DÖNEM: 23 CİLT: 58 YASAMA YILI: 4
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
46’ncı
Birleşim
12 Ocak 2010 Salı
(Bu Tutanak
Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür
belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş
alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L
E R
I.- GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.- YOKLAMA
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI
1.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Ali Özpolat’ın, Yargıtaydaki boş üyelikler için seçim
yapılamamasına ilişkin gündem dışı konuşması ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in
cevabı
2.- Isparta
Milletvekili Haydar Kemal Kurt’un, Isparta ilinde tarım, hayvancılık ve
elmacılığın durumu ve ekonomiye etkilerine ilişkin gündem dışı konuşması
3.- Isparta
Milletvekili S. Nevzat Korkmaz’ın, Isparta ilindeki işsizlik sorununa ilişkin
gündem dışı konuşması
V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık ve 26 milletvekilinin, TEDAŞ ve EÜAŞ
özelleştirilmelerinin araştırılarak özelleştirilme uygulamalarında alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/505)
2.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut ve 20 milletvekilinin, çevrimiçi oyunların neden
olduğu sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/506)
3.- Gaziantep
Milletvekili Hasan Özdemir ve 21 milletvekilinin, Gaziantep’te sel felaketine
karşı alınacak önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/507)
4.- Kastamonu
Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve 20 milletvekilinin, tüketicilerin kredi kartı
ve bankacılık işlemlerinden kaynaklanan sorunlarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/508)
B) ÖNERGELER
1.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, (2/2) esas numaralı
Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/172)
VI.- ÖNERİLER
A) SİYASİ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ
1.- (10/325) esas
numaralı Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergenin ön görüşmelerinin
Genel Kurulun 12/1/2010 Salı günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP Grubu
önerisi
2.- (10/128,
10/272, 10/378) esas numaralı Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergelerin
ön görüşmelerinin Genel Kurulun 12/1/2010 Salı günkü birleşiminde birlikte
yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi
3.- Gündemdeki
sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine; Genel Kurulun,
12/1/2010 Salı günkü birleşiminde deprem ile ilgili Meclis araştırması
önergelerinin ön görüşmelerinin tamamlanmasından sonra gündemdeki kanun tasarı
ve tekliflerinin görüşülmesine; 13, 20, 27 Ocak 2010 Çarşamba günkü
birleşimlerinde sözlü soruların görüşülmemesi, 19 ve 26 Ocak 2010 Salı günkü birleşimlerde
ise 1 saat sözlü soruların görüşülmesinden sonra diğer denetim konularının
görüşülmeyerek gündemdeki kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine; 418 sıra
sayılı Kanun Tasarısı’nın İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak
bölümler halinde görüşülmesine ilişkin AK PARTİ Grubu önerisi
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Hatay
Milletvekili Abdülhadi Kahya’nın, İstanbul Milletvekili Bayram Ali Meral’in,
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
2.- İstanbul
Milletvekili Bayram Ali Meral’in, Hatay Milletvekili Abdülhadi Kahya’nın,
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
VIII.- SÖZLÜ SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, bir
okulda yaşanan bir olaya ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi
(6/661) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
2.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’ın
bazı ilçelerindeki sağlık personeli açığına ilişkin sözlü soru önergesi (6/989)
ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
3.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, Gaziantep Büyükşehir Belediyesince yaptırılan bir
merkeze ilişkin sözlü soru önergesi (6/1171) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
4.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, Erbaa Devlet Hastanesindeki uzman doktor
eksikliğine ilişkin sözlü soru önergesi (6/1182) ve Sağlık Bakanı Recep
Akdağ’ın cevabı
5.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, sosyal hizmet uzmanı istihdamına ilişkin sözlü
soru önergesi (6/1215) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
6.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Ağrı-Diyadin’deki sağlık ocaklarına ilişkin sözlü
soru önergesi (6/1218) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
7.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, bebek ölümleri meydana gelen bir hastanede
soruşturma açılmamasına ve memuriyetine son verilen bazı sendikacılara ilişkin
sözlü soru önergesi (6/1232) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
8.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, hastanelerdeki yanık ünitelerine ilişkin sözlü
soru önergesi (6/1250) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
9.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, hekim ihtiyacına ilişkin sözlü soru önergesi
(6/1252) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
10.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, sağlıktaki yabancı yatırımlara ilişkin sözlü soru
önergesi (6/1253) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
11.- Manisa
Milletvekili Mustafa Enöz’ün, sözleşmeli sağlık personeline kadro verilmesine
ilişkin sözlü soru önergesi (6/1261) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
12.- Bitlis
Milletvekili Mehmet Nezir Karabaş’ın, hematoloji ünitelerine ve uzmanlarına ilişkin
sözlü soru önergesi (6/1266) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
13.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Aksaray-Güzelyurt’taki yatırımlara ilişkin sözlü
soru önergesi (6/1269) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
14.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Aksaray Merkez’deki sağlık ocaklarına ilişkin sözlü
soru önergesi (6/1270) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
15.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Batman-Beşiri’deki sağlık ocaklarına ilişkin sözlü
soru önergesi (6/1305) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
16.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, deterjanların sağlığa etkilerine ilişkin sözlü
soru önergesi (6/1315) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
17.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, fizyoterapistlerin yetki ve sorumluluklarının
düzenlenmesine ilişkin sözlü soru önergesi (6/1347) ve Sağlık Bakanı Recep
Akdağ’ın cevabı
18.- Tekirdağ
Milletvekili Kemalettin Nalcı’nın, bir mahalleye sağlık ocağı yapılmasına
ilişkin sözlü soru önergesi (6/1382) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
19.- Gaziantep
Milletvekili Hasan Özdemir’in, Gaziantep’teki bazı sağlık verilerine ilişkin
sözlü soru önergesi (6/1402) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
20.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Bitlis-Adilcevaz’daki sağlık ocaklarına ilişkin
sözlü soru önergesi (6/1406) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
21.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, sözleşmeli sağlık personeline ilişkin sözlü soru
önergesi (6/1418) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
IX.- MECLİS ARAŞTIRMASI
A) ÖN GÖRÜŞMELER
1.- İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal ve 22 milletvekilinin, İstanbul’da depreme yönelik
çalışmaların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/60)
2.- Antalya
Milletvekili Tayfur Süner ve 26 milletvekilinin, deprem riskinin ve alınması
gereken önlemlerin araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/63)
3.- Bursa
Milletvekili İsmet Büyükataman ve 31 milletvekilinin, Bursa ve çevresinde
yaşanacak muhtemel bir deprem felaketine yönelik alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/99)
4.- Yalova
Milletvekili İlhan Evcin ve 20 milletvekilinin, deprem riskinin araştırılarak
deprem yönetiminde alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/242)
5.- Sakarya
Milletvekili Ayhan Sefer Üstün ve 23 milletvekilinin, deprem riskinin
araştırılarak deprem yönetiminde alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/243)
6.- İstanbul
Milletvekili Nusret Bayraktar ve 21 milletvekilinin, özellikle İstanbul ve
Marmara Bölgesindeki deprem riskinin araştırılarak deprem yönetiminde alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/244)
7.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel ve 19 milletvekilinin, deprem riskinin araştırılarak
deprem yönetiminde alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/245)
8.- İstanbul
Milletvekili Mithat Melen ve 22 milletvekilinin, başta İstanbul olmak üzere
ülkemizdeki deprem riskinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/246)
9.- İzmir
Milletvekili Oktay Vural ve 21 milletvekilinin, İzmir’deki deprem riskinin
araştırılarak deprem yönetiminde alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/254)
10.- Kocaeli
Milletvekili Muzaffer Baştopçu ve 30 milletvekilinin, ülkemizdeki deprem riskinin
araştırılarak deprem yönetiminde alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/256)
X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
1.- Türk Ticaret
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)
2.- Türk Borçlar
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)
3.- Adalet ve
Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve
Ankara Milletvekili Reha Denemeç’in; Serbest Bölgeler Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/541) (S.
Sayısı: 446)
XI.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, denetim ve yönetim kurullarında görevli
personele ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in
cevabı (7/10051)
2.- Bursa
Milletvekili Abdullah Özer’in, otomotiv sektöründe hurda indirimine gidilip
gidilmeyeceğine ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün’ün cevabı (7/11061)
3.- İzmir
Milletvekili Kamil Erdal Sipahi’nin, Varlık Barışı uygulamasına ilişkin sorusu
ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı
(7/11120)
4.- Zonguldak Milletvekili
Ali Koçal’ın, ilişiği kesilen TSK personelinin atanmasına ilişkin sorusu
ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı
(7/11122)
5.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, personel atamalarına ilişkin sorusu ve Millî
Savunma Bakanı M.Vecdi Gönül’ün cevabı (7/11161)
6.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Türkiye Kalkınma Bankası Yönetim Kurulu
üyelerinin ve personelinin ücretlerine,
Türkiye Kalkınma
Bankası Genel Müdürlük katındaki düzenlemelere,
Türkiye Kalkınma
Bankası yönetimine,
Türkiye Kalkınma
Bankasındaki personel yönetimine,
İlişkin soruları
ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın cevabı (7/11202),
(7/11203), (7/11263), (7/11266)
7.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, TMSF’ye devredilen bankalara ve TMSF’nin
faaliyetlerine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın cevabı (7/11264)
8.- Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, Düzce Valisi hakkındaki işlemlere ilişkin sorusu
ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın
cevabı (7/11284)
9.- Bursa
Milletvekili Abdullah Özer’in, çiftçilerin elektrik borçlarına ilişkin sorusu
ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı
(7/11301)
10.- Bursa
Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, oyuncak piyasasının denetimine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet
Zafer Çağlayan’ın cevabı (7/11339)
11.- Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse’nin, konut kredi geri ödemesini yapamayanların
durumuna ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali
Babacan’ın cevabı (7/11349)
12.- Burdur
Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın, Türkiye İş Kurumunun Burdur’daki
projelerine ilişkin sorusu ve Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in cevabı (7/11363)
13.- Isparta
Milletvekili Mevlüt Coşkuner’in, Türkiye İş Kurumunun Isparta’daki projelerine
ilişkin sorusu ve Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in cevabı (7/11366)
14.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, mısır ithalatına ve nişasta bazlı şeker piyasasına
ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı
Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı
(7/11369)
15.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Ulubat ve Gölyazı’da turizmin geliştirilmesine
ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/11402)
16.- Bursa
Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, fazla çalışmalar konusundaki bir düzenlemeye
ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet
Şimşek’in cevabı (7/11403)
17.- Yalova
Milletvekili Muharrem İnce’nin, özürlülerin eğitimlerindeki bir düzenleme
değişikliğine ilişkin sorusu ve Maliye
Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/11407)
18.- Tekirdağ
Milletvekili Kemalettin Nalcı’nın, elektrik faturasını ödeyemeyenlerin durumuna
ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet
Şimşek’in cevabı (7/11408)
19.- Balıkesir
Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, selden etkilenen bazı belediyelere aktarılacak
ödeneğe ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı
Mehmet Şimşek’in cevabı (7/11409)
20.- Tekirdağ
Milletvekili Kemalettin Nalcı’nın, Tekirdağ Çanakkale Şehitliği’nin
düzenlenmesine ilişkin sorusu ve Millî
Savunma Bakanı M.Vecdi Gönül’ün cevabı (7/11444)
21.-Zonguldak
Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, Zonguldak Merkez Çocuk Yuvasının
kapatılmasına,
- Tekirdağ
Milletvekili Kemalettin Nalcı’nın, bir hayırseverin Tekirdağ’daki sosyal hizmet
kuruluşlarına yaptığı yardımlara,
İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Selma Aliye
Kavaf’ın cevabı (7/11486), (7/11487)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu
saat 15.00’te açılarak üç oturum yaptı.
Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk, Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetim hakkı ve
yetkisine,
Aydın
Milletvekili Ertuğrul Kumcuoğlu, Sümela Manastırı’nın ayine açılmasına,
İstanbul
Milletvekili Esfender Korkmaz, asgari ücretin tespit şekli ve esaslarına,
İlişkin gündem
dışı birer konuşma yaptılar.
Mardin
Milletvekili Emine Ayna ve 19 milletvekilinin, pamuk üretiminde yaşanan
sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/501),
Mardin
Milletvekili Emine Ayna ve 19 milletvekilinin, Dersim olaylarının araştırılması
(10/502),
Mardin
Milletvekili Emine Ayna ve 19 milletvekilinin, Mersin’de kurulması planlanan
nükleer santralin muhtemel etkilerinin araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi (10/503),
İzmir
Milletvekili Kamil Erdal Sipahi ve 19 milletvekilinin, kara ve deniz
sınırlarının güvenliği konusundaki sorunların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi (10/504),
Amacıyla birer
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine
sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası
geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:
1’inci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),
2’nci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/499) (S. Sayısı: 321),
Görüşmeleri
komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.
3’üncü sırasında
bulunan ve görüşmelerine devam olunan Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve Ankara Milletvekili Reha
Denemeç’in, Serbest Bölgeler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun (2/541) (S. Sayısı: 446) 1’inci
maddesi kabul edildi; teklife geçici madde eklenmesine ilişkin önergeler
üzerinde bir süre görüşüldü.
Şırnak
Milletvekili Hasip Kaplan, Plan ve Bütçe Komisyonu Sözcüsü Tokat Milletvekili
Osman Demir’in, konuşmasındaki “Plan ve Bütçe Komisyonu raporunda komisyon
üyelikleri devam etmesine rağmen kendisinin ve arkadaşının isminin yer
almadığı.” ifadelerini yanlış yorumlayarak ciddi bir yanıltmada bulunduğuna,
Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, kendisiyle
ilgili sorduğu soruya,
İlişkin birer
açıklamada bulundular.
Tunceli
Milletvekili Kamer Genç, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın, şahsına
sataşması nedeniyle bir konuşma yaptı.
12 Ocak 2010 Salı
günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşime 19.01’de son verildi.
Şükran Güldal MUMCU
Başkan
Vekili
Bayram
ÖZÇELİK Yusuf
COŞKUN
Burdur Bingöl
Kâtip Üye Kâtip
Üye
No.: 56
II.- GELEN KÂĞITLAR
8 Ocak 2010 Cuma
Teklif
1.- Adalet ve
Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ’ın Anayasa
Değişikliklerinin Halkoyuna Sunulması Hakkındaki Kanunda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun Teklifi (2/566) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi:
7.1.2010)
No.: 57
11 Ocak 2010 Pazartesi
Tezkereler
1.- Şırnak
Milletvekili Hasip Kaplan’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/1041) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.1.2010)
2.- Mardin
Milletvekili Emine Ayna’nın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/1042) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.1.2010)
3.- Van
Milletvekili Özdal Üçer’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/1043) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.1.2010)
4.- Mardin
Milletvekili Emine Ayna’nın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/1044) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.1.2010)
5.- Şanlıurfa
Milletvekili İbrahim Binici’nin Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/1045) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.1.2010)
6.- Mardin
Milletvekili Emine Ayna’nın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/1046) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.1.2010)
7.- İstanbul
Milletvekili Sebahat Tuncel’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/1047) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.1.2010)
8.- Siirt
Milletvekili Osman Özçelik’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/1048) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.1.2010)
9.- Muş
Milletvekili M. Nuri Yaman’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/1049) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.1.2010)
10.- Mardin
Milletvekili Emine Ayna’nın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/1050) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.1.2010)
11.- Siirt
Milletvekili Osman Özçelik’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/1051) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.1.2010)
12.- Van
Milletvekili Fatma Kurtulan’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/1052) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.1.2010)
13.- Diyarbakır
Milletvekili Selahattin Demirtaş’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması
Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1053) (Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.1.2010)
14.- İstanbul
Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması
Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1054) (Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.1.2010)
15.- Hakkari
Milletvekili Hamit Geylani’nin Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/1055) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.1.2010)
16.- Van
Milletvekili Özdal Üçer, Iğdır Milletvekili Pervin Buldan, Hakkari Milletvekili
Hamit Geylani, Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır, Mardin Milletvekili Emine
Ayna ve Muş Milletvekili M. Nuri Yaman’ın Yasama Dokunulmazlıklarının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1056) (Anayasa ve Adalet
Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi:
6.1.2010)
17.- Iğdır
Milletvekili Pervin Buldan ve Hakkari Milletvekili Hamit Geylani’nin Yasama
Dokunulmazlıklarının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1057)
(Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 7.1.2010)
18.- Hakkari
Milletvekili Hamit Geylani’nin Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/1058) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 7.1.2010)
Süresi İçinde Cevaplanmayan Yazılı Soru Önergeleri
1.- Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, bir derneğin kamu yararına çalışma statüsüne
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/10045)
2.- İstanbul
Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Deniz Feneri Davasındaki adli yardım
taleplerine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/10049)
3.- Kırklareli
Milletvekili Turgut Dibek’in, bazı personele uygulanan yol parasına ilişkin
Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/10157)
4.- Mersin
Milletvekili İsa Gök’ün, Ergenekon Davasında görev alanların bir yemekte bir
araya gelmesine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/10158)
5.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, Ergenekon Davasındaki hakim ve savcılar ile
polislerin birbirleriyle ilişkilerine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru
önergesi (7/10159)
6.- Mersin
Milletvekili Behiç Çelik’in, hakim ve savcılar hakkındaki iletişim dinleme
kararlarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/10334)
7.- Mersin
Milletvekili Behiç Çelik’in, davaların uzun sürmesine ilişkin Adalet Bakanından
yazılı soru önergesi (7/10335)
8.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Deniz Feneri Davasına ve Almanya’nın adli
yardım talebine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/10336)
9.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, tutuklama ve tutukluluğun devamı kararlarına
ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/10337)
10.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, Adana Adli Tıp Kurumunun yeni bina ihtiyacına
ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/10341)
11.- İzmir
Milletvekili Recai Birgün’ün, güvenlik güçlerinin kelepçe ve diğer bedensel
hareketleri kısıtlayıcı araçları kullanımına ilişkin Adalet Bakanından yazılı
soru önergesi (7/10420)
12.- Antalya
Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, bürokrat olarak atanan bakan ve milletvekili
yakınları ile milletvekili adaylarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru
önergesi (7/10421)
No: 58
12 Ocak 2010 Salı
Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık ve 26 Milletvekilinin, TEDAŞ ve EÜAŞ
özelleştirilmelerinin araştırılarak özelleştirilme uygulamalarında alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve
105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/505) (Başkanlığa geliş tarihi: 18.11.2009)
2.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut ve 20 Milletvekilinin, çevrimiçi oyunların neden
olduğu sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/506) (Başkanlığa geliş
tarihi: 18.11.2009)
3.- Gaziantep
Milletvekili Hasan Özdemir ve 21 Milletvekilinin, Gaziantep’te sel felaketine
karşı alınacak önlemlerin araştırılması amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün
104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/507) (Başkanlığa geliş tarihi: 18.11.2009)
4.- Kastamonu
Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve 20 Milletvekilinin, tüketicilerin kredi kartı
ve bankacılık işlemlerinden kaynaklanan sorunlarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve
105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/508) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.11.2009)
12 Ocak 2010 Salı
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.04
BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Gülşen ORHAN (Van)
BAŞKAN – Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 46’ıncı Birleşimini açıyorum.
III.- Y O K L A M A
BAŞKAN -
Elektronik cihazla yoklama yapacağız.
Yoklama için üç
dakika süre vereceğim.
Sayın
milletvekillerinin oy düğmelerine basarak salonda bulunduklarını
bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen
milletvekillerinin salonda hazır bulunan teknik personelden yardım
istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise yoklama pusulalarını
görevli personel aracılığıyla üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Yoklama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Toplantı
yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden
önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk
söz, Yargıtaydaki hâkim atamaları hakkında söz isteyen İstanbul Milletvekili Sayın
Mehmet Ali Özpolat’a aittir.
Buyurun Sayın
Özpolat. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz beş
dakika.
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI
1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Özpolat’ın,
Yargıtaydaki boş üyelikler için seçim yapılamamasına ilişkin gündem dışı
konuşması ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı
MEHMET ALİ
ÖZPOLAT (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yargıtaydaki
atamalarla ilgili söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi bu vesileyle saygıyla
selamlıyorum.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Yargıtay seçim sorunu gündemdeki yerini koruyor. Boş
üyelikler için bir türlü seçim yapılamıyor. 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun
29’uncu maddesi Yargıtay üyelerinin seçimini düzenliyor. Anılan maddenin üçüncü
fıkrası, boş üyelik sayısı 10 olduğunda en geç iki ay içinde seçimin
yapılmasını emrediyor ancak gün itibarıyla bu sayı 34’ü bulduğu hâlde bu seçim
bir türlü yapılamıyor. Yüksek Seçim Kurulunun çalışmaları, Hâkimler ve Savcılar
Kurulunun çalışmaları kilitleniyor, Yargıtay çalışmıyor, davalara bakılamıyor,
böylece yurttaşlar zarar görüyor, bütün bir adalet sistemi felç oluyor. Bunu
kim yapıyor? Hükûmet. Ne adına yapıyor? İnat uğruna. Niye inat ediyor? Diğer
pek çok kurum gibi adalet sistemi de kendisinden yana olsun diye. Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kuruluna kendi üye seçmek istiyor. Yargıyı siyasetin insafına
terk ediyor.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bu inat ülkeye pahalıya mal oluyor. Yargının ağır iş
yükü Hükûmetin bu tavrı yüzünden iyice artıyor. Sayın Adalet Bakanı “Bir kurul
üyesi yurt dışında, isimler üzerinde inceleme yapıyoruz” diyor. İnsaf Sayın
Bakan, bu inceleme sekiz aydır mı yapılıyor! Ayrıca kamuoyunda herkes biliyor
ki siz bunlar üzerinde pazarlık yapıyorsunuz. Kamuoyu bunu bilecek kadar bu
işten haberdardır ve takipdardır. Seçilen üyenin nitelikleri yasada zaten
belirtilmiş. Kurula düşen, yasadaki niteliklere uyan isimleri süresi içinde
seçmektir. Dolayısıyla “inceleme sürüyor” açıklaması inandırıcı değildir. Yasa,
açık biçimde “iki ay içinde seç” diye emredici hüküm koymuş. Siz, bu yasayı
çiğniyorsunuz, adaletle oynuyorsunuz, adalet bekleyen yurttaşa eziyet
ediyorsunuz. Bu ülkedeki tüm kurumları kendi anlayışınıza uygun hâle getirmek
istiyorsunuz. Tüm çalışmalarınız buna hizmet ediyor. Başka ses, başka söz
istemiyorsunuz. Her alanda tek tip bir anlayış istiyorsunuz. Bunun adı
faşizmdir. Tüm suçlarınız içinde en ağırı, yargı bağımsızlığını ortadan
kaldırma girişiminizdir. Unutmayın ki yargı bağımsızlığına kasteden iktidarlar,
ülkenin varlığına ve bağımsızlığına da kastediyorlardır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; şu anda yapılan, anayasal görevi geciktirmektir, görev
ihmalidir, yargıya doğrudan müdahaledir; ülkeye, yurttaşa, yargıya
haksızlıktır. Yargıyı çalıştırmamak, devleti çalıştırmamaktır. Bu, somut bir
suçtur ve somut yaptırımları vardır.
Anayasa’mızın
“Yargı” başlığı altındaki 138’inci maddesi yasama ve yürütmenin uyması gereken
kuralları gösteriyor. Buna göre Türkiye Cumhuriyeti mahkemeleri bağımsız,
hâkimler ise teminatlı olmalıdır. Ancak yıllardır izlediğimiz manzara bunun tam
tersidir. Hükûmet yargıyı siyasallaştırmak konusunda ısrarcıdır. Yargıya üye
seçilememesi de bu ısrarın bir sonucudur. Bu vahim tablo Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulundan Adalet Bakanı ve Müsteşarının çıkartılması zorunluluğunu bir
kez daha bize göstermektedir. Buradan Hükûmeti ve Sayın Adalet Bakanını
kadrolaşma hırsından vazgeçmeye çağırıyoruz.
Bakınız, Yargıtay
Başkanı feryat ediyor “Ateş bacayı sardı.” diyor, “Yangın büyüyor çünkü yargı
tam bağımsız değildir.” diyor. Adaletin sağlanmasına ayak bağı olmayınız.
Bırakınız yargı işlesin. Yargıdan elinizi çekiniz. Yargıyı yargıya bırakınız.
Sayın Bakan, unutmayın ki kişiler gelip geçici, kurumlar kalıcıdır. Siz ve
Hükûmetiniz de gelip geçicisiniz. Bunu hatırlayarak yargıyı yıpratan tutumunuzu
terk ediniz.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
MEHMET ALİ
ÖZPOLAT (Devamla) – Türkiye Cumhuriyeti’nin çok değerli hukuk adamları, çok
değerli cumhuriyet savcıları vardır. Onlar görevlerini hukuka uygun biçimde
yapmaktadırlar. Hükûmet olarak sizin yapmanız gereken, hukuka ve hukukçuya
müdahaleden uzak durmak ve onların görevlerini yapmalarını sağlamaktır. Siz
onlara gölge etmeyin yeter.
Sayın Başbakan
bazı davaların savunuculuğuna soyunsa da, cumhuriyet savcılığı, hukuk fakültesi
mezunlarının belli sınavları başarıyla vererek ve yıllarca tozlu dosyaları
yutarak elde ettikleri değerli sıfatlardır. İnsanlar başbakan olabilirler ama
savcı olmak zordur. Bu nedenle, yargıya ve mensuplarına gerekli değeri
vermenizi; onları, işlerini yapma noktasında serbest bırakmanızı, onların
rollerine soyunmamanızı öneririz. Sizin göreviniz adalet hizmetinin aksayan
yanlarını gidermek ve sorunları çözmektir. Unutmayın ki iyi işleyen bağımsız
adalet bir gün size de lazım olur. Zannederim en çok da size lazım olacaktır.
Tüm hukuk camiası, adalet bekleyen tüm yurttaşlar fazlasıyla…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET ALİ
ÖZPOLAT (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Özpolat.
İktidar adına
Adalet Bakanı Sayın Sadullah Ergin.
Buyurun. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
İstanbul Milletvekilimiz
Sayın Mehmet Ali Özpolat’ın yapmış olduğu gündem dışı konuşmayla ilgili Hükûmet
adına beyanlarımızı ifade etmek üzere huzurlarınızda söz aldım.
Değerli
arkadaşlar, gerek Yargıtaya yapılması gereken üye seçimiyle ilgili gerekse de
“Türkiye nereye götürülmek isteniyor?”, “Türkiye’nin istikameti neresidir?”
gibi sorulara dönük olarak tespitlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. O da
şudur: Hükûmetimizin en önemli hedefi ülkemizin gelişmiş demokrasiler arasına
girmesi ve Avrupa Birliğine tam üye olabilmesidir. Bu hedefi gerçekleştirmenin
ön şartı Türkiye’nin Kopenhag Siyasi Kriterleri’ni yerine getirmesi olarak daha
önce belirlenmiş idi.
İnsan hakları,
demokrasi, hukukun üstünlüğü hususlarını temin amacıyla Anayasa’mızda ve
kanunlarımızda yapılan reformlarla Kopenhag Siyasi Kriterleri’ni yeterince
yerine getirdiğimiz tespitiyle 2005 yılında tam üyelik müzakere sürecini
başlatmış bulunmaktayız.
2005 yılında
açılan ve otuz beş başlık altında yürütülen müzakereler normal süreci
içerisinde devam etmektedir. 12 fasıl açılmış, bunlardan birinde ise
müzakereler tamamlanmıştır. Bu süreçte Başmüzakereci atanmış ve kurumsal bir
yapıya kavuşturulması amacıyla Avrupa Birliği Genel Sekreterliği Kanunu
çıkartılmıştır.
Yargının
tarafsızlığını ve bağımsızlığını güçlendirmek ve etkililiğini artırmak amacıyla
Bakanlığımızın doğrudan sorumlu olduğu “Yargı ve Temel Haklar” başlıklı 23’üncü
faslın açılış kriterlerinden olan yargı reformu stratejisi geniş bir katılım
ile hazırlanmıştır bu süreçte. Avrupa Komisyonunun Türkiye 2009 İlerleme
Raporu’nda yargı reformu stratejisi, hazırlanış biçimi ve içeriği açısından
müspet bir adım olarak değerlendirilmiştir.
Yargının ağır iş
yükünün sorumlusu AK PARTİ değildir. Yılların getirdiği sorunları Hükûmetimiz
çözmeye çalışmakta ve çözmektedir. İstinaf Mahkemeleri Kanunu bu dönemde
çıkarılmış ve bu mahkemelerin faaliyete geçirilmesi için tüm hazırlıklarımız
tamamlanmıştır. Nasip olursa 2010 yılı sonlarına doğru istinaf mahkemelerinin
devreye girmesiyle yüksek yargıda, özellikle Yargıtayımızdaki iş yükü önemli
ölçüde hafifleyecektir.
Gene, alternatif
uyuşmazlık çözüm yolları için Ara Buluculuk Kanunu Tasarısı Türkiye Büyük
Millet Meclisine sevk edilmiştir. Bu da bidayet mahkemelerinden başlamak üzere
yargıdaki iş yükünü azaltıcı fonksiyona sahip bir faaliyettir.
2002 yılından,
görevi devraldığımızdan bugüne kadar yargının sorunlarına çözüm bulmak adına
çok önemli çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmaları satır başlarıyla sizlerle
paylaşmak istiyorum.
Değerli
arkadaşlar, Türkiye’de kurulu bulunan tüm adliye binalarının 2002 tarihi
itibarıyla kapalı hizmet alanı tutarı 596 bin metrekare idi. Bugün, devam eden
inşaatlarla beraber, bu 2 milyon 500 bin metrekareye ulaşmaktadır. Yani bir
başka deyişle, 2002’de AK PARTİ iktidara geldiğinde mevcut olan adliye hizmet
binalarının tam 4 katı bir rakama ulaşmış bulunmaktadır bugün.
HÜSEYİN YILDIZ
(Antalya) – Başka bir seneyle karşılaştırsak olmuyor mu Sayın Bakan?
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan…
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Devamla) - Gene, 119 yeni hizmet binası bitirilmiş, 84 adet
bina ise yapım ve ihale aşamasındadır.
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Bakan Yargıtaydaki atamalarla
ilgili yanıt vermek için söz aldı ama Sayın Bakan inşaatlarla ilgili bilgi
veriyor!
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Devamla) – Onlara da geleceğim.
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – İnşaatlarla ilgili bizim bir sorunumuz yok.
AHMET KOCA
(Afyonkarahisar) – Sabret… Sabret…
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Devamla) - Sabrederseniz hepsine cevap vereceğim Sayın
Kılıçdaroğlu.
ÜNAL KACIR
(İstanbul) – Sistemin tamamını öğrenirseniz…
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Bana ne inşaattan!
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Mahkemelerdeki dosya sayısını söyle.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen…
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Devamla) – Müsaade ederseniz, ne konuşacağımıza biz karar
verelim.
Değerli
arkadaşlar, yargıda yangın mı var, yoksa bu yangın söndürülmeye mi çalışılıyor,
yargının sorunları giderilmeye mi çalışıyor, bunu izah ediyorum. Tam da gündem
dışı konuşma ve gündemdeki, gündeme getirilen sorunlara ilişkin beyanlardır
benim konuşmalarım. Yargının sorunları artmakta mıdır, azalmakta mıdır? Yangın
mı vardır, alev bacayı mı sarmaktadır, yoksa bacayı sarmış olan alev
söndürülmekte midir? Tam da bunları anlatıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
ALİ KOÇAL
(Zonguldak) – Bina yaparak mı?
TANSEL BARIŞ
(Kırklareli) – Sadede gel, sadede!
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Devamla) – 2002 yılında, masaüstü bilgisayar sayısı tüm
Türkiye’de, adliye binalarımızda 4.200 adet iken, bugün bu rakam 40.225 adede
çıkarılmıştır. Yani 9 kattan fazla bir artış yapılmıştır.
Gene, dizüstü
bilgisayar -hâkim ve savcılarımızın, adliyelerin kullanımında- 2002 yılında
sadece 55 adet iken, bugün 16 bin adede ulaşmıştır…
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya)
– Sayın Bakan, 2002’den başka sene yok mu bu memlekette? Mesela 2001…
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Devamla) – …yani tam 290 kat artırılmıştır bu miktar.
Gene, 2002
şartlarında, seçmen listelerinin arkası zabıt kâğıdı olarak kullanılırdı,
avukat arkadaşlarım bilecektir ama bugün, bütün bu işlemler bilgisayar
ortamında, modern yöntemlerle yapılabilmektedir.
Elektronik imza
yok idi, bugün yargıda 31.036 aktif elektronik imza kullanan yargı çalışanı
vardır.
“Elektronik
ortamda dava açma” diye bir kavram yok idi, bugün 11.305 avukatımız adliyeye
gitmeksizin, ofisinden, evinden, bulunduğu mekândan adliyede dava
açabilmektedir.
Lojman sayısı
7.048 iken, yüzde 37’lik bir artışla bugün 9.700’e ulaşmıştır.
Mahkemelerdeki
personel sayısı 20.255 iken bugün 30.437’ye ulaşmıştır ki artış oranı yüzde
50’dir. Bu artış oranı devam edecektir. 2010 yılında da personel alımlarımız
adalet komisyonları eliyle yapılmaya devam edecektir. Hâkim ve savcı sayımızda
yüzde 20’lik bir artış sağlanmıştır. Yabancı dil bilen hâkimlerimizin sayısı
tam 3’e katlanmıştır.
Bunun dışında,
Anayasa Mahkememizin hizmet binası tamamlanmış ve namına, şanına yakışır bir
mekâna kavuşmuştur. Danıştayımızın hizmet binası için ise geçtiğimiz günlerde,
haftalarda temel atılmış…
ALİ KOÇAL (Zonguldak)
– Sayın Bakan, Allah aşkına binaları bırak, konuşmaya cevap ver.
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Devamla) – …ve önümüzdeki beş yüz gün sonra inşallah
Danıştayımız da kendine yakışır bir hizmet mekânına kavuşacaktır.
Yargıtayımızın yeni hizmet binası için arsa tahsisi yapılmış, proje çalışmaları
şu anda bitirilmek üzeredir. 2010 yılı içerisinde o da ihale edilip inşaatına
başlanacaktır.
Bütün bunlardan
sonra “Türkiye nereye gidiyor?”, “Türkiye’yi nereye götürmek istiyorsunuz?”
sorularına karşı şunu ifade etmek istiyorum: Türkiye çağdaş demokrasiye doğru,
modern hukuk sistemine, kısaca Avrupa Birliğine tam üyeliğe doğru yol
almaktadır.
BİLGİN PAÇARIZ
(Edirne) – Atma! Atma!
BAYRAM ALİ MERAL
(İstanbul) – Rüya görüyorsun, rüya!
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, gene yapılan eleştiriler
içerisinde “Yürütme organı elini yargıdan çeksin. Yürütme ne karışıyor!” gibi
eleştiriler yapılıyor ya da “Ülkemizdeki kurumları kendi anlayışınıza göre
şekillendirmeye çalışıyorsunuz.” gibi eleştiriler yapılıyor. Biraz önce de
ifade ettim, AK PARTİ 2002’den bu yana yaptığı bütün çalışmalarda kriter
olarak, kendine hedef olarak koyduğu Avrupa Birliği kriterlerini almış,
Kopenhag Kriterleri’ni tahakkuk ettirmek için gayret sarf etmek durumunda.
MEHMET ALİ
ÖZPOLAT (İstanbul) – Avrupa Birliği kriterlerini bırak, Yargıtayın kriterlerine
bak!
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Devamla) – Şimdi, hâkimler, savcılar kurullarının Avrupa’daki,
Avrupa Birliği üyesi ülkelerdeki muadil kurulları nasıl oluşmuş, kısaca birkaç
cümleyle de ona değinmek istiyorum:
MEHMET ALİ
ÖZPOLAT (İstanbul) – Yargıtayda 2 milyon dosya var.
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Devamla) – Türkiye’de, malumunuz, 7 üyeli bir kurul var, Adalet
Bakanı Kurulun Başkanı, Müsteşar doğal üye, Yargıtaydan 3, Danıştaydan 2 üye
ile 7 kişiye tamamlanıyor.
Kara Avrupası’nda
bize en çok benzeyen ülkeler, İtalya, İspanya ve Fransa ve onun dışındakilere
bir göz atarsak:
İtalya’da 27
üyeli bir kurul var değerli arkadaşlar. Bu kurulda, 16 hâkim, savcı; ilk derece
mahkemesi hâkimleri tarafından doğrudan kurula seçilmekte. Onun dışında, 8 üye,
Parlamentonun beşte 3 çoğunluğuyla kurula seçilmekte. Devlet Başkanı kurulun
başkanı, yürütmenin başı kurulun başkanı, Yargıtay Başkanı ve Yargıtay
Başsavcısı da kurulun doğal üyesi. İtalya tablosu bu.
İspanya’da 21 üye
var kurulda. Yargıtay Başkanı kurulun başkanı. 12 hâkim şöyle seçiliyor: Bunlar
kürsüdeki hâkim, savcılar; 3 katı kadar hâkim, savcı seçiyor, 36 adet
belirliyor. Bu 36 tane seçilmiş olan aday hâkim ve savcı sayısı üçte 1’e düşürülüyor, 12’ye indiriliyor. Kim
indiriyor? Kongre ve Senato tarafından, parlamentolar tarafından üçte 1’e
indiriliyor. Onun dışında, gene 8 avukat ve hukukçu yani hâkim, savcı
sınıfından olan 8 üye de Kongre ve Senato tarafından doğrudan seçiliyor. Bu da
İspanya örneği.
Bir başka örnek
Fransa. Kurulun 18 üyesi var. Kurulun başkanı Cumhurbaşkanı, üye Adalet Bakanı.
12 hâkim, savcıyı kürsüdeki hâkim, savcılar direkt kurula seçiyorlar.
Danıştaydan 1 üye geliyor, 3 üyeyi de Cumhurbaşkanı 1 tane, Senato Başkanı 1
tane, Meclis Başkanı 1 tane olmak üzere seçkin vatandaşlar arasından 3 kişiyi
kurula üye seçiyorlar. Fransa örneği de bu.
Hemen kuzeye
doğru çıktıkça İsveç’te, tamamı hükûmet tarafından seçiliyor. Bir genel müdür
tarafından yönetiliyor kurul. Genel müdürü de hükûmet atıyor; üyelerini de
hâkim, savcı olan üyelerini de hükûmet atıyor. Kuzeye çıktıkça bizim
modelimizden daha uzaklaşılır ama ben sadece, Avrupa’da, dünyada bu iş nasıl,
böyle bir algı oluşsun diye bunları ifade ediyorum. Hollanda’da 5 üye var,
tamamı Adalet Bakanlığının önerisi üzerine Kraliyet tarafından belirleniyor.
Almanya’da eyalet adalet bakanlarından oluşturulan Hâkim Atama Komisyonu
tarafından belirleniyor. İngiltere’de de, benzer şekilde, yürütme organının
direkt müdahil olduğu bir yapı söz konusu.
Kısaca,
Türkiye’deki mevcut uygulamanın bir tek örneği yok kara Avrupası’nda. Biz
Avrupa Birliğine üye olma iddiasıyla müzakerelere başladık, 23’üncü fasıl
çerçevesinde bizim yapmamız gereken çalışmalar içerisinde yargı reformu da var
ve reformu yaparken, Kopenhag Siyasi Kriterleri, Venedik Komisyonu raporları,
Avrupa Konseyinin değerlendirmeleri, bütün bunları beraberce ve mukayeseli
örneklere bakarak düzenlemek durumundayız. Bu anlamda da hazırlamış olduğumuz
Yargı Reformu Strateji Belgesi aslında kurumlarımızın mutabakatıyla
hazırlanmıştır ilkeler bağlamında.
İSA GÖK (Mersin)
– Mutabakat?
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Devamla) – Eylem Planı Bakanlığa aittir ama Strateji Belgesi
mutabakat zaptına bağlanmıştır Sayın Gök.
İSA GÖK (Mersin)
– Hangi konularda vardır?
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Devamla) – Burada, genel ilkeler konusunda Strateji Belgesi’nin
tamamı… Şöyle ifade edeyim: “Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan Yargı
Reformu Strateji Taslağı’nda yer alan amaç ve hedefler yukarıda belirtilen
tarihlerde katılımcılar tarafından tartışılmış ve ilkeler bazında uygun
görülmüştür ancak taslağın geneline ve maddelerin içeriğinde yer alan
düzenlemelere ilişkin katılımcı kurumların farklı görüşleri kurum
temsilcilerince saklı tutulmuş olup düzenlemeler yapılırken bu görüşlerin her
aşamada kurumlar tarafından ayrıca dile getirileceği belirtilmiştir.”
İSA GÖK (Mersin)
– “İlkeler” dendi. İlkeler, yargı bağımsızlığı. Onun tanımı farklı işte.
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Devamla) – Hepsini söylüyoruz, hepsini söylüyoruz ve bu metni…
Kimler katılmış bu çalışmaya? Adalet Bakanlığımız, Anayasa Mahkememizin
temsilcisi, Yargıtayımızın temsilcisi, Danıştayımızın temsilcisi, YÖK’ün
temsilcisi, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, Millî Savunma
Bakanlığı, Türkiye Barolar Birliği, Türkiye Noterler Birliği, Türkiye Adalet
Akademisi. Yani yargının tüm paydaşları bu çalışmalara katılmış ve ilkeler
bazında mutabakat sağlanmıştır. Mutabakat sağlanan ilkelerden bir tanesi de
şudur değerli arkadaşlar: “Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun tarafsızlık,
objektiflik, şeffaflık ilkeleri temelinde, uluslararası belgeler ışığında,
geniş tabanlı temsil esasına göre yeniden yapılandırılması, kararlarına karşı
etkili bir itiraz sisteminin getirilmesi ve yargı yolunun açılması
hedeflenmiştir.” Şu son okuduğum paragraf üzerinde mutabakata varılan ilkeler
içerisinde mevcuttur. Dolayısıyla, bizim eylem planında yapmaya çalıştığımız
şey yargı paydaşlarıyla beraber ilke anlamında mutabık kaldığımız Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulunun daha geniş taban üzerine oturması, kararlarına karşı
yargı denetim yolunun açılması ve şeffaflık ve tarafsızlık ilkeleri
çerçevesinde yapılandırılması yönünde bir çalışmadır.
İSA GÖK (Mersin)
– Sayın Bakan, siz…
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Devamla) – Biz bu çalışmada şunları öngörüyoruz: HSYK’nın
bağımsız bütçe kullanmasını öngörüyoruz ki yargı paydaşları bunu da istiyor.
HSYK’nın müstakil bina kullanmasını öngörüyoruz. Hâkim ve savcıların disiplin
inceleme ve soruşturma işlemlerinin, teftiş faaliyetlerinin Kurula bağlanması
isteniyor. Biz bunu yapacağımızı öngörüyoruz.
İSA GÖK (Mersin)
– Sayın Bakan… Sayın Bakan… Bir saniye Sadullah Bey, o toplantıda…
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Devamla) – Gene
sekreterya hizmetlerinin Personel Genel Müdürlüğü çerçevesinde Kurula
bağlanmasını öngörüyoruz. Gene HSYK kararlarına karşı etkili bir başvuru
yöntemi kendi içinde birden fazla daire şeklinde oluşması ve dairelerin
kararlarına karşı genel kurulda itiraz yolunu açan bir yapıyı öngörüyoruz.
Bunun dışında Danıştay ve Yargıtayın seçeceği üyelerin doğrudan kendi genel
kurulları tarafından seçilmesini de öngörüyoruz. Bugünkü şartlarda bu üyeler 3
katı seçilip, Cumhurbaşkanına, üçte 1’e indirmek üzere sunulmaktadır.
Değerli arkadaşlar,
bizim taslakta öngördüğümüz yapının ana hatları bunlar.
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Bakan, taslak nerede?
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Devamla) – Geliyorum en son Yargıtaya üye seçtirilmemesi
noktasındaki eleştirilere: Bu konuya ilişkin olarak Adalet Bakanlığımızın 8
Ocak tarihinde bir basın açıklaması oldu, bundan dört gün önce. Bu iddialar
ortaya atıldığında Bakanlığımız bir açıklama yaptı ve bu ortaya atılan
iddiaların doğru olmadığını ifade etti. Boş üyelik sayıları 10’u bulduktan sonra
bu seçimin yapılması yasa gereği. Yargıtay Başkanlığı, bir yazıyla bunu
Bakanlığa iletiyor. Bakanlık da Kurul gündemini belirler iken Kurul üyeleriyle,
başkan vekiliyle istişare ederek bu haftaki Kurul çalışma programını şu şekilde
yapıyoruz diye istişare ederler. Bu istişareler esnasında Kurul üyelerimizin
şöyle bir talebi olmuştur: “Biz seçimlere yönelik hazırlıklarımızı
tamamlayamadık; onları yapalım, ondan sonra gündeme alırsınız.”
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Yazılı bir şey var mı, yazılı?
ADALET BAKANI SADULLAH
ERGİN (Devamla) – Biz bu açıklamayı 8 Ocakta yaptık, bugün 12 Ocak. Kurul
üyelerimiz, Başkan Vekilimiz beni teyit edecektir.
Değerli
arkadaşlar…
MEHMET ALİ
ÖZPOLAT (İstanbul) – Yargıtay Başkanı öyle söylemiyor ama!
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Devamla) – Bunları Yargıtay Başkanımızla da paylaştık.
Değerli
arkadaşlar, Kurul üyelerimiz bize 27 Aralık 2009 Pazar günü “Biz
çalışmalarımızı tamamladık.” demişlerdir ve “Artık seçime ilişkin işlemlere
başlayabiliriz.” denmiştir. Adalet Bakanlığının şu anda on iki-on üç günlük bu
talebin gelmesinden sonraki bir inceleme süreci vardır. Kurul üyeleri kendi
açısından çalışmalarını yapmış ve çalışmalarını ortaya koymuştur.
Bu noktada
Anayasa’mızın 159’uncu maddesi “Kurulun Başkanı, Adalet Bakanıdır. Adalet
Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabiî üyesidir.” hükmünü amirdir. Kurulun başkanı
ve tabii üyesinin hiçbir görüş beyan etmeden sadece diğer üyelerin taleplerini
onaylaması ya da muhalefet şerhi yazması bizden beklenmemelidir. Bu Kurulun
asıl üyeleri en az diğer üyeler kadar bu Kurulda seçimi yapılacak üyelerin
vasfına ilişkin, yeterliliğine ilişkin görüşlerini elbette Kurulla
paylaşacaklardır.
Kaldı ki değerli
dostlar, bu hükümler, hiçbiri 2002’den bu yana konulmuş hükümler değildir. 1982
Anayasası’nın 159’uncu maddesi o günden beri uygulanmıştır, uygulanmaktadır. AK
PARTİ, bu mevzuatın oluşumunda hiçbir müdahalede bulunmamıştır bugüne kadar.
Gene Kurul üyelerinin 2 Ocak…
İSA GÖK (Mersin)
– Ama şimdi dediniz, Kurul üyeleri kadar Bakan da karışacaktır takdirlere.
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Devamla) – Şunu söylüyorum: 7 adet Kurul üyesinin her biri bu
seçimde Anayasa tarafından görevli ve de sorumludur. Biz kendi görev ve
sorumluluğumuzun gereğini elbette yerine getireceğiz. Oradaki başkan ya da
müsteşarın görevi diğer 5 üyenin yaptığı çalışmaları onaylamak ya da bunları
muhalefet şerhine bağlamak değildir; burada müzakerelere katılmaktır, fikrini
söylemektir, varsa gördüğü bir eksikliği ifade etmektir.
İSA GÖK (Mersin)
– Zaten işin esası o cümlede gizli.
MEHMET ALİ
ÖZPOLAT (İstanbul) – Yani siz diyorsunuz ki: “Herkes bana tabi olacak.”
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Devamla) – Bir Kurulun çalışması bu şekilde olur. Aksi hâlde o
bir çalışma olmaz.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika
ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Devamla) – Hemen bitiriyorum Sayın Başkanım.
Nitekim bu
çalışmalar yapılıyor ve seçimin bir an önce tamamlanması noktasında gayretler,
hem Kuruldaki üye arkadaşlarımızın hem Bakanlıktaki çalışan arkadaşlarımızın
gayretleri devam ediyor. Şu anda Yargıtaya seçilme yeterliğine sahip 4.500
civarında hâkim-savcı var. Elbette ki bunların özlükleri, sicilleri, liyakat
durumları değerlendirilecektir.
MEHMET ALİ
ÖZPOLAT (İstanbul) – Sekiz aydır… Sekiz aydır…
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Devamla) – Kaldı ki 2 Ocak 2010 tarihinde Kurul üyemizin bir
tanesinin yurt dışına çıkmasını gerekçe göstererek onun dönüşü beklensin diye
Kurul üyelerimizin talebi vardır, şu anda beklenen süreç de o süreçtir.
Onun dışında
bizim genel itibarıyla yapmaya çalıştığımız şey, yargı reformu stratejisinde
ulaşmaya çalıştığımız nokta -mukayeseli örnekte olduğu gibi- Avrupa’da, üye
olmaya çalıştığımız Avrupa Birliğinde bu kurullar nasıl oluşturulmuş ise
Türkiye’deki kurulu da ona uyumlu hâle getirecek bir düzenleme çalışmasıdır
diğer tüm alanlarda olduğu gibi.
Ben Genel Kurula
saygıyla arz ediyor, selamlıyor, teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim.
Gündem dışı
ikinci söz Isparta ilinde tarım ve elmacılığın durumu ve ekonomiye etkileri
hakkında söz isteyen Isparta Milletvekili Sayın Haydar Kemal Kurt’a aittir.
Buyurun Sayın
Kurt. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
2.- Isparta Milletvekili Haydar Kemal Kurt’un, Isparta
ilinde tarım, hayvancılık ve elmacılığın durumu ve ekonomiye etkilerine ilişkin
gündem dışı konuşması
HAYDAR KEMAL KURT
(Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Isparta ekonomisinde tarım
ve elmacılığın durumu ve etkileri konusunda gündem dışı söz almış bulunmaktayım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Isparta
ekonomisinin lokomotif sektörü tarım ve hayvancılıktır. Yaklaşık 90 bin
kilometrekare yüz ölçüme sahip Isparta ilimizde 251 bin hektar alanda sulu ve
kuru tarım yapılmaktadır. Üretilen başlıca ürünlerimiz elma, kiraz ve güldür.
Gül, ilimizin
simgesi olmuş, dünya gül yağı ihtiyacının yüzde 65’ini Isparta ilimizdeki
üretimden karşılamaktayız. Kozmetik alanındaki gelişmeler sevindirici ve umut
verici boyuttadır.
18 bin hektarda
üretilen yaklaşık 534 bin ton elma, sağladığı gelirle bölge ekonomisi içinde
önemli bir yer tutmaktadır. Ülkemizin yıllık elma üretiminin 1/5’i ilimizde
üretilmektedir. Tamamı ise iç piyasada tüketilen elma üretimimizin yıllık yüzde
1,5’u ihraç edilebilmektedir. Görüldüğü gibi, elma ihracatımız yok denecek
kadar azdır. Son iki yıldır elma ihracatıyla ilgili ton başı 50 dolar olmak
üzere teşvik sağlanmıştır. Bu noktada da Hükûmetimize tüm çiftçilerimiz adına
teşekkürlerimi sunuyorum.
İç pazarda pazar
ve fiyat garantisi olmamakla beraber Isparta elması marka olmuştur. Bugünlerde
de Isparta Ticaret Borsası ve Isparta Ticaret Odası ile “Her Gün Bir Elma
Sağlığa İyi Gelir.” kampanyası başlatılmış, iç pazar canlandırılmak
istenmektedir.
Ülkemizde
üretilen elmanın yüzde 50’si birinci sınıf, yüzde 25’i ikinci sınıf, geri kalan
yüzde 25’i ise tasnif dışı elmadır. Tasnif dışı elma ise meyve suyu üretiminde
değerlendirilmekte olup bu meyve suyu genellikle yurt dışına ihraç
edilmektedir.
İlimizde 340 bin
ton kapasiteli 88 adet soğuk hava deposu bulunmakta olup tamamına yakını elma
depolamada kullanılmaktadır. Isparta, soğuk hava depolama kapasitesi bakımından
İstanbul’dan sonra Türkiye’mizde 2’nci sırada kapasiteye sahip ilimizdir.
Değerli
milletvekilleri, elma üretiminde bazı sorunlar da mevcut olup çözüm için azami
gayret gösterilmektedir. Bu sorunlarımıza kısaca değinmek istiyorum:
Tarım
arazilerimiz parçalı ve küçüktür. İlimizde elma bahçelerinin büyüklüğü ortalama
3,5-4 dekar boyutundadır. Bu durum elma üretim maliyetlerini yükseltmektedir.
Klasik üretim
yapılan bahçeler yüzde 90 civarında olup üretim maliyetleri de bu anlamda
olumsuz etkilenmektedir.
Bitki besleme ve
sulamamız yetersizdir, hasat kayıpları
ise yüzde 35 civarındadır.
Bu sorunları
çözmek için arazi toplulaştırma çalışmalarına hız vermekteyiz. Böylece üretim
geniş alanlarda yapılarak maliyetler düşürülecektir.
Dünya
piyasalarında geçerli elma türleri araştırılarak bu cinslerin ülkemizde üretimi
cihetine gidilmektedir. Dünya standartlarına uygun ambalaj boyutları ve
tiplerinin uygulamasına ise bölgemizde hızla geçilmektedir.
Elma tarımında
erken uyarı sistemi yaygınlaştırılarak toplam ilaç kullanımının azaltılması
hedeflenmektedir; elma üretiminde ilk sırayı alan ilimizde, dünyanın birçok
yerinde, değişik ürünlerde başarıyla uygulamaya sokulmuştur.
Bu anlamda
üretimin değerlendirilmesi noktasında borsa sisteminin de gerçekleştirilmesi
şarttır.
Üretici ve üst
birlikler ile kooperatifçiliğin teşviki yapılarak girdilerin ucuza temininin
sağlanması gibi tedbirler öncelikli olarak yapılmalıdır.
Üretimle ilgili
piyasada oluşan talep karşılanmakla birlikte yukarıda açıklanan tedbirler, daha
kaliteli ürün sunumunu sağlayacaktır fakat asıl problem yurt dışı pazarlara
ürünümüzün ulaştırılması çalışmalarının yapılmasıdır.
Elma
üretimimizin…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
HAYDAR KEMAL KURT
(Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Elma, ülkemizin
her yerinde yetişebilen bir meyvedir. Arz talep dengesinin oluşumu için gerekirse
üretim sahalarında sınırlandırılma yapılması gerekmektedir. Elmacılıkla uğraşan
küçük üreticilerin birlikteliklerini teşvik edici, böylece pazar gücü ve
pazarlama olanaklarını artırıcı tedbirlerin öne alınması, öne çıkarılması
şarttır. Bu anlamda, üretim ve satışı arz noktasına kadar Hükûmetimiz ve Tarım
Bakanlığı tarafından sağlanan destekler kullanılabilmekte fakat satış ve
pazarlama aşamasında çiftçimiz bu destekleri kullanamamaktadır.
Ben sözlerime son
verirken, başlatmış oldukları bu kampanya ile çiftçimize destek veren başta
Ticaret Odası Başkanı Hasan Hüseyin Kaçıkoç ve Oda yöneticilerimiz ile Isparta
Ticaret Borsası Başkanımız Ahmet Adar ve yöneticilerine teşekkür ediyorum
huzurlarınızda.
Dile getirmiş
olduğumuz bu sorun inanıyorum ki tüm Türkiye’deki elma üreticilerinin adına
olmuştur diyerek sözlerimi tamamlıyorum, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Kurt.
Gündem dışı
üçüncü söz Isparta ilindeki işsizlik sorunu hakkında söz isteyen Isparta
Milletvekili Sayın Süleyman Nevzat Korkmaz’a aittir.
Buyurun Sayın
Korkmaz. (MHP sıralarından alkışlar)
3.- Isparta Milletvekili S. Nevzat Korkmaz’ın, Isparta
ilindeki işsizlik sorununa ilişkin gündem dışı konuşması
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın başında Isparta
Ticaret Odası ve Borsasının elma üreticilerini desteklemek üzere başlattığı
“Günde Bir Elma” kampanyasını desteklediğimi ifade ediyor, bu meyvenin her
şeyden fazla desteklenmeyi hak ettiğini düşünüyor, Tarım Bakanlığını gerçekten
zor günler geçiren elma üreticilerinin sorunlarının aşılmasında göreve davet
ediyorum. Ayrıca, Ticaret Odamıza ve Borsamıza da kampanyadan ötürü
teşekkürlerimi sunuyorum.
Değerli
milletvekilleri, AKP’nin ekonomi kurmayları, rakamlarla oynayarak küçük bir
havuzu okyanus gibi göstermek, kocaman bir fili pire boyunda tarif etmek
hususunda pek mahirdirler. Hükûmet, krizi ve etkilerini bir damla, ocakları
söndüren işsizliği de yokmuş gibi kamuoyuna sunmaktadır. Sayın Başbakan,
Türkiye ekonomisinin çok güçlü olduğunu bu krizden en az düzeyde etkilendiğini,
etkileneceğini ifade etmişti. TÜİK, OECD, Dünya Bankası raporları açıklanınca
takke düşmüş kel görünmüştür. TÜİK’in temmuz ayında yayımladığı hane halkı iş
gücü araştırmasına göre işsizlik oranı yüzde 13,6’dır. Resmî kayıtlara göre
işsiz sayısı bir yılda yaklaşık 1 milyon kişi artmıştır, kayıtlı işsiz sayısı 3
milyon 267 bin kişiye yükselmiştir; iş bulma ümidini yitirmiş 2 milyon 252 bin
kişiyi de buna eklersek -ki, gerçek işsiz sayısını buluruz- toplam 5,5 milyona
ulaşmaktadır yani yüzde 26,4’tür bu oran. Bu rakamlar temmuz ayının rakamları,
turizm ve tarım sektörlerinde en çok işçinin istihdam edildiği bir dönem. Yıl
sonunda bu sektörlerde çalışan geçici işçiler de işten çıkarılmış, maalesef, bu
rakamlar daha da büyümüştür. OECD’nin raporuna göre işsizlik oranında dünyada
ikinci, gelir dağılımında sondan birinciyiz. İşte sizin eseriniz Sayın
Başbakan.
Genç nüfustaki
işsizlik oranı yüzde 23,2’ye yükselmiştir. Bu oran geçen yılın aynı döneminde
yüzde 16,9 idi. Hep övünüyoruz “Genç nüfus bizim en büyük zenginliğimiz.” diye.
Maalesef, övündüğümüz her 4 gençten 1 tanesi işsiz. Sayın Başbakan diyor ki:
“Her üniversite mezununa iş bulmak zorunda değiliz.”
Değerli
arkadaşlar, dünyada ülkesindeki işsizlikten kendisini mesul hissetmeyen bir
başbakan duydunuz mu? Bizde var. “Benim işim değil.” Peki, kimin işi? Çalık’a
ihale kovalamak senin işin de üniversite mezunu gençlerin iş meselesi seni niye
ilgilendirmiyor? Bir taraftan da “Üniversitesiz il bırakmadık.” diye
övünüyorsun. O kadar bina, o kadar yatırım gençleri oyalamak için miydi?
“Türkiye
ekonomisi büyüyor.” diyorsunuz. Bu büyümeden nüfusun yüzde 90’ını oluşturan
işçilerin, memurların, emeklilerin, çiftçilerin, esnaf ve sanatkârların neden
haberi yok? Neden istihdam artmıyor? Neden insanlarımız bir önceki günü mumla
arıyor? İtiraf etmeseniz de üretmeyen, yenilerini yapmak yerine mevcudu satıp
yiyen, yüksek faiz düşük kurcu ekonomi anlayışınız iflasa doğru gidiyor.
Oğullarınız, yani dünkü çocuklar mısır ithalatçısı, gemi sahibi; damatlarınız
TOKİ müteahhidi, medya grubunun genel müdürü. Haklısınız, ekonomik kriz sizi
etkilemez, hatta birileri battıkça mahdumlarınız zenginleşiyor. Isparta’daki
Ahmet Ağa’yı, Yalvaç’taki memur Ali’yi, Eğirdir’deki esnaf Ziya’yı,
Senirkent’teki çiftçi Osman’ı bitirmiş ekonomi politikalarınız.
Ekonomik krizden
nasibini almayan il yok, Isparta da bunların başında geliyor. Uyguladığınız
yanlış teşvik sisteminden dolayı Isparta Organize Sanayinin üçte 2’si boşalmış,
çalışan işçiler kendilerini sokakta bulmuşlar. Girdilerin pahalanması ve ucuz,
kalitesiz Uzak Doğu malları yüzünden Isparta tekstil sanayisi ve sürekli
övündüğünüz TOKİ yüzünden inşaat sanayisi çökmüş, yaklaşık 4 bin kişi işsiz
kalmış; Kamgarn, Kotex, Sümer Halı kapanmış ya da kapatılmış; Afyon’daki
teşvikten dolayı Üçtuğ Afyon’a taşınmış, Isparta Mensucat ayakta kalma
mücadelesi veriyor.
Değerli
milletvekilleri, Aralık ayı rakamını veriyorum: Isparta’da İŞKUR’a kayıtlı
işsiz sayısı 10.209. Bu rakam 2005’te 5.352 idi. AKP’nin Isparta ekonomisine
verdiği zarar ortada, ayrıca bir söze gerek var mı? Kalkınma ve refah bunun
neresinde değerli milletvekilleri?
Toplam işsiz
sayısının 5.720’si 15 ila 29 yaş aralığında. Isparta’da gençler “Ne iş olsa
yaparım.” demesine rağmen iş bulamamaktadırlar. Üniversiteden yeni mezun
gençlerin vasıfsız işlere talip olduğunu görmek insanın yüreğini yakmaktadır.
Sizlere şöyle bir rakam verirsem meramımı daha iyi anlatmış olurum.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
S. NEVZAT KORKMAZ
(Devamla) – Teşekkür ederim Başkanım.
Isparta
Belediyesine 80 kişi alınacağı söyleniyor, başvuru sayısı 14.680. Bir boş
kadroya 183 kişi başvuruyor. Yazık değil mi bu insanlara? AKP Hükûmeti üretime,
bacası tüten fabrikalara, işlenen tarım alanlarına karşı hep mesafeli.
Üretme, sadece
tüket; elde avuçta ne var ne yok hepsini sat mantığıyla ekonomi yürütülmez.
Yabancı sermaye gelsin, istihdam, üretim düşünmesin, piyasadaki sıcak parayı
toplasın gitsin mantığıyla ekonomi yönetilmez. Benim eşim dostum köşe olsun,
gerisi de ne olursa olsun mantığıyla ülke yönetilmez.
Gündem cambazlığı
yaparak halkın gerçek gündemi olan işsizliği, fukaralığı daha ne kadar gözden
kaçıracaksınız?
Hükûmet bir an
evvel tribünlere oynamaktan vazgeçip tüm ülkede olduğu gibi Isparta’daki
işsizliği aşma konusunda da tedbirler üretmeli, milletimizin yoksulluğuna çare
bulmalıdır diyor, yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Korkmaz.
Gündeme
geçiyoruz.
Başkanlığın Genel
Kurula sunuşları vardır.
Meclis
araştırması açılmasına ilişkin dört önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:
V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1.- Kütahya Milletvekili Alim Işık ve 26 milletvekilinin,
TEDAŞ ve EÜAŞ özelleştirilmelerinin araştırılarak özelleştirilme
uygulamalarında alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/505)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Ülkemizde
gerçekleştirilen TEDAŞ ve EÜAŞ özelleştirmeleriyle ilgili olarak aşağıda
belirtilen gerekçelerle Anayasamızın 98'inci, Türkiye Büyük Millet Meclisi İç
Tüzüğü'nün 104'üncü ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis Araştırması
açılmasını arz ve teklif ederiz. 18.11.2009
1) Alim Işık (Kütahya)
2) Mehmet Şandır (Mersin)
3) Hasan Çalış (Karaman)
4) Hakan Coşkun (Osmaniye)
5) Hasan Özdemir (Gaziantep)
6) Sabahattin Çakmakoğlu (Kayseri)
7) Süleyman Nevzat Korkmaz (Isparta)
8) Beytullah Asil (Eskişehir)
9) Abdülkadir Akcan (Afyonkarahisar)
10) Ahmet Kenan Tanrıkulu (İzmir)
11) Durmuşali Torlak (İstanbul)
12) Kamil Erdal Sipahi (İzmir)
13) Rıdvan Yalçın (Ordu)
14) Hüseyin Yıldız (Antalya)
15) Akif Akkuş (Mersin)
16) Cumali Durmuş (Kocaeli)
17) Murat Özkan (Giresun)
18) Reşat Doğru (Tokat)
19) Kadir Ural (Mersin)
20) Necati Özensoy (Bursa)
21) Zeki Ertugay (Erzurum)
22) Muharrem Varlı (Adana)
23) Bekir Aksoy (Ankara)
24) İsmet Büyükataman (Bursa)
25) Erkan Akçay (Manisa)
26) Recep Taner (Aydın)
27) İzzettin Yılmaz (Hatay)
Gerekçe
Bilindiği gibi
ülkemizde elektrik dağıtımını yapan Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş. (TEDAŞ) ve
sahibi olduğu dağıtım şirketleri, elektriğin dağıtımı yanında elektriğin
tüketicilere perakende satışıyla ve tüketicilere satış hizmeti verilmesiyle
iştigal eden Türk hukukuna göre kurulmuş, anonim şirket statüsündeki iktisadi
devlet teşekkülleridir.
TEDAŞ ülkemizde
elektrik enerjisinin dağıtımını yapan en önemli kuruluş olup Özelleştirme
İdaresi başkanlığı (ÖİB) verilerine göre 2008 yılında, 134 milyar kWh enerji satmış
ve bu satış karşılığında 12 milyar TL net gelir elde etmiştir. Kurumda 2009
yılı itibariyle 22 000'den fazla kişi istihdam edilmiştir. Bu istihdama,
TEDAŞ'ın iş yaptığı taşeronlarda çalışan personel dâhil değildir.
TEDAŞ;
varlıkların verimli işletilmesi, maliyetlerin düşürülmesi, elektrik enerjisi
arz güvenliğinin sağlanması ve arz kalitesinin artırılması, kayıp/kaçak
oranının azaltılması, yenileme ve genişleme yatırımlarının özel sektör
tarafından yapılması vb. gibi gerekçelerle 02.04.2004 tarih ve 2004/22 sayılı
ÖYK Kararı ile özelleştirme kapsamına alınmıştır. Ancak, AKP hükümetleri
tarafından izlenen özelleştirme stratejisi başlangıçta belirlenen hedeflere
ulaşmayı engellemektedir. Örneğin, kayıp ve kaçak oranlarının çok yüksek olduğu
Dicle EDAŞ, Van Gölü EDAŞ vb. gibi dağıtım bölgelerinde beklenen tahsilâtlar
yapılamamakta, buralardaki kayıplar diğer illerden elde edilen gelirle
karşılanmaktadır. Dolayısıyla, özelleştirmeye devletin zarar ettiği bölgelerden
başlanarak yükten kurtarılması yerine gelirin en çok elde edildiği bölgelerden
olan; Başkent Elektrik Dağıtım A.Ş. (BAŞKENT), İstanbul Anadolu Yakası Elektrik
Dağıtım A.Ş. (AYEDAŞ), Sakarya Elektrik Dağıtım A.Ş. (SEDAŞ) ile başlanması
yukarıda belirtilen amaçlardan uzaklaşıldığını göstermektedir. İzlenen mevcut
uygulamayla, TEDAŞ'ın en kârlı bölgeleri özelleştirilirken sorunlu bölgeler
devlete ve vatandaşın sırtına yük olmaya devam etmektedir.
Diğer yandan son
dönemde yapılan özelleştirmelerden bazılarının AKP iktidarına yakınlığıyla
bilinen şirketlere verilmiş olması, önceki ihale süreçlerinde yaşanan bazı
olumsuzlukları ve kayırmaları tekrar gündeme getirmiştir.
06.11.2009
tarihinde yapılan Yeşilırmak EDAŞ özelleştirmesi ise gene iktidara yakınlığı
ile bilinen Çalık Grubu üzerinde kalmıştır. Burada devir teslim işlemleri ÖYK
onayını beklemektedir.
Kasım-2009
itibariyle Başkent EDAŞ, Sakarya EDAŞ ve Meram EDAŞ özelleştirilmiştir.
Denizli, Aydın ve Muğla illerinden oluşan Menderes EDAŞ'ın işletme hakları
91/2325 sayılı Bakanlar Kurulu kararı gereği, 15 Ağustos 2008 tarihinde Aydem
Elektrik Dağıtım A.Ş.'ye devredilmiştir. Ayrıca Çoruh, Osmangazi ve Yeşilırmak
EDAŞ'ın özelleştirilmesi için de teklifler alınmıştır. Bu bölgelerin
özelleştirme işlemleri de ÖYK tarafından onay beklemektedir.
ÖİB web sitesinde
son olarak "yatırımcılara davet" başlığı altında Çamlıbel EDAŞ, Fırat
EDAŞ, Uludağ EDAŞ ve Vangölü EDAŞ'ın özelleştirilmesi hakkında ihale ilanı
yayımlanmıştır.
Hükümet, dağıtım
bölgelerinin yanında ülkenin en büyük elektrik üretim şirketi olan EÜAŞ'ı da
özelleştirmek istemektedir. Bu konuyla ilgili olarak ÖİB Basın ve Halkla
İlişkiler Daire Başkanlığı tarafından yapılan 25.09.09 tarihli basın
açıklamasında "Elektrik Üretim Anonim Şirketi ve/veya müessese, bağlı
ortaklık, iştirak, işletme, işletme birimleri ve bunlara ait varlıkların
birlikte veya ayrı ayrı özelleştirilme çalışmalarında; idareye yardımcı olmak
üzere danışmanlık ihalesi açılmış olup ihaleyi Citi Group/OYAK Yatırım/Master
Danışmanlık/SOCOIN Konsorsiyumu kazanmıştır." ibareleri yer almaktadır.
Ancak, bu konsorsiyumun kaç aday arasından hangi kriterler bazında
değerlendirilerek seçildiği, ne zaman kurulduğu, ortaklık yapısının ne olduğu,
daha önce yurt dışında hangi elektrik üretim özelleştirme çalışmalarına
katıldığı bilinmemektedir. Bu durum da kamuoyunda endişeye sebep olmuştur.
Yukarıda
belirtilen nedenlerle, TEDAŞ'ın kalan varlıklarının ve EÜAŞ'ın değerlerinin
altında satılmasının ve kamuoyunda rahatsızlıklara yol açan uygulamaların
engellenerek özelleştirme uygulamalarında alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla belirtilen konuda bir meclis araştırmasının yapılmasında
yarar görülmektedir.
2.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut ve 20 milletvekilinin,
çevrimiçi oyunların neden olduğu sorunların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/506)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Ülkemizde de
özellikle çocuklarımız ve gençlerimiz tarafından kontrolsüz ve yoğun şekilde
oynanan "online oyunların" neden olduğu kayıt dışı sanal ticaretin
tespiti, ayrıca çocuklarımız ve gençlerimiz üzerinde yarattığı etkilerin
araştırılarak tespit edilmesi ve bunların olumsuz etkilerini önlemek amacıyla
Anayasanın 98. Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğün 104. ve 105. maddeleri gereğince
Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz.
1) Yılmaz Tankut (Adana)
2) Oktay Vural (İzmir)
3) Mehmet Şandır (Mersin)
4) Hakan Coşkun (Osmaniye)
5) Atila Kaya (İstanbul)
6) Mehmet Ekici (Yozgat)
7) Mehmet Akif Paksoy (Kahramanmaraş)
8) Mithat Melen (İstanbul)
9) Süleyman Turan Çirkin (Hatay)
10) Murat Özkan (Giresun)
11) Ahmet Kenan Tanrıkulu (İzmir)
12) Ertuğrul Kumcuoğlu (Aydın)
13) Abdülkadir Akcan (Afyonkarahisar)
14) Mustafa Kalaycı (Konya)
15) Mustafa Enöz (Manisa)
16) Ahmet Deniz Bölükbaşı (Ankara)
17) Reşat Doğru (Tokat)
18) Mustafa Kemal Cengiz (Çanakkale)
19) Süleyman Lâtif Yunusoğlu (Trabzon)
20) Muharrem Varlı (Adana)
21) İzzettin Yılmaz (Hatay)
Gerekçe:
İnternet
üzerinden oynanan online oyun sektörü, bütün dünyada önlenemez bir şekilde
büyümektedir. Oyunların çoğunluğu ücretsiz üyelik sistemi ile ücretsiz olarak
oynanabilmekte fakat aşırı şiddet içeren bu oyunlar içinde, kahramanların daha
başarılı olması veya seviye (level) atlayabilmek için ve kahramanın silah
sahibi olması için para ödenebilmektedir. Bu işlemler sonucu oluşan kayıt dışı
sanal ticaretin ülkemizde yılda 1 milyar $'ın üstünde bir meblağa sahip olduğu
tahmin edilmektedir.
İnternet
üzerinden oynanan oyunlar arasında en popüler olanlar Metin2, Kinght Online,
Silkroad Online, Cabal, Ogame, Karahan ve World of Warcraft vb. olup, çocuklar
ve gençler arasında büyük bir rağbet gören bu oyunları oynayanların,
kahramanlarını satışa çıkartması, sanal âlemde kayıt dışı olarak büyük bir
sanal ticaretin yaşanmasına neden olmaktadır. Online olarak oynanan internet
oyunlarının sadece ülkemizde 2 milyonun üzerinde kullanıcısı olması ve bu
oyunların dünya genelindeki yıllık cirosunun 55 milyar dolara ulaştığının
tahmin edildiği göz önüne alındığında, bu sektörün büyüklüğü daha iyi
anlaşılabilmektedir.
Oyunlarda seviye
(level) atlanması yani bir üst aşamaya geçebilmek için oyuncunun ya internet
üzerinden belli bir ücret ödemesi, ya da internet başında saatlerce vaktini
harcaması gerekmektedir. Dolayısıyla bu tür oyunları oynayanlar, 6 ay veya 1
yıl sonra süper bir kahraman sahibi olabilmekte ama daha kısa sürede buna sahip
olmak isteyenler ise süper kahraman satın almak zorunda kalmaktadırlar.
Bu konulardan
haberdar pek çok internet korsanı (hacker) süper kahramanı sahibi olan
oyuncuların şifresini kırarak, süper kahramanını çalarak, yine internet
üzeriden belirli bir ücrete arzu edenlere satmaktadırlar. Ya da bu kahramanlara
sahip olmak için her türlü yolu kullanmakta ve şiddeti gösterebilmektedirler.
Bu kayıt dışı sanal ticaretin vergilendirilememesi veya paraların yurt dışına
gitmesi sorunundan daha da önemlisi çocuklarımız ve gençlerimiz üzerinde
yarattığı olumsuz etkilerdir.
Bu tür online
oyunlar sadece çocuklar tarafından değil, gençler ve yetişkinler arasında da
çok yaygın olarak oynanmakta olup, ev veya internet kafelerde oynanan bu tür
oyunların özellikle ilköğretim çağındaki çocukların psikolojilerini ve sosyal
yaşamlarını olumsuz yönde etkilemektedir. Çocukların online oyunlar nedeniyle
saatlerce bilgisayar başında kalması sonucu; eğitimleri aksamakta, kendilerini
derslerine verememekte, sağlıksız büyüyerek ve sosyalleşmeden uzak, çeşitli
sağlık sorunları ile de karşı karşıya kalabilmektedir. Evlerinde bilgisayarı
veya internet bağlantısı olmayan çocuklar ve gençler, çocuklara yasak olmasına
rağmen, yeterli denetim yapılmadığından dolayı, bu oyunları oynamak için
internet kafelere gitmek zorunda kalmaktadırlar.
Erzurum'da internet
üzerinden online olarak oynanan Metin2 adlı oyunu çok iyi bildiği için
kaçırıldığı öne sürülen ve daha sonra vahşice öldürülmüş olarak cesedi bulunan
12 yaşındaki Musa Kang'ın başına gelenler, bu konuda başka çocukların ve
gençlerin yok olmasının önüne geçilmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Netice olarak;
Yukarıda
anlatılmaya çalışılan gerçekler çerçevesinde; "online oyunların"
neden olduğu kayıt dışı sanal ticaretin tespiti, ayrıca çocuklarımız ve
gençlerimiz üzerinde yarattığı etkilerin araştırılarak tespit edilmesi ve
bunların olumsuz etkilerini önlemek amacıyla Meclis Araştırma Komisyonu
kurulmasını arz ederiz.
3.- Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir ve 21
milletvekilinin, Gaziantep’te sel felaketine karşı alınacak önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/507)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Kış aylarının
gelmesiyle ülkemizde özellikle kent merkezlerinde yaşanan sel felaketlerinin
neden olduğu can ve mal kaybının ciddi boyutlara ulaşması nedeniyle Gaziantep
ilimizin de başta dere yataklarında yapılan inşaatlar olmak üzere altyapı
sorunlarının araştırılarak alınacak önlemlerin tespit edilmesi amacıyla
Anayasanın 98'inci ve TBMM içtüzüğünün 104'üncü ve 105'inci maddeleri gereğince
Meclis Araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.
Saygılarımızla.
1) Hasan Özdemir (Gaziantep)
2) Oktay Vural (İzmir)
3) Mehmet Ekici (Yozgat)
4) D. Ali Torlak (İstanbul)
5) Ahmet Kenan Tanrıkulu (İzmir)
6) Kemalettin Nalcı (Tekirdağ)
7) Recep Taner (Aydın)
8) Süleyman Lâtif Yunusoğlu (Trabzon)
9) Akif Akkuş (Mersin)
10) Hasan Çalış (Karaman)
11) Mithat Melen (İstanbul)
12) Mustafa Kalaycı (Konya)
13) Mustafa Enöz (Manisa)
14) S. Nevzat Korkmaz (Isparta)
15) Kamil Erdal Sipahi (İzmir)
16) İzzettin Yılmaz (Hatay)
17) Ertuğrul Kumcuoğlu (Aydın)
18) Ali Uzunırmak (Aydın)
19) Murat Özkan (Giresun)
20) Alim Işık (Kütahya)
21) Reşat Doğru (Tokat)
22) Mustafa Kemal Cengiz (Çanakkale)
Gerekçe:
Ülkemizde kış
aylarının başlamasıyla yoğun yağışların neden olduğu sel felaketleri çok sayıda
can ve mal kaybına neden olmuş; ülkemizi derin bir üzüntüye sevk etmiştir.
Yaşanan felaketlerde dere yataklarına inşa edilen yapılar nedeniyle maddi ve
manevi zararlar artmıştır.
Sel
felaketlerinin etkilerinin en yoğun görüldüğü yerlerin göç alan kent merkezleri
olması bir tesadüf değildir. Gaziantep de son yıllarda en fazla göç alan 2'nci
kentimizdir. Nitekim 2000 yılından son açıklanan 2008 nüfus rakamlarına kadar
%25'lik bir nüfus artışı ile Gaziantep bu alanda Türkiye ikincisidir. Bu
nedenle özellikle Şahinbey, Şehitkâmil ve Oğuzeli merkez ilçeleri ile Gaziantep
Büyükşehir Belediyesi sınırları içerisinde şehirleşme konusunda ciddi
sorunlarla karşılaşılmaktadır.
Yaşanan
felaketlerin bir nedeni kentlerin altyapı sorunları olarak gösterilirken
özellikle Büyükşehirlerimizdeki alt yapı sorununu ve bu tür doğa olaylarına
karşı hazırlıksızlığı ortaya koymuştur. Elbette ki özellikle göç alan bir
kentte altyapı çalışmalarının %100 tamamlanmasını beklemek gerçekçi bir tutum
değildir. Gelişen ve artan nüfusa göre, bu çalışmaların süreklilik arz etmesi
beklenir. Bununla birlikte belediyelerin bu tür doğa felaketlerine karşı
tedbirli olmaları beklenir.
Kent
merkezlerimizde görülen felaketlerin bir diğer nedeni olarak da özellikle dere
yataklarındaki yapılaşmalar öne çıkmaktadır. Yapılaşmaya elverişli olmayan dere
yataklarında yapılara yer verilmesi felaketlerde yaşanan can ve mal kayıplarına
arttırıcı bir etkide bulunmaktadır. Dere yataklarına yerleşim izni, çarpık
yapılaşmaya müdahale edilmemesi, gecekondulaşmaya göz yumulması, sel
bölgelerine apartmanlar ve iş merkezli yapılması adeta kent merkezlerimizde bu
tür sel felaketlerine davetiye çıkarmaktadır.
Belediyelerimizin
bu noktada gereken önlemleri alması gerekmektedir. Aksi halde ne kadar da süre
geçse dere yataklarına gelecek seller ile felaketlerin yaşanması kaçınılmaz bir
durum alacaktır. Gaziantep'te de dere yataklarına binaların yapılması söz konusu
edilmiştir.
Sel felaketleri
karşısında neler yapılabileceğinden daha önemlisi sel felaketlerine karşı nasıl
tedbirler alınabileceğidir. Bu da en temelde bölgenin yerel yönetiminin ve
devlet idarecilerinin cevap bulabileceği sorunlardır.
İdare, kamu sorumluluğu
demektir. Birçok işlemin kamu iznine bağlanmasının nedeni de can ve mal
güvenliğidir. Kamu yetkisi kullanan insanların bu amaçla hareket etmeleri
gerekmektedir.
Bu çerçevede,
Gaziantep'te belediyelerin sel felaketlerine karşı hazırlıklarının ve alınan
önlemlerin araştırılarak, gerek belediyelerin gerekse de Gaziantep'in diğer
resmi kurum ve kuruluşlarının sel felaketlerine karşı alabileceği önlemlerin
belirlenerek yöneticilerin bu önlemleri almaları doğrultusunda gerekli hukuki
düzenlemelerin neler olacağının araştırılması gerekmektedir.
4.- Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve 20
milletvekilinin, tüketicilerin kredi kartı ve bankacılık işlemlerinden
kaynaklanan sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/508)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Tüketicilerin
bankacılık işlemleri ve kredi kartı kullanımından kaynaklanan sorunlarının
araştırılarak, alınacak önlemlerin ortaya konulması için, Anayasamızın 98 ve
İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince, bir Meclis Araştırma Komisyonu
kurulmasını arz ve teklif ederiz.
1) Mehmet Serdaroğlu (Kastamonu)
2) Mehmet Şandır (Mersin)
3) Rıdvan Yalçın (Ordu)
4) Necati Özensoy (Bursa)
5) Reşat Doğru (Tokat)
6) Hüseyin Yıldız (Antalya)
7) Kadir Ural (Mersin)
8) Recep Taner (Aydın)
9) Akif Akkuş (Mersin)
10) Kamil Erdal Sipahi (İzmir)
11) Alim Işık (Kütahya)
12) Abdülkadir Akcan (Afyonkarahisar)
13) Mustafa Kalaycı (Konya)
14) Mustafa Kemal Cengiz (Çanakkale)
15) Ertuğrul Kumcuoğlu (Aydın)
16) Hasan Çalış (Karaman)
17) Ahmet Deniz Bölükbaşı (Ankara)
18) Behiç Çelik (Mersin)
19) Mustafa Enöz (Manisa)
20) Hasan Özdemir (Gaziantep)
21) Ali Uzunırmak (Aydın)
Gerekçe
Ülkemizde bilişim
teknolojisinin gelişmesi ile birlikte, alışveriş, ticaret ve diğer bankacılık
işlemleri kolaylaşmış ve özellikle kredi kartı kullanımı yaygınlaşmıştır.
Yaygınlaşan bankacılık araçları, günlük hayatı kolaylaştırırken, hem
kullanımdan kaynaklanan yanlışlar, hem de bankaların vahşi kâr anlayışları ile
birlikte ekonomik ve sosyal sorunlara yol açmaya başlamıştır.
Yüzde 50'nin
üstünde yabancıların elinde bulunan bankacılık sektörü, her gün yeni bir
uygulama ile tüketicileri canından bezdirmekte, vatandaşlarımızın verdiği hukuk
mücadelesi ile elde ettiği kazanımlar, diğer tüketicilere yansıtılmamaktadır.
Bankalar mevduat
hesaplarından hesap işletim ücreti adı altında bir ücret almaktadırlar.
Bankalarca alınan hesap işletim ücretinin ne kadar yekûn tuttuğu
bilinmemektedir. Son zamanlarda, bu ücretler aylık alınarak tüketicilerin
dikkatinden kaçırılmaya çalışılmaktadır.
Hiçbir hukuki
gerekçeye dayanmayan kredi kartlarından kart aidatı alınması uygulaması ile,
tüketici derneklerinin hesaplamalarına göre 1,6 milyar lira vatandaşlarımızdan
bankalara aktarılmaktadır.
ATM'lerden para
çekmeye yarayan bankomat kartları bile, ek hesap düzenlenerek kredi kartı
düzeyine getirilmekte, bunlara açılan kredili mevduat hesaplarından nakit
çekilmesi halinde fahiş faizler uygulanmaktadır.
Kredi kartlarına
uygulanan yüksek akdi ve gecikme faizleri, mevduat faizlerinin 4-5 katını
bulmakta, kredi kartı borcunu 1-2 ay ödeyemeyen vatandaşlarımız, çok yüksek
faiz dolayısıyla bir daha ödeme imkanı yakalayamamaktadır.
Bankalar, asgari
ödeme ve kart limitini artırma tuzaklarıyla, ödenmeyen borçlar hakkında işlem
başlatmamakta, vatandaşlarımızın içinden çıkamayacağı büyük borçların altına
girmesini sonuna kadar beklemektedir.
Konut
kredilerinde alınan kredi ücret ve masrafları, ekspertiz ücretleri, yapılan
hayat ve konut sigortaları, bu kredileri çok pahalı hale getirmekte,
vatandaşlarımız reklamlarla aldatılmaktadır.
"Şimdi al
gelecek yıl öde, taksitleri ertele, puan kazan" gibi uygulamalarla
taksitli alışveriş ve kredi kartı kullanımı teşvik edilmekte, tüketicilerimiz
Sülün Osman'ı hayrete düşürecek bin bir pazarlama ve reklam tekniği ile
alışveriş ve kredi kartı tuzağına düşürülmektedir.
Tüketicilerimizin
bankalara karşı, yasalarla korunması gerekirken, bankalar güçlü lobileri ile
yasal olmayan uygulamalarını yasal hale getirmenin yollarını aramaktadırlar.
Son olarak, kredi kartı borçlarının yapılandırılması için hazırlanan Kanun
Tasarısında kart aidatlarını yasal hale getirecek bir madde yer almış,
muhalefetin güçlü karşı koyması ile yasalaşması engellenmiştir.
Tüm bu nedenlerle
tüketicilerin bankacılık işlemleri ve kredi kartı kullanımından kaynaklanan
sorunlarının araştırılarak, alınacak önlemlerin ortaya konulması için,
Anayasamızın 98 ve İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince, bir Meclis
Araştırma Komisyonu kurulmasını arz ve teklif ederiz.
BAŞKAN –
Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler
gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki
görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.
Sayın milletvekilleri,
Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ, gündemin “Sözlü Sorular” kısmında yer alan
sorulardan 1, 73, 179, 184, 201, 203, 212, 225, 226, 227, 232, 237, 240, 241,
272, 281, 302, 326, 341, 345 ve 354’üncü sıralarındaki soruları birlikte
cevaplandırmak istemişlerdir. Sayın Bakanın bu istemini sırası geldiğinde
yerine getireceğim.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir
önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.
VI.- ÖNERİLER
A) SİYASİ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ
1.- (10/325) esas numaralı Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergenin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 12/1/2010 Salı günkü
birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu;
12.01.2010 Salı günü (bugün) toplanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisinin,
İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz
ederim.
Saygılarımla.
Mehmet
Şandır
Mersin
MHP
Grup Başkanvekili
Öneri:
Türkiye Büyük
Millet Meclisinin Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına
Dair Öngörüşmeler kısmında yer alan 10/325 esas numaralı, “Eczacılarımızın ve
Eczanelerin, Sorunları ve Çözüm Yollarının Belirlenmesi Amacıyla” Anayasanın
98. ve İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince Meclis araştırması
önergelerinin görüşmelerinin Genel Kurulun 12.01.2010 Salı günlü birleşiminde
yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN -
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu önerisinin lehinde konuşmak üzere Mersin
Milletvekili Sayın Mehmet Şandır. (MHP sıralarından alkışlar)
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kurulunun bu haftaki çalışma programının belirlenmesi açısından
Danışma Kurulu önerisi oluşturulamadığı için Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
olarak bir öneri getirdik. Bu öneride eczacı esnafının, eczacıların yaşadıkları
sorunların belirlenmesi ve çözüm önerilerinin teklif edilmesi yönünde bir
Meclis araştırma komisyonu kurulması için daha önce vermiş olduğumuz
önergemizin gündeme alınması ve görüşmelerinin yapılmasını Danışma Kuruluna
götürdük. Teklifimiz maalesef genel kabul görmediği için, grup önerisi olarak
huzurunuza getirmiş bulunuyoruz.
Biz, Meclisimizin
bu haftaki çalışmalarında, bir toplumsal sorun, bir toplumsal tartışma alanı
hâline gelen eczacılarımızın sorunlarının Meclisimiz tarafından belirlenmesi,
sorunların çözümü için gerekli tedbirlerin birlikte tartışılıp konuşulması için
bir araştırma komisyonu kurulmasını gerekli ve önemli buluyoruz. Bu sebeple bu
önergeyi verdik ve bugün Genel Kurulumuzun vereceği kararla bu araştırma
önergesinin gündeme alınması ve ön görüşmelerinin yapılmasını burada
gerçekleştiririz diye ümit ediyoruz.
Değerli
milletvekilleri, gerçekten, yaklaşık 23 bin, hatta 23 bini geçen sayıda
eczacıların Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığıyla veya Sosyal Güvenlik
Kurumuyla yaşamış oldukları sorunun ertelenmeden çözülmesi gerekiyor çünkü
eczacılar halkın sağlığını çok doğrudan ilgilendiren ilaç temini, bu ilaç
temininin güvencesi halk sağlığı açısından eczacıların, sorun içerisinde
olmasının tesirleri, etkileri gerçekten toplumu, bireyi, insanımızı çok
yakından ilgilendirmekte. Eczacılarla sosyal Güvenlik Kurumu arasında yaşanan
sorunun çözümü Hükûmetin, sayın iktidarın inisiyatifiyle netleşecek,
kesinleşecek ama anlaşılıyor ve görülüyor ki iktidarın da bu soruna müdahalesi
söz konusu değil. Görmezlikten gelinerek, eczacıların içinde bulunduğu
sorunları görmezlikten gelerek bu sorunu çözemeyeceğini iktidar da maalesef
deneme yanılma metoduyla belirlemeye veya öğrenmeye çalışıyor.
Şimdi, buradan
açık yüreklilikle -toplumun önünde konuşuyoruz- sormak gerekiyor: Eczacıların
sorunu var mı, yok mu? Eczacıların sorunundan dolayı ilaç temini konusunda
vatandaşlarımızın sorunu var mı, yok mu? Şimdi, Eczacılar Odası gazetelerde
açık ilanlarla, içinde bulundukları sorunu ve bu sorunun çözümü noktasında
Hükûmetle yapmış oldukları veya Kurumla yapmış oldukları görüşmeleri açık ilanla,
topluma ifade ediyorlar ama ayın 16’sı itibarıyla, 16 Ocak itibarıyla yeniden
sözleşme yapılması gerekirken bugüne kadar ne Kurumdan ne Hükûmetten, bu yönde
ilgili ve sorumlu bakanlıklardan bir adım atılabilmiş değil.
Değerli
milletvekilleri, özellikle devlet uygulamaları devletin gücünü şahsında temsil
eden millî iradenin temsilcisi olarak Hükûmet adaletli olmak mecburiyetinde.
Kamu gücünü kullananların “Ben yaptım oldu.” gibi “Ben böyle düşünüyorum.” gibi
bir dayatma içerisinde olmaları hem hak değil hem doğru değil hem de ülkemize
yakışmaz bir davranış olur.
Tekrar ediyorum:
Bugün eczacılık sektörü her alanıyla, caddelerdeki eczacılar, ilaç depoları
sorun içerisinde mi değil mi, sorunları var mı yok mu?
Üç yıllık
protokol imzalanmış olmasına rağmen Sosyal Güvenlik Kurumu ile eczacılar
arasında, Türk Eczacılar Birliği arasında bir birlikte çalışma protokolü
imzalanmış ve üç yıllık süresi olmasına rağmen, maalesef, karşılıklı bir
mutabakat temin etme gereği de duymadan, haber verme gereği de duymadan, tek
taraflı olarak Sosyal Güvenlik Kurumu veya Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
imzalanan bu protokolü, iki yılı kalmış olmasına rağmen, feshetti. Şimdi ne
olacağı belli değil. Ayın 16’sından sonra emekli vatandaş ilacını nasıl temin
edecek, belli değil. Bu noktada, eczacıların 4 Aralık 2009 tarihinde başlatmış
oldukları eyleme karşı Hükûmet duyarsız, bir teklif yok, bir çözüm yok ama acı
bir şey var, Sayın Başbakanın teklifi: İlacı marketlerde sattırırım.
Bu bir usul
olabilir, bu doğru da olabilir ama eğer taraflar arasında bir mutabakat
oluşturmuyorsanız veya teklifinizin altyapısını oluşturmuyorsanız bunun adı
dayatmadır, bunun adı meydan okumadır, bunun adı tehdittir. Böyle bir hak yok.
Kamunun gücünü kullananlar kamunun iradesine de saygı göstermek mecburiyetinde.
Eczacıların muhatap olduğu bu davranış şık olmamıştır, hak olmamıştır, doğru
olmamıştır ama sayın Hükûmet bunu, Sayın Başbakan bunu bir hak olarak görmekte,
bir usul, bir üslup olarak görmekte ve bu konunun bu şekle gelmesinden hiçbir
rahatsızlık duymadığı da görülmektedir.
Değerli
milletvekilleri, bu olay bugün değil, bundan önce de yaşandı. Toplumun çeşitli
kesimleri, bir hak arayışı içerisinde, bazen hukukun sınırları da zorlanarak
eyleme de geçtiler, kamuya da taleplerini duyurdular. Ama hükûmetlerin ve
siyasetin bu talebe, bu eyleme karşı davranışı gerçekten o siyasetin, o
iktidarın demokrasi anlayışını da çok açık, net yansıtır.
Bu noktada bir
örnek olsun diye söylüyorum: 57’nci Cumhuriyet Hükûmeti döneminde de
eczacılarla o günün Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı arasında, Hükûmet
arasında yaşanan bir sorun, bir anlaşmazlık sonrasında eczacılar yine böyle
eylemli bir karşı çıkış, duruş ortaya koydular. Sağlık Bakanlığı ile Eczacılar
Birliği arasında yaşanan bu karşıtlık, hükûmet yöneticisi olarak Sayın Devlet
Bahçeli’nin ifadesi çok açık, net, eczacılardan yana oldu. Hatta Sayın Sağlık
Bakanına: “Eczacıların grevini kırmayınız.” Milliyetçi Hareket Partili olup da
işte, eczacılık yapan tanıdığımız insanlara da çok doğrudan “Bu greve destek
veriniz.” şeklinde bir devlet adamı davranışıyla haktan yana, hukuktan yana,
toplumsal eylemden yana bir destek ortaya koydu. O zaman da hükûmetti,
hükûmetin ortağı bir partinin Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı olarak
toplumun bir kesiminin ortaya koyduğu bir talebi, bir eylemi, kendisine karşı
yapılan bir eylemi destekler bir tavır ortaya koydu. Ama ne yazık ki bugünkü
Hükûmetimiz, maalesef, Tekel işçisine yapılanlar ortada, eczacılara yapılanlar
ortada, ya görmezlikten geliniyor ya da bir meydan okuma üslubunda “Eczaneleri
kapatırız, sözleşmeleri yapmayız, gider markette ilaç sattırırız.” gibi bir
dayatma içerisinde, bir meydan okuma içerisinde. Bu şık değil, bu doğru değil,
bu güç gösterisine bu Hükûmetin, milletin iradesini temsil eden bu Hükûmetin
millete karşı bu güç gösterisine ihtiyacı olmasa gerektir. İşte, tüm bu
konuların görüşülmesi için, eczacıların veya ilaç sanayisinin veya ilaçla
ilgili olan kesimlerin sorunlarının görüşülmesi için, Türkiye Büyük Millet
Meclisi olarak çözüm üretilmesi için, kurulmasını arzu ettiğimiz bu araştırma
komisyonunun kurulması için bugün bu konunun gündeme alınmasını Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu olarak huzurlarınıza getirmiş bulunmaktayız.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
MEHMET ŞANDIR
(Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Milliyetçi
Hareket Partisi olarak biz, Meclisin gündeminin belirlenme takdirinin Hükûmette
olduğunu, iktidar partisinin grubunda olduğunu kabul ediyoruz ancak eğer bu
Hükûmet bu milletin hükûmetiyse bu milletin sorunlarının çözümü yönünde hukuk
düzenlemesi yapılması veya gündem belirlemesi de bir zorunluluktur diye
düşünüyoruz. Bu sebeple, toplumun bir kesimi olan eczacıların -23 bin eczane-
çalışanlarıyla beraber yüz binlerce kişiyi ilgilendiren bu konuda Hükûmeti
duyarlı olmaya ve Meclisimizin de kurulması arzu edilen bu araştırma
komisyonunun kurulması yönündeki bu önergeye destek vermesini istirham ediyor,
talep ediyor, hepinize saygılar sunuyorum.
Teşekkür ederim.
(MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Şandır.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu önerisi aleyhinde ilk söz Yozgat Milletvekili Sayın Bekir
Bozdağ’da.
Buyurun Sayın
Bozdağ. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; MHP grup önerisinin aleyhinde
şahsım adına söz aldım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, AK PARTİ hükûmetleri iktidara geldiği günden bugüne kadar hem
eczacılarla hem de vatandaşlarımızın ilaca erişimi ve sağlık hizmetlerinden
istifadesiyle ilgili konularda önemli değişimler yaşandı, önemli adımlar
atıldı, önemli dönüşümler hayata geçirildi, bunda da eczacılarımızın da büyük
katkıları oldu. İşin doğrusu, Sağlıkta Değişim ve Dönüşüm Projesi’ne
eczacılarımız büyük destek verdiler. Ben şimdiden kendilerine buradan,
huzurunuzda, bu desteklerinden dolayı teşekkür ediyorum ama öte yandan, biz de
yaptıklarımızla hem vatandaşımızın daha kaliteli sağlık hizmetine erişmesi hem
de eczacılarımızın daha fazla kazanması noktasında da önemli adımlar attık.
Bunlardan
birkaçını sizlerle paylaşmak isterim. Örneğin, eskiden, SSK’lı olan
vatandaşlarımızın doğrudan eczanelerden ilaç almasına imkân yoktu. Aslında SSK
hastaneleri dışında başka hastanelerde tedavi edilmeleri de mümkün değildi,
edilenler de birtakım prosedüre tabiydi, zorlukları vardı. Biz şimdi bir yandan
hastaneleri birleştirdik, işçi kardeşlerimize, SSK’lı insanlarımıza da eşit
insanlar olarak bütün hastanelerin kapılarını açarken, öte yandan SSK’nın
depolarındaki kadar tedavi anlayışından vazgeçip bütün eczanelerin kapılarını
da o insanlarımıza açtık. O dönemde, baktığınız zaman rakamlara, yaklaşık 2,5
katrilyon -o dönemin ifadesiyle- bir alanı da eczacılarımızın kendi gelirleri,
cirolarına katan ve onlara ilaç satan bir yapıya büründüler, büyük bir imkân
elde ettiler. Dünden bunlar eczacıların müşterisi değildi, şimdi eczacıların
müşterisi oldular. Böylelikle biz hem vatandaşımızın lehine bir tasarruf yapmış
olduk hem de eczacılarımızın lehine bir tasarruf yapmış olduk. Her iki taraf da
kazandı, memnun oldu. Yanlış mı yaptık? Doğru yaptık.
Bir başka konu:
Yeşil kart sadece ayakta muayeneyi ve tedaviyi kapsıyordu ama tedavi için
gerekli ilaç parası ve diğer giderleri karşılamıyordu. Âdeta devlet yeşil
kartlı vatandaşına “Kansersin.” diyor, bedava, “Veremsin.” diyor, bedava ama
“Devlet baba beni tedavi et.” dediği zaman “O parayla ben seni tedavi edemem…”
Eczane… Gidemezsin, paran varsa gidersin. Diğer konular da hakeza öyleydi. Biz
ne yaptık? Yeşil kartı da hakeza bütün tedavi giderlerini karşılayacak bir
boyuta getirdik, hem onlar gittiler reçeteleriyle eczanelerden ilaçlarını
alabildiler hem de diledikleri gibi tedavi olma imkânlarına ne yaptılar? Kavuştular.
Böylelikle yine hem vatandaşımız kazandı hem de eczacılarımız kazandı.
Bir başka konu:
Biliyorsunuz, biz zorunlu sağlık sigortasını da hayata geçirdik. On sekiz
yaşını doldurana kadar her Türk vatandaşı bedava sağlık hizmetlerinden istifade
eder hâle geldi. On sekiz yaşın üzerinde olanlar yeşil kart sahibi değil, başka da bir güvencesi
yoksa zorunlu sigorta kapsamına alındı. Böylelikle sağlık güvencesi olmayan
kalmadı. Bu ne yaptı? Dünden eczaneye gidemeyen, sağlık tedavisinden istifade
edemeyen milyonların yine hem eczacılarımıza müşteri olarak gitmesine yol açtı
hem de bunların bütün giderlerini de devlet üstlendi, Hükûmet üstlendi. Sosyal
devlet olmanın gereği buydu, biz bunu yaptık. Yanlış mı yaptık? Hayır, doğru
yaptık.
Eski Türk
filmlerini hatırlarsınız, film oynarken, kahraman, bir suç işler, yargılanırken
bir bakarsınız oğlu hasta, çocuk, küçük veya kızı hasta, onun tedavisi için
para bulamamış, suç işlemiş ve orada insanlar üzülürdü. Türkiye artık bu
fotoğrafları yaşamıyor, sosyal devlet bu anlamda hayata geçti; merhamet oldu,
şefkat oldu, vatandaşının yanına geldi. Bu düzenlemelerle beraber eczacıların
gelirleri de 2’ye, 3’e katlandı, müşterisi de arttı. Hem vatandaş kazandı hem
de eczacılarımız kazandı.
Bir şey daha
yaptık: 2004 yılında ilaçlarda büyük bir indirim yaptık. Yine 2009 yılında da
bu anlamda… Şimdi bu düzenlemeyle beraber yüzde 25, yüzde 30 oranında ilaçlarda
bir indirim daha yapılıyor. Böylelikle vatandaşımızın hem ilaca erişirken
ödediği şey hem de kamunun bu noktada yaptığı gideri azaltarak ne yapıyoruz?
Vatandaşımıza ve devletimize kazandıran bir yaklaşımın içerisine girdik.
Hatırlar mısınız bilmem, eczanelere gittiğiniz
zaman eskiden şöyle bir arka yerde bir çocuk oturur, elinde de bir tane
şey vardır -nedir o etiket basan aletin adı- etiket basıyor. İlacın fiyatı 5
lira, 6 lira... Sabahleyin gidiyorsunuz, bir etiket daha... Benim vatandaşım
ilaç aldığı zaman ilacın kutusu şu kadarsa, üzerindeki fiyat kupürlerini gösteren etiketler bu kadardı. Şimdi,
eczanelerde fiyat kupürü basan, etiket basan çocuklar kaldı mı? Yok. Biz,
böylelikle, bakın, bu düzenlemeyle kamunun üzerinden yaklaşık 2,5 milyar TL’lik
bir yükü azaltırken vatandaşın cebine giden maliyeti de azalttık.
Bir başka şey:
Şimdi, bizim, hem çalışanlarımız hem de emeklilerimiz ilaç alırken, değerli
dostlar, ne yapıyorlar? Katkı payı ödüyorlar. İşte, çalışanlar yüzde 20
oranında katkı payı ödüyor, emekliler ne yapıyor? Yüzde 10 oranında katkı payı
ödüyor. Şimdi, bu düzenlemeden sonra ilaç fiyatlarında bir indirim olacağı
için, hem emeklimizin hem çalışanımızın bu vesileyle ödediği katkı payı da ne
yapıyor? Ortadan kalkıyor. Şu anda eczacılara dayatan bir Hükûmet yok, onlara
kazandıran bir Hükûmet var. Bugün saydığım icraatlardan bazıları bunun
örnekleridir. Bundan sonra da yine yapacağımız şeylerle, hem eczacılarımız
kazanacak hem de vatandaşımız kazanacaktır. Yoksa, sadece birinin kazanacağı,
öbürünün kaybedeceği bir yerde biz yokuz. Yani “Eczacıya mı yük yükleyelim,
vatandaşa mı yük yükleyelim?” diye bir sorun çıktığında “Eczacıların sorununu
çözün, ne diyorlarsa yapın.” diyen bir yaklaşım bizim yaklaşımımız değil. Biz,
milletten yana bir tavrın sahibiyiz. “Böyle bir durumda yükü kime yükleyelim,
millete mi, oraya mı?” dediğinde, AK PARTİ’nin safı her zaman milletin yanında
yer alır. Milletin sırtına, başkalarının üzerine yükleyecek yükü yüklemez ama
bizim bu noktada yaklaşımımız ne? Herkese bunu dengeli bir şekilde dağıtmaktır.
Bakın, ilaç
fiyatları ucuzladığında eczacılar neye itiraz ediyorlar? “Bizim stoklarımızda
ilaçlar var, yüksek fiyattan aldık. Tabii, yüzde 25-30 oranında bir indirim
olduğu takdirde, biz bunları sattığımızda zarara uğrayacağız.” Böyle bir
durumda Bakanlık ne yapıyor? “Bu zararı buyurun siz çekin.” diyor mu? Demiyor.
Ne yapıyor Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı? İlaç sanayisiyle görüşüyor,
eczacıların derdi bu. Eczacıların sorununu çözerken bunu ne yapalım, bir çözüme
kavuşturalım. İlaç sanayisi diyor ki: “Stoktaki ilaçların indirimden dolayı
eczacılara zarar olarak yansımaması için farkı ben ödeyeceğim.” Sözlü söylüyor.
Yetmez bu, yazıya döküyor, yazılı söylüyor. O da yetmez, gazetelere de ilan
veriyor “Bu farkı ben karşılayacağım.” diye.
Şimdi,
eczacıların burada bir zararı var mı? Burada da bir zararı yok. Peki nedir?
“Efendim, ilaç fiyatlarında indirim olduğu zaman, işte 40 liraya sattığımda şu
kadar kâr ediyordum, 30 liraya sattığımda bu kadar kâr ediyorum, benim kârımda
da şu kadar azalma oluyor -dikkat buyurun, zarar değil, kârımda azalma oluyor-
ben bunu kaldıramam.”
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya)
– Doğruyu söylemiyorsun. Doğru söyle.
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) – “Ne yapmak lazım? Bir çözüm arayalım.” dendiğinde, işte “Reçete
başı bize bir ödeme yapın.”
Arkadaşlar, böyle
bir şey olabilir mi? “Reçete başı ödeme yapın.” Kimden alacağız bunu? Vatandaştan
alacağız, oraya vereceğiz. Zarar ediyor musun sen? Zarar etmiyorsun. Öyleyse
zarar etmediğin, kâr ettiğin bir ortamda, vatandaştan alıp tekrar oraya
vermenin bir manası var mı? Yok. Şu anda yapılan çalışmalar, düzenlemeler, hem
vatandaşımızın lehine düzenlemelerdir hem de eczacılarımızın lehine
düzenlemelerdir. Anlaşma yaparlarsa anlaşma çerçevesinde yürüyecektir, anlaşma
yapmazlarsa koskoca Türkiye Cumhuriyeti bir tekele mahkûm değildir.
ŞENOL BAL (İzmir)
– Marketlerde satacağız ilaçları!
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) - Her sözleşme dönemi hükûmetleri tehdit eden, hükûmetleri sıkıntıya
sokan, “İlaç vermeyiz, hasta şöyle olur, böyle olur.” diyen yaklaşımla
hükûmetleri hizaya getiren yaklaşımlar doğru şeyler değildir. Onun için, biz
şunu söylüyoruz: Bugün Amerika dünyanın ileri ülkelerinden birisi. Zincirlerde
bu satılabiliyor…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
BEKİR BOZDAĞ
(Devamla) – Bitiriyorum.
…Türkiye’de de
gerekirse böyle bir yola gidilebilir mi? Gidilebilir. Zincirde satıldığında,
bunu kasap satmayacak, manav satmayacak, orada da elbette ki eczacı satacak,
eczacılık fakültesi mezunu insanlar istihdam edilecek. Ama Türkiye böyle bir
çözüme zorlanırsa, böyle bir çözümü de bu millet istiyorsa, bu milletin
yararınaysa bu çözümü getirmekten de biz çekinmeyiz. Ama biz bugüne kadar
eczacılarımızla oturarak anlaşarak sağlıkta büyük bir dönüşümü yaşadık. Bundan
sonra da umuyorum, ayın 16’sına kadar, böyle bir anlaşmayla yeni bir sayfa açılarak
yola devam edilir diye düşünüyor, bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Bozdağ.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu önerisi lehinde ikinci söz Tunceli Milletvekili Sayın
Kamer Genç’e aittir.
Buyurun Sayın
Genç.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir Danışma Kurulunun
toplanamaması veyahut da anlaşma yapılmaması nedeniyle MHP’nin getirdiği,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışmasına ilişkin grup önerisinin lehinde söz
aldım.
Grup önerisi,
eczacıların sorunları ve çözüm yollarıdır. Biraz önce burada Bekir Bey’i
dinledik. Bunların hepsi, konuştuklarınız faso fiso.
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Olmadı mı?
KAMER GENÇ
(Devamla) – Şimdi, bunların ne olduğunu, bir araştırma komisyonu kuralım, bu
kurulda, hakikaten sizin dedikleriniz doğru mudur yanlış mıdır…
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Bir tanesi yanlış de bakalım.
KAMER GENÇ
(Devamla) – Meclisin görevi bu. Meclisin görevi bu olduğuna göre, yani devamlı
denetimden kaçarak, burada hayali bilgiler vermekle bu işler çözülmüyor.
Değerli
milletvekilleri, devri AKP iktidarında, biliyorsunuz kadı mahkemeleri kuruldu.
İsmail Ağa Camisi’nde kadı mahkemeleri kuruldu, insanlar idama mahkûm edildi. O
kadı mahkemelerindeki cübbeli hocalar, işte “Emir Mühendislik” adı altında
bugün AKP’nin belediyelerinde çok yüklü miktarlarda ihaleler alıyor. Yani
şimdi, öyle bir düzen getirdi ki bu AKP’li arkadaşlarımız, Türkiye’yi gerçek
rayından çıkararak, Türkiye’deki o, yüz yıldır, aşağı yukarı seksen beş yıldır
uygulanan demokratik yapıyı tamamen kendileri kaldırarak tek bir adamın
yönetimine dayalı, dikta rejimine dayalı bir sistem getirdiler. Allah rızası
için şimdi kimse çıkabilir, der mi ki Türkiye’de demokrasi var? Türkiye’de tek
kişi var. Tek kişinin iradesi, Meclisin iradesinin yerine geçiyor, hükûmetin
iradesinin yerine geçiyor. Bir yargı var, bu yargıyı da ortadan kaldırmaya
çalışıyorlar.
Biraz önce burada
Adalet Bakanını dinledik, diyor ki: “Avukatlar bilgisayar ortamında dava
açıyorlar.” Bu senin buluşun mu? Sen mi bilgisayarı keşfettin? Sen mi
teknolojiyi keşfettin? Teknoloji gelişmiş, bu da Türkiye’de uygulanacak. Yani
bunda kendini methetmenin bir anlamı var mı?
Bugün 56 hâkimi
dinliyorsunuz ama gizli dinlemeden dolayı bir hâkimle ilgili bir suç tespit
etmiyorsunuz. Bu yüz kızartacak bir olay değil midir? Yargıyı baskı altında
tutuyorsunuz, 33 tane Yargıtay üyesini atamıyorsunuz. Efendim, bugün
Yargıtayda, arkadaşlar, birikmiş milyonlarca dava var, milyonlarca dava var.
Şimdi Bakan burada diyor: “Efendim, biz şu kadar bina yaptık.” Ya, binayla
adalet sağlanmıyor. “Bu kadar bilgisayar aldık.” Bilgisayarla adalet
sağlanmıyor. Bugün, hak arayan kişi beş senede, altı senede mahkemede davasının
sonucunu almazsa o insanın… Sen istediğin kadar bilgisayar al, mahkemeye
istediğin kadar bina yap, bunun bir anlamı yok ki. Bunun anlamını kavramamak
demektir.
Şimdi, Türkiye’de
bir dikta rejimi kuruluyor. Şimdi, geçen gün Abdullah Bey tuttu, dedi: “Yasama,
yürütme ve yargının başkanlarını toplayayım, güvenlik sağlayayım.” Topladığı
kişilere bakın: Mehmet Ali Şahin, AKP’li; Tayyip Erdoğan, AKP’li; Abdullah Bey,
AKP’li; Adalet Bakanı, AKP’li. Peki, nasıl bu şeye uyum sağlanacak? Zaten sizin
düşünceleriniz belli, sizin, cumhuriyete, Türkiye Cumhuriyeti devletine ve
halka bakış açılarınız belli. Tuttular yargı organlarının başkanlarını
getirdiler. Bütün şikâyetleri ne? Efendim, bu yargı organları… Ya, yargı
organlarının başkanları öyle gidip de mahkemeye talimat veremez ki, hâkim,
vicdanına göre karar verir. Yani, şimdi sen Danıştay Başkanını, Yargıtay
Başkanını getirerek düzen mi sağlayacaksın?
Şimdi, değerli
milletvekilleri, gerçekten, devleti yönetme gücünden yoksun bir kadro var. Hep
çıkıyorlar, gerçek dışı şeyler söylüyorlar. Şimdi, Tayyip Bey bugün yine grup
toplantısında diyor ki: “Olağanüstü hâli biz kaldırdık.”
Benim bildiğim
kadarıyla olağanüstü hâlin 57’nci Hükûmet zamanında kararnamesi çıktı.
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – 30 Kasım 2002’de… Yanlış söyleme.
KAMER GENÇ
(Devamla) – Hayır efendim… Yani bakarsın… Olağanüstü hâlin 57’nci Hükûmet
zamanında kararnamesi çıktı, kaldırıldı.
Kaldı ki bunu
kaldırmayı söylemek bir marifet değildir. Zaten Türkiye’de artık terör olayları
sen iktidara geldiğin zaman durmuştu, Türkiye’de PKK’nın etkinliği kalmamıştı.
Ama sen çıktın, Diyarbakır’da “Ben Kürdistan kuracağım.” dedin, insanlara umut
verdin, “Kürt sorunu var.” dedin. İnsanlar “Peki, haydi bakalım, vereceksen,
Kürdistan’ı kuracaksan kur.” dediler. Bütün meselenin müsebbibi sensin.
Dolayısıyla devleti yönetme… Yani çıkıyor kürsülere, efendim, demokrasiden
bahsediyor, insan haklarından bahsediyor, uzlaşmadan bahsediyor, tarafsızlıktan
bahsediyor.
Şimdi soruyorum
size: Sizin iktidarınız zamanında sol düşünceli bir insanı düşüncesinden dolayı
bir makama getirdiniz mi?
Efendim, Alevi
açılımından bahsediyor. Yahu ne yapacaksan belli işte, iki üç tane konu var,
bunu yapacaksan yap yani bunu uzatmaya… Yani onu açmak önemli değil ki, sen
bugün hâkimliğe ve savcılığa, yöneticiliğe, kaymakamlığa, devletin üst
bürokratlığına Alevi inançlı bir vatandaş alıyor musun almıyor musun, onu bir
söyle.
Bakın, gazeteler
sayfa sayfa yazıyor, vatandaş Alevi olduğu için, yedi defa, yahu yedi defa
idari yargının ve adli yargının yazılısını kazanıyor, sözlüde “Haydi git
bakalım.” deniliyor.
Danıştay bir
karar veriyor, diyor ki: “Kardeşim, sen bu imtihanı, sözlü imtihanı usulüne
göre yapmıyorsun. Sen bunu da bir videoya al. Ey imtihan heyeti, videoda… Sen
bu adaya ne soruyorsun? Bu aday sana ne cevap veriyor?” İdari yargının
denetiminin olması lazım. Denetim nasıl olacak? Sen sözlüye giren vatandaşa ne
sormuşsun, o sana ne cevap vermiş, bilirkişi huzurunda bunlar tetkik edilecek,
dolayısıyla hakikaten sizin yaptığınız uygulama doğru mudur yanlış mıdır…
Şimdi, zaman
zaman vatandaşlar bize geliyor. Dün Balkan Dernekleri üyesi vatandaşlar geldi
bana. Efendim, Bulgaristan’dan gelen bu 44 bin kişiye gelirken demişler ki:
“Size ev vereceğiz.” Bunlar da paralarını almışlar. 23 bin tanesine ev
vermişler, geriye kalan 21 bin kişiye hiçbir şey vermemişler. Silivri’de bir
arazi vermişler bu vatandaşlara, 1.100 dönümlük bir arazi, sonra -yine işte
devri iktidarınızda arsa rantçılığı çok önemli olduğu için- gitmişler o
adamların o arsalarını hileyle almışlar. Şimdi hak arayacak yer arıyorlar.
Diyorlar ki: “Maliye Bakanlığına başvuruyoruz, cevap vermiyor; İçişleri
Bakanlığına başvuruyoruz, cevap vermiyor.” Şimdi, binlerce insanı bu kadar
mağdur eden bir iktidar zihniyetinin haktan hukuktan bahsetmesi mümkün müdür!
Adalet sistemi
işlemez hâle gelmiş arkadaşlar. Vatandaş gidiyor, mahkemede davayı kazanıyor,
alıyorsunuz kararı bir gün uyguluyorsunuz, ertesi gün adamı başka yere
gönderiyorsunuz. Yargı kararlarını uygulamıyorsunuz. Yargı kararlarını
uygulamamaktan dolayı bürokratlar hakkında açılan tazminat davaları ve hapis
cezaları var. Hapis cezası alan birtakım insanları sırf o hapisten kurtarmak
için tutuyorsunuz dokunulmazlık zırhı altında Meclise getiriyorsunuz. Şimdi,
eğer bir memlekette yargı kararı uygulanmıyorsa, o memlekette demokrasiden
bahsedilebilir mi!
Adalet Bakanı
diyor ki: “Efendim, egemenliğin sahibi tektir, millî iradedir.” Millî irade ama
sen Anayasa’yla yönetiliyorsun. Anayasa’da kuvvetler ayrılığı ilkesi var.
Anayasa’da yani hâkimlere talimat vermek mümkün mü! İşte Sincan Hâkimi,
bağırışlarını, ıstıraplarını her yerde söylüyor. Yani sizin amacınız illa
hâkimler de hep sizin dediğiniz gibi mi yapsın? Peki, Abdullah Gül’le ilgili
olarak karar verdi diye mi bu hâkimin bu kadar üzerine gidiliyor, her adım
atılıyor? Adalet müfettişlerini devamlı, beğenmediğiniz hâkimlerin üzerine
gönderiyorsunuz. Böyle bir sıkıntı içinde olan hâkimler, hiçbir zaman
kendilerini bağımsız hissedebilirler mi?
Değerli
milletvekilleri, benim gördüğüm kadarıyla, AKP iktidarları zamanında hak
ortadan kaldırıldı, batıl geldi. Bakın, sizin döneminizi aynen Halife Osman’ın
devrine benzetiyorum. Halife Osman ve Muaviye zamanında, bunlar, bu halifeliği
ele geçirince bütün vatandaşın malını mülkünü ve insanların dinî inançlarını da
istismar ederek topladıkları paraları ceplerine indirdiler, Osman ve
çevrelerine indirdi.
ÖMER İNAN
(Mersin) - Yalan söyleme.
KAMER GENÇ
(Devamla) - Orada Ebu Zer diye bir bey var, Ebu Zer diye birisi. İşte, biz o
Ebu Zer’in düşüncesini temsil ediyoruz burada. Ebu Zer ona Tevbe Suresi’ni
hatırlattı, dedi ki: “Bak, siz, bu halktan toplanan altın, para, malları, eğer
bunu, hak sahibine, fakir fukaraya devretmezseniz sizin sonunuz azap olur.”
dedi. Bu 99/34’üncü sure, gidin bakabilirsiniz.
Şimdi tam o dönem
şey ediliyor. İşte, vatandaş kandırılıyor, paralar toplanıyor, Deniz Fenerleri
yoluyla ceplere indiriliyor ve bu cebe indirenlerin de çoğu Tayyip Bey’e çok
yakın olan insanlar.
Şimdi, İstanbul
Belediyesini inceliyorsunuz. İstanbul Belediyesinin itfaiyesi kime veriliyor?
Tayyip Bey’in oğlunun bacanağının babasına veriliyor. Kaç kişi mağdur ediliyor?
930 tane işçi.
Arkadaşlar, bu…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
KAMER GENÇ
(Devamla) – Evet.
Bakıyorsunuz,
“meslek edindirme kursu” diye, İstanbul Belediyesi kurs açıyor. 359 trilyon
lira yine bu Beyaz Holdinge veriyor. Beyaz Holding… Bir de sık sık isim
değiştiriyorlar bu arkadaşlar, şirketlerinin isimlerini değiştiriyorlar. Bu
meslek edindirme kursu nerede yapılıyor? Devletin okullarında yapılıyor,
öğretmenlerle yapılıyor ama Zekeriya Karaman, Mehmet Karahan, Tayyip Bey’in
arkadaşları, paraları cebe gönderiyorlar.
Peki, bunları bir
inceleyin bakalım. Hakikaten niye bunlara veriyorlar? Yani bu memlekette yalnız
bu Tayyip Bey’in ailesi mi var, onun yandaşları mı var?
Şimdi, o
bakımdan… Vergi incelemesini yapmıyorsunuz. Bakın, eskiden yollarda fatura
kontrolü yapılıyordu, şimdi onu da kaldırdınız. Niye? Naylon fatura rahat şey
edilsin. Siz şimdi bir bakın bakalım, caddelerde eskiden Maliyenin yaptığı
kontroller yapılıyor mu şimdi? Yapılmıyor. Niye? E, çünkü artık sermaye ve
naylon faturacılık yapanlar size yandaş insanlar olduğu için, onların da
rahatsız edilmemesi için mecburen bu kontrolü de kaldırdınız.
Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Genç.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu önerisi aleyhinde son söz Eskişehir Milletvekili Sayın
Tayfun İçli’ye ait.
Buyurun Sayın
İçli.
H. TAYFUN İÇLİ
(Eskişehir) – Sayın Başkanım, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Bugün, Danışma
Kurulu toplanamadığı için, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemini belirlemek
amacıyla, başta AKP Grubu olmak üzere, Cumhuriyet Halk Partisi ve Milliyetçi
Hareket Partisi grupları öneri vermişler.
Aslında, ben,
Milliyetçi Hareket Partisinin grup önerisinin içerik olarak aleyhinde değilim,
ellerine sağlık, gerçekten de Türkiye'nin gündemini yakalamışlar ve Türkiye
Büyük Millet Meclisine getiriyorlar. Ancak ben, yine, her zaman olduğu gibi,
artık bir gelenek hâlini aldı, Türkiye Büyük Millet Meclisinde şeklen
görüşlerimi ifade etmek için, Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisinin
aleyhinde söz aldım.
Değerli
arkadaşlarım, halkın gündemi bambaşka; gazetelerin manşetlerine baktığınız
zaman, televizyonlara baktığınız zaman halkın gündemi bambaşka, AKP’nin masalla
uyutma gündemi ise bambaşka.
Bakıyorsunuz,
birazdan AKP grup önerisi gelecek, AKP bu grup önerisinde öncelikle tam gün
yasasının görüşülmesini istiyor, kamu düzeni müsteşarlığıyla ilgili bir yasa
tasarısını getiriyor, arsa üretimiyle ilgili ve Orman Kanunu’nda bazı
değişiklikler yapılmasıyla ilgili bir kanun teklifini Türkiye Büyük Millet
Meclisine getiriyor.
Yeri gelmişken,
hemen burada bir parantez açarak şunu ifade etmek isterim: Artık bu gelenek
hâline gelmiştir. Görüşülmesini istediği tam gün yasası, değerli arkadaşlarım,
yürütme ve yürürlük maddesi dâhil olmak üzere on dokuz madde ama AKP bunun bir
temel yasa olarak görüşülmesini sayısal çoğunluğuna güvenerek getiriyor.
Değerli
arkadaşlarım, on sekiz madde iki bölüm hâlinde görüşüldüğü zaman, maddeler
üzerinde görüşmek mümkün olamayacak. Bu neyin acelesi? Türkiye Büyük Millet
Meclisinden neyi kaçırıyorsunuz da on beş maddelik, yedi maddelik, sekiz
maddelik kanun tasarı ve tekliflerini temel kanun olarak getiriyorsunuz?
Yazıktır değerli arkadaşlarım. Bu, biraz ciddiyetten de uzaklaştığımızı
gösteriyor. Parantezi kapatıyorum, yine Türkiye'nin gerçek gündemine dönmek
istiyorum.
Değerli
arkadaşlarım, Türkiye'nin gündemini artık bırakın AKP’nin tayin etmesini, artık
Türkiye'nin gündemini IMF ve uluslararası küresel güçler belirliyor. “Bunu
nereden çıkartıyorsunuz?” diyeceksiniz. Değerli arkadaşlarım, Türkiye yangın
yerine dönmüş her anlamda. Mutfak yangın yeri, mutfak yanıyor, yargı yanıyor,
silahlı kuvvetlerle ilgili tartışmalar var, silahlı kuvvetlerin içi yanıyor,
halkın içi yanıyor, halkın kafası karışmış ama önümüze gelen kanun tasarı ve
tekliflerine baktığımız zaman başka başka şeyler görüyoruz.
Arkadaşlar,
akaryakıta zam, otobüse zam, dolmuşa, trene, her şeye zam. Otoyola, köprüye
zam, elektriğe zam, doğal gaza zam, içki, sigaraya zam, zam, zam, zam… Bunlar
niçin yapılıyor? AKP Hükûmeti Türk halkının çok daha müreffeh, çok daha çağdaş
bir yaşam sürdürmesini istediği için bu zammı yapıyor. Öyle dediler bütçe görüşmelerinde.
Bütçe görüşmelerinde, Maliye Bakanı, 2010 bütçesinin 51 milyar TL olacağını
öngörüyordu ve daha şimdiden, memur emeklilerine şu kadarcık zam yapmış
olmalarına rağmen, bütçede karşılığı olmadığı için bütçenin daha fazla açık
vereceğini ekonomistler söylüyor, bilim insanları söylüyor.
Değerli
arkadaşlarım, eskiden bir laf vardı “Kaşıkla verip kepçeyle almak.” diye bir
laf. Artık AKP günümüze yeni bir söz yerleştirdi, artık o söz eskilerde kaldı.
Şimdi, kepçeyle alıp çay kaşığıyla verme devri başladı. Şimdi, “Zam verdik.”
diye böbürleniyorlar ama diğer taraftan -yani memura yapılan zam anlamında
söylüyorum- insanların en temel gıda maddelerine yapılan zamlara baktığınız
zaman içler acısı. Sokağa çıktığınız zaman vatandaşın o içler acısı hâlini görüyorsunuz.
Bugün görüşeceğiz
-bu, parası olana sağlık politikasının başka bir yan kolu- işte sağlıkla ilgili
bir kanun görüşeceğiz. Görüştüğümüz konuda da Milliyetçi Hareket Partisinin
olayında da eczacılarımızın, eczanelerin sorunları için bir Meclis araştırması
isteniyor.
Arkadaşlar, yine
geçtiğimiz günlerde, sağlıkla ilgili, hastaneleri biliyorsunuz
sınıflandırdılar. A sınıfı… Sanki otel, yedi yıldızlı otel, beş yıldızlı otel,
dört yıldızlı otel gibi. Şimdi, hastanelerimiz sınıflandı. Hastanelerimiz
sınıflanınca o sınıflanan hastaneye kimler gidecek? Sayın Sağlık Bakanım
buradaydı, terk etmiş. Cebinde parası olan gidecek yani parası olana sağlık,
kalitede de parası olana sağlık. İşte, Türkiye'nin gerçek gündemi bu.
E, başka? Sağlık
konusu açılmışken hemen başka birçok önemli konuya girmek lazım. Bugün,
gazetelerimizin başlığında: “Yüzyılın Tıp Skandalı: Domuz Gribi. Avrupa Konseyi
‘Domuz gribi, ilaç firmalarının başlattığı sahte bir salgındır.’ iddiasıyla
ilgili araştırma kararı verdi.”
Değerli
arkadaşlarım, bunu ben, bu konuyu, geçtiğimiz aylarda bir şekilde dile
getirdim. Nereden dile getirdim? Sağlık Bakanına benim bir husumetim yok ama bu
Hükûmetin Başbakanı, Sağlık Bakanına bir husumeti var ki “Ben aşı olmayacağım,
bunu nereden çıkartıyorsunuz, benim adıma nereden konuşuyorsunuz?” diye, Sayın
Sağlık Bakanını, gazetelerdeki tabiriyle, azarladı.
Yine geçtiğimiz
aylarda, bir gazetemizde ve bir İnternet sitesinde, Dünya Sağlık Örgütüyle
ilgili ciddi birtakım iddialar ortaya atıldı. Ben, 18/12/2009 tarihli yazılı
soru önergemle Sayın Başbakana bazı şeyler sordum, dedim ki: Bu, Dünya Sağlık
Örgütündeki uzmanların ilaç firmalarında maaşlı olarak çalıştıklarına, para
aldıklarına, aynı zamanda ilaç fabrikalarının, aşı fabrikalarının bulunduğuna,
bu konuda İsveç, Danimarka ve Hollanda basınında yazılar çıktığına, Hollanda
Parlamentosunun bu konuda bir araştırma yaptığına, Rusya alt meclisi Duma’nın
bu konuda bir araştırma yaptığına, İspanya’nın ve Almanya’nın ellerinde kalan
aşıları ilaç firmalarına iade etmek istediklerine dair haberleri Sayın
Başbakana hatırlatmak suretiyle üç soru sordum. “Haberler doğru mu?” dedim. Bir
de “Bizim, Dünya Sağlık Örgütündeki temsilcilerimizden herhangi biri, bu adı
geçen kişiler gibi maaş mı alıyor?” dedim. “Elimizde ne kadar aşı var?” dedim.
“Bu aşının ne kadar miktarı kullanıldı?” dedim. “Bunları, “Elimizde kalan
aşıları bu ilaç firmalarına geri iade etmeyi düşünüyor musunuz?” dedim,
18/12/2009. Anayasa’mız ve İç Tüzük’ümüzün amir hükmü gereğince benim yazılı
soru önergeme on beş gün içinde yanıt verilmesi lazım. Bugün, değerli
arkadaşlar, ayın kaçı? 12’si. Sayın Başbakandan da tık çıkmıyor, Sayın Sağlık
Bakanından da tık çıkmıyor.
E, peki, bu
aşıları, bu panik ortamında, madem Avrupa Konseyi “skandal” diyor… İşte şu,
“Domuz gribinde…” Bakın, eski tarihli -11 Aralık- bir gazete: “Domuz gribinde
korkunç şüphe.” E, peki, benim Sağlık Bakanım bunu takip etmiyorsa, benim
Başbakanım bunu takip etmiyorsa o
“garibin hakkı” diyoruz ya hep, “garibin gurebanın hakkı” dediğimiz bu paralar
nereye gidiyor? Bir milletvekili olarak benim bu konuda bilgi sahibi olmak en
doğal hakkım değil mi? Sokaktaki vatandaşın hakkı değil mi? Ama dediğim gibi,
değerli arkadaşlarım, sokağın gündemi başka, AKP’nin uyutma amaçlı masal
gündemi başka. Bunlar konuya geldiği zaman kaçacak delik arıyor Hükûmet. Yanıt
vermemek için ellerinden geleni yapıyor ama bir bakıyorsunuz, işte Borçlar
Kanunu görüşülecek, muhalefeti Borçlar Kanunu’nu görüştürmemekle suçlayan
AKP’li arkadaşlarımız, her gün her hafta gündemi değiştirmek suretiyle başka
başka şeyleri Türkiye Büyük Millet
Meclisinin gündemine getiriyor.
2009 yılının son
aylarında görüştüğümüz kanun tasarılarına baktığımız zaman uluslararası
sözleşmeler... E, Borçlar Kanunu nerede? Bakıyorsunuz değerli arkadaşlarım,
Borçlar Kanunu yok. Neden? Çünkü Borçlar Kanunu görüşülürken Hükûmetin yargıyla
ilgili ayıplarını yüzlerine vuruyorduk da onun için.
Şimdi, Hâkimler
ve Savcılar Yüksek Kurulu bir taraftan ağlıyor, bir taraftan Yargıtay Başkanı
ağlıyor. Bugün Yargıtayda bir buçuk milyon dosya bekliyor. Peki, bekleyen
dosyaların sorumlusu AKP Hükûmeti değil mi? Neden? Çünkü Yargıtaydaki 5 üyesi
olması gereken dairelerde 5 üye olmadığı için, heyet teşkil edemediği için de
bekliyor. E, peki, sadece bu mu? Güz kararnamesi nerede? Güz kararnamesi dediğimiz,
2010 yılının güz kararnamesi değil değerli arkadaşlarım, 2009 yılının güz
kararnamesi. Hatırlayın yaz kararnamesinde de Adalet Bakanı ve Müsteşarı,
siyasi güç, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunu toplayamadığı için hâkimler
atanamıyor. Hâkim atanamayınca, tayinler olmayınca Anadolu’nun birçok yerinde,
ilçesinde, ilindeki yargıçlar neyi bekliyor? Bunu bekliyor.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
H. TAYFUN İÇLİ
(Devamla) – Peki efendim.
E, şimdi “Biz
otoriter değiliz, biz totaliter değiliz, bunu kim diyorsa ayıp ediyor.” diyen
Sayın Başbakana bu uygulamaları sormak benim hakkım değil mi? Genelkurmayın
işte “Seferberlik Dairesi” dedikleri kozmik oda aranıyor. Öbür tarafta birtakım
yargıçlarla ilgili ciddi dinlemeler, birtakım şeyler.
Bunlar Türkiye’de
yaşanıyor değerli arkadaşlarım ama -zamanım fazla değil- başka bir ayıp da
yaşanıyor. Geçtiğimiz yılın son günlerinde oldu, milletvekillerinin on
santimden gözüne biber gazı sıkıldı. Bu, yasama organına açık bir ayıptır,
saldırıdır, terbiyesizliktir.
Başka ne yapıldı
değerli arkadaşlarım? Son yirmi saniyede söyleyeyim. Milletvekilinin odaları
arandı, odaları. Değerli arkadaşlarım, dışarıdaki evleri, konutları aranmadı,
Türkiye Büyük Millet Meclisindeki odaları arandı. Arama kararı yok, keyfî bir
karar veriyor Sayın Meclis Başkanı, milletvekili odaları aranıyor.
KEMALETTİN GÖKTAŞ
(Trabzon) – Kimin odası aranmış?
H. TAYFUN İÇLİ
(Devamla) – Okumuyor musunuz gazete?
KEMALETTİN GÖKTAŞ
(Trabzon) – Hangi gazete?
H. TAYFUN İÇLİ
(Devamla) – İşte, Fransa’dan gönderilen, o size gönderilen, bilmem ne irticayla
ilgili, Anayasa gönderildi, alınmadı mı, toplanmadı mı? Bu konuda Sayın Meclis
Başkanının aksine bir açıklaması oldu mu?
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
H. TAYFUN İÇLİ
(Devamla) – Lütfen değerli arkadaşlarım, bu konularda, bu yasama organı
konusunda en az benim kadar hassasiyet göstermeniz lazım. Bu, bir parti,
particilik meselesi değildir. Bu tür uygulamalar yasama organında yapılırsa
yarın bir gün… Başka bir milletvekili arkadaşımın da gece saat ikide yolunu
çevirdiler.
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın İçli.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Sayın Başkan, karar yeter sayısı istiyorum.
BAŞKAN –
Bakacağım.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre vermiş olduğu
öneriyi oylarınıza sunuyorum, karar yeter sayısı arayacağım: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.
Birleşime on
dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati : 16.57
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati : 17.12
BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER : Harun TÜFEKCİ (Konya), Gülşen ORHAN (Van)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 46’ncı Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre vermiş olduğu
önerisinin oylanmasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi öneriyi
yeniden oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir, karar yeter sayısı vardır.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi
vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.
2.- (10/128, 10/272, 10/378) esas numaralı Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergelerin ön görüşmelerinin Genel Kurulun
12/1/2010 Salı günkü birleşiminde birlikte yapılmasına ilişkin CHP Grubu
önerisi
12.01.2010
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu;
12.01.2010 Salı günü (Bugün) toplanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki
önerisinin, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına
sunulmasını saygılarımla arz ederim.
Kemal
Kılıçdaroğlu
İstanbul
Grup
Başkanvekili
Öneri:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair
Öngörüşmeler Kısmında yer alan (10/128), (10/272) ile (10/378) esas numaralı
Meclis Araştırma Önergelerinin görüşmelerinin, Genel Kurul’un, 12.01.2010 Salı
günlü birleşiminde birlikte yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN –
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisinin lehinde ilk söz, İstanbul Milletvekili
Sayın Bayram Ali Meral’de.
Buyurun Sayın
Meral.
BAYRAM ALİ MERAL
(İstanbul) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Cumhuriyet Halk
Partisinin tütünle ilgili vermiş olduğu önerge hakkında söz almış
bulunmaktayım. Yüce Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlarım, tütün deyince akla Tekel gelir. Tekel, cumhuriyetin kuruluşundan
daha eskiye dayanan yani yüz on yıllık mazisi olan bir kuruluştur. 2000
yıllarına doğru 6 sigara fabrikası, 82 yaprak tütün işletme müdürlüğü,
Diyarbakır Tütün İşletme Müdürlüğü; 16 içki, bira, likör ve şarap, suma
fabrikası; 6 tuz işletme müdürlüğü, 1 tuz şube müdürlüğü, 82 pazarlama, 2
pazarlama dağıtım müdürlüğü, saymayla bitmez, milyonlarca bu Tekelin bayisi
değerli arkadaşlarım. Son zamanlarda, diğer kuruluşlarda olduğu gibi, Tekel
fabrikaları da teker teker kapatıldı.
Değerli
arkadaşlarım, ayrıca Türkiye genelinde tütün ekicisi 630 bin aile vardı, bunu 5
ile çarpacak olursan bu nüfus 3,5 milyonu aşan bir kitle, çalışır bir kitle,
tütünde çalışmaktaydı. Ne yazık ki değerli arkadaşlarım tütünü kıstık,
Yunanistan’dan, Bulgaristan’dan, Romanya’dan tütün almaya başladık, Amerika’dan
tütün almaya başladık. Bir şey daha yaptık değerli arkadaşlarım, tütünün Tütün
Fonu’nu kaldırdık. Türkiye’ye tütün getirenler tütünü kıyarak Türkiye’ye
sokmaktadırlar ve böylece gümrük muafiyetinden de yararlanmaktadırlar. Yani
bizim Hükûmetimiz Türkiye’deki öz malını yok etti, dışarıdan gelen tütüne imkân
sağladı, yol açtı, kucak açtı.
Değerli
arkadaşlarım, bununla birlikte -şu anda belki izliyorsunuz ve görüyorsunuz-
tütün işçisi bir aydır çoluğuyla çocuğuyla meydanlarda. Bu sayı daha da
artacaktır. Sevindirici, memnuniyet verici bir konu vardır, tütün işçisine,
değerli arkadaşlarım, halkımız sahip çıkmaktadır, yurt dışında çalışan
işçilerimiz, vatandaşlarımız sahip çıkmaktadır. Ama meydanlarda bin bir vaatte
bulunan, tütün işçisinin bütün sorunlarını çözeceğini söyleyen AK PARTİ
milletvekillerinden bir tanesi, Allah rızası için, o insanların yanına gidip
“Derdiniz nedir, hatırınız nedir?” diye sormamıştır.
Bazen konuşmamdan
rahatsız oluyorsunuz sayın milletvekilleri. Sizin göreviniz Başbakanlıkta
hazırlanan yasalara burada yalnızca parmak kaldırmak mı, başka görevleriniz yok
mu sizin? Onlar sizin vatandaşınız değil mi? Bir aydır sokaklardaki o hanımlar,
çocuklar, insanlar ne yedi, ne içti, nerede kaldı, nerede yattı, hiç sormaz
mısınız?
Biraz önce
aşağıya indim, birçok milletvekili arkadaşım abdest alıyor. Hak kulunu gasbeden
bir zihniyetin Allah nezdinde yeri yoktur. Kimi kandırıyorsunuz siz? Bu bir hak
gaspıdır. Ne istiyor işçi sizden? Tekel işçisi sizden ne istiyor, yeni haklar
mı istiyor? Hayır. “Yirmi sene çalıştım, ayaküstü çalıştım, ayaklarım nasır
bağladı. Bu hakkımla beni nereye gönderirsen gönder.” diyor. Bundan daha doğal
bir şey olur mu değerli arkadaşlarım? O zaman, yarın emekli olacaksınız, sizin
emekli aylığınızı da yarıya indirsinler, kabul eder misiniz? Milletvekilisiniz,
sizin aylığınızı da yarıya indirsinler, kabul eder misiniz? Neden bunlara tepki
göstermiyorsunuz?
Dün sayın Çalışma
Bakanına gittim, rica ettim. Bu olayın boyutları aşacak bazı konuları, yeni
yeni sorunlar çıkacak. Siz oradaki işçileri havuza atmakla, polise coplatmakla,
yerlerde sürütmekle sesini kısamazsınız. O, hakkını istiyor, hakkını, sizden
bir şey istemiyor. Ve Çalışma Bakanı bakıyor. Kim karar verecek? 340
milletvekili değil, Sayın Başbakan. Helal olsun Meclise, helal olsun
milletvekiline, helal olsun bize.
Değerli
arkadaşlarım, bakınız, bazı yanlışlıklara birlikte parmak basmalıyız.
Milletvekilliği onurlu bir meslektir. Bu, değer kaybetmemelidir ama ne yazık ki
bırakınız milletvekilini, Sayın Başbakanınız “Kafam bozulursa bakanların
kolundan tutar dışarı atarım.” diyor ve o bakanlar da “Eyvallah, atarsan at.”
diyor. Şimdi, bu, doğru bir hareket midir değerli arkadaşlarım? Bu, onur kırıcı
bir hareket değil midir?
Şimdi, işçiye
“Sırtının üstüne yatıp para almaya alıştın…”
Sen neden
fabrikaları kapattırıyorsun, özel sektöre fabrika açıyorsun, tütünün gümrüksüz,
vesairsiz Türkiye’ye gelmesi için kolaylık sağlıyorsun, Yunan tütününü
getiriyorsun Türkiye’de işletiyorsun da sen kendi öz servetini yok ediyorsun?
Değerli arkadaşlarım,
bakınız, Türkiye'nin önemli sorunlarının başında işsizlik gelmektedir,
yoksulluk gelmektedir, terör gelmektedir. Bunları çözmediğiniz sürece
Türkiye’de huzur bulamazsınız. Ne yapıyorsunuz siz? İşsizliğin daha da artması
için elinizden ne geliyorsa onu yapıyorsunuz. Nasıl çözülecek? Allah rızası
için bir yere bir çivi çaktınız mı, bir fabrika açtınız mı? Nasıl işsizliğe
çözüm bulacaksınız? Nasıl çene çalıyorsunuz?
FATİH ÖZTÜRK
(Samsun) – Gene sallıyorsun.
BAYRAM ALİ MERAL
(Devamla) – Değerli arkadaşlarım, muhterem arkadaşlarım; Kızılay’a insek, kendi
kazasına gitse kimse tanımaz o beyefendiyi, konuşur burada.
FATİH ÖZTÜRK
(Samsun) – Gene sallıyorsun bakalım.
BAYRAM ALİ MERAL
(Devamla) – Benimle bir Kızılay’a gel de salladığımı sallamadığımı sana göstersin
orada insan, gel.
FATİH ÖZTÜRK
(Samsun) – Bol bol sallıyorsun. Hiç kafanı yorma.
BAYRAM ALİ MERAL
(Devamla) – Ben senin gibi annenin yoğurdunu içerek gelmedim, ben meydanlardan
geldim, meydanlardan.
FATİH ÖZTÜRK
(Samsun) – Elli yıldır sallıyorsun.
MEHMET CEYLAN
(Karabük) – Şov yapıyorsun, şov.
ABDÜLHADİ KAHYA
(Hatay) – Sen oğlundan bahset.
BAYRAM ALİ MERAL
(Devamla) – Ben Türk vatandaşıyım. Hatay’ın kurtuluşunda benim ailem, sülalem
mücadele etmiş. Benim soyum sopum o zaman başka bir yerde yatmıyordu. Ben
burada konuşma hakkına sahibim. Otur, boyundan fazla sana laf söylerim. Yerinde
rahat otur.
ABDÜLHADİ KAHYA
(Hatay) – Boş şeyler konuşuyorsun, ayrımcılık yapıyorsun.
BAYRAM ALİ MERAL
(Devamla) – Ayrımcılık yapıyorsam kes sesini.
ABDÜLHADİ KAHYA
(Hatay) – Ezbere konuşma, millete önyargılarla bakma böyle. Utanman lazım,
utanmıyorsun sen.
BAYRAM ALİ MERAL
(Devamla) – Değerli arkadaşlarım, muhterem arkadaşlarım; alışmış, boş lafa
alışmış ama ben kırmak istemiyorum şimdi.
ABDÜLHADİ KAHYA
(Hatay) – Eften püften tartışmalar yapıp konuşamazsın burada.
BAYRAM ALİ MERAL
(Devamla) – Öyle laf konuşurum ki onurunu
kırarım ama gene de dokunmuyorum. O gelir orada zevzeklik eder durur, huyudur
onun.
ABDÜLHADİ KAHYA
(Hatay) – Benim atalarım bu cumhuriyet için çatışmıştır, mücadele etmiştir.
BAYRAM ALİ MERAL
(Devamla) – Değerli arkadaşlarım, muhterem arkadaşlarım; Tekel işçisini, Tekeli
konuşuyoruz. Meydanlarda sizin vatandaşınız, onu konuşuyoruz değerli
arkadaşlarım, başka bir şey konuşmuyoruz.
ABDÜLHADİ KAHYA
(Hatay) – Provokatörsün sen!
BAYRAM ALİ MERAL
(Devamla) – Sizden diyorum ki…
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri…
ABDÜLHADİ KAHYA
(Hatay) – Sayın Başkanım, ben konuşma…
BAŞKAN – Öyle bir
hak tanımadım size, lütfen…
Devam edin Sayın
Meral.
BAYRAM ALİ MERAL
(Devamla) – Değerli arkadaşlarım, ortada bir sorun var. Sorumlu insanlarız.
Meydanlardaki insanlar bizim vatandaşlarımız. İtfaiyecileri, bilmem polisiyle,
bilmem zabıtayla yok ediyorsunuz. Bilmem üniversitedeki işçiler dışarı
atılıyor, göz yumduruyorsunuz. Onun ötesinde Tekel işçisi meydanlarda sesini
duyurmak için; sindirmeye çalışıyorsunuz. Bunlar 12 Eylül dönemlerinin askerî
yönetim tarzlarıdır değerli arkadaşlarım. Yürüyüş yapma, direniş yapma, grev
yapma... E, bugün de aynısı.
Peki, bu sivil 12
Eylül değil de nedir değerli arkadaşlarım? İnsanların meydanlara çıkmasına,
insanların özgürce düşündüklerini konuşmasına, hakkını aramasına neden müdahale
ettiriyorsunuz değerli arkadaşlarım?
Ne olacak şimdi?
İnsanlar, yarın on binler meydanlara gelecek, çocuğuyla gelecek, eşiyle gelecek
değerli arkadaşlarım. Bu insanlara çözüm bulun diyoruz, sizden başka bir şey istemiyoruz.
Bu insanlara çözüm bulun bu da sizin hakkınız, iktidarsınız, hükûmetsiniz.
Ne istiyor bu
insanlar sizden? Sen dışarıdan gelen tütüne kucak açacaksın, gümrük
almayacaksın, kendi tütününü yok edeceksin, kendi fabrikanı kapatacaksın,
oradaki işçiyi kapının dışına koyacaksın, onlar da hakkını isteyecek, bundan
rahatsız olacaksın.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
BAYRAM ALİ MERAL
(Devamla) – Teşekkür ederim.
Peki, bunun hiç
haklı bir tarafı var mı değerli arkadaşlarım? Bu, sizin de içinizde bir
rahatsızlık, birçoğunuzun, bunun farkındayım ama ne yaparsınız,
konuşamıyorsunuz, dile getiremiyorsunuz. Bu olmaz değerli arkadaşlarım. Türkiye
Cumhuriyeti, hükûmetleriyle yönetir. Sayın Başbakanın dışında bir Allah’ın kulu
sesini çıkaramıyor. Şimdi söylesem… Bazen rahatsız oluyorsunuz ama
televizyonlarda Filistin halkını seyrediyorum, İsrail onların haklarını
gasbediyor, duvarlara çıkıyor, yerlerde yatıyor. Şimdi bir de Tekel işçisine
bakıyorum, yani mukayese ediyorum. Filistin’de mi, İsrail’de mi, nerede
yaşıyoruz değerli arkadaşlarım? Bunlar hakkını istiyor sizden. Bir kez daha
rica ediyorum AK PARTİ milletvekili arkadaşlarım: Başbakanınıza nasıl
ulaşırsanız ulaşın, sorunu çözün. Polisle yarın işçiyi, polisle yarın oradaki
işçi hanımlarını, polisle onları ziyaret etmeye gelen insanları karşı karşıya
getirmeyin.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAYRAM ALİ MERAL
(Devamla) – Bu büyük bir sorun olur, hepimizi rahatsız eder. Sizden bu konuda
katkı bekliyorum.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Meral.
Sayın Kahya…
ABDÜLHADİ KAHYA
(Hatay) – Sayın Başkanım, az önce Hatip konuşmasında Hatay’ın mücadelesini
gündeme getirerek, kapalı olarak…
BAYRAM ALİ MERAL
(İstanbul) – Sana ne! Dedem gelmiş savaşmış orada. Sen niye rahatsız oluyorsun?
BAŞKAN – Sayın
Meral, lütfen yerinize oturur musunuz.
BAYRAM ALİ MERAL
(İstanbul) - Sana ne! Sen niye konuşuyorsun?
BAŞKAN – Sayın
Meral, lütfen yerinize oturur musunuz.
Duymuyorum, Sayın
Kâhya’yı duymuyorum.
Buyurun.
ABDÜLHADİ KAHYA
(Hatay) – Sayın Başkanım, İç Tüzük’ümüzün ilgili hükmüne göre bu sözünden
dolayı bir açıklık getirmek üzere kısa bir söz hakkı istiyorum.
BAYRAM ALİ MERAL
(İstanbul) – Sayın Başkan, dedemin orada savaştığını söyledim. Bunun mahzuru
ne? Yani “Orada niye savaştı?” mı diyecek?
ABDÜLHADİ KAHYA
(Hatay) – Hatay’ı özellikle vurguladı ve Sayın Hatip’in daha önce de benimle
ilgili sataşmaları var. Biliyorum neye dayandığını. Onunla ilgili,
müsaadenizle, ben çok kısa ve yeni bir şeye fırsat vermeden bir açıklama yapmak
istiyorum.
BAŞKAN – Size iki
dakika süre veriyorum, buyurun, kürsüye gelin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Yeni bir
sataşmaya mahal vermeyin lütfen.
ABDÜLHADİ KAHYA
(Hatay) – Tamam Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Buyurun.
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Hatay Milletvekili Abdülhadi Kahya’nın, İstanbul
Milletvekili Bayram Ali Meral’in, şahsına sataşması nedeniyle konuşması
ABDÜLHADİ KAHYA
(Hatay) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum.
Sözlerimin
başında, bizim kişiliğimizin… Asla ve asla bu yüksek Meclisimizin ve kürsümüzün
mehabetine ve kimliğine aykırı bir şekilde basit konuşmalarla gündemi işgal
etmeyeceğimizi de herkesin bilmesini önemle istirham ediyorum.
Az önceki Hatip
arkadaşımız, benim burada kendisinin oğluyla ilgili bizzat kendisinin radyo
konuşmasından dinlemiş olduğum mevzuyu hatırlatmam üzerine, daha önceki
konuşmasında da bana karşı bir rahatsızlığı olduğundan dolayı, Hatay’ın
mücadelesini ve benim… Herkes için atası azizdir. Ölmüş kişilerle ilgili aslı
astarı olmayan ve inanıyorum ve biliyorum ki İnternet’ten araştırıp da benim
Şam doğumlu olmama dayanarak bir sataşmada bulundu. Şunu söylüyorum: Bu
memleket ve millet içerisinde hiçbir kimsenin, ırkı ne olursa olsun, asla
kimseyi ayırt etmeye hakkı yoktur. Benim atalarım, inanıyorum Sayın Meral’in
kendisinden çok daha fazla çetelerle mücadele etti, Fransızlara karşı mücadele
etti. İstiklal Savaşı’nda en büyük ailelerden birisidir ve Hatay’da bulunduğum
ilçelerde de bütün millet bunu bilir. Hiçbir zaman… Hatay’da değil sadece,
Türkiye’nin genelindeki birçok çatışmalarda şehit olmuş benim aziz atalarım
var.
Onun için, bu
sözü kendisine iade ediyorum ve bu tarz konuşmaları da şahsi konuşmaları da
yakıştıramıyorum. Önce kendinin oğluna baksın diyorum.
Saygılar
sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAYRAM ALİ MERAL
(İstanbul) – Sayın Başkanım, müsaade ederseniz, oğlumla ilgili bir açıklama
yapayım. İki dakika istiyorum… Sizden özellikle rica ediyorum. Rica ediyorum sizden
özellikle.
BAŞKAN – Buyurun.
Siz de bir sataşmaya mahal vermeyin lütfen. Yani bitiremeyiz biz bugünü.
2.- İstanbul Milletvekili Bayram Ali Meral’in, Hatay
Milletvekili Abdülhadi Kahya’nın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması
BAYRAM ALİ MERAL
(İstanbul) – Değerli arkadaşlarım, çok özür diliyorum. Beyefendi arkadaşımız
orada oturuyordu. Oradan geldi sırf bana laf atmak için.
ABDÜLHADİ KAHYA
(Hatay) – Alakası yok.
BAYRAM ALİ MERAL
(Devamla) - Arkadaşlar canlı şahidi, yanında oturanlar da canlı şahidi.
BAŞKAN – Lütfen…
BAYRAM ALİ MERAL
(Devamla) – Arkadan “Oğlun nerede çalışıyor?”
Değerli
arkadaşlarım, ben otuz sene mevcut Yol-İş Sendikasında görev yaptım, genel
başkanlık yaptım. Oradan ayrıldım. Ayrıldıktan sonra, benden sonra gelen
arkadaşlarım oğlumu orada işe aldılar. (AK PARTİ sıralarından “Allah razı
olsun!” sesi) Suçu, kusuru bu. Bilahare dedikodusu başlayınca ben oğlumu oradan
ayırdım.
Şimdi değerli
arkadaşlarım, bakınız…
ABDÜLHADİ KAHYA
(Hatay) – Mercedes de verdiler mi?
BAYRAM ALİ MERAL
(Devamla) – Şimdi sen öyle konular açıyorsun ki… Altın saat de verdiler, altın
saat. Kolumda takmıyorum. İşçiler bana altın saat de verdi. Para toplarlardı.
Bana araba da alıyorlardı, kabul etmedim. Ben orada görev yaptım gözünü
sevdiğim kardeşim.
Bakınız, orada
bir şey daha yaptım. Ben şurada konuşuyorum, bıraktığım sendikalar, bıraktığım
konfederasyon orada. Hükûmetsiniz, bir kuruşluk bir şeyi mi, bırakın –ben
geçende de burada konuştum- bir kuruşluk bir şeyimi bulun. Namusumla orada iş
yaptım. Ben eğer dürüst, alnı açık olmasam meydanlara yüz binleri toplayıp da o
dönemin hükûmetlerine meydan okuyamazdım değerli gözüm kardeşim. Onun için,
gelip şey yapma.
Peki, kusur…
Allah, Peygamber aşkına soruyorum: Sizin çocuğunuz, yakınınız hiçbir yerde
çalışmıyor mu? Niye çalıştırıyorsunuz kardeşim? Yani, şimdi, ben kalkayım,
“Onun oğlu bunu yaptı, bunun oğlu bunu yaptı.” diye ben yeniden bir konu mu
açayım burada? Ayıptır yahu, ayıp, ayıp! Yakışmıyor, yakışmıyor! Ne olmuş?
Oğlum çalışmış, suça bak. Allah’ını Peygamber’ini seversen, size soruyorum yahu: Ne olmuş?
Oğlum üç sene sendikada çalışmış. Suça bak hele. Hırsızlık mı yapmış, kredi mi
almış, devleti mi dolandırmış, sizi mi dolandırdı, ne yaptı? Söyler misiniz
böyle bir kusurunu?
ABDÜLHADİ KAHYA
(Hatay) – 5 bin lira maaş alıyor mu almıyor mu? 5 bin lira maaş alıyor, siz
söylediniz.
BAYRAM ALİ MERAL
(Devamla) – Ayıptır ama yahu ayıp değerli arkadaşlarım, ayıp, ayıp; bunları bir
daha şey yapmayın. Ben burada çıkarım, öyle şeyler konuşurum ki, buranın altını
üstüne getiririm ama artık bunu kapatın.
ABDÜLHADİ KAHYA
(Hatay) – Yakışır size, yakışır!
M. YILMAZ
HELVACIOĞLU (Siirt) – Konuş, konuş!
BAYRAM ALİ MERAL
(Devamla) – Var, var, konuşuruz…
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Meral.
BAYRAM ALİ MERAL
(Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Saygılar sunuyorum hepinize
arkadaşlar.
BAŞKAN – Sayın
Meral, teşekkür ederim.
VI.- ÖNERİLER (Devam)
A) SİYASİ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ (Devam)
2.- (10/128, 10/272, 10/378) esas numaralı Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergelerin ön görüşmelerinin Genel Kurulun
12/1/2010 Salı günkü birleşiminde birlikte yapılmasına ilişkin CHP Grubu
önerisi (Devam)
BAŞKAN –
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisi aleyhinde ilk söz Eskişehir Milletvekili
Sayın Tayfun İçli’ye aittir.
Sayın İçli yok
mu?
Kayseri
Milletvekili Sayın Mustafa Elitaş. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubunun verdiği önerge Tekel işçilerinin içinde bulunduğu durumun
araştırılıp bu konuyla ilgili Türkiye Büyük Millet Meclisinin üzerine düşen
görevi yapması konusunda. Bu konuyla ilgili yaklaşık bir ay süreyle Tekel
işçileri kendilerince hak gördüklerini iddia ettikleri, iş akitlerinin
feshedilmesiyle ilgili konuda Kızılay Meydanı’nda, İstanbul’da, AK PARTİ Genel
Merkezi’nin önünde çeşitli eylemler, gösteriler yapıyorlar. Bunlar demokratik
bir ülke içerisinde yapılabilecek doğal hareketlerdir, başkalarını rahatsız
etmediğiniz sürece, insanların huzurunu bozmadığınız sürece doğal
hareketlerdir, doğal eylemlerdir. Muhakkak ki milletvekilleri de halkın
meseleleriyle ilgilenmek konusunda, halkın problemlerini çözmek konusunda orada
ilgili kişilerle, eylem yapan, haklı mücadele verdiğini iddia eden kişilerle de
görüşüp onların dertlerini dinlemek ve onlara çözüm bulmak ve Meclis kürsüsünde
ifade etmek mecburiyetindeler. Onu da değerli milletvekili arkadaşlarımız
yapıyorlar. Ama, böylesine olan bir hadiseyi, istismar etmeden, farklı farklı
noktalara götürmeden, ajite etmeden anlatırsak muhakkak ki herkes de bundan
fayda sağlar diye düşünüyorum.
Değerli
arkadaşlar, Tekel işçilerinin içinde bulunduğu durum, ta 1980’li yılların
başından itibaren, Türkiye'nin sistem değiştirmesiyle birlikte ortaya çıkan,
özel sektör kanadıyla kalkınmayı kendisine ilke edinen, hedef edinen bir
politikayı benimsemesi, serbest piyasa ekonomisinin hâkim kılınmasıyla birlikte
artık devletin bir yatırım yapmak değil, devletin özel sektör yatırımcısının
önünü açmak yolunda gayretler göstermesi, çaba sarf etmesi… Bununla ilgili, ta
ki 1980 yılından bu tarafa gelen iktidarlar, çeşitli zamanlarla bu eylemleri,
işlemleri gerçekleştirmişler, yasal düzenlemenin altyapısını oluşturmuşlar.
1992 yılından itibaren özelleştirmeye hız kazandırılmış, özelleştirmeyle
ilgili, 2003 yılına gelene kadar, toplam, Türkiye’de yapılan özelleştirmelerde
40 bin kişinin iş akdi feshedilmiş. Bu iş akdi feshedilen 40 bin kişi, herhangi
bir yerde iş imkânı bulamamış, bugünkü tabirle -eğer tabir yerindeyse- kapının önüne
konulmuş, “Başınızın çaresine bakın.” denilmiş. 1980 öncesinde, karma ekonomik
sistemde, ithal ikamesi politikasıyla yapılan süreçte, siz dış âlemden ithal
ettiğiniz malları Türkiye içerisinde imal etmek için, özel sektörün gücü yoksa,
imkânı yoksa, devlet sektörü, devlet kanadıyla yapmak gayreti içerisinde
bulunduğunuz süreçte, baktığınızda, 1980 itibarıyla dünyadaki gelişme ve
Türkiye'nin dünyaya entegrasyonuyla birlikte, bakıyoruz artık devlet sektörünün
imal ettiği, devlet sektörünün tekelci olarak bulunduğu piyasalarda,
uluslararası piyasalarla rekabet şansının kalmadığı ve maliyetlerin aşırı
derecede yükseldiğini ortaya çıkarıyor.
Değerli
arkadaşlar, 1982 yılında Tekelde toplam 80.300 kişi çalışıyor. Bütün Tekel
müesseselerinde 80.300 kişi çalışıyor ama bugün aynı vergiyi, aynı ÖTV’yi, aynı
katma değer vergisini ödeyen sigara sanayisinde çalışan işçi sayısı 3 bin veya
5 bin kişidir. Demek ki 80 bin kişinin yaptığı işi 3 bin veya 5 bin kişi
istihdam edebiliyor, üretim yapabiliyor. 80 bin kişinin ortalama maliyetleri
1.700 lira, aylık ücretleri, net ücretleri; ortalama giydirilmiş aylık
maliyetleri 3 bin lira. 80 bin işçiye bugünkü şartlarla aylık 3 bin lira
giydirilmiş maliyetle vereceğiniz ve bu ülkenin insanına getirilen yükün ne
kadar olduğunu her hâlde hepimiz hesap etme kabiliyeti içerisindeyiz. 80 bin
kişiyi memnun etmek yerine 72 milyon insanın rahatsız edilmesi, onların alın
teriyle, birikimleriyle, gece gündüz çalışılarak çocuğunun nafakasından kestiği
kazançlarıyla vergi olarak ödediği paranın, maalesef uzun yıllardır kamunun
kendi adına çalıştırdığı insanlara yüksek maaşlarla verilerek “ücret” diye
ifade etmesi, bir manada kaynak transfer etmesi noktasına dönmüştür.
Biz, 2004 yılında
Sayın Başkanın talimatıyla birlikte, 1992 yılından bu tarafa 40 bin kişinin
işsiz kalmasıyla birlikte, 657 sayılı Kanun’un 4/C maddesinde, ne işçi sayılan
ne de memur sayılan ne de sözleşmeli memur sayılan “4/C” diye sayılan maddede,
Bakanlar Kurulu kararıyla birlikte, bu kişilere, özelleştirmeden dolayı işsiz kalmış,
kapının önüne konulmuş, kıdem ve ihbar tazminatını alamamış, belli bir yaşa
gelmiş, emekli olma hakkını dahi bulamamış insanlara bir fırsat kapısı açtık. O
günden bu tarafa 21.500 kişi 4/C kapsamında çalışıyor, geriye kalan 17 bin-18
bin kişi çeşitli zamanlarda başka özel sektörde iş bulmuş, başka yerlerde
çalışmış ve müracaatlarını yapmamışlar. Yaklaşık 21.500 kişi şu anda 4/C
kapsamında Türkiye Cumhuriyeti devletinin şemsiyesi altında işçi olarak
çalışıyor. Bu insanlar ilk dönemde kıdem ve ihbar tazminatını alamamışlar, o
dönemki yapılan özelleştirme çerçevesinde özelleştirilen kuruluşlara işçilerin
kıdem ve ihbar tazminatı fon olarak verilmiş ama devredilen müesseseler
çalışamadığından dolayı, rantabiliteyi, kârlılığı elde edemediklerinden dolayı,
devlet tarafından verilmiş kıdem ve ihbar tazminatları da maalesef uçmuş
gitmiş.
Şimdi, 12 bin
civarındaki Tekel işçisinden yaklaşık 9.300 kişi 4/C kapsamına girecek. 9.300
kişinin 4/C kapsamındaki aldıkları haklar nedir? Öncelikle, her biri ortalama
41 bin lira (41 milyar lira) kıdem ve ihbar tazminatlarını alacaklar.
Arkasından, bir aylık süreyle, “Geliniz, eğer siz devletin verdiği şartları
kabul ediyorsanız, şu çerçevede çalışacaksınız. Bu noktada da -kabul ettiğiniz
takdirde- devlet sektöründe emekli olma hakkını ilan edeceksiniz ve
kazanacaksınız.”
Bu süreçte, 2006
yılında Tekel özelleştirilirken, ilgili firma tarafından, bakınız, o günkü
aldıkları cari maaşın üzerine yüzde 20 daha fazla maaş teklif edilmesine
rağmen, üç yıl da iş garantisi verilmesine rağmen, hiç kimse tenezzül edip de
oraya gitmedi. İki yıldır Tekelde herhangi bir üretim yok, depolarında da mal
kalmadı. İki yıldır, 10.500 kişi, şu anda bu devletten 3 bin lira ortalama
-giydirilmiş olarak- ücret alıyor. Kim ödüyor bunun paralarını? 2,5 milyonun
üzerindeki işsiz insanın evine ekmek götürürken ödediği katma değer
vergisinden, ödediği elektrikteki katma değer vergisinden, akaryakıtta, dolmuşa
bindiği, dolmuş parası verirken ödediği ÖTV’den ödeniyor. İşsiz kalan
insanların, 2,5 milyonun üzerindeki insanın ödediği vergilerden, onların kıt
kanaat başkalarından, ailesinden elde ettikleri kaynaklarla ödediği
vergilerden, biz, çalışmayan Tekel işçilerinin aldıkları parayı aynı şekilde
devam ettirelim diye ısrar ediyoruz. Ha doğrudur, ortalama 1.500 lira, 1.700
lira net ücret ellerine geçiyor. Bu süreç içerisindeki insanların belirli
alışkanlıklarını yüzde 25-30 civarında aşağı bir seviyede devam ettirmeleri
muhakkak ki zordur ama biz daha önceki 4/C kapsamındaki çalışanlara da (21 bin
kişi) olduğu gibi şu andaki Tekel işçilerine de bir imkân sağladık. Bakınız,
4/C çalışanları, ilkokul mezunu 4/C çalışanı, 1 Ocak 2010 tarihine kadar 6.500
lira yıllık ücret alıyordu, ilkokul mezunu. Şimdi yaptığımız düzenlemeyle 8.500
lira ücret alır hâle geldi. Yaklaşık 2.500 lira, 2 bin lira net, yıllık
gelirinde artış var. Bu neye tekabül eder? Yüzde 32’lik bir artışa tekabül
eder.
Yine, lise ve
dengi mezunu olanlar, bir yılda 7.500 lira ücret alırken, on bir aya
çıkarmamızla birlikte, şu anda 9.500 lira ücret alacaklar. Yıllık artış ne
kadar? 2 bin liralık bir artış var. Yani, aylık ortalama 858 lira ücret
alacaklar ve bunların da yıllık maaşlarında 1 Ocak 2010 itibarıyla yüzde 27’lik
bir artış ortaya çıkacak.
Üniversite mezunu
olanlar, yıllık 8.200 lira alırken, bugün 10.500 lira alacaklar, onların da
ücretlerinde yüzde 25’e yakın bir artış var. 2.100 lira reel olarak, geçmiş
dönemdeki 4/C’lilerden farklı bir şekilde ücret almış olacaklar.
Değerli
arkadaşlar, hakkı korumak siyasi istismar yapmadan herkesin görevi. Bakınız,
bundan yaklaşık bir ay önce, 23 Aralık tarihinde bir milletvekili arkadaşımızın
buradaki konuşmasını sizlerle paylaşmak istiyorum: “İzmir milletvekilleri,
bizim çıkardığımız kanunla birlikte…”
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkanım.
“…bölünen
belediyelerde işsiz kalan 291 işçiyle ilgili sorunları paylaşmak üzere İzmir’de
bir holdingin verdiği yemekte –aynen ifade ediyorum- Milliyetçi Hareket Partisi
milletvekillerinden ve holding yöneticilerinden müsaade isteyerek Cumhuriyet
Halk Partili milletvekilleriyle bir araya geldik, sorunları çözmek için gayret
gösterdik. Bu arkadaşlarımıza dedik ki: Büyükşehir belediyesi sizin, ilçe belediyeleri
de sizin, bunun siyasi rantını hiç kimseye bırakmadan, aç ve açıkta kalmış
insanların, gelin, ekmeklerine iş, onların işsizliklerine bir çare bulalım.
Yani, 4/C benzeri bir usulü orada uygulayalım dedik, ama hiç kimse bu konuda
bize yardımcı olmadı. Hatta öyle bir noktaya geldik ki, sayın milletvekili
ağabeylerimizden birisi ‘ben ilgileneceğim ve size bilgi vereceğim…’ Bana bilgi
gelmedi, Meclis açıldığında konuyu tekrar hatırlattım, yine bir şey olmadı.”
Yine Tekel
işçileriyle ilgili giden bir arkadaşımıza ifade ediyor, ondan da herhangi bir
sonuç gelmiyor ama diyor ki: “Gelin burada işi hep beraber çözelim, gayret
gösterelim, bu insanları aç ve açıkta sokakta bırakmayalım.” ve arkadan “AK
PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar.”
İşte üslup bu
olmalı, tarz bu olmalı. Bir tarafta AK PARTİ milletvekillerinin işçilerin
haklarıyla ilgili söylemleri, öbür tarafta yapılan istismar. Bunu yüce milletin
takdirlerine bırakıyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
OSMAN ERTUĞRUL
(Aksaray) – Her şey güllük gülistanlık Elitaş! Ne güzel! Herkes hâlinden memnun
yani!
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Elitaş.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu önerisi lehinde diğer söz Manisa Milletvekili Sayın Mustafa
Enöz’e ait.
Buyurun Sayın
Enöz. (MHP sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ENÖZ
(Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tütün sektöründeki sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Cumhuriyet Halk
Partisi tarafından verilen Meclis araştırması açılmasına ilişkin grup önerisi
üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına önerinin lehinde söz almış
bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, yaklaşık dört yüz yıldır topraklarımızda Anadolu insanının
alın teri ve emeğiyle sabırla işlenerek üretilen Türk tütünü, kokusu ve
harmanları, ıslah edici özellikleriyle dünya piyasalarında marka olmuş ve özel
ürün konumuna ulaşmıştır. Tütün, ülkemiz için kendi hâlinde bırakılacak bir
ürün değildir. Türk tütünü fakir toprakların bir ürünüdür. Bugüne kadar yapılan
bütün çalışmalarda, aynı arazilerde üretilen, üreticilerin hayatlarını
sürdürebileceği geliri sağlayabilecek alternatif bir ürün veya ekonomik bir
faaliyet konusu bulunamamıştır. Türkiye hâlihazırda dünyanın en büyük Şark tipi
tütün üreticisi konumunda iken, son yıllarda uygulanan yanlış politikalar,
tüketici eğilimlerinin ve tercihlerinin değişmesi, rekabetin yoğunlaşması,
sağlık endişelerinin artmaya başlaması ve ekonomilerin globalleşmesi gibi
birçok sebebe dayalı olarak Türkiye'nin Şark tipi tütünde rekabet şansı
azalmaya başlamıştır.
Değerli
milletvekilleri, artık, ülkemiz, tütün ihraç eden değil, tütün ithal eden ve bu
tütünlerden sigara üretilen ülke olma yolundadır. Zira, sigara pazarı, tek
amaçları daha çok sigara satmak olan, bunu gerçekleştirmek için sigaraya
başlama yaşını daha da aşağılara çekmeyi hedef hâline getiren ve bu konuda
dünyanın değişik bölgelerinde pek çok sabıkası olan yabancı sigara tekellerine
terk edilmiş durumdadır.
Âdeta
bağımsızlığımızın sembolü olarak kurulan İnhisar İdaresi, sonradan Tekel, son
olarak da Tütün, Tuz ve Alkol İşletmeleri Genel Müdürlüğü adını alan millî
kuruluş, ülkemizde yüz kırk yedi yıldır tütün ve alkol sektöründe faaliyet
gösteren, önemli sorumluluklar üstlenen bir kurumdur. Bu tarihî süreçte Tekeli,
kimi gün bağımsızlığımızın sembolü, kimi gün çiftçimizin en yakın dostu, kimi
gün ise hazinenin en büyük kaynak sağlayanı olarak görmek mümkündür.
Yıllarca kurumlar
vergisi şampiyonu olmuş, hem tarımsal alanda hem de sanayide yarattığı istihdam
ve katma değerle birinciliği tescillenmiş, ismi marka olmuş bir buçuk asırlık
bir kurum olan Tekel, ülkemizde uygulanmakta olan kamu işletmelerinin elden
çıkarılmasına yönelik özelleştirme politikalarının neticesi olarak yok olup
gitmektedir.
Tekelin yaprak
tütün piyasalarından çekilmesiyle birlikte destekleme alımlarının
kaldırılmasıyla çok uluslu sigara tekellerinin insafına terk edilen yaklaşık
200 bin tütün üreticisi de kaderleriyle baş başa kalmış bulunmaktadır. Tarım ve
Köyişleri Bakanlığının uygulamaya çalıştığı Tütüne Alternatif Ürün Projesi de
kâğıt üstünde kalan tam bir fiyaskodur.
Değerli
milletvekilleri, Tekeli bu duruma çalışan personel getirmemiştir. Tekelin bu
duruma gelişini 2/3/2007 tarihli Dünya gazetesinde yayımlanan Tekel
Başmüfettişi İbrahim Halil Elmas’ın ifadeleri çok açık bir şekilde
anlatmaktadır: “2003-2005 yıllarında Tekeli yönetenler, Almanya, Dubai ve
Virgin Adaları’nda kurulan tampon şirketler aracılığıyla Tekelin stoklarındaki
binlerce ton tütüne talip olmuşlar, düşük fiyata aldıkları bu tütünlerle kurumu
milyonlarca dolar zarara uğratmışlardır.” Yurt dışında kurulan bu şirketlerin
Tekelin stoklarındaki tütünü düşük fiyattan opsiyonladığını ve satın aldığını
belirten Elmas, 2003 yılında sadece Weserfrucht firmasına yapılan satıştan
Tekelin 45,5 milyon dolar zarar ettiğini öne sürmektedir. Tekelin sigara
sektöründe son beş yılda yaşadığı pazar kaybının sebeplerinden birinin, Tekelin
stoklarındaki tütünün düşük fiyata satılmasından kaynaklandığı, bu şekilde
Türkiye pazarının yabancı sigara firmalarına sunulduğu ifade edilmektedir. Ucuz
tütün satımının gerçekleşmesiyle Tekelin pazar kaybı arasındaki doğru orantıyı
görmemiz zor olmamaktadır.”
Değerli
milletvekilleri, ülkemizde yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen tütüncülük, tarım
ve sanayi sektöründe önemli bir istihdam alanı olmaya devam etmektedir. Tütün
piyasasında elli bir firma faaliyette olup, tütün ihracatımız 2008 yılında 152
milyon kilogram olarak gerçekleşmiştir. Bunun ekonomiye katkısı 428 milyon
dolardır. Tütün mamulleri piyasasında yedi şirket üretim yapmakta olup, 2008
yılı sonu itibarıyla üretilen 135 milyar adet sigaranın 25,6 milyar adedi ihraç
edilerek karşılığında 229 milyon dolar gelir elde edilmiştir.
Tekelin sigara
biriminin 2008 yılında 1,72 milyar dolar gibi düşük bir fiyata BAT şirketine
satılmasıyla ortaya çıkan hazin tablonun faturası bir kez daha tütün
üreticilerine, işçisi, memuru ve tütün eksperi ile Tekel çalışanlarına
çıkarılmaktadır.
Değerli
milletvekilleri, son günlerde sigara şirketlerinin fiyatlarını önce artırması,
sonra zamları geri çekmesi, tekrar fiyatlarını artırması tam manasıyla bir
trajikomik hadisenin vuku bulmasıdır. Maliyenin baskısı ve hedef gelirlerin
sağlanması amacıyla hedeflerin tutturulmasını istemesi, yapılan bu baskılar,
maalesef sonuçta, sonuç olarak sigara içenlerin cebine intikal etmiştir.
Yüz kırk yedi
yıldır ülke ekonomisine büyük katkılar sağlayan Tekeli, çalışanları değil,
komik bir ücret karşılığında özelleştirilmesine göz yuman ve mevcut değerlerini
eşe dosta peşkeş çeken AKP zihniyeti bu hâle getirmiştir. Tekelin hiçbir
çalışanı yatarak ücret almaya gönüllü olmamıştır. Kurumlarının bu duruma
düşürülmesine engel olamayan bu insanlar, gelinen bu noktada başka kurumlarda
insan onuruna yakışır biçimde çalışabilmeyi istemiş, Hükûmetten konuyla ilgili
çözüm beklemişlerdir. Oysaki çözüm üretme sorumluluğunu üstlenmekten uzak olan
AKP Hükûmeti Tekel işçilerinin haklarını gasbetmektedir.
Şimdi soruyorum:
BAT şirketinden 1 milyar 720 milyon doları alan bu işçiler mi olmuştur?
İşletmeleri çalışamaz hâle Tekel işçileri mi getirmiştir? Tekeli,
fabrikalarını, markalarını, gayrimenkullerini satarak milyar dolarları bu
işçiler mi almıştır? Tekelin elindeki tütün stoklarını yok pahasına bu işçiler
mi pazarlamıştır?
Değerli
milletvekilleri, yurt genelinde Yaprak Tütün İşletme müdürlüklerinde çalışmakta
olan 12 bin işçinin kamuoyunda “4/C uygulaması” adıyla bilinen kadrolara
atanmaları söz konusudur. Herkesin bildiği üzere, bu işçilerimiz… Haklarının
gasbedilmemesi için bir aydır kar kış demeden, çoluğundan çocuğundan, sıcak
yuvasından uzak, Ankara’da toplanarak seslerini hükûmete duyurmaya çalışan
ancak bir türlü cevap alamayan Tekel işçilerinin yaptıkları demokratik
mücadeleyi buradan bir kez daha kutluyorum ve destekliyorum. Ancak bu
işçilerimiz, gözleri olup görmeyenlerden, kulakları olup duymayanlardan,
kalpleri olup hissetmeyenlerden ne yazık ki bir cevap alamamaktadırlar. Bu
işçilerin tek istekleri, zaten ekonomik sıkıntıların had safhada yaşandığı
ülkemizde mevcut özlük haklarını kaybetmeden bir başka kuruma geçme
arzularıdır. Bu da insanca yaşama hakkının en temel ilkelerinden bir tanesidir.
Bu haklar Hükûmet tarafından göz ardı edilmemeli, binlerce işçinin hak ve
hukuku, gasbedilmeden bir an önce verilmelidir.
Cumhuriyet Halk
Partisinin bu konuda vermiş olduğu bu araştırma önergesini Milliyetçi Hareket
Partisi olarak desteklediğimizi ifade ediyor, bu vesileyle yüce heyetinizi
tekrar saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Enöz.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu önerisi aleyhinde son söz Van Milletvekili Sayın İkram Dinçer’e
aittir.
Buyurun Sayın
Dinçer.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Yok Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Öneriyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri reddedilmiştir.
Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir
önerisi vardır, okutup oylarınıza sunacağım:
3.- Gündemdeki sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden
düzenlenmesine; Genel Kurulun, 12/1/2010 Salı günkü birleşiminde deprem ile
ilgili Meclis araştırması önergelerinin ön görüşmelerinin tamamlanmasından
sonra gündemdeki kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine; 13, 20, 27 Ocak
2010 Çarşamba günkü birleşimlerinde sözlü soruların görüşülmemesi, 19 ve 26 Ocak
2010 Salı günkü birleşimlerde ise 1 saat sözlü soruların görüşülmesinden sonra
diğer denetim konularının görüşülmeyerek gündemdeki kanun tasarı ve
tekliflerinin görüşülmesine; 418 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın İç Tüzük’ün
91’inci maddesine göre temel kanun olarak bölümler halinde görüşülmesine
ilişkin AK PARTİ Grubu önerisi
12/1/2010
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu
12.01.2010 Salı günü (bugün) toplanamadığından, İçtüzüğün 19 uncu maddesi
gereğince, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin Genel Kurulun onayına sunulmasını
arz ederim.
Mustafa
Elitaş
Kayseri
AK
PARTİ Grubu Başkan Vekili
Öneri:
Gündemin Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler Kısmında yer alan
418, 383, 455 ve 417 sıra sayılı kanun tasarı ve tekliflerinin bu kısmın 4, 5,
6 ve 8 inci sıralarına alınması, diğer işlerin sırasının buna göre teselsül
ettirilmesi,
Genel Kurulun
12.01.2010 Salı günkü (bugün) birleşiminde; Deprem ile ilgili Meclis Araştırma
Önergelerinin görüşmelerinin tamamlanmasından sonra gündemdeki kanun tasarı ve
tekliflerinin görüşülmesi,
Genel Kurulun;
13, 20, 27 Ocak 2010 Çarşamba günkü birleşimlerinde sözlü soruların
görüşülmemesi, 19 ve 26 Ocak 2010 Salı günkü birleşimlerde ise 1 saat sözlü
soruların görüşülmesinden sonra diğer denetim konularının görüşülmeyerek
gündemdeki kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi,
Genel Kurulun; 12
Ocak 2010 Salı günkü birleşiminde 446 sıra sayılı kanun teklifinin
görüşmelerinin tamamlanmasına kadar, 19 ve 26 Ocak Salı günkü birleşimlerde
15:00-20:00 saatleri arasında, 13, 14, 20, 21, 27 ve 28 Ocak 2010 Çarşamba ve
Perşembe günkü birleşimlerinde ise 14:00-20:00 saatleri arasında çalışmalara
devam edilmesi,
418 sıra sayılı
Kanun Tasarısının İç Tüzüğün 91. maddesine göre Temel Kanun olarak görüşülmesi
ve bölümlerinin ekteki cetveldeki şekliyle olması,
Önerilmiştir.
418 Sıra Sayılı
Üniversite ve Sağlık Personelinin Tam
Gün Çalışmasına ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
(1/715)
Bölümler Bölüm
Maddeleri Bölümdeki
Madde Sayısı
1. Bölüm 1-10 10
2. Bölüm 11-19 9
Toplam
Madde Sayısı 19
BAŞKAN – Adalet
ve Kalkınma Partisi Grubu önerisi lehinde ilk söz Muğla Milletvekili Sayın
Mehmet Nil Hıdır’a ait.
Buyurun Sayın
Hıdır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET NİL HIDIR
(Muğla) – Sayın Başkanım, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; AK PARTİ
Grubunun Meclisimize takdim etmiş olduğu Danışma Kurulu önerisinin lehinde söz
almış bulunuyorum. Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlarım.
Değerli
arkadaşlar, sunulan bu öneride öncelikle, birinci kısımda serbest bölgelerin
yeniden düzenlenmesine dair kanun tasarısı, ikinci kısımda tam günle ilgili
yasa tasarısı, üçüncü kısımda kamu düzeniyle ilgili müsteşarlığın kurulmasına
dair yasa tasarısı, dördüncü kısımda arsa ve arazilerin yeniden artırılmasına
dair, düzenlenmesine dair yapılan yasa tasarısı ve nihayet Nabucco gaz iletim
ve enerji nakil hatlarının sözleşmesine dair, geçmişte imzalanan sözleşmenin
Meclise sunumu gündeme gelmektedir.
Bu tekliflerin
kabul edilmesine dair önerinin kabul edilmesini arz ediyorum, hepinizi sevgiyle,
saygıyla selamlıyorum. Sağ olun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Hıdır.
Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu önerisinin aleyhinde ilk söz Hatay Milletvekili Sayın
Abdulaziz Yazar’a ait.
Buyurun Sayın
Yazar. (CHP sıralarından alkışlar)
ABDULAZİZ YAZAR
(Hatay) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AKP grup önerisi aleyhine söz
almış bulunuyorum. Türkiye gündeminde eczacıların, Tekel işçilerinin ve
itfaiyecilerin sorunlarının gündemde olması lazım. Ben de burada eczacı meslektaşlarımın
sorunlarını dile getireceğim. Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; eczacılarımız bugün, cumhuriyet tarihinde hiçbir
hükûmet zamanında yaşamadıkları zor bir dönemin içerisinde bulunmaktadırlar. Bu
zorlu ve sıkıntılı sürecin başlangıç noktasına bakacak olursak 14 Şubat 2004
tarihli İlaç Fiyat Kararnamesi ile beşerî tıbbi ürünlerin fiyatlandırılmasında
ilk defa referans fiyat uygulamasına geçildiği görülmüş, AKP Hükûmeti zamanında
başlayan meslekteki bu kan kaybı 14 Aralık 2004’te imzalanan Kamu İlaç Alım
Protokolü’yle devam etmiştir. Bu Protokolle kamu kurum iskontoları meslek
hayatımıza girmiştir. İlaçlarda “perakende satış fiyatı” ve “kamu fiyatı” olmak
üzere iki fiyatlı bir durum oluşturulmuştur. AKP Hükûmeti döneminde ilaç ve
eczacılık alanında yapılan her uygulamada olduğu gibi 4 Aralık sürecinde de
ilaç fiyatlarında yapılan düzenlemenin faturası dar bütçeli eczacıya
çıkarılmıştır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi ve eczacılar olarak ilaçta
fiyat indirimine karşı olmadığımızı her fırsatta ve her yerde söyledik. Bugün
bir kez daha söylüyoruz: Biz ilaç fiyatlarının daha da ucuzlamasından yanayız.
İlaca herkes ulaşsın. Toplum sağlığı için bir gereklilikse ilaç fiyatları daha
da düşürülsün fakat eczacının burada sıkıntı yaşamaması gereklidir. Sağlık
sisteminde yapılan her işin mağduru eczacı mı olacaktır?
Sürekli açık
veren bir sosyal güvenlik sisteminin yarattığı yıkımı fiyat düşüşleriyle
onarmak mümkün değildir. İlaç fiyatlarındaki düzenlemeler, kârlılığın azalması,
ticari iskontoların azalarak neredeyse sıfır noktasına gelmesi eczanelerde
ciddi ciro kaybı oluşturmuş, her yıl binin üzerinde eczane açılırken, son yılda
800’ün üzerinde, ülke çapında eczane kapanmıştır. Eğer iyileştirme olmadığı
takdirde, 2010 yılının sonuna kadar 7 binin üzerinde eczane kapanma
tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Devlet,
eczacılarımızın 4 Aralık süreciyle başlayan zararını mutlaka karşılamalı ya da
bu zararın sanayiciler tarafından karşılanması için gerekli düzenlemeyi mutlaka
yapmalıdır. Türkiye’deki ilaç pazarı ilaç tekellerinin iştahını kabartmaktadır.
Şirketler eliyle sürekli olarak “Nasıl daha çok ilaç satarız?” fikri üzerinden
planlar üretilmektedir. Ülkemiz insanı ilaç pazarının bir nesnesi olarak
görülmektedir
İlacı
eczanelerden çıkarıp marketlerde, reyonlarda satmaya çalışan, bunun için lobi
faaliyetleri yapanların varlığını hepimiz biliyoruz. Bu kimseler amaçlarını,
niyetlerini açıkça ortaya koyuyorlar ama bunların planlarını suya düşürecek
iradeli bir yönetimi, bir hükûmeti karşılarında göremedikleri için her geçen
gün daha da cesaretleniyorlar. Hükûmet, bunların oyunlarını bozacağı yerde
eczacının ekmek kapısını kapamaya çalışmaktadır. Sayın Başbakanın “İlacın marketlerde
satışının yapılmasının önünü açacak çalışmalar yapıyoruz.” açıklaması, çok
talihsiz bir açıklamadır. Bu düşünce hayata geçirilir, ilaç marketlere sokulur
ise 32 bin eczacının, dolaylı olarak eczane çalışanlarının ve aileleriyle
birlikte 500 bin, yani yarım milyon insanın işsiz kalmasına neden olursunuz.
“İşsizliğe çözüm bulacağım.” diyen Hükûmet yarım milyonluk bir işsizler ordusu
mu yaratmak istiyor?
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; ilacı eczanelerden çıkarıp marketlerde diş
macunlarının, şampuanların satıldığı reyonlara çıkarmanın gerisinde büyük bir
plan yatmaktadır. Bu planın arkasında, vatandaşa hizmet gibi görünen fakat
gerisinde büyük oyunların döndüğü büyük bir rant vardır, 10 milyar dolarlık bir
pazar vardır. Türk parasıyla 15 milyar TL’lik dev bir rant vardır. Hükûmetin
eczacılarla kavgasının gerisinde bu ilaç pazarı vardır. Son gelişmelere bu
noktadan bakmak gereklidir. Bu, AKP İktidarının iş başına gelişiyle başlattığı
hazırlıkların, koyduğu hedefin, adım adım geliştirdiği projenin bizi getirdiği
son noktadır.
Kamuoyuna
gösterilmek istendiği gibi eczacılarla Sosyal Güvenlik Kurumu arasında bir
kavga değildir. Kavga, Hükûmetin ilacı eczacının elinden alıp işi ticarete
dökerek kendi yandaşlarına sattırması olayıdır, on yıllardır eczanede satılan
ilacı çikolata satar gibi marketlere sattırma olayıdır. İlaç eczanede satılır.
Vatandaş, ilacı tezgâhtarın elinden değil, bu işin ilmini okumuş eczacının
elinden alır. Bu planlanan değişikliklerle bu iş çok ciddi şekilde yeni
sorunları da beraberinde getirecektir. Hükûmet, ilaç fiyat farkları ve muayene
ücretleriyle hastanın cebine el atmıştır. Yine Sosyal Güvenlik Kurumu, ilaç
fiyatlarını düşürürken hesap oyunuyla eczacıların kazancına ortak olmuştur. Bu
uygulama, vatandaşın daha çok ilaç parası vermesi ve gereksiz yere, doğru
olmayan, yanlış ilaç kullanımının daha da artması ve vatandaşın cebinden
çıkacak sağlık harcamasının daha da artması sonucunu da ortaya koyacaktır.
Bu, aynı zamanda,
AKP’nin kadrolaşma anlayışını da devlet bürokrasisi dışına bir kez daha taşıma
girişimidir. AKP’nin genel müdür tayin eder gibi, müsteşar tayin eder gibi
devlet teşkilatında kadro oluşturma politikasının paralelinde piyasaya yönelik,
özel sektöre yönelik bir kadrolaşma girişimidir. Olayın ilaç ayağı vardır, hastane
ayağı vardır, hepsi bir bütündür. Şimdi daha iyi görüldü ki, birinci basamak
sağlık hizmetlerinden dahi para alınarak bir sosyal devlet kimliğinde
Türkiye’de vatandaşa parasız sağlık götürme iddiası tümüyle ortadan kalkmıştır.
Sağlık hizmeti artık bir devlet görevi olmaktan çıkmaya başlamıştır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Hükûmet kimi cezalandırıyor? Hem eczacıları hem de
hastaları cezalandırıyor. Hükûmet, sözleşme imzalayacak eczane bulacağından çok
emin. Ama ya bulamazsa ne olacak? 23 bin eczacının dilekçe verdiği ve sözleşme
imzalamayacağı söyleniyor. Geri kalan bin eczaneyle eczacılık hizmetleri nasıl
yürüyecek? Hastalar parasıyla ilaç almak zorunda bırakılacak. Parası olmayana
ne olacak? Bu Hükûmet bu sorumluluğu aldığının farkında mı? Bu ülkede günde
1-1,5 milyon arasında reçete eczanelerden alınmaktadır. Hükûmet bu 1-1,5 milyon
kişinin reçeteye verdiği parayı nasıl geri ödeyecektir? Bunun için yeterli
kapasitesi, memuru, altyapısı var mıdır?
Hükûmet etme
makamı inatlaşma makamı olamaz. Bunun da ötesinde, Hükûmet Türk Eczacıları
Birliğini demokratik hakkını kullandığı için cezalandırmıştır; eczacıları,
sorunlarına dikkat çekmeye çalıştığı için cezalandırmıştır. Türk Eczacıları
Birliği de bir kamu tüzel kişiliğidir. Bunun da ötesinde Türk Eczacıları
Birliği eczacıların tek temsilcisidir. Hiçbir hükûmetin, bir sivil toplum
örgütünü bu biçimde cezalandırmaya, 24 bin eczacıya küsmeye hakkı yoktur.
Eczacıların
sorunu önemli sayıda eczanenin kapanmasına neden olacak büyüklüktedir ancak
Hükûmet bu sorunu görmezden gelmektedir. Eczacıların geliri bu Hükûmet
döneminde dörtte 1 oranında azalmıştır. Bu kadar temel bir sektörde eczanelerin
kapanmasına göz yummak halkın sağlık hakkına erişimini engellemek anlamına
gelecektir.
Diğer yandan,
Sayın Başbakanın, eczacılar tek tek sözleşme imzalamazlarsa 16 Ocakta
sözleşmelerin bittiği gün ilaçların marketlerden satılmaya başlanacağı sözleri
sağlık açısından son derece vahim bir tabloyu ortaya koymaktadır. “Paran kadar
sağlık” devrine geçildiği Sayın Başbakan tarafından açıkça açıklanmıştır. Bu
ülkede yaşayan yoksulların vitamine, ağrı kesiciye ihtiyacı yok mudur? Ayrıca
bu sistemin tasarruf yaklaşımıyla hiç ilgisi yoktur.
Hükûmetin bir an
önce eczacıların örgütlü yapısına tahammül göstermesi, Türk Eczacıları
Birliğiyle eczanelerin yok olmasına seyirci kalmamak üzere bir sözleşme
yapması, hem hasta sağlığını hem eczacılık hizmetini koruyacak tedbirler alması
şarttır. 16 Ocakta ortaya çıkacak hasta kuyruklarından, ilaca ulaşamayan hasta
manzaralarından Hükûmet birinci derecede sorumlu olacaktır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; eczacılarımız seslerini duyurmak için başka çareleri
kalmadığından geçtiğimiz yılın 4 Aralık günü kepenk kapatma eylemi
yapmışlardır. Eczacılarımızı bu eylemi yapmaya iten sebepler nelerdir?
Provizyon sisteminde tam bir düzelme olmamıştır, muayene ücretlerinin tahsilatı
eczanelerde yapılmaya devam etmektedir, çoğu hastane eczanesinde eczacı
istihdamı çoğaltılmamıştır, kaliteli bir ilaç hizmeti açısından yatak sayısı
başına…
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum.
ABDULAZİZ YAZAR
(Devamla) – Tabii.
…eczacı istihdamı
zorunlu hâle getirilmiştir, kamu kurumlarında çalışan eczacıların durumları
iyileştirilmemiştir, bu alanda çalışma daha cazip hâle getirilmemiştir, sosyal
güvenlik kurumlarının geri ödeme süreleri kısalmamıştır, haksız kesintilere son
verilmemiştir, Avrupa ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde eczacılarımıza reçete
başına ücret hâlen verilmemektedir, ilaçta yapılan fiyat düzenlemesinden dolayı
eczacının zararı karşılanmamıştır. Bunların sonucunda eczacılarımız eylem
yaptı, Hükûmet ise hakkını arayan eczacıyı cezalandırmak için Sosyal Güvenlik
Kurumu eliyle geçtiğimiz 16 Aralık günü Türk Eczacıları Birliği ile imzaladığı
İlaç Alım Protokolü’nü, aynı Protokol’ün 10/1 maddesine dayanarak 16 Ocak 2010
tarihinden itibaren geçerli olacak şekilde tek taraflı biçimde feshetti.
Hasta insanların
eczanenin kapısından dönmesine sebep kim olursa bunun bedelini, vebalini ağır
ödeyeceğini bir kez vurguluyor, eczacılarımızın haklı taleplerinin bir an önce
hayata geçirilmesi dileklerimle hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Yazar.
Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu önerisi lehinde ikinci söz Bursa Milletvekili Sayın Ali
Kul’a aittir.
Sayın Kul…
Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu önerisi aleyhinde Mersin Milletvekili Sayın Mehmet
Şandır. (MHP sıralarından alkışlar)
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Benim de sözüm vardı.
BAŞKAN – Sayın
Genç, kura çektik.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Ben de söz istemiştim.
BAŞKAN - Yeniden
çekeriz o zaman. Aleyhte çok söz talebi var, lehte de aynı. Tekrar kura
çekeriz.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Sayın Başkan, aleyhte kura mı çekildi?
BAŞKAN – Aleyhte
kura çekildi.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Bana vereceklerdi…
BAŞKAN – Onu
bilmiyorum. Onu grup yöneticileriyle konuşacaksınız.
Buyurun Sayın
Şandır.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Meclis Genel Kurulumuzun bu
haftaki gündeminin belirlenmesi için düzenlenen Danışma Kurulu toplantısında
bir uzlaşma sağlanamadığı için grupların verdiği grup önerilerinin
görüşmelerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun grup önerisinin aleyhinde
söz almış bulunmaktayım. Öncelikle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Biz, Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu olarak her defasında Meclisin gündeminin belirlenmesinde
ülkenin ihtiyacı olan kanunların görüşülmesi sırasının takdirinde iktidar
partisinin, Hükûmetin ve iktidar partisi grubunun takdir yetkisine saygıyla bir
yaklaşım içerisindeyiz. Tabii ki üzerine aldıkları sorumluluğun gereği, ülkeyi
ve toplum kesimlerinin sorunlarının çözümü için gerekli olan hukuki
düzenlemelerin gerçekleştirilmesinin önceliğini siyasi iktidar ve onun grubu
belirleyecektir. Buna itirazımız yok ancak her defasında yaşadığımız bir
hususu, zannediyorum 10’uncu defa, belki daha fazla bir daha dile getirmeyi
gerekli görüyorum.
Değerli
milletvekilleri, geçen hafta yine Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun
teklifiyle Mecliste grubu bulunan siyasi partiler arasında bir uzlaşma
sağlanarak bir gündem belirlemiştik. Bu gündeme göre Genel Kurulda yapacağımız
görüşmelerin sıralaması da belli olmuştu ancak o gündem belirlemesinden
vazgeçildi, bu haftanın başında iktidar partisi grubu yeni bir sıralamayla
Genel Kurula geldi.
Şimdi, her
defasında ifade ediyoruz, bir haftayı bile programlayamayan bir iktidar partisi
grubunun ülkenin önceliklerini toplumun beklentileri doğrultusunda
belirleyebilme şansı var mı, imkânı var mı? Geçen hafta verdiği kararı bu hafta
tatbik edemeyen, bir hafta sonra tatbik edemeyen siyasi iktidar, Hükûmet ve
parti grubunun bugün getirdiği gündemin ciddiye alınmasını, kabul edilmesini
istemek gibi bir hakkı var mı?
Geçen hafta
belirlediğimiz gündemle, bugün, geçen haftadan yarım kalan ve görüşülmesi
kararlaştırılan kanunları görüşmemiz gerekir. Serbest bölgelerle ilgili kanun
teklifini ve sıraya alınan uluslararası sözleşmeleri görüşmemiz gerekir ama bu
hafta tam gün yasası gibi gerçekten uzun müddet konuşulan, toplumsal mutabakatı
gerekli kılan, komisyonlarda tartışılan, alt komisyonlara havale edilen çok
temel bir kanunu gündeme getiriyorsunuz. Sonra, yine çok tartışılan, bir başka
anlamda üzerinde mutabakat olmayan kamu düzeni, güvenliği müsteşarlığının
kurulması konusunu gündeme getiriyorsunuz. Bunu da, ifade ettiğiniz, ilan
ettiğiniz demokratik açılım paketi kapsamında getirdiğinizi söylüyorsunuz.
Değerli
milletvekilleri, el yordamıyla belirlenmiş gündem, el yordamıyla belirlenmiş,
deneme-yanılmayla belirlenmiş ülke gündeminin öncelikleri, bu ülkenin
sorunlarının çözümüne katkı vermeyecektir. Biz, her defasında söylüyoruz;
siyasi iktidar, bu millet adına, milletten aldığı yetkiyle milletin
beklentilerini, ülkenin sorunlarını çözmek için hiç olmazsa iki haftalık bir
program yapabilmeli, bir aylık bir program yapabilmeli. Bir yıllık bir program
Hak getire! Böyle bir şansınız, böyle bir imkânınız yok. Nerelerden, nerelerden
hangi talepler geliyor, hangi telkinler oluyor ki bu Genel Kurulun gündemini
her hafta değiştiriyorsunuz. Böyle bir şeyi biz kabul edemeyiz, size de
yakıştıramayız. Geçen haftadan bu hafta görüşülmesini gerekli gördüğünüz bu
kanunları, bu öncelikleri öngöremediniz mi?
Değerli
milletvekilleri, bu düzensizliğe, bu itinasızlığa, bu istikrarsızlığa maalesef
Türkiye’yi alıştırdınız. Bu, bir AKP klasiği hâline geldi, yazboz tahtası gibi.
Bugün böyle, muhtemel, yarın bir Danışma Kurulu, grup önerisi daha getirirsiniz
Sayın Elitaş.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – 21’inci Dönemi inceleyeceğim.
MEHMET ŞANDIR
(Devamla) – Evet.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Siz de Grup Başkan Vekiliydiniz, bakacağım o zaman, neler var.
MEHMET ŞANDIR
(Devamla) – Dün de yapıldıysa doğru değil. Dirayetli iktidarlar, önünü
görebilen, geleceği görebilen ve gördüğü gelecek üzerinde verdiği kararın
arkasında durabilen iktidarlardır.
Şimdi, bakınız
-yani, daha sonra tekrar hatırlatacağımız için bugünden söylüyorum- 13, 14, 20,
21, 27, 28 Ocağı programlıyorsunuz. Üç gün sonra yeni bir Danışma Kurulu
önerisiyle buraya gelirseniz…
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Saatleri veriyoruz biz orada, çalışma saatlerini.
MEHMET ŞANDIR
(Devamla) – Saatlerini de değiştiriyorsunuz.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Bugün anlaşarak onu da…
MEHMET ŞANDIR
(Devamla) – Bakınız, saatlerini de değiştiriyorsunuz.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) – Demek ki saatleri değiştirmeyecek Sayın Elitaş.
MEHMET ŞANDIR
(Devamla) – Değerli milletvekilleri, milletin huzurunda konuşuyoruz. Ben bunu
doğru bulmadığımı, bu Genel Kurula bu düzensizliğin, bu özensizliğin
yakışmadığını, böyle bir yaklaşımın bu millete saygısızlık olduğunu ifade etmek
istiyorum. Buna mecbur değilsiniz. Bakanlarınız burada, bu işi koordine eden
birimler ayakta, çalışıyor. Bunlara sorarak hiç olmazsa bir ayı programlamanız
mümkün ama şu anda saat altıyı geçiyor, biz tam üç saati bu konuyu konuşmakla
geçiriyoruz. Buna hakkınız var mı? Dolayısıyla, her defasında söylüyoruz, buna
gücünüzün yetmediğini, bu dirayet veya böyle bir karar verme imkânınızın
olmadığını da biliyoruz ama millete sizi şikâyet ediyoruz. Bu milletin zamanını
bu türlü özensizliklerle yok etmeye hakkınız yok.
Bir başka şey
daha söylemek istiyorum. Değerli milletvekilleri, “yasama kalitesi” diye çok
önemli, demokrasilerde vazgeçilmez bir husus var. Gerek komisyonlarda gerekse
Genel Kurulda öyle kanun teklifleri, öyle kanun tasarıları geliyor ki bunları
kanun tasarı veya teklifi olarak kabul edebilmek mümkün değil. Bir yönetmelik
kapsamında kanun tasarı ve teklifleri geliyor. Üç sayfa uzunluğunda kanun
maddesi olur mu? Bir konuda anlaşıyoruz hatta farklı parti gruplarının vermiş
olduğu kanun tekliflerini, farklı milletvekillerinin verdiği kanun tekliflerini
bir araya getirerek birlikte buraya bir
teklif getiriyoruz, bir bakıyorsunuz, komisyonda bir önerge veriliyor -bugün
yaşandığı gibi, sayın komisyon başkanı buradaysa bilgi verebilir- önergeyle,
verilmiş olan kanun tekliflerinin tamamen dışında, hem de üç sayfa boyunda bir
maddelik bir kanun komisyondan geçiyor. Ben yaptım oldu! Böyle bir hak yok
değerli arkadaşlar. Ülkeler, devletler teamülleriyle büyürler. Eğer dün
yapılanı bugün takip edemiyorsanız, ortaya koyduğunuz kurallara, ortaya koyduğunuz
kararlara sahip çıkıp onu sürdürülebilir kılamıyorsanız sizinki çadır devleti
gibi bir şey. Böyle bir şeyi kabul etmemiz mümkün değil.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET ŞANDIR
(Devamla) – Başkanım bitiriyorum.
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, lütfen tamamlayın.
MEHMET ŞANDIR
(Devamla) – Dolayısıyla Adalet ve Kalkınma Partisinin bu haftanın ve önümüzdeki
üç haftanın gündemini belirlediği ve mutlaka da değişeceğinden emin olduğumuz
bu Danışma Kurulu grup önerisinin, bu ülkenin, bu Meclisin zamanını boşuna
çalmak anlamının dışında bir değerinin olmadığını ifade ediyorum ve bu Danışma
Kurulunun aleyhinde oy kullanacağımı belirtiyorum.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Şandır.
Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu önerisi lehinde son söz Konya Milletvekili Sayın Ali
Öztürk’e aittir.
Buyurun Sayın
Öztürk. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ALİ ÖZTÜRK
(Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet ve Kalkınma Partisi
grup önerisi lehinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Partimizin grup
önergesinde, serbest bölgelerle ilgili yasa teklifi, tam gün yasa teklifi, Kamu
Düzeni Müsteşarlığının kurulmasına dair teklif ve arsa ve arazilerin yeniden
düzenlenmesiyle ilgili teklif ile Nabucco Gaz İletim Sözleşmesinin
Onaylanmasına Dair Sözleşme’nin bu hafta görüşülmesi için gündeme getirilmesi
teklif edilmişti.
Zaten serbest
bölgelerle ilgili yasa teklifi görüşülmekte. Diğer yasalar da, gerek tam gün
gerekse Kamu Düzeni Müsteşarlığının kurulmasıyla ilgili yasa teklifleri de
gerçekten toplum düzeniyle doğrudan alakalı konular olması nedeniyle ayrıca
önem arz etmektedir. Bu nedenle, bir an önce görüşülmesinde fayda olduğunu
düşünüyoruz.
Ayrıca, bu hafta
görüşülmesini teklif ettiğimiz Nabucco Gaz İletim Sözleşmesi’nin onaylanmasıyla
ilgili teklifimiz, ancak bu hafta Sayın Enerji Bakanımızın yurt dışında olması
nedeniyle, yüce Meclise saygısı anlamında önümüzdeki haftaya ertelenmesi düşünülmektedir.
Ben, teklif
edilen bu yasaların bu hafta görüşülmesinde aciliyet olduğu düşüncesindeyim. Bu
yasaların bir an önce görüşülmesi talebiyle, önerinin lehinde söz aldığım için,
yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim.
Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
İç Tüzük’ün
37’nci maddesine göre verilmiş bir doğrudan gündeme alınma önergesi vardır,
okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.
V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
B) ÖNERGELER
1.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, (2/2) esas
numaralı Kanun Teklifi’nin doğrudan
gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/172)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
2/2, 2/3, 2/44,
2/22, 2/204, 2/229, 2/362 Esas Numaralı Kanun Tekliflerimin İç Tüzüğün 37.
Maddesi gereğince doğrudan gündeme alınması konusunda gereğinin yapılmasını
saygılarımla arz ederim.
Ensar
Öğüt
Ardahan
BAŞKAN – Teklif
sahibi, Ardahan Milletvekili Sayın Ensar Öğüt... (CHP sıralarından alkışlar)
ENSAR ÖĞÜT
(Ardahan) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çiftçilerin Ziraat Bankası
ve tarım kredi kooperatiflerine olan borçlarının faizlerinin silinip anaparanın
beş taksite bölünmesiyle ilgili vermiş olduğum kanun teklifi üzerinde söz almış
bulunuyorum. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, Haziran 2003’te çiftçilerin borçlarıyla ilgili bir iyileştirme
yasası çıkarttık ama o tam manasıyla yeterli olmadı. Şu anda -bugün de benim
makamıma gelmişlerdi- yüzlerce çiftçi, Türkiye’nin her tarafında, borç ve harç
içerisinde. Çiftçilerin traktörleri satılıyor, kamyonları satılıyor, evleri
satılıyor, ahırda hayvanları satılıyor.
Tabii bunları ben
belgelendirdim, belgelerle de konuşacağım değerli arkadaşlar.
İşte, burada çok
fazla şey konuşmanın bir anlamı yok ama ben AK PARTİ Grup Başkan Vekili Sayın
Elitaş’la da görüştüm, kendisinden de rica ettim, 2003 tarihinden bu zamana
kadar çiftçilerle ilgili hiçbir iyileştirme çıkmadı… O da “Biz de bunun
çalışmasını yapıyoruz.” dedi ama ne zaman olacak, onu bilemiyorum.
Şimdi, benim
sizden istirhamım: Türkiye'de nüfusun üçte 1’ini oluşturan köylümüz ve
çiftçimiz perişan durumda. İşsizlik, yoksulluk had safhada. Almış olduğu yem
bitkisini veya buna benzer primini, hayvanını sattığı zaman veya diyelim
buğdayını sattığı zaman daha ucuza getiriyor, yani çiftçi bir eliyle alıyor,
bir eliyle veriyor, boş çıkıyor, zararlı çıkıyor. Şimdi, köylünün ve çiftçinin,
özellikle, tarım ve hayvancılıkla uğraşan insanların bu zararını gidermek için
bir iyileştirme, bir af yasası getirmemiz lazım diye düşünüyorum. Yedi yıldan
beri bu af yasası gelmedi.
Bakın, şimdi,
bana, Yozgat Akdağmadeni’nden Tevfik Atik -ismini de kendisi söylediği için
söylüyorum- anapara 5 milyar kredi almış, 13 milyar lira ödemiş, 48 milyar lira
daha istiyor devlet. İşte bu da belgesi.
Diğer bir belge,
Sivas Şarkışla’dan gelme. “Şahsen, 1999 yılında 18.228 lira kredi aldım.
Bugünkü benden istedikleri para 198.553 lira.” diyor. Arkadaşlar, 198.553 lira,
bir çiftçi nasıl, neyle ödeyecek? Hani faize karşıydık? Hani faize karşıydınız?
Gelin, bu faizleri indirelim.
Yine, bir başka
arkadaşım, Mevlüt Koçak. Anaparası 3 milyar lira, 56 milyar lira olmuş.
Bugün, Kırşehir
Kaman’da bir çiftçinin tarlası ihaleye çıktı ve ihaleden satıldı.
Şimdi, değerli
arkadaşlar, Büyük Millet Meclisine -lütfen- bunları sunuyorum. Bakın, Ardahan
Posof’tan… Burada da tarımsal kalkınma kooperatifi olan bir kooperatifteki
borçlar faiziyle beraber yükselmiş, insanlar ödeyemiyor. Şimdi, bu haciz
tutanağı da Şarkışla Sivas’tan. Haciz tutanağı değerli arkadaşlar… Bakın, bu
haciz tutanağı…
Şimdi, bu
belgeleri size sunuyorum. Sizden istirhamım -beş dakika zaman da yetmiyor buna-
bu kanun teklifimi lütfen kabul edin, gündeme alın ve çalışmaları yapalım.
“Türkiye'nin sorunlarını ancak Büyük Millet Meclisi çözer.” diyorlar ya, işte
burada çözüm noktası bu. Ben belgelerle konuşuyorum. Bir sürü belge daha var,
size okuyabilirim…
ALİ KOYUNCU
(Bursa) – Tahsilat oranı kaç Ziraat Bankasının?
ENSAR ÖĞÜT
(Devamla) – …ama şunu söyleyeceğim arkadaşlar: Ne olursa olsun bu insanlar
bizim, bu ülke bizim. Köylünün göçe zorlanması, yoksul bırakılması… Büyük
şehirlerde, maalesef, yığılmaların ötesinde hırsızlık, gasp -yani affedersiniz-
fuhuş ve buna benzer olaylar hızlı bir şekilde artmıştır. İşte görüyorsunuz
sokakları, işte görüyorsunuz beş yaşındaki çocuğun dilenci konumuna
düşürülmesini. Niye o beş yaşındaki çocuk dilenci konumuna düşsün de…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
ENSAR ÖĞÜT
(Devamla) – Niye o çocuğa “Sen dileneceksin, akşam evine para getireceksin.”
densin? Bu aile… Böyle bir aile olabilir mi? Bu, sosyal devletin neresinde var
arkadaşlar? Bu, ne insanlıkta var ne Müslümanlıkta var ne de sosyal devlette
var.
Şimdi, burada,
Büyük Millet Meclisi olarak sizden benim istirhamım, bu kanun teklifimi kabul
edin, çiftçilerin Ziraat Bankasına ve tarım kredi kooperatiflerine olan
borçlarının faizlerinin bir kısmını veya tamamını silelim, çiftçilerimize
anaparada da ödeme kolaylığı yapalım diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Öğüt.
Komisyon adına
Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı Sivas Milletvekili Sayın Mustafa Açıkalın.
Buyurun. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz beş
dakika.
PLAN VE BÜTÇE
KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET MUSTAFA AÇIKALIN (Sivas) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Sayın Ensar Öğüt tarafından Üreticilerin TC Ziraat Bankası AŞ
ve Tarım Kredi Kooperatiflerine Olan ve Yeniden Yapılandırılan Borçlarının
Faizsiz Ödenmesine İlişkin Kanun Teklifi üzerinde Komisyon adına söz almış
bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 4876 sayılı Kanun 12/6/2003 tarih ve 25136 sayılı
Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş bulunmaktadır. Bu 4876 sayılı TC
Ziraat Bankası AŞ ve Tarım Kredi Kooperatifleri Tarafından Üreticilere
Kullandırılan ve Sorunlu Hale Gelen Tarımsal Kredilerin Yeniden
Yapılandırılmasına İlişkin Kanun kapsamında, bankaya borcu bulunan 220 bin
üretici üzerindeki 1 milyar 500 milyon TL tutarındaki alacak 821 milyon 700 bin
Türk lirasına indirilmiştir. Söz konusu miktar üzerinden ayrıca yüzde 30 peşin
ödeme indirimi yapılmak suretiyle üreticilere borçlarının yaklaşık yüzde 60’ı
mertebesinde bir ödeme kolaylığı temin edilmiştir.
Kanun’dan
yararlanmak üzere 175 bin üretici başvurmuş ve üreticiler üzerindeki 672 milyon
400 bin TL tutarındaki borç Kanun kapsamında yeniden yapılandırılmıştır.
Kanun’da belirtilen ödeme sürelerinin bitimini müteakip borçlulara ödeme
kolaylığı gösterilmesini teminen bu Bankaca müteaddit defalar ödeme süreleri
uzatılmış, netice itibarıyla Kanun kapsamındaki 155.440 üretici üzerindeki
alacak tahsil ve tasfiye edilmiştir. Bu suretle Kanun kapsamında bulunan
üreticilerimizin yüzde 80’inin üzerindeki alacak yeniden yapılandırılmış ve
borcu yeniden yapılandırılan üreticilerin yüzde 87’si borcunu kapatmış ve
uygulama sonucunda 610.649 Türk lirası tahsilat sağlanmıştır. Bu Kanun
kapsamında bulunmakla birlikte 27/3/2009 tarihi itibarıyla 27 milyon 840 bin TL
tutarındaki ödenmeyen banka alacağı için banka tarafından mevzuat doğrultusunda
sağlanan ödeme kolaylıkları da bulunmaktadır.
1/4/2009 tarihi
itibarıyla uygulamaya başlatılan mevzuata göre anaparası 200 bin TL, faiz
tutarı 500 bin TL’nin altında olan ve 31/12/2009 tarihinden önce borcu takip
hesaplarına aktarılan ticari, tarımsal, bireysel krediler ve kredi borçluları
için temerrüt faizi kaldırılarak cari faiz esas alınmakta ve yapılandırma
tarihindeki faiz oranı sabitlenmek suretiyle ayrıca ödeme kolaylığı
sağlanmaktadır. Bunun dışında, borçlarını defaten ödemek istemeleri hâlinde,
ayrıca ödeme tarihine kadar cari faizlerine hesaplanan birikmiş faiz
toplamından 1/1/2002 tarihinden önce takibe aktarılan krediler için yüzde 45
oranında indirim, 1/1/2002 tarihinden sonra takibe aktarılan krediler için de ayrıca
yüzde 25 oranında indirim yapılmaktadır. Borçların taksitle ödenmesi hâlinde
ise: Yüzde 15 peşinat ödenmesi hâlinde, anapara tutarı cari faiz uygulanarak
azami 48 ay, birikmiş faizi ise faiz uygulanmadan 24 ay; peşinat ödenmemesi
hâlinde ise anapara tutarı cari faiz uygulanmak üzere 36 ay, birikmiş faiz ise
faiz uygulanmadan 18 ay vadede ve üçer aylık taksitlerle ödenme imkânı
bulunmaktadır. Bu Bankaya borcu bulunan üreticilerin 31/3/2010 tarihine kadar
ilgili şubelere başvuruda bulunmaları hâlinde söz konusu ödeme kolaylıklarından
ayrıca da yararlanmaları imkânı bulunmaktadır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; tarım kredi kooperatiflerinin 4876 sayılı Kanun
kapsamına giren sorunlu kredi alacaklarının bu şeklide aşağı yukarı yüzde 90
mertebesindeki bir tutarı tahsil edilmiş bulunmaktadır. 4876 sayılı Kanun
kapsamında borcunu yeniden yapılandıran ancak taahhüdünü yerine getirmeyen
borçlulara yönelik kanunla yeniden bir ödeme planı sunulması, bu Kanun
kapsamında bulunmayan, bu Kanun’un yayımından sonra kredi kullanan çiftçilerin
de yapılandırma beklentisiyle tarım kredi kooperatiflerine olan borçlarının
zamanında ödenmesini engelleyici ve borcunu zamanında ödeyen çiftçileri
cezalandırıcı bir yaklaşım olacağından, bu konuda Komisyonumuz olarak uygun mütalaa
vermemekteyiz.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Açıkalın.
Adıyaman
Milletvekili Sayın Şevket Köse. (CHP sıralarından alkışlar)
ŞEVKET KÖSE
(Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; üreticilerin borçlarının
yeniden yapılandırılması amacıyla Ardahan Milletvekili Sayın Ensar Öğüt’ün
verdiği yasa teklifi üzerine söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce
heyetinizi en içten saygılarımla selamlarım.
Değerli
arkadaşlarım, hepimizin bildiği gibi ekonomimiz büyük bir kriz yaşamaktadır. Bu
krizin etkilediği kesimlerin başında üreticilerimiz gelmektedir. Üreticinin
kötü etkilenmesi, bir başka deyişle, bütün toplumun kötü etkilenmesi
manasındadır. Tarım, beslenmemiz için, ihracatımız için, sanayimizin gelişmesi
ve kalkınmamız için olmazsa olmazdır. Bu nedenlerden dolayı Hükûmet tarıma
gereken önemi vermelidir. Mazot, gübre, elektrik fiyatları sürekli artmaktadır.
Bunun yanında, Hükûmetin verdiği destekler erimiştir. Üstelik, Hükûmetin
verdiği desteklerin kimileri, zamanında ödenmediği için anlamını da
kaybetmektedir.
Değerli
arkadaşlarım, dünyada tarıma verilen önem her geçen gün artmakta iken ülkemizde
ise geriye doğru bir gidiş vardır. Örnek vermek gerekirse: Amerika Birleşik
Devletleri’nde 2008 mali yılı tarımsal bütçesinde kişi başına tarımsal destek
15 bin dolardır. Aynı rakam Avrupa Birliğinde yaklaşık olarak 2.700 dolardır.
Oysa, ülkemizde bu rakam sadece 246 dolardır. Bu destekle tarım gelişemez,
tarım gelişmezse de aç kalırız, sanayimiz çöker.
Bakınız, başka
rakamlar vereceğim size: Tarıma 2002’de millî gelirin yüzde 0,65’i ayrılırken,
2009’da bu oran yüzde 0,49’a kadar düşürülmüştür.
Sayın
milletvekilleri, Türkiye’de 2007 yılında bütçeden tarıma ayrılan kaynakların
toplamı 5,2 milyar TL’dir. Bu rakam bütçenin yaklaşık yüzde 2,5’unu
oluşturmaktadır. Üyesi olmayı hedeflediğimiz Avrupa Birliğinde 120 milyar
avroluk toplam bütçenin yüzde 40’ına yakınının tarıma ayrıldığı düşünülürse
sonuç daha da net olarak anlaşılır.
Değerli
arkadaşlar, ülkemiz, kendi kendine yeten bir ülke hâlindeyken, dışa bağımlı bir
ülke hâline getirilmiştir. İnsan yaşamı için temel olan gıda maddelerinde de
dışa bağımlı bir hâle gelmişiz. Oysa dünyanın en verimli topraklarına sahibiz.
Ancak, Hükûmet politikalarıyla buğdayımızı bile ithal edecek duruma geldik.
Değerli
arkadaşlar, bir zamanlar Ardahan, Kars, Iğdır gibi illerimizin en önemli geçim
kaynağı hayvancılıktı, şimdi hayvancılık da çökertildi. Artık hayvancılık
vatandaşlarımızın karnını doyurmuyor. Hayvancılığın çöküşünü resmî rakamlarda
da görmekteyiz.
Türkiye
İstatistik Kurumuna göre büyükbaş hayvan sayısı 2008 yılında bir önceki yıla
göre yüzde 1,58 oranında azalmıştır. Küçükbaş hayvan sayısı ise 2008 yılında
bir önceki yıla göre yüzde 6,87 oranında azalış göstermiştir. Kümes
hayvancılığı da kötü gidişe maruz kalmıştır. Hayvancılığın kötü gidişi demek,
hayvancılığa bağlı olan sanayinin de kötüleşmesi anlamına gelmektedir. Et, süt,
yumurta, yoğurt, peynir gibi temel gıda maddelerimize ulaşmamız zorlaşıyor. Her
şey pahalılaşıyor.
Bakınız,
geçtiğimiz günlerde açıklanan rakamlar sütün tadının kaçtığını göstermektedir.
Buna göre, son dört ayda süt fiyatları yüzde 50’ye yakın artmıştır. Ayrıca,
Ulusal Süt Kayıt Sistemi’ne göre, geçen yıl 5 milyon tonu kayıtlı olmak üzere
toplam 12 milyon ton süt üretilmiştir, 2009’da ise bu rakam 9 milyon tona
gerilemiştir.
Değerli
milletvekilleri, bundan da anlaşılıyor ki yetersiz besleniyor, sağlıksız
ürünler tüketiyoruz. Çocuklarımızın gelişmesi için en temel ürünlerden biri
süttür. Çocuklarımıza süt içiremiyoruz. Halkın sağlığı ve ülkemizin geleceği
karartılmak istenmektedir bu durumda.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; elektrik fiyatları artmaktadır. Tarımsal sulamada
kullanılan elektrik fiyatları çiftçilerimizi zor durumda bırakmaktadır. Mazot
fiyatlarına yapılan yeni zamlar üreticilerimizi kara kara düşündürmektedir.
Hükûmetin verdiği destekler yetersizdir.
Çiftçilerimiz bu duruma direnebilmek için borçlanıyorlar. Ziraat Bankasına,
tarım kredi kooperatiflerine olan borçları yetmezmiş gibi, tefecilerin eline de
düşüyorlar, hayvanı, traktörü ellerinden alınıyor. Sosyal devletin, bu durumda
kalan tarım üreticisine yardım etmesi mecbur hâle gelmiştir.
Değerli
arkadaşlar, bu kötü gidişe dur diyebilmek için çeşitli vesilelerle
önerilerimizi sunuyoruz. Daha öncesinde tarımsal sulamada kullanılan elektrik
ve çiftçi borçlarının yeniden yapılandırılması amacıyla iki farklı yasa teklifi
verdim, her zaman olduğu gibi, önerilerimize kulağını tıkayan iktidar
tarafından reddedildi. Yine “Tarım ve hayvancılıkta özel bir teşvik sistemi
uygulanmalı.” dedik, reddettiniz.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
ŞEVKET KÖSE
(Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
İktidar, planlı
bir biçimde tarım ve hayvancılığa müdahale etmeli ve üretimi artırmalıdır.
Tarım ve hayvancılık konusunda çiftçilere dönük eğitsel çalışmalar
yapılmalıdır. Tarımsal sulamada kullanılan elektrik için özel bir uygulama
yapılmalıdır. Yine, bütçeden tarıma ve hayvancılığa verilen pay artırılmalıdır.
Bunların hepsini dedik ve demeye de devam edeceğiz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; üreticilerimizin içinde bulunduğu mağduriyetten kurtulması
için verilen yasa teklifinin kabulünü istiyor, sözlerime son verirken, hepinizi
en içten duygularımla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Köse.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Sayın Başkan, karar yeter sayısı istiyorum.
BAŞKAN – Karar
yeter sayısı arayacağım.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı
yoktur.
Birleşime yarım
saat ara veriyorum.
Kapanma Saati : 18.42
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 19.19
BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Gülşen ORHAN (Van)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 46’ncı Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum.
İç Tüzük’ün
37’nci maddesine göre verilmiş doğrudan gündeme alma önergesinin oylanmasında
karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi önergeyi
tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.
Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir, karar yeter sayısı vardır.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Edilmemiştir Sayın Başkan, edilmemiştir.
RAMAZAN KERİM
ÖZKAN (Burdur) – Edildi Başkan, edildi.
BAŞKAN – Hayır,
hayır. Ben yanlış söylediğim zaman
insanların ne suçu var? Kabahat benim olduğu zaman…
Evet,
düzeltiyorum, kabul edilmemiştir.
Hata, kusur bana
ait; özür dilerim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Gündemin “Sözlü
Sorular” kısmına geçiyoruz.
VIII.- SÖZLÜ SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, bir okulda
yaşanan bir olaya ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/661)
ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
2.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’ın bazı
ilçelerindeki sağlık personeli açığına ilişkin sözlü soru önergesi (6/989) ve
Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
3.- Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, Gaziantep
Büyükşehir Belediyesince yaptırılan bir merkeze ilişkin sözlü soru önergesi
(6/1171) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
4.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Erbaa Devlet
Hastanesindeki uzman doktor eksikliğine ilişkin sözlü soru önergesi (6/1182) ve
Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
5.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, sosyal hizmet
uzmanı istihdamına ilişkin sözlü soru önergesi (6/1215) ve Sağlık Bakanı Recep
Akdağ’ın cevabı
6.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Ağrı-Diyadin’deki
sağlık ocaklarına ilişkin sözlü soru önergesi (6/1218) ve Sağlık Bakanı Recep
Akdağ’ın cevabı
7.- Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, bebek ölümleri
meydana gelen bir hastanede soruşturma açılmamasına ve memuriyetine son verilen
bazı sendikacılara ilişkin sözlü soru önergesi (6/1232) ve Sağlık Bakanı Recep
Akdağ’ın cevabı
8.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, hastanelerdeki
yanık ünitelerine ilişkin sözlü soru önergesi (6/1250) ve Sağlık Bakanı Recep
Akdağ’ın cevabı
9.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, hekim ihtiyacına
ilişkin sözlü soru önergesi (6/1252) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
10.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, sağlıktaki yabancı
yatırımlara ilişkin sözlü soru önergesi (6/1253) ve Sağlık Bakanı Recep
Akdağ’ın cevabı
11.- Manisa Milletvekili Mustafa Enöz’ün, sözleşmeli sağlık
personeline kadro verilmesine ilişkin sözlü soru önergesi (6/1261) ve Sağlık
Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
12.- Bitlis Milletvekili Mehmet Nezir Karabaş’ın,
hematoloji ünitelerine ve uzmanlarına ilişkin sözlü soru önergesi (6/1266) ve
Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
13.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün,
Aksaray-Güzelyurt’taki yatırımlara ilişkin sözlü soru önergesi (6/1269) ve
Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
14.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Aksaray
Merkez’deki sağlık ocaklarına ilişkin sözlü soru önergesi (6/1270) ve Sağlık
Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
15.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Batman-Beşiri’deki
sağlık ocaklarına ilişkin sözlü soru önergesi (6/1305) ve Sağlık Bakanı Recep
Akdağ’ın cevabı
16.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, deterjanların
sağlığa etkilerine ilişkin sözlü soru önergesi (6/1315) ve Sağlık Bakanı Recep
Akdağ’ın cevabı
17.- Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün,
fizyoterapistlerin yetki ve sorumluluklarının düzenlenmesine ilişkin sözlü soru
önergesi (6/1347) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
18.- Tekirdağ Milletvekili Kemalettin Nalcı’nın, bir
mahalleye sağlık ocağı yapılmasına ilişkin sözlü soru önergesi (6/1382) ve
Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
19.- Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir’in,
Gaziantep’teki bazı sağlık verilerine ilişkin sözlü soru önergesi (6/1402) ve
Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
20.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün,
Bitlis-Adilcevaz’daki sağlık ocaklarına ilişkin sözlü soru önergesi (6/1406) ve
Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
21.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, sözleşmeli sağlık
personeline ilişkin sözlü soru önergesi (6/1418) ve Sağlık Bakanı Recep
Akdağ’ın cevabı
BAŞKAN – Şimdi bu
soruları sırasıyla okutuyorum:
Sayın
milletvekilleri, Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ, gündemin “Sözlü Sorular”
kısmında yer alan sorulardan 1, 73, 179, 184, 201, 203, 212, 225, 226, 227,
232, 237, 240, 241, 272, 281, 302, 326, 341, 345 ve 354’üncü sıralarındaki
soruları birlikte cevaplandırmak istemişlerdir.
Şimdi, bu
soruları sırasıyla okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki
sorularımın Milli Eğitim Bakanı Sayın Nimet Çubukçu tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını
saygılarımla arz ederim.
Yaşar
Ağyüz
Gaziantep
Laiklik;
Yasama-Yürütme ve Yargı işlerinin akla ve bilime dayalı olarak yürütülmesi ise
Dinle Devlet işlerinin birbirinden ayrılması, Din ve İnanç özgürlüğünün her
alanda, özellikle de Milli Eğitim Bakanlığınca korunması gerekli ise;
1. Seçim bölgem
Gaziantep'te Hasan Ali Yücel Lisesi Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersinde, 11.
Sınıf Öğrencilerine namaz kılmayı özendirmek için öğrencilerine korku filmi
gibi VCD'yi izlettiren Öğretmen, bu VCD'yi ders müfredatında yer aldığı için mi
seyrettirmiştir? Öğrencilerin psikolojisini bozduğu gibi Ailelerinde ve
Kentimizde huzursuzluk yaratan Öğretmen, bu güvenceyi kimden, kimlerden
almaktadır?
2. Dinimizi sevdirmek ve dinin insanı sevgi,
doğruluk, adalet, dayanışma anlayışına götüren bir kurum olduğunu öğretmek,
çağdaş eğitim anlayışının ürünü olmayan korku filmi göstererek mi sağlanmak
isteniyor?
3. Bu örnek ve
diğer okullarda yaşananlar, Tevhid-i Tedrisat Kanununu yok etme çabalarınızın
ve Dini eğilimleri referans kabul ederek, Milli Eğitimde Tarikatçı,
Bilimsellikten uzak kadrolaşmanızın sonucu değil midir?
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun
Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını arz
ederim.
Saygılarımla.
Dr.
Reşat Doğru
Tokat
Soru: Tokat ili
Reşadiye, Pazar, Yeşilyurt, Almus, Sulusaray, Başçiftlik ilçelerindeki doktor,
hemşire ve ebe açığı ne zaman giderilecektir, atamalar ne zaman yapılacaktır?
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sağlık Bakanı Sayın
Prof. Dr. Recep AKDAG tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını saygılarımla
arz ederim.
Yaşar
Ağyüz
Gaziantep
Seçim bölgem
Gaziantep'te sokak çocukları ve madde bağımlısı çocukların rehabilitasyonu ve
eğitimi için Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nca hayırsever katkısı ile
yaptırılan "Oya Bahadır Yüksel Özel Eğitim Okulu ve Özel Eğitim Hizmetleri
Merkezi" hizmet vermektedir.
1. Madde
bağımlılığı tedavi merkezi işlevi olan bu merkez, "Madde Bağımlıları
Tedavi Merkezleri Yönetmeliğine" göre Bakanlığınızca ruhsatlandırılmış
mıdır?
2. Bu merkezin
Rehabilitasyon ve Madde Bağımlılığı Tedavi Hizmetleri, hizmet alım ihalesi ile
bir şirkete verilmiştir. Hizmet alım ihalesini alan şirket madde bağımlıları
tedavi merkezleri yönetmeliği koşullarına uygun mudur?
3. Ruhsatsız ve
hizmet veren şirketin yetersiz olduğu merkezi denetlemeyi düşünüyor musunuz?
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun
Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını arz
ederim.
Saygılarımla.
Dr.
Reşat Doğru
Tokat
Soru: Tokat Erbaa
Devlet Hastanesinde uzman doktor eksiklikleri vardır. Bu kadrolar ne zaman
doldurulacaktır?
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun
Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını arz
ederim.
Saygılarımla.
Dr.
Reşat Doğru
Tokat
Soru: 2008 yılı
içerisinde ülkemizde hasta hakları biriminde kaç tane sosyal hizmet uzmanı
görevlendirilmiştir. Ayrıca kaç tane sosyal hizmet uzmanı ihtiyacı vardır?
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki
sorularımın Sağlık Bakanı Sayın Prof. Dr. Recep Akdağ tarafından sözlü olarak
cevaplandırılması konusunda gereğini saygılarımla arz ederim.
Ensar
Öğüt
Ardahan
1- Ağrı İli
Diyadin İlçesi ve İlçeye bağlı hangi köylerde sağlık ocağı var? Hangi köylerde
sağlık ocağı yoktur?
2- Sağlık ocağı
olmayan köylere sağlık ocağı yapılması konusunda bir çalışma yapacak mısınız?
3- Ağrı ili
Diyadin ilçesinde var olan Sağlık Ocaklarındaki personel ve teçhizat
eksikliklerinin tamamlanması konusunda herhangi bir girişimde bulunacak
mısınız?
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki
sorularımın Sağlık Bakanı Sayın Prof. Dr. Recep Akdağ tarafından sözlü olarak
cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.
Yaşar
Ağyüz
Gaziantep
15 gün içinde 27
bebeğin ölmesiyle ülke gündemine gelen Dr. Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı
Eğitim ve Araştırma Hastanesi için,
1. Hastane
Başhekimi ve sorumlu Doktorlar hakkında neden soruşturma açılmamıştır?
2. Hastane
koşullarının hijyen olumsuzluğunu ve bebek ölümlerini meydana çıkaran SES Genel
Başkanı Bedriye Yorgun hakkında hangi nedenlerle soruşturma açılmış, hangi
nedenle Memuriyetten çıkarılmıştır?
3. SES MYK Üyesi
Meryem Özsöğüt'ün Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulu tarafından Memuriyetine son
verilmesinin nedeni Sendika yöneticiliği midir?
4. Onlarca
bebeğin ölümünde ihmal ve sorumluluğu olan idareci ve doktorlar hakkında
soruşturma açılması yerine, olayı sorumluluk duygusu içerisinde kamuoyuna
duyuran Sendika Başkan ve üyelerinin cezalandırılması partizanca bir tavır ve
Sivil Toplum Kuruluşlarına tahammülsüzlük değil midir?
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun
Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını arz
ederim.
Saygılarımla.
Dr.
Reşat Doğru
Tokat
Soru: Ülkemizde
kaç vilayetteki hastanelerde yanık ünitesi vardır? Tokat Devlet Hastanelerinde
yanık ünitesi kurmayı düşünüyor musunuz?
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun
Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını arz
ederim.
Saygılarımla.
Dr.
Reşat Doğru
Tokat
Soru: Ülkemizdeki
hekim sayısı gelişmiş ülkelere göre çok düşük seviyededir. Bakanlık olarak yeni
Tıp Fakülteleri açılmasını uygun buluyor musunuz? Yurt dışında Tıp eğitimi alan
insanların ülkemizde çalışması için kanun değişikliği yapacak mısınız?
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun
Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını arz
ederim.
Saygılarımla.
Dr.
Reşat Doğru
Tokat
Soru: Ülkemizde
son 5 yılda sağlıkta yabancı yatırım olarak ne türlü yatırımlar yapılmış,
miktarı ne kadardır?
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki
sorularımın Sağlık Bakanı Sayın Prof. Dr. Recep Akdağ tarafından sözlü olarak
cevaplandırılmasını arz ederim.
Mustafa
Enöz
Manisa
Sözleşmeli olarak
çalışmakta olan sağlık personeli değişik sorunlarla karşılaşmaktadırlar.
Sözleşmeli sağlık personeli uygulaması ile iş yerlerinde çalışma barışı
bozulmuş durumdadır.
Buna göre;
Sağlık Bakanlığı
bünyesinde sözleşmeli olarak görev yapmakta olan personele belirli bir hizmet
süresi karşılığında kadro verilmesi ile ilgili çalışmanız bulunmakta mıdır?
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki
sorularımın, Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ tarafından sözlü olarak
yanıtlanmasını saygılarımla arz ederim.
Mehmet
Nezir Karabaş
Bitlis
Soru 1-
Ülkemizdeki özel ve kamuya ait sağlık kuruluşlarında hematoloji ünitelerinin
sayısı ve yatak kapasiteleri kaçtır? İllere göre dağılımı nasıldır?
Soru 2- Erişkin
ve çocuk hematoloji uzmanlarının sayısı kaçtır? Ülke nüfusumuz ve hasta sayısı
dikkate alındığında, hematoloji ünitelerindeki yatak ve uzman sayılarını
yeterli buluyor musunuz?
Soru 4-
Hematoloji uzmanlığına olan ilginin azaldığı iddialarına katılıyor musunuz?
Soru 5- Eyüp
Tatlı adındaki 16 yaşındaki lenfoma hastası, boş yatak olmadığı gerekçesi ile
Süreyyapaşa-Çapa-Okmeydanı hastaneleri arasında dolaştırıldıktan soma Erzurum
Atatürk Üniversitesi Hastanesine sevk edilmiştir. Hastaların, boş yatak
olmadığı gerekçesi ile hastane hastane ve il il dolaşmak zorunda bırakıldığı
gerçeğinden hareketle, 'sağlık alanında devrim yaptık' iddianızı sürdürecek
misiniz?
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sağlık Bakanı Sayın Prof. Dr. Recep Akdağ
tarafından sözlü olarak cevaplandırılması konusunda gereğini saygılarımla arz
ederim. 05.02.2009
Ensar
Öğüt
Ardahan
1- Aksaray ili
Güzelyurt ilçesinde yarım kalmış ve hâlen inşaatı devam etmekte olan hangi
işler vardır?
2- Yarım kalan ve
hâlen inşaatı devam etmekte olan işleri ne zaman bitirmeyi düşünüyorsunuz? Yarım kalan işler
2009 yılı programına alınmış mıdır?
3- Bakanlığınız
tarafından Aksaray ili Güzelyurt ilçesinde hangi konuda yatırım yapılmıştır?
Yapılan yatırımlara ne kadar bütçe ayrılmıştır?
4- 2009 yılı
programına dâhil edilen yatırımlar ile ilgili ödeneklerin ne kadarı
aktarılmıştır?
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sağlık Bakanı Sayın Prof. Dr. Recep Akdağ
tarafından sözlü olarak cevaplandırılması konusunda gereğini saygılarımla arz
ederim. 05.02.2009
Ensar
Öğüt
Ardahan
1- Aksaray İl
Merkezi ve merkeze bağlı hangi köylerde sağlık ocağı var? Hangi köylerde sağlık
ocağı yoktur?
2- Sağlık ocağı
olmayan köylere sağlık ocağı yapılması konusunda bir çalışma yapacak mısınız?
3- Aksaray İl
Merkezi ve merkeze bağlı köylerde var olan Sağlık Ocaklarındaki personel ve
teçhizat eksikliklerinin tamamlanması konusunda herhangi bir girişimde
bulunacak mısınız?
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki
sorularımın Sağlık Bakanı Sayın Prof. Dr. Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılması
konusunda gereğini saygılarımla arz ederim.
Ensar
Öğüt
Ardahan
1- Batman İli
Beşiri İlçesi ve İlçeye bağlı hangi köylerde sağlık ocağı var? Hangi köylerde
sağlık ocağı yoktur?
2- Sağlık ocağı
olmayan köylere sağlık ocağı yapılması konusunda bir çalışma yapacak mısınız?
3- Batman İli
Beşiri İlçesinde var olan Sağlık Ocaklarındaki personel ve teçhizat
eksikliklerinin tamamlanması konusunda herhangi bir girişimde bulunacak
mısınız?
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun
Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını arz
ederim.
Saygılarımla.
Dr.
Reşat Doğru
Tokat
Soru: Ülkemizde
kullanılan çamaşır, bulaşık makineleri ve elde kullanılan deterjanların vücut
sağlığı ve doğa sağlığına etkilerinin araştırılması için bir çalışma yapılmış
mıdır? Yapılmamışsa araştırma yapmayı düşünüyor musunuz?
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki
sorularımın Sağlık Bakanı Sayın Prof. Dr. Recep Akdağ tarafından sözlü olarak
cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.
Yaşar
Ağyüz
Gaziantep
Sağlıkta Dönüşüm
adı altında Bakanlığınızca yürütülen düzenlemeler kapsamında, halen aktif
olarak hizmet veren, yasal yetki ve sorumlulukları belli olmayan
Fizyoterapistler göz ardı edilmiş, ülkemizde ve seçim bölgem Gaziantep'te
bundan ötürü büyük sıkıntılarla karşılaşmışlardır.
1. Avrupa Birliği normlarına göre sağlık
alanında tüm mesleklerin yasal düzenlemelerinin yapılması öngörüsüne karşılık,
31 Ülkeden sadece
Türkiye'de Fizyoterapistlerin yasal yetki ve sorumluluklarının düzenlenmesi
Bakanlığınızca neden göz ardı edilmektedir?
2. Bu yasal
boşluğu kullanarak Fizyoterapist olmadığı halde bu hizmeti sunan görevlilerin
engellenmesi için Fizyoterapistlerin Meslek Yasasının çıkarılmasını zorunlu
görüyor musunuz?
3.
Fizyoterapistlik eğitimi veren Fakülte ve Yüksekokul sayısının 16'ya, mezun
olan sayısının 5000'e ulaştığı Ülkemizde,
Saygın meslek
grubunun yasal yetki ve sorumluluklarını belirlemek amacıyla yasal düzenleme
yapılması için Bakanlığınızca yürütülen bir çalışma var mıdır?
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun
Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılması
hususunda gereğini arz ederim.
Saygılarımla. 12.05.2009
Kemalettin
Nalcı
Tekirdağ
Soru: Tekirdağ
Saray ilçesi Büyükyoncalı Yeni Mahalle’ye bir sağlık ocağı yapılması
planlanmakta mıdır? Planlanmakta ise ne zaman yapılacaktır?
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki
sorularımın Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ tarafından sözlü olarak
yanıtlanmasını saygılarımla arz ederim.
Hasan
Özdemir
Gaziantep
Sağlık
hizmetlerinin vatandaşa ulaştırılması bağlamında sağlık personelinin ülke
geneline dengeli dağılımı esas olarak belirlenmiştir.
Buna göre;
1) Seçim bölgem
Gaziantep ilinde hastanelerde görev yapan hekim sayısı nedir?
2) Bir hekim
başına düşen günlük hasta sayısı nedir? Bu oranın Türkiye ortalaması ile
karşılaştırılmasında ortaya çıkan sonuç nedir?
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sağlık Bakanı Sayın Prof. Dr. Recep Akdağ
tarafından sözlü olarak cevaplandırılması konusunda gereğini saygılarımla arz
ederim. 13.05.2009
Ensar
Öğüt
Ardahan
1- Bitlis ili
Adilcevaz ilçesi ve ilçeye bağlı hangi köylerde sağlık ocağı var? Hangi
köylerde sağlık ocağı yoktur?
2- Sağlık ocağı
olmayan köylere sağlık ocağı yapılması konusunda bir çalışma yapacak mısınız?
3- Bitlis ili
Adilcevaz ilçesinde var olan sağlık ocaklarındaki personel ve teçhizat
eksikliklerinin tamamlanması konusunda herhangi bir girişimde bulunacak
mısınız?
25.05.2009
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıda
belirtilen sorularımın, Sağlık Bakanı Sayın Prof. Dr. Recep Akdağ tarafından
sözlü olarak cevaplandırılması için gereğini saygılarımla arz ederim.
Alim
Işık
Kütahya
Bakanlığınız
bünyesinde çalışan sözleşmeli sağlık personelinin değişik sıkıntılar
çektikleri, aynı işyerinde değişik kadrolarda aynı veya benzer işi yapan
personelin olduğu, kadro çeşitliliğinin giderek arttığı, aynı kurum
içerisindeki bu çeşitliliğin çalışma barışını ve verimliliğini olumsuz yönde
etkilediği yönündeki iddia ve haberler sık sık gündeme taşınmaktadır. Bu
konuyla ilgili olarak;
1. Hâlen
Bakanlığınıza ait personelin ne kadarı sözleşmeli kadrolarda
çalıştırılmaktadır?
2. Sözleşmeli
kadrolarda çalışan personelin daimî kadrolarda çalışanlara göre ne tür
mağduriyetleri söz konusudur?
3. Bu
mağduriyetlerin giderilmesi, daimî kadro verilmesi, ücret, özlük ve sosyal
hakların iyileştirilmesi amacıyla Bakanlığınızca yürütülen bir çalışma var
mıdır? Varsa çalışmanın kapsamı ve uygulama takvimi nasıldır?
BAŞKAN – Sayın
Bakan, buyurun.
SAĞLIK BAKANI
RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Saygıdeğer Başkanım, değerli milletvekilleri;
gündemdeki soru önergelerine cevap vermek üzere huzurlarınızda bulunuyorum.
Gündemin 1’inci
sırasındaki soru önergesinde Gaziantep Milletvekilimiz Sayın Yaşar Ağyüz,
Gaziantep’te Hasan Âli Yücel Lisesinde din kültürü ve ahlak bilgisi dersinde
meydana gelen bir olaydan bahisle sorular sormaktadır. Söz konusu din kültürü
ve ahlak bilgisi öğretmeninin ders işlenişi esnasında programa aykırı bir VCD
izlettirmesi kendisinin bireysel uygulaması olup doğru bulunmamıştır. Adı geçen
öğretmenle ilgili, benzer bütün olaylarda olduğu gibi, Millî Eğitim
Bakanlığımızın talimatıyla Valilikçe gerekli incelemeler başlatılmış,
gerçekleştirilen soruşturma sonucunda disiplin ve idari yönden ceza teklifleri
getirilmiş ve getirilen teklifler
uygulanmıştır. Ne amaçlı olduğu belli olmayan bu ve benzeri olaylar karşısında
devletin ilgili denetim mekanizmaları geçmişte olduğu gibi bugün de gerekli
hassasiyeti göstererek gerekli yasal işlemler yapılmaktadır.
Tokat
Milletvekilimiz Sayın Reşat Doğru’nun gündemin 73 ve 184’üncü sıralarındaki
sorularına cevap veriyorum:
Burada, Değerli
Milletvekilimiz Tokat ilinin Reşadiye, Pazar, Yeşilyurt, Almus, Sulusaray,
Başçiftlik ilçelerindeki sağlık personeli ihtiyacıyla ilgili sorular
sormaktadır, ayrıca Erbaa Devlet Hastanesiyle ilgili olarak. Tokat ilinde son
yedi yıl içerisinde personel sayısında şöyle bir artış gerçekleştirebilmişiz:
2.028’den 2.784’e personel sayımızı çıkarmışız ve bu anlamda hemşire ve ebe
gibi bütün sağlık personeli başına düşen nüfus itibarıyla Türkiye’de bu oran
642 iken, bu oran Tokat ilimizde 510’dur. Yani Tokat ilimiz Türkiye
ortalamasından daha iyi bir durumdadır ama gerçekten bütün ülkede olduğu gibi
Tokat ilimizde de daha sağlık personeline ihtiyacımız var.
Bu anlamda, 8
Ocak 2010’da yapılan 30’uncu dönem devlet hizmeti yükümlülüğüyle soruda adı
geçen ilçelerimiz de dâhil olmak üzere Tokat ilimize 19 uzman tabip ve 9 tabip
görevlendirmesi, ataması yapılmıştır. Bu kurada Erbaa Devlet Hastanesine 1
kulak burun boğaz uzmanı ve 1 anesteziyoloji uzmanı atamış durumdayız. Erbaa
Devlet Hastanemizde değişik branşlarda 23 uzman tabip, 12 tabip görev
yapmaktadır. Erbaa için planladığımız uzman tabip sayısı 34’tür. Yani 34’ün
23’ünü doldurabilmiş durumdayız. İnşallah önümüzdeki tarihlerde de yine Tokat
ilimize ve ilçelerine sağlık personeli atamaları yapacağız.
179’uncu sıra
sayısıyla Gaziantep Milletvekilimiz Sayın Yaşar Ağyüz, Gaziantep Belediyesinin
madde bağımlılarıyla ilgili olarak bir özel eğitim hizmetler merkezi
kurduğundan bahisle bunun mevzuatta yeri olup olmadığını ve bununla ilgili
olarak ne gibi işlemler yapmayı düşündüğümüzü sormuş. Gaziantep Büyükşehir
Belediyesi Sağlık ve Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığı, bize, madde bağımlılığı
tedavi merkezi olarak ruhsatlandırılmasını istediği bir gençlik ve
rehabilitasyon merkezi (Oya Bahadır Yüksel Gençlik ve Rehabilitasyon Merkezi)
için bir yazı yazmıştır. Bu Merkezin bir madde bağımlılığı tedavi merkezi
olarak faaliyet gösteremeyeceğini Büyükşehir Belediyesine yazılı olarak iletmiş
durumdayız. Bu durumu Gaziantep Büyükşehir Belediyesi değerlendirmiş ve burayı
bir gençlik merkezi olarak planlama kararı almıştır ve ilgili merkezde Sağlık
Müdürlüğümüzce yapılan son incelemelerde, sokakta yaşayan çocukların kendi
isteğiyle ve ailesinin onayıyla Merkeze kabul edildikleri, bu Merkezde madde
kullanımıyla ilgili herhangi bir tedavinin yapılmadığı, buradaki çocukların, sığınma,
beslenme, temel sağlık ihtiyaçlarının karşılandığı, aile sorunları ile ilgili
olarak danışmanlıklar, yasal sorunlarla ilgili danışmanlıklar verildiği, eğitim
çalışmalarının yapıldığı görülmüştür. Merkezde 22 çocuk yatılı olarak
kalmaktadır ve madde bağımlılığı tedavisi de yapılmamaktadır ve bu anlamda
ruhsatlandırılması da söz konusu değildir.
201 sıra sayılı
soruda, Sayın Milletvekilimiz Reşat Doğru, 2008 yılı içerisinde ülkemizde hasta
hakları biriminde görevlendirilen sosyal hizmet uzmanlarıyla ilgili bir
soru sormaktadır. Hastanelerimizde
bulunan hasta hakları birimlerinde mevzuat gereğince sosyal hizmet uzmanları,
psikologlar veya diğer dört yıllık okul mezunları görevlendiriliyor; bunlara
özel bir eğitim de veriyoruz. Sosyal hizmet uzmanları hastanelerde hasta
hakları birimleri dışında acil servis, krize müdahale birimlerinde, organ nakli
koordinatörlüğü gibi işlerde de görev yapmaktadır. Bakanlığım bünyesinde görev
yapan sosyal hizmet uzman sayısı 528’dir, bunların 219’u hasta hakları biriminde
çalışmaktadır. İllerin talepleri ve imkânlarımız çerçevesinde sosyal hizmet
uzmanı atamalarına devam edeceğiz önümüzdeki yıllarda.
Gündemin 203,
241, 272 ve 345 sıra sayılı sorularında Sayın Ensar Öğüt, farklı illerle ilgili
olmak kaydıyla aynı soruları sormaktadır, onun için bu sorulara birlikte cevap
vereceğim. Ağrı ili Diyadin ilçesi, Aksaray il Merkezi, Batman ili Beşiri
ilçesi, ayrıca Bitlis ili Adilcevaz ilçesindeki sağlık ocakları, bunlardaki
personel sayılarıyla ilgili, teçhizatla ilgili sorular sormuştur değerli
milletvekilimiz.
Bildiğiniz gibi,
değerli milletvekilleri, Sağlıkta Dönüşüm Programı sağlık ocağı ağını bir
taraftan aile hekimliğine dönüştürürken öte yandan da buraların yapısını büyük
ölçüde güçlendirmiştir. Şöyle bir rakam verebilirim: 2009 sonu itibarıyla
Türkiye’de 7.180 birinci basamak sağlık hizmeti kuruluşu, içinde hekimiyle
birlikte faal olarak hizmet vermektedir. Görevi devraldığımızda
sağlıkevlerimizin 1.572’si içinde ebesiyle faal hâldeyken 2009 sonu itibarıyla
bu sayı 5.268’e ulaşmıştır. Yani sağlıkevlerini aslında belki de tarihinde ilk
defa bu dönemde biz canlandırma imkânı bulduk. Bundan da gerçekten çok memnunuz
çünkü kırsala götürülen hizmetleri böylece ziyadesiyle artırmış olduk.
Hâlihazırda
-bütün Türkiye için bir bilgi vermek isterim- binası olup hekimi olmayan
birinci basamak sağlık hizmeti kuruluşu oranı Türkiye’de yalnızca yüzde 2’dir.
Aile hekimliği uygulamasına geçilen illerde de zaten binalar aile sağlığı
merkezlerine dönmektedir.
Ağrı ili Diyadin
ilçemizde Diyadin Merkez 1 No.lu Sağlık Ocağı ve 2 No.lu Sağlık Ocağı ile
ilçeye bağlı Davut köyünde sağlık ocakları vardır. Ayrıca, tadilatı
tamamlanarak bu ay hizmete geçecek veya önümüzdeki ay hizmete geçecek Ulukent
sağlık ocakları bulunmaktadır.
Diyadin ilçemizde
devlet hastanesi yapımı ihale aşamasına gelmiş durumdadır.
2002 yılı sonunda
Ağrı ilimizde -değerli milletvekilleri, bu önemli- uzman hekim sayısı 20 iken
2009 yılı sonunda bu sayı 117’ye çıkmıştır, pratisyen hekim sayısı da 64’ten
160’a çıkmış durumdadır.
Aksaray il
merkezinde 10 adet, merkez ilçeye bağlı beldelerde 12 adet ve merkeze bağlı
köylerde 25 adet olmak üzere toplam 37 yerleşim yerinde sağlık ocağı vardır.
Görevi devraldığımızdan bu yana 5 adet sağlık ocağını, yeni sağlık ocağını
hizmete açtık, 1’inin de yapımı devam etmektedir.
Batman ili Beşiri
ilçe merkezinde 1 adet, ilçeye bağlı İkiköprü beldesinde 1 adet ve bağlı
köylerde de 1’er adet olmak üzere toplam 4 adet sağlık ocağımız vardır.
Batman ilimizde
2002-2009 yılları arasında 13 adet sağlık ocağını hizmete açmış durumdayız,
yeni sağlık ocağını, 2 sağlık ocağının yapımı devam ediyor. Beşiri İkiköprü
beldemize 1 adet daha sağlık ocağı yapmak için proje aşamasındayız, bunu da
2012 yılına kadar inşallah hizmete açacağız. Adilcevaz ilçesinde, ilçe
merkezinde 2, ilçeye bağlı Aydınlar beldesi ve Göldüzü köyünde de 1’er olmak
üzere toplam 4 sağlık ocağıyla hizmet vermekteyiz.
212 sıra
sayısında, Gaziantep Milletvekilimiz Sayın Yaşar Ağyüz’ün bir sorusu var.
Burada, bu soruda, daha önce birçok kereler bize sözlü soru önergelerinde veya
yazılı soru önergeleriyle sorulmuş olan Dr. Zekai Tahir Burak’ta yeni doğanda
meydana gelen bir olayla ilgili soru var. Burada, ayrıca, bazı personelimizle,
sendika üyesi olan, sendika yöneticisi olan bazı personelle ilgili sorular da
var.
Söz konusu
hastanede soruşturma elbette yaptık. Suç niteliği taşıyan herhangi bir durum,
tıbbi hizmet açısından dikkat ve özen eksikliği ve ihmal tespit edilmediğine
dair müfettişlerimizin raporu mevcuttur. Aksine, bebeklerin yaşaması için tıbbi
açıdan her türlü çabanın gösterildiği de bilirkişi heyetince vurgulanmıştır. Bu
sebeple, hastane yöneticileri ve ünite sorumluları hakkında soruşturma izni
verilmesi gerekmediği müfettiş raporlarıyla ortaya çıkmış durumdadır.
Önergede adı
geçen ebeler, bu durumu ortaya çıkardıkları veya bunu kamuoyuna bildirdikleri
için görevden alındıkları söylenen ebeler var. Soruda deniyor ki: “Bunların
memuriyetten çıkarılmalarının nedeni sendika üyesi olmaları mıdır?” Bu personellerimizden
birisi, Bakanlığımız Teftiş Kurulu Başkanlığı tarafından yapılan soruşturma
neticesinde 12/12/2005-29/03/2007 tarihleri arasında -yani şöyle bakarsak,
2006, 2007, aşağı yukarı on beş aylık gibi bir
süre içerisinde toplam üç yüz seksen sekiz gün istirahat raporu
almıştır, müfettişlerimiz bunu tespit ettiler, üç yüz seksen sekiz gün. Bu
raporlardan seksen beş günlük istirahat raporunun usul ve fenne aykırı olduğu,
yüz kırk günlük istirahat raporununsa fenne aykırı olduğu, hakem hastane sıfatıyla
inceleme yapan hastane sağlık kurulu tarafından belgelendirildi. Sonuç olarak,
bu şekilde verilmiş istirahat raporlarını kullanan adı geçenin kusurlu olduğu,
gerçeğe aykırı raporları hekimlerle birlikte kasıtlı olarak tesis ettiği ortaya
çıktı. Dolayısıyla, kendisine devlet memuriyetinden çıkarılma teklifi verildi
ve bu karar uygulandı. Daha sonra bu personelimiz mahkemeye gitti, yürütmeyi
durdurma talebi reddedildi, şu anda dava devam etmektedir.
Diğer bir
personel de yine Devlet Memurları Kanunu’nun 125’inci maddesi (e) bendine göre
devlet memurluğundan çıkarılmıştır. Burada mahkeme kararı devam ediyor. Bu
ikinci personelimiz yürütmeyi durdurma kararı almış durumdadır.
225’inci sıra
sayısıyla Sayın Reşat Doğru’nun, ülkemizdeki yanık üniteleri ve Tokat Devlet
Hastanesinde yanık ünitesiyle ilgili bir sorusu var. Sayın Reşat Doğru’nun
soruları gerçekten değerli Meclisimize ve halkımıza çok kıymetli bilgiler
vermemize de vesile oluyor, kendisine teşekkür ediyorum.
Şöyle ifade
edeyim: Göreve geldiğimizde, değerli milletvekilleri, Türkiye’de Sağlık
Bakanlığına bağlı hastanelerde ve işte, o zamanki SSK hastanelerinde -hep
birlikte konuşuyoruz sonradan devraldığımız için- toplamda yanık yoğun bakım
yatağı sayısı 35’ti, 35 adet yanık yatağı vardı, bugün bu sayı 321’e çıkmış
durumdadır, 35’ten 321’e çıkmış durumdadır. Ülke genelinde de yanık yatağı
sayısı 493’e ulaşmıştır ama bu süre içerisinde üniversitelerimizde ve bazı
askerî hastanelerimizdeki yanık yatak sayılarında, özel hastanedeki yatak
sayılarında kayda değer bir artış olmadı. Daha ziyade Sağlık Bakanlığımıza
bağlı yanık yatakları sayısındaki ciddi artışlarla, şu anda yanık yoğun bakım
hizmeti verilebilecek 493 yatağımız var. Buralarda 48’i tabip olmak üzere
-genel cerrahlar ve diğer tabipler olmak üzere- 145 sağlık personelinin de
eğitimlerini tamamlamış durumdayız.
Şimdi, aslında
birinci ve ikinci derece yanık hastalarını tüm illerimizde tedavi ediyoruz,
böyle de olması gerekir. Üçüncü derece ağır yanıkları her ilde tedavi etme
imkânının olmadığını gördük. Özellikle yetişmiş personel açısından her ilde
üçüncü derece yanık yoğun bakımı yapmak mümkün değil. Dünya örneklerini
incelediğimizde de böyle dağınık bir hizmetin verilmediğini görüyoruz.
Dolayısıyla, üçüncü derece yanık hastalarının tedavilerini belirlediğimiz belli
bölge hastanelerinde yapıyoruz. Buralarda yanık merkezleri oluşturduk. Biraz
önce size arz ettiğim sayıda yanık yoğun bakım yatağı tesis ettik ve şu anda 21
ilde 26 hastanede bu merkezler hizmet hâlindedir.
Şu imkânımız da
var tabii, şükürler olsun: Çok ağır yanıklı bir hastayı herhangi bir ilden,
böyle komple bir merkeze, eğitimli kişilerin bulunduğu ileri yanık yoğun bakım
merkezine nakletmek açısından da bugün hava ambulans sistemimizi çok etkin
biçimde kullanıyoruz. Bu anlamda, Tokat ilimizde birinci ve ikinci derece yanık
hastalarını tedavi ediyoruz. Üçüncü derece yanık hastaları için o bölgede
Samsun ilimizi planlamış durumdayız. İhtiyaç olursa hastalarımızı bu ilimize
taşıyoruz ve söylediğim gibi, gerekirse ambulans helikopterlerle de bu
hastalarımızı taşıyoruz.
226 sıra sayılı
soru da Sayın Reşat Doğru’nun: “Ülkemizdeki hekim sayısı gelişmiş ülkelere göre
çok düşük seviyededir. Bakanlık olarak yeni tıp fakülteleri açılmasını uygun
buluyor musunuz? Yurt dışında tıp eğitimi alan insanların ülkemizde çalışması
için kanun değişikliği yapacak mısınız?”
Bu soru için de
Sayın Milletvekilimize teşekkür ediyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisinde bu
konunun bu şekilde ele alınması, bir değerli milletvekilimizin bize bu soruyu
yöneltmesi gerçekten çok kıymetli çünkü üzülerek ifade etmeliyim ki ülkemizde
yıllarca hekim sayısının fazla olduğu iddia edilmişti. Bugün artık büyük
çoğunlukla Türkiye’de hekim sayısının yetersiz olduğunu ve ihtiyacı gidermek
gereğinin doğduğunu biliyoruz.
Dünya Sağlık Örgütünün
Avrupa bölgesinde ülkemiz 53 ülke arasında hekim başına düşen nüfus açısından
52’nci sıradadır. Avrupa ortalaması yüz binde 350’lere yaklaşmıştır, Türkiye
ortalaması yüz binde 150’dir ve üzülerek ifade edeyim ki bu rakam İsviçre’nin
1960 yılı rakamıdır. Gelin görün ki Türkiye’de yıllarca birileri hekim
fazlalığından bahsedebildi, hekim sayısının artırılması için gösterilen
çabalara da karşı çıktı. Sevinerek ifade etmeliyim, bu hususta ortaya
koyduğumuz çabalar, özellikle son iki yıldır ilgililer tarafından dikkate
alınmaya başlandı. Özellikle Sağlık Bakanlığı, DPT ve YÖK iş birliğiyle bir
rapor yayınladık ve 2007 yılından itibaren bu rapor meyvesini vermeye başladı.
2007-2008’de tıp fakültelerine bir yılda alınan öğrenci sayısı 5.190’dı, bu
sayı 2008-2009’da 6.682’ye, 2009-2010 eğitim-öğretim yılında 7.610’a çıkmıştır.
Bir yılda tıp fakültesi öğrencileri için hazırlanmış olan kontenjanın 10 bini,
Türkiye’de, aşması gerektiğine inanıyoruz. Elbette yeni açılan tıp
fakültelerinden yanayız ve bunları güçlendirmek için Bakanlık olarak da her
türlü desteği vermeye devam edeceğiz.
Bu anlamda,
hemşire kontenjanı açısından da şöyle bir durum var: 2001-2002 yılında 4.900
olan yüksekokul hemşire öğrenci kontenjanı, 2009’da 15.548’e çıkmış durumdadır.
Bu, ülkemizin 2023’te 200 bine yakın hekim, 400 bine yakın hemşire ihtiyacı
şeklinde ihtimalî olarak belirlediğimiz ve şu anda bilimsel olarak da üzerinde
çalıştığımız sayılara ulaşması için henüz yeterli değildir. Hem hemşire öğrenci
kontenjanlarını hem tıp fakültesi öğrenci kontenjanlarını artırmamız gerekiyor
bundan böyle de.
Bu arada, yabancı
uyruklu hekimlerin Türkiye’de çalışmasıyla ilgili olarak geçmişte bir çalışma
yapmıştık, bu hususta yine çalışıyoruz. Biz inanıyoruz ki hem Türkçeyi iyi
bilmek şartıyla hem de denkliği iyi bir biçimde ölçmek şartıyla, YÖK tarafından
denkliğin de iyi bir şekilde ölçülmesi şartıyla Türkiye dışında tıp eğitimi
almış kişilerin de Türkiye’de hekimlik yapması ülkemiz insanının yararınadır.
Bakanlığımız
mevcut hastane imkânlarımızı kurulacak tıp fakültelerinin hizmetine açmış
durumdadır. Rize’de, Sakarya’da şu anda bu hususta yürüyen ve çok iyi yürüyen
protokollerimiz var. Rize Tıp Fakültesi ve Sakarya Tıp Fakültesi Sağlık
Bakanlığının hastanelerinde eğitim ve araştırma hizmetlerini yürütüyor. Marmara
Tıp Fakültesiyle bir protokol yaptık. Pendik’te büyük bir hastane, çok modern
bir hastane inşa ediyoruz, 2010 yılı içinde hizmete girecek. Bu hastaneyi de
Marmara Tıp Fakültesiyle birlikte hizmete sokacağız çünkü onların bina
açısından böyle bir hastaneye ihtiyaçları var.
Bu arada,
Giresun, Erzincan, Ordu ve Muğla illerinde şu anda üniversite yönetimleriyle
ortak çalışmalar yapıyoruz. Devlet Planlama Teşkilatı ve Maliye Bakanlığıyla da
birlikte yürütüyoruz bu çalışmaları. Buralarda hastaneleri üniversite eğitim
hizmetlerine vermek üzere hazırız. Yani bir taraftan hasta hizmetlerini
yürüteceğiz bir taraftan eğitim hizmetlerini yürüteceğiz ama hastanelerin
işletilmesini Sağlık Bakanlığı yapacak.
227 sıra sayılı
soruda Sayın Reşat Doğru, ülkemizde son beş yılda sağlık yatırımlarını soruyor.
Sağlık sektöründeki yabancı yatırımlarla ilgili olarak, Başbakanlık Hazine
Müsteşarlığının verilerine göre, son beş yılda 700 milyon Amerikan doları
yabancı sermaye girişi olmuştur. Bu sermaye ağırlıklı olarak sağlık hizmet
sektörü, tıbbi cihaz sektörü ve ilaç sektörüne yatırım olarak gerçekleşmiştir.
Ayrıntılı ve net rakamlar Başbakanlık Hazine Müsteşarlığında mevcuttur.
232 ve 354 sıra
sayılı sorularda, Sayın Mustafa Enöz Manisa Milletvekili ve Sayın Alim Işık MHP
Kütahya Milletvekili, değerli arkadaşlarımız sözleşmeli personelle ilgili
sorular sormaktadırlar. Dolayısıyla bu iki soruya da birlikte cevap vereceğim.
Bildiğiniz gibi,
değerli milletvekilleri, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ve 78’deki bir Bakanlar
Kurulu kararıyla 4/B sözleşmeli personel istihdamı yapılabilmektedir.
Hükûmetlerimiz döneminde bu modeli yeni bir istihdam modeli olarak yaygın
biçimde kullandık.
Ayrıca, 4924
sayılı bir kanun yaparak, başta Doğu ve Güneydoğu olmak üzere ülkemizde eleman
temininde güçlük çekilen yerlere sağlık personeli gönderiyoruz.
Bakanlığıma bağlı
sağlık kurum ve kuruluşlarında 4924 sayılı Kanun’a tabi 14.314, 657 4/B’ye göre
de yaklaşık 50 bin sözleşmeli personel görev yapmaktadır yani Sağlık
Bakanlığında bugün 75 bine yakın sözleşmeli personel hizmet vermektedir. Bu
personellerimizin emsali kadrolu personelle hemen hemen tüm hakları aynıdır.
Özellikle eş durumlarıyla ilgili bazı sıkıntılar yaşanmaktaydı. Sendikalarla
Devlet Personel Başkanlığından sorumlu Devlet Bakanımızın yaptığı görüşmeler
sonucunda belli mutabakatlara varıldı ve eş durumlarıyla ilgili bazı
kolaylıklar da getirdik.
4/B’lilere
yalnızca aile yardımı ödenemiyor mevzuatında olmadığı için. 4924’lülerse gelir
açısından daha iyi bir gelire sahipler. İfade ettiğim gibi, eş durumları
açısından da iyileştirmeler yapmış durumdayız, eş durumu tayinleri açısından
veya nakilleri açısından.
237 sıra sayılı
soruda, Bitlis Milletvekilimiz Sayın Mehmet Nezir Karabaş, ülkemizdeki
hematoloji üniteleri ve hematoloji uzmanlarından bahsederek bir soru sormakta
ve bir hasta hakkında bilgi istemektedir.
Değerli
milletvekilleri, Bakanlığımız kadrolarında 39 erişkin, 20 çocuk; üniversite
kadrolarında 99 erişkin, 50 çocuk; özel sektörde de 13 erişkin ve 3 çocuk
hematoloji uzmanı olmak üzere toplam 224 hematoloji uzmanı var. Sorudaki bir
ifadeye ben katılıyorum, Türkiye’de hematoloji uzmanlığına son yıllarda biraz
talep azalmıştı. Bununla ilgili tedbirler aldık. Özellikle bu uzmanlara,
hematoloji uzmanlarımıza performans ödemeleri açısından, yan dal uzmanlarının
bütününde olduğu gibi, birtakım avantajlar getirmek üzere şu anda
çalışmalarımızı tamamlamak üzereyiz. Ayrıca, son yıllarda sayıyı da
artırıyoruz, hematoloji yan dal uzman sayısını. 2007-2008 yıllarında 17 erişkin
hematoloji ve 7 çocuk hematolojisi uzmanlık belgesi tescil edilmiştir; buna
karşılık 27 erişkin ve 19 çocuk hematolojisi yan dal kontenjanı ayrılmıştır.
Yani sayıyı artırmak üzere şu anda bir çabamız var.
Bir hasta
hakkında da bilgi istemiş Değerli Milletvekilimiz. İstanbul’da uygun yatak
bulunamayan Bitlisli bir hasta -ben meseleyi iyice takip ettim- Erzurum’da
Atatürk Üniversitesine yatırılmış. Bitlis’in Erzurum’a yakınlığı da var tabii.
Burada uzunca bir müddet tedavisi yapılmış -ki bu hastanemizde onkoloji
uzmanımız ve onkoloji bölümümüz vardır- aşağı yukarı Şubat 2009’dan Temmuz
2009’a kadar burada tedavi edilmiş ve daha sonra hayatını kaybetmiştir.
240’ıncı sıra
sayılı soruda, Sayın Ensar Öğüt’ün, Aksaray ili Güzelyurt ilçesiyle ilgili bir
sorusu var. Aksaray ili Güzelyurt ilçesinde yarım kalmış, hâlen devam etmekte
olan herhangi bir inşaat yoktur. Burada bir sağlık merkezimiz ve entegre
hastanemiz hizmet vermektedir. İlçe yakınlarında da bu hastaneye bağlı olarak
sağlık ocaklarımız hizmet ediyor. 2009 yılı programına dâhil edilerek
aktarılmayan bir ödenek yoktur.
Sayın Reşat
Doğru’nun 281 sıra sayılı sorusunda, ülkemizde çamaşır, bulaşık makinelerinde
ve elde kullanılan deterjanlarla ilgili soru var, bunların sağlığa ilişkin
zararlarıyla ilgili.
2005 yılında
yayımladığımız beş tebliğ ile insan sağlığının korunmasına yönelik tedbirleri
aldık bu alanlarda. Bu tebliğler ile insan sağlığı açısından zararlı etkileri
tespit edilmiş bir kimyasal olan NTA (nitrilotriasetik asit) ve tuzlarının
deterjanlarda kullanımını yasaklamış durumdayız. Yapısında biyolojik parçalanma
oranı yüzde 90’dan az olan deterjanlar ile yüzde 80’den az olan anyonik ve
noniyonik yüzey aktif maddeleri bulunan deterjanların da piyasaya arz edilmesi
bir diğer tebliğimizle yasaklanmıştır. Ayrıca deterjanlardaki fosfat oranı da
yüzde 30’la sınırlandırılmış durumdadır. Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezimiz,
piyasadan bu deterjanlarla ilgili örneklerde, formülasyonu oluşturan maddeleri
analiz etmekte ve gerekli tedbirler alınmaktadır.
302 sıra sayılı
soruda, Sayın Yaşar Ağyüz, Gaziantep Milletvekilimiz, fizyoterapiyle ilgili,
fizyoterapistlerle ilgili bir soru sormaktadır. Avrupa Birliğinde -çünkü Avrupa
Birliğinden de bahsediyor Değerli Milletvekilimiz- fizyoterapistlik şu anda
düzenlenmemiş meslekler grubundadır. Biz de Türkiye’de fizyoterapistlerle
ilgili düzenlemeler yapmak için Mesleki Yeterlilik Kurumuna talebimizi iletmiş
durumdayız. Türkiye’de son düzenlemeler mesleklerle ilgili düzenlemelerin
Mesleki Yeterlilik Kurumu tarafından yapılmasına işaret etmektedir. Standart
çalışması yapılacak meslek grubu içerisinde fizyoterapi meslek grubu da bugün
yer almaktadır.
Tekirdağ
Milletvekilimiz Sayın Kemalettin Nalcı “Tekirdağ Saray ilçesi Büyükyoncalı
Yenimahalle’de sağlık ocağı yapılacak mı?” diye soruyor. Büyükyoncalı beldesi
9.847 nüfusa sahiptir. Burada 3 pratisyen hekimimiz görev yapıyor. Yenimahalle,
Silivri yoluna doğru kümelenmiş, 3.395 nüfusa sahip bir mahalledir,
Büyükyoncalı’ya
Bugün
cevaplayacağım soruların sonuncusuna gelmiş bulunuyorum.
Değerli
milletvekilleri, 341’inci sırada, Gaziantep Milletvekilimiz Hasan Özdemir,
Gaziantep’teki sağlık hizmetleri ve sağlık personeliyle ilgili sorular
sormaktadır.
Değerli
milletvekilleri, Gaziantep ilimizde 2002 yılındaki, görevi devraldığımızdaki
toplam personel sayısı 2.029’dur, bugün bu sayı 4.439’dur. Yani 2’ye katlamış,
2 kattan da daha fazla yeni personel verilmiş. Gaziantep’in bu hakkıydı
gerçekten çünkü göreve geldiğimizde Gaziantep oldukça gelişmiş bir sanayi kenti
olmasına ve bölgenin de merkezi konumunda olmasına rağmen hekim ve diğer sağlık
personeli sayısı çok yetersizdi. Özellikle ebe-hemşire konusunda, diğer
personel konusunda büyük bir yetersizlik vardı. Örneğin ebe-hemşire sayısı
979’dan 2.173’e çıkmış durumdadır. Bütün bunlara rağmen hâlâ Gaziantep ilimizde
ihtiyaç var.
Hekimlerin
sayısını da sormuş Değerli Milletvekilimiz. 301 hekimle devralmışız, şu anda
441 uzman hekimdeyiz. Pratisyen tabip açısından da 362 ile devralmışız, şu anda
621’deyiz.
Değerli milletvekilleri,
bu personel sayısıyla ilgili sorular gerçekten bizi en çok düşündüren
sorulardır çünkü haklı olarak herkes daha fazla personel istiyor. Sağlık
personel sayısının artışının sağlık hizmetinin kalitesiyle atbaşı gittiğini de
biliyoruz. Onun içindir ki, Türkiye’de başta hemşire ve doktor sayısı olmak
üzere diğer sağlık çalışanlarının sayısını artırmaya devam etmeliyiz. Birçok
bölgede personel sayısını artırmış olmamıza rağmen hâlâ Gaziantep ilimizde
olduğu gibi ihtiyaçlar devam edebilmektedir.
Ben bütün,
soruları soran değerli milletvekili arkadaşlarıma, bu sorularla ilgili
gerçekleri açıklama fırsatı verdikleri için teşekkür ediyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Bakan
Sayın Doğru…
REŞAT DOĞRU
(Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakana da
sorularıma vermiş olduğu cevaplardan dolayı teşekkürlerimi arz ediyorum.
Şimdi, ülkemizde
doktor açığı vardır. Yeni tıp fakültelerinin açılmasını da ben gayet doğru bir
karar olarak değerlendiriyorum. Tokat Tabip Odası Başkanlığım esnasında
Gaziosmanpaşa Tıp Fakültesinin açılmasıyla ilgili olarak da büyük bir mücadele
vermiştik. Şu anda Gaziosmanpaşa Tıp Fakültesinde öğrenciler yetişiyor ve
hakikaten de güzel hizmetler de inşallah yapacaktır diye düşünüyoruz. Bunun
gibi tıp fakülteleri açılabilir. Mesela, Ankara Yüksek İhtisas Hastanesi çok
mükemmel bir hastanedir. Bu hastane mesela bir üniversiteye çevrilebilir veya
tıp fakültesine çevrilebilir. Bununla beraber burası gibi hastanelerde
öğrenciler yetiştirilebilir diye düşünüyorum.
İkinci olarak,
soysal hizmet uzmanları konusunda da ciddi manada açık vardır. Tokat ilinde
sadece Tokat Devlet Hastanesinde sosyal hizmet uzmanları var ama Tokat’ın
devlet hastanesi büyüklüğünde bir Turhal Hastanesi vardır, bir Zile Hastanesi
vardır; buralarda da bu yönlü olarak uzmanlara ihtiyaç olmasından dolayı ben bu
soruyu sormuştum. İnşallah, önümüzdeki zaman dilimi içerisinde de oralara da
atamalar yapılabilir.
Yanık üniteleri
konusunda… Yanık ünitesi yatak sayıları artmıştır, doğrudur ama yanık sayısının
da artmış olduğunu söylemek istiyorum. Özellikle, Tokat bölgesinde veyahut da
sanayisi fazla gelişmiş olan yerlerde ciddi manada yanıklarla karşı karşıyayız.
O manada da Samsun, Amasya, işte Tokat, Yozgat gibi yerlerde bir merkezin
kurulmuş olmasının çok büyük bir faydası olacağı kanaatindeyim.
Diğer bir sorum,
deterjanlar konusu. Deterjanlar konusu da şu anda aynı bu hazır gıdalar gibi
bir durumdur. Ülkemizde hazır gıdalar, uzun ömürlü gıdalar vardır. Uzun ömürlü
gıdaların kullanılması, hazır gıdaların kullanılması ve beraberinde de yine
deterjan gibi çeşitli maddelerin kullanılmasıyla beraber ciddi manada cilt
hastalıklarının ve alerjik hastalıkların artmış olduğunu ben düşünüyorum.
Bilhassa, bu deterjanlarda ucuz deterjanlar var, pahalı deterjanlar var. Bazı
yerlerde neredeyse onda 1 fiyatına, beşte 1 fiyatına ucuz deterjanlarla karşı
karşıyayız. Dolayısıyla, bunların içerisinde sizlerin söylemiş olduğu koruyucu
maddelerin daha az olduğu kanaatinde olduğum için ben bu soruyu sormuştum. Bu
yönlü olarak araştırma yapılmasının insanlarımızın sağlığına verilmesi gereken
değer konusunda faydası olacağı kanaatindeyim.
Tekrar
teşekkürlerimi arz ediyor, başarılar diliyorum.
Teşekkür ederim
efendim.
BAŞKAN – Sayın
Bakan, toptan mı cevap verirsiniz? Başka sorular, arkadaşlar…
SAĞLIK BAKANI
RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Toptan cevap verebilirim.
BAŞKAN – Peki.
Sayın Nalcı…
KEMALETTİN NALCI
(Tekirdağ) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım,
Tekirdağ, bildiğiniz gibi, Çorlu, Çerkezköy ve Büyükyoncalı bölgesi bir sanayi
bölgesi ve çok hızlı göç almakta, yıllık artış yüzde 10 civarında. Bu
bölgelerdeki aşırı nüfus artışına göre, söylediğimiz sağlık ocakları ve hastane
ihtiyacı, ille de yanık ünitesi Çorlu ve Çerkezköy’de bir ihtiyaçtır. Bu konuyla
ilgili, yani bu Büyükyoncalı bölgesiyle ilgili kararınızı yeniden gözden
geçirebilir misiniz? Çünkü orada ciddi bir ihtiyaç var.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Sayın
Özdemir.
HASAN ÖZDEMİR
(Gaziantep) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakana
soruyorum: Şimdi, Gaziantep’in nüfusu şu anda 1 milyon 600 binin üzerinde,
yıllık yüzde 7’nin üzerinde göç var ve aynı zamanda, son altı yedi yıl
içerisinde de Gaziantep’in merkezinde yüzde 25’lik nüfus artışı var.
Gaziantep’te son zamanlarda gerçekten yeni özel hastaneler de açılıyor ve bu
özel hastanelerin açılmasını biz Gaziantepliler olarak olumlu karşılıyoruz
ancak devlet hastanelerinde ve tıp fakültesi hastanesinde doktor sayısı gün
geçtikçe azalıyor çünkü özel hastaneler genellikle devlet hastanelerinden ve
tıp fakültesi hastanesinden doktorları çekiyorlar.
İkincisi, tıp
fakültesinde çok hemşire ve hizmetli açığı var. Dediğim gibi, diğer
hastanelerde, diğer devlet hastanelerinde de personel açığı var.
Gaziantep
bölgenin önemli bir merkezi. Bura üzerinde daha fazla durulursa faydalı olur
diye değerlendiriyorum.
Teşekkür ediyorum
efendim.
BAŞKAN – Sayın
Işık…
ALİM IŞIK
(Kütahya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan,
Türkiye genelinde yaklaşık 75 bin dolayında sözleşmeli sağlık personeli
olduğunu ifade ettiniz ve bunların daimî kadrolu personelle haklarının hemen
hemen aynı olduğu, sadece aile yardımı ödenemediği ve eş durumu tayinlerinin de
iyileştirildiği yönünde bir ifadede bulundunuz. Ben de bunların çok tatmin
edici cevap olmadığını ifade etmek isterim. Eğer kadrolularla hemen hemen aynı
ise -şimdi 75 bin sözleşmeli personelimiz bizi izliyor- gelin, bunları yarından
itibaren kadrolu yapalım. Şimdi, bu inandırıcı değil. Bir defa, aile yardımı
alamıyorlar. Doğru, kanunen alamıyorlar ama bunlar aile olamıyorlar, bunların
en büyük derdi bu. Nişanlılar evlenemiyor, evliler ne yazık ki çocuk sahibi
olamıyor. Eş durumu konusu çok ciddi bir problem ve mutlaka bunun acilen
çözülmesi gerekiyor.
Ben bu konuyu
katkı açısından ilave etmek istedim. Aileler parçalanmış durumdadır. Bunun bir
politika mı olduğu yönünde çok ciddi endişeler vardır.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Sayın
Bakan…
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Bakanım, bir de şu Dünya Sağlık Örgütü Başkanının
yaptığı açıklamayı…
SAĞLIK BAKANI
RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Değerli Başkanım, teşekkür ediyorum.
Sayın Doğru’nun,
Ankara Yüksek İhtisas ve benzeri hastanelerin üniversiteye dönüştürülebileceği
şeklinde bir düşüncesi var. Belki üniversiteye dönüştürmek hizmet gerekleri
açısından erken vadede çok mümkün görülmüyor ama bu hastanelerimizi
üniversitelerle birlikte kullanarak -işte, yarın, inşallah, Mecliste görüşmeye
başlayacağımız Tam Gün Yasası buna imkân verecek- birlikte daha kolay kullanmaya
başlayarak hem öğrenci sayımızı artırmak hem eğitim ve araştırma imkânlarımızı
geliştirmek mümkün olabilir, katılıyorum.
Sosyal hizmet
uzmanına gerçekten ihtiyaç var, o da çok doğru.
Deterjanlar
konusunda, piyasa araştırmaları açısından daha hassas olunması konusunda da ben
gerekli birimlerimize talimat vereceğim.
Sayın Nalcı,
haklı olarak, Tekirdağ’da sanayi bölgesi Büyükyoncalı’da nüfusun arttığını
söyledi. Şimdi, aslında şöyle Değerli Milletvekilim: Tabii ki nüfus arttıkça,
ihtiyaç oldukça yeni sağlık birimleri yaparız. Burada binadan çok, sağlık insan
kaynağını nasıl kullanacağımız konusu önemli. Sizin bahsettiğiniz mahalledeki
nüfus 3.500 civarında bir nüfus. Aslında buraya bir aile hekimi verilebilir,
buraya bir aile hekimliği birimi de yapılabilir ama biz, aile hekimlerinin
üçlü, beşli gruplar hâlinde çalışmasını mümkün olan yerlerde tercih ediyoruz
çünkü o zaman hizmet gereklerini yerine getirmek daha kolaylaşıyor. İyice,
kırsalda, mecbur kaldığımız yerde tek hekimle de görev yapıyoruz, hizmeti bu
şekilde de veriyoruz, hatta 2 bin 2.500 nüfusa kadar da indiğimiz oluyor, biraz
daha uç kısımlarda, kırsalda ama buralarda, bizim kanaatimize göre hizmeti
toplulaştırmak -çünkü
Sayın Özdemir,
Gaziantep’in nüfusundan, nüfus artışından bahsetti, çok haklı. Burada yeni özel
hastaneler açıldı. Yalnız şöyle Sayın Özdemir: Devlet hastanesi ve tıp
fakültesi hastanelerinde aslında doktor sayısı azalmadı. Ben rakamları şöyle
arz edeyim size: Gaziantep ilimizde devlet hastanesi yani Sağlık Bakanlığı
hastanesi kadrolarında 441 uzman hekim var. Bu sayı 2002 yılında bundan çok çok
az, dolayısıyla bir sayı azalması söz konusu değil ancak ihtiyaç var yine, bunu
kabul ediyorum. Gaziantep, göreve geldiğimizde, hakikaten enteresan bir
biçimde, nüfusa göre hekim sayısı itibarıyla Türkiye'nin en sonlarında yer
alıyordu. Bugün, oralardan epeyce yukarılara çıktı ama bu ihtiyaçları inşallah
önümüzdeki zamanlarda da tamamlamaya devam edeceğiz.
Sayın Işık’ın
sorusu kadar temas ettiği konu da önemli. Değerli Milletvekilim, 75 bin
sözleşmeli personelimiz var. Çok net olarak ifade ediyorum, Sağlık Bakanlığı
olarak bizim politikamız sözleşmeli personel sayısını azaltmak değildir hatta
belki artırmaktır ancak bizim sözleşmelilerimizde farklı sözleşmelilik
modelleri var. Yine ilgili memur sendikalarıyla yaptığımız görüşmelerde bu
farklı modelleri bir tek modele dönüştürme hususunda ortak çalışmalar yapıyoruz
Devlet Personel Başkanlığıyla beraber ancak burada şöyle bir husus var: Bu
sözleşmelilik daha ziyade bizim o personele ihtiyaç duyduğumuz bölgeler,
şehirler, ilçeler, köyler açısından yapılıyor. Yani ben yedi senedir Sağlık
Bakanlığı yapıyorum, Muğla’dan Ardahan’a eş durumu için gitmek isteyen bir kişi
işitmedim veya ne bileyim, İstanbul’dan, İzmir’den Erzurum’a, Ağrı’ya, Kars’a,
Ardahan’a hatta Giresun’a, Hatay’a gitmek isteyen bir kişi benim yanıma
gelmedi. Nasıl oluyorsa eşler hep ülkenin batı tarafında bulunmak gibi bir
tercihte bulunuyorlar.
YILMAZ TANKUT
(Adana) – Göç var o illere.
SAĞLIK BAKANI
RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Buna da saygı gösteriyoruz ancak vatandaş ihtiyaçları
bunu karşılamak için bize fırsat vermiyor. Yoksa biz, eşleri buluşmak
istediklerinde mutlaka ülkenin bir yerinde buluştururuz, bütün mevzuatımız da
bunun için müsait ama bizim ihtiyacımız olan bir ilde, ilçede, köyde hizmete
başlayan bir doktor, bir hemşire, bir sağlık personeli, hatta bir öğretmen
yarın karşımıza gelip de “Benim eşim başka bir yerde.” dediği zaman orada
elimiz koynumuzda kalıyor çünkü oradaki vatandaşa hizmet vermemiz lazım.
ALİM IŞIK
(Kütahya) – Ama Sayın Bakanım, yeni mezun oluyor, nişanlanıyor ondan sonra,
yani hesap yok ki. Bugün mezun olmuş, atanmış ama bir yıl sonra nişanlanmış,
evlenmiş, ne yapacak? Yani önemli bu.
SAĞLIK BAKANI
RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Değerli Milletvekilim, bu haklı itirazınızdan dolayı,
son düzenlemelerle 4/B’lilerin eş durumlarına da kolaylıklar getirdik. Şöyle
yapıyoruz: 4/B’li kadrosu olmak kaydıyla gideceği yerde, onu eşinin yanına
götürebiliyoruz veya 657’ye bağlı kadrolu memurlar da 4/B’lilerin yanına
gidemiyordu, onların 4/B’lilerin yanına gitmesinin önünü açtık ama şöyle bir
esas var Sağlık Bakanlığında: Benim personelim nerede azsa ben eşleri orada
buluşturuyorum.
ALİM IŞIK
(Kütahya) – Buluşsunlar da!
SAĞLIK BAKANI
RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Bunun için de biraz önce şehir isimleri verdim ama ülkenin
doğusu, batısı, kuzeyi, güneyi değişmez, nerede personelim azsa, ben, değerli
sağlık personellerimize, başımızın tacı olan personellere orayı gösteriyorum,
buyurun gelin, orada buluşun. Şu anda bu imkân var. Bu imkân da yoktu,
haklısınız ama son birkaç aydır bu imkân oluştu. Halkın ihtiyaçları biraz böyle
gerektiriyor.
Çok teşekkür
ediyorum katkılarınız için.
BAŞKAN – Teşekkür
ederim.
Soru önergeleri
cevaplandırılmıştır.
Gündemin “Genel
Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler” kısmına geçiyoruz.
Bu kısmın 1’inci
sırasında yer alan ve görüşmeleri yarım kalan, deprem riskinin araştırılarak
deprem yönetiminde alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergelerin birlikte yapılan görüşmelerine devam
edeceğiz.
IX.- MECLİS ARAŞTIRMASI
A) ÖN GÖRÜŞMELER
1.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal ve 22
milletvekilinin, İstanbul’da depreme yönelik çalışmaların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/60)
2.- Antalya Milletvekili Tayfur Süner ve 26
milletvekilinin, deprem riskinin ve alınması gereken önlemlerin araştırılması
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/63)
3.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman ve 31
milletvekilinin, Bursa ve çevresinde yaşanacak muhtemel bir deprem felaketine
yönelik alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/99)
4.- Yalova Milletvekili İlhan Evcin ve 20 milletvekilinin,
deprem riskinin araştırılarak deprem yönetiminde alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/242)
5.- Sakarya Milletvekili Ayhan Sefer Üstün ve 23
milletvekilinin, deprem riskinin araştırılarak deprem yönetiminde alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/243)
6.- İstanbul Milletvekili Nusret Bayraktar ve 21
milletvekilinin, özellikle İstanbul ve Marmara Bölgesindeki deprem riskinin
araştırılarak deprem yönetiminde alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/244)
7.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel ve 19 milletvekilinin,
deprem riskinin araştırılarak deprem yönetiminde alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/245)
8.- İstanbul Milletvekili Mithat Melen ve 22
milletvekilinin, başta İstanbul olmak üzere ülkemizdeki deprem riskinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/246)
9.- İzmir Milletvekili Oktay Vural ve 21 milletvekilinin, İzmir’deki
deprem riskinin araştırılarak deprem yönetiminde alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/254)
10.- Kocaeli Milletvekili Muzaffer Baştopçu ve 30
milletvekilinin, ülkemizdeki deprem riskinin araştırılarak deprem yönetiminde
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/256) (x)
(x)
(10/60, 63, 99, 242, 243, 244, 245, 246, 254 ve 256) esas numaralı Meclis
araştırması önergelerinin ön görüşmelerine 22 Temmuz 2008 tarihli 133’üncü
birleşimde başlanmıştır.
BAŞKAN – Hükûmet?
Yerinde.
Geçen
görüşmelerde, (10/243) esas numaralı Meclis araştırma önergesinin imza sahibi
konuşmuştu.
Şimdi, söz sırası
(10/244) esas numaralı Meclis araştırma önergesinin birinci imza sahibi olan
İstanbul Milletvekili Sayın Nusret Bayraktar’a aittir.
Buyurun Sayın
Bayraktar.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) – Belediyeler konusundan bahsedin biraz da Nusret Bey yani
depreme karşı görevlerinden falan.
NUSRET BAYRAKTAR
(İstanbul) – Önerge sahibi olarak…
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) – Geçen gün siz bana diyordunuz ya bu büyükşehir
belediyeleri konusunda…
NUSRET BAYRAKTAR
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kuzey Marmara fay hattı
üzerindeki illerin milletvekillerinin hemen hemen her siyasi partiye mensup
olanlarının, hatta sadece kuzey Marmara fay hattı değil, ülkemizin deprem
bölgeleri içinde olan arkadaşlarımızın, Türkiye Büyük Millet Meclisinde
depremle ilgili tedbirlerin alınması hususunda bir araştırma komisyonu
kurulması ile ilgili verdiği önergelerden bir tanesini de İstanbul Milletvekili
olarak ben diğer arkadaşlarımla birlikte vermiştim. Önergemiz hakkında şahsım
adına söz almış bulunuyor, bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, konuşmaların son bölümlerine geldik. Konuşmalarda hep, birlik ve
beraberlik içerisinde, depremle ilgili alınması gereken tedbirlerde
geciktiğimizden hareketle, Meclis olarak, Hükûmet olarak, yerel yöneticiler ve
vatandaş olarak neler yapılabileceği hususundaki tedbirlerin eksik olduğunu
vurguluyoruz. Ben de bir kez daha bu hususun altını çizmek istiyorum.
Bilimsel ve
teknik araştırmalar ve çalışmalar, özellikle kuzey Marmara fay hattında
-Fransız bilim adamları, Japon bilim adamları, Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul
Üniversitesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi başta olmak üzere- yapılan bütün
tespit ve araştırmalar sonucu biliniyor ve görülüyor ki, her beş yüz yılda bir
ve yüz yılda bir tekerrür eden 7 şiddetine yakın veyahut üstünde veyahut biraz
altındaki depremlerden, son Marmara depreminden sonra, 10 Eylül 1509 tarihindeki,
beş yüz yıl önceki büyük depremi anımsatacak tarzda yeni dönem senaryolar
üretilmekte olduğu, bu tip senaryolardan herhangi biriyle hazırlıksız karşı
karşıya kaldığımız zaman, ki özellikle Türkiye nüfusunun yedide 1’inin yaşadığı
İstanbul ilinin içinde bulunduğu bölgede 7 şiddeti ve üzerinde bir deprem
olduğu takdirde son derece olumsuz tablolarla karşılaşabileceğimiz
konuşulmakta.
17 Ağustos 1999
depremine kadar, değerli arkadaşlar, maalesef, ülkemizde yaşayan insanların
konut ihtiyaçları başta olmak üzere, ihtiyaçlarını karşılama hususunda,
yasalara karşı kaçak yapılaşmada etkin tedbirler alınamamıştır. Dünyanın genel
coğrafyasına baktığımız zaman, nüfusun yüzde 50’si büyük kentlerde, yüzde 50’si
kırsal kesimlerde ama Türkiye’de son yıllarda bu daha da farklı bir boyut
kazanmış, nüfusun yüzde 75’i büyük kentlerde, yüzde 25’i ise kırsal alanda.
Büyük kent dediğimiz zaman, başta İstanbul olmak üzere, Ankara, İzmir gibi
diğer büyük kentlerin sorunlarına baktığımızda, yüzde 69-70’inde kaçak yapıların
mevcut olduğunu görüyoruz ve 1999 depremine kadar, bu bölgelerdeki imar
planları, ikinci derecede deprem bölgesi olduğuna yönelik ve imar planları
uygun olanlar göz önüne alınarak uygulama yapılmış. Ya kaçak olanlar? Hak
getire…
Peki, 99 yılı
depreminden sonra bu bölgeler ne oldu? Birinci derecede deprem bölgesi kuşağına
alındı; İstanbul, İzmit, Düzce, Bolu gibi iller. Peki, birinci derecede deprem
bölgelerindeki yapı denetim işlemleri? O dönemde, aslında, eksik, aksak dahi
olsa, yapı denetim uygulamaları ciddi bir adımdı. On dokuz ilde uygulanan pilot
modelle, aslında, planlı, imarlı ve ruhsatlı yapılarda depreme karşı ciddi bir
tedbir alınmış oldu. Peki, 99 yılından önce yapılmış ruhsatlı ve kaçak
binalarla ilgili, böyle hazırlıksız bir anda depreme yakalandığımız takdirde ne
olabileceğini düşündüğümüz zaman korkutucu tablolarla karşı karşıya kalıyoruz.
Yani “Hiçbir tedbir alınmadı, yerel yönetimler ve hükûmetlerde bu tedbirler
eksiktir, aksaktır.” demek farklı ama yetersiz tedbir almak farklı. Mesela, yerel
yönetimlere yetki ve sorumlulukların verilmesi hususunda Türkiye Büyük Millet
Meclisinde alınan kararlarla il özel idarelerine, yerel yönetimlere yetkiler ve
sorumluluklar oldukça fazlasıyla verildi ve bugün de tartışmasını birlikte
yürütmüş olduğumuz Belediye Kanunu’nun 73’üncü maddesinde depreme karşı
hazırlık veya tedbir alınması hususunda kentsel dönüşüm uygulamaları var ama
maalesef içi tam doldurulamamış. Yani, bu bir iyi adımdı ama uygulamada ciddi
aksaklıklar söz konusu olmuş. Bunun içinin doldurulması gerekir. Yine, yapı
denetimi uygulamalarında, sadece on dokuz ile değil, imkân olur ise seksen bir
ile yaygınlaştırarak Yapı Denetim Kanunu’nun daha işlevsel hâle gelmesine
olanak sağlayacak düzenlemeleri de yapmamız lazım. Bakanlıklarda bu tip çalışmalar
var ama biraz daha hızlandırılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinde
mutabakatla kurulacak olan komisyon belki bu hizmetlerin daha etkin, daha
sürekli, daha süratli, daha verimli hâle getirilebilmesine imkân sağlayacağını
düşündüğümüz için bu önergelerin birleştirilerek komisyon kurulması
taraftarıyız.
Nitekim, yine de
-bakıyoruz- Marmara depreminden sonra Türkiye Büyük Millet Meclisinde aslında o
dönemde de bir komisyon kuruldu. O komisyonda, bugüne atfen, günümüz şartlarına
uygun, İmar Kanunu’nda ciddi değişiklikler yapılması gerekirdi; kısmi kısmi,
zaman içerisinde, birlikte, geçen haftalarda da değişiklik yaptık ama yeterli
değil. Sonra, belediyelere biraz daha yetki verilmesi lazım yerinden yönetim ve
sorumluluk anlayışı; o da verildi, o da yeterli değil. Özellikle kamu
kurumlarındaki yetkinin kime ait olduğu hususunda ciddi tartışmalar vardı,
kargaşalar vardı. Hangi kurum, hangi oranlarda, ne şekilde sorumludur? Ne
şekilde uygulamada ortak çözüm üretme noktasında, koordinasyonu sağlamada daha
hızlı adım atılabilir? Bir bakıyorsunuz yetkinin bir bölümü Bayındırlık
Bakanlığında, bir bölümü Çevre Bakanlığında, bir bölümü Afet Koordinasyonunda,
bir bölümü TOKİ’de, bir bölümü belediyelerde. “O hâlde, afetlerin
organizasyonuyla ilgili bir tek kurum kurulsun.” diyerek, 17 Aralık 2009
tarihinde fiilen yürürlüğe girmiş olan Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi
Başkanlığı aslında fiilen göreve başlamıştır tek merkezden bu olaylarla ilgili
koordinasyonu sağlasın diye. Ama ben bütün bu çalışmalarda -maalesef itiraf
ediyorum- öncelikle, deprem sonrası alınması gerekli tedbirlere yönelik
çalışmalar daha etkili. Mesela, İstanbul Valiliği afet sonrası alınması gereken
tedbirlerle ilgili Avrupa Birliği fonlarından ve Avrupa bankalarından kredi
alarak çalışmalar yapmış; tamam, bunlar güzel. Okulların sağlamlaştırılması
üzerine, köprüler ve yolların onarımı ve sağlamlaştırılması hususunda krediler
almış, yürütülmüş; bunlar da güzel. Peki, özel sektörün ve özellikle vatandaşın
kaldığı binalarla ilgili uygulamaların hangi esaslar dâhilinde yapılacağı
hususunda eksiklikler var. Peki, yapı denetim ve belediyelerin ruhsatı gereği
yapılacak binalarla ilgili alınması gereken tedbir. Bu da doğru ama en önemlisi
geçmiş dönemde yapılan binalar ki ben sadece İstanbul’u örnek vereyim.
Türkiye'nin büyük bölümünde buna benzer örnekleri çoğaltabilirsiniz.
İstanbul’da 1 milyon 500 bine yakın bina vardır ve son saydığım bilimsel
verilerle tespit edilen rakamlardaki senaryoların bir tanesinde 7 şiddetinde
bir deprem olduğu takdirde İstanbul’un yüzde 34’ü –binaların- yıkılabileceği senaryosu var. 70
bin ile 100 bin insanın ölebileceği, 600 bin binanın ağır hasar göreceği, 1
milyon insanın enkaz altında kalabileceği ve doğal gaz tesislerinin, elektrik
ve su şebekelerinin de hasar göreceği, ulaşım hatlarında da ciddi bir şekilde
aksaklık olacağı…
Allah korusun,
böyle bir deprem olduğu takdirde de insan kaybı son derece önemli. Bir insanın
ölümü dahi bizim için çok önemli olmasına rağmen insanların görebileceği
zararları karşılayabilmek için finans ve bütçenin de önemli olduğunu
düşünüyoruz. Önce can, sonra mal ama malla tedbir almaya sıra geldiğinde 50
milyar dolar düzeyinde bir paranın ihtiyaç hâline geleceğini…
Peki, bir başka
şey daha söylemek istiyorum değerli milletvekilleri: Allah korusun, İstanbul’da
bir deprem olduğu zamanla bir başka taraftaki mukayeseye sıra gelince, İstanbul
ekonomisinin gücü itibarıyla, Anadolu’da bir deprem olunca yardımlaşma ve
destek hususunda İstanbul ciddi katkı sağlıyor ama hazırlıksız İstanbul’da bir
deprem olduğu takdirde Türkiye bu depremin altından zor kalkabilir. Onun için,
ben, öncelikli olarak tabii kendi bölgemle ilgili örnekleri veriyorum.
Türkiye'nin her tarafı önemlidir.
Bütün
arkadaşlarımızın verdiği bu önergenin tamamına ve konuşulanların büyük bir
bölümüne aynen katılıyorum. Bu komisyonun kurulması lazım ama özellikle ve…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
NUSRET BAYRAKTAR
(Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkanım.
…özellikle beş
yüz yılda bir meydana gelen depremlerden yakın süre içerisinde bir tanesi,
muhtemelen buna “beş yıl” diyen var, “bir yıl” diyen var, “otuz yıl” diyen var…
İnşallah olmaz ama biz aynen Avrupa Birliği sürecinde olduğu gibi
hazırlıklarımızı yapalım, deprem olacakmış gibi her türlü hazırlığımızı yapalım
da deprem olmasın. Avrupa Birliğine giriş gibi her türlü adımımızı atalım da
yarın referandum olur, Türkiye’nin ihtiyacı olmaz, girmemiş olalım. Bizim,
üzerimize düşen görevi yapma hususunda Türkiye Büyük Millet Meclisindeki bütün
milletvekili arkadaşlarımız ve bütün siyasi partilerin hassasiyeti vardır. Bu
hassasiyeti birleştirerek süratle tedbir alınması hususunda önergemin destekleneceği
ümidiyle hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Bayraktar.
(10/245) esas
numaralı önerge sahibi olarak Bursa Milletvekili Sayın Kemal Demirel. (CHP
sıralarından alkışlar)
KEMAL DEMİREL
(Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; deprem riskinin araştırılarak
deprem yönetiminde alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılması konusunda söz almış bulunuyorum. Hepinizi en içten sevgi
ve saygıyla selamlıyorum.
Türkiye,
dünyadaki büyük deprem kuşaklarından biri olan Asya kuşağında yer almaktadır.
Türkiye’nin toplam alanı 780 bin kilometrekare ve bu alanın yüzde 92’si aktif
deprem kuşağında yer almaktadır. Bu da Türkiye’de yaşayan 72 milyon
vatandaşımızın yüzde 95’inin depreme maruz kalması ve sanayi tesislerinin de
yüzde 98’inin deprem kuşağında kurulmuş olduğunun açık bir göstergesidir.
Deprem Araştırma
Merkezi tarafından yapılan hazırlıklarda, Türkiye deprem haritasına göre,
Marmara Bölgesi’nin aktif faylar içerisinde bulunması sebebiyle ve bununla
birlikte Bursa’nın da birinci deprem kuşağı içerisinde yer aldığı
görülmektedir. Bursa ilinde en büyük doğal felaket deprem olacaktır. Bu noktada
Bursa ovası da fay hatları etkisi altındadır.
Ülkemizin büyük
bölümü birinci ve ikinci derece deprem kuşağı içerisinde yer almaktadır. 17
Ağustos 1999 depreminden sonra Türkiye çok büyük acılar yaşadı. Bir daha bu
acıların yaşanmaması noktasında o günden bugüne kadar nelerin alınıp
alınmadığıyla ilgili tartışmalar sık sık yapılmakta, bilim adamları, uzmanlar
çeşitli ortamlarda, çeşitli toplantılarda nelerin yapılmasıyla ilgili, nelerin
yapılmadığıyla ilgili konuşmaları yapmakta, tedbir alınması noktasında da
önerilerde bulunmaktadır ama ne yazık ki bugün geldiğimiz noktada uyarıların
dikkate alınmadığı… Olası bir depreme karşı Türkiye'nin maalesef büyük
felaketleri yaşayacağı noktasında da bir gerçeği göz ardı edemeyiz çünkü biz
hâlâ 99 depreminden ne kadar ders alıp almadığımızı… Biraz evvelki konuşan
arkadaşımızın da ortaya koyduğu gibi maalesef ders almadık, ders çıkartmadık.
Çünkü bu sebepler arkasında yatan bence birinci sebep, biz depremin
olabileceğini düşünüyoruz ama depremin önüne karşı tedbir alması konusunda da
gücümüzün yetmeyeceğini vurgulamak istiyoruz.
Aslında depremi
önleme şansı hiç kimsenin yok, deprem mutlaka olacaktır ama bunun ne zaman
olacağıyla ilgili kimse öngörüde bulunamaz. Ama depreme karşı -tedbir alma
noktasında da- insanların, yani bizlerin, yani siyasilerin, yani yerel
yöneticilerin tedbir alması gibi bir sorumluluğu var. Eğer bugün insanlar
depremlerde hayatını kaybediyorsa o depremde hayatını kaybeden insanların kaderi o olmamalı ama biz bakıyoruz ki en
kolay yol, “Efendim, kaderimiz.” deyip işin içinden çıkıyoruz. Peki, yerel
yöneticiler ne iş yapıyorlar, genel yöneticiler ne iş yapıyorlar? Depremin
engellenmesi veya deprem karşısında tedbir alınması konusunda gerekli
tedbirleri almayıp, yerel yöneticilerin veya genel hükûmetlerin bu konuda
kanunları çıkartmayıp, denetim mekanizmalarını sağlıklı çalıştırmayıp sonunda
deprem olunca “Efendim, ne yapalım, bu bizim kaderimiz.” deyip işin içinden
çıkıyoruz. Aslında sorumlu, depreme karşı tedbir almayan yöneticilerdir.
Bu noktada,
yetkililerin, bilhassa hükûmetlerin ivedilikle depreme karşı tedbirlerin
alınması noktasında uzmanların görüşlerinin dikkate alınarak yerel
yöneticilerle birlikte mutlaka çok aktif ve etkin çalışmalar yapılması
gerektiğini bir kez daha vurgulamak istiyorum.
Değerli
arkadaşlarım, dediğimiz gibi, Marmara Bölgesi özellikle sanayinin en yoğun
olduğu bölgelerden bir tanesi ve bunların başında da İstanbul, İzmit ve Bursa
geliyor. Şimdi sık sık küçük depremlerden sonra hep Marmara Bölgesi’ndeki
deprem konuşuluyor ve bu deprem çerçevesinde İstanbul ne kadar etkilenir,
çevresi ne kadar etkilenir deniyor ama bilim adamlarının yapmış olduğu
açıklamalar ve çalışmalar şunu gösteriyor ki Marmara’da olabilecek olan en
büyük deprem en fazla Bursa’yı etkileyecek ve Bursa’da, bu konuda, deniz kıyısı
olan Karacabey, Mudanya, Gemlik ve İznik Gölü’ndeki yerleşim birimleri en fazla
etkilenecek bölgeler olarak ortaya çıkıyor. Bu noktadaki örneklerden bir
tanesini vermek istiyorum: Bizzat gittim, kendim gözlerimle gördüm. İznik’te yapılan
bir hastane var. Belki de Türkiye'nin en iyi hastanelerinden bir tanesi ama o
hastanenin yapıldığı yer fay hattı üzeri. Yani depremden etkilenmemiş, deprem
sonrası yapılıyor ama fay hatları üzerinde olduğu için şu anda çökmeler var.
Bunu soru önergesiyle gündeme getirdim ve üzerinde çalışma yapıldığını
söylüyorlar.
İşte, bakın,
depreme karşı tedbir alınmasını söylerken… Bir kere, biz, yer altındaki
fayların nereden geçip geçmediğiyle ilgili o çalışmaları nazım imar planlarına
koymuyoruz. O planlar içerisinde o fay hatlarının nereden geçtiği gözükmüyor ve
ondan sonra planlamalar yapılıyor. Altta fay hattı var ama üstünde binalar var,
kamu binaları var. Peki, sonuç? Ne olacak? İnsanlar, hayatlarını kurtarmak için
depremden, yaralı olarak hastaneye gidecekler, bir bakacaklar ki hastane
yerinde yok. Böyle bir tabloyla karşı karşıyayız.
Bu noktada yine
vurgulamak istiyorum: Bursa’daki Şehir Plancıları Odasının ortaya koymuş olduğu
2009 Bursa Kent Raporu’ndaki acı gerçeği bir kez daha Türkiye Büyük Millet Meclisinden
kamuoyuna duyurmak istiyorum. Bursa’da onaylı planlar üzerinde, bakın, Bursa’da
onaylanmış planlar üzerinde, depremde zarar görecek alanlarda 155 bin kişi ve
taşkın alanlarda ise 29 bin kişi –nüfus- bulunmaktadır. Yani toplam olarak hem
deprem hem de taşkın alanlarda yaşayan vatandaş sayısı 200 bin kişi ve
maalesef, şu anda o insanlarımız için, depreme karşı veya sele karşı tedbir
alınması noktasında hiçbir şey yapılmadığını buradan bir kez daha vurgulamak
istiyorum.
Ayrıca, yine,
Bursa’da çok sık gündeme gelen sağlıkla ilgili konularda, mevcut sağlık
alanlarını bırakıp -o sağlık alanı yerine- toplu sağlık alanı yapılmak istenen
yerin de taşkın alanlar içerisinde bulunan arazi üzerinde yapılmak istendiğini
ne yazık ki acı olarak bir kez daha vurgulamak istiyorum ve uyarıyoruz: DSİ’nin
bile olumlu rapor vermediği yerlerde çalışma yapmak istiyorlar, sağlık alanı
yapmak istiyorlar. Hâlâ biz İstanbul’daki o deprem felaketinden ders almamış
gibi davranmaya çalışıyoruz. Bunları kabul etmek mümkün değil. Böyle bir siyasi
anlayış olmaz! Böyle bir yerel yönetim anlayışı olmaz! Değerli arkadaşlarım, o
yüzden, özellikle bu konuyu da Türkiye Büyük Millet Meclisinde gündeme getirmek
istedim.
Ayrıca, 99
depreminden sonra Türkiye’deki konutların ciddi, bilimsel, teknik bir çalışma
yapılarak envanteri çıkarılmış mı? Yani, Türkiye’deki bütün evlerimizin, iş
yerlerimizin, kamu binalarının… Kaldı ki depremde en fazla zarar görenlerin
başında kamu binalarının olması da maalesef, herhâlde Türkiye’ye özgü diye
düşünüyorum. Bu da kamu binalarının ne kadar denetimden uzak bir yapılaşma
içerisinde olduğunu ortaya koyuyor. Bu noktada, en son Bursa ilçelerini
gezdiğim zaman, bilhassa deprem riskinin en fazla olduğu Gemlik gibi, Mudanya
gibi yerlerde dolaştığım zaman insanlara soruyorum: Siz evinizin envanter
çalışması neticesinde depreme dayanıklı olup olmadığını biliyor musunuz?
“Bilmiyoruz.” İnsanlar kendi kaldıkları evlerin, çalıştıkları iş yerlerinin
depreme karşı dayanıklı olup olmadığını bilmiyorlar ve yaşam mücadelesi veriyorlar.
Bu noktada, özellikle Türkiye'nin en kısa zaman içerisinde bir envanter
çalışması yapmasının gerekli olduğunu bir kez daha vurgulamak istiyorum.
Onun dışında,
değerli arkadaşlarım, özellikle uzmanların ülkemizde deprem konusunda yapılması
gerekenlerle ilgili ve yapılmayan çalışmalarla ilgili tespitleri var. Kısaca
onları da vurgulamak istiyorum.
Özellikle yerel
yönetimlerin yapması gereken çalışmaları yapmadığı, gerekli maddi kaynakları
depremden korunma ve önlem çalışmaları için ayırmadığı, depremlerle ilgili
ulusal ve yerel stratejiler belirlenmediği, şehir planlamalarının siyasi
çıkarlar ve siyasi rantlar çerçevesinde yapıldığı ve şekillendiği, deprem
bilinciyle hareket edilmeden sürekliliği olan ve uygulanabilen politikalar
üretilmediği konuları yer almaktadır. Uzmanların “yapılması gereken” dedikleri
ve yapılmayan bu önerilerin, araştırma komisyonu kurulduktan sonra özellikle
bunların üzerine gitmesi gerektiğini bir kez daha vurgulamak istiyorum. Yani
depremden sonra canların yanmaması için, depremden sonra maddi ve manevi
kayıpların yaşanmaması için mutlaka ve mutlaka…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
KEMAL DEMİREL
(Devamla) – Teşekkür ederim.
…özellikle
araştırma komisyonunun bu konu üzerine çok ciddi bir şekilde gitmesi
gerektiğini ve bu araştırma komisyonunun, uzmanlardan, bilim adamlarından
aldıkları görüşleri kamuoyuyla paylaştıktan sonra, Türkiye Büyük Millet
Meclisinde kabul edildikten sonra takibi ve uygulanabilirliği konusunda da söz
sahibi olmasını istiyorum. Yani komisyonlar toplanır, komisyonlar çalışır,
komisyonlar tespitleri kamuoyuyla paylaşır ama bunların peşini bırakıp takibini
yapmazsa, denetlemelerini gündeme getirmezse inanın komisyonlar sadece toplanır
ama sonuçlar alınmaz ve Türkiye hep deprem acı gerçeğiyle karşı karşıya kalır
diye düşünüyorum.
Bu anlamda,
Cumhuriyet Halk Partisi olarak araştırma önergesinin kabul edilmesini ve
Türkiye'nin depreme karşı hazırlıklı hâle gelmesi noktasında herkese büyük
sorumluluk düştüğünü bir kez daha vurguluyor, hepinizi en içten sevgi ve
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Demirel.
(10/246) esas
numaralı önerge sahibi olarak İstanbul Milletvekili Sayın Durmuş Ali Torlak. (MHP
sıralarından alkışlar)
Çok şiddetli bir
alkış aldınız Sayın Torlak.
Buyurun.
D. ALİ TORLAK
(İstanbul) – Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; ülkemizde yaşanabilecek muhtemel bir deprem felaketi
öncesinde alınabilecek tedbirlerin tespit edilmesi, yapılacak yasal
düzenlemelerin ele alınabilmesi için vermiş olduğumuz Meclis araştırma önergesi
üzerine söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla
selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, ülkemizin birçok bölgesi deprem kuşağında yer almaktadır. Daha
on gün önce 2 Ocak 2010 Cumartesi günü 06.00 sularında İstanbul sallandı.
Meydana gelen deprem bu gerçeği bir kez daha gözler önüne sermiştir.
İnsanlar için
fiziksel, ekonomik ve sosyal kayıplar meydana getiren, yaşamı durdurarak veya
kesintiye uğratarak toplulukları etkileyen doğal olayların başında depremler
gelmektedir. Ülkemizin, jeolojik yapısı nedeniyle, büyük can ve mal kayıplarına
yol açan deprem felaketleriyle sık sık karşılaşan ülkelerin başında geldiği
bilinmektedir. Son altmış yıl içerisinde ülkemizde meydana gelen doğal
afetlerin yol açtığı yapı hasarları istatistikleri dikkate alındığında hasarın
yüzde 62’sinin depremler nedeniyle meydana geldiği görülmektedir. Ülkemiz
nüfusunun yaklaşık yüzde 75’i kentlerde yaşamaktadır. 1950’li yıllardan
itibaren kentlere doğru yoğunlaşan göçler ve bu nedenle oluşan düzensiz
kentleşmeyle büyük orandaki kaçak yapılaşma sonucunda kentlerimizde büyük risk
alanlarının oluştuğu göz ardı edilmeyecek bir gerçektir. Bu nedenle, 1950’li
yıllardan beri yaşananlar planlama ve yapılaşma süreçlerinin yeniden gözden geçirilmesini
gerektirmiştir. 1999 büyük Marmara depremi sonrasında oluşan büyük kayıpların
yaralarının sarılmasının yanı sıra yeni yasal düzenlemeler depremin hemen
akabinde devam etmiş, yapılmıştır. Yeni düzenlemeler ve uygulamalar bu tarihten
sonraki imar ve yapı sisteminin riskler içermeyecek şekilde sürdürülmesine
yönelik olmuştur. Yapı Denetim Kanunu, seçilen pilot bölgelerde öncelikle
uygulanmak üzere 2001 yılında yürürlüğe sokulmuştur.
Bayındırlık ve
İskân Bakanlığı tarafından Mart 2001’de yapılan yönetmelik düzenlemesiyle imar
planlama süreci öncesinde jeolojik verilerin araştırılması gereği vurgulanmış,
her tür ve ölçekte imar planlarının jeolojik, jeoteknik raporlarında belirtilen
hususlara uygun yapılması gerektiği ifade edilmiştir. Yapılan düzenleme ile
proje üretim sürecinde zemin etüt raporu hazırlanması zorunluluğu
getirilmiştir. Ayrıca Bakanlık, Bayındırlık Bakanlığımızca çıkartılan
genelgelerle 1999 depremi öncesinde üretilen imar planlarının bakanlıkça
onaylanan jeolojik, jeoteknik etüt raporları doğrultusunda revizyonlarının
yapılması sağlanmıştır. 2002 yılında göreve gelen AKP İktidarı döneminde ise
depreme karşı alınacak önlemler ve bu çerçevede yapılması gereken düzenlemeler
konusunda sağlıklı bir yol haritasının izlenmediği görülmektedir. AKP Hükûmeti
döneminde Bayındırlık ve İskân Bakanlığı tarafından 29 Eylül-1 Ekim 2004
tarihleri arasında İstanbul’da Deprem Şûrası düzenlenmiştir. Hükûmet ve ilgili
bakanlık kendi düzenledikleri bu Şûranın sonuçlarına uymamış, Şûra sonrasında
Hükûmetin yaptığı en önemli icraat, deprem tartışmalarında halkı kafalarını
karıştırmadan aydınlatmak ve önlem almak için kurulan Ulusal Deprem Konseyini
lağvetmek olmuştur. AKP Hükûmeti ve AKP yönetimindeki İstanbul Büyükşehir
Belediyesince hazırlatılan raporların ötesinde İstanbul kentinde deprem
konusunda gerekli çalışmaların yapılmadığı da görülmektedir.
Japonya
Uluslararası İşbirliği Ajansı ile ortaklaşa yürütülen çalışmalar sonucunda
geliştirilen senaryolar ürkütücü nitelikte olup uzmanlar karşılaşılabilecek
sonuçlarla ilgili 70 veya 90 bin can kaybı, 100 binin üzerinde ağır yaralı ve
yaklaşık 500 bin evsiz aile şeklindeki değerlendirmelerde bulunmaktadırlar.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından söz konusu deprem risk analizi
çalışması kapsamında ayrıca dört üniversiteye İstanbul deprem master planı
hazırlatılmıştır. Gerek İstanbul Büyükşehir Belediyesi gerekse Hükûmet ve bağlı
kuruluşlar bu raporlarda bilim adamlarınca dile getirilen gerçeklerin
gereklerini yapmamışlardır.
Değerli
milletvekilleri, İstanbul kentinde risk çok büyüktür. Hükûmet düzeyinde afet
yönetim birimleri oluşturulması, kurumlar arası koordinasyonun sağlanması adına
tek yapılan iş, kamuoyunda tartışmalı olan Başbakanlık Afet ve Acil Durum
Yönetimi Başkanlığının kurulması olmuştur. Bunun ötesinde, modern afet yönetimi
kapsamında afetlerle mücadele ve müdahale organizasyonları yapılması konusunda
yedi yıllık süreç heba edilmiştir. Kurumsal yapılanma, mevzuat düzenlemeleri ve
acil durum planlarının hazırlanması konusunda maalesef somut bir adım atılamamıştır.
“İmar ve Şehircilik Kanun Tasarısı” adı altında onlarca tasarı Bayındırlık ve
İskân Bakanlığı ve Hükûmetin tozlu raflarında beklemektedir.
Değerli
milletvekilleri, ülkemizin çok değerli bilim insanlarının, kamu kurumu ve yerel
yönetim temsilcilerinin ve meslek odası yöneticilerinin emeklerini koyduğu ve
geçtiğimiz aylarda gerçekleşen Kentleşme Şûrası’nın sonuçlarını Hükûmet ne
düzeyde değerlendirmektedir? Yoksa, verilen emekler Hükûmetinizce geçmişte
yapılan uygulamalardaki gibi göz ardı mı edilecektir?
İstanbul
depremine hazırlık konusunda Hükûmet düzeyinde yapılamayan çalışmalar yanında
İstanbul yerel yönetimlerinin de hazırlıklar konusunda âciz kaldığını üzülerek
ifade etmek durumundayım.
Yukarıda ifade
ettiğim acı tablo ve elim sonuçlar noktasında, başta İstanbul Büyükşehir
Belediyesi olmak üzere yerel kuruluşların kapsamlı ve organize bir çalışma
süreci yönetemedikleri görülmektedir. Olası İstanbul depreminin asgari 40
milyar dolar maddi ve 100 bin insan kaybını yaşatacağı hesaplanmaktadır.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi bugüne kadar deprem konusunda ne kadar maddi
kaynak ayırmıştır? Bu, cevaplanması gereken bir sorudur.
Deprem hazırlık
çalışmaları kapsamında pilot ilçe seçilen Zeytinburnu’nda bina envanterlerinin
çıkarılması haricinde hangi saha çalışmaları yapılmıştır? Diğer pilot seçilen
ilçeler Fatih ve Küçükçekmece’nin bina envanter çalışmaları bunca yıldır neden
bitirilememiştir?
Değerli
milletvekilleri, deprem zararlarının azaltılması çalışmaları günümüz
teknolojisinde iki esas kategoride yapılmaktadır.
1) Deprem
tehlikesinin ve riskinin belirlenmesi,
2) Yerleşme ve
yapılaşmada deprem güvenliğinin sağlanması.
Bu iki konu
birbirine paralel, eş zamanlı geliştirilip etkili yürütüldüğü takdirde
çalışmalar yararlı sonuçlar verecektir. Deprem tehlikesinin belirlenmesindeki
ilk aşama depremlerin ülke çapında kayıt edilerek parametrelerle saptanması
yani deprem veri bazının oluşturulmasıdır. İyi hazırlık yapılmadığı takdirde
deprem sonrasında katlanmak zorunda kalınan maliyetin deprem öncesi hazırlıklar nedeniyle ortaya çıkacak
maliyetin çok daha üstünde olacağı, hem Türkiye’de hem de dünyada yaşanan
deneyimlerin ortaya çıkardığı bir gerçektir. Bu nedenle, Türkiye'nin sınırlı
kaynaklarını en iyi şekilde kullanması ve katlanmak zorunda kalacağı
maliyetleri azaltacak çalışmalara öncelik ve önem vermesi gerekmektedir.
Mevcut yasal
düzenlemelerimize göre afet planlarını hazırlamak ve uygulamakta görevli olan,
il acil yardım teşkilatlarıdır. Afetin kriz yönetimini gerektirecek boyutlarda
olması durumunda ise Başbakanlık Kriz Merkezinin talimatı üzerine il kriz
merkezleri devreye girmektedir. İl acil yardım teşkilatlarının faaliyetleri
deprem öncesi hazırlık çalışmalarına odaklı olmayıp deprem anında ve deprem
sonrasında yapılacak işlere yöneliktir.
Değerli
milletvekilleri, deprem hazırlık çalışmalarının iyi bir şekilde yürütülmesini
olumsuz şekilde etkileyen unsurların başında, İstanbul’da bu alanda çalışma
yapan kuruluşlar arasında sonuç odaklı, etkili bir iş birliğinin sağlanamamış
olması gelmektedir. Kurumlar arası iş birliği ve koordinasyon meselesine de
doğru bir şekilde yaklaşılmamaktadır. Önemli olan kimlerin neler yapacağını
kimin belirleyeceği değildir. Taraf olan kurumlarla birlikte, belirledikleri
amaç ve hedefler doğrultusunda varılmak istenen sonuçlar üzerinde anlaşma
sağlanmalı, hesap verme sorumluluğu ilkeleri çerçevesinde kimin neyi yapmaktan
sorumlu olacağı açıkça belli olmalıdır.
Muhtemel İstanbul
depreminde deprem zararlarını artıracak risk unsurlarından biri de deprem
sonrasında meydana gelebilecek yangınlardır. Bu nedenle, deprem öncesinde…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
D. ALİ TORLAK
(Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Bu nedenle deprem
öncesinde riskleri azaltacak etkili önlemler geliştirilmesi gerekmektedir.
Değerli
milletvekilleri, kaçak, projesiz, yasa dışı ve plansız yapılaşma, yanlış yer
seçimi, ruhsatlı ancak denetimsiz yapılaşma ve bütün bu olumsuzlukları
önleyecek yeterli yasal önlemlerin olmaması muhtemel bir depremin felakete
dönüşmesine neden olabilecektir. Deprem zarar riskini azaltmak için
İstanbul’daki mevcut bina stokunun depreme ne ölçüde dayanacağının bilinmesi,
yıkılacak binaların belli bir plan içinde ve belirlenecek önceliklere göre
güçlendirilmesi ya da güçlendirilemeyecek binalarda oturanların hakları heba
olmadan başka yerlere taşınması gerekmektedir. Değerli milletvekilleri,
İstanbul’daki imar planlama ve uygulamalarıyla ilgili çalışmalar deprem zarar
riskini azaltmakla doğrudan ilgilidir.
Bu saydığımız
sebeplerden dolayı önergemize destek vereceğinizi ümit eder, yüce heyetinizi
saygılarımla selamlarım. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Torlak.
(10/254) esas
numaralı önerge sahibi olarak İzmir Milletvekili Sayın Ahmet Kenan Tanrıkulu.
(MHP sıralarından alkışlar)
AHMET KENAN
TANRIKULU (İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; İzmir’de yaşanabilecek
muhtemel bir deprem felaketi öncesinde depremin etkilerini en aza indirebilmek
için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırma
komisyonu kurulması yönündeki önergemiz üzerinde söz almış bulunuyorum.
Öncelikle Genel Kurulumuzu saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, ülkemiz en etkin deprem kuşağı üzerinde bulunuyor. Tabii hem
coğrafik hem de jeolojik yapısı nedeniyle geçmişte bu güzel ülkemizde birçok
yıkıcı depremle karşılaştık, gelecekte de muhtemel olarak hiç istenmese de
büyük mal ve can kayıplarına yol açacak depremlerle karşılaşacağımız bir
gerçek. Bu anlamda Bayındırlık ve İskân Bakanlığının deprem bölgeleri
haritasına göz attığımız zaman topraklarımızın yaklaşık yüzde 99’u, nüfusumuzun
da yüzde 95’i deprem bölgesi içerisinde kalmaktadır. Yine, büyük sanayi
bölgelerimizin yüzde 98’i, barajlarımızın da yüzde 93’ü deprem bölgesi
altındadır.
Geçtiğimiz yüz
yıl içerisinde, 1900 ile 2003 yılları arasında Türkiye’deki depremlere göz
attığımız zaman, yaklaşık olarak 180’in üzerinde hasar yapıcı depremle
karşılaşmış ve bunlarda da 100 bin vatandaşımızı kaybetmiş durumdayız. Bu da
işin vahametini büyük bir boyutuyla gözler önüne sermektedir. Can ve mal
kayıpları yanında, aynı zamanda ülkemiz için ciddi bir millî güvenlik tehdidi
de oluşturacak olan makroekonomik kayıpları da bunun üzerine koyarsak, ortada
alınması gereken tedbirlerin boyutunu daha iyi görme imkânına kavuşmuş oluruz.
Değerli milletvekilleri,
bu büyük deprem kuşağı üzerinde ülkemiz, özellikle coğrafi bakımdan birinci
derece deprem kuşağı üzerinde geniş ölçüde yayılmaktadır. Bu bakımdan en riskli
bölgeler, ülkemizin güneyinden başlarsa Osmaniye’den, İzmir, Aydın, Muğla,
Manisa; yukarıda İstanbul, Düzce, Bolu gibi nüfusun büyük ölçüde olduğu, sanayi
bölgelerinin yer aldığı coğrafi yerin birinci derece riskli bölge altında
olduğunu da görebiliriz.
Bu anlamda,
sismolojide genel bir kural vardır. Bu kural der ki: Eğer bir bölgede belirli
bir kuvvette deprem olmuşsa, yeri ve zamanı gelmek şartıyla gene aynı kuvvette,
aynı şiddette muhtemelen bir depremle karşılaşabilirsiniz. Dolayısıyla buna
yönelik tedbirleri de o yörelerimizin hızla alıp yerine getirmesi
gerekmektedir.
Şimdi daha yerel
sonuçlara göz atarsak, TÜİK’te yapılan bir çalışmada, İzmir’in çok çarpıcı
rakamlarını sizinle paylaşmak istiyorum. İzmir şehir nüfusumuzun toplam nüfus
içerisinde yaklaşık yüzde 91’i şehirlerde, kentlerde yaşamaktadır. Nüfus artış
hızı binde 15’tir, yıllık aldığı net göç yaklaşık olarak 30 bin civarındadır ve
İzmir’de sadece 2009 başında 6.215 bina yapılmıştır. Bunu daire sayısına
bölersek, daireye indirgersek 22.265 daire yapar.
Değerli
milletvekilleri, bu rakamları şunun için veriyorum: Biraz sonra İzmir’de Aralık
2009’da yapılan bir afet sempozyumunda, bu yapılan dairelerin yaklaşık yüzde
45’inin depreme dayanıklı olmadığı ve birinci derece risk altında olduğu bizzat
oradaki uzmanlar tarafından tespit edilmiştir. Değerli arkadaşlarım, bu önemli
rakamlara baktığımız zaman bu çerçevede muhtemel ki İstanbul’daki deprem tabii
ki İzmir’den önemlidir. Burada, bu kürsüde değerli milletvekilleri, İstanbul
depremini, ne olabileceğini ve tehlikelerini anlattılar ama İzmir de öyle asude
bir kent, sakin bir kent değildir, geçmişte çok ciddi depremler yaşamıştır,
günümüzde hâlen ufak ufak da olsa depremler yaşanmaktadır ve gelecekte de büyük
depremlerin olabileceği sinyali verilmektedir. Bugün İzmir’in içerisinde veya
çevresine baktığımız zaman on kadar irili ufaklı fayla karşılaşıyoruz ve bu
faylar, her an, geçmişte ürettiği gibi gelecekte de deprem üretebileceği
konusunda bize uyarılar veriyor. Hem zeminin kötü olması hem de yerleşim
alanlarının çok kötü bölgelerde seçilmesi nedeniyle İzmir’in de önemli
dezavantajları var.
Değerli
arkadaşlarım, İzmir Körfezi jeolojik olarak çok genç bir körfez. Jeoloji
tarihine baktığımız zaman bu tür körfezler genç ve körpe körfez olarak
nitelendiriliyor. Onun etrafındaki karasal alanlar da yani Bornova Ovası,
İnciraltı, Karşıyaka, Konak gibi yerler de denizden henüz yeni kazanılmış
yerler ve buralarda sertleşme ve kayalaşma olmadığı için henüz daha, üzerine
yapılan kalitesiz ve deprem açısından risk taşıyan binalar sağlıksız sonuçlar
meydana getirebileceği ve depremlerde de çok büyük zararlar doğurabileceği
belirtilmektedir.
Bu çalışmalar ve
tespitler biraz sonra sizlere vereceğim üç raporda da ispatlanmıştır. Bunlardan
bir tanesi, İstanbul Teknik Üniversitesi Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü
Haziran 2005’te bir çalışma yapmış ve bu çalışmada demiştir ki: “Depremlerin
oluş sıklığı açısından İzmir ve Muğla yöreleri en tehlikeli ve riskli
bölgelerdir.” Bunların içerisinde de İzmir Karaburun yöresi özellikle tektonik
bakımından oldukça aktif bir bölgedir ve muhtemelen çok büyük ölçekli depremlere
yol açabilecek yerlerdir dolayısıyla da yüksek risk altındadır. Buralarda aynı
zamanda bir tsunami tehlikesi de vardır ve İzmir Körfezi Sakız Boğazı dediğimiz
bölgede de tsunamiye yol açabilecek depremlerin olacağı bu raporlarda
belirtilmektedir.
Yine, 2000
yılında Boğaziçi Üniversitesi, o zamanki İzmir Büyükşehir Belediyesi için bir
çalışma yapmıştır ve bu çalışmada da İzmir’in ana arterleri üzerindeki
otoyolların, köprülerin, viyadüklerin, bağlantıların sağlam olmadığını,
muhtemel bir depremde buraların hasar görebileceğini belirtmiştir.
Bir diğer rapor
da, biraz önce belirttiğim gibi, İzmir’de Afet Riskini Azaltma Sempozyumu
düzenlenmiştir Aralık 2009’da. Bu, en son rapordur ve bu raporda da İzmir’in
pilot bölge olarak Manavkuyu’da, Karşıyaka’da ve Karabağlar’da belirli sayıda
evler alınıp ölçeklenmiş ve bu evlerin de yüzde 45’inin risk altında olduğu
tespit edilmiştir.
Değerli
milletvekilleri, Alsancak Limanı İzmir Körfezi’nin en büyük limanıdır. Tabii,
bundan başka Karşıyaka’da, Alsancak’ta, Konak’ta küçük ölçüde iskele ve
limanlar da mevcuttur ve bunların da, hem iskele ve dalgakıranların zemin
sıvılaşması, zemin oturması gibi sebeplerden dolayı hasar görebileceği bu
raporlarda belirtilmektedir.
Daha büyük risk
var, hijyen açısından, insan sağlığı açısından. İzmir’deki içme suyuna ait
altyapılar deprem şiddetinin en yüksek olduğu bölgelerden geçmektedir, İzmir
Körfezi’nin güneyinden dolaşarak Çiğli’ye gitmektedir ve buralardaki bu ana
boru hatları, gerek zemin oturtması gerekse diğer sıvılaşmadan dolayı birtakım
tehlikeler altındadır, atık su tesisleri aynı şekilde bir risk altındadır.
Dolayısıyla muhtemel bir deprem hareketinde zarar görecektir ve insan
sağlığını, can ve mal kaybının ötesinde
riske atacaktır.
Değerli
milletvekilleri, yine Bayındırlık ve İskân Bakanlığı uzmanları Mart 2007
tarihinde muhtemel bir depremde yıkılma tehlikesi altındaki okulları
araştırmıştır. Bu rapora göre, İzmir’de de 110 tane ilköğretim okulunun büyük
risk altında olduğu tespit edilmiştir. Bu tespitin arkasından, 2007 Temmuz
seçimlerinden sonra ben de milletvekili seçildiğimde, dönemin Millî Eğitim
Bakanlığına bir yazılı soru önergesi verdim ve bununla ilgili neler
yapılabileceğini sordum. Maalesef uzun bir süre cevap alamadıktan sonra oradan
gelen cevapla İzmir İl Özel İdaresinin bize verdiği cevaplar arasında bir
tutarsızlık olunca ikinci kere gene soru önergesi verdik. Buna da gelen cevap
yine yeterli ve tatmin edici düzeyde çıkmadı.
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, soru şu, burada belki de cevaplanması gereken en önemli
sorulardan bir tanesi şu: “Birinci derece deprem kuşağında yer alan İzmir’de bu
okullarda eğitim gören öğrencilerimizin, yavrularımızın can ve mal güvenliğini
nasıl sağlayacağız? Bunlarla ilgili herhangi bir güçlendirici tedbir alınmış mı
binalarda veya bu binalar boşaltılmış mı veya bunlarla ilgili yeni yerler
tespit edilip onların üzerinde tedbirler alınmış mı?” Bu konuyla ilgili
maalesef bugüne kadar ne Millî Eğitim Bakanlığından ne de Özel İdareden
herhangi bir cevap alamadım.
Şimdi, gelelim
neler yapmamız gerektiğine. Tabii, kentsel deprem tehlikesini, yerleşim
açısından ya tehlikeli alanlarda inşaat yapmayarak yahut da oralardan insanları
uzaklaştırarak belki çözebiliriz ama akla gelen bu iki tedbir de maalesef
gerçekçilikten ve uygulanabilir olmaktan uzak. O hâlde ne yapmamız gerekiyor?
Geriye tek bir seçenek kalıyor.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
AHMET KENAN
TANRIKULU (Devamla) – Teşekkür ederim.
O da şu: Muhtemel
bir depremde can ve mal kaybını en aza indirebilmek için bütün doğru ve yerinde
tedbirlerin bir an evvel alınması. Şehircilik üzerinde çok ciddi bir master
planımız yok. Bunun bir an önce tamamlanması gerekiyor. Önleyici ve engelleyici
çalışmalar yönünden imar denetimine, yapı denetimine ağırlık vermek gerekiyor.
İşte bu sözden
yola çıkarak, değerli milletvekilleri, 2001 yılında 57’nci Hükûmet zamanında
bir yapı denetimi kanunu çıkardık 4708 sayılı Kanun. Bu Kanun bugün tabii ki
gelişmeye muhtaç bir kanun ama o gün için doğru ve yerinde alındığı için,
tedbirleri de yerinde geliştirmeye imkân verdiği için bize belki de bir ilk
adım atma fırsatı verecektir diye düşünüyorum ve altı yıldır yapılmayan deprem
şûrasının tekrar yapılmasını beklediğimizi söylüyorum; bu konudaki ulusal
çalışmalara destek verebileceğimizi belirtiyorum.
Sonuç olarak,
önergemizin sizler tarafından kabul edilmesi yönünde tekrar yüce Genel Kurulun
oylarını rica ediyor ve tekrar saygılarımı sunuyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Tanrıkulu.
(10/256) esas
numaralı önerge sahibi olarak Kocaeli Milletvekili Sayın Eyüp Ayar, buyurun.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
EYÜP AYAR
(Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; deprem riskinin
araştırılarak deprem yönetiminde alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclisi araştırması açılmasına ilişkin vermiş olduğumuz önerge
hakkında söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, Türkiye, dünyanın en etkin deprem kuşakları üzerinde bulunmaktadır
ve yapılan deprem haritalarının tamamına yakını Türkiye’nin deprem bölgesi
içerisinde olduğunu göstermektedir. Bu şunu gösteriyor: Geçmişte depremler
olmuş ve gelecekte de olacaktır. Bu depremler, birçok can ve mal kaybının
yanında, insanların yaralı, binaların hasarlı olmasına sebep olmuştur. Bundan
kaçış yok. Marmara’da yaklaşık her otuz yılda bir deprem olmaktadır. Ben, hem
1967 hem 1999’daki depremleri bizzat yaşadım. Çok zor günler, acı günler. Allah
o günleri kimseye göstermesin.
17 Ağustos 1999
depremi, bildiğiniz gibi asrın depremi; Kocaeli-Gölcük merkez üslüydü ve gece
saat üçte oldu. Depremlerin ne zaman olacağı da belli değil. Bu depremle
beraber birkaç rakam söyleyeyim, Kocaeli’yle ilgili. Resmî rakamlara göre 9.477
kişi öldü, 9.881 kişi yaralandı. Bunun yanında 35.180’i yıkık ve ağır,
40.757’si orta ve 45.086’sı hafif olmak üzere toplam 121.023 konut hasara
uğradı. Aynı durum iş yerlerinde de söz konusu. 5.770’i yıkık ve ağır, 6.057’si
orta ve 6.128’i hafif olmak üzere toplam 17.955 iş yeri hasar gördü,
fabrikalar, iş yerleri kapandı. Yalnız Kocaeli’nde, resmî rakamlara göre, 56’sı
ihracatçı olmak üzere toplam 345 sanayi kuruluşu hasar gördü. Bu hasarların
maddi tutarı 1,5 milyar dolar, 2 milyar dolar da üretim kaybı, toplam 3,5
milyar dolar. Depremden sonra sanayide kapasite kullanım oranı yüzde 73’ten
yüzde 31’e düştü, insanlar işsiz kaldı.
Değerli
arkadaşlar, şair diyor ki:
“Geçmişten adam
hisse mi alırmış, ne masal şey?
Beş bin yıllık
kıssa yarım hisse mi verdi?
Tarihi tekerrür
diye tarif ediyorlar.
Hiç ibret
alınsaydı tekerrür mü ederdi?”
Evet, “Tarih
tekerrürden ibarettir.” derler, ders alınsaydı tekerrür mü ederdi? Çabuk
unutuyoruz. Aslında unutmamak lazım, tedbirlerimizi almamız lazım. Deprem
sallıyor ama sallanmaktan kimse ölmüyor, deprem öldürmüyor, depremde yıkılan
binalar insanları öldürüyor.
17 Ağustos
1999’daki deprem, verdiği zarar, açtığı yaraların yanında aynı zamanda
ülkemizdeki afet yönetimiyle ilgili önemli gerçekleri de ortaya koymuştur. Bir
doğal afet öncesi ve sonrasında yapılması gerekenler konusundaki
eksikliklerimizin olduğunu gözler önüne sermiştir. Âdeta “Bir musibet bin
nasihattan evladır.” atasözü gerçek olmuştur.
Değerli
arkadaşlar, yapmamız gereken birinci iş, konutlarımızı, iş yerlerimizi, okul,
hastane gibi kamu binalarımızı depreme dayanıklı yapmaktır. Deprem yönetmeliklerine
uymayı, zemin etütleri yaparak binalarımızı sağlam zeminlerde yapmayı, deprem
anında paniğe kapılmamayı, balkon, asansör, merdivenlerden uzak durmayı, yüksek
katlardan atlamamayı, evdeki eşyaları duvarlara sabitlemeyi, banyo, mutfak gibi
yerlerde yaşam kurtarma alanları oluşturmayı, yere nasıl yatacağımızı,
enerjimizi çabuk bitirmemek için neler yapacağımızı bilmemiz lazım.
Her zaman hazır
acil durum çantamızın olacağını, içine fenerden radyosuna, yiyecek, giyecekten
içeceğine kadar neler koyabileceğimizi hep anlatmışlardı. Bütün bunları kaç
kişi biliyor ve yapıyor? Onun için yapıları depremle ilgili standarda uygun
yapmalıyız, sürekli eğitici bilgiler vermeliyiz.
“DASK” dediğimiz
doğal afet sigortalarını mutlaka yaptırmamız lazım. Bütün binaları gözden
geçirip depreme dayanıklı hâle getirmeliyiz.
1999’daki
depremler bir kez daha ortaya koymuştur ki, ulaşımda büyük sıkıntılar
yaşanmıştır, sağlık hizmetlerinde aksamalar olmuştur, erzak dağıtımında kargaşa
yaşanmıştır, çadır dağıtımında sıkıntılar oluşmuştur, en önemlisi, arama,
kurtarma, sağlık hizmetleri veren personel depremi yaşadığından görevlerini tam
olarak yapamamıştır. Deprem bölgesine depremi yaşamamış insanlar gönderilmeli.
Denizlere dolgu
yapmamalıyız. Denizlerin, depremlerde verdiğini geri aldığını da gördük.
Kocaeli
Türkiye’nin en önemli sanayi şehri. 1999’da Türkiye’deki imalatın yüzde 13’ü
Kocaelide yapılmaktaydı. İstanbul’dan sonra en yüksek vergi veren şehir de
Kocaeli.
Tabii, TÜPRAŞ
Kocaeli’nde -keşke bütün büyük şehirlerde de birer TÜPRAŞ olsaydı- bundan
dolayı Kocaeli Büyükşehir Belediyesinin paylarında da bir yükselme oluyor.
Ancak depremde TÜPRAŞ’ta bir yangın çıktı, inanın insanlar dağlara kaçtı.
Depremden daha çok TÜPRAŞ’taki o yangın insanları korkuttu.
Kocaeli, Marmara
depreminin ardından bütün Türkiye’de olduğu gibi bir de ekonomik depremi
yaşadı. O günkü koalisyon hükûmetinin yaşattığı deprem, çok daha ağır oldu. Her
gün bir skandalla uyanıyorduk. Göz göre göre bankaların içi boşaltılıyor; faiz,
döviz, enflasyon almış başını gidiyor; yatırım yok, üretim yok, ihracat yok.
2000-2001 yıllarındaki ekonomik deprem bizi daha çok salladı, daha ağır
hasarlar bıraktı.
Bir konunun
altını çizmek istiyorum: Kocaeli, Türkiye’nin her bölgesinden insanların gelip
yaşamış olduğu bir yer, bir sanayi kenti, çoğunlukla insanlar fabrikalarda
çalışıyor. Fakat deprem olsun ekonomik krizler olsun, bunların sonunda
bakıyoruz ki bir anda kiralık evler çoğalıyor. Çünkü, baba-oğul aynı evde
yaşamaya başlıyor. Tasarruf olsun diye iki kardeş aynı evde yaşamaya başlıyor.
Daha önceden fabrikadaki çalışan da almış olduğu maaşının bir kısmını
Trabzon’daki, Erzurum’daki, Diyarbakır’daki, Bolu’daki, Edirne’deki akrabasına,
yakınına gönderirken bu kriz dönemlerinden sonra işler tersine dönüyor. Otobüs
şoförleri anlatıyor, Anadolu’dan gelenler; 20 yolcu varsa otobüste en az 3 ton
yük var, çünkü fasulye, pirinç, buğday ne varsa, salça, turşu, oradaki yakınına
yardım olarak gönderiyor. Hatta yakını olması da şart değil, komşun açken sen
tok yatamazsın; bizim bu anlayışımızı, bu inancımızı yeterince anlayamayanlar,
yardımlaşma duygularımızı kaybetmemizi sağlamak için gayret gösterenlerdir.
Değerli
arkadaşlar, depremden sonra Kocaeli’de 9.602’si Dünya Bankası kredisi, 656’sı
özel kişi ve kuruluşlar tarafından, 7.520’si de Bakanlıkça olmak üzere toplam
17.778 kalıcı konut, 2.364 de iş yeri yapılarak hak sahiplerine dağıtıldı.
Kocaeli
Büyükşehir Belediyesi Türkiye'de bütünüyle planlanan belki de tek şehir.
50.000’lik çevre düzen planlarını, 25.000 binlik planlarını, 5.000’lik
planlarını bitirdi, uygulama 1.000’lik planlarına geçildi ve bu planlamalarda
gerekli jeofizik ve jeolojik etütler yapıldı, fay hatları ve deprem riski olan
yerler imara kapatıldı. TÜBİTAK MAM ile ortak zemin sınıflaması ve sismik
tehlike değerlendirme projesi yürütüldü. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı ile
ortaklaşa olarak, Yerel Deprem Kayıt Ağı Sismolojik İzleme Merkezi kuruldu.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
EYÜP AYAR
(Devamla) – Peki Başkan, teşekkür ediyorum.
Bununla, oluşacak
depremlerdeki bina ve zemin davranışlarının kaydedilerek oluşacak hasarın
önceden tespit edilebilmesi ve gerekli önlemlerin alınması amaçlandı.
Alınması gereken
daha başka önlemleri araştırmak, belirlemek, olası depremlere hem kendimizi hem
de binalarımızı hazırlamak amacıyla Meclis araştırması açılması için verdiğimiz
önergeye desteğinizi bekliyoruz.
Sözlerimi
bitirirken, depremde hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet diliyorum, siz
değerli milletvekillerini tekrar saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Ayar.
Meclis
araştırması önergeleri üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, Meclis
araştırması açılıp açılmaması hususunu oylarınıza sunacağım.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Karar yeter sayısı istiyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN –
Bakacağım.
Meclis
araştırması açılmasını kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı
yoktur.
Birleşime beş
dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati : 21.17
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 21.24
BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER : Harun TÜFEKCİ (Konya), Gülşen ORHAN (Van)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 46’ncı Birleşiminin Dördüncü
Oturumunu açıyorum.
Deprem konusunda
Meclis araştırması açılıp açılmamasına ilişkin oylamada karar yeter sayısı
bulunamamıştı.
Şimdi, tekrar
oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.
Meclis
araştırması açılmasını kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir, karar
yeter sayısı vardır.
Meclis
araştırmasını yapacak komisyonun 16 üyeden kurulmasını oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Komisyonun
çalışma süresinin başkan, başkan vekili, sözcü ve kâtip üyenin seçimi
tarihinden başlamak üzere üç ay olmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Komisyonun
gerektiğinde Ankara dışında da çalışabilmesi hususunu oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Alınan karar
gereğince gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler” kısmına geçiyoruz.
1’inci sırada yer
alan Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu
(1/324) (S. Sayısı: 96)
BAŞKAN -
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2’nci sırada yer
alan Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu
(1/499) (S. Sayısı: 321)
BAŞKAN –
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3’üncü sırada yer
alan Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Sayın
Mustafa Elitaş ve Ankara Milletvekili Sayın Reha Denemeç’in Serbest Bölgeler
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
3.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş ve Ankara Milletvekili Reha Denemeç’in; Serbest Bölgeler
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (2/541) (S. Sayısı: 446)
BAŞKAN –
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
Alınan karar
gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 13 Ocak 2010
Çarşamba günü saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati : 21.26