Normal 44156 2 1 2010-01-20T15:58:00Z 2010-01-20T15:58:00Z 1 49920 284548 TBMM 2371 667 333801 11.9999 0 0 nk 0 nk 0 0 false false false 0 nk 0 nk MicrosoftInternetExplorer4

DÖNEM: 23                                                                YASAMA YILI: 4

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

CİLT : 55

31’inci Birleşim

14 Aralık 2009 Pazartesi

 

(Bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge  ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

İ Ç İ N D E K İ L E R

 

   I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

  II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A)- Tezkereler

1.- Anayasa Mahkemesi, 11/12/2009 günlü Esas: 2007/1 ve Karar 2009/4 sayılı Kararı’yla Demokratik Toplum Partisinin kapatılmasına ve kapatma kararının verildiği tarihte parti tüzel kişiliğinin sona ermesine karar verdiğinden, bu karar gereğince, Demokratik Toplum Partisinin Türkiye Büyük Millet Meclisindeki bütün faaliyetlerinin sona erdiğine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1027)

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- 2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/759) (S. Sayısı: 442)

2.- 2008 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2008 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/728, 3/934) (S. Sayısı: 443)

3.- Çek Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/710) (S.Sayısı: 445)

V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol’un, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması

2.- İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın grubuna sataşması nedeniyle konuşması

VI.- ÖNERİLER

A) Danışma Kurulu Önerileri

1.- Genel Kurulun 14/12/2009 Pazartesi günkü birleşiminde, 442 sıra sayılı 2010 Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerindeki görüşmelerin tamamlanmasından sonra 445 sıra sayılı Çek Kanunu Tasarısı’nın tümümün oylanmasının tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi

VII.- OYLAMALAR

1.- Çek Kanunu Tasarısı’nın tümünün oylaması

VIII.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, sanayi strateji belgesi hazırlık çalışmalarına ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün’ün cevabı (7/10396)

2.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, sanayi sicil kayıtlarının güncellenmesine ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün’ün cevabı (7/10397)

3.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, teknoloji geliştirme bölgelerine ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün’ün cevabı (7/10399)

4.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, Salihli Organize Sanayi Bölgesi çalışmalarına ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün’ün cevabı (7/10400)

5.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, Akhisar Organize Sanayi Bölgesi çalışmalarına ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün’ün cevabı (7/10401)

6.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, Turgutlu 1. Organize Sanayi Bölgesi çalışmalarına ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün’ün cevabı (7/10402)

7.- Antalya Milletvekili Osman Kaptan’ın, Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı (7/10799)

8.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Göle TİGEM işletmesinin kiralanmasına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/10967)

9.- Adana Milletvekili Nevingaye Erbatur’un, dış denetim raporlarındaki bazı hususlara ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Nevzat Pakdil’in cevabı (7/10968)

10.- İzmir Milletvekili Recai Birgün’ün, resmi üniformalı kişilerin TBMM’ye girişlerine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Nevzat Pakdil’in cevabı (7/10971)

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 14.10’da açılarak yedi oturum yaptı.

 

Birinci Oturum

Oturum Başkanı TBMM Başkanı Vekili Sadık Yakut, Bursa’nın Mustafakemalpaşa ilçesi yakınlarındaki kömür ocağında metan gazı sıkışması nedeniyle meydana gelen grizu patlaması sonucunda toprak altında kalarak hayatını kaybeden 19 işçiye Allah’tan rahmet, ailelerine sabır ve metanet, milletimize başsağlığı dileyen bir konuşma yaptı.

 

Gümüşhane Milletvekili Yahya Doğan, Tutum, Yatırım ve Yerli Malları Haftası’na,

Iğdır Milletvekili Ali Güner, Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet Başkanı merhum Haydar Aliyev’in ölüm yıl dönümüne,

Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk, Bursa ili Mustafakemalpaşa ilçesi Devecikonağı köyündeki maden ocağında meydana gelen grizu patlamasına,

İlişkin gündem dışı birer konuşma yaptılar.

 

Oturum Başkanı TBMM Başkanı Vekili Sadık Yakut’un Cumhurbaşkanlığına vekâlet etmesi nedeniyle Genel Kurulu yönetemeyeceği itirazlarını değerlendirmek üzere birleşime saat 14.36’da ara verildi.

 

                                                           Sadık YAKUT

                                                    TBMM Başkanı Vekili

          Gülşen ORHAN                                                                        Fatih METİN

                   Van                                                                                         Bolu

              Kâtip Üye                                                                                Kâtip Üye

 

 

İkinci, Üçüncü, Dördüncü, Beşinci, Altıncı, Yedinci Oturum

Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Şükran Güldal Mumcu, Bursa Mustafakemalpaşa ilçesinde yaşanan grizu patlamasında hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı dileyen bir konuşma yaptı.

 

Samsun Milletvekili Suat Kılıç,

Mersin Milletvekili Mehmet Şandır,

Bursa Mustafakemalpaşa ilçesinde yaşanan grizu patlamasına ilişkin birer açıklamada bulundular.

 

Oturum Başkanı TBMM Başkanı Vekili Sadık Yakut’un Cumhurbaşkanlığına vekâlet etmesi nedeniyle Genel Kurulu yönetip yönetemeyeceği hususunda yapılan usul tartışması sonucunda, Başkanlıkça “Bundan sonra Yasama Meclisinin kendi kişiliğine ve onuruna uygun davranacağı herkesin malumu olmalıdır.” açıklaması yapıldı.

 

Giresun Milletvekili Murat Özkan, Ankara Milletvekili Ahmet İyimaya’nın, vekâlet konusundaki yorumlarının yanlış olduğuna Türkiye Büyük Millet Meclisinin daha önce aldığı bir karar gerekçe gösterilerek evrensel hukuk normlarının ortadan kaldırılmasının kabul edilemeyeceğine ilişkin bir açıklamada bulundu.

 

İstanbul Milletvekili Esfender Korkmaz ve 25 milletvekilinin, KEY ödemelerinde yaşanan sorunların (10/492),

Yalova Milletvekili Muharrem İnce ve 31 milletvekilinin, yükseköğrenim öğrencilerinin barınma sorununun (10/493),

Aksaray Milletvekili Osman Ertuğrul ve 20 milletvekilinin, belediyelerin sorunlarının (10/494),

Araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

 

Kenya Millet Meclisi Dış İlişkiler ve Savunma Komitesi ile Çek Cumhuriyeti Senatosu Dışişleri Savunma ve Güvenlik Komisyonu heyetlerinin ülkemizi ziyaret etmesinin uygun bulunduğuna ilişkin Başkanlık tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

 

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:

1’inci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),

2’nci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/499) (S. Sayısı: 321),

Görüşmeleri, komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.

 

3’üncü sırasında bulunan ve görüşmelerine devam olunan, Çek Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/710) (S. Sayısı: 445) görüşmeleri tamamlandı; tümü üzerinde elektronik cihazla yapılan her iki açık oylamada da toplantı yeter sayısı bulunamadı.

 

Samsun Milletvekili Suat Kılıç:

Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak’ın,

Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in;

Mersin Milletvekili Mehmet Şandır, Samsun Milletvekili Suat Kılıç’ın;

Gruplarına sataşması nedeniyle birer konuşma yaptılar.

 

445 S. Sayılı Kanun Tasarısı’nın tümü üzerinde elektronik cihazla yapılan her iki açık oylamada da toplantı yeter sayısı bulunamadığından, alınan karar gereğince, 14 Aralık 2009 Pazartesi günü saat 13.00’te toplanmak üzere birleşime 00.50’de son verildi.

 

                                                   Şükran Güldal MUMCU

                                                           Başkan Vekili

             Fatih METİN                                                                      Gülşen ORHAN

                    Bolu                                                                                      Van

                Kâtip Üye                                                                             Kâtip Üye

                                                       Bayram ÖZÇELİK

                                                                 Burdur

                                                              Kâtip Üye

                                                                                                                                                 No.:  42

II.- GELEN KÂĞITLAR

14 Aralık 2009 Pazartesi

Rapor

1.- Avusturya Cumhuriyeti, Bulgaristan Cumhuriyeti, Macaristan Cumhuriyeti, Romanya ve Türkiye Cumhuriyeti Arasında Nabucco Projesi Hakkında Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/783) (S. Sayısı: 447) (Dağıtma tarihi: 14.12.2009) (GÜNDEME)

Sözlü Soru Önergeleri

1.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, GDO’lu ürünlerle ilgili yönetmelikte yapılan değişikliklere ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1649) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

2.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, öğretmen atamalarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/1650) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

3.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, kamyonet grubu araçlara ilişkin Ulaştırma Bakanından sözlü soru önergesi (6/1651) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

4.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, bazı araştırma görevlilerinin sorunlarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/1652) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

5.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, personelin özlük haklarının iyileştirilmesine ilişkin Milli Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/1653) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

6.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Açık Öğretim Fakültesi öğrencilerine tek ders sınav hakkı tanınmasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/1654) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

7.- Bitlis Milletvekili Mehmet Nezir Karabaş’ın, Bitlis valisinin seçimlere yönelik bazı beyanlarına ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1655) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

8.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Kuran kurslarındaki sözleşmeli personele ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Çelik) sözlü soru önergesi (6/1656) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

9.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, muayene ücreti uygulamalarına ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/1657) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2009)

10.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, sözleşmeli öğretmenlerin durumuna ilişkin Milli Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/1658) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2009)

11.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, AÖF öğrencilerine öğrenim harcı kredisi verilip verilmeyeceğine ilişkin Milli Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/1659) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2009)

12.- İstanbul Milletvekili Fatma Nur Serter’in, anadil eğitimi veren üniversitelere ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1660) (Başkanlığa geliş tarihi: 26/11/2009)

Yazılı Soru Önergeleri

1.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, EÜAŞ özelleştirmelerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/11174) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

2.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, bir ihaleyle ilgili operasyona ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/11175) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

3.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in, kamu görevlileri için düşünülen farklı statülere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/11176) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

4.- İzmir Milletvekili Selçuk Ayhan’ın, işsizliğe ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/11177) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

5.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, şeker fabrikalarının özelleştirilmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/11178) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

6.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, işçi ücretlerindeki vergilendirmeye ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/11179) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2009)

7.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, yolsuzluk iddialarına ve yolsuzlukla mücadeleye ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/11180) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2009)

8.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, şeker fabrikalarının özelleştirilmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/11181) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2009)

9.- İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, TEKEL işçilerinin durumuna ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/11182) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2009)

10.- İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, kadın kooperatiflerinin desteklenmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/11183) (Başkanlığa geliş tarihi: 26/11/2009)

11.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, resmi turizm portalı sitesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/11184) (Başkanlığa geliş tarihi: 26/11/2009)

12.- İzmir Milletvekili Selçuk Ayhan’ın, Eximbank’dan kullanılan kredilerle ilgili iddialara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/11185) (Başkanlığa geliş tarihi: 26/11/2009)

13.- İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen’in, bazı gençlerin gözaltına alınmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/11186) (Başkanlığa geliş tarihi: 26/11/2009)

14.- İzmir Milletvekili Selçuk Ayhan’ın, verilen petrol arama ruhsatlarına ve bir şirketle ilgili iddialara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/11187) (Başkanlığa geliş tarihi: 26/11/2009)

15.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, İstanbul Büyükşehir Belediyesi bazı eski başkanları hakkındaki soruşturmalara ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/11188) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

16.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in, personelin özlük haklarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/11189) (Başkanlığa geliş tarihi: 26/11/2009)

17.- Diyarbakır Milletvekili Gültan Kışanak’ın, kimlik tespiti için gönderilen kemiklerin akıbetine ve bazı kayıp kişilere ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/11190) (Başkanlığa geliş tarihi: 26/11/2009)

18.- Ankara Milletvekili Tekin Bingöl’ün, eczanelerin bazı sorunlarına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/11191) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

19.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, kamu çalışanlarına toplu sözleşme ve grev hakkı verilmesine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/11192) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2009)

20.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in, kamudaki özürlü istihdamına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/11193) (Başkanlığa geliş tarihi: 26/11/2009)

21.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin, bir baraj projesinin tamamlanmasına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/11194) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

22.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin, bir baraj projesinin tamamlanmasına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/11195) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

23.- İzmir Milletvekili Recai Birgün’ün, TRT 1’de yayınlanan bir programa ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Bülent Arınç) yazılı soru önergesi (7/11196) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

24.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, bir açıklamasına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Bülent Arınç) yazılı soru önergesi (7/11197) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

25.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, cep telefonu satışında TRT katkı payı alımına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Bülent Arınç) yazılı soru önergesi (7/11198) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2009)

26.- İstanbul Milletvekili Durmuşali Torlak’ın, iadesi istenebilecek vakıf taşınmazlarına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Bülent Arınç) yazılı soru önergesi (7/11199) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2009)

27.- İstanbul Milletvekili Mustafa Özyürek’in, RTÜK Başkanının bir açıklamasına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Bülent Arınç) yazılı soru önergesi (7/11200) (Başkanlığa geliş tarihi: 26/11/2009)

28.- İstanbul Milletvekili Sacid Yıldız’ın, RTÜK Başkanının bir açıklamasına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Bülent Arınç) yazılı soru önergesi (7/11201) (Başkanlığa geliş tarihi: 26/11/2009)

29.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Türkiye Kalkınma Bankası Yönetim Kurulu üyelerinin ve personelinin ücretlerine ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/11202) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

30.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Türkiye Kalkınma Bankası Genel Müdürlük katındaki düzenlemelere ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/11203) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

31.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal’ın, İstanbul’daki surların aydınlatılması projesine ilişkin Devlet Bakanından (Hayati Yazıcı) yazılı soru önergesi (7/11204) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

32.- İstanbul Milletvekili Durmuşali Torlak’ın, 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti projelerine ve yolsuzluk iddialarına ilişkin Devlet Bakanından (Hayati Yazıcı) yazılı soru önergesi (7/11205) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2009)

33.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, BOTAŞ’ın yönetimine ve doğalgaz zammına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/11206) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

34.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, nükleer santral ihalesine ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/11207) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

35.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Tavşanlı Garp Linyit İşletmesinde yargı kararının ve teftiş raporunun uygulanmasına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/11208) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2009)

36.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Tunçbilek Termik Santraline kömür teminine ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/11209) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2009)

37.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, sulama birliklerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/11210) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

38.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in, Mardin-Mazıdağı-Bilge köyünden nakledilecek kişilerin Kırklareli’de barındırılmasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/11211) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

39.- Artvin Milletvekili Metin Arifağaoğlu’nun, Ardeşen ilçesinin nüfusuna ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/11212) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

40.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, Deniz Feneri Davasında adı geçen bir kişinin ilişikli olduğu şirketlere verilen ihalelere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/11213) (Başkanlığa geliş tarihi: 26/11/2009)

41.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, medya şirketlerine yönelik vergi incelemelerine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/11214) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

42.- Isparta Milletvekili Süleyman Nevzat Korkmaz’ın, ücretlilerin vergilendirilmesine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/11215) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

43.- Aksaray Milletvekili Osman Ertuğrul’un, bazı kamu ihalelerinde işletilen sürece ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/11216) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

44.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, özel öğretim kurumlarında çalışan öğretmenlerin sorunlarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/11217) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

45.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin, Şırnak İl Milli Eğitim Müdürlüğünde çalıştırılan bazı personele ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/11218) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

46.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin, Mardin İl Milli Eğitim Müdürlüğünde çalıştırılan bazı personele ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/11219) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

47.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin, Siirt İl Milli Eğitim Müdürlüğünde çalıştırılan bazı personele ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/11220) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

48.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin, Batman İl Milli Eğitim Müdürlüğünde çalıştırılan bazı personele ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/11221) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

49.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin, Diyarbakır İl Milli Eğitim Müdürlüğünde çalıştırılan bazı personele ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/11222) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

50.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin, Adıyaman İl Milli Eğitim Müdürlüğünde çalıştırılan bazı personele ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/11223) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

51.- Edirne Milletvekili Bilgin Paçarız’ın, özel eğitim kurumlarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/11224) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

52.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin, Şanlıurfa İl Milli Eğitim Müdürlüğünde çalıştırılan bazı personele ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/11225) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

53.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in, okullara gönderilen aşı formlarının sonuçlarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/11226) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

54.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, ilköğretim müfettişlerinin özlük haklarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/11227) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2009)

55.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, Milli Eğitim Şuralarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/11228) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2009)

56.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, öğretmenlerin hizmet içi eğitimlerine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/11229) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2009)

57.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü personeline ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/11230) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2009)

58.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, eğitim kurumu müdür yardımcılığı sınavına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/11231) (Başkanlığa geliş tarihi: 26/11/2009)

59.- Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, öğretmenlerin özlük haklarının iyileştirilmesine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/11232) (Başkanlığa geliş tarihi: 26/11/2009)

60.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, domuz gribi aşısına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/11233) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

61.- İstanbul Milletvekili Sacid Yıldız’ın, Başbakanın grip aşısıyla ilgili açıklamasına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/11234) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

62.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, domuz gribine karşı dezenfektan olarak kullanılan bir ilaca ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/11235) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

63.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, eczacıların bazı sorunlarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/11236) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2009)

64.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, grip hastalıklarına ve aşılarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/11237) (Başkanlığa geliş tarihi: 26/11/2009)

65.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, GDO’lu ürünlerle ilgili düzenlemelere ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/11238) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

66.- Denizli Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, pamuk üreticilerinin desteklenmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/11239) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

67.- Afyonkarahisar Milletvekili Abdülkadir Akcan’ın, aşı üretimini etkileyen bazı kararlara ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/11240) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

68.- Afyonkarahisar Milletvekili Abdülkadir Akcan’ın, arı kovanlarının etiketlendirilmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/11241) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

69.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, GDO’lu ürünlere ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/11242) (Başkanlığa geliş tarihi: 26/11/2009)

70.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Zafer Havalimanı projesine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/11243) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

71.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Antalya-İstanbul hızlı tren ve Ankara-İzmir otoyol projelerine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/11244) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

72.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Simav Organize Sanayi Bölgesine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/11245) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

73.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, yurt dışındaki bazı tarihi eserlerin geri istenmesine ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/11246) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

74.- Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, Van’da deprem ve diğer afetlere yönelik çalışmalara ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanından yazılı soru önergesi (7/11247) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)

 

14 Aralık 2009 Pazartesi

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 13.03

BAŞKAN: Mehmet Ali ŞAHİN

KÂTİP ÜYELER: Murat ÖZKAN (Giresun), Gülşen ORHAN (Van)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 31’inci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi var, okutup bilgilerinize sunacağım:

III.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A)- Tezkereler

1.- Anayasa Mahkemesi, 11/12/2009 günlü Esas: 2007/1 ve Karar 2009/4 sayılı Kararı’yla Demokratik Toplum Partisinin kapatılmasına ve kapatma kararının verildiği tarihte parti tüzel kişiliğinin sona ermesine karar verdiğinden, bu karar gereğince, Demokratik Toplum Partisinin Türkiye Büyük Millet Meclisindeki bütün faaliyetlerinin sona erdiğine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1027)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Anayasa Mahkemesi, 11.12.2009 günlü Esas: 2007/1 ve Karar 2009/4 sayılı kararıyla Demokratik Toplum Partisinin kapatılmasına ve kapatma kararının verildiği tarihte parti tüzelkişiliğinin sona ermesine karar vermiştir.

Bu karar gereğince, Demokratik Toplum Partisinin Türkiye Büyük Millet Meclisindeki bütün faaliyetleri sona ermiş bulunmaktadır.

Genel Kurulun bilgilerine sunulur.

Saygılarımla.

                                                                                                       Mehmet Ali Şahin

                                                                                              Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                               Başkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Sayın milletvekilleri, gündemimize göre 2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2008 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine başlayacağız.

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- 2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/759) (S. Sayısı: 442) (x)

2.- 2008 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2008 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/728, 3/934) (S. Sayısı: 443) (x)

(x) 442 ve 443 S. Sayılı Basmayazılar ve Ödenek Cetvelleri tutanağa eklidir.

BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.

Hükûmet? Yerinde.

Değerli milletvekilleri, komisyon raporları 442 ve 443 sıra sayılarıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Şimdi, Hükûmetin sunuş konuşmasını yapmak üzere Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek’e söz vereceğim.

Buyurun Sayın Şimşek. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.

17 Ekim 2009 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan 2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2008 Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı’nın Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmeleri yoğun bir çalışma sonucunda tamamlanmıştır.

Öncelikle, yaptıkları katkılar için Plan ve Bütçe Komisyonunun değerli Başkan ve üyelerine, bu sürece önemli katkılarda bulunan bakan arkadaşlarıma ve kamu idarelerinin temsilcilerine teşekkür ediyorum.

Dünya ve Türkiye ekonomisinin görünümü ile ilgili bir değerlendirme yaptıktan sonra 2008 yılı merkezî yönetim kesin hesabı ve 2010 yılı merkezî yönetim bütçesi konusunda sizleri bilgilendirmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi dünya ekonomisinin genel görünümüne değinmek istiyorum. Temmuz 2007’de başlayan küresel finans krizi Eylül 2008’de derinleşerek bütün ülkeleri etkileyen bir küresel buhrana dönüşmüştür. 2007 yılında yüzde 5,2 olan küresel büyümenin yerini 2009 yılında yüzde 1,1’lik daralmaya bırakması beklenmektedir. Bu da dünya ekonomisinde İkinci Dünya Savaşı’ndan beri en büyük küresel resesyonu ifade ediyor.

2009 yılında Türkiye’nin turizm ve dış ticareti açısından önemli bir yere sahip olan euro bölgesinin yüzde 4,2 ve yine Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı olan Rusya’nın yüzde 7,5 civarında daralması beklenmektedir.

2009 yılında Avrupa’daki gelişmekte olan ülkelerin bazılarının yüzde 18 gibi yüksek oranda bir daralmayla karşı karşıya olduklarını da belirtmek isterim.

Dünya ticaret hacminin 2009 yılında, 2008 yılına göre yüzde 11,9 daralması beklenmektedir. Bu, son seksen yılda yaşanan en büyük küçülmedir. Bazı ülkelerin dış ticaret hacmindeki daralma çok çok daha derin olmuştur. Önde gelen bazı gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin dış ticaret hacmindeki daralma yüzde 20 ile 45 gibi önemli boyutlara ulaşmıştır.

Yine, dünya ticaretindeki canlılığı gösteren ve sanayi üretiminde kullanılan temel hammaddelerin taşıma maliyetlerini yansıtan Baltık Kuru Yük Endeksi, kriz öncesindeki 11.793 seviyesine ulaşmış iken kriz döneminde 663’e kadar gerilemiştir. 

Büyüme ve dış ticaret hacmindeki daralma, hemen hemen bütün ülkelerde işsizliği artırmıştır. İşsizlik, gelişmiş ülkelerde son yirmi yılın en yüksek oranına ulaşmıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nde işsizlik oranının 2007 yılında yüzde 4,6’dan 2009 yılında yüzde 9,2’ye, İspanya’da yüzde 8,3’ten yüzde 18,1’e, Letonya’da yüzde 6’dan yüzde 16,6’ya, Litvanya’da yüzde 4,3’ten yüz-de 14,3’e, İrlanda’da yüzde 4,6’dan yüzde 11,9’a, İzlanda’da yüzde 2,3’ten yüzde 7,1’e, İngiltere’de yüzde 5,4’ten yüzde 8’e ve Macaristan’da yüzde 7,4’ten yüzde 9,9’a yükseleceği beklenmektedir. Yine, Güney Afrika’da ise işsizlik oranının bu yıl yüzde 24 civarında olacağı tahmin edilmektedir.

Küresel kriz nedeniyle daralan ekonomik faaliyetler ve krize karşı alınan tedbirler sonucunda bütün dünyada bütçe açıkları ve kamu borç yüklerinde çok ciddi artışlar yaşanmıştır. Bazı ülkelerde bütçe açıkları çift haneye ulaşmıştır. Örneğin, 2009 yılında bütçe açıklarının gayri safi yurt içi hasılaya oranı olarak İzlanda’da yüzde 13,9, Yunanistan’da yüzde 12,7, Amerika Birleşik Devletleri’nde  yüzde 12,5, İspanya’da yüzde 12,3, İrlanda’da yüzde 12,1, İngiltere’de yüzde 11,6 olması beklenmektedir.

Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin genel yönetim borç stokunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranı kriz sonrası dönemde kriz öncesine göre çok önemli artışlar kaydetmiştir. 2007 yılında Japonya’da yüzde 187,7 olan bu oranın 2009 yılında yüzde 218,6’ya ulaşması beklenmektedir. Aynı şekilde, İtalya’da yüzde 103,5’tan yüzde 115,8’e, Yunanistan’da yüzde 95,6’dan yüzde 112,6’ya, Hindistan’da yüzde 80,5’tan yüzde 84,7’ye, Fransa’da yüzde 63,8’den yüzde 78’e, Amerika Birleşik Devletleri’nde yüzde 61,9’dan yüzde 84,8’e, İngiltere’de yüzde 44,2’den yüzde 68,7’ye, Meksika’da ise yüzde 38,2’den yüzde 47,8’e yükselmesi beklenmektedir.

Gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye girişleri bu krizden olumsuz etkilenmiş ve yirmi dört yıl sonra ilk defa net sermaye girişleri negatife dönüşmüştür. Gelişmekte olan ülkelere yönelik net sermaye girişi 2007 yılında 697 milyar dolar iken 2008 yılında 130 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir, 2009 yılında ise 52 milyar dolarlık net sermaye çıkışı beklenmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün itibarıyla küresel krizde en kötü dönem geride kalmıştır. Küresel ekonomi, son aylarda olumlu bir görünüm göstermeye başlamıştır. Piyasalarda stres seviyesini yansıtan göstergeler kriz öncesi döneme dönmüştür.

 Bununla birlikte küresel mali sistemdeki sıkıntıların tam anlamıyla geçmediği de açıktır. Son dönemlerde bazı ülkelerde yaşanan artçı şoklar da bunu göstermektedir. Bu nedenle, dünyanın kriz öncesi potansiyel büyüme oranlarına dönmesi muhtemelen zaman alacaktır.

İstihdam piyasasının ekonomik toparlanmayı geç takip etmesi nedeniyle işsizlik oranları yüksek seyrini bir süre daha devam ettirecektir.

Krizle birlikte emtia fiyatlarında büyük bir gerileme yaşanmıştır ancak küresel ekonomideki görünümün tekrar yükselişe geçmesiyle birlikte emtia fiyatlarında bir artış beklenmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; küresel kriz Türkiye’yi konjonktürel olarak etkilemiştir ancak ciddi bir yapısal tahribata yol açmamıştır. Reel ekonomideki daralma, bütçe açıklarındaki artış geçici niteliktedir. Kriz nedeniyle bazı makroekonomik hedef ve tahminlerimizi revize etmek durumunda kaldık ancak bu sadece bize özgü bir durum değildir. Neredeyse bütün ülkeler, bütün uluslararası kuruluşlar hedeflerini hem de birkaç kez revize etmek zorunda kaldılar.

IMF’nin Ekim 2008’de 2009 yılı için yaptığı büyüme tahminleri ile en son 2009 için 2009’da yaptığı büyüme tahminlerini karşılaştırdığımızda, çok ciddi sapmalar görüyoruz. Mesela, 2009 yılı büyüme tahminlerindeki sapma Litvanya için 19,2, Ukrayna için 16,5, Letonya için 15,8, Estonya için 14,5, Romanya için 13,3, Rusya için 13, Bulgaristan için 10,8, Slovakya için 10,3, Sırbistan için 10, Türkiye için 9,5, Meksika için 9,1, Hırvatistan ve Macaristan için 9, Malezya ve Slovenya için 8,4, Tayland için 8, Arjantin için 6,1 puan civarındadır.

2008, 2009 yılları büyüme oranlarına baktığımız zaman benzer bir değişimi, kötüleşmeyi görüyoruz. Mesela, Litvanya için bu kötüleşme 21,5 puan, Ukrayna için 16,1 puan, Romanya için 15,6, Letonya için 13,4, Rusya için 13,1, Bulgaristan için 12,5, Slovakya için 11,1, Estonya için 10,4, İzlanda için 9,8, Sırbistan için 9,4, Arjantin için 9,3, Meksika için 8,7, Malezya için 8,3, Hırvatistan için 7,6, Türkiye ve Finlandiya için 7,4, Macaristan için 7,3, Almanya için 6,5, Hollanda için 6,2, Brezilya için 5,7, İngiltere için 5,1 ve Japonya için 4,7 puandır.

2009 yılı bütçesinin hazırlandığı dönemde, yani 2008 Mayıs-Eylül döneminde, birçok uluslararası, yerli ve yabancı kuruluşun büyüme tahminleri bizim bütçede öngördüğümüz tahminlerimizden çok da farklı değildi. Yani, biz yüzde 4’lük bir büyüme öngörmüştük, birçok uluslararası kuruluş yüzde 3 ile 4 arasında bir büyüme öngörüyordu.

Daha önemlisi, bu dönemde, aslında bütün bu sapmalara rağmen Türkiye'nin uzun dönem büyüme potansiyeline ilişkin beklentilerde herhangi bir değişiklik olmamıştır. OECD, son yayınladığı Ekonomik Görünüm Raporu’nda, Türkiye için büyüme oranını 2011-2017 döneminde ortalama yüzde 6,7 olarak öngörmektedir. Bu oranın, Çin ve Hindistan’dan sonra en yüksek büyüme oranı olduğunun altını çizmek istiyorum.

Yine, Goldman Sachs’ın yakın dönemde yayınladığı bir raporda, Türkiye’nin 2050 yılında Avrupa’nın 3’üncü, dünyanın 9’uncu büyük ekonomisi olacağı öngörülmektedir.

Kriz sonrası ilk yıl olan 2010 için yüzde 3,5’luk büyüme hedefimizi düşük görebilirsiniz. Ancak, bu büyüme oranının, Avrupa Birliği üyesi ülkeler için, 2010 için, görülen büyüme hedefinin, tahmininin 5 katı olduğunu sizlere hatırlatmak isterim. Dolayısıyla, 2010 yılında da Avrupa’yla arayı kapatmaya devam edeceğiz.

Türkiye’nin satın alma gücü paritesine göre kişi başına gayrisafi yurt içi hasılasının Avrupa Birliği ortalamasına oranı, 2002 yılında yüzde 36,2 iken 2008 yılında yüzde 45,7’ye yükselmiştir. Yani, hükûmetlerimiz döneminde Avrupa’yla arayı kapatmışızdır.

Piyasa ekonomisine geçişimizin başladığı 1980 yılından 2002 yılına kadar ortalama büyümemiz yüzde 3,7 olmuştur. AK PARTİ hükûmetlerinin iktidarda bulunduğu 2003-2008 döneminde, Türkiye’nin ortalama büyüme oranı yüzde 5,9 olmuştur. 2009 yılına ilişkin küçülme tahminini dâhil etsek bile büyümemiz yüzde 4,1’dir.

Hükûmetlerimiz döneminde güçlü performansıyla dünyanın 17’nci büyük ekonomisi olan Türkiye, 2009 yılındaki krize rağmen bu konumunu korumuştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2010 yılı bütçesi, AK PARTİ hükûmetlerinin hazırlamış olduğu sekizinci bütçedir. 2003-2008 döneminde olduğu gibi bu bütçe de mali disiplini ve ekonomik istikrarı temel almaktadır.

Hükûmetlerimiz döneminde, kriz yılı olan 2009 yılı hariç, bütçe hedeflerimizi sürekli olarak tutturduk. Birçok dönemde aslında hedeflerimizi de aştık. Bu başarıda, hükûmetlerimizin kararlı, tutarlı, şeffaf ve istikrarlı politikaları belirleyici olmuştur.

2009 yılında ekonomideki daralmayı ve krizin etkisini sınırlandırmaya yönelik aldığımız tedbirlerden dolayı bütçe açığı öngörümüzün üzerinde gerçekleşmiştir. Ancak bütçe hedeflerindeki sapma Türkiye’ye özgü değildir. Hemen hemen bütün ülkelerde bütçe açıkları öngörülenin çok ötesinde artmıştır. Mesela 2009 yılında Letonya için -gayrisafi yurt içi hasılaya oran olarak- bu sapma 11 puandır, İzlanda için 10,6 puandır, Rusya için 10,4 puandır, İspanya için 9,8 puandır, Litvanya için 9,6, Amerika için 7,9, İrlanda için 7,4, İngiltere için 7,2, Finlandiya için 6,6, Slovenya için 5,6, Hollanda için 5,5, Belçika ve Portekiz için 4,6 puandır.

Yine, 2008 ve 2009 yılları için bütçe açığının gayrisafi yurt içi hasılaya oranında da kötüleşme sadece Türkiye’ye özgü değildir. Birçok ülkede yüzde 9’lara, yüzde 10’lara varan sapmalar olmuştur.

Türkiye’de ise  2009 yılında bütçe açığının gayrisafi yurt içi hasılaya oranındaki sapma 5,7 puandır. 2009 yılında bir önceki yıla göre bütçe açığının gayrisafi yurt içi hasılaya oranındaki kötüleşme ise 4,8 puandır ve aslında birçok ülkenin de altındadır.

Bütçe hedeflerimizdeki sapma, esas itibarıyla gelirlerdeki sapmalardan  kaynaklanmıştır. Tekrar ediyorum, bu gelişmeler Türkiye’ye özgü değildir. Mesela Amerika Birleşik Devletleri’nde 2009 yılı bütçe gelirleri 2008 yılına göre 419 milyar dolar daha düşük gerçekleşmiştir.

Hükûmetlerimiz döneminde, bu yıl hariç, hep bütçe hedeflerimizi tutturduk. Bakın, 2003 yılında yüzde 9,9 oranında bir açık hedefledik, gerçekleşme yüzde 8,8. 2004 yılında yüzde 8,2’lik bir bütçe açığı hedefi öngördük, gerçekleşme ise yüzde 5,4’tür. 2005 yılında yüzde 4,5’luk açık öngördük, gerçekleşme sadece yüzde 1,3’tür. 2006 yılında yüzde 1,8 oranında bir açık hedefine karşılık gerçekleşme sadece binde 6’dır. Yine 2007 yılında yüzde 2’lik bir açık öngörüsüne karşılık gerçekleşme yüzde 1,6’dır. Yine 2008 yılında hedeflenen bütçe açığı yüzde 1,9 iken gerçekleşen bütçe açığı yüzde 1,8’dir. Gördüğünüz gibi, hükûmetlerimiz döneminde, kriz yılı olan 2009 hariç, bütün yıllarda hedeflerimizi tutturduk, hatta hedeflerimizden çok daha iyi bir başarı gösterdik.

Evet, biz çıtayı yükselttik bu dönemde. Avrupa Birliği ülkelerinin bile tutturamadığı bir performansı yakaladık bütçede. Bütçe açığında dört yıl üst üste Maastricht Kriterleri’ni yakaladık. Çok uzağa gitmeye gerek yok, komşumuz Yunanistan’da bile 2009 yılı bütçe açığı Türkiye'nin tam 2 katıdır. 2010 yılında bu oranı yüzde 10’un altına düşürmek için çabalıyor. İşte bunun için Türkiye'nin notu artıyor, işte bunun için Türkiye’ye güven devam ediyor.  Bu, AK PARTİ hükûmetlerinin  bir başarısıdır.

Önceki yıllarla karşılaştırıldığında da AK PARTİ hükûmetlerinin ortaya koyduğu güçlü performans açık bir şekilde görülecektir. 1990-2002 döneminde, birkaç yıl hariç, bütçe açıklarında sapma çok ciddi boyutlardadır. 1998, 1999 ve 2000 yıllarında bütçe açık hedefleri tutturulmuştur. Ama dikkatinizi çekerim ki bu yıllarda bütçe açıkları gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 5,4’ü ile yüzde 8,7’si gibi çok yüksek düzeylerde seyretmiştir. Yani bu yıl yaşanan ve altmış yılın en kötü küresel krizinde bile gösterdiğimiz performanstan daha kötü performanslar ortaya çıkmıştır. Bizden önce, 2002 yılında bütçe açığının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı yüzde 7,7 öngörülmüşken gerçekleşme yüzde 11,4’tür. 2001 yılında yüzde 2,2 bütçe açığı öngörülmüşken gerçekleşme yüzde 12,1’dir.

Birçok diğer rakamları da vererek sizi detaya boğmak istemiyorum ama özet bir rakam vermem gerekirse 1990 ile 2002 döneminde bütçe açıklarının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı yüzde 6,8 iken 2003-2009 döneminde -bunun neredeyse yarısı kadar- yüzde 3,7 olarak gerçekleşmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye ekonomisi bu dönemde birçok anlamda, küresel krize karşı büyük bir dayanıklılık göstermiştir. Bugün eğer faiz oranları tek haneye düşmüşse, enflasyon son kırk yılın en düşük düzeyindeyse, ülkemizin kredi notu artıyorsa, Türkiye’de bir tek banka batmadıysa, Türkiye bu anlamda krizden en az etkilenen ülkelerden bir tanesidir.

Türkiye’nin yaşadığı önceki krizlerle bir karşılaştırma yapalım. 1993-1994 dönemini gözümüzde bir canlandıralım. İkili koalisyon iktidarda. Dünyada bugünküne benzer bir küresel kriz yok. Ülkemiz kendisini büyük bir finansal ve ekonomik krizin içerisinde buluyor. 1993 yılında gecelik faizler yüzde 57’ye kadar düşmüşken krizle birlikte yüzde 700’leri aştı. 1993 yılında yine yüzde 70 civarında olan bono faizleri 1994 yılında yüzde 406’ya kadar çıkmıştır. Kredi notumuz kötü yönetimden dolayı birkaç kez düşürülmüş, enflasyon 1993 yılında yüzde 71 düzeyinden yüzde 125’lere kadar yükselmiştir.

Yine, 2000-2001 dönemine baktığımız zaman  bugünkü gibi dünyada bir küresel kriz yok. Üçlü koalisyon iktidarda. Türkiye kendini yine kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan büyük bir finansal ve ekonomik krizin içinde buluyor. 2000 yılında yüzde 23’e kadar düşmüş olan gecelik faizler, krizin derinleşmesiyle birlikte 2001 yılının Şubat ayında yüzde 6 binleri aşmış. 2000 yılında yüzde 33 seviyesine kadar inmiş olan bono faizleri 2001 yılında yüzde 237’lere kadar çıkmış. 2000 yılında yüzde 39’a düşen enflasyon krizle  birlikte  2001 yılında yüzde 70’lere kadar dayanmıştır.

Gelelim 2009 yılına: Dünya son altmış yılın en büyük krizini yaşıyor ama faizler tek hanede. TL cinsinden iskontolu devlet iç borçlanma senetlerinin faiz oranı yüzde 9 civarında, gecelik faizler yüzde 6,5 seviyesine kadar gerilemiş. Enflasyon yakın dönemin en düşük seviyesinde. Kredi notumuz artıyor. Bütün bunlar şunu açık bir şekilde gösteriyor ki Türkiye bu krize karşı büyük bir dayanıklılık göstermiştir. Bu başarı tesadüf değildir.

Hükûmetlerimiz döneminde kamu maliyesi ve borç dinamiklerinde çok önemli gelişmeler kaydedilmiştir. 2000 yılında merkezî yönetim bütçe açığının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı yüzde 7,9 iken, 2001 yılında krizle birlikte yüzde 11,9’a yükselmiş ve 2008 yılında ise yüzde 1,8’e düşmüştür.  Türkiye, 2005–2008 döneminde ortalama yüzde 1,3 açık ile Maastricht Kriterileri’ni tutturmuştur. 

Türkiye’nin en büyük kamburu olan faiz giderlerinin gayrisafi yurt içi hasılaya oranı 2000 yılında yüzde 12,3 iken, 2001 yılında yüzde 17,1’e kadar çıkmış, 2008 yılında yüzde 5,3 seviyesine düşmüştür. 

Türkiye 2002 yılında vergi gelirlerinin yüzde 86’sını sadece faiz giderlerini ödemek için kullanıyordu. Bu oranı 2008 yılında yüzde 30 seviyesine kadar indirdik. 2010 yılında inşallah bunu yüzde 30’un altına düşürmeyi hedefliyoruz. Faiz giderlerinde sağlanan bu tasarrufla Türkiye altyapıya, eğitime, sağlığa, araştırma-geliştirmeye daha fazla kaynak ayırabilmiştir.

AK Parti hükûmetleri döneminde kamu kesimi borçlanma gereğinde önemli iyileşmeler sağlanmıştır. 2000 yılında yüzde 8,9 olan kamu kesimi borçlanma gereğinin gayrisafi yurt içi hasılaya oranı 2001 yılında yüzde 12,1 ile zirve yapmış, 2002 yılında yüzde 10 civarında gerçekleşmiştir. Bu oran son yıllarda yüzde 1’in altına indirilmiştir. Kriz yılı olan 2009 yılını dâhil etsek bile hükûmetlerimiz döneminde kamu kesimi borçlanma gereğinin gayrisafi yurt içi hasılaya oranı ortalama yüzde 2,4 olmuştur. Bu oran, 1990-2002 dönemi ortalamasıyla karşılaştırıldığı zaman son derece düşüktür, 2,4;  8,9.

Avrupa Birliği tanımlı borç stokunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranı itibarıyla da 2004 yılından bu yana -Türkiye- Maastricht Kriterleri’ni karşılıyoruz ve krize rağmen 2009 yılında da karşılamaya devam ediyoruz. 2001 yılında yüzde 77,6 ile zirveyi bulan borç stokunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranı 2008 yılında yüzde 39,5 düzeyine gerilemiştir. Bu, gelişmekte olan ülkelerin ortalamasına yakın bir rakamdır, Avrupa Birliği ortalamasının da çok altındadır.

Öte yandan, toplam kamu net borç stokunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranı 2000 yılında yüzde 42,9 iken krizle birlikte 2001 yılında yüzde 66,3 ile zirve yapmış, 2008 yılındaysa 28,2’ye inmiştir.

2002 yılında yüzde 35,4 olan döviz cinsinden kamu net borç stokunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranının 2009 yılı sonu itibarıyla yüzde 3 civarına gerilemesi beklenmektedir. Yani hükûmetlerimiz döneminde kamu borç stokuna ilişkin kur riskini önemli ölçüde azalttık.

Kamu maliyesinde, borç dinamiklerinde sağladığımız iyileştirmelerin yanında birçok yapısal reform gerçekleştirdik. Terör gibi kronik bir sorun olan enflasyon sorununu çözdük. 1993–2002 döneminde ortalama yüzde 70’lerde seyreden enflasyon, hükûmetlerimiz döneminde tek haneye düşürülmüştür. Elde ettiğimiz başarıyla Türkiye’nin temellerini sağlamlaştırdık.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; küresel krizin Türkiye ekonomisine yansıması önemli ölçüde dış talepteki düşüşle ilişkilidir.

Kriz öncesinde ihracatta yüzde 30’ların üzerinde artışlar yaşanırken, krizle birlikte ihracatta yüzde 30’lar civarında düşüşler yaşanmıştır. Bu, 60 puanlık bir sapma demektir. Mal ve hizmet ihracatının millî gelir içerisindeki payını dikkate alırsak ihracattaki bu sapmanın büyüme üzerindeki olumsuz etkisi son derece açıktır.

İhracattaki, tabii ki, bu düşüş sadece bize özgü değildir. Daha birçok ülkede ihracatın yüzde 20 ile yüzde 45 arasında düştüğünü tekrar ifade etmek isterim.

İhracattaki bu düşüş, başta imalat sanayisi olmak üzere ihracat ağırlıklı çalışan sektörlerin daralmasına neden olmuştur. Bu da imalat sanayisi üretimini, stok seviyelerini olumsuz etkilemiştir. Bu yönüyle küresel krizden etkilenmemiz son derece doğaldır.

Stoklardaki küçülme, 2008 yılının son çeyreğinden itibaren ekonominin daralmasında etkili olan en önemli faktörlerden biri olmuştur. Geçen yılın dördüncü çeyreğindeki daralmanın yüzde 57’si stoklardaki erimeden kaynaklanmaktadır. Bu yılın birinci çeyreğindeki stoklardaki erime, ekonomideki daralmanın yüzde 53’ünü, ikinci çeyrekte ise yüzde 54’ünü oluşturmaktadır. Üçüncü çeyrekte ise stoklardaki erime yavaşlamıştır. Ancak baz etkisi nedeniyle üçüncü çeyrekteki daralmanın yüzde 41’i yine stoklardan kaynaklanmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ürün ve pazar çeşitliliğinde sağladığımız başarıyla ihracat performansımız bu yılın ekim ayından itibaren yeniden artış eğilimine girmiştir. Aralık ayında ihracattaki artışın tekrar çift haneli olmasını bekliyoruz.

İhracatımızdaki ülke bağımlılığının azaldığı bir dönemden geçiyoruz. İhracatımızda ilk beş ülkenin ve Avrupa Birliğinin payı son dönemde azalmıştır. İhracatımızdaki ilk beş ülkenin payı 2002 yılında yüzde 46,5 iken 2009 Ocak-Ekim döneminde yüzde 32’ye düşmüştür. Yine benzer bir şekilde Avrupa Birliğinin payı yüzde 56,6’dan yüzde 45,7’ye gerilemiştir. Bu dönemde Türkiye’nin aldığı, hükûmetlerimizin aldığı inisiyatifler sayesinde 2002 yılında komşu ve çevre ülkelere yaptığımız ihracatın toplam ihracatımızdaki payı yüzde 25,7 iken bu oran 2009 yılının ilk on ayında yüzde 42,1 seviyesine yükselmiştir.

2002 yılında 1 milyar doların üzerinde ihracat yaptığımız ülke sayısı sadece 8 iken, 2008 yılında bu sayı 30’a ulaşmıştır. Pazar çeşitliliğinin yanında ürün çeşitliliği de artmıştır. Yıllık 1 milyar doların üzerinde ihracat yapılan ürün sayısı 2002 yılında 9 iken 2008 yılında bu sayı tam 28’e yükselmiştir.

2009 yılında cari açık ise bir önceki yıla göre önemli bir düşüş göstermiştir. Bunda emtia fiyatlarının düşmesi ve ekonomideki daralma etkili olmuştur. 2008 yılında 41,8 milyar dolar olan cari açık, 2009 yılında muhtemelen 11 milyar dolar düzeyine düşecektir. 2008 yılında 48,3 milyar dolar olan enerji faturasının 2009 yılının ilk on ayındaki seviyesi 24 milyar dolar dikkate alındığında, aslında Türkiye’nin enerji hariç tutulduğunda son yıllarda cari fazla verdiği de ortaya çıkacaktır.

Hükûmetlerimiz cari açık sorununu kalıcı bir şekilde çözmek için önemli adımlar atmaktadır. Bu amaçla yatırım ve istihdamı artırmak için yeni bir teşvik sistemini uygulamaya koyduk.

Birinci olarak, büyük yatırımlar çerçevesinde dış ticaret açığı yüksek olan on bir tane sektörü özel olarak teşvik ediyoruz.

İkinci olarak, Türkiye’de katma değeri yüksek ürünlere geçişi sağlayacak araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin artırılması için çok önemli bir ARGE reformunu hayata geçirdik. Birçok firma ARGE merkezini artık Türkiye’ye taşımaya başlamıştır. Bugüne kadar altmışın üzerinde firmaya ARGE merkezi kurması için izin verdik.

Üçüncü olarak, millî ve yenilenebilir enerji kaynaklarının enerji arzı içindeki payının artırılması için hükûmetlerimiz yoğun bir çaba göstermiştir.

Son olarak, iş ortamının iyileştirilmesine yönelik çok önemli adımlar attık. Bu sayede Türkiye, en çok yatırım çeken ülkeler sıralamasında 20’nci sıraya yükselmiştir. 2007 yılında gelişmekte olan ülkelere giren net özel sermaye tutarı 697 milyar dolar iken Türkiye’ye doğrudan yatırımların tutarı ise yaklaşık 22 milyar dolardır.

2008 yılında kriz nedeniyle gelişmekte olan ülkelere sermaye miktarı, yani doğrudan yatırımlar yüzde 80 civarında azalmış ama Türkiye’de azalma çok sınırlı olmuştur. Türkiye’de doğrudan yatırım miktarı 18,3 milyar dolar olmuştur 2008 yılında. Yani Türkiye dünya ortalamasına göre çok daha iyi bir performans göstermektedir. 

2009 yılında gelişmekte olan ülkelerden net 52 milyar dolarlık bir sermaye çıkışı tahmin ediliyor iken Türkiye’ye 8 milyar dolar doğrudan yatırım gelmesi beklenmektedir. AK PARTİ hükûmetlerinden önceki dönemlerde yıllık ortalama doğrudan yatırım tutarı 1 milyar doları dahi bulmuyordu.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; krizle birlikte, bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de işsizlik artmıştır. 2002 yılında yüzde 10,3 olan işsizlik oranının bu yıl yüzde 14,8’e ulaşması beklenmektedir ama daha önce de ifade ettiğim gibi, işsizlikteki artış sadece bize özgü değildir. Birçok ülkedeki işsizlik oranındaki puan olarak artış Türkiye'nin çok ötesindedir. Birçok ülkede işsizlik oranı ikiye katlanmıştır.

Türkiye OECD ülkeleri arasında tarım dışı istihdam yaratmada en yüksek performansı gösteren ülkelerin başında gelmektedir. Evet, istihdam yarattık bu dönemde. 2002 yılında tarım dışı istihdam 13 milyon 896 bin kişi iken 2009 yılı Ağustos itibarıyla 16 milyon 254 bin kişi olmuştur. Yani hükûmetlerimiz döneminde tarım dışı istihdam 2 milyon 358 bin kişi artmıştır.

Bu dönemde istihdamın kalitesi de artmıştır. Tarım sektörü istihdamındaki daralma neticesinde, bu sektör istihdamında önemli bir yer tutan ücretsiz aile işçiliği azalmış, tarım dışı sektörlerde ücretli ve yevmiyeli istihdamı artmıştır. 2002 yılında ücretsiz aile işçisinin toplam istihdam içerisindeki payı yüzde 20,9 iken  2009 yılı Ağustos ayı itibarıyla yüzde 15,4’e gerilemiştir. Ücretli çalışan sayısındaki artış, gelir dağılımına olumlu yönde yansıyan ve iş gücü piyasasında kayıt dışılığı azaltan önemli bir gelişmedir.

Ancak diğer gelişmiş ülkelerin yaşadığına benzer bir süreci de Türkiye’de yaşamaktayız. Tarımsal istihdamda hükûmetlerimiz döneminde bir düşüş yaşanmaktadır. 2002 yılında tarım sektörünün toplam istihdam içerisindeki payı yüzde 34,9 iken, bu oran 2009 yılı Ağustos ayı itibarıyla yüzde 26,5’a kadar gerilemiştir. Buna karşılık aynı dönemde sanayi sektörünün payı 18,5’tan yüzde 18,8’e, hizmetler sektörünün payı ise yüzde 42,1’den yüzde 48,5’a yükselmiştir.

Türkiye’de ortalama her yıl yaklaşık 500 bin kişi iş gücüne katılmaktadır. Böylece, hem tarım kesiminden ayrılan nüfusa hem de iş gücüne yeni katılan insanlarımıza iş yaratılması gerekiyor. Bunu kriz öncesine kadar başardık ama kriz döneminde tabii ki bu gerçekleşmediği için işsizlik oranında bir artış var. 

Son olarak, şunu da belirtmemde büyük yarar var: Ülkemizde vasıfsız işçilerin toplam işsiz sayısı içerisindeki payı oldukça yüksektir. TÜİK verilerine göre ülkemizde işsizlerin yüzde 57,5’u lise altı eğitime sahiptir. İşsizlik Türkiye’de çok önemli bir yapısal sorundur. Hükûmet olarak bu sorumluluğumuzun farkındayız.

Krizle birlikte Hükûmetimiz nitelikli insan gücünü artırmak, istihdamı korumak ve istihdamı artırmak için birkaç tedbir paketi açıklamıştır.

Bu kapsamda, kriz döneminde işsiz sayısındaki artışı sınırlamak için:  

Kısa çalışma ödeneğinin miktarını ve süresini artırdık.

Bazı sektörlerde geçici vergi indirimlerine gittik.

Kriz nedeniyle işini kaybedenler için işsizlik ödeneğini artırdık.

İstihdam yoğun GAP, DAP, KOP gibi bölgesel kalkınma projelerine krize rağmen daha fazla kaynak aktardık.

Özel sektörde istihdam edilen sigortalılar için işveren hissesinin 5 puanlık kısmını hazine karşılıyor.

Kadınların ve 18–29 yaş arası gençlerin istihdamını teşvik için prim indirimini getirdik.

Özürlü çalışanlarımızın işveren primlerinin tamamının devlet tarafından karşılanmasını sağladık.

İŞKUR’un mesleki eğitim faaliyetlerini genişlettik.

Girişimcilik ve eğitim danışmanlığı verilerek vatandaşlarımızın kendi işlerini kurmalarına imkân tanıdık.

İşsiz gençlerimizin stajyer olarak istihdam edilmesine imkân sağladık.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, dediğim gibi, bazı alanlarda aslında bu krizden en az etkilenen ülkelerden bir tanesidir. Bakın, risk priminin ölçülmesinde kullanılan CDS endeksi bunu teyit etmektedir. CDS endeksi, bir ülkenin bono ve tahvillerinin ödenmeme riskine karşı yapılan sigorta sözleşmesinin primlerini gösterir.

Bu endekse göre Türkiye’nin risk primi kriz döneminde azalmıştır. Krizin derinleştiği 2008 Eylül-2009 Aralık döneminde CDS risk primi Türkiye için tam 89 puan azalmıştır. Aynı dönemde CDS primleri Brezilya için 30 baz puan azalırken, Yunanistan için 160 baz puan artmış, Macaristan için 86, Rusya için 26 baz puan artmıştır.

Bugün Türkiye’nin bankacılık sektörü dünyadaki birçok ülkeyle karşılaştırılamayacak kadar güçlüdür. Bankacılık sektörünün sermaye yeterlilik oranı, Türkiye’de bu yılın Ekim ayı itibarıyla yüzde 20,4 düzeyindedir. Aktif kalitesi yüksektir. Bankacılık sektörümüz kredi verme potansiyeli bakımından büyük bir kapasiteye sahiptir. Bankalar bilanço büyüklüklerini ikiye katlasalar bile sermaye yeterlilik oranı bu bilanço yapısıyla hâlâ yasal standartların üzerinde kalacaktır. 2002 yılında takipteki alacakların toplam kredilere oranı yüzde 21,3 iken bizim Hükûmetimiz döneminde yüzde 3,8’e kadar gerilemiş, bankacılık sektörünün aktif kalitesi yükselmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Plan ve Bütçe Komisyonundaki bütçe görüşmelerinde muhalefet sözcüleri bankacılık sektörünün güçlü yapısını 2001 krizinden sonra kendileri tarafından yapılan düzenlemelere bağlamışlardır. Biz, kendilerine IMF gözetiminde attıkları bu olumlu adımlar için teşekkür ediyoruz. Ancak, bankacılık sektörünün bugünkü performansını sadece o günkü adımlarla açıklamak mümkün değildir. Zaten önemli olan uygulamadır.

AK PARTİ hükûmetleri döneminde bankacılık sektörünün daha iyi düzenlenmesi ve denetlenmesi için yaptıklarımız aslında iyi bilinmektedir ama tekrarlamam gerekirse, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunun düzenleme, denetim ve uygulama kapasitesini bu dönemde ciddi bir şekilde artırdık. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu BDDK bünyesinden ayrılmıştır. Bankaların sermaye yapısını güçlü tutmak için yüzde 12’lik hedef sermaye yeterlilik rasyosu uygulamasına bizim dönemimizde geçilmiştir. Aktif kalitesini artırmak için genel karşılık ayrılması uygulamasını biz getirdik. Likidite düzenlemesini uygulamaya koyduk. Bütün bunların yanında, krizden çok önce bankacılık sistemindeki bütün finansal kurumlar için stres testleri yaptık ve zayıf olan bankaları yapılarını güçlendirmeye zorladık. Aslında bu bile krize karşı hazırlıksız yakalandığımızı ve krizi öngörmediğimizi iddia edenlere güzel bir cevaptır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmetimiz bu krizi iyi yönetmiştir. Her şeyden önce, bu krizi biz yönettik. Bizden önceki dönemlerde olduğu gibi, IMF gibi uluslararası kuruluşlara el açmadık. 1993-1994 ve 2000-2001 krizleri Türkiye’nin kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan, kötü yönetiminden kaynaklanan krizlerdir. Bu krizlerde IMF’den yardım talep edildi. IMF’nin verdiği kaynaklarla, IMF’nin empoze ettiği programlarla bu kriz yönetilmiştir.

2008 yılında küresel krizin derinleşmesiyle birlikte birçok ülke, aslında IMF’den yine yardım talep etti. IMF’nin koşullarını hemen kabul ettiler. İzlanda, Macaristan, Ukrayna, Romanya, Polonya gibi 22 tane ülke şu geçtiğimiz bir yıl içerisinde IMF ile anlaşmak zorunda kaldı. IMF’nin şartlarını kabul etti. Biz ise kendi yağımızla kavrulduk. Kendi ayaklarımızın üzerinde dimdik durduk ve “Kaynak, Türkiye’dir.” dedik.

Krize karşı kendi tedbirlerimizi açıkladık. Likidite ve fon akışının sorunsuz bir şekilde işlemesini sağladık. Reel sektöre destek olmak, istihdamı teşvik etmek ve finansal kaynakları çeşitlendirmek amacıyla çok sayıda önlem aldık.

Tabii, ben bu tedbirleri teker teker sıralayıp zamanınızı almak istemiyorum. Çünkü daha önce bunları açıkladık.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, evet, biz kendi tedbirlerimizi açıkladık. Krizi yönettik. Bunda da başarılı olduğumuz kanısındayız.

Yakın dönemde basından izlediğimiz gibi İspanya, Macaristan, İrlanda, Tayland, Meksika, Yunanistan’ın içinde bulunduğu 52 ülkenin kredi notu düşürülmüştür. Komşumuz Yunanistan’ın kredi notu 2 kez indirilmiştir. Yunanistan’ın şimdi 2 yıllık tahvil faizleri, ilk kez tarihte Türk eurobond faizlerinin üzerine çıkmıştır.

Türkiye’nin içinde yer aldığı sadece 13 ülkenin kredi notu artmıştır. Dünyada son altmış yılın en büyük krizinin yaşandığı bir dönemde Türkiye, kredi notu 2 kademe artan tek ülkedir! Eğer iddia edildiği gibi krizden en fazla etkilenen ülke olsaydık, Türkiye’nin  kredi notu 2 kademe artar mıydı?

Bugün Türkiye, kriz ortamında pozitif görünüme sahip nadir ülkelerden bir tanesidir. Türkiye, bir iki yıl içerisinde kredi notu “Yatırım yapılabilir” düzeyine çıkartılması beklenen 10 ülke arasında yer almaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu senenin dördüncü çeyreğinden itibaren, ekonomide toparlanma başlamıştır. IMF’nin son raporuna göre, 2009 yılı son çeyreğinde, G-20 ülkeleri arasında büyüyecek 8 ülkeden bir tanesi Türkiye’dir.

Türkiye ekonomisinde üç aşamalı güçlü bir toparlanma bekliyoruz. Krizde daralmanın en önemli unsuru, daha önce açıkladığım gibi, stoklardaki erimeydi. İç ve dış talepteki toparlanma ile birlikte bu yılın dördüncü çeyreğinden itibaren stoklarda bir iyileşme bekliyoruz.

Ekonomide güçlü toparlanmanın ikinci safhasını özel tüketimdeki toparlanma oluşturacaktır. Sağlam bankacılık sistemi ve düşük faiz oranları önümüzdeki dönemde özel tüketimi destekleyici niteliktedir.

Ekonomideki güçlü toparlanmanın üçüncü safhasını ise yatırımlardaki artışla göreceğiz. Hükûmetimizin yeni uygulamaya koyduğu teşvik sistemi bu bakımdan çok büyük bir katkı sağlayacaktır.

Büyümenin önemli bir göstergesi olan sanayi üretim endeksi krizde ilk kez artmaya başlamıştır. Ekim ayı sanayi üretim endeksi geçen yılın aynı ayına göre yüzde 6,5, bir önceki aya göre yüzde 13,7 oranında artarak 117,9’a yükselmiştir.

Ekim ayında artan kapasite kullanım oranı Kasım ayında azalmış gibi görünse de mevsimsellik ve takvimsel etkilerden arındırılmış kapasite kullanım oranı Kasım ayında da bir önceki aya göre artmaya devam etmiştir.

Bunların hepsi tesadüf olabilir mi? Bunlar bilinçli, kararlı, kapsamlı, proaktif politikalarımızın sonucudur. Şunu herkes bilmelidir ki: Türkiye’de cazip yatırım fırsatları vardır, Türkiye güvenli bir limandır, Türkiye’ye olan güven devam ediyor. Biz buna inanıyoruz, siz de buna inanın, güvenin.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi de konuşmamın bu bölümünde 2009 yılı bütçesi yıl sonu gerçekleşme tahminlerimize kısaca değinmek istiyorum.

2009 yılı sonu itibarıyla merkezî yönetim bütçe giderlerinin 266 milyar 752 milyon lira, merkezî yönetim bütçe gelirlerinin 203 milyar 928 milyon lira, bütçe açığının 62  milyar 824 milyon lira, faiz dışı açığın 7 milyar 324 milyon lira olarak gerçekleşeceğini tahmin ediyoruz. Bu tahminlerimiz doğrultusunda 2009 yılı başlangıç bütçesine göre bütçe giderleri yüzde 2,9 artmakta, bütçe gelirleri ise yüzde 18 oranında azalmaktadır. Bütçe açığı ise 10,4 milyar liradan 62,8 milyar liraya çıkmaktadır. Bütçe açığının millî gelire oranı ise yaklaşık yüzde 6,6’ya tekabül etmektedir.

2009 yılında bütçe açığında ortaya çıkan 52,4 milyar liralık artışın 44,8 milyar lirası yani yüzde 86’sı gelirlerdeki azalmadan, 7,6 milyar lirası yani yüzde 14’ü ise giderlerdeki artıştan kaynaklanmaktadır.

Gelirlerdeki 44,8 milyar lira azalmanın 4,7 milyar lirası vergi indirimleri nedeniyle ortaya çıkan gelir kaybından, 40,1 milyar lirası ise ekonomik daralma nedeniyle gelirlerde meydana gelen düşüşlerden kaynaklanmaktadır.

Giderlerdeki 7,6 milyar liralık artışın temel sebepleri, sosyal güvenlik sistemine yapılan transferlerdeki artış ile ekonomiyi canlandırma paketleri kapsamında öngörülen altyapı yatırım harcamaları ve diğer gider artışlarından kaynaklanmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, geçtiğimiz eylül ayında açıkladığımız Orta Vadeli Program ve Orta Vadeli Mali Plan üzerinde durmak istiyorum: Bu program ve mali plan ile küresel krizden çıkışımızın temel politikalarını ve hedeflerini ortaya koymuş bulunmaktayız. Bu politika ve hedefler doğrultusunda maliye politikamızı yürütüyoruz. 2010 yılı bütçesi de bu çerçevede hazırlanmış bir bütçedir.

Programda temel hedeflerimiz, büyümeyi kademeli olarak potansiyel seviyesine yükseltmek, istihdamda nispi bir artış sağlamak, enflasyondaki düşüş trendini devam ettirmek ve kriz nedeniyle bozulan kamu dengelerini yeniden tesis etmektir.

Özel tüketim ve özel yatırım harcamaları ise, Türkiye ekonomisinin temel büyüme dinamiğini oluşturacaktır bu dönemde. Türkiye ekonomisinin yeniden özel sektör öncülüğünde büyümesi için program döneminde gerekli tedbirlerin alınması hedeflenmektedir. Bu amaçla, ülkemizin üretken kapasitesini geliştirecek ve verimlilik artışı sağlayacak yenilikçi ve teknoloji yoğun projelere öncelik veriyoruz.

Programla hedeflenen büyüme modeli doğrultusunda kamu kesiminin borçlanma gereğini azaltarak özel sektörün kullanabileceği kaynakların artırılması hedeflenmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu programın yapısal reform ayağı da güçlüdür. Orta Vadeli Program, sosyal güvenlik, sağlık, yerel yönetimler, enerji gibi pek çok alanda atılması gereken önemli adımları içermektedir.

Orta Vadeli Plan’da, 2010 yılı merkezî yönetim bütçe açığının gayrisafi yurt içi hasılaya oranının yüzde 4,9 olarak gerçekleşeceğini, 2011 ve 2012 yıllarında ise sırasıyla yüzde 4’e ve yüzde 3,2’ye düşeceğini öngördük.

Bizim bütçe hedeflerimizi iddialı bulmayabilirsiniz ama şunu söyleyeyim: Avrupa Birliği üyeleri, yakın dönemde Avrupa Komisyonuna kendi bütçe öngörülerini, bütçe açık öngörülerini sundular. 2013 yılında bile bunların bütçe açıklarını yüzde 13’ün altına çekmelerinde zorlanacaklarını görüyoruz.

Mali plan da maliye politikası hedeflerimiz de oldukça iddialıdır.

Kamu kesiminin kaynak kullanımındaki payını azaltmak amacıyla, ekonomik krizin de etkisiyle yükselen kamu açıkları tedricî olarak makul seviyelere indirilecektir.

Kamu maliyesinde mali saydamlığı güçlendirmeye yönelik çalışmalara devam edilecektir.

Ben bu hususların bir kısmını atlıyorum, zamanım kısaldığı için.

Şimdi, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2010 yılı bütçesiyle ilgili açıklamalara geçmeden önce bütçenin hazırlanmasında temel aldığımız bazı makroekonomik büyüklükleri, varsayımları sizlerle paylaşmak istiyorum. 2010 yılı için gayrisafi yurt içi hasıla   1 trilyon 28 milyar 802 milyon lira, büyüme oranı yüzde 3,5, gayrisafi yurt içi hasıla deflatörü yüzde 5, yıl sonu TÜFE yüzde 5,3, ithalat 153 milyar dolar, ihracat 107,5 milyar dolar olarak öngörülmektedir.

Bu noktada, 2010 yılı bütçesine temel oluşturan makroekonomik varsayımlarımızın gerçekçi olduğunu tekrar vurgulamak isterim.

2010 yılı Merkezî Yönetim Bütçe Tasarısı’nın büyüklüklerine geçmeden önce, sizlerle bu bütçenin bazı temel özelliklerini de paylaşmak istiyorum.

2010 yılı merkezî yönetim bütçesi, ekonomik krizden çıkışa katkı sağlayacak bir bütçedir.

2010 yılı bütçesi, faizdeki düşüşü kalıcı kılmayı amaçlayan bir bütçedir. Enflasyon ile mücadelede sağladığımız başarı, kamu maliyesinde ve borç dinamiklerinde yaptığımız iyileştirmeler ve uygulamaya koyduğumuz reformlar sayesinde Türkiye’de faiz oranları ilk defa tek haneye düşmüştür. Faizleri eğer biz birkaç yıl tek hanede tutabilirsek hem kamunun faiz yükü düşecek hem de tüketicilerimiz, yatırımcılarımız daha düşük maliyetli finansmana erişecektir. Bu da güçlü büyümeye zemin hazırlayacaktır.

Bu bütçeyle, esnaf kredileri, tarımsal kredilerde faiz desteğine, ihracat desteklerine, küçük ve orta ölçekli işletmelere sağlanan desteklere, hazine teşvik ödemelerine devam ediyoruz. 2002 yılında yüzde 47 olan esnaf kredisi faiz oranları, şimdi yüzde 8’lere kadar düşmüştür. İstihdamın maliyetini azaltmak amacıyla yürürlüğe koyduğumuz 5 puanlık işveren prim indiriminin uygulamasını da bu dönemde sürdürüyoruz.

Yeniden yapılandırdığımız Kredi Garanti Fonu ile KOBİ’lere desteğimizi sürdüreceğiz. Böylece, teminat sıkıntısı çeken KOBİ’lerimizin finansman sorununu çözmüş olacağız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2010 yılı merkezî yönetim bütçesi sosyal yönü güçlü olan bir bütçedir. Bütçemizi, ekonomik olarak dezavantajlı kesimleri destekleyecek şekilde hazırladık. Bu kapsamda Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu’na aktarılan kaynağı yüzde 26,7 oranında artırdık.

2010 yılı merkezî bütçesi öğrencilerimiz için daha fazla kaynak ayıran bir bütçedir. 2010 yılında öğrencilere sağlanan burs ve harç desteği ödeneklerini yüzde 13,8 gibi enflasyonun çok üzerinde artırdık. Yine,  öğrenim ve harç kredisi ödeneklerini yüzde 12,8 artırdık. İlköğretim öğrencilerine ücretsiz ders kitabı desteği ödeneklerini de yüzde 6,4 oranında artırdık. Önümüzdeki yıl toplam 1 milyon 634 bin öğrenciye burs, öğrenim ve katkı kredisi ödemeyi hedefliyoruz. 2010 yılı sonunda öğrencilerimize ücretsiz olarak dağıttığımız ders kitabı sayısı da 1 milyar 108 milyona ulaşmış olacaktır.

2010 yılı bütçesi özürlü vatandaşlarımıza desteği artıran bir bütçedir. Özürlü, evde bakım destek ödeneklerini tam yüzde 49,5, özürlülere eğitim desteği ödeneklerini de yüzde 7,3 oranında artırdık. Bu kapsamda, 2010 yılı sonunda yaklaşık 297 bin aileye özürlü evde bakım ücretinden faydalanma imkânı getiriyoruz. Eğitim masrafları karşılanan özürlü öğrenci sayısı da önümüzdeki yıl 220 bin kişiye ulaşmış olacaktır.

Hükûmetimiz, özürlü vatandaşlarımızın sosyal hayata katılmasının en önemli şartlarından birisi olarak özürlü istihdamının artırılmasını görmektedir. Bu amaçla, 2008 yılında, özürlü istihdam eden işverenler için işveren sigorta priminde indirime gidilmişti. Şimdi de merkezî yönetim bütçe kanunu tasarısıyla getirdiğimiz bir istisna ile 2010 yılında kamu kurum ve kuruluşlarımızın açık bulunan özürlü memur kontenjanlarına herhangi bir sınırlamaya tabi olmadan atama yapmalarına imkân tanıyoruz. Şu an itibarıyla kamu kurum ve kuruluşlarımızın yaklaşık 38 bin özürlü memur açığı bulunmaktadır. Böylece, yaklaşık 38 bin özürlü vatandaşımızın, 2010 yılı ve sonrasında kamu kurum ve kuruluşlarında memur statüsünde istihdam edilmelerinin önü açılmış bulunmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2010 yılı bütçesi, kamu görevlilerini de gözeten bir bütçedir. 2010 yılında memurlarımızın aylıklarında yapılacak artışlar, devletin mali imkânları, ülkenin ekonomik gelişmesi ve enflasyon hedefi göz önüne alınarak belirlenmiştir. Buna göre, kamu görevlilerinin maaşlarında ocak ayında yüzde 2,5, temmuz ayında yüzde 2,5 oranında artış sağlanacaktır.

Gerçekleşen enflasyonun belirlenen zam oranlarını aşması halinde, aradaki fark, her zaman olduğu gibi telafi edilecektir.

Yapılacak artışlar sonucunda, aile yardımı ödeneği dahil olarak ortalama devlet memuru maaşı 2009 yılı Aralık ayında 1.480 TL iken, 2010 yılı Ocak ayında 1.518 TL’ye yükselecektir.

Ayrıca, memur sendikalarıyla yaptığımız toplu görüşmelerde sağlanan anlaşma çerçevesinde, Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nda yaptığımız düzenleme ile halen 1 milyon 690 bin çocuk için ödenmekte olan aile yardımı ödeneğinde çocuk sayısı sınırlamasını kaldırıyoruz. Böylece 740 bin çocuğumuz için daha aile yardımı ödeneğine imkân sağlıyoruz.

Ayrıca, emekli olan personele 500 TL olarak ödenmekte olan tazminat tutarını 750 liraya yükseltiyoruz.

2009 yılında kamu görevlilerinin maaşlarında ocak ayında yüzde 4, temmuz ayında yüzde 4,5 olmak üzere yıllık kümülatif 8,7 oranında artış sağlanmış olup, kasım ayı itibarıyla tüketici fiyatlarındaki kümülatif artış ise yüzde 5,96’dır. Yani, 2009 yılında biz memurlarımızı enflasyona ezdirmedik, enflasyonun da üstünde, kriz yılında bile artış verdik.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2003 Ocak–2009 Kasım döneminde TÜFE’deki kümülatif değişme yüzde 93,2 olmuştur. Buna karşılık söz konusu dönemde aynı bazlı:

En düşük memur maaşı 2002 Aralık ayında 392 lira iken, 2009 Aralık ayında 1.218 liraya çıkmış ve artış yüzde 188 olmuştur. Yani, enflasyon yüzde 93,2, en düşük memur maaşı yüzde 188 artmıştır.

Benzer şekilde, net asgari ücretteki artış yüzde 168,5’tur. En düşük SSK emekli aylığındaki artış yüzde 146,1’dir. En düşük BAĞ-KUR esnaf emekli aylığındaki artış yüzde 232,4 olmuştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşma metnimde yer alan tablolarda görüleceği gibi 2009 yılının Kasım ayı itibarıyla en düşük devlet memuru maaşı ve net asgari ücret ile 2002 yılının Aralık ayına göre daha fazla mal ve hizmet alabildiğini de göreceksiniz. Ben burada detaylara girmek istemiyorum ama en fazla konuşulan ürünlere bile baksanız…

Bakın, en düşük devlet memuru maaşıyla satın alınabilecek ürünler arasında örneğin doğal gaza çok zam yapıldı deniliyor, 2002 yılı Aralık ayında en düşük devlet memuru maaşıyla 1.047 metreküp doğal gaz satın alınabilirken bugün 1.709 metreküp satın alınabiliyor. Yine mazot litre olarak 310 litre alınabiliyorken bugün 453 litre alınabiliyor. Benzer şekilde net asgari ücretle ilgili karşılaştırmalar da ortadadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2010 yılı merkezî yönetim bütçesi eğitime, sağlığa ayrılan kaynağın artırıldığı bir bütçedir.

2002 yılında 7,5 milyar TL olan Millî Eğitim Bakanlığı bütçesini 2010 yılında 28,2 milyar TL’ye çıkardık. Bu bütçeyle Bakanlık, en büyük bütçeye sahip icracı bakanlık olma özelliğini sürdürmektedir.

Yine Sağlık Bakanlığımıza ayırdığımız bütçeyi de yüzde 12 oranında artırdık. 2002 yılında kamu kesimi tarafından yapılan toplam sağlık harcaması 9,9 milyar TL iken bu rakam 2009 yılında 36,4 milyar TL’ye ulaşmıştır. 2010 yılında kamu kesimi tarafından yapılacak toplam sağlık harcamasının 37,5 milyar TL civarında olmasını tahmin ediyoruz.

Yine 2010 yılı merkezî yönetim bütçesi üniversitelere personel ve kaynak desteği sağlayan bir bütçedir.

Değerli arkadaşlar, burası da önemlidir.

Özellikle yeni kurulan üniversitelerin öğretim elemanı ihtiyacını hızlı bir şekilde karşılayabilmek için, ilave tam 7 bin adet atama izni veriyoruz üniversitelere. Üniversitelere ayırdığımız kaynağı da reel olarak artırıyoruz.

Ayrıca üniversitelerimize 500 milyon lira normal bütçelerine ilave kaynak ayırdık. Bu kaynağın yarısı yeni kurulan üniversitelerimizin yatırım projelerinde ve diğer yarısı ise yükseköğretim kurumlarının bilimsel araştırma projeleri ile yurt içi, yurt dışı öğretim elemanı ve öğrenci değişim programlarının desteklenmesi ve yurt içinde, yurt dışında öğretim üyesi ve araştırmacı yetiştirilmesi amacıyla kullanılacaktır.

2010 yılı merkezî bütçesinin yine sağlığa daha fazla kaynak ayırdığımız bütçe olduğunu söylemiştim.

2010 yılında, biz, aile hekimliği uygulamasını ülke geneline yaygınlaştırıyoruz. Kamu personeline sağlık hizmetleri Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından sunulacak ve bunun için anılan Sağlık Kurumuna prim desteği ödenmesine de başlanacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2010 yılı bütçesi, sosyal güvenlik sistemini de destekleyen bir bütçedir.

Bütçede cari transferler altında yer alan sosyal güvenlik kurumlarına yapılan transferlerin 2010 yılında yüzde 7,3 oranında artırılarak 57,7 milyar lira olacağı tahmin edilmektedir.

Bu kapsamda, Sosyal Güvenlik Kurumuna 2010 yılında açık finansmanı için yapılacak transfer tutarı ise 31,8 milyar lira olarak öngörülmüştür.

Bu bütçeyle yine çiftçimizin alan ve ürün bazında üretiminin desteklemesine devam ediyoruz. Bu kapsamda, 5,6 milyar lira destekleme ödemesi yapmayı hedefliyoruz.

2010 yılı bütçesinde tarım kesimine yapılacak transferlerin toplamı 8,4 milyar lira düzeyindedir.

Bu bütçeyle mahallî idarelere de destek vermeye devam ediyoruz önemli ölçüde.

Bu kapsamda, 2010 yılı bütçesinde mahallî idarelerin gelir paylarının yüzde 17,6 oranında artışla 19,1 milyar liraya çıkmasını öngörüyoruz.

2010 yılında toplam olarak mahallî idarelere 22,1 milyar lira transfer yapılmasını öngörüyoruz. Bu çerçevede, kırsal kesimin altyapısını desteklemek üzere KÖYDES projesine 525 milyon lira ayırdık.

2010 yılı merkezî yönetim bütçesi, bilime, araştırmaya önem veren ve bu yöndeki çalışmaları destekleyen bir bütçedir.

2010 yılı bütçesi, başta TÜBİTAK ARGE projeleri olmak üzere, üniversite ve sanayi kesimi ARGE projelerini desteklemeye devam eden bir bütçedir.

Bu çerçevede, TÜBİTAK’ın 2009 yılında 500 milyon lira olan ödeneklerini 2010 yılında 625 milyon liraya çıkarttık.

2010 yılı merkezî bütçesi, Güneydoğu Anadolu Projesi başta olmak üzere, bölgesel gelişme projelerinin tamamını desteklemeye devam edildiği bir bütçedir.

Dünyanın en büyük krizi yaşanmasına rağmen bölgesel kalkınma projelerini biz önemsiyoruz ve bunlar için ilave kaynak ayırıyoruz. Bu çerçevede GAP kapsamındaki yatırımlara öncelik vermek kaydıyla münhasıran ekonomik kalkınma ve sosyal gelişmeye yönelik yapılacak yatırımlar için 2009 yılında 3,3 milyar lira kaynak ayırmıştık. 2010 yılı bütçesinde bu proje kapsamında ayırdığımız kaynak tutarı yaklaşık 4 milyar liradır. Diğer bölgesel projeler için de 2 milyar lira ek kaynak daha ayırdık.

Özetle 2010 yılı merkezî yönetim bütçesi; ülkemizin dört bir tarafına ihtiyaç duyduğu yatırımı götüren, reel kesimi destekleyen, ekonomik kalkınmaya odaklanmış bireysel ve toplumsal refahı gözeten bir bütçedir.

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri; şimdi de sizlere 2010 yılı bütçe büyüklüklerini açıklamak istiyorum:

2010 yılı merkezî yönetim bütçesinde;

Bütçe Giderleri                                          286 milyar 981 milyon TL

Faiz Hariç Giderler                                    230 milyar 231 milyon TL

Bütçe Gelirleri                                           236 milyar 794 milyon TL

Vergi Gelirleri                                           193 milyar 324 milyon TL

Bütçe Açığı                                                 50 milyar 187 milyon TL

Faiz Dışı Fazla                                              6 milyar 563 milyon TL

2010 yılında bütçe giderlerinde artışı kontrol altına alırken, bütçe gelirlerinin giderlerden daha fazla artışını öngördük. Gelir artışlarımız gerçekçi tahminlere dayanmaktadır. Artış oranının yüksek olmasının temel nedeni 2009 yılında yapmış olduğumuz vergi indirimlerinin bazdan çıkacak olması ve 2009 yılının ikinci yarısında almış olduğumuz gelir artırıcı tedbirlerin tam yıl etkisinden kaynaklanmaktadır. Bu da yaklaşık olarak gelir artışının yarısına tekabül etmektedir. Bütçe ayrıca bazı maktu vergilerin enflasyon oranında güncellenmesini de öngörmektedir.

Bütçe açıklarını azaltma amacımızın bir gereği olarak, bütçe giderlerinin gayrisafi yurt içi hasılaya oranını 2009 yılında yüzde 28,2’den 2010 yılında yüzde 27,9’a düşürüyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2010 yılı merkezî yönetim bütçesi için belirlediğimiz hedeflere ulaşmada ve uygulamakta olduğumuz maliye politikasının başarısını kalıcı hâle getirmede yapısal reformlar önemli bir rol oynamaktadır. Bu çerçevede, önümüzdeki dönemde Hükûmetimiz tarafından gerçekleştirilecek bazı önemli yapısal reformları da paylaşmak istiyorum:

2010 yılında mali kural uygulaması yasal olarak hayata geçirilecektir ve 2011’den itibaren uygulamaya konulacaktır. Makroekonomik istikrarın devamı, sürdürülebilir bir finansman yapısının korunmasını amaçlayan mali kuralları, kamu mali yönetim sistemimize entegre ediyoruz. Mali kurallara ilişkin yasal altyapı, dediğim gibi, gelecek sene tamamlanacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi de vergi politikası ve uygulamalarımız hakkında kısa bir bilgi vermek istiyorum.

Vergi politikalarımızın temel amacı, yatırımları ve istihdamı destekleyerek sürdürülebilir ekonomik büyümeye katkı sağlayan, etkin, basit, kolay uygulanabilir bir vergi sisteminin oluşturulmasıdır. Bu amaca ulaşabilmek için, bir taraftan yatırım ortamının iyileştirilmesi, diğer taraftan da kayıtlı ekonomiye geçiş sürecinin hızlandırılmasını amaçlıyoruz. Bunu da anlaşılabilir ve saydam bir vergi mevzuatı, öngörülebilir bir vergi yükü, düşük oranlı-geniş tabanlı bir vergi sistemi ve etkin bir vergi idaresi ile sağlayabileceğimizin  bilincindeyiz. 2010 yılında bütün bunlara yönelik çok önemli adımları atmayı hedefliyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İktidarımız döneminde kurumlar vergisi oranını yüzde 30’dan yüzde 20’ye indirdik. Böylece, kurum kazançları üzerindeki vergi yükünü yüzde 44’ten yüzde 34’e düşürdük. Bu sayede Türkiye, kurum kazançları üzerindeki vergi yükü bakımından OECD ülkeleri arasında 2002 yılında 2’nci sırada yer alırken yani en yüksek ülkeler arasında iken, 2009 yılında 25’inci sıraya düşmüştür. Aynı şekilde, hükûmetlerimiz döneminde 6 dilimden oluşan gelir vergisi tarifesini önce 5’e, sonra 4’e indirdik. En yüksek vergi oranını ise yüzde 45’ten yüzde 35’e düşürdük. Bu sayede, OECD ülkeleri içinde Türkiye, en üst dilimin vergi oranı bakımından 2002 yılında en yüksek 9’uncu ülke konumundayken bugün yüzde 35 oranı ile 19’uncu sıraya gerilemiş bulunmaktadır. En üst dilimin vergi oranı Fransa ve Yunanistan’da yüzde 40, Almanya, Belçika, Avusturya gibi ülkelerde yüzde 45 ile yüzde 50 arasında değişmektedir.

Yine, biz, 2010 yılında, daha doğrusu 2009 yılında ve 2010 yılında devam edecek Avrupa Birliğinin yatırımları teşvik sistemiyle uyumlu bir bölgesel ve sektörel yatırım teşvik sistemini oluşturduk. Bu çerçevede yeni teşvik sisteminde kurumlar vergisi oranını yüzde 2’ye kadar indirerek, yatırımlara yüzde 70’e kadar devlet desteği sağlıyoruz. Yatırım yapılan bölgenin durumuna göre sigorta primi işveren hissesinin yarısının iki yıldan yedi yıla kadar Hazine tarafından karşılanması uygulamasını da getirdik. Ayrıca, 1 puan ile 5 puana kadar faiz desteği ile yatırım yeri tahsisini öngördük.

KOBİ’lerin birleşmelerini teşvik ediyoruz. Bu yıl sonuna kadar KOBİ’lerin birleşmeleri hâlinde ortaya çıkan kârları kurumlar vergisinden muaf kıldık. Ayrıca, birleşme sonrası üç hesap dönemi boyunca birleşilen kuruma indirimli kurumlar vergisi uygulamasını getirdik.

Aslında birçok daha uygulama, birçok daha vergi konusunda uygulamayı bu dönemde hayata geçirdik.

Yine, tarım ürünlerinde standardizasyon sağlayarak oluşturulacak ürün sertifikalarının elektronik ticaretinin yapılmasını sağlayacak tarım ürünleri lisanslı depoculuk sisteminin hayata geçirilmesini desteklemek üzere gelir vergisi, kurumlar vergisi ve KDV istisnalarını getirdik.

Teknolojik gelişmelerin ekonomik hayata daha fazla yansıtılmasını kolaylaştırmak üzere İnternet  üzerinden özel iletişim vergisini yüzde 15’ten yüzde 5’e indirdik.

İstihdamın artırılmasına yönelik ücretler üzerindeki vergi ve benzeri yükleri önemli ölçüde azalttık. Eskiden OECD ülkeleri arasında Türkiye istihdam üzerindeki vergi yükü itibarıyla yine en üst sırada yer alırken, bu yaptığımız son düzenlemeler çerçevesinde 9’uncu sıraya düşmüştür.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben konuşmamın bir kısmını atlıyorum zamanımın kısaldığının farkında olarak.

Şimdi de size 2008 yılı kesin hesabına ilişkin bilgiler vermek istiyorum.

Kesinhesap Kanunu Tasarısı görüşülecek olan 2008 yılı bütçesinde bütçe giderleri 227 milyar lira, bütçe gelirleri 209,6 milyar lira, bütçe açığı ise 17,4 milyar lira olarak gerçekleşmiştir.

Faiz ödemeleri bir önceki yıla göre yüzde 3,9 oranında 50,7 milyar Türk lirası olmuş, faiz dışı fazla ise 33,2 milyar olarak gerçekleşmiştir.

2008 yılında bütçe açığının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı yüzde 1,8 düzeyinde gerçekleşirken, faiz dışı fazlanın gayrisafi yurt içi hasıla içerisindeki payı yüzde 3,5 olmuştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2010 yılı bütçesi, Türkiye ekonomisinin ihtiyaçlarını en iyi şekilde gözeten bir bütçedir. Mevcut şartların üzerine inşa edilmiştir. Gerçekçi ve istikrarı sağlamaya yöneliktir.

Bu bütçe, sürdürülebilir büyüme ve kalkınmayı sağlayacak istikrarın ve refahın artırılmasını dikkate alan orta vadeli bir perspektifle hazırlanmış bir bütçedir.

Biz bütün kararlarımızı geleceğin güçlü Türkiye’si için alıyoruz. Siyasi kaygılarla alınan kısa vadeli kararların sonucunu geçmiş dönemlerde hep birlikte gördük.

Siyasi sorumluluk ve riskleri de üstlenerek hükûmetlerimiz Türkiye için gerekenleri kararlılıkla yapmıştır, yapmaya da devam edecektir.

Yapısal reformları temel politikalarımızın birisi hâline getirdik. Beklemeye tahammülü olmayan birçok konuda kararlı adımlar attık, Türkiye’nin sorunlarını çözdük.

Sizlerin ve toplumun her kesiminin bu bütçeye destek vermesi, hedeflerimize ulaşmayı daha da kolaylaştıracaktır. En büyük desteğimiz, tabii ki milletimizin bize olan güvenidir.

Bu milletin azmi, bu ülkenin kararlılığı ve Türkiye’nin zenginliği her türlü hedefi yakalamak noktasında bizlere güç vermektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2010 yılı bütçemiz ülkemize ve milletimize hayırlı olsun. Yapacağınız yoğun ve yorucu çalışmalar için Hükûmetim ve şahsım adına şimdiden sizlere teşekkür ediyorum. Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi tekrar saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Şimşek, teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, bütçe görüşmeleri, 3 Aralık 2009 tarihli 26’ncı Birleşimde alınan karara uygun olarak bastırılıp dağıtılan programa göre yapılacaktır.

Başlangıçta bütçenin tümü üzerindeki görüşmelerde siyasi parti grupları ve Hükûmet adına yapılacak konuşmalarda süre, Hükûmetin sunuş konuşması hariç, 1’er saat -bu süre birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilir- kişisel konuşmalarda 10’ar dakikadır. Kişisel konuşmalarda bütçenin tümü üzerinde şahsı adına 2 milletvekiline söz verilecektir.

Şimdi, bütçenin tümü üzerinde grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin adlarını sırasıyla okuyorum:

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Kayseri Milletvekili Sayın Mustafa Elitaş, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Genel Başkan ve Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Genel Başkan ve Osmaniye Milletvekili Sayın Devlet Bahçeli; şahısları adına, lehinde Karaman Milletvekili Sayın Lutfi Elvan, aleyhinde İzmir Milletvekili Sayın Harun Öztürk.

Tabii, Hükûmetin de söz talebi olduğu takdirde Hükûmete de söz verilecektir.

Değerli arkadaşlarım, şimdi söz sırası Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Kayseri Milletvekili Sayın Mustafa Elitaş’a aittir.

Sayın Elitaş, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı hakkında AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyor, 2010 yılı bütçesinin ülkemize, milletimize hayırlı olmasını diliyorum.

Öncelikle, 2010 yılı mali bütçesinin hazırlanmasında emeği geçen başta Maliye Bakanımıza, bakanlarımıza, bürokratlarına, Plan ve Bütçe Komisyonunun Değerli Başkanı ve üyelerine, tüm kamu bürokrasisine huzurlarınızda teşekkürlerimi sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, görüşeceğimiz 2010 yılı bütçesi, AK PARTİ hükûmetlerinin sekizinci bütçesi, yeni kamu mali yönetimi sistemine uygun bir şekilde hazırlanan beşinci bütçe olacaktır. Bu bütçe de evvelkiler gibi ülkemizin ekonomik ve mali istikrarını sürdürmeyi esas alan bir bütçedir.

Bildiğiniz gibi bütçe, belli bir dönem içerisinde toplanacak gelir ve yapılacak harcamaların tahminî ve karşılaştırmalı cetveli olup yetkili organlar tarafından bu giderlerin yapılması ve gelirlerin toplanması için verilen izindir. Hükûmetler bunun için bütçe hakkının bir gereği olarak Parlamentodan yetki alırlar. Her şeyden önce, her yıl toplumda üretilen millî gelirin yaklaşık yüzde 30’u bütçe yoluyla yeniden harmanlanır, toplanır ve dağıtılır. Böylece tekrar topluma verilir. İşte bu dağıtım aşamasında hükûmetler, yatırım politikalarını, sosyal politikalarını, büyüme politikalarını, istihdam ve gelir dağıtım politikalarını ortaya koyarlar. Bu açıdan bakıldığında, söz konusu politikaların yürütülmesi için de yıllık araçlar olarak karşımıza bütçeler çıkar.

Değerli milletvekillerim, küresel finansal piyasalar, son iki yıldır, dünyayı hem mali hem de sosyoekonomik açıdan ağır şekilde sarsan ciddi bir krizle karşı karşıya bırakmıştır. Hatırlarsanız, bu kriz, IMF tarafından 1929 bunalımından sonraki, Birleşmiş Milletler tarafından ise yüzyılın en büyük ekonomik krizi olarak görülmüştür. Küresel ekonomide likidite şartları olumsuz bir çizgiye girmiş ve risk algılamaları bozulmuştur. Risk algısında meydana gelen bu bozulma, doğal olarak kredi piyasalarında ciddi bir daralma yaşanmasına sebep olmuştur. Bu gelişmelerle ivme kazanan kriz büyüme oranlarını sert bir biçimde düşürmüş ve üretim planlamalarında ciddi bir revizyon ihtiyacı ortaya çıkarmıştır. Nitekim, 2007 yılında yüzde 5,2 olan küresel büyüme, krizin derinleşmesiyle birlikte 2009 yılında yerini İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana yaşanan en büyük daralmaya bırakmıştır. Küresel ekonomideki daralmanın bu sene yüzde 1,1 oranında olması beklenmektedir. Başta küresel ekonominin aktör ülkeleri olmak üzere birçok ülkenin iştirak hâlinde ittifak ettiği önlemlere rağmen, daralan toplam talep ve beklentilerdeki bozulma sonucu dünya ticaret hacminde bu yıl yüzde 12’ye yakın bir küçülme beklenmektedir. Bunun sonucu olarak da son altmış yılın en büyük daralması beklenmektedir.

Küresel krizde en kötünün geride kaldığına dair algılamaların güçlenmesi emtia fiyatlarındaki hareketlenmeyi de beraberinde getirmiş bulunmaktadır. 2010 yılından itibaren enerji fiyatlarındaki muhtemel yükseliş bizim gibi net enerji ithalatçısı ülkeler için bir risk unsuru oluşturmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; küresel krizin ülke ekonomilerine verdiği en büyük tahribat alanlarından birisi de şüphesiz işsizlik oranlarıdır. Bütün dünyada işsizlikte bir artış yaşanmakta olup kısa vadede işsizliğin özellikle gelişmiş ülkelerde yükselmeye devam etmesi beklenmektedir.

İşsizlik oranlarıyla ilgili, bazı ülkelerdeki oranları sizlerle paylaşmak istiyorum. Küresel kriz, bildiğiniz gibi, önce gelişmiş ülkelerde, Amerika Birleşik Devletleri’nde başladı, 2008 yılından itibaren de gelişmekte olan ülkelere sirayet etmeye başladı. Ne zaman ki 2008 yılında Amerika Birleşik Devletleri’ndeki finans sektöründeki olağanüstü bir pimi çekilmiş bomba hâlinde bekleyen ve mortgage diye ifade ettiğimiz uzun vadeli konut kredilerinin verdiği problemlerle birlikte 2008 yılında banka sisteminde çöküş başlamış ve gelişmekte olan ülkelere bu da sirayet etmiştir. Bakınız, 2007 yılında İspanya’da işsizlik oranı yüzde 8,3; 2008 yılında 11,3; 2009 yılında 18,9 yani 2008 yılı ile 2009 yılı arasındaki değişim yüzde 67,3 seviyesine ulaşmış. Macaristan’da 2008 yılında 7,8’den 9,9’a çıkmış; işsizlik oranındaki değişim artışı yüzde 26,9 oranına çıkmış. Fransa’da da 7,8’den 9,9’a, yine aynı şekilde orada da yüzde 20 civarında işsizlik oranındaki bir önceki yıla göre artış gözlenmiş. Yunanistan’da 19,5; Almanya’da 12,3; Belçika 12,9; Türkiye’de ise 21,8 civarında bir önceki yıla göre işsizlik oranındaki artış ortaya çıkmış. Amerika Birleşik Devletleri’nde krizin başladığı yıl olan 2007 yılında işsizlik oranı 4,6 iken 2009 yılında 9,8’e yükselmiş yani yüzde yüzden fazla işsizlik oranındaki işsiz sayısında bir artışın olduğunu görüyoruz. 2008 yılına oranla baktığımızda Amerika Birleşik Devletleri’ndeki işsiz sayısındaki artış bir önceki yıla göre yüzde 69 seviyesinde, İngiltere’de yüzde 41, Çek Cumhuriyeti’nde yüzde 95,5; Japonya’da yüzde 37,5 seviyesinde işsizlik miktarındaki artış ortaya çıkmıştır.

Değerli milletvekilleri, küresel krizin diğer sonuçlarından birisi de  yoksulluğun artmasıdır. Dünyada 1,2 milyar kişinin günlük geliri 1,25 doların altındadır. Bu rakam dünya nüfusunun yüzde 21,3’üne tekabül etmektedir. Sahra altı Afrika’da bu oran yüzde 46,7, Güney Asya’da ise yüzde 34,8’dir.

Türkiye son yıllarda yoksulluğun azaltılmasında önemli bir aşama kaydetmiştir. 2002 yılında günlük geliri 2,15 doların altında olanların oranı yüzde 3 iken 2007 yılında binde 6’ya düşmüştür. Yine, günlük geliri 4,3 doların altında olanların oranı ise 2002 yılında yüzde 30,3’ten 2007 yılında yüzde 9,5’e gerilemiştir. Aşırı yoksulluğun göstergesi olan günlük geliri 1 doların altında olanların oranı 2002 yılında binde 2 iken 2007 yılında bu oran hemen hemen sıfırlanmıştır.

Türkiye İstatistik Kurumunun 1 Aralık 2009 tarihinde yayınladığı yoksulluk çalışması sonuçlarına göre yoksul fert oranı 2007 yılında 17,79’dan, 2008 yılında 17,1’e gerilemiş, bu oran 2002 yılında yüzde 27 civarındaydı. Yani yoksulluk sınırının altındaki 2002 yılındaki Türkiye’nin nüfusunda oranı 17,5 milyon kişiyken, 2008 yılı sonu itibarıyla baktığımızda, bu yoksulluk sınırı altındaki insanların sayısı 13,5 milyon kişiye ulaşmış, hemen hemen 3 milyon kişi geçmişten devraldığımız yoksulluk sınırı altındaki insanların yoksulluk sınırı üstüne çıkmasına, refah seviyelerinin bir nebze de olsa artmasına fırsat sağlamıştır.

Krizin iktisadi faaliyet üzerindeki daraltıcı etkisini sınırlandırmak amacıyla uygulanan dengeleyici mali tedbirler bütçe açıklarındaki artışı da hâliyle hızlandırmıştır ve bütçe artışlarındaki bu artış borç dinamiklerinin sürdürülebilirliği sorununu da beraberinde getirmiştir ancak diğer ülkelerle karşılaştırıldığında ülkemizde kamu kesimi borçlanma oranları krize karşı maliye politikalarının daha etkin bir şekilde uygulanmasına imkân sağlamıştır.

Kötüleşen likidite şartlarına bağlı olarak, gelişmekte olan ülkelere yönelik net sermaye akımlarında 2008 yılında başlayan bozulma 2009’da da devam etmiştir. IMF tahminlerine göre bu ülkelere net özel sermaye girişi 2007 yılında yaklaşık 700 milyar dolar iken 2008 yılında 130 milyar dolara düşmüştür. 2009 yılında ise gelişmekte olan ülkelerden 50 milyar dolar civarında net sermaye çıkışı beklenmektedir. Önümüzdeki yıldan itibaren dünya ekonomisindeki toparlanmayla birlikte gelişmekte olan ülkelere sermaye akımlarının tekrar güçlenmesi beklenmektedir. Küresel finans piyasalarında krizin tepe noktasına kıyasla dikkate değer bir toparlanma görünmektedir. Belirsizlikler azalmış, güven ve risk iştahı yeniden artmaya başlamıştır. Finans piyasalarında yaşanan bu olumlu hava reel kesime ilişkin göstergelere de yansımıştır. 2008 yılının ikinci yarısındaki öncü göstergelerde dünya ticaretinde güven ve güven endekslerindeki olumsuz görünüm son dönemde yeniden toparlanmaya kendini bırakmıştır.

Bununla birlikte küresel mali sistemdeki sıkıntıların tam anlamıyla geçmediği de açıktır. Özellikle gelişmiş ülkelerin bankacılık sektörünün bilançolarında yaşanan tahribat ve hane halkının servet erimesi nedeniyle küresel ekonomide kriz öncesine dönüş muhtemelen zaman alacaktır. Yine de küresel ekonomideki mevcut durum birkaç ay öncesiyle karşılaştırıldığında olumlu bir görünüm arz etmektedir. Para ve maliye politikalarındaki gevşeme ve diğer politika tedbirleri olumlu sonuçlar vermeye başlamıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekillerim; tabii ki musibet arzulanmaz ancak başa gelen musibetten nasihat fikri çıkarmak akıl ve basiret ehlinin işidir. Yaşadığımız kriz ve uzun vadede semeresi alınacak hayırlı ilhamlar vermiş ve küresel ekonominin yeniden yapılanması gerekliliğinin altını çizerek son derece anlamlı mesajlar ortaya koymuştur. Nisan ayında Londra’da yapılan G-20 zirvesinde ülkelerin ortak hareket etmeleri kararlaştırılmış ve uluslararası kuruluşlara ek finansman imkânları sağlanmıştır. Geçtiğimiz Eylül ayında yapılan zirvede alınan kararlar ise gelişmekte olan ülkelerin küresel ekonomideki önemini artırmıştır. Bu zirveyle G-20 dünya ekonomisinin sorunlarının tartışıldığı ve çözüldüğü en önemli istişare platformu hâline gelmiştir. Böylece gelişmiş ülkelerin yanı sıra gelişmekte olan ülkelerin de dünya ekonomisinde söz sahibi olabileceği bir döneme girilmiştir. Bu durum, gelişmiş ülkelerin dünya ölçeğindeki iktisadi ve ticari bağımlılık farklılığının arttığını da göstermektedir. Bu durum, yakın bir gelecekte az veya çok dünyanın tamamını ilgilendiren ekonomik kararların çok kutuplu ve çoğulcu bir zeminde alınacağının işaretidir. Nitekim, yükselen piyasalar içinde son yıllardaki dinamizmi ve güçlü performansıyla ön plana çıkan Türkiye de bu ortamda önemli bir rol üstlenmiştir.

Dünya konjonktüründen Türkiye ekonomisine geçiş yapacak olursak evvela bir tespiti ortaya koymaya mecburuz. Kriz şartları, bir hükûmet için arkasına sığınılacak bir mazeret duvarı olmadığı gibi muhalefet kanadı için de bir tür akbaba siyaseti anlamına gelecek fırsatçılık bahanesi değildir. Böylesine güçlü ve yırtıcı bir kriz sürecinde hükûmetler alınabilecek bütün tedbirleri almalı ve muhalif siyasetçiler de sorumluluk şuuruyla hareket etmelidirler. Bu tespit ve hatırlatmaları yaptıktan sonra öncelikle kriz öncesinde iktidarlarımız döneminde ortaya konulan performanstan bahsetmek, daha sonra da küresel krizle birlikte ortaya çıkan resmi sizlerle paylaşmak istiyorum.

AK PARTİ iktidarları döneminde sağlanan siyasi istikrar ve sağlam maliye politikalarıyla yapısal reformlar sayesinde makroekonomik performansta büyük bir iyileşme gerçekleşti. Bu sayede Türkiye’ye olan güven, hem içeride hem de dışarıda artmıştır. Türkiye ekonomisinin 2002-2008 döneminde ortalama yüzde 5,8 oranında büyüdüğüne dikkatinizi çekiyorum. Bu performansıyla Türkiye dünyanın en büyük 17’nci ekonomisi hâline geldi. 2009 yılı beklentilerine göre inşallah dünyanın en büyük 16’ncı ülkesi sıralamasında olacak, Avrupa Birliği ülkeleri içerisinde baktığımız zaman Avrupa’nın en büyük 6’ncı ekonomisi konumuna gelecektir.

Dünya gayrisafi yurt içi hasılası içinde Türkiye’nin payı 1980’de yüzde 0,9 iken 1990’da yüzde 1,1’e, 2000’de yüzde 1,2’ye, 2008 yılında yüzde 1,3 seviyesine yükselmiştir. Kişi başına millî gelir bakımından da önemli iyileşme sağlanmış, 2002 yılından bu yana kişi başına millî gelirimiz 3 kat artarak 10 bin doları aşmıştır. Bu, daha önceki hükûmetlere nasip olmayan bir başarıdır. Küresel krizle birlikte 2009 yılında yaşanacak geçici düşüşe rağmen millî gelirimizde muazzam bir artış olduğu ortadadır. Millî gelirimizin 2010 yılından itibaren yeniden bir artış trendine girmesini bekliyoruz.

Yine, kamu maliyesi ve borçlanmada önemli gelişmeler kaydedilmiştir. 2000 yılında merkezî yönetim bütçe açığının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı yüzde 7,9 iken 2001 yılında yüzde 11,9 ile zirveye ulaşmış fakat AK PARTİ iktidarlarının gösterdiği performans sonucu 2008 yılında bu oran yüzde 1,8 seviyesine indirilmiştir.

Türkiye 2005-2008 döneminde bütçe açığı bakımından Maastricht Kriterleri’ni karşılamıştır. Türkiye’nin en büyük kamburu olan faiz giderlerinin gayrisafi yurt içi hasıla içinde payı 2000 yılında yüzde 12,3 iken 2001 yılında yüzde 17,1’le zirveyi bulmuş, 2008 yılında bu oran yüzde 5,3 seviyesine gerilemiştir. Bu dönemde Türkiye’nin borç dinamiklerinde de çok önemli iyileşme sağlanmıştır.

Değerli arkadaşlar, kamunun faiz giderlerini karşılayabilmesi için, toplam giderlerini karşılayabilmesi için en önemli kaynakları vergi gelirleridir. 2001 yılında Türkiye topladığı verginin faiz giderlerini karşılama yönündeki ihtiyacını karşılayamamış, 100 liralık vergi gelirine rağmen üstüne -borçlarını ödeyebilmek için- 3 lira daha ilave ederek, 3 lira borçlanma gereği hissederek faiz gelirlerini ödeme durumuyla karşı karşıya kalmıştır yani 2001 yılındaki kriz o süreç içerisinde, milletin alın teriyle biriktirdiği ve devletin bundan paylaşmak üzere topladığı vergi gelirleri sadece 100 liralık kısmını karşılayabilmiş, 3 liralık kısmı da yeniden borçlanma ihtiyacıyla ortaya çıkmıştır.

2002 yılında kamu kesimi borçlanma gereğinin gayrisafi yurt içi hasılaya oranı yüzde 10 iken bu oran son yıllarda ortalama yüzde 1’in altında kalmıştır. AB tanımlı borç stokunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranı itibarıyla da Türkiye 2004 yılından beri Maastricht Kriterleri’ni karşılamaktadır. 2001 yılında yüzde 77,6’yla zirveyi bulan borç stokunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranı 2008 yılında yüzde 39,5 seviyesine gerilemiştir.

Değerli arkadaşlar, kamunun toplam borç stokunun gayrisafi millî hasılaya oranı veya kamunun borç stokunun sürekli arttığı şeklinde muhalefet partilerinden eleştiri ortaya çıkıyor. Bakınız, sizi 2001-2002 yıllarıyla bugünkü borç stokunun ne anlama geldiğini ifade etmek istiyorum. 2002 yılında gayrisafi yurt içi hasılanın değeri 231 milyar dolar. 2002 yılında toplam borç stokunun, brüt borç stokunun toplamı 229 milyar dolar. 2002 yılındaki nüfusa gayrisafi yurt içi hasılayı -kişi başına millî geliri- böldüğümüz zaman 3.519 dolarlık kişi başına millî geliri buluyoruz. Yine 2002 yılındaki toplam kamu borç stokunu o zamanki nüfusa böldüğümüz zaman 3.475 dolarlık kişi başına bir borçla karşı karşıya kalıyoruz. Kişi başına ülkenin yarattığı katma değer 3.519 dolar ama kişi başına bu katma değeri yaratırken 3.475 dolarlık bir borçla karşı karşıya kalıyoruz. Yani 44 dolarlık artı değer ortaya çıkarmış oluyoruz.

2008 yılına geldiğimizde kişi başına millî gelirin 10.285 dolara ulaştığını görüyoruz. Yine 2008 yılı sonuna geldiğimizde toplam kamu borç stokuna baktığımızda, kişi başına böldüğümüzde, o günkü, 2008 yılındaki nüfusu kişi başına böldüğümüzde 6.885 dolarlık kişi başına bir borçla karşı karşıyayız. Net gelişme, 3.400 dolarlık artı değerin üretildiğini ortaya çıkarmakta. Şimdi soruyorum: Bir aile bütçesi yapıldığında sizin yıllık geliriniz 3.519 dolar ama bu geliri elde etmek için dış kaynaklardan elde ettiğiniz kaynak 3.475 dolar. Artı değer 44 dolarlık kısmı, ailenizin, çoluğunuzun çocuğunuzun geçimine sağlama imkânını buluyorsunuz ama 2008 yılına geldiğinizde sizin gelirinizde 10.285 dolarlık bir artış, hemen hemen 3 misline yakın bir artış ortaya çıkarken borçlarda 2 misli bir artış sağlanmış ve 3.400 dolarlık kaynağı, aile bütçesi olarak baktığımızda çoluğunun çocuğunun rızkına, ihtiyacına harcama imkânını bulmuş olacaktır.

Türkiye’de ilk defa yüksek büyümeyle eş zamanlı olarak enflasyonda da tarihî düşüşlerin yaşandığını görüyoruz. 1993-2002 döneminde ortalama yüzde 70’lerde seyreden enflasyon AK PARTİ iktidarları döneminde tek haneye düşürülmüştür. 2002 yılı öncesinde siyasetçiler seçim meydanlarına çıktıklarında, vatandaşlarıyla sohbet hâlinde, ilk yapacakları işin, sorulan soru veyahut yapılan anketlerde de ilk cevap “Enflasyon canavarını yenin.” diye herkese bunu ifade ederlerdi ama şimdi programlara baktığımızda, 2002 yılı programında, 2001 yılı programında ve daha önceki geçmiş dönem programlarında ilk makroekonomik hedefler çerçevesinde en önemli unsurun enflasyon canavarıyla mücadele etmek olduğunu görürken, 2003 yılından itibaren Türkiye'nin enflasyon canavarı diye bir sorununun kalmadığını, hatta muhalefet sözcülerinin de eleştirilerine baktığımızda enflasyon canavarıyla yapılan mücadelenin olumlu bir sonuç verdiğini hep birlikte mutlulukla görüyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; küresel kriz bütün ülkeleri, şirketleri ve bireyleri şu veya bu şekilde etkilemiştir. Kendi iç dinamiklerinden kaynaklanmamasına rağmen Türkiye ekonomisi de bu krizden etkilenmiştir. Son yıllarda dünya ekonomisiyle artan oranlarda entegre olan Türkiye ekonomisinin de böyle bir krizden etkilenmesi çok doğaldır.

Tam bu noktada bütün mantık ve insaf ölçülerini ayağa kaldırarak nazarlarınızı bir noktaya çekmek istiyorum. Şu anda bütün dünyayı boyunduruğuna almış olan krizin esas rengi finansman bozgunudur. Krizin tetikleyicisi olan konut ipotek senetleri ve türev ürünlerinden krizin ilk savurduğu sektör elemanlarına kadar sürecin bütün unsurları bu esas renge delalet etmektedir. Sürecin ilk ve orta kademe seyri esnasında başta Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği ülkelerinde olmak üzere birçok finans kuruluşu tarihe karışmış, bir kısmı kamulaştırılmış veya konsolide edilmiş ve yatırım bankacılığı sona ermiştir. Ancak Türkiye’de krizin temel karakteristiğine direnç gösteren güçlü bir duruş ortaya çıkmıştır.

2000 Kasım ve 2001 Şubat dönemlerinde ortaya çıkan krizler sırasında finans sektörünün yaşadığı büyük depremler ve bu depremlerin tam yirmi bir bankayı batırışı da göz önünde bulundurulduğunda bugünkü duruşumuzun önemi daha iyi anlaşılacaktır.

Bu neyi anlatıyor? Bugün menzilinde bulunduğumuz şiddetli kriz tamamen dışsaldır ve bizim iç dinamiklerimizden kaynaklanmamıştır. Türkiye’de tek bir banka dahi batmamış, bütün medyatik ve siyasi manipülasyonlara rağmen reel sektörde birilerinin iştahla beklediği yıkım meydana gelmemiştir. Şu hâlde, geldiğimiz noktada ülkemizin ortaya koyduğu ekonomik dayanıklılığı takdir etmek yerine yangından mal kaçırma edası ve sevdası içinde Hükûmeti sürekli topa tutmak üzücü ve milletimizin affetmeyeceği bir vefasızlıktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; mevcut krizin finansman imkânlarını, dış talebi ve tüketici beklentilerini olumsuz bir şekilde etkileyerek ülkemizdeki ekonomik faaliyetlerde belirgin bir daralmaya yol açtığı ortadadır. Bu daralmanın ana kaynağı özellikle dış talepteki şok düşüşlerdir. Böylece, Türkiye’nin 2002 yılından bu yana devam ettirmeyi başardığı sürekli büyüme trendi krizin etkisiyle yirmi yedinci basamakta kalmıştır.

İçinde bulunduğumuz süreçte 2008 yılının son çeyreğinde başlayan daralma azalarak devam etmektedir. Kredi şartlarındaki tıkanmanın yanında şirketlerin dış âleme olan borçlarını azaltma çabaları yatırımlardaki daralmada önemli bir rol oynamıştır. 2009 yılında risk algısının bozulması dolayısıyla iç talepte de sert düşüşler yaşanmıştır. Gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 70’ini oluşturan özel tüketimde beklentilerin bozulmasıyla birlikte yine ciddi bir daralma yaşanmıştır ancak en kötü dönemin geride kaldığı konusunda aklıselim ve iyi niyet sahibi herkes ve her kesim müttefiktir.

Krizden çıkış emareleri güçlenmektedir. TÜİK ve Merkez Bankası Tüketici Güven Endeksi ve Merkez Bankasının Reel Kesim Güven Endeksi’nde önemli bir toparlanma yaşanmaktadır.

Yeri gelmişken endeksler hakkında çok ilginç bir noktaya dikkatlerinizi çekmek istiyorum: Küresel krizin ne zaman sona ereceğini ya da ekonomideki yükseliş eğiliminin ne zaman başlayacağını anlayabilmenin en iyi yolu “öncü göstergeler” olarak adlandırılan parametreleri takip etmektir. Bu parametreler kriz dışı dönemlerde de ekonominin seyrine ilişkin fikir edinmek, gerekirse önlem almak ve bu konuda başvurulan formüllere çok önemli ölçüde gösterge olmaktadır. Tüketici ve üretici güven endeksleri, imalat sanayisi kapasite kullanım oranları, işsizlik ödeneği başvuruları ve işsizlik ödeneği alanların sayısı gibi değerler, en çok rağbet edilen öncü ekonomik göstergeler arasında sayılabilir.

Tüketicilerin harcama davranış ve beklentilerini değerlendiren Türkiye İstatistik Kurumu ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası işbirliğiyle yürütülen Aylık Tüketici Eğilim Anketi neticesinde oluşturulan Tüketici Güven Endeksi, krizin başlangıcı sayılın 2008 yılı Eylül ayında 80,7 iken sert bir düşüşle Kasım ayında yüzde 68,9’luk dip noktasını görmüştür. Aralık ayından bu yana istikrarlı bir yükseliş eğilimi gösteren ve 2009 Nisanından itibaren yükseliş hızını artıran endeks, 2009 Eylül ayında yüzde 81,92 değerine yükselmiştir.

Endekste 2009 yılında gözlenen artış, tüketicilerin mevcut ve gelecek dönem satın alma gücü, gelecek dönem genel ekonomik durum ve gelecek dönem iş bulma imkânlarına dair değerlendirmelerinin nispeten iyileştiğini göstermektedir. Dikkat ediniz, tüketici güveni kriz öncesi dönemle başa baş gitmekte, hatta geçtiğimiz Eylül ayı itibarıyla daha bir yüksek seviyede bulunmak-tadır.

Reel Kesim Güven Endeksi de, Merkez Bankası tarafından, imalat sanayisinde özel sektör üst düzey yöneticilerinin bugünkü iş durumlarını nasıl değerlendirdiklerine ve geleceğe ilişkin beklentilerine yönelik bazı sorulara verdikleri cevaplardan hareketle hesaplanmaktadır.

Reel Kesim Güven Endeksi, 2008 yılı Haziran ayında 100’ün altına inmiş, Eylül ayından itibaren düşüşünü hızlandırarak Aralık ayında 52,3 dip noktasını görmüş, ancak o tarihten bu yana sürekli bir artış göstererek 2009 Temmuz ayı itibarıyla 100’ün üzerine tekrar yükselmeyi başarabilmiştir. Mevcut değer, hem kriz öncesi döneme oranla daha yüksek bir noktaya işaret et-mekte hem de 100’ün üzerinde bir değer alarak reel kesim temsilcilerinin ekonomik faaliyetlere ilişkin güveninin arttığını göstermektedir.

Yine, İŞKUR tarafından her ay ilan edilen işsizlik ödeneği başvuruları, krizin başladığı Eylül ayında 25.375 iken, izleyen aylarda sürekli artarak Ocak ayında 78.575’e kadar çıkmıştır. Ancak, bu tarihten itibaren işsizlik ödeneğine başvuran kişi sayısı azalarak temmuz ayı itibarıyla 44.904’e kadar gerilemiştir. Mevcut rakam kriz öncesi döneme oranla daha yüksek olsa da, temmuz ayındaki hafif yükseliş hariç tutulduğunda, son aylarda işsizlik ödeneği için başvuran kişi sayısının sürekli düşüş eğiliminde olması dikkat çekicidir.

İŞKUR tarafından her ay ilan edilen işsizlik maaşı alan kişi sayısı 2008 yılının Ekim ayından itibaren sürekli artmaktayken artış hızı 2009 Nisan ayında yavaşlamış, izleyen aylarda ise gerilemeye başlamıştır; temmuz ayında işsizlik ödeneği alan kişi sayısı 292.947 olmuştur. İşsizlik ödeneği uygulamasına aslen 2009 yılı başında işlerlik kazandırıldığı düşünülürse karşılaştırmanın bir önceki yıl verileriyle değil geçmiş ay verileriyle yapılması daha olumlu bir sonuç ortaya çıkaracaktır; bu durumda, mayıs ayından bu yana açık bir düşüş eğilimi vardır.

Diğer öncü göstergelerden biri de kapasite kullanım oranıdır. Bu oranlardaki iyileşme sanayi üretimindeki artış eğilimini de göstermektedir. İmalat sanayisi kapasite kullanım oranı 2009 yılı Temmuz ayında yüzde 72,3 olmuştur. 2008 Eylül ayında yüzde 79,8 olan kapasite kullanım oranı sürekli düşüş göstererek 2009 Ocak ayında yüzde 63,8 ile en düşük seviyesine gelmiş, mart ayından itibaren ise istikrarlı bir yükseliş göstererek toplamda 8,9 puan artmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; krizle birlikte bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de işsizlikte bir artış yaşanmıştır. Dış talepte yaşanan çöküş imalat sanayisi üretimini daraltmıştır, bu daraltma da tabiatıyla işsizliğe yansımıştır. 2007 yılında yüzde 10,3 olan işsizlik oranı 2008 yılında yüzde 11’e yükselmiş, 2009 yılı Temmuz ayı itibarıyla bu oran yüzde 12,8 düzeyinde seyretmektedir. Ancak kısa dönemli bu artışı bir kenara bırakırsak Türkiye’de işsizliğin yapısal bir nitelik taşıdığının tespitini yapmak mümkündür.

Türkiye’de tarımsal istihdamın toplam istihdam içindeki payı hâlâ yüksektir. 2002 yılında toplam istihdam içerisindeki tarım istihdamının payı yüzde 40 seviyesindedir. Yine, 2002 yılı programına baktığımızda, o dönemde, programını yazan iktidara mensup bürokratların, iktidara mensup bakanlıkların sunduğu programda, tarım kesimindeki 7,5 milyon civarında iş gücünün çoğunluğunun ücretsiz aile işçisi olduğu ve bunların aslında “gizli işsizlik” diye ifade edebileceğimiz atıl kapasite oldukları ifade edilmektedir. 2008 yılı itibarıyla baktığımızda, 2002 tarihinde tarım sektöründeki 7,5 milyonluk istihdam miktarının 2008 yılında 5 milyona düşmesi yani tarım sektöründeki “atıl kapasite” diye ifade edebileceğimiz ücretsiz aile işçilerinin, aslında bir manada, baktığımızda, işsizlik oranına katılması gereken miktarın 2,5 milyonluk kısmının sanayi ve hizmetler sektöründe çalıştırıldığını görüyoruz. 2002 yılında, sanayi sektörünün istihdam içerisindeki payı yüzde 17 iken, 2001 yılında sanayinin payı yüzde 21’e çıkmış. Yine 2001-2002 yılında, hizmetler sektöründeki payda da olağanüstü artışlar sağlanarak daha verimli, istihdamın daha iyi kaynaklarda değerlendirilmesi ortaya çıkmış.

Bakınız, değerli milletvekilleri, 2002 yılında, tarım sektöründe çalışan insan sayısını tarım sektörünün verimliliğine vurduğumuz takdirde, tarımda kişi başına çok düşük bir gelir elde edersiniz. O günden bu tarafa tarım sektöründeki üretimin sabit kaldığını varsaydığınız takdirde, 2 milyon 500 bin kişinin azalması, tarım sektöründe kişi başına verimliliğin önemli bir ölçüde arttığını gösteriyor. Bunun anlamı nedir? Tarım kesimindeki makineleşmeyle birlikte, tarım kesimindeki üretimin modernleşmesiyle birlikte, orada toplam hasılanın artırılarak, üretimde kullanılan atıl kişilerin sanayi ve hizmetler sektörüne kaydırılmasıyla birlikte, tarım kesimindeki insanların göreceli olarak, geçmiş dönemlere baktığımızda, önemli bir şekilde refah seviyelerinin arttığını görüyoruz.

Ücretli çalışan sayısındaki artış, gelir dağılımında olumlu yönde yansıyan ve iş gücü piyasasında kayıt dışılığı azaltan önemli bir gelişmedir. Ayrıca, ülkemizdeki gençlerin toplam nüfus içerisindeki payı yüksektir. Türkiye’de, her yıl, ortalama 500 bin kişi iş gücüne katılmaktadır fakat bu sahada en mühim handikabımız, ülkemizde vasıfsız işsizlerin toplam işsizlik içindeki payının yüksekliğidir. TÜİK’in verilerine göre ülkemizdeki işsizlerin yüzde 60’ı lise altı eğitime sahiptir. İş gücü piyasasında kötüleşmenin durması ile birlikte işsizlik sigortasından faydalananların sayısındaki artış durmuş, hatta son aylarda azalmaya başlamıştır. AK PARTİ hükûmetleri işsizliğe karşı üç aşamalı bir çözüm ortaya koymuştur: Nitelikli iş gücü ihtiyacını artırmak için uzun vadede çözüm eğitimdir ve eğitimin kalitesinin yükseltilmesidir. AK PARTİ hükûmetleri eğitime büyük kaynak aktarmaya devam etmektedir. Orta vadede bölgesel kalkınma projelerinin işsizliği azaltmada önemli katkısının olacağına inanıyoruz. Bu sebeple GAP, DAP ve KOP gibi bölgesel projelere krize rağmen, kaynak aktarmaya devam ediyor. Son olarak kısa vadede meslek edindirme kursları gibi aktif iş gücü piyasası politikalarına kaynak ayrılmış ve uygulamaya konulmuştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; talepteki daralma ve emtia fiyatlarındaki düşüş Türkiye’de enflasyonun gerilemesine yol açtı. 2009 yılı eylül ayı itibarıyla enflasyon son kırk yılın en düşük düzeyi olan yüzde 5,3’e geriledi. Türkiye'nin daha önce yaşadığı krizlerden farklı olarak bu dönemde enflasyon artmadı.

2000 yılında 27,8 milyar dolar olan ihracat 2008 yılında 132 milyar dolara kadar yükselmiştir. 2009 yılında dış talepteki daralma nedeniyle azalan ihracatın küresel ekonomideki toparlanmayla birlikte kademeli olarak tekrar artması beklenmektedir. 2003-2008 döneminde dünyada ihracatı hızla artan ülkelere bakıldığında Türkiye'nin birçok ülkeyi geride bıraktığı görülmektedir. Bu dönemde Brezilya’nın yıllık ortalama ihracat artışı yüzde 22,1, Güney Kore’nin yüzde 16,8, Almanya’nın yüzde 14,3, Meksika’nın yüzde 12 olduğu dikkatte alındığında Türkiye'nin ihracatı ise bu süre içerisinde yıllık yüzde 22,8 artmıştır. Türkiye son yıllarda uyguladığı yapısal reformlar ve teşviklerle dünya ticaretinden giderek daha fazla pay almaktadır. Dünya ihracatından Türkiye'nin aldığı pay 2000 yılında on binde 43’ken  2008 yılında on binde 82’ye yükselmiştir. Yani, 2000 yılından 2008 yılına kadar dünya ticaret hacmindeki aldığı pay yüzde 100 miktarında artırılmıştır.

Uygulamaya koyduğumuz yapısal reformlar sayesinde, uluslararası rekabet gücü sıralamasında da Türkiye ekonomisi rekabet gücü artan ülkeler arasındadır. Krizin etkisiyle ihracat bütün dünyada azalmaya başlamıştır. Türkiye’de, ihracatın, 2009 yılının ilk sekiz ayında, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 30,1 azaldığı görülmektedir. Benzer düşüş, Rusya’da yüzde 45,7, Şili’de yüzde 34,5, Macaristan’da yüzde 33,1 oranında gerçekleşmiştir. Ancak, ihracatımız hakkında ifade edilmesi gereken sevindirici bir husus vardır: Bu da ihracatın kompozisyonunda yaşanan önemli değişim ve dönüşüm çizgisidir. Geleneksel sektörlerin ihracat içindeki payı azalırken daha yüksek katma değer yaratan sektörlerin payı artmaktadır.

2002 yılında tekstil ve giyim eşyasının toplam ihracat içindeki payı yüzde 34 civarında iken bu oran 2008 yılında yüzde 17’lere düşmüştür. Aynı dönemde, motorlu taşıtlar ve ulaşım araçlarının payı yüzde 11,5’tan yüzde 17,2’ye, metal sanayisinin payı yüzde 11,6’dan yüzde 21,3’e, makine ve teçhizatın payı ise yüzde 5,8’den yüzde 7,4’e yükselmiştir. Avrupa Birliği, ihracatımızda temel pazar olmaya devam etmektedir. İhracatımızla ilgili olarak dikkat çeken diğer önemli bir husussa AK PARTİ hükûmetlerimizin ihraç pazarlarının çeşitlendirilmesine yönelik çalışmalarında alınan önemli mesafelerdir.

2002 yılında 1 milyar dolar üzerinde ihracat yaptığımız ülke sayısı sadece 8 iken, 2008 yılında bu sayı 30’a yükselmiştir. Yine, turizm sektöründe önemli gelişmeler ortaya çıkmıştır. Turist, istikrarın, güvenin, huzurun bulunduğu ülkeye gider, tatilini yapmak ister. Türkiye’ye, 2008 yılında 26,3 milyon turist gelmiş ve 22 milyar dolar turizm geliri elde edilmiştir. Diğer ülkelere göre turizm sektöründe yüksek bir performans sergiliyoruz. AK PARTİ hükûmetleri Türkiye’yi turist sayısında dünyada 7’nci sıraya çıkartmıştır. Krize rağmen 2009 yılında ülkemize gelen turist sayısında azalma beklenmemektedir. Emtia fiyatlarındaki düşüş ve ekonomik faaliyetlerdeki daralma ile birlikte cari açık belirgin bir şekilde azalmaya devam etmektedir.

Küresel krize rağmen, Merkez Bankası rezervlerindeki azalma çok sınırlı olmuştur. Bu da finans piyasalarında istikrarın sağlanmasında ve güvenin oluşturulmasında önemli bir rol oynamıştır.

Geçmiş dönemlere oranla Türkiye'nin dış şoklara karşı direnci artmıştır. Türkiye önceki dönemlere oranla daha az kırılgandır. 2001 yılında yüzde 138,5 olan kısa vadeli borçların Merkez Bankası rezervlerine oranı, 2009 yılı Haziran ayı itibarıyla yaklaşık yüzde 70 seviyelerine gerilemiştir.

İş ortamının iyileştirilmesine yönelik atılan adımlar ve ortaya konulan ekonomik performans sayesinde Türkiye'nin en çok yatırım çeken ülkeler sıralamasında 20’nci sıraya yükseldiğini müşahede ediyoruz.

Bu krizde Türkiye'nin risk primi, gelişmiş ve gelişmekte olan birçok ülkeye oranla çok daha az artmıştır. Bu da Türkiye’ye olan güveni yansıtmaktadır.

Önceki krizlerin aksine, Türkiye’de faizler ciddi bir şekilde düşmüştür. Bu durum Türkiye'nin gelecekteki borç yükü üzerinde olumlu etkide bulunacaktır. İMKB tahvil piyasasında en çok işlem gören gösterge tahvil için bileşik faiz oranı yılbaşında yüzde 16,1 iken, 23 Ekim itibarıyla yüzde 8,2 seviyesine gerilemiştir. Bunda enflasyonda sağlanan kalıcı düşüş ve Hükûmet politikalarının kredibilitesi önemli bir rol oynamıştır.

Küresel kriz sebebiyle dünyanın birçok ülkesinde bankacılık sektöründe ciddi çöküntüler yaşanmasına rağmen Türkiye’de bankacılık sektörü güçlü kalmıştır. Bu dönemde bankacılık sektörüne kaynak aktarmayan nadir ülkelerden birisi Türkiye’dir. Bu cihetten vatandaşlarımızın sırtına yeni bir yük konulmaması da ayrıca bir başarı konusudur.

Kamu borç dinamiklerinde sağladığımız iyileşme, finansman sistemimizin sağlıklı yapısı, para politikasının uygulanmasında daha geniş bir hareket alanı sağlamıştır. Merkez Bankamız bu dönemde yüksek oranda faiz indirimine gitmiştir.

Türkiye, dünyada en çok faiz indirimine giden ülkelerden birisi olmuştur. Türkiye’de bankacılık sektörünün sermaye yeterlilik oranının gelişmiş ülkelerle kıyaslandığı zaman son derece iyi bir durumda olduğu görülebilir.

Bu dönemde sorunlu kredilerdeki artış minimal düzeyde kalmıştır. Güçlü bankacılık sistemimiz küçük ve orta ölçekli işletmeleri destekleyebilecek durumdadır. Ayrıca sektörün kârlılık oranı yüksek seyretmeye devam etmiştir. 

Güçlü bankacılık sektörümüz küresel krizin Türkiye’ye yansımasını başlangıçta bertaraf edememiştir ancak unutulmamalıdır ki krizden çıkışta bankacılık sektörü Türkiye'nin en büyük avantajıdır. Türkiye’de bankacılık sektörünün önümüzdeki dönemde büyümeyi güçlü bir şekilde destekleyeceği tahmin edilmektedir.

Türkiye’yi farklı kılan diğer faktörlerden bir tanesi de hane halkının bankalara ve finans kuruluşlarına olan borçlarının millî gelire oranının başka ülkelere kıyasla düşük olmasıdır. Faizlerdeki düşüş dikkate alındığında, büyümenin özel tüketim ayağı da önümüzdeki dönemde güçlenecektir. Özel tüketim ekonomiyi destekleyecek bir unsur olacak. Sonuç itibarıyla, Türkiye'nin krizden güçlü bir şekilde çıkacağına inancımız tamdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; eylül ayında Maliye Bakanlığı tarafından açıklanan Orta Vadeli Program ve Orta Vadeli Mali Plan ile küresel krizden çıkışımızın temel politikaları ve hedefleri ortaya konmuş bulunmaktadır. Bu politika ve hedefler doğrultusunda maliye politikası yürütülmektedir. 2010 yılı bütçesi de bu çerçevede hazırlanmış bir bütçedir.

Özel tüketim ve özel yatırım harcamaları ise Türkiye ekonomisinin temel büyüme dinamiğini oluşturmaktadır. Türkiye ekonomisinin yeniden özel sektör öncülüğünde büyümesi için program döneminde gerekli tedbirlerin alınması hedeflenmektedir. Bu amaçla ülkemizin üretken kapasitesini geliştirecek ve verimlilik artışı sağlayacak yenilikçi ve teknoloji yoğun projelere öncelik verilecektir.

 Programla hedeflenen büyüme modeli doğrultusunda kamu kesiminin borçlanma gereği azaltılarak özel sektörün kullanabileceği kaynakların artırılması hedeflenmektedir. Bu programın yapısal reform ayağı da güçlüdür.

2010 yılı için gayrisafi yurt içi hasıla 1 trilyon 28 milyar 810 milyon TL, büyüme oranı yüzde 3,5; gayrisafi yurt içi hasıla deflatörü yüzde 5, yıl sonu TÜFE yüzde 5,3; ithalat 153 milyar dolar ve ihracat 107,5 milyar dolar olarak hedeflenmiştir.

Dikkat ve takdir edileceği üzere  bu rakamlar hayalî olmayan gerçekçi rakamlardır.

2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Tasarısı’nın temel özellikleri şunlardır:

2010 yılı merkezî yönetim bütçesi, ekonomik krizden çıkışa katkı sağlayan bir bütçedir. Sosyal yönü güçlü bir bütçedir. Dünya büyük bir krizden geçmekte ve her yerde işsizlik artmaktadır. Bu süreçte sosyal  kesimlerin desteklenmesi daha da önemli bir hâle gelmektedir. Dolayısıyla 2010 yılı merkezî yönetim bütçesi ekonomik olarak dezavantajlı kesimleri destekleyecek şekilde hazırlanmıştır. Bu kapsamda Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu’na aktarılan kaynak yüzde 26,7 oranında artırılmış, yeşil kartlılara sağlanmış sağlık yardımı ödenekleri 4,6 milyar Türk lirasına çıkarılmıştır. Kamu görevlilerini gözeten bir bütçedir. 2010 yılında memurlarımızın aylıklarına yapılacak artışlar, devletin mali imkânları, ülkenin ekonomik gelişmesi ve enflasyon hedefi göz önünde  bulundurulmak suretiyle belirlenmiştir.

2009 yılında ise kamu görevlilerinin maaşlarında temmuz ayında yüzde 4,5 civarında artış sağlanarak kümülatif yüzde 8,7 civarında artış hedeflenmektedir. Bilindiği üzere gelirler üzerindeki reel iyileşmenin tespiti için enflasyondan arındırılmış rakamlara ulaşılması gerekmektedir.

Kısaca, 2003 yılı Ocak-2009 yılı Eylül dönemlerindeki TÜFE’nin kümülatif değişmesinin yüzde 86,3 olduğunu ifade ederek bu konuda maaşların kıyaslamasını yapmak istiyorum: 2002 yılı Aralık sonunda 392 TL olan en düşük memur maaşı 2009 yılı Ekim ayında 1.218 TL’ye çıktı yani artış yüzde 188; aradaki reel fark yüzde 101,7 yani 2002 yılından 2009 yılına geldiğimiz sürece reel olarak en düşük memur maaşında yüzde 101 civarında bir artış sağlanmış. Net asgari ücret 2002 yılının Aralık ayında 184 Türk lirası iken 2009 Ekim ayında 546 liraya çıktı, artış yüzde 168,5; aradaki fark reel olarak yüzde 82,2. En düşük BAĞ-KUR esnaf emekli aylığı 2002 Aralık ayında 149 TL iken 2009 yılında 494 Türk lirasına çıktı, artış yüzde 232,4, reel artış yüzde 146. En düşük BAĞ-KUR çiftçi emekli aylığı 2002 Aralık ayında 66 Türk lirası iken 2009 Ekim ayında 330 Türk lirası, artış yüzde 405, aradaki fark reel olarak yüzde 319. Altmış beş yaş aylığı 2002 Aralık ayında 24 Türk lirası iken 2009 Ekim ayında 95 liraya çıkmış, artış yüzde 287, reel artış yüzde 200. Muhtar aylıkları 2002 Aralık ayında 97 Türk lirası iken 2009 Ekim ayında 334 Türk lirasına çıkmış, artış 242,5, aradaki reel fark yüzde 156. Bu oranlar ve maaş tutarları, çalışan, emekli ve dar gelirli vatandaşlarımızın mali durumlarının 2002 yılına göre iyileştiğini, gelirlerdeki reel artışların olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Değerli milletvekilleri, bu bütçe öğrencilerimiz için daha fazla kaynak ayıran bir bütçedir. Önümüzdeki yıl toplam 1 milyon 634 bin öğrenciye burs, öğrenim hakkı kredisi ödemesi hedeflenmektedir. 2010 yılı sonunda öğrencilere ücretsiz olarak dağıtılan ders kitabı sayısı da toplam 1 milyar 188 milyona ulaşmış olacaktır. Eğitim ve sağlık için ayrılan kaynağın artırıldığı bir bütçedir. 2002 yılında 7,5 milyar Türk lirası olan Millî Eğitim Bakanlığı bütçesi, 2010 yılında 28,2 milyar Türk lirasına çıkarılmıştır. Bu hâliyle Millî Eğitim Bakanlığı en büyük bütçeye sahip icracı bakanlık olma özelliğini sürdürmektedir.

Diğer yandan Sağlık Bakanlığına ayrılan bütçede yüzde 12 oranında artış sağlanmıştır. 2002 yılında devletin toplam sağlık harcaması 9,9 milyar Türk lirası iken bu rakam 2009 yılında 36,4 milyar Türk lirasına ulaşmış olacaktır. 2010 yılında ise kamu kesimi tarafından yapılacak toplam sağlık harcamasının 37,5 milyar Türk lirasına ulaşacağı tahmin edilmektedir.

Özürlü vatandaşlarımıza yönelik desteği de artıran bir bütçedir. Özürlülere evde bakım desteği ödenekleri yüzde 49,5, özürlülere eğitim desteği ödenekleri ise yüzde 7,3 oranında artırılmıştır. Bu kapsamda 2010 yılında yaklaşık 297 bin aileye, özürlüye evde bakım ücretinden faydalanma imkânı sağlanacaktır. Bu arada, eğitim masrafları karşılanan özürlü öğrenci sayısı da önümüzdeki yıl 220 bine ulaşmış olacaktır.

Bu bütçe vesilesiyle 2010 yılında aile hekimliği uygulaması ülke genelinde yaygınlaştırılacaktır. Kamu kesimine sağlık hizmetleri Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından sunulacak ve bunun için anılan kuruma sağlık primi ödemesine başlanacaktır. Sağlığa erişimi kolaylaştıran politikalar sonucunda birinci basamakta muayene edilen kişi sayısı 2002 yılında 74 milyon iken yüzde 170’lik bir artışla bu rakam 2009 yılında 200 milyona ulaşmış olacaktır. 2010 yılında aile hekimliği sisteminin ülkemizin tamamında uygulanacak olması ile birlikte birinci basamak sağlık hizmetlerinden yararlanan kişi sayısında önemli bir artış beklenmektedir.

Bu bütçe sosyal güvenlik sistemini destekleyen bir bütçedir. Bütçede cari transferler altında yer alan sosyal güvenlik kurumlarına yapılan transferlerin 2010 yılında yüzde 7,3 artarak 57,7 milyar TL olacağı tahmin edilmektedir.

2010 yılında da çiftçimizin alan ve ürün bazında üretiminin desteklenmesine de devam edilecektir. Bu kapsamda 5,6 milyar TL destekleme ödemeleri planlanmaktadır. 2010 yılı bütçesinde tarım kesimine yapılacak transferlerin toplamının ise 8,4 milyar TL düzeyine ulaşacağı öngörülmektedir.

2010 yılı bütçesi yerel idareleri destekleyen bir bütçedir. Bu kapsamda 2010 yılı bütçesinde mahallî idarelerin gelir payları yüzde 17,6 oranında artışla 19,1 milyar Türk lirası olarak öngörülmüştür. Yine, 2010 yılında toplam olarak mahallî idarelere 22,1 milyar transfer yapılması öngörülmüştür. Bu çerçevede kırsal kesimin altyapısını desteklemek amacıyla KÖYDES projesine 525 milyon TL kaynak ayrılmıştır.

Yine, 2010 yılı bütçesi araştırma-geliştirmeyi önemli bir şekilde destekleyen bir bütçe konumundadır. 2010 yılı bütçesinde başta TÜBİTAK ARGE projeleri olmak üzere, üniversite ve sanayi kesimi ARGE projeleri desteklenmeye devam edilecektir. Bu çerçevede, TÜBİTAK’ın 2009 yılında 500 milyon TL olan ödenekleri 2010 yılında 625 milyon TL’ye çıkarılmıştır.

 Güneydoğu Anadolu Projesi başta olmak üzere bölgesel gelişme projelerinin tamamı desteklenmeye devam edilecektir.

2010 yılı bütçesi, küresel krizin etkisiyle bozulan kamu dengelerini düzeltmeyi amaçlamaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin dış politikada aldığı mesafe ve oluşturduğu sinerji hem içeride ve hem de dışarıda büyük takdir toplamış ve bu sahada bozulmaz sanılan ezberler bozulmuş, çözülmez denen sorunların çözümü adına emsalsiz adımlar atılmış ve insanımızın da devletimizin de hariçteki saygınlığı belirli bir şekilde yükselmiştir. İçe kapanan değil dışa açılan, küçülen değil büyüyen, uluslar arasında sözü dinlenen, güçlü, saygın bir Türkiye hedefimizdir. Türkiye’yi dünyaya açtık, yerel kısır tartışmalarla enerjimizi tüketmedik. Bir yanda dünya barışına güç katarken bir yanda ülkemizin itibarını, saygınlığını yükselttik.

Bakınız, “Türkiye dünyanın neresinde?” sorusunun cevabını veriyorum: AK PARTİ İktidarı döneminde, 2003’ten bu yana yaklaşık 750 -son rakam 743- uluslararası anlaşma imzaladık. Cumhuriyet tarihimiz boyunca bir iktidar döneminde en çok anlaşmanın imzalandığı dönemdir. Bu anlaşmaların ekonomiden iletişime, güvenlikten turizme, adaletten sağlığa, çevreden ulaştırmaya, tarımdan sanayiye çok geniş bir yelpaze içerdiği aşikârdır.

Değerli milletvekilleri, şu ana kadar ortaya koymaya çalıştığım süreç, 2007 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde başlayan küresel mali krizin ülkemize etkileriydi. Türkiye, 1990’lı yıllardan itibaren çeşitli krizleri de beraberinde yaşadı. İlk büyük krizi 1993 yılında ve etkisi olarak da baktığımızda “1994, 5 Nisan kararları” diye tarihte kara bir gün olarak ifade edeceğimiz süreci beraberinde getirdi. 1993 yılında, o zaman, o dönemin ekonomi idaresi Hazine Müsteşarına der ki: Bir sor bakalım, özel bankalarla kamu bankalarına bir sor bakalım “Sizin, bir devalüasyon yaptığımızda döviz pozisyonlarınız hangi şekilde olacak?” diye.

1993 yılında 14.485 Türk lirası olan dolar, 1994 yılı Ocak ayı itibarıyla sürekli bir yükselişi beraberinde getirmiş ve 5 Nisan kararlarıyla birlikte 42 bin lira seviyesine çıkmıştır.

Yine, döviz fiyatlarının olağanüstü şekilde, 3 misline yakın bir şekilde artması, 3 misli civarında devalüe edilmesine rağmen piyasadaki harareti, piyasadaki ateşi söndürememesinden dolayı tarihte ilk defa üç ay vadeli, üç aylık net yüzde 50 faizli, yıllık yüzde 406’ya ulaşan faiz oranlarıyla ekonominin ateşi söndürülmeye çalışılmıştır.

1994 krizinin en büyük özelliği, içsel dinamikler iyi idare edilmediğinden dolayı, ekonomi aktörlerinin piyasayı tam olarak okuyamadıklarından dolayı, siyasi istikrar ve güven ortamı oluşmadığından piyasadaki aktörlerin bu sürece olumsuz bakmalarından dolayı, maalesef 1994 yılı kayıp yıllar olarak geçmiştir. Dünyada ne bir kriz var; uluslararası piyasalarda, mali piyasalarda önemli bir olumsuz değişme olmamasına rağmen 1994 yılı maalesef bize bu bedeli ödetmek mecburiyetinde kalmıştır.

Yine, 1998 yılında iç dinamiklerin iyi yönetilmemesinden dolayı ortaya çıkan bir krizi yaşadık. Türkiye 3,8 civarında bir küçülmeyle karşı karşıya geldi. O dönem içerisinde yapılan politikalarla, güçlü ekonomiye geçiş programıyla birlikte IMF’yle stand-by anlaşması yapıldı. 1999 yılı Mayıs ayında kurulan iktidar, 1998 yılındaki güçlü ekonomiye geçiş programını aynen kabul etmek üzere anlaşma yaptı.

1999 yılından 2000 yılına geldiğimizde, Eylül ayında krizin göstergeleri, işaretleri kendini hissettirmeye başlamıştı ama 2000 yılı Eylül ayında, o zaman IMF Türkiye Masası Şefi’nin yaptığı uyarılar, kemer sıkma ile yaptığı uyarılar maalesef o dönemki ekonomi yönetimince dikkate alınmamış ve IMF’nin bir bürokratı Türkiye Hükûmetine politikalar hakkında akıl veremez.” diye ifade edilmiş ve 2000 yılının Kasım ayından itibaren başlayan reel piyasalardaki, faizlerdeki olumsuz gelişmeler maalesef 6 Aralık 2000 tarihinde bankacılık krizini tetiklemiş, 6 tane banka batmakla karşı karşıya kalmış, TMSF’ye devredilmek zorunda bırakılmıştır.

2000 yılının Kasım ayındaki bu kriz, o dönem, ekonomi idarecileri, siyasi idarecileri tarafından görülmediğinden dolayı, Şubat ayının 21’inde “kara çarşamba” diye tarihe geçen, bir Anayasa kitapçığının Millî Güvenlik Kurulu toplantısında birbirlerine fırlatılması sonucu tarihimizde kara bir günü beraberinde başlatmış.

2001 yılında çoklu koalisyon önce üçlü, arkasından Merkez Bankası TMSF Başkanı olarak getirilmesi düşünülen birisinin dördüncü ortak olarak koalisyona girdirilmesiyle birlikte ve koalisyon ortaklarının “on beş günde on beş yasa” IMF diretmesini geçirmelerini taahhüt etmelerine rağmen, koalisyonun hem kendi içerisindeki hem de ortakların kendi unsurları içerisindeki olumsuzlukla beraber, Tekel Yasası’ndaki değişikliklerin bir bakan tarafından itiraz edilmesi önce piyasalardaki olumlu gidişi olumsuz noktaya doğru çevirmiş ve bir bakanın istifa etmesi mecburiyetinde kalınmış.

Arkasından Türk Telekom’un özelleştirilmesiyle ilgili basına da yansıyan tartışmalarla birlikte “Ben bu özelleştirmenin şöyle şöyle olmasına kaşıyım.” ifadesiyle birlikte, 1 milyon 350 bin lira civarına düşen dolar fiyatları Temmuz  2001 tarihinde 1 milyon 700 bin lira seviyesine tekrar çıkmıştır ve bir bakanın daha görevden alınması ya da istifa etme sürecini ortaya çıkarmıştır.

1999-2002 yılları arasında 7 bakan istifa etmiş veya istifa ettirilmek zorunda bırakılarak kendi iç dinamiklerinin, tam bir şekilde çarkların yerine oturmamasından dolayı 2001 yılı krizi maalesef Türkiye’ye kara günleri yaşatmak mecburiyetinde kalmıştır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin bu krizden en az etkilenmesinin sebeplerinden birisi ihracat yapımızın çok farklı bir şekilde geliştirilmesi. Bakınız, 2003 Yılı Programı’nda Türk cumhuriyetleriyle yapılan faaliyetler var. Bu 2003 yılı Türk cumhuriyetleriyle yapılan ticaret… 1998 yılında Azerbaycan’a ihracat 327 milyon dolar, 1999 yılında 248 milyon dolar, 2000 yılında 230 milyon dolar, 2001 yılında 225 milyon dolar ve 2002 yılında 223 milyon dolar.

Kazakistan’la 1998 yılında 214 milyon dolarken 2002 yılında 157 milyon dolara düşmüş.

Özbekistan’la 156 milyon dolarlık ihracat varken 93 milyon dolara düşmüş.

Türkmenistan’la 96 milyon dolarken 118 milyon dolara çıkmış.

Türk cumhuriyetleri toplam ihracatı 1998 yılında 835 milyon dolarken, 2002 yılında 615 milyon dolara, Türkiye genel toplamına baktığımızda, ihracatımız 1998 yılında 27 milyar dolarken 2002 yılında 35 milyar dolara çıktığını görüyoruz.

Bu dönemde, Türkiye'nin, 2002-2009 döneminde -biraz önce ifade etmiştim- 2002 yılında Azerbaycan’a 231, Kazakistan’a 160, Türkmenistan’a 110, Özbekistan’a 94, Kırgızistan’a 24, yani 1998-2002 yılında Türk dünyasıyla yapılan ticarette aşağı doğru hızlı bir ivme varken, 2008 yılı sonuna geldiğimizde, Azerbaycan’da 231’den 1 milyar 400 bin dolara, Kazakistan’da 160’dan 771’e, Türkmenistan’da 110’dan 538’e, Özbekistan’da 94’ten 287’ye, Kırgızistan’da 24’ten 159 milyon dolara çıkarak, Türk dünyasıyla yapılan ticaretin ve çevre komşu ülkelerle yapılan ticaretin, son dönemlerde artan ve ihracat müşteri potansiyelinin ve ihracat malları çeşitlendirilmesinin Türkiye'deki krizin en az şekilde, olumlu şekilde atlatılmasına önemli katkı sağlamıştır.

Değerli milletvekilleri, yine, 2001 yılındaki krizin Türkiye'deki ağır faturasının sebeplerinden birisi, sermayenin sadece İstanbul sermayesiyle sınırlı olması, İstanbul dükalığı diye ifade edeceğimiz, o bölgede olan olumsuzlukların Türkiye ekonomisine yansımasını azaltma babında ortaya çıkan süreç ve çözüm önerileri şeklinde geçmiştir. Hatırlarsanız, o zaman “İstanbul Yaklaşımı” diye ortaya çıkan bir süreç vardı. Bundan toplam faydalanabilecek firma sayısı 348 idi.

2008 yılına geldiğimizde, küresel krizin ortaya çıktığı dönemde, yedi yıllık süre içerisinde sermayenin Anadolu’ya yaygınlaşması, sermayenin daha ziyade Anadolu’da ve yaygın bir sektör hâlinde çıkması, Anadolu’daki sermayelerinde 500 büyük sanayi içerisinde çeşitli miktarlarda ve önemli miktarlarda sanayi kuruluşlarının ortaya çıkması ve bunların faaliyet kârlarının faaliyet dışı kârlarından daha yüksek olması; ki, ondan önceki süreçte sadece kamuya sattıkları, finansla birlikte aldıkları gelirin Anadolu sermayesinin önemli bir biçimde faaliyet kârı hâline dönüşmesinde büyük etken sağlamıştır.

Değerli milletvekilleri…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Elitaş, süreniz doldu. Size üç dakika ilave süre vereceğim.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Buradan, bir de sizinle bir konuyu paylaşmak istiyorum:

Değerli milletvekilleri, Plan ve Bütçe Komisyonu raporunu Türkiye Büyük Millet Meclisi güzel bir kitap hâlinde yayımlamış. Muhalefet partilerinin bu süreç içerisinde yaptıkları değerlendirmeler de gerçekten uzunca bir değerlendirme olmuş. Özellikle ana muhalefet partisi de bunu kitap hâlinde yayımlamış. Açıkçası, bu rakamları incelerken, yani, biraz dikkat ve ihtimamı gerektirmesi gerektiğini ifade etmek istiyorum. Belki, rakamları yanıltarak, bunlar gözden geçirilmez diye, belki gözden kaçar, biz bunları vurgularız diye düşünmüşler diye ifade etmek istemiyorum, sadece gerekli özen ve ihtimamı göstermediklerini ifade etmeye çalışıyorum.

Bakınız, bu kitabın 162’nci sayfasından aynen okuyorum: “Örneğin 2002 yılında bir ton buğdayın fiyatı 274 TL iken, aynı miktarda buğdayın ortalama dolar kurundan (1 USD=1,5 TL) fiyatı 182 dolardır. 2007 yılında, buğdayın TL cinsinden fiyatının 2002 seviyesinde kaldığını kabul etsek bile, 1 ton buğdayın dolar cinsinden fiyatı (ortalama kur 1 USD=1,30 olduğu için) 211 dolara çıkmıştır. Her şey sabitken yerli buğdayın dolar cinsinden fiyatı, sadece TL’nin değer kazanması nedeniyle, beş yıl içinde yüzde 16, yani 29 dolar artmıştır.”

Değerli milletvekili arkadaşlarımız açıkçası bu 2003 Yılı Programı’nın 75’inci sayfasına baksalardı o dönemdeki buğday fiyatının kaç lira olduğunu göreceklerdi.

Mesela, 2003 Yılı Programı’nda buğday fiyatı 229 lira 322 kuruş, yani yuvarlak 230 lira olarak gözüküyor.

Yine, 2008 Yılı Programı’na değerli milletvekilleri bakma ihtiyacını hissetmiş olsalardı “Fiyatlar aynı şekilde kalmış olmasına rağmen...” deme ihtiyacını göstermek yerine -2007 yılıyla karşılaştırıldığı için 2007 yılını söylüyorum- 2007 yılında buğday fiyatının, ortalama fiyatının 401 Türk lirası olduğunu göreceklerdi. 2002 ile 2007 yılı arasındaki buğday fiyatında yaklaşık yüzde 100’e yakın, Türk lirası cinsinden bir artış olduğunun, döviz cinsinden de yüzde 101 civarında artış olduğunun dikkatlerinden kaçmaması gerekir diye düşünüyorum.

Aslında, bu eleştirileri dikkate alıp, bu eleştiriler çerçevesinde değerlendirmek gerekirdi, ama bu, bariz bir hatanın açıkçası yazıldığı ve tüm milletvekili arkadaşlarımıza bir kitap olarak değerlendirdikleri görüşlerin pek de dikkate alınabilecek bir şekilde olmadığını düşünüyorum.

Değerli milletvekilleri, 2010 yılı bütçesi istikrarın, refahın ve krize karşı ekonomik direncin artırılmasına yönelik olarak hazırlanmış, sosyal devletin gereklerinin…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Elitaş, ilave süreniz de doldu. Sözlerinizi tamamlayabilmeniz için size ikinci bir ilave süre veriyorum.

Lütfen tamamlayınız.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – …yerine getirilmesini amaçlayan bir bütçedir.

Ülkemizin, genç nüfusu ile önümüzdeki yıllarda üretimi, verimliliği ve refahı daha da güçlendiren, hızlı büyüyen ve ihracatı daha da artıran bölgesel ekonomik güç olacağından hiç kimsenin kuşkusu olmasın.

Ülkemiz, AK PARTİ hükûmetlerimiz döneminde yaşadığımız makroekonomik ve siyasi istikrar, iyi yönetişim, beşeri sermaye gelişimi ve teknoloji kullanımı dâhil birçok ekonomik gösterge bakımından hem eski yıllara ve hem de birçok ülkeye göre daha iyi bir konuma gelmiş olup, aynı kararlılık ve hizmet anlayışıyla yolumuza devam edeceğimizi ifade ediyor, bu duygu ve düşüncelerle 2010 yılı merkezî yönetim bütçesinin hayırlı olmasını temenni ediyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Elitaş, teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 15.18

 

 

 

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.32

BAŞKAN: Mehmet Ali ŞAHİN

KÂTİP ÜYELER: Murat ÖZKAN (Giresun), Gülşen ORHAN (Van)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 31’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Bütçe kanunu tasarılarının görüşmelerine devam edeceğiz.

Komisyon? Yerinde.

Hükûmet? Yerinde.

Şimdi söz sırası, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı ve Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal’da.

Sayın Baykal, buyurun. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)

CHP GRUBU ADINA DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sizleri Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına saygıyla selamlıyorum. 2010 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı’nın tümü hakkındaki görüşmelerde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun değerlendirmelerini sizlere ileteceğim. Bu vesileyle Türkiye Büyük Millet Meclisini, Sayın Başkanım sizleri ve milletvekillerimizi içten saygılarla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, sözlerime başlarken önce Bursa’daki grizu patlamasında kaybetmiş olduğumuz 19 kardeşimizin üzüntüsü içinde onların ailelerini saygıyla selamlıyorum. “Bu, maden kazası.” demeye dilim varmıyor. Göz göre göre gelen maden faciasında hayatını yitirmiş olan bu sevgili kardeşlerime Allah’tan rahmet diliyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak böylesine ilkel kazalarla, olaylarla can kaybına son verecek bir anlayışı bir an önce yaşama geçirme konusundaki sorumluluğumuzun gereğini yerine getirmemiz zorunludur diye düşünüyorum.

Yine aynı şekilde, Tokat’taki terör saldırısı sonucunda şehit olmuş olan sevgili 7 kardeşimizi rahmetle anıyorum, milletimize başsağlığı diliyorum.

Değerli arkadaşlarım, bir bütçe kanun tasarısını görüşüyoruz. Ama bence bu kanun tasarısının ötesinde, bunu nasıl bir Türkiye ortamında yapıyoruz? Türkiye bugün nasıl bir tabloyla karşı karşıya? Konuşmakta olduğumuz ekonominin bir yönüyle ilgili bu düzenleme, aslında nasıl bir çerçeveyi bize düşündürtüyor? Türkiye ne hâldedir, ne durumdadır, nasıl bir ortamda bu konuları konuşuyoruz? Bunu öncelikle değerlendirmek zorunda olduğumuza inanıyorum. Bugün nasıl bir Türkiye manzarasıyla karşı karşıyayız, ekonomi nasıl bir Türkiye manzarasının içinde şekilleniyor?

Değerli arkadaşlarım, çok açıkça görülüyor ki: Şiddetin, saldırganlığın dağ başlarından kentlere, şehirlere indiği, günlük yaşamın bir parçası hâline dönüşmeye başladığı bir Türkiye’deyiz. Belediye otobüslerinin yakılmasının sıradan olaylar hâline dönüştüğü bir Türkiye'deyiz. Önümüzde, molotofkokteylileriyle, yanıcı ve yakıcı fişeklerle evlere, iş yerlerine her gün saldırılan bir Türkiye manzarası var. Polis araçlarına taşlarla, yanıcı maddelerle saldırmanın sıradanlaştığı bir Türkiye'deyiz. Güvenlik güçlerinin vatandaşlarını değil, kendilerini bile savunmakta yetersiz kaldığı bir Türkiye. Öğretmenevinde kız öğrencilerin, öğretmenlerin saatlerce kuşatma altında kaldığı, kendilerini savunmak zorunda bırakıldığı bir Türkiye. Karakollara, polis lojmanlarına, askerî lojmanlara taşlarla, yanıcı maddelerle saldırılan bir Türkiye. Daha dün İstanbul’da evlerin, iş yerlerinin saldırıya uğradığı, vitrinlerin kırılıp döküldüğü, vatandaşın arabalarının yakıldığı, Türk Bayrağı’nın yırtıldığı bir Türkiye. Vatandaşın, mahallelinin bu saldırıya karşılık taşla, sopayla harekete geçirilmek zorunda bırakıldığı bir Türkiye. Polisin, iki tarafın arasına girerek asayişi sağlamaya çalıştığı bir Türkiye. Devleti âciz bıraktırılmış bir Türkiye. Vatandaşların can ve mal güvenliği giderek kaybolan bir Türkiye. Vatandaşı sahipsiz, sokağı sahipsiz, bayrağı sahipsiz bir Türkiye.

Bu tabloyu, hiç kimse, dünyanın hiçbir yerinde, “Demokratikleşmenin gereği”, “İnsan haklarının sonucu” diye kabul ettiremez. Bu, iktidarın demokratlığını değil acizliğini gösteren bir tablodur. Bu tablo bize Türkiye’nin etnik temelde ayrıştırılma, kamplaştırılıp çatıştırılma, bölünüp parçalanma stratejisinin içine yerleştirilmekte olduğunu göstermektedir. Hiç şüphe yoktur ki, Türkiye’yi buraya AKP İktidarının yedi yıldır izlemekte olduğu etnik ayrıştırma politikası taşımıştır. Bu politikanın Kürt açılımı olarak son dört buçuk aydaki uygulamaları, Türkiye’yi daha şimdiden tehlikeli bir kardeş çatışması ortamına sürüklemiştir. Eğer iktidar bu yolda yürümeye devam ederse, yani virajı alamazsa, çok daha vahim gelişmelerin yaşanması kaçınılmaz olacaktır.

Değerli arkadaşlarım, bu tablo hangi yanlışlıkların sonucunda ortaya çıkmıştır? Çok açıktır, dört buçuk ay önce, iktidar, “Bir Kürt açılımı başlatacağız.” dedi iddialı bir biçimde; taa Sayın Cumhurbaşkanından başlayarak, tarihî bir fırsatın elimize geçtiği, Türkiye’de, kan dökmeden, para harcamadan, sadece siyaset yoluyla terörün bertaraf edilmesinin mümkün olduğu, Türkiye’de bu kapasitenin ortaya çıktığı ve bunun değerlendirileceği ifade edildi ve bize, böyle bir projeyi uygulamak üzere toplumun kendilerine destek vermesi talebi yapıldı.

Değerli arkadaşlarım, ortaya atılan açılım, Kürt açılım projesinin içeriği nedir diye merak ettik. Kimse, şu ana kadar içeriğiyle ilgili en küçük bir somut bilgi vermedi. Bilmiyor da mı vermedi, verirsem tepki çekerim, hazmettire hazmettire bunu söyleyeyim planlamasıyla mı vermedi; vermedi. Türkiye, açılımın ne anlama geldiğini bir türlü anlayamadı. İçeriği belli değil, ucu açık. Bu “Ucu açık.” sözü netameli bir söz. Yani sınırı yok; “Ne isterseniz müzakere edebiliriz, her şey mümkündür.” mesajını vererek yola çıkıldı. Bir sınır konulmadı. Her şeyi konuşabiliriz. Yasak yok, engel yok, ucu açık! Bu kadar cömert davranmanın çoğu kere atılacak adımları engellediğinin de hesabı yapılmadı.

Bakınız, bizim, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizde de ucu açık bir müzakere süreci başlamıştır. Sadece Türkiye’ye ucu açık bir müzakere süreci tatbik edilmiştir. Yirmi sekiz tane Avrupa Birliği üyesi o müzakere sürecini tamamlamıştır ama ucu acı müzakere süreci içinde Türkiye, ne yazık ki, bir adım ilerleyememektedir.

Bu açılımın da ucunun açık olduğu bize söylendi. Şeffaf değil; yani, ne murat ediliyor, ne düşünülüyor, kimin ne söylediği belli değil. Samimi değil. Niye? “Hazmettirme” kavramı var. Hazmettirmek, muhatabınıza güvenmediğinizi, onu hazır hâle getirmek için zamana ihtiyacınız olduğunu düşünen, tepeden inme bir yaklaşım. Bu yaklaşım içinde ele alındı ve bu uygulanmaya başlandı.

Tarafları kim bu açılımın? Kim kimle el ele açılıyor? Parlamentodaki muhalefet partileri olarak Cumhuriyet Halk Partisi yok, MHP yok. Nasıl bir açılım bu? Kim kimle açılım yapıyor? Tarafları belli değil. Gerçekten mi belli değil, yoksa ilan mı edilmiyor, itiraf mı edilmiyor? Bir süre sonra bu gizlilikleri ortadan kaldıran bir tablo Türkiye’de yaşandı Silopi’de ve Silopi’de görüldü ki bu PKK açılımı gizemli bir şekilde, topluma bilgi vermeden planlanıp götürülen bu proje, öyle anlaşıldı ki, PKK ile iktidarın iş birliği sonucunda ortaya çıkmıştır.

“Haksızlık yapıyorsun, nereden çıkarıyorsun, PKK’yla böyle bir müzakere yok.” Peki, böyle bir müzakere yok da, Allah’ınızı severseniz, nasıl oluyor da; İmralı’nın gönderdiği 34 kişi, aynı gün, aynı saatte Hükûmetin gönderdiği İçişleri Müsteşarı ile MİT Müsteşarıyla, emniyet yetkilileriyle, valisiyle, savcısıyla, hâkimiyle aynı anda, aynı saatte, aynı mekânda buluşabiliyor? Kim organize ediyor bunu? Kimin kararıyla oluyor bu? Kimin katkısıyla oluyor? Kimin iş birliğiyle oluyor bu beraberlik? Kendiliğinden birilerine malum oluyor, içinden geliyor, ilham geliyor da oraya gitme kararını alıyor da bir rastlantısal buluşma mı ortaya çıkıyor?

 Değerli arkadaşlarım, çok açık, ortada bir plan var, bir tezgâh var, bir birlikte çalışma var. Geliyorlar, gelenler silahı bırakmış mı? Hayır. “Niye geldin?” diye soruluyor, “PKK’dan vaz mı geçtin, terörü bırakma kararını mı aldın, bıktın mı, terörle bir yere varılmayacağını anladın da mı geldin?” “Hayır.” diyor. “Hayır, ben İmralı’nın bana verdiği talimatla geldim; ben İmralı’nın emrindeyim, İmralı istedi öyle geldim, senin muhatabın İmralı.” diyor. “İmralı beni gönderdi.” diyor. “Bak, sen de buraya gelmişsin, beni de buraya İmralı gönderdi; seni kim gönderdiyse, beni de İmralı gönderdi.” diyor ve orada öyle bir buluşma ortaya çıkıyor. Bu, çok temel bir olay, çok büyük bir olay.

Efendim, terörü bıraktı mı PKK, İmralı bırakma kararını aldı mı? Hayır. Terörden vazgeçme kararını aldı mı? Terörden vazgeçmeye yönelik bir arayışın içine girdiğini söyledi mi? Hayır, hiçbirisi yok. Elinde silah, adamına talimat veriyor, gönderiyor; biz de o adamı resmî bir muameleyle, bütün devlet erkânıyla karşılıyoruz ve onu kurduğumuz çadır mahkemelerinde, sınırda yargılıyoruz, ayağına gönderdiğimiz hâkimlerle, savcılarla yargılıyoruz ve 221’inci maddenin içine yerleştiriyoruz. Muhteşem bir olay! Hangi hukukçu, hangi hukuk bilincine sahip olan insan, Allah aşkına, “Ben, terör örgütünün üyesiyim, terör örgütünün liderinin talimatıyla buraya geldim.” diyen birisini 221’inci maddenin içine sokar da “Buyurun.” der, elini kolunu sallayarak geçmesine izin verir! Bunlar yapılmıştır. Barış elçisi olarak gelmişlerdir ve bir hukuk faciası, bir skandal orada yaşanmıştır.

Şimdi, sorulması gereken soru şu: Bu kadar zorlama niçin yapılıyor? Ne bekliyoruz biz? Niçin bunu yapıyoruz? Bunun arkasında hangi bekleyiş var?

Değerli arkadaşlarım, “Anaların gözyaşı dinsin, şehit cenazeleri gelmesin.” Bu anlayışla bunu yapıyoruz! Yani bu temasın içinde, sizin PKK’yla yaptığınız müzakerede artık bunlar gelirse bir daha saldırıların olmayacağı konusunda bir taahhüt mü yapıldı size? PKK adına yapılan bütün açıklamalar böyle bir taahhüdün söz konusu olmadığını gösteriyor. Hangi mecburiyettir sizi, bütün bu şartlar olmadan, elinde silah tutan bir terör örgütüyle müzakere etme noktasına getiren? Dünyada bir örneği yok; İngiltere’de yok, İspanya’da yok. Hiçbir yerde terör örgütüyle hiçbir devlet müzakere masasına oturmamıştır. Bizde elinde silah ve silahı bırakmayacağını da bas bas bağırıyor, ilan ediyor ve biz şimdi onlarla el ele verip birlikte onları Türkiye’de kucaklıyoruz.

İçişleri Bakanı “Bir hafta sonra 100 kişi-150 kişi gelecek.” diyordu, “Avrupa’dan gelecek.” diyordu. Ne oldu onlara, ne oldu o 100 kişiye, 150 kişiye? Ne oldu Avrupa’dan gelenlere? Niye önce geldiler, niye şimdi gelmiyorlar?

Değerli arkadaşlarım, bu zorlama “Şehit cenazeleri sona ersin.” diye yapılmıştır, ee ne olmuştur? Açılımdan bu yana, yani bu temmuzun sonunda Başbakanın Suriye’ye giderken yaptığı açılım açıklamasından bu yana geçen dört buçuk aylık süre içinde 26 tane şehit verdik; sadece açılım döneminde, öncekini koymuyorum. 2002’de, yani bu iktidara Türkiye teslim edildiği zaman şehit sayısı 6 idi, 26 oldu açılım döneminde! Bir günde Tokat’ta 7 şehit verdik değerli arkadaşlar. 2002’nin, bütün yılın üzerinde bir rakamı sadece Tokat saldırısında, açılımın en zirve noktalarında yaşadık.

Değerli arkadaşlarım, Tokat bir facia. Ama bence asıl facia, Tokat olayından sonra AKP yöneticilerinin, devlet yetkililerinin bu olay karşısında takındığı tavır. İşte acı olan budur. Ne yazık ki, bakıyoruz, en sorumlu, en dikkatli olması gereken insanlar yaşanan olayın adını koymakta sıkıntı hissediyorlar. Bu olayı PKK’nın yapmış olabileceğini bir türlü içlerine sindiremiyorlar. Bin bir dereden hukuki, siyasi atraksiyon yaparak, bilgiçlik taslayarak, olayın perde arkasına dikkati çekerek, bu olayın PKK dışında bir yerlerden yapılmış olabileceğini bize anlatmaya çalışıyorlar. Acelen ne, telaşın ne? Bekle! Eğer ortada somut bir veri varsa çık söyle. Sen spekülasyon yapma, komplo teorisi üretme makamında olan birisi değilsin. Sen, gerçeği ortaya koymak durumundasın; delille, mesnetle çıkıp konuşacaksın, var mı? Yok. Ne var? Spekülasyon var, komplo teorisi var. Niye var Allah aşkına? Niye PKK’yı korumak istiyorsunuz? Niye PKK’nın bunu yapmamış olabileceğini, kamuoyunun hemen PKK’yı suçlamaması gerektiğini anlatacak kadar PKK’yı sahiplenme psikolojisine kendinizi teslim etmiş durumdasınız? Ne kadar acı bir manzara, ne kadar acı bir manzara. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bakınız bu, bir zihnî hususiyet, ilk kez de ortaya çıkmıyor, Danıştay cinayetinde de buna tanık olduk. Danıştay cinayeti yaşandı, o zaman yetkililer çıktılar “Durun bir dakika, bu işin perde arkası var.” dediler. Sen nereden biliyorsun? Devletin emniyeti var, teşkilatı var, istihbaratı var. (AK PARTİ sıralarından “Ne oldu?” sesleri, gürültüler)

Şimdi değerli arkadaşlarım…

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen hatibe müdahale etmeyin.

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Şimdi “Ne oldu?” diyorsunuz. Doğrudur. Önce, ne olduğunu kısaca size hatırlatayım. Önce, mahkeme bir karar verdi. Karar verdi, mahkeme dedi ki Ankara’da: “Bu, falan kişinin yaptığı şu nitelikte bir suçtur.” Ondan sonra ve ondan önce, o dava giderken, Sayın Başbakanın, o zamanki Sayın Dışişleri Bakanının “Bildiğiniz gibi değil, bu işin arkasında ne var?” diye ortaya attığı düşünceleri, tezleri hepimiz çok iyi biliyoruz. Uzun süre savcı arandı, bir süre sonra bir dava açıldı ve o davaya, Ankara’daki yargılamada mahkûm olan, müebbede mahkûm olan bir sanık “Ben gizli tanık olarak ifşa edeceğim, gerçekleri anlatacağım, bildiğiniz gibi değil.” diye ortaya çıktı. Gizli tanığa çeşitli taahhütler yapılıyor, avantajlar sağlanıyor. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

CEMAL KAYA (Ağrı) – Yargıtay…

DENİZ BAYKAL (Devamla) -  Evet, Yargıtay bunun irdelenmesinin kapısını açtı. Evet, açtı, dedi ki: “Böyle bir iddia varsa gerçek ortaya çıksın.” Yargıtayın anlayışı o.

Şimdi, size, bakın, bu davanın, Danıştay davasının yeniden İstanbul’da Ergenekon’la buluşturulmasını sağlayan kişi hakkında biraz bilgi vereyim.

DEVLET BAKANI HAYATİ YAZICI (İstanbul) – Yargılama devam ediyor.

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Ediyor. Evet, ediyor; yargı hükmünü verecek.

Şimdi, tanık hakkında ben mahkeme kararlarını söylüyorum. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

DEVLET BAKANI HAYATİ YAZICI (İstanbul) – Hayır, devam ediyor.

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Korkmayınız…

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri…

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Hayati Bey, korkmayınız, gerçeklerden kaçınmayınız.

BAŞKAN – Sayın Baykal, lütfen siz Genel Kurula hitap edin efendim.

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bakınız, şimdi bu gizli tanığın dosyası şu: Kasten adam öldürmeye teşebbüs ve ruhsatsız silah taşımaktan dokuz yıl, Eyüp 1. Ağır Ceza 1995/78; ablasını öldürmekten yirmi yıl hapis…

AHMET YENİ (Samsun) – Avukatı olarak mı söylüyorsun?

DENİZ BAYKAL (Devamla) – …Akhisar Ağır Ceza 1989/32; nüfus kâğıdında sahtecilik yapmaktan mahkûmiyet, Kırklareli Asliye Ceza 1998/215; öz yeğenini satarak fuhşa aracılık etmekten iki yıl altı ay hapis, Erzurum 1. Asliye Ceza 1998/391 ve Danıştay suikastından müebbet hapis. Atatürk’e “İngiliz piçi” diyen Osman Yıldırım’ın suç dosyası bunlar. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

Değerli arkadaşlarım, şimdi buradaki mesele şu: Bakınız, Türkiye’de siyaset, Tokat’ta işlenen cinayetin, saldırının PKK saldırısı olmadığına yönelik açıklamalar yapmaya başlarsa, mahkemesi yürütülmüş ve sonuçlandırılmış olan bir davanın aslında iç yüzünün başka olduğu talimatını siyasi olarak çok daha önceden vermeye başlayarak ona göre tertipler, düzenler alıp o olaya müdahale ederse, Türkiye’de hukuk da, siyaset de çığırından çıkar. Yaşanmış olan olay, ne yazık ki budur değerli arkadaşlarım.

Şimdi, Türkiye, bu manzarayı, bu terör tablosunu bu noktaya kadar getirdi ve bugün geldiğimiz noktada artık sadece dağdaki terör kente, kasabaya, sınırdaki terör Anadolu’nun içine girmeye yönelmekle kalmadı, aynı zamanda insanlarımız, terörle hiç ilgisi olmayan insanlarımız, bu memleketin evlatları, yıllarca bir arada barış içinde, kardeşlik içinde, huzur içinde yaşamış olan insanlar, birbirilerine yönelik husumet duygularının etkisi altına girmeye başladılar. Birbirlerinin kimliğini sorgulamaya başladılar. Birbirlerinin etnik kimliğini tahkik eder hâle gelmeye başladılar ve Türkiye’deki kardeşliğin, barışın özünü, temelini bizzat bu Kürt açılımı süreci yurdun dört bir köşesinde tahrip etmeye başladı.

MEHMET HALİT DEMİR(Mardin) – Ne zaman başladı, ne zaman?

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Ve değerli arkadaşlarım, bakınız, bu geldiğimiz noktada açık söylüyorum, bu açılım politikasının Türkiye’yi bir kardeş kavgasına sürüklemekte olduğunu görmemek için bir insanın, bir iktidar militanı olması yetmez, aklını, mantığını, sağduyusunu da kaybetmiş olması, vatanseverliğini askıya almış olması gerekir. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, etnik husumet giderek yaygınlaşıyor. Etnik husumet giderek yaygınlaşıyor, işler giderek çığırından çıkıyor. (AK PARTİ sıralarından “Mutlu olun, mutlu!” sesi) Bakınız, Apo’ya af arayışları bu iktidar döneminde zaman zaman nükseder, birtakım projeler ortaya atılır. 2007 yılında ilk proje ortaya atılmıştı. Terörle Mücadele Yasası’nın 6’ncı maddesine yerleştirilmişti affı öngören bir düzenleme. Müdahale edildi, önlendi. Şimdi, tekrar, taş atan çocuklarla ilgili yasal düzenlemenin içine yerleştirildi, bu da teşhis edildi, teşhir edildi ve gene bu da tıpkı öbür yasa gibi çekildi ama ortada bir arayış var, ortada bir talep var. Talebi biliyoruz. Talep, Öcalan’ın gönderdiği mektupla biliniyor, Silopi’ye gelenlerin teslim ettikleri talepnameyle biliniyor, dün Diyarbakır’da yapılan toplantıda ortaya çıkan taleple biliniyor. Şimdi bu talebe ayak uydurma doğrultusunda bir arayışın, bir çabanın ısrarla sürdürülmekte olduğunu görüyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, bu manzara böyle giderken bir yandan da Türkiye’de etnisiteyi millî eğitimin içine yerleştirmeye yönelik çabaların giderek yaygınlaşmakta olduğuna tanık oluyoruz. Türkiye’de ilk kez bu iktidar döneminde, millî olması gereken eğitime etnik eğitim yapma imkânı sağlayacak bir zihniyet, bir anlayış devreye sokulmuştur. Bu, Türkiye’yi zaman içinde ayrıştıracak, insanları etnik kimliğine göre karşı karşıya getirebilecek bir sürecin düğmesine bilinçli olarak basmak anlamına geliyor. Bu düğmeye basılmıştır. “Şimdi üniversite düzeyinde seçmelik ders olarak eğitimi başlatalım, bir süre sonra hoca yetişsin orada, o hocalara dayalı olarak da orta eğitimde, ilk eğitimde bunun gereğini yaparız.” anlayışı talep doğrultusunda, terör örgütünün talebi doğrultusunda devreye sokulmuştur.

AVNİ ERDEMİR (Amasya) – O, sizin raporda var.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Şimdi, değerli arkadaşlarım, gene aynı şekilde, bakınız, bir süredir PKK’yla bağlantılı çevrelerin ağzında dolaşan ama AKP’ye resmen yansımadığını izlediğimiz bir talebin kısa bir süre önce AKP’nin Grup Başkan Vekilinin ağzından dile getirildiğine tanık olduk. Nedir talep? Efendim, Anayasamız Türk milleti anlayışına dayanıyormuş. Bu “Türk milleti” sözü ırkçı bir zihniyeti yansıtıyormuş. O nedenle, Anayasa’mızda, demokrasinin gereği olarak, bu milleti Türk milleti olarak değil, herkesin kendi etnik kimliğini ifade edebileceği biçimde, çoğulcu bir anlayışla “millet” tarifini değiştirmemiz gerekiyormuş.

Değerli arkadaşlarım, yani insanlar ne konuştuğunun bilmem farkındalar mı? Bu, fevkalade önemli ve Türkiye’yi bu noktaya getiren yanlışlıkların nasıl, hangi sorumsuzluklardan kaynaklandığını bize gösteren sade bir örnektir.

Değerli arkadaşlarım, Türk milleti sözünü Anayasa’dan çıkarmak, efendim, “82 Anayasası’nın mantığı”, “61 Anayasası’nın mantığı” laflarının ötesinde bir olay. Bu, Türkiye Cumhuriyetinin, Türkiye’nin millî bağımsızlık mücadelesinin, bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti kurma mücadelesinin özünü, kökünü ortaya koyan ana kavrama tepki duymak, o kavramı ortadan kaldırmak demek. Bu Türkiye’nin dokusunu, bizim siyasetimizin, devletimizin, ulusal beraberliğimizin, barışımızın, kardeşliğimizin temel dayanağıyla sorumsuzca oynamak anlamına geliyor. Şimdi, böyle arayışların bu kadar rahat telaffuz edilmeye başlandığını üzüntüyle görüyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, Türkiye’de “Türk milleti” lafından birilerinin mahcup olduğu, bundan rahatsız olduğu, bunu ortadan kaldırmak istediğini görüyorum ve bunu çok yadırgıyorum.

Değerli arkadaşlarım, o söz, oraya böyle bir parlamento müzakeresi sonucunda, koyalım mı koymayalım mı diye bir tartışma yaşandıktan sonra girmiş değildir. O söz oraya tarihin akışının, Anadolu’da bağımsız bir devlet kurma mücadelesinin gereği olarak tarihin içinde, tarihin dinamikleriyle şekillenerek ortaya çıkmıştır. (CHP sıralarından alkışlar) Şimdi, bununla oynama çabası vahim bir zihniyeti, bir büyük sorumsuzluğu ortaya koymaktadır.

Değerli arkadaşlarım, baktım, mesela Fransa’da, acaba Fransız Anayasası’nda “Fransız” lafı var mı, yok mu? Çünkü Fransa’da Cezayirlisi de var, Faslısı da var, her kesimden insan var hem de ciddi oranlarda. Fransa’da on altı yerde “Fransa” ve “Fransız vatandaşı” sözü geçiyor. Demek ki Fransa’da kimse Fransız olmaktan, ülkenin Fransa olmasından rahatsızlık duymuyorlar ama bizde duyuyor birileri ve duyanlar da ne kadar acı, iktidarda. İktidar da marjinal bir parti değil, Türkiye’yi yöneten bir parti.

Değerli arkadaşlarım, Almanya’da, gene on ayrı yerde geçiyor “Alman” sözü Alman Anayasası’nda, Alman ve Alman vatandaşı olarak (8+2) on yerde geçiyor. İtalya’da “İtalyan vatandaşı” sözü altı ayrı yerde geçiyor. Onların hiçbirisinin derdi yok.

Türkiye’de temel hata şu değerli arkadaşlarım: Biz demokrasiyi ülkenin dokusuyla oynamak zannediyoruz, toplumun temel dokusunu değiştirmeyi demokrasinin icabı zannediyoruz. Demokrasi insan hak ve özgürlükleriyle ilgilidir. Demokrasinin süjesi cemaat değildir, demokrasinin süjesi etnik ya da mezhebî ya da dinî alt kimlikler değildir. Demokrasi bunlarla meşgul olmaz; demokrasi insanla meşgul olur, insanı özgürleştirir, insan haklarını geliştirir, demokrasi bununla meşgul olur. Şimdi, bizde demokrasi anlayışı yavaş yavaş toplumumuzun etnik yapısını, dokusunu tadil etme, değiştirme konusundaki arayışlara destek verme anlamına geliyor. Fevkalade sakıncalı, kabul edilemez bir anlayış olduğu çok açıktır.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, böyle bir manzarayla karşı karşıyayız ve Türkiye gerçekten bu geldiğimiz noktada çok tarihî tercihlerle karşı karşıyadır. Eğer iktidar içine girdiği bu istikameti aynen sürdürmeye devam edecek olur ise ve bu yaşanan ayrışma manzarası daha da geliştirilecek olursa bunun Türkiye’yi çok tehlikeli bir noktaya taşıyacağı çok açıktır.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, biz bunlarla uğraşıyoruz ama ne yazık ki bir süreden beri iktidar terör örgütüyle mücadele iradesini, azmini kaybetmiş gibi gözüküyor. Sayın Başbakan Amerika’ya giderken uçakta gazetecilere “Görüşmemizde Kandil’i ve Habur’u gündeme getireceğim.” dedi. Elbette getirilmesi gerekir çünkü Kandil’de yapılması gereken çok şey var. Orası Türkiye’ye yönelik terör harekâtının dayanak noktası, onu etkisiz kılmak zorundayız. Onu etkisiz kılmak için Amerika’nın yapması gerekenler var, Irak’ın yapması gerekenler var. Yani “İlla silahla Kandil’e bir saldırı yapın, bunu etkisiz kılın.” demiyoruz ama Kandil’e giden yolları denetim altına alınız, lojistik desteğini kesiniz, cephane gidişini, silah girişini önleyiniz ve onlara belli bir süre içinde orayı terk etmek zorunda olduklarını kararlılıkla anlatınız.

Bakınız, Amerika bir süre önce 3 tane önemli PKK yöneticisinin uyuşturucu bağlantısında sorumluluk taşıdığını ilan etti. Bunun gereği yapıldı mı? Bu 3 kişi niye gelmedi? Niye gelmedi? PKK nasıl hâlâ İmralı’dan yönetilebiliyor? PKK hâlâ nasıl Kandil’de bütün ihtiyaçlarını serbestçe karşılayarak orayı Türkiye’ye karşı bir düşman üssü olarak idame ettirebiliyor? Bunun Amerika’yla müzakere edilmesi gerekmez mi? Başbakan yolda “Müzakere edeceğim.” dedi. Dönerken merakla baktık, bütün dünya meselelerini konuşmuşuz ama Kandil’den tek kelime yok. Niye yok? Niye yok değerli arkadaşlar? Bu, PKK’yla mücadele konusunda bu Hükûmetin maalesef gereken kararlılığı sergileyemiyor olduğunu bize çok açık bir biçimde gösteriyor.

Başbakan, İsrail’e “Deprem gibi cevap veririm.” diyor. Güzel, ama biz deprem gibi cevabı PKK’ya ve Kandil’e de vermesini bekliyoruz. (CHP sıralarından alkışlar) Oraya deprem gibi cevap yok. Oraya karşı uzlaşmacı bir anlayış. O uzlaşmacı anlayışın sonucu ne? Tokat! Şimdilik, sadece Tokat! Daha gerisi var. Orada bitmedi o iş. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

Değerli arkadaşlarım, izlemiyor musunuz yapılan açıklamaları, toplantıları? Sizin bilginiz dâhilinde, onayınız dâhilinde yapılan toplantılarda alınan kararları izlemiyor musunuz? Alın bir okuyun.

Değerli arkadaşlarım, bu tablo acı bir tablodur. İktidar maalesef Türkiye’de sokağın egemenliğine seyirci kalan bir noktadadır. İktidarın gücü yürüyüş yapan memurlara ya da harç artışını şikâyet eden öğrencilere yetmektedir. Ama sokak anarşisi bu İktidar döneminde maalesef ortaya tekrar çıkmıştır. Tabii, tutarsızlıklar ve en etkili noktalara getirilen insanların sorumsuzlukları Türkiye’yi böyle bir zihnî kargaşanın içine sokmuştur.

Değerli arkadaşlarım, bu konuda konuşacağımız çok şey var, önümüzdeki dönemlerde bunları ele almanız gerekecek ama bu bütçe görüşmesi vesilesiyle bir alarm çekmek istiyorum: İktidar, derhâl, içine girdiği bu tehlikeli istikameti değerlendirmeli ve kendisini toparlamalıdır. Bu gidiş iyi bir gidiş değildir. Bunun sonu, hepimiz için, bütün Türkiye için çok ciddi sorunları, sıkıntıları ortaya koyacaktır ve bu konuda sorumluluk doğrudan doğruya iktidarındır. İktidarın bir an önce kendisine gelmesini, sorumluluğunun gereğini yerine getirmesini diliyorum.

Değerli arkadaşlarım, bütçeyle ilgili olarak da söylememiz gereken çok şey var. Önce, bir defa geçen yıl burada nasıl bir bütçe müzakeresi yaptığımızı hatırlayacaksınız. O sırada, biz, Türkiye’nin nasıl bir ekonomik tablo sergilediğini ve bütçenin bu tablo karşısında ne kadar duyarsız, ilgisiz, gerçeklerden kopuk bir anlayışla hazırlanmış olduğunu ortaya koymuştuk. Şimdi, bütçe sonuçlandı. Sadece üç noktadaki gerçeklere dikkatinizi çekmek istiyorum:

Buraya bütçe geldiği zaman bu bütçe, Türkiye’nin 2009 yılında yüzde 4 büyüyeceğini, yüzde 4 bir kalkınmanın gerçekleşeceğini öngörüyordu, “Kalkınma yüzde 4” diyordu. Biz, bu tamamen gerçeklerden kopuk, hiçbir şekilde gerçekleşmesi söz konusu olmayacak boş bir laf diye orada söylemiştik. “Yüzde 4” denilmişti. Şimdi geldiğimiz noktada, 2009 yılı sonunda yüzde 6 daralacağını Hükûmet kabul ediyor, Hükûmet ifade ediyor. Yüzde 4 kalkınma, yüzde 6 daralma; 10 puanlık bir fark. Bütçe, bu bilinç içinde hazırlanmıştır ya da bu bilinçsizlikle hazırlanmıştır. Birinci rakam bu.

İkinci rakam: 2009 yılı bütçe açığı, yani o bütçe metninde 10,4 milyar lira olarak öngörülmüştü, yıl sonu gerçekleşme tahmini 62,8 milyardır. 10,4 milyar tahmin, 62,8 milyar gerçekleşme yani 6 kat sapan bir bütçe.

Ve 2009 yılı bütçe açığı, gayrisafi yurt içi hasılaya eksi yüzde 6,7 düzeyine ulaşacaktır. Bu, 2005 yılında tutturulan Maastricht Kriterleri’nin artık gerisinde kalmış olduğumuzu bize göstermektedir.

Yine 2009 bütçesinin akıbetiyle ilgili bir gözlem yapayım ki 2010’u da onlara göre değerlendirelim. Yıllarca “Faiz dışı fazla verdik.” diyen Hükûmet 2009 yılında faiz dışı fazla değil faiz dışı açık vermiştir yani faizler olmasa da açık vermiştir. 2009 yılı faiz dışı fazla hedefi bütçenin 47,1 milyar lira idi, şimdi, yıl sonunda -7,3 milyar olmuştur yani orada da 54,4 milyarlık bir şaşma söz konusundur. Şimdi, 2009’un tablosu bu.

Değerli arkadaşlarım, Hükûmet bu bütçeyi sadece 2010 yılıyla ilgili olarak değil, bugüne kadarki AKP İktidarının genel performansıyla değerlendirme eğiliminde gözüküyor. Bu doğru bir yaklaşımdır, biz de ona olumlu bakıyoruz. Bu açıdan baktığımız zaman tablo nedir? Yani yedi yılı aşan bir AKP İktidarında ekonomi nereden nereye gelmiştir? Yedi yılın bilançosu çıkarıldığı zaman tablo nedir; bunun güvenilir, doğru, objektif şekilde ortaya çıkmasına ihtiyaç var.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, bakınız, bir ekonominin ölçülmesinde bir sürü kriter kullanılır, bunların çoğu kafa karıştırır. Ana, temel kriter büyüme kriteridir. Ekonomi büyüyorsa işler olumlu demektir çünkü büyüyen ekonomide hem refah artar hem istihdam artar hem gelir artar, yatırımlar artar, ekonomi gelişir, güçlenir ve gelişen bir ekonominin içinde adaletsizlikleri ortadan kaldırmak, bölgesel kalkınmayı sağlamak da daha mümkün hâle gelir. Şimdi, acaba AKP İktidarının yedi yılı nasıl bir büyüme tablosu ortaya koymuştur? Neye göre nasıl? Türkiye'nin kendi geçmiş büyüme gerçeğine göre ya da şu sırada dünyadaki başka ülkelere göre nasıl bir büyüme tablosu sergilemiştir; buna bakarak daha doğru bir fotoğraf çekme imkânımız olur diye düşünüyorum.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, bakınız, bu yedi yılın içinde iki dönem var. Dönemlerden birisi dünyanın hızlı büyüme dönemi, imkânların çok olduğu, kaynakların bol olduğu hızlı büyümeye elverişli bir dönem. 2008 yılından itibaren de dünyanın içine girdiği kriz dönemi.

Şimdi, bu büyümeyi, Türkiye’de AKP döneminin büyümesini mukayese ederken neyi esas alacağız?

Şimdi, zaman içinde, ben, size, gelişmekte olan 149 ülke içinde, dünyadaki 149 ülke içinde 2002 yılında yani AKP’nin iktidara geldiği yıl Türkiye’nin büyüme performansı neymiş, bunu göstermek istiyorum. Türkiye 2002 yılında 149 ülke içinde dünyada 29’uncu hızlı büyüyen ülke, 29’uncu hızlı büyüyen ülke 2002’de.

2002-2007 dünyada hızlı büyüme dönemi. Bu büyüme döneminin sonunda, 2007’de acaba Türkiye 29’uncu sıradan nereye çıkmış diye bakacak olursak göreceğimiz manzara bu: Türkiye 149 gelişmekte olan ülke içinde 100’üncü ülke hâline gelmiştir 2007’de. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

MEHMET HALİT DEMİR (Mardin) – Onu matematik bilmeyenler yapmıştır!

DENİZ BAYKAL (Devamla) – 149 ülkenin kalkınma hızı bakımından 2007 yılında, AKP İktidarında Türkiye 100’üncü ülke olmuştur, 29’uncu ülke olduğu hâlde.

Peki, o kriz döneminde, 2007’den sonra 2008, 2009 ne oldu? Krizi iyi yönettiysek ne olmamız gerekir? Herhâlde 100’den biraz daha iyiye gelmiş olmamız gerekir, 136’ncı ülke! 2009 yılında Türkiye 149 dünya ülkesi içinde kalkınma hızı bakımından 136’ncı ülke hâline gelmiştir. Küçülen ülke, eksi 6; bunlar hep büyüyenler. Bunlar gerçek, değerli arkadaşlarım.

Bakınız, size başka bir ölçüyü hatırlatayım: G-20’lerin üyesiyiz, AKP ik-tidara gelmeden de G-20’lerin üyesiydi Türkiye. G-20’lerin içinde acaba 2002-2007 ve 2009’da Türkiye’nin kalkınması ne durumdaydı, sorusunu sorarsak, 2002’de G-20’lerin içinde 3’üncü Türkiye, kalkınma hızı bakımından. Türkiye’den daha hızlı kalkınan Çin, Güney Kore var, onların arkasından Türkiye 3’üncü. Ne zaman? 2002 yılında. 2007 yılında Türkiye 9’uncu! Yani dünyanın kalkınma coşkusunu yaşadığı dönemin sonucunda Türkiye 3’üncüden 9’uncuya geldi. 2009 yılında 17’nci! Yirmi ülkenin içinde 17’nci hızlı kalkınan ülke!

Değerli arkadaşlarım, bakınız, bölgesel büyüme oranları: Türkiye 2003-2009 döneminde yüzde 4 ile Afrika’nın, Orta Doğu’nun, gelişmekte olan ülkelerin ve Asya’nın arkasındadır. Bu da büyümeyle ilgili net gerçek.

Değerli arkadaşlarım, denilebilir ki, “Dünyayı bırak da sen Türkiye’nin kendi içine bak.” Türkiye kendi içinde acaba geçmişte ne kadar büyüyordu, AKP İktidarı döneminde ne kadar büyüdü? Değerli arkadaşlarım, 1923’te cumhuriyetin kurulduğu günden, 2002, AKP’ye Türkiye’nin teslim edildiği zamana kadar geçen dönem içinde -içinde İkinci Dünya Savaşı var, içinde savaşlar var, Kıbrıs Harekâtı var, askerî müdahaleler var, 1929 Ekonomik Bunalımı var, pek çok olay var- bu dönemde gerçekleştirilen büyüme ortalama hızı, 4,6’dır; 4,6’dır. 1950, çok partili rejime geçişle bugün arasındaki süreci inceleyecek olursak, o elli iki yıllık dönemde gerçekleşen büyüme hızı 4,8’dir. 2003-2010 arası, ki bu dönem dünyada, Brezilya’nın, Hindistan’ın, Çin’in büyük atılımlar yaptığı, ülkelerin çok hızlı geliştiği bir dönemdir; bu dönemin içinde AKP’nin gerçekleştirdiği büyüme oranı, Türkiye’nin cumhuriyet dönemi dâhil gerçekleştirdiğinin altıdır, yüzde 4’tür.

Değerli arkadaşlarım, bunlar gerçek, bunları kabul edersiniz…

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) – Gayri safi millî hasılayı bir söyle bakalım.

VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – 1935-1945 arasını gösteriniz.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, tabii, kalkınma hızının düşmesi, gereken düzeyde kalkınmanın gerçekleştirilememesi Türkiye'de işsizliğin artmasının temel nedeni olmuştur ve rakamlar bunu çok açık bir şekilde göstermiştir, hem Türkiye içinde hem de dünyayla mukayesede Türkiye’nin durumu çok açık bir biçimde görülmüştür.

Bakınız, OECD’nin 30 ülkesi içinde Türkiye en çok işsizliğe sahip 2’nci ülke; 1’inci İspanya, 2’nci Türkiye, İrlanda onların arkasında yani 2009 yılında işsizlikte Türkiye OECD içinde 2’nci ülke konumundadır. 2007-2009 döneminde OECD’de işsizlik oranı en hızla artan ülkeler sırasında Türkiye 5’inci sıradadır. İşsizliği hızla artan ülkeler, 30 ülkenin içinde en yüksek artan 5’inci ülke biziz.

Değerli arkadaşlarım, gene, aynı şekilde, AKP İktidarı döneminde sürekli artan işsizlik önümüzdeki dönemde yüzde 14 bandına oturacaktır, daha da yükselecektir.

Türkiye’de kalkınma hızı düştü, “E canım, Türkiye'nin kaynağı mı var, kaynak mı kullandı Türkiye? Düşmesi doğaldır.” diye düşünenler için söyleyeyim: Geride bıraktığımız dönemde, Türkiye tarihinin en yüksek kaynak kullanan Hükûmeti olmuştur ve Türkiye'nin brüt dış borç stoku 2009 yılı itibarıyla 2002 yılının 2 katının üzerine çıkmıştır. Türkiye'nin brüt dış borç stoku 1923-2002 arası 129,5 milyar dolar, 2009 ikinci yarısında 268 milyar dolar yani Türkiye, cumhuriyet döneminin tümünün…

VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Oran ne, gayrisafi millî hasılaya oranı?

DENİZ BAYKAL (Devamla) - …gelmiş geçmiş bütün hükûmetlerin, Atatürk hükûmetlerinin, İnönü hükûmetlerinin, Menderes-Bayar hükûmetlerinin, Özal hükûmetlerinin, diğer hükûmetlerin tümünün 2002 yılına kadar, tarih boyunca, seksen küsur yılda kullandığı borçtan daha fazla borcu yedi yıl içinde kullanmıştır.

Değerli arkadaşlarım, iç borçlar da AKP İktidarında ikiye katlanmış ve ayrıca 30,6 milyar dolar düzeyinde özelleştirme yapılmıştır. Tarihin en büyük borçlanmasını yapmış AKP İktidarı. Gene bu İktidar, Türkiye'nin en büyük varlık satışını gerçekleştirmiş, özelleştirmesini yapmış ve bütün bu kaynakların sonucunda ortaya çıkan büyüme hızı, tarihî ortalama büyüme hızının altında kalmış, 1950 sonrası gerçekleştirilmiş büyüme hızının altında kalmış.

Değerli arkadaşlarım, bu gerçekten ibret alınması gereken ve hiçbir rakam cambazlığıyla örtbas edilemeyecek bir temel gerçektir.

Değerli arkadaşlarım, bu geride bıraktığımız dönemde, yanlış bir büyüme stratejisi izlenmiştir ve üretimi ve üreteni gözeten değil, tam tersine katı neoliberal anlayışlarla ekonominin küresel risk iştahına teslim edilmesi sonucunu doğuran bir politika izlenmiştir ve bunun sonucu olarak da sanal bir büyüme yaşanmış ama istihdamı artıran, üretimi kalıcı biçimde artıran bir büyüme sağlanamamıştır ve spekülatif sermaye girişlerine Türkiye teslim olmuştur; Türk lirasının aşırı değerlendirilmesine göz yumulmuştur, Türk lirasının aşırı değerlendirilmesi ihracatı olumsuz etkilemiştir, ithalatı tahrik etmiştir, teşvik etmiştir ve bütün bunların sonucunda Türkiye, ara malı üreten sanayinin tahrip olduğu bir dönemi, izlenen bu kur politikası sonucunda yaşamıştır ve kendi eliyle kendi sanayisinin tahrip edilmesine seyirci kalmıştır ve Türkiye’deki artan işsizliğin altında yatan ana gerçeklerden birisi de ne yazık ki bu olmuştur. İstihdam yaratmayan bir büyüme kavramı ortaya çıkmıştır. Hormonlu bir büyüme dönemi gerçekleştirilmiştir.

Değerli arkadaşlarım, dışarıdan sağlanan kredilerle ya da yabancı paralarla Türkiye’de nasıl bir zenginleşme mekanizması işletilmiştir, bilginize sunmak istiyorum. 2003 yılının ilk üç aylık döneminde Türkiye’ye bin dolar getiren bir yatırımcı, elde edeceği faizler hariç, sadece Türk lirasındaki değerlendirme nedeniyle 2007 sonunda 390 dolar kazanmıştır, faizler de bunun üstüne eklenmiştir.

On dört yılda yurt dışına ödenen kâr, kazanç ve faiz transferi 68 milyar dolardı ama 2003 ile 2009 yılı arasında dokuz aylık dönemde, yani yedi yılda ödenen kâr, faiz ve kazanç transferi 75,1 milyar dolar olmuştur.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, bunun sonucu Türkiye, bu kur tuzağının sonucu çok ağır tahribatı yaşamıştır. Bunun en tipik örneklerinden biri de Türkiye'nin otobüs üretiminde Avrupa’da büyük bir merkez olduğu hâlde Türkiye’de otobüs sanayisinin izlediğimiz politika sonucu nasıl sıkıntıya girmiş olduğudur. Yani Türkiye, Almanya’dan ve Hollanda’dan otobüsler ithal ederek Almanya’nın ve Hollanda’nın işsizlik krizine çare olmuştur ama kendi işçilerimizi de, 22 bin metal işçisini de Türkiye kapının önüne koymuştur. Bu politikanın sonucu olarak bu ortaya çıkmıştır.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye genç nüfusunu değerlendiren yeni bir sanayileşme politikasına, uluslararası rekabeti temel alan bir yeni sanayileşme politikasına hızla geçme ihtiyacı içindedir.

Değerli arkadaşlarım, kriz teğet geçecek anlayışı içinde izlenen politikalar çok ağır bir tahribatı yaratmıştır. Bakınız, 2009 yılının ilk yarısında ekonomi geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 11,2 oranında daralma gösterdi. 2009 yılının ilk dokuz ayında ise daralma yüzde 8,4 oldu ve üç aylık dönemde daralmadan büyümeye geçilemezse yıllık daralma hızının yüzde 6’nın üzerinde olacağı anlaşılıyor. Bu, Türkiye bakımından yüzde 6 civarında bir daralma işsizlik olarak, şirketlerin çökmesi, iflas etmesi olarak, vatandaşların borçlarını ödeyemez hâle düşmesi olarak, gelir kaybı olarak çok ağır bir tahribatı yaşamış olduğunu bize göstermiştir ve Türkiye, tarihî işsizlik rekorları kırmıştır. Türkiye’de ekonomi dört çeyrek üst üste daralmıştır. Sanayi üretimi, üst üste on dört ay gerileme göstermiştir ve diğer benzer ekonomilerin çoğu, bizden daha erken toparlanma süreci içine girmişlerdir. Türkiye, krizden bu anlamda en ağır etkilenen ülkelerin arasında yer almıştır.

Değerli arkadaşlarım, 2009 yılının ilk dokuz ayında tasfiye olunacak kredi kartı ve tüketici kredisi borcu bulunan kişi sayısı, yıl sonuna göre yüzde 52 oranında artarak 1 milyon 664 bin olmuştur ve 2007 sonuna göre borcunu ödeyemeyen kişi sayısındaki artış 1 milyonu geçmiştir. Diğer taraftan, temerrüde düşen şirketlerin toplam şirketler içindeki payı, ilk dokuz ayda yüzde 8,1’den yüzde 11,2’ye çıkmıştır. Bankaların varlık kalitelerinde de bozulma dikkatle izlenmesi gereken bir durumdur. İstihdam korunmasında ve büyüme sürecine dönüşte büyük önem taşıyan KOBİ’lerimizin kredi piyasalarına dönüşünü sağlayacak Kredi Garanti Fonu partimizce bu yılın başında önerilmesine karşın konuyla ilgili mevzuat haziran ayında çıkartılabilmiş, uygulamasına ise hâlâ geçilememiştir. Hükûmetin bu yaklaşımı, krizi ihmal etmesi, anlayamaması, gelişmeleri okuyamaması, tedbir almakta gecikiyor olmasının en tipik örneklerinden biridir.

Değerli arkadaşlarım, Orta Vadeli Program ilan edildi, 2012’ye kadar makro büyüklüklerin nasıl gelişeceğiyle ilgili resmî tahmin yapıldı. Burada gözüken manzara şudur: Türkiye, 2012 yılı sonunda 2008 düzeyini yakalayamayacaktır yani 2008’deki gayrisafi millî hasıla düzeyini 2012’de yakalayamayacaktır resmî kabule göre. Bu demektir ki o dönemin tümü Türkiye için israf edilmiştir.

Değerli arkadaşlarım, vergi sisteminde, AKP’nin iktidar döneminde hiçbir iyileşme yapılamamıştır ve kısa dönemde gelir yaratma arzusu ile ÖTV sürekli artırılmıştır. Bu, vergi yükünü dar ve orta gelirlilerin omzuna bindirmek sonucunu doğurmuştur.

Acil Eylem Planı’nda kayıt dışılığı altı ay içinde önleme sözü vermiş olmasına rağmen AKP bunu unutmuştur ve bugün Orta Vadeli Program’da hâlâ kayıt dışılığı önlemek için hiçbir inandırıcı önlem yoktur ve kazançtan alınan vergilerin gayrisafi yurt içi hasılaya oranı itibarıyla en düşük oran                                 -OECD’de- Türkiye’dedir.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye, benzini ve motorini AB üyesi ülkelerin tümünden daha pahalı satan bir ülkedir ve ÖTV oranı da gene bütün dünyada olduğundan çok daha yüksektir.

Değerli arkadaşlarım, vergi denetimi konusu, bir siyasi baskı konusu hâline dönüştürülmüştür. Kendisine muhalif kesimleri susturmak için, iktidar, çok açık, çok net, saklanamaz, gizlenemez, hunharca vergi uygulamasına girmiştir; 3 milyar doların üzerinde vergi cezası tatbik ederek muhalif medya kuruluşlarını esir almaya yönelmiştir. Bunlar, sadece vergi politikası bakımından değil, demokrasi bakımından da utanç verici uygulamalardır. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, tarımda -Sayın AKP Sözcüsü birtakım değerlendirmeler yaptı nazari, teorik rakamlara dayalı olarak- bakın, çok yalın, gerçeği ortaya koyan bir manzara. AKP İktidarı döneminde tarım girdilerinin fiyatları tarımsal ürün fiyatlarından daha hızlı artmıştır. 2002 yılında, AKP iktidara geldiği sırada, 900 gram buğdayla 1,8 kilo gübre alma imkânı vardı.

 (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Baykal, süreniz doldu efendim, size de ilave süre vereceğim.

Buyurun.

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Yani 2002 yılında 900 gram buğdayla alınan gübre şimdi 1,8 kilo buğdayla alınıyor.

Ayçiceği: 2002 yılında 600 gram ayçiçeğiyle alınan gübre şimdi 1,2 kilo ayçiçeğiyle alınıyor. Yani gübre mukayesesi 2 katı aleyhte bir tablo yaratmıştır.

AKP İktidarı döneminde, 2002’den itibaren tarıma verilen destekler fevkalade düşmüş; 0,45 düzeyine inmiştir.

Bakınız, 2009 yılında tarıma gayrisafi yurt içi hasılanın 0,46’sı; 0,47’si düzeyinde bir destek verilmektedir, 2008’de 0,60’ın üzerindedir, 2007’de 0,65’tir.

VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – 2002’den 2003’e kaç?

DENİZ BAYKAL (Devamla) – 2002’den itibaren, bugün 2003 düzeyinin altına inmiştir.

VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Yok, grafik öyle söylemiyor.

FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Orada öyle gözükmüyor.

AHMET YENİ (Samsun) – Yanlış tablo vermişler eline.

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Çok açık bir biçimde, Türkiye’deki tarımın içine girdiği sıkıntı net bir şekilde görülmektedir.

Bakınız, Orta Vadeli Program’ın 2012 için öngördüğü gayrisafi yurt içi hasıla düzeyi 2008 yılının altındadır. Bu, 2008 ile 2012’nin nasıl israf edildiğini bize göstermektedir.

Değerli arkadaşlarım, tarımın durumu çok açık. Memur, işçi ve emeklilerin durumu ne yazık ki tam bir facia.

SELAMİ UZUN (Sivas) – Yollardan, hastanelerden bahset!

DENİZ BAYKAL (Devamla) –  Emeklilerin tümüyle AKP İktidarında gözden çıkarıldığı artık açık bir gerçektir. Bugün 9 milyonu aşkın emekli var. Emeklilerin hemen hemen tümü yoksulluk sınırının altında aylık alıyor. Çıkarılan bir yasayla emeklilere millî gelir artışından pay verilmemesi yasal kural hâline getirildi ve AKP’nin gözünde emekliler bu ülkenin ikinci sınıf vatandaşı olarak değerlendirilmiştir. 2002-2009 dönemindeki millî gelir artışının altında emeklilerin gelir artışları yaşadıkları çok açık bir gerçektir.

Değerli arkadaşlarım, bakın, yapılması gereken işler çok açık: Bir intibak yasası derhâl çıkarılmalıdır ve emekliler arasındaki farklılıklar en kısa zamanda ortadan kaldırılmalıdır ve gene işçi, memur ve emeklilerin maaş ve ücretleri sembolik ölçülerde artırılmıştır. Anlamlı bir artışa bu içinde bulunduğumuz dönemde özellikle ihtiyaç vardır.

İktidarınız döneminde 2010 yılının ilk yarısı için memur ve hizmetli maaşı 32 lira, öğretmen maaşı 43 lira, hemşire maaşı 36 lira, teknisyen maaşı ise 37 lira artırılmıştır.

Emeklilerin durumu ise daha da vahimdir. 2009 yılının ikinci yarısında bir SSK emeklisinin aylık maaşı 11 lira, BAĞ-KUR emeklisinin maaşı ise sadece 6 lira artırılmıştır.

Temel girdilerdeki artışlar dikkate alındığı zaman bu tablonun ne anlama geldiği daha iyi değerlendirilebilir. 2002 ile 2009 Şubat döneminde doğal gaz fiyatları yüzde 151 oranında artırılmıştır. 2002 ile 2009 yılları arasında, aralık ayı döneminde kurşunsuz benzinin litre fiyatı yüzde 103 oranında artmıştır.

AKP döneminde su fiyatları, İstanbul aylık 10 metreküp konut tarifesi dikkate alındığında, yüzde 171 oranında artmıştır. Böylece, ayda minimum seviye olan 10 metreküp su tüketen bir ailenin aylık su faturası İktidarınız döneminde 8,5 liradan 23 liraya yükselmiştir. 10 metreküpün üzerinde su tüketen ailenin faturası ise çok daha yüksek düzeyde artacaktır. Bu yüzde 20’lik fiyat artışının ardından bir ailenin ortalama…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Baykal, size beş dakika ek süre vermiştim, o da doldu. Mikrofonunuzu son kez açacağım, lütfen tamamlar mısınız.

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Evet, elektrik faturası yüzde 20 artışla, 36 liradan, 26 lira artışla 62 liraya yükselmiştir. Yani buna karşılık Sosyal Güvenlik Kurumuna bağlı huzurevlerindeki konaklama fiyatları yaklaşık 250 lira, yüzde 35 artırılmıştır.

İstanbul’da İETT, özel halk otobüsü ve metrobüs fiyatları yüzde 33 oranında artırılmıştır. Böylece bir SSK emeklisi, İktidarınızda almış olduğu aylık artış ile 5, BAĞ-KUR emeklisi ise 3 metrobüs bileti alma olanağını elde etmiştir.

Değerli arkadaşlarım, bu tablo çok açık. Türkiye’de tabii, kamu yatırımları bir kenara itildi. GAP başta olmak üzere Türkiye'nin çok önemli projeleri ne yazık bu İktidar döneminde gereken ilgiyi görememişlerdir. Buna karşılık Türkiye’de kaynakların çok daha özensiz bir şekilde kullanılmış olduğunu hepimiz gayet iyi bilmekteyiz.

Değerli arkadaşlarım, ilke ve tedbirlerle ilgili olarak bazı önerilerimi de dikkatinize sunarak konuşmamı tamamlamak istiyorum.

Türkiye'nin bugün içine girdiği kısır döngüden çıkabilmek için ülkenin üretimi ve üreteni öne çıkaran yeni bir büyüme stratejisine ihtiyacı vardır.

Mal üreten sektörlerde rekabet gücünü artıracak mikro reformlara ağırlık vermeliyiz. Makro politikaların bu reformlarla kazanılan rekabet gücünü spekülatif sermaye hareketlerine peşkeş çekmesini ve sürdürülebilirliğini kaybetmesini önlemeliyiz.

Hâlihazırda AKP İktidarının yanlış ekonomi politikaları, son dört beş yıllık dönemi, Türkiye’de kaybolmuş dönem hâline getirmiştir. Türkiye'nin kaybedecek ne zamana ne de enerjiye tahammülü vardır. Bu çerçevede Merkez Bankası doğru rezerv politikası uygulamalıdır. Türkiye’de dış borçlarına oran olarak, başka ekonomilerle mukayese edildiği zaman gerideki o bolluk dönemi israf edilmiştir ve Türkiye borçlarının ancak yüzde 25’i düzeyinde bir rezerv yakalamıştır. Gelişme hâlindeki ülkelerin önemli bir kısmı yüzde 100’ün üzerinde rezerv biriktirmişlerdir.

Küresel sermaye hareketlerinin şişirdiği balonları kontrol etmek ve bunların ekonomide yol açtığı olumsuz etkileri azaltmak için makro riskleri gözeten ve önleyen, piyasa karşıtı olarak algılanmayacak bir dinamik, karşılık veya devrevi hareketleri yumuşatıcı bir sermaye yeterlilik oranı sistemi uygulanması finans sektöründe başlatılmalıdır ve beş yıllık süre içinde istihdam üzerindeki vergi yükü OECD ortalamalarının altına çekilmelidir.

Belirlenen vergi politikasının uygulanması konusunda Gelir İdaresinin özerkliği mutlaka sağlanmalıdır.

Teşvik Kanunu’nun süresi krizin etkileri dikkate alınarak…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Baykal, ilave sekiz dakikanız da doldu.

Genel Kurulu selamlamanız için mikrofonu açıyorum efendim.

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bu, kredi garanti sistemi ve teşvik süresi mutlaka uzatılmalıdır.

Değerli arkadaşlarım, ekonomide çok objektif, uluslararası gerçekleri dikkate alan bir değerlendirme yaparak içinde bulunduğumuz durumu yeniden değerlendirmeliyiz ve buradan gerekli sonuçları çıkarmalıyız. Türkiye'nin şu ana kadar izlediği politikayla ekonomide devam etmesi hâlinde beklenen atılımı gerçekleştirme şansı maalesef gözükmüyor. O bakımdan, Türkiye yeni bir ekonomi ve sanayileşme politikasına ihtiyaç duyuyor. Tabii bunlardan, hepsinden daha önemli olarak Türkiye’nin barışa ihtiyacı vardır; Türkiye’de hukukun üstünlüğünü tesis etmeye ihtiyaç vardır; Türkiye’de şiddeti, terörü siyasi hayattan tasfiye etmeye şiddetle ihtiyaç vardır. Ama ne yazık ki bu konularda gereken duyarlılığı sergileyecek bir iktidar manzarası gözükmüyor. Bu tablo karşısında Türkiye’de çözümü millet sağlayacaktır, halkımız sağlayacaktır. Önümüzdeki ilk seçimlerde, inanıyorum, Türkiye’nin bu olumsuz gidişine milletçe bir son vereceğiz ve Türkiye’yi hak ettiği yeni bir açılıma hep beraber taşıyacağız.

Hepinize teşekkür ediyorum; sevgiler, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Baykal, teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, şimdi de söz sırası Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Genel Başkan ve Osmaniye Milletvekili Sayın Devlet Bahçeli’ye ait.

Sayın Bahçeli, buyurun.(MHP sıralarından ayakta alkışlar)

MHP GRUBU ADINA DEVLET BAHÇELİ (Osmaniye) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı hakkında Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini açıklamak üzere huzurunuzda bulunuyorum. Bu vesileyle Milliyetçi Hareket Partisi Grubu ve şahsım adına yüce Meclisin değerli üyelerini saygılarımla selamlıyorum.

Bütçe hakkında değerlendirmelerime geçmeden önce, geçtiğimiz hafta meydana gelen iki üzücü olayla ilgili düşüncelerimi açıklamak istiyorum.

Bildiğiniz gibi, 7 Aralık Pazartesi günü Tokat’ın Reşadiye ilçesi kırsalında asayiş görevi yaparken uğradıkları hunhar bir saldırı sonucu 7 askerimiz şehit olmuş ve 3 askerimiz de yaralanmıştır. Henüz bu olayın acısı içindeyken yeni bir acı haberle milletçe sarsıldık. 10 Aralık Perşembe günü Bursa’nın Mustafakemalpaşa ilçesinde bir maden ocağında meydana gelen grizu patlaması sonucu göçük altında kalan 19 işçimiz maalesef hayatını kaybetmiştir. Çoluk çocuğunun rızkını yerin altında, zor şartlarda temin etmeye çalışırken ve vatandaşlarımızın güvenliği için asayiş görevini yaparken hayatını kaybeden işçilerimize ve aziz şehitlerimize bir kez daha Cenabı Allah’tan rahmet diliyorum. Yakınlarına, milletimize, çalışma ve silah arkadaşlarına sabır ve başsağlığı, yaralılarımıza ise acil şifalar temenni ediyorum. Bu gibi felaketlerin bir daha yaşanmaması için yeterli tedbirlerin zamanında alınmasını, sorumluların tespit edilmesini ve gereğini bekliyorum.

Değerli milletvekilleri, Aralığın 17’sinde İslam dünyası için mukaddes bir dönem olan muharrem ayına giriyoruz. Peygamberimizin torunlarının şehit edildiği bu ay, nifakın, fitnenin ve tefrikanın nasıl büyük acılara neden olduğunun en talihsiz ve en üzüntü verici örneğinin yaşandığı tarihî bir ibretin başlangıcıdır. Mazlumların ve masumların acılarını paylaşıyorum. Bu aydan alacağımız derslerin ve derinden duyacağımız acı anıların, başta Türk ve İslam dünyası olmak üzere, bütün insanlığın hayırlarına vesile olmasını Cenabı Allah’tan diliyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bütçe görüşmeleri, Hükûmet icraatının değerlendirildiği, muhalefetin Hükûmetin politikaları hakkında uyarı,  tenkit ve tavsiyelerini dile getirdiği Türkiye Büyük Millet Meclisi adına önemli bir denetim vesilesidir. Devletin hangi alanlara ne kadar kaynak ayıracağını, hangi alanlardan ne kadar kaynak toplayacağını gösteren bütçenin kuşkusuz en önemli özelliği nimet ve külfetin vatandaşlarımız arasında dağıtılırken hangi kıstaslara ve hakkaniyete riayet edildiğinin ortaya çıktığı bir gösterge olmasıdır. Zira, vatandaşlarımızı yoksulluklarından ziyade uygulanan politikalar sonucu ortaya çıkan haksızlıklar, eşitsizlikler ve adaletsizlikler daha fazla yaralamakta, daha derin izler bırakmaktadır.

Takdir edersiniz ki, ekonomiyi siyasetten, ekonomik faaliyetleri sosyal konulardan, ekonomik yorumları, güvenlik, asayiş, kültür, dış politika gibi alanlardan ayırmak ve ayrı düşünmek mümkün değildir. Birbirini doğrudan etkileyen bu girift yapıda iyi giden bir ekonomide diğer alanlarda ciddi zafiyet olmayacağı gibi, bu alanlarda işler iyi gidiyorsa ekonominin de iyi gidiyor olması beklenmelidir.

Ne yazık ki, yedi yıldır iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisinin milletimize reva gördüğü ekonomik ve sosyal tablo, yatırım ve üretimin artmadığı, işsizliğin çığ gibi büyüdüğü, yoksulluğun derinleştiği, millî ve manevi değerlerimizin istismar edildiği, aile bağlarımızın, toplumsal ahlaki değerlerimizin yerle bir edildiği, gerilim ve kutuplaşmanın yönetim tercihi olduğu, huzurumuzun kalmadığı, dirliğin hasar gördüğü, kardeşliğimizin yaralandığı vahim bir tablodur. Bu sosyoekonomik dağınıklık ve zayıflık, doğal olarak diğer alanlara da sirayet etmiştir.

2009 yılı bütçe yılı milletimiz açısından üzüntü verici olayların, hayal kırıklığı ve talihsizliklerin yaşandığı bir yıl olmuştur. Bizi biz yapan, bir arada tutan ortak değerlerin kaynaştırıcılığı yerine, tarihî ve kültürel derinliği olmayan yapay farklılıkların ayrıştırıcılığı üzerinden siyaset yapıldığı bu dönemde, iktidar gücü, kronikleşen sorunlara çözüm üretmek için kullanılmak yerine istismar, gerilim ve kutuplaşma yönünde kullanılmıştır. Sorunlar karşısında başarısızlığa uğranılan her durumda geçmişi suçlama geleneği sürdürülmüştür. Vatandaşın ekonomik ve sosyal hayatına ilişkin beklentilerinin boşa çıktığının farkına varıldığı her durumda mutlaka bir istismar vesilesi bulunmuştur. Sistemli gayretlerle yıpratılan devlet ve toplum hayatımızın hemen her alanında yaşanan kutuplaşma ve cepheleşmeler giderek derinleşmiştir.

Ekonomik gelişmeler de yaşadığımız genel bunalımdan farklı bir seyir izlememiştir. Yatırımlar azalmış, üretim daralmış, borçlanma artmış, yoksulluk derinleşmiş, çığ gibi büyüyen işsizlik sosyal hayatı tehdit eder hâle gelmiştir. Gelir dağılımındaki adaletsizlik, ekonomik kararlardaki ahenksizlik ve sosyal ahlaktaki çöküşün hızlanmasıyla, körüklenmek istenen kardeş kavgası geleceğe umutla bakılmasına mâni olmuştur. İşçi, memur, esnaf, köylü ve emeklilerden oluşan mağdurlar kendi kaderine terk edilmiş, işsizlik önlenememiş, yoksulluk azaltılamamış, gelir dağılımı adaletli hâle getirilememiştir.

Siyasi yönetim şekli ve üslubu, siyasette etik anlayışa duyulan ihtiyacı göstermesi bakımından ibret verici olmuştur. Yolsuzluk ve yozlaşma artmış, merkezî ve yerel idarelerde kamu kaynakları yandaşlara dağıtılmaya devam edilmiştir. Yargıya intikal eden yolsuzluklar, hayırsever vatandaşlarımızın inançlarının istismar edilişlerinin sınır tanımaz bir seviyeye çıktığını göstermiştir. Siyasi ve ahlaki çürüme devlet ve toplum hayatını kaplamıştır. Bunun sonucunda da devlete ve adalete olan güven duygusu zedelenmiştir. Yürütülen dış politika da millî menfaatlerimiz bakımından kaygı verici olmuştur. Herkesin huzur içinde olacağı bir güvenlik sistemi ve herkesin adaletine güvendiği bir yargı sistemi tesis edilememiştir. Vatandaşın gerçekten önceliğini alan hakkaniyetli bir yönetim anlayışı uygulanamamıştır.

Etnik bölünmeyi amaçlayan kanlı terör, siyasi ayrılıkçılık hevesleri ve etnik tahrikler artmış, Türkiye tehlikeli bir cepheleşme sürecine sürüklenmiştir. İnsanlar, daha önce komşu, bakkal, manav, işçi, memur, dost ve arkadaş olarak gördükleri kişilerde etnik köken ve mezhebe dayalı kimlik sorgulamaya başlamışlardır ve bu gidişatın iddia edildiği gibi, barış ve huzurla, demokrasi ve hürriyetle, kalkınma ve refahla, kaynaşma ve kardeşlikle hiçbir ilgisinin olmadığı milletimiz tarafından anlaşılmıştır. Yüzleşme adı altında millî tarihimizi karalama kampanyaları millî sorunları sözde çözme iddialarıyla hız kazanmıştır.

Bugün geldiğimiz noktada, vatandaşlarımızın geleceğe daha umutlu bakmasını sağlayacak bir ekonomik ve sosyal yapı söz konusu değildir ve bütün bunların milletin gözünden kaçırılması için, aklın, izanın, gerçeklerin karartılması için maddi çıkar ilişkileri tesis edilen yandaş medya oluşturulmuştur. Bütün çabalara rağmen Hükûmetin sipariş verdiği haber ve yorumları yayınlamakta direnen medya unsurlarına ise baskı ve dayatma başlatılmıştır.

Maalesef, umutlarla başlanıp acı ve talihsiz olaylarla son bulan önceki yıllar gibi 2009 yılı da ekonomik sorunların hiçbir dönemde olmadığı kadar milletimizi zayıf ve yorgun düşürdüğü, uluslararası ilişkilerin ağır bir zafiyet göstermeye başladığı ve bölücü saldırıların, devlete ve millete yönelik meydan okumaların toplumda tehlikeli bir gerilim ortamını karşımıza çıkardığı, kaydedilmiş bir yıl olarak hatırlanacaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2010 yılı merkezî yönetim bütçesi, Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri tarafından hazırlanan 8’inci, yeni kamu mali yönetim anlayışına uygun olarak tekemmül ettirilmiş 5’inci bütçe olma özelliği taşımaktadır.

Modern bütçe sistemi, temsili demokrasinin ve kamusal faaliyetlerin öneminin artmasıyla birlikte gelişmiş ve yaygınlaşmıştır.

Elbette, çağdaş bütçeleme sistemlerinin gelişiminin demokrasi mücadeleleriyle birlikte ve yan yana yürüdüğünü gözden uzak tutmamamız gerekmektedir.

Öte yandan, temsili demokrasilerde, devletin yapacağı harcamaların büyüklüğü ve kapsamı ile bu harcamaların yapılabilmesi için millete getirilecek yükümlülüklere millet adına seçilmiş temsilciler karar vermektedir.

 Merkezî yönetim bütçe kanunu, merkezî yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin gelir ve gider tahminlerini göstermekle birlikte, bunların uygulanmasına ve yürütülmesine dair yetki ve izni de içermektedir.

Bütçe, devletin bir yıl içinde yapacağı harcamaları ve elde edeceği gelirleri gösteren ve Meclisimiz tarafından onaylanan ekonomik, siyasi ve hukuki bir belgedir ve bütçe, tayin ve tespit edilen devlet politikalarına ulaşmada en önemli mekanizma olarak karşımızdadır.

Devletin amaçlarına ulaşmada en önemli araç olan bütçe, bir tarafta, kamu kesimince üstlenilmiş hizmetlerin üretimini gerçekleştirmektedir. Diğer yanda ise, üretimi özel sektöre bırakılmış alanlarda millet hayatımızda uygun etkiler doğurabilmek için kullanılmaktadır.

 Bu kapsamda, bütçeyle milletimize kamusal ve yarı kamusal hizmetler sunulurken gelir dağılımının etkilenmesi, fiyat istikrarının sağlanması, büyümenin hızlandırılması, ekonominin işleyişindeki aksaklıkların düzeltilmesi de gözetilecektir.

Yürütme organının meşruiyetini kazanabilmesi için en başta bütçenin Meclisimizde kabul ve onayı gerekecektir. Bu, aynı zamanda bütçenin ekonomik işlevinin yanında çok önemli ve belirleyici bir siyasi fonksiyonunun da olduğunu göstermektedir. Ancak Adalet ve Kalkınma Partisinin hükûmet etme dönemlerinde, sıradanlaşan, hazırlık aşamalarında gerekli ilgi ve özenin gösterilmediği bütçenin, artık yasal bir zorunluluğun yerine getirilmesinden başka bir anlam ifade etmediğini özellikle vurgulamak istiyorum.

Başta maliye politikası olmak üzere, bütün ekonomi politikalarında öncü ve etkileyici bir rolü olması gereken bütçenin bu hâlinden şu an itibarıyla çok uzak düştüğünü bu vesileyle ifade etmek isterim. Ulaşılamayan mali hedefler, yanlış tespit edilen ekonomik parametreler, geleceği okuyamayan analiz noksanlığı sürekli olarak gedikler veren bütçenin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu durum ise yıl içinde birçok defa bütçenin bir anlamının kalmadığına dair yorumları beraberinde getirmiştir. Yapboz tahtasına çevrilen bütçenin bir yılı tamamlanmadan gücünü ve inandırıcılığını tamamen kaybettiğine bu dönemler içinde şahit olunmuştur. Bunun en son örneği olarak 2009 yılı bütçesini göstermek mümkündür.

2010 yılı bütçesinin, içte ve dışta yaşadığımız çok kritik ve olağanüstü, hassas bir dönemde görüşmek durumunda olduğumuz hepimizin malumudur. Gelecek yıl bütçesini ayrıntılarıyla değerlendirmeye geçmeden önce genel anlamda içinde bulunduğumuz, başta ekonomideki sorunlarla ilgili olmak üzere bazı temel problem alanlarına dönük düşüncelerimi sizlerle paylaşmak isterim.

Sayın milletvekilleri, Türkiye, başarısız bir yönetim altında, varlığı ve bütünlüğü tartışmalı bir hâle gelmiş, ardı ardına yaşadığı buhranlarla köşeye sıkışmıştır. Hareketsiz ve kontrolsüz olarak uçurumun kenarına gelen devlet ve toplum hayatı, hiçbir dönemde olmadığı kadar ciddi beka sorunuyla muhatap olmuştur. Siyasetteki dengenin ve istikrarın kaybı toplumda cepheleşmeyi teşvik etmiş, hayatın her alanında yozlaşma, ahlaki çöküntü, değer ve norm zedelenmesi yaşanmaya başlanmıştır. Kültürel gerçeklerimizden ve toplumsal temellerimizden kopan ekonomik sistemle birlikte milletimiz çok büyük bir açmazın ortasına düşmüştür.

Bu eleştirileri yaparken elbette ki şu gerçeği de göz ardı etmemiz mümkün değildir: Ülkemizin ekonomik yapısı ve gelişmesi, bu zamana kadar çoğunlukla dinamik merkezler tarafından biçimlendirilmiş, yönlendirilmiş, şartlandırılmış ve sınırlandırılmıştır. Nitekim ekonomik bağımlılık ilişkisinin, belirleyen değil ama belirlenen tarafı olmayı içine sindiren, hatta ayakta kalabilmek için bu süreci hızlandıran AKP kadroları, esasen ekonomik meseleleri samimiyetle çözmeyi hiçbir zaman aklına dahi getirmemiştir. Diğer taraftan, ekonomik sistemin küresel alana aşırı bağımlı yapısı ve insanı dışlayan mekanik kurgusu, zaten birikmiş sorunların kalıcı olarak çözülmesini zorlaştıran başlıca faktörler arasında yer almıştır.

Piyasanın düzen ve istikrarını insan mutluluğunun üzerinde gören böylesi anlayışın elbette ki krizlerden zarar gören milyonlarca vatandaşımızla ilgili bir kaygısı olmayacaktır. Görünmez bir elin dengeleyici ve yönlendirici misyonuna duyulan derin hayranlık ve beraberindeki teslimiyet, tecrübeyle sabittir ki, görünen ve sahip olunan değerlerin tahrip olmasının da gerekçesi ve bahanesi olmuştur. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler.” felsefesiyle alınan mesafeler, gelinen aşamalar sürekli olarak milletimizde büyük kayıplar oluşturmuştur ve bu yaklaşımın ortaya çıkardığı, en azından tetiklediği ve hızlandırdığı ekonomik yıkım, başta ülkemiz olmak üzere yaşadığımız yerküre üzerinde büyük tahribatlara da davetiye çıkarmıştır. Hatırı sayılır süredir serbestleşme ve küreselleşmeyle birlikte yürüyen krizler, finansal işlemlerdeki kontrol ve gözetim eksiklikleriyle birleşince doğal olarak etki alanını daha da genişletmiştir. Nitekim dünya genelinde aşırı ve anormal kâr istekleriyle etik değerlerin üzeri örtülmüş, çığırından çıkan bir ekonomik düzenin ahlaki değerlerden uzak altyapısı oluşturulmuştur. Bu ekonomik düzenin mağdurları ve kaybedenleri bellidir. Bunlar, dünyanın her yanında yaşayan ve aralarında milyonlarca vatandaşımızın da bulunduğu milyarlarca yoksul, çaresiz, umutsuz ve sağlıksız kitlelerden başkaları değildir.

Sayın milletvekilleri, küreselleşme, teknolojik gelişmenin belirleyiciliğinde iletişim ve ulaştırma faaliyetlerindeki gelişmeyle gündemdeki yerini her geçen gün sağlamlaştırmaktadır. Ulus devletlerin dayandığı politik topluluğun hem sosyolojik maliyetini hem de egemenlik haklarını dönüştüren küreselleşme sürecinin dayatmaları krizlerin ortaya çıkmasının da bir nedenidir. Milyarlarca insan, bu dengesiz ve adaletsiz sistem yüzünden beslenme ve barınma sorunları yaşamakta, yeterli eğitim ve sağlık hizmetleri alamamaktadır. Nitekim günde 2 doların altında gelir elde eden 1 milyar 300 bin insanın yanı sıra, 500 milyona yakın kişi de günde 1 doların altındaki bir gelirle ayakta kalmaya çalışmaktadır. Bugün yaklaşık 900 milyon insan içilebilir temiz su imkânından mahrum bir hâlde yaşamaktadır. Gelecek yıl, günlük geliri 1,25 dolardan az olan 90 milyon insanın daha sefalet şartlarına mahkûm olacağı tespit edilmiş durumdadır. 2009 yılında 1 milyar 20 milyon kişi yeterli gıdadan uzak kalmış, bir önceki yıla göre yaklaşık 100 milyon insan açlığa terk edilmiştir. Bu rakamlar son kırk yılın en yüksek verileri olarak son derece dikkat çekicidir. Dünyada 600 milyon yoksul çocuk yaşamakta, bunların yaklaşık 40 milyonu açlık tehlikesiyle karşı karşıya bulunmaktadır. Her gece 800 milyon insanın aç uyuduğu ve her gün 50 bin kişinin ise açlık ve yoksulluktan öldüğü, dünya genelinde 1 milyarı aşkın insanın aç olduğu bir manzara insanlığın karşısındadır. Gelir dağılımındaki adaletsizlik, yoksulluk, işsizlik, terör, iklim değişiklikleri, çevre kirliliği gibi konular insanlığın temel problem alanları olarak göze çarpmaktadır. AKP İktidarının iştahla eklemlenmeye çalıştığı küresel ekonomik düzenin kısa özeti bu şekildedir.

Sayın Başbakanın eş başkanlığını yaptığı Büyük Orta Doğu Projesi de ifade etmeye çalıştığım bu karanlık tablonun maskelenmiş stratejik ayağını oluşturmaktadır.

AKP kadrolarının ağzından düşürmediği “Osmanlının hakkaniyetli cihan nizamı anlayışı” sömürgecilikten, kölecilikten ve yoksulluktan beslenen bu küresel ekonomik sistem ile ve bu insanlık dışı manzarayla nerede benzerlik göstermektedir?

Küreselleşmenin bilançosunda, eşitsizlik, yoksulluk, etnik çatışma, coğrafyaların değişmesi, devletlerin parçalanması, ülkelerin bölünmesi, kutuplaşma ve silahlanma mutluluk, refah ve yardımlaşmadan daha ağır basar hâle gelmiştir. Bunun yanı sıra küreselleşmenin adalet, refah ve iş birliği vadettiğini de söylemek şu hâliyle çok mümkün değildir. Ekonomik bağımlılığını artıran bu süreç, daha çok son yıllarda iyice şekillenen bölgesel ittifaklar aracılığıyla, önümüzdeki yıllarda çetin geçeceği aşikâr olan ekonomik ve kültürel rekabeti de öngörmektedir.

Bu küresel dayatmalar karşısında, millî devletin temelini oluşturan anahtar kavramlar olan millet, milliyet ve millî kültürün küreselleşme karşısında ayakta durma mücadelesi alabildiğine artmıştır. Bunların hemen arkasında da, millî egemenlik, demokrasi, dayanışma, bağımsızlık ve onurlu yaşamanın önemi de daha da belirginlik kazanmıştır ancak, tehlikelerle dolu olan Avrupa Birliğiyle müzakere sürecinde söz konusu kavramların hepsi tartışılır hâle gelmiştir.

Türk milletinin kendisine olan inancı zayıflatılarak, millet olma bilincinin köreltilmesine dönük çabalar hız kazanmıştır. Yeni ekonomi adıyla propagandası yapılan bu adaletsiz küresel düzenin, ulus devlet yapılarını çözmek ve ayrıştırmak istediği de ortadadır.

Uzunca bir süredir, küresel güçlerin, gelişmekte olan ya da az gelişmiş ülkelere, demokrasi ve insan hakları kılıfıyla, böl, parçala ve yönet politikalarını dayattıkları anlaşılmıştır.

İstikrarsız bir ekonomi, sürdürülebilir ve kontrollü siyasi istikrarsızlığın bir sonucu ve hızlandırıcısı olarak milletimize büyük acılar, zulümler ve sıkıntılar yaşatmaktadır.

Türk milleti, böyle bir mağduriyeti hak etmemektedir. Fakirlik bir kader, işsizlik mutlak bir son değildir, olmamalıdır. Hakkaniyetten uzak bu ekonomik süreç, önce bu sürecin mağduru olan milletimiz tarafından mutlaka değiştirilmelidir; inancımız odur ki, değiştirilecek ve tersine de çevrilecektir.

Sayın milletvekilleri, bilindiği üzere, üretimden kopuk, tamamen kâğıt üstü soyut kıymetlerin ekonomik sistemi felç etmesiyle geçtiğimiz yıl dünyayı etkisi altına alan ekonomik kriz ortaya çıkmıştır. 2008 yılında başlayan küresel krizin finansal piyasalardan reel ekonomilere sıçraması ise 2009 yılında gerçekleşmiştir.

Kriz her ne kadar ABD kaynaklı olarak ortaya çıkmışsa da uluslararası ticaret ve kredi piyasaları yoluyla diğer ülkeleri de önemli oranda hâkimiyeti altına almıştır ancak küresel krizin çıktığı ülkeler gerekli tedbirleri alarak krizin ateşini az da olsa söndürebilmişken en başta kendi iç çelişkilerinden kaynaklanan düzensizlik ve dengesizliklerle krize yakalanan Türkiye ekonomisi yoğun bakım ünitesinden hâlâ çıkabilmiş değildir.

Ne üzücüdür ki uzun yıllardan beri, değişik dönemlerde ülkemizde ortaya çıkan ekonomik sorunlar gündemi haklı olarak sürekli işgal etmiştir ve AKP İktidarının Türkiye ekonomisini âdeta sürükleyerek tuzağına düşürdüğü kriz hâli bunun en son örneğini teşkil etmiştir. Cumhuriyetin kuruluşundan bu zamana kadar geçen seksen altı yıllık zaman zarfında artan ve tekrarlayan sıklıkla ve şiddetle ekonomide müzmin krizler yaşandığını inkâr etmek mümkün değildir. Geçtiğimiz yıl başlayan kriz de dâhil olmak üzere bunlardan yedisi ekonomik sistemi derinden sarsan ve toplumsal dengeyi altüst eden özellikler taşımışlardır: 1929-31, 1958-61, 1978-81, 1988-89, 1994, 1998-2001, 2008-2009. İlave olarak etki alanı daha dar ve kısa menzilli dört ekonomik kriz daha yaşanmış ve milletimiz için ortaya çıkardığı sonuçları ağır olmuştur; 1947, 1969, 1982, 1991’deki gibi.

Türkiye, her on yıllık sürenin sonuna doğru ya şiddetli ya da hafif bir krizi mutlaka yaşamıştır. Yirmi yılda bir görülen ve bu yirmi yıllık dönemlerinin sekizinci yılında başlayan krizler, söz gelimi, 1958, 1978, 1998 olağanüstü şiddet ve uzunlukta olmuş, özellikle 1978 ve 2008 yılı krizleri her açıdan milletimize çok pahalıya mal olmuştur.

Kabul ve itiraf etmek lazımdır ki, ekonomiyi uluslararası alana eklemlemede fazlasıyla hevesli olmak, ekonominin girdiği kriz çarkına içeriden müdahaleyi etkisizleştirmektedir. Bu durum, aynı zamanda, krize müdahalede yararlanılacak politik araçları da tesirsiz hâle getirmektedir.

Bu çerçevede, ülkemizde dışa açılmanın hem siyasal tercihler hem de dayatmalar ve hem kurumsal bağlantılarla doğru çıktığı 1990’lı yılların dünyadan bize yansıyan istikrarsızlaştırıcı tesirlerle çakışması çok normal ve çok doğaldır. Bahsetmeye çalıştığım bu anormal manzaranın iç siyasetimizin yarattığı gelgitler sonucunda oluşan kaosla birlikte daha da arttığı ortadadır.

Biliyoruz ki hükûmetlerin her zaman için ekonomiyi denetleyici ve yönlendirici politika aletleri vardır ve olmalıdır. Etkinlikle kullanılması hâlinde, bunlar, ekonomik krizleri sınırlarken krizden çıkışı da kolaylaştırabilecektir. Nitekim, bütçe politikası bunun en belirginlerindendir. Ne var ki AKP Hükûmetinin izlediği yanlış ve hatalı politikalar neticesinde bu işaret etmeye çalıştığım hususların hiçbirisi gerçekleşmemiştir. Küresel alanda cereyan eden kriz içteki olumsuzluklar ve beceriksizlikler sayesinde ve aynı zamanda ekonomik sistemimizin tabiatında yer alan krize yatkınlıkla birleşince ortaya çok büyük maliyetler çıkmıştır. Ekonomideki alaborayı bir teknenin alaborasıyla karıştıran iktidar zihniyeti tedbir almakta inat edince, bugün yaşadığımız ve her alana bulaşan kapsamlı problemlere kapı aralamıştır.

Birbirinden kopuk tedbirlerle krize karşı mücadele edildiğini iddia eden siyasi iktidar, her şeyden önce, ekonomideki açmazları tahlil ve izah edecek bir görüş genişliğine bile sahip olmadığını her fırsatta göstermiştir.

Sadece bir şey yapmış olmak için bazı adımlar attığı anlaşılan AKP Hükûmetinin, krizi ortadan kaldıracak fikrinin, inancının, gücünün ve kararlılığının olmadığı bugün çok daha net olarak görülmektedir.

Üreten sektörlerin ihmal edilmesi, insanımızın dertlerinin ciddiye alınmaması ve güvenden yoksun, sanal makro verilerle ekonominin tasvir ve tahlil çabaları bugüne kadar hiçbir fayda sağlamamıştır.

Bununla birlikte, geride kalan yıllarda, kendi dışımızdaki gelişmelerden dolayı yakaladığımız ekonomideki avantajlı pozisyonun, vatandaşlarımızın hayat standardında kalıcı ve etkili sonuçlar doğurmaması, iyileşme ve gelir artışının iktidara yakın küçük bir azınlıkta ortaya çıkması, işlerin iyiye gittiğinin işareti sayılmamalıdır.

Bu çelişkilerle dolu özürlü manzarayı ülkemiz genelinde bir başarı olarak takdimde ısrar eden Sayın Başbakan Erdoğan, yoksullaşan, işsiz kalan, çaresizliğin acımazlığında kıvranan milyonları hamasetle avutmaya çalışmıştır.

Türkiye’yi baştan başa saran ve sosyal yapıyı sarsan krizi hâlâ “teğet” edebiyatıyla tevil etmeye çalışan iktidar, tedbirde çok geç kalmıştır ve olumlu etkileri konusunda ciddi şüphelerin çok fazla olduğu paketlerle krizi savuşturacağını zannetmiştir.

Büyüme, kalkınma ve zenginleşmeyi yalnızca rakamlarda arayan iktidar zihniyetinin, vatandaşımızın içine düştüğü ekonomik zorlukları çözmesi bir tarafa, anlamasının dâhi ihtimal dâhilinde olmadığı gelişmelerle ortaya çıkmıştır.

Takdir edersiniz ki, ekonomide sayılar ve rakamlar önemlidir. Ancak her rakamın arkasında insanımızın acıları, gözyaşları ve dertlerinin bulunduğunu unutmamak lazımdır. Küçük bir rakam ve yüzde, çok sayıda insan için iş veya işsizlik, açlık veya  tokluk, çare veya sıkıntıdır.

Sayın milletvekilleri, 1929 ekonomik krizi dışında yaşadığımız ekonomik krizlerin hemen hepsinin ağır bir siyasi faturası olmuştur. Soğuk savaş yıllarında yaşanan 1958 ve 1978 krizlerini, askerî darbe, demokrasinin askıya alınması ve siyasi parti kapatma süreçleri izlemiştir. Milletimiz uzunca bir süre bu müdahalelerin neden olduğu siyasi çalkantılarla sarsılmıştır. Her ekonomik kriz peşi sıra demokratik sistemin tartışılmasını beraberinde getirmiş, bundan en fazla zararı elbette büyük milletimiz yaşamıştır. Çalkantı, kriz, askerî müdahale ve dışa bağımlılık, birbirini izleyen ve iç içe geçmiş süreçler olarak ülkemizin talihsiz ve demokratik olmayan bir alışkanlığı hâline gelmiştir. Hem ekonominin hem demokrasinin kısır döngüsü olarak tanımlanabilecek bu fasit daire geride kalan yıllarda büyük kayıplarımıza neden olmuştur. Bununla birlikte, ülke çıkarımıza uygun düşmeyen, millî gerçeklerimizle bağdaşmayan, hatta kimi zaman mantık dışı ekonomi politikalarıyla da yüz yüze gelinmiştir.

Bugün de dışarıya hevesle bağlanan ve geleceğini dış bağlantılarda arayan AKP İktidarı, bu anlayışın doğal sonucu olarak insanımızın refahını, uluslararası kuruluşların raporlarında, borsa endekslerinde, küresel finans kurumlarının himmetinde aramaktadır. Olumlu olduğuna inandığı en küçük veriyi bile başarı gibi takdim etmekten başka seçeneği kalmamış Sayın Başbakan Erdoğan’a, sadece sokaklara, caddelere, pazarlara, çarşılara,  tarlalara, bostanlara, fabrikalara bakarak insanımızın ne hâle geldiğini görmesini tavsiye ediyorum. Buna ilave olarak, uluslararası yalancı şahitlere sığınarak ortada duran gerçekleri değiştirmeye çalışanları içinden çıkmakta bir türlü başarılı olunmayan krizlerin sosyal sonuçlarına da bakmaya davet ediyorum. Nitekim her krizin kaybedenleri bellidir ve onlar da milyonlarca dar ve az gelirli insanımızdan başkası olmamıştır.

Krizlerin yanlış politika ve öngörü hatalarından çıktığı, savruk ve sorumsuz uygulamalarla daha da derinleştiği aşikârdır. Ayrıca, ekonomik dengesizliğin siyasal ve toplumsal bunalımlara anında dönüştüğü, bu zamana kadarki tecrübelerle sabittir.

Yedi uzun yıldır iktidar sorumluluğunu taşıyan Adalet ve Kalkınma Partisi kendisine tanınan fırsatları birer birer heba etmiş, en müsait şartlarda dahi ekonomik problemleri çözememiştir. Ekonominin dış etkenlerdeki gelişmelerden dolayı oransal büyümesini ve sanal gelişmesini de yanlış yorumlamıştır. Nitekim dünya büyüme oranlarının yüzde 4 ile 5 arasında seyrettiği bir dönemde Türkiye ekonomisi de bundan kendine düşen hisseyi almıştır. AKP Hükûmetince iftiharla her ortamda propagandası yapılan bir ekonomik büyüme, esasen 2005 yılından itibaren gerilemeye başlamış, 2006 yılından sonra da bu düşme daha da belirginlik kazanmıştır. 2003-2007 döneminde ortalama yüzde 6,9 olan gayrisafi yurt içi hasıla artış oranı 2008 yılında yüzde 0,9 olarak gerçekleşmiştir. 2008’in ilk yarısında yüzde 4,9 büyüme olarak hesaplanan gayrisafi yurt içi hasıladaki değişim, küresel krizin etkilerini gösterdiği 2008’in ikinci yarısında yüzde 2,7 oranında düşüş olarak gerçekleşmiştir.

2009 yılına gelindiğinde, yılın ilk çeyreğinde gayrisafi yurt içi hasıladaki daralma yüzde 14,3 olarak gerçekleşerek son yılların en yüksek seviyesine çıkmıştır. Gayrisafi yurt içi hasıladaki daralma 2009 yılının ilk altı aylık döneminde 2008’in aynı dönemine göre yüzde 10,6 oranında gerçekleşmiştir. İşsizlik sözde büyümeye rağmen artmaya devam etmiş, Türkiye, Güney Afrika ve İspanya’yla birlikte işsizliğin en yüksek olduğu üç ülkeden birisi hâline gelmiştir. Dış talepte yaşanan düşüş neticesinde imalat sanayisinin daralması ve ülke içi ekonomik faaliyetlerin azalmasıyla işsizlik oranlarında 2008 ve 2009 yıllarında büyük artış yaşanmıştır. 2007 yılında 10,3 olan işsizlik oranı 2008’de yüzde 11’e çıkmış, 2009 yılı Şubat ayında yüzde 16,1 olarak yıl içindeki en yüksek seviyeye ulaşmıştır. “Kriz teğet geçti, en az etkilendik, bize bir şey olmaz.” denildikçe yüz binlerce vatandaşımız işsiz kalmış, fabrikalar kapanmış, her ocaktan feryatlar yükselmiştir. Krize fırsat gözüyle bakıldıkça kriz acı ve katlanılmaz yüzünü daha çok yoksulluk, sefalet ve şikâyet olarak göstermiştir. Bugün evler, sokak araları, kahvehaneler küçümsenen kriz nedeniyle çaresizliğe mahkûm olmuş insanlarımızla doludur. “Nereden nereye geldik.” diyerek dönem dönem kendi iktidarıyla önceki dönemleri karşılaştıranların gerçekten de Türkiye’yi nasıl içinden çıkılmaz duruma  soktuğu ortadadır. Ekonomiyi borsa endekslerinde, faiz oranlarında, döviz kurunda arayan ve bu alanlardaki gelişmelerle izah etmeye çalışan ekonomi algısından başka bir şey beklemek de mümkün değildir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; takdir edersiniz ki hayatımızın her alanına nüfuz eden bütçeyi buradan bütün yönleriyle ve ayrıntılı olarak analiz edecek zamana sahip değiliz. Bu konuları bütçeyle ilgili müzakereler esnasında grubumuzu temsilen söz alacak olan arkadaşlarım yüce Meclise             -görüşlerimizi- detayıyla ifade edeceklerdir. Buna rağmen, 2010 yılı bütçesiyle ilgili olarak genel bir değerlendirmeyi sizlerle paylaşmak istiyorum.

2009 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu’nda başlangıçta merkezî yönetim bütçe giderleri 259 milyar 156 milyon TL, bütçe giderleri de 248 milyar 758 milyon TL olarak öngörülmüştür. Bu çerçevede 2009 yılında 10 milyar 398 milyon TL bütçe açığı hesaplanmış ve bütçe açığının gayrisafi yurt içi hasılaya oranının ise yüzde 0,9 olarak gerçekleşeceği tahmin edilmişti. Ne var ki baştan itibaren temelsiz ve ekonominin gerçeklerinden kopuk olarak hazırlandığını dile getirdiğimiz 2009 yılı bütçesiyle ilgili görüşlerimizde ne kadar haklı olduğumuz bir kez daha ortaya çıkmıştır.

2009 yılı Ocak-Ekim döneminde bütçe giderleri 218 milyar 600 milyon TL, bütçe gelirleri ise 175 milyar 368 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. Bu dönemde bütçe açığı da geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 784,7 artmış ve 43 milyar 232 milyon TL düzeyine ulaşmıştır. Hükûmetin öngörüsüzlüğü ve önlem almada son derece isteksiz olduğu kriz nedeniyle kamu giderlerindeki artış ve gelirlerindeki azalma sebebiyle bütçe açığının  2009 yılı sonunda 62 milyar 824 milyon TL, bütçe açığının gayrisafi yurt içi hasılaya oranının ise yüzde 6,6 olarak gerçekleşmesi gündeme gelmiştir.

Bu hâliyle, AKP İktidarı bütçeyi hiçbir anlamı ve önemi kalmayan bir kâğıt tomarı hâline dönüştürmüştür. Özellikle bütçe büyüklüklerinin dayandığı içinde bulunduğumuz yıl için söz konusu olan yüzde 4’lük büyüme tahmininin abartılı olduğunu, 2009 yılı bütçesinin görüşülmesi esnasında ve sonrasında yaptığımız ikazlarla sürekli gündeme getirmiş ancak Hükûmeti aymazlığından bir türlü döndürememiştik. Oysaki geride bıraktığımız aylardaki gelişmeler bu uyarılarımızda da ne kadar haklı olduğumuzu göstermiş, nitekim, 2009 yılında Türkiye ekonomisinin yüzde 6 küçüleceği ortaya çıkmıştır. Ne var ki, Türkiye ekonomisinin 2009 yılındaki acı derslerinden kendi hissesine düşen sonuçlar almakta direnen iktidar partisinin hazırladığı 2010 yılı bütçesi, yine umut verici olmaktan uzaktır. Bu defa da 2010 yılı ekonomik büyümesinin yüzde 3,5 civarında gerçekleşmesi ve izlenen yıllarda kademeli bir şekilde yükseleceği tahmin edilmektedir. Orta vadeli programda ve bütçede yüzde 6 düzeyinde bir küçülme hedefinden sonra, Türkiye ekonomisinin 2010 yılında nasıl olur da yüzde 3,5 oranında büyüyeceği hususu izaha muhtaçtır. Finansman kaynaklarının açıklanamadığı, yükselen kamu açıkları ve kamu borçlanma gereğinin ve bunun tetikleyeceği enflasyonist etkilerin bütçede göz ardı edildiği ortadayken, bu büyüme seviyesine ulaşılmasının mümkün olmadığı şimdiden belirginlik kazanmıştır.

Ekonominin uzun yıllardır, 2009’da olduğu kadar daralmadığı ortadadır. Bu kusurun ise başlı başına Hükûmetin krizi önemsememesinden ve lazım gelen tedbirleri almamasından kaynaklanmış olduğu kuşku götürmez bir gerçektir. İlave olarak, yedi yıldır tek başına hükûmet olmasına rağmen, AKP’nin ekonominin yapısal sorunlarını çözmekte başarısız olması, ortaya çok kötü bir tablonun çıkmasına da neden olmuştur. Ekonomik krizin temelde ve öncelikle reel sektörü baskı altına almasına rağmen, gelecek yıl bütçesinde reel sektörü rahatlatacak hiçbir tedbire yer verilmemesi tam bir AKP klasiğidir.

2010 yılı merkezi yönetim bütçesinin ülkenin dört bir tarafında ihtiyaç duyulan yatırımı götüren, reel kesimi destekleyen, ekonomik gelişmeye odaklanmış, refahı dikkate alan bir bütçe olmaktan tamamen uzak olduğu bütün yönleriyle ortaya çıkmıştır. Krizin etkisiyle bozulan kamu mali dengelerinin düzelmesi yönündeki önümüzdeki yılda da ümitvar olmamızı sağlayacak bir gelişme söz konusu değildir. 2010 yılı merkezî yönetim bütçesinin giderleri 286 milyar 928 milyon TL, gelirleri 236 milyar 794 milyon TL, bütçe açığı ise 50 milyar 134 milyon TL ve faiz dışı fazlanın da 6 milyar 616 milyon TL olarak gerçekleşeceği öngörülmüştür. Bu kapsamda 2010 yılı bütçesi krizden çıkışı sağlayamayacak, krizi toplumsal yapıya daha çok yayacak bir nitelik gösterecektir. Bütçe açığındaki tehlikeli artış başkaca bir yorum yapmamıza gerçekten de mani olmaktadır. 2010 merkezî yönetim bütçesinde faiz hariç bütün giderlerinin 2009 yılı sonu tahmininden yüzde 9 oranında fazla belirlenmiş olmasına karşın yüzde 3,5’lik temelsiz büyüme öngörüsüyle bütçe gelirlerindeki yüzde 16,1; vergi gelirlerinde ise yüzde 18,2 oranındaki artış beklentisi gerçekçi ve tutarlı olmayacaktır.

Vergi gelirlerinin gayrisafi yurt içi hasıla içindeki payının 2010 yılında yüzde 18,8’e çıkarılması hedefinin temelden sakat ve yanlış olduğunu belirtmek isterim. Ekonominin içinde çırpındığı olumsuz şartlarda toplam vergi gelirlerinin geçen yıla nazaran gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 1,5’i nispetinde artırılması da şu hâliyle çok uzak görülmektedir. 2010 yılı merkezî yönetim bütçesinde giderlerin yüzde 7,6; faiz dışı giderlerin ise yüzde 9 oranında artacağı öngörülmektedir. 2010 yılında gayrisafi yurt içi hasıla deflatörünün yüzde 5, TÜFE’nin ise yüzde 5,3 artacağı düşünüldüğünde 2010 yılında bütçe giderlerinde oldukça önemli reel artışlar olacağı anlaşılmaktadır. Ayrıca, daralan iç talep, harcama eğiliminin zayıflaması, gelir yetersizliği 2010 yılında 2009 yılına göre gelir vergisi tahsilat artışı hedefinin yüzde 10,2 oranında tahmin edilmesinin çok hatalı ve basiretli bir davranış olmadığını ortaya koymaktadır.

Toplam KDV tahsilatında 2010 yılı hedefi ise yüzde 21,6’lık bir artışla 52 milyar 744 milyon lira düzeyindedir. Hükûmetin gelir vergisinde yüzde 10,2’lik bir artış öngörmesi, toplumun gelirlerinin yüzde 21,6 artmayacağını göstermektedir. Enflasyon beklentisinin yüzde 5,3, büyüme hedefinin yüzde 3,5 olmasına, tüketimin ve fiyatların artmayacağının öngörülmesine rağmen yüzde 21,6 KDV tahsilat artış hedefi tam anlamıyla bir tutarsızlık örneğidir.

Kamu çalışanlarına yönelik, 2010 yılında da altışar aylık dönemler itibarıyla yüzde 2,5 artı 2,5 zam yapılacak olması kamu görevlileri için daha zorlu günlerin habercisi niteliğindedir.

2010 yılı da toplumsal destekleme ve dolayısıyla çiftçi kardeşlerimiz açısından iyi bir yıl olmayacaktır. 2010 yılında tarımsal destekleme ödeneği nominal olarak 2008 yılındaki seviyenin altındadır.

Nitekim 2010 yılı bütçesi bu hâliyle sosyal yönü olmayan, kamu görevlilerini gözetmeyen, milletimizin sorunlarının altında ezileceğini tescil eden bir özelliğe sahiptir.

Hükûmetin 2010 yılı için getirdiği merkezî yönetim bütçe parametreleri ve orta vadeli çerçeve ekonomiye ivme kazandıracak, Türkiye’nin ilerleyen yıllarda büyümesine ve rekabet gücüne katkı sağlayacak bir kamu yatırım programı uygulanmayacağına işaret etmektedir. Nitekim 1998-2000 döneminde kamu yatırımlarının millî gelir içindeki payı ortalama yüzde 4,8 olmuşken, 2003-2010 döneminde bu oran yüzde 3,8 olarak gerçekleşmiştir. 2010 yılında toplam kamu yatırımlarında 2009 gerçekleşme tahminine göre yüzde 8,2 oranında bir artış öngörülmektedir. Bütçe açısından bakıldığında yatırım ödeneklerindeki artış yüzde 1,4 oranında olduğu görülecektir. Aynı kategoride yer alan ekonomiler arasında büyümedeki düşüşün en fazla Türkiye’de olduğu, işsizliğin en çok Türkiye’de yükseldiği ancak bu olumsuzlukların sağlıklı analizi yapılmadan bütçe hazırlandığı net olarak anlaşılmaktadır.

Son olarak şu hususların altını çizmeyi yararlı görüyorum: 2010 yılı bütçesi bu hâliyle inandırıcı olmaktan uzaktır ve aynı zamanda yetersizdir. Bundan dolayı Türkiye ekonomisi önümüzdeki yılı daha büyük zorluklar içinde geçirecek, milletimiz adına umut verici gelişmeler yaşanmayacaktır. Kendisi gibi inandırıcılıktan ve samimiyetten mahrum bir bütçe hazırlayan AKP İktidarı ile gelecek yıl da şimdiden kaybedilmiş gözükmektedir. Büyük bir ekonomik krizin içinden çıkış arayan ülkemiz önümüzdeki yılın bütçesiyle hiçbir sorunu aşamayacak “Ne yapalım, dünyada da kriz var.” diyen bakış açısıyla Hükûmet teslimiyetçi tutumunu ekonomide de sürdürecektir.

Bu bütçede Hükûmet işsizlik sorununun çözümünde devleti devre dışı bırakmış, istihdamı özel sektörün inisiyatifine terk etmiştir. Ne var ki daha şimdiden 50,1 milyar TL olarak öngörülen bütçe açığıyla özel sektörün kullanacağı finans imkânlarını kendine kullanacağını da ilan ederek özel sektörün yatırım konusunda da önünü kesmiştir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; kısaca Türkiye’miz için siyasi ve ekonomik krizler, belirsizlikler, çalkantılar ve gerginliklerle geçen, gelecek için kaygılarımızın derinleştiği kayıp bir yıl olan 2009’dan sonra 2010 yılının da heba edilen bir yıl olacağı anlaşılmaktadır ve bütün veriler 2010 yılının içinde bulunduğumuz 2009 yılından daha zor olacağını göstermektedir. Öngörülen gelirler toplanamayacak, giderler ise hedeflerin üzerine çıkacaktır. Bu bütçe hesap bilmezliğin değilse milleti aldatma anlayışının bir ürünüdür. Gerçeklerden uzak, sanal beklentilerle hazırlanan 2010 bütçesinde işçiye, memura, çiftçiye, emekliye, esnafa, işsize, yoksula, dar ve sabit gelirlilere bir umut yoktur. Müteşebbise, sanayiciye umut yoktur. Yatırıma, üretime ve istihdama bir umut yoktur. Eğitime, sağlığa, huzura ve kardeşliğe umut yoktur. Bütçenin ülkemizin ve milletimizin geleceğini şekillendirecek tercihleri ve öncelikleri dikkate alan ve ortaya koyan bir vizyonu da yoktur. Daha mutlu, daha müreffeh, daha huzurlu bir Türkiye’nin müjdesi de yoktur.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak samimi beklentimiz, insanlarımızın mutlu, huzurlu ve gelecekten daha umutlu olduğu, devleti, ülkesi ve milletiyle bir ve bütün olarak daha güçlü bir Türkiye’nin birlikte inşasıdır. Millet yararına olmayan hiçbir işin içerisinde olmadık, olmayacağız. Biz, daima, millet yararına çabaların içinde olacağız. Hükûmetin bu yöndeki çabalarına da katkıda bulunmaya hazırız.

Bu duygu ve düşüncelerle, 2010 yılı merkezî yönetim bütçesinin ülkemize ve milletimize hayırlı sonuçlar getirmesini diliyorum. Televizyonları başında bizleri izleyen vatandaşlarıma saygı ve sevgiler sunuyorum. Konuşmama son verirken hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Bahçeli, teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, gruplar adına konuşmalar tamamlandı. Şimdi, bütçe kanunu tasarıları üzerindeki görüşmelere şahıslar adına söz isteyen arkadaşlarımıza söz vererek devam edeceğiz.

İlk söz, bütçenin lehinde olmak üzere, Karaman Milletvekili arkadaşımız Sayın Lutfi Elvan’a ait.

Sayın Elvan, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

LUTFİ ELVAN (Karaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2010 Yılı Merkezi Bütçe Kanunu Tasarısı hakkında söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

1929 yılında yaşanan büyük buhrandan sonra dünyada yaşanan en büyük küresel krizden ülkelerin büyük çoğunluğu önemli ölçüde tahribat görmüştür değerli arkadaşlar. Ancak ülkemiz almış olduğu önlemler sayesinde yapısal bir tahribat görmemiştir ancak konjonktürel etkilenmeler olmuştur. 2001 yılına baktığımızda dünyanın hiçbir yerinde kriz yaşanmamış iken ülkemiz bir krizle karşı karşıya kalmış ve önemli ölçüde yapısal bir tahribat görmüştür. Krizin oluşturduğu tahribatın bedelini vatandaşımız ödemiştir ancak bugünkü global krizin konjonktürel etkisini vatandaşımıza ödetmedik ve ödetmeyeceğiz.

2010 yılı bütçesi sağlam ve gerçekçi bir makro ekonomik çerçeveye sahiptir değerli arkadaşlar. 2010 yılında öngörülen yüzde 3,5 büyümenin rahatlıkla gerçekleştirilebileceğine inanıyoruz. Bakın bu iyimser tabloyu sadece biz görmüyoruz, uluslararası kuruluşlar, Türkiye’yi krizden en hızlı çıkacak olan ülkeler arasında saymaktadır. OECD, ülkemizin 2010 yılında yüzde 3,7 oranında, 2011 yılında ise yüzde 4,6 oranında büyümesini öngörmektedir.

Bunun anlamı şudur değerli arkadaşlar: 2010 yılında Türkiye OECD ülkeleri arasında ikinci en hızlı büyüyen ülke olacak demektir. 2011 yılında ise yine OECD ülkeleri arasında birinci en hızlı büyüyen ülke olacak demektir.

Burada büyümeden bahsedilmişken, Sayın Baykal’ın değindiği hususa bir nebze ben de değinmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, elimde Uluslararası Ekonomik Göstergeler kitabı var. Bu kitapta elli yedi ülkenin büyüme rakamları var ve bu elli yedi ülke toplam dünya gayrisafi yurt içi hasılasının yüzde 99,9’unu alıyor değerli arkadaşlar. Sayın Baykal, sadece bir yılı aldı, 2007 yılını aldı ve dedi ki… Zannedersem 130 küsur düzeyinde bir sıralama söyledi. Bu 57 ülke arasında değerli arkadaşlar, Türkiye 30’uncu sırada. 2007 yılı için söylüyorum. 2005 yılına baktığımızda Türkiye 6’ncı sırada. 2004 yılına baktığımızda Çin’den sonra Türkiye en hızlı büyüyen bir ülke değerli arkadaşlar.

Biz farklı bir kulvarda koşuyoruz. Lütfen bizi rakiplerimizle kıyaslayın değerli arkadaşlar. Bizi, Gine’yle, Fas’la, Burkina Faso’yla, Mali’yle kıyaslamayın lütfen. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Arjantin ve Brezilya’dan bahset!

ABDULLAH ÖZER (Bursa) – G-20’lerle kıyasla.

LUTFİ ELVAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, diğer bir husus: Yine bizim işçimizin, memurumuzun, sigortalımızın gelir durumunun oldukça kötü olduğu söylendi.

Ben, Sayın Bakanımız Şimşek veya Yılmaz’dan, şu tablonun tüm milletvekillerine dağıtılmasını istiyorum değerli arkadaşlar. Bu tablo neyi gösteriyor? 2002 yılından 2009 yılına kadar devlet memurlarında, BAĞ-KUR’lularda, SSK’lılarda ne kadar artış sağlandığını gösteriyor.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hepsi refah içinde!

LUTFİ ELVAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, burada sadece ve sadece reel anlamda bir tek alanda düşüş var. O de nedir biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Yüksek düzeyli memurların maaşında. Bizim sosyal adalet anlayışımız budur değerli arkadaşlar, budur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu tablonun tüm özellikle muhalefet partisi milletvekillerine dağıtılmasını istiyorum değerli arkadaşlar.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Tabii, tabii.

LUTFİ ELVAN (Devamla) – 2002-2009 döneminde ne kadarlık bir reel artış sağladığımızı hepiniz göreceksiniz. Özürlülerde yüzde 450,  BAĞ-KUR’lularda yüzde 155. Bunlara lütfen bakınız, lütfen.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Kaç lira?

LUTFİ ELVAN (Devamla) – İşsizliğe yönelik olarak değerli arkadaşlar, şunu belirteyim, şunu belirteyim…

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – BAĞ-KUR emeklisinin maaşı kaç lira oldu? Onu söyle!

LUTFİ ELVAN (Devamla) – Avrupa ülkeleri arasında istihdam yaratmada en iyi ülke konumundayız. Elbette işsizlik rakamlarımızda yükseklik var. Bunu biz kabul ediyoruz ama istihdam yaratmada en başarılı ülke biziz. Rakamlara bakınız…

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – İşsizlik filan yok memlekette!

LUTFİ ELVAN (Devamla) – Rakamlara bakınız. Size şunu söyleyeyim: 2004-2008 döneminde AB ülkeleri arasında tarım dışı alanda istihdam sağlamada yüzde 16,2’lik bir artış sağlamış iken bizi takip eden ikinci ülke ise İrlanda’dır, yüzde 15,2. Birinci sıradayız değerli arkadaşlar. Bunları görmezden gelmeyelim lütfen.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dünyada yaşanan…

Bir hususa daha değinmek istiyorum yine Sayın Baykal’la ilgili olarak. Yine, hormonlu büyümeden bahsetti değerli arkadaşlar. Ben size şunu söyleyeyim: Avrupa’da şu anda tüketilen her 2 televizyondan 1 tanesi hormonludur arkadaşlar, bunu biliniz. Avrupa’da tüketilen otomobiller, kullanılan otomobiller hormonludur, bunu da biliniz çünkü bunlar Türkiye’de üretiliyor arkadaşlar, Türkiye’de üretiliyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK PARTİ son yedi yılda yapmış olduğu reformlarla değişimin ve dönüşümün simgesi hâline gelmiştir. AK PARTİ’nin diğer partilerden en büyük farkı yenilikçi olmasıdır, dünyaya açık olmasıdır, yapısal sorunlardan kaçmayan, aksine bu sorunların üzerine giden ve çözüm üreten bir parti olmasıdır. Tüm planlarını ve programlarını finansmanıyla birlikte ortaya koyan ve bunları bir eylem planına dönüştürerek bizatihi uygulayan bir partidir değerli arkadaşlar. AK PARTİ, bir taraftan dünyaya açık, piyasa ekonomisine dayalı, rekabetçi politikalar uygularken diğer taraftan sosyal devlet ilkesini hayata geçiren bir partidir. Gerçekleştirilmesi güç olduğu bilinen bu politikayı AK PARTİ uygulamış ve başarmıştır. AK PARTİ dünyaya rekabetçi bir anlayışın sosyal devlet anlayışıyla paralel götürülebileceğini göstermiştir değerli arkadaşlar.

CANAN ARITMAN (İzmir) – Sosyal devlet mi kaldı?

LUTFİ ELVAN (Devamla) – Peki, bu nasıl başarılmıştır? Değerli arkadaşlar, biz hiçbir zaman popülist davranmadık, halkın sesine kulak verdik, çağdaş dünyayı yakinen takip ettik, rasyonel olan neyse onu yaptık. AK PARTİ olaylara bütüncül yaklaşımıyla güven ve istikrarın teminatı olmuştur değerli arkadaşlar.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sokaklar kan gölü!

LUTFİ ELVAN (Devamla) – Biz, birilerinin yaptığı gibi, geleceğimizi karartma pahasına otuz sekiz-kırk yaşındaki insanımızı emekli etmedik değerli arkadaşlar. Biz çocuklarımızı düşünüyoruz, biz partimizden çok geleceğimizi düşünüyoruz.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Mezarda emekli edeceksiniz!

LUTFİ ELVAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, AK PARTİ sorunlardan şikâyet eden bir parti değil, sorunlara çözüm üreten bir partidir. AK PARTİ yıllardan beri iktidara gelen hükûmetlerin üzerine gidemediği kronik sorunların üstesinden gelmiştir. Tam yirmi beş yıl, tam yirmi beş yıl bu ülkenin siyasetçileri, ekonomi profesörleri, köşe yazarları enflasyonun nasıl düşürüleceğini tartışmışlardır arkadaşlar, tam yirmi beş yıl ve buna çare bulamamışlardır, sonuç nafile olmuştur, imdada AK PARTİ yetişmiştir.

Değerli arkadaşlar, yıl 1961, Türkiye ilk kalkınma planını hazırlıyor ve planda sosyal güvenlik reformundan bahsediliyor. Bu husus daha sonraki kalkınma planlarının değişmez bir maddesi hâline geliyor ancak hiçbir iktidar bu sorunun üzerine gitme cesaretini bile gösteremiyor. Sonunda imdada yine AK PARTİ yetişiyor değerli arkadaşlar.

AK PARTİ öncesi iktidarlar, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne yönelik hiçbir finansal ayağı olmayan paketler üstüne paketler açıyorlar, çok güzel raporlar hazırlıyorlar ancak bunlar hiçbir zaman uygulamaya dönüştürülemiyor, sadece ve sadece rafları süslüyor. AK PARTİ İktidarı ise bölgeye yönelik programını hazırlıyor, bunu eylem planına dönüştürüyor, bütçeye gerekli ödenekleri koyuyor ve uygulamaya geçiriyor değerli arkadaşlar, GAP Projesini hızlandırıyor.

GAP Projesinden bahsedildi. Değerli arkadaşlar, beş yıl için aşağı yukarı 22 milyar TL’lik ödenek ayrılmıştır. Bunlar lafta değil, raflarda olan dokümanlarda değil, bizatihi gerçekleştirdiğimiz ve gerçekleştireceğimiz şeylerdedir.

“SODES” adını verdiğimiz Sosyal Destek Programını başlatıyor. Yine tüm ülke çapında yerel kalkınmayı harekete geçirmek için kalkınma ajansları kuruyor, cazibe merkezleri oluşturuyor. Ne için? İllerimizin, bölgelerimizin potansiyelini harekete geçirmek için, yerel düzeyde insan kaynağımızı güçlendirmek için; kısacası Anadolu’yu ayağa kaldırmak için, Erzurum, Van, Şanlıurfa, Mardin gibi illerimizi cazibe merkezleri yapmak için…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Elvan, size de ilave süre vereceğim. İki dakikada ta-mamlayabilir misiniz.

LUTFİ ELVAN (Devamla) – Lütfen…

BAŞKAN – Buyurun.

LUTFİ ELVAN (Devamla) – Acaba AK PARTİ öncesi iktidarlar KOBİ’lere, gençlere, kadınlara yönelik ne tür programlar uyguladı? Bunları çok merak ediyorum ve burada dinlemek istiyorum. KOSGEB, Kredi Garanti Fonu, Türkiye İş Kurumu gibi kuruluşlar AK PARTİ öncesi, adının olup varlığının tartışıldığı kuruluşlardı değerli arkadaşlar.

ÇETİN SOYSAL (İstanbul) – Şimdi, hortumlama yeri oldular!

LUTFİ ELVAN (Devamla) – İktidarımız döneminde bu kuruluşlar aktive edilmiş, binlerce KOBİ’ye destek sağlanmış, on binlerce insanın meslek edindirme kurslarına katılımı sağlanmıştır. Sadece örnek olması açısından söylüyorum: Bizden önceki iktidarlar döneminde yılda 10 milyon lira bile çok görüldü aktif iş gücü programlarına değerli arkadaşlar, 10 milyon lira bile tahsis edemediler aktif iş gücü programlarına. Biz 2009 yılında 511 milyon lira, 2010 yılında 495 milyon lira ödenek tahsis ettik. Sadece ve sadece bu yıl 200 binin üzerinde insanımız aktif iş gücü programlarından faydalandı. Bana şunu söyleyebilir misiniz: “Bizden önceki iktidarlar döneminde yılda birkaç bin kişi aktif  iş gücü programlarından faydalandı.” Kimse bunu söyleyemez değerli arkadaşlar.

Kısacası, değerli arkadaşlar, biz üretken bir toplum oluşturmaya çalışıyoruz. Geri kalmış ülkelerin her şeyi devletten bekleyen anlayışı yerine, çalışmak isteyene, üretmek isteyene, girişimci olmak isteyene destek verme anlayışını yerleştirmeye çalışıyoruz. Diğer taraftan, bu yaklaşıma paralel olarak altyapı yatırımlarına öncelik veriyor, sosyal devlet anlayışını yerine getiriyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, artık sadece nicelik olarak büyümüyor, nitelik olarak da büyüyor. Türkiye’nin artık ölçeği değişmiştir. Türkiye, artık millî gelir açısından, kişi başı gelir açısından, dış ilişkiler açısından farklı bir düzleme girmiştir. Türkiye’nin sadece bölgesel bir güç olmadığı, aynı zamanda dünyada nüfuz alanının önemli ölçüde genişlediği zikredilmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Elvan, ilave süreniz de doldu. Lütfen, Genel Kurulu se-lamlayın, tekrar açıyorum.

LUTFİ ELVAN (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.

Bunlar sadece benim değil dış dünyanın da tespitleridir değerli arkadaşlar.

Konuşmama son verirken şunu belirtmek istiyorum: Her ülkede olduğu gibi bizim ülkemizde de elbette sorunlar var ancak AK PARTİ İktidarı bu sorunları çözecek güç ve inanca sahiptir. 2010 yılı bütçesi önümüzü daha da açacak, gücümüze güç katacak bir bütçedir değerli arkadaşlar.

Beni dinlediğiniz için hepinize çok teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Elvan, teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, Hükûmetin söz talebi vardır.

Şimdi Hükûmet adına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı kürsüye davet ediyorum.

Buyurun Sayın Erdoğan. (AK PARTİ sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyor, 2010 mali yılı bütçe kanunu görüşmelerinin ülkemize, milletimize hayırlı olmasını diliyorum.

60’ıncı Hükûmet olarak 3’üncü bütçemizi, 58, 59 ve 60’ıncı Hükûmetler olarak da 8’inci bütçemizi bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşmeye başlıyoruz.

Konuşmama başlarken Bursa Kemalpaşa’da hayatını yitiren 19 madenci kardeşimize Allah’tan rahmet diliyorum.

Yine, Tokat Reşadiye’de terörist saldırı sonucu şehit olan 7 Mehmetçiğimizi de rahmetle anıyor, Allah’tan rahmet dilerken tüm yakınlarına ve milletimize başsağlığı temennisinde bulunuyorum.

İstanbul’da terör örgütünün istismar ettiği çocukların gerçekleştirdiği terör eyleminde molotoflu saldırıya maruz kalarak yaşamını yitiren Serap kızımıza da bir kez daha Allah’tan rahmet, ailesine sabırlar, başsağlığı diliyorum.

Özellikle konuşmamın hemen başında bir gerçeği vurgulayarak bazı tespitleri yapmak istiyorum. Tabii burada bu değerlendirmeleri yaparken de herhâlde hiç rahatsız olmamak gerekir. Zira, bu bir bütçe müzakeresi. Gönlümüz arzu eder ki tamamen bütçeyi konuşalım ama bütçenin dışında da çok açık, net, burada çok farklı konulara da girilebiliyor.

Sayın Baykal, Reşadiye saldırısını PKK’nın gerçekleştirdiğini söyleyemediğimizi, spekülasyon ürettiğimizi ifade etti.

Devlet yönetimi bir ciddiyet gerektirir.

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Çok ciddisiniz, çok!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Devlet ve hükûmet aklına estiğini konuşmaz, tespitlerini yapmadan, delillerini bulmadan konuşmaz. Zira, ülkede bir tane terör örgütü yok, terör örgütünün farklı isimlerdeki terör örgütleriyle de iş birliği hâlinde uygulamış olduğu, dayanışma hâlinde uygulamış olduğu terör de var.

RASİM ÇAKIR (Edirne) – Mesela?

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bunları tespit ederek açıklamaktır asıl olan.

CANAN ARITMAN (İzmir) – Olmaz böyle bir şey ya.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bakın arkadaşlar, bizler sizleri hep dinledik, ne söylediyseniz dinledik. Lütfen dinlemesini bir öğrenin.

ÇETİN SOYSAL (İstanbul) – Sen dinlemedin.

CANAN ARITMAN (İzmir) – Ama insanın kanına dokunuyor.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Saldırıyı terör örgütü üstlenmiştir. Ve burada spekülasyonlara fırsat vermeden, terör örgütünün üstlendiği gibi, bizler de aynı şekilde terör örgütünün reklamını, propagandasını yapar gibi sürekli ismini zikretmeyi de doğrusu hiçbir zaman kendi devlet ciddiyetimizle uyumlu bulmuyoruz. (CHP sıralarından gürültüler)

ÇETİN SOYSAL (İstanbul) – Üç maymunu oynayacağız, görmeyeceğiz, duymayacağız, konuşmayacağız!

CANAN ARITMAN (İzmir) – Sayenizde…

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen, yerinizden söz atmayın. Böyle bir usulümüz yok, böyle bir usulümüz yok. 

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Daha önce söylediğim gibi, Reşadiye saldırısı bir provokasyondur. Evet, açılıma yönelik bir PKK provokasyonudur, millî birlik ve kardeşlik sürecine yönelik terör örgütünün bir sabotajıdır. Bunu bile saptıran bir anlayış, yanlış muhalefet tarzının somut bir örneğidir.

Değerli milletvekilleri, daha önceki yedi bütçemizde olduğu gibi, 2010 yılı bütçesi de Türkiye'nin imkânlarını, fırsatlarını, potansiyellerini azami derecede milletimizin istifadesine sunan, sosyal yönü güçlü, ülke ve dünya gerçekleriyle örtüşen bir bütçe olarak hazırlanmıştır.

Hiçbir zaman, ben, muhalefetin “iktidar başarılı olmuştur” demesini zaten beklemiyorum. Böyle bir şeyi kim bekler? Böyle bir şey olduğu zaman, zaten bu koltukların boş kalması lazım. Ona ihtiyacımız yok. Biz, bu noktada, iktidarın ne denli doğru yapıp yapmadığını sandıkta, milletimizin huzurunda görüyoruz. Onun için de dört seçimde, milletimiz zaten iktidara, doğru mu yaptı, yanlış mı yaptı, gereken değerlendirmesini yaptı. Evvel Allah, bundan sonra da yapacak. Bundan hiç endişemiz yok. Biz bu konularda rahatız. Bütçe görüşmeleri sadece bütçe rakamlarının analiz edildiği, değerlendirildiği değil, aynı zamanda ülke gündeminin ele alındığı, partilerin vizyon ve ufuklarının ortaya konulduğu, yapılanların, yapılacakların teklif edildiği ve önerilerin değerlendirildiği görüşmelerdir. Aziz milletimizin, yapılan her değerlendirmeyi, söylenen her sözü, ortaya konan üslup ve tarzı, düzeyi en iyi şekilde değerlendireceğine, adalet terazisinde herkesin notunu vereceğine doğrusu ben ve grubum inanıyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle, şu hususu bir kez daha altını çizerek ifade etmekte fayda görüyorum: Türkiye'nin meseleleri iç içe geçmiş meselelerdir. On yıllar boyunca çözümsüz bırakılan, çözümsüzlüğe terk edilen ve üst üste biriken meseleler zaman içinde birbirini besler hâle gelmiş ve girift bir yapı arz etmeye başlamıştır. 3 Kasım 2002 seçimleri sonrasında iktidarı devraldığımızda ülkenin tüm meselelerine biz böyle bir bütünlük içinde baktık. Ekonomik kalkınmanın, refahın, demokratikleşmeden ayrı olmadığını düşündük. Dış politikayı ekonomik kalkınmadan, demokratikleşmeyi hiçbir zaman ekonomik kalkınmadan ayrı düşünmedik. Demokratikleşme alanında yaptığımız reformlar bir yandan ekonomiyi güçlendirirken bir yandan da dış politikada elimizi güçlendirdi. Özetle, bütün meselelere eşit yoğunlukta, eşit ağırlıkta eğildik ve Türkiye’yi her alanda sağlıklı ve istikrarlı şekilde büyütmenin mücadelesini verdik. Eğer, demokratikleşmeyi erteleyip bütün mesaimizi ekonomiye sarf etseydik bugün elde ettiğimiz başarılara ulaşmamız mümkün olamazdı ya da dış politikaya odaklanıp ekonomiyi, demokratikleşmeyi ihmal etseydik, erteleseydik Türkiye’ye bugün sahip olduğu uluslararası ağırlığı ve itibarı kazandıramazdık. Biz, Türkiye’yi topyekûn ayağı kaldırmanın, her alanda bir bütünlük içinde geliştirme ve kalkındırmanın gayreti içinde olduk.

İlk günden itibaren üzerinde durduğumuz iki kavram var: İstikrar ve güven. İşte bu iktidar istikrarı sağlamıştır, güveni sağlamıştır. Bunu sağladığı içindir ki küresel sermaye Türkiye’ye hiçbir dönemde görülmediği kadarıyla gelmiştir. Bu, yatırımlarla ortadadır, rakamlarla ortadadır. Eğer, Türkiye’yi dolaşıyorsanız, geziyorsanız zaten bunları görürsünüz ama burada söyleyemezsiniz çünkü işinize gelmez.

ÇETİN SOYSAL (İstanbul) – Sayın Başbakan, siz gezmiyorsunuz, ülkenin hâlini görmüyorsunuz.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Benim bütün hayatım oralarda geçiyor.

Güven ve istikrar sağlanmadan, hiçbir gelişmenin, kalkınmanın, ilerlemenin olmayacağını çok iyi biliyorduk. Bu yüzden, güven ve istikrarı tesis etmeyi öncelikli mesele olarak gördük. Memnuniyetle ifade etmeliyim ki güven ve istikrarı sağladığımız oranda Türkiye gelişti, büyüdü, kalkındı, çağdaş uygarlık seviyesinin üzerine çıkma yolunda emin adımlarla ilerledi, ilerliyor.

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Yoksulluk rakamlarını söyle!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Demokratik ve ekonomik istikrarı sağladığımız oranda, ekonomik ve siyasi reformları hayata geçirdiğimiz oranda, Türkiye'nin çıtasını daha yükseklere yükselttik. Türkiye'nin nereden nereye geldiğini halkımızla birlikte bütün dünya da çok iyi görüyor. Tabii, şimdi burada, Türkiye'nin nereden nereye geldiği konusunu söylemeyi yanlış telakki edenler de var. Ee, bunu yapacağız ki ortaya çıksın, bir muhasebe yapacağız. Yani, millet sizi muhasebeye çekmeden siz kendinizi muhasebeye çekeceksiniz: Neredeydik, nereye geldik?

CANAN ARITMAN (İzmir) – Terörden başlayalım!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bakınız, sene 99, Türkiye'nin büyüme oranı eksi 4,7; sene 2000, büyüme oranı 6,8; 2001, eksi 5,7; 2002, 6,2; 99-2002 ortalaması binde 5. İktidarda kim var? MHP, DSP, ANAP var. Ortalama bu. Biraz sonra bizim ortalamayı tekrar göreceğiz.

Değerli arkadaşlar, 94’te, SHP koalisyon ortağı, büyüme öngörüsü artı 4,5. Peki, gerçekleşen ne? Eksi 6,1.

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Ama sizin de aynı, eksilerde.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bakın, ben size rakamlar veriyorum, hayalî konuşmuyorum.

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Biz de rakamlar veriyoruz.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Türkiye'nin ülkelerden bir ülke olmadığı, içine kapanan, kendi sorunlarıyla bile baş edemeyen bir konumdan kurtularak yıldızı parlayan bir bölgesel güç olduğu daha iyi görülüyor. Türkiye, her alanda tarihinde görülmemiş gelişmelere imza atıyor, rekorlar kırıyor, küresel ve bölgesel roller üstleniyor, takdirle adından bahsedilen bir ülke konumuna geliyor.

Değerli arkadaşlar, biz burada bütün değerlendirmeleri yaparken ebediyete intikal etmiş büyüklerimizin gerçekleştirdiği rakamlardan öte, onları hedef olarak alalım ama biz kendimiz yaşıyoruz, bu hayatı yaşayanlar olarak bu hesabı biz vereceğiz, biz! Biz ne yaptık?

Siz ne yaptınız Sayın Baykal? Siz ne yaptınız Sayın Bahçeli? Bunu söyleyin, bunu söyleyin! (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Şu noktaya özellikle dikkatlerinizi çekmek istiyorum: Türkiye, biz geldiğimizde, 2002 yılının sonunda, TL cinsi iskontolu borçlanma senedi için -lütfen dikkat ediniz, yaklaşık veriyorum rakamı- tam 62,7’dir, yaklaşık olarak 63 oranında faiz ödüyordu. Reel olarak Türkiye'nin ödediği faiz, 2002 yılında yüzde 28 düzeyindeydi.

Bu ülkenin varlıkları, bu ülkenin gelirlerinin, kaynaklarının, enerjisinin, kazançlarının yüzde 62,7’si, evet, ürettiğimiz her 100 liralık değerin 62,7 lirası faiz olarak dağıtılıyordu. İktidarda kim var? MHP, DSP, ANAP var. İşverenlerin, sanayicilerin, esnafın, çiftçi kardeşimin, işçi, memur kardeşimin kazancı, alın teri, emeği, ekmeği, sofrasındaki yemeği, faiz olarak borç verenlere aktarılıyordu.

Yedi yılda bu oranı kademe kademe düşürdük. En alt noktada geldiğimiz yüzde 7 gibi rekor bir orandı, yüzde 7. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) En son cuma gününün rakamını vereyim sizlere: 9,1. En son cuma gününün rakamı, taze rakam.

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Enflasyon kaç?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Enflasyonu da veririm, ne merak ediyorsunuz? Yüzde 30’la devraldık, şu anda enflasyon 5,5. Aradaki fark ortada, fark ortada… (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Uzaydan birileri bunu kulağıma söylemiyor, işte resmî rakam: Yüzde 30’la aldık, şu anda 5,5. 

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hedefiniz nedir Sayın Başbakan?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ama -bir başka duruma daha geleyim- sizlerin de içinde bulunduğu koalisyon dönemlerine bakın, üç haneli rakamı bile bu ülke enflasyonda gördü, üç haneli…

Değerli arkadaşlarım, reel faiz ne oldu? Yüzde 2,5’a kadar geriledi. Bakınız, geldiğimiz nokta bu.

Şimdi bu aradaki fark kimin cebinde duruyor?

ÇETİN SOYSAL (İstanbul) – AKP’nin cebinde duruyor.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Benim milletimin cebinde duruyor; benim köylümün, işçimin, memurumun cebinde duruyor.

CANAN ARITMAN (İzmir) – Hepsi ağlıyor.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Şimdi bu para, kurda kuşa değil, benim milletimin sofrasına gidiyor.

ÇETİN SOYSAL (İstanbul) – Hangi sofra?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bu aradaki fark benim ülkemin kalkınmasına, ilerlemesine, büyümesine harcanıyor. Yaklaşık 54 puanlık fark, Türkiye için, aziz milletimiz için okula dönüşüyor, hastaneye dönüşüyor, yola dönüşüyor, baraja dönüşüyor, adalet saraylarına dönüşüyor; emniyete, ücret artışlarına dönüşüyor, işe, aşa dönüşüyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

CANAN ARITMAN (İzmir) – İş nerede? Olmayan iş.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, acaba niçin bu kadar faiz oranları yüksekti? Değerli arkadaşlarım, Türkiye, enerjisini, kaynaklarını, milletimizin alın terini neden bu yüksek faiz oranlarına harcamak zorunda kaldı? Bu faizi bu kadar yüksek kılan nedir?

Değerli milletvekilleri, her ülkenin bir risk primi vardır, her ülkenin riskine göre piyasada bir faiz oranı oluşur. İşte, bu prim yüksek olduğu için faiz oranı da neydi? Yüksekti. Olay bu kadar basittir. Ülkeyi bu duruma götüren o günün yönetimleriydi.

Değerli arkadaşlarım, çatışmalarla, terörle, gerilimle, umutsuzlukla gündemde kalan, meselelerine cesaretle el atamayan, sorunlarının çözümü için samimiyetle, kararlılıkla risk almayan, alamayan bir ülke, her alanda olduğu gibi, ekonomide de geri kalmaya, yerinde saymaya, ülkelerden bir ülke olmaya mahkûm olur.

2002 yılında milletimizin ödemiş olduğu yüzde 63 oranındaki faizin, onun öncesinde ödenen yüzde 5 bin, yüzde 7 bin faiz oranlarının anlamı budur. Bu yüksek oranların anlattığı işte budur. Kim vardı iktidarda? MHP, DSP, ANAP vardı.

2002 yılında Türkiye'nin risk primi 7 iken bugün risk primimiz yüzde 2’ye indi. Tek başına şu faiz oranındaki risk primindeki düşüş bile Türkiye'nin sadece ekonomide değil, diplomaside, demokratikleşmede ulaştığı noktanın elde ettiği saygınlığın, itibarın, ağırlığın en somut, en bariz göstergesidir. Ne yazık ki bu ülke, yıllar boyu ağır bedeller ödemeye mahkûm bırakıldı. Bu ülke, faiz yoluyla ağır bedeller ödedi. Bu ülke, enflasyonla ağır bedeller ödedi. Bu ülke, çözümden çok sorun üreten siyasetçi eliyle ağır bedeller ödedi.

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Aynen sizin gibi!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bu bedeli bu millet ödedi, 72 milyon vatandaş ödedi; işçi ödedi, memur ödedi; çiftçi ödedi, köylü, esnaf ödedi; ev hanımları ödedi, emekli ödedi.

Bakın şu acı hatırlatmayı burada bir kez daha yapmak durumundayım. Arkadaşlar bu çok önemli. Tarih 20 Şubat 2001, iktidarda MHP, DSP, ANAP var. Burada isimlerini veremeyeceğim bazı bankalar ulusal ya da uluslararası bankalar -altını çiziyorum- mesai saati dışında Merkez Bankasından çok yüklü miktarlarda döviz alımı yaptılar. O günün şöyle gazetelerini bir hatırlayın. Bir banka 1 milyar 63 milyon dolar, bir başkası 764 milyon dolar, bir başkası 426 milyon dolar -liste uzayıp gidiyor- mesai saatleri dışında Merkez Bankasından bu alım yapılıyor. Dolar kuru ne biliyor musunuz? 685 bin lira. Bu alımların hemen ardından kriz patlıyor.

Değerli arkadaşlarım, dolar hızla yükseliyor. Ne oluyor? 1 milyon 80 bin liraya çıkıyor. Bu bankaların birkaç saat sonraki kârları ne oluyor biliyor musunuz? O birinci var ya 296 trilyon kazanıyor -birkaç saat sonra, aylar değil- bir diğeri 211 trilyon, bir diğeri 116 trilyon. Bu bankaların bir gün sonraki kârı ne oluyor biliyor musunuz? İlkininki 419 trilyon, ikincisininki 300 trilyon, sonrakininki 166 trilyon. O da bu şekilde uzayıp gidiyor.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sonuç ne oldu Sayın Başbakan?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – O gece en fazla alım yapan dokuz bankanın satın aldığı döviz miktarı 4 milyar 163 milyon dolar.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sonuç ne oldu?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bu dokuz bankanın bir saat sonraki kârı 1 katrilyon 153 trilyon, bir gün sonraki kârları 1 katrilyon 635 trilyon. Bunu benim milletime yaşattılar. Kim yaşattı? MHP, DSP, ANAP yaşattı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sonuç ne oldu Sayın Başbakan, sonuç?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, sonuç, bir, o zamanın banka…

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Başındaki Rahşan affına girdi…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Başındaki, Rahşan affına girdi. Teftiş kurulları da yine aynı dönemde bununla ilgili ne yazık ki “Uygulamalar yasalara uygundur.” dendi, o şekilde bir raporla geçiştirildi.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Kazanca el koyabilirdiniz.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bakın, ben bir şey söylüyorum size, ben o günün sizlere neticesini veriyorum.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Kazanca el koyabilirdiniz.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Kazanca el konulabilirdi ifadesini… Buyurun, her şey ortada, belgeleriyle vesaire ortada. Türkiye’ye bu reva mıydı? Bu aziz millete bu reva mıydı? Bizi, ülkeyi satmakla, ihanetle, hıyanetle suçlayanlara buradan sesleniyorum: İhanet, hıyanet diyorsunuz, peki bu nedir? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Milliyetçiyim diyerek ortalıkta dolaşanlara sesleniyorum: Milliyetçiydiniz de bu ülkenin böyle göz göre göre soyulmasına neden seyirci kaldınız? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Neden sesinizi çıkarmadınız? Akşam karanlığında Merkez Bankası soyulurken, millî bankamız soyulurken, milletimin bütün imkânları soyulurken milliyetçiliğinizi o gün neden hatırlamadınız? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Milliyetçiyim diye diye bu millete bu ağır bedeli ne hakla, hangi vicdanla, hangi insafla ödettiniz? 2001 krizi işte Türkiye’nin böyle kötü yönetilmesinin bir sonucuydu. 2009’da yaşadığımız mali kriz ise dünyanın kötü yönetilmesinin bir sonucudur (MHP sıralarından gülüşmeler) ve 2001 krizindeki yönetim ithal projelerle ülkeyi kurtarmaya çalıştı, biz ise kendimiz yönetiyoruz ve yine söylüyorum: Teğet geçiyor, teğet… Bunu böyle bilin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) 2001’de IMF’in politikalarıyla Türkiye’yi krizden çıkarmaya çalıştınız, kendi millî politikanızı uygulayamadınız çünkü yoktu.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Ama siz uyguladınız IMF’yle…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Milletimizin hassasiyetlerini koruyamadınız. İki yıldır biz IMF’le bu noktada “Evet.” demedik.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – İki yıla kadar beş yıl uyguladınız.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - “Evet” demedik.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Beş yıl… Beş yıl…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - 23,5 milyar dolar borçla devraldık IMF’den; ödedik, ödedik, şu anda 8 milyar dolar borcumuz var. Biz masaya adam gibi otururuz, adam! Böyle konuşuruz… Böyle konuşuruz… (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Muhalefet borçlandı biz ödedik. Yirmi bir banka o dönemin iktidarında maalesef fona devredildi ve batırıldı.

Şu kriz döneminde, iki yılda, sadece Amerika Birleşik Devletleri’nde, değerli arkadaşlarım, 158 banka battı. Türkiye’de bir tek banka bile sıkıntı yaşamadı.

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Bravo, bravo! Helal olsun sana helal!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bilerek mi konuşuyorsunuz, bağırıyorsunuz bilmeden mi?

Kılavuzlarınızı iyi seçin. Kılavuzlarınızı iyi seçmediğiniz sürece batarsınız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bakınız, biz, bugün, Türkiye Cumhuriyeti'nin kendine özgün millî politikasını uyguluyoruz ve millî menfaatlerimizi her konunun üzerinde tutuyoruz. Uluslararası rasyo dünyada yüzde 8’dir. Biz bunu yüzde 12 olarak tuttuk.

GÜROL ERGİN (Muğla) - Türkiye’yi birbirine düşürdünüz.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Dubai Anlaşması’nı bir anlatır mısınız Sayın Başbakan?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Sen kendine sakla bilgilerini!

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Dubai’de, Dubai’de…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Şu anda Türkiye yüzde 20’de, o döneme geldik. Bu, güçlü bir bankacılığı oluşturmadır. Bunu, bu iktidar oluşturdu.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Şu Dubai Anlaşması’nı bir anlatır mısınız Sayın Başbakan?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli milletvekilleri, bakın, biraz önce de ifade ettim, cuma günü faiz oranı yüzde 9,1 olarak gerçekleşti. Reel faiz ne? Yüzde 2,5. Evet, bu oran  Türkiye Cumhuriyeti tarihinde görülen en düşük orandır ancak açık açık ifade ediyorum, hâlâ yeterli değildir.

ÇETİN SOYSAL (İstanbul) – Tarihin en büyük travması…

BAŞKAN – Sayın Milletvekilleri, lütfen…

Sayın Soysal, sürekli laf atıyorsunuz.

CANAN ARITMAN (İzmir) – Siz de Oferler nasıl zengin edildi bir de ondan bahsedin Başbakan. Oferler nasıl zengin edildi azıcık da onu anlatın.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen…

Sayın Başbakan, siz Genel Kurula hitap edin lütfen.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Millî birlik ve kardeşlik sürecinin birçok hedefi var ama en önemli hedeflerinden biri işte budur.

GÜROL ERGİN (Muğla) – Kardeşi kardeşe düşürdünüz!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Aziz milletimin şunu çok iyi bilmesini istiyorum: Dün ödenen yüksek faizlerin içinde terör belası önemli bir risk olarak yer alıyordu. Bugün de aynı şekilde terör, Türkiye'nin riskleri hanesinde yazılıyor. Türkiye, terör belasından kurtulduğu anda, Güneydoğu, Doğu Anadolu, bu bölgelerde de çok ciddi bir sıçramanın olacağı açık ve net ortadadır.

Muhalefetin millî birlik ve kardeşlik sürecini desteklememesi hatta karşısında durması, işte bu açıdan son derece önemlidir.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Ne istediğini söylemiyorsun ki!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Düşünün, millî birlik ve kardeşlik süreci.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – İçi ne, içi? Ne önerdin, ne?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – İnsan bu kavrama bile saygı duyar, saygı!

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Proje ne? Önerdiğin ne?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bak, bu kavramı duyduğunuzda bile hopluyorsunuz. Kitabınızda kardeşlik yok, ne yapayım? Birlik yok, beraberlik yok, ne yapayım? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Söyleyemiyorsun, içeriğini söyle!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – 2000 ve 2001 krizlerinde bu millete çok ağır bedeller ödetenler, milletin kaynaklarını çarçur edenler elbette bu boyutu düşünemezler, elbette bu kavramlarla bütünleşemezler.

O gün Merkez Bankasının içini boşaltanlar, bugün elbette Türkiye'nin risk birimini, Türkiye'nin kardeşliğini, huzurunu dert edinemezler.

O gün Türkiye'nin işçisini, memurunu hatta esnafını mağdur edenler…

ÇETİN SOYSAL (İstanbul) – Memur aç, emekli aç, işçi aç!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – …bugün elbette Türkiye'nin geleceğine ilişkin plan, proje ve umut taşımazlar.

O gün IMF kapısında borç almak için sıra bekleyip Türkiye'nin borcunu daha da artıranlar, bugün geldiğimiz noktayı anlayamazlar ama biz bunları dert ediniyoruz. Biz Türkiye'nin geleceğini düşünüyoruz. Biz Türkiye'ye ilişkin, geleceğe ilişkin büyük umutlar taşıyoruz. İşte, onun için inadına kardeşlik diyoruz, inadına demokrasi diyoruz, inadına millî birlik ve beraberlik diyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Stalin’e atfedilen bir sözü burada söylemekte fayda var: “Bir kişinin ölümü trajik, 1 milyon kişinin ölümü istatistiktir.” diyor Stalin.

Şaşırdın değil mi? Hakikaten ben de şaşırdım. Evet, “40 bin kişi hayatını kaybetti.” denildiği zaman belki yeterince vurucu olmuyor. Ama, ben haftalardır, aylardır, yıllardır, ta partimizi kurduğumuz andan beri diyorum ki: Sizin hiç oğlunuz, yavrunuz öldü mü? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Sizin hiç babanız, kardeşiniz, öldü mü? Siz kendinizi… (CHP sıralarından gürültüler)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Evvela askere gidecek oğlun.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen hatibi dinler misiniz.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – …hiçbir şehit annesinin, bir şehit babasının, evladını yitirmiş bir ananın yerine koydunuz mu?

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Önce askere gidecek oğlun.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Dersim’i bir istatistik gösterge olarak görenler, kronolojide bir cümle olarak görenler, gündelik ifadelerle aşağılayanlar kendinizi hiç Dersimli bir ananın, babanın evladının yerine koydunuz mu? (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Önce oğlunu askere gönder.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Her ölüm erken ölümdür. Hele gençlerin ölümü tahammül edilemeyecek, kendi hâline bırakılamayacak, görmezden gelinemeyecek kadar acıdır, trajiktir. Bunun bu şekilde böyle sürüp gitmesine bizim tahammülümüz yok. Biz, ne ekonomiye salt bir istatistik olarak bakıyoruz ne güvenlik meselesini sadece bir istatistik olarak görüyoruz.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Habur olarak görüyorsunuz.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Biz, sofranın diliyle konuşuyoruz. Biz, anaların diliyle konuşuyoruz.

CANAN ARITMAN (İzmir) – Yakında analar cevap verecek.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Biz, hesabi değil, biz hasbiyiz, samimiyiz.(AK PARTİ sıralarından alkışlar) İşte onun için “Demokratik açılım süreci.” dedik. İşte onun için “Millî birlik ve kardeşlik süreci.” dedik. Böyle büyük bir projede, böyle anlamlı bir süreçte istedik ki muhalefet de bizimle olsun.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Proje ne?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Yanımızda olsun, yanımızda olmasa bile desteğini versin, katkısını versin, yapıcı eleştiride bulunsun ama bakıyoruz…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Projeyi gördük Habur’da.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Sayın Anadol, biz senin geçmişini biliriz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Ne var geçmişimde?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Senin oradakilerden pek farkın yok, iyi biliriz seni, iyi. İyi biliriz seni, iyi. (CHP sıralarından gürültüler)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Bir şey bilip de söylemiyorsan müfterisin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Başbakan, lütfen siz Genel Kurula hitap edin.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Söyle! Söyle!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Heyecanlanma! Sakin ol!

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Ben senin geçmişini biliyorum. Ben senin gibi Hikmetyar’ın önünde resim çektirmedim, Hikmetyar’ın önünde diz çökmedim.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Süreci sabote etmek, provoke etmek, tahrik etmek kime ne sağlar? Diyorlar ki “Ülkeyi geriyorsunuz. Ülkeyi bölüyorsunuz.”

 Peki, üç aydır attığımız bu adımlar neticesinde hangi adım, açılım sürecinin hangi başlığı ülkeyi geriyor, ülkeyi bölüyor?

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Habur’daki adım!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Şu ifadeleri söyleyin. Attığımız hangi adıma alternatif ürettiniz?

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Habur’daki adım!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) –  Gerilim üreten sizin hayalî senaryolarınız, kara kampanyalarınız, iftira ve tahriklerinizdir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Millet gözleriyle gördü Sayın Başbakan, gözleriyle!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Geldiğimiz noktada, Sayın Baykal ve grubundan rica ediyorum, kameraysa işte burada kamera, mikrofonsa işte mikrofon. Geldiniz, konuştunuz. Milletin izlemesini istiyorsanız, millet zaten izliyor ve lütfen sonuna kadar dinleme tahammülünü gösterin. Umarım, yine buradan bırakıp gitmezsiniz. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Burası çok önemli.

1990, değerli arkadaşlarım, SHP raporu, 96 CHP Tunceli Raporu, 99 CHP Güneydoğu ve Doğu Raporu. Bunları hazırladınız, hatta 2008’de de bir tane hazırlattınız. Fakat enteresan, tabii, gelişmeler oluyor. Öyle ki baskılar... “Mesela, son hazırlatılan bir rapor var. Bu hazırlatılan raporda raporu hazırlayan arkadaşlardan 1 tane milletvekiliniz, 1 tane de parti meclisi üyeniz ve o raporu daha sonradan “Kabul etmedik.” diye açıklamalar yaptınız ve bütün bunları yaparken kimin eli kimin cebinde belli değil ve bunu yapan partinizin yetkili kurullarında olanlar.

GÜROL ERGİN (Muğla) – Konuşmana dikkat et!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Siz konuşurken burada herhangi bir arkadaşımızın herhangi bir yerde yaptığı ve daha sonra farklı bir açıklama yapmak suretiyle “Ben böyle söyledim, böyle anlatıldı.” dediği bir konuyu bile sizler farklı şekle hep tahmil ettiniz.

Değerli arkadaşlar, bakın, Sayın Baykal’ın tereddüt etmeden bizi gafletle, dalaletle, hıyanetle suçlayacağını biliyoruz.

GÜROL ERGİN (Muğla) – Doğru, siz osunuz!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ama kim söylüyor bunu? Sosyal Demokrat Halkçı Partinin Doğu ve Güneydoğu Raporu, yıl 1990.

Bir başka ifade: “İster güvenlik güçlerimiz ve askerlerimiz olsun ister ona silah doğrultan kandırılmış gençler olsun hepsi bizim çocuklarımızdır, akmakta olan kan kardeş kanıdır.”

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Ne var bunda?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Sizin değil mi?

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Ne var bunda yahu?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – E, hani askerle genç karşı karşıya geliyor, asker şehit ediliyor, hâlâ diyorsun ki…

DENİZ BAYKAL (Antalya) – İşine bak sen yahu, aklının ermediği konulara girme!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ben işime bakıyorum zaten, işimi de gayet iyi biliyorum, sana da görevini hatırlatıyorum, görevini! (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

DENİZ BAYKAL (Antalya) – İşine bak sen, işine! İçinden geçirdiklerini söyle. Zavallı! Zavallı! Zavallı hadi! Sen Avrupa’nın verdiği konuları çalış.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Görevini hatırlatıyorum! (CHP sıralarından gürültüler)

Ayağa kalkma; rahat ol, rahat!

CANAN ARITMAN (İzmir) – Saygılı olun, saygılı!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “Terörle Mücadele Yasası’nın 8’inci maddesi ve Türk Ceza Yasası’nın 312’nci maddeleri kapsamında olup doğrudan teröre karışmamış tüm tutuklu ve hükümlüler için kısmi genel af çıkartılarak ülkede hoşgörü ve iç barış ortamına geçişin zemini yaratılmalıdır.”

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Evet.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) –  “Bu anlayışla Kürt kökenli yurttaşlarımız da dil, kültür, folklor ve kimliklerini koruma, geliştirme ve açıklayabilme; kendi ana dillerinde yazılı basın, radyo ve televizyon dâhil her türlü medya aracılığıyla yayın yapabilme; özel okullarda kendi ana dilleri ile eğitim yapabilme…”

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Bizimkinde o yok.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – E, nerede yok? Burada, burada, belge burada yanımda. (CHP sıralarından gürültüler)

DENİZ BAYKAL (Antalya) – O senin fikrin.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Yanımda, yanımda. Sonradan çıkartarak tekrar bunu yenilediniz. Beyler, burada.

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Hiç alakası yok!

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – O senin fikrin!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “Kürt dil ve kültürü üzerinde araştırma yapacak enstitüler ve benzeri kurumların kurulabilmesi haklarına kavuşmalıdırlar.” Aç Tunceli Raporu’nu orada da gör.

MUSTAFA ÖZYÜRK (İstanbul) – “Enstitü” tamam.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bunları biz dile getirmiyoruz, bu ifadelerin tamamı -açıyorum- 1996 yılında hazırlanan CHP Tunceli Raporu’nda var.

DENİZ BAYKAL (Antalya) – CHP’nin böyle bir raporu yok.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Tunceli Raporu’nda var. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Rapor partinin resmî kararıyla olur!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bunları bana siz gönderdiniz.

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Öyle bir şey yok!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bu da CHP’nin Tunceli Raporu, CHP’nin Tunceli Raporu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Rapor, partinin yetkili organlarının kararıyla oluşur.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bak, bu da aynı şekilde…

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Bu, hangi parti organının kararıyla oluşmuş?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Herhangi bir arkadaşın yapmış olduğu açıklamayı…

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Önüne gelen rapor yazar. Her yazılan, partinin raporu olmaz!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) –  …o zaman niçin partinin bir yetkili kurumunun yapmış olduğu açıklamaymış gibi geliyorsun da burada konuşuyorsun? Hangi hakla?

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Partinin yetkili organının yaptığı araştırmaya göre…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bak, ben sana kitapçığı gösteriyorum, bunları sen gönderdin bana, sen!

DENİZ BAYKAL (Antalya) – O resmî… O resmî…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Öbürleri de aynı şekilde…

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Hayır… Hayır, hiç alakası yok! Hiç alakası yok!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – O zaman o kadar herhâlde teknolojiniz gelişmemişti!

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sen, yanlış fikirlerini kamuoyuna sunmak için CHP’nin düşüncesinden imdat istiyorsun ama başka kapıya!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “1999 CHP Doğu-Güneydoğu Raporu…”

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Cumhuriyet Halk Partisinin, senin yanlış projelerine destek verecek hiçbir dayanağı yok.

AHMET YENİ (Samsun) – Dinleyin! Dinleyin!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “Etnik duyarlılıklara demokratik çözüm, çok kültürlü toplumların, çoğulcu demokrasinin vazgeçilemez koşuludur. Ulus devlet yapısı, çoğulcu demokrasi ekseninde geliştirilmelidir.” Devam ediyor, CHP demokratikleşme raporu: “Devletin ırkı olmaz. Devlet, tüm alt kimliklere, farklı etnik kesimlere eşit mesafede durmalıdır.”

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Evet, doğru…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “Kürt kökenli yurttaşlarımız da dâhil, her etnik kökenden, her alt kimlik ve kültürlerden yurttaşımıza, isterlerse, ortak resmî cumhuriyet dilimiz olan Türkçenin ekinde, kendi ana dil, kültür ve folklorunu daha iyi öğrenme, koruma ve geliştirme olanakları. Kendi alt kimlik, kültür, dil ve folklorunu koruma, geliştirebilme ve açıklayabilmede özgür olmaları. İsteyenlerin, kendi ana dillerinde, Millî Eğitim Bakanlığı kuralları içinde özel eğitim görebilmeleri…”

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Yok, yok…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Üniversitelerde…

DENİZ BAYKAL (Antalya) -  Öyle bir şey yok! Bizde yok!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – İşine geldiğinde “evet”, işine gelmediğinde “Biz de bu yok.”

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sen mi bileceksin!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Siz busunuz! (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sen mi bileceksin? Partinin kararları, organları ortada, yetkili organlarının aldığı kararlar ortada. Bizim böyle bir kararımız yok. O senin kafanda!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, Sayın Baykal’ı artık iyi tanıdım; akşam başka, sabah başka! (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Hadi canım sen de!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – İyi tanıdım!

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Sabahleyin “Ofer’i tanımıyorum.” diyorsun, öğlen “iki defa buluştum.” diye sen itiraf ediyorsun.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Şimdi, ben, DTP’nin uç eleştirilerini, benzerini de aynı şekilde….

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Ofer’le karşılaşıp karşılaşmadığını, bir gün de 3 defa çelişkiye düşerek söylüyorsun.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Aynı şekilde bu süreç içerisinde maalesef bakıyorum MHP de yapıyor.

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Ofer’i tanıdın mı? Ne zaman tanıdın?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – DTP, PKK’nın muhatap alınmamasını, PKK’yla müzakere yapılmamasını eleştiriyor. MHP, PKK’nın muhatap alındığını, PKK’yla müzakere edildiğini söylüyor. (MHP sıralarından “Evet, doğru” sesleri) DTP, PKK’nın tasfiye edilmeye çalışıldığını; MHP, PKK’nın meşrulaştırılmaya çalışıldığını söylüyor. O başka, bu başka.

DENİZ BAYKAL (Antalya) – E, aynı mı onlar?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Hangisi doğru? Bizim yaptığımız doğru. Olay bu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Çünkü biz ne onu yapıyoruz, ne onu yapıyoruz; biz doğru olanı yapıyoruz. DTP, PKK ve DTP’nin taleplerine sırt dönüldüğünü, ciddiye alınmadığını, devre dışı bırakıldığını; MHP, PKK ve DTP’ye taviz verildiğini söylüyor. (MHP sıralarından “Evet, doğru” sesleri) Hangisi doğru?

DENİZ BAYKAL (Antalya) – İkincisi, ikincisi doğru!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - İki tarafın söylemleri bile Hükûmetin gerçekten ne yaptığını ve ne yapmadığını ortaya koyduğu gibi, Hükûmetin ne kadar isabetli bir kararla doğru yolda olduğunu gösteriyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AHMET BUKAN (Çankırı) – Yazıklar olsun! Yazıklar olsun!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Çok ilginçtir, DTP de dağa çıkmaktan bahsediyor, MHP de dağa çıkmaktan bahsediyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Biz ise her zaman olduğu gibi sağduyunun sesiyiz, birliğin sesiyiz, beraberliğin sesiyiz, kardeşliğin sesiyiz; hepinizi buraya, Parlamentoya siyaset yapmaya çağırıyoruz, farkımız bu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Her türlü sorunun konuşulma, tartışılma, çözülme yeri Meclistir, demokrasidir, siyasettir.

CANAN ARITMAN (İzmir) – Öcalan’ı da çağırıyor musunuz!

ABDULLAH ÖZER (Bursa) – Öcalan da gelecek mi buraya siyaset yapmaya!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Şimdi, Sayın Bahçeli dün Ankara’da partilileri topladı ve dört aydır yaptığı gibi dün de bir kez daha bana, şahsıma, partime, Hükûmetime en ağır ifadelerle, en ağır kavramlarla, kelimelerle hakaretler yağdırdı.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Hak ediyorsun!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bunların hiçbirini üzerime almadığımı, ciddiye de almadığımı, burada bir kez daha ifade etmek istiyorum.

AHMET DENİZ BÖLÜKBAŞI (Ankara) – Belli almadığın, belli!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ancak, ezkaza televizyonlarda bu konuşmaları gören, dinleyen çocuklarımızın ruh sağlığı noktasında endişe taşıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Aziz milletimizden, anne ve babalardan, çocuklarını, Sayın Bahçeli konuşurken televizyondan uzak tutmalarını hassasiyetle rica ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

CANAN ARITMAN (İzmir) – Anneler sizi dinletmiyor Sayın Başbakan!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Biraz önce söyledim, 20 Şubat 2001’de dokuz banka, mesai saatleri dışında Merkez Bankasından 4 milyar doları hortumladılar ve sadece bir günde 1 katrilyon 635 milyar lira para kazandılar. Âdeta, Merkez Bankasına bir enjektör dayandı ve bu milletin kaynakları, kazançları, alın teri, o enjektörle, maalesef, çekildi.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Stand-up’çılığı bırak, Başbakanlığa gel!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Evet, o zaman, tabii, Sayın Bahçeli Başbakan Yardımcısıydı…

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Stand-up’çılık yapacaksan git sahnede yap!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - …ve Hükûmeti oluşturan koalisyonun ortağıydı. Hesap sordunuz mu, gereğini yaptınız mı? Allah aşkına, birilerini bölücülükle, ihanetle suçlamak sizlerin haddine mi? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) “Bizim dönemimizde terör durdu.” diyorsunuz. Amerika terörist başını sizlere teslim etti ve teslim etmenin…

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) - Obama mı söyledi?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Gayet iyi biliyoruz, teslim etti. Peki, o zaman hangi yasa uygulamadaydı? Peki, İmralı’ya kim yerleştirdi?

METİN ÇOBANOĞLU (Kırşehir) – İdamı kim kaldırdı?

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Çıkarın, yedi yıldır iktidardasınız, çıkarın.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli kardeşlerim, bütün gerçekler milletimin gözü önünde devam ediyor ve “Terörle mücadele edilmiyor.” diyerek, bu ülkenin askerine…

OKTAY VURAL (İzmir) – Bilmiyorsan konuşma!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Muhalefetin tamamına sesleniyorum: “Terörle mücadele edilmiyor.” diyerek, bu ülkenin askerine, polisine, jandarmasına, korucularına haksızlık, insafsızlık ediyorsunuz, terörle mücadelede onların şevkini siz kırıyorsunuz.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Siz engel oluyorsunuz.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Defalarca, ben, her zaman askerime de, emniyet teşkilatıma da, “Ne ihtiyacınız var?…”

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – “Yan gelip yattı” diyen kim Sayın Başbakan?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “…Ne ihtiyacınız var? Ne ihtiyacınız varsa bunu bize söyleyin. Ne gereği varsa, ihtiyacınız da, A’dan Z’ye bunları yapmaya hazırız” demişizdir. Her zaman bize söylenen şudur: “Ne istediysek aldık.” Bu olmuştur… (AK PARTİ sıralarından alkışlar) …ve şu anda da eğer bugün Kandil’e operasyon yapılabiliyorsa, bu, İktidarımızın siyasi başarısıdır…

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Ne zaman yaptınız?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – …diplomatik başarısıdır, 5 Kasım 2007’nin başarısıdır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Peki, hemen niye döndünüz?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Acaba, bizden önceki yönetimler içerisinde özellikle bir önceki yönetimimiz Ankara’nın dışına çıkabildi mi? Ankara’nın dışında acaba kaç ülkeyle oturup da bu tür konuları görüşebildiler? Ve defalarca sınır ötesi harekât yapıldı, hâlâ yapılıyor, hâlâ devam ediyor ve bu konuda kararlılığımız devam edecektir. Ülkemiz de aynı şekilde.

GÜROL ERGİN (Muğla) – Ölene kadar devam edin!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Yani, terör cephesi silahını bırakmadığı sürece askerimiz de, polisimiz de operasyonlarına son vermeyecektir, vermez. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başbakan, Dubai ne oldu, Dubai anlaşması?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Biz 81 vilayetin tamamında varız, siyasetçi olarak da varız.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Dubai anlaşmasını niye imzaladınız?

AHMET YENİ (Samsun) – Dinle! Dinle!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Siyasetçi olarak da varız, ama siz 81 vilayetin kaçında varsınız?

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Dubai anlaşmasını niye imzaladınız Sayın Başbakan?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bir hesap yapın hesap, Sivas’tan öteye gidebiliyor musunuz ya!

CANAN ARITMAN (İzmir) – Siz önce Diyarbakır’a gidin.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Sivas’tan öteye gidebiliyor musunuz?

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Gideriz, her tarafa gideriz.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Sizin gittiğiniz yerler belli.

CANAN ARITMAN (İzmir) – Bir gidin bakalım Diyarbakır’a da görelim!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Sizin gittiğiniz yerler belli, biz 81 vilayetin 81’inde varız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Askerimiz nerede, polisimiz nerede, AK PARTİ de orada. Biz varız ama siz yoksunuz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Siz yoksunuz.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Askerin, polisin himayesinde gidebiliyorsunuz!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bakınız, siz, “Kürt kardeşimiz” bile diyemiyorsunuz,  “Kürtçe konuşan kardeşimiz” diyemiyorsunuz.

GÜROL ERGİN (Muğla) – Sen “Türk’üm” diyemiyorsun.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Allah’ın Kürt olarak yarattığı bir insana Kürt olduğunu söylemek bir lütuf mudur, bir bölücülük müdür? İnsanlar etnik yapı olarak doğuştan öyle doğarlar, sonradan etnik ismi kazanmazlar. Eğer bunu bilirseniz, ha o zaman Türkiye’deki farklı etnik yapılara saygının da ne olduğunu öğrenirsiniz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Herkes kimliğiyle iftihar eder diyoruz biz.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Aferin, öğreniyorsun bir şeyleri.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Dubai’yi bir anlat Sayın Başbakan. Dubai, Dubai... Sayın Ali Babacan arkada oturuyor…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - “Türkiyeli olmak…” Bu kavramı bölücülük olarak nitelendiriyorsunuz…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Siz Dubai’yi anlatın.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) -…ihanet olarak niteliyorsunuz. “Türkiyeliyim” demek, Türkiyeli olduğunu söylemek niçin ihanet olsun?

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – “Türk milletinin parçasıyım” diyecek…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Dubai Anlaşması’nı imzalayanlar ihanet ediyor.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - “Türkiye halkı” ifadesini kullanan Atatürk de mi bölücüydü?

GÜROL ERGİN (Muğla)- Bir kere “Türk’üm” de!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - “Türk milleti” demek, Türkiye halkı demektir. “Türk milleti” demek, Türkiyeli olmak demektir; daha önce de ifade ettim…

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Niye çıkarıyorsun o zaman? Niye çıkarıyorsun?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Gazi Mustafa Kemal bu konuyu en güzel şekilde ortaya koymuş.

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Niye çıkarıyorsun Anayasa’dan, niye?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Öğreneceksin, öğreneceksin.

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Niye çıkarıyorsun o zaman?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bak burada, bu kürsüde bir zamanlar siz “alt kimlik-üst kimlik” beyanlarımı yaptığımda çıldırdınız, “alt kimlik-üst kimlik olmaz” dediniz. Daha sonra bu ifadeleri kullanmaya başladınız.

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Hiç öyle bir şey yok, hiç öyle bir şey yok.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bunları da öğreneceksin!

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Hiç öyle bir şey yok.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Tutanaklarda bunların hepsi var.

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Hayır, sen farkında değilsin!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “Efendiler…” Bakınız…

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sen ne olduğunu bildiğin yok, konuşuyorsun!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “Efendiler, burada maksut olan ve Meclisi alinizi teşkil eden…” (CHP sıralarından gürültüler)

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Boş konuşuyorsun, boş!

İSA GÖK (Mersin) – Ayıptır ya, ayıptır!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Sayın Başkan, siz mi susturacaksınız, ben mi susturayım? (CHP sıralarından gürültüler)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Gel sustur bakalım!

BAŞKAN – Sayın Erdoğan, siz Genel Kurula hitap etmeye devam edin. Lütfen Genel Kurula hitap edin.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Gel sustur!

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Gel sen sustur! Hadi gel!

BAŞKAN – Lütfen oturur musunuz… Lütfen…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “Efendiler, burada maksut olan ve Meclisi alinizi teşkil eden zevat…” (CHP sıralarından gürültüler)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Beni nasıl susturacaksın? Nasıl susturacaksın?

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen oturur musunuz… Sayın Anadol, lütfen oturun. (CHP sıralarından gürültüler)

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Otur yerine, otur! Otur yerine! Sayın Başkan, grubuna hâkim ol! Hâkim olamıyorsan biz hâkim olalım.

BAŞKAN – Sayın Erdoğan… Sayın Erdoğan…

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sen kimi susturacaksın! Neyle susturacaksın! Sen kimsin de susturacaksın! Kimi susturacaksın sen!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Grubuna hâkim ol! Grubuna hâkim ol! Acziyet içerisinde olma.

BAŞKAN – Sayın Erdoğan, siz konuşmanıza devam edin, Genel Kurula hitap edin lütfen.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım… “Burada maksut olan…”

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Senin haddine mi beni susturmak!

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Haddini bil, haddini!

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “…ve Meclisi alinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir…”

İSA GÖK (Mersin) – Haddini bil, haddini!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “…yalnız Çerkez değildir, yalnız Kürt değildir…”

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Ülkeyi böldüğünüz yetmedi…

İSA GÖK (Mersin) – Sayın Başkan, müdahale etsenize!

BAŞKAN – Sayın Gök, susar mısınız lütfen, susar mısınız lütfen. Burayı ben yönetiyorum. Lütfen…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “…yalnız Türk değildir.”

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Ali kıran baş kesen misin sen?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “Fakat hepsinden mürekkep anasırı İslamiyedir, samimi bir mecmuadır.”

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Demokrasi anlayışına bak: “Sen mi susturacaksın, ben mi susturacağım.” Kimsin sen beni susturacaksın!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bakınız, ben bunu daha önce de burada sizlere takdim etmiştim.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Daha sonra bir ulus devlet kuruldu, onun farkında değilsin.

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Meclisi mi susturacaksın? Demokrasi anlayışınız bu mu?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bunu takdim etmiştim.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – O 1920’den sonra bir ulus devlet kuruldu, onun farkında değilsin sen.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ne oldu? Ret mi ediyorsunuz? Yoksa kabul etmiyor musunuz?

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Ulus devlet kuruldu, onun farkında değilsin sen.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Devlet kurulabilir ama bakın bu ifadelerin sahibi kim? Bu konuşma nerede yapıldı? Mecliste yapıldı. Mecliste yapıldı.

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Ne zaman yaptı?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – O devleti bu Meclis kurdu.

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Ne zaman? Ne zaman?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – 1920. Evet.

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sonra ne oldu?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Nasıl ne oldu? Bunlar iptal mi? Bunlar iptal mi oldu? Bu ifadeler iptal mi oldu?

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sen kafanda 1920’yi takmışsın hedef diye, anasırı İslamiye peşinde koşuyorsun. Sen Türk milletinin ortaya çıktığının farkında değilsin.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Yani sizin geçmişinizi sorgulamayalım mı?

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Sen kendi geçmişine bak, kendi geçmişine.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Geçmişini sorgulamayalım mı? (CHP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar ve gürültüler)

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – İhaleye fesat karıştırmak, senin geçmişinde var.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bak, ifade burada.

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Sen tarih öncesine gitmeye kalkışıyorsun.

BAŞKAN – Sayın Baykal… Sayın Baykal, sataşma nedeniyle söz istersiniz, kürsüde cevap verirsiniz, lütfen sükûnetle dinleyin.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri.”

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sen gerçek anlayışını itiraf ediyorsun.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri.” buyur. (CHP sıralarından gürültüler)

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Sonra ulus devlet kuruldu, farkında değilsin.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Siz var ya… Sizin bu mantığınız neye benziyor biliyor musunuz? Atatürk ölene kadar Türk paralarının üzerinde Atatürk’ün resmi, öldükten sonra İnönü’nün resmi. Siz busunuz! Siz busunuz! (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sen oralardasın, oralarda! Senin Atatürkçülüğün bu!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Siz busunuz!

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – İhaleye fesat karıştırmak senin geçmişinde var.

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sen Atatürk’ü bırak, Hikmetyar’ı konuş, Hikmetyar’ı!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, Anayasa Mahkemesi DTP ile ilgili bir karar verdi. Bu kapatma kararı üzerinde birkaç kelam etmem lazım. AK PARTİ’nin duruşu nettir. Bizim temel iki hassasiyetimiz var. Birincisi, biz, parti kapatmaya karşıyız. Biz, parti kapatmaya karşıyız.

CANAN ARITMAN (İzmir) – Sen, Hikmetyar’ın dibine düştün! Atatürk’ün adını ağzına alma!

BAŞKAN – Sayın Arıtman, lütfen…

AHMET YENİ (Samsun) – Dinle be! Dinle ya!

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Neye lütfen Sayın Başkan, neye lütfen?

BAŞKAN – Susar mısınız!

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Hatibe müdahale etsene!

BAŞKAN - Lütfen, böyle bir usul yok.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Cezanın tüzel kişiliklere değil, kişilere verilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

İkincisi…

RAHMİ GÜNER (Ordu) – Böyle Başbakan mı olur!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Edebini takın! Edebini takın! (CHP sıralarından gürültüler) Edebini takın! Sandıkta gerekli cevabı zaten millet size devamlı veriyor, bundan sonra da verecek. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Erdoğan, lütfen Genel Kurula hitap eder misiniz.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Siz bu ülkede, bu milletten hiçbir zaman vekâlet alamayacaksınız, iktidar vekâleti alamayacaksınız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler.)

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Bırak da ona millet karar versin Sayın Başbakan.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Çünkü bu ülkede milletin Başbakanına, farklılara, kalkıp da, her zaman “Göbek kaşıyanlar.” diyenler sizsiniz, siz! (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Ona millet karar versin, siz işinize bakın. Millet ne yapacağını bilir, siz işinize bakın.

BAŞKAN – Sayın Erdoğan, lütfen Genel Kurula hitap eder misiniz.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – İkincisi, halkın getirdiğini ancak halkın götürebileceğini vurguluyoruz. Ancak, şunu da görmemiz gerekiyor: Dünyanın en gelişmiş ülkesinde bile, şiddete, teröre destek veren, övgüde bulunan, organik ilişkide bulunan siyasal yapılara izin verilmez. Çünkü terör demokrasinin düşmanıdır. Terörün yedeğinde siyaset yapmak demokratik bir mücadele değildir, olamaz. AK PARTİ olarak, her türlü aykırı fikrin, her türlü farklılığın siyaset ve demokrasi içinde tutulması gerektiğine, kendisini özgürce dile getirmesi gerektiğine inanıyoruz. Ancak, şiddet ve terörü açıkça reddedemeyen, hukuk düzenine uyum sağlayamayan, siyasetin ve demokrasinin hassasiyetlerini gözetemeyen siyasetçilerin sorumsuzlukları sebebiyle bir ülkenin zarar görmesini, bir ülkenin imajının zedelenmesini de doğru bulmayız.

Biz, siyasi hayatımız boyunca sadece milletimizden direktif aldık, sadece milletimizin çizdiği rotada yürümeye, sadece halkımızın talep ve beklentilerini yerine getirmeye çalıştık. Tüm siyasi partilere de önerimiz, yüzlerini millete çevirmeleri, milletin sesine kulak vermeleri, milletin hassasiyetlerine dikkat etmeleridir.

Değerli milletvekilleri, asla umutsuz değiliz, asla ve asla karamsar değiliz.

CANAN ARITMAN (İzmir) – Şehit anasının bayrağını alma.

BAŞKAN – Sayın Arıtman, lütfen…

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Sayın Başkan, bunları kürsüye de söyleyin!

BAŞKAN – Kürsüye de söylüyorum, size de söylüyorum. İç Tüzük’e uygun hareket edeceğiz, hepimizin uyması gereken İç Tüzük kurallarıdır.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Biz bu yola çıkarken nelerle karşılaşacağımızı, nasıl engeller çıkacağını, nasıl provokasyonlar, nasıl tahrikler yapılacağını göze alarak çıktık. Terör piyasasından nemalananların bu süreci akamete uğratmak için ellerinden geleni yapacağını bilerek ama bunlara boyun eğmemek üzere yola çıktık.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Tabii, tabii!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Burada bir kez daha tekrar ediyorum: Statüko devam edemez. Gençler göz göre göre ölüme gönderilemez; daha fazla ocağın sönmesine, daha fazla bedelin ödenmesine tahammülümüz olamaz. Biz bu meydanı teröre, terör yandaşlarına, terörün akıttığı kandan beslenenlere, vampirlere teslim etmeyeceğiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) İşte, onun için “İnadına demokrasi” diyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) İşte, onun için “Açılım” diyoruz, “Birlik” diyoruz, “Kardeşlik” diyoruz ve gür bir sada ile bunu haykırıyoruz.

Değerli kardeşlerim, gençlerin kanı üzerinden, şehitlerimizin kanı üzerinden maddi ya da manevi rant devşirenler de var. Biz, bu mücadeleye başlarken tüm bu rantçıları, tüm bu çıkar çevrelerini karşımıza alarak yola çıktık. Elbette kolay olmayacak, hortumları kesilenler elbette duvar gibi bu sürecin karşısında duracaklar. Rantlarını yitirenler elbette her türlü tahrike, her türlü provokasyona başvuracaklar…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hayalî ihracatçılar partinizde Sayın Başbakan!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - …ama biz bunları kararlılıkla yok edip yolumuza devam edeceğiz.

Değerli arkadaşlar, Türk ekonomisini 26’ncı sırada devraldık, şu anda 17’nci sıradayız ve değerli arkadaşlarım, biz, milletimize hizmet yolunda kararlı bir şekilde devam ettik. Rakamlar üzerinde durmayacağım, ağırlıklı rakamları zaten Maliye Bakanım burada açıkladı ve kitapçıklar sizlere dağıtıldı. Fakat “Türkiye, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin üyesi olacak.” denildiğinde kimse buna inanmazken, Türkiye şu anda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin üyesi.

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Ne yaptın!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - “Türkiye ‘Medeniyetler İttifakı’ adında bir proje başlatacak.” denseydi buna kimse inanmazdı. Ama şimdi 100 ülkeyi aşkın üyenin olduğu, İspanya’yla birlikte şu anda Medeniyetler İttifakı’na eş başkanlık yapıyoruz, bu noktadayız.

“Avrupa Birliğiyle müzakerelere başlanacak.” denilse idi… Az önce Sayın Baykal “Ucu uçuk.” veya “Ucu açık.” gibi ifadeler kullandı. Önce Sayın Baykal, Avrupa Birliğinin şu andaki üye sayısı 28 değil 27, onu da iyi takip edin. Onu da iyi takip edin, 27.

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Çok biliyorsun, çok!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bir diğeri, biliyorsunuz, 63’te rahmetli İnönü’yle resmî süreç başlamıştır, 59’da Menderes’le. O günden bugüne yine MHP-DSP-ANAP İktidarında 99 Helsinki’de, biliyorsunuz, biz üyelikle ilgili kabul edildik. Ardından bizler de, biliyorsunuz, kendi dönemimizde müzakerelere başlamayla ilgili süreci aldık. Ve şu anda 11 fasıl açılmıştır, 1 fasıl hem açılmış hem kapanmıştır ve bu süreç devam ediyor.

CANAN ARITMAN (İzmir) – Tek bir tane!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Sürecin ucu açık-kapalı, bunlar önemli değil, bizim Avrupa Birliğiyle bu süreçteki çalışmamız önemli. Bakın şu anda Hırvatistan için de aynı durum söz konusudur, aynı durumdayız. Fakat biz Türkiye olarak burada Avrupa Birliği üyesi ülkelerle münasebetlerimizin ne noktada olduğunu pekiştirmek istiyoruz. Avrupa Birliği bu noktada bizi oyalar veya farklı bir karar verebilir, biz ne durumdayız, bu önemli. Türkiye olarak -her zaman söylüyorum- Kopenhag Siyasi Kriterleri noktasında bizim Ankara siyasi kriterlerimiz var,  Maastricht Kriterleri noktasında bizim İstanbul ekonomik kriterlerimiz var ve bunlarla biz yapılanmalarımızı hep yaptık, yolumuza devam ediyoruz. Devamlı anlatacağız, devamlı bunları vurgulayacağız, çünkü anlattığımız hâlde anlamamakta direnenler var.

 Bakınız “Suriye’yle, Ürdün’le, Libya’yla vize kalkacak, Kıbrıs’ta somut adımlar atılıyor, atılacak.” dediğimizde buna kimse inanmazdı. Buyurun, Suriye’yle, Ürdün’le, Libya’yla karşılıklı olarak vizeleri kaldırdık ve şu anda aramızdaki ekonomik dış ticaret hacmi süratle yükseliyor.

Değerli arkadaşlarım, aynı şekilde Türkiye bölgesel meselelerde çok önemli bir yere geldi. Kıbrıs da… Biliyorsunuz, İslam Konferansı Örgütü’nde iki kez genel sekreterliği aldık ve Türkiye, İslam Konferansı Örgütü’nün daha önce bir topluluk olarak orada üye iken şimdi…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Erdoğan, süreniz doldu, size de ilave süre vereceğim. 5 dakika ilave süre veriyorum efendim daha önceki uygulamalarım gibi.

Buyurun.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) - Yarım saat verin.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – İsabetli olur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

…gözlemci üye sıfatıyla şu anda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti artık İslam Konferansı Örgütü’nün üyesi olmuş vaziyette.

MUSTAFA ÖZYÜREK(İstanbul)  – İzolasyonlar kaldırılmadı ama…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bakınız “Orhun Anıtları’nı yaptık.” diyoruz, kızıyor, sinirleniyorlar “Tabii ki yapacaksın.” diyorlar. E peki Sayın Bahçeli, sizin göreviniz değil miydi? Üç buçuk yıl iktidarda kaldınız, Başbakan Yardımcısıydınız, niye yapmadınız? Bakın, kırk altı kilometre, Karakurum’dan ta oraya kadar âdeta çöldü, asfalt yolunu yaptık. Niçin? Tarihimizi hatırlayalım.  Buralardan oralara gidenler, gittiklerinde “Hah, bizim büyüklerimiz de bir şeyler yapmış.” desinler, bu adımları bunun için attık. Ve üç buçuk senelik iktidar döneminde vakıf eserlerine sahip çıkamadınız.

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Yapma ya…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ne Osmanlı’nın ne Selçuklu’nun ne cumhuriyetin eserlerine sahip çıkmadınız, çıkamadınız. Sizin göreviniz değil miydi? Aynı şekilde onlar da şu anda bu ülkenin bir değeri durumundadır. Şu anda benim de… Taa, bakıyorsunuz, Avrupa’nın Balkanlarında, Avrupa’nın diğer bölgelerinde birçok camilerimiz var, mescitlerimiz var. Onları oraların ülkeleriyle, yönetimleriyle; zaman geliyor onlar yaptırıyorlar, zaman geliyor biz yapıyoruz. Sizin devlet anlayışınız yok, uluslararası mantığınız yok, siyasetiniz yok. Farkımız burada. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Kazakistan’da, Türkmenistan’da, Moğolistan’da, Bosna-Hersek, Arnavutluk, Kosova, Yunanistan, Filistin, Lübnan, bütün buralarda eserlerimizi ele aldık, bunları yaptık.

Değerli arkadaşlarım, cesaretle, kararlılıkla, sağduyuyla sorunların üzerine gitmeye devam edeceğiz. Vazgeçtiğimiz anda kaybeden Türkiye olur. Vazgeçmeyeceğiz. Türkiye'nin kaybetmesine asla müsaade etmeyeceğiz. Son derece kararlıyız, başladığımız andaki kadar heyecan dolu, coşku doluyuz.

Değerli arkadaşlarım, bugün tüm dünya, tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden birini, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından da en büyük küresel ekonomik krizini yaşadı, yaşıyor. İşte, bütün bunlara rağmen Türkiye… İşte görüyorsunuz, dünya ticaret hacminin bu yıl yüzde 11,9 oranında küçüleceği tahmin ediliyor ki bu oran son altmış yılın en büyük daralması anlamına geliyor. Krizle birlikte 2009 yılında büyümeyi, küresel ekonominin yüzde 1,1 oranında daralmasıyla dünyada görüyoruz.

Krizle birlikte Türkiye değil bütün dünyada işsizlikte bir artış var ama lütfen, Amerika’yı da görün, Japonya’yı da görün, İspanya’yı da görün, İtalya’sını, Almanya’sını, hepsini görün. Doğru, bizde de bir artış var. Biz geldiğimizde 10,7’ydi işsizlik.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Şimdi kaç?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Şu anda da maalesef 13,7;13,8; buradayız.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Amerika’da kaç?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Onların anlattığı gibi çok büyük bir konumda değil.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Amerika’da kaç?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Açarsanız kitapçığı, orada çok teferruatlı olarak o rakamlar var. Büyüme oranına baktığınız zaman işsizlikteki artışa, Amerika’da bu oranın çok daha fazla olarak arttığını göreceksiniz, katladığını görecekseniz. Bir İspanya’da…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Tam tersi… Tam tersi Sayın Başbakan.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Hayır, aç bak; hemen önünde kitapçık, aç bak! Bizim dağıttığımıza bak, senin dağıttıkların filan veya okudukların pek de doğru değil. Onlara bak.

Ve OECD ülkelerinde işsizlik oranlarındaki artış ortalama yüzde 39, bizdeki artış yüzde 36. Ahh Kemal Bey ah, bunlara bir bak. Ve şu anda dünyada 1,2 milyar kişinin günlük harcaması 1,25 doların altında seyrediyor. Bu rakam, dikkat ediniz, dünya nüfusunun yüzde 21,3’ü. Türkiye’de ise, yoksullukla mücadelede de başarılı bir grafik izliyoruz. 2002 yılında günlük harcaması 2,15 doların altında olanların oranı yüzde 3 iken 2008 yılında bu oran binde 5’e kadar düşmüştür.

Bütün bunlarla beraber, değerli arkadaşlarım, küresel krizin başladığı andan itibaren, biz, hassasiyetle işin üzerine gittik ve bundan sonraki süreçte de aynı şekilde bu küresel krize direnen en önemli ülkelerden bir tanesiyiz ve güçlü ekonomisiyle bölgesinin ve dünyasının ilgisini üzerinde toplayan bir Türkiye var ve bizler buradan asla taviz…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Erdoğan, ek süreniz de doldu. Size, konuşmanızı tamamlayabilmeniz için daha önceki hatiplere verdiğim süre kadar süre veriyorum.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Yarım saat istemişti Sayın Başbakan, yarım saat verelim.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Lütuf buyurdunuz.

BAŞKAN – Son kez açtım mikrofonu, buyurun.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ben de toparlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, faizleri söyledim, diğer konuları söyledim ve bütün gerekli teknik bilgiler zaten mevcut.

Ancak bir şeyi ifade etmekte fayda görüyorum, o da şudur: Bakınız, bir ülkenin borçluluğu, gayrisafi yurt içi hasılası içindeki oranla belirlenir. Bu orana baktığınız zaman…

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Peki, miktarın hiç önemi yok yani.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Mustafa Bey, sen bunları bilirsin aslında.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Miktarın hiç önemi yok mu Sayın Başbakan?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Biliyorsun da bunları söylemiyorsun. Bunlara şöyle bir bak, biz göreve geldiğimiz zaman gayrisafi yurt içi hasılaya borç oranı neydi, şimdi ne? Buna bir bakarsak, o zaman gerçeği görürüz ve şu anda da gayet iyi bir konumdayız. Tabii ki, bu krizde biraz yükselme oldu, ama devraldığımız noktaya göre makas gayet açık ve lehimizde ve bundan dolayıdır ki eğitimde başarı devam ediyor, ulaşımda devam ediyor, sağlıkta başarı devam ediyor; eğitimde bu başarıyı artırarak üniversitelere yansıttık, devam ediyor; bütün bunların yanında enerjide Türkiye artık bir üs hâline geldi. Bakın, göreve geldiğimizde 9 ilimiz doğal gaza sahipti, şu anda 65 ilimiz doğal gaza sahip hâle geldi. Modernleşme budur. Bunlar başarılıyor. Tarımla ilgili konularda da yine gerekli bilgiler var.

Sürem doldu ve bundan dolayı -aslında anlatacağım çok şey var ama- bunları herhâlde yine meydanlarda anlatmaya devam edeceğiz.

GÜROL ERGİN (Muğla) – Anlatmak yürek ister, yürek!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ben, 2010 yılı bütçe görüşmelerinin Parlamentomuz için, ülkemiz için, milletimiz için hayırlı olmasını özellikle temenni ediyor; emeği geçen arkadaşlarımı, başta ekonomiden sorumlu Bakanım olmak üzere Maliye Bakanım ve tüm teknokrat, bürokrat arkadaşlarımı huzurlarınızda tebrik ediyor, onlara da teşekkür ediyor, sizlere de en kalbî sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Erdoğan.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Anadol, buyurun, sizi dinliyorum.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başbakan konuşmasında “Sayın Anadol, senin geçmişini biliyoruz.” diyerek açık… Sataşma maddesini ihlal etmiştir. Sataşma olduğu için söz istiyorum.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, esas sataşmayı Sayın Anadol yaptı. Sayın Konuşmacı kürsüde konuşurken sataşan, sebebiyet veren Sayın Anadol’dur.

BAŞKAN – Sayın Anadol, siz İç Tüzük’ün hangi maddesine göre söz istiyorsunuz?

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – 69’a göre, açıklama, sataşma…

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Çok açık.

BAŞKAN – Sayın Başbakanın hangi sözünü... Duyamadım, çok gürültü var.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Tutanaklara bakalım Sayın Başkan, tutanaklara bakalım.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Tutanaklara bakalım!..

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, tutanaklara bakmanız lazım.

BAŞKAN – Sayın Anadol, çok gürültü var. Sayın Başbakanın hangi sözü sizin açınızdan sataşma olarak değerlendirildi, onu anlayamadım.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – “Senin geçmişini biliyoruz.” diyerek açıkça sataştı.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Tutanaklara bakalım Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Anadol, “Senin geçmişini biliyoruz.” demeyi sataşma olarak mı değerlendiriyorsunuz? (CHP sıralarından gürültüler, AK PARTİ sıralarından alkışlar)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Ne olacak? Ne olacak yani?

BAŞKAN – Sayın Anadol, ben orada bir sataşma görmüyorum çünkü bir hakaret, sizi tahkir eden bir cümle yok orada.

CANAN ARITMAN (İzmir) – Adil yönetmiyorsunuz Meclisi!

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – O zaman, Sayın Başkan, ben ısrar ediyorum, oylayın, sizin tarafsızlığınızın ne olduğu tescil edilsin. Oylayın, ısrar ediyorum.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu, buyurun.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başbakan konuşurken Cumhuriyet Halk Partisi sıralarına dönüp “Sizin devlet anlayışınız yok.” diye bir cümle kullandı. Dolayısıyla grubumuza açıkça sataşmada bulundu. Grup Başkan Vekili olarak söz istiyorum.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Efendim, böyle bir cümle yok. Sayın Başkan, öyle bir cümle yok.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hayır efendim, var.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, öyle bir cümle yok.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Aynen not aldım Sayın Başkan. “Sizin devlet anlayışınız yok.” diye açık ve net bir cümle kullandı.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Efendim, notlara güvenemeyiz.

BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu, zabıtları getirteceğim, bakacağım…

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Evet efendim, zabıtlara bakalım.

BAŞKAN – …eğer bir sataşma olduğu kanaatine varırsam söz vereceğim.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Benimki öyle değil. Ben ısrar ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Anadol,  sizinle ilgili o bölümü de getirteceğim.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Hayır efendim…

BAŞKAN – Lütfen oturun… Lütfen sakin olun… Sakin olun, sakin olun efendim… Getirteceğim, bakacağım, sataşma olduğu kanaatine varırsam size söz vereceğim.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Duymadınız mı söylediğini?

BAŞKAN – Şimdi biz görüşmelere devam ediyoruz. Lütfen…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Duymadınız mı söylediğini?

BAŞKAN – Nasıl efendim?

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Duymadınız değil mi söylediğini?

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Canım, kayıt sistemi var.

BAŞKAN – Konuşmayı herkes gibi ben de dinledim ama…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Başbakanı dinlemediniz demek ki!

BAŞKAN – …yetmiş dakikaya yakın bir konuşma yaptı Sayın Başbakan. Tabii, hepsini hatırlamam mümkün değil ki, zabıtlara bakacağım Sayın Anadol, takdir edersiniz.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Ben ısrar ediyorum, oylayın.

BAŞKAN – Getirteceğim.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Hep beraber duyduk Sayın Başkan, niye ısrar ediyorsunuz?

BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu, sizin beyanınızla ilgili de zabıtları hemen getirtiyorum. Görüşmelerimiz daha devam ediyor.

Sayın milletvekilleri, şimdi, bütçe kanun tasarıları üzerinde kişisel olarak görüşlerini belirtmek üzere, bütçenin aleyhinde İzmir Milletvekili Sayın Harun Öztürk söz istediler.

Sayın Öztürk, buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şahsım ve Demokratik Sol Parti adına yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

2010 yılı bütçesiyle ilgili görüş ve önerilerimizi Komisyonda anlatmaya çalıştık ancak iktidar, her zaman olduğu gibi, muhalefetten gelen ve milletin lehine olan değişiklik önerilerini reddetmeyi tercih etmiştir. Altı ciltten ve binlerce sayfadan oluşan bütçe dokümanları içinde muhalefet şerhimizin sayın milletvekillerinin dikkatlerinden kaçabileceği düşüncesiyle, içinde söz konusu şerhin yer aldığı ve “AKP’yle Kayıp Yıllar” adını verdiğimiz kitapçığın milletvekillerine dağıtımı sırasında ortaya konulan engelleme çalışmalarını kınadığımı ifade ediyorum. Demokratik açılımdan söz eden iktidarın muhalif seslere karşı tahammülsüzlüğü kabul edilemez.

Kitaba söz konusu başlığı veren biz değil, bizzat AKP İktidarının kendisidir. Hükûmetin orta vadeli programına açılıp bakılırsa ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır. 2012 yılına gelindiğinde dahi millî gelir rakamlarının 2008 yılı rakamlarına ulaşamayacağını söyleyen Hükûmetin kendisidir.

Değerli milletvekilleri, AKP yaşadığımız krizi tek başına dünya ekonomik krizine bağlayamaz. Dünyada bir ekonomik kriz başlamamış olsaydı dahi Türkiye AKP’yle kendi krizini yaşayacaktı, nitekim yaşıyor. Hükûmetin 2010 yılı programının başında yer alan temel ekonomik göstergelere lütfen bakınız, 2004 yılından sonra göstergelerde hissedilir bozulma olduğunu göreceksiniz. AKP yarattığı yapay gündemlerle bu bozulmanın kamuoyunda tartışılmasını sürekli engellemiştir.

İktidar krizden en az etkilenen ülke olacağımızı söylemesine rağmen ne yazık ki en çok etkilenen ülkelerden biri olduk. Kriz nedeniyle, gelişmekte olan ülkelerin 6,1 olarak tahmin edilen 2009 yılı büyümesi 1,7’ye gerilerken, Hükûmetin artı 5 ve 7 olarak tahmin ettiği büyüme rakamı eksi 6’ya düşmüştür.

BAŞKAN – Sayın Öztürk, bir saniye.

Değerli arkadaşlarım, bakın, hatibi duyamıyoruz. Genel Kurulda gerçekten büyük bir uğultu var, bazı arkadaşlarımız da ayaktalar. Lütfen, görüşmelerimiz devam ediyor, hatibi büyük bir dikkatle takip edelim, izleyelim, dinleyelim arkadaşlar. Lütfen, ayaktaki arkadaşlarımız, yerlerinize oturur musunuz.

Sayın Öztürk, buyurun.

HARUN ÖZTÜRK (Devamla) – Sayın Başkanım, bu bir dakikaya da ilave etmenizi istirham ediyorum.

BAŞKAN – Tabii, buyurun.

HARUN ÖZTÜRK (Devamla) – 2009 yılında dünya ticaret hacmiyle ilgili tahminlerde 16 puanlık bir yanılma olurken bizim ticaret hacmiyle ilgili tahminlerimizde 45,3 puanlık yanılma olmuştur. Krizle birlikte, gelişmiş ülkelerde işsizlik rakamları 1,7 puan kötüleşirken bizde 5 puan kötüleşmiştir. Bu rakamlar size krizden en çok etkilenen ülkelerden biri olduğumuzu göstermiyor mu?

Değerli milletvekilleri, iyi bir ekonomi yönetimi, tahminlerde isabet kaydeden ekonomi yönetimidir. İktidarın ekonomi yönetiminin bu konuda sicili oldukça bozuktur. Size birkaç örnek vermek istiyorum:

Orta vadeli programlarda 2009 yılı büyümesinin önce 7,1 olacağını söylediler, ardından bu oranı önce 5,7’ye, daha sonra 4’e çektiler; olmadı, eksi 3,6 olarak revize ettiler, en son ihale eksi 6’da kaldı. Artı 7’den eksi 6’ya bir tahmin sapması!

Bir başka örnek: 150 milyar dolar olarak tahmin ettikleri ihracatın 100 milyar dolar, 234 milyar dolar olarak tahmin ettikleri ithalatın da 134 milyar dolar olarak gerçekleşmesi bekleniyor. İhracatta 50, ithalatta 100 milyar dolarlık tahmin sapması!

Örnekleri çoğaltmak mümkündür.

Değerli milletvekilleri, şimdi de iktidarın milletin kafasını karıştırmak üzere rakamlarla nasıl oynadığına bakalım:

Birinci örneğimiz, AKP döneminde sağlanan ortalama büyümenin Hükûmet tarafından hesaplanma biçimine ilişkindir. İktidar, 2002 ve 2007 yılları arasını alarak kendi dönemindeki ortalama büyümeyi hesap etmektedir. Şimdi, soruyorum: İlki 28 Kasım 2002’de güvenoyu alan AKP hükûmetlerinin, 2002 yılına ait yüksek büyüme oranını kendi dönemine dâhil etmesi doğru mudur, etik midir? Peki, büyümesi 0,9 olarak kesinleşen 2008 yılı ile büyümesi bugünden en az eksi 6 olacağı ifade edilen 2009 yılının AKP döneminin ortalama büyüme hesabına dâhil edilmemesi doğru mudur, etik midir? Komisyonda yaptığımız eleştiri üzerine, Sayın Bakanın bugünkü konuşmasında hatadan kısmen dönmüş olduğunu görmekten sevindiğimi ifade etmek isterim.

Bir başka örnek: Hükûmet, büyüme konusunda ilk açıklamaları yaparken rakamları olduğundan iyi göstermektedir, daha sonraki dönemlerde aynı rakamları kötüleşme yönünde revize etmektedir. İnsanlar, revize rakamların öncesine dönüp bakmadıkları için Hükûmetin bu rakam oyununun farkına varamamaktadır. Örneğin, 2009 yılı birinci çeyrek büyümesi önce eksi 13,8 olarak açıklandı, ardından bu oran sırasıyla eksi 14,3 ve eksi 14,7’ye yükseltildi; ikinci çeyrek büyüme rakamı önce eksi 7 olarak açıklandı, ardından eksi 7,9’a yükseltildi; son üçüncü çeyrek büyümesi eksi 3,3 olarak açıklandı. Üçüncü çeyrekteki düşük açıklama ile Hükûmet “Bakın, ekonomide düzelme sinyalleri alıyoruz.” diyerek bütçe tartışmalarını atlatmayı düşünmektedir.

Değerli milletvekilleri, AKP hükûmetleri döneminde neredeyse bütün göstergeler bozulmuştur, üretim on dört aydır gerilemektedir. Ekim 2009’daki 6,5 oranındaki artış, 2008 Ekim ayındaki eksi 6,8 küçülmenin üzerine bir artıştır. Kasım ayında üretimde eksi 1,9 azalma olacağı şeklindeki açıklamalar, bu konuda erken sevinmememiz gerektiğini ortaya koymaktadır.

2009 yılının on bir ayında, imalat sanayisi kapasite kullanım oranı 2008 yılının aynı dönemine göre 10,5 puan düşmüştür. Kasım ayındaki 70,7’lik kapasite kullanım oranı, 2000 yılından bu yana, kasım aylarındaki en düşük orandır. Sayın Bakan kasım ayıyla ilgili 70,7 oranını konuşmasına 71,1 şeklinde almıştır. İnşallah, bu hata bilinçli olarak yapılmış bir hata değildir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti hükûmetleri yetmiş beş yılda 250 milyar dolarlık dış ticaret açığı verirken, AKP hükûmetleri yedi yılda 316 milyar dolarlık açık vermiştir.

Türkiye Cumhuriyeti hükûmetleri yirmi yedi yılda toplam 40 milyar dolar cari işlemler açığı verirken, AKP hükûmetleri yedi yılda 164 milyar dolar açık vermiştir.

Türkiye Cumhuriyeti hükûmetleri yetmiş beş yılda 221 milyar dolar borç yapmışken, AKP hükûmetleri Ekim 2009’a kadar geçen yedi yılda 268 milyar dolarlık ilave borç yapmıştır. Sayın Başbakan, borçlar indi de bu rakamlar nereden çıkıyor?

Sayın Başbakanın iyiye gittiğini söylediği tabloda, 2009 yılında, bankalarda on ayda 27 milyar liralık mevduat artışı oluyor, bu artışın sadece 1 milyar lirası ticari kredilere gidiyor, niye acaba? Evet, niye acaba olduğunu söyleyelim: Çünkü 2009 yılının on ayında 44,5 milyar dolarlık borç artışını siz yaptınız ve bankalar size çalışıyor.

Hükûmet, 2010 yılı finansman programında toplam 200 milyar liralık borç anapara ve faiz ödeyeceğini söylemektedir. Bu tutarın 195 milyar lirası yeniden borçlanmaya gidilerek ödenecektir. Yani borçlar borçla ödenecektir. Ayrıca, bu tutarın 150 milyar lirası anapara ödemesi olup görüştüğümüz bütçe içinde yer almamaktadır.

Değerli milletvekilleri, bu bütçe samimi değildir. Zorunlu kamu hizmetleri için yeterli ödenekler ayrılmaması, tahsil edilemeyeceği biline biline gelirlerin yüksek tahmin edilmesi nedeniyle, bütçe açığı öngörülen 50 milyar TL’de tutulamayacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Öztürk, size de ilave süre veriyorum, konuşmanızı tamamlayın lütfen.

HARUN ÖZTÜRK (Devamla) – Üç dakika içinde tamamlayacağım Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Tamam, üç dakika süre veriyorum size.

HARUN ÖZTÜRK (Devamla) – Bu bütçe, memur, emekli, dul ve yetimlerle gazileri ve dar gelirlileri ezen bir bütçedir. En düşük emekli aylıklarında, BAĞ-KUR’luya 7 lira 90 kuruş, işçi emeklisine 15 lira, memur emeklisine 20 lira 30 kuruşluk artışları reva gören bir bütçedir. Altmış beş yaş üstü muhtaç aylığında 2 lira 40 kuruş, özürlü aylığında 4 lira 74 kuruş ve gazi aylıklarında 8 lira 20 kuruşluk artış yapan bir bütçedir. Fazla çalışma ücretlerine saat başına 5 kuruş zam yapan bir bütçedir.

Bu bütçe, sosyal güvenlikte hak kayıplarına yol açan bir bütçedir. Hükûmet, emeklilere verdiği emekli maaşlarını eşitleme sözünü tutmamıştır. Özel hastanelere gidenlerin yüzde 70 oranında fark ödeyeceği bir sistemde “Herkes istediği hastaneye gidebiliyor.” demek doğru değildir. Katılım paylarını eczanelere tahsil ettirerek Hükûmetin sorumluluğu üstünden atmaya çalışması ahlaki değildir. Sosyal güvenlikte kötü yönetimin yükü vatandaşlara yüklenmemelidir.

Bu bütçe, yoksulluğun artmasına seyirci kalan bir bütçedir. 2008 yılında açlık ve yoksulluk sınırı altında yaşayanların sayısı 12 milyonu aşmıştır, tarım kesiminde yoksulluk artmıştır, çok çocuklu ailelerde yoksulluk artmıştır. Hükûmetin en az 3 çocuk sahibi olunması yolundaki politikası ile artan yoksulluktan yararlanmak istediği açıkça ortaya çıkmıştır.

Hükûmetin iddiasının aksine, bu bütçeden krizin önünü açacak kamu yatırımları için yeterli ödenek ayrılmamıştır. Bu bütçenin işsizliği azaltma ve işsizlerin sorunlarına çare olmak gibi bir derdi yoktur. Bu bütçe, işsizlikte bir neslin gözden çıkarılmasına kayıtsız kalan bir bütçedir. Ağustos itibarıyla son bir yılda 927 bin kişi işini kaybetmiştir. Yedi yılda kadınların işsizlik oranındaki artış erkeklerin 2 katına yakın olmuştur. Bu durum, AKP Hükûmetinin kadınları evde oturmaya zorlayan politikalarının bilinçli bir sonucudur. İşsizlik Sigortası Fonu, Hükûmetin faiz gelirlerine el atmaya başlamasıyla birlikte, geçmişteki tasarruf bonosu, MEYAK kesintileri, zorunlu tasarruf ve KEY kesintileri akıbetine doğru hızlı yol almaktadır.

AKP hükûmetleri, her zaman olduğu gibi bu bütçede de çiftçiyi ve tarımı unutmuştur. 2009 yılının ilk on ayında, 2008 yılına göre tarımsal destekler yüzde 28,9 oranında azalarak 5,1 milyar liradan 3,9 milyar liraya gerilemiştir.

Değerli milletvekilleri, Hükûmetin muhalefetin sesine daha çok kulak vermesi ve 2010 yılı merkezî yönetim bütçesinin hayırlı olması dileğiyle…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HARUN ÖZTÜRK (Devamla) - …yüce heyetinizi tekrar saygıyla selamlıyorum. (CHP, MHP ve Bağımsızlar sıralarından alkışlar)

Selamımı da kapattığınız için teşekkür ediyorum Sayın Başkan!

BAŞKAN – Sayın Öztürk, çok teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, 2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2008 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Biraz sonra oylamaya geçeceğiz.

HASAN MACİT (İstanbul) – Sayın Başkanım, sataşma var, söz istiyorum.

BAŞKAN – İzin verin, bir saniye…

Önce, Sayın Hamzaçebi’nin yazılı bir müracaatı oldu Başkanlığımıza. Kendileri “Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu Başkan Vekili Sayın Elitaş, konuşması sırasında, Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu içinde yer alan, komisyonun CHP’li üyelerinin karşı oy yazısındaki bir bölümü anlamından farklı bir anlam yükleyerek değerlendirdi. O nedenle, sataşma nedeniyle söz istiyorum.” dedi, 69’a göre.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Yalnız Sayın Başkanım, oturum değişti. Ara verildi, oturum değişti; önceki oturumda Sayın Başkanım.

BAŞKAN – İzin verin, izin verin…

Şimdi, Sayın Hamzaçebi, 31’inci Birleşimin Birinci Oturumunda Sayın Elitaş konuşmuştu. Siz bu talebi daha sonraki oturumda dile getirdiniz. Şimdi, 69’uncu maddenin ikinci fıkrası diyor ki: “Açıklama ve cevaplar için Başkan, aynı oturum içinde olmak üzere söz verme zamanını takdir eder.” Dolayısıyla bu talep aynı oturum içerisinde bize iletilmediği için, böyle bir talebi bize iletmediğiniz için, İç Tüzük 69/2’ye göre size söz vermem mümkün değil.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan, Birinci Oturumun son cümleleri olarak kullandı Sayın Elitaş bu konuşmasını ve hemen akabinde oturum kapandı. Yani talepte bulunmak için yeterli zaman yoktu.

BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, bize sizin müracaatınız 31’inci Birleşimin İkinci Oturumunda geldi, Sayın Elitaş Birinci Oturumunda konuştu. Dolayısıyla 69/2’ye göre –grup başkan vekili arkadaşlarınız bu konuyu çok iyi bilirler- size söz vermem -üzülerek ifade ediyorum ki- mümkün değil.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan, Birinci Oturumun kapanış cümleleri olarak Sayın Grup Başkan Vekili bu açıklamayı yaptı. Dolayısıyla, onun akabinde de hemen oturumu kapattınız, ancak söz talebinde bulunabildim.

BAŞKAN – Nasıl?

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – O cümlelerin akabinde siz oturumu kapattığınız için Birinci Oturumda size dilekçeyi yetiştirme imkânı olmadı efendim.

BAŞKAN – Ama ne yapalım? İç Tüzük böyle düzenlenmiş. Yani bir oturum önceki bir konuşma nedeniyle daha sonraki oturumda size söz vermem, 69/2’ye göre mümkün değil.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan, fiilî durumu anlatıyorum size.

BAŞKAN – Mümkün değil Sayın Hamzaçebi, mümkün değil. Zorlamayın lütfen.

Şimdi, Sayın Anadol’un ve Sayın Kılıçdaroğlu’nun…

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Yerimden bir açıklama için verin efendim.

AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) – Yerinden açıklama yapsın Başkanım.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Yerimden bir açıklama izni rica ediyorum Sayın Başkanım.

HAKKI SUHA OKAY (Ankara) – Yerinden açıklama yapsın Sayın Başkanım, iki dakika süre verin.

BAŞKAN – Ama siz 69’a göre söz istediniz. Yerinden açıklama 60’ın dördüncü fıkrasına göre olur. Böyle bir talebiniz yok. Şimdi lütfen oturun.

Şimdi başka talepleri olanları değerlendireceğim.

Sayın Anadol’un, kendisine sataşma nedeniyle bir söz talebi olmuştu. Sayın Erdoğan konuşması esnasında, “Sayın Anadol, biz senin geçmişini biliriz.” ifadesini kullanmış. Siz de “Ne var geçmişimde?” demişsiniz. Sayın Erdoğan “Senin oradakilerden pek farkın yok, iyi biliriz seni, iyi biliriz seni.” ifadesini kullanmış.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Evet. “Buradakilerden farkın yok.” dedi.

BAŞKAN – Şimdi, bütün bunları birlikte değerlendirdiğimizde, “Biz senin geçmişini biliriz.” derken “İyi biliriz.” anlamında kullandığı anlaşılıyor. Burada bir sataşma var mı Sayın Anadol? (CHP sıralarından gürültüler)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Öyle bir şey olmadı.

BAŞKAN – Bakın…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Hakaret kastıyla söyledi.

BAŞKAN - İzin verin… İzin verin…

Sayın Kılıçdaroğlu, Sayın Erdoğan’ın “Sizin devlet anlayışınız yok, uluslararası mantığınız yok, siyasetiniz yok. Farkımız burada.” ifadesini kullandığını ifade ettiniz. Evet, zabıtlarda böyle ifadeler var. Bunu partinize bir sataşma, grubunuza bir sataşma olarak değerlendiriyorsunuz.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Evet.

BAŞKAN – Aynı partiden iki tane grup başkan vekili söz istediler.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Hayır, şahsıma sataşıldı.

BAŞKAN – Bir grup başkan vekili arkadaşımıza her iki hususla ilgili de açıklama yapmak üzere söz vereceğim. (CHP sıralarından gürültüler)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Grup Başkan Vekili olarak değil, şahsıma sataşıldı.

BAŞKAN –  Sayın Anadol, her iki hususla ilgili de görüşlerinizi ifade etmek üzere…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Hayır efendim, Grup Başkan Vekili olarak değil…

GÜROL ERGİN (Muğla) – “Geçmişini biliriz.” hakaret değil mi?

BAŞKAN – Lütfen…

GÜROL ERGİN (Muğla) – “Geçmişini biliriz.” hakaret değil mi?

BAŞKAN – Lütfen oturur musunuz yerinize…

GÜROL ERGİN (Muğla) – Ben de hepinizin geçmişini bilirim o zaman!

BAŞKAN – Bir dakika… Bir dakika… Bir dakika… Bir dakika… Bir dakika…

GÜROL ERGİN (Muğla) – Hepinizin geçmişini bilirim! (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Ergin, şu hareketiniz, İç Tüzük’e göre, disiplin cezasını gerektirir.

GÜROL ERGİN (Muğla) – Dün milletin anasına hakaret ettiniz, bugün de burada milletvekiline ediyorsunuz!

BAŞKAN – Sayın Ergin, kürsüye doğru böyle yürüyemezsin! Bunun İç Tüzük’te karşılığı var. Lütfen yerinize oturun! Bana İç Tüzük hükümlerini uygulatmayın, disiplin hükümlerini uygulatmayın. Lütfen yerinize oturun!

Sayın Anadol, lütfen, yeni bir sataşmaya mahal vermeyecek şekilde, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol’un, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Yeni bir sataşmaya da meydan vermeyeceğimden emin olun.

Ben, geçmişimle değil, yaşamımla kıvanç duyuyorum, iftihar ediyorum, gurur duyuyorum çünkü kursağımdan bir haram lokma geçmedi. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) İki: Oğlumun sünnetinde gelen altınlarla zengin olmadım. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Anayasa, Adalet Komisyonu orada. Hakkımda dolandırıcılıktan, kalpazanlıktan, evrakta sahtekârlıktan ceza istenmiyor. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler)

AGÂH KAFKAS (Çorum) – Ne alakası var?

K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Ben değilim diyorum, ben değilim. Ben değilim, niye alınıyorsunuz? (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Anadol, hani…

K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Kendimi tarif ediyorum.

BAŞKAN – …yeni bir sataşmaya mahal vermeyecek şekilde konuşacaktınız?

K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Vermiyorum.

Şimdi, bir cümle okuyacağım: “Türkiye Cumhuriyeti 1923’ten bu yana sürekli gerileyiş içindedir. Türkiye'nin yetmiş yıllık tarihi boşa harcanmış bir zamandır.” İmza, Recep Tayyip Erdoğan, 1993.

 Ben, geçmişimi iyi bildiğini söyleyen Recep Tayyip Erdoğan’ı, o Hikmetyar’lı  geçmişiyle, karanlık geçmişiyle baş başa bırakıyorum. (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler)

AHMET YENİ (Samsun) – Biraz saygılı olun, saygılı!

ABDÜLHADİ KAHYA  (Hatay) – Ayıp!… Ayıp!…

MUHARREM SELAMOĞLU (Niğde) – Hiç yakışmıyor sana!

BAŞKAN – Peki.

Sayın Kılıçdaroğlu, üç dakika da size söz veriyorum. Deminki ifadeler bağlamında görüşlerinizi ifade etmek üzere, üç dakika içerisinde, lütfen, yeni bir sataşmaya mahal vermeyecek şekilde düşüncelerinizi Genel Kurulla paylaşın.

2.- İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın grubuna sataşması nedeniyle konuşması

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Tabii Sayın Başkan. Çok teşekkür ederim.

Sayın Başbakan, burada yaptığı konuşmada grubumuza dönerek “Sizin devlet anlayışınız yoktur.” diye bir cümle kullandı. Hiçbir Cumhuriyet Halk Partili gidip Hikmetyar’ın önünde diz çökmemiştir çünkü onların devlet anlayışında böyle bir kural yoktur! (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler)

Hiçbir Cumhuriyet Halk Partili Dubai’ye gidip “1 milyar lira bana para verin, ben orduyu Kuzey Irak’a sokmayacağım.” diye anlaşma imzalamamıştır! (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

AHMET YENİ (Samsun) – Dersim’i anlat, Dersim’i!

CEMAL KAYA (Ağrı) – Dersim’e gel, Dersim’e!

BAŞKAN – Lütfen… Lütfen… Sakin olun arkadaşlar, sakin olun.

Sayın Kılıçdaroğlu, lütfen…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Hiçbir Cumhuriyet Halk Partili şu kürsüye gelip “Sayın Başkan, milletvekillerini siz mi susturacaksınız yoksa ben mi susturacağım” deme anlayışına sahip değildir! (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu, siz, lütfen konuşmanıza devam edin.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Sayın Başbakan, devlet adamlığından söz ediyorsa, devlet adamlığının ne olduğunu önce kendisinin okuyup öğrenmesi lazım. (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Devlet adamları doğruyu söyler, devlet adamları ülkenin çıkarlarını savunur, devlet adamları 1 milyar dolar para alacağım diye ülkesini satmaz…

AHMET AYDOĞMUŞ (Çorum) –  Senin gibi davasını satmaz!

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – …ülkesini pazarlamaz! (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler)

AHMET AYDOĞMUŞ (Çorum) –  Sen de davanı satıyorsun!

BAŞKAN  – Evet, sayın milletvekilleri, şimdi 2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2008 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesini oylarınıza sunacağım…

HASAN MACİT (İstanbul) – Sayın Başkan… Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Macit, buyurun.

HASAN MACİT (İstanbul) – Sayın Başkan, sataşmadan dolayı söz talebim var.

BAŞKAN – Hangi sebeple efendim, hangi maddeye göre ve hangi sebeple sataşmadan söz istiyorsunuz?

HASAN MACİT (İstanbul) – Efendim, partimizin ismini üç dört defa kullanarak sataştı Sayın Başbakan…

BAŞKAN – Kim sataştı efendim?

HASAN MACİT (İstanbul) – Sayın Başbakan…

BAŞKAN – Size mi sataştı?

HASAN MACİT (İstanbul) – Demokratik Sol Partiye sataştı, yanıt vermek istiyorum.

BAŞKAN – Efendim, olur mu, Demokratik Sol Partiyi siz mi temsil ediyorsunuz, Genel Başkanı siz misiniz?

HASAN MACİT (İstanbul) – Genel Başkan Yardımcısıyım.

BAŞKAN – Hayır efendim…  Lütfen yerinize oturun.

HASAN MACİT (İstanbul) – Efendim, sataşma var, yanıt vermek istiyorum.

BAŞKAN – Talebiniz 69’uncu maddenin koşullarını taşımamaktadır  Sayın Macit, lütfen yerinize oturun.

HASAN MACİT (İstanbul) – Vermeyecek misiniz Sayın Başkan?

BAŞKAN - Baktım, baktım efendim, yazılı bildirmişsiniz, inceledim, 69’uncu maddenin kapsamına girmemektedir talebiniz. O nedenle size söz veremiyorum. Lütfen oturunuz.

HASAN MACİT (İstanbul) – Sayın Başkan, iki dakika yanıt…

BAŞKAN – Hayır efendim, lütfen…

HASAN MACİT (İstanbul) – Böyle mi adaletiniz var Sayın Başkan?

BAŞKAN – Lütfen yerinize oturur musunuz…

HASAN MACİT (İstanbul) – Ben yerine otururum ama burada Sayın Başbakan konuşurken size yakışmayan tarzda bulunuyor, bize yakışmayan tarzda bulunuyor, ona yanıt veremiyorum!

BAŞKAN – Lütfen yerinize oturun, lütfen yerinize oturun. Size söz hakkı vermedim ki, ben size söz imkânı vermedim ki konuşuyorsunuz. 

HASAN MACİT (İstanbul) – Türkiye Büyük Millet Meclisinde demokrasi uygulanmadığı zaman dışarıda demokrasi uygulanamaz. 

BAŞKAN - Lütfen oturun… Lütfen oturun...

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan, söz istiyorum.

BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, yani İç Tüzük o kadar açık ki size söz vermem mümkün değil.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan…

BAŞKAN - Lütfen…

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- 2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/759) (S. Sayısı: 442) (Devam)

2.- 2008 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2008 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/728, 3/934) (S. Sayısı: 443) (Devam)

BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım, 2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.

OKTAY VURAL (İzmir) – Bakmadınız efendim! Bakın “Kabul etmeyenler” diye… 

BAŞKAN – Anlayamadım…

OKTAY VURAL (İzmir) – Bir bakın…

BAŞKAN – Baktım efendim.

OKTAY VURAL (İzmir) – Nereye baktınız? 

BAŞKAN – Baktım… Baktım…

OKTAY VURAL (İzmir) – Önünüze bakıyorsunuz!

BAŞKAN – İtirazınız mı var efendim?

OKTAY VURAL (İzmir) – Bu kadar saygısızlık olmaz!

BAŞKAN – Baktım efendim, gördüm ben çoğunluğu, gördüm.

OKTAY VURAL (İzmir) – Saygısızca davranıyorsunuz! Başbakana karşı bu Meclisin huzurunu koruyamıyorsunuz.

BAŞKAN – Böylece, 2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir.

Evet, bir oylamamız daha var.

2008 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Değerli arkadaşlarım, böylece 2010 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2008 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir.

Şimdi, sırasıyla her iki tasarının da 1’inci maddelerini okutuyorum:

2010 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI

BİRİNCİ KISIM

Genel Hükümler

BİRİNCİ BÖLÜM

Gider, Gelir, Finansman ve Denge

Gider

MADDE 1 (1) Bu Kanuna bağlı (A) işaretli cetvellerde gösterildiği üzere, 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli;

a) (I) sayılı cetvelde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerine 281.907.405.110 Türk Lirası,

b) (II) sayılı cetvelde yer alan özel bütçeli idarelere 17.799.895.100 Türk Lirası,

c) (III) sayılı cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumlara 1.949.287.082 Türk Lirası,

ödenek verilmiştir.

2008 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI

Gider bütçesi

MADDE1- (1) 5724 sayılı 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanununa bağlı (A) işaretli cetvellerde gösterildiği üzere, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli (I) sayılı cetvelde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerine 218.284.732.372 Yeni Türk Lirası, (II) sayılı cetvelde yer alan özel bütçeli idarelere 13.941.949.650 Yeni Türk Lirası ve (III) sayılı cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumlara ise 1.729.688.441 Yeni Türk Lirası ödenek verilmiştir. 2008 yılı merkezi yönetim konsolide ödenek toplamı 222.553.216.800 Yeni Türk Lirasıdır.

(2) Kanunların verdiği yetkiye dayanarak yıl içerisinde eklenen ve düşülen ödenekler sonrası merkezi yönetim kesin hesap gider cetvellerinde gösterildiği üzere, 5018 sayılı Kanuna ekli;

a) (I) sayılı cetvelde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinin 2008 yılı bütçe giderleri toplamı 222.055.561.266,14 Yeni Türk Lirası,

b) (II) sayılı cetvelde yer alan özel bütçeli idarelerin 2008 yılı bütçe giderleri toplamı 14.526.959.077,42 Yeni Türk Lirası,

c) (III) sayılı cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumların 2008 yılı bütçe giderleri toplamı 1.692.598.319,52 Yeni Türk Lirası,  olarak gerçekleşmiştir.

(3) 2008 yılı merkezi yönetim konsolide bütçe gideri toplamı 227.030.562.569,40 Yeni Türk Lirasıdır.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Anayasa’nın 164’üncü maddesi uyarınca Bütçe Kanun Tasarısı’yla Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın görüşmeleri birlikte yapılacağından okunmuş bulunan 1’inci maddeler kapsamına giren kuruluşların 2010 yılı merkezî yönetim bütçeleriyle 2008 yılı merkezî yönetim kesin hesaplarının görüşmelerine yarınki birleşimde başlanacaktır.

Danışma Kurulunun bir önerisi vardır, okutup oylarınıza sunacağım.

VI.- ÖNERİLER

A) Danışma Kurulu Önerileri

1.- Genel Kurulun 14/12/2009 Pazartesi günkü birleşiminde, 442 sıra sayılı 2010 Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerindeki görüşmelerin tamamlanmasından sonra 445 sıra sayılı Çek Kanunu Tasarısı’nın tümümün oylanmasının tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi

Danışma Kurulu Önerisi

                                                                                                            14.12.2009

Danışma Kurulunun yaptığı toplantıda, aşağıdaki önerilerin Genel Kurulun onayına sunulması uygun görülmüştür.

                                                                                                       Mehmet Ali Şahin

                                                                                              Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                               Başkanı 

             Bekir Bozdağ                        Kemal Anadol                         Oktay Vural

   Adalet ve Kalkınma Partisi       Cumhuriyet Halk Partisi       Milliyetçi Hareket Partisi

        Grup Başkan Vekili               Grup Başkan Vekili               Grup Başkan Vekili

Öneriler

Genel Kurulun 14.12.2009 Pazartesi günü; Gündemin Özel Gündemde Yer Alacak İşler kısmında yer alan 442 sıra sayılı 2010 Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısının tümü üzerinde görüşmelerin tamamlanmasından sonra Gündemin Oylaması Yapılacak İşler Kısmında yer alan 445 sıra sayılı Çek Kanunu Tasarısının tümünün oylamasının tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılması

Önerilmiştir.

BAŞKAN – Evet, Danışma Kurulu önerisinin aleyhinde söz isteyen Eskişehir Milletvekili Tayfun İçli.

Buyurun Sayın İçli.

H. TAYFUN İÇLİ (Eskişehir) – Sayın Başkanım, çok saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; 14/12/2009 tarihli Danışma Kurulu önerisinin aleyhinde söz aldım.

Değerli arkadaşlarım, elimde Türkiye Büyük Millet Meclisi Sayın Başkanının bastırdığı 2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’yla ilgili bir broşür var, sanıyorum size, hepinize dağıtılmıştır.

Bu program, yine Danışma Kurulunun 3/12/2009 tarihli kararıyla planlanmış. Bugün bütçenin geneli hakkında görüşülecek, birinci tur oylama ile ikinci tur oylamalar yarın görüşülecek; yani, özetle, bütçe görüşmeleri bugün başlayıp ayın 26’sına kadar devam edecek.

Şimdi yeni bir öneri geliyor: Gerekçe, geçtiğimiz hafta görüşülmekte olan, ancak oylamada AKP’li milletvekillerinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde olmaması nedeniyle, toplantı yeter sayısı bulunmaması nedeniyle kanunlaşamayan tasarıyı, bu araya, Danışma Kurulu önerisiyle araya sokmaya çalışıyor. Var mıydınız?..

MUHARREM SELAMOĞLU (Niğde) – Siz var mıydınız?

H. TAYFUN İÇLİ (Devamla) - Evet, buradaydım. Ama, ben muhalefet milletvekiliyim. 338 AKP milletvekili Türkiye Büyük Millet Meclisinde çalışması gerekirken burada değildiniz, önem verdiğiniz kanun görüşmelerinde bulunmadınız. Toplantı yeter sayısı bulunmadığı için bu tasarı yasalaşamadı.

Şimdi, İç Tüzük’ün hangi maddesine göre bir birleşim başladıktan sonra, birleşimin bitiminde 3/12/2009 tarihinde alınan Danışma Kurulu önerisini değiştirmeye kalkıyorsunuz?

Sayın Başkan, son dönemlerde gerçekten Türkiye Büyük Millet Meclisinin yönetiminde bir keyfîlik egemen oldu. Geçtiğimiz gün, Sayın Sadık Yakut bulunmaması gereken bir yerde bulundu. Bir usul tartışması açtık. Hem Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı olarak size vekâlet ediyordu hem de Cumhurbaşkanı olarak Cumhurbaşkanına vekâlet ediyordu hem de Meclis Başkan Vekili olarak o makamda oturmak suretiyle Türkiye Büyük Millet Meclisini yönetmeye kalktı. İtiraz ettik “Bir usul hatası.” dedik. Sayın Sadık Yakut makamdan kalkmak suretiyle Türkiye Büyük Millet Meclisini Sayın Güldal Mumcu yönetti.

Yine, bir keyfîlik söz konusuydu. Meclis Başkanı olarak duymanızı istiyorum. Saat 14.00’te başlaması gereken Genel Kurulu… İlkokullarda bile ders zamanında açılır, saat dokuzda açılacaksa dokuzda okulu açarlar, ama Türkiye Büyük Millet Meclisini 14.15’te açtılar! Yine Sayın Sadık Yakut, Meclis Başkan Vekili “Beş dakika ara veriyorum.” dedikten sonra, oturum bir saat sonra açıldı.

Bu sizin imzanız değil mi Sayın Başkanım? “Mehmet Ali Şahin, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı.”

“Sayın Milletvekilleri, 2010 yılı bütçesi 14’ünde başlayıp 26’sına kadar devam edecektir.” Ve orada da kararlar var. Birinci gün nelerin konuşulacağı, turlar hâlinde milletvekillerine kaç dakika süre verileceği bu Danışma Kurulunun, bütün grup başkan vekillerinin imzasını taşımıyor mu?

Şimdi, bugünkü birleşim başlamış. Bugün bütçenin geneli hakkında görüşmüşüz, AKP’li milletvekilleri perşembe günü burada bulunmadığı için onaylanmayan kanunu bir Danışma Kurulu önerisi olarak önümüze getiriyorsunuz.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – İmkân yok mu?

 H. TAYFUN İÇLİ (Devamla) – Neden öne getiriyorsunuz? Türkiye Büyük Millet Meclisi… Genel görüşmeler olduktan sonra, neden onu getiriyorsunuz?

Bakın, değerli arkadaşlarım, biraz evvel Sayın Başbakanı dinlediniz. Kendisine laf atıldığı zaman hiç hoşnut olmuyor. Sizler burada her sayın genel başkanın, her hatibin konuşmasına laf atıyorsunuz. Hatibin dikkatini dağıtmaya çalışıyorsunuz. Ama sizin Sayın Başbakanınız burayı terk ettikten sonra, siz buradaki hatiplere laf atma konusunda da örnek oluyorsunuz.

Bakın, bir de yadırgadığım başka bir olay daha var: Ana Muhalefet Partisi Sayın Genel Başkanı bütçenin geneli hakkında burada konuşuyor. Sayın AKP Genel Başkanı, Başbakan arkada çay, kahve içiyor.

Başka bir arkadaşımız, bütçenin aleyhinde söz alan, Demokratik Sol Partiden Harun Öztürk arkadaşımız söz talep ediyor, Sayın Başbakan dosyalarını, çantalarını, arkadaşlarıyla birlikte derleyip toplayıp arkaya gidiyor.

Değerli arkadaşlarım, bu son günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisine yakışmayan şeyler oluyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi keyfîliği kaldırmaz. Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa’nın ve İç Tüzük’ün amir hükümlerine, bu hükümlere göre yönetilir. Siz öyle istediniz diye bu Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışma usulleri değişmez. Ve Sayın Başkanım, bu görüşlerimi iletmek için söz aldım. Aslında İç Tüzük’e aykırıdır Danışma Kurulu önerisi. Bütçe görüşmelerinin devam etmesi gerekir ve her şeyden önce, sizin imzanızı taşıyan ve milletvekillerine gönderdiğiniz bu Danışma Kurulu önerisine sadık kalmanızı özellikle Meclis Başkanı olarak diliyorum ve milletvekili arkadaşlarıma da beni dinledikleri için, sabırları için teşekkür ediyorum.

Sağ olun. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Evet, ben de teşekkür ederim Sayın İçli.

Değerli arkadaşlarım, Danışma Kurulu önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Alınan karar gereğince, gündemin ”Oylaması Yapılacak İşler Kısmı”nda yer alan Çek Kanunu Tasarısı’nın açık oylamasına başlıyoruz.

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

3.- Çek Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/710) (S.Sayısı: 445) (x)

BAŞKAN - Daha önce, açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılması kabul edilmişti.

Şimdi, elektronik cihazla oylama yapacağız.

Oylama için üç dakika süre vereceğim.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Çek Kanunu Tasarısı’nın açık oylama sonucunu açıklıyorum:

Kullanılan oy sayısı:                                   318

Kabul              :                                           313

Ret                  :                                             4

Çekimser        :                                            1(xx)

Tasarı, kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.

Sayın milletvekilleri, programa göre kuruluşların bütçe ve kesin hesaplarını görüşmek için alınan karar gereğince 15 Aralık 2009 Salı günü saat 11’de toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati:19.48

                 

(x) 445 Sıra Sayılı Basmayazı 10/12/2009 tarihli 29’uncu Birleşim Tutanağı’na eklidir.

(xx) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.