DÖNEM: 23 YASAMA
YILI: 4
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
CİLT : 58
42’nci
Birleşim
25 Aralık 2009 Cuma
(Bu
Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür
belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş
alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. - GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ
II. - KANUN TASARI
VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- 2010 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/759) (S. Sayısı: 442)
2.- 2008 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezi Yönetim Bütçesi
Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2008 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait
Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/728, 3/934) (S. Sayısı: 443)
III.-
DİSİPLİN CEZALARI
1.- Tunceli
Milletvekili Kamer Genç’e uyarı cezası verilmesi
IV.-
TEBRİK, TEMENNİ VE TEŞEKKÜRLER
1.- Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan’ın, bütçenin kabulü nedeniyle teşekkür konuşması
V.-
OYLAMALAR
1.- 2010 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın oylaması
2.- 2008 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın oylaması
VI.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Van
Milletvekili Özdal Üçer’in, bazı atamalara ilişkin
sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun
cevabı (7/10788)
2.- Gaziantep
Milletvekili Hasan Özdemir’in, Gaziantep’teki Cansuyu
Kredisi uygulamalarına ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat
Ergün’ün cevabı (7/10801)
3.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, bir okulun ısınma
sorununa,
Bir köy okulunun
kalorifer sorununa,
İlişkin soruları
ve Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun cevabı
(7/10844), (7/10923)
4.- İstanbul
Milletvekili Süleyman Yağız’ın, emeklilere yönelik çalışmalara ilişkin
Başbakandan sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in cevabı (7/11062)
5.- İzmir
Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun, Dış Ticaret
Müsteşarlığının bazı grup başkanlıklarını kapatmasına ilişkin sorusu ve Devlet
Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı (7/11167)
6.- Ankara
Milletvekili Tekin Bingöl’ün, eczanelerin bazı sorunlarına ilişkin sorusu ve
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in
cevabı (7/11191)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu
saat 11.00’de açılarak sekiz oturum yaptı.
2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/759) (S.
Sayısı: 442) ve 2008 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile
Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2008 Bütçe Yılı Kesin
Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporlarının Sunulduğuna
Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi’nin (1/728, 3/934) (S. Sayısı: 443)
görüşmelerine devam edilerek maddeleri;
Gelen kâğıtlar
listesinde yayımlanan ve bastırılarak dağıtılan 456 ve 457 sıra sayılı Kanun
Teklifi ve Tasarısı’nın 48 saat geçmeden gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 3 ve 4’üncü sırasına, gündemin
“Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında yer
alan 446, 447, 429, 430, 431, 432 ve 433 sıra sayılı kanun tasarı ve
tekliflerinin, yine bu kısmın 5, 6, 7, 8, 9, 10 ve 11’inci sıralarına alınması,
diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; Genel Kurulun, 24/12/2009 Perşembe günkü birleşiminde 442 sıra sayılı 2010
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 443 sıra sayılı 2008 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın maddelerinin görüşmelerinin
tamamlanmasından sonra kanun tasarıları ve tekliflerinin görüşülmesine
geçilmesi ve 457 sıra sayılı Tasarı’nın görüşmelerinin tamamlanmasına kadar
çalışmalara devam edilmesine; Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışmalarına, 29
Aralık 2009 Salı gününden başlamak üzere 3 gün ara verilmesine ilişkin Danışma
Kurulu önerisi yapılan görüşmelerden sonra;
Kabul edildi.
Samsun
Milletvekili Suat Kılıç, Isparta Milletvekili Mevlüt Coşkuner’in, grubuna,
Tunceli
Milletvekili Kamer Genç, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın,
şahsına,
Kayseri Milletvekili
Mustafa Elitaş, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in,
şahsına,
Sataşması
nedeniyle birer konuşma yaptılar.
Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:
1’inci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),
2’nci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/499) (S. Sayısı: 321),
Görüşmeleri
komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.
3’üncü sırasına alınan, Antalya Milletvekili Abdurrahman
Arıcı ve Kahramanmaraş Milletvekili Veysi Kaynak’ın,
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Kars Milletvekili
Zeki Karabayır ve 2 Milletvekilinin, Amme
Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunda ve Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan
ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun (2/551, 2/550) (S. Sayısı: 456 ve 456’ya 1’inci
Ek),
4’üncü sırasına
alınan, 28 Ağustos 1952 Tarihinde Pariste İmzalanan
Kuzey Atlantik Andlaşmasına Uygun Olarak Yapılan
Uluslararası Askeri Karargahların Statüsüne İlişkin Prokotol Uyarınca Uluslararası Statüsü Belirlenen Türkiyedeki Tüm Müttefik Karargahlar ve Onların Atanmış
Personeline Uygulanacak Belirli Ayrıcalıklara İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun (1/736)
(S. Sayısı: 457),
Görüşmeleri
tamamlanarak elektronik cihazla yapılan açık oylamalardan sonra kabul edildi,
kanunlaştı.
Alınan karar
gereğince, 25 Aralık 2009 Cuma günü saat 13.30’da toplanmak üzere birleşime
21.34’te son verildi.
Sadık
YAKUT |
Başkan
Vekili |
|
Bayram ÖZÇELİK Murat
ÖZKAN |
Burdur Giresun |
Kâtip
Üye Kâtip
Üye |
|
Yaşar TÜZÜN |
Bilecik Kâtip
Üye |
25 Aralık 2009 Cuma
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 13.30
BAŞKAN: Mehmet Ali ŞAHİN
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ
(Konya), Yusuf COŞKUN (Bingöl)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
42’nci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yeter sayısı vardır, gündeme geçiyoruz.
Programa göre 2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile
2008 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı üzerindeki son
görüşmelere başlıyoruz.
II.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri
1.- 2010 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/759) (S. Sayısı:
442) (x)
2.- 2008 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve
Kurumların 2008 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi
ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/728, 3/934) (S. Sayısı: 443) (x)
BAŞKAN – Komisyon yerinde.
Hükûmet yerinde.
Sayın milletvekilleri, Genel Kurulun 3/12/2009
tarihli 26’ncı Birleşiminde alınan karar gereğince bütçe görüşmelerinin sonunda
gruplara ve Hükûmete birer saat süreyle söz
verilecektir. Bu süre birden fazla konuşmacı tarafında kullanılabilir.
Ayrıca İç Tüzük’ün 86’ncı maddesine göre yapılacak kişisel
konuşmalarınsa onar dakika olması kararlaştırılmıştı.
Şimdi, grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin
isimlerini okuyorum:
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Sayın
Mehmet Şandır ve İzmir Milletvekili Sayın Oktay Vural.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Giresun Milletvekili Sayın
Nurettin Canikli.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın
İlhan Kesici.
Şahısları adına, lehinde Manisa Milletvekili Sayın Recai Berber,
aleyhinde Yalova Milletvekili Sayın Muharrem İnce.
Ayrıca, talepte bulunması hâlinde Hükûmete
de söz verilecektir.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, şimdi, bütçe görüşmelerinin son
bölümünde ilk sözü Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili
Sayın Oktay Vural’a veriyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
(x) 442, 443 S. Sayılı Basmayazılar ve Ödenek Cetvelleri 14/12/2009
tarihli 31’inci Birleşim Tutanağı’na eklidir.
Sanıyorum Sayın Şandır’la birlikte kullanacaksınız,
otuz dakika, ayrıca bir üç dakika da ilave süre vereceğim.
Sayın Vural, buyurunuz.
MHP GRUBU ADINA OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bütçe görüşmelerinin bu son gününde Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinize saygılarımı arz ediyorum.
26 Ekimde Komisyonda, 14 Aralıktan bu yana da Genel Kurulda devam
eden görüşmelerde, her konu üzerinde, milletvekillerimiz, ülkemizin
sorunlarını, değerlendirmelerini, çözüm önerilerini sizlerle paylaştı,
milletimizin kulağı olduk, gözü olduk ve dile getirdik. Eğitimden sağlığa, dış
politikadan güvenliğe, ekonomiden kültüre her konuyu dile getirirken, yönümüz
hep ülkemiz, milletimiz ve insanımız oldu; milletimiz adına sorduk, onların
adına sorguladık. İşçimizin emeğini, esnafımızın siftahını, çiftçimizin
ürününü, işsizimizin işini, memurumuzun hakkını, öğrencimizin geleceğini,
emeklimizin derdini, engellimizin sıkıntılarını anlattık, katkı sağladık.
Milletimizin ortak aidiyeti olan millî kimliği, millî kültürü, millî varlığı
savunduk. Ecdadımızın emaneti değerlere sahip çıktık “Statükocu” diyenlere
inat. Kan üzerinden açılım reçetesi dayatmak isteyen vampirlere inat “İnadına
millet, inadına birlik, inadına kardeşlik.” dedik. “Rahmet birliktedir.” dedik
ayrışma diline karşı. Kanla pazarlık masasına oturanlara, millî kimliğimizi
alışveriş malzemesi yapanlara karşı, inadına karşı durduk. Küresel dayatmalara
karşı “Önce, millî menfaat.” dedik. Bin yıllık kardeşliğimizi, tarihimizi,
kimliğimizi hazmetmeyen hazımsızlara karşı inadına durduk. Burada, Milliyetçi
Hareket Partisi olarak yine tekrarlıyorum: İnadına kardeşlik, inadına huzur,
inadına Türk milleti, inadına Türkiye Cumhuriyeti.
“İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın.” diyenlerin bugün insanımızı
milletinden, milletini devletinden, işinden, aşından kopararak yalnızlaştıran,
köleleştiren ve sömüren siyasi zihniyete karşı mücadele etmeye kararlı 69
milletvekiliyle bu oyunu bozacağımıza ant içtik.
Bugün, artık son konuşmalarımızı yapıyoruz. İnşallah bu son konuşmalarımız,
ülkemizi, milletimizi, vatandaşlarımızı huzursuz kılan yönetim anlayışından
kurtulmaya vesile olur.
“Ben her bedeli ödemeye hazırım.” diyerek yanlış yönetimlerinin
bedelini millete ödetip de sırça köşklerde oturup sahte kahramanlık
taslayanlara, işsizlerimizin, emeklilerimizin, esnafımızın, çiftçimizin sessiz
hıçkırıklarını unutup kamera karşısında gözyaşı dökenlere hak ettiği dersi
sandıkta vereceği günlere de giderek yaklaşıyoruz. Mukadder son yaklaşıyor,
daha da yakın olması en halisane dileğimizdir.
Sayın milletvekilleri, ülkeyi yönetemeyenler için iki seçenek
vardır; Halkın gündeminden kaçmak ve kulakları tıkamak ya da halkın gündemini
değiştirmek. Bugün, ekonomik, sosyal, siyasi sıkıntılarımıza köşelerini,
programlarını, haberlerini kapatanlar, dilsiz şeytan rolünü üstlenenlere
milletimizin de bizim de millet adına bu kürsüden haklı cevabımız olacaktır.
Sayın milletvekilleri, Sayın Başbakan bütçe görüşmelerinde “21
banka o dönemin iktidarında, maalesef fona devredildi ve batırıldı.” demiştir.
Aslında, 2009 yılı bütçe görüşmelerinde banka hortumlamalarını gündeme
getirdikten sonra, hak ettiği cevabı kendisine vermiştik. Anlaşılan o ki, bu
defa “Hortum” iddiasından vazgeçip, batırmaya doğru bir dönüş yapmıştır.
Anlamaya başlamıştır. Ancak, arkasındaki senaryoları da görebileceğini, oraya
kadar gidebileceğini düşünmüyorum.
Evet, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, bizim bu bankaların ne
kuruluşunda ne de bu bankalara verilen batık kredilerde imzamız vardı. Batıran
biz değildik. Bu bankalar dirençsiz bir mali sistemin parçasıydı. Biz, sistemi
güçlendirdik. Sorumluluktan uzak bir bankacılık sistemiyle vatandaşlarımızın
kaynaklarının hortumlanmasına elbette “dur” diyecektik.
Sayın Başbakan bankacılık sistemini güçlendirmiş olmamızdan niye
şikâyet ediyor? Bankalara sorumluluk getirmemizden niye rahatsız oluyor?
Anlaşılan o ki, Sayın Başbakan, içi boşaltılan bu bankalarla ilgili tedbir
almış olmamızı içine sindirmiş değil. Bizim bunları yaptığımız zaman Bozüyük’te
batık banka patronlarının helikopterleri ile seçim çalışması yapanların kim
olduğunu milletimiz bilmektedir.
Sayın milletvekilleri, Başbakan, bu defa da mal bulmuş mağribi
gibi 21 Şubat 2001’de Merkez Bankasının soyulduğunu ifade ederek sorumluluğu
Milliyetçi Hareket Partisinin üzerine atmaya çalışmıştır. Üstelik
milliyetçiliğimize kadar dil uzatabilmiştir. Sayın Başbakanın MHP’yi ve
milliyetçiliği anlayabileceğini tabii ki beklemiyoruz. Başbakan, müflis tüccar
gibi eski defterleri karıştırmaktan anlaşılan o ki medet ummaktadır. Bundan
medet bekleyen Sayın Başbakanın 2009 yılına kadar bu konuda neden bir şey
yapmadığını da açıklaması namus borcudur, vebalidir.
2001’de soygun olduğunu söylüyorsun da sen ne yaptın Sayın
Başbakan? Ne yaptın? Elini tutan mı vardı? Paçandan çeken mi vardı? 2003 yılında
senin kurdurduğun araştırma komisyonunda bu konuda bir soruşturma talebin
olmadı. Altında kimin imzası vardı? Recep Tayyip Erdoğan.
Şimdi, Sayın Başbakan, madem “Merkez Bankası soyuldu.” diyorsun,
başındakinin yalan yanlış, affın kapsamına girdiğini söylüyorsun; şimdi
soruyorum: Soyulan Merkez Bankasında 21 Şubat 2001’de döviz ve efektif
piyasalardan sorumlu olan Sayın Durmuş Yılmaz’ı Merkez Bankası Başkanlığına
atayan kimdir? Siz değil misiniz atayan Sayın Başbakanım? Sizin ıslak imzanızla
atanmadı mı? Madem “Soyuldu.” diyorsun, soyanları da biliyorsun! O zaman size
soruyorum: Bu söylediğin soygunun en başındaki bankanın Aralık 2002’de 3 milyar
dolarlık vergi borcunu kim affetti? Bu tarihte kim vardı iktidarda? AKP. Merkez
Bankasını soyduğu söylenenlere bu prim neden ödenmiştir? Yabancı bankaların
soygunundan bahseden Sayın Başbakanın bankacılık sektörünü yabancılaştırması
acaba bir diyet borcu mudur?
Milliyetçi Hareket Partisi koalisyon şartlarında dahi olsa hiçbir
zaman küreselleşmenin Türkiye üzerindeki zorlama ve dayatmaların mahkûmiyete
dönüşmesine izin vermemiştir. Ekonomik krizin aktörlerinin 2002’den sonra AKP
İktidarında hangi siyasi projeleri Türkiye’ye kabul ettirdiği dikkate
alındığında, ülkemizi yöneten derin koalisyon ortakları daha da belirginleşmektedir.
Irak, Ermeni, Kıbrıs, terör gibi konularda kendi menfaatlerine uygun hareket
edecek taşeronlar yoktu o zaman. Adam gibi o zaman
milletimizin menfaatini koruduk, adam gibi, dayatmalara karşı durduk; adam gibi
konuştuk, bugünkü gibi kapalı kapılar ardında teslimiyet belgeleri imzalayıp
“adamcılık” nutukları atmadık; sözde değil özde olduk, “one
minute” deyip yarım saat sonra özür dilemedik;
“Peygamber Efendimize hakaret eden Rasmussen’den
genel sekreter olmaz.” deyip sonra onay vermedik; Irak’ta 1,5 milyon
Müslüman’ın ölüm silahlarına lojistik destek sağlamadık, taleplere “hayır”
dedik. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…
OKTAY VURAL (Devamla) – Sayın milletvekilleri, Merkez Bankasının
enjektörle soyulduğunu iddia edenlerin zamanında, emeğimiz, üretimimiz,
kaynaklarımız, boru hattıyla dışarıya akıtılmıştır; Türkiye soyulmuş,
milletimiz fakirleşmiştir. AKP döneminde 359 milyar dolar faiz ödedik.
Bankalarımız yabancılaştırıldı. Doğrudan yabancı sermaye portföylerden
dolayı 34 milyar dolar kâr transfer edildi. Menkul kıymetler borsasının yüzde
67’si yabancıların elinde. 2009 yılında borsa endeksi yüzde 83,9 reel getiri
sağladı. Ekonomimiz küçülüyor, şirketler küçülüyor, yabancıların sahip olduğu
borsada yıllık 83,9 reel kazanç sağlanıyor. Bu soygun değil midir? Kim kazandı?
Kim kaybetti? Perakende sektörümüz yabancılaştı, bankacılık yabancılara
çalışıyor, borsa yabancılarda, borcumuz yabancılara. Kene gibi, kaynaklarımız
sömürülmekte, yabancılaştırılmaktadır. “Yabancı bankalara para kazandırıldı.”
diyerek banka soygunundan bahsedenlerin, bugün, Türkiye soygununun mimarı
olduğunu kimse saklayamayacaktır.
Asıl sorgulanması gereken konulardan biri de yurt dışında yaşayan
vatandaşlarımızın tasarruflarını dinî duyguları istismar ederek hortumlayanlar
hakkında neden bir şey yapılmadığıdır. Buradan Sayın Başbakana soruyorum: Siz
bu soygunun boyutlarını bilmiyor musunuz? Döneminizde hazırlanan TBMM raporu
doğrultusunda bu soyguncular hakkında neden adım atmadınız? Sessizliğinizin
sebebi nedir? Almanya’daki Deniz Feneri soygununun da bakalım ucu nereye
gidecektir! Akşamın karanlığında değil, bunlar gözlerinizin önünde olurken
nasıl oluyor da rahatça seyredebiliyordunuz?
Sayın milletvekilleri, Hükûmet maalesef
ne ekonomik krizi öngörebilmiş ne de milletimizi kırıp geçiren krizi
görebilmiştir; hep, mazeretle zamanı tüketmiştir. Önce 2004’te başladı. Sayın
Başbakan, o zaman başlayan sarsıntıları “türbülans”
olarak değerlendirdi. Uçağın, tecrübeli pilotuyla yolculuğa devam ettiğini
söyledin, bugün yere çakılan uçaktan paraşütle kurtulmaya çalışıyorsun! Durumun
iyi olduğunu anlatmak için, Adam Smith’e inat, “simit
teorisi” çıkardın, vatandaşın durumunun iyi olduğunu çay-simitle açıklamaya
çalıştın; tutmadı. Sonra, vatandaşlarımızın sıkıntılarını dile getirenlere
“kriz tellalı” diye kötüleyip Polyanna teorisiyle Polyannacılığa soyundun, tutmadı. Sonra “Kriz psikolojik.”
dedin, ruh bilimine başvurdun yine tutmadı. Daha sonra, tıp bilimiyle
doktorluğa soyundun, vatandaşın durumuna Hipokrat yeminine aykırı bir şekilde
gerçek dışı teşhis koydun, bu da tutmadı. Bunlar yetmedi, geometri teorisi
ortaya attın “Kriz teğet geçecek.” dedin, bundan da sınıfta kaldın. Sonra
“fırsat teorisi” diyerek “Krizden fırsat çıkaracağız.” dedin, vatandaşlarımızı
fırsatçılığın, fırsatçıların insafına bıraktın. Şimdi de “Krizi en az zararla
kapatacağız.” diyorsun da mızrak çuvala sığmıyor! Son bir balon daha çıkardın
“PKK siyasallaşır, bölücülük resmîleşirse, açılım olursa Türkiye uçacak.
Demokratik açılım ekonomide de sıçrama yaratacak. “ diyerek bu sefer de açılım
bahanesiyle yedi yıldan bu yana sıçramayan çekirgeyi açılım ipinin kaderine
bıraktın!
Kendisine sürekli bahaneler bulan Başbakan, söz konusu vatandaş
olunca onları suçlamaktan da geri kalmıyor. “Her iş adamı bir işsizi alsaydı,
işsizlik problemi çözülmüş olur.” Suçlu, iş adamları. “Bankalar
reel sektöre kredi vermiyor, kredi verseydi kriz olmazdı.” Suçlu, bankalar.
Bazen kendini alamıyor, 90’lara, 2000’lere kadar geri gidiyor, orada suçluyu
arıyor. Bazen Merkez Bankasını suçluyor. “Canım, durumu tasvip etmiyorum,
faturayı ben ödüyorum.” Sanki sorumlusu kendisi değilmiş gibi Merkez Bankasını
suçluyor. Bazen “Yatırımcıların önünü kesiyor.” diye bürokratları suçluyor.
Bazen işçileri suçluyor “Yan gelip yatıyorsunuz.” diye. Bazen vatandaşa “IMF’ye
borcunuzu ödeyin, gelin.” diyerek onları suçluyor. Yargıyı suçluyor, meslek
kuruluşlarını suçluyor, eczacıları suçluyor, Meclis Başkanını suçluyor, kendi
bakanını suçluyor; Başbakan önüne geleni suçlamaktan geri kalmıyor. Suçlamaktan
nasibini almayan kaldı mı bilmiyorum ama “Savulun Başbakan geliyor.” diyerek
dikkatli olmanızı öneriyorum! Ülkeyi yönetmeyi de unutmuş sorumluluktan kaçan
Başbakan, iktidarda olduğunu da unutmuş, çoğu zaman muhalefeti de suçlamaktan
geri kalmıyor. Beyefendi bizi yetersiz görüyormuş! Böyle
muhalefet olur muymuş! Aslında, yaşadığımız sorunların sorumluluğunu da
muhalefetin üzerine atacak, bizi suçlayacak! “Zinhar, ben sorumlu değilim,
ülkeyi iyi yönetememiş olmamın sorumlusu muhalefettir.” diyeceği günler de
yakında galiba. Şimdi soruyorum: Vatandaşlarımızın içine düştüğü sıkıntılı
duruma sürekli mazeret üretmenin ve başkalarını suçlamanın altında yatan temel
sorun ne olabilir? Bence cesaret, cesareti olanlar mazeret üretmez. Ülkeyi yönetenlerin
mazerete sığınma hakları da yoktur. Sayın Başbakan bu ürettiği mazeretlerle
kendini kayırma güdüsünden vazgeçmelidir. Bu huyundan vazgeçer mi, doğrusu onu
da bilemiyorum. Sürekli kendisini olumlamak ihtiyacında olanların öz güven
eksikliği olduğu ifade edilmektedir. Özgüveniniz yoksa,
ülkemize vereceğiniz ne olabilir?
Sayın milletvekilleri, Hükûmetin ve
AKP’nin başsözcüsü ve sözcü vekilleri sıkıştıkça
geçmiş krizlerden kaç post çıkarmak istiyorlar bilmiyorum ama bir koyundan iki
post çıkmaz. Bugünün sıkıntılarını unutturmak için elindeki güdümlü medyayla
geçmiş krizleri gündeme taşıyorlar. Bakın, Sayın Genel Başkanımız ne diyor:
“Evet doğrudur, Hükûmet ortağı olduğumuz dönemin
kendisine has özellikleri ve şu anda burada ifade etmeyi gereksiz addettiğim
birçok faktörün bir araya gelmesinden dolayı ekonomik buhranlar ortaya
çıkmıştır. Bu konuda gizleyeceğimiz, saklayacağımız bir husus yoktur ve bu
zamana kadar da olmamıştır. Bizden önceki dönemlerde biriken, çoğalan
sorunların da tek ve yegâne sorumlusu 57’nci Cumhuriyet Hükûmeti
olmayacaktır. Nitekim, 2002 yılında aziz milletimiz
koalisyonu oluşturan partiler hakkında kesin hükmünü vermiş ve biz de gereken
dersleri kendi adımıza alarak ortaya çıkan siyasi sonuca saygı duymuşuzdur.”
İşte bu ifadeler, size, mazeret üretmek yerine sorumluluk üstlenebilecek kadar
cesaretli olan bir siyasetçinin, sorumluluk ahlakına sahip bir siyasetçinin
sesidir. Evet, bizim cesaretimiz vardı, mazeret üretmedik, adam gibi davrandık,
adam gibi konuştuk, adam gibi de sorumluluktan kaçmadık.
ÜNAL KACIR (İstanbul) – Kaçtınız.
OKTAY VURAL (Devamla) – Biz, zor zamanlarda korkak, kolay
zamanlarda övüngen olanlardan olmadık. Yedi yıldan bu yana ülkeyi tek başına
yöneten AKP, kendinden önceki bir koalisyon hükûmetinin
zor şartlarda sağladığı siyasi ve ekonomik ortamla kendisini kıyaslamak zorunda
kalıyorsa ve bu koalisyondan da sürekli MHP’ye saldırıyorsa, biliniz ki artık
sona yaklaşılmıştır.
FEVZİ ŞANVERDİ (Hatay) – Hayal!
OKTAY VURAL (Devamla) – Çok sevdikleri anketlere baktıklarında,
artık Milliyetçi Hareket Partisinin nefesini enselerinde hissediyorlar
demektir. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Geceleyin rüya görmüşsün, iyi rüya
görmüşsün!
BAŞKAN – Lütfen sayın milletvekilleri…
OKTAY VURAL (Devamla) – Biz, aldatmak, kandırmak için yalanı
sermaye olarak kullanmadık. “Değiştik” diyerek sözlerimizden vazgeçmedik.
“Statüko” dedikleri ecdadımızdan kalan emanetlerimize ihanet etmedik, korumaya
devam ettik.
“Cenabıhak bize taşıyamayacağımız yük vermez.” dedik. Milletimizin
bütün sorunlarını taşıyabileceğimiz kadar da imanımız vardır, yük taşımaktan
kaçınmadık, zor zamanda korkak olmadık. Müsebbibi olmadığımız, yönetim
sorunları taşımadığımız sıkıntılı günlerde bile “Cenabıhak bizi imtihan
ediyor.” dedik, “Sorumluluğu başkasına atalım.” demedik. Kaçmadık, mazeret
aramadık, mazeret üretmedik. Milletimiz için canla, başla çalıştık.
Sayın milletvekilleri, şu ifadelere dikkatinizi çekmek istiyorum:
“2000 yılı başından itibaren uygulamaya konulan makroekonomik programların
kararlı bir şekilde uygulanması sonucu güven ve istikrar ortamı tesis edilmiş,
sürdürülebilir büyüme kavuşturulmuş ve enflasyon tek haneli rakamlara
indirilmiştir.” Bu sözler kime ait? Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan’ın imzasının bulunduğu programına ait. Programlarında bunu
yazıyorsun, sonra geçmiş hükûmete atıp tutuyorsun,
“Ne yaptın Bahçeli?” diye soruyorsun. Çok methettiğin istikrar ve güveni bile
2000 yılı ekonomik programına bağlayan sensin. Sonra da 2000 yılında uygulamaya
konulan programdan elde ettiğin sonuçlarla burada caka
yapıyorsun. “Hesabi değil hasbiyiz.” diyorsun. Hasbilik bunun neresinde? Yoksa, 2000 yılında programı hazırlayan, tedbirleri alan sen
miydin? Gizli bir koalisyon ortağı olan sen miydin acaba?
“Siz ne yaptınız Sayın Bahçeli?” diye soru sordunuz. Nasıl bir
Türkiye devraldık, nasıl bir Türkiye devrettik iyice anlayın, bir vicdan
muhasebesi yaparsınız belki.
Elinde daha önceki hükûmetin hazırladığı
program vardı. Senden önceki hükûmet enflasyonu yüzde
100’lerden yüzde 29,7’ye düşürdü. Yüzde 107,4 olan faiz 2002 yılında
devrettiğimiz ay itibarıyla yüzde 52,9’a düşürülmüştü. Mantar gibi içi
boşaltılan bankacılık sistemi güçlendirildi. Hazinenin kara deliklerini
kapattık, kayıt dışı bütçeyi kaldırdık, 69 fon kapattık. Görev zararlarını
sıfırladık. İşsizlik sigortasını çıkarttık, iş güvencesini getirdik. Çiftçimize
doğrudan destek sağladık. Ödemeler dengesi sağlandı, cari açık sıfıra yakındı.
16 adet vergi, fon ve harç kaldırdık, özel tüketim vergisi uygulamasına geçtik.
Bunlar, koalisyonun yaptıklarının bazıları, “Bahçeli ne yaptı?” diye
soruyorsun.
Bugün elinde güçlendirilmiş bankacılık sistemi olmasaydı acaba ne
kadar bedel öderdik? “Bir banka bile batmadı.” diye böbürlenebilir miydin?
Bugün elinde işsizlik sigortası olmasaydı acaba işsizlere nereden kaynak
bulacaktın? Çiftçiye doğrudan gelir ödemesi yapılmasaydı bugüne kadar çiftçiye
ne ödeyecektin? Hazine kenelerden arınmasaydı nasıl kaynak bulacaktın?
Sadece sahiplendiğiniz bazı örnekleri vereyim: Karadeniz sahil
yolunun yüzde 70’ini tamamladık, tamamına sahip çıktınız. Marmaray’ın
kredisini bulduk, ön yeterlik ihalesini yaptık, siz kalkıp “Hayallerinizde bile
yoktu.” dediniz. Hızlı treni yaptık, sonra hızlı trene binip de “Neymiş, bunu
görün.” diye bize söylendiniz. Japon kredisiyle köprülerin güçlendirilmesi için
kredi bulduk, ondan sonra bu kredinin şahsınıza gösterilen teveccühten dolayı
verildiğini söylediniz. Adapazarı-Bozüyük’ü biz hazırladık, temeli siz attınız.
614 sağlık tesisi, 69 küçük sanayi sitesi, 34 organize sanayi bölgesi…
Kalkmış, oradan “Orhon abidelerini yaptık.” diyorsun. 1300 yıl
önce dikilmiş, 1889 yılında bulunmuş abidelere
Bize “Kılavuzunuzu değiştirin.” diyen Sayın Başbakana
sesleniyorum: Bizim kılavuzumuz, kurtuluş mücadelemiz, kuruluş felsefemiz ve
bunu gerçekleştiren milletimizdir; milletimizin millî ve manevi değerleri ve
menfaatleridir. Biz sizin gibi başka kılavuzlar seçmeyiz, bizim için bunlar bir
seçim değil, bizim için bir mecburiyettir. Biz, onların iradesini ve tercihini
kullanıyoruz, onların türküsünden başkasını bilmeyiz, gidip başkalarının peşinde
koşanlardan değiliz; siz koşuyorsanız koşun, gidiyorsanız gidin ama milletimizi
o kılavuzların istediği gibi kaosa sokamayacaksın.
Sayın milletvekilleri, Sayın Başbakanın “Bu kriz Türkiye'nin krizi
değildir, Hükûmeti sorumlu göstermek yanlıştır.” lafı
da hiç inandırıcı değil. Hükûmet, nur topu gibi
doğurduğu krizi bile “Dünyanın krizidir.” diyerek sorumluluğu dışarıya ihraç
ediyor, reddi evlat yapıyor. Krizin onların olduğunu ispatlamamız için DNA
testi yaptırmamızı da isteyecek neredeyse bizden!
Türkiye, son üç yıldan bu yana kriz içindedir. Kriz, Türkiye'nin
krizidir. 2006’dan bu yana büyüme temposu zayıflamıştır. Büyüme inişe geçmiş,
kapasite kullanım oranı düşüyordu, dış borç yükü artıyordu; bugün ortaya çıkan
sıkıntı Hükûmetin yarattığı sıkıntıdır ama Türkiye,
maalesef 2002-2007 arasında dünyada oluşan likidite bolluğundan fırsatlar
ölçüsünde yararlanamamıştır, eğer yararlanmış olsaydı bugün krizin en fazla
etkilediği ülkelerden biri olmazdık. Türkiye, 2006 sonundan beri bir iktisat
politikası boşluğunda bırakılmıştır. Programı yoktu, geçici önlemlerle durumu
savsakladı, öngöremedi, öngördükleri de gerçekleşmedi.
Bütçe görüşmelerinde “Krizi iyi yönettik.” diye böbürleniyorlar.
Şimdi AKP’nin son üç yılında Türkiye binde 6 küçülmüş. Bakın, böbürlendikleri
Türkiye’ye bakın! Son üç yılda binde 6 küçülmüş.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Eksi 9 nerede? Eksi 9’u unuttun!
OKTAY VURAL (Devamla) – Türkiye, 2009 yılının ilk çeyreğinde yüzde
14,3 küçülmüş, ikinci çeyrekte yüzde 7 küçülmüş, şimdi kalkıp burada “Krizi iyi
yönettik.” diyorlar. Mirasyedi gibi kaynakları tükettiniz, har vurup harman
savurdunuz, tedbir almadınız, Türkiye’yi küçülttünüz.
1 milyon ocak söndürdünüz, esnaf kepenk kapattı, 100
fabrikadan 31’i çalışmıyor, işçiler sokakta, gençlere umut yok; memur, eczacı
grevle sesini duyurmak istiyor; emekli aç, çiftçi ekmekten vazgeçmiş; hane
halkının dörtte 3’ünün, en yoksul ailelerin yüzde 90’ının geliri düşmüş, yoksul
ailelerin dörtte 3’ü gıdadan kesmiş, yarısı da çocuklarının gıdasını kesmek
zorunda kalmış; hane halkının yüzde 65’i daha ucuz gıdalara yönelmiş; kentlerde
yaşayan ailelerin üçte 1’i elektrik, su, gaz gibi faturalarını ödeyememiş; siz,
kalkmış “Krizi iyi yönettik.” diyorsunuz. Senin dünyadan haberin yok, Türkiye’den hiç olmadı ki zaten! “Kriz
teğet geçiyor.” diye kendi kendine söyleniyorsun! Buna kargalar güler de, acaba
bu karga ağlanacak hâlimize mi gülüyor, bunu bilmiyorum! Bunu da ağlamaktan
sorumlu olanlara sormak gerekir!
Bir taraftan “Dünyanın krizi.” diyorlar, diğer taraftan “İyi
yönettik.” diyorlar. Senin olmayan şeyi nasıl yönettiniz ya, doğrusu merak
ediyorum! Krizin geleceğini bilmeyenler, “Kriz yok.” diyenler, şimdi de “Krizi
iyi yönettik.” diyebiliyor! Domuz gribini bile yönetemeyen krizi nasıl
yönetebilecek? Eğer iyi yönettiğiniz krizin sonuçları bu ise, kötü yönetmenizin
sonucu ne olur, hayal bile edemiyorum. Allah, milletimizi sizin bu yönetim
anlayışınızdan korusun!
Sayın milletvekilleri, ekonomi politikasında çıkan bu sıkıntıların
temel sebebi yanlış tercihler olmuştur. 1990’lı yılların sorunları başkaydı.
Biz bir programla, milletimizin de ödediği bedelle makroekonomik istikrarı
sağladık. Yeni bir ekonomi ihtiyacınız vardı, yapamadınız. İlk yıllarda
büyümeyi devam ettirdiniz ama büyümeyi dışarıdan hormonla artırdınız, kaynaklarımızı
yabancılaştırdınız. Üretim yerine ithalatı cazip hâle getirdiniz, vatandaşımızı
işsiz bıraktınız. Dışarıdan kaynak geldiği de doğru, ancak düşük kur yüksek
faizle gelen kaynak hamuduyla götürdü, kaynaklarımızı
aşındırdı. Enflasyonla mücadele ettiniz ama gelir politikanız olmadığı için
yükünü emeğe, çalışana, çiftçiye yüklediniz, talebi kısmak için acımasızca
refahını azalttınız.
Sayın milletvekilleri, Sayın Başbakan 2002 yılında milletimizin
ödemiş olduğu yüzde 63 oranındaki faizden bahsetti, sonra da 2009’da yüzde 9’a
düştüğünü ifade etti. Aslında burada bir düzeltme yapmak lazım çünkü yüzde 63
faiz yıllık ortalama, yüzde 9 faizse aralık ayının faizi, oysa biz teslim
ettiğimiz zaman yüzde 52,9 faiz vardı; AKP’nin son yıl ortalaması ise 11,6.
Hadi bu hesapları yapıyorsun, şimdi hesabı yapalım. Peki, faizin enflasyona
oranı bizim zamanımızda neydi? Yüzde 111. Şimdi ne? Yüzde 110. Ticari kredinin
enflasyona oranı 2002’de yüzde 68,5. Şimdi ne? Yüzde 83. Nakit kredi: 2002’de
yüzde 75. Şimdi ne? Yüzde 154.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Allahtan sen bir şirketin genel müdürü
falan değilsin.
OKTAY VURAL (Devamla) – Tarımsal kredi 2002’de 98; 2009’da
172, indirim yapılmış olduğunu varsaysak bile yüzde 104. Ya esnafa verdiğiniz
kredi, 2002’de enflasyona oranı yüzde 58, bugün yüzde 45,4. Nereye gelmişiz,
nereden nereye gelmişiz değil mi. Şimdi hepinize soruyorum: Emeklimizin,
çiftçimizin, esnafımızın geliri bu aldıkları faizlerin oranını karşılayabilir
mi? Kesinlikle hayır. 2009 yılında işçi
emeklisine verilen 3,8; BAĞ-KUR’luya verilen 1,8
zamla hangi kredinin faizi ödenebilir? Memura 2009 yılında verilen ortalama zam
yüzde 6,3’le nasıl ödeyecek bu faizi? Bu borçlandırma politikası emekten
sermayeye nakit transferidir, yoksullaştıran bir kredi politikasıdır. Bunun
sonucunda da çok övündüğünüz bankacılık kesiminin kârı yüzde 45 artmıştır.
Kimden alıp kimlere verdiniz, Allah için bir sorun kendinize. Kim yoksullaştı,
kim zenginleşti, kim soyuldu?
Düşük faizlerden bahseden Sayın Başbakan, düşük kur, yüksek
faizden dolayı dolar bazında yüzde 35 getiri elde edildiğini görmezlikten
gelmektedir. Başbakan, geçmiş dönemdeki büyümeden bahsediyor. 1999-2002 arası
binde 5, bizim 29 Mayıs 1999’dan sonra bütçesini yaptığımız üç yıllık
koalisyonun ortalaması 2,43.
Peki, son üç yılda AKP’nin ortalama büyümesi ne, pardon küçülmesi?
Binde 2. Kim var iktidarda? AKP var.
2002’de büyüme kaç? 6,2. 2009’da büyüme, pardon küçülme? Yüzde 6.
Kim var iktidarda? AKP.
Sayın Başbakan bütçenin konuşmasında “Muhalefet borçlandı biz
ödedik.” demiş. Yani sanki kendi cebinden ödemiş gibi. Ya, sizin döneminizde
borcu ikiye katladınız, şimdi kalkıp “Borç ödedik.” diyorsunuz.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Siz kaça katladınız? Allah için
söyleyin, siz kaça katladınız?
OKTAY VURAL (Devamla) – Bu milletin 1 trilyon TL borcu var. Kişi
başına borç 13.888 liraya çıkmış. Elektrik borcu 2002’den bu yana 10 kat
artmış, çeklerden dolayı ödeyemeyenlerin borcu 2 kat artmış, kredi kartı borcu
6 kat artmış. İşte, böyle bir Türkiye’de “Muhalefet borçlandı…”
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Vural, otuz dakikalık süreniz doldu. Biraz önce de
ifade ettiğim gibi, konuşmanızı tamamlayabilmeniz için size bir üç dakika ilave
süre veriyorum. Lütfen konuşmanızı tamamlayınız efendim.
OKTAY VURAL (Devamla) – Teşekkür ederim.
Sayın Başbakan milleti nasıl borçlandırdığını unutmuş
gözükmektedir ama millet borcunu dahi ödeyemez duruma düşürülmüştür.
Sayın milletvekilleri, bugün ülkemizi yöneten Hükûmet
“muhafazakâr demokrat” olarak kendini adlandırmaktadır ancak bu Hükûmetin ekonomik tercihlerinin hiçbiri muhafazakâr
değerlerle uyumlu değildir.
Şimdi size soruyorum: Kaynaklarımızı yabancılaştıran, üretimimizi
ithalata bağımlı hâle getiren, ülkemizin üretim gücünü yabancılara mahkûm
ettiren bir ekonomi politikası nasıl muhafazakâr bir anlayışı yansıtabilir.
Üretmeden tüketmek, faiz, borsa, dövizle kaynaklarımızı aşındırmak nasıl
muhafazakâr bir insanı memnun edebilir? Komşusu açken tok gezip de milletimizi
işsiz bırakmak nasıl bu anlayışla bağdaşabilir?
Sayın milletvekilleri, Sayın Başbakan, 2002’de Kastamonu’da
“Ülkemizde, un var, şeker var, yağ var.” diyor ve kendisinin de helvayı yapacak
kişi olduğunu belirtiyor. Helvayı kimin yaptığını, yediğini ben bilmiyorum ama
vatandaşımızın sözde helvacızede olduğunu kesin dille
ifade edebilirim. “Un” dersen, artık buğday para etmiyor, çiftçi, üretici
ürününü tarlada bırakıyor, ürünü beş paralık ettin, ürün ekmiyor, ürün
doyurmuyor. Buğdayı ithal hâle getirdik. Şeker: Zaten glikoz üreticilerine
şeker fabrikalarını özelleştirdin. Yağı da ithalata bağladın. Ne unumuz kaldı
ne şekerimiz kaldı ne yağımız kaldı. “Helva yapacağım.” dedin, milleti otuz
altıyla ayırdın, uyuyan fitneyi uyandırdın, milleti huzursuz bıraktın. Bu
tabloyu gördükten sonra Hacivat herhâlde “Yıktın haneyi eyledin viran, varıp
millete haber vereyim heman.” diyerek bu sahneye son
verirdi ve helvacı başı da işsiz kalırdı.
Sayın Başbakan, değirmeni sel almış götürmüş, siz hâlâ değirmenin
zilini çalıyorsunuz. Bu çaldığınız zille olmayan değirmenin varlığını göstermeye
çalışıyorsunuz ama nafile, milletimiz biliyor, değirmen dönmüyor, değirmen yok.
Sayın milletvekilleri, bu bütçe, maalesef, hayırlı bir bütçe
değildir. Bu bütçeye “Hayır.” demek hayırlı olacaktır. Oyun değişmiş, kural
değişmiştir. Yeni çözüm bulmaya, yeni iktisat politikalarına ihtiyaç vardır.
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinde milletin
vekillerine “Sizin hiç çocuğunuz şehit oldu mu?” diye soran Sayın Başbakana
“Evet, o şehitler hepimizin kardeşi, oğlu ve babasıdır. Burası Türkiye Büyük
Millet Meclisidir. Şehitler hepimize emanettir. Bunu bilmeyen bilsin…” Bu
ekonomik tablonun içinde, acaba sizin hiç çocuğunuz işsiz kaldı mı, yakınınız
kepenk kapattı mı, borcunu ödeyemediğinden dolayı, acaba intihar etti mi? Darda
olan insanlarımızın, Başbakan gibi, telefon açıp “Kızıma 20-25 gönder.”
diyebileceği kimsesi de yok.
Sayın milletvekilleri “Kriz yok, teğet geçti.” diyerek…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Vural, ilave süreniz de doldu. Şimdi sadece Genel
Kurulu selamlayabilmeniz ve son cümlelerinizi söyleyebilmeniz için bir kez
daha, son kez mikrofonunuzu açıyorum.
OKTAY VURAL (Devamla) – Bir buçuk milyon tüten ocak sönmüşse eğer,
esnaf siftahsız kalmışsa eğer; memur, eczacı sokağa atılmışsa eğer, emekli pazarda
geçimini arıyorsa eğer, ey halkım, son sözüm artık sana: Bunları taşımak yük
ise sana, bunca sıkıntıdan, yalan, talandan makam utanmıyorsa eğer bunları
göndermek de artık sana düşer.
Hepinize saygılarımı arz ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına ikinci söz Mersin Milletvekili Sayın Mehmet Şandır’a
aittir.
Sayın Şandır, buyurunuz. (MHP sıralarından alkışlar)
Sizin de süreniz otuz dakika efendim.
MHP GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Bütçe Kanunu Tasarısı
üzerinde söz almış bulunmaktayım. Öncelikle yüce heyetinizi saygılarımla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bütçe görüşmeleri, hükûmet
icraatının üç yıllık muhasebesinin yapılacağı anayasal bir zorunluluktur. Bütçe
görüşmeleri, hükûmetlerin bir önceki yıla göre
performansının ölçüldüğü bir genel görüşmedir ve bütçeler bir siyaset
belgesidir. Böyle olması gerekirken AKP hükûmetleri
bütçe tasarılarında bugünü geçen yıla göre değil, sekiz yıl öncesiyle mukayese
ederek kendilerini anlatmaya, aslında aldatmaya çalışmaktadırlar. AKP İktidarında Türkiye’nin her yılı bir önceki yıldan daha kötü. 2004
yılından bu yana aslında lastiği patlamış kamyon gibi bir belirsizliğe doğru
sürükleniyoruz. Her sene küçülüyoruz. Gelecekle değil, geçmişle boğuşan bir ruh
hâli, umudun değil korkuların esiri olur, toplumu da korkutarak esir almaya
çalışır. AKP’nin yapmak istediği budur.
Değerli milletvekilleri, aslında bu bütçe tasarısı, üzerinde
görüşme yapmaya değer bir bütçe tasarısı da değildir.
SONER AKSOY (Kütahya) – Allah, Allah!
MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Yüzde 4 büyüme öngörülürken yüzde eksi
6’yla kapatılan bir bütçeyi ciddiye almak mümkün mü? 10 milyar TL açık
öngörülürken 70 milyar TL ile kapanan bir bütçeyi ciddiye almak mümkün mü?
Aslında ciddiye alınacak bir Hükûmet de yoktur.
Burnunun ucunu göremeyen bir sürücüye emanet edilmiş Türkiye, her konuda ve her
yıl yanılan bir Hükûmet. Bunun ciddiyetine, bunun
söylediklerine nasıl inanacağız?
Değerli milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, açık
yüreklilikle ifade ediyorum, ülkemize, insanımıza bir gram hizmeti olan herkese
şükranlarımızı sunuyoruz. Her iktidar bir şeyler yapmaya çalışıyor, az veya çok
ancak bizlerin yapılanları yeterli bulmasını beklemeyiniz. Biz milletimizi
hizmetin en büyüğüne, en iyisine layık görüyoruz. “Yaptık.” diye övündükleriniz
görevleriniz, tabii ki yapacaksınız, millete borcunuz ama yapamadıklarınızı
burada konuşmaktan kaçınıyorsunuz.
Değerli milletvekilleri, sekizinci yıla ulaşan, sekizinci
bütçesini görüştüğümüz AKP iktidarında, toplamda sorulması gereken soru şudur:
Sekiz yıl önce var olan hangi sorun AKP iktidarı döneminde çözüldü ve unutuldu?
Dün var olup da bugün olmayan bir sorunumuz var mı? Sorunlar arttı mı, azaldı
mı? AKP’nin iktidar döneminde ne oldu, ne değişti? Aş mı arttı, iş mi arttı?
Asayiş, güvenlik daha mı iyi, daha mı kötü? Etnik bölücü terör azaldı mı, arttı
mı? Sosyal devlet gerçekleşti mi? Emeklilere kaç kuruş maaş zammı verdiniz?
Emekli vatandaşlara verdiğiniz maaş zammıyla, günde, emekli, bir simit
alabiliyor mu?
İktidarınız maalesef zulüm iktidarına dönüştü değerli
milletvekilleri. Bugün Türkiye’de yaşananlar, ihtilal teşebbüsleri, suikast
timleri, intiharlar, cinnet geçirmeler, iflaslar, kapanan fabrikalar, hukuk
ihlalleri, yolsuzluklar. Yaşanan yoksulluk Türkiye’ye, Türk milletine yakışıyor
mu? Yaşananlar karşısında Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğunu söyleyebilmek
mümkün mü? Yaşananları içinize sindirebiliyor musunuz?
Değerli milletvekilleri, sizleri birlikte düşünmeye davet
ediyorum. Siyaset adamının, devlet adamının görevi ve sorumluluğu geleceği
öngörmektir. Geleceği doğru öngörmek ve muhtemel gelişmelere karşı zamanında ve
yeterince tedbir alabilmektir. Bunun için siyasetçi dünü bilmek
mecburiyetindedir. Bugünün tarihteki iz düşümü doğru belirlenmeli, tarihte
yaşananların sebepleri ve sonuçları yaşandığı için, bütün yönleriyle tespit
edildiği için, dün, bugünü yönetenler açısından bir yol göstericidir. Bugünkü
sorunların örneğini tarihte aramak mecburiyetindeyiz. Sizi, bunu birlikte
düşünmeye davet ediyorum. Yedinci yılını doldurduğumuz AKP İktidarında bugün,
birçok sorunla boğuşurken milletimizin geleceği bir belirsizliğin karanlığında
uçuruma doğru sürüklenirken bunun tarihteki örneğini aramak mecburiyetindeyiz.
Bunu tarihte yaşadık ve koca bir imparatorluğu kaybettik. Değerli
milletvekilleri, korkarım ki tedbir alınmazsa, bu gidişe dur denilmezse tarih
yeniden tekerrür eder.
Değerli milletvekilleri, kanaatimi ifade ediyorum: Türkiye çok
kötü yönetiliyor, çok tehlikeli bir sürece doğru sürükleniyoruz. AKP İktidarı
ülkemizin ve milletimizin geleceği açısından çok önemli ve birbirinin
tamamlayıcısı iki temel stratejik yanlışlık yapmaktadır:
Birincisi, uygulanan politikalarla Türkiye ve Türk insanı
üretimden uzaklaştırıldı. Artık, halkımız üreten değil ele bakan bir duruma
getirildi. Üretmeyen Türkiye’de maalesef devlet, özel sektör ve vatandaşlarımız
taşıyamayacakları, ödeyemeyecekleri bir borç yükü altına da sokuldu. Var olan
üretim gücümüz de yabancılaştırıldı. Özelleştirmelerin yabancılaştırılmaya
dönüştüğünün farkında bile değiliz. Türkiye, hem üretim gücünü hem de üretim
bilgisini kaybetmektedir. Türkiye, üreten değil, yabancıların malını
yabancılardan alınan borçlarla tüketen bir ülke durumuna geldi. Sanayide
kapasite kullanımı yüzde 70’lere düştü. İhracat içerisindeki ara malı ithalatı
yüzde 70’lere ulaştı. Bu, büyüme değil; bu, resmen içi boşalmadır. Üretmeyen ve
borç içindeki Türkiye şimdi de yeniden bir küresel finans krizi tehdidiyle bazı
siyasi ödünlere zorlanıyor. Gelecek nesillerin Türkiye’sini maalesef hoyratça
tüketiyoruz. Bunu çok tehlikeli bir gelişme olarak görmekteyim.
Değerli milletvekilleri, üretmeyen ve borç batağına sürüklenen
Türkiye örneğini tarihte yaşadık, sonuçlarını gördük. 1800’lü yılların ilk
çeyreğinde Avrupalı olmak hevesine kapılan devlet yöneticileri önce yabancı
ülkelerin istediği imtiyazları tanıdılar, sonra yabancı sermayeyi ve yabancı
ürünlerin yurda girişini özel hukukla koruyan 1838 Balta Limanı Anlaşması’nı
imzaladılar. On yılda sanayimiz çöktü. On yıl sonra 1853’te ilk borçlanmamızı
yaptık. Avrupalılar “Siz üretmeyin, tüketin, biz size para veririz.” diye,
hatta savaşlara da soktular ve ülke 1853’ten yirmi beş yıl sonra Düyun-u Umumiyeye teslim edilmek mecburiyetinde kaldı, iflas etti.
Ödenemeyen borçlar karşılığında her defasında siyasi ödünler alındı, devlet
hukuku değiştirilmeye çalışıldı; ülkeden parçalar koparılmasına devlet engel
olamadı ve sonuçta devletimiz yıkıldı.
Bugün gelişmeler ülkemizi
böyle bir sonuca doğru sürüklemektedir. Bugün kendi emeğiyle üretmeyen, artık
değer üretemeyen dolayısıyla vergi toplayamayan, bütçe açıkları ve borçlanma
ihtiyacı hızla artan bir Türkiye, aynen 1856 yılında Kırım Savaşı sonrasında
toplanan Paris Kongresinde Avrupalı olmak karşılığında yayınlanan Islahat
Fermanı’yla devlet hukukunu değiştirmek zilletini maalesef ülkemiz yeniden
yaşamanın ayıbını yaşamaktadır. O gün, Osmanlı Devleti, Islahat Fermanı ve
Paris Anlaşması’yla kuruluşunda ilan ettiği hukukunu değiştirmiş, azınlıklarına
eşit vatandaş statüsü tanımıştı. Bugün de Lozan dışı azınlıkları tanımaya
zorlanmaktayız, bugün de devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün
parçalanmasına zorlanmaktayız; bunun için hukuk ve siyaset geliştirmeyi başarı
olarak sunan bir Hükûmet tarafından yönetilmekteyiz.
Değerli milletvekilleri, AKP İktidarının diğer stratejik yanlışı
bence şudur: Toplumdaki farklılıklar ısrarla öne çıkartılarak kimlikleştirildi.
Siyasi kimliklerinizle farklılıklara siyasi anlam yüklediniz. Türkiye’de bir
kimlik sorunu oluşturdunuz. Türk milletini “alt kimlik-üst kimlik” ve
“Türkiyecilik” adı altında ayrıştıran bir sürece soktunuz. Devlet milletsiz
olmaz değerli milletvekilleri. Millet bir siyasi kimliktir, etnik kimliklerin
toplamı millet değildir. Bin yıldır birlikte yaşamış, millet olmuş halkımızı
maalesef cam kırığı yığını hâline getirdiniz.
Sayın Başbakanın 11 Ağustos 2005 tarihinde Diyarbakır meydanında
söylediği “Kürt kimliğini tanıyorum. Kürt sorununu demokrasi içerisinde siyaset
üreterek çözeceğim.” vaadi, maalesef bugün Türkiye’nin handikabı
olmuştur. Dün Türkiye’nin sorunu, etnik bölücü terör örgütüyle mücadele
etmekti. Bugün, sayenizde, Türkiye’nin ve Türk milletinin önünde koca bir Kürt
sorunu durmaktadır.
Değerli milletvekilleri, siyaset ve devlet adamları
konuştuklarının geleceği bağlayacağını bilmek mecburiyetindedirler. Sayın
Cumhurbaşkanının bir yurt dışı geziden dönerken söylediği “Güzel şeyler olacak”
sözü, Sayın Başbakanın bir yurt dışı geziye çıkarken başlattığı “Kürt açılımı”na dönüştü. Açılım, iddia edildiği gibi demokrasiyi
geliştirmek, millî birlik ve kardeşliği sağlamak yerine, sokaklarda yaşanan
görüntüler dikkate alınırsa, kardeşliğe değil, etnik ayrışmaya ve çatışmaya
sebep olan bir yıkım projesine dönüşmüştür. “Silahlar susacak, kan duracak,
anaların gözyaşı dinecek” diye iddia edilirken, sonuçta bugün kan da durmadı,
terör örgütü de silahı bırakmadı. Değerli milletvekilleri, daha da kötüsü,
İmralı canisi maalesef demokratik hayatımızda belirleyici bir konuma geldi.
Değerli milletvekilleri, demokrasi, millî birlik ve kardeşlik en
değerli ortak paydalarımızdır. Bu değerler, ülkenin ve toplumun tümü özne
olarak alınırsa bir anlam taşır. Bu değerleri geliştirecek projeleri veya bu
değerlerin sorunlarını çözmek için geliştirilecek projeleri, ülkede bulunan
veya toplumdaki bir farklılığı, mesela bir etnik veya inanç farklılığını özne
yaparak tartışırsanız, süreç ve sonuç mutlaka ayrışmaya, cepheleşmeye ve ileri
zamanda çatışmaya dönüşür.
Türkiye’nin çok sorunu bulunmaktadır, her anlamda çok sorunu
bulunmaktadır. Siz, siyasi kimliğinizle, Başbakan olarak, bakan olarak siyasi
kimliğinizle bu sorunları bir etnik kimliği veya bir farklılığı özne yaparak
tartışırsanız bulacağınız tüm çözümler kardeşliği değil, ayrışmayı getirir. Bu,
sosyolojik bir ilmî gerçekliktir. Tarihin tüm dönemlerinde ve dünyanın her
bölgesinde sorunları bir farklılık temelinde tartışmak, ayrışmayı bir çözüm
olarak dayatmıştır.
Sayın Başbakan 22 Temmuz 2009 tarihinde Kürt açılımını
başlattıklarını ilan ederken, her ne kadar sonradan “demokratik açılım”, “Millî
Birlik ve Kardeşlik Projesi” veya “süreci” demiş olsa da, bu açılımı
başlatırken, bunu ilan ederken sözünün arkasına şunu da eklemiştir, demiştir
ki: “Bu açılım, 11 Ağustos 2005 tarihinde Diyarbakır meydanında söylediğim
‘Kürt kimliğini tanıyorum. Bu kimlikten
kaynaklanan Kürt sorununu siyaset üreterek, demokrasi içerisinde çözeceğim.’
vaadimin devamıdır.” demiştir. Yani bu, Türkiye'nin demokrasisini, demokrasi
standartlarını yükseltmek değil, Diyarbakır meydanında tanıdığı Kürt kimliğinin
sorunlarını çözmek için ortaya konulmuş bir açılımdır. Bunu gizlemeye hakkınız
yok. Yani, Sayın Başbakana göre, Türkiye’de Türk milletinden başka, Türk
halkından başka bir Kürt milleti veya bir Kürt halkı vardır, bunların Kürt
olmaktan dolayı ülkenin diğer bölgelerinde yaşayan insanlardan farklı sorunları
bulunmaktadır ve yıllarca bu sorunlar çözülememektedir. Başbakan, bu sorunu
demokrasi içerisinde, siyaset üreterek çözmeye söz vermekte, bugün de bunun
için Kürt açılımı sürecini başlatmaktadır. Böylece Kürt sorununu çözecektir.
Sayın Başbakanın iddiası budur.
Değerli milletvekilleri, dikkatinize sunmak istiyorum: Kürt
sorununu çözmek için, Sayın Başbakandan önce, 1984 yılında PKK ağır silahlarla
Türkiye’ye saldırarak yola çıkmıştı. Bunu hatırlıyoruz değil mi? Neydi PKK’nın
amacı? PKK’ya göre Kürt sorunu neydi? Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu
Bölgemizde bir Kürt devleti kurmak değil miydi? Bunu gerçekleştirmek için PKK
yirmi beş yıldan bu yana 40 bin insanımızı katletti. Kan akıtarak, silahı
kullanarak “silahlı propaganda” diyerek bunu Türkiye’ye dayatmadı mı? Şimdi,
sizin iktidarınız döneminde, Sayın Başbakanın başlattığı Kürt açılımıyla PKK bu
silahlı propagandasını siyasi propagandaya dönüştürdü. PKK bu amacına kavuşmak
için silahlı propagandasını siyasi propagandaya dönüştürürken kendi
sorumluluğunuzu sizin vicdanlarınıza bırakıyorum.
Kafamızı kuma sokmayalım, PKK’nın tüm belgelerinde, tüm
söylemlerinde Türkiye’nin de içinde bulunduğu bu bölgede, adına Kürdistan
dedikleri bu bölgede bir Kürt devleti kurmak, hatta Marksist-Leninist bir Kürt
devleti kurmak için yola çıktıklarını ifade ediyorlar. 1978 yılında
Diyarbakır’ın Fis köyünde alınan karar budur.
Değerli milletvekilleri, Kürt devleti kurmak siyasi bir meseledir
ve küresel bir projedir, geçen yüzyıldan kalan ve Sevr ile dayatılmasına rağmen
gerçekleştirilemeyen bir siyasi projedir. Arkasında İngiltere’nin, Amerika
Birleşik Devletleri’nin, Fransa’nın olduğu küresel ve geçen yüzyıldan kalan bu
proje aslında “Şark meselesinin”, hatta Türkleri geldikleri Orta Asya
karanlıklarına geri göndermek amacıyla düzenlenen ve sürekli tekrarlanan haçlı
seferlerinin günümüze yansımasıdır. Bu proje asla ve asla Kürtlerin talebi ve
ihtiyacı değildir, hiç de olmamıştır.
Değerli milletvekilleri, Kürt sorunu yani bölgede bir Kürt devleti
kurma hayali neden gerçekleşememiştir? Dikkatinize sunmak istiyorum, arkasında
bu kadar büyük küresel güçler olmasına ve bu kadar eski olmasına rağmen bu
proje niye gerçekleşememiştir? Çünkü devlet kurmak için millet olunması
gerekir, millet olmadan devlet kurulmaz.
Yazılı tarihin tüm dönemlerinde, milattan önce, milattan sonra,
zamanın tüm devirlerinde Kürt adıyla bir millet olmamıştır, Kürt diye bir
devlet de olmamıştır çünkü millet, yaşanmış bir geçmişin ve yaşanacak bir
geleceğin bir araya getirdiği insan topluluğudur. Hâlbuki bugün Kürt olarak
anılan toplulukları Türk kültürü, Türk tarihi, Türk coğrafyası ve Türk
medeniyeti dairesi dışında aramak anlamsızdır, imkânsızdır. Bu bir ilmî
gerçekliktir ve bu konuda düşünen, yazan tüm ilim adamlarının ulaştığı ortak
nokta budur.
Biliyorsunuz, Britannica
Ansiklopedisi’nin 9, 10, 11 no’lu edisyonlarında
1875 ile 1911 tarihleri arasındaki bu ciltlerde Kürtlerin Turan soyundan
oldukları yazılmıştır. Ancak daha sonra, 1911’den sonra Türkiye’nin, Osmanlının
güneydoğusunda bir Kürt devleti kurmak iddiasını ortaya koyan küresel güçler,
artık Kürtleri Turan ırkından değil, İrani olarak
değerlendirmişler ve onları ayrılmaya teşvik etmişlerdir. Buna rağmen, yine de
yakın tarihin yazıldığı her dönemde “Kürt” olarak anılan insanlar, kendilerini
Türk milletinin dışında görmemişler, ayrı bir millet olarak anılmalarına karşı
çıkmışlardır. Kürt kökenli insanlarımız Türk milletinin ayrılmaz bir
parçasıdır.
Değerli milletvekilleri, sizler de biliyorsunuz, Birinci Dünya
Savaşı sonrasında imzalanan Sevr Anlaşması ki 433 maddeden oluşmaktadır, bu
Anlaşma’nın 62, 63 ve 64’üncü maddelerinde Fırat’ın doğusunda bir “Özerk
Kürdistan” kurulması öngörülmüştü. Ancak Anlaşma’yı imzalattıktan sonra bu
insanlara bir yıl süre tanınmış, eğer Türkiye’den ayrılmak istiyorlarsa, bu
ayrılma kararlarını Birleşmiş Milletler de kabul ederse, Türkiye’nin artık bu
bölgede bir hak iddia etmemesine Sevr Anlaşması amir hükümdü. “Kürt” diye
anılan, tahrik ve teşvik edilen, ayrılmaya teşvik edilen bu insanlar, kendi
aralarında karar vermişler ve bu müracaatı yapmamışlar, “Türkiye Cumhuriyeti
devleti bizim devletimizdir; biz, Türk milletiyle beraber olacağız.” diye ayrılmamışlardır.
Sevr Anlaşması’nın, Birinci Dünya Savaşı’nın sonucu budur. Sonunda Sevr’i
imzalayan küresel güçler, bu maddeleri anlaşma metninden çıkarmak ve bir millet
yaratmak, buna dayalı bir devlet kurmak projesinden vazgeçmek zorunda
kalmışlardır.
Değerli milletvekilleri, küresel güçlerin dünyayı kendi çıkarları
doğrultusunda projelendirme politika ve hayalleri 20’nci yüzyılın ilk
çeyreğinde tutmadı. Bunun, milletimizin verdiği o yiğit millî mücadeleyle önünü
kestik ama şimdi yeni bir yüzyılın ilk çeyreğindeyiz, aynı proje tekrar önümüze
konulmaktadır ama ne yazık ki baltanın sapı bizden misali, bunun sahibi, bugün,
milletimiz adına bu ülkeyi yönetmekle sorumlu olan siyasi iktidar öne
çıkmaktadır.
Değerli milletvekilleri, farklılıkları öne çıkararak kimlikleştirmek,
bu kimliklere önce kültürel haklar, sonra siyasi haklar talep etmek kıyametin
bir öncesi evredir. Farklılaştırılan kimlikleri birbirleriyle çatıştırarak
kardeş kavgasına tutuşturmak, sonra da demokrasi ve özgürlük getirmek
bahanesiyle müdahale etmek; işte, Irak’ta yapılan budur. 1,5 milyon insanı bu
senaryoyla katletmişlerdir, petrol yataklarına böyle el koymuşlardır. Kısacası,
Kürt sorunu, bölgemizde bir millet yaratmak, bir milliyet oluşturmak ve buna
dayalı bir devlet kurmak projesidir. Bunu, siyaset üreterek demokrasi
içerisinde çözmek ya tarihi bilmemektir ya gaflettir ya da gaflet ötesi bir
davranıştır.
Buradan Hükûmete soruyorum, Sayın
Başbakana soruyorum: Sizce, Kürt sorunu nedir? Kendini Kürt olarak tanımlayan
veya sizin kimliğini kabul ettiğinizi ilan ettiğiniz Kürtlerin, benden, sizden
ya da sizin sürekli tekrarlamakta ısrar ettiğiniz diğer alt kimliklerden, hatta
her bir bireyden farklı ne sorunu vardır? Türkiye'de otuz altı alt kimlik
olduğunu iddia ediyorsunuz. Kürt sorununu çözünce diğer etnik gruplara karşı
bir ayrımcılık yapmış olmuyor musunuz?
Değerli milletvekilleri, Türkiye’nin sorunları vardır ve
Türkiye’nin çok sorunu vardır. Adaletli, şefkatli bir devlet yönetimi ve daha
huzurlu, daha refah içinde bir yaşam, bu aynı şekilde ve aynı şiddetle,
Türkiye'de yaşayan herkesin talebidir ve herkesin sorunudur. Sorun,
Türkiye’nindir, Türk milletinindir. Sorunları etnik temelinde tanımlamak ve
etnik kimliği özne yaparak çözüm aramak toplumda bir ayrışmaya sebep olacaktır.
Bu ayrışmanın cepheleşmeye ve ileri zaman içinde çatışmaya dönüşmesini
önleyemeyeceksinizdir. Kardeşliği geliştireceğiz derken bir kardeş kavgasına
sebep olacağınızdan korkmaktayız.
Bize göre, PKK terör örgütü eylemleri, Kürt kimliği, Kürt sorunu
ve Kürt açılımı bütünüyle bölgede bir millet yaratmak, bir milliyet oluşturmak
ve bir devlet kurmak projesidir. Bu projenin sahibi küresel güçlerdir. Buna
taşeronluk yapmak maalesef Sayın Hükûmetin politika
olarak önüne koyduğu bir açılımdır, bir politikadır.
Değerli milletvekilleri, yeni bir yüzyılın ilk çeyreğinde çok daha
değerli hâle gelen bu coğrafyayı kontrol etmek isteyen küresel güçlerin küresel
plan ve projelerini, bilerek veya bilmeyerek yandaşlık, taşeronluk yapan
politikaları ve politikacıları geçen yüzyılın başında milletimiz bir millî
mücadeleyle önlemiş ve millî devletini belirlediği bir devlet hukukuyla
kurmuştur. Bu devlet hukukunun ortadan kaldırılmasına millet yine müsaade
etmeyecektir. Kurulan devletin adı “Türkiye Cumhuriyeti devleti”dir.
Üniter, millî, bağımsız ve cumhuriyetle yönetilen bir
devlettir. Bunu değiştirme hukukunuz, hakkınız yok. 550 milletvekiliniz de olsa
bunu değiştiremezsiniz. Bu devletin milletinin adı “Türk milleti”dir.
Bu topraklarda, bu devletin topraklarında yaşayan halkın adı olarak bu milletin
adı “Türk milleti”dir. Türk milletini bir etnik
kimlik olarak anmak çok yanlış olmuştur. Azınlıkları ise Lozan Barış
Anlaşması’nda tanımlanmış gayrimüslimlerdir. Bu hukuku değiştirmek hak
değildir. Değiştirilmesi hukuken meşru olmaz. Kamu vicdanı bu yola girenleri
affetmez. Tarihte örneği var değerli milletvekilleri. 1856 Islahat Fermanı’nı
imzalayan Ali Paşa -ki çok başarılı bir sadrazamdır- gayrimüslimlere eşit
vatandaşlık statüsü verdiği için millet affetmemiştir, cenaze namazında
helallik vermemiştir. Böyle bir duruma düşmenizi asla istemeyiz.
Ayrıca, bu sonuç, Kürt açılımıyla milleti etnik temelde
parçalıyorsunuz. Bunun anlamı budur. Bunu açık yüreklilikle tartışın.
Türkiye’yi iki milletli bir devlet hâline getiriyorsunuz. Toprakları federal
bölgelere ayırabilirsiniz, bu, devleti bölmez ama milleti böldüğünüz takdirde
devletin bütünlüğünü koruyamazsınız. Şimdi “Kürt kimliğini tanıyorum, bu
kimliğin sorunlarını çözeceğim.” diye yola çıktığınızda, bu ülkeyi iki milletli
hâle getiriyorsunuz. Bu, devleti parçalamaktır. Bu, Anayasa’mıza göre de
suçtur.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak diyoruz ki: Demokratik sisteme
karşı hiçbir kimse alt kimlik, etnisite veya mezhep
esasında bir dayatmada bulunamaz. İnsanların bu özellikleri onların tarihî,
kültürel sıfatları olarak kendileri için anlamlıdır ancak demokratik devlet
yapısı bu özelliklere dayalı olarak biçimlendirilemez. Demokratik devlet,
insanlara, bireylere etnik kimlik ve dinsel inançlarına göre değil, eşit
bireyler ve yurttaşlar olarak bakmak durumundadır. Bize göre, farklılıkların
farkında olarak birlikte yaşamayı cazibe merkezi hâline getirmeliyiz ve bunu
ortadan kaldırmaya çalışan etnik bölücü terör örgütünün kökünü hemen
kazımalıyız.
Değerli milletvekilleri, bunun dışında, İktidarınız kimliğimizle
birlikte geçmişimizi de tartışılır hâle getirdi. Son Amerika gezisinde, Barack Obama Sayın Başbakanın gözünün içine bakarak “Etnik
ve dinî azınlıkların demokrasi sistemi içerisinde Türkiye’ye entegre
edilmesini tebrik ediyoruz.” dedi, Sayın Başbakan, hiçbir şey ifade etmedi. Bu,
egemenliğimize ve devlet hukukumuza açık bir saldırıdır. Türkiye'nin etnik ve
dinî azınlığı yoktur. Türkiye'nin Lozan’da tanımlanmış gayrimüslim azınlıkları
vardır. Siz, buna “hayır” demeyerek Lozan’ı tartışmaya açtığınızın farkında
mısınız? “Patriğin ekümenik kimliğinin devamını, bu
konuda destek talebinizi samimiyetle destekleyeceğiz, destek vereceğiz.”
demiştir. Siz, Rum Patriğin ekümenik kimliğini
tanımış mı oldunuz? Bunu Lozan Anlaşması’nın neresine koyuyorsunuz?
Değerli milletvekilleri, son günlerde yaşananları bir daha
hatırlatmak istiyorum. Kafamızı kumdan çıkartmamız için belki bu şok
görüntülere ihtiyaç vardır: Başbakanın başlattığı Kürt açılımı davetine PKK’lı
militanlar resmî kıyafetleriyle ve ellerinde AKP Hükûmetine
yazılmış dört adet mektupla 19 Ekim 2009 tarihinde Türkiye’ye döndüler.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Şandır, otuz dakikalık süreniz doldu.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Bitirmeye çalışacağım.
BAŞKAN – Size de üç dakika ek süre veriyorum, lütfen konuşmanızı
tamamlayın.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Tamam efendim.
Maalesef, AKP Hükûmeti, tüm güvenlik
güçlerini yollardan çekti, polisler karakollara, askerler kışlalara dolduruldu.
Bu PKK teröristleri kahramanlık edasıyla Türk milletine, devletine meydan
okuyarak kapıdan girişlerinde Türkiye’yi temsilen devletin görevlileri,
hâkimleri, savcıları ayaklarına kadar gitti ve gazetelerin yazdığına göre, Türk
yargısı için yüz kızartıcı bir yargılamayla beraat ettirildiler, salıverildiler.
“Biz pişman değiliz.” demelerine rağmen, “Önderimizin elçisiyiz, barışa katkı
vermek niyetiyle geldik.” demelerine rağmen, maalesef Pişmanlık Yasası’ndan
faydalandırıldılar. Eli kanlı teröristlerin kahramanlar gibi karşılanmalarını
ve Türk milletine meydan okumalarını dehşetle ve nefretle izledik. Hâlbuki
Sayın Başbakan ne demişti? Habur ve Silopi’de
yaşananları son derece olumlu bir gelişme olarak değerlendirmişti. Bu olumlu
gelişmenin ne anlam taşıdığını, birkaç gün sonra Reşadiye’de PKK tarafından
katledilen 7 tane şehidimizle anladık.
Sayın Başbakan, Türkiye’yi parçalamak için yola çıkmış ve binlerce
insanımızı katleden bu eli kanlı canilerin isteklerini gerçekleştirmek için
hukuk ve siyaset üreterek mi kardeşliğimizi geliştireceksiniz? Böyle mi kardeşliğimizi
geliştireceksiniz?
Sayın Hükûmete de sözüm var. Milliyetçi
Hareket Partisi olarak sizi tekrar uyarıyoruz: Bu yol çıkmaz bir sokaktır. Bu
çıkmaz sokağın sonunda PKK’nın ve Apo’nun istekleri
vardır. Az vererek tatmini mümkün değildir. Bu istekler, Türkiye'nin
güneydoğusunda bir Kürt devleti kurmaktır. Buna hizmet ettiğinizin, buna hukuk
ve siyaset zemini oluşturduğunuzun lütfen farkına varınız. Biz uyarıyoruz:
Küresel güçlerin küresel projelerine taşeronluk yapmak gibi bir mecburiyetiniz
yok. Siz, bu milletin iradesinin emanetçisisiniz. Bin yıldır bir olmuş,
birlikte yaşamış, et tırnak misali can olmuş kardeşleri ham hayaller peşinde
birbirine düşürmeyiniz. Kürt açılımı, kardeşliği değil düşmanlığı, cepheleşmeyi
ve çatışmayı geliştirmektedir. Bu açılımla buna sebep oldunuz. Başlattığınız
Kürt açılımı, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün
parçalanmasına zemin hazırlamaktadır. Bu, anayasal bir suçtur. Sizleri, Sayın Hükûmet sizi ve bu Hükûmete
destek veren siz AKP Grubunu, hukuka, bu devleti kuran atalarıma ve Türk
milletine şikâyet ediyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Şandır, üç dakikanız da doldu, son cümleniz için
tekrar açıyorum mikrofonu.
Buyurun.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
sözlerimin sonunda, bu bütçe tasarısının, her şeye rağmen ülkemize ve
milletimize hayırlı olmasını diliyorum. Buna ihtiyacımız var. Bütçenin
hazırlanmasında emeği geçen tüm bakanlıkların personellerine, çalışanlarına
teşekkür ediyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, yeni yılda ülkemize
esenlik, milletimize mutluluk diliyorum. Muharrem ayının kutsiyetinde
kardeşliğimizin gelişmesini, ayrışmanın önlenmesi yönünde Sayın Hükûmetin insafa ve izana dönmesini Yüce Allah’tan
diliyorum. Yüce heyetinizi -çok ihtiyacımız var- “Ne mutlu Türk’üm diyene!”
diye selamlıyorum.
Saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, şimdi de söz sırası Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına Giresun Milletvekili Sayın Nurettin Canikli’ye ait. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın Canikli, buyurun.
AK PARTİ GRUBU ADINA NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; 2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı üzerinde AK PARTİ adına söz almış bulunuyorum. Öncelikle hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
AK PARTİ hükûmetlerinin sekizinci
bütçesini görüşüyoruz. Gerçekten bütçe görüşmeleri her zaman zorlu bir
süreçtir. İşin bürokratik aşamasında, daha sonra Mecliste yapılan görüşmeler
hem süre itibarıyla hem de içerik itibarıyla yoğun çalışmayı gerektirir. Bu
vesileyle bütün bu aşamalarda emeği geçen herkese, ben, teşekkür etmek
istiyorum. Plan ve Bütçe Komisyonunda, Genel Kurulda ve öncesinde yapılan
çalışmalarda katkı sağlayan, emeği geçen tüm arkadaşlara teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlar, tabii, sekizinci bütçe önemli bir imkân da
sağlıyor. Çünkü geçmişte baktığınızda, öyle çok uzun süreli, istikrarlı bir
şekilde, hükûmetlerin dörtten sonra veya beşten sonra
bütçelerinin olmadığını görüyorsunuz. Bu, değerlendirme açısından imkân
sağlıyor ve eğer istikrarlı bir yapı oluşmuşsa -ki aslında kendisinin zaten
başlı başına bir istikrar göstergesi olarak değerlendirilmesi gerekir- bütün
bunların irdelenmesi, gerçekten ülke ekonomisine katkı sağlayıp sağlamadığının
ayrıntılı bir şekilde tahlil edilmesi için uygun imkân sağlıyor.
Tabii, bütçe görüşmeleri iktidar için önemli, muhalefet için
önemli, milletimiz için önemli. İktidar bütçe görüşmeleri vasıtasıyla hem
geçmişin hesabını veriyor, onunla ilgili yaptıklarının ne anlama geldiğini
kamuoyuyla paylaşmaya çalışıyor hem de gelecek projelerini, gelecek vizyonunu, vitrinini burada ortaya koymaya çalışıyor.
Sadece iktidar için değil, aynı zamanda muhalefet için de son
derece önemlidir, önemli olması gerekir. Muhalefet için de, esas itibarıyla,
belki iktidardan daha fazla kullanılması, değerlendirilmesi, dikkate alınması
gereken bir ortamdır, bir platformdur bütçe görüşmeleri. Muhalefet açısından da
görücüye çıkma imkânı sağlıyor, vatandaşa kendi projelerini, gelecekte ne
yapmak istediğini ve ülkeye nasıl katkı sağlamak istediğini anlatmak ve onları
ortaya koymak açısından da gerçekten bulunmaz bir fırsat sağlıyor, elbette
kullanmak şartıyla.
Şimdi, geçmiş yedi bütçe değerlendirildiğinde, AK PARTİ’nin yedi bütçesi dikkate alındığında ve
değerlendirildiğinde, ilk altı bütçe için söylenecek değerlendirme, çok genel
hatlarıyla, gerçekten, samimi, istikrarlı, realist bütçeler olarak
tanımlanabilir. Yani 2003’ten 2008’e kadar olan bütçeler için bunu
söyleyebiliriz. Esasında 2009 bütçesi için de benzer tanımlamaları yapmak
mümkün, bir şartla -ki muhalefete mensup arkadaşlarımız da sürekli olarak bunu
dikkate getiriyorlar, eleştiriyorlar- açık rakamının, bütçe açık rakamının
tahminlerin üzerine çıkması dışında, diğer bütün göstergeleriyle samimi,
gerçekçi bütçelerdir. 2009 bütçesi için de, AK PARTİ’nin
yedinci bütçesi için de bu değerlendirmeleri yapmamız mümkün.
Bütçelerin samimiyeti son derece önemli. Belki şu sorulabilir: Yani “Bütçeler samimi olmayacak da ne
olacak, bundan daha doğal bir şey olabilir mi?” diye haklı bir soru gelebilir
değerli arkadaşlar.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Gerçekçi olacak.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Doğru. Hakikaten, bütçelerin, hükûmetler tarafından nasıl taahhüt edilmişse, nasıl
başlangıç rakamları öngörülmüşse o şekilde sonuçlanması gerekir, o şekilde realize olması gerekir. Doğal olan budur, beklenen budur.
Bir bütçede bundan daha olması gereken doğal bir şey yok. Bu teorik olarak da
doğru, bütün dünya için de geçerli ama Türkiye’deki geçmişte son yirmi yılın,
otuz yılın bütçe uygulamalarına baktığınızda bunun ne kadar önemli olduğunu,
Türkiye için ayrıcalıklı olduğunu fark edersiniz. Somut rakamlarla bunu
isterseniz anlatmaya çalışalım.
1980 yılından AK PARTİ’nin iktidarı
devraldığı 2002 tarihine kadar, hemen hemen
kesintisiz bir şekilde, hükûmetlerin başlangıçta
öngördüğü hiçbir rakam tutmamıştır değerli arkadaşlar. Bütçe harcamaları dâhil,
faiz ödemeleri dâhil, diğer detay kalemler dâhil ve bütçe açığı dâhil.
İstisnasız, belki bir iki yıl hariç, 1980’den itibaren -öncesini bilmiyorum
yani benim çalışma dönemim içerisindeki olan bilgiler çerçevesinde sizlerle
paylaşıyorum- hemen hemen bütün bütçeler sapmış, çok
ciddi sapmalar meydana gelmiş ve bu nedenle yıl içerisinde hükûmetler
ilave bütçe kanunları getirmişler, ek bütçe kanunları getirmişler rakamları
düzeltmek için. O kadar sapmış ki rakamlar. Bunun örnekleri var. Bakın, hem
giderler açısından söylüyorum hem gelirler açısından söylüyorum, gelir
tahminleri, gider tahminleri ve açık açısından söylüyorum bu son derece önemli,
bir hükûmet çıkıp diyor ki burada: “Ben önümüzdeki
yıl bu kadar harcama yapacağım.”
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sapma yüzdelerini söyle!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bunu ilan ediyor, bütün dünyaya ilan
ediyor, Türkiye’ye ilan ediyor, piyasalara ilan ediyor, yatırımcıya ilan
ediyor, çiftçiye, memura, herkese ilan ediyor. Dolayısıyla o rakamların tutması
gerekir. O rakamların planlandığı gibi sonuçlanabilmesi gerekir çünkü herkes
hesabını kitabını ona göre yapıyor, yatırımcı ona göre yatırım kararı alıyor.
Bunlarda meydana gelecek bir sapma, bütün her şeyi, bütün planları altüst
edebilir. Dolayısıyla samimiyet son derece önemli değerli arkadaşlar. Yani şunu
diyebilirsiniz bakın ya da şu normal olabilir: “Bir hükûmetin
iktidar dönemi içerisinde, beş yıllık dönem içerisinde bir bütçesinde sapma
olmuştur.” olabilir, diyebilirsiniz ya da yirmi yıllık, otuz yıllık periyot içerisinde zaman zaman çok
istisnai olarak bu öngörülen rakamların gerçekleşmesinde, millete verilen
sözlerin yerine getirilmesinde bu anlamda birtakım sapmalar meydana gelebilir,
bunlar makul karşılanabilir, hoşgörüyle karşılanabilir ama kesintisiz bir
şekilde böyleyse istisnasız bütün hükûmetler
döneminde bu şekildeyse, verilen sözler bütçe uygulaması anlamında yerine
getirilemiyorsa burada çok ciddi bir sorun vardır değerli arkadaşlar, çok ciddi
bir sorun vardır. Her şeyden önce millete saygısızlıktır, piyasalara
saygısızlıktır, milleti ciddiye almamaktır. O nedenle, AK PARTİ bütçelerinin
istisnasız olarak ve istikrarlı bir şekilde bu kurala uyması yani nasıl
planlanmışsa, millete nasıl söz verilmişse o şekilde gerçekleşmesi son derece
önemli ve daha da önem kazanıyor değerli arkadaşlar. Yani biz millete saygı
duyuyoruz, biz milleti ciddiye alıyoruz. Onun için, milletin karşısına
çıktığımız zaman, rakamlarla, bütçe uygulaması itibarıyla karşısına çıktığımız
zaman da onların her açıdan düşüncelerini dikkate alıyoruz, saygı duyuyoruz. Bu
saygının bir gereği ve sonucu olarak başlangıçta ne öngörmüşsek hep o
gerçekleşmiş değerli arkadaşlar.
Bakın, önce gerçekleşmeyenlere birkaç örnek vereyim: 1978, 1979,
1991, 1992, 1993 -bütün yıllar- 96, 97, 98, 99. Bakın, 1980 yılında hükûmet demiş ki “Ben, 770 milyar lira harcama yapacağım.”
Harcadığı rakam yıl sonunda 1 trilyon 146 milyar lira
olmuş, yüzde 150 oranında sapmış değerli arkadaşlar. İnanılmaz örnekler var,
ayrıntıya girmeyeceğim. 1980’den itibaren kesintisiz bir şekilde bu şekilde
olmuş.
Ama bakın, AK PARTİ dönemine geldiğimiz zaman tablo değişiyor.
2003 yılında hükûmet demiş ki -ilk bütçesi, AK PARTİ hükûmetlerinin ilk bütçesi- benim harcama planlamam,
taahhüdüm, öngörüm, beklentim 145 katrilyon lira, 2003 için demiş. Ne kadar
gerçekleşmiş? 140 katrilyon, değerli arkadaşlar, altında bile gerçekleşmiş,
öngörülenden daha da iyi gerçekleşmiş. 2004 için de geçerli, 149 öngörmüş, 141
gerçekleşmiş. 2005 için 155 hedeflemiş, 146 gerçekleşmiş. Açıklar için de
geçerli. Fazla rakama boğmak istemiyorum.
Bunlar tesadüfi olabilir mi? Olamaz. 2003
tesadüf, 2004 tesadüf, 2005 tesadüf, 2006 tesadüf, 2007 tesadüf, 2008 bütçesi
tesadüf! Böyle bir şey olabilir mi değerli arkadaşlar? 2009 bütçesinin gider
kısmında bir sapma yok. 259 katrilyon planlanmış, 266 olarak gerçekleşmiş.
Sadece bütçe açığı konusunda bir sıkıntı var. Onu biraz sonra ayrıntılarıyla
değerlendireceğiz değerli arkadaşlar.
Şimdi, evet, gerçekten 2009 bütçesinde bütçe açığı 10 milyar lira
olarak öngörülmüştür, planlanmıştır ama yaklaşık olarak 62 milyar liraya
ulaşacağı tahmin edilmektedir. Bu önemli bir sapmadır. Bunun da değerlendirilmesi
gerekir, irdelenmesi gerekir. Yani yedi bütçede en ufak bir sapma meydana
gelmezken sekizinci bütçede, 2009 bütçesinde böyle bir sapmanın nedeni ortaya
konulmalıdır. Haklı olarak, muhalefete mensup arkadaşlarımız çok sık olarak bu
soruyu soruyorlar. Hesap vermemizi istiyorlar ya da Hükûmetin
ya da iktidar partisinin grubunun hesap vermesini istiyorlar doğal olarak, izah
edilmesini istiyorlar. Bunu izah etmek bizim görevimiz değerli arkadaşlarım.
Aydınlığa kavuşturmamız lazım, açıklığa kavuşturmamız lazım.
2009 bütçesinin uygulama dönemi 1929 buhranından sonraki en büyük
krizin yaşandığı dönemdir. Bunu herkes kabul ediyor. Bu kriz Türkiye orijinli
değildir, Türkiye'nin iç dinamiklerinden beslenmiş bir kriz değildir,
Türkiye’deki hükûmetlerin aldığı, uyguladığı
politikalar neticesinde ortaya çıkmış bir kriz değildir. Bu kriz gelişmiş ülke
orijinlidir, Amerika orijinlidir. Bu krizin oluşmasına Türkiye'nin en ufak bir
katkısı yoktur ve krizin merkez üssü, deprem üssü bankacılık sektörüdür, finans
kesimidir. Şimdi, burada Hükûmetin bu dönemde alması
gereken tedbirler varsa bunları alıp almadığı önemlidir. Bunların sorgulanması
gerekir, bunların da değerlendirilmesi gerekir ki ancak o zaman 10 milyar lira
olarak öngörülen açığın neden 62 milyar lira olarak sonuçlandığını izah
edebiliriz ya da edemeyiz. Bütün boyutlarıyla ortaya koymamız gerekiyor.
Kriz bankacılık krizi, finans krizi. Reel sektöre etkisi dolaylı, ikincil ve gerçekten tarihte
görülmemiş bir şekilde bankalar üzerinde tahrip edici bir etkisi ortaya çıktı.
Tam anlamıyla inanılmaz bir deprem yaşandı, Amerika başta olmak üzere. Yüz
altmışa yakın banka battı Amerika’da ve bankaların zararlarını karşılamak için
Amerikan hükûmeti trilyonlarca dolar kaynak aktardı
kamu fonlarından, bütçe imkânlarından ve Amerikan Merkez Bankası kaynakları
kullanılarak trilyonlarca dolar bankacılık sektörünün bu zararlarını karşılamak
için aktarıldı ve oralara gönderildi değerli arkadaşlarım.
Şimdi, bu deprem sadece Amerika’da yaşanmadı, hemen hemen dünyanın tüm ülkelerinde, gelişmiş ve gelişmekte olan
ülkelerin hemen hemen tamamında bankacılık sektörü
çok ciddi anlamda sıkıntı yaşadı ve çok büyük kaynaklar aktarıldı kamudan;
devletin imkânları, milletin imkânları -o ülkenin- aktarıldı, kurtarmak için.
Türkiye’de bankacılık sektöründe en ufak bir sıkıntı yaşanmadı, bunu hepimiz
biliyoruz. Buraları çok kısa geçeceğim ama bahsetmemiz gerekiyor, çünkü, muhalefete mensup arkadaşlarımız: “Ne var bunda?”
diyor. “Öyle olması zaten doğal çünkü biz onların tedbirlerini 2001 yılında
almıştık.” diyor. “O zaman biz program hazırladık 2001 yılında, daha önceki
–biraz önce arkadaşlarımız da ifade etti- içi boşaltılan bankalara çok ciddi
kaynak sağlandı.” diyor, doğru. Burada iki tane gerçek var… Biraz önceki
arkadaşlarımızın konuşmasını aynen alıyorum. “İki tane gerçek var: Bir tanesi,
bankaların içinin boşaltılması.” ifade etti. Yani dedi ki arkadaşımız “Bizden
önce veya içi boşaltılan bankalara kaynak aktarıldı.” Yani bankaların içi
boşaltıldı, tartışmasız bir şekilde, kaynak da aktarıldı, doğru, bunlar doğru.
Ama bakın, Türkiye bugüne kadar IMF’le 19 kez stand-by düzenlemesi yapmış,
anlaşma yapmış. Bunların son iki tanesi hariç -ki onları da AK PARTİ hükûmetleri sonuçlandırmış- hiçbirisi başarılı olamamış. IMF’in programları aşağı yukarı şablon, standart
programlardır ve hangi hükûmet olursa olsun, teorik
anlamda söylüyorum, karar anlamında söylüyorum, aşağı yukarı aynı tedbirleri
alırlar. Dolayısıyla tedbirler, alınan tedbirler, içerik önemlidir ama ondan
daha önemlisi uygulamadır, ondan daha önemlisi sonuçlandırmaktır. İstediğiniz
kadar karar alın. Nitekim, Türkiye’de hükûmetler tam 17 kez -bizden önce- kararlar aldılar. Kâğıt
üzerine baktığınızda son derece güzel, uyumlu, mükemmel kararlar, ekonomideki
sıkıntıları ortadan kaldıracak nitelikteki ve içerikteki kararlar gibi
gözüküyordu ama uygulaması kötü ve olumsuz olduğu için, sonuçları da yıkıcı ve
ekonomiyi çok ciddi anlamda tahrip edici oldu. Esas nedeni, Türkiye’de
bankacılık sektörü etkilenmemişse, zarar görmemişse bunun tek bir nedeni var:
Alınan tedbirler, bankacılık sektörü üzerindeki alınan kesin tedbirler,
tavizsiz tedbirler. Neleri aldık? Bakın, bunların bilinmesi gerekiyor: Önce,
kamu bankalarını çok iyi yönettik, bir defa, bu son derece önemli, altının
çizilmesi gerekiyor. Kamu bankalarında, Vakıflar Bankasında, Ziraat Bankasında,
Halk Bankasında bankacılık kuralları çerçevesinde son derece objektif ve çok
adil, kaliteli bir yönetim sergilendi AK PARTİ hükûmetleri
döneminde, rakamları vereceğim şimdi.
Bakın, 2001 krizinde, kamu bankaları krizi tetikleyen faktör oldu,
tetikleyen etkisi oldu. Ziraat Bankası başta olmak üzere gecelik faizlerde
taahhütlerini yerine getiremediler ve ciddi anlamda krizi tetiklediler ve o
nedenle faizin yüzde 7.000’lere kadar çıkmasına neden oldular. 2002 yılı
sonunda Halk Bankasının toplam kredileri 1 katrilyon 365 milyar lira. Takibe
alınan kredilerin toplamı da ne kadar biliyor musunuz? 1 katrilyon 300 milyar
lira arkadaşlar. Verdiği kredilerin toplamı 1 katrilyon 365 milyar lira, takibe
alınan, tahsil edilemeyen, yani bir başka ifadeyle batak hâle gelmiş kredilerin
toplamı da 1 katrilyon 300 milyar lira, yani yüzde 95’i batak. 2002 sonu
itibarıyla bu Hükûmet, AK PARTİ hükûmetleri
ekonomiyi ve yönetimi devraldığında Halk Bankasının toplam kredilerinin yüzde
95’i batak. Batırılmış, ödenemez, tahsil edilemez hâle gelmiş. Bu rakamlar,
bizden önce üretilen rakamlar ve Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun
raporlarından çıkardığımız rakamlar, hiçbirisi bizim döneme ait değil bu
rakamların. Bu rakamların hepsi 2002’den önce üretilmiş rakamlar, çünkü zaman zaman arkadaşlar beğenmedikleri rakamlar ortaya çıkınca
“Biz bu rakamları beğenmiyoruz.” diyor.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Niye soruşturmadınız, niye
cezalandırmadınız, Hükümetsiniz?
BAŞKAN – Sayın Genç… Sayın Genç, böyle bir usulümüz var mı?
KAMER GENÇ (Tunceli) – Yalan beyanda bulunuyor. Sen Hükûmetsin…
BAŞKAN – Sayın Genç, Başkanlıkça söz verilmeyen hiçbir
milletvekillinin konuşamayacağını siz bilmiyor musunuz? Lütfen
susar mısınız.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bu rakamları verince bazı arkadaşlar
rahatsız oluyor. Yani, bizim amacımız burada hiç kimseyi rencide etmek,
gerçekten üzmek değil, öyle bir hedefimiz yok. Biz gerçeklerin kamuoyuna
aktarılmasını yapmaya çalışıyoruz, kamuoyunun doğru bilgilendirilmesini
sağlamaya çalışıyoruz. Bu da bizim görevimiz. Elbette herkes düşündüğünü
söyleyecek, kanaatini ortaya koyacak, biz de söyleyeceğiz ve hep rakamlarla
konuşuyoruz. Bakın, her şey rakam, devletin resmî rakamları, hiç rakamsız bir
şey söylemiyoruz. Yani itiraz edilecek, tartışılacak bir konu da değil, yüzde
95’i. Ve tabii, elbette devraldığımız 57’nci Hükûmet;
Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve Anavatan Partisi.
Ama şunu da söylemek lazım: Tek sorumlu 57’nci Hükûmet
mi? Hayır. Hakkını teslim edelim, onların büyük sorumluluğu var ama aşağı
yukarı 1978’den itibaren gelen tüm hükûmetler
sorumlu. Yani Halk Bankasının, Ziraat Bankasının ve Vakıflar Bankasının 2002
sonu itibarıyla neredeyse batırılmasının, batırılmış noktaya getirilmesinin
sorumluları ta eskilerden geliyor. Rakamlarla vereyim, bakın: 1978 yılı, yani
Cumhuriyet Halk Partisinin iktidarda olduğu dönem. Halk Bankasının takipteki
kredilerinin oranındaki artış ne kadar biliyor musunuz? Yüzde 293. Bunlar YDK’nın raporları, rakamlar oradan gelmiş, yani bundan
rahatsız olmayalım.
HAKKI SUHA OKAY (Ankara) – Kırk yıl önceyi bırak, bugüne gel.
CANAN ARITMAN (İzmir) – Atatürk dönemini de anlat!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Ha, bu rakamları bulmakta zorlandım,
onu söyleyeyim. Yani, tabii 1978, 1979, geriye gitmek, o arada Cumhuriyet Halk
Partisinin bir iktidar dönemi olmadığı için, rakamları… Mecburen geriye gitmek
durumunda kaldık.
HAKKI SUHA OKAY (Ankara) – Komik oluyor komik. Bugüne gel, kırk
yıl önceyi bırak.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Yüzde 293, rakam bu. Bunu kabul
edelim.
HAKKI SUHA OKAY (Ankara) – Bugüne gel, bugünün hesabını ver.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Hayır. Biraz önce arkadaşlar,
söyledi, dün önemli, gelecekte ne yapmak istediğinizin, ne yapacağınızın da
göstergesi, referansı. Dün ne yaptığınızın, ne yapamadığınızın ortaya konulması
gerekiyor arkadaşlar, bundan rahatsız olmayalım lütfen. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
HAKKI SUHA OKAY (Ankara) – Dün ne söylediniz, bugün ne
söylüyorsunuz, onlar da önemli.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Halk Bankasının verdiği kredilerin
batak oranındaki artış 1999’da yüzde 183; 2000’de yüzde 150; 2001’de yüzde 286.
Bunları bilmemiz gerekiyor, bunları vatandaşın da bilmesi gerekiyor. Biz
biliyoruz ama vatandaşın da bilmesi gerekiyor çünkü hâlen diyorsunuz ki: “Biz
iktidara talibiz.” Dolayısıyla, iktidar olduğunuzda milletin, sizin ne
yaptığınızı, ne yapamadığınızı bilmesi gerekiyor, bundan daha doğal bir şey
olamaz.
MEHMET SERDAROĞLU (Kastamonu) – Sekiz yıldır ne yaptığınızı
konuşun.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Peki, şu anda durum ne? Yani Halk
Bankasının, Ziraat Bankasının ve Vakıflar Bankasının, krizin tetiklenmesindeki
bu inanılmaz kötü yönetimden ortaya çıkan bu tabloda bugün durum ne? Doğal
olarak bunu soracağız.
KAMER GENÇ (Tunceli) – 750 milyon doları aldınız mı, tahsil
ettiniz mi?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bugün nedir biliyor musunuz? Halk
Bankasının takibe alınmış kredilerinin toplam kredilere oranı yüzde 5
civarında. Yani yüzde 95’ten -eskiler de dâhil yani onları da hesaba katıyoruz,
onlar da dâhil- bugün yüzde 5’e düşürülmüş durumda. Varın siz değerlendirin,
varın milletimiz değerlendirsin iki yönetim arasındaki farkı, iki yönetim
arasındaki samimiyeti. Halk Bankasını birileri gelmiş batırmış, krediler
verilmiş ama geriye gelmemiş, yüzde 95’i batmış ama sonra AK PARTİ gelmiş,
geçmiş batakları da tahsil etmiş, bu oranı yüzde 5’e düşürmüş.
Daha ilginç olanı şu: 2003’ten itibaren Halk Bankasının verdiği
kredilerde geri dönmeme oranı sadece yüzde 1, değerli arkadaşlar. Aradaki fark bu. Bunun takdir edilmesi gerekmez mi? Bu
tabloyu sağlayan Hükûmete teşekkür edilmesi gerekmez
mi arkadaşlar? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Çalık dosyası ne oldu?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Şimdi, kriz -biraz önce ifade etmeye
çalıştım- bankacılık yani bankaların batmaması tesadüfi
değil alınan kararlarla.
Bakın, bir örnek daha vereyim: Bankaların Amerika’da ve Avrupa’da
batışlarındaki en önemli faktörlerden bir tanesi de aktiflerindeki zayıf
kâğıtlar, riskli kâğıtlar, riskli menkul kıymetler. Biz, bu dönem içerisinde,
Türkiye’deki bankalarda krizden önce -bu kâğıtlar gerçekten çok büyük paralar
kazandırdı Amerika’da bu bankalara, çok büyük getiriler elde ettiler- acaba bu
kâğıtlardan biz de alalım mı ya da alabilir miyiz şeklinde tartışmalar yaşandı.
Hatta bir özel banka almak istedi fakat izin verilmedi, izin vermedik. Bunun
üzerine gitti, İsviçre’de kendisi bu amacı sağlamak için yani bu menkul
kıymetlerin ticaretini yapmak amacıyla bir fon kurdu, 1 milyar dolar civarında
bir fon oluşturdu, krizden sonra fon battı. Buna izin vermiş olsaydık
Türkiye’de de aynı akıbet, aynı sonuç ortaya çıkacaktı. Sadece o değil, açık
pozisyona müsaade etmedik.
HASAN ÇALIŞ (Karaman) – Satmaktan vazgeçtiniz mi?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bakın, Amerika’daki bankaların önemli
bir bölümü açık pozisyondan battı. Yani döviz aldılar, döviz borçlandılar,
TL’ye çevirdiler -Türkiye için söylüyorum- onu kredi verdiler, devalüasyon arttığı zaman da mali yapıları bozuldu,
pasifleri şişti ve battılar. Bunların hiçbirine izin verilmedi, o nedenle
bankalar batmadı. Bunların ortaya konulması gerekiyor.
Krizin reel sektör üzerindeki etkisi önemli. Yani bankacılık sektörü üzerinde en ufak bir tahribat, olumsuzluk
yapmadan bunu atlattık, ama reel sektör üzerindeki etkisi dolaylı. Bir içsel
faktörler var, yani iç talebin azalması nedeniyle harcamaların azalması var,
bir de dış talebin azalması nedeniyle harcamaların azalması var. Aslında iç
talebin azalmasının işaretleri 1980’lerin başından itibaren başlamış. Orada
ağırlıklı olarak iç siyasi gelişmelerin, iç siyasi konjonktürün
olumsuz sonuçları itibarıyla yansımış, yani kapatma davaları ve 367
tartışmaları vesaire. Çünkü piyasalar anında bundan etkileniyorlar, insanların
tüketim eğilimi bunlardan etkileniyor, siyasi tartışmalardan, gerilimden
etkileniyor, olumsuz yönde etkileniyor; bu da zaten iktisatta bir teoridir,
bunu herkes kabul ediyor.
Hükûmetimiz, işaretleri
ortaya çıkar çıkmaz bununla ilgili tedbirleri almaya başlamış. Ne yapmış? KEY
ödemeleri. Hiç kimsenin talebi yokken, hiç kimse böyle bir iddiada bulunmazken
KEY ödemelerini gündeme getirdi ve 2008’in ikinci yarısında 2,5 milyar liralık
ödeme yaptı.
Bu ödeme kime yapıldı? Dar gelirli gruplara yapıldı. Amaç ne?
Evet, bir hakkın teslimidir, alacaklı olan insanlara bu alacaklarının
ödenmesidir, devlet de olsa, talep etmeseler de ödenmesidir, ama aynı zamanda
bir ekonomi politika aracı olarak kullanılmıştır. Yani toplumun en düşük gelir
grubuna aktarılan bu kaynaklar, ekonomide harcama olarak aynen geriye
dönmüştür, çünkü bu insanların gelir durumu düşük olduğu için -biz ona “marjinal tüketim eğilimi düşük gruplar” diyoruz ekonomide-
aldıkları paranın tamamını harcıyorlar.
Sadece bu kadar değil, ayrıca yine 2008’in ikinci çeyreğinde, alt
gelir grubunda bulunan, yan ödemesi olmayan memurlara ciddi ek ödemeler yaptık.
Hep beraber yaptık değerli arkadaşlar, bunu gizlemek mümkün değil.
Tedbirler alınmaya başlandı, tam o arada global
krizin Amerika’dan ve Avrupa’dan yansıması gelmeye başladı. Tedbirler
sıkılaştırıldı. Bugüne kadar alınan, 5 paket olarak ortaya konulan, ilan edilen
tedbirler paketinin bu hazineye, devlete maliyeti 40 milyar liranın üzerinde.
Ayrıntıların hepsi burada var, zamanım olmadığı için değinemeyeceğim onlara.
Bizi esas sıkıntıya sokan bunlar değil. Bunların tedbirleri
alındı, ama esas sıkıntıya sokan ihracattaki düşüş. İhracatta yüzde 30’a yakın
düşüş yaşandı, yani ihracatımız 130 milyardan 100 milyara düştü. Yani,
özellikle Avrupa Birliği ülkelerine yapılan ihracatta ciddi düşüşler meydana
geldi. Neden? Kriz nedeniyle, global kriz nedeniyle
Alman vatandaşının, İngiliz vatandaşının, Fransız’ın satın alma gücü düştü,
servetinde ciddi erozyon meydana geldi. Bu nedenle, harcamalarını kıstı.
Harcamalarını kısınca, Türk mallarına olan talep de azaldı. Buna bizim
yapacağımız, Türk Hükûmetinin, Türkiye'nin yapacağı
hiçbir şey yok kısa dönemde, değerli arkadaşlar. Bizim bunu durdurmamız için
İngiltere’deki bir İngiliz’e kaynak aktarmamız lazım, para vermemiz lazım ki
harcama yapabilsin. Böyle bir şey mümkün mü? Mümkün değil. Ha “Hiçbir şey
yapamaz.” derken, kısa vadede, yani bu kaçınılmaz, onu söylemeye çalışıyorum.
Bu kaçınılmaz.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hükûmet
bir şey yapamıyorsa ayrılsın.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – İhracat yüzde 30 düşünce ne oldu?
İhracata yönelik fabrikalar üretimlerini kısmak durumunda kaldılar ya da
kapandılar ve bazı işçileri çıkarmak durumunda kaldılar ve üretim azaldı.
Dolayısıyla, esas anlamda yönlendirilebilen, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin inisiyatifinde olan
konularda en ufak bir problem yok. Tedbirler alınıyor bankalar dâhil. Ama
yönlendirilmesi, müdahale edilmesi mümkün olmayan, biraz önce söylediğim gibi,
İngiliz, Alman tüketicinin satın alma gücünün düşmesi nedeniyle Türk mallarına
olan talebin azalması ve ihracatımızın düşmesine burada yapılacak hiçbir şey
yok. Orta vadede var ama kısa vadede yok. Nedir? Hızlı bir
şekilde, krizden etkilenmeyen, nispeten kapalı ekonomilere, Asya ve Afrika
ülkelerine hızlı bir şekilde bir ihracat seferberliği başlatmak. Yapılacak
olan tek mantıklı davranış, fizibl, gerçekçi tarz bu,
yöntem bu, adım bu. Hükûmetimiz de bunu yapıyor
değerli arkadaşlar. Hükûmetimiz de bunu yapıyor ve
başarılı da oluyor, kısa sürede sonuç alınıyor.
Bakın, ben size rakamları vereyim hemen. Nitekim,
ekim ayı ihracat rakamları, düşüş yaşayan ihracat rakamları şu anda artışa
geçmeye başladı alınan tedbirlerin neticesinde. Krizden önce Avrupa Birliği
ülkelerine yaptığımız ihracatın oranı yüzde 48’ken, krizden sonra, şu anda
yüzde 44 civarında, oran düşüyor. Orada kan kaybediyoruz. Nedeni bu, krizden
çok etkilendi onlar çünkü. Afrika ülkelerine yaptığımız ihracat, kriz öncesinde
toplam ihracatımızın yüzde 6,9’u iken yüzde 10,9’a çıkıyor. Keza, Asya
ülkelerine yaptığımız ihracat yüzde 24,6’sını oluştururken yüzde 25,3’e
çıkıyor. Politika başarılı. O nedenle, rakamlara da yansıyor ve ihracat artmaya
başlıyor.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bence bu tür krizlerde anlamlı
karşılaştırmalar yapmak lazım, değerlendirmek lazım, yani geçmişteki krizlerle.
Hep muhalefet suçluyor “Yeteri kadar tedbir almadınız.” Bunun tek başına bir
anlamı yok. Ya da böyle bir soruya cevap verebilmek için mutlaka karşılaştırma
yapmak lazım. Yani sadece fotoğrafını çekip ortaya koymak bu anlamda fikir
vermez, bizi bir yere ulaştırmaz, bir neticeye ulaştırmaz. Ne yapmamız
gerekiyor? Başka kriz ortamlarıyla, o dönemde alınan kararlarla, uygulamalarla,
bu dönemde, bu krizde ortaya çıkan tabloyu karşılaştırmak lazım. Hükûmetin aldığı kararları, attığı adımları, icraatları
karşılaştırmak lazım ki, anlamlı olabilsin. O zaman gerçek fark varsa ortaya
çıkabilsin.
AHMET ORHAN (Manisa) – Ciddi mantık hatası yapıyorsun Sayın Grup
Başkan Vekili. Diğer ülkelerle karşılaştır.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Şimdi bakın, değerli arkadaşlar, 1994
krizi var, 2001 krizi var, yani en çok Türkiye ekonomisini geçmişte etkileyen
ve onlarla ilgili olarak da ve bir de 2009 krizi var.
Şimdi, bu iki krizin karşılaştırmalarını yapmak lazım. 1994 yılında…
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – İki ülkenin krizini
karşılaştıracaksın, madem evrensel kriz var. Onun için, diğer ülkelerle
kıyasla.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Ha, bir de şunu söyleyeyim: 1994
yılındaki ve 2001 yılındaki krizler dışarıdan gelmiyor, dışarıdan beslenmiyor,
tamamen içeriden kaynaklanıyor. O dönem…
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Onun için diğer ülkelerle
kıyaslayın.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Yani, daha da iyi işte. Yani eğer
buna rağmen, dışarıdan gelen, müdahale etme, belli alanlarda müdahale etme
imkânı olmayan bir krizi, yani şu andaki yaşadığımız krizi, tamamen
yönlendirilebilir, hükûmetlerin yönlendirebileceği
bir krizle karşılaştırıyorsak, ne güzel işte, muhalefetin işine gelir bu. Oraya
bile giriyoruz bakın. Yani 5-0 önde başlıyorsunuz bu anlamda. Onu
karşılaştırmamız lazım.
HASAN ÇALIŞ (Karaman) – Biri reel kriz, öbürü finans krizi!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Şimdi, 1994 krizinde ve 2001
krizinde, 2009 krizinde en çok dikkat çeken ya da benim dikkatimi çeken husus,
Merkez Bankalarının döviz politikası. Yani kriz öncesinde, kriz sırasında, o
dönemde hükûmetler, Merkez Bankaları hangi kararları
aldılar? Döviz rezervlerini nasıl yönettiler? Bu son derece
önemli. Bunun ayrıntılı bir şekilde değerlendirilmesi gerekiyor.
Zamanımız kalırsa diğer kriterleri de kullanırız.
1994 krizinde, devalüasyondan hemen önce,
yani Türk parasının değeri düşmeden, döviz değer kazanmadan Merkez Bankası 1
milyar dolar döviz sattı. O zaman da 1 milyar dolar son derece önemli, Merkez
Bankası rezervlerinin ana kalemlerinden bir tanesini oluşturuyor. 1 milyar
dolar döviz sattı, ne zaman sattı? Devalüasyondan hemen önce yani Türk
parasının değeri yüzde 78 oranında devalüe edilmeden, değer kaybı yaşamadan
hemen önce. Yarı fiyatına sattı yani. Yarı fiyatına sattı, peşinden devalüasyon yaşandı yani döviz patladı. Bir gün sonra… 1
milyar dolar… Ve Türkiye o gün yaklaşık olarak 500-600 milyon dolar kaybetti,
500-600 milyon dolar para kaybetti, yani devalüasyondan
önce bu satışı yapmamış olsalardı devletin bu kadar zararı olmayacaktı. Kime
satıldı? Bankalara satıldı. Onların hepsinin isimleri var ama mevzuat gereği
açıklayamıyoruz, bankalara satıldı.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Raporda var, açık onlar, açık;
açıklayabilirsin!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Gelelim 2001 yılına. 2001 yılında
tablo daha da vahim arkadaşlar, tablo daha da vahim.
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – İktidarda kim vardı Sayın Başkan?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Arkadaşlarımız soruyorlar “2001
yılında kim iktidarda?” diye. Tekrar edelim: Demokratik Sol Parti, Milliyetçi
Hareket Partisi ve ANAVATAN Partisi iktidarda.
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – 94’te kim vardı?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – 94’te, sanıyorum Sayın Çiller’in
dönemiydi.
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Ortağı kimdi?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – On sene de geçse, yirmi sene de geçse
bunların unutulmaması gerekir, bunların ibretiâlem olarak her zaman
hatırlanması gerekir, ders kitaplarında da okutulması gerekir ve doktora
tezlerine konu olması gerekir; o kadar önemli hususlar bunlar değerli
arkadaşlar.
Gelelim 2001 krizine. Ne oldu 2001 krizinde? Şimdi, kasım ayında
çok ciddi dalgalanma yaşandı, Kasım 2000 tarihinde Türkiye'de çok ciddi
dalgalanma yaşandı, döviz üzerinde büyük baskı oluştu. Hükûmet
ve Merkez Bankası dövize olan bu baskıyı azaltmak için faizleri yükseltti yani
“Para dövize gitmesin, devalüasyon olmasın.” diye
faizleri yükseltti. Faizler biliyorsunuz 3 bin, 4 bin, 5 binlere kadar çıktı
gecelik. Tabii böyle bir yapının uzun süre götürülmesi mümkün değil. O arada
tabii, IMF heyetleri gelip gitmeye başladılar. Artık herkesin beklentisi şu:
Dövizdeki fiyat patlaması kaçınılmaz, döviz patlayacak. Bunu herkes, gazeteler
yazıyor, bütün dünyadaki ekonomik raporlar, yayınlanan ekonomik raporlar,
içerideki bankaların raporları, hepsi bunu bangır bangır
bağırıyor, televizyonlar bangır bangır bağırıyor, köşe
yazarları yazıyor “Devalüasyon geliyor, döviz patlayacak.” diye, şubat
krizinden hemen önce; açın bakın. Ve 19 Şubata gelindiğinde, o dönemde de çıpaya bağlı bir kur sistemi uygulanıyor, sabit kur sistemi
gibi bir şey.
ZEKERİYA AKINCI (Ankara) – Geçen yıl da ondan önceki yıl da hep
aynı şeyi anlattın!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Ve 19 şubat
tarihinde, o güne kadar hep döviz satan bankalar, 6 milyar dolar Merkez
Bankasından döviz talep ediyorlar. Hepsi belgeli bunların, hiç şeysiz… 6 milyar
dolar döviz talep ediyorlar. Ne zaman? 19 Şubat 2001 tarihinde. 19’unda talep
ediyorlar, 20 opsiyonlu yani 20’sinde alacak, bir gün
sonra alacak fakat bankaların döviz alacak Türk liraları yok, dövizi satın
alamıyorlar bu nedenle, iptal ediliyor. Yani, 6 milyar dolar, kayda giriyorlar,
Merkez Bankasına bilgisayardan online olarak
giriyorlar -bankacı arkadaşlarımız bilirler- 6 milyar dolar fakat bankalarda TL
yok; TL olmadığı için iptal ediliyor ve alamıyorlar.
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Bugünü anlat Sayın Canikli,
bugünü!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – 20’sinde de fazla alım yok, esas
alımlar 21’inde; 3,5 milyar dolar satılıyor, 3,5 milyar dolar. Ha, bu arada,
serbest piyasada da dolar hareketlenmeye başladı. 20-21 Şubat…
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Başka bir şey yok mu? Onları anlat!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – 20-21 Şubat, serbest piyasada dolar
hareketlenmeye başladı ama Merkez Bankası hâlen eski kurdan bu satışları
yapmaya devam ediyor…
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – 750 milyon dolar…
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – …ve satışlar gerçekleştiriliyor.
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Çalık’a verdiğiniz…
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Piyasada doların fiyatı 984 bin, 990
bin lira, Merkez Bankası aynı saatte 684 bin liraya satıyor 1 doları.
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – 750 milyon doları kime verdiniz?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Kime satıyor?
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Vatandaş öğrensin bakalım!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bankalara, yüzde 55’i yabancı banka
değerli arkadaşlar, yüzde 55’i yabancı banka.
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – 750 milyon dolar ne oldu?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Hatta bir yabancı banka, bir Amerikan
bankası tam 1 milyar 63 milyon dolar döviz satın alıyor. Hangi kurdan? Artıştan önceki kurdan. Ne kadar? 684 bin lira. Kur o saatte
piyasada 1 milyon lira civarında. Düşünebiliyor musunuz? Aynen
olay bu. Hepsi, mahkeme…
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Hesabını sorun o zaman!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Biraz sonra okuyacağım, konuşacağız,
ayrıntılı konuşacağız. Bunları herkesin bilmesi gerekiyor. Mahkeme kararı var 2007
tarihinde. O nedenle, mahkeme kararını bekliyorduk. Onun için, hepsini...
Lütfen, rahatsız olmayın.
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Çalık Grubuna verdiğiniz krediyi
söyle!
BAŞKAN – Sayın Aydoğan…
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bakın, bu itirazların bugün yapılması
gerekmiyor değerli arkadaşlar…
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Çalık Grubuna…
BAŞKAN – Sayın Aydoğan, sürekli
konuşuyorsunuz yerinizden.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bu itirazların sekiz buçuk yıl önce
yapılması gerekiyordu, geç kaldınız. Sekiz buçuk yıl önce... (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Ve bu satışlar gerçekleştiriliyor..
Neden? Merak ettim yani ısrarlı bir şekilde 21 Şubat niye bekleniyor? Bakın,
bankalardan döviz almak istiyor yabancı bankalar, başı onlar çekiyor, altı tane
yabancı banka ama TL’leri yok, döviz alacak TL’leri yok. Merkez Bankası
bekliyor, bekliyor Merkez Bankası. 19’unda alamıyorlar, 20’sinde alamıyorlar,
21’inde alıyorlar. Neden? 21’inde ellerine TL geçecek. O gün, hazinenin itfası
var yani hazinenin vadesi dolan borç geri ödemesi var değerli arkadaşlar, 21
Şubatta. Onun için 21 Şubatı bekliyorlar. 21 Şubatta hazineden vadesi dolan
alacaklarını alacaklar ve dövize yatıracaklar. Aynen böyle oluyor.
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Aynen böyle, bir cepten bir cebe…
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Aynen böyle oluyor. Yani bunu hiçbir
yerde göremezsiniz, tarihin hiçbir döneminde böyle bir şey yaşanmamıştır.
Dünyanın hiçbir ülkesinde de böyle bir tablo oluşmamıştır değerli arkadaşlar,
Türkiye’de oluşmuştur.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Soruşturma niye açmadınız Sayın Canikli?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bu, gerçekten inanılmaz bir şekilde,
kahredici, yıkan tablolardır insanları.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Niye soruşturma açmadınız Sayın Canikli?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Geleceğim, hepsine geleceğim, rahat
olun. Kafanızdan geçen tüm sorulara cevap vereceğim. Soruşturma açıldı Sayın Kılıçdaroğlu. Merak etmeyin soruşturma açıldı, okuyacağım
şimdi, okuyacağım ve bankalara o gün…
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Yüce Divana niye götürmediniz?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bakın, isterseniz direkt mahkeme
kararından başlayalım. Çok acele ediyorsunuz, o zaman sizi bekletmeyeyim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sabırsızlanıyorlar.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bu konular mahkemeye intikal ediyor.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma açıyor. O dönemde de Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı Sayın Sabih Kanadoğlu.
Önce, isterseniz Savcının iddianamesinden başlayayım ve bu, en son Yargıtayca onanması 2007 yılında gerçekleştiriliyor. Yani
şu soru önemli: Hükûmetin haberi var mıydı?
Öngörülebilir miydi? Merkez Bankası bunu önceden öngörebilir miydi böyle bir
baskıyı? “Dövize yoğun talep var, tedbirimizi alalım ve ucuza döviz satmayalım,
ülkenin kaynaklarını peşkeş çekmeyelim, boşaltmayalım, yabancı bankalara bu
kadar inanılmaz bir şekilde bu milletin kaynağını aktarmayalım.” diyebilirler
miydi? Böyle bir imkân var mıydı? Bunu şimdi mahkemeden… Mahkeme kararıyla
tespit edilmiş bir, kaynakların boşaltılmasıdır, kaynakların boşaltılması
operasyonudur.
Önce iddianameyi okuyorum: “Suç tarihinde Merkez Bankası döviz
rezervlerine spekülatif bir saldırı olmuş, ülke
ekonomisinin uzun dönemli çıkarı ilan edilen politikalardan daha önemli olduğu
gerçeği göz ardı edilerek, sanık tarafından döviz çıkışına izin verilmesi
şeklinde etken fiil ile devlet hazinesini zarara uğratmasına sebebiyet
vermiştir. 19-20-21 Şubat 2001 tarihinde 5 milyar 188 milyon 900 bin Amerikan
doları döviz satmıştır. Bu miktardaki satış, saldırının büyüklüğünü ve
olağandışı bir uygulama yapıldığını göstermektedir. Bu miktardaki satışın, 59
banka ve 3 özel finans kurumu, 22 yetkili müessese olmak üzere toplam 84 kuruma
yapıldığı, satılan dövizin yüzde 55’ini satın alan yedi yabancı bankanın
aktiflerine girmediği…” Yani başkaları için almış, kendi ihtiyacı için değil, spekülatif amaçlı. “…gibi bu alımları finanse edecek TL
varlıkları mizanlarında dahi yer almadığı…” Yani 21 Şubat tarihinde dahi bu
para satılırken, bankalar bu dövizi alırken mizanlarında Türk lirası gözükmüyor
değerli arkadaşlar. Neden? Çünkü o itfa edilecek olan para akşam saatlerinde
geliyor Merkez Bankasından ancak ondan sonra ödeyebiliyorlar ve o alışveriş
yapıldığında, yani bankalar dövizi satın aldığında, aktiflerinde, mizanlarında
ödeyecek TL yok. Satış bu şekilde yapılıyor.
Devam edelim: “Bu nedenle, işlem günü TL karşılığı olmadığı hâlde
Merkez Bankası kaynaklarından bankalara ve yetkili kuruluşlara dolar satıldığı,
şubat krizinden önceki o on üç aylık dönemde net döviz satıcısı olup 2 Şubat
2002 tarihli bilirkişi raporunda belirtilen altı yabancı bankanın bu dönemde
birdenbire döviz alıcısı olarak hareket etmeleri, Merkez Bankası kaynaklarına
bu derece yoğunlukta yapılan bir talep karşısında sanığın basiretli bir
yönetici gibi davranmayarak döviz hareketlerini ve piyasa derinliğini ve o
günkü ekonomik durumu bilen yetkili ve görevli bir kişi olarak gerekli
müdahaleyi yapmadığı, kendisine verilen sorumluluk gereği döviz rezervlerini
ülkenin ekonomik menfaatine uygun şekilde yönetmediği, sanığın savunmasının
aksine, hiçbir yasal hüküm kendisine döviz satma zorunluluğu getirmediği,
IMF’ye verilen niyet mektubu, net iç varlıklarla ilgili performans kriteri gerekçe gösterilerek döviz satımlarını engellemesi
mümkünken yapılmadığı…”
RIDVAN YALÇIN (Ordu) – Kim bu sanık Sayın Canikli?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – “…ülke ekonomisinin uzun vadeli
çıkarlarının gözetilmediği, çalışma saatleri dışında dahi döviz satışı
yapılmasına izin verildiği…”
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Çalışma saatleri dışında yapılıyor!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Evet, aynen öyle, aynen öyle.
“…çalışma saatleri dışında dahi döviz satışına devam etmesine izin
verildiği, 20 Şubat 2001 tarihinde saat 19.20’de yapılan işlem gördüğü, bu
eylemin dahi tek başına görevi kötüye kullandığının bir göstergesi olduğu,
bankalara yapılacak döviz satışlarında döviz efektif piyasaları işlem limitinin
belirlenmesi gerektiği…” Yani limitleri de aşıyor, ona rağmen limit üstü satış
da yapıyor. Bunlar hep mahkeme dosyası ve bakın, bir şey daha var: “Ayrıca,
sanığın, Halk Bankasında Posta Şubesinde bulunan…”
KAMER GENÇ (Tunceli) – Merkez Uzlaşma Komisyonunda…
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – “…19 Şubat 2001 tarihinde vadesi
dolan…”
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri…
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – “…53 milyar lira tutarındaki
parasıyla…”
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan… Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Canikli…
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Sanığın kendi şahsi parası, TL
hesabı, Halk Bankasında…
BAŞKAN – Sayın Canikli, bir saniye…
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Buyurun.
BAŞKAN – Değerli milletvekili arkadaşlarım, Hatip konuşurken bazı
arkadaşlarımız sürekli yerlerinden laf atıyorlar, sözle kesmeye çalışıyorlar.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, ama yani…
MUHARREM İNCE (Yalova) – Katkıda bulunuyorlar Sayın Başkan,
katkıda bulunuyorlar.
BAŞKAN – Size, hepimizin uymak zorunda olduğu İç Tüzük’ün 65’inci
maddesini hatırlatıyorum: “Genel Kurulda söz kesmek, şahsiyatla uğraşmak ve
çalışma düzenini bozucu hareketlerde bulunmak yasaktır.” Bunun İç Tüzük’te
müeyyidesi vardır, disiplin hükümleridir. On yıldır uygulanmamıştır. Beni,
hiçbir milletvekili arkadaşımın disiplin hükümlerini uygulamak zorunda
bırakmayacağına inanıyorum. Lütfen Hatibi sükûnetle takip ediniz ve izleyiniz.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan…
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Evet, değerli arkadaşlar…
BAŞKAN – Sayın Genç, size, bakın, uyarı cezası vermek zorundayım.
Geçmişte de bu cezaları çok aldınız, tekrar başlatmayın.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Bizi cezayla mı korkutuyorsunuz yani!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – “…ve sanığın…”
BAŞKAN – Sayın Canikli, bir saniye…
III.- DİSİPLİN CEZALARI
1.- Tunceli Milletvekili Kamer
Genç’e uyarı cezası verilmesi
BAŞKAN – Değerli milletvekili arkadaşlarım, İç Tüzük’ümüzün
158’inci maddesine göre, Sayın Genç, sükûneti ve çalışma düzenini bozucu
hareketlerine devam ettiği için kendisine uyarma cezası veriyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Devam ettiğiniz takdirde sizi Genel Kuruldan çıkartmak
için Genel Kurula öneride bulunacağım.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Benim savunma hakkım var.
BAŞKAN – Lütfen… Lütfen oturunuz yerinize! Lütfen oturunuz!
KAMER GENÇ (Tunceli) – Benim savunma hakkım var.
BAŞKAN – Lütfen oturunuz. Size söz vermedim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Savunma hakkım var.
BAŞKAN – Sayın Genç, size söz vermedim. Bakın, bir kez daha uyarı
cezası vermek zorunda bırakmayın beni.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Benim savunma hakkım var, bana söz vermek
zorundasınız.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Savunma hakkı var, savunma hakkı.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Savunma hakkı var.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Benim savunma hakkım var.
BAŞKAN – Size birleşim bitmeden savunmanız için söz vereceğim,
lütfen yerinize oturun.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Ama cezayı verdiniz şimdi.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Savunma hakkım var, vermek zorundasınız.
BAŞKAN – Birleşim bitmeden, aynı birleşim içerisinde size söz
imkânı vereceğim. Şimdi Hatibi dinlemeye lütfen sükûnetle devam edin.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ama benim savunma hakkım var.
BAŞKAN – Lütfen yerinize oturun.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Savunma hakkımı vermek zorundasınız.
BAŞKAN – Lütfen yerinize oturun Sayın Genç. Lütfen…
II.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2010 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/759) (S. Sayısı:
442) (Devam)
2.- 2008 Yılı Merkezi
Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki
İdare ve Kurumların 2008 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk
Bil-dirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/728, 3/934) (S. Sayısı: 443) (Devam)
BAŞKAN – Sayın Canikli, buyurun.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Devam ediyorum iddianameyi okumaya: “…Ve Halk Bankasında Posta
Şubesinde bulunan, 19/2/2001 tarihinde vadesi dolan 53
milyar TL tutarındaki parası ile vadesi 1/3/2001 tarihinde dolacak olan -henüz
vadesine on bir gün var, yaklaşık olarak on bir gün var- 2 milyar 175 milyon
lira parasını vadesinden önce… aracılığıyla bozdurup
83.952 Amerikan dolarına çevirerek vadesiz döviz hesabına yatırdığı, dalgalı
kura geçileceğini bildiği…” Yani devalüasyon olacağını
bildiği anlamına geliyor.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Canikli,
bu sanık kim acaba, sanık? Sanığın ismi yok.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Müsaade edin…
Bakın, “…kendi mali haklarını korumak için dolar hesabına geçtiği,
sanığın kendi ekonomik durumunu korumada gösterdiği hassasiyeti devlet
kaynaklarını korumada göstermediği, hazinenin önemli bir miktar döviz
rezervinin erimesine sebebiyet verdiği, böylece müteselsilen
görevini kötüye kullandığı…”
YILMAZ TANKUT (Adana) – Cezalandırın.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bir de hüküm kısmını okuyayım, bakın,
bir de hüküm. Mahkeme ne hüküm vermiş? Hüküm…
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sanık kim, sanık?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Söyleyeceğim.
Sanığın Merkez Bankası Başkanı olarak çalışma saatleri dışında
döviz satımına müsaade ettiği, 19 Şubat 2001 tarihinde 83.952 Amerikan dolarına
çevirmek suretiyle müteselsilen görevini kötüye
kullandığından, Türk Ceza Kanunu’nun 240’ıncı maddesine göre cezalandırılmasına
karar veriyor.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sanık kim?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Ve bu karar daha sonra 2007 tarihinde
Yargıtay tarafından tasdik ediliyor, onaylanıyor değerli arkadaşlar.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sanık kim, sanık?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Yani mahkeme kararıyla sabit ki 19,
20 ve 21 Şubat tarihlerinde Merkez Bankasının kaynakları, bu milletin
kaynakları, Merkez Bankasının kasaları boşaltılıyor.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Canikli,
sanığı da söyle; sanığın ismini telaffuz etmek zorundasın.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Mahkeme kararıyla sabit arkadaşlar.
Bunu hiç kimse tevil edemez, kimse başka bir anlama çekemez.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Yargıya güveniyorsun yani Sayın Canikli, yargıya güveniyorsun!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Elbette yargıya güveniyoruz, yargı
kararını okuyorum.
Şimdi, bakın…
KADİR URAL (Mersin) – Başbakanın zimmetinden bahset, Başbakanın!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Peki, hükûmetin
sorumluluğu, en hafif ifadeyle siyasi sorumluluk…
KADİR URAL (Mersin) – Başbakanın zimmetinden bahset!
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, biraz önce bir uyarıda bulundum…
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Hükûmet en
azından siyaseten sorumlu.
KADİR URAL (Mersin) – Kalpazanlıktan bahset!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Mahkeme diyor ki: “Merkez Bankası
Başkanı kendi çıkarını korumak için TL hesabındaki parasını vadesinden on bir
gün önce çekiyor ve dövize çeviriyor.” Ne zaman? 19 Şubat tarihinde. Bunu
yaparken, sorumlu olduğu, görevli olduğu, yetkili olduğu Merkez Bankasındaki
dövizleri korumuyor, onlar için gerekli tedbirleri almıyor, gereğinden önce
gerekirse dalgalı kura geçilerek bu saldırıyı savuşturmayı denemiyor. Peki, hükûmet nerede, hükûmet kim? Hükûmet ne iş yapar?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Siz ne yaptınız?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Hükûmet ne
iş yapar? Merkez Bankasının kaynakları bu şekilde yabancılara peşkeş çekilirken
ve soydurulurken…
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hortumlanırken!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – …seyir mi eder değerli arkadaşlar? Ne
yapar? Hükûmet tedbir alır, hükûmet
müdahale eder. Zaten o dönemde henüz Merkez Bankasının özerkliği söz konusu
değildi ve bütün bu uygulamalardan da aynı anda hükûmet
de sorumlu. Dolayısıyla, hükûmet hem siyaseten sorumlu
hem ahlaken sorumlu, her açıdan sorumlu, tartışmasız bir şekilde. Ha, neden?
Şimdi, diyorlar ki…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sanık kim?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Hükûmeti
arkadaşlarımız tekrarlamamı istiyorlar: 57’nci Hükûmet
yani Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve Anavatan Partisi.
Bir de şunu hatırlatayım değerli arkadaşlar: Şimdi, diyorlar ki: “Hükûmetin sorumluluğu yok.” diyorlar ya da “Hükûmete niye dava açılmadı, Yüce Divana gönderilmedi?”
Gönderilse ne olur gönderilmese ne olur, ki bakın,
önemli…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Niye göndermediniz, niye?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Bir dakika Sayın Başkan…
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Müsaade edin. Daha önce onlar
söylediği için söylüyorum. Müsaade edin, bakın…
KADİR URAL (Mersin) – Gönder Canikli,
gönder! Biz sizi kalpazanlıktan göndereceğiz, biz sizi zimmetten göndereceğiz,
sen gönder!
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri… Sayın Ural…
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Şimdi bakın, değerli arkadaşlar,
Merkez Bankası Kanunu’nda neden hükûmetle ilgili bir
örtülü af getirildi, şimdi onu anlatacağım size. Örtülü af getirildi, sorunuzun
cevabı burada.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Hayır, siyaseten siz niye…
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bunlar hiç konuşulmadı, konuşacağız
bunları. Merkez Bankası Kanunu, 1211 sayılı Kanun bu olaydan sonra
değiştiriliyor, ciddi bir değişiklik yapılıyor. Değiştirilen hükümlerden bir
tanesi de Merkez Bankasının görev, yetki ve sorumluluklarını düzenleyen 4’üncü
maddesi. 4’üncü maddesinin (h) bendi değiştiriliyor. Değiştirilmeden önce
nasıl, onu bir okuyayım ben size isterseniz. Değiştirilmeden önce… Ne zaman
değiştiriliyor? Yine o da 2001 yılında ve nisan ayında, 25 Nisan 2001 tarihinde
değiştiriliyor. Değiştirilmeden önceki 4’üncü maddenin (h) fıkrasını okuyorum,
Merkez Bankasının görev ve yetkilerini düzenleyen madde: “İlgili mevzuat ve
Hükümetçe alınacak kararlar çerçevesinde altın ve döviz rezervlerini, ülke
ekonomik menfaatlerine uygun şekilde yönetmek.”
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Hâlâ on yıl öncesinde boğuşuyorsunuz.
Bugünü anlatın bugünü, yarını konuşun!
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Hükûmete
bağlı yani.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Evet.
Yani bu tür uygulamalar, döviz rezervlerinin yönetiminde hükûmetin alacağı kararlar çerçevesinde Merkez Bankası
yönetiyor ve bir de ülkenin menfaatlerini göz önünde bulundurarak yönetiyor. Değişiklikten önceki hüküm bu. Peki, ne hâle getiriliyor? Şu
hâle getiriliyor bu hüküm, sadece şu: “Ülke altın ve döviz rezervlerini
yönetmek.” Merkez Bankasının görevi ülke altın ve döviz rezervlerini yönetmek
hâline getiriliyor. Ne çıkarılıyor, hangi ibare çıkarılıyor metinden? Bir:
“İlgili mevzuat ve Hükümetçe alınacak kararlar çerçevesinde” ifadesi, ibaresi
çıkartılıyor. Bu neyi sağlıyor? Hükûmetin
sorumluluğunu ortadan kaldırmayı hedefliyor. Artık hükûmetin
sorumluluğu yok. Neden? Tek sorumlu Merkez Bankası hâline getiriliyor. “Ülkenin
döviz rezervlerini yönetmek.” diyor.
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Hükûmet
bostan korkuluğu mu!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – İkincisi: “Ülke ekonomik
menfaatlerine uygun şekilde” ifadesi çıkartılıyor. “Ülke ekonomik menfaatlerine
uygun şekilde” olan ifade metinden çıkartılıyor, yasa metninden çıkartılıyor.
Ülkenin ekonomik menfaatlerine uygun yönetmeyeceksiniz de kimin menfaatlerine
uygun yöneteceksiniz değerli arkadaşlar?
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Canikli
“Siyasi sorumluluk var.” diyorsanız niye bir araştırma önergesiyle Yüce Divana
gitmediniz?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Evet, sorunun cevabı bu. Dolayısıyla,
hiç boşuna kimse, yani kusura bakmasın, bu konularda başka yerlere çekmeye
çalışmaya gerek yok. Olay çok açık ve net. Tarihte hiç
kimse böyle bir şeyle karşılaşmadı, hiçbir zaman Merkez Bankasının kaynakları
haksız bir şekilde yüzde 55’le yabancılara peşkeş çektirilmedi değerli
arkadaşlarım, mahkeme kararıyla sabit, artık kapatılacak bir şey değil,
kapatılma ihtimali söz konusu değil.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Gel sorumluları beraberce Yüce Divana
gönderelim.
KADİR URAL (Mersin) – Sayın Canikli,
gönder Yüce Divana.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Ha, bu neden önemli?
BAŞKAN – Sayın Ural… Sayın Ural… Sayın Ural, dinler misiniz beni.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bu dönemde iktidar olup da Merkez
Bankasının kaynaklarını, milletin paralarını korumayan, koruyamayanların…
BAŞKAN – Sayın Canikli bir saniye. Sayın
Ural…
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – …gelecekte aynı tavır içerisinde
olmayacaklarının garantisi var mı? Yok.
KADİR URAL (Mersin) – Uyar Sayın Başkanım, uyar.
BAŞKAN – Sizi de uyarıyorum.
KADİR URAL (Mersin) – Yüce Divana göndersin efendim.
BAŞKAN – Bakın sesiniz, ses tonunuz o kadar güçlü ki mikrofonla
konuşan hatibin sözünü bile bastırıyor. Buna hakkınız var mı? Lütfen…
KADİR URAL (Mersin) – Allah vergisi Sayın Başkanım, ne yapayım.
BAŞKAN – Sizi de uyarıyorum. Lütfen, beni İç Tüzük hükümlerini
uygulamak zorunda bırakmayın.
Buyurun Sayın Canikli.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, 2009’da AK
PARTİ hükûmetleri de kriz yönetti. AK PARTİ hükûmetleri… 2009’da yaşadığımız krizde de TL’de değer
kaybı yaşandı, dövizin fiyatı arttı. O dönemde de, bu dönemde de yoğun bir
şekilde Merkez Bankasının ucuza döviz satması için talepler meydana geldi. Açın
gazeteleri, bakın.İnanılmaz bir şekilde, köşe
yazarlarından siyasilere kadar “Efendim,
Merkez Bankası döviz satsın, yurt dışı döviz borcu olanların ucuza döviz
almasını sağlasın.” dediler koro hâlinde. Bir tek kuruş döviz satmadık. 70
milyar dolar, 71 milyar dolar -altın hariç- döviz rezervi olduğu gibi duruyor.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar) Milletin parası böyle korunur. Ve bu kriz de
dünyanın yaşadığı en büyük kriz. 1994 ve 2001’deki krize göre de dışarıdan
gelen, dış şoklardan gelen, dış şokla beslenen bir kriz, bizim üretmediğimiz
bir kriz. Orada boşaltıldı ama biz sonuna kadar savunduk ve o milletin
parasını, o milletin hakkını koruduk. O nedenle kriz lobisinin AK PARTİ hükûmetlerini sevmediğini biliyoruz. Çünkü hep alışmışlar
geçmiş yıllarda, kriz lobileri krizden enerji üretirler, para kazanırlar, hem
de ne paralar. Örneklerini verdim, net olarak verdik, 1994’te, 2001’de. Bir tek
2009 krizinde bu haksız kazancı sağlayamadılar. Alışmışlar çünkü geçmişte, hep
böyle görmüşler. Birdenbire önleri kapatılınca, milletin parası, kaynağı çarçur
edilmeyince gerçekten bize o açıdan çok saldırdılar, “Yanlış yapıyorsunuz.”
dediler, yani “Ülkeyi mahvediyorsunuz.” dediler, “Satın, ucuza döviz satın,
döviz borcu olanlar bunu alsınlar ve borçlarını ödesinler.” dediler değerli
arkadaşlar. Bunları hep yaşadık. (MHP sıralarından gürültüler) Dolayısıyla,
aradaki fark bu işte, AK PARTİ hükûmetleriyle
diğerleri arasındaki fark bu. Bunun için bu Hükûmete
bir teşekkür gerekmez mi değerli arkadaşlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova) – Ona Cemil Çiçek cevap verecek, o dönemde
bankalardan sorumluydu. Cemil Çiçek’in cevap vermesi lazım.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – En çok tartışılan konulardan bir
tanesi de bu faiz meselesi.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Söz hakkı verilmesi lazım Cemil
Çiçek’e.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Zaman zaman
muhalefete mensup arkadaşlarımız çıkıyorlar, “İşte, şu kadar faiz ödüyorsunuz,
bu kadar faiz ödüyorsunuz…” Belki biraz sonra yine bu
kürsüden şöyle hesap yapılacak, denilecek ki: AK PARTİ’nin
iktidar olduğu yedi yıllık dönemde Türkiye'nin 361 milyar lira faiz ödediğini
-225 milyar dolara tekabül ediyor yaklaşık olarak- ve bununla -yani 2,5 milyar
dolara bir Atatürk Barajı yapıldığı hesap edilirse- onlarca baraj yapılacağını,
işte binlerce hastane yapılacağını, okul yapılacağını söyleyecekler,
söylediler, muhtemelen yine söyleyecekler.
Arkadaşlar, rakamlar aslında masumdur ama rakamlara günah işletilebilir.
Nasıl? İşte, bu şekilde.
OKTAY VURAL (İzmir) – Başbakanın yaptığı gibi.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Doğru, gerçekten üst üste
topladığınız zaman 2003’ten itibaren 2009’un sonuna kadar yaklaşık olarak faize
ödenen rakam 361 milyar lira. Doğru, buraya kadar doğru, yani
rakamsal bir gerçek zaten. Doğru olmayan şu: Eğer AK PARTİ olmasaydı bu
faiz ödemesi ne kadar olurdu? (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)
SÜLEYMAN TURAN ÇİRKİN (Hatay) – Nereden bileceğiz?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Ben söyleyeceğim, merak etmeyin. Biz
dersimize çalışıyoruz, biz hesabını kitabını yaptık, o şekilde çıktık
karşınıza. Merak etmeyin, söyleyeceğim ben size.
Şimdi bakın, 1990’da faiz ödemelerinin bütçe içindeki payı
yaklaşık yüzde 20 civarında. Yani 100 liralık bir bütçe düşünün, bunun 20
lirası faize gidiyor. O tarihten itibaren yine kesintisiz olarak çok değişik
siyasi partiler hükûmete geldi, hükûmetler
oldu. Bütün bu hükûmetler döneminde kesintisiz olarak
bütçe içerisindeki faizin payı artmış, kesintisiz bir şekilde artmış. 1999’da
yüzde 20 olan bu oran, rakam, 2002 yılına gelindiğinde yüzde 44,7’ye çıkmış.
Yani, 2002 yılında 100 liralık bütçe harcamasının, toplam bütçe ödeneğinin
içinde faizin payı 44,7 değerli arkadaşlar, yüzde 44 ve ondan sonra... (AK
PARTİ sıralarından “Hükûmet kim Sayın Başkan?”
sesleri) Bütün hükûmetler var, istisnasız bütün hükûmetler var. Sayın Demirel de var, Sayın Demirel de var.
BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) – Sayın Erbakan...
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Yani, şimdi, 57’nci Hükûmetten en son devraldığımızda da oran 44,7 ve bu
tarihten itibaren kesintisiz bir şekilde bu oran düşmeye başlıyor. Kesintisiz…
Hani bir yıl dersiniz ki tesadüfen düştü, ikinci yıl düştü şans eseri düştü,
üçüncü yıl denk geldi diyelim. Yani, hep diyorsunuz ya, dışarıda bolluk vardı.
Dışarıda bolluk 94-2001 krizlerinde vardı esas. Dünyada, güllük gülistanlıktı
değerli arkadaşlar, bolluk çoktu ama Türkiye’de kan gövdeyi götürüyordu.
Ekonomik anlamda söylüyorum.
Şimdi, bakın AK PARTİ iktidara geldikten sonra oranlar kaça
düşüyor: Oranlar hızlı bir şekilde 2003’te 41’e düşüyor, 2004’te 37’ye, 2005’te
28’e, 2006’da 25’e -yüzde 25’e- 2007’de 23,9’a, 2008’de 22,2’ye ve 2009’da
-kriz yılı- 20,8’e düşüyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Yani, bütçenin
içindeki faiz ödemelerinin payı, 2002 sonunda yüzde 44,7’den 2009 sonunda yüzde
20’ye düşüyor değerli arkadaşlar. Anlamı nedir? Daha önce 100 liralık bütçeden
45 lirasını, yaklaşık olarak, faize veriyordunuz. Kaça düşmüş? 20’ye düşmüş.
Eğer AK PARTİ değil de herhangi başka bir hükûmet
olsaydı -AK PARTİ hükûmetleri değil de- ne olacaktı?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Daha da aşağı inecekti.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Daha aşağı düşecekti.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Çok büyük bir ihtimalle bu oran yine
yükselmeye devam edecekti. Neden? Çünkü hep yükselmiş geçmişte. Hadi diyelim ki
yükselmedi. AK PARTİ dışında bir hükûmet, diyelim ki
iyi yönetti ve o oranı aynen korudu, koruduğunu varsayalım, korumuş olduğunu
varsayalım.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Daha da aşağı düşecekti.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Kaçta kalacaktı? 44,7’de kalacaktı ve
o şekilde bir hesaplama yaptığınızda ne kadar tasarruf yapılmış biliyor musunuz
değerli arkadaşlar? Yedi yılda tam 232 milyar lira tasarruf yapılmış en az.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Niye borçlandınız o zaman?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – AK PARTİ hükûmetleri
sadece faizden 232 milyar lira tasarruf elde etmişler. Alkışlanması gerekmez
mi, takdir edilmesi gerekmez mi? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Borç niye 2 katına çıktı, onu söyle.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Ya da soruyu şöyle sormak lazım: Eğer
AK PARTİ Hükûmeti olmasaydı tasarruf edilen bu 232
milyar lirayla kaç tane baraj yapılabilirdi, kaç tane baraj giderdi? Hani
hatırlar mısınız arkadaşlar? 2002 yılında AK PARTİ hükûmete
gelmeden önce hep bize kaynak soruyorlardı. İşte kaynak! Kaynak burada,
otoyolların kaynağı burada, hızlı trenin kaynağı burada; bu, işte bu, 232
katrilyon lira! Yani faizi azalttık, diğer harcamalara kaynak ayırdık, kaynak
burada. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Bu alkışlanmaz mı?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – KÖYDES’in
kaynağı burada, BELDES’in kaynağı burada ve
beğenmediğiniz kömür yardımlarını da içerecek şekilde fakir fukaraya yaptığımız
yardımların kaynağı burada, çocuklarımızın sıralarına konulan ücretsiz
kitapların kaynağı burada, özürlülere bağlanan maaşların kaynağı burada.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Hortumun da orada, hortumun.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – 2010 bütçesinde tarıma ayrılacak 8
katrilyon liranın kaynağı burada, arkadaşlar, kaynak burada. Sizin aklınız
ermeyebilir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Gelecekten bahsetmiyorum, bakın, bu da son derece önemli.
Yaptıklarımızdan, AK PARTİ hükûmetlerinin
yaptıklarından, başarılarından bahsediyorum değerli arkadaşlar, “cek, cak” demiyorum, olandan
bahsediyorum. Bunu herkesin kabul etmesi gerekiyor. Yani şimdi siz bu kaynağa
buna rağmen karşı çıkıyorsanız bunun takdirini de gerçekten millete
bırakıyorum.
Bakın, bir önemli ayrıntı da şu, faiz konusunu kapatmadan: Kriz
dönemlerinde faiz ödemeleri patlamış bütçe içerisinde. Yani bu, 94 krizi için
de geçerli, diğer krizler için de geçerli, 2001 krizi için de geçerli, 2002’den
önceki tüm krizler için geçerli. Kriz olduğu zaman bir anda faiz ödemeleri çok aşırı
bir şekilde üst noktalara gelmiş, yukarılara çıkmış. Bakın, örneklerini
vereyim. 1994 krizinde faiz ödemelerinin bütçe içindeki payı 23’ten 33’e
çıkmış, 10 puan birden artmış yani bugünkü rakamlarla hesap ettiğiniz zaman
yaklaşık 28 katrilyon bir yılda, bir krizde artmış. 2000 Kasımında -orada da
bir kriz yaşandı biliyorsunuz- yüzde 38’den 43’e çıkmış. 2001 Şubat krizinde
yüzde 43’ten 51’e çıkmış. 2009 krizinde 22’den 20’ye düşmüş değerli arkadaşlar.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Ne oldu?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Ne oldu? Bu oldu işte, bu oldu. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – İnsanlar aç değildi, şimdi insanlar aç.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bu ne kadar anlamlı biliyor musunuz,
ne kadar önemli. Yani başkaları geliyor, bu ülkenin bütün ekonomik dengelerini
mahvediyor, bozuyor, allak bulak ediyor, okunamaz, yönetilemez hâle geliyor.
Bir bütçe düşünün, bütçenin 100 lirasının yarısını faize aktarıyorsunuz. Bu
bütçe yönetilebilir mi arkadaşlar?
AKİF AKKUŞ (Mersin) – Emekli aç, vatandaş aç. “Sayın Başbakan,
açım.” diye bağırıyor vatandaş.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bu ülkenin yatırımlarına nasıl kaynak
aktaracaksınız? Tarımını nasıl destekleyeceksiniz? Gariban insanlarına nasıl
para aktaracaksınız? Dolayısıyla sosyal bütçeyi nasıl uygulayacaksınız?
Söyleyelim: Yani dedik ya hani biraz önce, yedi yılda 232
katrilyon lira tasarruf edildi. Bu para nereye aktarıldı? Bu da güzel bir soru.
Şimdi onun irdelemesini yapalım. Yani faiz ödemelerinden elde edilen
tasarruflar, faiz giderlerinden elde edilen tasarruflar nereye aktarıldı?
Faiz giderleri kime ödenir, yani kim faiz geliri elde eder? Parası
olan sermaye sahibi faiz geliri elde eder. Doğru mu? Doğru.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, geçmiş hükûmetler
suçlandı. Yirmi beş yıldır Bakan Cemil Çiçek, savunma hakkı verilsin. Abdülkadir Aksu’ya da savunma hakkı verilsin.
BAŞKAN – Sayın Canikli, sizin de altmış
dakikalık süreniz doldu. Bir önceki gruba verdiğim süre kadar size de süre vereceğim.
Buyurun, konuşmanıza devam edebilirsiniz.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Konuşmada bir kesinti söz konusu
oldu, onu da ilave etmenizi istirham ediyorum Sayın Başkan. Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Buyurun.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Şimdi, faiz ödemelerini kim elde
ediyor? Yüksek gelir grubunda bulunan insanlar elde ediyor ve hükûmetlerin… Ne derse desin… Seçim zamanlarında hükûmetler her şeyi söyler, şunu yapacağız, bunu yapacağız.
Bunların çok fazla bir anlamı yok. Önemli olan nasıl
yönettiği, hangi kararları aldığı. Bu nasıl belli olur? Bütçeyle belli
olur. Paraları nereden topluyorsunuz, kaynakları nereye aktarıyorsunuz; önemli
olan budur, konuşmaların çok fazla bir anlamı yok. Muhalefetteyken ne
söylediğiniz önemli değil, iktidardayken ne yaptığınız önemli. [MHP
sıralarından alkışlar (!)]) Önemli
olan bu. Dolayısıyla şimdi bakalım, ne yapmış hükûmetler?
İktidardayken, bütçenin, ülkenin kaynaklarının, devletin topladığı kaynakların
yarısını faize aktarmış, zengine aktarmış. Biz bunu 20’ye düşürmüşüz, düşmeye
devam edecek.
YILMAZ TANKUT (Adana) – Dilenci yaptınız.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bakın, bu tasarruf bize gerçek
anlamda sosyal bütçe uygulama imkânı sağlıyor. 2010 bütçesine bakalım. 2010
bütçesinde sosyal güvenlik için ayrılan ödenek, öngörülen ödenek 57,8 milyar
lira, tarımsal destek için ayrılan ödenek 8,4 milyar lira -ki 2002 yılında
1,8’di, aşağı yukarı 5-6 kat- reel kesime aktarılan kaynak 6,4 milyar lira,
sosyal yardımlar 13,3 milyar lira.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Borsadan yabancılara ne kadar
kazandırdınız Sayın Canikli, onu da anlatsana.
Borsadan kazandırdıklarınız…
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Toplamı 81,9 milyar lira. Yani 2010
bütçesinde, toplumun fakir kesimine, alt gelir grubunda bulunan insanlara
aktarılacak; olan kaynak doğrudan aktarılacak; ücretler hariç, maaşlar hariç…
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Onu oradan aktarıyorsunuz zaten.
BAŞKAN – Sayın Yıldız, siz konuşmadan duramaz mısınız? Siz
yerinizden konuşmadan duramaz mısınız? Sürekli konuşuyorsunuz, sürekli Sayın
Yıldız.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – …yatırımlar yoluyla yapılacak
aktarmalar hariç. Bunları bir kenara bırakıyorum. Doğrudan bu kesime
aktarılacak kaynak 81,9 milyar lira, bütçenin yüzde 28,6’sı, neredeyse üçte 1’i
değerli arkadaşlar.
Tabii, şimdi, bunun ne anlama geldiğini tam olarak kavrayabilmek
için öncekilerle karşılaştırmamız lazım. O nedenle ben… Yani rahatsız olmayın
bundan, sadece bilimsel bir karşılaştırma yapmaya çalışıyorum, yaptığım bu,
yoksa amacım sizi rahatsız etmek değil. Bakın, 2002 yılında… Elbette kendi
devraldığımız dönemle karşılaştıracağım. 2001’de almış olsaydık o zaman ki
rakamlarla karşılaştıracaktık, 2000’de olmuş olsaydı o yılın rakamlarıyla
karşılaştıracaktık. 2002 yılı bütçesine bakalım: KİT görev
zararı -ki bunu sosyal harcama olarak kabul ettim ben- 772 trilyon lira, sosyal
güvenliğe aktarılan 11,2 katrilyon, tarımsal destekleme 1,8 katrilyon, diğer
cari transferler -ki hepsi değil ama ben yine fazla fazla
yazdım, fazla fazla koyduk- 3,6 katrilyon, toplamı
17,4 katrilyon, bütçeye oranı yüzde 14,8.
AKİF AKKUŞ (Mersin) – Açık nasıl kapanacak, 50 milyar?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Yani 2002 yılında bütçenin yüzde 14’ü
sosyal harcamalar için kullanılıyordu, aktarılıyordu, fakir kesime
aktarılıyordu, 2010 bütçesinde 2 katı, yüzde 28,6’sı aktarılıyor. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Bir başka ifadeyle, 2002 yılında bütçenin 44,7’si faiz
elde edenlere aktarılıyordu yani zengine, sermaye sahibine aktarılıyordu. Fakir
fukaraya ne kadar aktarılıyordu? Yüzde 14,5. Kaç katı? 3 katı.
KADİR URAL (Mersin) – Dışarıya 35 milyar dolar çıktı Sayın Canikli!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Yani bu ne demektir? Bütçe gözüyle,
bütçe rakamlarıyla zengine verilen değer fakire verilen değerin 3 katı, anlamı
bu. Fakire aktarılan yüzde 14,5, zengine aktarılan ne kadar? Yüzde 44,4.
KADİR URAL (Mersin) – Bankalardan 35 milyar dolar çıktı, 35
milyar... Nereden gitti bu para?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Ne söylerseniz söyleyin, rakamlar
bunları ortaya koyuyor değerli arkadaşlar. Rakamlar önemli ama bizim dönemde
yüzde 20 faize aktarıyoruz, yüzde 28,6 da garibana aktarıyoruz, sosyal
projelerin finansmanı için aktarıyoruz.
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Sayın Canikli, iktidarınız döneminde kömür yolsuzluğu
2 milyar dolar, bunu da ekleyin onun üzerine.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Dolayısıyla hangi açıdan bakarsanız
bakın, hangi kriteri kullanırsanız kullanın, AK PARTİ’nin bir özelliği var, yetkiyi milletten alıyor, gücü
milletten alıyor, hizmeti de millete yapıyor değerli arkadaşlarım. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Yani ne Merkez Bankasının kaynaklarını yabancı
bankalara, Amerikan, İngiliz bankalarına peşkeş çektiriyor… Bütün haşmetiyle
Merkez Bankasının rezervleri duruyor, 71 milyar dolar değerli arkadaşlar;
krizden önce de bu kadardı, altın hariç, 5 milyar dolar da altın var, 76 milyar
dolar ama hem 94’te hem de 2001’de boşaltıldı, har vurup harman savruldu. Aradaki fark bu işte.
Hani, zaman zaman bazı arkadaşlar
diyorlar ki özel görüşmelerinde özellikle: “Yani biz anlayamıyoruz, bu millet
AK PARTİ’ye niye oy veriyor?” Onun için, biz millete
hizmet ediyoruz, biz milletin hizmetkârıyız, başkalarının değil. Milletimiz
bunu çok iyi biliyor. O nedenle milletimiz bize destek veriyor değerli
arkadaşlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Tekel işçileri niye sokakta?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Şimdi, burada şu soru akla gelebilir:
“Tamam, güzel konuşuyorsun, rakamları da güzel söylüyorsun da acaba yoksulluk
rakamlarına bu yansımış mı? Yani Türkiye’de yoksulların sayısında bir azalma
var mı?” Doğal olarak bu soru akla gelebilir. Benim de aklıma geldi ve
araştırdım.
YILMAZ TANKUT (Adana) – Yoksul kalmadı!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Evet, var.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
YILMAZ TANKUT (Adana) – Yok, yok!
BAŞKAN – Sayın Canikli, beş dakika ilave
süre vermiştim, doldu.
KEMALETTİN GÖKTAŞ (Trabzon) – Konuşsun Başkan, konuşsun; güzel
konuşuyor, ders veriyor.
ZEKERİYA AKINCI (Ankara) – Bir saat daha verseniz, o, 2001’den
çıkamaz, 2001’de kaldı.
BAŞKAN – Diğer gruba verdiğim ilave süre sekiz dakikaydı, hesap
ettim; şimdi size bir üç dakika daha ilave süre veriyorum. Lütfen, üç dakika
içerisinde tamamlayınız.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Yoksulluk rakamlarına yansımış mı? Öyle ya, diyorsun ki: “Ciddi
anlamda zenginden aldı fakire verdi AK PARTİ hükûmetleri.
Bunun yoksulluk rakamlarına yansıması gerekir.” Evet
yansımış, bakalım. TÜİK’in rakamları devletin resmî
rakamları, yıllardan beri bu şekilde hesaplanıyor.
2002 yılında Türkiye nüfusunun yüzde 26,96’sı yoksul tanımı içerisindeymiş,
2002 yılında. Azalmış azalmış, bugün kaça düşmüş?
Yüzde 17,11.
MEHMET SERDAROĞLU (Kastamonu) – Hadi canım sen de!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Yani fakirler ortadan kalktı,
fakirlik bitti demiyoruz değerli arkadaşlar. Elbette hâlen en büyük
sorunlarımızdan bir tanesidir. Bizim bütün fakirliği ortadan kaldırdık gibi bir
iddiamız yok.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Tekel işçileri niye sokakta?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Şunu söylüyoruz: Fakirlik azalıyor.
Fakirlik azalıyor. Rakamlarla konuşacaksınız. Yani diyor ki: “Ben, efendim,
geçende bir yerde birisini gördüm, çok fakirdi.” Böyle bilimsel bir
değerlendirme, böyle bir bilimsel çalışma olmaz. Rakamlarla konuşacaksınız.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Fakirler öldü, onun için azalmıştır
fakirlik.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Yani, bakın, 2002 yılında Türkiye’de
fakir sayısı -70 milyon alırsak nüfusu- 18,8 milyonmuş fakirlerin sayısı
Türkiye’de. Ne zaman? 2002 yılı sonunda.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Muğla’da gazi açlıktan öldü, açlıktan!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Şimdi ne kadar? 2008 sonu itibarıyla
11,9 milyondur. Yani AK PARTİ hükûmetleri döneminde
fakirlerin sayısında tam 6,8 milyon azalma meydana gelmiş. (CHP ve MHP
sıralarından alkışlar!)
OKTAY VURAL (İzmir) – Harcama esaslı yoksul sayısı 500 bin arttı.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Biraz önce ifade ettiğim gibi,
elbette bitmedi, daha yapacak çok işimiz var, daha alacak çok mesafemiz var.
OKTAY VURAL (İzmir) – Harcama esaslı yoksulluğa gel bakalım.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bunların farkındayız ama AK PARTİ hükûmetleri doğru yolda, doğru yolda…
OKTAY VURAL (İzmir) – Dolarla yoksulluk hesabı yapılmaz.
Vatandaşın cebinde dolar yok ki dolar hesabı yapıyorsunuz.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Saymasını bilmiyorsun Canikli.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – …milletin hizmetinde. Güzel olan bu. Onun için geleceğe ümitle insanlarımız
bakıyor, onun için milletimiz bu samimi kadroya sahip çıkıyor değerli
arkadaşlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
OKTAY VURAL (İzmir) – Şu harcama esaslı yoksulluktan bir bahsetsene.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Son olarak, bakın, çok utanç verici
bir tabloydu. Türkiye’de, açlık, 1 doların altında gelir elde edenlerin sayısı.
OKTAY VURAL (İzmir) – Doları nereden bulsun yoksul adam? TL’yi
bulamıyor, dolar mı bulacak? İşiniz gücünüz dolar.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bunlar vardı. Bakın, 1 doların
altında gelir elde eden insanlar vardı 2002 yılında bu Türkiye’de ve onlar
yüzde 0,2’si, 2002 yılında bu ülkenin yüzde 0,2’si günlük 1 doların altında
gelir elde ediyordu değerli arkadaşlar. Rakamlar, resmî rakamlar. Şu anda ne
kadar? Sıfır, şu anda sıfır. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Bunların hiçbirisi tesadüf değil. Elbette milletimizin verdiği
desteği en iyi şekilde, AK PARTİ hükûmetleri
samimiyetle yine millete hizmet olarak döndürüyor, onlara hizmet etmeye
çalışıyor. Bu ülkenin kaynaklarını yabancılara, başkasına peşkeş çektirmiyor.
Samimi olarak koruyor. Bunun manevi sorumluluğunu üzerinde hissediyor.
Çalışmalarını bu çerçevede sürdürüyor. O nedenle, teşekkür edilmesi gerekmez mi
değerli arkadaşlar? (AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP ve MHP sıralarından
gürültüler)
2010 bütçe…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, Sayın Cemil Çiçek yirmi beş
sene bakandı, cevap versin. Sataşma var Cemil Çiçek’e.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu, buyurun.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, Hatip Meclis
kürsüsünden konuşurken eski bir bürokratın yargı kararını açıkladı ve biz
“Niçin Yüce Divana göndermiyorsunuz siyasileri?” diye sorduğumuzda “Yüce Divana
göndersen ne olur, göndermesen ne olur.” diyerek yolsuzluklara ortak olduğu
mesajını verdi.
FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Ne alakası var?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Böyle bir mantık olur mu? Böyle bir
mantık olur mu yani?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Yolsuzluklara ortak olacağı
mesajını veremez.
OKTAY VURAL (İzmir) – Yürek lazım göndermek için!
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Hayır, arkasını…
BAŞKAN – Peki, zabıtlara geçti Sayın Kılıçdaroğlu.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Konuşmacı, orada Yüce Divana
göndermemeyle ilgili, 57’nci Hükûmet zamanında, 2001
yılındaki Merkez Bankası Kanunu’ndaki (h) maddesindeki değişikliği ifade etmek
amacıyla söylemiştir. Sayın Grup Başkan Vekili olayı tamamen çarpıtmaktadır.
BAŞKAN – Peki, o da zabıtlara geçti efendim.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Canikli’nin
tercümana ihtiyacı yoktur efendim. Tutanaklar açıktır.
BAŞKAN – Tamam, teşekkür ederiz.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, şimdi, gruplar adına son söz
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın İlhan Kesici’nin.
Sayın Kesici, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Kesici, sizin de süreniz altmış dakika efendim.
Buyurun.
CHP GRUBU ADINA İLHAN KESİCİ (İstanbul) – Çok teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına 2010 yılı bütçesi hakkında görüşlerimizi arz etmek üzere
huzurlarınızda bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, iki hafta önce Tokat Reşadiye’de menfur
bir terör saldırısı sonucu şehit düşmüş olan 7 tane Mehmetçiğimize ve Bursa
Kemalpaşa maden ocaklarında maden kazasında hayatını kaybetmiş olan 19
madencimize Cenabı Allah’tan rahmet ve mağfiret, kederli ailelerine başsağlığı
ve hayırlı ömürler diliyorum.
Değerli milletvekilleri, bütçe müzakerelerinin açılış oturumunda…
(CHP ve MHP sıralarından “Duyamıyoruz” sesleri)
MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, lütfen müdahale edin. Orayı
görüyorsunuz, kahvehane gibi. Şuraya müdahale eder misiniz? Konuşmacının
insicamını bozuyor.
BAŞKAN – Evet, değerli milletvekilleri, görüşmelere devam
ediyoruz, lütfen…
Sayın Kesici, siz konuşmanıza devam edin.
Hatibi dinleyelim arkadaşlar, lütfen…
MUHARREM İNCİ (Yalova) – Bakanlar Kurulunda da iş takibini
bıraksınlar.
BAŞKAN – Genel Kurulumuzda bir düzen var, o düzene tüm
milletvekili arkadaşlarımız lütfen saygılı olsunlar.
ERKAN AKÇAY (Manisa) – Sayın Başkan, ceza verin!
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri…
BAŞKAN – Ayaktaki arkadaşlarımız, ayakta sohbet eden
arkadaşlarımız, lütfen yerlerinize oturur musunuz. Lütfen…
Sayın Kesici, devam edin lütfen.
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bütçe müzakerelerinin açılış oturumunda, Sayın Başbakan, bugünlerdeki son moda,
sevdiği deyimlerden bir tanesiyle, “inadına” deyimiyle bütçenin dışındaki her
türlü konuya girme istidadı içerisinde, girme teşebbüsü içerisinde bulundu. Hâlbuki, üzerinde konuştuğumuz hadise bir bütçedir,
ekonomiyle ilgili performanstır, ekonomiyle ilgili durumdur. Sayın Başbakanın
inadına ekonominin dışında, bütçenin dışında alanlara kaymasını yadırgadığımı
arz etmek istiyorum yüce heyetinize.
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Baykal nerelerde konuştu?
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Yine, Sayın Başbakan eline aldığı bir
kitapla 1920’lere gitti durmadan. Sonra, Değerli Maliye Bakanımız burada
dağıttığı kitapçıkla 2050’ler dünyasında Türkiye’ye bir yer bulmaya çalıştı.
Biraz önce de Sayın Canikli 2001 yılından bir adım
öteye gelmedi. Yani, Sayın Başbakan 1920’lere götürüyor, Sayın Maliye Bakanı
2050’ler dünyasında Türkiye’ye bir yer arıyor, Sayın Canikli
de bir türlü 2001’den bu yana gelmiyor. Bu 2009 yılının suyu mu çıkmıştır?
Yani, bu 2009 yılının suyu mu çıktı, ne oldu bu 2009 yılına? (CHP sıralarından
alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler) 2010 yılı bütçesinin suyu mu çıktı
da 1920, 2050, 2001’de dolaşıp duruyorsunuz?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Eskilerde sizin de mi sorumluluğunuz
var?
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Şimdi, değerli milletvekilleri, yine
Sayın Canikli biraz önce çok değerli rakamlar arz
ettiler yüce heyetinize. Elimizde bulunmuş olan, bize takdim edilmiş olan 2010
yılı bütçesi, vasıfsız, kişiliksiz, mahcup, iddiasız, hiçbir vaadi olmayan bir
bütçedir. Niye? Bütçenin bir büyüklük rakamı var, haramcalar rakamı. Ne? 287.
İyi. Burada bir faiz kalemi var. Ne kadar? 57. Bütçenin açık kalemi var. Ne
kadar? 50. 57 artı 50 eşittir 107. Yani bütçenin yüzde 40’ı yok zaten. Yani
böyle bir dokümanın adına bütçe demek doğru değildir, bu ancak bir müsvedde
çalışma olarak nitelendirilebilecek bir şeydir. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Başbakanın 1920’lere gitmesinin, Sayın Maliye Bakanının
2050’lere gitmesinin de hakiki sebebi buradadır. Ortada, üstünde imanı fikredecekleri, Türkiye’ye gösterecekleri, Türkiye’ye
anlatacakları bir 2010, 2009 performansı yoktur.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bu bütçenin bir de gelir kalemi var.
Bu, harcamalarla ilgili olan bölümü idi. Gelir kaleminin rakamı 237. Burada bir
vergi gelirleri var elbette. Bu rakam 193. İyi, güzel ama bu 193 diyor ki bir
evvelki yıla nispetle -yani 2009 yılına nispetle- yüzde 18,2 vergi gelirlerinde
artış öngörüyorum.
Şimdi, değerli milletvekilleri, bu 2009 yılındaki performansa göre
vergi gelirlerinde artış öngörmüş olacaklar, değil mi? Hâlbuki 2009 yılındaki
ekonomik performans ne? Eksi 6,5, millî gelir büyümesi. Biraz sonra geleceğim.
Bize benzeyen ülkelerin içerisinde, bütün dünyada 192 tane ülkenin
içerisinde Türkiye büyüklüğüne, Türkiye millî gelirine yakın büyüklükte olan
ülkelerin içerisinde en kötü, en düşük büyüme hızı Türkiye’nin büyüme hızıdır.
Biraz sonra geleceğiz. Arada bir “Letonya”, “Latvia”
vesaire gibi laflar ediyorlar, Hükûmet cenahı ediyor,
Sayın Maliye Bakanı açış konuşmasında yaptı bu işleri. Onların büyüklüğü bizim
İstanbul’da bir Kartal ilçesi büyüklüğü kadardır. Kartal ilçesindeki bir
büyümeyi getirip Türkiye ile mukayese ediyorlar. Bu, çok yanlıştır. Şimdi, yüzde 18,2, eğer inanabilirsek, inanırsak bu yüzde 18,2’lik
gelir artışına, iki tane şeyi ifade eder: Bir; ya 1 Ocak, yani bundan beş gün
sonra, altı gün sonra 1 Ocak 2010 tarihinden itibaren yağmurdan boşalırmış
gibi, gökyüzünden taş yağıyormuş gibi Türk halkının üstüne zam yağacaktır,
vergi yağacaktır veya bu sadece bir komiklik olarak ifade edilebilecektir. Komikliğin
dışında da başka hiçbir anlamı yoktur!
Değerli arkadaşlar, aslında bu hâl, yeni bir hâl de değil. Biraz
önce Sayın Canikli, lafların bir bölümüne -bürokrasiden
de benim arkadaşlık ettiğim, beğendiğim, sevdiğim bir arkadaşımdır- laflara
bazen… (CHP sıralarından “Takla attırıyorlar!” sesi) Evet. Şimdi, bunu ilk defa
yapıyor da değiller, bu 2010 yılı bütçesiyle ilgili, bir de 2009’da da
yaptılar, 2008’de de yaptılar. Bir bütçenin ciddiye alınabilmesi için iki tane
şey var: Bir; öngördüğü büyüme hızı ne oldu? Yani, bütçe, ekonomik program ne
öngördü ve nasıl gerçekleşti? 2009 yılı programında öngörülen büyüme hızı ne?
Yüzde 4, iyi. Gerçekleşme büyüme hızı ne? Eksi 6,5! Demin de ifade ettiğim
gibi, dünyanın en kötü, en düşük büyüme hızı. Yani bu ciddiye alınabilir mi? O
yüzdendir ki, Sayın Canikli 2001’den bu tarafa
gelmiyor, Sayın Maliye Bakanı 2050’lere gidiyor, Sayın Başbakan 1920’lere
gidiyor, bu 2009’
İki; yine ifade edildi burada, yani ikinci bölümü nedir bu
bütçelerin? “Gelirlerim bu kadar olacak.” aile bütçesi, kişisel bütçe gibi bir
şeydir bu, “Gelirlerim bu kadar olacak, şuralardan toplayacağım, harcamalarım
bu kadar olacak, şuralara harcayacağım.” Amenna. “Bunun arasında da bir açığım
olacak. Bu açığımı da şu şekilde karşılayacağım.” Bütçe demek bu demektir. İyi.
2009 için ne öngördüler? Eksi 10,3, iyi. Allahualem,
öbürlerinde de sapma olur, başka bütçelerde de sapma olmuş olabilir, ne
olabilir yani 10,3? 11, 12, 13, 14, 15, 25, 35, 45, 55. Allah’tan korkmaz mı
insan? 63, 62,8. (CHP sıralarından alkışlar) Yani şimdi bunun
adına “bütçe” diye bir doküman denilebilir mi? Ciddiye alınabilecek bir doküman
olarak bakılabilir mi? Benim bu söylediklerimin, değerli milletvekilleri, ne
muhalefet gayretiyle bir alakası var ne başka bir şeyle alakası var; sadece, bu
gerçeklerin, rakamların tahrifi, çarpıtılması, vatandaşın zihninin bulandırılmasının
önüne geçmek istikametinde ben arz ediyorum bu bilgileri.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Ciddiye alınacak bir şey değil.
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Peki, değerli milletvekilleri, 2009 böyle
oldu. Yani niye 2009 böyle oldu? Dünyada da güzel günler vardı, Türkiye’nin de
güzel, AKP’nin de -isterseniz AK PARTİ de diyelim- güzel günleri oldu, bunları
görmezlikten mi gelelim filan diye bir de oraya doğru geliyorum şimdi.
Sayın Canikli, ayrıca, muhtemelen benim
bilgisayar kayıtlarımı herhâlde görmüş de olmalıdır. İleride bir yerde
söyleyeceğim “261 milyar dolar faiz harcaması yaptınız, faiz yaptınız.” filan
diye, bunu da kınayacağım ayrıca. O rakamı da olduğu gibi söylemiş oldu.
Nereden eline geçti, onu da fark edemiyorum yani onu da bilemediğimi ifade
etmek istiyorum.
ÜNAL KACIR (İstanbul) – Şahsınıza ait bir rakam mı yoksa?
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Evet, evet.
Şimdi, değerli arkadaşlar, dünyada dönem dönem
iyi dönemler olur, büyümeler olur, dönem dönem kötü
dönemler olur. 1990’la 2000 arasındaki dönem vasat bir dönemdir dünya ekonomisi
bakımından. Dünya ekonomisi yüzde 3’ler civarında büyümüştür, iyi, bu vasat bir
şeydir. Bunun içerisinde, büyük ekonomiler yüzde 1’ler, 1,5’lar civarında
büyümüştür, bu da iyidir. Gelişmekte olan ekonomiler yüzde 5’ler civarında büyümüştür,
bu da iyidir, vasattır daha doğrusu. Ama 2000’den 2008’e kadarki olan dünya,
bu, bizim eski Lale Devri’nden de galat olmak üzere “Ekonomik Lale Devri”
olarak adlandırılan bir dönemdir. 2003’le 2008, neredeyse, tarihin görmediği en
büyük büyüme hızlarını elde etmiştir bütün dünya, dünyanın ortalaması 5,5’tur.
Bizim de içinde bulunduğumuz, adına “yükselen sınıflar”, “yükselen ekonomiler”,
“yükselen piyasalar” diye nitelendirebileceğimiz ekonomilerin büyüme hızı
7,2’dir -dünya ortalamasını söylüyorum- Uzak Asya, Pasifik kenarındaki ülkeler
-onlar da krizden çıkmış olan ülkelerdi bizim 2001 krizinden çıktığımız gibi-
onlar da yüzde 9, muhteşem. O yüzden dünya, tarihin gördüğü en büyük büyüme
hızına erişmiştir, 2003-2008. Biz de büyüdük, AKP de böyle bir krizin üstüne
geldi. Zaten o kriz olmasa idi muhtemelen AKP burada olmayabilir idi veya bu
büyüklükte olmayabilir idi. Yani o krizin ertesinde, krizin yönetiminde
bulunmuş olan üç parti, Milliyetçi Hareket Partisi, Anavatan Partisi,
Demokratik Sol Parti yüzde 53’lük bir oyla seçimden çıkmış idiler, krizin
ertesinde yüzde 15’le çıktılar.
MUSA SIVACIOĞLU (Kastamonu) – 2007’yi de söyle.
KEMALETTİN AYDIN (Gümüşhane) – İyi yönetebildiler mi krizi?
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Şimdi, onların içerisinde Parlamentoda dört
tane parti vardı, bir de muhalefetteki Doğru Yol Partisi vardı. Türk halkı
kendisine o krizleri yaşatan bütün bu partilerin hepsini bütün dünya tarihinde
ilk defa olmak üzere Parlamentonun dışına attı. Parlamentonun dışına çıkmış
olanlardan sadece hem dersini iyi çalışmış olan hem de diğer gereklerini yerine
getirmiş olan Milliyetçi Hareket Partisiyle bugün bir arada huzurlarınızda
beraber çalışıyoruz. (MHP sıralarından alkışlar) Şimdi, o yüzden bu ekonomiyle
ilgili hadiselere en çok dikkat etmesi gereken parti bu Parlamentoda Adalet ve
Kalkınma Partisidir. Bunu eğer kale almaz iseniz, bunu eğer küçümser iseniz
yine bilecek olan sizsiniz ama akıbet aşağı yukarı bellidir. Nereden? Geçmiş
tecrübelerden. Onlarla ilgili de bazı bilgiler arz edeceğim ben.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bu iş böyle giderken, birdenbire, adına
“dünya krizi” denilen bir laf çıktı. Bu laf 2008 yılının Ekim ayında çıktı,
Ekim 2008. 2008 Ekiminden önce adına “global kriz”
vesaire filan denilen bir laf yok idi. Ben 2007’nin Aralığında huzurlarınızda
bu kürsüde bizim ekonomimizin gidişatının aman dikkat edilmesi lazım geldiğine
dair bazı şeyler gösterdim, anlattım. Şimdi, onları tekrar etmeye de gerek
görmüyorum. Ama dünyadaki krizin çıkış noktası, daha doğrusu belirlenme noktası
Ekim 2008’dir, o zamana kadar bir şey yok, peki. Ne oldu bu Ekim 2008’de? Dünya
çok kafa yordu bu işe. Acaba, gelirinden fazla mı harcamalar oldu denildi.
Acaba, özellikle bu rating kuruluşları,
derecelendirme kuruluşları, çürük elmaları alladılar pulladılar, güzel elmalar
diye mi dünyaya takdim ettiler? Acaba, borçların harçların tahammül edilmez
noktalara gelmiş olması mı oldu? Vesaire bütün bunların üstünde kafa yoruldu.
Sonra, buna nasıl çare bulunur diye kafa yoruldu çünkü dünyanın önünde bir de
“1929 Büyük Ekonomik Buhran” diye bir buhran var idi, o çok can yakmış idi. Bu
o kadar can yakmasın diye çok kafa yoruldu. Sonra, birdenbire- birinci senesini
doldurduk neredeyse yani Ekim 2008’in- dünyadaki büyük çözülme, büyük buhrana
doğru gidiş durduruldu. Niye? Bir tane sebebi var değerli arkadaşlar. Bizim
kültürümüzde çok aşina olunan güzel bir sebep söyleyeceğim, güzel bir sebep arz
etmiş olacağım.
1929 Büyük Buhranı’nda Amerika’nın başında Başkan Hoover diye bir
Başkan vardı, çok samimi bir liberal idi, bu çok samimi bir liberal idi. Kriz
çıktı, dedi ki: “Hiç devleti karıştırmayacağım ben bu işe çünkü piyasanın
görünmez eli -kapitalizmin özüdür- gelir bunu düzeltir.” Üç sene bekledi samimi
bir şekilde. Piyasanın görünmez eli gelip o krizi düzeltemedi. Onun muhalifinde
Roosevelt -yani o zamanki Cumhuriyetçi Partidendir Hoover, Roosevelt de
Amerika’nın Demokrat Partisindedir- onun karşısında da Roosevelt “Bu, piyasanın
görünmez eliyle olmaz, devletin görünür eliyle ben bu işi düzene sokarım.”
dedi. Devletin görünür eli sisteme girdi, kriz bitti. Şimdi, bunun, bizim… Daha
sonraki bahiste de gelecek.
Şimdi demek ki bu 2008, 2009’daki krizin bitmesindeki en önemli
faktör, bundan sonra da ekonominin yönetiminde, bütün dünyadaki ekonomilerin
yönetiminde rol alacak olan faktörlerin başında devletin ekonomideki rolü
gelmiş olacaktır. Yani bu yeni bir dünyadır. 2010’dan sonraki dünyadaki
ekonomide devletin rolü, devlet-özel sektör ilişkilerinin yeniden tanzimi,
devletin ekonomideki yeniden tanzimi ve rolü, fonksiyonları bir numarada
gündeme gelecek olan bir hâldir. Bu, bizim sevdiğimiz bir ekonomik modeldir,
şahsen benim de çok sevdiğim bir ekonomik modeldir. Türkiye'nin –biraz sonra
arz edeceğim ben- büyük büyüme hızlarına ulaştığı dönemlerde devletin ekonomide
çok müspet bir rolü ve tanzim edici bir hâli vardır. Bizim padişahlarımız
-cennet mekân hepsi- aynı zamanda güzel hobileri olan, değerleri olan
insanlardır. Bunların çok büyük bir bölümü şairdir, bir bölümü müzisyendir,
musikişinastır, mucidimakam olanlar da vardır. Bunlardan
bir tanesi Kanunî Sultan Süleyman’dır, “Muhibbî”
mahlasıyla şiir yazar, divan seviyesinde şiirleri vardır; o da diyor ki: “Halk
içinde muteber bir nesne yok devlet gibi.” O yüzden yeni ekonomik modelde de
ekonomi, piyasa ekonomisi olabilir ama devlet, piyasa devleti olmayacaktır,
olmamalıdır.
Şimdi, değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri; bu dünya krizi
yani…
ÜNAL KACIR (İstanbul) – O sözdeki devlet başka devlet.
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Bu dünyada kriz oldu, adına “dünya krizi”
denildi. Dünyanın 2009’la ilgili ekonomik performansı şudur: Eksi 1,1. İyi,
yani dünyada bir kriz oldu, dünyanın ekonomisi yüzde 5’ler civarında büyür iken
yüzde 1 daraldı; olabilir. Bu krizin üs merkezi neresi? Depremlerin üs merkezi
oluyor ya yani en çok hasarın, en çok ölünün, en çok binaların yıkılmasının
meydana geldiği yerin adı: Depremin merkez üssü. Bu merkez üssü neresi?
Amerika. Tamam, o da iyi. Amerika’daki büyüme performansı ne? Eksi 2,7. Demek
ki “dünya krizi” diye bir kriz var, eksi 1,1. Bunun üs merkezi Amerika Birleşik
Devletleri, eksi 2,7; tamam. Dünyanın öbür taraflarında bir şeyler var. Bizim
-yine demin ifade ettiğim tarzdaki bir sınıflandırmada- içinde bulunduğumuz,
adına da “yükselen piyasalar”, “gelişmekte olan ekonomiler” denilen ekonomiler
grubu var. Bunlardaki büyüme hızı artı 1,7. Allah Allah,
şimdi, onlar büyümüşler. Yani bırakınız küçülmeyi bir de artı 1,7 büyümüşler.
Onların biraz daha doğusunda “Hindistan” diye bir yer var, nüfusu 1 milyar
200-300 milyon. Hindistan’ın ekonomik performansı ne? Artı 5,4. Onun biraz
yanında başka bir ülke daha var, Çin, nüfusu 1,5 milyar civarında. Onun büyüme
hızı ne? Artı 9. Şimdi, rakamları yeniden tekrarlıyorum: Dünya eksi 1, 1,
Amerika eksi 2,7 -krizin üs merkezi- bizim içinde bulunduğumuz grup artı 1,7, Hindistan
5,4, Çin 9.
KEMALETTİN AYDIN (Gümüşhane) – Kriz öncesi Çin yüzde kaç
büyüyordu?
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Ee, bu yarım
dünya krizi gibi bir şey oldu yani, dünyanın batısında var, doğusunda yokmuş
gibi. Türkiye ne? Türkiye eksi 6,5. Eğer bununla, Hükûmetimiz,
sizin Hükûmetiniz bizim Hükûmetimiz,
Türkiye'nin Hükûmeti, eğer bu Hükûmetimiz
bununla iftihar ediyorsa demek ki 6,5 olacağına 16,5 olsa daha iyiymiş yani
değil mi? Böyle bir şey olabilir mi yani? (CHP sıralarından alkışlar)
Ya, dünyada kriz var, eksi 1. Türkiye’de kriz yok, Sayın
Başbakanın ifadesiyle bize vızıltı yani bu kriz dediğin ne ki teğet geçer.
Teğet geçti, eksi 6,5. Ben buna -teolojik anlamda almasın arkadaşlarımız ama-
sosyolojik anlamda bir benzetme yaptım, diyorum ki: “Bu nasıl iş yani Azrail
Amerika’da dolaşıyor, ekonomik anlamda, ölüler Türkiye’de çıkıyor.” Yani değil
mi? (CHP sıralarından alkışlar)
Şimdi, değerli milletvekilleri, bu, 2009. Bir de ola ki,
denilebilir ki ya kardeşim, biz yedi senedir bu iktidardayız, çok iyi işler yaptık,
asıl buna bakmak lazımdır yani bir tane yılı elimize alıp neden bir tane yılın
üstünden gidelim? Bakalım: Şimdi burada, Sayın Genel Başkanımız Deniz Baykal
Bey, bütçenin açılış konuşmasında, tablolarla -tablolar gayet güzel hazırlanmış
tablolar- ve gayet güzel yapılmış olan bir sunumla, büyüme hızlarını, dönemler
itibarıyla büyüme hızlarını yüce heyetinize arz etti.
ERTEKİN ÇOLAK (Artvin) – Sen mi hazırladın?
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Ben, önemine binaen, tekraren bu büyüme
hızlarını ayrıca arz etmek istiyorum. Bu dönemlerin içerisinde, neden yedişer
yıllık dönemler alıyorum? Çünkü, sizin iktidar
döneminiz yedi yıl. Sizden evvel, 80’lerde, 60’larda, 70’lerde, 50’lerde,
30’larda, 20’lerde, yedişer dönem üst üste konulabilecek olan ne kadar dönem
varsa tamamını, tahrif etmeden, herhangi bir değişikliğe uğratmadan arz edeyim,
ona göre ölçmüş olalım:
1923-29. Neden 1923-1929: Aslında, 1929, orada da bu Büyük
Buhran’ın başlangıç yılıdır. Hem yedi yıla denk düşer -aynen sizinki gibi yani-
hem de arkasında da bir buhran var, sizde de bir buhran var.
Değerli arkadaşlar, 1923-1929: 10,3.
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) – Siz
niye 1920’lere gidiyorsunuz?
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Hayır, hayır, geliyorum, oradan geliyorum
şimdi, orada kalmıyorum.
BAŞKAN – Değerli arkadaşlar…
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Sayın Genel Müdürüm, orada kalmıyorum,
geliyorum ben şimdi.
1923-1929: 10,2. 1923-1938… 1950-1957, geliyorum 50’lere doğru.
VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Sizin karne döneminize bir
gelseniz.
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Onu da söylerim, elbette.
1950-1957: Demokrat Parti dönemi, yedi yıllık bir dönem. 1957’de
orada da kriz vardır. 1950-1957: Yüzde 7.
60’lar, 1966-1970, 71 muhtırasının ucuna kadarki olan dönem: Yüzde
6,3.
80’ler… Veya 70’leri de katayım. 70’lerde ilk üç plan dönemi, yani
1963-1977, on beş sene. Bu on beş senenin içerisinde Kıbrıs Barış Harekâtı var,
Kıbrıs Barış Harekâtı münasebetiyle Türkiye’ye konulmuş olan ekonomik ambargo
var. Ayrıca 1970’te 1 dolar olan petrol, 1977 yılında 30 dolar olmuş, yani 1
dolar-30 dolar. Bütün bu dönem var. Bütün bu on beş senenin ortalaması yüzde
6,1.
Şimdi geldim sizin döneminize: 2003-2009, dünyanın en parlak
dönemi. Dünyanın en parlak döneminde -2003-2009- değerli arkadaşlar: 4,0.
Aslında bendeki makineye göre 3,98 de hatırınızı kırmamak için ben de onu 4,0’a
iblağ ettim. (CHP sıralarından alkışlar ve gülüşmeler) 4,0. Buradan yeniden
söylüyorum.
VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Dünyada ne?
İLHAN KESİCİ (Devamla) – E, demin söyledik ya. (CHP sıralarından
gülüşmeler)
HAKKI SUHA OKAY (Ankara) – Anlamadı.
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Şimdi, dünyada, büyük ekonomiler 5,5,
bizim içinde bulunduğumuz ekonomiler 7,2, Asya 9. Dünyada bu.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bunu söylemekten muradım şudur: Bir:
İnsanlar kendisini bazen şey yapar… Bu “kandırma” lafından daha zarif, daha
kibar bir laf bulayım diye düşünüyorum ama… Diyelim ki kandırmasın yani
kendisini. Böyle ağızlarından bal damlıyor Hükûmet
sözcülerimizin, duyan da zannediyor ki dünya bal olmuş, bir tek bizim kaşığın
sapı kırık. Öyle bir şey var mı? Yok öyle bir şey.
Yani, dünya bal olmuş, sadece bizim kaşık… Evet.
Şimdi, bu yüzde 4,0’lık büyüme yedi yıllık bir ortalama için,
değerli arkadaşlar, başarılı bir büyüme değildir, Türkiye'nin iftihar edeceği
bir büyüme değildir, amaçlayacağı bir büyüme değildir. Daha sonra göreceğiz.
Bunun bir de ayrıca karşılığı var, bir bedeli var. Yani, acaba hiç
bedelsiz mi oldu bu büyüme, yoksa belli bir bedel mi ödedik bu büyümeye karşı
-yine Sayın Canikli’nin konuşmasında biraz izi vardı,
biraz ucu vardı- biraz da onlara gelmek istiyorum.
Şimdi, değerli Maliye Bakanımız ve Maliye Bakanlığı bu kitabı
bütün milletvekillerine dağıttı. Önünde olan arkadaşlarımızdan istirhamım
olsun, bunun bir 93’üncü sayfası var -93’üncü sayfa- orada Türkiye'nin borcu
harcı, derdi, her neyse, onunla ilgili veriler var.
Şimdi, o 93’üncü sayfasındaki veriler şöyle... Türkiye'nin, biraz
önce tenkit ettiğiniz, içinde Milliyetçi Hareket Partisinin de bulunduğu -2001,
2000 kriziyle ilgili- bütün cumhuriyet hükûmetlerinin
seksen senede yaptığı bir borç harç var: 148. Aslında bu 2000 yılından önce bu
kadar büyük görünen bir rakam değildi, ancak böyle 90’larda görünen bir
rakamdı. Gerçekten, Milliyetçi Hareket Partisinin de içinde bulunduğu yönetim,
özellikle kriz ve krizin ertesindeki hâl dolayısıyla, muhasebelerdeki halının
altına itilmiş şeyleri açığa çıkardılar. Yani kamu iktisadi teşebbüslerinin
görev zararları buralarda görünüyor görünmüyor idi, bankalarla ilgili hortum,
soygun, aklınıza ne geliyor ise burada görünüyor görünmüyor idi, onlar bu 148
rakamının içindedir. O yüzden bunu baz almanızı
istiyorum. Bu rakam 148.
Şimdiki rakam ne? Eğer bu kitaba bakan varsa arkadaşlar
-görmüyorum ama, kitap herhâlde yok kimsenin elinde-
oradaki rakam 285 yazar, doğrusu 295 olacak. Niye? Çünkü o Ekim 2009 itibarıyla
veriyor. Kasım ayının verileri de geldi, ben onu da işledim buna, etti 295.
Şimdi, bu kamu sektörünün borcu, yani iç ve dışının toplamı.
Şimdi, bu ne? İyi bir şey mi yani bu? 148’miş, 295 olmuş. Tam yüzde 100, alnı
alnına artış.
Değerli Maliye Bakanı… Nerede? Ha, yok. Ben de hep seni görüyorum
Sayın Maliye Bakanı filan diye.
DEVLET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Ankara) – Ben dinliyorum.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Yok yok,
buharlaştı!
MUHARREM İNCE (Yalova) – Avam Kamarasına gitmiş!
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Sayın Maliye Bakanı, burada, işine
geliyor rakam büyüklükleriyle ilgili bir şey söylüyor…
ÜNAL KACIR (İstanbul) – Gayrisafi millî hasılaya
oranı ne olmuş?
İLHAN KESİCİ (Devamla) – …işine geliyor, nispetlerle, oranlarla
falan bir şey söylüyor. Ona sormak istiyorum ki, Türk milletinin huzurunda,
Türk halkının, bizi televizyonlarının başında seyreden bütün milletin, bütün
halkın huzurunda: Bu iyi mi? 148; 296 olmuş. Bu iyi mi?
ÜNAL KACIR (İstanbul) – Gayrisafi millî hasılaya
oranı!
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Eğer iyiyse daha çok edin! Bunun ikinci
bölümü şudur değerli milletvekilleri…
ÜNAL KACIR (İstanbul) – Oran, oran… Orana bak, orana!
BAŞKAN – Değerli arkadaşlar, lütfen yerimizden konuşmayalım.
Lütfen…
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Bunun ikinci bölümü şudur: Özel sektörün
borcu. Özel sektörün borcu da bir millî borçtur. Özel sektörün dış borcu
-onunla ilgili bir başka bahse geleceğim- 2002 yılının sonunda bir rakam, 43
milyar dolar imiş, iyi. Ee herhâlde şimdi özel
sektörümüz -çok allandı pullandı vesaire- borcunu azaltmıştır değil mi? Niye
borcu artmış olsun? Şimdi ulaştığı borcun rakamı 177. Bir daha tekrar etmek
istiyorum: 43 olan rakam, olmuş 177, yüzde 300’den fazla bir borç artışı.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bunu daha çok uzatmak filan mümkündür
ama…
VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Faizler ne olmuş?
İLHAN KESİCİ (Devamla) – …ben izin verirseniz burada bunu
bağlayayım. Buradan şunu söylemek istiyorum değerli milletvekilleri, özellikle
AK PARTİ’li -AKP’de demiyorum- arkadaşlarımızın yakından
bildiğine inandığım, çok aziz, benim çok sevdiğim bir ilahî var. Bu, Nakşi mahfillerinde çok söylenen, çok sevilen bir ilahidir.
Onu bir hatırlatıcı olmak anlamında, bir ikazen ifade
etmek istiyorum, o da şu: “Uyan ey gözlerim gafletten uyan…”
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – CHP’yi kapattıracaksın!
İLHAN KESİCİ (Devamla) – “…Uyan uykusu çok gözlerim uyan/
Azrail’in kastı canadır inan/ Uyan ey gözlerim gafletten uyan.” (CHP
sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, bu yaklaşım gaflet yaklaşımıdır. Bundan
uyanmak lazımdır. Hem kendiniz için uyanmak lazımdır hem aziz milletimiz için
uyanmak lazımdır.
VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Başsavcıya delil verdiniz ama!
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Şimdi, evet… Şimdi, bu dergi Newsweek dergisi, geçen haftanın dergisi. Yani siz fazla
kale almayabilirsiniz ama burada diyor ki: “Büyük Güçler Nasıl Düşerler?” daha
doğrusu başlığı o “Büyük Güçler Nasıl Devrilirler?” Altında da yazmış:
“Borçları artar.” Şimdi, bakın, sanki Türkiye’yi, bizi söylüyor değil mi?
“Borçları artar.” İki: “Büyümeleri düşer.” Öyle değil mi? Bizim borcumuz arttı,
büyümemiz de düştü. Üç: “Faizleri de bu istikamette olur. Bu, imparatorluklar
dâhil herkesi batırır.” O, bu.
VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Faizler ne olmuş?
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Hayhay, faize geleceğiz canım.
VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – O, ne diyor faizlere?
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Hayır, faizler bunda yazmıyor, bunda
yazıyor.
VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Faizlere ne diyor, faizlere?
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Faiz bunda yazmaz, bunda yazar. Bunu da
getirdim, bunu da getirdim yanımda. Ama konuşmanın düzeninde faizin bir yeri
var. İzin verirseniz, faize o yerde gelmiş olayım ben.
VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Rakamların hepsini söylemiyorsunuz!
HALUK ÖZDALGA (Ankara) – Borç rakamlarını doğru vermiyorsunuz!
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Tabii tabii!
Şimdi, değerli arkadaşlar, faiz… Türkiye nereden… Yani onunla
başlayalım… En çok hem Sayın Canikli hem Sayın
Başbakan -hâlâ yok- hem Maliye Bakanımız -hoş gelmiş tabii- hem değerli
arkadaşlarımız bu faiz işini severler. Bu faizlerle ilgili bir şey söyleyeyim,
en kötü faiz dönemi, kriz olmuş olması münasebetiyle… Bir de 1999’da
Türkiye'nin üretim kapasitesinin yüzde 50’si uçmuş idi. Neden? Bir büyük
felaket oldu, 7,4, büyük deprem. Allah hiçbir ülkeye vermesin, bize de
vermesin. Onu da dikkate almak lazım ama o dört yıl içerisinde gerçekten o hükûmet 127 milyar dolar -dört yılda- faiz ödedi. Bu, çok
büyük bir rakamdır. O yüzdendir ki -demin sözlerimin başlarının bir yerinde
filan söyledim- o hükûmet zaten Parlamento dışında
kaldı, o hükûmete can veren, daha doğrusu o hükûmeti teşkil etmiş olan siyasi partiler. Bu 125 milyar
dolar, yılda ortalama 31 milyar dolar, çok büyük bir paradır, çok kötü bir
paradır yani çok vahşi bir paradır. “Allah o günleri göstermesin.” demek
lazımdır yani.
Ama ondan evvelki bir yirmi beş yılı vermek istiyorum. O arızi bir
dönemdir. Ondan evvelki yirmi beş yıl, 1975-2000; içinde her şey var yani
bunun; 70’ler var, 80’ler var, 90’lar var, ihtilaller
var, beş partili, altı partili koalisyonlar var, aklınıza ne gelirse var. Bu
yirmi beş yıl, bu bir de şimdi sattığınız, 30 milyar dolara özelleştirdiğiniz
bütün tesislerin yapıldığı yirmi beş yıldır. Telekomünikasyon o zamandır, tüm
rafineriler o zamandır, petrokimya tesisleri o zamandır, limanlar o zamandır,
et-balık tesisleri o zamandır, Sümerbank o zamandır, Etibank o zamandır, kırk
beş tane özelleştirdiğiniz elektrik dağıtım şebekeleri o zamandır. Bu, yani
Türkiye'nin normal bir yirmi beş yılı o. Olağanüstü bir şey değil, normal bir
yirmi beş yılı. Bu normal yirmi beş yıldaki Türkiye'nin ödediği faiz 127 milyar
dolar. Bölün, 127:25=5. İyi, Türkiye normali budur
aslında. Eğer Türkiye normali yılda 5 milyar dolar faiz öderse -şimdi sizinkine
geleceğim ben- o aradaki fark işte kalkınmanın finansmanıdır. Yani kalkınmaya
gidecek olan, halka gidecek olan, refah yaratacak olan finansman oradaki
finansmandır. O yüzden bu faizin belinin kırılması lazımdır. Keserse keser,
satırsa satır, nacaksa nacak, baltaysa balta -iktisadi anlamda söylüyorum
bunları- onlarla bu faizin belini kıracaksınız, oradan kazandığınız kaynağı
kalkınmanın finansmanında kullanacaksınız.
Şimdi, değerli arkadaşlar, ben bir televizyonda -bir küçük
düzeltme yapmak istiyorum huzurlarınızda- dedim ki: “2003-2008 yılları arasında
AKP İktidarı döneminde altı yılda 225 milyar dolar faiz harcaması oldu. Bu,
altmış tane Atatürk Barajı’nın sökülüp yurt dışına gönderilmesi anlamına
gelir.” Şimdi burada bir küçük düzeltme yapayım: O 225 milyar dolar yeni
hâliyle 222. Çünkü bu kurlarla ilgili her seferinde, her hafta, bazen on günde
bir bazı ufak tefek değişiklikler oluyor. 222 ama ona 2009’u ekleyelim. 2009’un
rakamı ne? 38. 222+38 eşittir ne? 260. Yedi yılda ne yapmış? 260 milyar doları
Adalet ve Kalkınma Partisi dönemi, hükûmeti,
iktidarı, her neyse, bunu faiz olarak uçurdu gitti. Kaç tane Atatürk Barajı
eder? Atatürk… Atatürk… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
SERACETTİN KARAYAĞIZ (Muş) – Borçlanmayı siz yaptınız.
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) –
Borçlanmayı kim yaptı?
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri…
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Şimdi bak, Sayın Genel Müdürüm,
borçlanma… Seksen sene borçlandı, dün.
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) – Hayır…
Hayır… Öyle değil.
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Şimdi bak, bak…
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) – Benim
konuşmamı unutmuşsun.
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Sorduğun, dün. Seksen sene borçlandı, 148.
BAŞKAN – Sayın Kesici…
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Seksen sene borçlandı, 148.
BAŞKAN – Sayın Kesici, siz lütfen Genel Kurula hitap edin.
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Siz sadece yedi yılda 150 borçlandınız.
BAŞKAN – Siz Genel Kurula hitap edin.
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlar, bunun adı,
eskiden olmuş olsa idi yani Refah Partisi zamanında, saygıdeğer -onu da ayrıca
ifade etmek istiyorum- Refah Partisi zamanında Refah Partisinin yöneticileri,
çok haklı olarak, çok doğru olarak bu ekonominin adına “rant
ekonomisi”, bundan beslenenlere de “rantiye” diyor idi. Aslında, 1997’lerde
Refah Partisinin “rant ekonomisi” dediği bugünkü rant ekonomisinin yanında
solda sıfır kalır, yani bugünkünün zekâtı bile ancak olmaz yani. Şimdi, bu,
Türkiye’nin iliğinin kemiğinin sömürülmesi demektir değerli arkadaşlar. Bundan
şey yapmayın.
Şimdi, Sayın Başbakan, yine o faizlerle ilgili, geldi… Bunu da
şimdi arz ediyorum, onlar büyük rakamlardı, mutlak rakamlar. Bu
da Ekonomist dergisi, bu haftanın. Bunun her sayısının arka sayfasında kırkbeş tane ülkeyi gösterir. Bunların cari işlemler açığı
ne kadar, bütçe açığı ne kadar, faizleri ne kadar filan… Şimdi, Sayın Başbakan
diyor ki o zaman, yani mesela 2001 krizinde faizler şuydu şuydu
filan… Şimdi, bileşik faiz dün itibarıyla ne oldu? 9,15 değil mi? Peki. Bu 9,15
çok iyi yani, filan, size göre. Öbür ülkeleri okuyorum buradan: Amerika…
ALİ KOYUNCU (Bursa) – Kapağını açma Sayın Vekilim, müstehcen…
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Bu hafta var, bu hafta bütün…
ALİ KOYUNCU (Bursa) – Kapağı müstehcen…
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Ha... Ha… Bağışlayın. Yok, yok… Yok,
hayır, o anlamda değil, o anlamda değil. Anladım. Bağışlamanızı diliyorum,
sadece derginin adını gösteriyordum ben. Hayır, hayır, o anlamda değil.
Şimdi, bu Amerika Birleşik Devletleri, değerli milletvekilleri,
ya, 0,18… Allah, Allah… Ya, 0,18… Bizimki kaç? 9. Ya, 9’u 0,2’ye bölsek, oradan
1 olması için 5 lazım, 9’la çarpın 45; kırk beşte 1’i. Ya kırk beşte 1’i
kardeşim, Amerika ya! Krizin üs merkezi değil mi bu? Ya, biraz da Sayın Maliye
Bakanıma hitaben ama bağışlayın yani bu başka bir şeyi…
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Doğru söylemiyorsunuz,
rakamlar doğru değil.
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Yahu, bizim faizimizin kırk beşte 1’ini
veriyor kardeşim. Bu iyi mi? İyi olabilir mi yani bu? Affedersiniz, bu bir tek
Amerika mı öyle? Yine bağışlamanızı diliyorum, beni de biraz tebessüm ettirin,
yani özür diliyorum.
Yani, altında var Çin. Ya bu? Amerika’ydı; 0,18. Hadi Çin?
Altındaki Çin 1,8; altında İngiltere 0,60; altında Kanada 0,19; altında euro area, yani Avrupa Birliğinin
euro kapsamı içerisinde kalmış olan ülkeleri
0,70-0,72. Şimdi, bundan… Yani, bu iyi bir resim değil değerli arkadaşlar.
Yani, Sayın Başbakanımız da söylemiş olsa, Sayın Maliye Bakanımız da söylemiş
olsa, kim söylerse söylesin bu faizin altından kalkılamaz. Bunun altında
hepimiz kalırız.
Şimdi, bütün bunların sonucunda ne olmuş olabilir? Yani, bu kadar
bedel ödedik. Bir de Sayın Başbakanımızın bir başka ifadesi oldu, dedi ki: “Biz
iş başına geldiğimiz zaman 3.300 dolar idi kişi başına düşen millî gelir...”
Yani, bütün bunlar neye yansıyacak? Refaha. O kime yansıyacak? Kişiye, hepimize, teker teker. “…3.300
dolar idi, ben bunu aldım 10.500 dolara çıkardım.” İyi, amenna! Bu rakam nerede
olabilir? Şimdi, bizim Planlama Teşkilatından, beraber çalıştığımız Değerli
Bakan Arkadaşımız filan da var. Bu kitapta… Aman, bunun üstünde bir şey yok
yani Allah’tan, demin için kusuruma bakmayın. Bu, Devlet Planlama Teşkilatının
2010 yılı Ekonomik Programı. Zaten bu tür bütçeler de bunun içerisine oturacak
tarzında hazırlanır. Bunun bir 13’üncü sayfası var, eğer elinde kitap olan
arkadaşlarımız filan varsa oradan takip etsinler. Ben tabii bağışlamanızı
diliyorum, üstünde çalıştığım için böyle. Bizim Sivas’ta buna diyorlar “İt
oynamış yonca tarlası.” Yani her tarafı karga burga
olmuş. Şimdi bu da bir it oynamış yonca tarlası gibi ama ben buradan çıkarırım.
Sayın Başbakanın orada bir küçük hatası var. O “
Sayın Başbakan burada olsaydı belki… Şimdi de Sanayi Bakanımızı
görüyorum. Eğer Sayın Başbakan burada olsaydı…
ALİ KOYUNCU (Bursa) – Maliye Bakanı, Maliye Bakanı…
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Hayır, hayır. Başka bir şey söyleyeceğim de o yüzden.
Sayın Başbakanın veya Sayın Çağlayan’ın -Çağlayan’da da gördüm ben,
kırmızı bir kravatı vardı- kravatı 215 dolar, 225 dolar. Yani buradan neyi
demiş oluyorum? Bu kadar borcu artırdınız, bu kadar faizi verdirdiniz, bu
kadar… Ne kadar iktisadi kıymet varsa bu yedi yılda onları da sattık. El elde baş başta. Ne kaldı? Bir tane
kravat. Yani senede bir kravat kadar bir refah artışı yapılmış oldu.
(CHP sıralarından alkışlar)
Şimdi, ben bu rakamları bu yüce Meclisin, efendim, manevi
kürsüsünde buraya bırakıyorum. Elbette onu başka bir sefer söyleyecektim.
ABDÜLHADİ KÂHYA (Hatay) – Kravatınızı mı?
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Evet, evet, bu pehlivanlığın, yağlı
güreşin er meydanı Kırkpınar, Edirne’de.
İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) – Sizin de var herhâlde o kravattan.
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Evet, bu devlet rakamlarının er meydanı
da burası, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu, bütçe müzakereleri. Ben
de bu rakamları bu Türkiye Büyük Millet Meclisinin er meydanına bırakıyorum.
Benden sonra cevaplandıracak olan Maliye Bakanı ise Maliye Bakanı, ekonomiden
sorumlu Başbakan Yardımcısıysa ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı, Hazine
Bakanıysa Hazine Bakanı, Başbakansa Başbakan, çıkar bu rakamları bizim kafamıza
geçirir. Burası er meydanı! (CHP sıralarından alkışlar)
Şimdi, değerli arkadaşlar, buradan bu açılım, daha doğrusu o bahse
çok girecek değilim de, yani o da aynen, bana sorarsanız, bu 2010 yılı bütçesi
gibi mahcup. Özellikle Sayın Başbakan, yani bu Kürt açılımı mı desem? Arkadan,
onu beğenmedik, yanlış mı anlaşılır, sıkıntı mı yaratır, demokratik açılım mı
desem? Arkadan, bir müddet geçti; ya, bu demokratik açılım da olmasa da, millî
birlik, bütünlük, beraberlik açılımı mı desem? Burada, ben bir mahcubiyet
görüyorum, yani net olamama hâli. Ama ben işin bu bölümüyle ilgili değilim, şu
bölümüyle ilgiliyim: Konumuz ekonomi olduğu için işin…
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) –
Ekonomi…
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Evet, işin ekonomik bahsiyle ilgiliyim.
Buradan, değerli arkadaşlar, hepinize hitaben, hepimize hitaben,
kendi arkadaşlarım da dâhil olmak üzere arz ediyorum, diyorum ki: Herhangi bir
projenin -ki kültür projesi olur, siyasi proje olur, başka proje olur- eğer
yanında, peşinde, beraberinde bir ekonomik projesi yok ise, ekonomik bir
projeyle destek almıyor ise, o işin ciddiyeti yoktur. Ve eğer, bir siyasi proje
yaptınız, yani bu siyasi proje Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’yle
ilgiliyse, her ne olursa olsun oradaki insanlarla ilgiliyse, onun bir ekonomik
projesi olması lazım.
Şimdi, bu açılım projesinde hiç “Bu işin de ekonomik projesi
budur.” diye, elimizde bir sayfalık bir kâğıt var mı? Yok.
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) – Var,
var!
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlar, biz bir cihan
-arkadaşlarımız sevdiği için o tabirleri, biz de aynı şeyin soyuyuz- efendim,
biz bir cihan imparatorluğundan geliyoruz.
ALİ KOYUNCU (Bursa) – Öyle, öyle!
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Evet, elbette öyle, amenna!
Bu cihan imparatorluğunun tabiri şu idi: “Yedi iklim dört kıtada!”
Yedi iklim dört kıta. Oradan bir şeyler oldu, bir dünya hâlidir, oldu, geldi,
bu 780 bin kilometrekareye oturdu.
Bütün imparatorluklar 19’uncu yüzyılda tasfiye oldu, biz de 20’nci
yüzyılın başında tasfiye olduk, bütün imparatorluklar ulus devlet modeline
geçtiler. Bu geçiş sancılıdır her tarafta, bütün imparatorluklarda. Bizde de
sancısı oldu. Fakat, arkadaşlarımız şundan emin
olsunlar ki, bütün dünyadaki imparatorluklardan ulus devlete geçişte en az
sancılı geçiş Türkiye Cumhuriyeti, yani Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye
Cumhuriyeti devletinindir. Bu, bizim iftiharlarımızdan birisi olmalıdır.
İkinci bir bahis, ekonomiyle ilgili -demin arz ettim ben- 1929’a
kadar Türkiye Cumhuriyeti devletinin ekonomik modeli tam liberal dönemdir,
1923-1929. Ama dünyada 1929 buhranı olunca, bütün dünya ekonomik anlayışını
değiştirdi, biz de ekonomik anlayışımızı değiştirdik 1930’dan itibaren. Yani
karma ekonomi, devletçi ekonomi modeline geçilmesinin sebebi budur ve o
sıralarda sanayi planları hazırlanmaya başladı. Sanayi
planını hazırlayan insan Başbakan İsmet Paşa, İsmet İnönü. Bakanı kim?
Ekonomiyle ilgili Bakanı kim? Celal Bayar. Birisi, daha sonra Demokrat
Partinin Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı olacaktır, öbürü de Cumhuriyet Halk
Partisinin Genel Başkanı. Şimdi, bu insanlar bu dönemde Türkiye’ye sanayi planı
hazırlarlarken aynı zamanda da Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya da münhasıran ve müstakilen kalkınma planları hazırladılar. İsmet Paşa
gitti, kendisi Başbakan, şöyle bir kitap yazdı: Adı da “Kürt Raporu”dur.
Adından çekinmeye falan da gerek yoktur. Çünkü, bu
Kürt lafının edilmesi, edilmemesi sadece 1980 ihtilali
münasebetiyledir. Ondan önce, Türkiye Cumhuriyeti devletinin öyle bir derdi
yoktur, ne Kürtçe yasağıyla ilgili bir derdi vardır ne Kürt tabirinin
kullanılmasıyla ilgili bir derdi vardır. Onlar bizim kardeşimizdir. Niye? Bin
senedir. Hatta Kuzey Irak’taki Kürtler bizim kardeşimizdir, fakat onların ömrü
biraz daha kısa. Buradaki kardeşlerimiz, Kürt asıllılar bin senedir, onlar bin
sene eksi yetmiş beş yıl; yani 1925’ten beri, şimdi aynı sınırlar içinde
değiliz. Öyle değil mi? 1920’ye kadar aynı sınırlar içerisindeydik. Kuzey
Irak’taki Kürtler de bizim, yine Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve Türk
milletinin kardeşleridir.
Şimdi İsmet Paşa, Başbakan olarak bu raporu hazırladı. Başbakanınki biraz daha siyasi bir rapor. Bunun ekonomik
modeli olması lazım değil mi? Demin arz ettim, evet. Ekonomik modelini kim
hazırlayacak? Ekonomi Bakanı kim? Celal Bayar. İktisat
Vekili, o zamanki adıyla. Celal Bayar da gitti, o da bir rapor hazırladı. O
rapor da şu: Şark Raporu. Ama içi ekonomi.
Burada gördü ki, Celal Bey ve o Hükûmet;
bu, asıl bir nafıa hizmetleridir. Yani önce, bayındırlık, imar, inşa; bunlar
lazım. Nasıl yapacak? O zamanın bir Nafıa Vekili var. Adı ne? Hilmi Uran. Allah
onun da mekânını cennet etsin. Hepsi cennet mekân. Hilmi
Uran. O da daha sonraki hatıratlarında bunları yazdı.
Bunu arzdan muradım şudur değerli milletvekilleri: Eğer bu Hükûmet, Sayın Başbakan böyle bir açılım yapacak ise, her
ne açılım ise o illa da şöyle bir ekonomik modelle bu işin desteklenmesi
lazımdır. Şu ana kadar böyle bir modeli, efendim, görmüş değiliz. (AK PARTİ
sıralarından “Var, var” sesleri)
MUHYETTİN AKSAK (Erzurum) – Var da sen görmüyorsun!
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Ona da geleceğiz şimdi, benim
gördüklerimle sizin gördüklerinize.
Bu işin ikinci bölümü şudur: Başka projeler hazırlanabilir elbette,
Doğu ve Güneydoğu için sizin hazırlayabileceğiniz. Ama benim bir tavsiyem var.
Bu, bir kardeş tavsiyesidir, muhalefet gayreti değildir. Bu, bir kardeş
tavsiyesidir. Türkiye çok çeşitli dönemlerinde çok kafa yordu Doğu ve Güneydoğu
Anadolu’nun kalkınmasına. Bunların bütün rezümesinde,
sonucunda ulaştığı nokta şudur: Bu, Güneydoğu Anadolu Kalkınma Projesi, GAP.
Güneydoğu Anadolu Kalkınma Projesi.
Şimdiye kadar Türkiye’nin millî gelirleri, 1960’larda 120, 100,
125 milyar dolarlardı. Bugünkü dolar kuruyla söylüyorum, o zamanın kuruyla
değil. 1980’lerde Turgut Bey’in zamanında, rahmetli Özal’ın, 200-250 milyar
dolarlar civarında idi. Yani Türkiye, millî geliri 100 milyar dolarlar
civarında, 200 milyar dolarlar civarında iken GAP projesine 16 milyar dolar para
harcadı.
Şimdi, o zamanki siyasi müellifinin benzetmesiyle, izin
verirseniz, söylemek istiyorum. Bu GAP, bir entegre
projedir. Enerji bacağı var, sulama bacağı var, sanayileşme bacağı var. Sizin
de aranızda, Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekillerinin içerisinde bu
projeyi en iyi bilen, Türkiye’de en iyi takip eden insanlar da var,
arkadaşlarımız, kardeşlerimiz de var. Onların huzurunda da hakşinaslık olmak
üzere ifade etmek istiyorum.
Şimdi, bu yedi küpeli gelin. Eğer Sayın Başbakan
televizyondan seyrediyorsa veya Sayın Maliye Bakanı, şimdi benim yaptığım gibi
kapatsın gözlerini, böyle bir o Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ni gözünün önüne
getirsin, gözleri kapalıyken ama gözünün önüne getirsin, kadim tarihte, eski
tarihte, böyle Yukarı Mezopotamya ovaları, “bereket ovaları” denilen ovaları
gözünün önüne getirsin; bu GAP projesi o projedir. Bunun enerji bacağı
7.500 megavattır, aşağı yukarı her yıl 30 milyar kilovat saat elektrik enerjisi
üretecektir. Sulama bacağı 1,8 milyon hektardır, 18 milyon dönümdür. 18 milyon
dönüm, o bölgenin tamamını bereket olarak fışkırtacak olan bir hadisedir. Yahu,
bu proje, elinizde bu proje var işte. Doğu açılımı yapıyorsanız da bu projedir,
güneydoğu açılımı yapıyorsanız da bu projedir; bunu yapın.
Fırat’ın üstünde… Şimdi yine gözlerini Maliye Bakanı kapatsın o
zaman, “Sayın Başbakana niyabeten.” diyelim, o
kapatsın, hem de Gaziantep Milletvekilidir. Yani, Fırat’ın üstünde yukarıdan
-şimdi, bu “Sivas’ın doğusu” lafı var, bizim Divriği var da Divriği’nin ucuna
kadar, ağzına kadar gelir Keban’ın kuzey kolları- aşağı doğru sayıyoruz: Keban,
Karakaya, Atatürk Barajı, Birecik Barajı, Karkamış.
Buna haritada bakın, bir İstanbul Boğazı gibi aynen. Yani biraz şu ebatta bir
haritayla bakarsanız, İstanbul Boğazı gibi boydan boya bütün Türkiye'yi aşağıya
çeken bir hadise bu. Muhteşem bir proje.
Dicle bacağında: Yukarıda Kralkızı-Dicle
Barajı, ortada Ilısu Barajı. Kardeşim, bu Ilısu Barajı’nı yapın. Atatürk Barajı rahmetli Özal’ın
iftiharıdır, Türkiye'nin iftiharıdır, dünyanın iftihar projelerinden birisidir.
Sayın Başbakan, seçim posterlerinde, parti seçim posterlerinde resmini rahmetli
Özal’la beraber koyuyor, bu iyi. Yani Menderes, Özal, Sayın Başbakanın
fotoğrafı, bu iyi ama bu resmi hak edebilir olmak için, “Bu Atatürk Barajı’nın
muadili.” denebilecek olan orada bir Ilısu Barajı var
-1.200 megavat takatindedir, 120 bin hektar sulama yapacaktır, 120 bin hektar 1
milyon 200 bin dönümdür- yapın bunu. Yaptınız, ne olacak?
ÜNAL KACIR (İstanbul) – CHP sizi niye alkışlamıyor?
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Bütün Batman ovaları, bütün Siirt
ovaları, aşağı inin, bütün Mardin ovaları, aşağı inin, bütün Şırnak ovaları,
İdil, Cizre, Silopi, Nerdüş ovaları, bütün bunların
suya ihtiyacı var, su bekliyor.
ÜNAL KACIR (İstanbul) – CHP, alkışla! CHP, alkışla!
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Bütün bunları yapacaksınız. Evet… [AK
PARTİ sıralarından alkışlar (!)] Kalkınma projesi demek, bu projeler demektir
değerli arkadaşlar.
Şimdi, Adalet ve Kalkınma Partisinin…
Evet, bizim arkadaşlar, böyle çok etkilendiler, alkışlamayı
unuttular bence yani. (CHP sıralarından alkışlar)
ZEYNEP DAĞI (Ankara) – Alkışlayamıyorlar!
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlar, yedi yıllık
Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde bu projeye ne harcandı diye bakalım.
SUAT KILIÇ (Samsun) – 12 milyar dolar…
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Yedi, yedi yıl. Ben şimdi buraya koyayım
bu rakamları, sonra gelip bizi tekzip eden arkadaşlarımız olsun. Bu yedi yıl
içerisinde enerji projelerine harcanan rakam 180 milyon dolar, enerji
projelerine –bu, Türk liralarının, yıllar itibarıyla Türk liralarının, işte,
kurlar itibarıyla, benim hesaplamalarım itibarıyla getirdiğim- siz buna “200
milyon dolar.” deyin. Sulama projelerine, en büyük bölümü 2009’da olmak üzere 1
milyar 300 milyon dolar. İkisini beraber toplayalım, 1,5 milyar dolar; iyi. 1,5
milyar doları bir yediye bölelim, yılda ne kadar olmuş? 200 milyon dolar; o da
iyi. 200 milyon dolar yılda harcamışız. Peki, bu GAP’ın geride kalan büyüklüğü
ne kadar, rakam büyüklüğü? 16 milyar dolar. Siz buna “
VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – 2015’te biter.
İLHAN KESİCİ (Devamla) – …demek ki bu proje kaç senede biter?
Yetmiş beş senede. Yani, 15 milyar doları yıllık 200 milyon dolara bölerseniz yetmiş
beş senede biter. O yüzden, hadise bu demektir.
Şimdi, değerli milletvekilleri, laflarımı, sözlerimi bitiriyorum.
ALİ KOYUNCU (Bursa) – Bitirme daha…
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Daha doğrusu bitirmiyorum da şimdi bir
başka ekonomik model daha… Şimdi, Sayın Başbakanımız yine yok ama
televizyonlarından seyrediyordur. Sayın Başbakanımızın sevdiği, 2002 yılında
bir ekonomik anlatım var. Gerçekten benim de o zaman, duyduğum zaman, 2002
yılında, yani henüz seçim kampanyasında çok etkili, çok doğru, çok düzgün bulduğum
bir anlatım, bu çay ve simit. 2002’de Afyon’da -Afyon milletvekili
arkadaşlarımız daha rahat bilecekler, Sayın Genel Müdürüm- diyor ki Sayın
Başbakan, tam böyle zapta benzeyen bir şeyden okuyorum: “Bir simit kaç lira?
200 bin lira...” O zaman. Şimdinin 20 kuruşu ama o zamanki şeyle gideyim. “200
bin lira…” İyi. “Bir çay kaç lira, kahvede bir bardak çay? O da 200 bin lira…”
İyi. “Etti 400 bin lira…” Asgari ücretle mukayese ederek “Bir ailede kaç kişi
sayalım? 5; 400 bin lirayı 5’le çarpalım, 2 milyon. Günde üç tane öğün var, her
öğünde sadece bir çay, bir simit yesinler. Ne yaptı? 6…”
ÜNAL KACIR (İstanbul) – Bunları sen hesaplayıp gelecektin.
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Hepsi var.
“Otuz gün var. Ne yaptı?
180. Demek ki her öğünde, bir öğünde sadece bir bardak çay, bir tane simit
yerse 180 milyon lira 5 kişilik bir ailenin sadece yeme harcaması. Asgari ücret
kaç lira?” Sayın Başbakan soruyor o zaman: “Asgari ücret kaç lira?” O zaman 200
ama Sayın Maliye Bakanının şu kitapçıkta verdiği rakam 184. Şimdi, Sayın
Başbakanın oradaki ifadesi “
OKTAY VURAL (İzmir) – Kendisine mi söylüyor?
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Hayır hayır.
Diyor ki neticede: “Bir çay, bir simit
yiyen 5 kişilik aile 180 lira simit ve çay parası veriyor. Siz de asgari ücrete
200 lira veriyorsunuz, anca denk.” Oradan bir soru soruyor: “Allah’tan korkunuz
yok mudur? Vicdanınız, insafınız yok mudur?” Elhak,
bana sorarsanız bu soru doğru bir soru. Yani bir çay, bir simit… Tamam. Siz,
2002 yılında bu ekonomiyi -milletvekili adayı olan arkadaşlarımızın çoğundan da
biliyorum- çok haklı olarak, çok doğru bir şekilde her tarafta anlattınız ve
sempati, beğeni kazandınız.
Şimdi geldik 2009’a, yine aynı çay-simit. Şimdi simitler
çeşitlendi, simidin 50 kuruşluk olan bölümü var, en alt dilimi, 3 liraya kadar
çıkan bölümü var. Biz yine en alt dilimini alalım, 50 kuruş. Peki, çay… Üç cins
kıraathanemiz var bizim; birinci sınıf kıraathane, ikinci sınıf kahvehane,
üçüncü sınıf kahvehane. Bu, 1 liradan 3 liraya kadar gidiyor, bir bardak çay.
Ben buraya gelmeden kahveciler odasından filan da bu bilgileri alıyorum tabii
yani. Şimdi, ortalama, buradan çıktığınızda bir yere giderseniz, 1,5 lira bir
bardak çay. Şimdi hesabı yeniden yapalım: Bir simit 50 kuruş, bir bardak çay
1,5 lira, etti 2 lira. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
SUAT KILIÇ (Samsun) – Nerede, nerede içiyorsun sen? Senin kravatın
215 dolar. Hesap yanlış!
ERTEKİN ÇOLAK (Artvin) – Hesap yanlış!
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri…
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Evet, etti 2 lira.
SUAT KILIÇ (Samsun) – Kravatın 215 dolar, çayı nerede içiyorsun?!
İLHAN KESİCİ (Devamla) – 5 nüfus var, etti 10 lira; üç öğün var,
etti 30 lira.
SUAT KILIÇ (Samsun) – Kravatın 215 dolar, çayı nerede içiyorsun?
Hesap yanlış!
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Bir ayda otuz gün var, şimdi çarpın;
rakam ne etti, 900. Rakam etti 900 mü? Rakam etti 900. (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Hesap yanlış!
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Şimdi, demek ki, bir çay bir simit
yerlerse ayda 900 lira.
Bu, değerli Maliye Bakanının yine Meclisin huzurunda dağıttığı
kendi konuşma metni de burada. Bu konuşma metninin otuzuncu sayfası, elinde
olan baksın, Sayın Maliye Bakanının elinde vardır, o da bakabilir; bunun da
otuzuncu sayfasında diyor ki: “Asgari ücret 546 lira…” Şimdi, asgari ücret 546
lira, bir çay bir simit 900 lira, bir aile bakımından. Sayın Başbakanın
sorusuyla soruyorum…
SUAT KILIÇ (Samsun) – Hesap yanlış, hesap! Çayı nerede içiyorsun?
İLHAN KESİCİ (Devamla) – …sizin -aynı tabirlerle, aynı kelimeleri
kullanmak için kâğıda bakıyorum- Allah’tan korkunuz yok mudur?
SUAT KILIÇ (Samsun) – Kravatın kaç dolar?
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Sizin vicdanınız, irfanınız yok mudur?
(CHP sıralarından alkışlar)
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Kesici, aynı soruları ben de
soruyorum.
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Evet, evet…
Şimdi değerli arkadaşlar, burada lafın bağlandığı yerdeyiz, hasılıkelam, eski tabir… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, lütfen müdahale edin!
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen hatibi dinleyiniz.
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Şimdi, hasılıkelam…
BAŞKAN – İktidar partisi milletvekili arkadaşlarıma sesleniyorum,
lütfen… Lütfen yerimizden konuşmayalım.
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Şimdi, hasılıkelam,
gerçekten bir büyük umutla Türk halkı sizi iktidara getirdi 2002’de, bir büyük
umutla. Sadece 2002’de getirmedi, onu takip eden dört seçimde, 2002, 2004,
2007, 2009, üst üste yüzde 40 ve yüzde 40’ın üstünde oy verdi, tamam. Bunun
neticesinde Türkiye yönetiminin tamamını elinize aldınız; Cumhurbaşkanı,
Başbakan, Meclis Başkanı, YÖK Başkanı, Merkez Bankası, aklınıza ne gelirse. Hiçbir
dönemde olmadığı kadar Türkiye yönetiminin her noktasında varsınız, amenna.
Fakat burada ne oldu? Yani şu deminki söylediğimiz ister çay-simit ekonomisini
alalım ister borçları, faizleri alalım ister bir kravat kadar refah artışını
ele alalım, ne olmuş oldu? Siz ispat etmiş oldunuz ki bu güzel ülkeyi, bu aziz
vatanı, bu büyük milleti idare etmekte ehil değilsiniz, yönetmekte ehliyetiniz
yoktur. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar) Yönetemiyorsunuz. Bunu muhalefet
ispat etmedi. Bunu muhalefet filan ispat etmedi.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Buna millet karar verecek, siz karar
vermeyeceksiniz, millet karar verecek.
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Elbette millet karar verecek, onda şek,
şüphe yok.
Ama bunu siz ispat etmiş oldunuz ki ehil değilsiniz, yeterli
değilsiniz. Yedi senenin özeti budur.
ÜNAL KACIR (İstanbul) – Kahveye bir çay içmeye gidin, milletle
oturup konuşun, anlarsınız.
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Buradan laflarımı şununla
bağlıyorum değerli milletvekilleri, bu yedi senenin özüyle bağlıyorum ve
oyumuzun rengini açıklıyorum: 2010 yılı bütçesi, refah vaat eden bir bütçe
değil, aş vaat eden, iş vaat eden, istihdam vaat eden bir bütçe değil. Bu
bakımdan, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak bu bütçeye ret oyu vereceğiz ama
bütçenin aziz milletimize, yüce devletimize hayırlara vesile olmasını da
temenni ediyorum.
Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum, hürmetler ediyorum. (CHP ve
MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 16.54
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 17.13
BAŞKAN: Mehmet Ali ŞAHİN
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ
(Konya), Yusuf COŞKUN (Bingöl)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
42’nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Bütçenin tümü üzerindeki son konuşmalara devam edeceğiz.
Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, benim savunma hakkımı verecek
misiniz?
BAŞKAN – Vereceğim. “Aynı birleşim içerisinde.” diyor İç
Tüzük’ümüz, aynı birleşim içerisinde size söz vereceğim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır, unutmayasınız diye…
BAŞKAN – Şimdi, söz sırası, şahsı adına, bütçenin lehinde Manisa
Milletvekili Sayın Recai Berber’e aittir.
Sayın Berber, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
RECAİ BERBER (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde şahsım adına
söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, dünyada yaşanmakta olan ve 1929 Büyük
Ekonomik Buhranından beri yaşanan en büyük finansal kriz olarak nitelenen bu
kriz, kısa zamanda reel ekonomiyi de dünyada etkilemiştir. 2008 yılı başından
itibaren yatırım bankaları ve özel yatırım fonlarının durumunun kötüleşmesi ve
2008 Eylül ayında Lehman Brothers’ın
iflasıyla süreç derinleşmiş ve önce finans piyasalarını, daha sonra da reel
ekonomiyi etkisi altına almıştır. Başta krizin merkez üssü olan ABD olmak üzere
dünyanın gelişmiş ülkeleri tarafından açıklanan önlem paketlerine rağmen kriz
daha da derinleşmiş ve tüm dünyayı etkisi altına almıştır. Kriz, finansman
imkânlarını, dış talebi ve tüketici beklentilerini olumsuz bir şekilde
etkileyerek ülkemizin ekonomik faaliyetlerinde de bir miktar daralmaya yol
açmıştır.
Değerli milletvekilleri, 2007 yılında dünyada küresel büyüme yüzde
5,2 iken 2008 yılında yüzde 3’e, 2009 yılında krizin etkisiyle de yüzde eksi
1,1’lere kadar düşmektedir. Krizin dünya ticaretindeki ticaret hacmini
daraltıcı etkisi ise yüzde 11,9 olmuştur. Dünyadaki bu gelişmeler sonucunda
ülkemizde de 2002 yılından beri yirmi yedi çeyrektir aralıksız büyüyen
ekonomimiz maalesef 2008’in son çeyreğinden itibaren daralmaya başlamıştır.
Ancak, Dünya Ekonomik Raporu’nda Avrupa Birliği ülkeleri için öngörülen büyüme
tahminleri çok düşüktür. Avrupa’nın en büyük ekonomisi Almanya ve euro bölgesindeki diğer Birlik ülkeleri için öngörülen
büyüme tahmini sadece yüzde 0,3 civarındadır. Dünya Ekonomik Görünümü Raporu’na
göre ise Türkiye’nin 2010 yılında yüzde 3,7 olarak büyüyeceği öngörülmektedir.
Biliyorsunuz, on yıllık, 2010, 2011, 2012 mali programımızda 3,5 olarak 2010
yılı hedeflenmiştir.
Değerli milletvekilleri, bu daralmanın sonucu olarak da tabii
krizle birlikte dünyada işsizlik oranları ciddi oranlarda artmıştır. Şimdi,
burada, tabii, sürekli olarak, Türkiye’deki daralmadan dolayı işsizlik, sanki
dünyada en fazla artan ülkeymiş gibi sunulmaktadır. 2007 yılında ABD’de kriz
öncesi 4,9 olan işsizlik 2008 sonunda 7,2’ye ve 2009’da yüzde 10’a çıkmıştır
yani buradaki sapma yüzde 5,1, artış. İspanya’da, bize benzeyen bir ülkede 8,8;
14,8 ve en son 19,3; sapma 10,5.
Değerli arkadaşlar, Macaristan’da 7,4 ve 10,7; sapma yine 3,3.
Türkiye’de 2007 yılında 10,3; 2008’de 13,6; 2009’da 14, yüzde 3,4.
Değerli arkadaşlar, bu saydığım ülkelerin içinde en gelişmiş
ülkeler Avrupa Birliği ülkeleri, ABD var ve Türkiye’deki işsizlik artışındaki
oran bunların hepsinin gerisinde. Biraz önce bütçe açıklarıyla ilgili olarak da
sürekli 2009 yılı bütçesi hazırlanırken öngörülememesinden bahsedildi.
Değerli arkadaşlar, sadece öngörülüp öngörülememesi
açısından bile 2001 kriziyle şu anda yaşanan krizi karşılaştırdığınızda o günkü
kriz bağıra bağıra -Sayın Canikli
de ifade etti- artık gazete manşetlerinden duyurula duyurula
geldi ve önlem alınması IMF tarafından bile basına yansıdığı şekilde o
tarihlerde “Önlem alınması gerek.” diye, yani kur çapasından vazgeçilmesi
gerektiği tavsiye edildiği hâlde, Hükûmet o tarihte
taahhütlerinin arkasında durma pahasına Türkiye’yi göz göre göre,
maalesef duvara toslatmıştır ve Türkiye yüzde 50’ye yakın o tarihte
küçülmüştür.
Bakın Türkiye’nin bütçe açığındaki öngörülememesi oranı da, biraz
sonra bazı rakamlar vereceğim diğer ülkelerle ilgili, batan bir ülke var
İzlanda, onu saymıyorum, çünkü orada sapma yüzde 13,5; ama Rusya’da aynı
dönemde, 2009 yılında bütçe 4,3 fazla olarak düşünüldü, gerçekleşme 6,6, açık,
yani 10,9 sapma var. İspanya’da 8,4 sapma var, ABD’de 5,9 açık öngörüldü 12,5
açık var, İngiltere’de aynı şekilde yüzde 6,5 açık var, İsveç’te yüzde 2,5
fazla öngörüldü 3,5 açık var. Bizde ise yüzde 1,8 açık öngörüldü yüzde 6,6; yani
4,8 sapma var. Tabii burada sapmanın da kaynağına bakmak
lazım. Diğer ülkeler, özellikle ABD başta olmak üzere krizden çok
etkilenen Batı ülkeleri, bütçelerinden ciddi anlamda kaynakları özel sektöre,
özellikle bankalara ve finans kurumlarına kaynak aktarırken biz ise 2009
yılının başından itibaren Hükûmet anında tedbirler
almasaydı, o zaman bu açığın ne kadar olacağını görebilirdik.
Bakın, bu açığın önemli bir kaynağı, reel sektörü desteklemek
adına, üreticileri, stoklarında mal birikmiş olan sektörleri desteklemek adına,
hemen, yılın ilk çeyreğinde, mart ayında Bakanlar Kurulu kararıyla vergi
indirimleri yapıldı. Bunu ne çabuk unutuyoruz. ÖTV indirimleriyle, KDV
indirimleriyle, 100 milyarlarca liralık o sektörün elindeki stoklar eritildi.
Sadece otomotiv sektöründe 150 bin araç stoku vardı ve çok kısa sürede bu
eritildi ve tekrar üretime başladı.
Bakın, bunların hepsi Hükûmet tarafından
alınan önlemler sayesinde gerçekleşti. Tabii ki buradan vazgeçtiğiniz vergiler
dolayısıyla da bir miktar, bütçe açığında öngörülemeyen birtakım fazlalıklar
gerçekleşti ancak 2010 yılında, şu anda bütün öngörüler gerçekleştirilmiş ve
burada söylendiği gibi, 2009 bütçesiyle karşılaştırılarak, söylendiği gibi,
2010 yılında herhangi bir açık söz konusu olmayacaktır.
En önemlisi de burada biraz önce Sayın İlhan Kesici, bu ekonomi
konusunda çok, her şeyi bilmesine rağmen, rakamlar elinde olmasına rağmen, o
rakamlarla, tıpkı çay - simit hesabındaki gibi, maalesef, benim burada tabii
dilim varmıyor “Yalan söyledi.” demeye ama mugalata
yapılmıştır, Türkçede bunun adı budur.
Türkiye’de 1987 yılına kadar iç borçlanma yoktu. Nasıl olacak da
faiz yükü o tarihte şu kadar olacak da daha sonra bu kadar artmış olacak?
Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin tarihinde en yüksek borç ödediği
zaman 2001 ve 2002 yıllarıdır. Bakın burada, borç stokunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranları ortada. Şimdi, bilanço esasında defter
tutan herkes bilir ki, ekonomistler bilir ki eğer pasifinizde yani borcunuzda
bir miktar artış varsa onun karşılığında aktifinizdeki artışa da bakılır.
Türkiye'nin 2002 yılındaki gayrisafi yurt içi hasılası
şimdikinin üçte 1’i ama borçları neredeyse şimdikine yakın. O tarihte gayrisafi
yurt içi hasılaya iç borçların oranı yüzde 42 iken,
yüzde 42’nin üzerindeyken 2008 yılında yüzde 28,9’a düşmüştür, dış borçların
oranı da yüzde 56,2’den yüzde 37,5’e düşmüştür. Dolayısıyla, karşılaştırmaları nominal bazda yapmak yanlıştır.
Bakın, o tarihteki faiz oranlarıyla bugünkü faiz oranlarını
karşılaştırırken de reel faizleri karşılaştırıyoruz. Bugün, Merkez Bankasının
borçlanma faizi son elli yılın en düşük seviyesindedir, yüzde 6,5’a, borç verme
faizi yüzde 9’a düşmüştür. 2002 yılında yüzde 60’larda seyrediyordu bu. Biraz
önce söylendi, eğer o zaman enflasyon yüzde 29’lara, 30’lara düşmüşse, o zaman
aradaki fark reel faizin hangi boyutlarda olduğunu gösteriyor. Eğer, Türkiye’de
ekonomik faaliyetlerde faiz yoluyla bir soygun söz konusuysa, bir rant aktarımı söz konusuysa, reel faizlerin yüzde 20-25’leri
bulduğu dönemlere bakmak lazım. Reel faizlerin, neredeyse dünya piyasalarına
yaklaştığı bir Türkiye’de hâlâ rant aktarıldığını
iddia etmek, gerçekten bilmezlikten değil, başka bir şeyi görmek lazım. Çünkü, her şeyden önce, bakın, krizin iyi yönetilmediğini
iddia edenler, dünyadaki kredi değerlendirme kurumlarının açıklamalarına bir
baksınlar. Komşularımızın, yanı başımızda Yunanistan’ın, İspanya’nın Avrupa
Birliği ülkelerinin çoğunun, hatta ABD’nin dolardaki güvensizlik nedeniyle
kredi notunun tartışıldığı bir dönemde, Türkiye’nin iki derece birden hem de
krizin ortasında kredi notu yükseldi. Bakın, “Krizden sonraki dönemde yükseldi”
demiyoruz…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
RECAİ BERBER (Devamla) – …krizle birlikte yükseldi.
Aynı şekilde, bakın, ta 80’li yıllara gitti İlhan Bey.
Değerli arkadaşlar, Türkiye, liberal ekonomiye -serbest piyasa
ekonomiye- 24 Ocak 1980 kararlarıyla geçti. Ondan önceki dönemi şimdiki dönemle
karşılaştırmak, elmayla armudu karşılaştırmak gibidir. O tarihte, Türkiye, 2
milyar dolar ihracat, 4 milyar dolar da sadece petrol ithalatı yapıyordu. Yani,
o günkü siyasilerin literatürümüze kazandırdığı güzel
bir deyimle “70 sente muhtaçtı.” Onun için o kararlar alındı ve onun için ondan
sonraki hükûmetler de onu devam ettirdi. Ancak
Türkiye maalesef 2000 yılında o günkü koalisyon hükûmetinin
-IMF’nin kendilerini ikna etmesiyle olsa gerek- uygulamış olduğu sabit kur
sistemi, kur çapası sistemiyle maalesef İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra en büyük
krizi ve bunalımı yaşamıştır.
Ben özelleştirmeler konusunda da şuna değinmek istiyorum:
Özellikle sadece Türkiye’de mevcut özelleştirmeler yapılmıyor. Sayın İlhan
Kesici mevcut yatırımlarla GAP’ın yetmiş beş yılda biteceğini iddia ettiler.
Herhâlde kendi dönemleriyle karşılaştırdılar. Sadece 2009 yılında 3,3 milyar
dolar…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Efendim, ilave süreniz de doldu Sayın Berber, lütfen
sözlerinizi tamamlar mısınız?
RECAİ BERBER (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Dolayısıyla, artık bu projelerin çoğu, şu anda biliyorsunuz, binin
üzerinde enerji projesi özel sektör tarafından yapılıyor ve bunlar öyle on
yıllarca sürmüyor, ekonomik ve teknik olarak yapılabilecek en hızlı zamanda
tamamlanıyor. Kamunun yaptığı yatırımlarda da on yılda, on beş yılda bitmeyen
yatırımlar şu anda ortalama beş yıla çekilmiş durumda.
Değerli milletvekilleri, ben bu bütçenin, 2010 yılındaki bütçenin,
sadece yatırımlar açısından değil, Türkiye’nin krizden çıkarak tekrar büyüme trendine girmesi için hazırlanmış çok gerçekçi, eğitim ve
sağlık başta olmak üzere sosyal projeleri de destekleyen bir proje olduğuna
yürekten inanıyorum ve bunun böyle olduğunu herkesin bildiğine de inanıyorum.
Bütçemizin, 2010 yılı bütçemizin hayırlı uğurlu olmasını diliyorum. Hazırlayan
bütün arkadaşlara, başta bürokrat arkadaşlarımıza ve bütçemize Plan ve Bütçe
Komisyonunda ve on iki gündür Genel Kurulumuzda katkılarıyla destek veren bütün
milletvekillerimize teşekkür ediyorum.
Saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bütçenin tümü üzerindeki son
konuşmalara devam ediyoruz. Hükûmetin söz talebi
vardır.
Hükûmet adına söz
isteyen Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Cemil Çiçek’i kürsüye davet
ediyorum, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Ankara)– Sayın
Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bir süre sonra idrak edeceğimiz yeni yılın ve içinden
geçtiğimiz muharrem ayının ve bütün vatandaşlarımızın bugünlerde idrak ettiği
kutsal günlerin hepimiz için, milletimiz için hayırlı ve uğurlu olmasını,
barışa, esenliğe, kardeşliğe vesile olmasını temenni ediyorum ve yine
sözlerimin başında, bütçenin hazırlanmasında emeği geçen herkese, özellikle
Genel Kurulda söz alarak katkı veren, teklif getiren, tenkit getiren, bu konuda
önemli katkılar sağlayan başta değerli genel başkanlarımız olmak üzere, emeği
geçen her arkadaşımıza da ayrıca teşekkür ediyorum ve yine sözlerimin başında,
ülkenin birliği, dirliği, imarı, inşası ve kalkınması için can veren, baş
koyan, taş üstüne taş koyan herkesi rahmet, minnet ve şükranla anıyorum. Ayrıca bugün, millî mücadelemizin önde gelen simalarından ve
İkinci Cumhurbaşkanımız merhum İsmet İnönü’nün ölüm yıldönümüdür, kendisini bu
kürsüden saygıyla anıyorum.
Değerli milletvekilleri, bütçe müzakerelerinin Parlamento
kültüründe, demokrasi kültürümüzde çok önemli bir yerinin olduğunu hepimiz
biliyoruz, bunu her vesileyle de vurguluyoruz. Bu bir parlamento klasiğidir ve
bütçe müzakereleri aynı zamanda bu parlamentoların da varlık sebebidir,
gerekçesidir çünkü parlamentoların ortaya çıkması bütçe hakkına sahip çıkmanın
sonucudur. Dolayısıyla, bugün burada çok önemli bir müzakereyi yapıyoruz. Bunu
sadece biz yapıyor değiliz. Parlamenter sistemi kabul etmiş hemen bütün
ülkelerde bu ay, aralık ayı, genelde bu müzakerelerin yapıldığı ve netice
itibarıyla geriye dönük bir yılın, önceki yılın, önceki yılların, önceki
dönemlerin muhasebesinin de yapıldığı bir müzakere tarzıdır. Onun
için, biraz evvel burada ifade edildiği şekliyle, sadece bütçe rakamlarının
konuşulmuş olmasına hasrolunan bir müzakere olarak kabul edip, “Neden başka
konular buraya getiriliyor?” tarzındaki bir tenkidi de, bir eleştiriyi de doğru
bulmadığımı burada ifade etmek isterim çünkü biz burada sadece rakamları ya da
teknik açıklamaları konuşuyor değiliz; burada ülkenin dününü konuşuyoruz,
bugününü değerlendiriyoruz, geleceğini de birlikte konuşacağız, birlikte karar
vereceğiz. Çünkü kullandığımız zaman, burada konuştuğumuz kürsü
milletindir, onun için milletimiz lehine olabilecek ne varsa her şey burada
konuşulur ve konuşulmalıdır. Ülkenin her türlü meselesinin, her türlü
sorununun, her türlü sıkıntısının en evvel konuşulacağı yer de zaten
Parlamentodur, bu Meclistir. Onun için bütçe vesilesiyle, eğitimden sağlığa, dış
politikaya, tarımdan sanayiye varıncaya kadar bütçenin bölümleri içerisinde ne
varsa o vesileyle tüm politikaları konuşmak, görüşmek zaten bütçelerin genel
yapısı icabıdır, tabiatında bu vardır. Onun için, burada, hem ekonomiyi
konuşacağız hem de siyaseti konuşacağız.
Biz, burada, bu değerlendirmeleri yaparken bir başka şeyi daha
konuşacağız. Konuşacağımız şey: Birbirimizi karalamak, birbirimizi suçlamak
yerine vatandaşımızın doğru bilgi sahibi olması, doğruları birlikte ortaya
koymak; “Dün neredeydik, bugün hangi noktadayız, yarın hangi istikamete
gidiyoruz?” tarzında, tamamen objektif, tamamen samimi, tamamen ülke yararına
olacağı düşüncesiyle dünü, bugünü, yarını konuşmak. Kimseyi suçlamak için
değil, geriye dönüp defter karıştırmak için değil, tam tersine, milletimize
güven vermek, Parlamentonun itibarını arttırmak… Çünkü her meseleyi burada
konuşacağımıza göre “Benim milletvekillerim, benim seçtiğim insanlar, benim her
meselemi dünüyle, bugünüyle, yarınıyla konuşuyor.” diye bir kanaatin, bir
güvenin sağlanabilmesi bakımından da bunları konuşacağız.
Onun için bütçe müzakereleri, dünün konuşulduğu, bugünün
değerlendirildiği, yarına dönük umutların, hedeflerin, beklentilerin, varsa
tasavvurların, vizyonun ortaya konulduğu bir müzakere
dönemidir ve öyle olduğu nispette daha çok faydalı olabilecektir. Elbette bu
müzakereler sırasında eleştiri olur, ima olur, telmih de olur, tenkit de olur;
bunların hepsi saygıya değerdir. Biz Hükûmet olarak
burada katılmasak da doğru bulmasak da eksik bulsak, fazla bulsak da bu kürsüde
dile getirilen her şeyi ülkemizin yararına olduğu inancıyla, hüsnüzannıyla dinledik, dinlemeye çalışıyoruz. Bunlardan da
azami istifadeyi sağlayacağımızdan hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır.
Bu müzakerelerin bir başka açıdan önemi var. Bu müzakereyi
Parlamento zemininde yapıyoruz ama 3’üncü kanal vesilesiyle milletimizin gözü
önünde yapıyoruz. Bunun getirisi şudur, faydası şudur ya da önemi şudur: Çünkü
siyasi partiler neticede ülkeye hizmet etmek için kurulmuş siyasi
organizasyonlardır, ülkeye hizmet edecek. Neyiyle? Planıyla,
programıyla, fikriyle, projesiyle. Dolayısıyla, bu müzakerelerde
partiler görücüye çıkar, milletimiz dinler; bizi dinler, konuşan diğer
partilerimizi dinler, sonuçta değerlendirmesini de yeri geldiği zaman yapar. O
nedenle, bütçe müzakereleri aynı zamanda vatandaşımızın doğru tercih
yapabilmesi bakımından çok önemli, çok faydalı, çok belirleyici müzakerelerdir.
Bunun böyle bilinmesi gerekmektedir.
Değerli milletvekilleri, bir şey daha ifade etmek istiyorum: Bugün
biz burada AK PARTİ hükûmetlerinin hazırladığı 8’inci
bütçeyi tartışıyoruz, 8’inci bütçeyi konuşuyoruz. Bu konuşmalardan sonra, eğer
vaktiniz olabilirse geriye dönük sekiz bütçede acaba biz ne söyledik, değerli
muhalefet partilerimiz ne söyledi, bunlara bir baktığımızda ortak bir noktayı
görürüz, o da şudur: “Hükûmetler hep kötüdür. Biz,
yedi yıldır her şeyi kötü yaptık, her şeyi berbat ettik, bu ülkede yaptığımız
hiç iyi bir şey yok.” Noktayı koydukları anda da altmışıncı dakika dolmuş
oluyor.
Şimdi, bu doğru mudur? Demin bir değerli arkadaşımız hep insaftan
bahsetti, “İnsaflı olun.” dedi. Ben de inanırım, “İnsaf dinin yarısıdır.” öyle
derler bir atasözümüzde. Biz bu yedi senede hiç doğru bir şey yapmadık mı, hiç
ülke yararına bir şey yapmadık mı, hiç ülkenin menfaatine, ileri gitmesine,
milletimize hizmet yolunda taş üstüne hiçbir taş koymadık mı? Hadi sizin
nitelemenize göre bırakın büyük taşı koymayı, teşekkürü hak edecek bir küçük iş
de mi yapmadık?
Şimdi, eğer siyaseti ve muhalefeti yapılan her şeyi inkâr anlamına
gelen bir kültür oluşturursak, siyaset kültürünü inkâr esasına dayandırdığımız
takdirde o zaman siyasete güven de azalıyor. Doğruyla yanlışı söylesek…
Tabiatıyla biz her yaptığımızı doğru yaptık diyemeyiz ama doğru niyetiyle
yaptık, doğru olsun diye yaptık, ülkemizin yararına diye yaptık. Muhalefetin
zaten var oluş sebebi de iktidarın yanlışlarını söyleyecek ama buna karşılık
kendi doğrularını da söyleyecek. Bir önceki bütçe konuşmasında da ifade
etmiştim; hani az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik, geriye dönüp
baktığımızda, bu müzakere modelinde, müzakere sitilinde bir arpa boyu yol
gittik mi diye baktığımızda değişen hiçbir şey olmadı yani iktidar hep kötü,
konuşmaların tamamı iktidarın kötülenmesine, iktidarın yanlışlarının
söylenmesine… Bunları saygıyla karşılıyorum, bunlardan en ufak bir
rahatsızlığımız yok ama çağdaş muhalefet, çağdaş demokrasilerde partilerin
yarışı bir taraftan yanlışı söyler öbür taraftan da kendi doğrularını ortaya
koyar.
Şimdi, değerli milletvekilleri, sizin şahsınızda bizi dinleyen
aziz milletimize soruyorum: Bugünkü bu müzakerelerin sonucunda “Ben iktidar
olsaydım ülkeye şu hizmetleri yapardım, ben iktidar olsaydım şu yanlışları
yapmazdım.” tarzında bir proje demetine şahit olan birisi var mı? (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Bakınız, bu olmadığı zaman siyaset bir kötüleme, bir
karalama… Kim yapıyorsa, ben de yapıyorsam başkası da yapıyorsa bu geleneği
belli bir süre sonra artık terk etmiş olmamız lazım gelir çünkü bu bizi
tembelliğe sevk ediyor, zihinsel tembelliğe sevk ediyor. İktidarın olumlu
gördüğündeki cümleyi tersine çevirdiğiniz zaman bir saatlik, iki saatlik
konuşma yapmak çok da zor olmuyor. Onun için, gönül arzu ediyordu ki 2010
bütçesini görüşürken -tabiatıyla 2010 önemli bir yıl; 2009, içinde epey
sıkıntıları yaşadığımız bir yıl- 2010’a girerken partilerimizin, bir taraftan
vatandaşa doğru bilgi vermek adına bazı hususları dile getirmesi, öbür taraftan
da kendi vizyonunu, kendi gelecek tasavvurunu ortaya
koyması gerekirdi. Ama maalesef bunlardan hiçbirisini görme şansımız olmadı.
O zaman şöyle bir sonuç çıkıyor: Şimdi, iktidarı tenkit edeceğiz.
İktidarın ne yaptığı zaten belli, iktidarın meçhul olan bir yanı olmaz; hiçbir
parlamenter sistemde, demokratik sistemde iktidarın ne yaptığı, ne yapacağı
meçhul değildir. Neden? Hükûmet programı var, ona
bakar, ne yapacağı orada belli; getirdiği yasalar var, orada belli. Şimdi
bütçeyi tartışıyoruz. Bütçesinden bellidir, neye önem veriyor, neye öncelik
veriyor; devletin, milletin imkânları içerisinde neye, ne kadar para ayırıyor;
neyi, nasıl çözecek; neyi, ne zaman ve hangi sürede çözecek, bu zaten hükûmetin yasa tasarılarında bellidir, idari
tasarruflarında bellidir, hükûmet programında
bellidir. Dolayısıyla, vatandaş açısından meçhul olan bir yan yok. Meçhul olan
ne? Meçhul olan muhalefet. O diyecek ki bak, iktidar
bunları yanlış yaptı, ben olsaydım bunları şöyle, şöyle, şöyle, şöyle yapardım.
Eğer bunlar söylenemiyorsa o zaman bu çok klasik bir muhalefet oluyor. Artık,
çağdaş muhalefet, bu türlü değerlendirmelerden çoktan uzak kaldı Batı
sistemlerinde.
Şimdi, yeri gelmişken bir şeyi ifade edeceğim: Demin söyledim ki
“İnsaf dinin yarısıdır.” Biz yedi senede her şeyi kötü mü yaptık? Her şey iyiye
gidiyordu da vatandaş yanıldı da bizi mi seçti? Şimdi, öyle şeyler ortaya konuldu
ki bu millet akşama zor çıkar, sabahı etmesi de kesinlikle mümkün değil;
birilerimiz manifaturacıya gidiyoruz kefen almaya, öbürümüz de kazma kürek aldı
mezar kazmaya, yarın sabaha milletin cenazesini kaldıracağız. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Böyle bir atmosfer acaba Türkiye’ye yakışıyor mu, doğru
mudur bu? Gerçekten Türkiye bu noktada mıdır? Eğer bu böyle ise… Ben demin
söyledim, sekiz bütçede de aşağı yukarı hep aynı üslup var. Sekiz bütçe
yapılırken de arada milletin hakemliğine müracaat ettik, milletin
değerlendirmesine müracaat ettik. Şimdi, “Ayranım ekşi.” diyen siyasetçi olmaz.
Ben de “tatlı” diyorum, siz de “tatlı” diyorsunuz ama tadan millet; millet
tadacak, ona göre de tercihini yapacak. Biz ilk bütçemizde karşınızda olmuş
olsaydık, o zaman derdik ki: “Hele bir yürüyüşünüzü görelim.” Bizim yedi
senedir yürüyüşümüz belli, nereye, ne kadar mesafede gideceğimiz belli de bu
sözleri söyleyenlerin, bizi tenkit edenlerin menzili maksuda ne kadar sürede
gidecekleri, gidip gidemeyecekleri belli değil. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Bunun ortaya konulması lazım. Bunun ortaya konulmasının yegâne yolu
şu: Herkes bu kürsüye projesiyle beraber gelecek, doğrularıyla beraber gelecek,
kendi vizyonuyla beraber gelecek. Böyle olduğu
takdirde gerçekten bu müzakereler çok daha anlamlı olur.
Değerli milletvekilleri, demin bir şey söyledim, dedim ki: “Biz
yedi senede her şeyi gerçekten kötüye mi götürdük, yani çok iyi bir noktadan
aldık, çok kötü bir noktaya mı getirdik?” Bunları söylerken sadece tespit
maksadıyla söylüyorum. Hiç kimseyi incitmek gibi bir düşüncem olamaz. Hepimizin
bu ülke için çalıştığına, çalışacağına inanıyorum. Yanlış da yapsak, hepimiz
Türkiye’yiz, birlikte Türkiye’yiz, Türkiye için çalışıyoruz. Bu anlayışla bu
rakamlara bakalım.
Şimdi, mesela, 2002 yılında Türkiye'nin en önemli meselesi eğitim,
en önemli meselesi eğitim. Karşılaştığımız her problemin temelinde eğitimsizlik
yatıyor, yeterli eğitimin olmaması yatıyor. Onun için, hangi cumhuriyet hükûmeti eğitimi birinci sıraya alıyorsa en doğru işi
yapıyor. Bu, bugün için de doğrudur, gelecekte de doğrudur. En gelişmiş
ülkelerin bile en ön sırada değerlendirmeye aldığı konu eğitim konusudur. Onun
için biz, geldiğimiz günden beri çok doğru bir iş yapıyoruz. Devletin imkânları
içerisinde birinci sıraya hep eğitimi çıkardık. “Eğitimde mesafe alalım,
eğitimi belli bir noktaya getirelim…” Başka yollarla çözmeye çalıştığımız, ceza
hukuku tedbirleriyle, yasaklarla, yasalarla çözmeye çalıştığımız birçok şeyi
yeteri kadar çözemedik; temelinde eğitimsizlik yatıyor. Onun için “Şu eğitim
meselesini belli bir noktaya getirelim.” dedik.
2002 yılında eğitime ayrılan kaynak 7,5 milyar TL. 2010 bütçesinde
bizim koyduğumuz kaynak ne? 28,74 milyar. Şimdi, hangisi doğru? Hangisi ülke
yararına? Biz hiçbir şey yapmamış mı olduk şimdi eğitimde? Bu kadar parayı biz
nereye harcayacağız? Ülkemizin insanlarının eğitimine. 2002’ye
göre tam yüzde 278’lik bir artış var. Hiç olmazsa bunun söylenmesi lazım.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Bakan, ödeneklerin yeri
değişti.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Hiç
olmazsa “Ben olsaydım bunu 28 milyar değil, 35 milyar yapardım, 40 milyar
yapardım, bunu da şöyle yapardım.” dersek bu daha anlamlı olur.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Ödeneklerin yeri değişti Sayın
Bakan, niçin doğruyu söylemiyorsunuz?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Şimdi
gelelim, 2002 yılında: Yükseköğretim hepimiz için önemli, hepimizin çocuğu var;
üniversiteyi okutmak için, çocukları için bu milletin çekmediği fedakârlık
kalmıyor annelerin babaların. Yükseköğrenim çok önemli, çocuklarımızı ne kadar
eğitebilirsek, ne kadar iyi eğitebilirsek bu acımasız rekabet dünyasında
ayağımızı daha sağlam yere basarız.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Bir sene sonra muhalefete geçeceksiniz,
o zaman böyle yaparsınız Sayın Bakan. Bir sene kaldı…
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Bunun
da ön şartlarından bir tanesi yükseköğretimdir.
Şimdi, yükseköğretim bütçesi 2002 yılında 2,5 milyar, 2010
geldiğimizde 9,4 milyar dolar, yüzde 275 artmış.
Bugüne kadar değişik kademelerde 5.478 eğitim kurumunu hizmete
açmışız, 132-133 bin derslik yapmışız, birçok yere kütüphane kurmuşuz, ilk defa
Türkiye’de 29.428 bilişim teknolojisi sınıfını açmışız.
Bunlar bizim de ilk defa karşı karşıya olduğumuz kavramlar. Ben
talebelik hayatımda, üniversite yıllarımda bu kavramları bile duymadım ama ne
güzel, şimdi Türkiye’nin her tarafında, Hakkâri’den Edirne’ye bu kadar bilişim
teknolojisi sınıfı açılabiliyorsa bu bir teşekkürü hak eder yani, nezaketen
dahi olsa. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) E, bilgisayar
göndermişiz 1 milyona yakın, nakit transferleriyle dünya kadar kaynak, ücretsiz
kitap, her ile bir üniversite kurmuşuz, her ile bir üniversite. Nitekim, bu üniversiteler kurulurken değerli milletvekili
arkadaşlarımız, iktidardan muhalefetten, kendi iline üniversite kurulmuş
olmasının sevincini şahsi sözleri olarak burada ifade ettiler. Yani, en azından
her ilimize bir üniversite kuruldu diye bu Hükûmet
teşekkürü hak etmedi mi? Bu kadar birbirimize karşı iltifatta, teşekkür etmede
niye cimri davranıyoruz, niye hasis davranıyoruz? (AK PARTİ sıralarından
alkışlar, CHP ve MHP sıralarından gürültüler)
ERKAN AKÇAY (Manisa) – Hepimiz destek verdik!
AKİF AKKUŞ (Mersin) – O kadar para harcıyorsunuz!
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Sözlerine bir teşekkürle başladın mı
ki, biz de…
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Evet,
şimdi, değerli milletvekilleri, bir başka şeye geçelim, vaktimin tamamını
bunlarla kullanmak niyetinde değilim. Türkiye sağlıkta önemli devrimler yaptı,
önemli atılımlar gerçekleştirdi. Bunu söylemek lazım, bunu vatandaşımız
biliyor, başkaları kabul etmek istemese de vatandaşımız biliyor ve şunu net
olarak ifade ediyorum: AK PARTİ İktidarının bu derece yüksek oy almasındaki en
önemli faktörlerden bir tanesi eğitim ve sağlıktaki başarımızdır, sağlık
hizmetlerinde vatandaşa getirdiğimiz kalitedir. Bugün, on sekiz yaşın altındaki
her çocuk, ücretsiz muayene edilebiliyorsa, sağlık sigortasından yararlanabiliyorsa,
büyükleri teşekkür etmese bile bu çocuklar teşekkür edecektir. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) En azından bundan dolayı bir teşekkürü bu Hükûmet hak etti. 245 hastane yapmışız, 220’si ek olmak
üzere, sağlık ocaklarıyla beraber…
CANAN ARITMAN (İzmir) – Geriye götürdünüz Sayın Bakan, yapmayın!
Geriye gidiş oldu!
BAŞKAN – Sayın Arıtman, lütfen… Sayın Arıtman…
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) –
…1.503 sağlık tesisini hizmete açmışız.
Şimdi, başka bir şey, artık KÖYDES, BELDES AK PARTİ’nin
klasiği oldu, bunun hiç üzerinde durmaya gerek yok. Aradan geçen bunca yıl
içerisinde 2009’a, 2010’a geldiğimizde daha hâlen susuz köylerimiz vardı
geçmişte. Bunlar ilk defa suyla yolla karşılaştı.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Hâlâ var! Hâlâ var!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) –
Eksiklikleri varsa gideririz, var ama önemli kaynak ayırdık. Bunu bir öncelik
kabul ettik. Bu bir siyaset felsefesi. Neye öncelik
verdiğiniz önemli. Biz köye köylümüze, orada yaşayan insanlara, insan
haklarının gereği olarak bu türlü hizmetleri götürdük, götürmeye devam
ediyoruz.
Değerli milletvekilleri, bir başka şey daha ifade edeceğim:
Nüfusumuzun hâlen üçte 1’i tarımda çalışıyor, tarımdan geçimini temin ediyor. Hükûmetlerin bütçeleri içerisinde de tarımın özel bir yeri
var, hatta siyasi neticelerin lehte ya da aleyhte tecelli etmesinde hükûmetlerin tarım politikaları birinci derecede
belirleyicidir. Onun içindir ki bütün seçim beyannameleri dâhil, konuşmalar
dâhil, önemli bir kısmı tarımla ilgilidir. Acaba -geriye dönüp bir bakalım- bu
yedi sene içerisinde Hükûmet tarımda ne yaptı, hiçbir
şey yapmadı mı?
RIDVAN YALÇIN (Ordu) – Çiftçiye sorun.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) –
Soracağız, hep beraber soruyoruz.
Evvela, tarımda yapısal reformlara ihtiyaç vardı. İlk defa bu
dönemde, on iki tane çok önemli yasa, tarımın altyapısını oluşturacak, tarımı
dışarıya rekabete açacak, geliri artıracak ve böylece de insanlarımızın şahsi
bütçelerine önemli ölçüde katkı sağlayacak tarımda bu altyapı reformunu
düzenleyen on iki tane yasayı beraber çıkardık. Hepinize teşekkür ediyoruz,
sizlerin de katkısı oldu, sizlerin de bu kürsüden “Şöyle yaparsanız daha
iyi.”dediğiniz hususlar oldu. Bunları hep beraber yapıyoruz ama neticede hükûmet biziz.
Şimdi, destekleme: Bütün dünyada tarım destekleniyor, az veya çok,
herkes gücüne göre, imkânına göre. 2002 yılında tarım destekleme tutarı 1
milyar 868 milyon, bu kadar, demek ki o zaman bu kadar imkân vardı ama 2010
bütçesine geldiğimizde 5,6 milyar TL’lik... Geçen sene de yaptık, bu sene de
yapıyoruz, imkân elverdikçe her sene bu destekleri giderek artırmaya ama doğru
tercihler yaparak, öncelikleri doğru koyarak, dünyayla rekabet edecek bir tarım
politikasını geliştirmek adına bu destekleri vermeye çalışıyoruz. Bunlar da bu
bütçenin rakamları. Bakınız, yedi yıllık iktidarımız döneminde çiftçiye bu
manada verdiğimiz desteğin tutarı yaklaşık 31 milyar TL’dir, 31 katrilyon biz
destek vermişiz.
ABDULLAH ÖZER (Bursa) – Onun için çiftçi borç batağında.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) –
Ayrıca, bakınız, bir başka destek daha. Hep unutuluyor. Bu rakamlar söylendiği
zaman biraz garip karşılayanlar da oluyor, onu ifade edelim ama doğru budur:
Şimdi, 2002’ye geldiğimizde, çiftçi Ziraat Bankasından kredi alacak, tarım
kredi kooperatiflerinden kredi alacak. 100 lira paraya ihtiyaç var, 100 lira
krediye. Ne faiz ödemesi gerekiyor? 59 lira. Yani 100 lira alacak, 59 lirası
faiz. Daha gelirken yolda paranın yarıdan fazlası gitti; mazot için de gitti,
gübre için de, her şey için gitti. Daha yolda gitti, kaynakta tevkif edildi.
Şimdi, şunu kabul etmek lazım: Bugün faizler kaça indi? Bu aradaki fark,
ihtiyaç sahibi çiftçinin cebine kaldı yani 100 liraya 59 lira faiz ödemek var.
Bazı alanlarda yüzde sıfır, bazı alanlarda yüzde 5, yüzde 8, yüzde 11 -ödediği
faiz bu- geri kalan yüzde 44 o çiftçinin cebine kaldı. Çiftçi edebiyatı yapalım
edelim de şu gerçeklerin de bir görülmesi lazım. Bu faizler inmeseydi… Aynı şey
esnaf için geçerli, o da yüzde 59’dan borçlanıyordu. Esnaf için ne yapıldı ne
edildi? Esnafın cebinde en az bu krediler sebebiyle yüzde 40 ila 45, yüzde 50
arasında para kaldı; aksi takdirde, bunları bankalara veya kredi veren
kuruluşlara ödeyecekti. Bunlar da Türkiye'nin gerçeği yani 2002’den bu tarafa
bizim insanımızın, çiftçimizin, esnafımızın geldiği noktadır, bu Hükûmetin sağladığı en büyük kolaylıklardan, avantajlardan
bir tanesidir.
Bir başka şey: Tabiatıyla Türkiye öyle avanta geliri olan bir ülke
değil; ne Suudi Arabistan’ın petrolü var ne falanca ülkenin doğal gazı var,
ince iğneyle kuyu kazar. İnce iğneyle kuyu kazacak, oradan bir değer orta yere
çıkacak; bunu da satacağız, pazarlayacağız, ihracat yapacağız, böylece
Türkiye'nin, devletin çarkını döndüreceğiz. “Bütçe” dediğimiz işte buralardan
gelen gelirlerle oluşuyor, başka türlü imkânı yok.
Şimdi, bakınız, 2002 yılında tarımın gayrisafi yurt içi hasılaya katkısı 23,7 milyar, yuvarlak 24 milyar. 2008’de ne
kadar bu? Yaklaşık 57 milyar. Şimdi, 23’ten, 24’ten 57’ye
eğer bu kendiliğinden geliyor ise, hiçbir katkı olmadıysa politikalarımızda,
önceliklerimizde, desteklemelerimizde, yaptığımız reformlarda, bu iş
kendiliğinden oluyor idiyse, bu ülkede 1950’den bu tarafa çiftçi üzerinde
durulur, çiftçiyle ilgili laflar edilir, vaatlerde bulunulur, sözler verilir,
kendiliğinden oluyor idiyse bu rakamların geçmişte de, bir beş sene evvel, bir
on sene evvel de gerçekleşmiş olması gerekirdi.
Şimdi, buradan bir başka şeye geliyorum: Yani “Türkiye battı.”
filan diyoruz da, “Türkiye’de üretim yok, vesaire yok.” bu türlü lafları
söylüyoruz, önüne arkasına da fiyakalı bir kısım cümleler kuruyoruz. İyi de,
hiçbir şey üretmediysek neyi satıyoruz biz?
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Çin malı satıyorsunuz, Çin malı.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) –
“Yok”u satma becerisini ben gösteremem, biz gösteremeyiz. Bize ait olmayan bir
şeyi satan bir Sülün Osman vardı. Siyaset Sülün Osmanlığa açık bir alan
değildir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Her şey çok açık, net, toplumun gözü önünde cereyan ediyor. 24’ten
57’ye gelebildiyse belli ki bu Hükûmet bu noktada çok
önemli çabayı, gayreti göstermiş ve bugün bu noktaya getirmiştir.
Şimdi, Türkiye, hakikaten ihracatta çok önemli mesafeler aldı. Her
Hükûmet ihracatı teşvik etmek istedi. Başka çaresi de
yoktur, onu söyleyeyim. Türkiye, ihracata dayalı bir büyüme gösteriyor, çarkını
böyle döndürecek. Hepimiz, her hükûmet, her
cumhuriyet hükûmeti bir şey satmak istedi imkân
bulduysa, fırsat bulduysa ama insaf edin ki bu Hükûmetin
en başarılı olduğu alanlardan bir tanesi ihracattadır, dış ticarettedir; çok
önemli mesafeler aldı, 30 milyar dolarlardan 132’ye kadar çıkardı daha geçen
sene. Bu sene sıkıntı var ama bu bizim moralimizi bozmaz, yine de 100 milyar
doların ötesinde, üstündedir.
Şunu ifade ediyorum: Yedi yıllık iktidar dönemimizin en kötü
dönemini alın, son on yılın, on beş yılın en iyi döneminden daha iyidir. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Bunda iddiaya varım. En kötü dönemini, en kötü
rakamlarını alın, filanca dönem, son on beş yılın “iyi” dediğiniz rakamlarından
kat be kat daha fazla.
Şimdi, bakalım, tarım ürünleri ihracatımız: Eskiden “Türkiye”
denildiği zaman sadece incir, üzüm, fındık ihraç eden bir ülke. Çok şükür,
Türkiye bunları epey geride bıraktı. Emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz,
özel teşebbüsünden devlette bu hususa katkı verenlere, katkı sağlayanlara.
Şimdi, 4 milyar dolardan 2008 yılında 11,5 milyar dolara çıktıysa belli ki hem
tarımın kalitesinde hem üretim artışında hem de planlamasında hem de
teşviklerinde ve önceliklerinde bu Hükûmet son derece
başarılı.
CANAN ARITMAN (İzmir) – Sayın Bakan, ihraç ettiklerimizi ithal
eder olduk.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) –
Değerli milletvekilleri, burada sık sık Türkiye'nin
bu dönemde çok borçlandığı konusu geldi, vakit kalırsa ona girerim, vakit
kalırsa ama bir şeyi söyleyeceğim: Borçlanmayan ülke olmaz. Dünyanın her ülkesi
borçludur şu veya bu şekilde. Mühim olan “Aldığınız borcu ne yaptınız?” esas
mesele oradadır, birinci mesele. Borç alıyorsunuz, insanlar da borçlanıyor.
Belki hepimizin borcu var, gider bankadan alırsınız. Bunu gidip eğlencede yemek
var, bunu gidip akıllı kullanarak aldığınız paradan çok daha fazla katma değer
getirecek alanlara yatırım yapmakta fayda var. Bu Hükûmet
döneminde elbette belli bir borçlanma var, geçmişle kıyas etmeyecek derece
düşük bir borçlanmadır, düşük bir borçlanma. Bunun rakamlarını biraz sonra
gerekirse veririm ama şunu görelim, borcun yapısına bir bakalım: Şimdi evvela
bu borcun üçte 2’den fazlası özel sektör borcu, özel sektör borcu. Yüzde 28’i-yüzde 29’u devlete ait bir borç. Bu önemli bir
meseledir, buradan bir yere geleceğim, o da şudur …
AKİF AKKUŞ (Mersin) – İhracatı devlet mi yaptı?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Şimdi
bakınız, hiçbir kredi kuruluşu devlette gördüğü garantiyi özel sektörde görmez.
Durup dururken bir özel sektöre, bir firmaya, bir holdinge, bir şirkete; onun 3
misli, 5 misli teminat almadan, yapacağı işe güvenmeden, geriye dönüş
yapacağını garanti altına almadan, değil kredisini vermek, vallahi günahını
bile vermez. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Şimdi, günahını vermez günahını,
hele de bu kredi dışarıdan geliyorsa, dışarıdan geliyorsa. Biz, zaman oldu,
peşin parasını verdiğimiz silahı bile alamadık. Şimdi, elin oğlu, elin
yabancısı gelecek, (A) Türk şirketine, (B) Türk şirketine; ne yapacağı belli
değil, getirisi belli değil, dönüp dönmeyeceği belli değil, bu kadar milyar
dolar krediyi verecek. Niye verdi peki? Verişinin bir tek sebebi var çünkü bu
ülkede güven var ve istikrar var. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Güven ve
istikrar varsa orada kalkınma var. Bir ülkede güven ve istikrar varsa o ülkenin
geleceği müemmendir, geleceği garantidir. Eğer güven ve istikrar yoksa, geçen sefer de söyledim, yıkılacak duvarın altına
hiçbir akıllı oturmaz. Yıkılacak duvarın altında oturan adama da hiç kimse
değil para vermek, vallahi selam bile vermez çünkü “bu ahmak mıdır, deli midir”
der. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova) – Hele bir de oğulları yönetim kurulu üyesi
olursa tadından yenmez bu iş!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) –
Şimdi, yabancı banka, şirket, kredi kuruluşları, Türkiye'nin özel sektörüne bu
kadar kaynak ayırdıysa, bu kadar para verebiliyorsa, Türkiye’de güven var,
istikrar var, geleceği görüyor ve kredi talep edenin projesine de itimat
ediyor. Peki, özel sektör bu krediyi aldı ne yaptı? Özel sektör, aldığı bu
krediyle… Bu dönem burada dinlemedim, belki ara bütçelerde konuşulurken oldu
mu, ikide bir geçen sefer başımıza vurduğunuz bir cari açık vardı. Bu cari
açık, cari kaçık işi burada hiç gündeme gelmedi. Niye? Niye? Yani, geçen sene
en öncelik verdiğiniz, ikide bir önümüze “Ne diyorsunuz bu cari açığa, ne
diyorsunuz bu cari açığa?” İşte, cari açığın iki tane önemli sebebi var: Bir
tanesi, yüksek miktarda dolar fiyatlarıdır, 146-150 dolara kadar çıktı.
Türkiye, enerjinin büyük bir kısmını dışarıdan alıyor. Doların varilini 70
dolardan almak var, 145-150 dolardan almak var. İkincisi: Özel sektör krediyi
aldı ne yaptı? Makine getirdi, ara malı getirdi, kendisini yeniledi,
teknolojisini yeniledi. Başka türlü nasıl rekabet edecek? Çin’le nasıl rekabet
edecek, Hindistan’la nasıl rekabet edecek? Ancak, yüksek teknolojiyi transfer
ederse, kendisini yenilerse, kendisini çağa uydurabilirse rekabet edebilir.
İşte, öyle olduğu içindir ki o Türkiye'nin hesabında borç gibi gözüken şey,
aslında ihracatın en önemli etkenidir, en önemli belirleyicisidir.
Şimdi, bir fotoğraf ortaya koyacaksak doğrusuyla yanlışıyla, her
yönüyle ortaya koymamız lazım. İşin bir kısmını gösterip öbür türlüsünü
göstermediğimizde sıkıntı olur.
Bakınız, şimdi, devlet borç aldığında ne yaptı? Biz biliriz
devletin borç aldığında ne yaptığını: Seçim yaklaştığı zaman taban fiyatlar
artar. Hatta rekabete, açık artırmaya çıkar. “Ne veriyor (x) partisi? Ben ona
kilo başına 5 bin lira daha fazla veririm.” Vallahi kendi kesesinden olsa 5
kuruş vermez. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Hiç cebine ağalık yaptığını
görmedim bunu diyenlerin, hep devlet kesesine ağalık yapıldı. Bu hataları
siyasetçiler olarak yaptık.
Şimdi, değerli dostum, kardeşim Mehmet Şandır “Birlikte düşünelim
bazı konuları.” dedi. Bunların başında bir de bunu düşünelim. Siyaset kurumu
olarak nerede yanlış yapıyoruz? Pazar gününü kurtaralım, pazartesi Allah kerim.
Allah her zaman kerim, pazar günü de kerim, pazartesi günü de kerim, ebedî
kerimdir de Allah ama hesabınızı da bileceksiniz, hesabınızı. Nedir o? Biz
borçlandıysak…
Bak, şimdi, pazar günü Sayın Başbakanımız, değerli bakan
arkadaşlarımız bazı tesisleri hizmete açacak merkezden.
OKTAY VURAL (İzmir) – Seçilen işçi göndererek, toplama işçilerle.
Talimatla işçi topluyorsunuz.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Şimdi, 2003-2009 yılları arasında Devlet Su
İşleri tarafından beş yüz seksen sekiz adet baraj, gölet ve benzeri tesisler
yapılmış, beş yüz seksen sekiz adet, beş yüz seksen sekiz! (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
İçme suyu tesisleri, taşkın koruma, dere ıslahları yapılmış. E
borç almış, ne yapmış Hükûmet? 2002 yılında,
takriben…
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – İstanbul’da adam öldü Sayın
Bakanım, dere ıslahı yaptınız.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – E siz
bunları söylediniz ama yine bizim arkadaşımız tercih oldu Sayın Kılıçdaroğlu.
Evet, şimdi, 2002 yılında DSİ kanalıyla enerji sektöründe ne
üretiyoruz? 28 milyar kilovatsaat. Şimdi, 2009’da
kaç? Bu 2’ye katlanmış, 49,7; 50 milyar kilovatsaat.
Şimdi, “Aldığınız borç parayı ne yaptınız?” diyorsanız, Laila’da
yemedik biz, onu iyi bilin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Şimdi, biraz sonra
oraya geleceğim ben, Laila’da yemedik.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – ATV ile Sabahı aldınız.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Öyle
kravat filan hesabını yapacaksak biraz sonra da bir simit hesabını yapacağız.
Bir simit hesabını da yapacağız ama yeri gelmişken söyleyeyim: Simidi
Altındağ’da alıyor, oradaki hesabı yapıyor, çaya gelince Çankaya’nın en lüks
kafesinde yapıyor değerli dostum İlhan Bey. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
İlhan Bey’ciğim, bak, bu hesabı yaptım. Şimdi yeri geldi, unuturum
sonra söylemeden. Eğer her hesabı, böyle, simit hesabı gibi yapıyorsak vallahi
yandık. Yüzde 100 fark etti.
Şimdi, ben sordum arkadaşlarımızdan ola ki yanılıyor muyuz diye.
Biz halkın içindeyiz, halkla beraberiz, görüyoruz.
Şimdi, Türkiye’de birinci sınıf, ikinci sınıf, üçüncü sınıf ve
dördüncü sınıf olmak üzere dört tane kahve var. E, şimdi, sorduğumuz kişiyi de
söyleyelim. Türkiye Kahveciler Federasyonu Genel Başkanı arkadaşımızdan sorduk:
“Nedir?” Birinci, ikinci sınıf kahvede 75 kuruş, üçüncü, dördüncü sınıf kahvede
50 kuruş. Şimdi, 1 lira nereden çıktı? O dediğim yerlerde olabilir.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Hilton’da içiyor.
MUSTAFA ATAŞ (İstanbul) – Hilton’da içiyor, onun hesabını
söylüyor.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla)
– Evet, evet.
Şimdi, başka bir şey söyleyeyim. Aynı şeyi sorduk. Eskiden simit
tezgâhlarda satılıyordu, yine satılıyor -Kızılay’da da var, her yer var- ama
bir de “Simit Dünyası” diye, daha konforlu, daha hijyenik
şartlarda satılan yerler var, oradan da sorduk, orada ortalama 50 kuruş, tamam.
Hatta şöyle de bir şey dediler: “Akşama doğru 4 simit 100 kuruş olur, tezgâhta
kalmasın diye.”
Şimdi, öyle kabul edelim, 50 kuruş kabul edelim. Yani yanlış hesap
Bağdat’tan döner, artık Bağdat’a gitmeye gerek yok. Vallahi, Simit Dünyasından
da dönüyor, Kahveciler Federasyonundan da, hiç Bağdat’a gitmeye gerek yok. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Şimdi hesabı bir daha, doğru yapalım: Şimdi, eğer öyle yapıyorsak,
1 simit 50 kuruş, 1 çay 50 kuruş, 100 kuruş yapar, günde 5 lira yapar 5 nüfuslu
aile, ayda 450 lira yapar. Siz çıkardınız 900. Asgari ücret ne kadar? Net
olarak 547 lira.
Şimdi, eğer devletin hesabı da böyle yapılacaksa vay gele
hâlimize! Vay gele hâlimize! Onun için, milletin neden AK PARTİ’yi
tercih ettiğinin de en önemli göstergesi.
Şimdi, değerli milletvekilleri, başka bir şey söyleyeceğim. Bakın,
biz göreve geldiğimizden beri GAP projesinin öneminin farkındayız. (CHP ve MHP
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri…
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Bütün
cumhuriyet hükûmetleri GAP projesinin öneminin
farkındadır çünkü bu bir devlet projesidir, doğru olan bir iştir, bölgeler
arası dengesizliği ortadan kaldıracak... Hani şu terörü önlemek için sadece
güvenlik tedbiri yetmez, ekonomik paket de lazım, vesaire lazım filan… Bu
devletin en önemli öngörülerinden ve sevdalı olarak bu işe gönül verdiği
projelerin başında GAP projesi geliyor. Geriye dönük iki eski siyasi liderin de
bu konuda “GAP’ı gapdırırdın, gapdırmazdın.”
tartışmaları var. Bu kadar siyasi hayatımızda önemli. Onun
için biz eğer bir açılım diyorsak, vesaire diyorsak “Bunun ekonomik paketi
yok.” diyorsanız, bunun ekonomik paketi GAP projesidir.
Şimdi bakalım: 91’den bu tarafa GAP projesi, inşallah 2012’nin
sonuna bitecektir bu. Kaynağı da var, parası da var. Bütün
mesele azimle bu işi takip etmek. İnşallah bu defteri birlikte kapatmış
olacağız. Böylece Türkiye gelirini büyük ölçüde artıracak, bölgeler arası
dengesizlik ortadan kalkacak. Bittiği takdirde 3 milyon 800 bin insanımız
doğrudan iş bulacak. Başımıza gelen bir kısım belaların temelinde GAP projesi
bitmesin çabası vardır, gayreti vardır. Bu projeyle kimin ayağına basıyorsak,
kimin? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Hangi uluslararası gücün? Türkiye'nin
gelişmesi, güçlenmesi, bölgede söz sahibi olması, sorunun değil çözümün parçası
olması, bir bölgesel güç olması büyük ölçüde bu projelerden geçiyor. İşte bu
projeler bittiğinde kimin ayağına, nasırına bastıysak hepsinin başımıza bela
ettiği işin adına bugün terör deniyor, ilave sebeplerle.
Onun için, bakın, biz göreve geldiğimizden beri bu yatırımlar
içerisindeki payını her yıl artırarak götürüyoruz: 91’de 8,5 olmuş; 92’den
itibaren 7,3; 7,5; 7,2; 6,9 filan gelmiş gelmiş,
geçen sene genel yatırım içerisindeki payı yüzde 12’ye çıkarmışız. 2009 kriz
yılı, yatırımların normalde azalması lazım ama bizim bu sene ayırdığımız para
14,4; yüzde 15. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) 14,5 milyar TL biz GAP
projesine anamızın ak sütü gibi ayırmışız. Hiçbir eksikliği yok, hiçbir yerden
onaya filan gerek yok. Onun için kendimize güvenerek diyoruz ki: 2012’ye
gelindiğinde bu GAP projesi inşallah bitmiş olacak. Bunu, sağlık afiyet verirse
hepimiz bu işi birlikte gerçekleştireceğiz.
Sadece GAP değil, KOP var, bakın böyle örgüt isimleri gibi
geçmişte böyle şifrelenmiş GAP, DAP filan adı vardı da içinde çoğu zaman son on
beş yıldır pek kaynak ayrılmayan konular. Konya Ovası Projesi, Türkiye için çok
önemli -tahıl ambarı diyoruz- Orta Anadolu için fevkalade önemli bir proje,
2012 yılında bitecek. Yüz on yedi yıllık Konyalının ve Orta Anadolu insanının
bu konudaki rüyasıdır.
Şimdi, başka konular var değerli milletvekilleri. Eğer hükûmet olarak bir vizyonunuz yoksa,
bir düşünceniz, bir tasavvurunuz yoksa, dümensiz gemi gemiyi nereye götürürse
bir ülke de oraya gider. Çok şükür, vizyonu olan bir Hükûmet var. Biz ne yapacağımızı biliyoruz, sizlerden de
katkı bekliyoruz. Yanlışımız olursa lütfen söyleyiniz, söylüyorsunuz, teşekkür
ediyoruz. Biz onları gerçekten kendi içimizde de değerlendiriyoruz ama
Türkiye'nin hayali olan bir kısım projeler vardı. Bu, Türkiye'nin hayali,
sadece benim değil, sizin değil, hepimizin, gelecek nesillerin.
Bakın, nedir bunlardan bir tanesi? Geçmişte bazı teşebbüsler oldu
ama biz, bizden evvelki hükûmetindir diye bir komplekse kapılmaksınız bu projeler bizden evvel de olsa hiç
sekteye uğratmadan götürdük. Mesela bunlardan bir tanesi Karadeniz yoludur. Ee, şimdi burada yanlış rakamlar var. Yüzde 70’i geçmiş
dönemde bitmiş de sonra yüzde 30’u… Yani temelini başka hükûmetler
atmış, duvarları onlar çıkmış, sıvası vesairesi filan
biz de götürüp sadece bir bayrak dikmişiz, bir çatı geçirmişiz gibi bir… Öyle
değil, yüzde 70’den fazlası bizim dönemimizde bitirildi buranın. Aynı şey
Eskişehir-İstanbul yolu, Mekece yolu, çok büyük
ölçüde bizim dönemimizde bitirildi, kaynak bizim dönemimizde bulundu. Hep
beraber orası için, Çorum-Ankara dâhil, Samsun dâhil bu iki yol için özel yasa
çıkardık ki bu kangren olmuş mesele bitsin diye.
Dolayısıyla, bakınız, Türkiye, artık bir enerji koridoru oluyor.
Neden dolayı oluyor? Bu Hükûmet döneminde bitirilen,
gerçekleştirilen çağın projeleri. Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı, 100
milyon tonunun üzerinde petrol akıtılıyor. İkincisi, doğal
gaz, aynı güzergâh üzerinden Türkiye’ye gelen doğal gaz. Bir üçüncüsü, demir
yolu bağlantısı, bir demir yolu üzerinden İpek Yolu bağlantısı. İki
kıtayı birbirine bağlayan Marmaray projeleri.
Bunlar, her Türk vatandaşını, her siyaset adamını heyecanlandıran
şeyler. Çünkü zaman zaman belki de yanlış
telkinlerimiz sebebiyle vatandaş bize der “Ne yaptınız ki?” Aslında, siyasetin
neler yaptığının, neler yapmakta olduğunun da somut delilleridir bu, herkese
lazım projelerdir. Evet, ben yaptım, biz yaptık, birlikte yaptık demek varken
bu projeleri görmezlikten gelerek sanki hiçbir şey yapılmamışçasına burada
bütçe müzakerelerini yapmak bence çok doğru değil.
Bu konularda söyleyeceğim çok şey var ancak bir iki konuya daha
temas etmem gerekiyor. Demin söyledik, söylediğimiz hataya kendimizin düşmemesi
gerekir. O da şudur: Tabiatıyla, biz bunları yaptık, ajandamız bunlardan ibaret
değil; çantamızdaki bütün hazırlıkları bitirdik, ondan sonra AK PARTİ’nin misyonu, gerekçesi
bitmiş değil. Her partinin bir gerekçesi olmalı, bir iddiası olmalı. Ona “vizyon” diyoruz, “gelecek tasavvuru” diyoruz.
Şimdi, demin söyledim, değerli muhalefet sözcülerimizi dinleyen
vatandaş, tamam, biz kötüyüz de -bilfarz onu öyle kabul edelim- biz yanlışız,
biz Türkiye’de her şeyi berbat ettik. İyi de sen gelince bana ne vereceksin?
Yani bizim eve gel diyorsun, bizim eve gel diyorsun da bir bardak su mu
vereceksin, bir bardak çay mı vereceksin -zararı yok, 50 kuruştan olsun o çay,
hiç itirazım yok- bir simit mi vereceksin, başka bir şey verecek misin, ne
vereceksin, nereye oturtacaksın yani vaadin ne?
Bakınız, değerli milletvekilleri, şimdi Sayın Başbakanımızla
Değerli Maliye Bakanımız için, biri 1920’lere, öbürü 50’lilere, 2050’ye
gidiyor. Bakınız, değerli milletvekilleri, siyaseti iyi kötü okuyarak yapmaya
çalışan birisi olarak ifade ediyorum: Bugün büyük devletler 2050’yi hesap
ediyor, 2050’de dünya nereye gelecek, biz nereye geleceğiz? Enerjide, eğitimde,
sağlıkta, bir ülkenin ihtiyacı olan temel değerlerde, temel konularda nereye
geleceğiz diye 2050’nin projeksiyonlarını ortaya
koyuyor. Vay o devletlere ki, bir yıl sonrasını göremiyorsa, vay o
siyasetçilere ki bir ay sonrasının hesabını yapamıyorsa bu ülkenin gidebileceği
hiçbir yer yoktur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Onun için, biz, vizyonu olan bir parti
olarak dedik ki, gelin burada şey yapalım. Şimdi bazı rakamları vereceğim, bazı
hedefleri koyacağız. Bunları eksik buluyorsanız dersiniz ki bunlar eksik.
Vallahi başımız üstüne, birlikte yaparız. Ama bakın söyleyelim: Tabiatıyla 2023
Türkiye'nin, cumhuriyetimizin 100’üncü kuruluş yıl dönümü. Her bütçenin bir
adım daha yaklaştırması lazım hedeflerimize.
Bizim vizyonumuz, AK PARTİ olarak, Avrupa
Birliği üyesi olmuş bir Türkiye. Bu, Türkiye'nin yararınadır. Alırlar almazlar,
o benim hiç umurumda değil. Ben kendi standardımı ekonomik olarak, sosyal
olarak, demokrasi, insan hakları, özgürlükler noktasında o seviyeye getirdiğim
zaman hiç umurumda değil Avrupa Birliği üyesi olup olmamak ama bizim hedefimiz
Avrupa Birliği üyesi olmaktır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu, Türkiye'nin
yararınadır, Türkiye'nin yararınadır. Yararına inandığımız için de geldiğimiz
günden beri canla başla çalışıyoruz.
Geçtiğimiz dönemde Cumhuriyet Halk Partisiyle beraber birçok
yasaları birlikte çıkardık, teşekkür ediyorum. Yani birbirimize bir katkımız
varsa bunu söylemekte de hiçbir beis yok, böyle bir geleneği, böyle bir âdeti
de başlatalım. Geçen dönem altı uyum paketinde ve alan düzenlemesiyle ilgili
birçok yasada gerçekten Cumhuriyet Halk Partisiyle çok iyi diyaloğumuz
oldu, çok önemli katkıları oldu.
Şimdi, evet, Avrupa Birliği üyesi bir ülke. G20’ler içerisinde ilk 10’a girmiş bir ülke. 17’nci sırada olmak,
16’ncı sırada olmak elbette bizim dönemimizde önemli bir başarı, önemli bir
yere geldik. İkinci ligden birinci lige çıktık ama birinci ligde küme düşme
noktasında olmak var, şampiyonluğa oynamak var. Milletimize yakışan, tarihine
yakışan, kültürüne yakışan ilk 10’a girmektir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bir adım sonrası daha yukarılardır ve 2023’e geldiğimiz zaman birçok noktada
bugünkülerin çok üzerinde bazı hedefler ortaya koymamız lazım.
Bugün millî gelir hesabımız… Demin burada hesaplandı, 8 bin küsur
denildi, 10 bin… Tabiatıyla 2009 çıkmadı, 2008 üzerinden verilen rakamlar. Onu
az bulabilirsiniz, çok bulabilirsiniz ama hedefimiz 2023 yılına geldiğimizde 20
bin doların üzerinde -hatta bazı öngörülerde 22 bin dolar ama biz asgarisinden
diyelim- bugünkü millî gelirimizi katlayacak bir seviyeye vatandaşımızı, kişi
başına, ulaştırmak. Gayrisafi millî hasılamızı 2
trilyon dolara ulaştırmak. 1 trilyon dolar dış ticaret hacmini gerçekleştirmek.
Okul öncesi eğitim kademesinde, bugün yüzde 34, bunu yüzde 100’lere çıkarmak.
Ortaöğretimde bugün yüzde 98, bunu yüzde 100’lere çıkarmak. Ayrıca,
yükseköğretimde okullaşma oranını yüzde 50’ye çıkarmak. Bunları
Türkiye yapmak mecburiyetinde, başarmak mecburiyetinde. Bu coğrafyada
Allah’ın izniyle ebediyete kadar yaşayacağız. Hiç kimse birliğimizi,
dirliğimizi bozamaz. Birliğimizi dirliğimizi! (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Biz kardeşiz. Bu ülkedeki 72 milyon insan kardeş. Allah bizi kardeş kıldı.
Tarih bizi buluşturdu, kaynaştırdı, et ve tırnak hâline getirdi. Ebediyete
kadar biz bu coğrafyada yaşayacağız, ama her zaman alnımız açık, başımız dik
olacağız. Bunun ön şartı, güçlü bir ekonomiden geçiyor, iyi eğitimden geçiyor,
hedeflerimizi doğru koyup içe dönük kavgalar yerine bütün enerjimizi, gücümüzü,
ülkemizin birliğine, dirliğine, kardeşliğine yöneltecek çabalara, projelere
ayırmaktan geçiyor.
Elbette 2023’e geldiği zaman, artık -70 kişilik, 60 kişilik
sınıflar değil, bunlar büyük ölçüde düştü, 30 kişilik sınıflarda bizim
çocuklarımız, bilgisayarlı sınıflarda- bugün olanlardan katbekat ileri
seviyelerde bu eğitimi görecek, görmesi gerekiyor.
Sağlıkta önemli mesafeler alındı. 2023’e geldiğimiz zaman sağlığın
kalitesinin en üst noktaya çıkması lazım. Koğuşlarda hasta yatmayacak artık,
tek kişilik odalarda, refakatçileriyle beraber, bu hizmetlerin sürdürülmesi ve
bu noktada nitelikli yatak sayılarının artırılması, sağlık bölgelerinin
oluşturulması lazım.
Bakınız, değerli milletvekilleri, hiç üzerinde durmadığımız bir
konu var: Eğer siz bilimde, teknolojide, araştırma geliştirmede gerideyseniz,
bir yıllık tarım ürünlerini verirsiniz bir tane son model bilgisayar ürünü bile
satın alamazsınız. Artık bilgi para ediyor, akıl para ediyor, onun için de
araştırmaya geliştirmeye para vermek lazım, para ayırmak lazım.
Onun için, hedef olarak dedik ki: 2023 yılına geldiğimiz zaman
araştırma geliştirmeye vereceğimiz paranın yüzde 2,5’tan aşağı olmaması lazım.
Bu, bizim için son derece hayatidir, güçlü devlet olmanın en önemli
şartlarından bir tanesidir.
Kadın iş gücünün bugünkünün katbekat üzerine çıkılması lazım,
yüzde 30’ların üzerinde olmalı.
Tarım alanında -söyledim, tarım önemlidir hâlen- 8,5 milyon
hektarlık sulanabilir arazimiz var. Bunun bir kısmını suluyoruz, hâlen
sulayamadığımız kısımlar var. Onun için, Hükûmet
olarak bu projelere çok önem verdik, öncelik verdik. Rakamlara
bakarsanız, bu böyle. 2023’e gelindiğinde 8,5 milyon hektar arazinin
tamamının sulanmasını hedefliyoruz. Yani biz vatandaşımıza bunu vaat ediyoruz.
Bunun neresine yanlış diyeceksiniz? Neresine? Eğer beğenmiyorsanız, siz kendi
rakamlarınızı koyun.
Elbette,
bilim ve teknoloji alanında çalışan insanların sayısının artması lazım. Öyle
10 bin kişiyle… 35 kişiyle, 40 kişiyle acımasız rekabet dünyasında işi bir yere
götürmeniz, bir yere vardırmanız mümkün değil. Onun için, 2023’e geldiğimizde
bunun en az yüzde 65’i bulması gerekiyor.
Ulaştırma, başlı başına üzerinde durduğumuz bir konu. İlk defa
hızlı trenle Türkiye bizimle tanıştı. Gittiğimiz yerlerde hep imrenirdik,
Japonya’da, Avrupa’da, vesairede. Bizim dönemimizde,
2023’e gelindiği zaman, havaalanlarıyla, limanlarıyla, 2 bin kilometre Ankara
merkezli hızlı trenleriyle, otoyollarıyla, duble
yollarıyla Türkiye bir farklı Türkiye olacaktır. Zaten yedi senede çok şeyin
değiştiğini gördük ve görüyoruz.
Şimdi, bütün bunları nasıl yapacağız? Değerli milletvekilleri,
bunları demokrasi içerisinde yapacağız. Üzerinde durmamız gereken konu bu,
çünkü bir ülkede demokrasi yoksa o iş kör ve topal gider. Çünkü,
gelişmiş ülkelere bakarsanız, bir ikisi dışında hemen tamamına yakını
demokrasiyle idare edilen ülkelerdir. Bugün, ülkemizde hepimiz görüyoruz ve
tartışıyoruz ki, bir demokrasi problemi var, bunu kimse görmemezlikten gelemez.
Bir hak ve özgürlükler talebi var, bunu da görmemezlikten gelemez. Türkiye'nin
modernleşmesi, çağdaşlaşması yüz yıllık bir macerasıdır. Cumhuriyet bunu proje
hâline getirmiş. Şimdi bize düşen, çok partili parlamenter sistem içerisinde
bunu hedefine ulaştırmak ve gerçekten çağdaş ölçeklerde, çağdaş ölçütlerde bir
demokrasiyi Türkiye’de yerleştirmektir. Artık, seçimle
gelenin seçimle gideceğini herkesin kabul etmesi lazım. Aksi hâlde,
yaptığımız seçimlerin hiçbir anlamı kalmaz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ee, seçime varız, sandığa varız ama pazartesi günü eğer
benim dediğim olmazsa, benim dediğim istikamette tercih olmazsa ne yapacağız? Ee, bunu uzaklaştırmanın yollarını arayan bir Türkiye’nin
çağdaş dünyada yeri yoktur ve olamaz.
Onun için şunu kabul edelim, şunu, o da şudur: Türkiye, uzunca bir
zamandan beri bu yönde belli bir arayışın içerisinde ve çok da ağır bedeller
ödeyerek bugünlere geldi. Artık, cumhuriyetle beraber tebaalık dönemi bitti,
vatandaşlık dönemi başladı. Vatandaş dediğiniz insan, vatandaş statüsündeki
kişiyi tebaadan ayıran ne? Tebaa, verilenle yetinir, verilenle. Ne verirseniz
ona “Eyvallah” der. Onun dışında bir şey istediği zaman, onun istemeye hakkı
yok. Ama demokrasilerde vatandaşlar vardır, vatandaş talep eder. Doğru talep
eder, yanlış talep eder; iyi talep eder, kötü talep eder ama eder. Siz onları
yok farz ederek… Çünkü biz o sayede buradayız, biz onlar adına…Yani
bizi seçerken vatandaş ama hak talep ederken diyorsak ki “Verilenle yetin,
fazlasını isteme.”
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Tekel işçileri gibi…
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) –
Neden? Neden istemeyecek? İstememesinin sebebi ne? Yani niye istemeyecek?
Ee, şimdi efendim,
bugüne kadar bu türlü taleplerin karşısında hep aynı gerekçelerle
karşılaşmışız. Her hak ve özgürlük talebinin sonunda ya devlet yıkılıyor ya
rejim çöküyor ya ekonomi batıyor ya millet bölünüyor. Elli senedir, elbette
geçmişte yaşadığımız travmalar var, sıkıntılar var,
ama artık kendimize güvenmemiz lazım. Bir bölgesel güç olan, dünyada bu kadar
ekonomik güce sahip bir ülkenin artık korkularla, vehimlerle bir yere varması
mümkün değil. Tedbirimizi sağlam alacağız, geleceğe de güvenle bakacağız ama
her hak ve özgürlük talebine diyorsak ki “Bunun sonucunda şu olur, bu olur.” o
takdirde bir şeyi izah edemeyiz değerli milletvekilleri, gelin, burada
anlaşalım. O da şudur: Bugün sahip olduğumuz bir kısım haklar
ve özgürlükler var, hiç farkında bile değiliz, sanki “Bunlar kolay elde
edilmiş; bundan elli sene evvel de vardı, altmış sene evvel de vardı, yüz sene
evvel vardı.” gibi bir zehaba kapılmadan diyoruz ki: Bugün sahip olduğumuz hak
ve özgürlükler dünün yasaklarıydı, dün yasaktı bunlar. O yasakları
birileri bedel ödeyerek ortadan kaldırttı, bedel ödeyerek; biz şimdi onları
rahatlıkla kullanıyoruz.
Şimdi talep edilenler var; bunları da burada oturacağız,
tartışacağız, konuşacağız; birbirimizi anlayarak, birbirimizi suçlamadan,
doğruyu birlikte bulma çabası ve gayreti içerisinde olacağız. Birbirimize küs
olamayız, birbirimize dargın olamayız; benim yanlış yapmam, sizin yanlış
yapmanızın gerekçesi olamaz, sizin yanlış yapmanız da benim yanlış yapmamın
gerekçesi olamaz. Gelin, ne olur 2010’da yeni bir sayfa açalım, bu millet
bizden bunu bekliyor; vallahi ve billahi, yemin ederek ifade ediyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Ekmekten, aştan evvel “Bu siyasi partilerimiz ne
zaman bir araya gelecek de şu işleri konuşacaklar.” diyor. Biz hasım değiliz,
biz rakip değiliz, farklı fikirlerdeniz ama kardeşiz, öyle olmak
mecburiyetindeyiz.
Bakınız, dünün yasakları… Bugün rahat konuşuyoruz, şu kürsüde bu
konuşmanın yapılması bile belli bedellerin sonucudur. Şimdi, 1950’lere gelmeden
evvel bu ülkede “Milliyetçiyim.” demek suçtu, “Milliyetçiyim.” demek! Bedeli
tabutluktu, en hafif ceza tırnaklarınız sökülürdü. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Ben her 3 Mayısta o sıkıntıları çekenlere Fatiha okuyorum, rahmetle
anıyorum. Onlar söylediler, bakın, bugün “Milliyetçiyim.” demenin hiçbir şeysi
yok ama o bedeller ödendi ki bugün bu noktaya geldik.
Hatırlar mısınız: Türkiye Cumhuriyeti devletinde Türk müziğini
devletin radyosunda çalmak yasaktı. Kendi kültürüne sırtını dönmüş bir dönem
olabilir mi? E, dönüldü. Öyle oldu, böyle oldu, bugün, artık kültürümüzün en
önemli, en asli unsurlarından bir tanesi bu.
141, 142, 163; bu üç maddenin uygulanması Türkiye’de özgürlük
alanı bırakmadı. En azından olan, ufak tefek haklar, içinde “emperyalizm”
geçen, içinde “sömürge” geçen, içinde “ezen, ezilen” geçen ya da “Allah,
peygamber” geçen masum bir kitabı 3 kişi bir araya gelmiş, okuyor. Şimdi
devletin bütün kütüphanelerinde… Bu 3 kişi bir araya gelip bu kitapları okudu
diye, binlerce insan, yedi sene, sekiz sene, on sene, on beş sene hapis yattı.
Şimdi devletin resmî kütüphanelerinde bu kitaplar var, hiçbir şeysi yok.
Başka bir şey söyleyeyim: 1 lira yabancı döviz bulundu
-avukatlıktan gelen arkadaşlarımız bilir- 1 dolar bulundu cebinizde, işiniz
gücünüz yok artık günlerce mahkeme koridorlarında, hapishanelerde… Bakınız,
şimdi Türkiye, daha sonra…
ABDULLAH ÖZER (Bursa) – Onu sen yapmadın!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Hep
beraber yaptık. Kim yaptıysa Allah razı olsun ya, bu işler şahsi mesele değil
değerli arkadaşlar. Değerli arkadaşlar, bunlar şahsi mesele değil. Türkiye'nin
bu taleplerden neden endişe duymaması gerektiğini ifade için söylüyorum.
Ne oldu sonra? Sonra ne oldu? Bakın, ana dili konuşmak yasak hâle
getirildi. Niye? Niye? Ee, ana dilde yayın yapmak…
Bakın, dün, bunları hep ürküntüyle karşıladık, tepkiyle karşıladık, reaksiyonla
karşıladık, hatta yeri geldi… Şimdi, ben bakıyorum o dönemlerdeki yazılıp
çizilenlere, o hakları savunanların da önemli bir kısmı o zaman karşıydılar.
Rahmetli Özal yurt dışına giderken dedi ki: “Ne olacak ya şu GAP’ta iki saat
Kürtçe yayın yapılsa; başkasının kanalından yanlışını öğreneceğine devletin
kanalından doğruyu öğrense.” Vay sen misin bunu diyen, kıyamet koptu
Türkiye’de. Ee, şimdi? O zaman da neredeyse bu talepleri
dile getirenler, bunları söyleyenler, yeri geldi hain oldu, yeri geldi faşist
oldu, yeri… Söylenmedik laf kalmadı.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, Türkiye bu kadar tecrübeyi yaşadıktan
sonra, işini yoluna koymak, demokratik standartlarını yükseltmek adına bir
kısım taleplerle karşılaşıyorsa hiç telaşa kapılmaya gerek yok, demin söyledim,
abdestinden şüphesi olan namazını tartışmaya açar. Bizim milletimizin abdesti
sağlamdır, mayası sağlamdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Çiçek, altmış dakikalık süreniz doldu, size de
ilave süre veriyorum.
Lütfen konuşmanızı tamamlayınız.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Bizim milletimizin sütü de temiz, mayası da temiz. Kimse
birliğimizi de bozamaz, dirliğimizi de bozamaz. Yeter ki biz omuz omuza
verelim, el ele verelim, gönül gönüle verelim,
aşamayacağımız hiçbir engel yok. Bunu çok net söylüyorum, Allah’a inandığım
kadar inanıyorum. Milletimizin geleceğine inanıyorum. Biz iktidarda oluruz
olmayız ama milletimizin geleceği, bu yolda gittiği sürece, bugünden daha
aydınlıktır. Bu aydınlık günleri hep beraber göreceğiz. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Cenabıhak’tan niyazım, hepimizin sıhhat ve huzur içerisinde böyle
günlere kavuşması ve bugünleri hep beraber, doya doya
yaşamamızdır.
2010 bütçesinin hepimiz için, hepiniz için, milletimiz için
hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bütçenin tümü üzerindeki son
konuşma, şahısları adına söz isteyen ve bütçenin aleyhinde olmak üzere Yalova
Milletvekili Sayın Muharrem İnce’ye aittir.
Sayın İnce, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Konuşmama başlamadan önce, cumhuriyetimizin 2’nci Cumhurbaşkanı,
partimizin genel başkanı, Millî Mücadele kahramanı rahmetli İsmet İnönü’yü
saygıyla anıyorum bu kürsüden, Allah’tan rahmet diliyorum kendisine.
Çok garip bir şey, neresinden başlayayım sayın milletvekilleri? Bu
kürsüye her çıkan AKP’li 2002 öncesinden başladı, sürekli geçmiş hükûmetleri eleştirdi ama kendi bütçelerini savunmaya çıkan
birisi de 21/12/1987’den beri milletvekili, altı hükûmette -Özal hükûmetlerinde,
Yıldırım Akbulut hükûmetlerinde, Mesut Yılmaz hükûmetlerinde- on iki yıl bakanlık yapmış birisi AKP Hükûmetini savundu. Bu çelişki değil mi? Ortada bir
gariplik yok mu? (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Yedi yıldır bu kürsüde
hayal tüccarlığı yaptınız. Yedi yıldır bu kürsüde sürekli aynı şeyleri
tekrarladınız, rakamları tersine okuttunuz.
2002’de ilk iktidara geldiğinizde, ilk işiniz gömlek değiştirmek
oldu, sonra sakallarınızı kestiniz, sonra jeep’lere
bindiniz, sonra orman içindeki villalarınızda havuzlarda yüzmeye başladınız.
(AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Değerli milletvekilleri, ben -hiç kızmaya gerek yok, hiç kızmaya
gerek yok- bu memleketten insan manzaraları sunacağım size.
Afyon’un Kışlacık köyü, borçlarını ödemek için bütün köylü böbreklerini
satışa çıkardı mı? Çıkardı.
Diyarbakır’da kayıt parasını ödeyemeyen bir anne, okulun
halılarını yıkarken düşüp felç oldu mu? Oldu. (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
Daha dün, Şırnak’a 38 doktor tayini yaptınız, 5 tanesi göreve
başladı, 3 tanesi göreve başladığı gün istifa etti mi? Etti.
Erzurum’da hamiline arama kararları çıkarılıyor mu? Çıkarılıyor.
(AK PARTİ sıralarından gürültüler)
AHMET YENİ (Samsun) – Yalan söylüyorsun!
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…
MUHARREM İNCE (Devamla) – Muğla’da, Milas’ta Kore gazisi açlıktan
ve soğuktan öldü mü? Öldü.
Erzincan’da görevlerini yapan yargı mensuplarına “Cemaatlerime
dokunursan yakarım.” dendi mi? Dendi.
230 bin eğitim fakültesi mezunu bu ülkenin sokaklarında işsiz mi?
Gazeteler intihar haberleriyle dolu mu?
Memleket yangın yeri, millet ölmüş, bitmiş, siz hâlâ ne
konuşuyorsunuz!
Başbakan, camdan okuduğu yazılarla pembe tablolar çizerek,
milletin canına nasıl okuduğunu saklamaya çalışıyor. Böyle bir ortamda,
Başbakan Yardımcısı “Civanım, delikanlım ne hâle geldi.” diyor. “Civanım,
delikanlım ne hâle geldi.” diye bakacağına, güzelim memleketim ne hâle geldi
diye ona bir bakmak lazım. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, çok değil, daha 2002’de Türk Telekom Türk
müydü? Türk’tü. Siz bunu Araplara sattınız mı? Telsimi İngilizlere, Adabankı Kuveytlilere, Kuşadası Limanı’nı İsraillilere,
araç muayene işini Almanlara, İzmir Limanını Hong Kongluya, Avea’yı
ve MNG Bankı Lübnanlıya, TGRT’yi Amerikalıya, Süper
FM’i Kanadalıya sattınız mı? Sattınız. Çok değil, 2002’de bunlar Türk müydü?
Türk’tü, şimdi bunların hepsi yabancıların elinde. Yedi yıllık iktidarınızda
özelleştirmeyle sattığınız fabrika, tersane, tesis, liman, arsa, bina sayısı
kaç, biliyor musunuz? Özelleştirme İdaresinden tek tek
çıkarttım bunları. 721 adet. Bir Allah’ın kulu çıksın buraya, desin ki: “Biz
sekiz yıllık iktidarımızda bir tane fabrika yaptık.” Baba malını babalar gibi
sattınız ve mirasyedi bir hükûmet oldunuz. Bir tane
yaptınız mı, bir tane? Bana bunun hesabını verin.
Gelelim Tekel konusuna. Sayın Cemil Çiçek iyi bilir, oğlu orada,
Sigara AŞ’de yönetim kurulu üyesidir, yakından takip ediyordur Tekeli. Siz
Tekeli 292 milyon dolara sattınız. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
MEHMET DANİŞ (Çanakkale) – İş Bankası…
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…
MUHARREM İNCE (Devamla) – Alan kişi 900 milyon dolara sattı.
Aradan çok kısa bir sürede 608 milyon dolar kâr etti mi? Etti. Şimdi siz bugün
neyi konuşuyorsunuz? Tekel işçisine vereceğiniz 25-30 milyon dolarlık parayı
konuşuyorsunuz.
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) – İzmir’deki işçileri ne yaptınız? Onu da
anlat.
MUHARREM İNCE (Devamla) – Biz, Cumhuriyet Halk Partisi
milletvekilleri olarak Abdi İpekçi Parkı’nda, meydanlarda o işçilerin sorununu
dinlerken siz oturduğunuz yerde milletin telefonlarını dinlediniz.
HÜSEYİN TANRIVERDİ (Manisa) – Kent AŞ’nin işçilerini ne yaptınız?
MUHARREM İNCE (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, Habur’da teröriste kibar, Ankara’da işçiye gaddar oldunuz.
Bunu bütün millet görüyor. Size buradan tavsiyem şu: Bu barajı düşürün, yüzde
10 barajını.
HÜSEYİN TANRIVERDİ (Manisa) – Kent AŞ’nin işçileri Ankara’ya
yürüdü.
MUHARREM İNCE (Devamla) – Bakın, hazır yetki elinizde, hazır
iktidarsınız; bu barajı düşürmezseniz önümüzdeki dönem bu Parlamentoya
gelemeyeceksiniz, benden size uyarması. (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
SONER AKSOY (Kütahya) – Hayal görüyorsun, hayal.
MUHARREM İNCE (Devamla) – Masallarınıza devam edelim. “Türkiye
zenginleşmiş…” “Türkiye zenginleşmiş…” (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
SONER AKSOY (Kütahya) – Hayal görme, hayal.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, müdahale edin, Hatibi
dinleyemiyoruz.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri…
MUHARREM İNCE (Devamla) – Bu ülkede 10 milyon yeşil kartlı var, 9
milyon emekli var, 5 milyon asgari ücretli var, 6 milyon işsiz var. Bunlar mı
zenginleşti? BAĞ-KUR primini ödeyemeyen esnaf mı, ürünü dalda kalan çiftçi mi
zenginleşti? Kim zenginleşti? Bu ülkede zenginleşenler var, doğru; gemiciğini
yürüten kaptanlar var bu ülkede, bunları biliyoruz. Girişim dehası bakan,
Başbakan, Cumhurbaşkanı çocukları var ama sizin yatacak yeriniz yok, bunu
unutmayın. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Değerli arkadaşlarım, hukuk sistemimizi altüst ettiniz. “AİHM ve
Danıştay kararları ideolojik, ulemaya soralım.” dediniz. Silivri’de faşist
hukuk, Silopi’de liboş hukuk, Deniz Fenerinde işlemeyen hukuk düzeni icat
ettiniz. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Sayın milletvekilleri, “Sineyimillete
döneriz.” diyenler sineyi Apo’ya döndüler. Sayenizde
artık teröristler parti il binasını açıyor. İmralı’daki katil prensin odasına
nem emici duvar kâğıdı döşettiniz. ABD’den korktuğunuz kadar Allah’tan
korksaydınız bu memleketi bu hâle getirmezdiniz. (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN – Sayın İnce… Sayın İnce, o son cümleniz hiç uygun olmadı.
Sayın İnce…
MUHARREM İNCE (Devamla) – Sayenizde terminoloji değişti, artık
teröriste “barış elçisi” diyorlar, profesöre “terörist” diyorlar, tarikatlar
“sivil toplum örgütü”, sendikacılara “dinozor” diyorsunuz. Bu ülkenin içişleri
Washington’da… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın İnce, bir saniye… Sayın İnce, bir saniye…
MUHARREM İNCE (Devamla) – …dışişleri Brüksel’de, İncirlik
ABD’de, ekonomi IMF’de, Başbakan gezilerde; manzarayı umumiye bu. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın İnce, lütfen temiz bir üslupla konuşmaya özen
gösterir misiniz lütfen.
MUHARREM İNCE (Devamla) – Sayın milletvekilleri, Sayın Başbakan
“Askerlik yan gelip yatma yeri değildir.” dedi, çok doğru söyledi, çok doğru
söylüyor, ben katılıyorum; Başbakan Yardımcısı “Bu ülkede tuzu kuruların
çocukları doğuda askerlik yapmıyor.” dedi.
Bakın, sizin döneminizde, Millî Eğitim Bakanlığında bir bakanın
danışmanı Kahramanmaraş’ta çavuş olarak askerlik yaparken İLKSAN Yönetim
Kurulundan 2 milyar 700 milyon lira maaş aldı. Hem yan gelip yattı, hem
askerlik yaptı hem de sizin bürokratınız o öğretmenlerin sandığından maaş aldı.
İşte Sayın Başbakan burada, araştırsın; yalanım varsa, yanlışım varsa, bu
kürsüden, gelip özür dilerim.
Biz, yedi yıldır bu kürsüde, gece sokağa aç yatan çocukların,
tenceresi boş kalan anaların, çocuklarına harçlık veremeyen babaların haklarını
savunmaya çalıştık; parklarda direnen işçilerin, ürünü dalda kalan çiftçilerin,
geçinemeyen emeklilerin sesi olmaya çalıştık.
HÜSEYİN TANRIVERDİ (Manisa) – Karşıyaka Belediyesi işçilerinin
direnişini niye söylemiyorsun!
MUHARREM İNCE (Devamla) – Siz koltuklarınıza alıştınız, ne yazık
ki aşınıza haram karıştırdınız; ne yazık ki öğrenciler, öğretmenler, avukatlar,
eczacılar, işçiler, memurlar sokakta sesli yürüdüler, ama bu ülkede bazıları
sessizce yürüttü.
Şimdi sizlere sesleniyorum: 72 milyonu dinlemeye muktedirsiniz.
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) – Sen ancak şov yaparsın televizyonda!
MUHARREM İNCE (Devamla) – O şovu gel bir kere de sen yap Çerçi!
Sen devlet hastanesindeki röntgen cihazını boz da senin özel hastanenden para
kazan biraz! Sen o işe bak!
BAŞKAN – Lütfen Genel Kurula hitap edin Sayın İnce, karşılıklı
tartışma içerisine girmeyin.
MUHARREM İNCE (Devamla) – Sayın milletvekilleri, yandaş medyanızla
birlikte yargıdan önce infaz yaptınız. Bunu yapmaya muktedirsiniz. İş
adamlarını vergi silahıyla ezmeye muktedirsiniz, kendi zenginlerinizi yaratmaya
muktedirsiniz, Tekel işçilerine biber gazı atmaya muktedirsiniz ama sürekli
mağdursunuz! Yok darbe yapacaklar, yok suikast
yapacaklar! İki tane adresi ezberleyemeyen adamdan suikastçı mı olur? (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Gerçekten ayıp!
BAŞKAN – Lütfen sayın milletvekilleri…
MUHARREM İNCE (Devamla) – Bırakın bu Berlusconi
sendromunu! Berlusconi bir
yumruk yedi, yedi puan arttı diye! Bırakın bu işleri! Memleketin gerçek
sorunlarına dönün, kurumları çatıştırmayın, çatışmadan rant
elde etmeye kalkışmayın. Gerçek gündem, işçiyi, memuru, çiftçiyi düştüğü bu
karanlık kuyulardan kurtarmaktır. Sizler bunu yapmalısınız.
Sayın Genel Başkanım, size de bir şey söylemek istiyorum. Sayın
Genel Başkanım… (AK PARTİ sıralarından gürültüler) CHP’ye de sataşacağım, size
ne!
MEHMET ERDOĞAN (Gaziantep) – Sataşamazsın.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın İnce, süreniz doldu. Size ilave süre veriyorum,
lütfen konuşmanızı tamamlayın.
MUHARREM İNCE (Devamla) – Sayın Genel Başkanım, Aksekili Ali Çavuş
haklı, sizin işiniz zor. Otuz beş yıldır siyasettesiniz, bir tane yolsuzluk
dosyanız yok, 60 bin dolarlık saatiniz yok, oğlunuzun gemisi yok! Siz, 12
Eylülden sonra Zincirbozan’da hapse girersiniz ama
halkı kin ve nefrete sürükleyen şiirler okumazsınız! Çocuklarınıza burs verecek
tanıdık iş adamı arkadaşlarınız da yok! Vallahi işiniz zor sizin Genel
Başkanım! (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
ABDULLAH ÇALIŞKAN (Kırşehir) – Anayasa Mahkemesinin kararı var,
Anayasa Mahkemesinin.
MUHARREM İNCE (Devamla) – Ben son olarak sizlere şunu söyleyeyim:
Siz biraz sonra “Bu kürsüdekinin boynunu vurun, tez susturun, telefonlarını
dinleyin, peşine polis takın.” diyeceksiniz. Siz de “Padişahım çok yaşa,
padişahım çok yaşa!” diyeceksiniz.
MEHMET ERDOĞAN (Gaziantep) – Sen söylüyorsun!
ZEYNEP DAĞI (Ankara) – Sen söylüyorsun!
ABDULLAH ÇALIŞKAN (Kırşehir) – Sen diyorsun sen! “Padişahım çok
yaşa!” diyen sensin!
MUHARREM İNCE (Devamla) – Ama size şunu söylüyorum: Sizin için tek
yer şudur, Meclisin önüne Yüce Divana gitmek için otobüsler yanaşana kadar
bağırın, ondan sonra bir daha böyle bir hakkınız olmayacak.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar, AK
PARTİ sıralarından “Öp, öp” sesleri)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Lütfen sayın milletvekilleri…
MUHARREM İNCE (Yalova) – Siz çıkın öpün!
OKTAY VURAL (İzmir) – Şu rezalete bak!
BAŞKAN – Sayın İnce, yerinize oturur musunuz.
Sayın milletvekilleri, 2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı ile 2008 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, 2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2008
Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın oylamalarını yapacağız.
Tasarılar açık oylamaya tabidir.
Açık oylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, birleşimin sonuna geliyoruz
efendim. Sayın Başkan…
BAŞKAN – Her iki kanun tasarısının açık oylamasının elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
Sayın Genç, “Birleşimin sonunda söz verilir.” diyor.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Tamam ama, yani
oylamadan önce verin.
BAŞKAN – Birleşimin sonunda size söz vereceğim, unutmuş değilim.
İç Tüzük’ün hükmünü gayet iyi biliyorum. Lütfen yerinize oturun, söz vereceğim
size, buyurun.
Sayın milletvekilleri, 2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı’nın açık oylamasına başlıyoruz.
Oylama için beş dakika süre vereceğim. Bu süre içinde sisteme
giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de
sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını oylama için öngörülen beş dakikalık
süre içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum. Ayrıca, vekâleten oy
kullanacak sayın bakanlar varsa, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun
rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine
oylama için öngörülen beş dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını
rica ediyorum ve oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, açık oylama sonucunu açıklıyorum:
Kullanılan oy sayısı : 437
Kabul :
335
Ret :
102 (x) (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın milletvekilleri, 2010 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı kabul edilmiştir.
Şimdi 2008 yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın
açık oylamasına başlıyoruz.
Oylama için yine beş dakika süre veriyorum. Bu süre içinde sisteme
giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de
sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını oylama için öngörülen beş dakikalık
süre içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar varsa, hangi bakana
vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile
imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine oylama için öngörülen beş dakikalık
süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, açık oylamanın sonucunu
açıklıyorum:
Kullanılan oy sayısı : 426
Kabul :
332
Ret : 94 (xx)
2008 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanun Tasarısı kabul
edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, bütçe ve kesin hesap kanunu tasarıları
kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır. Milletimiz, memleketimiz için hayırlı olmasını
diliyorum.
Hükûmet adına Başbakan
Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın teşekkür konuşması yapmak üzere söz isteği
vardır. Kendilerini kürsüye davet ediyorum.
Buyurun Sayın Başbakan. (AK PARTİ sıralarından ayakta alkışlar)
IV.- TEBRİK, TEMENNİ VE
TEŞEKKÜRLER
1.- Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan’ın, bütçenin kabulü nedeniyle teşekkür konuşması
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (İstanbul) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2010 bütçesiyle ilgili olarak, gerek Komisyon gerek
Genel Kurulda haftalardır yoğun bir çalışmanın içerisinde olduğunuzu biliyorum
ve bugün nihai kapanış müzakerelerini yaptık ve bu müzakerelerle birlikte
özellikle 2010 ve daha sonrasına yönelik, Hükûmet
olarak yapacağımız çalışmalara katkısı olacak bütün bu düşünceler için, gerek
şahsım gerek Hükûmetim adına çok çok
teşekkür ediyorum. Ülkemiz için,
milletimiz için bu bütçenin hayırlara vesile olmasını Allah’tan temenni
ediyorum.
(x), (xx) Açık oylama kesin
sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.
Saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, birleşimi kapatmadan önce, İç
Tüzük’ümüzün 158’inci maddesine göre bir işlem yapmak durumundayım.
Bilindiği gibi, bu birleşimin Birinci Oturumunda Tunceli
Milletvekili Sayın Kamer Genç’e, 158’inci maddenin tanıdığı imkân sebebiyle bir
uyarı cezası vermek durumunda kalmıştım. 158’inci maddenin ikinci fıkrası
“Uyarma cezası alan milletvekili kendisini savunmak için söz isterse, bu üyeye
oturumun veya birleşimin sonunda söz verilir.” demektedir. Ben de talep üzerine
Sayın Genç’e savunmasını yapmak üzere üç dakika söz veriyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, savunma hakkı kutsaldır.
Bakın, bu, sataşmada üç dakikadır. Lütfen bana on dakika verin.
BAŞKAN – İç Tüzük’ümüzde bu konuda herhangi bir süre öngörülmemiştir.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, olur mu! Bakın, şimdiye kadar uygulamalar var, on dakikadan aşağı değil.
BAŞKAN – Tamamen oturumları yöneten, birleşimi yöneten başkana
verilmiştir. Size üç dakikalık, savunma yapmak üzere bir süre veriyorum. Sadece
uyarı cezasını almanıza neden olan konuyla ilgili bir savunma yapmak için size
söz hakkı verdim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, çok keyfî hareket
ediyorsunuz. Üç dakika…
BAŞKAN – Buyurun.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Savunma yapıyorum. Savunmanın konusuyla
ilgisi olmaz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun.
III.- DİSİPLİN CEZALARI (Devam)
1.- Tunceli Milletvekili Kamer
Genç’e uyarı cezası verilmesi (Devam)
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; tabii
Başkanın taraflı olduğu çok açık.
Bugün İsmet Paşa’nın ölüm yıl dönümü. Ben kendisine Tanrı’dan
rahmet diliyorum.
Şimdi, sayın milletvekilleri, ben bu bütçe müzakereleri sırasında,
Pertek Köprüsü’nün yapılması, Tunceli’de yurt binasının boşaltılarak
üniversitelere verilmesi, Munzur Nehri üzerinde barajların yapılmaması, cemevlerinin ibadet yeri yapılması konusunda burada
soruları sordum, hiç kimseden cevap almadım. Neyse…
Hükûmet ve ANAP adına
konuşan arkadaşları burada dinledim. Şimdi, ANAP Grup sözcüsü dedi ki:
“Efendim, bankalar bizim zamanımızda sizden önce batmıştı. Halk Bankası
batmıştı.” El insaf! Şimdi, Tayyip Bey zamanında gidip de 375 milyon lirasını
Halk Bankasından, 375 milyon lirasını da Vakıflar Bankasından alıp da damadının
şirketine verdi mi vermedi mi? Bunun teminatını aldı mı almadı mı? Almadı.
Şimdi, burada, biraz önce…
BAŞKAN – Sayın Genç, bu savunma mı oluyor?
KAMER GENÇ (Devamla) – Niye müdahale ettin? Burada savunma
yapıyorum işte.
Şimdi, arkadaşlar, 2001 yılında bankalardan alınan para, Tayyip
Bey burada konuşurken “4 milyar 163 milyon.” dedi, hâlbuki 5 milyar 163
milyondur. Ben, en azından, burada, o zaman elli defa soru verdim, fakat bu
paralar o götüren bankalardan tahsil edilemedi. Kim etmedi? Sizin zamanınızda
etmedi. 2002 yılında, 2003’te iktidara gelir gelmez bir soruşturma komisyonu
kurdunuz. O soruşturma komisyonunda bu var. Bunu alan en büyük banka adına
gelir ve inceleme yapıldı, kurumlar vergisi ve o yabancı banka 3,5 milyar dolar
vergisi alındı ve bu 3,5 milyar dolar vergiyi Maliye Bakanlığı Merkez Uzlaşma
Komisyonunda da bir kalemde sildi. Peki, o 3,5 milyar dolar bedava mı silindi?
Hayır.
Şimdi, biraz önce burada konuşan Cemil Çiçek getiriyor, diyor ki
“Çayı Çankaya’daki fiyattan alacağına, git Hergele Meydanı’ndaki fiyattan şey
et.”
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Böyle şeyler söylemiyor kardeşim, öyle
demiyor.
KAMER GENÇ (Devamla) – Öyle dedi, öyle. Sen daha dinlememişsin.
Şimdi, bu memlekette vatandaşlara “Çayı Çankaya’da değil, Hergele
Meydanı’nda gidin için.” diyor. Bakın şimdi, değerli milletvekilleri, kendisi
bir çay parasıyla, simitle vatandaşın geçinmesini istiyor ama kendi damadı TOKİ’den bir anda 1,5 trilyon lira alıyor, bunu cebine
koyuyor. Ne kadar güzel, değil mi? Ondan sonra… Şimdi, Tayyip Bey’in, efendim,
oğlunun bacanağı İstanbul’da “mesleki eğitim” adı altında 359 trilyon lirayı
alıyor, bunu cebine koyuyor. Ondan sonra Tayyip Bey’in oğlunun bacanağının
babası yine gidiyor, İstanbul Belediyesinde itfaiye özelleştiriliyor, paralar
onların cebine gidiyor. Yine oradaki deniz otobüslerini özelleştiriyor, onun
yerine gidiyor.
Şimdi, değerli milletvekilleri, Türkiye bu İktidar zamanında
maalesef rayından çıkarıldı. Burada Cemil Çiçek Erzincan Savcısına telefon etti
mi etmedi mi? Bu, rejim sorunudur. Niye burada cevap vermiyor? Bugün basında…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KAMER GENÇ (Devamla) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Evet, Sayın Genç, bakın, ben size niçin söz verdim?
Dinler misiniz beni. İç Tüzük’ün 157’nci maddesine göre “söz kesmek, sükûneti
ve çalışma düzenini bozmak, şahsiyatla uğraşmak” disiplin hükümlerini ihlal
ettiğiniz için ben size savunma için söz verdim.
KAMER GENÇ (Devamla) – Savunma yapacağım ben burada.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Neyle ilgili savunuyorsun? Savunma
yapmıyorsun ki sen. Savunma yapmıyorsun.
BAŞKAN – Siz, burada bulunmayan kişilerle ilgili birtakım
açıklamalarda bulunuyorsunuz.
KAMER GENÇ (Devamla) – Tamam, niye yaptığımı şimdi söyleyeceğim.
OKTAY VURAL (İzmir) – Savunmayı kesmeyin, biz dinlemek istiyoruz.
BAŞKAN – Siz çıkıp şunu söyleyeceksiniz: “Ben sükûneti ve çalışma
düzenini bozmadım, şahsiyatla uğraşmadım, söz kesmedim.” diye savunma yapmanız
lazım.
OKTAY VURAL (İzmir) – Savunmayı nasıl yapacağını siz niye
söylüyorsunuz?
KAMER GENÇ (Devamla) – Sayın Başkan, savunmamı…
BAŞKAN – Hayır efendim. Süre verdim ve bitti. Lütfen yerinize
oturun.
KAMER GENÇ (Devamla) – Tayyip Bey sizi korkuttu. Onun korkusundan
bana da…
BAŞKAN – Sayın Genç, ilk defa da ceza almıyorsunuz. Bakın,
geçmişte… Sayın Genç, ilk defa disiplin cezası almıyorsunuz. Oturun lütfen
yerinize.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, bir dakika için değer mi
bunlara ya. Verin. Bir dakika için…
BAŞKAN – Hayır efendim. Ben, sükûneti bozduğu için kendisine uyarı
cezası verdim.
OKTAY VURAL (İzmir) – Son sözünü söylesin, dinlemek istiyoruz.
BAŞKAN – O da çıkacak diyecek ki “Ben sükûneti bozmadım.” Böyle
savunma yapacaksınız.
OKTAY VURAL (İzmir) – Son sözünü söylesin, dinlemek istiyoruz.
BAŞKAN – Ben size üç dakika süre verdim, lütfen oturunuz.
KAMER GENÇ (Devamla) – Bir dakika daha verin, lafımı bitireyim.
BAŞKAN – Hayır efendim, çünkü siz savunma yapmıyorsunuz.
KAMER GENÇ (Devamla) – Savunma yapacağım.
OKTAY VURAL (İzmir) – Biz de bilmek istiyoruz.
KAMER GENÇ (Devamla) – Tamam işte, o bir dakikada savunma
yapacağım.
BAŞKAN – Savunma yapmıyorsunuz. Ben size savunma için süre verdim
ve süreniz doldu. Lütfen oturunuz.
KAMER GENÇ (Devamla) – Savunma yapacağım Sayın Başkan.
BAŞKAN – Lütfen oturunuz.
KAMER GENÇ (Devamla) – O makama hiç yakışmıyorsun. Tayyip Bey’in
talimatıyla hareket ediyorsun.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, sözlü soru önergeleri ile diğer
denetim konularını sırasıyla görüşmek üzere, alınan karar gereğince 5 Ocak 2010
Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 19.03