Normal 17612 2 0 2010-02-11T09:05:00Z 2010-02-11T09:05:00Z 1 44181 251834 TBMM 2098 590 295425 11.5606 0 0 nk 0 nk 0 0 false false false 0 nk 0 nk MicrosoftInternetExplorer4

DÖNEM: 23                            CİLT: 58                    YASAMA YILI: 4

 

 

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

46’ncı Birleşim

12 Ocak 2010 Salı

(Bu  Tutanak  Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- YOKLAMA

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI

1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Özpolat’ın, Yargıtaydaki boş üyelikler için seçim yapılamamasına ilişkin gündem dışı konuşması ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı

2.- Isparta Milletvekili Haydar Kemal Kurt’un, Isparta ilinde tarım, hayvancılık ve elmacılığın durumu ve ekonomiye etkilerine ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Isparta Milletvekili S. Nevzat Korkmaz’ın, Isparta ilindeki işsizlik sorununa ilişkin gündem dışı konuşması

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.- Kütahya Milletvekili Alim Işık ve 26 milletvekilinin, TEDAŞ ve EÜAŞ özelleştirilmelerinin araştırılarak özelleştirilme uygulamalarında alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/505)

2.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut ve 20 milletvekilinin, çevrimiçi oyunların neden olduğu sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/506)

3.- Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir ve 21 milletvekilinin, Gaziantep’te sel felaketine karşı alınacak önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/507)

4.- Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve 20 milletvekilinin, tüketicilerin kredi kartı ve bankacılık işlemlerinden kaynaklanan sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/508)

B) ÖNERGELER

1.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, (2/2) esas numaralı  Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/172)

 

VI.- ÖNERİLER

A) SİYASİ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ

1.- (10/325) esas numaralı Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergenin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 12/1/2010 Salı günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi

2.- (10/128, 10/272, 10/378) esas numaralı Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergelerin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 12/1/2010 Salı günkü birleşiminde birlikte yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi

3.- Gündemdeki sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine; Genel Kurulun, 12/1/2010 Salı günkü birleşiminde deprem ile ilgili Meclis araştırması önergelerinin ön görüşmelerinin tamamlanmasından sonra gündemdeki kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine; 13, 20, 27 Ocak 2010 Çarşamba günkü birleşimlerinde sözlü soruların görüşülmemesi, 19 ve 26 Ocak 2010 Salı günkü birleşimlerde ise 1 saat sözlü soruların görüşülmesinden sonra diğer denetim konularının görüşülmeyerek gündemdeki kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine; 418 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak bölümler halinde görüşülmesine ilişkin AK PARTİ Grubu önerisi

 

VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Hatay Milletvekili Abdülhadi Kahya’nın, İstanbul Milletvekili Bayram Ali Meral’in, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

2.- İstanbul Milletvekili Bayram Ali Meral’in, Hatay Milletvekili Abdülhadi Kahya’nın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

 

VIII.- SÖZLÜ SORULAR VE CEVAPLARI

1.-  Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, bir okulda yaşanan bir olaya ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/661) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

2.-   Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’ın bazı ilçelerindeki sağlık personeli açığına ilişkin sözlü soru önergesi (6/989) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

3.- Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, Gaziantep Büyükşehir Belediyesince yaptırılan bir merkeze ilişkin sözlü soru önergesi (6/1171) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

4.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Erbaa Devlet Hastanesindeki uzman doktor eksikliğine ilişkin sözlü soru önergesi (6/1182) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

5.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, sosyal hizmet uzmanı istihdamına ilişkin sözlü soru önergesi (6/1215) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

6.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Ağrı-Diyadin’deki sağlık ocaklarına ilişkin sözlü soru önergesi (6/1218) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

7.- Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, bebek ölümleri meydana gelen bir hastanede soruşturma açılmamasına ve memuriyetine son verilen bazı sendikacılara ilişkin sözlü soru önergesi (6/1232) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

8.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, hastanelerdeki yanık ünitelerine ilişkin sözlü soru önergesi (6/1250) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

9.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, hekim ihtiyacına ilişkin sözlü soru önergesi (6/1252) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

10.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, sağlıktaki yabancı yatırımlara ilişkin sözlü soru önergesi (6/1253) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

11.- Manisa Milletvekili Mustafa Enöz’ün, sözleşmeli sağlık personeline kadro verilmesine ilişkin sözlü soru önergesi (6/1261) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

12.- Bitlis Milletvekili Mehmet Nezir Karabaş’ın, hematoloji ünitelerine ve uzmanlarına ilişkin sözlü soru önergesi (6/1266) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

13.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Aksaray-Güzelyurt’taki yatırımlara ilişkin sözlü soru önergesi (6/1269) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

14.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Aksaray Merkez’deki sağlık ocaklarına ilişkin sözlü soru önergesi (6/1270) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

15.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Batman-Beşiri’deki sağlık ocaklarına ilişkin sözlü soru önergesi (6/1305) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

16.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, deterjanların sağlığa etkilerine ilişkin sözlü soru önergesi (6/1315) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

17.- Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, fizyoterapistlerin yetki ve sorumluluklarının düzenlenmesine ilişkin sözlü soru önergesi (6/1347) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

18.- Tekirdağ Milletvekili Kemalettin Nalcı’nın, bir mahalleye sağlık ocağı yapılmasına ilişkin sözlü soru önergesi (6/1382) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

19.- Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir’in, Gaziantep’teki bazı sağlık verilerine ilişkin sözlü soru önergesi (6/1402) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

20.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Bitlis-Adilcevaz’daki sağlık ocaklarına ilişkin sözlü soru önergesi (6/1406) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

21.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, sözleşmeli sağlık personeline ilişkin sözlü soru önergesi (6/1418) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

 

IX.- MECLİS ARAŞTIRMASI

A) ÖN GÖRÜŞMELER

1.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal ve 22 milletvekilinin, İstanbul’da depreme yönelik çalışmaların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/60)

2.- Antalya Milletvekili Tayfur Süner ve 26 milletvekilinin, deprem riskinin ve alınması gereken önlemlerin araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/63)

3.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman ve 31 milletvekilinin, Bursa ve çevresinde yaşanacak muhtemel bir deprem felaketine yönelik alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/99)

4.- Yalova Milletvekili İlhan Evcin ve 20 milletvekilinin, deprem riskinin araştırılarak deprem yönetiminde alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/242)

5.- Sakarya Milletvekili Ayhan Sefer Üstün ve 23 milletvekilinin, deprem riskinin araştırılarak deprem yönetiminde alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/243)

6.- İstanbul Milletvekili Nusret Bayraktar ve 21 milletvekilinin, özellikle İstanbul ve Marmara Bölgesindeki deprem riskinin araştırılarak deprem yönetiminde alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/244)

7.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel ve 19 milletvekilinin, deprem riskinin araştırılarak deprem yönetiminde alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/245)

8.- İstanbul Milletvekili Mithat Melen ve 22 milletvekilinin, başta İstanbul olmak üzere ülkemizdeki deprem riskinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/246)

9.- İzmir Milletvekili Oktay Vural ve 21 milletvekilinin, İzmir’deki deprem riskinin araştırılarak deprem yönetiminde alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/254)

10.- Kocaeli Milletvekili Muzaffer Baştopçu ve 30 milletvekilinin, ülkemizdeki deprem riskinin araştırılarak deprem yönetiminde alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/256)

 

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ

1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)

2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)

3.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve Ankara Milletvekili Reha Denemeç’in; Serbest Bölgeler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/541) (S. Sayısı: 446)

XI.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, denetim ve yönetim kurullarında görevli personele ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in cevabı (7/10051)

2.- Bursa Milletvekili Abdullah Özer’in, otomotiv sektöründe hurda indirimine gidilip gidilmeyeceğine ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat  Ergün’ün cevabı (7/11061)

3.- İzmir Milletvekili Kamil Erdal Sipahi’nin, Varlık Barışı uygulamasına ilişkin sorusu ve  Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/11120)

4.- Zonguldak Milletvekili Ali Koçal’ın, ilişiği kesilen TSK personelinin atanmasına ilişkin sorusu ve  Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/11122)

5.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, personel atamalarına ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı M.Vecdi Gönül’ün cevabı (7/11161)

6.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Türkiye Kalkınma Bankası Yönetim Kurulu üyelerinin ve personelinin ücretlerine,

Türkiye Kalkınma Bankası Genel Müdürlük katındaki düzenlemelere,

Türkiye Kalkınma Bankası yönetimine,

Türkiye Kalkınma Bankasındaki personel yönetimine,

İlişkin soruları ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın cevabı (7/11202), (7/11203), (7/11263), (7/11266)

7.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, TMSF’ye devredilen bankalara ve TMSF’nin faaliyetlerine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı  Ali Babacan’ın cevabı  (7/11264)

8.- Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, Düzce Valisi hakkındaki işlemlere ilişkin sorusu ve  İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın cevabı (7/11284)

9.- Bursa Milletvekili Abdullah Özer’in, çiftçilerin elektrik borçlarına ilişkin sorusu ve  Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/11301)

10.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, oyuncak piyasasının denetimine ilişkin  Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı (7/11339)

11.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin, konut kredi geri ödemesini yapamayanların durumuna ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın cevabı  (7/11349)

12.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın, Türkiye İş Kurumunun Burdur’daki projelerine ilişkin sorusu ve  Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in cevabı (7/11363)

13.- Isparta Milletvekili Mevlüt Coşkuner’in, Türkiye İş Kurumunun Isparta’daki projelerine ilişkin  sorusu  ve  Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in cevabı (7/11366)

14.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, mısır ithalatına ve nişasta bazlı şeker piyasasına ilişkin sorusu ve  Devlet Bakanı Mehmet  Zafer Çağlayan’ın cevabı (7/11369)

15.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Ulubat ve Gölyazı’da turizmin geliştirilmesine ilişkin sorusu ve  Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/11402)

16.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, fazla çalışmalar konusundaki bir düzenlemeye ilişkin sorusu ve  Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/11403)

17.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, özürlülerin eğitimlerindeki bir düzenleme değişikliğine ilişkin sorusu ve  Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/11407)

18.- Tekirdağ Milletvekili Kemalettin Nalcı’nın, elektrik faturasını ödeyemeyenlerin durumuna ilişkin sorusu ve  Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/11408)

19.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, selden etkilenen bazı belediyelere aktarılacak ödeneğe ilişkin sorusu ve  Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/11409)

20.- Tekirdağ Milletvekili Kemalettin Nalcı’nın, Tekirdağ Çanakkale Şehitliği’nin düzenlenmesine ilişkin  sorusu ve Millî Savunma Bakanı M.Vecdi Gönül’ün cevabı (7/11444)

21.-Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, Zonguldak Merkez Çocuk Yuvasının kapatılmasına,

- Tekirdağ Milletvekili Kemalettin Nalcı’nın, bir hayırseverin Tekirdağ’daki sosyal hizmet kuruluşlarına yaptığı yardımlara,

İlişkin  soruları ve Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf’ın cevabı  (7/11486), (7/11487)

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te açılarak üç oturum yaptı.

Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk, Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetim hakkı ve yetkisine,

Aydın Milletvekili Ertuğrul Kumcuoğlu, Sümela Manastırı’nın ayine açılmasına,

İstanbul Milletvekili Esfender Korkmaz, asgari ücretin tespit şekli ve esaslarına,

İlişkin gündem dışı birer konuşma yaptılar.

Mardin Milletvekili Emine Ayna ve 19 milletvekilinin, pamuk üretiminde yaşanan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/501),

Mardin Milletvekili Emine Ayna ve 19 milletvekilinin, Dersim olaylarının araştırılması (10/502),

Mardin Milletvekili Emine Ayna ve 19 milletvekilinin, Mersin’de kurulması planlanan nükleer santralin muhtemel etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/503),

İzmir Milletvekili Kamil Erdal Sipahi ve 19 milletvekilinin, kara ve deniz sınırlarının güvenliği konusundaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/504),

Amacıyla birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:

1’inci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),

2’nci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/499) (S. Sayısı: 321),

Görüşmeleri komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.

3’üncü sırasında bulunan ve görüşmelerine devam olunan Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve Ankara Milletvekili Reha Denemeç’in, Serbest Bölgeler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun (2/541) (S. Sayısı: 446) 1’inci maddesi kabul edildi; teklife geçici madde eklenmesine ilişkin önergeler üzerinde bir süre görüşüldü.

Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, Plan ve Bütçe Komisyonu Sözcüsü Tokat Milletvekili Osman Demir’in, konuşmasındaki “Plan ve Bütçe Komisyonu raporunda komisyon üyelikleri devam etmesine rağmen kendisinin ve arkadaşının isminin yer almadığı.” ifadelerini yanlış yorumlayarak ciddi bir yanıltmada bulunduğuna,

Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, kendisiyle ilgili sorduğu soruya,

İlişkin birer açıklamada bulundular.

Tunceli Milletvekili Kamer Genç, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, şahsına sataşması nedeniyle bir konuşma yaptı.

12 Ocak 2010 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşime 19.01’de son verildi.

                                                     Şükran Güldal MUMCU

                                                             Başkan Vekili

           Bayram ÖZÇELİK                                                                    Yusuf COŞKUN

                    Burdur                                                                                     Bingöl

                  Kâtip Üye                                                                                Kâtip Üye

 

 

 

                                                                                                                                        No.: 56

II.- GELEN KÂĞITLAR

8 Ocak 2010 Cuma

Teklif

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ’ın Anayasa Değişikliklerinin Halkoyuna Sunulması Hakkındaki Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/566) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 7.1.2010)

 

                                                                                                                       

                                                                                                                                        No.: 57

11 Ocak 2010 Pazartesi

Tezkereler

1.- Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1041) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.1.2010)

2.- Mardin Milletvekili Emine Ayna’nın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1042) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.1.2010)

3.- Van Milletvekili Özdal Üçer’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1043) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.1.2010)

4.- Mardin Milletvekili Emine Ayna’nın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1044) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.1.2010)

5.- Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Binici’nin Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1045) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.1.2010)

6.- Mardin Milletvekili Emine Ayna’nın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1046) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.1.2010)

7.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1047) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.1.2010)

8.- Siirt Milletvekili Osman Özçelik’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1048) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.1.2010)

9.- Muş Milletvekili M. Nuri Yaman’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1049) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.1.2010)

10.- Mardin Milletvekili Emine Ayna’nın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1050) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.1.2010)

11.- Siirt Milletvekili Osman Özçelik’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1051) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.1.2010)

12.- Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1052) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.1.2010)

13.- Diyarbakır Milletvekili Selahattin Demirtaş’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1053) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.1.2010)

14.- İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1054) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.1.2010)

15.- Hakkari Milletvekili Hamit Geylani’nin Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1055) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.1.2010)

16.- Van Milletvekili Özdal Üçer, Iğdır Milletvekili Pervin Buldan, Hakkari Milletvekili Hamit Geylani, Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır, Mardin Milletvekili Emine Ayna ve Muş Milletvekili M. Nuri Yaman’ın Yasama Dokunulmazlıklarının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1056) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.1.2010)

17.- Iğdır Milletvekili Pervin Buldan ve Hakkari Milletvekili Hamit Geylani’nin Yasama Dokunulmazlıklarının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1057) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 7.1.2010)

18.- Hakkari Milletvekili Hamit Geylani’nin Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1058) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 7.1.2010)

Süresi İçinde Cevaplanmayan Yazılı Soru Önergeleri

1.- Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, bir derneğin kamu yararına çalışma statüsüne ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/10045)

2.- İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Deniz Feneri Davasındaki adli yardım taleplerine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/10049)

3.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in, bazı personele uygulanan yol parasına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/10157)

4.- Mersin Milletvekili İsa Gök’ün, Ergenekon Davasında görev alanların bir yemekte bir araya gelmesine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/10158)

5.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, Ergenekon Davasındaki hakim ve savcılar ile polislerin birbirleriyle ilişkilerine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/10159)

6.- Mersin Milletvekili Behiç Çelik’in, hakim ve savcılar hakkındaki iletişim dinleme kararlarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/10334)

7.- Mersin Milletvekili Behiç Çelik’in, davaların uzun sürmesine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/10335)

8.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Deniz Feneri Davasına ve Almanya’nın adli yardım talebine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/10336)

9.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, tutuklama ve tutukluluğun devamı kararlarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/10337)

10.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, Adana Adli Tıp Kurumunun yeni bina ihtiyacına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/10341)

11.- İzmir Milletvekili Recai Birgün’ün, güvenlik güçlerinin kelepçe ve diğer bedensel hareketleri kısıtlayıcı araçları kullanımına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/10420)

12.- Antalya Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, bürokrat olarak atanan bakan ve milletvekili yakınları ile milletvekili adaylarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/10421)

                                                                                                                                       

 

                                                                                                                                        No: 58

12 Ocak 2010 Salı

Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Kütahya Milletvekili Alim Işık ve 26 Milletvekilinin, TEDAŞ ve EÜAŞ özelleştirilmelerinin araştırılarak özelleştirilme uygulamalarında alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/505) (Başkanlığa geliş tarihi: 18.11.2009)

2.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut ve 20 Milletvekilinin, çevrimiçi oyunların neden olduğu sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/506) (Başkanlığa geliş tarihi: 18.11.2009)

3.- Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir ve 21 Milletvekilinin, Gaziantep’te sel felaketine karşı alınacak önlemlerin araştırılması amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/507) (Başkanlığa geliş tarihi: 18.11.2009)

4.- Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve 20 Milletvekilinin, tüketicilerin kredi kartı ve bankacılık işlemlerinden kaynaklanan sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/508) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.11.2009)

 

12   Ocak 2010 Salı

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.04

BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Gülşen ORHAN  (Van)

 

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 46’ıncı Birleşimini açıyorum.

III.- Y O K L A M A

BAŞKAN - Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Yoklama için üç dakika süre vereceğim.

Sayın milletvekillerinin oy düğmelerine basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin salonda hazır bulunan teknik personelden yardım istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise yoklama pusulalarını görevli personel aracılığıyla üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, Yargıtaydaki hâkim atamaları hakkında söz isteyen İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Ali Özpolat’a aittir.

Buyurun Sayın Özpolat. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika.

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI

1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Özpolat’ın, Yargıtaydaki boş üyelikler için seçim yapılamamasına ilişkin gündem dışı konuşması ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı

MEHMET ALİ ÖZPOLAT (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yargıtaydaki atamalarla ilgili söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi bu vesileyle saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yargıtay seçim sorunu gündemdeki yerini koruyor. Boş üyelikler için bir türlü seçim yapılamıyor. 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 29’uncu maddesi Yargıtay üyelerinin seçimini düzenliyor. Anılan maddenin üçüncü fıkrası, boş üyelik sayısı 10 olduğunda en geç iki ay içinde seçimin yapılmasını emrediyor ancak gün itibarıyla bu sayı 34’ü bulduğu hâlde bu seçim bir türlü yapılamıyor. Yüksek Seçim Kurulunun çalışmaları, Hâkimler ve Savcılar Kurulunun çalışmaları kilitleniyor, Yargıtay çalışmıyor, davalara bakılamıyor, böylece yurttaşlar zarar görüyor, bütün bir adalet sistemi felç oluyor. Bunu kim yapıyor? Hükûmet. Ne adına yapıyor? İnat uğruna. Niye inat ediyor? Diğer pek çok kurum gibi adalet sistemi de kendisinden yana olsun diye. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna kendi üye seçmek istiyor. Yargıyı siyasetin insafına terk ediyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu inat ülkeye pahalıya mal oluyor. Yargının ağır iş yükü Hükûmetin bu tavrı yüzünden iyice artıyor. Sayın Adalet Bakanı “Bir kurul üyesi yurt dışında, isimler üzerinde inceleme yapıyoruz” diyor. İnsaf Sayın Bakan, bu inceleme sekiz aydır mı yapılıyor! Ayrıca kamuoyunda herkes biliyor ki siz bunlar üzerinde pazarlık yapıyorsunuz. Kamuoyu bunu bilecek kadar bu işten haberdardır ve takipdardır. Seçilen üyenin nitelikleri yasada zaten belirtilmiş. Kurula düşen, yasadaki niteliklere uyan isimleri süresi içinde seçmektir. Dolayısıyla “inceleme sürüyor” açıklaması inandırıcı değildir. Yasa, açık biçimde “iki ay içinde seç” diye emredici hüküm koymuş. Siz, bu yasayı çiğniyorsunuz, adaletle oynuyorsunuz, adalet bekleyen yurttaşa eziyet ediyorsunuz. Bu ülkedeki tüm kurumları kendi anlayışınıza uygun hâle getirmek istiyorsunuz. Tüm çalışmalarınız buna hizmet ediyor. Başka ses, başka söz istemiyorsunuz. Her alanda tek tip bir anlayış istiyorsunuz. Bunun adı faşizmdir. Tüm suçlarınız içinde en ağırı, yargı bağımsızlığını ortadan kaldırma girişiminizdir. Unutmayın ki yargı bağımsızlığına kasteden iktidarlar, ülkenin varlığına ve bağımsızlığına da kastediyorlardır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şu anda yapılan, anayasal görevi geciktirmektir, görev ihmalidir, yargıya doğrudan müdahaledir; ülkeye, yurttaşa, yargıya haksızlıktır. Yargıyı çalıştırmamak, devleti çalıştırmamaktır. Bu, somut bir suçtur ve somut yaptırımları vardır.

Anayasa’mızın “Yargı” başlığı altındaki 138’inci maddesi yasama ve yürütmenin uyması gereken kuralları gösteriyor. Buna göre Türkiye Cumhuriyeti mahkemeleri bağımsız, hâkimler ise teminatlı olmalıdır. Ancak yıllardır izlediğimiz manzara bunun tam tersidir. Hükûmet yargıyı siyasallaştırmak konusunda ısrarcıdır. Yargıya üye seçilememesi de bu ısrarın bir sonucudur. Bu vahim tablo Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulundan Adalet Bakanı ve Müsteşarının çıkartılması zorunluluğunu bir kez daha bize göstermektedir. Buradan Hükûmeti ve Sayın Adalet Bakanını kadrolaşma hırsından vazgeçmeye çağırıyoruz.

Bakınız, Yargıtay Başkanı feryat ediyor “Ateş bacayı sardı.” diyor, “Yangın büyüyor çünkü yargı tam bağımsız değildir.” diyor. Adaletin sağlanmasına ayak bağı olmayınız. Bırakınız yargı işlesin. Yargıdan elinizi çekiniz. Yargıyı yargıya bırakınız. Sayın Bakan, unutmayın ki kişiler gelip geçici, kurumlar kalıcıdır. Siz ve Hükûmetiniz de gelip geçicisiniz. Bunu hatırlayarak yargıyı yıpratan tutumunuzu terk ediniz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

MEHMET ALİ ÖZPOLAT (Devamla) – Türkiye Cumhuriyeti’nin çok değerli hukuk adamları, çok değerli cumhuriyet savcıları vardır. Onlar görevlerini hukuka uygun biçimde yapmaktadırlar. Hükûmet olarak sizin yapmanız gereken, hukuka ve hukukçuya müdahaleden uzak durmak ve onların görevlerini yapmalarını sağlamaktır. Siz onlara gölge etmeyin yeter.

Sayın Başbakan bazı davaların savunuculuğuna soyunsa da, cumhuriyet savcılığı, hukuk fakültesi mezunlarının belli sınavları başarıyla vererek ve yıllarca tozlu dosyaları yutarak elde ettikleri değerli sıfatlardır. İnsanlar başbakan olabilirler ama savcı olmak zordur. Bu nedenle, yargıya ve mensuplarına gerekli değeri vermenizi; onları, işlerini yapma noktasında serbest bırakmanızı, onların rollerine soyunmamanızı öneririz. Sizin göreviniz adalet hizmetinin aksayan yanlarını gidermek ve sorunları çözmektir. Unutmayın ki iyi işleyen bağımsız adalet bir gün size de lazım olur. Zannederim en çok da size lazım olacaktır. Tüm hukuk camiası, adalet bekleyen tüm yurttaşlar fazlasıyla…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET ALİ ÖZPOLAT (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özpolat.

İktidar adına Adalet Bakanı Sayın Sadullah Ergin.

Buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

İstanbul Milletvekilimiz Sayın Mehmet Ali Özpolat’ın yapmış olduğu gündem dışı konuşmayla ilgili Hükûmet adına beyanlarımızı ifade etmek üzere huzurlarınızda söz aldım.

Değerli arkadaşlar, gerek Yargıtaya yapılması gereken üye seçimiyle ilgili gerekse de “Türkiye nereye götürülmek isteniyor?”, “Türkiye’nin istikameti neresidir?” gibi sorulara dönük olarak tespitlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. O da şudur: Hükûmetimizin en önemli hedefi ülkemizin gelişmiş demokrasiler arasına girmesi ve Avrupa Birliğine tam üye olabilmesidir. Bu hedefi gerçekleştirmenin ön şartı Türkiye’nin Kopenhag Siyasi Kriterleri’ni yerine getirmesi olarak daha önce belirlenmiş idi.

İnsan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü hususlarını temin amacıyla Anayasa’mızda ve kanunlarımızda yapılan reformlarla Kopenhag Siyasi Kriterleri’ni yeterince yerine getirdiğimiz tespitiyle 2005 yılında tam üyelik müzakere sürecini başlatmış bulunmaktayız.

2005 yılında açılan ve otuz beş başlık altında yürütülen müzakereler normal süreci içerisinde devam etmektedir. 12 fasıl açılmış, bunlardan birinde ise müzakereler tamamlanmıştır. Bu süreçte Başmüzakereci atanmış ve kurumsal bir yapıya kavuşturulması amacıyla Avrupa Birliği Genel Sekreterliği Kanunu çıkartılmıştır.

Yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını güçlendirmek ve etkililiğini artırmak amacıyla Bakanlığımızın doğrudan sorumlu olduğu “Yargı ve Temel Haklar” başlıklı 23’üncü faslın açılış kriterlerinden olan yargı reformu stratejisi geniş bir katılım ile hazırlanmıştır bu süreçte. Avrupa Komisyonunun Türkiye 2009 İlerleme Raporu’nda yargı reformu stratejisi, hazırlanış biçimi ve içeriği açısından müspet bir adım olarak değerlendirilmiştir.

Yargının ağır iş yükünün sorumlusu AK PARTİ değildir. Yılların getirdiği sorunları Hükûmetimiz çözmeye çalışmakta ve çözmektedir. İstinaf Mahkemeleri Kanunu bu dönemde çıkarılmış ve bu mahkemelerin faaliyete geçirilmesi için tüm hazırlıklarımız tamamlanmıştır. Nasip olursa 2010 yılı sonlarına doğru istinaf mahkemelerinin devreye girmesiyle yüksek yargıda, özellikle Yargıtayımızdaki iş yükü önemli ölçüde hafifleyecektir.

Gene, alternatif uyuşmazlık çözüm yolları için Ara Buluculuk Kanunu Tasarısı Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk edilmiştir. Bu da bidayet mahkemelerinden başlamak üzere yargıdaki iş yükünü azaltıcı fonksiyona sahip bir faaliyettir.

2002 yılından, görevi devraldığımızdan bugüne kadar yargının sorunlarına çözüm bulmak adına çok önemli çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmaları satır başlarıyla sizlerle paylaşmak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, Türkiye’de kurulu bulunan tüm adliye binalarının 2002 tarihi itibarıyla kapalı hizmet alanı tutarı 596 bin metrekare idi. Bugün, devam eden inşaatlarla beraber, bu 2 milyon 500 bin metrekareye ulaşmaktadır. Yani bir başka deyişle, 2002’de AK PARTİ iktidara geldiğinde mevcut olan adliye hizmet binalarının tam 4 katı bir rakama ulaşmış bulunmaktadır bugün.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Başka bir seneyle karşılaştırsak olmuyor mu Sayın Bakan?

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan…

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) - Gene, 119 yeni hizmet binası bitirilmiş, 84 adet bina ise yapım ve ihale aşamasındadır.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Bakan Yargıtaydaki atamalarla ilgili yanıt vermek için söz aldı ama Sayın Bakan inşaatlarla ilgili bilgi veriyor!

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Onlara da geleceğim.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – İnşaatlarla ilgili bizim bir sorunumuz yok.

AHMET KOCA (Afyonkarahisar) – Sabret… Sabret…

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) - Sabrederseniz hepsine cevap vereceğim Sayın Kılıçdaroğlu.

ÜNAL KACIR (İstanbul) – Sistemin tamamını öğrenirseniz…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Bana ne inşaattan!

KAMER GENÇ (Tunceli) – Mahkemelerdeki dosya sayısını söyle.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Müsaade ederseniz, ne konuşacağımıza biz karar verelim.

Değerli arkadaşlar, yargıda yangın mı var, yoksa bu yangın söndürülmeye mi çalışılıyor, yargının sorunları giderilmeye mi çalışıyor, bunu izah ediyorum. Tam da gündem dışı konuşma ve gündemdeki, gündeme getirilen sorunlara ilişkin beyanlardır benim konuşmalarım. Yargının sorunları artmakta mıdır, azalmakta mıdır? Yangın mı vardır, alev bacayı mı sarmaktadır, yoksa bacayı sarmış olan alev söndürülmekte midir? Tam da bunları anlatıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Bina yaparak mı?

TANSEL BARIŞ (Kırklareli) – Sadede gel, sadede!

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – 2002 yılında, masaüstü bilgisayar sayısı tüm Türkiye’de, adliye binalarımızda 4.200 adet iken, bugün bu rakam 40.225 adede çıkarılmıştır. Yani 9 kattan fazla bir artış yapılmıştır.

Gene, dizüstü bilgisayar -hâkim ve savcılarımızın, adliyelerin kullanımında- 2002 yılında sadece 55 adet iken, bugün 16 bin adede ulaşmıştır…

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Sayın Bakan, 2002’den başka sene yok mu bu memlekette? Mesela 2001…

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – …yani tam 290 kat artırılmıştır bu miktar.

Gene, 2002 şartlarında, seçmen listelerinin arkası zabıt kâğıdı olarak kullanılırdı, avukat arkadaşlarım bilecektir ama bugün, bütün bu işlemler bilgisayar ortamında, modern yöntemlerle yapılabilmektedir.

Elektronik imza yok idi, bugün yargıda 31.036 aktif elektronik imza kullanan yargı çalışanı vardır.

“Elektronik ortamda dava açma” diye bir kavram yok idi, bugün 11.305 avukatımız adliyeye gitmeksizin, ofisinden, evinden, bulunduğu mekândan adliyede dava açabilmektedir.

Lojman sayısı 7.048 iken, yüzde 37’lik bir artışla bugün 9.700’e ulaşmıştır.

Mahkemelerdeki personel sayısı 20.255 iken bugün 30.437’ye ulaşmıştır ki artış oranı yüzde 50’dir. Bu artış oranı devam edecektir. 2010 yılında da personel alımlarımız adalet komisyonları eliyle yapılmaya devam edecektir. Hâkim ve savcı sayımızda yüzde 20’lik bir artış sağlanmıştır. Yabancı dil bilen hâkimlerimizin sayısı tam 3’e katlanmıştır.

Bunun dışında, Anayasa Mahkememizin hizmet binası tamamlanmış ve namına, şanına yakışır bir mekâna kavuşmuştur. Danıştayımızın hizmet binası için ise geçtiğimiz günlerde, haftalarda temel atılmış…

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Sayın Bakan, Allah aşkına binaları bırak, konuşmaya cevap ver.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – …ve önümüzdeki beş yüz gün sonra inşallah Danıştayımız da kendine yakışır bir hizmet mekânına kavuşacaktır. Yargıtayımızın yeni hizmet binası için arsa tahsisi yapılmış, proje çalışmaları şu anda bitirilmek üzeredir. 2010 yılı içerisinde o da ihale edilip inşaatına başlanacaktır.

Bütün bunlardan sonra “Türkiye nereye gidiyor?”, “Türkiye’yi nereye götürmek istiyorsunuz?” sorularına karşı şunu ifade etmek istiyorum: Türkiye çağdaş demokrasiye doğru, modern hukuk sistemine, kısaca Avrupa Birliğine tam üyeliğe doğru yol almaktadır.

BİLGİN PAÇARIZ (Edirne) – Atma! Atma!

BAYRAM ALİ MERAL (İstanbul) – Rüya görüyorsun, rüya!

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, gene yapılan eleştiriler içerisinde “Yürütme organı elini yargıdan çeksin. Yürütme ne karışıyor!” gibi eleştiriler yapılıyor ya da “Ülkemizdeki kurumları kendi anlayışınıza göre şekillendirmeye çalışıyorsunuz.” gibi eleştiriler yapılıyor. Biraz önce de ifade ettim, AK PARTİ 2002’den bu yana yaptığı bütün çalışmalarda kriter olarak, kendine hedef olarak koyduğu Avrupa Birliği kriterlerini almış, Kopenhag Kriterleri’ni tahakkuk ettirmek için gayret sarf etmek durumunda.

MEHMET ALİ ÖZPOLAT (İstanbul) – Avrupa Birliği kriterlerini bırak, Yargıtayın kriterlerine bak!

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Şimdi, hâkimler, savcılar kurullarının Avrupa’daki, Avrupa Birliği üyesi ülkelerdeki muadil kurulları nasıl oluşmuş, kısaca birkaç cümleyle de ona değinmek istiyorum:

MEHMET ALİ ÖZPOLAT (İstanbul) – Yargıtayda 2 milyon dosya var.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Türkiye’de, malumunuz, 7 üyeli bir kurul var, Adalet Bakanı Kurulun Başkanı, Müsteşar doğal üye, Yargıtaydan 3, Danıştaydan 2 üye ile 7 kişiye tamamlanıyor.

Kara Avrupası’nda bize en çok benzeyen ülkeler, İtalya, İspanya ve Fransa ve onun dışındakilere bir göz atarsak:

İtalya’da 27 üyeli bir kurul var değerli arkadaşlar. Bu kurulda, 16 hâkim, savcı; ilk derece mahkemesi hâkimleri tarafından doğrudan kurula seçilmekte. Onun dışında, 8 üye, Parlamentonun beşte 3 çoğunluğuyla kurula seçilmekte. Devlet Başkanı kurulun başkanı, yürütmenin başı kurulun başkanı, Yargıtay Başkanı ve Yargıtay Başsavcısı da kurulun doğal üyesi. İtalya tablosu bu.

İspanya’da 21 üye var kurulda. Yargıtay Başkanı kurulun başkanı. 12 hâkim şöyle seçiliyor: Bunlar kürsüdeki hâkim, savcılar; 3 katı kadar hâkim, savcı seçiyor, 36 adet belirliyor. Bu 36 tane seçilmiş olan aday hâkim ve savcı sayısı  üçte 1’e düşürülüyor, 12’ye indiriliyor. Kim indiriyor? Kongre ve Senato tarafından, parlamentolar tarafından üçte 1’e indiriliyor. Onun dışında, gene 8 avukat ve hukukçu yani hâkim, savcı sınıfından olan 8 üye de Kongre ve Senato tarafından doğrudan seçiliyor. Bu da İspanya örneği.

Bir başka örnek Fransa. Kurulun 18 üyesi var. Kurulun başkanı Cumhurbaşkanı, üye Adalet Bakanı. 12 hâkim, savcıyı kürsüdeki hâkim, savcılar direkt kurula seçiyorlar. Danıştaydan 1 üye geliyor, 3 üyeyi de Cumhurbaşkanı 1 tane, Senato Başkanı 1 tane, Meclis Başkanı 1 tane olmak üzere seçkin vatandaşlar arasından 3 kişiyi kurula üye seçiyorlar. Fransa örneği de bu.

Hemen kuzeye doğru çıktıkça İsveç’te, tamamı hükûmet tarafından seçiliyor. Bir genel müdür tarafından yönetiliyor kurul. Genel müdürü de hükûmet atıyor; üyelerini de hâkim, savcı olan üyelerini de hükûmet atıyor. Kuzeye çıktıkça bizim modelimizden daha uzaklaşılır ama ben sadece, Avrupa’da, dünyada bu iş nasıl, böyle bir algı oluşsun diye bunları ifade ediyorum. Hollanda’da 5 üye var, tamamı Adalet Bakanlığının önerisi üzerine Kraliyet tarafından belirleniyor. Almanya’da eyalet adalet bakanlarından oluşturulan Hâkim Atama Komisyonu tarafından belirleniyor. İngiltere’de de, benzer şekilde, yürütme organının direkt müdahil olduğu bir yapı söz konusu.

Kısaca, Türkiye’deki mevcut uygulamanın bir tek örneği yok kara Avrupası’nda. Biz Avrupa Birliğine üye olma iddiasıyla müzakerelere başladık, 23’üncü fasıl çerçevesinde bizim yapmamız gereken çalışmalar içerisinde yargı reformu da var ve reformu yaparken, Kopenhag Siyasi Kriterleri, Venedik Komisyonu raporları, Avrupa Konseyinin değerlendirmeleri, bütün bunları beraberce ve mukayeseli örneklere bakarak düzenlemek durumundayız. Bu anlamda da hazırlamış olduğumuz Yargı Reformu Strateji Belgesi aslında kurumlarımızın mutabakatıyla hazırlanmıştır ilkeler bağlamında.

İSA GÖK (Mersin) – Mutabakat?

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Eylem Planı Bakanlığa aittir ama Strateji Belgesi mutabakat zaptına bağlanmıştır Sayın Gök.

İSA GÖK (Mersin) – Hangi konularda vardır?

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Burada, genel ilkeler konusunda Strateji Belgesi’nin tamamı… Şöyle ifade edeyim: “Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan Yargı Reformu Strateji Taslağı’nda yer alan amaç ve hedefler yukarıda belirtilen tarihlerde katılımcılar tarafından tartışılmış ve ilkeler bazında uygun görülmüştür ancak taslağın geneline ve maddelerin içeriğinde yer alan düzenlemelere ilişkin katılımcı kurumların farklı görüşleri kurum temsilcilerince saklı tutulmuş olup düzenlemeler yapılırken bu görüşlerin her aşamada kurumlar tarafından ayrıca dile getirileceği belirtilmiştir.”

İSA GÖK (Mersin) – “İlkeler” dendi. İlkeler, yargı bağımsızlığı. Onun tanımı farklı işte.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Hepsini söylüyoruz, hepsini söylüyoruz ve bu metni… Kimler katılmış bu çalışmaya? Adalet Bakanlığımız, Anayasa Mahkememizin temsilcisi, Yargıtayımızın temsilcisi, Danıştayımızın temsilcisi, YÖK’ün temsilcisi, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, Millî Savunma Bakanlığı, Türkiye Barolar Birliği, Türkiye Noterler Birliği, Türkiye Adalet Akademisi. Yani yargının tüm paydaşları bu çalışmalara katılmış ve ilkeler bazında mutabakat sağlanmıştır. Mutabakat sağlanan ilkelerden bir tanesi de şudur değerli arkadaşlar: “Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun tarafsızlık, objektiflik, şeffaflık ilkeleri temelinde, uluslararası belgeler ışığında, geniş tabanlı temsil esasına göre yeniden yapılandırılması, kararlarına karşı etkili bir itiraz sisteminin getirilmesi ve yargı yolunun açılması hedeflenmiştir.” Şu son okuduğum paragraf üzerinde mutabakata varılan ilkeler içerisinde mevcuttur. Dolayısıyla, bizim eylem planında yapmaya çalıştığımız şey yargı paydaşlarıyla beraber ilke anlamında mutabık kaldığımız Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun daha geniş taban üzerine oturması, kararlarına karşı yargı denetim yolunun açılması ve şeffaflık ve tarafsızlık ilkeleri çerçevesinde yapılandırılması yönünde bir çalışmadır.

İSA GÖK (Mersin) – Sayın  Bakan, siz…

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Biz bu çalışmada şunları öngörüyoruz: HSYK’nın bağımsız bütçe kullanmasını öngörüyoruz ki yargı paydaşları bunu da istiyor. HSYK’nın müstakil bina kullanmasını öngörüyoruz. Hâkim ve savcıların disiplin inceleme ve soruşturma işlemlerinin, teftiş faaliyetlerinin Kurula bağlanması isteniyor. Biz bunu yapacağımızı öngörüyoruz.

İSA GÖK (Mersin) – Sayın Bakan… Sayın Bakan… Bir saniye Sadullah Bey, o toplantıda…

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) –  Gene sekreterya hizmetlerinin Personel Genel Müdürlüğü çerçevesinde Kurula bağlanmasını öngörüyoruz. Gene HSYK kararlarına karşı etkili bir başvuru yöntemi kendi içinde birden fazla daire şeklinde oluşması ve dairelerin kararlarına karşı genel kurulda itiraz yolunu açan bir yapıyı öngörüyoruz. Bunun dışında Danıştay ve Yargıtayın seçeceği üyelerin doğrudan kendi genel kurulları tarafından seçilmesini de öngörüyoruz. Bugünkü şartlarda bu üyeler 3 katı seçilip, Cumhurbaşkanına, üçte 1’e indirmek üzere sunulmaktadır.

Değerli arkadaşlar, bizim taslakta öngördüğümüz yapının ana hatları bunlar.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Bakan, taslak nerede?

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Geliyorum en son Yargıtaya üye seçtirilmemesi noktasındaki eleştirilere: Bu konuya ilişkin olarak Adalet Bakanlığımızın 8 Ocak tarihinde bir basın açıklaması oldu, bundan dört gün önce. Bu iddialar ortaya atıldığında Bakanlığımız bir açıklama yaptı ve bu ortaya atılan iddiaların doğru olmadığını ifade etti. Boş üyelik sayıları 10’u bulduktan sonra bu seçimin yapılması yasa gereği. Yargıtay Başkanlığı, bir yazıyla bunu Bakanlığa iletiyor. Bakanlık da Kurul gündemini belirler iken Kurul üyeleriyle, başkan vekiliyle istişare ederek bu haftaki Kurul çalışma programını şu şekilde yapıyoruz diye istişare ederler. Bu istişareler esnasında Kurul üyelerimizin şöyle bir talebi olmuştur: “Biz seçimlere yönelik hazırlıklarımızı tamamlayamadık; onları yapalım, ondan sonra gündeme alırsınız.”

KAMER GENÇ (Tunceli) – Yazılı bir şey var mı, yazılı?

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Biz bu açıklamayı 8 Ocakta yaptık, bugün 12 Ocak. Kurul üyelerimiz, Başkan Vekilimiz beni teyit edecektir. 

Değerli arkadaşlar…

MEHMET ALİ ÖZPOLAT (İstanbul) – Yargıtay Başkanı öyle söylemiyor ama!

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Bunları Yargıtay Başkanımızla da paylaştık.

Değerli arkadaşlar, Kurul üyelerimiz bize 27 Aralık 2009 Pazar günü “Biz çalışmalarımızı tamamladık.” demişlerdir ve “Artık seçime ilişkin işlemlere başlayabiliriz.” denmiştir. Adalet Bakanlığının şu anda on iki-on üç günlük bu talebin gelmesinden sonraki bir inceleme süreci vardır. Kurul üyeleri kendi açısından çalışmalarını yapmış ve çalışmalarını ortaya koymuştur.

Bu noktada Anayasa’mızın 159’uncu maddesi “Kurulun Başkanı, Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabiî üyesidir.” hükmünü amirdir. Kurulun başkanı ve tabii üyesinin hiçbir görüş beyan etmeden sadece diğer üyelerin taleplerini onaylaması ya da muhalefet şerhi yazması bizden beklenmemelidir. Bu Kurulun asıl üyeleri en az diğer üyeler kadar bu Kurulda seçimi yapılacak üyelerin vasfına ilişkin, yeterliliğine ilişkin görüşlerini elbette Kurulla paylaşacaklardır.

Kaldı ki değerli dostlar, bu hükümler, hiçbiri 2002’den bu yana konulmuş hükümler değildir. 1982 Anayasası’nın 159’uncu maddesi o günden beri uygulanmıştır, uygulanmaktadır. AK PARTİ, bu mevzuatın oluşumunda hiçbir müdahalede bulunmamıştır bugüne kadar. Gene Kurul üyelerinin 2 Ocak…

İSA GÖK (Mersin) – Ama şimdi dediniz, Kurul üyeleri kadar Bakan da karışacaktır takdirlere.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Şunu söylüyorum: 7 adet Kurul üyesinin her biri bu seçimde Anayasa tarafından görevli ve de sorumludur. Biz kendi görev ve sorumluluğumuzun gereğini elbette yerine getireceğiz. Oradaki başkan ya da müsteşarın görevi diğer 5 üyenin yaptığı çalışmaları onaylamak ya da bunları muhalefet şerhine bağlamak değildir; burada müzakerelere katılmaktır, fikrini söylemektir, varsa gördüğü bir eksikliği ifade etmektir.

İSA GÖK (Mersin) – Zaten işin esası o cümlede gizli.

MEHMET ALİ ÖZPOLAT (İstanbul) – Yani siz diyorsunuz ki: “Herkes bana tabi olacak.”

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Bir Kurulun çalışması bu şekilde olur. Aksi hâlde o bir çalışma olmaz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Hemen bitiriyorum Sayın Başkanım.

Nitekim bu çalışmalar yapılıyor ve seçimin bir an önce tamamlanması noktasında gayretler, hem Kuruldaki üye arkadaşlarımızın hem Bakanlıktaki çalışan arkadaşlarımızın gayretleri devam ediyor. Şu anda Yargıtaya seçilme yeterliğine sahip 4.500 civarında hâkim-savcı var. Elbette ki bunların özlükleri, sicilleri, liyakat durumları değerlendirilecektir.

MEHMET ALİ ÖZPOLAT (İstanbul) – Sekiz aydır… Sekiz aydır…

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Kaldı ki 2 Ocak 2010 tarihinde Kurul üyemizin bir tanesinin yurt dışına çıkmasını gerekçe göstererek onun dönüşü beklensin diye Kurul üyelerimizin talebi vardır, şu anda beklenen süreç de o süreçtir.

Onun dışında bizim genel itibarıyla yapmaya çalıştığımız şey, yargı reformu stratejisinde ulaşmaya çalıştığımız nokta -mukayeseli örnekte olduğu gibi- Avrupa’da, üye olmaya çalıştığımız Avrupa Birliğinde bu kurullar nasıl oluşturulmuş ise Türkiye’deki kurulu da ona uyumlu hâle getirecek bir düzenleme çalışmasıdır diğer tüm alanlarda olduğu gibi.

Ben Genel Kurula saygıyla arz ediyor, selamlıyor, teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Gündem dışı ikinci söz Isparta ilinde tarım ve elmacılığın durumu ve ekonomiye etkileri hakkında söz isteyen Isparta Milletvekili Sayın Haydar Kemal Kurt’a aittir.

Buyurun Sayın Kurt. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

2.- Isparta Milletvekili Haydar Kemal Kurt’un, Isparta ilinde tarım, hayvancılık ve elmacılığın durumu ve ekonomiye etkilerine ilişkin gündem dışı konuşması

HAYDAR KEMAL KURT (Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Isparta ekonomisinde tarım ve elmacılığın durumu ve etkileri konusunda gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Isparta ekonomisinin lokomotif sektörü tarım ve hayvancılıktır. Yaklaşık 90 bin kilometrekare yüz ölçüme sahip Isparta ilimizde 251 bin hektar alanda sulu ve kuru tarım yapılmaktadır. Üretilen başlıca ürünlerimiz elma, kiraz ve güldür.

Gül, ilimizin simgesi olmuş, dünya gül yağı ihtiyacının yüzde 65’ini Isparta ilimizdeki üretimden karşılamaktayız. Kozmetik alanındaki gelişmeler sevindirici ve umut verici boyuttadır.

18 bin hektarda üretilen yaklaşık 534 bin ton elma, sağladığı gelirle bölge ekonomisi içinde önemli bir yer tutmaktadır. Ülkemizin yıllık elma üretiminin 1/5’i ilimizde üretilmektedir. Tamamı ise iç piyasada tüketilen elma üretimimizin yıllık yüzde 1,5’u ihraç edilebilmektedir. Görüldüğü gibi, elma ihracatımız yok denecek kadar azdır. Son iki yıldır elma ihracatıyla ilgili ton başı 50 dolar olmak üzere teşvik sağlanmıştır. Bu noktada da Hükûmetimize tüm çiftçilerimiz adına teşekkürlerimi sunuyorum.

İç pazarda pazar ve fiyat garantisi olmamakla beraber Isparta elması marka olmuştur. Bugünlerde de Isparta Ticaret Borsası ve Isparta Ticaret Odası ile “Her Gün Bir Elma Sağlığa İyi Gelir.” kampanyası başlatılmış, iç pazar canlandırılmak istenmektedir.

Ülkemizde üretilen elmanın yüzde 50’si birinci sınıf, yüzde 25’i ikinci sınıf, geri kalan yüzde 25’i ise tasnif dışı elmadır. Tasnif dışı elma ise meyve suyu üretiminde değerlendirilmekte olup bu meyve suyu genellikle yurt dışına ihraç edilmektedir.

İlimizde 340 bin ton kapasiteli 88 adet soğuk hava deposu bulunmakta olup tamamına yakını elma depolamada kullanılmaktadır. Isparta, soğuk hava depolama kapasitesi bakımından İstanbul’dan sonra Türkiye’mizde 2’nci sırada kapasiteye sahip ilimizdir.

Değerli milletvekilleri, elma üretiminde bazı sorunlar da mevcut olup çözüm için azami gayret gösterilmektedir. Bu sorunlarımıza kısaca değinmek istiyorum:

Tarım arazilerimiz parçalı ve küçüktür. İlimizde elma bahçelerinin büyüklüğü ortalama 3,5-4 dekar boyutundadır. Bu durum elma üretim maliyetlerini yükseltmektedir.

Klasik üretim yapılan bahçeler yüzde 90 civarında olup üretim maliyetleri de bu anlamda olumsuz etkilenmektedir.

Bitki besleme ve sulamamız yetersizdir,  hasat kayıpları ise yüzde 35 civarındadır.

Bu sorunları çözmek için arazi toplulaştırma çalışmalarına hız vermekteyiz. Böylece üretim geniş alanlarda yapılarak maliyetler düşürülecektir.

Dünya piyasalarında geçerli elma türleri araştırılarak bu cinslerin ülkemizde üretimi cihetine gidilmektedir. Dünya standartlarına uygun ambalaj boyutları ve tiplerinin uygulamasına ise bölgemizde hızla geçilmektedir.

Elma tarımında erken uyarı sistemi yaygınlaştırılarak toplam ilaç kullanımının azaltılması hedeflenmektedir; elma üretiminde ilk sırayı alan ilimizde, dünyanın birçok yerinde, değişik ürünlerde başarıyla uygulamaya sokulmuştur.

Bu anlamda üretimin değerlendirilmesi noktasında borsa sisteminin de gerçekleştirilmesi şarttır.

Üretici ve üst birlikler ile kooperatifçiliğin teşviki yapılarak girdilerin ucuza temininin sağlanması gibi tedbirler öncelikli olarak yapılmalıdır.

Üretimle ilgili piyasada oluşan talep karşılanmakla birlikte yukarıda açıklanan tedbirler, daha kaliteli ürün sunumunu sağlayacaktır fakat asıl problem yurt dışı pazarlara ürünümüzün ulaştırılması çalışmalarının yapılmasıdır.

Elma üretimimizin…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

HAYDAR KEMAL KURT (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Elma, ülkemizin her yerinde yetişebilen bir meyvedir. Arz talep dengesinin oluşumu için gerekirse üretim sahalarında sınırlandırılma yapılması gerekmektedir. Elmacılıkla uğraşan küçük üreticilerin birlikteliklerini teşvik edici, böylece pazar gücü ve pazarlama olanaklarını artırıcı tedbirlerin öne alınması, öne çıkarılması şarttır. Bu anlamda, üretim ve satışı arz noktasına kadar Hükûmetimiz ve Tarım Bakanlığı tarafından sağlanan destekler kullanılabilmekte fakat satış ve pazarlama aşamasında çiftçimiz bu destekleri kullanamamaktadır.

Ben sözlerime son verirken, başlatmış oldukları bu kampanya ile çiftçimize destek veren başta Ticaret Odası Başkanı Hasan Hüseyin Kaçıkoç ve Oda yöneticilerimiz ile Isparta Ticaret Borsası Başkanımız Ahmet Adar ve yöneticilerine teşekkür ediyorum huzurlarınızda.

Dile getirmiş olduğumuz bu sorun inanıyorum ki tüm Türkiye’deki elma üreticilerinin adına olmuştur diyerek sözlerimi tamamlıyorum, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kurt.

Gündem dışı üçüncü söz Isparta ilindeki işsizlik sorunu hakkında söz isteyen Isparta Milletvekili Sayın Süleyman Nevzat Korkmaz’a aittir.

Buyurun Sayın Korkmaz. (MHP sıralarından alkışlar)

3.- Isparta Milletvekili S. Nevzat Korkmaz’ın, Isparta ilindeki işsizlik sorununa ilişkin gündem dışı konuşması

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın başında Isparta Ticaret Odası ve Borsasının elma üreticilerini desteklemek üzere başlattığı “Günde Bir Elma” kampanyasını desteklediğimi ifade ediyor, bu meyvenin her şeyden fazla desteklenmeyi hak ettiğini düşünüyor, Tarım Bakanlığını gerçekten zor günler geçiren elma üreticilerinin sorunlarının aşılmasında göreve davet ediyorum. Ayrıca, Ticaret Odamıza ve Borsamıza da kampanyadan ötürü teşekkürlerimi sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, AKP’nin ekonomi kurmayları, rakamlarla oynayarak küçük bir havuzu okyanus gibi göstermek, kocaman bir fili pire boyunda tarif etmek hususunda pek mahirdirler. Hükûmet, krizi ve etkilerini bir damla, ocakları söndüren işsizliği de yokmuş gibi kamuoyuna sunmaktadır. Sayın Başbakan, Türkiye ekonomisinin çok güçlü olduğunu bu krizden en az düzeyde etkilendiğini, etkileneceğini ifade etmişti. TÜİK, OECD, Dünya Bankası raporları açıklanınca takke düşmüş kel görünmüştür. TÜİK’in temmuz ayında yayımladığı hane halkı iş gücü araştırmasına göre işsizlik oranı yüzde 13,6’dır. Resmî kayıtlara göre işsiz sayısı bir yılda yaklaşık 1 milyon kişi artmıştır, kayıtlı işsiz sayısı 3 milyon 267 bin kişiye yükselmiştir; iş bulma ümidini yitirmiş 2 milyon 252 bin kişiyi de buna eklersek -ki, gerçek işsiz sayısını buluruz- toplam 5,5 milyona ulaşmaktadır yani yüzde 26,4’tür bu oran. Bu rakamlar temmuz ayının rakamları, turizm ve tarım sektörlerinde en çok işçinin istihdam edildiği bir dönem. Yıl sonunda bu sektörlerde çalışan geçici işçiler de işten çıkarılmış, maalesef, bu rakamlar daha da büyümüştür. OECD’nin raporuna göre işsizlik oranında dünyada ikinci, gelir dağılımında sondan birinciyiz. İşte sizin eseriniz Sayın Başbakan.

Genç nüfustaki işsizlik oranı yüzde 23,2’ye yükselmiştir. Bu oran geçen yılın aynı döneminde yüzde 16,9 idi. Hep övünüyoruz “Genç nüfus bizim en büyük zenginliğimiz.” diye. Maalesef, övündüğümüz her 4 gençten 1 tanesi işsiz. Sayın Başbakan diyor ki: “Her üniversite mezununa iş bulmak zorunda değiliz.”

Değerli arkadaşlar, dünyada ülkesindeki işsizlikten kendisini mesul hissetmeyen bir başbakan duydunuz mu? Bizde var. “Benim işim değil.” Peki, kimin işi? Çalık’a ihale kovalamak senin işin de üniversite mezunu gençlerin iş meselesi seni niye ilgilendirmiyor? Bir taraftan da “Üniversitesiz il bırakmadık.” diye övünüyorsun. O kadar bina, o kadar yatırım gençleri oyalamak için miydi?

“Türkiye ekonomisi büyüyor.” diyorsunuz. Bu büyümeden nüfusun yüzde 90’ını oluşturan işçilerin, memurların, emeklilerin, çiftçilerin, esnaf ve sanatkârların neden haberi yok? Neden istihdam artmıyor? Neden insanlarımız bir önceki günü mumla arıyor? İtiraf etmeseniz de üretmeyen, yenilerini yapmak yerine mevcudu satıp yiyen, yüksek faiz düşük kurcu ekonomi anlayışınız iflasa doğru gidiyor. Oğullarınız, yani dünkü çocuklar mısır ithalatçısı, gemi sahibi; damatlarınız TOKİ müteahhidi, medya grubunun genel müdürü. Haklısınız, ekonomik kriz sizi etkilemez, hatta birileri battıkça mahdumlarınız zenginleşiyor. Isparta’daki Ahmet Ağa’yı, Yalvaç’taki memur Ali’yi, Eğirdir’deki esnaf Ziya’yı, Senirkent’teki çiftçi Osman’ı bitirmiş ekonomi politikalarınız.

Ekonomik krizden nasibini almayan il yok, Isparta da bunların başında geliyor. Uyguladığınız yanlış teşvik sisteminden dolayı Isparta Organize Sanayinin üçte 2’si boşalmış, çalışan işçiler kendilerini sokakta bulmuşlar. Girdilerin pahalanması ve ucuz, kalitesiz Uzak Doğu malları yüzünden Isparta tekstil sanayisi ve sürekli övündüğünüz TOKİ yüzünden inşaat sanayisi çökmüş, yaklaşık 4 bin kişi işsiz kalmış; Kamgarn, Kotex, Sümer Halı kapanmış ya da kapatılmış; Afyon’daki teşvikten dolayı Üçtuğ Afyon’a taşınmış, Isparta Mensucat ayakta kalma mücadelesi veriyor.

Değerli milletvekilleri, Aralık ayı rakamını veriyorum: Isparta’da İŞKUR’a kayıtlı işsiz sayısı 10.209. Bu rakam 2005’te 5.352 idi. AKP’nin Isparta ekonomisine verdiği zarar ortada, ayrıca bir söze gerek var mı? Kalkınma ve refah bunun neresinde değerli milletvekilleri?

Toplam işsiz sayısının 5.720’si 15 ila 29 yaş aralığında. Isparta’da gençler “Ne iş olsa yaparım.” demesine rağmen iş bulamamaktadırlar. Üniversiteden yeni mezun gençlerin vasıfsız işlere talip olduğunu görmek insanın yüreğini yakmaktadır. Sizlere şöyle bir rakam verirsem meramımı daha iyi anlatmış olurum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

S. NEVZAT KORKMAZ (Devamla) – Teşekkür ederim Başkanım.

Isparta Belediyesine 80 kişi alınacağı söyleniyor, başvuru sayısı 14.680. Bir boş kadroya 183 kişi başvuruyor. Yazık değil mi bu insanlara? AKP Hükûmeti üretime, bacası tüten fabrikalara, işlenen tarım alanlarına karşı hep mesafeli.

Üretme, sadece tüket; elde avuçta ne var ne yok hepsini sat mantığıyla ekonomi yürütülmez. Yabancı sermaye gelsin, istihdam, üretim düşünmesin, piyasadaki sıcak parayı toplasın gitsin mantığıyla ekonomi yönetilmez. Benim eşim dostum köşe olsun, gerisi de ne olursa olsun mantığıyla ülke yönetilmez.

Gündem cambazlığı yaparak halkın gerçek gündemi olan işsizliği, fukaralığı daha ne kadar gözden kaçıracaksınız?

Hükûmet bir an evvel tribünlere oynamaktan vazgeçip tüm ülkede olduğu gibi Isparta’daki işsizliği aşma konusunda da tedbirler üretmeli, milletimizin yoksulluğuna çare bulmalıdır  diyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Korkmaz.

Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin dört önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.- Kütahya Milletvekili Alim Işık ve 26 milletvekilinin, TEDAŞ ve EÜAŞ özelleştirilmelerinin araştırılarak özelleştirilme uygulamalarında alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/505)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ülkemizde gerçekleştirilen TEDAŞ ve EÜAŞ özelleştirmeleriyle ilgili olarak aşağıda belirtilen gerekçelerle Anayasamızın 98'inci, Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzüğü'nün 104'üncü ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.             18.11.2009

1)   Alim Işık                                 (Kütahya)

2)   Mehmet Şandır                       (Mersin)

3)   Hasan Çalış                             (Karaman)

4)   Hakan Coşkun                        (Osmaniye)

5)   Hasan Özdemir                       (Gaziantep)

6)   Sabahattin Çakmakoğlu          (Kayseri)

7)   Süleyman Nevzat Korkmaz    (Isparta)

8)   Beytullah Asil                         (Eskişehir)

9)   Abdülkadir Akcan                  (Afyonkarahisar)

10) Ahmet Kenan Tanrıkulu        (İzmir)

11) Durmuşali Torlak                   (İstanbul)

12) Kamil Erdal Sipahi                 (İzmir)

13) Rıdvan Yalçın                        (Ordu)

14) Hüseyin Yıldız                       (Antalya)

15) Akif Akkuş                            (Mersin)

16) Cumali Durmuş                     (Kocaeli)

17) Murat Özkan                          (Giresun)

18) Reşat Doğru                           (Tokat)

19) Kadir Ural                              (Mersin)

20) Necati Özensoy                      (Bursa)

21) Zeki Ertugay                          (Erzurum)

22) Muharrem Varlı                     (Adana)

23) Bekir Aksoy                          (Ankara)

24) İsmet Büyükataman               (Bursa)

25) Erkan Akçay                          (Manisa)

26) Recep Taner                           (Aydın)

27) İzzettin Yılmaz                       (Hatay)

Gerekçe

Bilindiği gibi ülkemizde elektrik dağıtımını yapan Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş. (TEDAŞ) ve sahibi olduğu dağıtım şirketleri, elektriğin dağıtımı yanında elektriğin tüketicilere perakende satışıyla ve tüketicilere satış hizmeti verilmesiyle iştigal eden Türk hukukuna göre kurulmuş, anonim şirket statüsündeki iktisadi devlet teşekkülleridir.

TEDAŞ ülkemizde elektrik enerjisinin dağıtımını yapan en önemli kuruluş olup Özelleştirme İdaresi başkanlığı (ÖİB) verilerine göre 2008 yılında, 134 milyar kWh enerji satmış ve bu satış karşılığında 12 milyar TL net gelir elde etmiştir. Kurumda 2009 yılı itibariyle 22 000'den fazla kişi istihdam edilmiştir. Bu istihdama, TEDAŞ'ın iş yaptığı taşeronlarda çalışan personel dâhil değildir.

TEDAŞ; varlıkların verimli işletilmesi, maliyetlerin düşürülmesi, elektrik enerjisi arz güvenliğinin sağlanması ve arz kalitesinin artırılması, kayıp/kaçak oranının azaltılması, yenileme ve genişleme yatırımlarının özel sektör tarafından yapılması vb. gibi gerekçelerle 02.04.2004 tarih ve 2004/22 sayılı ÖYK Kararı ile özelleştirme kapsamına alınmıştır. Ancak, AKP hükümetleri tarafından izlenen özelleştirme stratejisi başlangıçta belirlenen hedeflere ulaşmayı engellemektedir. Örneğin, kayıp ve kaçak oranlarının çok yüksek olduğu Dicle EDAŞ, Van Gölü EDAŞ vb. gibi dağıtım bölgelerinde beklenen tahsilâtlar yapılamamakta, buralardaki kayıplar diğer illerden elde edilen gelirle karşılanmaktadır. Dolayısıyla, özelleştirmeye devletin zarar ettiği bölgelerden başlanarak yükten kurtarılması yerine gelirin en çok elde edildiği bölgelerden olan; Başkent Elektrik Dağıtım A.Ş. (BAŞKENT), İstanbul Anadolu Yakası Elektrik Dağıtım A.Ş. (AYEDAŞ), Sakarya Elektrik Dağıtım A.Ş. (SEDAŞ) ile başlanması yukarıda belirtilen amaçlardan uzaklaşıldığını göstermektedir. İzlenen mevcut uygulamayla, TEDAŞ'ın en kârlı bölgeleri özelleştirilirken sorunlu bölgeler devlete ve vatandaşın sırtına yük olmaya devam etmektedir.

Diğer yandan son dönemde yapılan özelleştirmelerden bazılarının AKP iktidarına yakınlığıyla bilinen şirketlere verilmiş olması, önceki ihale süreçlerinde yaşanan bazı olumsuzlukları ve kayırmaları tekrar gündeme getirmiştir.

06.11.2009 tarihinde yapılan Yeşilırmak EDAŞ özelleştirmesi ise gene iktidara yakınlığı ile bilinen Çalık Grubu üzerinde kalmıştır. Burada devir teslim işlemleri ÖYK onayını beklemektedir.

Kasım-2009 itibariyle Başkent EDAŞ, Sakarya EDAŞ ve Meram EDAŞ özelleştirilmiştir. Denizli, Aydın ve Muğla illerinden oluşan Menderes EDAŞ'ın işletme hakları 91/2325 sayılı Bakanlar Kurulu kararı gereği, 15 Ağustos 2008 tarihinde Aydem Elektrik Dağıtım A.Ş.'ye devredilmiştir. Ayrıca Çoruh, Osmangazi ve Yeşilırmak EDAŞ'ın özelleştirilmesi için de teklifler alınmıştır. Bu bölgelerin özelleştirme işlemleri de ÖYK tarafından onay beklemektedir.

ÖİB web sitesinde son olarak "yatırımcılara davet" başlığı altında Çamlıbel EDAŞ, Fırat EDAŞ, Uludağ EDAŞ ve Vangölü EDAŞ'ın özelleştirilmesi hakkında ihale ilanı yayımlanmıştır.

Hükümet, dağıtım bölgelerinin yanında ülkenin en büyük elektrik üretim şirketi olan EÜAŞ'ı da özelleştirmek istemektedir. Bu konuyla ilgili olarak ÖİB Basın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanlığı tarafından yapılan 25.09.09 tarihli basın açıklamasında "Elektrik Üretim Anonim Şirketi ve/veya müessese, bağlı ortaklık, iştirak, işletme, işletme birimleri ve bunlara ait varlıkların birlikte veya ayrı ayrı özelleştirilme çalışmalarında; idareye yardımcı olmak üzere danışmanlık ihalesi açılmış olup ihaleyi Citi Group/OYAK Yatırım/Master Danışmanlık/SOCOIN Konsorsiyumu kazanmıştır." ibareleri yer almaktadır. Ancak, bu konsorsiyumun kaç aday arasından hangi kriterler bazında değerlendirilerek seçildiği, ne zaman kurulduğu, ortaklık yapısının ne olduğu, daha önce yurt dışında hangi elektrik üretim özelleştirme çalışmalarına katıldığı bilinmemektedir. Bu durum da kamuoyunda endişeye sebep olmuştur.

Yukarıda belirtilen nedenlerle, TEDAŞ'ın kalan varlıklarının ve EÜAŞ'ın değerlerinin altında satılmasının ve kamuoyunda rahatsızlıklara yol açan uygulamaların engellenerek özelleştirme uygulamalarında alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla belirtilen konuda bir meclis araştırmasının yapılmasında yarar görülmektedir.

2.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut ve 20 milletvekilinin, çevrimiçi oyunların neden olduğu sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/506)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ülkemizde de özellikle çocuklarımız ve gençlerimiz tarafından kontrolsüz ve yoğun şekilde oynanan "online oyunların" neden olduğu kayıt dışı sanal ticaretin tespiti, ayrıca çocuklarımız ve gençlerimiz üzerinde yarattığı etkilerin araştırılarak tespit edilmesi ve bunların olumsuz etkilerini önlemek amacıyla Anayasanın 98. Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğün 104. ve 105. maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz.

1) Yılmaz Tankut                             (Adana)

2) Oktay Vural                                 (İzmir)

3) Mehmet Şandır                            (Mersin)

4) Hakan Coşkun                             (Osmaniye)

5) Atila Kaya                                    (İstanbul)

6) Mehmet Ekici                               (Yozgat)

7) Mehmet Akif Paksoy                   (Kahramanmaraş)

8) Mithat Melen                               (İstanbul)

9) Süleyman Turan Çirkin                (Hatay)

10) Murat Özkan                              (Giresun)

11) Ahmet Kenan Tanrıkulu            (İzmir)

12) Ertuğrul Kumcuoğlu                  (Aydın)

13) Abdülkadir Akcan                     (Afyonkarahisar)

14) Mustafa Kalaycı                         (Konya)

15) Mustafa Enöz                             (Manisa)

16) Ahmet Deniz Bölükbaşı             (Ankara)

17) Reşat Doğru                               (Tokat)

18) Mustafa Kemal Cengiz              (Çanakkale)

19) Süleyman Lâtif Yunusoğlu        (Trabzon)

20) Muharrem Varlı                         (Adana)

21) İzzettin Yılmaz                           (Hatay)

Gerekçe:

İnternet üzerinden oynanan online oyun sektörü, bütün dünyada önlenemez bir şekilde büyümektedir. Oyunların çoğunluğu ücretsiz üyelik sistemi ile ücretsiz olarak oynanabilmekte fakat aşırı şiddet içeren bu oyunlar içinde, kahramanların daha başarılı olması veya seviye (level) atlayabilmek için ve kahramanın silah sahibi olması için para ödenebilmektedir. Bu işlemler sonucu oluşan kayıt dışı sanal ticaretin ülkemizde yılda 1 milyar $'ın üstünde bir meblağa sahip olduğu tahmin edilmektedir.

İnternet üzerinden oynanan oyunlar arasında en popüler olanlar Metin2, Kinght Online, Silkroad Online, Cabal, Ogame, Karahan ve World of Warcraft vb. olup, çocuklar ve gençler arasında büyük bir rağbet gören bu oyunları oynayanların, kahramanlarını satışa çıkartması, sanal âlemde kayıt dışı olarak büyük bir sanal ticaretin yaşanmasına neden olmaktadır. Online olarak oynanan internet oyunlarının sadece ülkemizde 2 milyonun üzerinde kullanıcısı olması ve bu oyunların dünya genelindeki yıllık cirosunun 55 milyar dolara ulaştığının tahmin edildiği göz önüne alındığında, bu sektörün büyüklüğü daha iyi anlaşılabilmektedir.

Oyunlarda seviye (level) atlanması yani bir üst aşamaya geçebilmek için oyuncunun ya internet üzerinden belli bir ücret ödemesi, ya da internet başında saatlerce vaktini harcaması gerekmektedir. Dolayısıyla bu tür oyunları oynayanlar, 6 ay veya 1 yıl sonra süper bir kahraman sahibi olabilmekte ama daha kısa sürede buna sahip olmak isteyenler ise süper kahraman satın almak zorunda kalmaktadırlar.

Bu konulardan haberdar pek çok internet korsanı (hacker) süper kahramanı sahibi olan oyuncuların şifresini kırarak, süper kahramanını çalarak, yine internet üzeriden belirli bir ücrete arzu edenlere satmaktadırlar. Ya da bu kahramanlara sahip olmak için her türlü yolu kullanmakta ve şiddeti gösterebilmektedirler. Bu kayıt dışı sanal ticaretin vergilendirilememesi veya paraların yurt dışına gitmesi sorunundan daha da önemlisi çocuklarımız ve gençlerimiz üzerinde yarattığı olumsuz etkilerdir.

Bu tür online oyunlar sadece çocuklar tarafından değil, gençler ve yetişkinler arasında da çok yaygın olarak oynanmakta olup, ev veya internet kafelerde oynanan bu tür oyunların özellikle ilköğretim çağındaki çocukların psikolojilerini ve sosyal yaşamlarını olumsuz yönde etkilemektedir. Çocukların online oyunlar nedeniyle saatlerce bilgisayar başında kalması sonucu; eğitimleri aksamakta, kendilerini derslerine verememekte, sağlıksız büyüyerek ve sosyalleşmeden uzak, çeşitli sağlık sorunları ile de karşı karşıya kalabilmektedir. Evlerinde bilgisayarı veya internet bağlantısı olmayan çocuklar ve gençler, çocuklara yasak olmasına rağmen, yeterli denetim yapılmadığından dolayı, bu oyunları oynamak için internet kafelere gitmek zorunda kalmaktadırlar.

Erzurum'da internet üzerinden online olarak oynanan Metin2 adlı oyunu çok iyi bildiği için kaçırıldığı öne sürülen ve daha sonra vahşice öldürülmüş olarak cesedi bulunan 12 yaşındaki Musa Kang'ın başına gelenler, bu konuda başka çocukların ve gençlerin yok olmasının önüne geçilmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.

Netice olarak;

Yukarıda anlatılmaya çalışılan gerçekler çerçevesinde; "online oyunların" neden olduğu kayıt dışı sanal ticaretin tespiti, ayrıca çocuklarımız ve gençlerimiz üzerinde yarattığı etkilerin araştırılarak tespit edilmesi ve bunların olumsuz etkilerini önlemek amacıyla Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasını arz ederiz.

3.- Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir ve 21 milletvekilinin, Gaziantep’te sel felaketine karşı alınacak önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/507)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Kış aylarının gelmesiyle ülkemizde özellikle kent merkezlerinde yaşanan sel felaketlerinin neden olduğu can ve mal kaybının ciddi boyutlara ulaşması nedeniyle Gaziantep ilimizin de başta dere yataklarında yapılan inşaatlar olmak üzere altyapı sorunlarının araştırılarak alınacak önlemlerin tespit edilmesi amacıyla Anayasanın 98'inci ve TBMM içtüzüğünün 104'üncü ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

1) Hasan Özdemir                          (Gaziantep)

2) Oktay Vural                               (İzmir)

3) Mehmet Ekici                            (Yozgat)

4) D. Ali Torlak                             (İstanbul)

5) Ahmet Kenan Tanrıkulu            (İzmir)

6) Kemalettin Nalcı                        (Tekirdağ)

7) Recep Taner                               (Aydın)

8) Süleyman Lâtif Yunusoğlu        (Trabzon)

9) Akif Akkuş                               (Mersin)

10) Hasan Çalış                             (Karaman)

11) Mithat Melen                           (İstanbul)

12) Mustafa Kalaycı                      (Konya)

13) Mustafa Enöz                          (Manisa)

14) S. Nevzat Korkmaz                 (Isparta)

15) Kamil Erdal Sipahi                  (İzmir)

16) İzzettin Yılmaz                         (Hatay)

17) Ertuğrul Kumcuoğlu                (Aydın)

18) Ali Uzunırmak                         (Aydın)

19) Murat Özkan                           (Giresun)

20) Alim Işık                                 (Kütahya)

21) Reşat Doğru                            (Tokat)

22) Mustafa Kemal Cengiz            (Çanakkale)

Gerekçe:

Ülkemizde kış aylarının başlamasıyla yoğun yağışların neden olduğu sel felaketleri çok sayıda can ve mal kaybına neden olmuş; ülkemizi derin bir üzüntüye sevk etmiştir. Yaşanan felaketlerde dere yataklarına inşa edilen yapılar nedeniyle maddi ve manevi zararlar artmıştır.

Sel felaketlerinin etkilerinin en yoğun görüldüğü yerlerin göç alan kent merkezleri olması bir tesadüf değildir. Gaziantep de son yıllarda en fazla göç alan 2'nci kentimizdir. Nitekim 2000 yılından son açıklanan 2008 nüfus rakamlarına kadar %25'lik bir nüfus artışı ile Gaziantep bu alanda Türkiye ikincisidir. Bu nedenle özellikle Şahinbey, Şehitkâmil ve Oğuzeli merkez ilçeleri ile Gaziantep Büyükşehir Belediyesi sınırları içerisinde şehirleşme konusunda ciddi sorunlarla karşılaşılmaktadır.

Yaşanan felaketlerin bir nedeni kentlerin altyapı sorunları olarak gösterilirken özellikle Büyükşehirlerimizdeki alt yapı sorununu ve bu tür doğa olaylarına karşı hazırlıksızlığı ortaya koymuştur. Elbette ki özellikle göç alan bir kentte altyapı çalışmalarının %100 tamamlanmasını beklemek gerçekçi bir tutum değildir. Gelişen ve artan nüfusa göre, bu çalışmaların süreklilik arz etmesi beklenir. Bununla birlikte belediyelerin bu tür doğa felaketlerine karşı tedbirli olmaları beklenir.

Kent merkezlerimizde görülen felaketlerin bir diğer nedeni olarak da özellikle dere yataklarındaki yapılaşmalar öne çıkmaktadır. Yapılaşmaya elverişli olmayan dere yataklarında yapılara yer verilmesi felaketlerde yaşanan can ve mal kayıplarına arttırıcı bir etkide bulunmaktadır. Dere yataklarına yerleşim izni, çarpık yapılaşmaya müdahale edilmemesi, gecekondulaşmaya göz yumulması, sel bölgelerine apartmanlar ve iş merkezli yapılması adeta kent merkezlerimizde bu tür sel felaketlerine davetiye çıkarmaktadır.

Belediyelerimizin bu noktada gereken önlemleri alması gerekmektedir. Aksi halde ne kadar da süre geçse dere yataklarına gelecek seller ile felaketlerin yaşanması kaçınılmaz bir durum alacaktır. Gaziantep'te de dere yataklarına binaların yapılması söz konusu edilmiştir.

Sel felaketleri karşısında neler yapılabileceğinden daha önemlisi sel felaketlerine karşı nasıl tedbirler alınabileceğidir. Bu da en temelde bölgenin yerel yönetiminin ve devlet idarecilerinin cevap bulabileceği sorunlardır.

İdare, kamu sorumluluğu demektir. Birçok işlemin kamu iznine bağlanmasının nedeni de can ve mal güvenliğidir. Kamu yetkisi kullanan insanların bu amaçla hareket etmeleri gerekmektedir.

Bu çerçevede, Gaziantep'te belediyelerin sel felaketlerine karşı hazırlıklarının ve alınan önlemlerin araştırılarak, gerek belediyelerin gerekse de Gaziantep'in diğer resmi kurum ve kuruluşlarının sel felaketlerine karşı alabileceği önlemlerin belirlenerek yöneticilerin bu önlemleri almaları doğrultusunda gerekli hukuki düzenlemelerin neler olacağının araştırılması gerekmektedir.

4.- Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve 20 milletvekilinin, tüketicilerin kredi kartı ve bankacılık işlemlerinden kaynaklanan sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/508)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Tüketicilerin bankacılık işlemleri ve kredi kartı kullanımından kaynaklanan sorunlarının araştırılarak, alınacak önlemlerin ortaya konulması için, Anayasamızın 98 ve İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince, bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasını arz ve teklif ederiz.

1) Mehmet Serdaroğlu                 (Kastamonu)

2) Mehmet Şandır                        (Mersin)

3) Rıdvan Yalçın                         (Ordu)

4) Necati Özensoy                       (Bursa)

5) Reşat Doğru                            (Tokat)

6) Hüseyin Yıldız                        (Antalya)

7) Kadir Ural                               (Mersin)

8) Recep Taner                            (Aydın)

9) Akif Akkuş                             (Mersin)

10) Kamil Erdal Sipahi                (İzmir)

11) Alim Işık                               (Kütahya)

12) Abdülkadir Akcan                 (Afyonkarahisar)

13) Mustafa Kalaycı                    (Konya)

14) Mustafa Kemal Cengiz          (Çanakkale)

15) Ertuğrul Kumcuoğlu             (Aydın)

16) Hasan Çalış                           (Karaman)

17) Ahmet Deniz Bölükbaşı        (Ankara)

18) Behiç Çelik                            (Mersin)

19) Mustafa Enöz                        (Manisa)

20) Hasan Özdemir                     (Gaziantep)

21) Ali Uzunırmak                      (Aydın)

Gerekçe

Ülkemizde bilişim teknolojisinin gelişmesi ile birlikte, alışveriş, ticaret ve diğer bankacılık işlemleri kolaylaşmış ve özellikle kredi kartı kullanımı yaygınlaşmıştır. Yaygınlaşan bankacılık araçları, günlük hayatı kolaylaştırırken, hem kullanımdan kaynaklanan yanlışlar, hem de bankaların vahşi kâr anlayışları ile birlikte ekonomik ve sosyal sorunlara yol açmaya başlamıştır.

Yüzde 50'nin üstünde yabancıların elinde bulunan bankacılık sektörü, her gün yeni bir uygulama ile tüketicileri canından bezdirmekte, vatandaşlarımızın verdiği hukuk mücadelesi ile elde ettiği kazanımlar, diğer tüketicilere yansıtılmamaktadır.

Bankalar mevduat hesaplarından hesap işletim ücreti adı altında bir ücret almaktadırlar. Bankalarca alınan hesap işletim ücretinin ne kadar yekûn tuttuğu bilinmemektedir. Son zamanlarda, bu ücretler aylık alınarak tüketicilerin dikkatinden kaçırılmaya çalışılmaktadır.

Hiçbir hukuki gerekçeye dayanmayan kredi kartlarından kart aidatı alınması uygulaması ile, tüketici derneklerinin hesaplamalarına göre 1,6 milyar lira vatandaşlarımızdan bankalara aktarılmaktadır.

ATM'lerden para çekmeye yarayan bankomat kartları bile, ek hesap düzenlenerek kredi kartı düzeyine getirilmekte, bunlara açılan kredili mevduat hesaplarından nakit çekilmesi halinde fahiş faizler uygulanmaktadır.

Kredi kartlarına uygulanan yüksek akdi ve gecikme faizleri, mevduat faizlerinin 4-5 katını bulmakta, kredi kartı borcunu 1-2 ay ödeyemeyen vatandaşlarımız, çok yüksek faiz dolayısıyla bir daha ödeme imkanı yakalayamamaktadır.

Bankalar, asgari ödeme ve kart limitini artırma tuzaklarıyla, ödenmeyen borçlar hakkında işlem başlatmamakta, vatandaşlarımızın içinden çıkamayacağı büyük borçların altına girmesini sonuna kadar beklemektedir.

Konut kredilerinde alınan kredi ücret ve masrafları, ekspertiz ücretleri, yapılan hayat ve konut sigortaları, bu kredileri çok pahalı hale getirmekte, vatandaşlarımız reklamlarla aldatılmaktadır.

"Şimdi al gelecek yıl öde, taksitleri ertele, puan kazan" gibi uygulamalarla taksitli alışveriş ve kredi kartı kullanımı teşvik edilmekte, tüketicilerimiz Sülün Osman'ı hayrete düşürecek bin bir pazarlama ve reklam tekniği ile alışveriş ve kredi kartı tuzağına düşürülmektedir.

Tüketicilerimizin bankalara karşı, yasalarla korunması gerekirken, bankalar güçlü lobileri ile yasal olmayan uygulamalarını yasal hale getirmenin yollarını aramaktadırlar. Son olarak, kredi kartı borçlarının yapılandırılması için hazırlanan Kanun Tasarısında kart aidatlarını yasal hale getirecek bir madde yer almış, muhalefetin güçlü karşı koyması ile yasalaşması engellenmiştir.

Tüm bu nedenlerle tüketicilerin bankacılık işlemleri ve kredi kartı kullanımından kaynaklanan sorunlarının araştırılarak, alınacak önlemlerin ortaya konulması için, Anayasamızın 98 ve İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince, bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasını arz ve teklif ederiz.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Sayın milletvekilleri, Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ, gündemin “Sözlü Sorular” kısmında yer alan sorulardan 1, 73, 179, 184, 201, 203, 212, 225, 226, 227, 232, 237, 240, 241, 272, 281, 302, 326, 341, 345 ve 354’üncü sıralarındaki soruları birlikte cevaplandırmak istemişlerdir. Sayın Bakanın bu istemini sırası geldiğinde yerine getireceğim.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

VI.- ÖNERİLER

A) SİYASİ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ

1.- (10/325) esas numaralı Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergenin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 12/1/2010 Salı günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu; 12.01.2010 Salı günü (bugün) toplanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisinin, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

Saygılarımla.

                       

                                                                                                                Mehmet Şandır

                                                                                                                       Mersin

                                                                                                         MHP Grup Başkanvekili

Öneri:

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler kısmında yer alan 10/325 esas numaralı, “Eczacılarımızın ve Eczanelerin, Sorunları ve Çözüm Yollarının Belirlenmesi Amacıyla” Anayasanın 98. ve İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince Meclis araştırması önergelerinin görüşmelerinin Genel Kurulun 12.01.2010 Salı günlü birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN - Milliyetçi Hareket Partisi Grubu önerisinin lehinde konuşmak üzere Mersin Milletvekili Sayın Mehmet Şandır. (MHP sıralarından alkışlar)

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun bu haftaki çalışma programının belirlenmesi açısından Danışma Kurulu önerisi oluşturulamadığı için Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak bir öneri getirdik. Bu öneride eczacı esnafının, eczacıların yaşadıkları sorunların belirlenmesi ve çözüm önerilerinin teklif edilmesi yönünde bir Meclis araştırma komisyonu kurulması için daha önce vermiş olduğumuz önergemizin gündeme alınması ve görüşmelerinin yapılmasını Danışma Kuruluna götürdük. Teklifimiz maalesef genel kabul görmediği için, grup önerisi olarak huzurunuza getirmiş bulunuyoruz.

Biz, Meclisimizin bu haftaki çalışmalarında, bir toplumsal sorun, bir toplumsal tartışma alanı hâline gelen eczacılarımızın sorunlarının Meclisimiz tarafından belirlenmesi, sorunların çözümü için gerekli tedbirlerin birlikte tartışılıp konuşulması için bir araştırma komisyonu kurulmasını gerekli ve önemli buluyoruz. Bu sebeple bu önergeyi verdik ve bugün Genel Kurulumuzun vereceği kararla bu araştırma önergesinin gündeme alınması ve ön görüşmelerinin yapılmasını burada gerçekleştiririz diye ümit ediyoruz.

Değerli milletvekilleri, gerçekten, yaklaşık 23 bin, hatta 23 bini geçen sayıda eczacıların Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığıyla veya Sosyal Güvenlik Kurumuyla yaşamış oldukları sorunun ertelenmeden çözülmesi gerekiyor çünkü eczacılar halkın sağlığını çok doğrudan ilgilendiren ilaç temini, bu ilaç temininin güvencesi halk sağlığı açısından eczacıların, sorun içerisinde olmasının tesirleri, etkileri gerçekten toplumu, bireyi, insanımızı çok yakından ilgilendirmekte. Eczacılarla sosyal Güvenlik Kurumu arasında yaşanan sorunun çözümü Hükûmetin, sayın iktidarın inisiyatifiyle netleşecek, kesinleşecek ama anlaşılıyor ve görülüyor ki iktidarın da bu soruna müdahalesi söz konusu değil. Görmezlikten gelinerek, eczacıların içinde bulunduğu sorunları görmezlikten gelerek bu sorunu çözemeyeceğini iktidar da maalesef deneme yanılma metoduyla belirlemeye veya öğrenmeye çalışıyor.

Şimdi, buradan açık yüreklilikle -toplumun önünde konuşuyoruz- sormak gerekiyor: Eczacıların sorunu var mı, yok mu? Eczacıların sorunundan dolayı ilaç temini konusunda vatandaşlarımızın sorunu var mı, yok mu? Şimdi, Eczacılar Odası gazetelerde açık ilanlarla, içinde bulundukları sorunu ve bu sorunun çözümü noktasında Hükûmetle yapmış oldukları veya Kurumla yapmış oldukları görüşmeleri açık ilanla, topluma ifade ediyorlar ama ayın 16’sı itibarıyla, 16 Ocak itibarıyla yeniden sözleşme yapılması gerekirken bugüne kadar ne Kurumdan ne Hükûmetten, bu yönde ilgili ve sorumlu bakanlıklardan bir adım atılabilmiş değil.

Değerli milletvekilleri, özellikle devlet uygulamaları devletin gücünü şahsında temsil eden millî iradenin temsilcisi olarak Hükûmet adaletli olmak mecburiyetinde. Kamu gücünü kullananların “Ben yaptım oldu.” gibi “Ben böyle düşünüyorum.” gibi bir dayatma içerisinde olmaları hem hak değil hem doğru değil hem de ülkemize yakışmaz bir davranış olur.

Tekrar ediyorum: Bugün eczacılık sektörü her alanıyla, caddelerdeki eczacılar, ilaç depoları sorun içerisinde mi değil mi, sorunları var mı yok mu?

Üç yıllık protokol imzalanmış olmasına rağmen Sosyal Güvenlik Kurumu ile eczacılar arasında, Türk Eczacılar Birliği arasında bir birlikte çalışma protokolü imzalanmış ve üç yıllık süresi olmasına rağmen, maalesef, karşılıklı bir mutabakat temin etme gereği de duymadan, haber verme gereği de duymadan, tek taraflı olarak Sosyal Güvenlik Kurumu veya Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı imzalanan bu protokolü, iki yılı kalmış olmasına rağmen, feshetti. Şimdi ne olacağı belli değil. Ayın 16’sından sonra emekli vatandaş ilacını nasıl temin edecek, belli değil. Bu noktada, eczacıların 4 Aralık 2009 tarihinde başlatmış oldukları eyleme karşı Hükûmet duyarsız, bir teklif yok, bir çözüm yok ama acı bir şey var, Sayın Başbakanın teklifi: İlacı marketlerde sattırırım.

Bu bir usul olabilir, bu doğru da olabilir ama eğer taraflar arasında bir mutabakat oluşturmuyorsanız veya teklifinizin altyapısını oluşturmuyorsanız bunun adı dayatmadır, bunun adı meydan okumadır, bunun adı tehdittir. Böyle bir hak yok. Kamunun gücünü kullananlar kamunun iradesine de saygı göstermek mecburiyetinde. Eczacıların muhatap olduğu bu davranış şık olmamıştır, hak olmamıştır, doğru olmamıştır ama sayın Hükûmet bunu, Sayın Başbakan bunu bir hak olarak görmekte, bir usul, bir üslup olarak görmekte ve bu konunun bu şekle gelmesinden hiçbir rahatsızlık duymadığı da görülmektedir.

Değerli milletvekilleri, bu olay bugün değil, bundan önce de yaşandı. Toplumun çeşitli kesimleri, bir hak arayışı içerisinde, bazen hukukun sınırları da zorlanarak eyleme de geçtiler, kamuya da taleplerini duyurdular. Ama hükûmetlerin ve siyasetin bu talebe, bu eyleme karşı davranışı gerçekten o siyasetin, o iktidarın demokrasi anlayışını da çok açık, net yansıtır.

Bu noktada bir örnek olsun diye söylüyorum: 57’nci Cumhuriyet Hükûmeti döneminde de eczacılarla o günün Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı arasında, Hükûmet arasında yaşanan bir sorun, bir anlaşmazlık sonrasında eczacılar yine böyle eylemli bir karşı çıkış, duruş ortaya koydular. Sağlık Bakanlığı ile Eczacılar Birliği arasında yaşanan bu karşıtlık, hükûmet yöneticisi olarak Sayın Devlet Bahçeli’nin ifadesi çok açık, net, eczacılardan yana oldu. Hatta Sayın Sağlık Bakanına: “Eczacıların grevini kırmayınız.” Milliyetçi Hareket Partili olup da işte, eczacılık yapan tanıdığımız insanlara da çok doğrudan “Bu greve destek veriniz.” şeklinde bir devlet adamı davranışıyla haktan yana, hukuktan yana, toplumsal eylemden yana bir destek ortaya koydu. O zaman da hükûmetti, hükûmetin ortağı bir partinin Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı olarak toplumun bir kesiminin ortaya koyduğu bir talebi, bir eylemi, kendisine karşı yapılan bir eylemi destekler bir tavır ortaya koydu. Ama ne yazık ki bugünkü Hükûmetimiz, maalesef, Tekel işçisine yapılanlar ortada, eczacılara yapılanlar ortada, ya görmezlikten geliniyor ya da bir meydan okuma üslubunda “Eczaneleri kapatırız, sözleşmeleri yapmayız, gider markette ilaç sattırırız.” gibi bir dayatma içerisinde, bir meydan okuma içerisinde. Bu şık değil, bu doğru değil, bu güç gösterisine bu Hükûmetin, milletin iradesini temsil eden bu Hükûmetin millete karşı bu güç gösterisine ihtiyacı olmasa gerektir. İşte, tüm bu konuların görüşülmesi için, eczacıların veya ilaç sanayisinin veya ilaçla ilgili olan kesimlerin sorunlarının görüşülmesi için, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak çözüm üretilmesi için, kurulmasını arzu ettiğimiz bu araştırma komisyonunun kurulması için bugün bu konunun gündeme alınmasını Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak huzurlarınıza getirmiş bulunmaktayız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz, Meclisin gündeminin belirlenme takdirinin Hükûmette olduğunu, iktidar partisinin grubunda olduğunu kabul ediyoruz ancak eğer bu Hükûmet bu milletin hükûmetiyse bu milletin sorunlarının çözümü yönünde hukuk düzenlemesi yapılması veya gündem belirlemesi de bir zorunluluktur diye düşünüyoruz. Bu sebeple, toplumun bir kesimi olan eczacıların -23 bin eczane- çalışanlarıyla beraber yüz binlerce kişiyi ilgilendiren bu konuda Hükûmeti duyarlı olmaya ve Meclisimizin de kurulması arzu edilen bu araştırma komisyonunun kurulması yönündeki bu önergeye destek vermesini istirham ediyor, talep ediyor, hepinize saygılar sunuyorum.

Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şandır.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu önerisi aleyhinde ilk söz Yozgat Milletvekili Sayın Bekir Bozdağ’da.

Buyurun Sayın Bozdağ. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; MHP grup önerisinin aleyhinde şahsım adına söz aldım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, AK PARTİ hükûmetleri iktidara geldiği günden bugüne kadar hem eczacılarla hem de vatandaşlarımızın ilaca erişimi ve sağlık hizmetlerinden istifadesiyle ilgili konularda önemli değişimler yaşandı, önemli adımlar atıldı, önemli dönüşümler hayata geçirildi, bunda da eczacılarımızın da büyük katkıları oldu. İşin doğrusu, Sağlıkta Değişim ve Dönüşüm Projesi’ne eczacılarımız büyük destek verdiler. Ben şimdiden kendilerine buradan, huzurunuzda, bu desteklerinden dolayı teşekkür ediyorum ama öte yandan, biz de yaptıklarımızla hem vatandaşımızın daha kaliteli sağlık hizmetine erişmesi hem de eczacılarımızın daha fazla kazanması noktasında da önemli adımlar attık.

Bunlardan birkaçını sizlerle paylaşmak isterim. Örneğin, eskiden, SSK’lı olan vatandaşlarımızın doğrudan eczanelerden ilaç almasına imkân yoktu. Aslında SSK hastaneleri dışında başka hastanelerde tedavi edilmeleri de mümkün değildi, edilenler de birtakım prosedüre tabiydi, zorlukları vardı. Biz şimdi bir yandan hastaneleri birleştirdik, işçi kardeşlerimize, SSK’lı insanlarımıza da eşit insanlar olarak bütün hastanelerin kapılarını açarken, öte yandan SSK’nın depolarındaki kadar tedavi anlayışından vazgeçip bütün eczanelerin kapılarını da o insanlarımıza açtık. O dönemde, baktığınız zaman rakamlara, yaklaşık 2,5 katrilyon -o dönemin ifadesiyle- bir alanı da eczacılarımızın kendi gelirleri, cirolarına katan ve onlara ilaç satan bir yapıya büründüler, büyük bir imkân elde ettiler. Dünden bunlar eczacıların müşterisi değildi, şimdi eczacıların müşterisi oldular. Böylelikle biz hem vatandaşımızın lehine bir tasarruf yapmış olduk hem de eczacılarımızın lehine bir tasarruf yapmış olduk. Her iki taraf da kazandı, memnun oldu. Yanlış mı yaptık? Doğru yaptık.

Bir başka konu: Yeşil kart sadece ayakta muayeneyi ve tedaviyi kapsıyordu ama tedavi için gerekli ilaç parası ve diğer giderleri karşılamıyordu. Âdeta devlet yeşil kartlı vatandaşına “Kansersin.” diyor, bedava, “Veremsin.” diyor, bedava ama “Devlet baba beni tedavi et.” dediği zaman “O parayla ben seni tedavi edemem…” Eczane… Gidemezsin, paran varsa gidersin. Diğer konular da hakeza öyleydi. Biz ne yaptık? Yeşil kartı da hakeza bütün tedavi giderlerini karşılayacak bir boyuta getirdik, hem onlar gittiler reçeteleriyle eczanelerden ilaçlarını alabildiler hem de diledikleri gibi tedavi olma imkânlarına ne yaptılar? Kavuştular. Böylelikle yine hem vatandaşımız kazandı hem de eczacılarımız kazandı.

Bir başka konu: Biliyorsunuz, biz zorunlu sağlık sigortasını da hayata geçirdik. On sekiz yaşını doldurana kadar her Türk vatandaşı bedava sağlık hizmetlerinden istifade eder hâle geldi. On sekiz yaşın üzerinde olanlar yeşil  kart sahibi değil, başka da bir güvencesi yoksa zorunlu sigorta kapsamına alındı. Böylelikle sağlık güvencesi olmayan kalmadı. Bu ne yaptı? Dünden eczaneye gidemeyen, sağlık tedavisinden istifade edemeyen milyonların yine hem eczacılarımıza müşteri olarak gitmesine yol açtı hem de bunların bütün giderlerini de devlet üstlendi, Hükûmet üstlendi. Sosyal devlet olmanın gereği buydu, biz bunu yaptık. Yanlış mı yaptık? Hayır, doğru yaptık.

Eski Türk filmlerini hatırlarsınız, film oynarken, kahraman, bir suç işler, yargılanırken bir bakarsınız oğlu hasta, çocuk, küçük veya kızı hasta, onun tedavisi için para bulamamış, suç işlemiş ve orada insanlar üzülürdü. Türkiye artık bu fotoğrafları yaşamıyor, sosyal devlet bu anlamda hayata geçti; merhamet oldu, şefkat oldu, vatandaşının yanına geldi. Bu düzenlemelerle beraber eczacıların gelirleri de 2’ye, 3’e katlandı, müşterisi de arttı. Hem vatandaş kazandı hem de eczacılarımız kazandı.

Bir şey daha yaptık: 2004 yılında ilaçlarda büyük bir indirim yaptık. Yine 2009 yılında da bu anlamda… Şimdi bu düzenlemeyle beraber yüzde 25, yüzde 30 oranında ilaçlarda bir indirim daha yapılıyor. Böylelikle vatandaşımızın hem ilaca erişirken ödediği şey hem de kamunun bu noktada yaptığı gideri azaltarak ne yapıyoruz? Vatandaşımıza ve devletimize kazandıran bir yaklaşımın içerisine girdik. Hatırlar mısınız bilmem, eczanelere gittiğiniz  zaman eskiden şöyle bir arka yerde bir çocuk oturur, elinde de bir tane şey vardır -nedir o etiket basan aletin adı- etiket basıyor. İlacın fiyatı 5 lira, 6 lira... Sabahleyin gidiyorsunuz, bir etiket daha... Benim vatandaşım ilaç aldığı zaman ilacın kutusu şu kadarsa, üzerindeki fiyat kupürlerini  gösteren etiketler bu kadardı. Şimdi, eczanelerde fiyat kupürü basan, etiket basan çocuklar kaldı mı? Yok. Biz, böylelikle, bakın, bu düzenlemeyle kamunun üzerinden yaklaşık 2,5 milyar TL’lik bir yükü azaltırken vatandaşın cebine giden maliyeti de azalttık.

Bir başka şey: Şimdi, bizim, hem çalışanlarımız hem de emeklilerimiz ilaç alırken, değerli dostlar, ne yapıyorlar? Katkı payı ödüyorlar. İşte, çalışanlar yüzde 20 oranında katkı payı ödüyor, emekliler ne yapıyor? Yüzde 10 oranında katkı payı ödüyor. Şimdi, bu düzenlemeden sonra ilaç fiyatlarında bir indirim olacağı için, hem emeklimizin hem çalışanımızın bu vesileyle ödediği katkı payı da ne yapıyor? Ortadan kalkıyor. Şu anda eczacılara dayatan bir Hükûmet yok, onlara kazandıran bir Hükûmet var. Bugün saydığım icraatlardan bazıları bunun örnekleridir. Bundan sonra da yine yapacağımız şeylerle, hem eczacılarımız kazanacak hem de vatandaşımız kazanacaktır. Yoksa, sadece birinin kazanacağı, öbürünün kaybedeceği bir yerde biz yokuz. Yani “Eczacıya mı yük yükleyelim, vatandaşa mı yük yükleyelim?” diye bir sorun çıktığında “Eczacıların sorununu çözün, ne diyorlarsa yapın.” diyen bir yaklaşım bizim yaklaşımımız değil. Biz, milletten yana bir tavrın sahibiyiz. “Böyle bir durumda yükü kime yükleyelim, millete mi, oraya mı?” dediğinde, AK PARTİ’nin safı her zaman milletin yanında yer alır. Milletin sırtına, başkalarının üzerine yükleyecek yükü yüklemez ama bizim bu noktada yaklaşımımız ne? Herkese bunu dengeli bir şekilde dağıtmaktır.

Bakın, ilaç fiyatları ucuzladığında eczacılar neye itiraz ediyorlar? “Bizim stoklarımızda ilaçlar var, yüksek fiyattan aldık. Tabii, yüzde 25-30 oranında bir indirim olduğu takdirde, biz bunları sattığımızda zarara uğrayacağız.” Böyle bir durumda Bakanlık ne yapıyor? “Bu zararı buyurun siz çekin.” diyor mu? Demiyor. Ne yapıyor Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı? İlaç sanayisiyle görüşüyor, eczacıların derdi bu. Eczacıların sorununu çözerken bunu ne yapalım, bir çözüme kavuşturalım. İlaç sanayisi diyor ki: “Stoktaki ilaçların indirimden dolayı eczacılara zarar olarak yansımaması için farkı ben ödeyeceğim.” Sözlü söylüyor. Yetmez bu, yazıya döküyor, yazılı söylüyor. O da yetmez, gazetelere de ilan veriyor “Bu farkı ben karşılayacağım.” diye.

Şimdi, eczacıların burada bir zararı var mı? Burada da bir zararı yok. Peki nedir? “Efendim, ilaç fiyatlarında indirim olduğu zaman, işte 40 liraya sattığımda şu kadar kâr ediyordum, 30 liraya sattığımda bu kadar kâr ediyorum, benim kârımda da şu kadar azalma oluyor -dikkat buyurun, zarar değil, kârımda azalma oluyor- ben bunu kaldıramam.”

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Doğruyu söylemiyorsun. Doğru söyle.

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – “Ne yapmak lazım? Bir çözüm arayalım.” dendiğinde, işte “Reçete başı bize bir ödeme yapın.”

Arkadaşlar, böyle bir şey olabilir mi? “Reçete başı ödeme yapın.” Kimden alacağız bunu? Vatandaştan alacağız, oraya vereceğiz. Zarar ediyor musun sen? Zarar etmiyorsun. Öyleyse zarar etmediğin, kâr ettiğin bir ortamda, vatandaştan alıp tekrar oraya vermenin bir manası var mı? Yok. Şu anda yapılan çalışmalar, düzenlemeler, hem vatandaşımızın lehine düzenlemelerdir hem de eczacılarımızın lehine düzenlemelerdir. Anlaşma yaparlarsa anlaşma çerçevesinde yürüyecektir, anlaşma yapmazlarsa koskoca Türkiye Cumhuriyeti bir tekele mahkûm değildir.

ŞENOL BAL (İzmir) – Marketlerde satacağız ilaçları!

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Her sözleşme dönemi hükûmetleri tehdit eden, hükûmetleri sıkıntıya sokan, “İlaç vermeyiz, hasta şöyle olur, böyle olur.” diyen yaklaşımla hükûmetleri hizaya getiren yaklaşımlar doğru şeyler değildir. Onun için, biz şunu söylüyoruz: Bugün Amerika dünyanın ileri ülkelerinden birisi. Zincirlerde bu satılabiliyor…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Bitiriyorum.

…Türkiye’de de gerekirse böyle bir yola gidilebilir mi? Gidilebilir. Zincirde satıldığında, bunu kasap satmayacak, manav satmayacak, orada da elbette ki eczacı satacak, eczacılık fakültesi mezunu insanlar istihdam edilecek. Ama Türkiye böyle bir çözüme zorlanırsa, böyle bir çözümü de bu millet istiyorsa, bu milletin yararınaysa bu çözümü getirmekten de biz çekinmeyiz. Ama biz bugüne kadar eczacılarımızla oturarak anlaşarak sağlıkta büyük bir dönüşümü yaşadık. Bundan sonra da umuyorum, ayın 16’sına kadar, böyle bir anlaşmayla yeni bir sayfa açılarak yola devam edilir diye düşünüyor, bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bozdağ.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu önerisi lehinde ikinci söz Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç’e aittir.

Buyurun Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir Danışma Kurulunun toplanamaması veyahut da anlaşma yapılmaması nedeniyle MHP’nin getirdiği, Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışmasına ilişkin grup önerisinin lehinde söz aldım.

Grup önerisi, eczacıların sorunları ve çözüm yollarıdır. Biraz önce burada Bekir Bey’i dinledik. Bunların hepsi, konuştuklarınız faso fiso.

BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Olmadı mı?

KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, bunların ne olduğunu, bir araştırma komisyonu kuralım, bu kurulda, hakikaten sizin dedikleriniz doğru mudur yanlış mıdır…

BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Bir tanesi yanlış de bakalım.

KAMER GENÇ (Devamla) – Meclisin görevi bu. Meclisin görevi bu olduğuna göre, yani devamlı denetimden kaçarak, burada hayali bilgiler vermekle bu işler çözülmüyor.

Değerli milletvekilleri, devri AKP iktidarında, biliyorsunuz kadı mahkemeleri kuruldu. İsmail Ağa Camisi’nde kadı mahkemeleri kuruldu, insanlar idama mahkûm edildi. O kadı mahkemelerindeki cübbeli hocalar, işte “Emir Mühendislik” adı altında bugün AKP’nin belediyelerinde çok yüklü miktarlarda ihaleler alıyor. Yani şimdi, öyle bir düzen getirdi ki bu AKP’li arkadaşlarımız, Türkiye’yi gerçek rayından çıkararak, Türkiye’deki o, yüz yıldır, aşağı yukarı seksen beş yıldır uygulanan demokratik yapıyı tamamen kendileri kaldırarak tek bir adamın yönetimine dayalı, dikta rejimine dayalı bir sistem getirdiler. Allah rızası için şimdi kimse çıkabilir, der mi ki Türkiye’de demokrasi var? Türkiye’de tek kişi var. Tek kişinin iradesi, Meclisin iradesinin yerine geçiyor, hükûmetin iradesinin yerine geçiyor. Bir yargı var, bu yargıyı da ortadan kaldırmaya çalışıyorlar.

Biraz önce burada Adalet Bakanını dinledik, diyor ki: “Avukatlar bilgisayar ortamında dava açıyorlar.” Bu senin buluşun mu? Sen mi bilgisayarı keşfettin? Sen mi teknolojiyi keşfettin? Teknoloji gelişmiş, bu da Türkiye’de uygulanacak. Yani bunda kendini methetmenin bir anlamı var mı?

Bugün 56 hâkimi dinliyorsunuz ama gizli dinlemeden dolayı bir hâkimle ilgili bir suç tespit etmiyorsunuz. Bu yüz kızartacak bir olay değil midir? Yargıyı baskı altında tutuyorsunuz, 33 tane Yargıtay üyesini atamıyorsunuz. Efendim, bugün Yargıtayda, arkadaşlar, birikmiş milyonlarca dava var, milyonlarca dava var. Şimdi Bakan burada diyor: “Efendim, biz şu kadar bina yaptık.” Ya, binayla adalet sağlanmıyor. “Bu kadar bilgisayar aldık.” Bilgisayarla adalet sağlanmıyor. Bugün, hak arayan kişi beş senede, altı senede mahkemede davasının sonucunu almazsa o insanın… Sen istediğin kadar bilgisayar al, mahkemeye istediğin kadar bina yap, bunun bir anlamı yok ki. Bunun anlamını kavramamak demektir.

Şimdi, Türkiye’de bir dikta rejimi kuruluyor. Şimdi, geçen gün Abdullah Bey tuttu, dedi: “Yasama, yürütme ve yargının başkanlarını toplayayım, güvenlik sağlayayım.” Topladığı kişilere bakın: Mehmet Ali Şahin, AKP’li; Tayyip Erdoğan, AKP’li; Abdullah Bey, AKP’li; Adalet Bakanı, AKP’li. Peki, nasıl bu şeye uyum sağlanacak? Zaten sizin düşünceleriniz belli, sizin, cumhuriyete, Türkiye Cumhuriyeti devletine ve halka bakış açılarınız belli. Tuttular yargı organlarının başkanlarını getirdiler. Bütün şikâyetleri ne? Efendim, bu yargı organları… Ya, yargı organlarının başkanları öyle gidip de mahkemeye talimat veremez ki, hâkim, vicdanına göre karar verir. Yani, şimdi sen Danıştay Başkanını, Yargıtay Başkanını getirerek düzen mi sağlayacaksın?

Şimdi, değerli milletvekilleri, gerçekten, devleti yönetme gücünden yoksun bir kadro var. Hep çıkıyorlar, gerçek dışı şeyler söylüyorlar. Şimdi, Tayyip Bey bugün yine grup toplantısında diyor ki: “Olağanüstü hâli biz kaldırdık.”

Benim bildiğim kadarıyla olağanüstü hâlin 57’nci Hükûmet zamanında kararnamesi çıktı.

BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – 30 Kasım 2002’de… Yanlış söyleme.

KAMER GENÇ (Devamla) – Hayır efendim… Yani bakarsın… Olağanüstü hâlin 57’nci Hükûmet zamanında kararnamesi çıktı, kaldırıldı.

Kaldı ki bunu kaldırmayı söylemek bir marifet değildir. Zaten Türkiye’de artık terör olayları sen iktidara geldiğin zaman durmuştu, Türkiye’de PKK’nın etkinliği kalmamıştı. Ama sen çıktın, Diyarbakır’da “Ben Kürdistan kuracağım.” dedin, insanlara umut verdin, “Kürt sorunu var.” dedin. İnsanlar “Peki, haydi bakalım, vereceksen, Kürdistan’ı kuracaksan kur.” dediler. Bütün meselenin müsebbibi sensin. Dolayısıyla devleti yönetme… Yani çıkıyor kürsülere, efendim, demokrasiden bahsediyor, insan haklarından bahsediyor, uzlaşmadan bahsediyor, tarafsızlıktan bahsediyor.

Şimdi soruyorum size: Sizin iktidarınız zamanında sol düşünceli bir insanı düşüncesinden dolayı bir makama getirdiniz mi?

Efendim, Alevi açılımından bahsediyor. Yahu ne yapacaksan belli işte, iki üç tane konu var, bunu yapacaksan yap yani bunu uzatmaya… Yani onu açmak önemli değil ki, sen bugün hâkimliğe ve savcılığa, yöneticiliğe, kaymakamlığa, devletin üst bürokratlığına Alevi inançlı bir vatandaş alıyor musun almıyor musun, onu bir söyle.

Bakın, gazeteler sayfa sayfa yazıyor, vatandaş Alevi olduğu için, yedi defa, yahu yedi defa idari yargının ve adli yargının yazılısını kazanıyor, sözlüde “Haydi git bakalım.” deniliyor.

Danıştay bir karar veriyor, diyor ki: “Kardeşim, sen bu imtihanı, sözlü imtihanı usulüne göre yapmıyorsun. Sen bunu da bir videoya al. Ey imtihan heyeti, videoda… Sen bu adaya ne soruyorsun? Bu aday sana ne cevap veriyor?” İdari yargının denetiminin olması lazım. Denetim nasıl olacak? Sen sözlüye giren vatandaşa ne sormuşsun, o sana ne cevap vermiş, bilirkişi huzurunda bunlar tetkik edilecek, dolayısıyla hakikaten sizin yaptığınız uygulama doğru mudur yanlış mıdır…

Şimdi, zaman zaman vatandaşlar bize geliyor. Dün Balkan Dernekleri üyesi vatandaşlar geldi bana. Efendim, Bulgaristan’dan gelen bu 44 bin kişiye gelirken demişler ki: “Size ev vereceğiz.” Bunlar da paralarını almışlar. 23 bin tanesine ev vermişler, geriye kalan 21 bin kişiye hiçbir şey vermemişler. Silivri’de bir arazi vermişler bu vatandaşlara, 1.100 dönümlük bir arazi, sonra -yine işte devri iktidarınızda arsa rantçılığı çok önemli olduğu için- gitmişler o adamların o arsalarını hileyle almışlar. Şimdi hak arayacak yer arıyorlar. Diyorlar ki: “Maliye Bakanlığına başvuruyoruz, cevap vermiyor; İçişleri Bakanlığına başvuruyoruz, cevap vermiyor.” Şimdi, binlerce insanı bu kadar mağdur eden bir iktidar zihniyetinin haktan hukuktan bahsetmesi mümkün müdür!

Adalet sistemi işlemez hâle gelmiş arkadaşlar. Vatandaş gidiyor, mahkemede davayı kazanıyor, alıyorsunuz kararı bir gün uyguluyorsunuz, ertesi gün adamı başka yere gönderiyorsunuz. Yargı kararlarını uygulamıyorsunuz. Yargı kararlarını uygulamamaktan dolayı bürokratlar hakkında açılan tazminat davaları ve hapis cezaları var. Hapis cezası alan birtakım insanları sırf o hapisten kurtarmak için tutuyorsunuz dokunulmazlık zırhı altında Meclise getiriyorsunuz. Şimdi, eğer bir memlekette yargı kararı uygulanmıyorsa, o memlekette demokrasiden bahsedilebilir mi!

Adalet Bakanı diyor ki: “Efendim, egemenliğin sahibi tektir, millî iradedir.” Millî irade ama sen Anayasa’yla yönetiliyorsun. Anayasa’da kuvvetler ayrılığı ilkesi var. Anayasa’da yani hâkimlere talimat vermek mümkün mü! İşte Sincan Hâkimi, bağırışlarını, ıstıraplarını her yerde söylüyor. Yani sizin amacınız illa hâkimler de hep sizin dediğiniz gibi mi yapsın? Peki, Abdullah Gül’le ilgili olarak karar verdi diye mi bu hâkimin bu kadar üzerine gidiliyor, her adım atılıyor? Adalet müfettişlerini devamlı, beğenmediğiniz hâkimlerin üzerine gönderiyorsunuz. Böyle bir sıkıntı içinde olan hâkimler, hiçbir zaman kendilerini bağımsız hissedebilirler mi?

Değerli milletvekilleri, benim gördüğüm kadarıyla, AKP iktidarları zamanında hak ortadan kaldırıldı, batıl geldi. Bakın, sizin döneminizi aynen Halife Osman’ın devrine benzetiyorum. Halife Osman ve Muaviye zamanında, bunlar, bu halifeliği ele geçirince bütün vatandaşın malını mülkünü ve insanların dinî inançlarını da istismar ederek topladıkları paraları ceplerine indirdiler, Osman ve çevrelerine indirdi.

ÖMER İNAN (Mersin) - Yalan söyleme.

KAMER GENÇ (Devamla) - Orada Ebu Zer diye bir bey var, Ebu Zer diye birisi. İşte, biz o Ebu Zer’in düşüncesini temsil ediyoruz burada. Ebu Zer ona Tevbe Suresi’ni hatırlattı, dedi ki: “Bak, siz, bu halktan toplanan altın, para, malları, eğer bunu, hak sahibine, fakir fukaraya devretmezseniz sizin sonunuz azap olur.” dedi. Bu 99/34’üncü sure, gidin bakabilirsiniz.

Şimdi tam o dönem şey ediliyor. İşte, vatandaş kandırılıyor, paralar toplanıyor, Deniz Fenerleri yoluyla ceplere indiriliyor ve bu cebe indirenlerin de çoğu Tayyip Bey’e çok yakın olan insanlar.

Şimdi, İstanbul Belediyesini inceliyorsunuz. İstanbul Belediyesinin itfaiyesi kime veriliyor? Tayyip Bey’in oğlunun bacanağının babasına veriliyor. Kaç kişi mağdur ediliyor? 930 tane işçi.

Arkadaşlar, bu…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

KAMER GENÇ (Devamla) – Evet.

Bakıyorsunuz, “meslek edindirme kursu” diye, İstanbul Belediyesi kurs açıyor. 359 trilyon lira yine bu Beyaz Holdinge veriyor. Beyaz Holding… Bir de sık sık isim değiştiriyorlar bu arkadaşlar, şirketlerinin isimlerini değiştiriyorlar. Bu meslek edindirme kursu nerede yapılıyor? Devletin okullarında yapılıyor, öğretmenlerle yapılıyor ama Zekeriya Karaman, Mehmet Karahan, Tayyip Bey’in arkadaşları, paraları cebe gönderiyorlar.

Peki, bunları bir inceleyin bakalım. Hakikaten niye bunlara veriyorlar? Yani bu memlekette yalnız bu Tayyip Bey’in ailesi mi var, onun yandaşları mı var?

Şimdi, o bakımdan… Vergi incelemesini yapmıyorsunuz. Bakın, eskiden yollarda fatura kontrolü yapılıyordu, şimdi onu da kaldırdınız. Niye? Naylon fatura rahat şey edilsin. Siz şimdi bir bakın bakalım, caddelerde eskiden Maliyenin yaptığı kontroller yapılıyor mu şimdi? Yapılmıyor. Niye? E, çünkü artık sermaye ve naylon faturacılık yapanlar size yandaş insanlar olduğu için, onların da rahatsız edilmemesi için mecburen bu kontrolü de kaldırdınız.

Teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Genç.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu önerisi aleyhinde son söz Eskişehir Milletvekili Sayın Tayfun İçli’ye ait.

Buyurun Sayın İçli.

H. TAYFUN İÇLİ (Eskişehir) – Sayın Başkanım, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün, Danışma Kurulu toplanamadığı için, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemini belirlemek amacıyla, başta AKP Grubu olmak üzere, Cumhuriyet Halk Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi grupları öneri vermişler.

Aslında, ben, Milliyetçi Hareket Partisinin grup önerisinin içerik olarak aleyhinde değilim, ellerine sağlık, gerçekten de Türkiye'nin gündemini yakalamışlar ve Türkiye Büyük Millet Meclisine getiriyorlar. Ancak ben, yine, her zaman olduğu gibi, artık bir gelenek hâlini aldı, Türkiye Büyük Millet Meclisinde şeklen görüşlerimi ifade etmek için, Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisinin aleyhinde söz aldım.

Değerli arkadaşlarım, halkın gündemi bambaşka; gazetelerin manşetlerine baktığınız zaman, televizyonlara baktığınız zaman halkın gündemi bambaşka, AKP’nin masalla uyutma gündemi ise bambaşka.

Bakıyorsunuz, birazdan AKP grup önerisi gelecek, AKP bu grup önerisinde öncelikle tam gün yasasının görüşülmesini istiyor, kamu düzeni müsteşarlığıyla ilgili bir yasa tasarısını getiriyor, arsa üretimiyle ilgili ve Orman Kanunu’nda bazı değişiklikler yapılmasıyla ilgili bir kanun teklifini Türkiye Büyük Millet Meclisine getiriyor.

Yeri gelmişken, hemen burada bir parantez açarak şunu ifade etmek isterim: Artık bu gelenek hâline gelmiştir. Görüşülmesini istediği tam gün yasası, değerli arkadaşlarım, yürütme ve yürürlük maddesi dâhil olmak üzere on dokuz madde ama AKP bunun bir temel yasa olarak görüşülmesini sayısal çoğunluğuna güvenerek getiriyor.

Değerli arkadaşlarım, on sekiz madde iki bölüm hâlinde görüşüldüğü zaman, maddeler üzerinde görüşmek mümkün olamayacak. Bu neyin acelesi? Türkiye Büyük Millet Meclisinden neyi kaçırıyorsunuz da on beş maddelik, yedi maddelik, sekiz maddelik kanun tasarı ve tekliflerini temel kanun olarak getiriyorsunuz? Yazıktır değerli arkadaşlarım. Bu, biraz ciddiyetten de uzaklaştığımızı gösteriyor. Parantezi kapatıyorum, yine Türkiye'nin gerçek gündemine dönmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin gündemini artık bırakın AKP’nin tayin etmesini, artık Türkiye'nin gündemini IMF ve uluslararası küresel güçler belirliyor. “Bunu nereden çıkartıyorsunuz?” diyeceksiniz. Değerli arkadaşlarım, Türkiye yangın yerine dönmüş her anlamda. Mutfak yangın yeri, mutfak yanıyor, yargı yanıyor, silahlı kuvvetlerle ilgili tartışmalar var, silahlı kuvvetlerin içi yanıyor, halkın içi yanıyor, halkın kafası karışmış ama önümüze gelen kanun tasarı ve tekliflerine baktığımız zaman başka başka şeyler görüyoruz.

Arkadaşlar, akaryakıta zam, otobüse zam, dolmuşa, trene, her şeye zam. Otoyola, köprüye zam, elektriğe zam, doğal gaza zam, içki, sigaraya zam, zam, zam, zam… Bunlar niçin yapılıyor? AKP Hükûmeti Türk halkının çok daha müreffeh, çok daha çağdaş bir yaşam sürdürmesini istediği için bu zammı yapıyor. Öyle dediler bütçe görüşmelerinde. Bütçe görüşmelerinde, Maliye Bakanı, 2010 bütçesinin 51 milyar TL olacağını öngörüyordu ve daha şimdiden, memur emeklilerine şu kadarcık zam yapmış olmalarına rağmen, bütçede karşılığı olmadığı için bütçenin daha fazla açık vereceğini ekonomistler söylüyor, bilim insanları söylüyor.

Değerli arkadaşlarım, eskiden bir laf vardı “Kaşıkla verip kepçeyle almak.” diye bir laf. Artık AKP günümüze yeni bir söz yerleştirdi, artık o söz eskilerde kaldı. Şimdi, kepçeyle alıp çay kaşığıyla verme devri başladı. Şimdi, “Zam verdik.” diye böbürleniyorlar ama diğer taraftan -yani memura yapılan zam anlamında söylüyorum- insanların en temel gıda maddelerine yapılan zamlara baktığınız zaman içler acısı. Sokağa çıktığınız zaman vatandaşın o içler acısı hâlini görüyorsunuz.

Bugün görüşeceğiz -bu, parası olana sağlık politikasının başka bir yan kolu- işte sağlıkla ilgili bir kanun görüşeceğiz. Görüştüğümüz konuda da Milliyetçi Hareket Partisinin olayında da eczacılarımızın, eczanelerin sorunları için bir Meclis araştırması isteniyor.

Arkadaşlar, yine geçtiğimiz günlerde, sağlıkla ilgili, hastaneleri biliyorsunuz sınıflandırdılar. A sınıfı… Sanki otel, yedi yıldızlı otel, beş yıldızlı otel, dört yıldızlı otel gibi. Şimdi, hastanelerimiz sınıflandı. Hastanelerimiz sınıflanınca o sınıflanan hastaneye kimler gidecek? Sayın Sağlık Bakanım buradaydı, terk etmiş. Cebinde parası olan gidecek yani parası olana sağlık, kalitede de parası olana sağlık. İşte, Türkiye'nin gerçek gündemi bu.

E, başka? Sağlık konusu açılmışken hemen başka birçok önemli konuya girmek lazım. Bugün, gazetelerimizin başlığında: “Yüzyılın Tıp Skandalı: Domuz Gribi. Avrupa Konseyi ‘Domuz gribi, ilaç firmalarının başlattığı sahte bir salgındır.’ iddiasıyla ilgili araştırma kararı verdi.”

Değerli arkadaşlarım, bunu ben, bu konuyu, geçtiğimiz aylarda bir şekilde dile getirdim. Nereden dile getirdim? Sağlık Bakanına benim bir husumetim yok ama bu Hükûmetin Başbakanı, Sağlık Bakanına bir husumeti var ki “Ben aşı olmayacağım, bunu nereden çıkartıyorsunuz, benim adıma nereden konuşuyorsunuz?” diye, Sayın Sağlık Bakanını, gazetelerdeki tabiriyle, azarladı.

Yine geçtiğimiz aylarda, bir gazetemizde ve bir İnternet sitesinde, Dünya Sağlık Örgütüyle ilgili ciddi birtakım iddialar ortaya atıldı. Ben, 18/12/2009 tarihli yazılı soru önergemle Sayın Başbakana bazı şeyler sordum, dedim ki: Bu, Dünya Sağlık Örgütündeki uzmanların ilaç firmalarında maaşlı olarak çalıştıklarına, para aldıklarına, aynı zamanda ilaç fabrikalarının, aşı fabrikalarının bulunduğuna, bu konuda İsveç, Danimarka ve Hollanda basınında yazılar çıktığına, Hollanda Parlamentosunun bu konuda bir araştırma yaptığına, Rusya alt meclisi Duma’nın bu konuda bir araştırma yaptığına, İspanya’nın ve Almanya’nın ellerinde kalan aşıları ilaç firmalarına iade etmek istediklerine dair haberleri Sayın Başbakana hatırlatmak suretiyle üç soru sordum. “Haberler doğru mu?” dedim. Bir de “Bizim, Dünya Sağlık Örgütündeki temsilcilerimizden herhangi biri, bu adı geçen kişiler gibi maaş mı alıyor?” dedim. “Elimizde ne kadar aşı var?” dedim. “Bu aşının ne kadar miktarı kullanıldı?” dedim. “Bunları, “Elimizde kalan aşıları bu ilaç firmalarına geri iade etmeyi düşünüyor musunuz?” dedim, 18/12/2009. Anayasa’mız ve İç Tüzük’ümüzün amir hükmü gereğince benim yazılı soru önergeme on beş gün içinde yanıt verilmesi lazım. Bugün, değerli arkadaşlar, ayın kaçı? 12’si. Sayın Başbakandan da tık çıkmıyor, Sayın Sağlık Bakanından da tık çıkmıyor.

E, peki, bu aşıları, bu panik ortamında, madem Avrupa Konseyi “skandal” diyor… İşte şu, “Domuz gribinde…” Bakın, eski tarihli -11 Aralık- bir gazete: “Domuz gribinde korkunç şüphe.” E, peki, benim Sağlık Bakanım bunu takip etmiyorsa, benim Başbakanım bunu  takip etmiyorsa o “garibin hakkı” diyoruz ya hep, “garibin gurebanın hakkı” dediğimiz bu paralar nereye gidiyor? Bir milletvekili olarak benim bu konuda bilgi sahibi olmak en doğal hakkım değil mi? Sokaktaki vatandaşın hakkı değil mi? Ama dediğim gibi, değerli arkadaşlarım, sokağın gündemi başka, AKP’nin uyutma amaçlı masal gündemi başka. Bunlar konuya geldiği zaman kaçacak delik arıyor Hükûmet. Yanıt vermemek için ellerinden geleni yapıyor ama bir bakıyorsunuz, işte Borçlar Kanunu görüşülecek, muhalefeti Borçlar Kanunu’nu görüştürmemekle suçlayan AKP’li arkadaşlarımız, her gün her hafta gündemi değiştirmek suretiyle başka başka şeyleri Türkiye  Büyük Millet Meclisinin gündemine getiriyor.

2009 yılının son aylarında görüştüğümüz kanun tasarılarına baktığımız zaman uluslararası sözleşmeler... E, Borçlar Kanunu nerede? Bakıyorsunuz değerli arkadaşlarım, Borçlar Kanunu yok. Neden? Çünkü Borçlar Kanunu görüşülürken Hükûmetin yargıyla ilgili ayıplarını yüzlerine vuruyorduk da onun için.

Şimdi, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu bir taraftan ağlıyor, bir taraftan Yargıtay Başkanı ağlıyor. Bugün Yargıtayda bir buçuk milyon dosya bekliyor. Peki, bekleyen dosyaların sorumlusu AKP Hükûmeti değil mi? Neden? Çünkü Yargıtaydaki 5 üyesi olması gereken dairelerde 5 üye olmadığı için, heyet teşkil edemediği için de bekliyor. E, peki, sadece bu mu? Güz kararnamesi nerede? Güz kararnamesi dediğimiz, 2010 yılının güz kararnamesi değil değerli arkadaşlarım, 2009 yılının güz kararnamesi. Hatırlayın yaz kararnamesinde de Adalet Bakanı ve Müsteşarı, siyasi güç, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunu toplayamadığı için hâkimler atanamıyor. Hâkim atanamayınca, tayinler olmayınca Anadolu’nun birçok yerinde, ilçesinde, ilindeki yargıçlar neyi bekliyor? Bunu bekliyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

H. TAYFUN İÇLİ (Devamla) – Peki efendim.

E, şimdi “Biz otoriter değiliz, biz totaliter değiliz, bunu kim diyorsa ayıp ediyor.” diyen Sayın Başbakana bu uygulamaları sormak benim hakkım değil mi? Genelkurmayın işte “Seferberlik Dairesi” dedikleri kozmik oda aranıyor. Öbür tarafta birtakım yargıçlarla ilgili ciddi dinlemeler, birtakım şeyler.

Bunlar Türkiye’de yaşanıyor değerli arkadaşlarım ama -zamanım fazla değil- başka bir ayıp da yaşanıyor. Geçtiğimiz yılın son günlerinde oldu, milletvekillerinin on santimden gözüne biber gazı sıkıldı. Bu, yasama organına açık bir ayıptır, saldırıdır, terbiyesizliktir.

Başka ne yapıldı değerli arkadaşlarım? Son yirmi saniyede söyleyeyim. Milletvekilinin odaları arandı, odaları. Değerli arkadaşlarım, dışarıdaki evleri, konutları aranmadı, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki odaları arandı. Arama kararı yok, keyfî bir karar veriyor Sayın Meclis Başkanı, milletvekili odaları aranıyor.

KEMALETTİN GÖKTAŞ (Trabzon) – Kimin odası aranmış?

H. TAYFUN İÇLİ (Devamla) – Okumuyor musunuz gazete?

KEMALETTİN GÖKTAŞ (Trabzon) – Hangi gazete?

H. TAYFUN İÇLİ (Devamla) – İşte, Fransa’dan gönderilen, o size gönderilen, bilmem ne irticayla ilgili, Anayasa gönderildi, alınmadı mı, toplanmadı mı? Bu konuda Sayın Meclis Başkanının aksine bir açıklaması oldu mu?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

H. TAYFUN İÇLİ (Devamla) – Lütfen değerli arkadaşlarım, bu konularda, bu yasama organı konusunda en az benim kadar hassasiyet göstermeniz lazım. Bu, bir parti, particilik meselesi değildir. Bu tür uygulamalar yasama organında yapılırsa yarın bir gün… Başka bir milletvekili arkadaşımın da gece saat ikide yolunu çevirdiler.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın İçli.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, karar yeter sayısı istiyorum.

BAŞKAN – Bakacağım.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre vermiş olduğu öneriyi oylarınıza sunuyorum, karar yeter sayısı arayacağım: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati : 16.57

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 17.12

BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER : Harun TÜFEKCİ (Konya), Gülşen ORHAN (Van)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 46’ncı Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre vermiş olduğu önerisinin oylanmasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.

Şimdi öneriyi yeniden oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir, karar yeter sayısı vardır.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

2.- (10/128, 10/272, 10/378) esas numaralı Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergelerin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 12/1/2010 Salı günkü birleşiminde birlikte yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi

                                                                                                                        12.01.2010

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu; 12.01.2010 Salı günü (Bugün) toplanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                            Kemal Kılıçdaroğlu

                                                                                                                     İstanbul

                                                                                                            Grup Başkanvekili

Öneri:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler Kısmında yer alan (10/128), (10/272) ile (10/378) esas numaralı Meclis Araştırma Önergelerinin görüşmelerinin, Genel Kurul’un, 12.01.2010 Salı günlü birleşiminde birlikte yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisinin lehinde ilk söz, İstanbul Milletvekili Sayın Bayram Ali Meral’de.

Buyurun Sayın Meral.

BAYRAM ALİ MERAL (İstanbul) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin tütünle ilgili vermiş olduğu önerge hakkında söz almış bulunmaktayım. Yüce Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, tütün deyince akla Tekel gelir. Tekel, cumhuriyetin kuruluşundan daha eskiye dayanan yani yüz on yıllık mazisi olan bir kuruluştur. 2000 yıllarına doğru 6 sigara fabrikası, 82 yaprak tütün işletme müdürlüğü, Diyarbakır Tütün İşletme Müdürlüğü; 16 içki, bira, likör ve şarap, suma fabrikası; 6 tuz işletme müdürlüğü, 1 tuz şube müdürlüğü, 82 pazarlama, 2 pazarlama dağıtım müdürlüğü, saymayla bitmez, milyonlarca bu Tekelin bayisi değerli arkadaşlarım. Son zamanlarda, diğer kuruluşlarda olduğu gibi, Tekel fabrikaları da teker teker kapatıldı.

Değerli arkadaşlarım, ayrıca Türkiye genelinde tütün ekicisi 630 bin aile vardı, bunu 5 ile çarpacak olursan bu nüfus 3,5 milyonu aşan bir kitle, çalışır bir kitle, tütünde çalışmaktaydı. Ne yazık ki değerli arkadaşlarım tütünü kıstık, Yunanistan’dan, Bulgaristan’dan, Romanya’dan tütün almaya başladık, Amerika’dan tütün almaya başladık. Bir şey daha yaptık değerli arkadaşlarım, tütünün Tütün Fonu’nu kaldırdık. Türkiye’ye tütün getirenler tütünü kıyarak Türkiye’ye sokmaktadırlar ve böylece gümrük muafiyetinden de yararlanmaktadırlar. Yani bizim Hükûmetimiz Türkiye’deki öz malını yok etti, dışarıdan gelen tütüne imkân sağladı, yol açtı, kucak açtı.

Değerli arkadaşlarım, bununla birlikte -şu anda belki izliyorsunuz ve görüyorsunuz- tütün işçisi bir aydır çoluğuyla çocuğuyla meydanlarda. Bu sayı daha da artacaktır. Sevindirici, memnuniyet verici bir konu vardır, tütün işçisine, değerli arkadaşlarım, halkımız sahip çıkmaktadır, yurt dışında çalışan işçilerimiz, vatandaşlarımız sahip çıkmaktadır. Ama meydanlarda bin bir vaatte bulunan, tütün işçisinin bütün sorunlarını çözeceğini söyleyen AK PARTİ milletvekillerinden bir tanesi, Allah rızası için, o insanların yanına gidip “Derdiniz nedir, hatırınız nedir?” diye sormamıştır.

Bazen konuşmamdan rahatsız oluyorsunuz sayın milletvekilleri. Sizin göreviniz Başbakanlıkta hazırlanan yasalara burada yalnızca parmak kaldırmak mı, başka görevleriniz yok mu sizin? Onlar sizin vatandaşınız değil mi? Bir aydır sokaklardaki o hanımlar, çocuklar, insanlar ne yedi, ne içti, nerede kaldı, nerede yattı, hiç sormaz mısınız?

Biraz önce aşağıya indim, birçok milletvekili arkadaşım abdest alıyor. Hak kulunu gasbeden bir zihniyetin Allah nezdinde yeri yoktur. Kimi kandırıyorsunuz siz? Bu bir hak gaspıdır. Ne istiyor işçi sizden? Tekel işçisi sizden ne istiyor, yeni haklar mı istiyor? Hayır. “Yirmi sene çalıştım, ayaküstü çalıştım, ayaklarım nasır bağladı. Bu hakkımla beni nereye gönderirsen gönder.” diyor. Bundan daha doğal bir şey olur mu değerli arkadaşlarım? O zaman, yarın emekli olacaksınız, sizin emekli aylığınızı da yarıya indirsinler, kabul eder misiniz? Milletvekilisiniz, sizin aylığınızı da yarıya indirsinler, kabul eder misiniz? Neden bunlara tepki göstermiyorsunuz?

Dün sayın Çalışma Bakanına gittim, rica ettim. Bu olayın boyutları aşacak bazı konuları, yeni yeni sorunlar çıkacak. Siz oradaki işçileri havuza atmakla, polise coplatmakla, yerlerde sürütmekle sesini kısamazsınız. O, hakkını istiyor, hakkını, sizden bir şey istemiyor. Ve Çalışma Bakanı bakıyor. Kim karar verecek? 340 milletvekili değil, Sayın Başbakan. Helal olsun Meclise, helal olsun milletvekiline, helal olsun bize.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, bazı yanlışlıklara birlikte parmak basmalıyız. Milletvekilliği onurlu bir meslektir. Bu, değer kaybetmemelidir ama ne yazık ki bırakınız milletvekilini, Sayın Başbakanınız “Kafam bozulursa bakanların kolundan tutar dışarı atarım.” diyor ve o bakanlar da “Eyvallah, atarsan at.” diyor. Şimdi, bu, doğru bir hareket midir değerli arkadaşlarım? Bu, onur kırıcı bir hareket değil midir?

Şimdi, işçiye “Sırtının üstüne yatıp para almaya alıştın…”

Sen neden fabrikaları kapattırıyorsun, özel sektöre fabrika açıyorsun, tütünün gümrüksüz, vesairsiz Türkiye’ye gelmesi için kolaylık sağlıyorsun, Yunan tütününü getiriyorsun Türkiye’de işletiyorsun da sen kendi öz servetini yok ediyorsun?

Değerli arkadaşlarım, bakınız, Türkiye'nin önemli sorunlarının başında işsizlik gelmektedir, yoksulluk gelmektedir, terör gelmektedir. Bunları çözmediğiniz sürece Türkiye’de huzur bulamazsınız. Ne yapıyorsunuz siz? İşsizliğin daha da artması için elinizden ne geliyorsa onu yapıyorsunuz. Nasıl çözülecek? Allah rızası için bir yere bir çivi çaktınız mı, bir fabrika açtınız mı? Nasıl işsizliğe çözüm bulacaksınız? Nasıl çene çalıyorsunuz?

FATİH ÖZTÜRK (Samsun) – Gene sallıyorsun.

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, muhterem arkadaşlarım; Kızılay’a insek, kendi kazasına gitse kimse tanımaz o beyefendiyi, konuşur burada.

FATİH ÖZTÜRK (Samsun) – Gene sallıyorsun bakalım.

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) – Benimle bir Kızılay’a gel de salladığımı sallamadığımı sana göstersin orada insan, gel.

FATİH ÖZTÜRK (Samsun) – Bol bol sallıyorsun. Hiç kafanı yorma.

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) – Ben senin gibi annenin yoğurdunu içerek gelmedim, ben meydanlardan geldim, meydanlardan.

FATİH ÖZTÜRK (Samsun) – Elli yıldır sallıyorsun.

MEHMET CEYLAN (Karabük) – Şov yapıyorsun, şov.

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Sen oğlundan bahset.

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) – Ben Türk vatandaşıyım. Hatay’ın kurtuluşunda benim ailem, sülalem mücadele etmiş. Benim soyum sopum o zaman başka bir yerde yatmıyordu. Ben burada konuşma hakkına sahibim. Otur, boyundan fazla sana laf söylerim. Yerinde rahat otur.

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Boş şeyler konuşuyorsun, ayrımcılık yapıyorsun.

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) – Ayrımcılık yapıyorsam kes sesini.

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Ezbere konuşma, millete önyargılarla bakma böyle. Utanman lazım, utanmıyorsun sen.

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, muhterem arkadaşlarım; alışmış, boş lafa alışmış ama ben kırmak istemiyorum şimdi.

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Eften püften tartışmalar yapıp konuşamazsın burada.

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) –  Öyle laf konuşurum ki onurunu kırarım ama gene de dokunmuyorum. O gelir orada zevzeklik eder durur, huyudur onun.

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Benim atalarım bu cumhuriyet için çatışmıştır, mücadele etmiştir.

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, muhterem arkadaşlarım; Tekel işçisini, Tekeli konuşuyoruz. Meydanlarda sizin vatandaşınız, onu konuşuyoruz değerli arkadaşlarım, başka bir şey konuşmuyoruz.

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Provokatörsün sen!

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) – Sizden diyorum ki…

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri…

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Sayın Başkanım, ben konuşma…

BAŞKAN – Öyle bir hak tanımadım size, lütfen…

Devam edin Sayın Meral.

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, ortada bir sorun var. Sorumlu insanlarız. Meydanlardaki insanlar bizim vatandaşlarımız. İtfaiyecileri, bilmem polisiyle, bilmem zabıtayla yok ediyorsunuz. Bilmem üniversitedeki işçiler dışarı atılıyor, göz yumduruyorsunuz. Onun ötesinde Tekel işçisi meydanlarda sesini duyurmak için; sindirmeye çalışıyorsunuz. Bunlar 12 Eylül dönemlerinin askerî yönetim tarzlarıdır değerli arkadaşlarım. Yürüyüş yapma, direniş yapma, grev yapma... E, bugün de aynısı.

Peki, bu sivil 12 Eylül değil de nedir değerli arkadaşlarım? İnsanların meydanlara çıkmasına, insanların özgürce düşündüklerini konuşmasına, hakkını aramasına neden müdahale ettiriyorsunuz değerli arkadaşlarım?

Ne olacak şimdi? İnsanlar, yarın on binler meydanlara gelecek, çocuğuyla gelecek, eşiyle gelecek değerli arkadaşlarım. Bu insanlara çözüm bulun diyoruz, sizden başka bir şey istemiyoruz. Bu insanlara çözüm bulun bu da sizin hakkınız, iktidarsınız, hükûmetsiniz.

Ne istiyor bu insanlar sizden? Sen dışarıdan gelen tütüne kucak açacaksın, gümrük almayacaksın, kendi tütününü yok edeceksin, kendi fabrikanı kapatacaksın, oradaki işçiyi kapının dışına koyacaksın, onlar da hakkını isteyecek, bundan rahatsız olacaksın.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) – Teşekkür ederim.

Peki, bunun hiç haklı bir tarafı var mı değerli arkadaşlarım? Bu, sizin de içinizde bir rahatsızlık, birçoğunuzun, bunun farkındayım ama ne yaparsınız, konuşamıyorsunuz, dile getiremiyorsunuz. Bu olmaz değerli arkadaşlarım. Türkiye Cumhuriyeti, hükûmetleriyle yönetir. Sayın Başbakanın dışında bir Allah’ın kulu sesini çıkaramıyor. Şimdi söylesem… Bazen rahatsız oluyorsunuz ama televizyonlarda Filistin halkını seyrediyorum, İsrail onların haklarını gasbediyor, duvarlara çıkıyor, yerlerde yatıyor. Şimdi bir de Tekel işçisine bakıyorum, yani mukayese ediyorum. Filistin’de mi, İsrail’de mi, nerede yaşıyoruz değerli arkadaşlarım? Bunlar hakkını istiyor sizden. Bir kez daha rica ediyorum AK PARTİ milletvekili arkadaşlarım: Başbakanınıza nasıl ulaşırsanız ulaşın, sorunu çözün. Polisle yarın işçiyi, polisle yarın oradaki işçi hanımlarını, polisle onları ziyaret etmeye gelen insanları karşı karşıya getirmeyin.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) – Bu büyük bir sorun olur, hepimizi rahatsız eder. Sizden bu konuda katkı bekliyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Meral.

Sayın Kahya…

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Sayın Başkanım, az önce Hatip konuşmasında Hatay’ın mücadelesini gündeme getirerek, kapalı olarak…

BAYRAM ALİ MERAL (İstanbul) – Sana ne! Dedem gelmiş savaşmış orada. Sen niye rahatsız oluyorsun?

BAŞKAN – Sayın Meral, lütfen yerinize oturur musunuz.

BAYRAM ALİ MERAL (İstanbul) - Sana ne! Sen niye konuşuyorsun?

BAŞKAN – Sayın Meral, lütfen yerinize oturur musunuz.

Duymuyorum, Sayın Kâhya’yı duymuyorum.

Buyurun.

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Sayın Başkanım, İç Tüzük’ümüzün ilgili hükmüne göre bu sözünden dolayı bir açıklık getirmek üzere kısa bir söz hakkı istiyorum.

BAYRAM ALİ MERAL (İstanbul) – Sayın Başkan, dedemin orada savaştığını söyledim. Bunun mahzuru ne? Yani “Orada niye savaştı?” mı diyecek?

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Hatay’ı özellikle vurguladı ve Sayın Hatip’in daha önce de benimle ilgili sataşmaları var. Biliyorum neye dayandığını. Onunla ilgili, müsaadenizle, ben çok kısa ve yeni bir şeye fırsat vermeden bir açıklama yapmak istiyorum.

BAŞKAN – Size iki dakika süre veriyorum, buyurun, kürsüye gelin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Yeni bir sataşmaya mahal vermeyin lütfen.

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Tamam Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Buyurun.

VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Hatay Milletvekili Abdülhadi Kahya’nın, İstanbul Milletvekili Bayram Ali Meral’in, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Sözlerimin başında, bizim kişiliğimizin… Asla ve asla bu yüksek Meclisimizin ve kürsümüzün mehabetine ve kimliğine aykırı bir şekilde basit konuşmalarla gündemi işgal etmeyeceğimizi de herkesin bilmesini önemle istirham ediyorum.

Az önceki Hatip arkadaşımız, benim burada kendisinin oğluyla ilgili bizzat kendisinin radyo konuşmasından dinlemiş olduğum mevzuyu hatırlatmam üzerine, daha önceki konuşmasında da bana karşı bir rahatsızlığı olduğundan dolayı, Hatay’ın mücadelesini ve benim… Herkes için atası azizdir. Ölmüş kişilerle ilgili aslı astarı olmayan ve inanıyorum ve biliyorum ki İnternet’ten araştırıp da benim Şam doğumlu olmama dayanarak bir sataşmada bulundu. Şunu söylüyorum: Bu memleket ve millet içerisinde hiçbir kimsenin, ırkı ne olursa olsun, asla kimseyi ayırt etmeye hakkı yoktur. Benim atalarım, inanıyorum Sayın Meral’in kendisinden çok daha fazla çetelerle mücadele etti, Fransızlara karşı mücadele etti. İstiklal Savaşı’nda en büyük ailelerden birisidir ve Hatay’da bulunduğum ilçelerde de bütün millet bunu bilir. Hiçbir zaman… Hatay’da değil sadece, Türkiye’nin genelindeki birçok çatışmalarda şehit olmuş benim aziz atalarım var.

Onun için, bu sözü kendisine iade ediyorum ve bu tarz konuşmaları da şahsi konuşmaları da yakıştıramıyorum. Önce kendinin oğluna baksın diyorum.

Saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAYRAM ALİ MERAL (İstanbul) – Sayın Başkanım, müsaade ederseniz, oğlumla ilgili bir açıklama yapayım. İki dakika istiyorum… Sizden özellikle rica ediyorum. Rica ediyorum sizden özellikle.

BAŞKAN – Buyurun. Siz de bir sataşmaya mahal vermeyin lütfen. Yani bitiremeyiz biz bugünü.

2.- İstanbul Milletvekili Bayram Ali Meral’in, Hatay Milletvekili Abdülhadi Kahya’nın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

BAYRAM ALİ MERAL (İstanbul) – Değerli arkadaşlarım, çok özür diliyorum. Beyefendi arkadaşımız orada oturuyordu. Oradan geldi sırf bana laf atmak için.

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Alakası yok.

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Arkadaşlar canlı şahidi, yanında oturanlar da canlı şahidi.

BAŞKAN – Lütfen…

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) – Arkadan “Oğlun nerede çalışıyor?”

Değerli arkadaşlarım, ben otuz sene mevcut Yol-İş Sendikasında görev yaptım, genel başkanlık yaptım. Oradan ayrıldım. Ayrıldıktan sonra, benden sonra gelen arkadaşlarım oğlumu orada işe aldılar. (AK PARTİ sıralarından “Allah razı olsun!” sesi) Suçu, kusuru bu. Bilahare dedikodusu başlayınca ben oğlumu oradan ayırdım.

Şimdi değerli arkadaşlarım, bakınız…

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Mercedes de verdiler mi?

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) – Şimdi sen öyle konular açıyorsun ki… Altın saat de verdiler, altın saat. Kolumda takmıyorum. İşçiler bana altın saat de verdi. Para toplarlardı. Bana araba da alıyorlardı, kabul etmedim. Ben orada görev yaptım gözünü sevdiğim kardeşim.

Bakınız, orada bir şey daha yaptım. Ben şurada konuşuyorum, bıraktığım sendikalar, bıraktığım konfederasyon orada. Hükûmetsiniz, bir kuruşluk bir şeyi mi, bırakın –ben geçende de burada konuştum- bir kuruşluk bir şeyimi bulun. Namusumla orada iş yaptım. Ben eğer dürüst, alnı açık olmasam meydanlara yüz binleri toplayıp da o dönemin hükûmetlerine meydan okuyamazdım değerli gözüm kardeşim. Onun için, gelip şey yapma.

Peki, kusur… Allah, Peygamber aşkına soruyorum: Sizin çocuğunuz, yakınınız hiçbir yerde çalışmıyor mu? Niye çalıştırıyorsunuz kardeşim? Yani, şimdi, ben kalkayım, “Onun oğlu bunu yaptı, bunun oğlu bunu yaptı.” diye ben yeniden bir konu mu açayım burada? Ayıptır yahu, ayıp, ayıp! Yakışmıyor, yakışmıyor! Ne olmuş? Oğlum çalışmış, suça bak. Allah’ını Peygamber’ini  seversen, size soruyorum yahu: Ne olmuş? Oğlum üç sene sendikada çalışmış. Suça bak hele. Hırsızlık mı yapmış, kredi mi almış, devleti mi dolandırmış, sizi mi dolandırdı, ne yaptı? Söyler misiniz böyle bir kusurunu?

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – 5 bin lira maaş alıyor mu almıyor mu? 5 bin lira maaş alıyor, siz söylediniz.

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) – Ayıptır ama yahu ayıp değerli arkadaşlarım, ayıp, ayıp; bunları bir daha şey yapmayın. Ben burada çıkarım, öyle şeyler konuşurum ki, buranın altını üstüne getiririm ama artık bunu kapatın.

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Yakışır size, yakışır!

M. YILMAZ HELVACIOĞLU (Siirt) – Konuş, konuş!

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) – Var, var, konuşuruz…

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Meral.

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Saygılar sunuyorum hepinize arkadaşlar.

BAŞKAN – Sayın Meral, teşekkür ederim.

VI.- ÖNERİLER (Devam)

A) SİYASİ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ (Devam)

2.- (10/128, 10/272, 10/378) esas numaralı Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergelerin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 12/1/2010 Salı günkü birleşiminde birlikte yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi (Devam)

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisi aleyhinde ilk söz Eskişehir Milletvekili Sayın Tayfun İçli’ye aittir.

Sayın İçli yok mu?

Kayseri Milletvekili Sayın Mustafa Elitaş. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun verdiği önerge Tekel işçilerinin içinde bulunduğu durumun araştırılıp bu konuyla ilgili Türkiye Büyük Millet Meclisinin üzerine düşen görevi yapması konusunda. Bu konuyla ilgili yaklaşık bir ay süreyle Tekel işçileri kendilerince hak gördüklerini iddia ettikleri, iş akitlerinin feshedilmesiyle ilgili konuda Kızılay Meydanı’nda, İstanbul’da, AK PARTİ Genel Merkezi’nin önünde çeşitli eylemler, gösteriler yapıyorlar. Bunlar demokratik bir ülke içerisinde yapılabilecek doğal hareketlerdir, başkalarını rahatsız etmediğiniz sürece, insanların huzurunu bozmadığınız sürece doğal hareketlerdir, doğal eylemlerdir. Muhakkak ki milletvekilleri de halkın meseleleriyle ilgilenmek konusunda, halkın problemlerini çözmek konusunda orada ilgili kişilerle, eylem yapan, haklı mücadele verdiğini iddia eden kişilerle de görüşüp onların dertlerini dinlemek ve onlara çözüm bulmak ve Meclis kürsüsünde ifade etmek mecburiyetindeler. Onu da değerli milletvekili arkadaşlarımız yapıyorlar. Ama, böylesine olan bir hadiseyi, istismar etmeden, farklı farklı noktalara götürmeden, ajite etmeden anlatırsak muhakkak ki herkes de bundan fayda sağlar diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, Tekel işçilerinin içinde bulunduğu durum, ta 1980’li yılların başından itibaren, Türkiye'nin sistem değiştirmesiyle birlikte ortaya çıkan, özel sektör kanadıyla kalkınmayı kendisine ilke edinen, hedef edinen bir politikayı benimsemesi, serbest piyasa ekonomisinin hâkim kılınmasıyla birlikte artık devletin bir yatırım yapmak değil, devletin özel sektör yatırımcısının önünü açmak yolunda gayretler göstermesi, çaba sarf etmesi… Bununla ilgili, ta ki 1980 yılından bu tarafa gelen iktidarlar, çeşitli zamanlarla bu eylemleri, işlemleri gerçekleştirmişler, yasal düzenlemenin altyapısını oluşturmuşlar. 1992 yılından itibaren özelleştirmeye hız kazandırılmış, özelleştirmeyle ilgili, 2003 yılına gelene kadar, toplam, Türkiye’de yapılan özelleştirmelerde 40 bin kişinin iş akdi feshedilmiş. Bu iş akdi feshedilen 40 bin kişi, herhangi bir yerde iş imkânı bulamamış, bugünkü tabirle -eğer tabir yerindeyse- kapının önüne konulmuş, “Başınızın çaresine bakın.” denilmiş. 1980 öncesinde, karma ekonomik sistemde, ithal ikamesi politikasıyla yapılan süreçte, siz dış âlemden ithal ettiğiniz malları Türkiye içerisinde imal etmek için, özel sektörün gücü yoksa, imkânı yoksa, devlet sektörü, devlet kanadıyla yapmak gayreti içerisinde bulunduğunuz süreçte, baktığınızda, 1980 itibarıyla dünyadaki gelişme ve Türkiye'nin dünyaya entegrasyonuyla birlikte, bakıyoruz artık devlet sektörünün imal ettiği, devlet sektörünün tekelci olarak bulunduğu piyasalarda, uluslararası piyasalarla rekabet şansının kalmadığı ve maliyetlerin aşırı derecede yükseldiğini ortaya çıkarıyor.

Değerli arkadaşlar, 1982 yılında Tekelde toplam 80.300 kişi çalışıyor. Bütün Tekel müesseselerinde 80.300 kişi çalışıyor ama bugün aynı vergiyi, aynı ÖTV’yi, aynı katma değer vergisini ödeyen sigara sanayisinde çalışan işçi sayısı 3 bin veya 5 bin kişidir. Demek ki 80 bin kişinin yaptığı işi 3 bin veya 5 bin kişi istihdam edebiliyor, üretim yapabiliyor. 80 bin kişinin ortalama maliyetleri 1.700 lira, aylık ücretleri, net ücretleri; ortalama giydirilmiş aylık maliyetleri 3 bin lira. 80 bin işçiye bugünkü şartlarla aylık 3 bin lira giydirilmiş maliyetle vereceğiniz ve bu ülkenin insanına getirilen yükün ne kadar olduğunu her hâlde hepimiz hesap etme kabiliyeti içerisindeyiz. 80 bin kişiyi memnun etmek yerine 72 milyon insanın rahatsız edilmesi, onların alın teriyle, birikimleriyle, gece gündüz çalışılarak çocuğunun nafakasından kestiği kazançlarıyla vergi olarak ödediği paranın, maalesef uzun yıllardır kamunun kendi adına çalıştırdığı insanlara yüksek maaşlarla verilerek “ücret” diye ifade etmesi, bir manada kaynak transfer etmesi noktasına dönmüştür.

Biz, 2004 yılında Sayın Başkanın talimatıyla birlikte, 1992 yılından bu tarafa 40 bin kişinin işsiz kalmasıyla birlikte, 657 sayılı Kanun’un 4/C maddesinde, ne işçi sayılan ne de memur sayılan ne de sözleşmeli memur sayılan “4/C” diye sayılan maddede, Bakanlar Kurulu kararıyla birlikte, bu kişilere, özelleştirmeden dolayı işsiz kalmış, kapının önüne konulmuş, kıdem ve ihbar tazminatını alamamış, belli bir yaşa gelmiş, emekli olma hakkını dahi bulamamış insanlara bir fırsat kapısı açtık. O günden bu tarafa 21.500 kişi 4/C kapsamında çalışıyor, geriye kalan 17 bin-18 bin kişi çeşitli zamanlarda başka özel sektörde iş bulmuş, başka yerlerde çalışmış ve müracaatlarını yapmamışlar. Yaklaşık 21.500 kişi şu anda 4/C kapsamında Türkiye Cumhuriyeti devletinin şemsiyesi altında işçi olarak çalışıyor. Bu insanlar ilk dönemde kıdem ve ihbar tazminatını alamamışlar, o dönemki yapılan özelleştirme çerçevesinde özelleştirilen kuruluşlara işçilerin kıdem ve ihbar tazminatı fon olarak verilmiş ama devredilen müesseseler çalışamadığından dolayı, rantabiliteyi, kârlılığı elde edemediklerinden dolayı, devlet tarafından verilmiş kıdem ve ihbar tazminatları da maalesef uçmuş gitmiş.

Şimdi, 12 bin civarındaki Tekel işçisinden yaklaşık 9.300 kişi 4/C kapsamına girecek. 9.300 kişinin 4/C kapsamındaki aldıkları haklar nedir? Öncelikle, her biri ortalama 41 bin lira (41 milyar lira) kıdem ve ihbar tazminatlarını alacaklar. Arkasından, bir aylık süreyle, “Geliniz, eğer siz devletin verdiği şartları kabul ediyorsanız, şu çerçevede çalışacaksınız. Bu noktada da -kabul ettiğiniz takdirde- devlet sektöründe emekli olma hakkını ilan edeceksiniz ve kazanacaksınız.”

Bu süreçte, 2006 yılında Tekel özelleştirilirken, ilgili firma tarafından, bakınız, o günkü aldıkları cari maaşın üzerine yüzde 20 daha fazla maaş teklif edilmesine rağmen, üç yıl da iş garantisi verilmesine rağmen, hiç kimse tenezzül edip de oraya gitmedi. İki yıldır Tekelde herhangi bir üretim yok, depolarında da mal kalmadı. İki yıldır, 10.500 kişi, şu anda bu devletten 3 bin lira ortalama -giydirilmiş olarak- ücret alıyor. Kim ödüyor bunun paralarını? 2,5 milyonun üzerindeki işsiz insanın evine ekmek götürürken ödediği katma değer vergisinden, ödediği elektrikteki katma değer vergisinden, akaryakıtta, dolmuşa bindiği, dolmuş parası verirken ödediği ÖTV’den ödeniyor. İşsiz kalan insanların, 2,5 milyonun üzerindeki insanın ödediği vergilerden, onların kıt kanaat başkalarından, ailesinden elde ettikleri kaynaklarla ödediği vergilerden, biz, çalışmayan Tekel işçilerinin aldıkları parayı aynı şekilde devam ettirelim diye ısrar ediyoruz. Ha doğrudur, ortalama 1.500 lira, 1.700 lira net ücret ellerine geçiyor. Bu süreç içerisindeki insanların belirli alışkanlıklarını yüzde 25-30 civarında aşağı bir seviyede devam ettirmeleri muhakkak ki zordur ama biz daha önceki 4/C kapsamındaki çalışanlara da (21 bin kişi) olduğu gibi şu andaki Tekel işçilerine de bir imkân sağladık. Bakınız, 4/C çalışanları, ilkokul mezunu 4/C çalışanı, 1 Ocak 2010 tarihine kadar 6.500 lira yıllık ücret alıyordu, ilkokul mezunu. Şimdi yaptığımız düzenlemeyle 8.500 lira ücret alır hâle geldi. Yaklaşık 2.500 lira, 2 bin lira net, yıllık gelirinde artış var. Bu neye tekabül eder? Yüzde 32’lik bir artışa tekabül eder.

Yine, lise ve dengi mezunu olanlar, bir yılda 7.500 lira ücret alırken, on bir aya çıkarmamızla birlikte, şu anda 9.500 lira ücret alacaklar. Yıllık artış ne kadar? 2 bin liralık bir artış var. Yani, aylık ortalama 858 lira ücret alacaklar ve bunların da yıllık maaşlarında 1 Ocak 2010 itibarıyla yüzde 27’lik bir artış ortaya çıkacak.

Üniversite mezunu olanlar, yıllık 8.200 lira alırken, bugün 10.500 lira alacaklar, onların da ücretlerinde yüzde 25’e yakın bir artış var. 2.100 lira reel olarak, geçmiş dönemdeki 4/C’lilerden farklı bir şekilde ücret almış olacaklar.

Değerli arkadaşlar, hakkı korumak siyasi istismar yapmadan herkesin görevi. Bakınız, bundan yaklaşık bir ay önce, 23 Aralık tarihinde bir milletvekili arkadaşımızın buradaki konuşmasını sizlerle paylaşmak istiyorum: “İzmir milletvekilleri, bizim çıkardığımız kanunla birlikte…”

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkanım.

“…bölünen belediyelerde işsiz kalan 291 işçiyle ilgili sorunları paylaşmak üzere İzmir’de bir holdingin verdiği yemekte –aynen ifade ediyorum- Milliyetçi Hareket Partisi milletvekillerinden ve holding yöneticilerinden müsaade isteyerek Cumhuriyet Halk Partili milletvekilleriyle bir araya geldik, sorunları çözmek için gayret gösterdik. Bu arkadaşlarımıza dedik ki: Büyükşehir belediyesi sizin, ilçe belediyeleri de sizin, bunun siyasi rantını hiç kimseye bırakmadan, aç ve açıkta kalmış insanların, gelin, ekmeklerine iş, onların işsizliklerine bir çare bulalım. Yani, 4/C benzeri bir usulü orada uygulayalım dedik, ama hiç kimse bu konuda bize yardımcı olmadı. Hatta öyle bir noktaya geldik ki, sayın milletvekili ağabeylerimizden birisi ‘ben ilgileneceğim ve size bilgi vereceğim…’ Bana bilgi gelmedi, Meclis açıldığında konuyu tekrar hatırlattım, yine bir şey olmadı.”

Yine Tekel işçileriyle ilgili giden bir arkadaşımıza ifade ediyor, ondan da herhangi bir sonuç gelmiyor ama diyor ki: “Gelin burada işi hep beraber çözelim, gayret gösterelim, bu insanları aç ve açıkta sokakta bırakmayalım.” ve arkadan “AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar.”

İşte üslup bu olmalı, tarz bu olmalı. Bir tarafta AK PARTİ milletvekillerinin işçilerin haklarıyla ilgili söylemleri, öbür tarafta yapılan istismar. Bunu yüce milletin takdirlerine bırakıyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

OSMAN ERTUĞRUL (Aksaray) – Her şey güllük gülistanlık Elitaş! Ne güzel! Herkes hâlinden memnun yani!

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Elitaş.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisi lehinde diğer söz Manisa Milletvekili Sayın Mustafa Enöz’e ait.

Buyurun Sayın Enöz. (MHP sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ENÖZ (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tütün sektöründeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Cumhuriyet Halk Partisi tarafından verilen Meclis araştırması açılmasına ilişkin grup önerisi üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına önerinin lehinde söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, yaklaşık dört yüz yıldır topraklarımızda Anadolu insanının alın teri ve emeğiyle sabırla işlenerek üretilen Türk tütünü, kokusu ve harmanları, ıslah edici özellikleriyle dünya piyasalarında marka olmuş ve özel ürün konumuna ulaşmıştır. Tütün, ülkemiz için kendi hâlinde bırakılacak bir ürün değildir. Türk tütünü fakir toprakların bir ürünüdür. Bugüne kadar yapılan bütün çalışmalarda, aynı arazilerde üretilen, üreticilerin hayatlarını sürdürebileceği geliri sağlayabilecek alternatif bir ürün veya ekonomik bir faaliyet konusu bulunamamıştır. Türkiye hâlihazırda dünyanın en büyük Şark tipi tütün üreticisi konumunda iken, son yıllarda uygulanan yanlış politikalar, tüketici eğilimlerinin ve tercihlerinin değişmesi, rekabetin yoğunlaşması, sağlık endişelerinin artmaya başlaması ve ekonomilerin globalleşmesi gibi birçok sebebe dayalı olarak Türkiye'nin Şark tipi tütünde rekabet şansı azalmaya başlamıştır.

Değerli milletvekilleri, artık, ülkemiz, tütün ihraç eden değil, tütün ithal eden ve bu tütünlerden sigara üretilen ülke olma yolundadır. Zira, sigara pazarı, tek amaçları daha çok sigara satmak olan, bunu gerçekleştirmek için sigaraya başlama yaşını daha da aşağılara çekmeyi hedef hâline getiren ve bu konuda dünyanın değişik bölgelerinde pek çok sabıkası olan yabancı sigara tekellerine terk edilmiş durumdadır.

Âdeta bağımsızlığımızın sembolü olarak kurulan İnhisar İdaresi, sonradan Tekel, son olarak da Tütün, Tuz ve Alkol İşletmeleri Genel Müdürlüğü adını alan millî kuruluş, ülkemizde yüz kırk yedi yıldır tütün ve alkol sektöründe faaliyet gösteren, önemli sorumluluklar üstlenen bir kurumdur. Bu tarihî süreçte Tekeli, kimi gün bağımsızlığımızın sembolü, kimi gün çiftçimizin en yakın dostu, kimi gün ise hazinenin en büyük kaynak sağlayanı olarak görmek mümkündür.

Yıllarca kurumlar vergisi şampiyonu olmuş, hem tarımsal alanda hem de sanayide yarattığı istihdam ve katma değerle birinciliği tescillenmiş, ismi marka olmuş bir buçuk asırlık bir kurum olan Tekel, ülkemizde uygulanmakta olan kamu işletmelerinin elden çıkarılmasına yönelik özelleştirme politikalarının neticesi olarak yok olup gitmektedir.

Tekelin yaprak tütün piyasalarından çekilmesiyle birlikte destekleme alımlarının kaldırılmasıyla çok uluslu sigara tekellerinin insafına terk edilen yaklaşık 200 bin tütün üreticisi de kaderleriyle baş başa kalmış bulunmaktadır. Tarım ve Köyişleri Bakanlığının uygulamaya çalıştığı Tütüne Alternatif Ürün Projesi de kâğıt üstünde kalan tam bir fiyaskodur.

Değerli milletvekilleri, Tekeli bu duruma çalışan personel getirmemiştir. Tekelin bu duruma gelişini 2/3/2007 tarihli Dünya gazetesinde yayımlanan Tekel Başmüfettişi İbrahim Halil Elmas’ın ifadeleri çok açık bir şekilde anlatmaktadır: “2003-2005 yıllarında Tekeli yönetenler, Almanya, Dubai ve Virgin Adaları’nda kurulan tampon şirketler aracılığıyla Tekelin stoklarındaki binlerce ton tütüne talip olmuşlar, düşük fiyata aldıkları bu tütünlerle kurumu milyonlarca dolar zarara uğratmışlardır.” Yurt dışında kurulan bu şirketlerin Tekelin stoklarındaki tütünü düşük fiyattan opsiyonladığını ve satın aldığını belirten Elmas, 2003 yılında sadece Weserfrucht firmasına yapılan satıştan Tekelin 45,5 milyon dolar zarar ettiğini öne sürmektedir. Tekelin sigara sektöründe son beş yılda yaşadığı pazar kaybının sebeplerinden birinin, Tekelin stoklarındaki tütünün düşük fiyata satılmasından kaynaklandığı, bu şekilde Türkiye pazarının yabancı sigara firmalarına sunulduğu ifade edilmektedir. Ucuz tütün satımının gerçekleşmesiyle Tekelin pazar kaybı arasındaki doğru orantıyı görmemiz zor olmamaktadır.”

Değerli milletvekilleri, ülkemizde yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen tütüncülük, tarım ve sanayi sektöründe önemli bir istihdam alanı olmaya devam etmektedir. Tütün piyasasında elli bir firma faaliyette olup, tütün ihracatımız 2008 yılında 152 milyon kilogram olarak gerçekleşmiştir. Bunun ekonomiye katkısı 428 milyon dolardır. Tütün mamulleri piyasasında yedi şirket üretim yapmakta olup, 2008 yılı sonu itibarıyla üretilen 135 milyar adet sigaranın 25,6 milyar adedi ihraç edilerek karşılığında 229 milyon dolar gelir elde edilmiştir.

Tekelin sigara biriminin 2008 yılında 1,72 milyar dolar gibi düşük bir fiyata BAT şirketine satılmasıyla ortaya çıkan hazin tablonun faturası bir kez daha tütün üreticilerine, işçisi, memuru ve tütün eksperi ile Tekel çalışanlarına çıkarılmaktadır.

Değerli milletvekilleri, son günlerde sigara şirketlerinin fiyatlarını önce artırması, sonra zamları geri çekmesi, tekrar fiyatlarını artırması tam manasıyla bir trajikomik hadisenin vuku bulmasıdır. Maliyenin baskısı ve hedef gelirlerin sağlanması amacıyla hedeflerin tutturulmasını istemesi, yapılan bu baskılar, maalesef sonuçta, sonuç olarak sigara içenlerin cebine intikal etmiştir.

Yüz kırk yedi yıldır ülke ekonomisine büyük katkılar sağlayan Tekeli, çalışanları değil, komik bir ücret karşılığında özelleştirilmesine göz yuman ve mevcut değerlerini eşe dosta peşkeş çeken AKP zihniyeti bu hâle getirmiştir. Tekelin hiçbir çalışanı yatarak ücret almaya gönüllü olmamıştır. Kurumlarının bu duruma düşürülmesine engel olamayan bu insanlar, gelinen bu noktada başka kurumlarda insan onuruna yakışır biçimde çalışabilmeyi istemiş, Hükûmetten konuyla ilgili çözüm beklemişlerdir. Oysaki çözüm üretme sorumluluğunu üstlenmekten uzak olan AKP Hükûmeti Tekel işçilerinin haklarını gasbetmektedir.

Şimdi soruyorum: BAT şirketinden 1 milyar 720 milyon doları alan bu işçiler mi olmuştur? İşletmeleri çalışamaz hâle Tekel işçileri mi getirmiştir? Tekeli, fabrikalarını, markalarını, gayrimenkullerini satarak milyar dolarları bu işçiler mi almıştır? Tekelin elindeki tütün stoklarını yok pahasına bu işçiler mi pazarlamıştır?

Değerli milletvekilleri, yurt genelinde Yaprak Tütün İşletme müdürlüklerinde çalışmakta olan 12 bin işçinin kamuoyunda “4/C uygulaması” adıyla bilinen kadrolara atanmaları söz konusudur. Herkesin bildiği üzere, bu işçilerimiz… Haklarının gasbedilmemesi için bir aydır kar kış demeden, çoluğundan çocuğundan, sıcak yuvasından uzak, Ankara’da toplanarak seslerini hükûmete duyurmaya çalışan ancak bir türlü cevap alamayan Tekel işçilerinin yaptıkları demokratik mücadeleyi buradan bir kez daha kutluyorum ve destekliyorum. Ancak bu işçilerimiz, gözleri olup görmeyenlerden, kulakları olup duymayanlardan, kalpleri olup hissetmeyenlerden ne yazık ki bir cevap alamamaktadırlar. Bu işçilerin tek istekleri, zaten ekonomik sıkıntıların had safhada yaşandığı ülkemizde mevcut özlük haklarını kaybetmeden bir başka kuruma geçme arzularıdır. Bu da insanca yaşama hakkının en temel ilkelerinden bir tanesidir. Bu haklar Hükûmet tarafından göz ardı edilmemeli, binlerce işçinin hak ve hukuku, gasbedilmeden bir an önce verilmelidir.

Cumhuriyet Halk Partisinin bu konuda vermiş olduğu bu araştırma önergesini Milliyetçi Hareket Partisi olarak desteklediğimizi ifade ediyor, bu vesileyle yüce heyetinizi tekrar saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Enöz.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisi aleyhinde son söz Van Milletvekili Sayın İkram Dinçer’e aittir.

Buyurun Sayın Dinçer.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Yok Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri reddedilmiştir.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup oylarınıza sunacağım:

3.- Gündemdeki sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine; Genel Kurulun, 12/1/2010 Salı günkü birleşiminde deprem ile ilgili Meclis araştırması önergelerinin ön görüşmelerinin tamamlanmasından sonra gündemdeki kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine; 13, 20, 27 Ocak 2010 Çarşamba günkü birleşimlerinde sözlü soruların görüşülmemesi, 19 ve 26 Ocak 2010 Salı günkü birleşimlerde ise 1 saat sözlü soruların görüşülmesinden sonra diğer denetim konularının görüşülmeyerek gündemdeki kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine; 418 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak bölümler halinde görüşülmesine ilişkin AK PARTİ Grubu önerisi

                                                                                                              12/1/2010

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu 12.01.2010 Salı günü (bugün) toplanamadığından, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

                                                                                                           Mustafa Elitaş

                                                                                                                Kayseri

                                                                                           AK PARTİ Grubu Başkan Vekili

Öneri:

Gündemin Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler Kısmında yer alan 418, 383, 455 ve 417 sıra sayılı kanun tasarı ve tekliflerinin bu kısmın 4, 5, 6 ve 8 inci sıralarına alınması, diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesi,

Genel Kurulun 12.01.2010 Salı günkü (bugün) birleşiminde; Deprem ile ilgili Meclis Araştırma Önergelerinin görüşmelerinin tamamlanmasından sonra gündemdeki kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi,

Genel Kurulun; 13, 20, 27 Ocak 2010 Çarşamba günkü birleşimlerinde sözlü soruların görüşülmemesi, 19 ve 26 Ocak 2010 Salı günkü birleşimlerde ise 1 saat sözlü soruların görüşülmesinden sonra diğer denetim konularının görüşülmeyerek gündemdeki kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi,

Genel Kurulun; 12 Ocak 2010 Salı günkü birleşiminde 446 sıra sayılı kanun teklifinin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar, 19 ve 26 Ocak Salı günkü birleşimlerde 15:00-20:00 saatleri arasında, 13, 14, 20, 21, 27 ve 28 Ocak 2010 Çarşamba ve Perşembe günkü birleşimlerinde ise 14:00-20:00 saatleri arasında çalışmalara devam edilmesi,

418 sıra sayılı Kanun Tasarısının İç Tüzüğün 91. maddesine göre Temel Kanun olarak görüşülmesi ve bölümlerinin ekteki cetveldeki şekliyle olması,

Önerilmiştir.

418 Sıra Sayılı Üniversite  ve Sağlık Personelinin Tam Gün Çalışmasına ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/715)

Bölümler              Bölüm Maddeleri                           Bölümdeki Madde Sayısı

1. Bölüm                      1-10                                                          10

2. Bölüm                      11-19                                                          9

                                     Toplam Madde Sayısı                              19

BAŞKAN – Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu önerisi lehinde ilk söz Muğla Milletvekili Sayın Mehmet Nil Hıdır’a ait.

Buyurun Sayın Hıdır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MEHMET NİL HIDIR (Muğla) – Sayın Başkanım, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; AK PARTİ Grubunun Meclisimize takdim etmiş olduğu Danışma Kurulu önerisinin lehinde söz almış bulunuyorum. Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlarım.

Değerli arkadaşlar, sunulan bu öneride öncelikle, birinci kısımda serbest bölgelerin yeniden düzenlenmesine dair kanun tasarısı, ikinci kısımda tam günle ilgili yasa tasarısı, üçüncü kısımda kamu düzeniyle ilgili müsteşarlığın kurulmasına dair yasa tasarısı, dördüncü kısımda arsa ve arazilerin yeniden artırılmasına dair, düzenlenmesine dair yapılan yasa tasarısı ve nihayet Nabucco gaz iletim ve enerji nakil hatlarının sözleşmesine dair, geçmişte imzalanan sözleşmenin Meclise sunumu gündeme gelmektedir.

Bu tekliflerin kabul edilmesine dair önerinin kabul edilmesini arz ediyorum, hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Sağ olun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Hıdır.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu önerisinin aleyhinde ilk söz Hatay Milletvekili Sayın Abdulaziz Yazar’a ait.

Buyurun Sayın Yazar. (CHP sıralarından alkışlar)

ABDULAZİZ YAZAR (Hatay) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AKP grup önerisi aleyhine söz almış bulunuyorum. Türkiye gündeminde eczacıların, Tekel işçilerinin ve itfaiyecilerin sorunlarının gündemde olması lazım. Ben de burada eczacı meslektaşlarımın sorunlarını dile getireceğim. Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; eczacılarımız bugün, cumhuriyet tarihinde hiçbir hükûmet zamanında yaşamadıkları zor bir dönemin içerisinde bulunmaktadırlar. Bu zorlu ve sıkıntılı sürecin başlangıç noktasına bakacak olursak 14 Şubat 2004 tarihli İlaç Fiyat Kararnamesi ile beşerî tıbbi ürünlerin fiyatlandırılmasında ilk defa referans fiyat uygulamasına geçildiği görülmüş, AKP Hükûmeti zamanında başlayan meslekteki bu kan kaybı 14 Aralık 2004’te imzalanan Kamu İlaç Alım Protokolü’yle devam etmiştir. Bu Protokolle kamu kurum iskontoları meslek hayatımıza girmiştir. İlaçlarda “perakende satış fiyatı” ve “kamu fiyatı” olmak üzere iki fiyatlı bir durum oluşturulmuştur. AKP Hükûmeti döneminde ilaç ve eczacılık alanında yapılan her uygulamada olduğu gibi 4 Aralık sürecinde de ilaç fiyatlarında yapılan düzenlemenin faturası dar bütçeli eczacıya çıkarılmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi ve eczacılar olarak ilaçta fiyat indirimine karşı olmadığımızı her fırsatta ve her yerde söyledik. Bugün bir kez daha söylüyoruz: Biz ilaç fiyatlarının daha da ucuzlamasından yanayız. İlaca herkes ulaşsın. Toplum sağlığı için bir gereklilikse ilaç fiyatları daha da düşürülsün fakat eczacının burada sıkıntı yaşamaması gereklidir. Sağlık sisteminde yapılan her işin mağduru eczacı mı olacaktır?

Sürekli açık veren bir sosyal güvenlik sisteminin yarattığı yıkımı fiyat düşüşleriyle onarmak mümkün değildir. İlaç fiyatlarındaki düzenlemeler, kârlılığın azalması, ticari iskontoların azalarak neredeyse sıfır noktasına gelmesi eczanelerde ciddi ciro kaybı oluşturmuş, her yıl binin üzerinde eczane açılırken, son yılda 800’ün üzerinde, ülke çapında eczane kapanmıştır. Eğer iyileştirme olmadığı takdirde, 2010 yılının sonuna kadar 7 binin üzerinde eczane kapanma tehlikesiyle karşı karşıyadır.

Devlet, eczacılarımızın 4 Aralık süreciyle başlayan zararını mutlaka karşılamalı ya da bu zararın sanayiciler tarafından karşılanması için gerekli düzenlemeyi mutlaka yapmalıdır. Türkiye’deki ilaç pazarı ilaç tekellerinin iştahını kabartmaktadır. Şirketler eliyle sürekli olarak “Nasıl daha çok ilaç satarız?” fikri üzerinden planlar üretilmektedir. Ülkemiz insanı ilaç pazarının bir nesnesi olarak görülmektedir

İlacı eczanelerden çıkarıp marketlerde, reyonlarda satmaya çalışan, bunun için lobi faaliyetleri yapanların varlığını hepimiz biliyoruz. Bu kimseler amaçlarını, niyetlerini açıkça ortaya koyuyorlar ama bunların planlarını suya düşürecek iradeli bir yönetimi, bir hükûmeti karşılarında göremedikleri için her geçen gün daha da cesaretleniyorlar. Hükûmet, bunların oyunlarını bozacağı yerde eczacının ekmek kapısını kapamaya çalışmaktadır. Sayın Başbakanın “İlacın marketlerde satışının yapılmasının önünü açacak çalışmalar yapıyoruz.” açıklaması, çok talihsiz bir açıklamadır. Bu düşünce hayata geçirilir, ilaç marketlere sokulur ise 32 bin eczacının, dolaylı olarak eczane çalışanlarının ve aileleriyle birlikte 500 bin, yani yarım milyon insanın işsiz kalmasına neden olursunuz. “İşsizliğe çözüm bulacağım.” diyen Hükûmet yarım milyonluk bir işsizler ordusu mu yaratmak istiyor?

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ilacı eczanelerden çıkarıp marketlerde diş macunlarının, şampuanların satıldığı reyonlara çıkarmanın gerisinde büyük bir plan yatmaktadır. Bu planın arkasında, vatandaşa hizmet gibi görünen fakat gerisinde büyük oyunların döndüğü büyük bir rant vardır, 10 milyar dolarlık bir pazar vardır. Türk parasıyla 15 milyar TL’lik dev bir rant vardır. Hükûmetin eczacılarla kavgasının gerisinde bu ilaç pazarı vardır. Son gelişmelere bu noktadan bakmak gereklidir. Bu, AKP İktidarının iş başına gelişiyle başlattığı hazırlıkların, koyduğu hedefin, adım adım geliştirdiği projenin bizi getirdiği son noktadır.

Kamuoyuna gösterilmek istendiği gibi eczacılarla Sosyal Güvenlik Kurumu arasında bir kavga değildir. Kavga, Hükûmetin ilacı eczacının elinden alıp işi ticarete dökerek kendi yandaşlarına sattırması olayıdır, on yıllardır eczanede satılan ilacı çikolata satar gibi marketlere sattırma olayıdır. İlaç eczanede satılır. Vatandaş, ilacı tezgâhtarın elinden değil, bu işin ilmini okumuş eczacının elinden alır. Bu planlanan değişikliklerle bu iş çok ciddi şekilde yeni sorunları da beraberinde getirecektir. Hükûmet, ilaç fiyat farkları ve muayene ücretleriyle hastanın cebine el atmıştır. Yine Sosyal Güvenlik Kurumu, ilaç fiyatlarını düşürürken hesap oyunuyla eczacıların kazancına ortak olmuştur. Bu uygulama, vatandaşın daha çok ilaç parası vermesi ve gereksiz yere, doğru olmayan, yanlış ilaç kullanımının daha da artması ve vatandaşın cebinden çıkacak sağlık harcamasının daha da artması sonucunu da ortaya koyacaktır.

Bu, aynı zamanda, AKP’nin kadrolaşma anlayışını da devlet bürokrasisi dışına bir kez daha taşıma girişimidir. AKP’nin genel müdür tayin eder gibi, müsteşar tayin eder gibi devlet teşkilatında kadro oluşturma politikasının paralelinde piyasaya yönelik, özel sektöre yönelik bir kadrolaşma girişimidir. Olayın ilaç ayağı vardır, hastane ayağı vardır, hepsi bir bütündür. Şimdi daha iyi görüldü ki, birinci basamak sağlık hizmetlerinden dahi para alınarak bir sosyal devlet kimliğinde Türkiye’de vatandaşa parasız sağlık götürme iddiası tümüyle ortadan kalkmıştır. Sağlık hizmeti artık bir devlet görevi olmaktan çıkmaya başlamıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmet kimi cezalandırıyor? Hem eczacıları hem de hastaları cezalandırıyor. Hükûmet, sözleşme imzalayacak eczane bulacağından çok emin. Ama ya bulamazsa ne olacak? 23 bin eczacının dilekçe verdiği ve sözleşme imzalamayacağı söyleniyor. Geri kalan bin eczaneyle eczacılık hizmetleri nasıl yürüyecek? Hastalar parasıyla ilaç almak zorunda bırakılacak. Parası olmayana ne olacak? Bu Hükûmet bu sorumluluğu aldığının farkında mı? Bu ülkede günde 1-1,5 milyon arasında reçete eczanelerden alınmaktadır. Hükûmet bu 1-1,5 milyon kişinin reçeteye verdiği parayı nasıl geri ödeyecektir? Bunun için yeterli kapasitesi, memuru, altyapısı var mıdır?

Hükûmet etme makamı inatlaşma makamı olamaz. Bunun da ötesinde, Hükûmet Türk Eczacıları Birliğini demokratik hakkını kullandığı için cezalandırmıştır; eczacıları, sorunlarına dikkat çekmeye çalıştığı için cezalandırmıştır. Türk Eczacıları Birliği de bir kamu tüzel kişiliğidir. Bunun da ötesinde Türk Eczacıları Birliği eczacıların tek temsilcisidir. Hiçbir hükûmetin, bir sivil toplum örgütünü bu biçimde cezalandırmaya, 24 bin eczacıya küsmeye hakkı yoktur.

Eczacıların sorunu önemli sayıda eczanenin kapanmasına neden olacak büyüklüktedir ancak Hükûmet bu sorunu görmezden gelmektedir. Eczacıların geliri bu Hükûmet döneminde dörtte 1 oranında azalmıştır. Bu kadar temel bir sektörde eczanelerin kapanmasına göz yummak halkın sağlık hakkına erişimini engellemek anlamına gelecektir.

Diğer yandan, Sayın Başbakanın, eczacılar tek tek sözleşme imzalamazlarsa 16 Ocakta sözleşmelerin bittiği gün ilaçların marketlerden satılmaya başlanacağı sözleri sağlık açısından son derece vahim bir tabloyu ortaya koymaktadır. “Paran kadar sağlık” devrine geçildiği Sayın Başbakan tarafından açıkça açıklanmıştır. Bu ülkede yaşayan yoksulların vitamine, ağrı kesiciye ihtiyacı yok mudur? Ayrıca bu sistemin tasarruf yaklaşımıyla hiç ilgisi yoktur.

Hükûmetin bir an önce eczacıların örgütlü yapısına tahammül göstermesi, Türk Eczacıları Birliğiyle eczanelerin yok olmasına seyirci kalmamak üzere bir sözleşme yapması, hem hasta sağlığını hem eczacılık hizmetini koruyacak tedbirler alması şarttır. 16 Ocakta ortaya çıkacak hasta kuyruklarından, ilaca ulaşamayan hasta manzaralarından Hükûmet birinci derecede sorumlu olacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; eczacılarımız seslerini duyurmak için başka çareleri kalmadığından geçtiğimiz yılın 4 Aralık günü kepenk kapatma eylemi yapmışlardır. Eczacılarımızı bu eylemi yapmaya iten sebepler nelerdir? Provizyon sisteminde tam bir düzelme olmamıştır, muayene ücretlerinin tahsilatı eczanelerde yapılmaya devam etmektedir, çoğu hastane eczanesinde eczacı istihdamı çoğaltılmamıştır, kaliteli bir ilaç hizmeti açısından yatak sayısı başına…

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum.

ABDULAZİZ YAZAR (Devamla) – Tabii.

…eczacı istihdamı zorunlu hâle getirilmiştir, kamu kurumlarında çalışan eczacıların durumları iyileştirilmemiştir, bu alanda çalışma daha cazip hâle getirilmemiştir, sosyal güvenlik kurumlarının geri ödeme süreleri kısalmamıştır, haksız kesintilere son verilmemiştir, Avrupa ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde eczacılarımıza reçete başına ücret hâlen verilmemektedir, ilaçta yapılan fiyat düzenlemesinden dolayı eczacının zararı karşılanmamıştır. Bunların sonucunda eczacılarımız eylem yaptı, Hükûmet ise hakkını arayan eczacıyı cezalandırmak için Sosyal Güvenlik Kurumu eliyle geçtiğimiz 16 Aralık günü Türk Eczacıları Birliği ile imzaladığı İlaç Alım Protokolü’nü, aynı Protokol’ün 10/1 maddesine dayanarak 16 Ocak 2010 tarihinden itibaren geçerli olacak şekilde tek taraflı biçimde feshetti.

Hasta insanların eczanenin kapısından dönmesine sebep kim olursa bunun bedelini, vebalini ağır ödeyeceğini bir kez vurguluyor, eczacılarımızın haklı taleplerinin bir an önce hayata geçirilmesi dileklerimle hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yazar.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu önerisi lehinde ikinci söz Bursa Milletvekili Sayın Ali Kul’a aittir.

Sayın Kul…

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu önerisi aleyhinde Mersin Milletvekili Sayın Mehmet Şandır. (MHP sıralarından alkışlar)

KAMER GENÇ (Tunceli) – Benim de sözüm vardı.

BAŞKAN – Sayın Genç, kura çektik.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ben de söz istemiştim.

BAŞKAN - Yeniden çekeriz o zaman. Aleyhte çok söz talebi var, lehte de aynı. Tekrar kura çekeriz.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, aleyhte kura mı çekildi?

BAŞKAN – Aleyhte kura çekildi.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Bana vereceklerdi…

BAŞKAN – Onu bilmiyorum. Onu grup yöneticileriyle konuşacaksınız.

Buyurun Sayın Şandır.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Meclis Genel Kurulumuzun bu haftaki gündeminin belirlenmesi için düzenlenen Danışma Kurulu toplantısında bir uzlaşma sağlanamadığı için grupların verdiği grup önerilerinin görüşmelerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun grup önerisinin aleyhinde söz almış bulunmaktayım. Öncelikle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Biz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak her defasında Meclisin gündeminin belirlenmesinde ülkenin ihtiyacı olan kanunların görüşülmesi sırasının takdirinde iktidar partisinin, Hükûmetin ve iktidar partisi grubunun takdir yetkisine saygıyla bir yaklaşım içerisindeyiz. Tabii ki üzerine aldıkları sorumluluğun gereği, ülkeyi ve toplum kesimlerinin sorunlarının çözümü için gerekli olan hukuki düzenlemelerin gerçekleştirilmesinin önceliğini siyasi iktidar ve onun grubu belirleyecektir. Buna itirazımız yok ancak her defasında yaşadığımız bir hususu, zannediyorum 10’uncu defa, belki daha fazla bir daha dile getirmeyi gerekli görüyorum.

Değerli milletvekilleri, geçen hafta yine Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun teklifiyle Mecliste grubu bulunan siyasi partiler arasında bir uzlaşma sağlanarak bir gündem belirlemiştik. Bu gündeme göre Genel Kurulda yapacağımız görüşmelerin sıralaması da belli olmuştu ancak o gündem belirlemesinden vazgeçildi, bu haftanın başında iktidar partisi grubu yeni bir sıralamayla Genel Kurula geldi.

Şimdi, her defasında ifade ediyoruz, bir haftayı bile programlayamayan bir iktidar partisi grubunun ülkenin önceliklerini toplumun beklentileri doğrultusunda belirleyebilme şansı var mı, imkânı var mı? Geçen hafta verdiği kararı bu hafta tatbik edemeyen, bir hafta sonra tatbik edemeyen siyasi iktidar, Hükûmet ve parti grubunun bugün getirdiği gündemin ciddiye alınmasını, kabul edilmesini istemek gibi bir hakkı var mı?

Geçen hafta belirlediğimiz gündemle, bugün, geçen haftadan yarım kalan ve görüşülmesi kararlaştırılan kanunları görüşmemiz gerekir. Serbest bölgelerle ilgili kanun teklifini ve sıraya alınan uluslararası sözleşmeleri görüşmemiz gerekir ama bu hafta tam gün yasası gibi gerçekten uzun müddet konuşulan, toplumsal mutabakatı gerekli kılan, komisyonlarda tartışılan, alt komisyonlara havale edilen çok temel bir kanunu gündeme getiriyorsunuz. Sonra, yine çok tartışılan, bir başka anlamda üzerinde mutabakat olmayan kamu düzeni, güvenliği müsteşarlığının kurulması konusunu gündeme getiriyorsunuz. Bunu da, ifade ettiğiniz, ilan ettiğiniz demokratik açılım paketi kapsamında getirdiğinizi söylüyorsunuz.

Değerli milletvekilleri, el yordamıyla belirlenmiş gündem, el yordamıyla belirlenmiş, deneme-yanılmayla belirlenmiş ülke gündeminin öncelikleri, bu ülkenin sorunlarının çözümüne katkı vermeyecektir. Biz, her defasında söylüyoruz; siyasi iktidar, bu millet adına, milletten aldığı yetkiyle milletin beklentilerini, ülkenin sorunlarını çözmek için hiç olmazsa iki haftalık bir program yapabilmeli, bir aylık bir program yapabilmeli. Bir yıllık bir program Hak getire! Böyle bir şansınız, böyle bir imkânınız yok. Nerelerden, nerelerden hangi talepler geliyor, hangi telkinler oluyor ki bu Genel Kurulun gündemini her hafta değiştiriyorsunuz. Böyle bir şeyi biz kabul edemeyiz, size de yakıştıramayız. Geçen haftadan bu hafta görüşülmesini gerekli gördüğünüz bu kanunları, bu öncelikleri öngöremediniz mi?

Değerli milletvekilleri, bu düzensizliğe, bu itinasızlığa, bu istikrarsızlığa maalesef Türkiye’yi alıştırdınız. Bu, bir AKP klasiği hâline geldi, yazboz tahtası gibi. Bugün böyle, muhtemel, yarın bir Danışma Kurulu, grup önerisi daha getirirsiniz Sayın Elitaş.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – 21’inci Dönemi inceleyeceğim.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Evet.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Siz de Grup Başkan Vekiliydiniz, bakacağım o zaman, neler var.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Dün de yapıldıysa doğru değil. Dirayetli iktidarlar, önünü görebilen, geleceği görebilen ve gördüğü gelecek üzerinde verdiği kararın arkasında durabilen iktidarlardır.

Şimdi, bakınız -yani, daha sonra tekrar hatırlatacağımız için bugünden söylüyorum- 13, 14, 20, 21, 27, 28 Ocağı programlıyorsunuz. Üç gün sonra yeni bir Danışma Kurulu önerisiyle buraya gelirseniz…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Saatleri veriyoruz biz orada, çalışma saatlerini.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Saatlerini de değiştiriyorsunuz.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Bugün anlaşarak onu da…

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Bakınız, saatlerini de değiştiriyorsunuz.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Demek ki saatleri değiştirmeyecek Sayın Elitaş.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Değerli milletvekilleri, milletin huzurunda konuşuyoruz. Ben bunu doğru bulmadığımı, bu Genel Kurula bu düzensizliğin, bu özensizliğin yakışmadığını, böyle bir yaklaşımın bu millete saygısızlık olduğunu ifade etmek istiyorum. Buna mecbur değilsiniz. Bakanlarınız burada, bu işi koordine eden birimler ayakta, çalışıyor. Bunlara sorarak hiç olmazsa bir ayı programlamanız mümkün ama şu anda saat altıyı geçiyor, biz tam üç saati bu konuyu konuşmakla geçiriyoruz. Buna hakkınız var mı? Dolayısıyla, her defasında söylüyoruz, buna gücünüzün yetmediğini, bu dirayet veya böyle bir karar verme imkânınızın olmadığını da biliyoruz ama millete sizi şikâyet ediyoruz. Bu milletin zamanını bu türlü özensizliklerle yok etmeye hakkınız yok.

Bir başka şey daha söylemek istiyorum. Değerli milletvekilleri, “yasama kalitesi” diye çok önemli, demokrasilerde vazgeçilmez bir husus var. Gerek komisyonlarda gerekse Genel Kurulda öyle kanun teklifleri, öyle kanun tasarıları geliyor ki bunları kanun tasarı veya teklifi olarak kabul edebilmek mümkün değil. Bir yönetmelik kapsamında kanun tasarı ve teklifleri geliyor. Üç sayfa uzunluğunda kanun maddesi olur mu? Bir konuda anlaşıyoruz hatta farklı parti gruplarının vermiş olduğu kanun tekliflerini, farklı milletvekillerinin verdiği kanun tekliflerini bir araya getirerek birlikte  buraya bir teklif getiriyoruz, bir bakıyorsunuz, komisyonda bir önerge veriliyor -bugün yaşandığı gibi, sayın komisyon başkanı buradaysa bilgi verebilir- önergeyle, verilmiş olan kanun tekliflerinin tamamen dışında, hem de üç sayfa boyunda bir maddelik bir kanun komisyondan geçiyor. Ben yaptım oldu! Böyle bir hak yok değerli arkadaşlar. Ülkeler, devletler teamülleriyle büyürler. Eğer dün yapılanı bugün takip edemiyorsanız, ortaya koyduğunuz kurallara, ortaya koyduğunuz kararlara sahip çıkıp onu sürdürülebilir kılamıyorsanız sizinki çadır devleti gibi bir şey. Böyle bir şeyi kabul etmemiz mümkün değil.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Başkanım bitiriyorum.

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, lütfen tamamlayın.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Dolayısıyla Adalet ve Kalkınma Partisinin bu haftanın ve önümüzdeki üç haftanın gündemini belirlediği ve mutlaka da değişeceğinden emin olduğumuz bu Danışma Kurulu grup önerisinin, bu ülkenin, bu Meclisin zamanını boşuna çalmak anlamının dışında bir değerinin olmadığını ifade ediyorum ve bu Danışma Kurulunun aleyhinde oy kullanacağımı belirtiyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şandır.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu önerisi lehinde son söz Konya Milletvekili Sayın Ali Öztürk’e aittir.

Buyurun Sayın Öztürk. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ALİ ÖZTÜRK (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet ve Kalkınma Partisi grup önerisi lehinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Partimizin grup önergesinde, serbest bölgelerle ilgili yasa teklifi, tam gün yasa teklifi, Kamu Düzeni Müsteşarlığının kurulmasına dair teklif ve arsa ve arazilerin yeniden düzenlenmesiyle ilgili teklif ile Nabucco Gaz İletim Sözleşmesinin Onaylanmasına Dair Sözleşme’nin bu hafta görüşülmesi için gündeme getirilmesi teklif edilmişti.

Zaten serbest bölgelerle ilgili yasa teklifi görüşülmekte. Diğer yasalar da, gerek tam gün gerekse Kamu Düzeni Müsteşarlığının kurulmasıyla ilgili yasa teklifleri de gerçekten toplum düzeniyle doğrudan alakalı konular olması nedeniyle ayrıca önem arz etmektedir. Bu nedenle, bir an önce görüşülmesinde fayda olduğunu düşünüyoruz.

Ayrıca, bu hafta görüşülmesini teklif ettiğimiz Nabucco Gaz İletim Sözleşmesi’nin onaylanmasıyla ilgili teklifimiz, ancak bu hafta Sayın Enerji Bakanımızın yurt dışında olması nedeniyle, yüce Meclise saygısı anlamında önümüzdeki haftaya ertelenmesi düşünülmektedir.

Ben, teklif edilen bu yasaların bu hafta görüşülmesinde aciliyet olduğu düşüncesindeyim. Bu yasaların bir an önce görüşülmesi talebiyle, önerinin lehinde söz aldığım için, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre verilmiş bir doğrudan gündeme alınma önergesi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

B) ÖNERGELER

1.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, (2/2) esas numaralı  Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/172)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

2/2, 2/3, 2/44, 2/22, 2/204, 2/229, 2/362 Esas Numaralı Kanun Tekliflerimin İç Tüzüğün 37. Maddesi gereğince doğrudan gündeme alınması konusunda gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                             Ensar Öğüt

                                                                                                                Ardahan

BAŞKAN – Teklif sahibi, Ardahan Milletvekili Sayın Ensar Öğüt... (CHP sıralarından alkışlar)

ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çiftçilerin Ziraat Bankası ve tarım kredi kooperatiflerine olan borçlarının faizlerinin silinip anaparanın beş taksite bölünmesiyle ilgili vermiş olduğum kanun teklifi üzerinde söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, Haziran 2003’te çiftçilerin borçlarıyla ilgili bir iyileştirme yasası çıkarttık ama o tam manasıyla yeterli olmadı. Şu anda -bugün de benim makamıma gelmişlerdi- yüzlerce çiftçi, Türkiye’nin her tarafında, borç ve harç içerisinde. Çiftçilerin traktörleri satılıyor, kamyonları satılıyor, evleri satılıyor, ahırda hayvanları satılıyor.

Tabii bunları ben belgelendirdim, belgelerle de konuşacağım değerli arkadaşlar.

İşte, burada çok fazla şey konuşmanın bir anlamı yok ama ben AK PARTİ Grup Başkan Vekili Sayın Elitaş’la da görüştüm, kendisinden de rica ettim, 2003 tarihinden bu zamana kadar çiftçilerle ilgili hiçbir iyileştirme çıkmadı… O da “Biz de bunun çalışmasını yapıyoruz.” dedi ama ne zaman olacak, onu bilemiyorum.

Şimdi, benim sizden istirhamım: Türkiye'de nüfusun üçte 1’ini oluşturan köylümüz ve çiftçimiz perişan durumda. İşsizlik, yoksulluk had safhada. Almış olduğu yem bitkisini veya buna benzer primini, hayvanını sattığı zaman veya diyelim buğdayını sattığı zaman daha ucuza getiriyor, yani çiftçi bir eliyle alıyor, bir eliyle veriyor, boş çıkıyor, zararlı çıkıyor. Şimdi, köylünün ve çiftçinin, özellikle, tarım ve hayvancılıkla uğraşan insanların bu zararını gidermek için bir iyileştirme, bir af yasası getirmemiz lazım diye düşünüyorum. Yedi yıldan beri bu af yasası gelmedi.

Bakın, şimdi, bana, Yozgat Akdağmadeni’nden Tevfik Atik -ismini de kendisi söylediği için söylüyorum- anapara 5 milyar kredi almış, 13 milyar lira ödemiş, 48 milyar lira daha istiyor devlet. İşte bu da belgesi.

Diğer bir belge, Sivas Şarkışla’dan gelme. “Şahsen, 1999 yılında 18.228 lira kredi aldım. Bugünkü benden istedikleri para 198.553 lira.” diyor. Arkadaşlar, 198.553 lira, bir çiftçi nasıl, neyle ödeyecek? Hani faize karşıydık? Hani faize karşıydınız? Gelin, bu faizleri indirelim.

Yine, bir başka arkadaşım, Mevlüt Koçak. Anaparası 3 milyar lira, 56 milyar lira olmuş.

Bugün, Kırşehir Kaman’da bir çiftçinin tarlası ihaleye çıktı ve ihaleden satıldı.

Şimdi, değerli arkadaşlar, Büyük Millet Meclisine -lütfen- bunları sunuyorum. Bakın, Ardahan Posof’tan… Burada da tarımsal kalkınma kooperatifi olan bir kooperatifteki borçlar faiziyle beraber yükselmiş, insanlar ödeyemiyor. Şimdi, bu haciz tutanağı da Şarkışla Sivas’tan. Haciz tutanağı değerli arkadaşlar… Bakın, bu haciz tutanağı…

Şimdi, bu belgeleri size sunuyorum. Sizden istirhamım -beş dakika zaman da yetmiyor buna- bu kanun teklifimi lütfen kabul edin, gündeme alın ve çalışmaları yapalım. “Türkiye'nin sorunlarını ancak Büyük Millet Meclisi çözer.” diyorlar ya, işte burada çözüm noktası bu. Ben belgelerle konuşuyorum. Bir sürü belge daha var, size okuyabilirim…

ALİ KOYUNCU (Bursa) – Tahsilat oranı kaç Ziraat Bankasının?

ENSAR ÖĞÜT (Devamla) – …ama şunu söyleyeceğim arkadaşlar: Ne olursa olsun bu insanlar bizim, bu ülke bizim. Köylünün göçe zorlanması, yoksul bırakılması… Büyük şehirlerde, maalesef, yığılmaların ötesinde hırsızlık, gasp -yani affedersiniz- fuhuş ve buna benzer olaylar hızlı bir şekilde artmıştır. İşte görüyorsunuz sokakları, işte görüyorsunuz beş yaşındaki çocuğun dilenci konumuna düşürülmesini. Niye o beş yaşındaki çocuk dilenci konumuna düşsün de…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

ENSAR ÖĞÜT (Devamla) – Niye o çocuğa “Sen dileneceksin, akşam evine para getireceksin.” densin? Bu aile… Böyle bir aile olabilir mi? Bu, sosyal devletin neresinde var arkadaşlar? Bu, ne insanlıkta var ne Müslümanlıkta var ne de sosyal devlette var.

Şimdi, burada, Büyük Millet Meclisi olarak sizden benim istirhamım, bu kanun teklifimi kabul edin, çiftçilerin Ziraat Bankasına ve tarım kredi kooperatiflerine olan borçlarının faizlerinin bir kısmını veya tamamını silelim, çiftçilerimize anaparada da ödeme kolaylığı yapalım diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Öğüt.

Komisyon adına Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı Sivas Milletvekili Sayın Mustafa Açıkalın.

Buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET MUSTAFA AÇIKALIN (Sivas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Ensar Öğüt tarafından Üreticilerin TC Ziraat Bankası AŞ ve Tarım Kredi Kooperatiflerine Olan ve Yeniden Yapılandırılan Borçlarının Faizsiz Ödenmesine İlişkin Kanun Teklifi üzerinde Komisyon adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 4876 sayılı Kanun 12/6/2003 tarih ve 25136 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş bulunmaktadır. Bu 4876 sayılı TC Ziraat Bankası AŞ ve Tarım Kredi Kooperatifleri Tarafından Üreticilere Kullandırılan ve Sorunlu Hale Gelen Tarımsal Kredilerin Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin Kanun kapsamında, bankaya borcu bulunan 220 bin üretici üzerindeki 1 milyar 500 milyon TL tutarındaki alacak 821 milyon 700 bin Türk lirasına indirilmiştir. Söz konusu miktar üzerinden ayrıca yüzde 30 peşin ödeme indirimi yapılmak suretiyle üreticilere borçlarının yaklaşık yüzde 60’ı mertebesinde bir ödeme kolaylığı temin edilmiştir.

Kanun’dan yararlanmak üzere 175 bin üretici başvurmuş ve üreticiler üzerindeki 672 milyon 400 bin TL tutarındaki borç Kanun kapsamında yeniden yapılandırılmıştır. Kanun’da belirtilen ödeme sürelerinin bitimini müteakip borçlulara ödeme kolaylığı gösterilmesini teminen bu Bankaca müteaddit defalar ödeme süreleri uzatılmış, netice itibarıyla Kanun kapsamındaki 155.440 üretici üzerindeki alacak tahsil ve tasfiye edilmiştir. Bu suretle Kanun kapsamında bulunan üreticilerimizin yüzde 80’inin üzerindeki alacak yeniden yapılandırılmış ve borcu yeniden yapılandırılan üreticilerin yüzde 87’si borcunu kapatmış ve uygulama sonucunda 610.649 Türk lirası tahsilat sağlanmıştır. Bu Kanun kapsamında bulunmakla birlikte 27/3/2009 tarihi itibarıyla 27 milyon 840 bin TL tutarındaki ödenmeyen banka alacağı için banka tarafından mevzuat doğrultusunda sağlanan ödeme kolaylıkları da bulunmaktadır.

1/4/2009 tarihi itibarıyla uygulamaya başlatılan mevzuata göre anaparası 200 bin TL, faiz tutarı 500 bin TL’nin altında olan ve 31/12/2009 tarihinden önce borcu takip hesaplarına aktarılan ticari, tarımsal, bireysel krediler ve kredi borçluları için temerrüt faizi kaldırılarak cari faiz esas alınmakta ve yapılandırma tarihindeki faiz oranı sabitlenmek suretiyle ayrıca ödeme kolaylığı sağlanmaktadır. Bunun dışında, borçlarını defaten ödemek istemeleri hâlinde, ayrıca ödeme tarihine kadar cari faizlerine hesaplanan birikmiş faiz toplamından 1/1/2002 tarihinden önce takibe aktarılan krediler için yüzde 45 oranında indirim, 1/1/2002 tarihinden sonra takibe aktarılan krediler için de ayrıca yüzde 25 oranında indirim yapılmaktadır. Borçların taksitle ödenmesi hâlinde ise: Yüzde 15 peşinat ödenmesi hâlinde, anapara tutarı cari faiz uygulanarak azami 48 ay, birikmiş faizi ise faiz uygulanmadan 24 ay; peşinat ödenmemesi hâlinde ise anapara tutarı cari faiz uygulanmak üzere 36 ay, birikmiş faiz ise faiz uygulanmadan 18 ay vadede ve üçer aylık taksitlerle ödenme imkânı bulunmaktadır. Bu Bankaya borcu bulunan üreticilerin 31/3/2010 tarihine kadar ilgili şubelere başvuruda bulunmaları hâlinde söz konusu ödeme kolaylıklarından ayrıca da yararlanmaları imkânı bulunmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tarım kredi kooperatiflerinin 4876 sayılı Kanun kapsamına giren sorunlu kredi alacaklarının bu şeklide aşağı yukarı yüzde 90 mertebesindeki bir tutarı tahsil edilmiş bulunmaktadır. 4876 sayılı Kanun kapsamında borcunu yeniden yapılandıran ancak taahhüdünü yerine getirmeyen borçlulara yönelik kanunla yeniden bir ödeme planı sunulması, bu Kanun kapsamında bulunmayan, bu Kanun’un yayımından sonra kredi kullanan çiftçilerin de yapılandırma beklentisiyle tarım kredi kooperatiflerine olan borçlarının zamanında ödenmesini engelleyici ve borcunu zamanında ödeyen çiftçileri cezalandırıcı bir yaklaşım olacağından, bu konuda Komisyonumuz olarak uygun mütalaa vermemekteyiz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Açıkalın.

Adıyaman Milletvekili Sayın Şevket Köse. (CHP sıralarından alkışlar)

ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; üreticilerin borçlarının yeniden yapılandırılması amacıyla Ardahan Milletvekili Sayın Ensar Öğüt’ün verdiği yasa teklifi üzerine söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi en içten saygılarımla selamlarım.

Değerli arkadaşlarım, hepimizin bildiği gibi ekonomimiz büyük bir kriz yaşamaktadır. Bu krizin etkilediği kesimlerin başında üreticilerimiz gelmektedir. Üreticinin kötü etkilenmesi, bir başka deyişle, bütün toplumun kötü etkilenmesi manasındadır. Tarım, beslenmemiz için, ihracatımız için, sanayimizin gelişmesi ve kalkınmamız için olmazsa olmazdır. Bu nedenlerden dolayı Hükûmet tarıma gereken önemi vermelidir. Mazot, gübre, elektrik fiyatları sürekli artmaktadır. Bunun yanında, Hükûmetin verdiği destekler erimiştir. Üstelik, Hükûmetin verdiği desteklerin kimileri, zamanında ödenmediği için anlamını da kaybetmektedir.

Değerli arkadaşlarım, dünyada tarıma verilen önem her geçen gün artmakta iken ülkemizde ise geriye doğru bir gidiş vardır. Örnek vermek gerekirse: Amerika Birleşik Devletleri’nde 2008 mali yılı tarımsal bütçesinde kişi başına tarımsal destek 15 bin dolardır. Aynı rakam Avrupa Birliğinde yaklaşık olarak 2.700 dolardır. Oysa, ülkemizde bu rakam sadece 246 dolardır. Bu destekle tarım gelişemez, tarım gelişmezse de aç kalırız, sanayimiz çöker.

Bakınız, başka rakamlar vereceğim size: Tarıma 2002’de millî gelirin yüzde 0,65’i ayrılırken, 2009’da bu oran yüzde 0,49’a kadar düşürülmüştür.

Sayın milletvekilleri, Türkiye’de 2007 yılında bütçeden tarıma ayrılan kaynakların toplamı 5,2 milyar TL’dir. Bu rakam bütçenin yaklaşık yüzde 2,5’unu oluşturmaktadır. Üyesi olmayı hedeflediğimiz Avrupa Birliğinde 120 milyar avroluk toplam bütçenin yüzde 40’ına yakınının tarıma ayrıldığı düşünülürse sonuç daha da net olarak anlaşılır.

Değerli arkadaşlar, ülkemiz, kendi kendine yeten bir ülke hâlindeyken, dışa bağımlı bir ülke hâline getirilmiştir. İnsan yaşamı için temel olan gıda maddelerinde de dışa bağımlı bir hâle gelmişiz. Oysa dünyanın en verimli topraklarına sahibiz. Ancak, Hükûmet politikalarıyla buğdayımızı bile ithal edecek duruma geldik.

Değerli arkadaşlar, bir zamanlar Ardahan, Kars, Iğdır gibi illerimizin en önemli geçim kaynağı hayvancılıktı, şimdi hayvancılık da çökertildi. Artık hayvancılık vatandaşlarımızın karnını doyurmuyor. Hayvancılığın çöküşünü resmî rakamlarda da görmekteyiz.

Türkiye İstatistik Kurumuna göre büyükbaş hayvan sayısı 2008 yılında bir önceki yıla göre yüzde 1,58 oranında azalmıştır. Küçükbaş hayvan sayısı ise 2008 yılında bir önceki yıla göre yüzde 6,87 oranında azalış göstermiştir. Kümes hayvancılığı da kötü gidişe maruz kalmıştır. Hayvancılığın kötü gidişi demek, hayvancılığa bağlı olan sanayinin de kötüleşmesi anlamına gelmektedir. Et, süt, yumurta, yoğurt, peynir gibi temel gıda maddelerimize ulaşmamız zorlaşıyor. Her şey pahalılaşıyor.

Bakınız, geçtiğimiz günlerde açıklanan rakamlar sütün tadının kaçtığını göstermektedir. Buna göre, son dört ayda süt fiyatları yüzde 50’ye yakın artmıştır. Ayrıca, Ulusal Süt Kayıt Sistemi’ne göre, geçen yıl 5 milyon tonu kayıtlı olmak üzere toplam 12 milyon ton süt üretilmiştir, 2009’da ise bu rakam 9 milyon tona gerilemiştir.

Değerli milletvekilleri, bundan da anlaşılıyor ki yetersiz besleniyor, sağlıksız ürünler tüketiyoruz. Çocuklarımızın gelişmesi için en temel ürünlerden biri süttür. Çocuklarımıza süt içiremiyoruz. Halkın sağlığı ve ülkemizin geleceği karartılmak istenmektedir bu durumda.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; elektrik fiyatları artmaktadır. Tarımsal sulamada kullanılan elektrik fiyatları çiftçilerimizi zor durumda bırakmaktadır. Mazot fiyatlarına yapılan yeni zamlar üreticilerimizi kara kara düşündürmektedir. Hükûmetin  verdiği destekler yetersizdir. Çiftçilerimiz bu duruma direnebilmek için borçlanıyorlar. Ziraat Bankasına, tarım kredi kooperatiflerine olan borçları yetmezmiş gibi, tefecilerin eline de düşüyorlar, hayvanı, traktörü ellerinden alınıyor. Sosyal devletin, bu durumda kalan tarım üreticisine yardım etmesi mecbur hâle gelmiştir.

Değerli arkadaşlar, bu kötü gidişe dur diyebilmek için çeşitli vesilelerle önerilerimizi sunuyoruz. Daha öncesinde tarımsal sulamada kullanılan elektrik ve çiftçi borçlarının yeniden yapılandırılması amacıyla iki farklı yasa teklifi verdim, her zaman olduğu gibi, önerilerimize kulağını tıkayan iktidar tarafından reddedildi. Yine “Tarım ve hayvancılıkta özel bir teşvik sistemi uygulanmalı.” dedik, reddettiniz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

ŞEVKET KÖSE (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

İktidar, planlı bir biçimde tarım ve hayvancılığa müdahale etmeli ve üretimi artırmalıdır. Tarım ve hayvancılık konusunda çiftçilere dönük eğitsel çalışmalar yapılmalıdır. Tarımsal sulamada kullanılan elektrik için özel bir uygulama yapılmalıdır. Yine, bütçeden tarıma ve hayvancılığa verilen pay artırılmalıdır. Bunların hepsini dedik ve demeye de devam edeceğiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; üreticilerimizin içinde bulunduğu mağduriyetten kurtulması için verilen yasa teklifinin kabulünü istiyor, sözlerime son verirken, hepinizi en içten duygularımla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Köse.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, karar yeter sayısı istiyorum.

BAŞKAN – Karar yeter sayısı arayacağım.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.

Birleşime yarım saat ara veriyorum.

Kapanma Saati : 18.42

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 19.19

BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Gülşen ORHAN (Van)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 46’ncı Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre verilmiş doğrudan gündeme alma önergesinin oylanmasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.

Şimdi önergeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir, karar yeter sayısı vardır.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Edilmemiştir Sayın Başkan, edilmemiştir.

RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) – Edildi Başkan, edildi.

BAŞKAN – Hayır, hayır.  Ben yanlış söylediğim zaman insanların ne suçu var? Kabahat benim olduğu zaman…

Evet, düzeltiyorum, kabul edilmemiştir.

Hata, kusur bana ait; özür dilerim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Gündemin “Sözlü Sorular” kısmına geçiyoruz.

VIII.- SÖZLÜ SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, bir okulda yaşanan bir olaya ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/661) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

2.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’ın bazı ilçelerindeki sağlık personeli açığına ilişkin sözlü soru önergesi (6/989) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

3.- Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, Gaziantep Büyükşehir Belediyesince yaptırılan bir merkeze ilişkin sözlü soru önergesi (6/1171) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

4.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Erbaa Devlet Hastanesindeki uzman doktor eksikliğine ilişkin sözlü soru önergesi (6/1182) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

5.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, sosyal hizmet uzmanı istihdamına ilişkin sözlü soru önergesi (6/1215) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

6.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Ağrı-Diyadin’deki sağlık ocaklarına ilişkin sözlü soru önergesi (6/1218) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

7.- Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, bebek ölümleri meydana gelen bir hastanede soruşturma açılmamasına ve memuriyetine son verilen bazı sendikacılara ilişkin sözlü soru önergesi (6/1232) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

8.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, hastanelerdeki yanık ünitelerine ilişkin sözlü soru önergesi (6/1250) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

9.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, hekim ihtiyacına ilişkin sözlü soru önergesi (6/1252) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

10.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, sağlıktaki yabancı yatırımlara ilişkin sözlü soru önergesi (6/1253) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

11.- Manisa Milletvekili Mustafa Enöz’ün, sözleşmeli sağlık personeline kadro verilmesine ilişkin sözlü soru önergesi (6/1261) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

12.- Bitlis Milletvekili Mehmet Nezir Karabaş’ın, hematoloji ünitelerine ve uzmanlarına ilişkin sözlü soru önergesi (6/1266) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

13.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Aksaray-Güzelyurt’taki yatırımlara ilişkin sözlü soru önergesi (6/1269) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

14.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Aksaray Merkez’deki sağlık ocaklarına ilişkin sözlü soru önergesi (6/1270) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

15.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Batman-Beşiri’deki sağlık ocaklarına ilişkin sözlü soru önergesi (6/1305) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

16.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, deterjanların sağlığa etkilerine ilişkin sözlü soru önergesi (6/1315) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

17.- Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, fizyoterapistlerin yetki ve sorumluluklarının düzenlenmesine ilişkin sözlü soru önergesi (6/1347) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

18.- Tekirdağ Milletvekili Kemalettin Nalcı’nın, bir mahalleye sağlık ocağı yapılmasına ilişkin sözlü soru önergesi (6/1382) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

19.- Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir’in, Gaziantep’teki bazı sağlık verilerine ilişkin sözlü soru önergesi (6/1402) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

20.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Bitlis-Adilcevaz’daki sağlık ocaklarına ilişkin sözlü soru önergesi (6/1406) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

21.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, sözleşmeli sağlık personeline ilişkin sözlü soru önergesi (6/1418) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı

BAŞKAN – Şimdi bu soruları sırasıyla okutuyorum:

Sayın milletvekilleri, Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ, gündemin “Sözlü Sorular” kısmında yer alan sorulardan 1, 73, 179, 184, 201, 203, 212, 225, 226, 227, 232, 237, 240, 241, 272, 281, 302, 326, 341, 345 ve 354’üncü sıralarındaki soruları birlikte cevaplandırmak istemişlerdir.

Şimdi, bu soruları sırasıyla okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Milli Eğitim Bakanı Sayın Nimet Çubukçu  tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                           Yaşar Ağyüz

                                                                                                              Gaziantep

Laiklik; Yasama-Yürütme ve Yargı işlerinin akla ve bilime dayalı olarak yürütülmesi ise Dinle Devlet işlerinin birbirinden ayrılması, Din ve İnanç özgürlüğünün her alanda, özellikle de Milli Eğitim Bakanlığınca korunması gerekli ise;

1. Seçim bölgem Gaziantep'te Hasan Ali Yücel Lisesi Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersinde, 11. Sınıf Öğrencilerine namaz kılmayı özendirmek için öğrencilerine korku filmi gibi VCD'yi izlettiren Öğretmen, bu VCD'yi ders müfredatında yer aldığı için mi seyrettirmiştir? Öğrencilerin psikolojisini bozduğu gibi Ailelerinde ve Kentimizde huzursuzluk yaratan Öğretmen, bu güvenceyi kimden, kimlerden almaktadır?

2.  Dinimizi sevdirmek ve dinin insanı sevgi, doğruluk, adalet, dayanışma anlayışına götüren bir kurum olduğunu öğretmek, çağdaş eğitim anlayışının ürünü olmayan korku filmi göstererek mi sağlanmak isteniyor?

3. Bu örnek ve diğer okullarda yaşananlar, Tevhid-i Tedrisat Kanununu yok etme çabalarınızın ve Dini eğilimleri referans kabul ederek, Milli Eğitimde Tarikatçı, Bilimsellikten uzak kadrolaşmanızın sonucu değil midir?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Saygılarımla.

                                                                                                         Dr. Reşat Doğru

                                                                                                                  Tokat

Soru: Tokat ili Reşadiye, Pazar, Yeşilyurt, Almus, Sulusaray, Başçiftlik ilçelerindeki doktor, hemşire ve ebe açığı ne zaman giderilecektir, atamalar ne zaman yapılacaktır?

                Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

        Aşağıdaki sorularımın Sağlık Bakanı Sayın Prof. Dr. Recep AKDAG tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                            Yaşar Ağyüz

                                                                                                               Gaziantep

 

Seçim bölgem Gaziantep'te sokak çocukları ve madde bağımlısı çocukların rehabilitasyonu ve eğitimi için Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nca hayırsever katkısı ile yaptırılan "Oya Bahadır Yüksel Özel Eğitim Okulu ve Özel Eğitim Hizmetleri Merkezi" hizmet vermektedir.

1. Madde bağımlılığı tedavi merkezi işlevi olan bu merkez, "Madde Bağımlıları Tedavi Merkezleri Yönetmeliğine" göre Bakanlığınızca ruhsatlandırılmış mıdır?

2. Bu merkezin Rehabilitasyon ve Madde Bağımlılığı Tedavi Hizmetleri, hizmet alım ihalesi ile bir şirkete verilmiştir. Hizmet alım ihalesini alan şirket madde bağımlıları tedavi merkezleri yönetmeliği koşullarına uygun mudur?

3. Ruhsatsız ve hizmet veren şirketin yetersiz olduğu merkezi denetlemeyi düşünüyor musunuz?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Saygılarımla.

                                                                                                         Dr. Reşat Doğru

                                                                                                                  Tokat

Soru: Tokat Erbaa Devlet Hastanesinde uzman doktor eksiklikleri vardır. Bu kadrolar ne zaman doldurulacaktır?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Saygılarımla.

                                                                                                         Dr. Reşat Doğru

                                                                                                                  Tokat

Soru: 2008 yılı içerisinde ülkemizde hasta hakları biriminde kaç tane sosyal hizmet uzmanı görevlendirilmiştir. Ayrıca kaç tane sosyal hizmet uzmanı ihtiyacı vardır?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sağlık Bakanı Sayın Prof. Dr. Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılması konusunda gereğini saygılarımla arz ederim.

                                                                                                             Ensar Öğüt

                                                                                                                Ardahan

1- Ağrı İli Diyadin İlçesi ve İlçeye bağlı hangi köylerde sağlık ocağı var? Hangi köylerde sağlık ocağı yoktur?

2- Sağlık ocağı olmayan köylere sağlık ocağı yapılması konusunda bir çalışma yapacak mısınız?

3- Ağrı ili Diyadin ilçesinde var olan Sağlık Ocaklarındaki personel ve teçhizat eksikliklerinin tamamlanması konusunda herhangi bir girişimde bulunacak mısınız?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sağlık Bakanı Sayın Prof. Dr. Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                            Yaşar Ağyüz

                                                                                                               Gaziantep

15 gün içinde 27 bebeğin ölmesiyle ülke gündemine gelen Dr. Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi için,

1. Hastane Başhekimi ve sorumlu Doktorlar hakkında neden soruşturma açılmamıştır?

2. Hastane koşullarının hijyen olumsuzluğunu ve bebek ölümlerini meydana çıkaran SES Genel Başkanı Bedriye Yorgun hakkında hangi nedenlerle soruşturma açılmış, hangi nedenle Memuriyetten çıkarılmıştır?

3. SES MYK Üyesi Meryem Özsöğüt'ün Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulu tarafından Memuriyetine son verilmesinin nedeni Sendika yöneticiliği midir?

4. Onlarca bebeğin ölümünde ihmal ve sorumluluğu olan idareci ve doktorlar hakkında soruşturma açılması yerine, olayı sorumluluk duygusu içerisinde kamuoyuna duyuran Sendika Başkan ve üyelerinin cezalandırılması partizanca bir tavır ve Sivil Toplum Kuruluşlarına tahammülsüzlük değil midir?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Saygılarımla.

                                                                                                         Dr. Reşat Doğru

                                                                                                                  Tokat

Soru: Ülkemizde kaç vilayetteki hastanelerde yanık ünitesi vardır? Tokat Devlet Hastanelerinde yanık ünitesi kurmayı düşünüyor musunuz?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Saygılarımla.

                                                                                                         Dr. Reşat Doğru

                                                                                                                  Tokat

Soru: Ülkemizdeki hekim sayısı gelişmiş ülkelere göre çok düşük seviyededir. Bakanlık olarak yeni Tıp Fakülteleri açılmasını uygun buluyor musunuz? Yurt dışında Tıp eğitimi alan insanların ülkemizde çalışması için kanun değişikliği yapacak mısınız?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Saygılarımla.

                                                                                                         Dr. Reşat Doğru

                                                                                                                  Tokat

Soru: Ülkemizde son 5 yılda sağlıkta yabancı yatırım olarak ne türlü yatırımlar yapılmış, miktarı ne kadardır?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sağlık Bakanı Sayın Prof. Dr. Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

                                                                                                           Mustafa Enöz

                                                                                                                 Manisa

Sözleşmeli olarak çalışmakta olan sağlık personeli değişik sorunlarla karşılaşmaktadırlar. Sözleşmeli sağlık personeli uygulaması ile iş yerlerinde çalışma barışı bozulmuş durumdadır.

Buna göre;

Sağlık Bakanlığı bünyesinde sözleşmeli olarak görev yapmakta olan personele belirli bir hizmet süresi karşılığında kadro verilmesi ile ilgili çalışmanız bulunmakta mıdır?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın, Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ tarafından sözlü olarak yanıtlanmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                    Mehmet Nezir Karabaş

                                                                                                                  Bitlis

Soru 1- Ülkemizdeki özel ve kamuya ait sağlık kuruluşlarında hematoloji ünitelerinin sayısı ve yatak kapasiteleri kaçtır? İllere göre dağılımı nasıldır?

Soru 2- Erişkin ve çocuk hematoloji uzmanlarının sayısı kaçtır? Ülke nüfusumuz ve hasta sayısı dikkate alındığında, hematoloji ünitelerindeki yatak ve uzman sayılarını yeterli buluyor musunuz?

Soru 4- Hematoloji uzmanlığına olan ilginin azaldığı iddialarına katılıyor musunuz?

Soru 5- Eyüp Tatlı adındaki 16 yaşındaki lenfoma hastası, boş yatak olmadığı gerekçesi ile Süreyyapaşa-Çapa-Okmeydanı hastaneleri arasında dolaştırıldıktan soma Erzurum Atatürk Üniversitesi Hastanesine sevk edilmiştir. Hastaların, boş yatak olmadığı gerekçesi ile hastane hastane ve il il dolaşmak zorunda bırakıldığı gerçeğinden hareketle, 'sağlık alanında devrim yaptık' iddianızı sürdürecek misiniz?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sağlık Bakanı Sayın Prof. Dr. Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılması konusunda gereğini saygılarımla arz ederim.                                                                                                                      05.02.2009

                                                                                                             Ensar Öğüt

                                                                                                                Ardahan

1- Aksaray ili Güzelyurt ilçesinde yarım kalmış ve hâlen inşaatı devam etmekte olan hangi işler vardır?

2- Yarım kalan ve hâlen inşaatı devam etmekte olan işleri ne zaman  bitirmeyi düşünüyorsunuz? Yarım kalan işler 2009 yılı programına alınmış mıdır?

3- Bakanlığınız tarafından Aksaray ili Güzelyurt ilçesinde hangi konuda yatırım yapılmıştır? Yapılan yatırımlara ne kadar bütçe ayrılmıştır?

4- 2009 yılı programına dâhil edilen yatırımlar ile ilgili ödeneklerin ne kadarı aktarılmıştır?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sağlık Bakanı Sayın Prof. Dr. Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılması konusunda gereğini saygılarımla arz ederim.                                                                                                                      05.02.2009

                                                                                                             Ensar Öğüt

                                                                                                                Ardahan

1- Aksaray İl Merkezi ve merkeze bağlı hangi köylerde sağlık ocağı var? Hangi köylerde sağlık ocağı yoktur?

2- Sağlık ocağı olmayan köylere sağlık ocağı yapılması konusunda bir çalışma yapacak mısınız?

3- Aksaray İl Merkezi ve merkeze bağlı köylerde var olan Sağlık Ocaklarındaki personel ve teçhizat eksikliklerinin tamamlanması konusunda herhangi bir girişimde bulunacak mısınız?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sağlık Bakanı Sayın Prof. Dr. Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılması konusunda gereğini saygılarımla arz ederim.

                                                                                                             Ensar Öğüt

                                                                                                                Ardahan

1- Batman İli Beşiri İlçesi ve İlçeye bağlı hangi köylerde sağlık ocağı var? Hangi köylerde sağlık ocağı yoktur?

2- Sağlık ocağı olmayan köylere sağlık ocağı yapılması konusunda bir çalışma yapacak mısınız?

3- Batman İli Beşiri İlçesinde var olan Sağlık Ocaklarındaki personel ve teçhizat eksikliklerinin tamamlanması konusunda herhangi bir girişimde bulunacak mısınız?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Saygılarımla.

                                                                                                         Dr. Reşat Doğru

                                                                                                                  Tokat

Soru: Ülkemizde kullanılan çamaşır, bulaşık makineleri ve elde kullanılan deterjanların vücut sağlığı ve doğa sağlığına etkilerinin araştırılması için bir çalışma yapılmış mıdır? Yapılmamışsa araştırma yapmayı düşünüyor musunuz?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sağlık Bakanı Sayın Prof. Dr. Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                            Yaşar Ağyüz

                                                                                                               Gaziantep

Sağlıkta Dönüşüm adı altında Bakanlığınızca yürütülen düzenlemeler kapsamında, halen aktif olarak hizmet veren, yasal yetki ve sorumlulukları belli olmayan Fizyoterapistler göz ardı edilmiş, ülkemizde ve seçim bölgem Gaziantep'te bundan ötürü büyük sıkıntılarla karşılaşmışlardır.

1.     Avrupa Birliği normlarına göre sağlık alanında tüm mesleklerin yasal düzenlemelerinin yapılması öngörüsüne karşılık,

31 Ülkeden sadece Türkiye'de Fizyoterapistlerin yasal yetki ve sorumluluklarının düzenlenmesi Bakanlığınızca neden göz ardı edilmektedir?

2. Bu yasal boşluğu kullanarak Fizyoterapist olmadığı halde bu hizmeti sunan görevlilerin engellenmesi için Fizyoterapistlerin Meslek Yasasının çıkarılmasını zorunlu görüyor musunuz?

3. Fizyoterapistlik eğitimi veren Fakülte ve Yüksekokul sayısının 16'ya, mezun olan sayısının 5000'e ulaştığı Ülkemizde,

Saygın meslek grubunun yasal yetki ve sorumluluklarını belirlemek amacıyla yasal düzenleme yapılması için Bakanlığınızca yürütülen bir çalışma var mıdır?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılması hususunda gereğini arz ederim.

Saygılarımla.                                                                                         12.05.2009

                                                                                                         Kemalettin Nalcı

                                                                                                               Tekirdağ

Soru: Tekirdağ Saray ilçesi Büyükyoncalı Yeni Mahalle’ye bir sağlık ocağı yapılması planlanmakta mıdır? Planlanmakta ise ne zaman yapılacaktır?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ tarafından sözlü olarak yanıtlanmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                          Hasan Özdemir

                                                                                                               Gaziantep

Sağlık hizmetlerinin vatandaşa ulaştırılması bağlamında sağlık personelinin ülke geneline dengeli dağılımı esas olarak belirlenmiştir.

Buna göre;

1) Seçim bölgem Gaziantep ilinde hastanelerde görev yapan hekim sayısı nedir?

2) Bir hekim başına düşen günlük hasta sayısı nedir? Bu oranın Türkiye ortalaması ile karşılaştırılmasında ortaya çıkan sonuç nedir?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sağlık Bakanı Sayın Prof. Dr. Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılması konusunda gereğini saygılarımla arz ederim.                                                                                                                      13.05.2009

                                                                                                             Ensar Öğüt

                                                                                                                Ardahan

1- Bitlis ili Adilcevaz ilçesi ve ilçeye bağlı hangi köylerde sağlık ocağı var? Hangi köylerde sağlık ocağı yoktur?

2- Sağlık ocağı olmayan köylere sağlık ocağı yapılması konusunda bir çalışma yapacak mısınız?

3- Bitlis ili Adilcevaz ilçesinde var olan sağlık ocaklarındaki personel ve teçhizat eksikliklerinin tamamlanması konusunda herhangi bir girişimde bulunacak mısınız?

                                                                                                                        25.05.2009

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıda belirtilen sorularımın, Sağlık Bakanı Sayın Prof. Dr. Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılması için gereğini saygılarımla arz ederim.

                                                                                                               Alim Işık

                                                                                                                Kütahya

Bakanlığınız bünyesinde çalışan sözleşmeli sağlık personelinin değişik sıkıntılar çektikleri, aynı işyerinde değişik kadrolarda aynı veya benzer işi yapan personelin olduğu, kadro çeşitliliğinin giderek arttığı, aynı kurum içerisindeki bu çeşitliliğin çalışma barışını ve verimliliğini olumsuz yönde etkilediği yönündeki iddia ve haberler sık sık gündeme taşınmaktadır. Bu konuyla ilgili olarak;

1. Hâlen Bakanlığınıza ait personelin ne kadarı sözleşmeli kadrolarda çalıştırılmaktadır?

2. Sözleşmeli kadrolarda çalışan personelin daimî kadrolarda çalışanlara göre ne tür mağduriyetleri söz konusudur?

3. Bu mağduriyetlerin giderilmesi, daimî kadro verilmesi, ücret, özlük ve sosyal hakların iyileştirilmesi amacıyla Bakanlığınızca yürütülen bir çalışma var mıdır? Varsa çalışmanın kapsamı ve uygulama takvimi nasıldır?

BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun.

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Saygıdeğer Başkanım, değerli milletvekilleri; gündemdeki soru önergelerine cevap vermek üzere huzurlarınızda bulunuyorum.

Gündemin 1’inci sırasındaki soru önergesinde Gaziantep Milletvekilimiz Sayın Yaşar Ağyüz, Gaziantep’te Hasan Âli Yücel Lisesinde din kültürü ve ahlak bilgisi dersinde meydana gelen bir olaydan bahisle sorular sormaktadır. Söz konusu din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeninin ders işlenişi esnasında programa aykırı bir VCD izlettirmesi kendisinin bireysel uygulaması olup doğru bulunmamıştır. Adı geçen öğretmenle ilgili, benzer bütün olaylarda olduğu gibi, Millî Eğitim Bakanlığımızın talimatıyla Valilikçe gerekli incelemeler başlatılmış, gerçekleştirilen soruşturma sonucunda disiplin ve idari yönden ceza teklifleri getirilmiş ve getirilen  teklifler uygulanmıştır. Ne amaçlı olduğu belli olmayan bu ve benzeri olaylar karşısında devletin ilgili denetim mekanizmaları geçmişte olduğu gibi bugün de gerekli hassasiyeti göstererek gerekli yasal işlemler yapılmaktadır.

Tokat Milletvekilimiz Sayın Reşat Doğru’nun gündemin 73 ve 184’üncü sıralarındaki sorularına cevap veriyorum:

Burada, Değerli Milletvekilimiz Tokat ilinin Reşadiye, Pazar, Yeşilyurt, Almus, Sulusaray, Başçiftlik ilçelerindeki sağlık personeli ihtiyacıyla ilgili sorular sormaktadır, ayrıca Erbaa Devlet Hastanesiyle ilgili olarak. Tokat ilinde son yedi yıl içerisinde personel sayısında şöyle bir artış gerçekleştirebilmişiz: 2.028’den 2.784’e personel sayımızı çıkarmışız ve bu anlamda hemşire ve ebe gibi bütün sağlık personeli başına düşen nüfus itibarıyla Türkiye’de bu oran 642 iken, bu oran Tokat ilimizde 510’dur. Yani Tokat ilimiz Türkiye ortalamasından daha iyi bir durumdadır ama gerçekten bütün ülkede olduğu gibi Tokat ilimizde de daha sağlık personeline ihtiyacımız var.

Bu anlamda, 8 Ocak 2010’da yapılan 30’uncu dönem devlet hizmeti yükümlülüğüyle soruda adı geçen ilçelerimiz de dâhil olmak üzere Tokat ilimize 19 uzman tabip ve 9 tabip görevlendirmesi, ataması yapılmıştır. Bu kurada Erbaa Devlet Hastanesine 1 kulak burun boğaz uzmanı ve 1 anesteziyoloji uzmanı atamış durumdayız. Erbaa Devlet Hastanemizde değişik branşlarda 23 uzman tabip, 12 tabip görev yapmaktadır. Erbaa için planladığımız uzman tabip sayısı 34’tür. Yani 34’ün 23’ünü doldurabilmiş durumdayız. İnşallah önümüzdeki tarihlerde de yine Tokat ilimize ve ilçelerine sağlık personeli atamaları yapacağız.

179’uncu sıra sayısıyla Gaziantep Milletvekilimiz Sayın Yaşar Ağyüz, Gaziantep Belediyesinin madde bağımlılarıyla ilgili olarak bir özel eğitim hizmetler merkezi kurduğundan bahisle bunun mevzuatta yeri olup olmadığını ve bununla ilgili olarak ne gibi işlemler yapmayı düşündüğümüzü sormuş. Gaziantep Büyükşehir Belediyesi Sağlık ve Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığı, bize, madde bağımlılığı tedavi merkezi olarak ruhsatlandırılmasını istediği bir gençlik ve rehabilitasyon merkezi (Oya Bahadır Yüksel Gençlik ve Rehabilitasyon Merkezi) için bir yazı yazmıştır. Bu Merkezin bir madde bağımlılığı tedavi merkezi olarak faaliyet gösteremeyeceğini Büyükşehir Belediyesine yazılı olarak iletmiş durumdayız. Bu durumu Gaziantep Büyükşehir Belediyesi değerlendirmiş ve burayı bir gençlik merkezi olarak planlama kararı almıştır ve ilgili merkezde Sağlık Müdürlüğümüzce yapılan son incelemelerde, sokakta yaşayan çocukların kendi isteğiyle ve ailesinin onayıyla Merkeze kabul edildikleri, bu Merkezde madde kullanımıyla ilgili herhangi bir tedavinin yapılmadığı, buradaki çocukların, sığınma, beslenme, temel sağlık ihtiyaçlarının karşılandığı, aile sorunları ile ilgili olarak danışmanlıklar, yasal sorunlarla ilgili danışmanlıklar verildiği, eğitim çalışmalarının yapıldığı görülmüştür. Merkezde 22 çocuk yatılı olarak kalmaktadır ve madde bağımlılığı tedavisi de yapılmamaktadır ve bu anlamda ruhsatlandırılması da söz konusu değildir.

201 sıra sayılı soruda, Sayın Milletvekilimiz Reşat Doğru, 2008 yılı içerisinde ülkemizde hasta hakları biriminde görevlendirilen sosyal hizmet uzmanlarıyla ilgili bir soru  sormaktadır. Hastanelerimizde bulunan hasta hakları birimlerinde mevzuat gereğince sosyal hizmet uzmanları, psikologlar veya diğer dört yıllık okul mezunları görevlendiriliyor; bunlara özel bir eğitim de veriyoruz. Sosyal hizmet uzmanları hastanelerde hasta hakları birimleri dışında acil servis, krize müdahale birimlerinde, organ nakli koordinatörlüğü gibi işlerde de görev yapmaktadır. Bakanlığım bünyesinde görev yapan sosyal hizmet uzman sayısı 528’dir, bunların 219’u hasta hakları biriminde çalışmaktadır. İllerin talepleri ve imkânlarımız çerçevesinde sosyal hizmet uzmanı atamalarına devam edeceğiz önümüzdeki yıllarda.

Gündemin 203, 241, 272 ve 345 sıra sayılı sorularında Sayın Ensar Öğüt, farklı illerle ilgili olmak kaydıyla aynı soruları sormaktadır, onun için bu sorulara birlikte cevap vereceğim. Ağrı ili Diyadin ilçesi, Aksaray il Merkezi, Batman ili Beşiri ilçesi, ayrıca Bitlis ili Adilcevaz ilçesindeki sağlık ocakları, bunlardaki personel sayılarıyla ilgili, teçhizatla ilgili sorular sormuştur değerli milletvekilimiz.

Bildiğiniz gibi, değerli milletvekilleri, Sağlıkta Dönüşüm Programı sağlık ocağı ağını bir taraftan aile hekimliğine dönüştürürken öte yandan da buraların yapısını büyük ölçüde güçlendirmiştir. Şöyle bir rakam verebilirim: 2009 sonu itibarıyla Türkiye’de 7.180 birinci basamak sağlık hizmeti kuruluşu, içinde hekimiyle birlikte faal olarak hizmet vermektedir. Görevi devraldığımızda sağlıkevlerimizin 1.572’si içinde ebesiyle faal hâldeyken 2009 sonu itibarıyla bu sayı 5.268’e ulaşmıştır. Yani sağlıkevlerini aslında belki de tarihinde ilk defa bu dönemde biz canlandırma imkânı bulduk. Bundan da gerçekten çok memnunuz çünkü kırsala götürülen hizmetleri böylece ziyadesiyle artırmış olduk.

Hâlihazırda -bütün Türkiye için bir bilgi vermek isterim- binası olup hekimi olmayan birinci basamak sağlık hizmeti kuruluşu oranı Türkiye’de yalnızca yüzde 2’dir. Aile hekimliği uygulamasına geçilen illerde de zaten binalar aile sağlığı merkezlerine dönmektedir.

Ağrı ili Diyadin ilçemizde Diyadin Merkez 1 No.lu Sağlık Ocağı ve 2 No.lu Sağlık Ocağı ile ilçeye bağlı Davut köyünde sağlık ocakları vardır. Ayrıca, tadilatı tamamlanarak bu ay hizmete geçecek veya önümüzdeki ay hizmete geçecek Ulukent sağlık ocakları bulunmaktadır.

Diyadin ilçemizde devlet hastanesi yapımı ihale aşamasına gelmiş durumdadır.

2002 yılı sonunda Ağrı ilimizde -değerli milletvekilleri, bu önemli- uzman hekim sayısı 20 iken 2009 yılı sonunda bu sayı 117’ye çıkmıştır, pratisyen hekim sayısı da 64’ten 160’a çıkmış durumdadır.

Aksaray il merkezinde 10 adet, merkez ilçeye bağlı beldelerde 12 adet ve merkeze bağlı köylerde 25 adet olmak üzere toplam 37 yerleşim yerinde sağlık ocağı vardır. Görevi devraldığımızdan bu yana 5 adet sağlık ocağını, yeni sağlık ocağını hizmete açtık, 1’inin de yapımı devam etmektedir.

Batman ili Beşiri ilçe merkezinde 1 adet, ilçeye bağlı İkiköprü beldesinde 1 adet ve bağlı köylerde de 1’er adet olmak üzere toplam 4 adet sağlık ocağımız vardır.

Batman ilimizde 2002-2009 yılları arasında 13 adet sağlık ocağını hizmete açmış durumdayız, yeni sağlık ocağını, 2 sağlık ocağının yapımı devam ediyor. Beşiri İkiköprü beldemize 1 adet daha sağlık ocağı yapmak için proje aşamasındayız, bunu da 2012 yılına kadar inşallah hizmete açacağız. Adilcevaz ilçesinde, ilçe merkezinde 2, ilçeye bağlı Aydınlar beldesi ve Göldüzü köyünde de 1’er olmak üzere toplam 4 sağlık ocağıyla hizmet vermekteyiz.

212 sıra sayısında, Gaziantep Milletvekilimiz Sayın Yaşar Ağyüz’ün bir sorusu var. Burada, bu soruda, daha önce birçok kereler bize sözlü soru önergelerinde veya yazılı soru önergeleriyle sorulmuş olan Dr. Zekai Tahir Burak’ta yeni doğanda meydana gelen bir olayla ilgili soru var. Burada, ayrıca, bazı personelimizle, sendika üyesi olan, sendika yöneticisi olan bazı personelle ilgili sorular da var.

Söz konusu hastanede soruşturma elbette yaptık. Suç niteliği taşıyan herhangi bir durum, tıbbi hizmet açısından dikkat ve özen eksikliği ve ihmal tespit edilmediğine dair müfettişlerimizin raporu mevcuttur. Aksine, bebeklerin yaşaması için tıbbi açıdan her türlü çabanın gösterildiği de bilirkişi heyetince vurgulanmıştır. Bu sebeple, hastane yöneticileri ve ünite sorumluları hakkında soruşturma izni verilmesi gerekmediği müfettiş raporlarıyla ortaya çıkmış durumdadır.

Önergede adı geçen ebeler, bu durumu ortaya çıkardıkları veya bunu kamuoyuna bildirdikleri için görevden alındıkları söylenen ebeler var. Soruda deniyor ki: “Bunların memuriyetten çıkarılmalarının nedeni sendika üyesi olmaları mıdır?” Bu personellerimizden birisi, Bakanlığımız Teftiş Kurulu Başkanlığı tarafından yapılan soruşturma neticesinde 12/12/2005-29/03/2007 tarihleri arasında -yani şöyle bakarsak, 2006, 2007, aşağı yukarı on beş aylık gibi bir  süre içerisinde toplam üç yüz seksen sekiz gün istirahat raporu almıştır, müfettişlerimiz bunu tespit ettiler, üç yüz seksen sekiz gün. Bu raporlardan seksen beş günlük istirahat raporunun usul ve fenne aykırı olduğu, yüz kırk günlük istirahat raporununsa fenne aykırı olduğu, hakem hastane sıfatıyla inceleme yapan hastane sağlık kurulu tarafından belgelendirildi. Sonuç olarak, bu şekilde verilmiş istirahat raporlarını kullanan adı geçenin kusurlu olduğu, gerçeğe aykırı raporları hekimlerle birlikte kasıtlı olarak tesis ettiği ortaya çıktı. Dolayısıyla, kendisine devlet memuriyetinden çıkarılma teklifi verildi ve bu karar uygulandı. Daha sonra bu personelimiz mahkemeye gitti, yürütmeyi durdurma talebi reddedildi, şu anda dava devam etmektedir.

Diğer bir personel de yine Devlet Memurları Kanunu’nun 125’inci maddesi (e) bendine göre devlet memurluğundan çıkarılmıştır. Burada mahkeme kararı devam ediyor. Bu ikinci personelimiz yürütmeyi durdurma kararı almış durumdadır.

225’inci sıra sayısıyla Sayın Reşat Doğru’nun, ülkemizdeki yanık üniteleri ve Tokat Devlet Hastanesinde yanık ünitesiyle ilgili bir sorusu var. Sayın Reşat Doğru’nun soruları gerçekten değerli Meclisimize ve halkımıza çok kıymetli bilgiler vermemize de vesile oluyor, kendisine teşekkür ediyorum.

Şöyle ifade edeyim: Göreve geldiğimizde, değerli milletvekilleri, Türkiye’de Sağlık Bakanlığına bağlı hastanelerde ve işte, o zamanki SSK hastanelerinde -hep birlikte konuşuyoruz sonradan devraldığımız için- toplamda yanık yoğun bakım yatağı sayısı 35’ti, 35 adet yanık yatağı vardı, bugün bu sayı 321’e çıkmış durumdadır, 35’ten 321’e çıkmış durumdadır. Ülke genelinde de yanık yatağı sayısı 493’e ulaşmıştır ama bu süre içerisinde üniversitelerimizde ve bazı askerî hastanelerimizdeki yanık yatak sayılarında, özel hastanedeki yatak sayılarında kayda değer bir artış olmadı. Daha ziyade Sağlık Bakanlığımıza bağlı yanık yatakları sayısındaki ciddi artışlarla, şu anda yanık yoğun bakım hizmeti verilebilecek 493 yatağımız var. Buralarda 48’i tabip olmak üzere -genel cerrahlar ve diğer tabipler olmak üzere- 145 sağlık personelinin de eğitimlerini tamamlamış durumdayız.

Şimdi, aslında birinci ve ikinci derece yanık hastalarını tüm illerimizde tedavi ediyoruz, böyle de olması gerekir. Üçüncü derece ağır yanıkları her ilde tedavi etme imkânının olmadığını gördük. Özellikle yetişmiş personel açısından her ilde üçüncü derece yanık yoğun bakımı yapmak mümkün değil. Dünya örneklerini incelediğimizde de böyle dağınık bir hizmetin verilmediğini görüyoruz. Dolayısıyla, üçüncü derece yanık hastalarının tedavilerini belirlediğimiz belli bölge hastanelerinde yapıyoruz. Buralarda yanık merkezleri oluşturduk. Biraz önce size arz ettiğim sayıda yanık yoğun bakım yatağı tesis ettik ve şu anda 21 ilde 26 hastanede bu merkezler hizmet hâlindedir.

Şu imkânımız da var tabii, şükürler olsun: Çok ağır yanıklı bir hastayı herhangi bir ilden, böyle komple bir merkeze, eğitimli kişilerin bulunduğu ileri yanık yoğun bakım merkezine nakletmek açısından da bugün hava ambulans sistemimizi çok etkin biçimde kullanıyoruz. Bu anlamda, Tokat ilimizde birinci ve ikinci derece yanık hastalarını tedavi ediyoruz. Üçüncü derece yanık hastaları için o bölgede Samsun ilimizi planlamış durumdayız. İhtiyaç olursa hastalarımızı bu ilimize taşıyoruz ve söylediğim gibi, gerekirse ambulans helikopterlerle de bu hastalarımızı taşıyoruz.

226 sıra sayılı soru da Sayın Reşat Doğru’nun: “Ülkemizdeki hekim sayısı gelişmiş ülkelere göre çok düşük seviyededir. Bakanlık olarak yeni tıp fakülteleri açılmasını uygun buluyor musunuz? Yurt dışında tıp eğitimi alan insanların ülkemizde çalışması için kanun değişikliği yapacak mısınız?”

Bu soru için de Sayın Milletvekilimize teşekkür ediyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisinde bu konunun bu şekilde ele alınması, bir değerli milletvekilimizin bize bu soruyu yöneltmesi gerçekten çok kıymetli çünkü üzülerek ifade etmeliyim ki ülkemizde yıllarca hekim sayısının fazla olduğu iddia edilmişti. Bugün artık büyük çoğunlukla Türkiye’de hekim sayısının yetersiz olduğunu ve ihtiyacı gidermek gereğinin doğduğunu biliyoruz.

Dünya Sağlık Örgütünün Avrupa bölgesinde ülkemiz 53 ülke arasında hekim başına düşen nüfus açısından 52’nci sıradadır. Avrupa ortalaması yüz binde 350’lere yaklaşmıştır, Türkiye ortalaması yüz binde 150’dir ve üzülerek ifade edeyim ki bu rakam İsviçre’nin 1960 yılı rakamıdır. Gelin görün ki Türkiye’de yıllarca birileri hekim fazlalığından bahsedebildi, hekim sayısının artırılması için gösterilen çabalara da karşı çıktı. Sevinerek ifade etmeliyim, bu hususta ortaya koyduğumuz çabalar, özellikle son iki yıldır ilgililer tarafından dikkate alınmaya başlandı. Özellikle Sağlık Bakanlığı, DPT ve YÖK iş birliğiyle bir rapor yayınladık ve 2007 yılından itibaren bu rapor meyvesini vermeye başladı. 2007-2008’de tıp fakültelerine bir yılda alınan öğrenci sayısı 5.190’dı, bu sayı 2008-2009’da 6.682’ye, 2009-2010 eğitim-öğretim yılında 7.610’a çıkmıştır. Bir yılda tıp fakültesi öğrencileri için hazırlanmış olan kontenjanın 10 bini, Türkiye’de, aşması gerektiğine inanıyoruz. Elbette yeni açılan tıp fakültelerinden yanayız ve bunları güçlendirmek için Bakanlık olarak da her türlü desteği vermeye devam edeceğiz.

Bu anlamda, hemşire kontenjanı açısından da şöyle bir durum var: 2001-2002 yılında 4.900 olan yüksekokul hemşire öğrenci kontenjanı, 2009’da 15.548’e çıkmış durumdadır. Bu, ülkemizin 2023’te 200 bine yakın hekim, 400 bine yakın hemşire ihtiyacı şeklinde ihtimalî olarak belirlediğimiz ve şu anda bilimsel olarak da üzerinde çalıştığımız sayılara ulaşması için henüz yeterli değildir. Hem hemşire öğrenci kontenjanlarını hem tıp fakültesi öğrenci kontenjanlarını artırmamız gerekiyor bundan böyle de.

Bu arada, yabancı uyruklu hekimlerin Türkiye’de çalışmasıyla ilgili olarak geçmişte bir çalışma yapmıştık, bu hususta yine çalışıyoruz. Biz inanıyoruz ki hem Türkçeyi iyi bilmek şartıyla hem de denkliği iyi bir biçimde ölçmek şartıyla, YÖK tarafından denkliğin de iyi bir şekilde ölçülmesi şartıyla Türkiye dışında tıp eğitimi almış kişilerin de Türkiye’de hekimlik yapması ülkemiz insanının yararınadır.

Bakanlığımız mevcut hastane imkânlarımızı kurulacak tıp fakültelerinin hizmetine açmış durumdadır. Rize’de, Sakarya’da şu anda bu hususta yürüyen ve çok iyi yürüyen protokollerimiz var. Rize Tıp Fakültesi ve Sakarya Tıp Fakültesi Sağlık Bakanlığının hastanelerinde eğitim ve araştırma hizmetlerini yürütüyor. Marmara Tıp Fakültesiyle bir protokol yaptık. Pendik’te büyük bir hastane, çok modern bir hastane inşa ediyoruz, 2010 yılı içinde hizmete girecek. Bu hastaneyi de Marmara Tıp Fakültesiyle birlikte hizmete sokacağız çünkü onların bina açısından böyle bir hastaneye ihtiyaçları var.

Bu arada, Giresun, Erzincan, Ordu ve Muğla illerinde şu anda üniversite yönetimleriyle ortak çalışmalar yapıyoruz. Devlet Planlama Teşkilatı ve Maliye Bakanlığıyla da birlikte yürütüyoruz bu çalışmaları. Buralarda hastaneleri üniversite eğitim hizmetlerine vermek üzere hazırız. Yani bir taraftan hasta hizmetlerini yürüteceğiz bir taraftan eğitim hizmetlerini yürüteceğiz ama hastanelerin işletilmesini Sağlık Bakanlığı yapacak.

227 sıra sayılı soruda Sayın Reşat Doğru, ülkemizde son beş yılda sağlık yatırımlarını soruyor. Sağlık sektöründeki yabancı yatırımlarla ilgili olarak, Başbakanlık Hazine Müsteşarlığının verilerine göre, son beş yılda 700 milyon Amerikan doları yabancı sermaye girişi olmuştur. Bu sermaye ağırlıklı olarak sağlık hizmet sektörü, tıbbi cihaz sektörü ve ilaç sektörüne yatırım olarak gerçekleşmiştir. Ayrıntılı ve net rakamlar Başbakanlık Hazine Müsteşarlığında mevcuttur.

232 ve 354 sıra sayılı sorularda, Sayın Mustafa Enöz Manisa Milletvekili ve Sayın Alim Işık MHP Kütahya Milletvekili, değerli arkadaşlarımız sözleşmeli personelle ilgili sorular sormaktadırlar. Dolayısıyla bu iki soruya da birlikte cevap vereceğim.

Bildiğiniz gibi, değerli milletvekilleri, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ve 78’deki bir Bakanlar Kurulu kararıyla 4/B sözleşmeli personel istihdamı yapılabilmektedir. Hükûmetlerimiz döneminde bu modeli yeni bir istihdam modeli olarak yaygın biçimde kullandık.

Ayrıca, 4924 sayılı bir kanun yaparak, başta Doğu ve Güneydoğu olmak üzere ülkemizde eleman temininde güçlük çekilen yerlere sağlık personeli gönderiyoruz.

Bakanlığıma bağlı sağlık kurum ve kuruluşlarında 4924 sayılı Kanun’a tabi 14.314, 657 4/B’ye göre de yaklaşık 50 bin sözleşmeli personel görev yapmaktadır yani Sağlık Bakanlığında bugün 75 bine yakın sözleşmeli personel hizmet vermektedir. Bu personellerimizin emsali kadrolu personelle hemen hemen tüm hakları aynıdır. Özellikle eş durumlarıyla ilgili bazı sıkıntılar yaşanmaktaydı. Sendikalarla Devlet Personel Başkanlığından sorumlu Devlet Bakanımızın yaptığı görüşmeler sonucunda belli mutabakatlara varıldı ve eş durumlarıyla ilgili bazı kolaylıklar da getirdik.

4/B’lilere yalnızca aile yardımı ödenemiyor mevzuatında olmadığı için. 4924’lülerse gelir açısından daha iyi bir gelire sahipler. İfade ettiğim gibi, eş durumları açısından da iyileştirmeler yapmış durumdayız, eş durumu tayinleri açısından veya nakilleri açısından.

237 sıra sayılı soruda, Bitlis Milletvekilimiz Sayın Mehmet Nezir Karabaş, ülkemizdeki hematoloji üniteleri ve hematoloji uzmanlarından bahsederek bir soru sormakta ve bir hasta hakkında bilgi istemektedir.

Değerli milletvekilleri, Bakanlığımız kadrolarında 39 erişkin, 20 çocuk; üniversite kadrolarında 99 erişkin, 50 çocuk; özel sektörde de 13 erişkin ve 3 çocuk hematoloji uzmanı olmak üzere toplam 224 hematoloji uzmanı var. Sorudaki bir ifadeye ben katılıyorum, Türkiye’de hematoloji uzmanlığına son yıllarda biraz talep azalmıştı. Bununla ilgili tedbirler aldık. Özellikle bu uzmanlara, hematoloji uzmanlarımıza performans ödemeleri açısından, yan dal uzmanlarının bütününde olduğu gibi, birtakım avantajlar getirmek üzere şu anda çalışmalarımızı tamamlamak üzereyiz. Ayrıca, son yıllarda sayıyı da artırıyoruz, hematoloji yan dal uzman sayısını. 2007-2008 yıllarında 17 erişkin hematoloji ve 7 çocuk hematolojisi uzmanlık belgesi tescil edilmiştir; buna karşılık 27 erişkin ve 19 çocuk hematolojisi yan dal kontenjanı ayrılmıştır. Yani sayıyı artırmak üzere şu anda bir çabamız var.

Bir hasta hakkında da bilgi istemiş Değerli Milletvekilimiz. İstanbul’da uygun yatak bulunamayan Bitlisli bir hasta -ben meseleyi iyice takip ettim- Erzurum’da Atatürk Üniversitesine yatırılmış. Bitlis’in Erzurum’a yakınlığı da var tabii. Burada uzunca bir müddet tedavisi yapılmış -ki bu hastanemizde onkoloji uzmanımız ve onkoloji bölümümüz vardır- aşağı yukarı Şubat 2009’dan Temmuz 2009’a kadar burada tedavi edilmiş ve daha sonra hayatını kaybetmiştir.

240’ıncı sıra sayılı soruda, Sayın Ensar Öğüt’ün, Aksaray ili Güzelyurt ilçesiyle ilgili bir sorusu var. Aksaray ili Güzelyurt ilçesinde yarım kalmış, hâlen devam etmekte olan herhangi bir inşaat yoktur. Burada bir sağlık merkezimiz ve entegre hastanemiz hizmet vermektedir. İlçe yakınlarında da bu hastaneye bağlı olarak sağlık ocaklarımız hizmet ediyor. 2009 yılı programına dâhil edilerek aktarılmayan bir ödenek yoktur.

Sayın Reşat Doğru’nun 281 sıra sayılı sorusunda, ülkemizde çamaşır, bulaşık makinelerinde ve elde kullanılan deterjanlarla ilgili soru var, bunların sağlığa ilişkin zararlarıyla ilgili.

2005 yılında yayımladığımız beş tebliğ ile insan sağlığının korunmasına yönelik tedbirleri aldık bu alanlarda. Bu tebliğler ile insan sağlığı açısından zararlı etkileri tespit edilmiş bir kimyasal olan NTA (nitrilotriasetik asit) ve tuzlarının deterjanlarda kullanımını yasaklamış durumdayız. Yapısında biyolojik parçalanma oranı yüzde 90’dan az olan deterjanlar ile yüzde 80’den az olan anyonik ve noniyonik yüzey aktif maddeleri bulunan deterjanların da piyasaya arz edilmesi bir diğer tebliğimizle yasaklanmıştır. Ayrıca deterjanlardaki fosfat oranı da yüzde 30’la sınırlandırılmış durumdadır. Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezimiz, piyasadan bu deterjanlarla ilgili örneklerde, formülasyonu oluşturan maddeleri analiz etmekte ve gerekli tedbirler alınmaktadır.

302 sıra sayılı soruda, Sayın Yaşar Ağyüz, Gaziantep Milletvekilimiz, fizyoterapiyle ilgili, fizyoterapistlerle ilgili bir soru sormaktadır. Avrupa Birliğinde -çünkü Avrupa Birliğinden de bahsediyor Değerli Milletvekilimiz- fizyoterapistlik şu anda düzenlenmemiş meslekler grubundadır. Biz de Türkiye’de fizyoterapistlerle ilgili düzenlemeler yapmak için Mesleki Yeterlilik Kurumuna talebimizi iletmiş durumdayız. Türkiye’de son düzenlemeler mesleklerle ilgili düzenlemelerin Mesleki Yeterlilik Kurumu tarafından yapılmasına işaret etmektedir. Standart çalışması yapılacak meslek grubu içerisinde fizyoterapi meslek grubu da bugün yer almaktadır.

Tekirdağ Milletvekilimiz Sayın Kemalettin Nalcı “Tekirdağ Saray ilçesi Büyükyoncalı Yenimahalle’de sağlık ocağı yapılacak mı?” diye soruyor. Büyükyoncalı beldesi 9.847 nüfusa sahiptir. Burada 3 pratisyen hekimimiz görev yapıyor. Yenimahalle, Silivri yoluna doğru kümelenmiş, 3.395 nüfusa sahip bir mahalledir, Büyükyoncalı’ya 1 kilometre mesafededir. Bir sağlık ocağında toplu hâlde hizmet verilmesi hizmet arzı açısından daha doğru olduğu için, böyle düşündüğümüz için yeni bir sağlık ocağı düşünmüyoruz. Yenimahalle’deki değerli vatandaşlarımız da Büyükyoncalı’dan hizmet almaya devam edeceklerdir.

Bugün cevaplayacağım soruların sonuncusuna gelmiş bulunuyorum.

Değerli milletvekilleri, 341’inci sırada, Gaziantep Milletvekilimiz Hasan Özdemir, Gaziantep’teki sağlık hizmetleri ve sağlık personeliyle ilgili sorular sormaktadır.

Değerli milletvekilleri, Gaziantep ilimizde 2002 yılındaki, görevi devraldığımızdaki toplam personel sayısı 2.029’dur, bugün bu sayı 4.439’dur. Yani 2’ye katlamış, 2 kattan da daha fazla yeni personel verilmiş. Gaziantep’in bu hakkıydı gerçekten çünkü göreve geldiğimizde Gaziantep oldukça gelişmiş bir sanayi kenti olmasına ve bölgenin de merkezi konumunda olmasına rağmen hekim ve diğer sağlık personeli sayısı çok yetersizdi. Özellikle ebe-hemşire konusunda, diğer personel konusunda büyük bir yetersizlik vardı. Örneğin ebe-hemşire sayısı 979’dan 2.173’e çıkmış durumdadır. Bütün bunlara rağmen hâlâ Gaziantep ilimizde ihtiyaç var.

Hekimlerin sayısını da sormuş Değerli Milletvekilimiz. 301 hekimle devralmışız, şu anda 441 uzman hekimdeyiz. Pratisyen tabip açısından da 362 ile devralmışız, şu anda 621’deyiz.

Değerli milletvekilleri, bu personel sayısıyla ilgili sorular gerçekten bizi en çok düşündüren sorulardır çünkü haklı olarak herkes daha fazla personel istiyor. Sağlık personel sayısının artışının sağlık hizmetinin kalitesiyle atbaşı gittiğini de biliyoruz. Onun içindir ki, Türkiye’de başta hemşire ve doktor sayısı olmak üzere diğer sağlık çalışanlarının sayısını artırmaya devam etmeliyiz. Birçok bölgede personel sayısını artırmış olmamıza rağmen hâlâ Gaziantep ilimizde olduğu gibi ihtiyaçlar devam edebilmektedir.

Ben bütün, soruları soran değerli milletvekili arkadaşlarıma, bu sorularla ilgili gerçekleri açıklama fırsatı verdikleri için teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan

Sayın Doğru…

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakana da sorularıma vermiş olduğu cevaplardan dolayı teşekkürlerimi arz ediyorum.

Şimdi, ülkemizde doktor açığı vardır. Yeni tıp fakültelerinin açılmasını da ben gayet doğru bir karar olarak değerlendiriyorum. Tokat Tabip Odası Başkanlığım esnasında Gaziosmanpaşa Tıp Fakültesinin açılmasıyla ilgili olarak da büyük bir mücadele vermiştik. Şu anda Gaziosmanpaşa Tıp Fakültesinde öğrenciler yetişiyor ve hakikaten de güzel hizmetler de inşallah yapacaktır diye düşünüyoruz. Bunun gibi tıp fakülteleri açılabilir. Mesela, Ankara Yüksek İhtisas Hastanesi çok mükemmel bir hastanedir. Bu hastane mesela bir üniversiteye çevrilebilir veya tıp fakültesine çevrilebilir. Bununla beraber burası gibi hastanelerde öğrenciler yetiştirilebilir diye düşünüyorum.

İkinci olarak, soysal hizmet uzmanları konusunda da ciddi manada açık vardır. Tokat ilinde sadece Tokat Devlet Hastanesinde sosyal hizmet uzmanları var ama Tokat’ın devlet hastanesi büyüklüğünde bir Turhal Hastanesi vardır, bir Zile Hastanesi vardır; buralarda da bu yönlü olarak uzmanlara ihtiyaç olmasından dolayı ben bu soruyu sormuştum. İnşallah, önümüzdeki zaman dilimi içerisinde de oralara da atamalar yapılabilir.

Yanık üniteleri konusunda… Yanık ünitesi yatak sayıları artmıştır, doğrudur ama yanık sayısının da artmış olduğunu söylemek istiyorum. Özellikle, Tokat bölgesinde veyahut da sanayisi fazla gelişmiş olan yerlerde ciddi manada yanıklarla karşı karşıyayız. O manada da Samsun, Amasya, işte Tokat, Yozgat gibi yerlerde bir merkezin kurulmuş olmasının çok büyük bir faydası olacağı kanaatindeyim.

Diğer bir sorum, deterjanlar konusu. Deterjanlar konusu da şu anda aynı bu hazır gıdalar gibi bir durumdur. Ülkemizde hazır gıdalar, uzun ömürlü gıdalar vardır. Uzun ömürlü gıdaların kullanılması, hazır gıdaların kullanılması ve beraberinde de yine deterjan gibi çeşitli maddelerin kullanılmasıyla beraber ciddi manada cilt hastalıklarının ve alerjik hastalıkların artmış olduğunu ben düşünüyorum. Bilhassa, bu deterjanlarda ucuz deterjanlar var, pahalı deterjanlar var. Bazı yerlerde neredeyse onda 1 fiyatına, beşte 1 fiyatına ucuz deterjanlarla karşı karşıyayız. Dolayısıyla, bunların içerisinde sizlerin söylemiş olduğu koruyucu maddelerin daha az olduğu kanaatinde olduğum için ben bu soruyu sormuştum. Bu yönlü olarak araştırma yapılmasının insanlarımızın sağlığına verilmesi gereken değer konusunda faydası olacağı kanaatindeyim.

Tekrar teşekkürlerimi arz ediyor, başarılar diliyorum.

Teşekkür ederim efendim.

BAŞKAN – Sayın Bakan, toptan mı cevap verirsiniz? Başka sorular, arkadaşlar…

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Toptan cevap verebilirim.

BAŞKAN – Peki.

Sayın Nalcı…

KEMALETTİN NALCI (Tekirdağ) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, Tekirdağ, bildiğiniz gibi, Çorlu, Çerkezköy ve Büyükyoncalı bölgesi bir sanayi bölgesi ve çok hızlı göç almakta, yıllık artış yüzde 10 civarında. Bu bölgelerdeki aşırı nüfus artışına göre, söylediğimiz sağlık ocakları ve hastane ihtiyacı, ille de yanık ünitesi Çorlu ve Çerkezköy’de bir ihtiyaçtır. Bu konuyla ilgili, yani bu Büyükyoncalı bölgesiyle ilgili kararınızı yeniden gözden geçirebilir misiniz? Çünkü orada ciddi bir ihtiyaç var.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Özdemir.

HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakana soruyorum: Şimdi, Gaziantep’in nüfusu şu anda 1 milyon 600 binin üzerinde, yıllık yüzde 7’nin üzerinde göç var ve aynı zamanda, son altı yedi yıl içerisinde de Gaziantep’in merkezinde yüzde 25’lik nüfus artışı var. Gaziantep’te son zamanlarda gerçekten yeni özel hastaneler de açılıyor ve bu özel hastanelerin açılmasını biz Gaziantepliler olarak olumlu karşılıyoruz ancak devlet hastanelerinde ve tıp fakültesi hastanesinde doktor sayısı gün geçtikçe azalıyor çünkü özel hastaneler genellikle devlet hastanelerinden ve tıp fakültesi hastanesinden doktorları çekiyorlar.

İkincisi, tıp fakültesinde çok hemşire ve hizmetli açığı var. Dediğim gibi, diğer hastanelerde, diğer devlet hastanelerinde de personel açığı var.

Gaziantep bölgenin önemli bir merkezi. Bura üzerinde daha fazla durulursa faydalı olur diye değerlendiriyorum.

Teşekkür ediyorum efendim.

BAŞKAN – Sayın Işık…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Türkiye genelinde yaklaşık 75 bin dolayında sözleşmeli sağlık personeli olduğunu ifade ettiniz ve bunların daimî kadrolu personelle haklarının hemen hemen aynı olduğu, sadece aile yardımı ödenemediği ve eş durumu tayinlerinin de iyileştirildiği yönünde bir ifadede bulundunuz. Ben de bunların çok tatmin edici cevap olmadığını ifade etmek isterim. Eğer kadrolularla hemen hemen aynı ise -şimdi 75 bin sözleşmeli personelimiz bizi izliyor- gelin, bunları yarından itibaren kadrolu yapalım. Şimdi, bu inandırıcı değil. Bir defa, aile yardımı alamıyorlar. Doğru, kanunen alamıyorlar ama bunlar aile olamıyorlar, bunların en büyük derdi bu. Nişanlılar evlenemiyor, evliler ne yazık ki çocuk sahibi olamıyor. Eş durumu konusu çok ciddi bir problem ve mutlaka bunun acilen çözülmesi gerekiyor.

Ben bu konuyu katkı açısından ilave etmek istedim. Aileler parçalanmış durumdadır. Bunun bir politika mı olduğu yönünde çok ciddi endişeler vardır.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Bakan…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Bakanım, bir de şu Dünya Sağlık Örgütü Başkanının yaptığı açıklamayı…

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Değerli Başkanım, teşekkür ediyorum.

Sayın Doğru’nun, Ankara Yüksek İhtisas ve benzeri hastanelerin üniversiteye dönüştürülebileceği şeklinde bir düşüncesi var. Belki üniversiteye dönüştürmek hizmet gerekleri açısından erken vadede çok mümkün görülmüyor ama bu hastanelerimizi üniversitelerle birlikte kullanarak -işte, yarın, inşallah, Mecliste görüşmeye başlayacağımız Tam Gün Yasası buna imkân verecek- birlikte daha kolay kullanmaya başlayarak hem öğrenci sayımızı artırmak hem eğitim ve araştırma imkânlarımızı geliştirmek mümkün olabilir, katılıyorum.

Sosyal hizmet uzmanına gerçekten ihtiyaç var, o da çok doğru.

Deterjanlar konusunda, piyasa araştırmaları açısından daha hassas olunması konusunda da ben gerekli birimlerimize talimat vereceğim.

Sayın Nalcı, haklı olarak, Tekirdağ’da sanayi bölgesi Büyükyoncalı’da nüfusun arttığını söyledi. Şimdi, aslında şöyle Değerli Milletvekilim: Tabii ki nüfus arttıkça, ihtiyaç oldukça yeni sağlık birimleri yaparız. Burada binadan çok, sağlık insan kaynağını nasıl kullanacağımız konusu önemli. Sizin bahsettiğiniz mahalledeki nüfus 3.500 civarında bir nüfus. Aslında buraya bir aile hekimi verilebilir, buraya bir aile hekimliği birimi de yapılabilir ama biz, aile hekimlerinin üçlü, beşli gruplar hâlinde çalışmasını mümkün olan yerlerde tercih ediyoruz çünkü o zaman hizmet gereklerini yerine getirmek daha kolaylaşıyor. İyice, kırsalda, mecbur kaldığımız yerde tek hekimle de görev yapıyoruz, hizmeti bu şekilde de veriyoruz, hatta 2 bin 2.500 nüfusa kadar da indiğimiz oluyor, biraz daha uç kısımlarda, kırsalda ama buralarda, bizim kanaatimize göre hizmeti toplulaştırmak -çünkü 1 kilometre mesafe var- vatandaşlarımızın alacağı hizmet açısından daha doğru, yoksa bina falan önemli değil, bina rahatça yapılabilir, 3 hekimin 1’i oraya nakledilir. Bu türlüsünün daha doğru olabileceğini düşünüyoruz.

Sayın Özdemir, Gaziantep’in nüfusundan, nüfus artışından bahsetti, çok haklı. Burada yeni özel hastaneler açıldı. Yalnız şöyle Sayın Özdemir: Devlet hastanesi ve tıp fakültesi hastanelerinde aslında doktor sayısı azalmadı. Ben rakamları şöyle arz edeyim size: Gaziantep ilimizde devlet hastanesi yani Sağlık Bakanlığı hastanesi kadrolarında 441 uzman hekim var. Bu sayı 2002 yılında bundan çok çok az, dolayısıyla bir sayı azalması söz konusu değil ancak ihtiyaç var yine, bunu kabul ediyorum. Gaziantep, göreve geldiğimizde, hakikaten enteresan bir biçimde, nüfusa göre hekim sayısı itibarıyla Türkiye'nin en sonlarında yer alıyordu. Bugün, oralardan epeyce yukarılara çıktı ama bu ihtiyaçları inşallah önümüzdeki zamanlarda da tamamlamaya devam edeceğiz.

Sayın Işık’ın sorusu kadar temas ettiği konu da önemli. Değerli Milletvekilim, 75 bin sözleşmeli personelimiz var. Çok net olarak ifade ediyorum, Sağlık Bakanlığı olarak bizim politikamız sözleşmeli personel sayısını azaltmak değildir hatta belki artırmaktır ancak bizim sözleşmelilerimizde farklı sözleşmelilik modelleri var. Yine ilgili memur sendikalarıyla yaptığımız görüşmelerde bu farklı modelleri bir tek modele dönüştürme hususunda ortak çalışmalar yapıyoruz Devlet Personel Başkanlığıyla beraber ancak burada şöyle bir husus var: Bu sözleşmelilik daha ziyade bizim o personele ihtiyaç duyduğumuz bölgeler, şehirler, ilçeler, köyler açısından yapılıyor. Yani ben yedi senedir Sağlık Bakanlığı yapıyorum, Muğla’dan Ardahan’a eş durumu için gitmek isteyen bir kişi işitmedim veya ne bileyim, İstanbul’dan, İzmir’den Erzurum’a, Ağrı’ya, Kars’a, Ardahan’a hatta Giresun’a, Hatay’a gitmek isteyen bir kişi benim yanıma gelmedi. Nasıl oluyorsa eşler hep ülkenin batı tarafında bulunmak gibi bir tercihte bulunuyorlar.

YILMAZ TANKUT (Adana) – Göç var o illere.

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Buna da saygı gösteriyoruz ancak vatandaş ihtiyaçları bunu karşılamak için bize fırsat vermiyor. Yoksa biz, eşleri buluşmak istediklerinde mutlaka ülkenin bir yerinde buluştururuz, bütün mevzuatımız da bunun için müsait ama bizim ihtiyacımız olan bir ilde, ilçede, köyde hizmete başlayan bir doktor, bir hemşire, bir sağlık personeli, hatta bir öğretmen yarın karşımıza gelip de “Benim eşim başka bir yerde.” dediği zaman orada elimiz koynumuzda kalıyor çünkü oradaki vatandaşa hizmet vermemiz lazım.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Ama Sayın Bakanım, yeni mezun oluyor, nişanlanıyor ondan sonra, yani hesap yok ki. Bugün mezun olmuş, atanmış ama bir yıl sonra nişanlanmış, evlenmiş, ne yapacak? Yani önemli bu.

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Değerli Milletvekilim, bu haklı itirazınızdan dolayı, son düzenlemelerle 4/B’lilerin eş durumlarına da kolaylıklar getirdik. Şöyle yapıyoruz: 4/B’li kadrosu olmak kaydıyla gideceği yerde, onu eşinin yanına götürebiliyoruz veya 657’ye bağlı kadrolu memurlar da 4/B’lilerin yanına gidemiyordu, onların 4/B’lilerin yanına gitmesinin önünü açtık ama şöyle bir esas var Sağlık Bakanlığında: Benim personelim nerede azsa ben eşleri orada buluşturuyorum.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Buluşsunlar da!

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Bunun için de biraz önce şehir isimleri verdim ama ülkenin doğusu, batısı, kuzeyi, güneyi değişmez, nerede personelim azsa, ben, değerli sağlık personellerimize, başımızın tacı olan personellere orayı gösteriyorum, buyurun gelin, orada buluşun. Şu anda bu imkân var. Bu imkân da yoktu, haklısınız ama son birkaç aydır bu imkân oluştu. Halkın ihtiyaçları biraz böyle gerektiriyor.

Çok teşekkür ediyorum katkılarınız için.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Soru önergeleri cevaplandırılmıştır.

Gündemin “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler” kısmına geçiyoruz.

Bu kısmın 1’inci sırasında yer alan ve görüşmeleri yarım kalan, deprem riskinin araştırılarak deprem yönetiminde alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergelerin birlikte yapılan görüşmelerine devam edeceğiz.

IX.- MECLİS ARAŞTIRMASI

A) ÖN GÖRÜŞMELER

1.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal ve 22 milletvekilinin, İstanbul’da depreme yönelik çalışmaların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/60)

2.- Antalya Milletvekili Tayfur Süner ve 26 milletvekilinin, deprem riskinin ve alınması gereken önlemlerin araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/63)

3.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman ve 31 milletvekilinin, Bursa ve çevresinde yaşanacak muhtemel bir deprem felaketine yönelik alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/99)

4.- Yalova Milletvekili İlhan Evcin ve 20 milletvekilinin, deprem riskinin araştırılarak deprem yönetiminde alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/242)

5.- Sakarya Milletvekili Ayhan Sefer Üstün ve 23 milletvekilinin, deprem riskinin araştırılarak deprem yönetiminde alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/243)

6.- İstanbul Milletvekili Nusret Bayraktar ve 21 milletvekilinin, özellikle İstanbul ve Marmara Bölgesindeki deprem riskinin araştırılarak deprem yönetiminde alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/244)

7.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel ve 19 milletvekilinin, deprem riskinin araştırılarak deprem yönetiminde alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/245)

8.- İstanbul Milletvekili Mithat Melen ve 22 milletvekilinin, başta İstanbul olmak üzere ülkemizdeki deprem riskinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/246)

9.- İzmir Milletvekili Oktay Vural ve 21 milletvekilinin, İzmir’deki deprem riskinin araştırılarak deprem yönetiminde alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/254)

10.- Kocaeli Milletvekili Muzaffer Baştopçu ve 30 milletvekilinin, ülkemizdeki deprem riskinin araştırılarak deprem yönetiminde alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/256) (x)

                         

(x) (10/60, 63, 99, 242, 243, 244, 245, 246, 254 ve 256) esas numaralı Meclis araştırması önergelerinin ön görüşmelerine 22 Temmuz 2008 tarihli 133’üncü birleşimde başlanmıştır.

BAŞKAN – Hükûmet? Yerinde.

Geçen görüşmelerde, (10/243) esas numaralı Meclis araştırma önergesinin imza sahibi konuşmuştu.

Şimdi, söz sırası (10/244) esas numaralı Meclis araştırma önergesinin birinci imza sahibi olan İstanbul Milletvekili Sayın Nusret Bayraktar’a aittir.

Buyurun Sayın Bayraktar.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Belediyeler konusundan bahsedin biraz da Nusret Bey yani depreme karşı görevlerinden falan.

NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) – Önerge sahibi olarak…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Geçen gün siz bana diyordunuz ya bu büyükşehir belediyeleri konusunda…

NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kuzey Marmara fay hattı üzerindeki illerin milletvekillerinin hemen hemen her siyasi partiye mensup olanlarının, hatta sadece kuzey Marmara fay hattı değil, ülkemizin deprem bölgeleri içinde olan arkadaşlarımızın, Türkiye Büyük Millet Meclisinde depremle ilgili tedbirlerin alınması hususunda bir araştırma komisyonu kurulması ile ilgili verdiği önergelerden bir tanesini de İstanbul Milletvekili olarak ben diğer arkadaşlarımla birlikte vermiştim. Önergemiz hakkında şahsım adına söz almış bulunuyor, bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, konuşmaların son bölümlerine geldik. Konuşmalarda hep, birlik ve beraberlik içerisinde, depremle ilgili alınması gereken tedbirlerde geciktiğimizden hareketle, Meclis olarak, Hükûmet olarak, yerel yöneticiler ve vatandaş olarak neler yapılabileceği hususundaki tedbirlerin eksik olduğunu vurguluyoruz. Ben de bir kez daha bu hususun altını çizmek istiyorum.

Bilimsel ve teknik araştırmalar ve çalışmalar, özellikle kuzey Marmara fay hattında -Fransız bilim adamları, Japon bilim adamları, Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi başta olmak üzere- yapılan bütün tespit ve araştırmalar sonucu biliniyor ve görülüyor ki, her beş yüz yılda bir ve yüz yılda bir tekerrür eden 7 şiddetine yakın veyahut üstünde veyahut biraz altındaki depremlerden, son Marmara depreminden sonra, 10 Eylül 1509 tarihindeki, beş yüz yıl önceki büyük depremi anımsatacak tarzda yeni dönem senaryolar üretilmekte olduğu, bu tip senaryolardan herhangi biriyle hazırlıksız karşı karşıya kaldığımız zaman, ki özellikle Türkiye nüfusunun yedide 1’inin yaşadığı İstanbul ilinin içinde bulunduğu bölgede 7 şiddeti ve üzerinde bir deprem olduğu takdirde son derece olumsuz tablolarla karşılaşabileceğimiz konuşulmakta.

17 Ağustos 1999 depremine kadar, değerli arkadaşlar, maalesef, ülkemizde yaşayan insanların konut ihtiyaçları başta olmak üzere, ihtiyaçlarını karşılama hususunda, yasalara karşı kaçak yapılaşmada etkin tedbirler alınamamıştır. Dünyanın genel coğrafyasına baktığımız zaman, nüfusun yüzde 50’si büyük kentlerde, yüzde 50’si kırsal kesimlerde ama Türkiye’de son yıllarda bu daha da farklı bir boyut kazanmış, nüfusun yüzde 75’i büyük kentlerde, yüzde 25’i ise kırsal alanda. Büyük kent dediğimiz zaman, başta İstanbul olmak üzere, Ankara, İzmir gibi diğer büyük kentlerin sorunlarına baktığımızda, yüzde 69-70’inde kaçak yapıların mevcut olduğunu görüyoruz ve 1999 depremine kadar, bu bölgelerdeki imar planları, ikinci derecede deprem bölgesi olduğuna yönelik ve imar planları uygun olanlar göz önüne alınarak uygulama yapılmış. Ya kaçak olanlar? Hak getire…

Peki, 99 yılı depreminden sonra bu bölgeler ne oldu? Birinci derecede deprem bölgesi kuşağına alındı; İstanbul, İzmit, Düzce, Bolu gibi iller. Peki, birinci derecede deprem bölgelerindeki yapı denetim işlemleri? O dönemde, aslında, eksik, aksak dahi olsa, yapı denetim uygulamaları ciddi bir adımdı. On dokuz ilde uygulanan pilot modelle, aslında, planlı, imarlı ve ruhsatlı yapılarda depreme karşı ciddi bir tedbir alınmış oldu. Peki, 99 yılından önce yapılmış ruhsatlı ve kaçak binalarla ilgili, böyle hazırlıksız bir anda depreme yakalandığımız takdirde ne olabileceğini düşündüğümüz zaman korkutucu tablolarla karşı karşıya kalıyoruz. Yani “Hiçbir tedbir alınmadı, yerel yönetimler ve hükûmetlerde bu tedbirler eksiktir, aksaktır.” demek farklı ama yetersiz tedbir almak farklı. Mesela, yerel yönetimlere yetki ve sorumlulukların verilmesi hususunda Türkiye Büyük Millet Meclisinde alınan kararlarla il özel idarelerine, yerel yönetimlere yetkiler ve sorumluluklar oldukça fazlasıyla verildi ve bugün de tartışmasını birlikte yürütmüş olduğumuz Belediye Kanunu’nun 73’üncü maddesinde depreme karşı hazırlık veya tedbir alınması hususunda kentsel dönüşüm uygulamaları var ama maalesef içi tam doldurulamamış. Yani, bu bir iyi adımdı ama uygulamada ciddi aksaklıklar söz konusu olmuş. Bunun içinin doldurulması gerekir. Yine, yapı denetimi uygulamalarında, sadece on dokuz ile değil, imkân olur ise seksen bir ile yaygınlaştırarak Yapı Denetim Kanunu’nun daha işlevsel hâle gelmesine olanak sağlayacak düzenlemeleri de yapmamız lazım. Bakanlıklarda bu tip çalışmalar var ama biraz daha hızlandırılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinde mutabakatla kurulacak olan komisyon belki bu hizmetlerin daha etkin, daha sürekli, daha süratli, daha verimli hâle getirilebilmesine imkân sağlayacağını düşündüğümüz için bu önergelerin birleştirilerek komisyon kurulması taraftarıyız.

Nitekim, yine de -bakıyoruz- Marmara depreminden sonra Türkiye Büyük Millet Meclisinde aslında o dönemde de bir komisyon kuruldu. O komisyonda, bugüne atfen, günümüz şartlarına uygun, İmar Kanunu’nda ciddi değişiklikler yapılması gerekirdi; kısmi kısmi, zaman içerisinde, birlikte, geçen haftalarda da değişiklik yaptık ama yeterli değil. Sonra, belediyelere biraz daha yetki verilmesi lazım yerinden yönetim ve sorumluluk anlayışı; o da verildi, o da yeterli değil. Özellikle kamu kurumlarındaki yetkinin kime ait olduğu hususunda ciddi tartışmalar vardı, kargaşalar vardı. Hangi kurum, hangi oranlarda, ne şekilde sorumludur? Ne şekilde uygulamada ortak çözüm üretme noktasında, koordinasyonu sağlamada daha hızlı adım atılabilir? Bir bakıyorsunuz yetkinin bir bölümü Bayındırlık Bakanlığında, bir bölümü Çevre Bakanlığında, bir bölümü Afet Koordinasyonunda, bir bölümü TOKİ’de, bir bölümü belediyelerde. “O hâlde, afetlerin organizasyonuyla ilgili bir tek kurum kurulsun.” diyerek, 17 Aralık 2009 tarihinde fiilen yürürlüğe girmiş olan Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı aslında fiilen göreve başlamıştır tek merkezden bu olaylarla ilgili koordinasyonu sağlasın diye. Ama ben bütün bu çalışmalarda -maalesef itiraf ediyorum- öncelikle, deprem sonrası alınması gerekli tedbirlere yönelik çalışmalar daha etkili. Mesela, İstanbul Valiliği afet sonrası alınması gereken tedbirlerle ilgili Avrupa Birliği fonlarından ve Avrupa bankalarından kredi alarak çalışmalar yapmış; tamam, bunlar güzel. Okulların sağlamlaştırılması üzerine, köprüler ve yolların onarımı ve sağlamlaştırılması hususunda krediler almış, yürütülmüş; bunlar da güzel. Peki, özel sektörün ve özellikle vatandaşın kaldığı binalarla ilgili uygulamaların hangi esaslar dâhilinde yapılacağı hususunda eksiklikler var. Peki, yapı denetim ve belediyelerin ruhsatı gereği yapılacak binalarla ilgili alınması gereken tedbir. Bu da doğru ama en önemlisi geçmiş dönemde yapılan binalar ki ben sadece İstanbul’u örnek vereyim. Türkiye'nin büyük bölümünde buna benzer örnekleri çoğaltabilirsiniz. İstanbul’da 1 milyon 500 bine yakın bina vardır ve son saydığım bilimsel verilerle tespit edilen rakamlardaki senaryoların bir tanesinde 7 şiddetinde bir deprem olduğu takdirde İstanbul’un yüzde 34’ü   –binaların- yıkılabileceği senaryosu var. 70 bin ile 100 bin insanın ölebileceği, 600 bin binanın ağır hasar göreceği, 1 milyon insanın enkaz altında kalabileceği ve doğal gaz tesislerinin, elektrik ve su şebekelerinin de hasar göreceği, ulaşım hatlarında da ciddi bir şekilde aksaklık olacağı…

Allah korusun, böyle bir deprem olduğu takdirde de insan kaybı son derece önemli. Bir insanın ölümü dahi bizim için çok önemli olmasına rağmen insanların görebileceği zararları karşılayabilmek için finans ve bütçenin de önemli olduğunu düşünüyoruz. Önce can, sonra mal ama malla tedbir almaya sıra geldiğinde 50 milyar dolar düzeyinde bir paranın ihtiyaç hâline geleceğini…

Peki, bir başka şey daha söylemek istiyorum değerli milletvekilleri: Allah korusun, İstanbul’da bir deprem olduğu zamanla bir başka taraftaki mukayeseye sıra gelince, İstanbul ekonomisinin gücü itibarıyla, Anadolu’da bir deprem olunca yardımlaşma ve destek hususunda İstanbul ciddi katkı sağlıyor ama hazırlıksız İstanbul’da bir deprem olduğu takdirde Türkiye bu depremin altından zor kalkabilir. Onun için, ben, öncelikli olarak tabii kendi bölgemle ilgili örnekleri veriyorum. Türkiye'nin her tarafı önemlidir.

Bütün arkadaşlarımızın verdiği bu önergenin tamamına ve konuşulanların büyük bir bölümüne aynen katılıyorum. Bu komisyonun kurulması lazım ama özellikle ve…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

NUSRET BAYRAKTAR (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkanım.

…özellikle beş yüz yılda bir meydana gelen depremlerden yakın süre içerisinde bir tanesi, muhtemelen buna “beş yıl” diyen var, “bir yıl” diyen var, “otuz yıl” diyen var… İnşallah olmaz ama biz aynen Avrupa Birliği sürecinde olduğu gibi hazırlıklarımızı yapalım, deprem olacakmış gibi her türlü hazırlığımızı yapalım da deprem olmasın. Avrupa Birliğine giriş gibi her türlü adımımızı atalım da yarın referandum olur, Türkiye’nin ihtiyacı olmaz, girmemiş olalım. Bizim, üzerimize düşen görevi yapma hususunda Türkiye Büyük Millet Meclisindeki bütün milletvekili arkadaşlarımız ve bütün siyasi partilerin hassasiyeti vardır. Bu hassasiyeti birleştirerek süratle tedbir alınması hususunda önergemin destekleneceği ümidiyle hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bayraktar.

(10/245) esas numaralı önerge sahibi olarak Bursa Milletvekili Sayın Kemal Demirel. (CHP sıralarından alkışlar)

KEMAL DEMİREL (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; deprem riskinin araştırılarak deprem yönetiminde alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılması konusunda söz almış bulunuyorum. Hepinizi en içten sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Türkiye, dünyadaki büyük deprem kuşaklarından biri olan Asya kuşağında yer almaktadır. Türkiye’nin toplam alanı 780 bin kilometrekare ve bu alanın yüzde 92’si aktif deprem kuşağında yer almaktadır. Bu da Türkiye’de yaşayan 72 milyon vatandaşımızın yüzde 95’inin depreme maruz kalması ve sanayi tesislerinin de yüzde 98’inin deprem kuşağında kurulmuş olduğunun açık bir göstergesidir.

Deprem Araştırma Merkezi tarafından yapılan hazırlıklarda, Türkiye deprem haritasına göre, Marmara Bölgesi’nin aktif faylar içerisinde bulunması sebebiyle ve bununla birlikte Bursa’nın da birinci deprem kuşağı içerisinde yer aldığı görülmektedir. Bursa ilinde en büyük doğal felaket deprem olacaktır. Bu noktada Bursa ovası da fay hatları etkisi altındadır.

Ülkemizin büyük bölümü birinci ve ikinci derece deprem kuşağı içerisinde yer almaktadır. 17 Ağustos 1999 depreminden sonra Türkiye çok büyük acılar yaşadı. Bir daha bu acıların yaşanmaması noktasında o günden bugüne kadar nelerin alınıp alınmadığıyla ilgili tartışmalar sık sık yapılmakta, bilim adamları, uzmanlar çeşitli ortamlarda, çeşitli toplantılarda nelerin yapılmasıyla ilgili, nelerin yapılmadığıyla ilgili konuşmaları yapmakta, tedbir alınması noktasında da önerilerde bulunmaktadır ama ne yazık ki bugün geldiğimiz noktada uyarıların dikkate alınmadığı… Olası bir depreme karşı Türkiye'nin maalesef büyük felaketleri yaşayacağı noktasında da bir gerçeği göz ardı edemeyiz çünkü biz hâlâ 99 depreminden ne kadar ders alıp almadığımızı… Biraz evvelki konuşan arkadaşımızın da ortaya koyduğu gibi maalesef ders almadık, ders çıkartmadık. Çünkü bu sebepler arkasında yatan bence birinci sebep, biz depremin olabileceğini düşünüyoruz ama depremin önüne karşı tedbir alması konusunda da gücümüzün yetmeyeceğini vurgulamak istiyoruz.

Aslında depremi önleme şansı hiç kimsenin yok, deprem mutlaka olacaktır ama bunun ne zaman olacağıyla ilgili kimse öngörüde bulunamaz. Ama depreme karşı -tedbir alma noktasında da- insanların, yani bizlerin, yani siyasilerin, yani yerel yöneticilerin tedbir alması gibi bir sorumluluğu var. Eğer bugün insanlar depremlerde hayatını kaybediyorsa o depremde hayatını kaybeden insanların  kaderi o olmamalı ama biz bakıyoruz ki en kolay yol, “Efendim, kaderimiz.” deyip işin içinden çıkıyoruz. Peki, yerel yöneticiler ne iş yapıyorlar, genel yöneticiler ne iş yapıyorlar? Depremin engellenmesi veya deprem karşısında tedbir alınması konusunda gerekli tedbirleri almayıp, yerel yöneticilerin veya genel hükûmetlerin bu konuda kanunları çıkartmayıp, denetim mekanizmalarını sağlıklı çalıştırmayıp sonunda deprem olunca “Efendim, ne yapalım, bu bizim kaderimiz.” deyip işin içinden çıkıyoruz. Aslında sorumlu, depreme karşı tedbir almayan yöneticilerdir.

Bu noktada, yetkililerin, bilhassa hükûmetlerin ivedilikle depreme karşı tedbirlerin alınması noktasında uzmanların görüşlerinin dikkate alınarak yerel yöneticilerle birlikte mutlaka çok aktif ve etkin çalışmalar yapılması gerektiğini bir kez daha vurgulamak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, dediğimiz gibi, Marmara Bölgesi özellikle sanayinin en yoğun olduğu bölgelerden bir tanesi ve bunların başında da İstanbul, İzmit ve Bursa geliyor. Şimdi sık sık küçük depremlerden sonra hep Marmara Bölgesi’ndeki deprem konuşuluyor ve bu deprem çerçevesinde İstanbul ne kadar etkilenir, çevresi ne kadar etkilenir deniyor ama bilim adamlarının yapmış olduğu açıklamalar ve çalışmalar şunu gösteriyor ki Marmara’da olabilecek olan en büyük deprem en fazla Bursa’yı etkileyecek ve Bursa’da, bu konuda, deniz kıyısı olan Karacabey, Mudanya, Gemlik ve İznik Gölü’ndeki yerleşim birimleri en fazla etkilenecek bölgeler olarak ortaya çıkıyor. Bu noktadaki örneklerden bir tanesini vermek istiyorum: Bizzat gittim, kendim gözlerimle gördüm. İznik’te yapılan bir hastane var. Belki de Türkiye'nin en iyi hastanelerinden bir tanesi ama o hastanenin yapıldığı yer fay hattı üzeri. Yani depremden etkilenmemiş, deprem sonrası yapılıyor ama fay hatları üzerinde olduğu için şu anda çökmeler var. Bunu soru önergesiyle gündeme getirdim ve üzerinde çalışma yapıldığını söylüyorlar.

İşte, bakın, depreme karşı tedbir alınmasını söylerken… Bir kere, biz, yer altındaki fayların nereden geçip geçmediğiyle ilgili o çalışmaları nazım imar planlarına koymuyoruz. O planlar içerisinde o fay hatlarının nereden geçtiği gözükmüyor ve ondan sonra planlamalar yapılıyor. Altta fay hattı var ama üstünde binalar var, kamu binaları var. Peki, sonuç? Ne olacak? İnsanlar, hayatlarını kurtarmak için depremden, yaralı olarak hastaneye gidecekler, bir bakacaklar ki hastane yerinde yok. Böyle bir tabloyla karşı karşıyayız.

Bu noktada yine vurgulamak istiyorum: Bursa’daki Şehir Plancıları Odasının ortaya koymuş olduğu 2009 Bursa Kent Raporu’ndaki acı gerçeği bir kez daha Türkiye Büyük Millet Meclisinden kamuoyuna duyurmak istiyorum. Bursa’da onaylı planlar üzerinde, bakın, Bursa’da onaylanmış planlar üzerinde, depremde zarar görecek alanlarda 155 bin kişi ve taşkın alanlarda ise 29 bin kişi –nüfus- bulunmaktadır. Yani toplam olarak hem deprem hem de taşkın alanlarda yaşayan vatandaş sayısı 200 bin kişi ve maalesef, şu anda o insanlarımız için, depreme karşı veya sele karşı tedbir alınması noktasında hiçbir şey yapılmadığını buradan bir kez daha vurgulamak istiyorum.

Ayrıca, yine, Bursa’da çok sık gündeme gelen sağlıkla ilgili konularda, mevcut sağlık alanlarını bırakıp -o sağlık alanı yerine- toplu sağlık alanı yapılmak istenen yerin de taşkın alanlar içerisinde bulunan arazi üzerinde yapılmak istendiğini ne yazık ki acı olarak bir kez daha vurgulamak istiyorum ve uyarıyoruz: DSİ’nin bile olumlu rapor vermediği yerlerde çalışma yapmak istiyorlar, sağlık alanı yapmak istiyorlar. Hâlâ biz İstanbul’daki o deprem felaketinden ders almamış gibi davranmaya çalışıyoruz. Bunları kabul etmek mümkün değil. Böyle bir siyasi anlayış olmaz! Böyle bir yerel yönetim anlayışı olmaz! Değerli arkadaşlarım, o yüzden, özellikle bu konuyu da Türkiye Büyük Millet Meclisinde gündeme getirmek istedim.

Ayrıca, 99 depreminden sonra Türkiye’deki konutların ciddi, bilimsel, teknik bir çalışma yapılarak envanteri çıkarılmış mı? Yani, Türkiye’deki bütün evlerimizin, iş yerlerimizin, kamu binalarının… Kaldı ki depremde en fazla zarar görenlerin başında kamu binalarının olması da maalesef, herhâlde Türkiye’ye özgü diye düşünüyorum. Bu da kamu binalarının ne kadar denetimden uzak bir yapılaşma içerisinde olduğunu ortaya koyuyor. Bu noktada, en son Bursa ilçelerini gezdiğim zaman, bilhassa deprem riskinin en fazla olduğu Gemlik gibi, Mudanya gibi yerlerde dolaştığım zaman insanlara soruyorum: Siz evinizin envanter çalışması neticesinde depreme dayanıklı olup olmadığını biliyor musunuz? “Bilmiyoruz.” İnsanlar kendi kaldıkları evlerin, çalıştıkları iş yerlerinin depreme karşı dayanıklı olup olmadığını bilmiyorlar ve yaşam mücadelesi veriyorlar. Bu noktada, özellikle Türkiye'nin en kısa zaman içerisinde bir envanter çalışması yapmasının gerekli olduğunu bir kez daha vurgulamak istiyorum.

Onun dışında, değerli arkadaşlarım, özellikle uzmanların ülkemizde deprem konusunda yapılması gerekenlerle ilgili ve yapılmayan çalışmalarla ilgili tespitleri var. Kısaca onları da vurgulamak istiyorum.

Özellikle yerel yönetimlerin yapması gereken çalışmaları yapmadığı, gerekli maddi kaynakları depremden korunma ve önlem çalışmaları için ayırmadığı, depremlerle ilgili ulusal ve yerel stratejiler belirlenmediği, şehir planlamalarının siyasi çıkarlar ve siyasi rantlar çerçevesinde yapıldığı ve şekillendiği, deprem bilinciyle hareket edilmeden sürekliliği olan ve uygulanabilen politikalar üretilmediği konuları yer almaktadır. Uzmanların “yapılması gereken” dedikleri ve yapılmayan bu önerilerin, araştırma komisyonu kurulduktan sonra özellikle bunların üzerine gitmesi gerektiğini bir kez daha vurgulamak istiyorum. Yani depremden sonra canların yanmaması için, depremden sonra maddi ve manevi kayıpların yaşanmaması için mutlaka ve mutlaka…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

KEMAL DEMİREL (Devamla) – Teşekkür ederim.

…özellikle araştırma komisyonunun bu konu üzerine çok ciddi bir şekilde gitmesi gerektiğini ve bu araştırma komisyonunun, uzmanlardan, bilim adamlarından aldıkları görüşleri kamuoyuyla paylaştıktan sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edildikten sonra takibi ve uygulanabilirliği konusunda da söz sahibi olmasını istiyorum. Yani komisyonlar toplanır, komisyonlar çalışır, komisyonlar tespitleri kamuoyuyla paylaşır ama bunların peşini bırakıp takibini yapmazsa, denetlemelerini gündeme getirmezse inanın komisyonlar sadece toplanır ama sonuçlar alınmaz ve Türkiye hep deprem acı gerçeğiyle karşı karşıya kalır diye düşünüyorum.

Bu anlamda, Cumhuriyet Halk Partisi olarak araştırma önergesinin kabul edilmesini ve Türkiye'nin depreme karşı hazırlıklı hâle gelmesi noktasında herkese büyük sorumluluk düştüğünü bir kez daha vurguluyor, hepinizi en içten sevgi ve saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Demirel.

(10/246) esas numaralı önerge sahibi olarak İstanbul Milletvekili Sayın Durmuş Ali Torlak. (MHP sıralarından alkışlar)

Çok şiddetli bir alkış aldınız Sayın Torlak.

Buyurun.

D. ALİ TORLAK (İstanbul) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde yaşanabilecek muhtemel bir deprem felaketi öncesinde alınabilecek tedbirlerin tespit edilmesi, yapılacak yasal düzenlemelerin ele alınabilmesi için vermiş olduğumuz Meclis araştırma önergesi üzerine söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, ülkemizin birçok bölgesi deprem kuşağında yer almaktadır. Daha on gün önce 2 Ocak 2010 Cumartesi günü 06.00 sularında İstanbul sallandı. Meydana gelen deprem bu gerçeği bir kez daha gözler önüne sermiştir.

İnsanlar için fiziksel, ekonomik ve sosyal kayıplar meydana getiren, yaşamı durdurarak veya kesintiye uğratarak toplulukları etkileyen doğal olayların başında depremler gelmektedir. Ülkemizin, jeolojik yapısı nedeniyle, büyük can ve mal kayıplarına yol açan deprem felaketleriyle sık sık karşılaşan ülkelerin başında geldiği bilinmektedir. Son altmış yıl içerisinde ülkemizde meydana gelen doğal afetlerin yol açtığı yapı hasarları istatistikleri dikkate alındığında hasarın yüzde 62’sinin depremler nedeniyle meydana geldiği görülmektedir. Ülkemiz nüfusunun yaklaşık yüzde 75’i kentlerde yaşamaktadır. 1950’li yıllardan itibaren kentlere doğru yoğunlaşan göçler ve bu nedenle oluşan düzensiz kentleşmeyle büyük orandaki kaçak yapılaşma sonucunda kentlerimizde büyük risk alanlarının oluştuğu göz ardı edilmeyecek bir gerçektir. Bu nedenle, 1950’li yıllardan beri yaşananlar planlama ve yapılaşma süreçlerinin yeniden gözden geçirilmesini gerektirmiştir. 1999 büyük Marmara depremi sonrasında oluşan büyük kayıpların yaralarının sarılmasının yanı sıra yeni yasal düzenlemeler depremin hemen akabinde devam etmiş, yapılmıştır. Yeni düzenlemeler ve uygulamalar bu tarihten sonraki imar ve yapı sisteminin riskler içermeyecek şekilde sürdürülmesine yönelik olmuştur. Yapı Denetim Kanunu, seçilen pilot bölgelerde öncelikle uygulanmak üzere 2001 yılında yürürlüğe sokulmuştur.

Bayındırlık ve İskân Bakanlığı tarafından Mart 2001’de yapılan yönetmelik düzenlemesiyle imar planlama süreci öncesinde jeolojik verilerin araştırılması gereği vurgulanmış, her tür ve ölçekte imar planlarının jeolojik, jeoteknik raporlarında belirtilen hususlara uygun yapılması gerektiği ifade edilmiştir. Yapılan düzenleme ile proje üretim sürecinde zemin etüt raporu hazırlanması zorunluluğu getirilmiştir. Ayrıca Bakanlık, Bayındırlık Bakanlığımızca çıkartılan genelgelerle 1999 depremi öncesinde üretilen imar planlarının bakanlıkça onaylanan jeolojik, jeoteknik etüt raporları doğrultusunda revizyonlarının yapılması sağlanmıştır. 2002 yılında göreve gelen AKP İktidarı döneminde ise depreme karşı alınacak önlemler ve bu çerçevede yapılması gereken düzenlemeler konusunda sağlıklı bir yol haritasının izlenmediği görülmektedir. AKP Hükûmeti döneminde Bayındırlık ve İskân Bakanlığı tarafından 29 Eylül-1 Ekim 2004 tarihleri arasında İstanbul’da Deprem Şûrası düzenlenmiştir. Hükûmet ve ilgili bakanlık kendi düzenledikleri bu Şûranın sonuçlarına uymamış, Şûra sonrasında Hükûmetin yaptığı en önemli icraat, deprem tartışmalarında halkı kafalarını karıştırmadan aydınlatmak ve önlem almak için kurulan Ulusal Deprem Konseyini lağvetmek olmuştur. AKP Hükûmeti ve AKP yönetimindeki İstanbul Büyükşehir Belediyesince hazırlatılan raporların ötesinde İstanbul kentinde deprem konusunda gerekli çalışmaların yapılmadığı da görülmektedir.

Japonya Uluslararası İşbirliği Ajansı ile ortaklaşa yürütülen çalışmalar sonucunda geliştirilen senaryolar ürkütücü nitelikte olup uzmanlar karşılaşılabilecek sonuçlarla ilgili 70 veya 90 bin can kaybı, 100 binin üzerinde ağır yaralı ve yaklaşık 500 bin evsiz aile şeklindeki değerlendirmelerde bulunmaktadırlar. İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından söz konusu deprem risk analizi çalışması kapsamında ayrıca dört üniversiteye İstanbul deprem master planı hazırlatılmıştır. Gerek İstanbul Büyükşehir Belediyesi gerekse Hükûmet ve bağlı kuruluşlar bu raporlarda bilim adamlarınca dile getirilen gerçeklerin gereklerini yapmamışlardır.

Değerli milletvekilleri, İstanbul kentinde risk çok büyüktür. Hükûmet düzeyinde afet yönetim birimleri oluşturulması, kurumlar arası koordinasyonun sağlanması adına tek yapılan iş, kamuoyunda tartışmalı olan Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının kurulması olmuştur. Bunun ötesinde, modern afet yönetimi kapsamında afetlerle mücadele ve müdahale organizasyonları yapılması konusunda yedi yıllık süreç heba edilmiştir. Kurumsal yapılanma, mevzuat düzenlemeleri ve acil durum planlarının hazırlanması konusunda maalesef somut bir adım atılamamıştır. “İmar ve Şehircilik Kanun Tasarısı” adı altında onlarca tasarı Bayındırlık ve İskân Bakanlığı ve Hükûmetin tozlu raflarında beklemektedir.

Değerli milletvekilleri, ülkemizin çok değerli bilim insanlarının, kamu kurumu ve yerel yönetim temsilcilerinin ve meslek odası yöneticilerinin emeklerini koyduğu ve geçtiğimiz aylarda gerçekleşen Kentleşme Şûrası’nın sonuçlarını Hükûmet ne düzeyde değerlendirmektedir? Yoksa, verilen emekler Hükûmetinizce geçmişte yapılan uygulamalardaki gibi göz ardı mı edilecektir?

İstanbul depremine hazırlık konusunda Hükûmet düzeyinde yapılamayan çalışmalar yanında İstanbul yerel yönetimlerinin de hazırlıklar konusunda âciz kaldığını üzülerek ifade etmek durumundayım.

Yukarıda ifade ettiğim acı tablo ve elim sonuçlar noktasında, başta İstanbul Büyükşehir Belediyesi olmak üzere yerel kuruluşların kapsamlı ve organize bir çalışma süreci yönetemedikleri görülmektedir. Olası İstanbul depreminin asgari 40 milyar dolar maddi ve 100 bin insan kaybını yaşatacağı hesaplanmaktadır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi bugüne kadar deprem konusunda ne kadar maddi kaynak ayırmıştır? Bu, cevaplanması gereken bir sorudur.

Deprem hazırlık çalışmaları kapsamında pilot ilçe seçilen Zeytinburnu’nda bina envanterlerinin çıkarılması haricinde hangi saha çalışmaları yapılmıştır? Diğer pilot seçilen ilçeler Fatih ve Küçükçekmece’nin bina envanter çalışmaları bunca yıldır neden bitirilememiştir?

Değerli milletvekilleri, deprem zararlarının azaltılması çalışmaları günümüz teknolojisinde iki esas kategoride yapılmaktadır.

1) Deprem tehlikesinin ve riskinin belirlenmesi,

2) Yerleşme ve yapılaşmada deprem güvenliğinin sağlanması.

Bu iki konu birbirine paralel, eş zamanlı geliştirilip etkili yürütüldüğü takdirde çalışmalar yararlı sonuçlar verecektir. Deprem tehlikesinin belirlenmesindeki ilk aşama depremlerin ülke çapında kayıt edilerek parametrelerle saptanması yani deprem veri bazının oluşturulmasıdır. İyi hazırlık yapılmadığı takdirde deprem sonrasında katlanmak zorunda kalınan maliyetin deprem öncesi  hazırlıklar nedeniyle ortaya çıkacak maliyetin çok daha üstünde olacağı, hem Türkiye’de hem de dünyada yaşanan deneyimlerin ortaya çıkardığı bir gerçektir. Bu nedenle, Türkiye'nin sınırlı kaynaklarını en iyi şekilde kullanması ve katlanmak zorunda kalacağı maliyetleri azaltacak çalışmalara öncelik ve önem vermesi gerekmektedir.

Mevcut yasal düzenlemelerimize göre afet planlarını hazırlamak ve uygulamakta görevli olan, il acil yardım teşkilatlarıdır. Afetin kriz yönetimini gerektirecek boyutlarda olması durumunda ise Başbakanlık Kriz Merkezinin talimatı üzerine il kriz merkezleri devreye girmektedir. İl acil yardım teşkilatlarının faaliyetleri deprem öncesi hazırlık çalışmalarına odaklı olmayıp deprem anında ve deprem sonrasında yapılacak işlere yöneliktir.

Değerli milletvekilleri, deprem hazırlık çalışmalarının iyi bir şekilde yürütülmesini olumsuz şekilde etkileyen unsurların başında, İstanbul’da bu alanda çalışma yapan kuruluşlar arasında sonuç odaklı, etkili bir iş birliğinin sağlanamamış olması gelmektedir. Kurumlar arası iş birliği ve koordinasyon meselesine de doğru bir şekilde yaklaşılmamaktadır. Önemli olan kimlerin neler yapacağını kimin belirleyeceği değildir. Taraf olan kurumlarla birlikte, belirledikleri amaç ve hedefler doğrultusunda varılmak istenen sonuçlar üzerinde anlaşma sağlanmalı, hesap verme sorumluluğu ilkeleri çerçevesinde kimin neyi yapmaktan sorumlu olacağı açıkça belli olmalıdır.

Muhtemel İstanbul depreminde deprem zararlarını artıracak risk unsurlarından biri de deprem sonrasında meydana gelebilecek yangınlardır. Bu nedenle, deprem öncesinde…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

D. ALİ TORLAK (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Bu nedenle deprem öncesinde riskleri azaltacak etkili önlemler geliştirilmesi gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, kaçak, projesiz, yasa dışı ve plansız yapılaşma, yanlış yer seçimi, ruhsatlı ancak denetimsiz yapılaşma ve bütün bu olumsuzlukları önleyecek yeterli yasal önlemlerin olmaması muhtemel bir depremin felakete dönüşmesine neden olabilecektir. Deprem zarar riskini azaltmak için İstanbul’daki mevcut bina stokunun depreme ne ölçüde dayanacağının bilinmesi, yıkılacak binaların belli bir plan içinde ve belirlenecek önceliklere göre güçlendirilmesi ya da güçlendirilemeyecek binalarda oturanların hakları heba olmadan başka yerlere taşınması gerekmektedir. Değerli milletvekilleri, İstanbul’daki imar planlama ve uygulamalarıyla ilgili çalışmalar deprem zarar riskini azaltmakla doğrudan ilgilidir.

Bu saydığımız sebeplerden dolayı önergemize destek vereceğinizi ümit eder, yüce heyetinizi saygılarımla selamlarım. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Torlak.

(10/254) esas numaralı önerge sahibi olarak İzmir Milletvekili Sayın Ahmet Kenan Tanrıkulu. (MHP sıralarından alkışlar)

AHMET KENAN TANRIKULU (İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; İzmir’de yaşanabilecek muhtemel bir deprem felaketi öncesinde depremin etkilerini en aza indirebilmek için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırma komisyonu kurulması yönündeki önergemiz üzerinde söz almış bulunuyorum. Öncelikle Genel Kurulumuzu saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, ülkemiz en etkin deprem kuşağı üzerinde bulunuyor. Tabii hem coğrafik hem de jeolojik yapısı nedeniyle geçmişte bu güzel ülkemizde birçok yıkıcı depremle karşılaştık, gelecekte de muhtemel olarak hiç istenmese de büyük mal ve can kayıplarına yol açacak depremlerle karşılaşacağımız bir gerçek. Bu anlamda Bayındırlık ve İskân Bakanlığının deprem bölgeleri haritasına göz attığımız zaman topraklarımızın yaklaşık yüzde 99’u, nüfusumuzun da yüzde 95’i deprem bölgesi içerisinde kalmaktadır. Yine, büyük sanayi bölgelerimizin yüzde 98’i, barajlarımızın da yüzde 93’ü deprem bölgesi altındadır.

Geçtiğimiz yüz yıl içerisinde, 1900 ile 2003 yılları arasında Türkiye’deki depremlere göz attığımız zaman, yaklaşık olarak 180’in üzerinde hasar yapıcı depremle karşılaşmış ve bunlarda da 100 bin vatandaşımızı kaybetmiş durumdayız. Bu da işin vahametini büyük bir boyutuyla gözler önüne sermektedir. Can ve mal kayıpları yanında, aynı zamanda ülkemiz için ciddi bir millî güvenlik tehdidi de oluşturacak olan makroekonomik kayıpları da bunun üzerine koyarsak, ortada alınması gereken tedbirlerin boyutunu daha iyi görme imkânına kavuşmuş oluruz.

Değerli milletvekilleri, bu büyük deprem kuşağı üzerinde ülkemiz, özellikle coğrafi bakımdan birinci derece deprem kuşağı üzerinde geniş ölçüde yayılmaktadır. Bu bakımdan en riskli bölgeler, ülkemizin güneyinden başlarsa Osmaniye’den, İzmir, Aydın, Muğla, Manisa; yukarıda İstanbul, Düzce, Bolu gibi nüfusun büyük ölçüde olduğu, sanayi bölgelerinin yer aldığı coğrafi yerin birinci derece riskli bölge altında olduğunu da görebiliriz.

Bu anlamda, sismolojide genel bir kural vardır. Bu kural der ki: Eğer bir bölgede belirli bir kuvvette deprem olmuşsa, yeri ve zamanı gelmek şartıyla gene aynı kuvvette, aynı şiddette muhtemelen bir depremle karşılaşabilirsiniz. Dolayısıyla buna yönelik tedbirleri de o yörelerimizin hızla alıp yerine getirmesi gerekmektedir.

Şimdi daha yerel sonuçlara göz atarsak, TÜİK’te yapılan bir çalışmada, İzmir’in çok çarpıcı rakamlarını sizinle paylaşmak istiyorum. İzmir şehir nüfusumuzun toplam nüfus içerisinde yaklaşık yüzde 91’i şehirlerde, kentlerde yaşamaktadır. Nüfus artış hızı binde 15’tir, yıllık aldığı net göç yaklaşık olarak 30 bin civarındadır ve İzmir’de sadece 2009 başında 6.215 bina yapılmıştır. Bunu daire sayısına bölersek, daireye indirgersek 22.265 daire yapar.

Değerli milletvekilleri, bu rakamları şunun için veriyorum: Biraz sonra İzmir’de Aralık 2009’da yapılan bir afet sempozyumunda, bu yapılan dairelerin yaklaşık yüzde 45’inin depreme dayanıklı olmadığı ve birinci derece risk altında olduğu bizzat oradaki uzmanlar tarafından tespit edilmiştir. Değerli arkadaşlarım, bu önemli rakamlara baktığımız zaman bu çerçevede muhtemel ki İstanbul’daki deprem tabii ki İzmir’den önemlidir. Burada, bu kürsüde değerli milletvekilleri, İstanbul depremini, ne olabileceğini ve tehlikelerini anlattılar ama İzmir de öyle asude bir kent, sakin bir kent değildir, geçmişte çok ciddi depremler yaşamıştır, günümüzde hâlen ufak ufak da olsa depremler yaşanmaktadır ve gelecekte de büyük depremlerin olabileceği sinyali verilmektedir. Bugün İzmir’in içerisinde veya çevresine baktığımız zaman on kadar irili ufaklı fayla karşılaşıyoruz ve bu faylar, her an, geçmişte ürettiği gibi gelecekte de deprem üretebileceği konusunda bize uyarılar veriyor. Hem zeminin kötü olması hem de yerleşim alanlarının çok kötü bölgelerde seçilmesi nedeniyle İzmir’in de önemli dezavantajları var.

Değerli arkadaşlarım, İzmir Körfezi jeolojik olarak çok genç bir körfez. Jeoloji tarihine baktığımız zaman bu tür körfezler genç ve körpe körfez olarak nitelendiriliyor. Onun etrafındaki karasal alanlar da yani Bornova Ovası, İnciraltı, Karşıyaka, Konak gibi yerler de denizden henüz yeni kazanılmış yerler ve buralarda sertleşme ve kayalaşma olmadığı için henüz daha, üzerine yapılan kalitesiz ve deprem açısından risk taşıyan binalar sağlıksız sonuçlar meydana getirebileceği ve depremlerde de çok büyük zararlar doğurabileceği belirtilmektedir.

Bu çalışmalar ve tespitler biraz sonra sizlere vereceğim üç raporda da ispatlanmıştır. Bunlardan bir tanesi, İstanbul Teknik Üniversitesi Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü Haziran 2005’te bir çalışma yapmış ve bu çalışmada demiştir ki: “Depremlerin oluş sıklığı açısından İzmir ve Muğla yöreleri en tehlikeli ve riskli bölgelerdir.” Bunların içerisinde de İzmir Karaburun yöresi özellikle tektonik bakımından oldukça aktif bir bölgedir ve muhtemelen çok büyük ölçekli depremlere yol açabilecek yerlerdir dolayısıyla da yüksek risk altındadır. Buralarda aynı zamanda bir tsunami tehlikesi de vardır ve İzmir Körfezi Sakız Boğazı dediğimiz bölgede de tsunamiye yol açabilecek depremlerin olacağı bu raporlarda belirtilmektedir.

Yine, 2000 yılında Boğaziçi Üniversitesi, o zamanki İzmir Büyükşehir Belediyesi için bir çalışma yapmıştır ve bu çalışmada da İzmir’in ana arterleri üzerindeki otoyolların, köprülerin, viyadüklerin, bağlantıların sağlam olmadığını, muhtemel bir depremde buraların hasar görebileceğini belirtmiştir.

Bir diğer rapor da, biraz önce belirttiğim gibi, İzmir’de Afet Riskini Azaltma Sempozyumu düzenlenmiştir Aralık 2009’da. Bu, en son rapordur ve bu raporda da İzmir’in pilot bölge olarak Manavkuyu’da, Karşıyaka’da ve Karabağlar’da belirli sayıda evler alınıp ölçeklenmiş ve bu evlerin de yüzde 45’inin risk altında olduğu tespit edilmiştir.

Değerli milletvekilleri, Alsancak Limanı İzmir Körfezi’nin en büyük limanıdır. Tabii, bundan başka Karşıyaka’da, Alsancak’ta, Konak’ta küçük ölçüde iskele ve limanlar da mevcuttur ve bunların da, hem iskele ve dalgakıranların zemin sıvılaşması, zemin oturması gibi sebeplerden dolayı hasar görebileceği bu raporlarda belirtilmektedir.

Daha büyük risk var, hijyen açısından, insan sağlığı açısından. İzmir’deki içme suyuna ait altyapılar deprem şiddetinin en yüksek olduğu bölgelerden geçmektedir, İzmir Körfezi’nin güneyinden dolaşarak Çiğli’ye gitmektedir ve buralardaki bu ana boru hatları, gerek zemin oturtması gerekse diğer sıvılaşmadan dolayı birtakım tehlikeler altındadır, atık su tesisleri aynı şekilde bir risk altındadır. Dolayısıyla muhtemel bir deprem hareketinde zarar görecektir ve insan sağlığını,  can ve mal kaybının ötesinde riske atacaktır.

Değerli milletvekilleri, yine Bayındırlık ve İskân Bakanlığı uzmanları Mart 2007 tarihinde muhtemel bir depremde yıkılma tehlikesi altındaki okulları araştırmıştır. Bu rapora göre, İzmir’de de 110 tane ilköğretim okulunun büyük risk altında olduğu tespit edilmiştir. Bu tespitin arkasından, 2007 Temmuz seçimlerinden sonra ben de milletvekili seçildiğimde, dönemin Millî Eğitim Bakanlığına bir yazılı soru önergesi verdim ve bununla ilgili neler yapılabileceğini sordum. Maalesef uzun bir süre cevap alamadıktan sonra oradan gelen cevapla İzmir İl Özel İdaresinin bize verdiği cevaplar arasında bir tutarsızlık olunca ikinci kere gene soru önergesi verdik. Buna da gelen cevap yine yeterli ve tatmin edici düzeyde çıkmadı.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, soru şu, burada belki de cevaplanması gereken en önemli sorulardan bir tanesi şu: “Birinci derece deprem kuşağında yer alan İzmir’de bu okullarda eğitim gören öğrencilerimizin, yavrularımızın can ve mal güvenliğini nasıl sağlayacağız? Bunlarla ilgili herhangi bir güçlendirici tedbir alınmış mı binalarda veya bu binalar boşaltılmış mı veya bunlarla ilgili yeni yerler tespit edilip onların üzerinde tedbirler alınmış mı?” Bu konuyla ilgili maalesef bugüne kadar ne Millî Eğitim Bakanlığından ne de Özel İdareden herhangi bir cevap alamadım.

Şimdi, gelelim neler yapmamız gerektiğine. Tabii, kentsel deprem tehlikesini, yerleşim açısından ya tehlikeli alanlarda inşaat yapmayarak yahut da oralardan insanları uzaklaştırarak belki çözebiliriz ama akla gelen bu iki tedbir de maalesef gerçekçilikten ve uygulanabilir olmaktan uzak. O hâlde ne yapmamız gerekiyor? Geriye tek bir seçenek kalıyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

AHMET KENAN TANRIKULU (Devamla) – Teşekkür ederim.

O da şu: Muhtemel bir depremde can ve mal kaybını en aza indirebilmek için bütün doğru ve yerinde tedbirlerin bir an evvel alınması. Şehircilik üzerinde çok ciddi bir master planımız yok. Bunun bir an önce tamamlanması gerekiyor. Önleyici ve engelleyici çalışmalar yönünden imar denetimine, yapı denetimine ağırlık vermek gerekiyor.

İşte bu sözden yola çıkarak, değerli milletvekilleri, 2001 yılında 57’nci Hükûmet zamanında bir yapı denetimi kanunu çıkardık 4708 sayılı Kanun. Bu Kanun bugün tabii ki gelişmeye muhtaç bir kanun ama o gün için doğru ve yerinde alındığı için, tedbirleri de yerinde geliştirmeye imkân verdiği için bize belki de bir ilk adım atma fırsatı verecektir diye düşünüyorum ve altı yıldır yapılmayan deprem şûrasının tekrar yapılmasını beklediğimizi söylüyorum; bu konudaki ulusal çalışmalara destek verebileceğimizi belirtiyorum.

Sonuç olarak, önergemizin sizler tarafından kabul edilmesi yönünde tekrar yüce Genel Kurulun oylarını rica ediyor ve tekrar saygılarımı sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tanrıkulu.

(10/256) esas numaralı önerge sahibi olarak Kocaeli Milletvekili Sayın Eyüp Ayar, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

EYÜP AYAR (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; deprem riskinin araştırılarak deprem yönetiminde alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclisi araştırması açılmasına ilişkin vermiş olduğumuz önerge hakkında söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, Türkiye, dünyanın en etkin deprem kuşakları üzerinde bulunmaktadır ve yapılan deprem haritalarının tamamına yakını Türkiye’nin deprem bölgesi içerisinde olduğunu göstermektedir. Bu şunu gösteriyor: Geçmişte depremler olmuş ve gelecekte de olacaktır. Bu depremler, birçok can ve mal kaybının yanında, insanların yaralı, binaların hasarlı olmasına sebep olmuştur. Bundan kaçış yok. Marmara’da yaklaşık her otuz yılda bir deprem olmaktadır. Ben, hem 1967 hem 1999’daki depremleri bizzat yaşadım. Çok zor günler, acı günler. Allah o günleri kimseye göstermesin.

17 Ağustos 1999 depremi, bildiğiniz gibi asrın depremi; Kocaeli-Gölcük merkez üslüydü ve gece saat üçte oldu. Depremlerin ne zaman olacağı da belli değil. Bu depremle beraber birkaç rakam söyleyeyim, Kocaeli’yle ilgili. Resmî rakamlara göre 9.477 kişi öldü, 9.881 kişi yaralandı. Bunun yanında 35.180’i yıkık ve ağır, 40.757’si orta ve 45.086’sı hafif olmak üzere toplam 121.023 konut hasara uğradı. Aynı durum iş yerlerinde de söz konusu. 5.770’i yıkık ve ağır, 6.057’si orta ve 6.128’i hafif olmak üzere toplam 17.955 iş yeri hasar gördü, fabrikalar, iş yerleri kapandı. Yalnız Kocaeli’nde, resmî rakamlara göre, 56’sı ihracatçı olmak üzere toplam 345 sanayi kuruluşu hasar gördü. Bu hasarların maddi tutarı 1,5 milyar dolar, 2 milyar dolar da üretim kaybı, toplam 3,5 milyar dolar. Depremden sonra sanayide kapasite kullanım oranı yüzde 73’ten yüzde 31’e düştü, insanlar işsiz kaldı.

Değerli arkadaşlar, şair diyor ki:

“Geçmişten adam hisse mi alırmış, ne masal şey?

Beş bin yıllık kıssa yarım hisse mi verdi?

Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar.

Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?”

Evet, “Tarih tekerrürden ibarettir.” derler, ders alınsaydı tekerrür mü ederdi? Çabuk unutuyoruz. Aslında unutmamak lazım, tedbirlerimizi almamız lazım. Deprem sallıyor ama sallanmaktan kimse ölmüyor, deprem öldürmüyor, depremde yıkılan binalar insanları öldürüyor.

17 Ağustos 1999’daki deprem, verdiği zarar, açtığı yaraların yanında aynı zamanda ülkemizdeki afet yönetimiyle ilgili önemli gerçekleri de ortaya koymuştur. Bir doğal afet öncesi ve sonrasında yapılması gerekenler konusundaki eksikliklerimizin olduğunu gözler önüne sermiştir. Âdeta “Bir musibet bin nasihattan evladır.” atasözü gerçek olmuştur.

Değerli arkadaşlar, yapmamız gereken birinci iş, konutlarımızı, iş yerlerimizi, okul, hastane gibi kamu binalarımızı depreme dayanıklı yapmaktır. Deprem yönetmeliklerine uymayı, zemin etütleri yaparak binalarımızı sağlam zeminlerde yapmayı, deprem anında paniğe kapılmamayı, balkon, asansör, merdivenlerden uzak durmayı, yüksek katlardan atlamamayı, evdeki eşyaları duvarlara sabitlemeyi, banyo, mutfak gibi yerlerde yaşam kurtarma alanları oluşturmayı, yere nasıl yatacağımızı, enerjimizi çabuk bitirmemek için neler yapacağımızı bilmemiz lazım.

Her zaman hazır acil durum çantamızın olacağını, içine fenerden radyosuna, yiyecek, giyecekten içeceğine kadar neler koyabileceğimizi hep anlatmışlardı. Bütün bunları kaç kişi biliyor ve yapıyor? Onun için yapıları depremle ilgili standarda uygun yapmalıyız, sürekli eğitici bilgiler vermeliyiz.

“DASK” dediğimiz doğal afet sigortalarını mutlaka yaptırmamız lazım. Bütün binaları gözden geçirip depreme dayanıklı hâle getirmeliyiz.

1999’daki depremler bir kez daha ortaya koymuştur ki, ulaşımda büyük sıkıntılar yaşanmıştır, sağlık hizmetlerinde aksamalar olmuştur, erzak dağıtımında kargaşa yaşanmıştır, çadır dağıtımında sıkıntılar oluşmuştur, en önemlisi, arama, kurtarma, sağlık hizmetleri veren personel depremi yaşadığından görevlerini tam olarak yapamamıştır. Deprem bölgesine depremi yaşamamış insanlar gönderilmeli.

Denizlere dolgu yapmamalıyız. Denizlerin, depremlerde verdiğini geri aldığını da gördük.

Kocaeli Türkiye’nin en önemli sanayi şehri. 1999’da Türkiye’deki imalatın yüzde 13’ü Kocaelide yapılmaktaydı. İstanbul’dan sonra en yüksek vergi veren şehir de Kocaeli.

Tabii, TÜPRAŞ Kocaeli’nde -keşke bütün büyük şehirlerde de birer TÜPRAŞ olsaydı- bundan dolayı Kocaeli Büyükşehir Belediyesinin paylarında da bir yükselme oluyor. Ancak depremde TÜPRAŞ’ta bir yangın çıktı, inanın insanlar dağlara kaçtı. Depremden daha çok TÜPRAŞ’taki o yangın insanları korkuttu.

Kocaeli, Marmara depreminin ardından bütün Türkiye’de olduğu gibi bir de ekonomik depremi yaşadı. O günkü koalisyon hükûmetinin yaşattığı deprem, çok daha ağır oldu. Her gün bir skandalla uyanıyorduk. Göz göre göre bankaların içi boşaltılıyor; faiz, döviz, enflasyon almış başını gidiyor; yatırım yok, üretim yok, ihracat yok. 2000-2001 yıllarındaki ekonomik deprem bizi daha çok salladı, daha ağır hasarlar bıraktı.

Bir konunun altını çizmek istiyorum: Kocaeli, Türkiye’nin her bölgesinden insanların gelip yaşamış olduğu bir yer, bir sanayi kenti, çoğunlukla insanlar fabrikalarda çalışıyor. Fakat deprem olsun ekonomik krizler olsun, bunların sonunda bakıyoruz ki bir anda kiralık evler çoğalıyor. Çünkü, baba-oğul aynı evde yaşamaya başlıyor. Tasarruf olsun diye iki kardeş aynı evde yaşamaya başlıyor. Daha önceden fabrikadaki çalışan da almış olduğu maaşının bir kısmını Trabzon’daki, Erzurum’daki, Diyarbakır’daki, Bolu’daki, Edirne’deki akrabasına, yakınına gönderirken bu kriz dönemlerinden sonra işler tersine dönüyor. Otobüs şoförleri anlatıyor, Anadolu’dan gelenler; 20 yolcu varsa otobüste en az 3 ton yük var, çünkü fasulye, pirinç, buğday ne varsa, salça, turşu, oradaki yakınına yardım olarak gönderiyor. Hatta yakını olması da şart değil, komşun açken sen tok yatamazsın; bizim bu anlayışımızı, bu inancımızı yeterince anlayamayanlar, yardımlaşma duygularımızı kaybetmemizi sağlamak için gayret gösterenlerdir.

Değerli arkadaşlar, depremden sonra Kocaeli’de 9.602’si Dünya Bankası kredisi, 656’sı özel kişi ve kuruluşlar tarafından, 7.520’si de Bakanlıkça olmak üzere toplam 17.778 kalıcı konut, 2.364 de iş yeri yapılarak hak sahiplerine dağıtıldı.

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Türkiye'de bütünüyle planlanan belki de tek şehir. 50.000’lik çevre düzen planlarını, 25.000 binlik planlarını, 5.000’lik planlarını bitirdi, uygulama 1.000’lik planlarına geçildi ve bu planlamalarda gerekli jeofizik ve jeolojik etütler yapıldı, fay hatları ve deprem riski olan yerler imara kapatıldı. TÜBİTAK MAM ile ortak zemin sınıflaması ve sismik tehlike değerlendirme projesi yürütüldü. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı ile ortaklaşa olarak, Yerel Deprem Kayıt Ağı Sismolojik İzleme Merkezi kuruldu.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

EYÜP AYAR (Devamla) – Peki Başkan, teşekkür ediyorum.

Bununla, oluşacak depremlerdeki bina ve zemin davranışlarının kaydedilerek oluşacak hasarın önceden tespit edilebilmesi ve gerekli önlemlerin alınması amaçlandı.

Alınması gereken daha başka önlemleri araştırmak, belirlemek, olası depremlere hem kendimizi hem de binalarımızı hazırlamak amacıyla Meclis araştırması açılması için verdiğimiz önergeye desteğinizi bekliyoruz.

Sözlerimi bitirirken, depremde hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet diliyorum, siz değerli milletvekillerini tekrar saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ayar.

Meclis araştırması önergeleri üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, Meclis araştırması açılıp açılmaması hususunu oylarınıza sunacağım.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yeter sayısı istiyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Bakacağım.

Meclis araştırması açılmasını kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.

Birleşime beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati : 21.17

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 21.24

BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER : Harun TÜFEKCİ (Konya), Gülşen ORHAN (Van)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 46’ncı Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

Deprem konusunda Meclis araştırması açılıp açılmamasına ilişkin oylamada karar yeter sayısı bulunamamıştı.

Şimdi, tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.

Meclis araştırması açılmasını kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir, karar yeter sayısı vardır.

Meclis araştırmasını yapacak komisyonun 16 üyeden kurulmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Komisyonun çalışma süresinin başkan, başkan vekili, sözcü ve kâtip üyenin seçimi tarihinden başlamak üzere üç ay olmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Komisyonun gerektiğinde Ankara dışında da çalışabilmesi hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Alınan karar gereğince gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1’inci sırada yer alan Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ

1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)

BAŞKAN - Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2’nci sırada yer alan Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

3’üncü sırada yer alan Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Sayın Mustafa Elitaş ve Ankara Milletvekili Sayın Reha Denemeç’in Serbest Bölgeler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

3.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve Ankara Milletvekili Reha Denemeç’in; Serbest Bölgeler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/541) (S. Sayısı: 446)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

Alınan karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 13 Ocak 2010 Çarşamba günü saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati : 21.26