olacağını söylemiyor. Ayrıca, neden sadece hekimlere
artış yapılıyor? Sağlık hizmeti bir ekip hizmetidir; hemşire, ebe, sağlık
memuru, teknisyen, tekniker, memur, hasta bakıcı bu ekipte yok mu? Ameliyatları
hekimler tek başına mı yapıyor? Sayın Başbakan yardımcı sağlık personeli
dediğimiz kesimi nedense unutmuş gözüküyor. Nöbet dışında “mesai dışı çalışma”
kavramı getirilmektedir. Kırk beş saatten kırk saate inmiş gibi gözüken çalışma
süresi deyim yerindeyse yedi gün yirmi dört saate dönüşmektedir. Fazla
çalıştırmaya yönelik bir süre sınırlaması getirilmemektedir. Bu tasarı ile
hekimleri bölünmüş çalışmadan kurtarmak gerekçesiyle uzun saatler fazla
çalışmaya zorlayıcı hükümler ile karşı karşıya bırakmışlardır. Nitelikli sağlık
hizmetinin olabilmesi için hekimlerin verecekleri hizmette risk artıran unsur
olan uzun ve ağır çalışma koşullarının sınırlandırılması zorunluluk
taşımaktadır. Tasarı bu hâliyle, çalışanların akıl ve ruh sağlığını daha da
fazla bozmaya adaydır.
Değerli milletvekilleri, tıp fakülteleri özelinde eğitim, hizmet
ve araştırma alanlarında kurulamayan denge bütünüyle hizmete kurban
edilmektedir. Tıp fakültelerinde öğretim üyelerinin özlük hakları büyük ölçüde
sağlık hizmeti sunumuna bağlanmaktadır. Bu durumla halkın nitelikli eğitim
kadar nitelikli sağlık hizmetine ulaşmak hakkı da gözden çıkarılmıştır. Öğretim
üyelerinin kadrosunun bulunduğu hastane dışında çalışmasına engel getirilirken
bir yandan da başka kamu kurum ve kuruluşları ile meslek kuruluşlarında geçici
görevlendirmelerin de önü açılmaktadır. Böylece altyapı çalışmaları
tamamlanmadan plansız açılan üniversitelere görevlendirme yapılabilecek, aynı
zamanda görevlendirmeler cezalandırmanın aracı olarak da kullanılabilecektir.
Değerli milletvekilleri, Meclis gündeminde olan Kamu Hastaneler
Birliği ve Tam Gün Yasa Tasarıları bir bütünün iki yüzü gibidir. Her ikisi de
Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın hekim emeğini ve iş güvencisini yok etmesinin
adımlarıdır. Kamu Hastaneleri Birlikleri Yasa Tasarısı ile de mevcut
hastanelerin birer işletmeye dönüştürülerek devletten mali destek almaksızın
hastaneden elde ettikleri gelirle hizmet sunmaları öngörülmektedir. Kamu
hastanelerinin tamamen ticari işletmelere dönüştürülmesini hedefleyen tasarı
yasalaşırsa kamu hastanelerinin adı dışında hiçbir kamusal özelliği kalmayacak.
Böylece sağlıkta özelleştirme sürecinin sonuna doğru gelinecektir.
Bu tasarı ile, sözleşmeli çalışmanın esas
alındığı sistemde çalışanların ücreti bireysel sözleşmelerle belirlenecek,
ücretler hastane gelirinden karşılanacağı için gelirin azaldığı durumlarda
ücretler için hiçbir güvence de olmayacaktır. Aynı il veya yakın illerdeki
hastaneler birleştirilerek oluşturulacak birlik içinde çalışan sağlık
emekçileri, birliğe bağlı hastanelerde görevlendirilebileceklerdir.
Sağlıkta özelleştirmenin hızlandırılması, özel sektörün türlü
yollarla teşvik edilmesi ve özel şirket çalışma prensiplerinin kamu
hastanelerinin içine girmesi bizzat kendilerinin eseridir. Kamu hastanelerinin
birçok birimi taşeronlaştırma yoluyla özelleştirilmektedir. Hastane Birlikleri
Yasa Tasarısı ile, ameliyathanelerin, tüm klinik ve
polikliniklerin özel şirketlere verilmesi hedeflenmiş durumdadır. Adı “kamu”
olan ama içi özelleştirilmiş hastanelerde tam gün çalışma, özelle hekimlerin
bağının koparılacağı tam bir aldatmacadır. Ticarileşmiş sağlık kurumlarında tüm
gün çalışma, iş güvencesinden, ücret güvencesinden yoksun tam gün kölelikten
başka bir anlam içermemektedir.
Kamu Hastane Birlikleri Yasa Tasarısı ile,
Sağlık Bakanlığının taşeron şirketler aracılığıyla çalıştırılan sağlık
işçilerinin asgari ücretten fazla maaş almaması ve personel sayısının
azaltılması genelgesiyle fazla çalışmanın önü açılmış, angarya işin artırılması
söz konusu olmuştur. Sayıları 110 bine yaklaşan taşeron işçinin varlığını
düşündüğümüzde, bu çalıştırma biçiminin ekonomik olmadığı gibi hizmetin niteliğini
de olumsuz etkilediğini ve çalışanları mağdur ettiğini söylemek mümkündür.
Değerli milletvekilleri, Türkiye’de sağlık sisteminde yaşanan
diğer bir sıkıntı da aile hekimliği pilot uygulamasıdır. Birinci basamağın
piyasalaştırılması olan aile hekimliği pilot uygulamasının bir tasarruf tedbiri
olarak otuz üç ille sınırlı kalması önerisi ve ardından bu illere birkaç ilin
daha eklenmesi aklımıza şu soruyu getirmektedir: Sayın Bakan, Dünya Bankası
size tekrar bir fon mu verdi de tekrar yaygınlaştırdınız? Pilot uygulamaya
başlanan illerde aile hekimi olarak çalışanlara verilen ücreti israf olarak
gören bir hükûmetin, Tam Gün Yasa Tasarısı’nı yasalaştırdığı takdirde hekimlere
verileceği iddia edilen ücretleri nasıl ödeyeceği ise ayrı bir sorudur.
En önemlisi, çok daha etkin ve yaygın olduğu herkesçe kabul gören
sağlık ocaklarının neden kadro ve araç gereç ihtiyaçlarının giderilip yeniden
faal hâle getirilmediğini, tüm bu yanlışlıklardan dönmek için hâlen neyi
beklediğinizi soruyoruz.
Değerli milletvekilleri, görüştüğümüz bu tasarı, ülkemizde büyük
bir bölümü kısmi zamanlı olarak çalışan ve sayıları 10 bine yaklaşan iş yeri
hekimlerini ve iş yeri sağlık hizmetlerini doğrudan etkileyecektir. Hekim emek
gücü sağlık alanında sayısal açıdan ve nitelik açısından önemli bir gruptur.
Türkiye genelinde yaklaşık 110 bin hekim çalışmaktadır. Bu sayının yaklaşık 90
bininin kamuda, 20 binin ise özel sektörde çalıştığı belirtilmektedir. Kamuda
çalışan 90 bin hekimden yaklaşık 20 bin hekimin yarı zamanlı çalıştığı tahmin
edilmektedir. Üniversitede özel muayene, ameliyat yapan ama ayrıca bir
muayenehanesi olmayan hekimler buna dâhil değildir. Hekimlerin çalışma
koşullarını nitelikli hizmet sunumu açısından düzenlemeyen girişimler uzun süre
çalışmayı ve niteliksiz hizmeti doğuracaktır. Tasarıda yer alan düzenlemeler
performans sistemi üzerinden bunu getirmektedir. Bu durum hasta haklarını,
sağlık hakkını doğrudan tehdit etmektedir. Artık, hekimler çok daha uzun süre
çalışacak ve daha çok hata yapma riskiyle karşı karşıya kalacaktır.
Gerçek anlamıyla kamusal bir tam süreyle çalışma anlayışı, hekim
emeğinin daha iyi değerlendirilmesi ve sağlık hizmetinin daha etkin olması
amacını taşıması gerekirken, görünen, AKP Hükûmetinin Sağlıkta Dönüşüm Programı
gibi piyasacı bir sağlık sistemiyle hekim emeğinin değersizleştirilmesinden
ibarettir. Tasarı bu hâliyle hekimlerin tam süre çalışması felsefesiyle ilgili
temel bir yaklaşıma sahip değildir. Tam süre, bir kamu çalışma biçimi olmaktan
çıkarılmaktadır.
Yine, Uluslararası Çalışma Örgütü, hemşire personelin istihdamı
ile çalışma ve yaşam koşullarına ilişkin tavsiye kararında, hemşirelerin normal
çalışma saati olan 08.00-17.00 saatleri dışındaki akşam ve gece saatlerini
“uygunsuz saatler“ olarak adlandırmaktadır. Bu tasarı, sağlık sisteminin temel
dinamiği olan yüz binlerce hemşireyi de görmezden gelmektedir. Mesai saatleri
dışını, diğer bir deyişle uygunsuz saatleri yüz otuz saat olarak artırmakta,
gelir getirici çalışmalara izin vermekte ve ek ödeme yapılacağı belirtilerek bu
risk ortamı özendirilmektedir.
Değerli milletvekilleri, bu torba tasarının getirdiği hak
kayıpları saymakla bitecek gibi değildir. Tasarının yasalaşması durumunda
radyoloji çalışanları için haftalık çalışma süresi otuz beş saate
çıkarılmaktadır. Radyoloji çalışanlarının çalışma koşullarında ve çalışma
ortamlarında gerçek anlamda iyileştirme yapılmadan mesai saatlerinin
artırılmasının müjdeli bir yanı var mıdır? Hükûmet bu değişiklikleri yaparken
uluslararası standarttan söz etmektedir ancak ruhsatsız birimler, yetersiz radyasyon
güvenliği önlemleri, Avrupa standartlarının çok üstünde hasta sayısı gibi
nedenlerle onlarca risk ile karşı karşıya olan sağlık çalışanlarının riskleri
uzayan mesai saatleriyle daha da artacaktır.
Değerli milletvekilleri, sağlık iş kolunda 657’lilerin sayısı
hızla azalırken taşeron çalışanlar, çakılı sözleşmeliler, vekil ebeler,
4/B’liler ve 4/C’lilerin sayısı her gün artmaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayınız lütfen.
SEVAHİR BAYINDIR (Devamla) – Teşekkürler.
Bu tasarıyla, vatandaşımıza sağlık hizmetlerini yüksek
standartlarda sunabilmenin bedelini ödemek sosyal devlet olmanın gereğidir
diyorsunuz. Sosyal devlet olmak herkese eşit, parasız, nitelikli sağlık
hizmetleri vermek değil midir? Hastaneleri işletme, sağlık emekçilerini
sözleşmeli köle olarak görmeyi hangi anlayışla bağdaştırmaktasınız?
Sağlık emekçileri, 1978-1980 yılları arasında uygulandığı
biçimiyle gerçek anlamda kamusal bir sistemde tam gün süreli çalışmayı
savunmaktadırlar. Sivil toplum örgütleri, Tabipler Birliği ve sendikalar bugün
de eylem yaparak bu yasa tasarısını kabul etmeyeceklerini belirttiler.
Demokrasiden bahsedenlere, demokrasi, ilgili kesimler hakkında
karar verirken onları dinlemek değil midir diyorum ve hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bayındır.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Adana Milletvekili Sayın
Necdet Ünüvar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA NECDET ÜNÜVAR (Adana) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Üniversite ve Sağlık Personelinin Tam Gün Çalışmasına ve Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında AK PARTİ Grubu
adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.
Değerli arkadaşlarım, çok önemli bir yasayı görüşüyoruz, yıllardır
ülkemizin gündeminde olan tam gün yasasını görüşüyoruz. Tabii, bu yasa,
esasında kamuoyunda “tam gün yasası” olarak biliniyor ama pek çok farklı
düzenlemeleri de beraberinde getiriyor. Üniversitedeki öğretim üyeleri, sadece
sağlık personeli de değil, sağlık personeli dışındaki öğretim üyeleri, Türk
Silahlı Kuvvetleri mensuplarıyla ilgili birtakım düzenlemeler var. Radyasyonda
çalışan meslektaşlarımızın çalışma süresini düzenliyor. Özlük hakları ile emeklilik
haklarıyla ilgili birçok düzenleme söz konusu. Aynı zamanda tıpta kötü
uygulamalar veya yanlış, hatalı uygulamalar olarak adlandırabileceğimiz
“malpraktis”le ilgili bir mevzuat düzenlemesi var ve aynı zamanda nöbet
ücretiyle ilgili birtakım farklı düzenlemeleri beraberinde getiriyor.
Değerli milletvekilleri, Anayasa’mızın 56’ncı maddesi şöyle diyor
aynen: “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.
Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini
önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.
Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde
sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak,
işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp
hizmet vermesini düzenler.
Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal
kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir.
Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için
kanunla genel sağlık sigortası kurulabilir.”
Şimdi, Anayasa’mızın bu amir hükmüne baktığımız zaman ve geçen
yaklaşık sekiz yıllık AK PARTİ İktidarı dönemine baktığımız zaman, bu maddeyle
ilgili, Anayasa’mızın 56’ncı maddesiyle ilgili pek çok düzenlemeyi yaptığımızı
rahatlıkla söyleyebilirim. Zaten hükûmetlerin görev ve sorumlulukları da
değerli arkadaşlarım, Anayasa’nın amir hükmünü yerine getirmektir. AK PARTİ,
58, 59 ve 60’ıncı Hükûmet dönemlerinde sağlıkta yaptıklarını “Sağlıkta Dönüşüm
Programı” adı altında isimlendirdi ve bu doğrultuda, vatandaşımızın sağlık
hizmetine hızlı, kaliteli ve hakkaniyetli bir şekilde ulaşması için bir dizi
uygulama yaptı ve bu uygulamalar sürecinde, sağlık hizmetinin etkin ve kaliteli
olması için bir yandan fiziki yapıyla, öbür yandan donanımla yani alet edevat, ekipman olarak adlandırabileceğimiz donanımla, bir diğer
yandan insan gücünün hem sayısının hem etkin çalışmasının önündeki engelleri
kaldırarak, doktorlarımızın, hemşirelerimizin, ebelerimizin, eczacı, sağlık
memuru, psikolog, fizyoterapist ve bu anlamda sayabileceğimiz bütün
meslektaşlarımızın etkili bir şekilde ve adil bir şekilde çalışması noktasında
birçok düzenleme yaptı ama bütün bunlara baktığımız zaman, yani fiziki yapı,
donanım ve insan gücü arasındaki organizasyon son derece önemli. Yani bu
sistemi kurmadığınız zaman, kuramadığınız zaman elinizde çok fazla sayıda
sağlık personeli de olsa, çok devasa sağlık tesisleri de olsa, çok ileri
teknoloji ürünü birtakım sağlık hizmetinde kullanılacak alet edevat da olsa siz
bunları tam olarak yapamazsınız. Bu anlamda, AK PARTİ İktidarının, doğudan
batıya, kuzeyden güneye vatandaşlarımızın etkili bir şekilde sağlık hizmeti
alması noktasında birçok şeyi yaptığını tekrardan hatırlatmaya gerek yok.
Değerli arkadaşlarım, tabii bütün bunlarla beraber, bir yandan
sağlık personelimizin daha etkin çalışması, öbür yandan vatandaşımızın daha
kaliteli hizmet alması da sağlandı.
Bugün bu kanunda birçok düzenleme var, onlara vaktim elverdiğince
değinmeye çalışacağım, ama asıl, hekimlerimizin tam zamanlı çalışmasıyla ilgili
bir hüküm var.
Değerli arkadaşlar, AK PARTİ, 2002’de iktidara geldikten sonra
-çok güçlü bir grupla iktidara geldi- bu işi sadece kanuni düzenleme şeklinde
düşünse idi -ki geçmişte yapıldı- çok rahatlıkla 2003, 2004, 2005’te hekimler
için tam zamanlı çalışmayı getirebilirdi ama bu işin sadece salt bir kanuni
düzenleme olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Altyapıyı hazırlamadan
yapılacak birtakım düzenlemelerin geçmişte nelere mal olduğunu hepimiz
biliyoruz.
1978 yılında Mete Tan zamanında kamuoyunun çok yakından
bildiği Tam Gün Yasası çıktı ve o zaman da esasında hekimleri daha verimli
çalıştırmayı amaçlayan bir yasaydı ama bir yandan Maliye Bakanlığı, bir yandan
Sayıştay, bir yandan da o dönemdeki Türk Silahlı Kuvvetlerinin hekimlerle diğer
personel arasındaki denge açısından yapılan birtakım tartışmalar sebebiyle Yasa
maalesef çok başarılı bir hizmete vesile olmadı. Nitekim, 12 Eylül ihtilalinden hemen sonra, yanlış bilmiyorsam 30 Aralık
1980’de, yeni bir yasayla hekimlerin serbest çalışmasıyla ilgili bir düzenleme
yapıldı ama gerek Mete Tan zamanında yapılan Tam Gün Yasası gerekse daha sonra,
12 Eylülden sonra çıkarılan Yasa’yla maalesef hekimlerin çalışma koşullarıyla
ilgili birtakım yanlış düzenlemeler de yapıldı.
İşte, bugün, bu yasanın hazırlanmasında gerçekten Sağlık
Bakanlığımız çok önemli çalışmalar yaptı, çalışmayı Bakanlar Kuruluna sundu,
Meclis gündemine getirdi, Sağlık Komisyonumuz çok detaylı çalıştı, alt komisyon
çalışmaları yapıldı. Şüphesiz benden önce konuşan arkadaşlarımızın birtakım
eleştirel noktaları oldu ama zaman içerisinde, bu yasa hayata geçtikten sonra,
belki başka yeni düzenlemelere de ihtiyaç olabilir çünkü her yasa birtakım
muhtemel riskleri bünyesinde barındırır. Almanların “Hiçbir yemek pişirildiği
sıcaklıkta yenmez.” diye çok güzel bir atasözü var. Bizim yaptığımız yasalarda,
şüphesiz sosyal bir alanda yasa çıkartıyoruz ve toplumda vereceği hizmetlerle
birtakım riskleri de ortadan kaldıracak yeni düzenlemeler gerekebilir.
Değerli arkadaşlarım, şimdi, tam gün çalışmayla ilgili
kanaatlerimi ifade etmek istiyorum. İnsanın en değerli varlığı sağlık ve
sağlığı korumak ve yeniden kazanmak için tercih kullanması, başvuracağı
doktorunu seçmesi en doğal haktır. Bu hakkı, bizim ülkemizde, öteden beri,
vatandaşlarımız zaman zaman serbest hekimden yani muayenehane hekimliğinden de
hizmet alarak yerine getirmeye çalışıyor ama dünyadaki gelişmiş, orta düzeyde
gelişmiş ve az gelişmiş ülkelere baktığımız vakit şöyle bir tabloyu görüyoruz:
Sağlığın kapsayıcılığı azaldığı zaman özellikle serbest çalışma oranları
artıyor. Bir yandan gelir düzeyi düşük insanların yaşadığı ülkelerde insanlar o
ücreti veremezken, biraz doktorların sayısının azlığı, biraz da sistemin sağlık
hizmetini yerinde, yeterince yerine getirememesi sebebiyle zaman zaman insanlar
özel sektörden sağlık hizmeti almakta ve bu da sağlıkta birtakım
adaletsizlikleri beraberinde getirmekte. Aslında, baktığımız zaman “parttime,
fulltime” şeklinde hekimlerin adlandırdığı “tam zamanlı” veya “yarı zamanlı”
çalışma deniyor ama esasında hekimlerin bunu çok iyi anlayabileceğini çok
rahatlıkla söyleyebilirim. Hepimizin öyle veya böyle hekime de yolu düşüyor.
Onlar bilirler ki hekimler aslında yarı zamanlı çalışmazlar. Hekimler, âdeta,
bir yandan kamuda hizmeti vermeye çalışırken öbür yandan da aynı mesainin bir
başka benzerini de özel sektörde, serbest muayenehane yoluyla vermeye
çalışırlar ve bu aslında bir düal yapıyı beraberinde getirir, ikili çalışma.
Hekim, yorgun argın kamuda verdiği görevi konsantrasyonunu
bozmadan aynı şekilde özel sektörde de vermek durumunda. Tabii, bu ne kadar
devam edecek? Bir müddet sonra, artık, bedensel, ruhsal, mental yönden
çöküntüye de yol açabilir ve konsantrasyonunda
birtakım bozukluklar olabilir ve doktorun asıl görevine odaklanmasında birtakım
problemler oluşur.
Öte yandan, kamuda çalışmayı ilkeli bir çalışma olarak gören
arkadaşlarımız olabilir. Yani onlar ilke olarak muayenehane
açmazlar ve kamuda tam zamanlı çalışmayı kendisi için ilkesel bir görev olarak
görebilirler ama kamuoyunda maalesef, âdeta “Serbest çalışabilen hekim sadece
başarılı hekimlerden oluşur.” gibi de bir yanlış algılama söz konusu ve hekim
bir yandan ilkeli çalışma, bir yandan da başarılı hekim olma arasında bir
gelgit yaşayabilir. İşte, bu yasanın bence en önemli getirilerinden
birisi, hekimler için tam zamanlı -yani özel sektörde veya kamuda tam zamanlı-
çalışmayı getirerek esasında o ikilemi ortadan kaldırmış oluyor. Bu ikilemi
sadece hekim yaşamıyor, aynı zamanda vatandaşımız da yaşıyor. Bir yandan ekstra
ücret vererek daha kaliteli hizmet aldığını zanneder, bir yandan da cebinden
çıkan sağlık harcaması artabilir. İşte, bu ikilemi ortadan kaldırmaya matuf bir
yasal düzenleme yapıyoruz.
Esasında, baktığımız zaman, Türkiye’deki mevcut yapıya benzer,
neredeyse sadece Latin Amerika ülkeleri ve Doğu Bloku ülkelerinde buna benzer
çalışmaların olduğunu görüyoruz. Kapsayıcı bir sağlık hizmeti vermeyi öngören
Avrupa Birliği ülkelerinde ve gelişmiş ülkelerde, artık, tam zamanlı çalışma
daha ön planda olarak karşımıza çıkıyor. Bu yasayla, şüphesiz, bu ikili çalışma
sistemini ortadan kaldırmış oluyoruz ve insanların da yoğunlaşmasını, asıl
mesleki birikimine yoğunlaşmasını temin etmiş oluyoruz.
Şöyle bir baktığımız zaman, 2002’nin Aralık ayında yüzde 11’ler
civarında bir tam zamanlı çalışma vardı hekimlerimizde ama şu anda, devlet
hastanelerinde bu oran yüzde 81’e çıkmış durumda ama aynı oranı
üniversitelerimizde göremiyoruz, üniversite öğretim üyelerimizde bu oranın
birazcık daha düşük olduğunu görüyoruz. Öte yandan, üniversite öğretim
üyelerimizin de sadece hizmet açısından değil, aynı zamanda öğretim üyesi
kimliğiyle yani eğitici vasfıyla hizmet üretme vasfı arasında çelişki
yaşadığını görüyoruz. Hepimiz çok iyi hatırlayacağız, geçen yıl haziran ayında,
zannediyorum haziranın sonundaydı, Akdeniz Üniversitesinde, üniversite
birincisi olan bir kardeşimiz Doktor Tuğba Akın’ın, gerçekten çok ağlamaklı bir
sesle irat ettiği konuşma hepimizi derinden etkilemiştir. O zaman, öğretim
üyelerinin, aslında yarı zamanlı, ikili çalışma anlayışıyla, bir yandan eğitim
faaliyetini, bir yandan hizmet faaliyetini veya hekimlik faaliyetini yerine tam
olarak getiremediğini ifade eden bir çalışmaydı. Bence bu çelişkiyi de ortadan
kaldıran çok önemli bir yasal düzenleme olacak.
Değerli arkadaşlarım, bu yasayla, öteden beri Mete Tan döneminin
Yasası’nı ortadan kaldıran yasal düzenleme ile iş güvencesine aykırı birtakım
hükümler de ortadan kaldırılmış oluyor ve yapılan birtakım değerlendirmelerde,
anket çalışmalarında da, esasında, gerek vatandaşlarımız nezdinde gerekse
öğretim üyeleri ve çalışan hekimlerimiz, kamu hekimlerimiz nezdinde bu yasaya
çok önemli bir kabulün olduğunu da görüyoruz.
Örneğin, benim elimde, yedi büyük ilde 521 kişi üzerinde yapılan,
vatandaşlarımızın yüzde 93’ünün sağlık sistemimiz için iyi bir yasal düzenleme
olacağını ifade ettiği bir anket çalışması var. Keza on iki bölgede 1.543 hekim
üzerinde yapılan saha araştırmasında da, esasında, kamuda tam zamanlı
çalışanların yüzde 60’ı, üniversitede tam zamanlı çalışanların yüzde 58’i,
hatta üniversitede kısmi zamanlı çalışan arkadaşlarımızın yüzde 12’si çalışmada
verimliliği ve kaliteyi yarı zamanlı çalışmanın düşürdüğü kanaatinde.
Yani yapılacak düzenlemenin toplumda çok geniş bir konsensüsle çıkacağını söyleyebilirim. Kaldı ki değerli
muhalefet sözcüleri de her ne kadar bazı hususlara katılmasalar da böyle bir
yasal düzenlemenin taraftarı olduklarını ifade ettiler. Bunu da çok büyük bir
memnuniyetle karşılıyorum. Aslında bu da toplumsal konsensüsün
bir başka göstergesi.
Değerli arkadaşlarım, bu yasayla Türk Silahlı Kuvvetleri
çalışanlarımızın da yaşadığı ikilem ortadan kalkmış oluyor. Burada
hekimlerimizin maaşlarında bir artış söz konusu. Diğer öğretim üyeleri
ve sağlık personelinin maaşlarında da artış var ama bu maaş artışına da aslında
çok fazla takılmamak lazım. Toplum için çok önemli bir yekûn teşkil etmese de
100 bin civarında insanı kapsayan bir artışın, esasında 72 milyon vatandaşın
hizmetine matuf yapıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Dolayısıyla
hekimlerimizin, gerek özlük hakları gerekse emekliliğe yansıyan bölümüyle,
önemli bir kazanımı olacağını ifade edebilirim.
Zaman zaman, bazı konuşmacı arkadaşlarımız, kazançtan bahsederken
sadece maaşa vurgu yaptılar. Aslında döner sermaye de önemli bir kazançtır ve
bunun vergisinin verildiğini ve şu anda, bu yasal düzenlemeyle, emekliliğe
yansıyan noktasıyla da önemli bir kazanç kaynağı olduğunu ifade etmeliyiz. Yani
kazanç, sadece maaşı değil, aynı zamanda döner sermayeyi de kapsıyor.
Tabii, bu tasarıyla “tıpta hatalı uygulamalar” veya “malpraktis”
dediğimiz hususlarla ilgili de birtakım düzenlemeler oluyor ve zorunlu mesleki
sigorta getiriliyor. Gelişmiş pek çok ülkede -çok değişik ülke örnekleri var
ama- zorunlu mesleki sigorta var. Bu sigortanın bir kısmı hekim, bir kısmı da
-kamuda çalışanların kamu, özel sektörde çalışanların da özel sektör- işveren
tarafından karşılanıyor. Bu da bir yandan hasta haklarının artması, bir yandan
hastaların sağlığa erişim taleplerinin artması gibi sebeplerle, insan bedenine
dokunma yetkisi olan tek meslek grubu olan hekimlerimizin o olağan seyir
içerisinde yapılan birtakım hatalı uygulamalara karşı bir risk sigortası olarak
gündeme geliyor.
1992 yılında, Dünya Tabipler Birliği, Marbella Bildirisi’yle,
tıbbi zarar görmüş hastaların zararının karşılanabilmesi için gerekli
tedbirlerin alınmasına dikkat çekmişti. Biz, 2010 yılının bu ilk günlerinde,
böyle önemli bir yasa içerisinde, malpraktis’le ilgili, tıptaki hatalı olarak
değerlendirilebilecek uygulamaların sigortası niteliğinde bir çalışmayı da
beraberinde getirmiş oluyoruz. Böylece, çok önemli bir düzenlemeyi de bu
yasanın içerisinde yapmış oluyoruz.
Netice olarak, değerli arkadaşlarım, bu düzenlemeyle, bir yandan
hekimlerimizin ve vatandaşlarımızın yaşadığı ikilemi kaldırıyoruz, bir yandan
onların özlük ve emeklilik haklarında iyileşmeler sağlıyoruz. Üniversite
öğretim üyelerimizin eğitim faaliyetlerine daha fazla yoğunlaşmasını ve
ürettikleri hizmet doğrultusunda da alın teri olan haklarını daha fazla
almalarını temin ediyoruz.
Türk Silahlı Kuvvetlerimizin değerli hekimlerine ek ödeme
verilemediği için -onların- askerî hâkim ve savcılar emsal alınarak “sağlık
hizmetleri tazminatı” ödenmesi sağlanıyor.
Yine, belki ayrıntıda kaldığı için çok dikkat çekmemiş
olabilir ama bu düzenlemeyle aslında yasal düzenlemeyle üniversitelerle Sağlık
Bakanlığı arasında bir yandan hizmet veren yapıların, bir yandan hizmet veren
öğretim elemanlarının değişimi, öte yandan Türk Silahlı Kuvvetlerinin zaman
zaman ihtiyacı olan sağlık personelini Sağlık Bakanlığı elemanlarından teminen
sağlaması gibi önemli hususlar da bu yasal düzenleme içerisinde.
Keza, üniversite sağlık personeli dışında öğretim üyelerimizin de
-onların da- döner sermayeden önemli bir katkı payı alması çok önemli bir
düzenleme.
Yine, belki zaman zaman kamuoyunda tartışılıyor…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
NECDET ÜNÜVAR (Devamla) – Bitiriyorum, Sayın Başkanım, teşekkür
ederim.
Radyasyonla çalışan değerli sağlık personelimizin yirmi beş
saatlik çalışma süresi otuz beş saate çıkıyor haftalık. Belki bu, zaman zaman
kamuoyunda olumsuz bir olgu gibi takdim ediliyor ancak o Yasa’nın, yani yirmi
beş saatlik çalışmayı düzenleyen Yasa’nın 1937 yılında çıktığını hatırlatırım
ve şu anda artık kullanılan teknolojinin de daha az radyasyona maruz
kalınmasını temin ettiğini de ifade edebilirim.
Ben, böyle bir yasanın Türk sağlık camiasına ve Türkiye
Cumhuriyeti’nde yaşayan tüm vatandaşlarımıza hayırlı olmasını temenni ediyorum.
Yasayı yaptığı için Sağlık Bakanlığına, çalışmaları için Sağlık
Komisyonu Başkanı ve üyelerine ve değerli bürokratlara ve bu yasaya destek
verecek siz değerli milletvekillerimize çok teşekkür ediyor, saygılar
sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ünüvar.
Şahıslar adına ilk söz Gümüşhane Milletvekili Sayın Kemalettin
Aydın’da.
Buyurun Sayın Aydın. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
KEMALETTİN AYDIN (Gümüşhane) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Üniversite ve Sağlık Personelinin Tam Gün Çalışmasına ve Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma
ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu üzerinde şahsım adına görüşlerimi belirtmek
üzere söz almış bulunuyorum. Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, ömrünün yirmi yılını
aşkın bir süresinde hem pratisyen hekim hem asistan hem öğretim üyesi olarak
çalışmış bir kişi ve bugün tartışmaya çalıştığımız konu, aslında tıp
fakültelerinden tıp doktoru olarak mezun olan, daha sonraki hayatında da dört
ayrı mesleğe ayrılan, dört ayrı mesleğin tek statüde toplanması olarak
adlandırılabilir. Yani bugün tıp doktoru olan arkadaşlarımız, tüm sosyal
çalışma süreleri, statüleri ve özlük haklarıyla bir pratisyen hekim statüsünde
çalışıyorlar, bir muayenehanesi olan uzman hekim statüsünde çalışıyorlar, bir
öğretim üyesi statüsünde çalışıyorlar ki böyle farklı uzmanlık alanları ya da
farklı meslekleri icra etmelerinden doğan sorunları ortadan kaldırmak adına
kısaca “Tam Gün Yasası” olarak tanımladığımız bir yasayı tartışıyoruz.
Bu yasa tartışılırken bu yasanın ana amaçları içerisinde halkımıza
yüksek standartlarda, kaliteli, hakkaniyetli ve kolay erişilebilir bir sağlık
hizmeti verirken aynı zamanda çok önemsediğimiz ve sağlığın olmazsa olmazları
olan hekimlerimiz başta olmak üzere sağlık çalışanlarımıza yeni imkânlar
sunmaktır.
Değerli arkadaşlar, tüm çalışmalar ve tüm tartışmalar boyunca
hekim arkadaşlarımızın özverili bir şekilde hayatlarının tüm zaman dilimlerini
mesleklerine ayırdıklarını Meclisteki, yüce Meclisteki tüm milletvekili
arkadaşlarımızın ve halkımızın bilmesi gerekli. Çünkü hekimlik dışındaki bütün
meslekler, mesleklerini icra ederken belirli bir mesai dilimine sahiptir. Mesai dilimi dışında, bir mühendis, olağanüstü bir durum olduğu
takdirde göreve çağrılır ama hekim arkadaş, eğer yaz tatiline gitmiş, olağan
yıllık iznini kullanırken yüzme aşamasında bir kişi boğulduysa anında mesleğine
dönmek zorundadır ya da bir futbol maçında futbol oynuyorsa, herhangi bir acil
durumda anında mesleğine dönmek durumundadır veya yolda yürürken herhangi
birinin düşüp bayılması durumunda anında mesleğine dönmek durumundadır. Yani
meslek öyle bir meslek ki, uyku hâli dışındaki her zaman diliminde mesleğini
icra etmekle yükümlü olan arkadaşlarımızın nasıl çalışacağını tartıştığımız bir
konudur. O nedenle, bu konular tartışılırken hedef hâline getirmek ya da
arkadaşlarımızın bu özverili çalışmalarını takdir etmemek mümkün değildir.
Ayrıca da gece, hayatının herhangi bir zaman diliminde, hangi şartta olursa
olsun bir telefonla mesleğinin başına dönen bir meslek erbabını konuşmaktayız.
Sadece hekim arkadaşlar değil, bununla beraber çalışan tüm sağlık çalışanları
bu statüde çalışmaktadır.
Tabii ki bunlar çalışırken huzursuz oldukları ortamlar vardır.
Pratisyen hekim olarak çalıştığınız zaman bir kısım zorluklar yaşamaktasınız. Uzman hekim olarak da çalışırken hem hastanenizde çalışmakta hem de
aynı zamanda vergi vermek ve maaşını ödemekle yükümlü olduğunuz bir personel
grubu çalıştırmaktasınız hem de bunların maaşını düşünmek zorundasınız hem nöbeti
düşünmek zorundasınız ya da öğretim üyesiyseniz hem hastanızı düşüneceksiniz
hem öğrencinizi düşüneceksiniz hem de öğleden sonra gideceğiniz
muayenehanenizdeki hastayı düşüneceksiniz. Bu karmaşık ve iç çatışmalara
neden olan, para kazanırken dahi mutlu olmayan, “Ben, hastayla aramdaki parayı
tümüyle ortadan kaldıracak bir sistemi istiyorum.” diyen bir kadronun
sorunlarını tartıştığımız bir tam gün yasasını tartışıyoruz.
Değerli arkadaşlarım, değerli milletvekillerim; tam gün yasasını
tartışırken sağlıktaki dönüşümün, 2003 yılından beri olan sağlıktaki dönüşümün
sağlamış olduğu başarıların altında da yine hekim arkadaşlarımızın olduğunu
mutlaka vurgulamamız gerekiyor ve sağlıktaki dönüşümün yıllarca dahi
konuşulacak ve tezleri olacak bir dönüşüm olduğunu, bunu bizatihi yaşayan bir
kişi olarak sizlerle paylaşmam gerekiyor.
Sağlıktaki dönüşüm içerisinde özellikle çocuk ölüm hızlarının,
anne ölüm hızlarının gelişmiş ülkeler seviyesine çıkmış olması, yine koruyucu
sağlık hizmetlerinde bugün dünyada var olan -uzmanlık alanım olan enfeksiyon hastalıkları açısından da çok önemsediğim için
belirtiyorum- tüm aşıların bugün Türkiye’de yavrularımıza yapılabildiğini,
bunun için Hükûmetimizin ve Sağlık Bakanlığının hiçbir para ödemesinden ve
bütçeden kaçınmadığını, difterinin, boğmacının, tetanosun, influenzanın,
menenjitin, felç hastalığının aşılarının bugün çocuklarımıza ücretsiz
yapıldığını vurgulamak gerekli olduğunu ve buna bağlı olarak da birçok bulaşıcı
hastalığın sıfır düzeyine indiğini de paylaşmak gerekiyor, ama tabii ki bunları
sağlayan yine sağlık çalışanları. O nedenle de hekimlerimiz
ile hastalar arasında doğrudan para ilişkisini ortadan kaldıracak olan bu tam
gün yasasının, sayıca yetersiz olan sağlık personelinin üzerindeki iş yükünü
daha dengeli hâle getirecek bu yasanın, vatandaşlarımız ile hekimler arasındaki
güven ilişkisini güçlendirecek bu yasanın, hastaların sağlık hizmetine
erişimini kolaylaştıracak bu yasanın çok önemli olduğunu ve mutlaka, muhalefet
milletvekili arkadaşlarımızın da belirttiği gibi, bazı düzenlemelerle beraber
buna katiyetle taraf olduklarını hep beraber görmüş olduk.
Değerli milletvekili arkadaşlarımız, şimdi birkaç örnek vererek,
yaşantımdan da örnek vererek sağlıktaki dönüşümün ne anlama geldiğini, vatandaş
nezdinde nasıl algılandığını sizlere söylemek istiyorum. 1987 yılında mecburi
hizmette acil hekimi olarak çalışırken beyin travmasıyla
gelen hastaya “Sizi Ankara’ya sevk ediyoruz.” diyorduk ama hasta sahibini
çağırıyorduk -o zaman 350 lira maaş alıyordum- “19 lira ambulans parası
yatırmak zorundasın.” diyorduk, ama bugün uçak alan, uçakla hastalarını taşıyan
bir sağlık sistemine geldik. Yine, Ankara’da öğrenciyken 1986’da, yaşadığım
ilden gelen bir hastanın Esenboğa Havaalanı’ndan Numune Aciline getirilmesi
için bize 41 kilometrelik mesafe parası ödeten bir sağlık sisteminden bugün kar
paletli ambulanslara, helikopterlere, deniz araçlarına ve uçaklara ulaşmış bir
sistemden bahsediyoruz.
İşte, bu sistemin içerisinde özveriyle çalışan ve günaşırı nöbet
tutan bir hekim arkadaşımızın ne kadar çalıştığını sizlerle paylaşmak
istiyorum: Değerli arkadaşlar, günaşırı çalışan bir hekim arkadaşımız toplam
mesaisinde 480 saat mesai yapmaktadır. Bir aylık -bütün gününü çalıştığınız
zaman bir ayın- 720 saattir. Bir ay 720 saat iken günaşırı çalışan bir hekim
arkadaşımız 480 saat mesai yapmaktadır ama bu 480 saat mesai ne anlama geliyor
diye bakarsak, 3 tane devlet memuru mesaisi demektir. İşte, daha önce, bu
arkadaşlarımıza verdiğimiz nöbet paralarının 3 katına, özellikle üniversite ve
devlet hastanelerinde ihtisas yapan arkadaşlarımızın nöbetlerinin 3 katına
yükseltildiğini bu arkadaşlarımızın bilmesi gerekli.
Yine, daha dün, Ankara Numune Hastanesinde, orada ihtisas yapan
arkadaşlarla, uzman arkadaş ve şef arkadaşlarla konuştuğumuzda 1.500 lira maaş
alan asistan arkadaşların, 1.700 lira maaş alan uzman arkadaşların, 2.200 lira
maaş alan şef arkadaşların olduğunu biliyoruz. Bugün hâlâ bunu almaktadırlar.
Bunların da maaşlarında… Aslında daha fazlalarını hak ediyorlar, döner sermaye
ve performans da alıyorlar ama önemli olan bir şey vardı, bunu kaçırıyorduk,
yıllarca da kaçırdık. Emekliye ayrıldığı zaman otuz yıllık bir uzman hekim,
bugün 1 milyar 200 milyon maaş alıyor, yani 1.200 lira maaş almaktadır.
Bunların bu özlük haklarının mutlaka ve mutlaka düzeltilmesinin gerekli
olduğunu aslında tüm siyasi partiler seçim bildirgelerinde yazmaktadır. İşte,
bu kanun, bu arkadaşlarımızın emeklilik, özlük haklarında da önemli bir oranda
düzeltme yapmaktadır ama emeklilik hakkı bir sigortacılık sistemidir. Dolayısıyla,
bugün, bu kanun çıktığında otuz yıl geriye dönüşümlü olarak da bu parayı alma
hakkınız yok. Demek ki biriktirdiğiniz zaman, yirmi beş yıl, otuz yıl sonra
emekli olduğunuzda layık olduğunuz maaşınız kadar emekli maaşı alma hakkı
kazanıyorsunuz. Yani, sağlık çalışanlarının emekli hakları düzeltilmektedir,
sağlık çalışanlarının nöbet hakları düzeltilmektedir, sağlık çalışanlarının
aynı zamanda…
Çok sorulan bir soru var, daha dün arkadaşlar sordu. Asla bunların
performanslarından ve döner sermayelerinden buraya aktarılmayacaktır. Bu
arkadaşlarımız döner sermayelerini ne alıyorlarsa ya da performanstan ne
alıyorlarsa onun haricindedir bu özlük haklarındaki düzeltme, onun haricindedir
emekliliğine yansıyacak hadise.
Dolayısıyla, hekim arkadaşlarımızın, bu ülkeye yıllardır
özveriyle hizmet etmiş olan hekim arkadaşlarımızın gecesini gündüzünü ve hatta
çocuğuyla oynama zamanını bile bir başka hastaya ayıran bu hekim
arkadaşlarımızın 12 Eylül döneminden sonra kaybedilmiş olan özlük haklarının,
12 Eylülden sonra kaybedilmiş olan ekonomik haklarının önemli oranda
düzeltildiği bu yasaya şahsım olarak olumlu bakıyorum ve evet oyu diyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
KEMALETTİN AYDIN (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Muhalefetten arkadaşlarımızın da hepsinin tam güne taraf olduğunu
belirttiklerini dinlediğim için de mutluyum. Tabii ki,
sağlıktaki dönüşümün de özellikle benim gibi Anadolu’nun dördüncü, beşinci,
altıncı bölgelerinin Gümüşhane gibi illerindeki toplumun önemli bir oranda
hekimden, sağlık imkânlarından, hastane imkânlarından yararlanmış olmasından
dolayı da hem ameliyathanelerinden hem de bütün, dört dörtlük, beş yıldızlı
otel düzeyindeki hastane imkânlarından yararlanmış olmalarından dolayı, bu
imkânları sağlayan Sağlık Bakanlığımıza, Sağlık Bakanımıza ve kadrolarına,
Sağlık Bakanımıza Hükûmetimiz olarak bu yetkiyi veren Sayın Başbakanımıza
özellikle Doğu, Güneydoğu Anadolu ve Doğu Karadeniz’in benim ilim gibi, Gümüşhane
ili gibi bölgelerindeki halkı adına teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.
Hayırlı olsun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aydın.
Hükûmet adına Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Saygıdeğer Başkanım, değerli
milletvekilleri; bugün hekimlerimizin ve sağlık çalışanlarının çalışma
şartlarını ve kamuda çalışan hekimlerin özel sektörde çalışmalarını
ilgilendiren çok önemli bir kanun yapıyoruz.
Yedi senedir Türkiye’de Sağlıkta Dönüşüm Programı adıyla oldukça
geniş kapsamlı ve kararlı bir iyileştirme programı yürüttüğümüzü biliyorsunuz.
İfade etmek isterim ki, bugün birlikte tartışmasına başladığımız bu yasa
tasarısı tarihî bir önem taşımaktadır. Bugün Türk sağlık sistemi için tarihî
bir gündür.
Türkiye'de yıllar yılı çarpık bir sağlık sistemi, hem sağlık
çalışanlarını hem insanımızı, halkımızı, vatandaşımızı gerçekten çok zor
durumlara düşürmüş ve vatandaşımız sağlık hizmetine erişme konusunda çok
sıkıntı çekmiştir geçmişte.
Şöyle düşününüz: Eğitimi aşağı yukarı on iki sene, bazen on beş
sene süren bir uzman hekim. Buna, siz, bir Sağlık Bakanlığı hastanesinde veya
eski SSK hastanesinde çalışırken -bugünün maaşıyla söylüyorum, alım gücüyle
söylüyorum- bin lira, 1.500 lira civarında bir maaş ödeyeceksiniz ve sonra
diyeceksiniz ki bu değerli uzman hekime: “Sen kazancını bir muayenehane açarak
oradan temin edeceksin.” Çünkü bin lira, 1.500 liraya bu kadar emek gerektiren,
bu kadar risk alınan, bu kadar fedakârlık gerektiren bir mesleğin yapılmasını
tahayyül bile edemezsiniz.
Peki, sonuç ne oluyordu? Sonuç, bütün kamu hastanelerinde
vatandaşların bir hizmet alırken, önemli bir hastalığı varsa, ameliyat olması
gerekiyorsa, muayenehanelere taşınması gereken bir çarpık sistem ortadaydı.
Bundan dolayı hekimlerimizi suçlayabilir miydik? Elbette
suçlayamayız. Bir çarpık sistem, bir taraftan hastayı, hasta yakınını, dar
gelirliyi, orta gelirliyi, öte yandan vatandaşı âdeta bir cendere içerisine
sokmuş ve böyle bir sıkıntılı durum Türkiye'de devam etmekteydi.
Hepinizin bildiği gibi Dönüşüm Programı’yla kamudaki bütün
hastaneleri Sağlık Bakanlığının çatısı altında topladık. Elbette sistemi, ödeme
sistemlerini değiştirmezsek bu da yeterli olmazdı. Bununla beraber, sağlık
çalışanlarına, bu arada hekimlerimize de ek ödeme temin ettiğimiz çok yeni bir
modele döndük. Değerli hekimlerimize, onların çalışma kapasitelerine,
performanslarına göre ek ödemeler vermeye başladık ve bu şekilde, kamuda
çalışan hekimlerin, Sağlık Bakanlığı çatısı altında çalışan hekimlerin büyük
bir çoğunluğu muayenehanelerini kapattılar, gönüllü olarak sadece kamuda
çalışmaya başladılar. Vatandaşımız da büyük ölçüde muayenehanelere taşınmaktan
kurtulmuş oldu. Yani, çarpık bir sistemi zaten bugüne kadar da büyük ölçüde bir
gönüllük esasına göre düzelttik. Aşağı yukarı altı yıldır bu çabalarımızı devam
ettiriyoruz.
Peki, artık uzman hekimlerimizin yüzde 80’i, 81’i özellikle Sağlık
Bakanlığı çatısı altında, muayenehanelerini kapatmış, tam gün çalışmaya
başlamışken böyle bir kanunu niçin yapıyoruz? Çünkü,
geride kalan, bakiye kalan o yüzde 20’lik alanda yine vatandaşımızın sıkıntı
çektiğini, çekebildiğini biliyoruz. Yine orada bir çarpık sistem devam ediyor.
O zaman, bunu yasa koyucunun iradesiyle, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
iradesiyle halkın ihtiyaçlarını karşılamayı kendisine prensip etmiş olan bir
yüce Meclisin iradesiyle doğrultmak, düzeltmek gerekiyor.
Bir de üniversitelerimizde öteden beri süregelen sistem var. Bu
sistemde bir üniversite öğretim üyesi muayenehane açabilir, bu onun yasal
hakkıdır. Biraz önce söylediğim çarpık sistemin bir devamı, tezahürü şeklinde
bu devam edegelmektedir. Öbür taraftan, muayenehane açmamış bir üniversite
öğretim üyesi tıp fakültesi hastanesinde “özel muayene”, “özel işlem”, “özel
ameliyat” adı altında hastalardan alınan paralarla bir şekilde finanse edilmeye
çalışılmaktadır. Burada da… Üstelik hastalardan alınan paranın öğretim
üyelerine giden kısmı da çok azdır. Vatandaşlarımız bir üniversite hastanesinde
para öderken belki zannediyor ki, benim ödediğim para hep hekime gidiyor,
oradaki üniversite öğretim üyesine gidiyor. Ama böyle bir durum da yok. Bu
paranın büyük bir kısmı vergiye, bir kısmı üniversite döner sermayesine, küçük
bir kısmı da öğretim üyesine gitmektedir. Hem vatandaşın cebinden para çıkıyor
hem vatandaş mağdur oluyor hem burada, bu şekilde maişetini temin etmeye
çalışan öğretim üyesi, bir taraftan da o mağdur oluyor. O zaman, bu çarpık
sistemi hep birlikte düzeltmemiz gerekiyor. Ne yapmak lazım? Bir şekilde bu
parçalı yapıyı, bu çifte çalışma yapısını ortadan kaldırmamız gerekiyordu.
Nitekim, gelişmiş bütün
Batı Avrupa ülkelerine baktığımızda böyle bir uygulamanın, yani Türkiye’de
yasal olarak şu anda mümkün olan uygulamanın bu ülkelerde yer almadığını görüyoruz.
Bazı Doğu Avrupa ülkelerinde, bazı Latin Amerika ülkelerinde Türkiye’dekine
benzer bir sistem var. Yani hekim, hem devletin üniversitesinde çalışabilir hem
devletin hastanesinde çalışır hem de akşam muayenehanesine gidebilir veya özel
bir yerde çalışabilir. Ama bunun dışında gelişmiş Batı Avrupa ülkelerinde böyle
bir model yok. O zaman bu çarpık sistemi mutlaka düzeltmemiz gerekiyor.
İşte son iki senedir hatta üç senedir bu konu üzerinde
çalışıyoruz. Konunun paydaşları birden fazla. Bir
taraftan Yükseköğretim Kurumu var, üniversitelerimiz var, hastanelerimiz var,
hekimlerimiz, diğer sağlık çalışanlarımız var. Tabii ki devletin maliyesinin bu
işle ilgisi var, Sosyal Güvenlik Kurumunun ilgisi var. Bu çalışmaları uzun bir
zaman birlikte yürüttük ve Türkiye Büyük Millet Meclisine bir kanun getirdik.
Bu kanunun temel amacı, demek ki, vatandaşımızın sağlık hizmetine
bugünden sonra daha da kolay ulaşmasını sağlamaktır. Bir geçiş dönemi de
koyuyoruz. Kanun, şu anda parttaym çalışan, kısmi zamanlı çalışan hekimlere
eğer bir Sağlık Bakanlığı hastanesinde çalışıyorsa altı ay, üniversite
hastanesinde çalışıyorsa bir sene de zaman tanımaktadır. Yani bir düşünsün,
taşınsın. Burada çalışmaya devam ederek, artık muayenehanesini kapatacak mı,
yoksa kamudan ayrılarak muayenehanesini mi devam ettirecek, özelde çalışmayı mı
tercih edecek? Ama biz yaptığımız araştırmalarda, anket çalışmalarında
biliyoruz ki, hekimlerimizin büyük bir çoğunluğu, belki yüzde 90’ının daha
üstünde bir kısmı getirdiğimiz bu yeni modeli benimseyecekler, kamuda veya
üniversite hastanelerinde çalışarak hizmet vermeye devam edecekler.
Elbette hekimlerimizin ve diğer sağlık çalışanlarının, beyaz
önlüklülerin sağlık hizmetlerindeki yeri en üst noktadadır. Bizler, politik
karar vericiler olarak kararlar veriyoruz, bir reform programı yürütüyoruz. Bizler, bürokrasi tarafında işin ikincil düzenlemelerini yapıyoruz,
değişiklikler yapıyoruz, kuralları değiştiriyoruz, yeni organizasyonlar
yapıyoruz, yöneticiler yöneticilik yapıyor ama sonuçta bu hizmeti vatandaşımıza
büyük bir fedakârlıkla sunanlar beyaz önlüklü sağlık çalışanlarıdır,
hemşirelerdir, ebelerdir, teknisyenlerdir, hekimlerdir, bütün o hastanelerde,
sağlık ocaklarında, aile hekimliklerinde, 112’lerde çalışan, asistan olarak
ömrünü bu işe bir anlamda feda eden değerli meslektaşlardır. Ben Türkiye
Büyük Millet Meclisinin, sizlerin huzurunuzda bütün bu beyaz önlüklülere
şükranlarımı ifade etmek istiyorum, sevgilerimi ve hürmetlerimi ifade ediyorum;
onlar buna layıklar.
Şu anda nöbeti başında çalışan değerli sağlık çalışanları var.
Bakınız, bu çalışanlar, üniversitelerde veya eğitim hastanelerimizdeki
asistanlarımız dâhil, uzmanlık öğrencileri dâhil yeterince bir nöbet parası
alamıyorlar. Mesela bu kanun bir taraftan vatandaşın hukukunu korurken, çalışanların
hukukunu korumak üzere nöbet ücretlerini aşağı yukarı 3 katına çıkarıyor, hem
saat ücreti olarak hem çalışılan belli saatlere verilecek ücretler olarak. Bu
kanun uzman hekimlerimizin sabit kazançlarını yani kendilerinin döner sermayeye
katkıları dışında, bireysel katkıları dışında sabit kazançlarını, maaş ve döner
sermaye havuzundan alınacak kazançlar olarak aşağı yukarı yüzde 70 civarında
artırıyor. Bu kanun pratisyen hekimlerimizin, uzman olmayan tabiplerimizin
sabit gelirlerini yüzde 40 oranında artırıyor. Bu onların en tabii hakkı, bunu
mutlaka yapmalıydık ve kanunun içine bunu dercederken değerli muhalefetimizin
de bize çok büyük katkıları oldu, biraz sonra o noktaya geleceğim. Nihayetinde
hem hekimlerimizin sabit, aylık gelirlerini artırabildik, bu kanunla
artırabiliyoruz -inşallah yüce Meclisimizde kanun kabul edildikten sonra bu
gerçekleşmiş olacak- hem de emekliliğe yansıyacak olan miktarı artırmış
oluyoruz. Yani, bir uzman hekimin bugün aldığı emeklilik maaşı gerçekten son
derece düşük bir miktardır. Böylece, bu emeklilik maaşlarını artırma imkânımız
da oluyor, aylık sabit gelirleri artırma imkânımız da oluyor.
SACİD YILDIZ (İstanbul) – Kaç sene sonra emekliliğe yansıyacak
Sayın Bakan?
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) – Elbette, mevcut sisteme
göre, değerli hekimlerimiz, şu andan sonra çalıştıkları yıllar için ödedikleri
primler, bu söylediğimiz sabit gelirden alınan primler dikkate alınarak onların
maaşlarına bunlar yansımış olacak.
Ben huzurunuzda, bu çalışmayı birlikte yaptığımız Sağlık Komisyonundaki
değerli arkadaşlarıma, en başta Sağlık Komisyonu Başkanı olmak üzere, teşekkürü
de bir borç biliyorum. Daha sonra alt komisyonda da birlikte
çalışma fırsatını bulduğumuz değerli milletvekillerimiz oldu, bunların
isimlerini de zikretmek isterim müsaadenizle: Cumhuriyet Halk Partisinden Sayın
Tekin Bingöl, Milliyetçi Hareket Partisinden Sayın Osman Durmuş, Adalet ve
Kalkınma Partimizden Sayın Mehmet Nil Hıdır, Sayın Lütfi Çırakoğlu ve Sayın
Mehmet Domaç’la hakikaten çok güzel bir çalışma yaptık ve Komisyonda, alt
komisyonda bu kanun iyice şekillendi, tam kıvamına geldi kanaatimizce.
Kuşkusuz her kanunun eksik kalan tarafları olabilir, kuşkusuz
gönlümüzdekinin hepsini bu değişikliği yaparken sağlık çalışanlarına
aktaramamış olabiliriz ama ben, şöyle, kanuna bir bakıyorum değerli
milletvekilleri, aşağı yukarı 10 madde, bu kanunda, sağlık çalışanlarına
avantajlar getiriyor. Yani, 19 maddelik bir kanun getiriyoruz, yapıyoruz,
burada vatandaşın hukukunu korumuş oluyoruz, vatandaşın cebinden gereksiz yere
para çıkmasını engelliyoruz, vatandaşın bu husustaki çilesini sonlandırmanın
peşindeyiz ama bu arada sağlık çalışanlarının hukukunu da korumak üzere aşağı
yukarı 10 madde getiriyoruz. Bunların içinde, biraz önce söylediğim nöbet
ücretleri var, sabit gelirin artırılması var, bu sabit gelirin artırılmasından
dolayı emeklilik maaşlarının artması var. Bunların içerisinde, yanlış
uygulamalardan, “malpraktis” dediğimiz uygulamalardan dolayı değerli
hekimlerimizin ödemek zorunda kaldığı ve gittikçe de mahkemelerin daha yüksek
meblağlara hükmettiği tazminatları karşılamak üzere bir sigorta sistemi var, bu
sigortanın yarısının işverence verilmesi var. Dolayısıyla kanun bir taraftan
vatandaşımıza, öte yandan da değerli sağlık çalışanlarına çok önemli artılar
getirmiş oluyor.
Şimdi, değerli milletvekilleri, elimde bir not var. Sizin yüce
huzurunuzda bu notla ilgili bir konuşma yapayım mı yapmayayım mı diye aslında
bugün epeyce düşündüm ve sonunda da bu hususta bir şeyler konuşma gereğini
hissettim. Bu kanuna karşı olanlar da var yani “tam gün olmasın” diyorlar,
“Eski düzen devam etsin.” diyenler var ama bu Meclisin içinde irade bu şekilde
şekillenmiş değil. Ben, tekrar muhalefet partilerimize de teşekkür ediyorum bu
kanunun görüşmelerine başlarken. Çünkü birlikte şekillendirdik ve kanuna
esastan karşı olmadıklarını muhalefet partilerimiz de söylüyorlar. Yani
buradaki konuşmalardan kanuna olumlu oy kullanacakları şeklinde bir düşüncem
benim de oldu. Şimdi, buradan şunu anlıyoruz: Yani üzerinde büyük ölçüde
mutabakat olan, başta hekimlerimizin ve sağlık çalışanlarının da yeni haklar
elde etmeleri dolayısıyla büyük ölçüde memnuniyet duyacakları bir kanun var.
Bugün bana 3 ayrı milletvekilimiz bir not ilettiler. Bir değerli
hekim arkadaşımız 3’üne de aynı notu iletmiş. Bu notta, muayenehanesi olan bir
değerli meslektaşımız diyor ki: “2009 faaliyetim sonucunda 250 bin lira gelir
vergisi ödedim. Üniversitede çalışmam hâlinde devlet bu vergiden, ayrıca
KDV’den mahrum olacağı gibi bana da fazladan ödeme yapacak.” Şimdi, bugün maliyeci
arkadaşımla da burada konuştum, 250 bin lira… Bir de “Ben 15 kişi
çalıştırıyorum muayenehanemde.” diyor, bu nasıl bir muayenehaneyse… Maliyeci
arkadaşımla da konuştum, böyle bir vergi ödeyebilmek için aşağı yukarı herhâlde
yılda 1 milyon lira civarında bir kazanç olmalı ki masrafları çıksın, geri
kalanıyla da bu kadar vergi ödenebilsin. Şimdi, böyle değerli bir meslektaşın
bu kanuna karşı çıkması bir dereceye kadar tabiidir ama Türkiye'de böyle çok
insan yok, yani şu anda muayenehane çalıştırsa bile değerli hekimlerimizin bu
kadar çok kazandığı falan da yok aslında. Şimdi bu kanun tartışılırken ek
ödemeler, ek ödemelerin mesai sonrasında artırılacağı, maaşların artırılacağı
falan konuşulurken belki halkımız şöyle düşünebilir: Bu sağlık çalışanlarına çok
mu fazla bir şeyler veriliyor? Hayır, öyle değil. Sağlık çalışanlarının,
hekimlerin aslında alması gereken, bugüne kadar alması gereken, sosyal bir
devlette bugüne kadar alması gereken haklarını kendilerine mümkün olduğunca
veriyoruz. Ama açıkça ifade etmeliyim ki böyle bir kazancı kamunun da
karşılaması mümkün değil, vatandaşın da karşılaması mümkün değil. Şimdi,
değerli meslektaşımız “Ben vergi veriyorum.” diyor. Güzel ama bu vergiyi
verebilmek için onun kazancı nereden geliyor? O muayenehaneye giden vatandaşların
ödediği paradan. İşte, biz buna razı değiliz.
SACİD YILDIZ (İstanbul) – Kalır zaten, kapatmaz.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) – Biz buna razı değiliz. Yani
vatandaşımız muayenehaneye gidecek... Bu değerli arkadaşımız bir üniversite hastanesinde
çalışıyor, hem de orada ana bilim dalı başkanlığı yapıyor. Biliyorsunuz, ana
bilim dalı başkanlığı yaparak da muayenehanecilik yapmak mümkün, eğer mesaiden
sonra giderseniz muayenehanenize. Şimdi, biz, vatandaşımızın bu parayı
ödemesine, bu 1 milyon lirayı bir muayenehaneye ödemesine razı değiliz. Ben
inanıyorum ki bu yüce çatı altındaki hiçbir milletvekilimiz de buna razı değil.
Daha adaletli bir sistem kuruyoruz, daha adaletli bir sistem oluşturmanın
peşindeyiz hep birlikte. Bunu, yapabildiğimiz kadar, burada birlikte yapacağız.
Kanunun metni içinde gözden kaçan bir madde olabilir, onu da
özellikle ifade etmek istiyorum. Üniversitelerimizde, tıp fakülteleri ve
benzeri bazı fakülteler dışında gelir getirici bir faaliyeti döner sermaye
vasıtasıyla yapan öğretim üyelerine, bu kanunla, o gelir getirici faaliyetlerin
yüzde 85’ini verme imkânı da getiriyoruz. Bu konu üniversite camiasında son
yıllarda çok tartışıldı, çok konuşuldu. Döner sermaye üzerinden herhangi bir iş
yaptığı zaman bir üniversite öğretim üyesi, bu miktarın büyük bir çoğunluğu
döner sermayeye gidiyor, tıpkı tıp fakültelerinde olduğu gibi diğer
fakültelerde de.
Bu durum, değerli milletvekilleri, üniversite ile endüstrinin,
üniversite ile iş dünyasının, üniversite ile diğer kamu kurum ve
kuruluşlarının, üniversite ile piyasanın, üniversite ile gerçek hayatın
ilişkisinin yeterince kurulmasına da mâni oluyor. Dolayısıyla bu maddeyle,
üniversitelerimizdeki değerli öğretim üyeleri, endüstriye ve diğer alanlara
hizmet ettikleri ölçüde döner sermayeden, gelirlerinin de büyük bir kısmını
kazanmış olacaklar.
Ben, bu kanunun, bu mantık ve kurgu içerisinde, Millet
Meclisimizde, Genel Kurulumuzdaki görüşmelerle daha da olgunlaşacağına
inanıyor, hepinize saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Akdağ.
Kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 14 Ocak 2010
Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi
kapatıyorum.