DÖNEM: 23 YASAMA
YILI: 4
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
CİLT : 55
31’inci Birleşim
14 Aralık 2009 Pazartesi
(Bu
Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür
belge ile konuşmacılar tarafından ifade
edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak
yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L
E R
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)- Tezkereler
1.- Anayasa
Mahkemesi, 11/12/2009 günlü Esas: 2007/1 ve Karar 2009/4 sayılı Kararı’yla
Demokratik Toplum Partisinin kapatılmasına ve kapatma kararının verildiği
tarihte parti tüzel kişiliğinin sona ermesine karar verdiğinden, bu karar
gereğince, Demokratik Toplum Partisinin Türkiye Büyük Millet Meclisindeki bütün
faaliyetlerinin sona erdiğine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1027)
IV.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- 2010 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/759) (S. Sayısı: 442)
2.- 2008 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezi Yönetim Bütçesi
Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2008 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait
Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/728, 3/934) (S. Sayısı: 443)
3.- Çek Kanunu
Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/710) (S.Sayısı: 445)
V.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- İzmir
Milletvekili K. Kemal Anadol’un, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
2.- İstanbul
Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın grubuna
sataşması nedeniyle konuşması
VI.-
ÖNERİLER
A) Danışma Kurulu Önerileri
1.- Genel Kurulun
14/12/2009 Pazartesi günkü birleşiminde, 442 sıra sayılı 2010 Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerindeki görüşmelerin tamamlanmasından sonra
445 sıra sayılı Çek Kanunu Tasarısı’nın tümümün oylanmasının tamamlanmasına
kadar çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi
VII.-
OYLAMALAR
1.- Çek Kanunu
Tasarısı’nın tümünün oylaması
VIII.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, sanayi strateji belgesi hazırlık çalışmalarına
ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün’ün cevabı (7/10396)
2.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, sanayi sicil kayıtlarının güncellenmesine ilişkin
sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün’ün cevabı (7/10397)
3.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, teknoloji geliştirme bölgelerine ilişkin sorusu ve
Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün’ün cevabı (7/10399)
4.- Manisa
Milletvekili Erkan Akçay’ın, Salihli Organize Sanayi Bölgesi çalışmalarına
ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün’ün cevabı (7/10400)
5.- Manisa Milletvekili
Erkan Akçay’ın, Akhisar Organize Sanayi Bölgesi çalışmalarına ilişkin sorusu ve
Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün’ün cevabı (7/10401)
6.- Manisa
Milletvekili Erkan Akçay’ın, Turgutlu 1. Organize Sanayi Bölgesi çalışmalarına
ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün’ün cevabı (7/10402)
7.- Antalya
Milletvekili Osman Kaptan’ın, Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanına
ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı (7/10799)
8.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Göle TİGEM işletmesinin kiralanmasına ilişkin
sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/10967)
9.- Adana
Milletvekili Nevingaye Erbatur’un, dış denetim raporlarındaki bazı hususlara
ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Nevzat Pakdil’in
cevabı (7/10968)
10.- İzmir
Milletvekili Recai Birgün’ün, resmi üniformalı kişilerin TBMM’ye girişlerine
ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Nevzat Pakdil’in
cevabı (7/10971)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu
saat 14.10’da açılarak yedi oturum yaptı.
Birinci Oturum
Oturum Başkanı
TBMM Başkanı Vekili Sadık Yakut, Bursa’nın Mustafakemalpaşa ilçesi
yakınlarındaki kömür ocağında metan gazı sıkışması nedeniyle meydana gelen
grizu patlaması sonucunda toprak altında kalarak hayatını kaybeden 19 işçiye
Allah’tan rahmet, ailelerine sabır ve metanet, milletimize başsağlığı dileyen
bir konuşma yaptı.
Gümüşhane
Milletvekili Yahya Doğan, Tutum, Yatırım ve Yerli Malları Haftası’na,
Iğdır
Milletvekili Ali Güner, Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet Başkanı merhum Haydar
Aliyev’in ölüm yıl dönümüne,
Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk, Bursa ili Mustafakemalpaşa ilçesi Devecikonağı
köyündeki maden ocağında meydana gelen grizu patlamasına,
İlişkin gündem
dışı birer konuşma yaptılar.
Oturum Başkanı
TBMM Başkanı Vekili Sadık Yakut’un Cumhurbaşkanlığına vekâlet etmesi nedeniyle
Genel Kurulu yönetemeyeceği itirazlarını değerlendirmek üzere birleşime saat
14.36’da ara verildi.
Sadık YAKUT
TBMM
Başkanı Vekili
Gülşen ORHAN Fatih
METİN
Van Bolu
Kâtip Üye Kâtip
Üye
İkinci, Üçüncü, Dördüncü, Beşinci, Altıncı, Yedinci Oturum
Oturum Başkanı
TBMM Başkan Vekili Şükran Güldal Mumcu, Bursa Mustafakemalpaşa ilçesinde
yaşanan grizu patlamasında hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına
başsağlığı dileyen bir konuşma yaptı.
Samsun
Milletvekili Suat Kılıç,
Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır,
Bursa
Mustafakemalpaşa ilçesinde yaşanan grizu patlamasına ilişkin birer açıklamada
bulundular.
Oturum Başkanı
TBMM Başkanı Vekili Sadık Yakut’un Cumhurbaşkanlığına vekâlet etmesi nedeniyle
Genel Kurulu yönetip yönetemeyeceği hususunda yapılan usul tartışması
sonucunda, Başkanlıkça “Bundan sonra Yasama Meclisinin kendi kişiliğine ve
onuruna uygun davranacağı herkesin malumu olmalıdır.” açıklaması yapıldı.
Giresun
Milletvekili Murat Özkan, Ankara Milletvekili Ahmet İyimaya’nın, vekâlet
konusundaki yorumlarının yanlış olduğuna Türkiye Büyük Millet Meclisinin daha
önce aldığı bir karar gerekçe gösterilerek evrensel hukuk normlarının ortadan
kaldırılmasının kabul edilemeyeceğine ilişkin bir açıklamada bulundu.
İstanbul
Milletvekili Esfender Korkmaz ve 25 milletvekilinin, KEY ödemelerinde yaşanan
sorunların (10/492),
Yalova
Milletvekili Muharrem İnce ve 31 milletvekilinin, yükseköğrenim öğrencilerinin
barınma sorununun (10/493),
Aksaray
Milletvekili Osman Ertuğrul ve 20 milletvekilinin, belediyelerin sorunlarının
(10/494),
Araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla birer Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin
gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı
açıklandı.
Kenya Millet
Meclisi Dış İlişkiler ve Savunma Komitesi ile Çek Cumhuriyeti Senatosu
Dışişleri Savunma ve Güvenlik Komisyonu heyetlerinin ülkemizi ziyaret etmesinin
uygun bulunduğuna ilişkin Başkanlık tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.
Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:
1’inci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),
2’nci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/499) (S. Sayısı: 321),
Görüşmeleri,
komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.
3’üncü sırasında
bulunan ve görüşmelerine devam olunan, Çek Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu
Raporu’nun (1/710) (S. Sayısı: 445) görüşmeleri tamamlandı; tümü üzerinde
elektronik cihazla yapılan her iki açık oylamada da toplantı yeter sayısı
bulunamadı.
Samsun
Milletvekili Suat Kılıç:
Aydın
Milletvekili Ali Uzunırmak’ın,
Tunceli
Milletvekili Kamer Genç’in;
Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır, Samsun Milletvekili Suat Kılıç’ın;
Gruplarına
sataşması nedeniyle birer konuşma yaptılar.
445 S. Sayılı
Kanun Tasarısı’nın tümü üzerinde elektronik cihazla yapılan her iki açık
oylamada da toplantı yeter sayısı bulunamadığından, alınan karar gereğince, 14
Aralık 2009 Pazartesi günü saat 13.00’te toplanmak üzere birleşime 00.50’de son
verildi.
Şükran Güldal MUMCU
Başkan
Vekili
Fatih METİN Gülşen
ORHAN
Bolu Van
Kâtip Üye Kâtip
Üye
Bayram ÖZÇELİK
Burdur
Kâtip
Üye
No.: 42
II.- GELEN KÂĞITLAR
14 Aralık 2009 Pazartesi
Rapor
1.- Avusturya
Cumhuriyeti, Bulgaristan Cumhuriyeti, Macaristan Cumhuriyeti, Romanya ve
Türkiye Cumhuriyeti Arasında Nabucco Projesi Hakkında Anlaşmanın Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/783) (S.
Sayısı: 447) (Dağıtma tarihi: 14.12.2009) (GÜNDEME)
Sözlü Soru Önergeleri
1.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, GDO’lu ürünlerle ilgili yönetmelikte yapılan
değişikliklere ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi
(6/1649) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)
2.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, öğretmen atamalarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından
sözlü soru önergesi (6/1650) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)
3.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, kamyonet grubu araçlara ilişkin Ulaştırma Bakanından
sözlü soru önergesi (6/1651) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)
4.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, bazı araştırma görevlilerinin sorunlarına ilişkin
Milli Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/1652) (Başkanlığa geliş tarihi:
24/11/2009)
5.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, personelin özlük haklarının iyileştirilmesine
ilişkin Milli Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/1653) (Başkanlığa geliş
tarihi: 24/11/2009)
6.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Açık Öğretim Fakültesi öğrencilerine tek ders sınav
hakkı tanınmasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/1654)
(Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)
7.- Bitlis
Milletvekili Mehmet Nezir Karabaş’ın, Bitlis valisinin seçimlere yönelik bazı
beyanlarına ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1655)
(Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)
8.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Kuran kurslarındaki sözleşmeli personele ilişkin
Devlet Bakanından (Faruk Çelik) sözlü soru önergesi (6/1656) (Başkanlığa geliş
tarihi: 24/11/2009)
9.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, muayene ücreti uygulamalarına ilişkin Sağlık
Bakanından sözlü soru önergesi (6/1657) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2009)
10.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, sözleşmeli öğretmenlerin durumuna ilişkin Milli
Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/1658) (Başkanlığa geliş tarihi:
25/11/2009)
11.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, AÖF öğrencilerine öğrenim harcı kredisi verilip
verilmeyeceğine ilişkin Milli Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/1659)
(Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2009)
12.- İstanbul
Milletvekili Fatma Nur Serter’in, anadil eğitimi veren üniversitelere ilişkin
Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1660) (Başkanlığa geliş tarihi: 26/11/2009)
Yazılı Soru Önergeleri
1.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, EÜAŞ özelleştirmelerine ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/11174) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)
2.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, bir ihaleyle ilgili operasyona ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/11175) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)
3.- Kırklareli
Milletvekili Turgut Dibek’in, kamu görevlileri için düşünülen farklı statülere
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/11176) (Başkanlığa geliş tarihi:
24/11/2009)
4.- İzmir
Milletvekili Selçuk Ayhan’ın, işsizliğe ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/11177) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)
5.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, şeker fabrikalarının özelleştirilmesine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/11178) (Başkanlığa geliş tarihi:
24/11/2009)
6.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, işçi ücretlerindeki vergilendirmeye ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/11179) (Başkanlığa geliş tarihi:
25/11/2009)
7.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, yolsuzluk iddialarına ve yolsuzlukla mücadeleye
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/11180) (Başkanlığa geliş tarihi:
25/11/2009)
8.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, şeker fabrikalarının özelleştirilmesine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/11181) (Başkanlığa geliş tarihi:
25/11/2009)
9.- İstanbul
Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, TEKEL işçilerinin durumuna ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/11182) (Başkanlığa geliş tarihi:
25/11/2009)
10.- İstanbul
Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, kadın kooperatiflerinin desteklenmesine
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/11183) (Başkanlığa geliş tarihi:
26/11/2009)
11.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, resmi turizm portalı sitesine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/11184) (Başkanlığa geliş tarihi:
26/11/2009)
12.- İzmir
Milletvekili Selçuk Ayhan’ın, Eximbank’dan kullanılan kredilerle ilgili
iddialara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/11185) (Başkanlığa geliş
tarihi: 26/11/2009)
13.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Sevigen’in, bazı gençlerin gözaltına alınmasına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/11186) (Başkanlığa geliş tarihi:
26/11/2009)
14.- İzmir
Milletvekili Selçuk Ayhan’ın, verilen petrol arama ruhsatlarına ve bir şirketle
ilgili iddialara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/11187) (Başkanlığa
geliş tarihi: 26/11/2009)
15.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, İstanbul Büyükşehir Belediyesi bazı eski
başkanları hakkındaki soruşturmalara ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru
önergesi (7/11188) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)
16.- Kırklareli
Milletvekili Turgut Dibek’in, personelin özlük haklarına ilişkin Adalet
Bakanından yazılı soru önergesi (7/11189) (Başkanlığa geliş tarihi: 26/11/2009)
17.- Diyarbakır
Milletvekili Gültan Kışanak’ın, kimlik tespiti için gönderilen kemiklerin
akıbetine ve bazı kayıp kişilere ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi
(7/11190) (Başkanlığa geliş tarihi: 26/11/2009)
18.- Ankara
Milletvekili Tekin Bingöl’ün, eczanelerin bazı sorunlarına ilişkin Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/11191) (Başkanlığa geliş
tarihi: 24/11/2009)
19.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, kamu çalışanlarına toplu sözleşme ve grev hakkı
verilmesine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi
(7/11192) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2009)
20.- Kırklareli
Milletvekili Turgut Dibek’in, kamudaki özürlü istihdamına ilişkin Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/11193) (Başkanlığa geliş
tarihi: 26/11/2009)
21.- Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse’nin, bir baraj projesinin tamamlanmasına ilişkin Çevre
ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/11194) (Başkanlığa geliş tarihi:
24/11/2009)
22.- Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse’nin, bir baraj projesinin tamamlanmasına ilişkin Çevre
ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/11195) (Başkanlığa geliş tarihi:
24/11/2009)
23.- İzmir
Milletvekili Recai Birgün’ün, TRT 1’de yayınlanan bir programa ilişkin Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Bülent Arınç) yazılı soru önergesi (7/11196)
(Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)
24.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, bir açıklamasına ilişkin Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısından (Bülent Arınç) yazılı soru önergesi (7/11197)
(Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)
25.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, cep telefonu satışında TRT katkı payı alımına
ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Bülent Arınç) yazılı soru önergesi
(7/11198) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2009)
26.- İstanbul
Milletvekili Durmuşali Torlak’ın, iadesi istenebilecek vakıf taşınmazlarına
ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Bülent Arınç) yazılı soru
önergesi (7/11199) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2009)
27.- İstanbul
Milletvekili Mustafa Özyürek’in, RTÜK Başkanının bir açıklamasına ilişkin
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Bülent Arınç) yazılı soru önergesi
(7/11200) (Başkanlığa geliş tarihi: 26/11/2009)
28.- İstanbul
Milletvekili Sacid Yıldız’ın, RTÜK Başkanının bir açıklamasına ilişkin Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Bülent Arınç) yazılı soru önergesi (7/11201)
(Başkanlığa geliş tarihi: 26/11/2009)
29.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Türkiye Kalkınma Bankası Yönetim Kurulu
üyelerinin ve personelinin ücretlerine ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/11202) (Başkanlığa geliş
tarihi: 24/11/2009)
30.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Türkiye Kalkınma Bankası Genel Müdürlük
katındaki düzenlemelere ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Ali
Babacan) yazılı soru önergesi (7/11203) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)
31.- İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal’ın, İstanbul’daki surların aydınlatılması projesine
ilişkin Devlet Bakanından (Hayati Yazıcı) yazılı soru önergesi (7/11204)
(Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)
32.- İstanbul
Milletvekili Durmuşali Torlak’ın, 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti
projelerine ve yolsuzluk iddialarına ilişkin Devlet Bakanından (Hayati Yazıcı)
yazılı soru önergesi (7/11205) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2009)
33.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, BOTAŞ’ın yönetimine ve doğalgaz zammına ilişkin
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/11206) (Başkanlığa
geliş tarihi: 24/11/2009)
34.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, nükleer santral ihalesine ilişkin Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/11207) (Başkanlığa geliş tarihi:
24/11/2009)
35.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Tavşanlı Garp Linyit İşletmesinde yargı kararının ve
teftiş raporunun uygulanmasına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından
yazılı soru önergesi (7/11208) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2009)
36.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Tunçbilek Termik Santraline kömür teminine ilişkin
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/11209) (Başkanlığa
geliş tarihi: 25/11/2009)
37.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, sulama birliklerine ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/11210) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)
38.- Kırklareli
Milletvekili Turgut Dibek’in, Mardin-Mazıdağı-Bilge köyünden nakledilecek
kişilerin Kırklareli’de barındırılmasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/11211) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)
39.- Artvin
Milletvekili Metin Arifağaoğlu’nun, Ardeşen ilçesinin nüfusuna ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/11212) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)
40.- Balıkesir
Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, Deniz Feneri Davasında adı geçen bir kişinin
ilişikli olduğu şirketlere verilen ihalelere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/11213) (Başkanlığa geliş tarihi: 26/11/2009)
41.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, medya şirketlerine yönelik vergi
incelemelerine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/11214)
(Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)
42.- Isparta
Milletvekili Süleyman Nevzat Korkmaz’ın, ücretlilerin vergilendirilmesine
ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/11215) (Başkanlığa geliş tarihi:
24/11/2009)
43.- Aksaray
Milletvekili Osman Ertuğrul’un, bazı kamu ihalelerinde işletilen sürece ilişkin
Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/11216) (Başkanlığa geliş tarihi:
24/11/2009)
44.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, özel öğretim kurumlarında çalışan öğretmenlerin
sorunlarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/11217)
(Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)
45.- Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse’nin, Şırnak İl Milli Eğitim Müdürlüğünde çalıştırılan
bazı personele ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/11218)
(Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)
46.- Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse’nin, Mardin İl Milli Eğitim Müdürlüğünde çalıştırılan
bazı personele ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/11219)
(Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)
47.- Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse’nin, Siirt İl Milli Eğitim Müdürlüğünde çalıştırılan
bazı personele ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/11220)
(Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)
48.- Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse’nin, Batman İl Milli Eğitim Müdürlüğünde çalıştırılan
bazı personele ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/11221)
(Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)
49.- Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse’nin, Diyarbakır İl Milli Eğitim Müdürlüğünde
çalıştırılan bazı personele ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/11222) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)
50.- Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse’nin, Adıyaman İl Milli Eğitim Müdürlüğünde çalıştırılan
bazı personele ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/11223)
(Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)
51.- Edirne
Milletvekili Bilgin Paçarız’ın, özel eğitim kurumlarına ilişkin Milli Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/11224) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)
52.- Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse’nin, Şanlıurfa İl Milli Eğitim Müdürlüğünde
çalıştırılan bazı personele ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/11225) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)
53.- Kırklareli
Milletvekili Turgut Dibek’in, okullara gönderilen aşı formlarının sonuçlarına
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/11226) (Başkanlığa
geliş tarihi: 24/11/2009)
54.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır’ın, ilköğretim müfettişlerinin özlük haklarına
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/11227) (Başkanlığa
geliş tarihi: 25/11/2009)
55.- Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, Milli Eğitim Şuralarına ilişkin Milli Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/11228) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2009)
56.- Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, öğretmenlerin hizmet içi eğitimlerine
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/11229) (Başkanlığa
geliş tarihi: 25/11/2009)
57.- Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü
personeline ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/11230)
(Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2009)
58.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, eğitim kurumu müdür yardımcılığı sınavına
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/11231) (Başkanlığa
geliş tarihi: 26/11/2009)
59.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, öğretmenlerin özlük haklarının iyileştirilmesine
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/11232) (Başkanlığa
geliş tarihi: 26/11/2009)
60.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, domuz gribi aşısına ilişkin Sağlık Bakanından
yazılı soru önergesi (7/11233) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)
61.- İstanbul
Milletvekili Sacid Yıldız’ın, Başbakanın grip aşısıyla ilgili açıklamasına
ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/11234) (Başkanlığa geliş
tarihi: 24/11/2009)
62.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, domuz gribine karşı dezenfektan olarak
kullanılan bir ilaca ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/11235)
(Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)
63.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, eczacıların bazı sorunlarına ilişkin Sağlık
Bakanından yazılı soru önergesi (7/11236) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2009)
64.- Balıkesir
Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, grip hastalıklarına ve aşılarına ilişkin Sağlık
Bakanından yazılı soru önergesi (7/11237) (Başkanlığa geliş tarihi: 26/11/2009)
65.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, GDO’lu ürünlerle ilgili düzenlemelere ilişkin
Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/11238) (Başkanlığa geliş
tarihi: 24/11/2009)
66.- Denizli
Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, pamuk üreticilerinin desteklenmesine ilişkin
Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/11239) (Başkanlığa geliş
tarihi: 24/11/2009)
67.-
Afyonkarahisar Milletvekili Abdülkadir Akcan’ın, aşı üretimini etkileyen bazı
kararlara ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/11240)
(Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)
68.-
Afyonkarahisar Milletvekili Abdülkadir Akcan’ın, arı kovanlarının
etiketlendirilmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/11241) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)
69.- Balıkesir
Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, GDO’lu ürünlere ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/11242) (Başkanlığa geliş tarihi: 26/11/2009)
70.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Zafer Havalimanı projesine ilişkin Ulaştırma
Bakanından yazılı soru önergesi (7/11243) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)
71.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Antalya-İstanbul hızlı tren ve Ankara-İzmir otoyol
projelerine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/11244)
(Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)
72.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Simav Organize Sanayi Bölgesine ilişkin Sanayi ve
Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/11245) (Başkanlığa geliş tarihi:
24/11/2009)
73.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, yurt dışındaki bazı tarihi eserlerin geri
istenmesine ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/11246)
(Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)
74.- Van
Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, Van’da deprem ve diğer afetlere yönelik
çalışmalara ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanından yazılı soru önergesi
(7/11247) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2009)
14 Aralık 2009 Pazartesi
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 13.03
BAŞKAN: Mehmet Ali ŞAHİN
KÂTİP ÜYELER: Murat ÖZKAN
(Giresun), Gülşen ORHAN (Van)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
31’inci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yeter sayısı vardır, gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi var,
okutup bilgilerinize sunacağım:
III.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI
A)-
Tezkereler
1.- Anayasa Mahkemesi, 11/12/2009
günlü Esas: 2007/1 ve Karar 2009/4 sayılı Kararı’yla Demokratik Toplum
Partisinin kapatılmasına ve kapatma kararının verildiği tarihte parti tüzel
kişiliğinin sona ermesine karar verdiğinden, bu karar gereğince, Demokratik
Toplum Partisinin Türkiye Büyük Millet Meclisindeki bütün faaliyetlerinin sona
erdiğine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1027)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Anayasa Mahkemesi, 11.12.2009 günlü Esas: 2007/1 ve Karar 2009/4
sayılı kararıyla Demokratik Toplum Partisinin kapatılmasına ve kapatma
kararının verildiği tarihte parti tüzelkişiliğinin sona ermesine karar
vermiştir.
Bu karar gereğince, Demokratik Toplum Partisinin Türkiye Büyük
Millet Meclisindeki bütün faaliyetleri sona ermiş bulunmaktadır.
Genel Kurulun bilgilerine sunulur.
Saygılarımla.
Mehmet
Ali Şahin
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Sayın milletvekilleri, gündemimize göre 2010 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2008 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı’nın görüşmelerine başlayacağız.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri
1.- 2010 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/759) (S. Sayısı:
442) (x)
2.- 2008 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve
Kurumların 2008 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi
ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/728, 3/934) (S. Sayısı: 443) (x)
(x) 442 ve 443 S. Sayılı
Basmayazılar ve Ödenek Cetvelleri tutanağa eklidir.
BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
Değerli milletvekilleri, komisyon raporları 442 ve 443 sıra sayılarıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Şimdi, Hükûmetin sunuş konuşmasını yapmak üzere Maliye Bakanı
Sayın Mehmet Şimşek’e söz vereceğim.
Buyurun Sayın Şimşek. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
konuşmama başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.
17 Ekim 2009 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan 2010
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2008 Yılı Kesinhesap Kanunu
Tasarısı’nın Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmeleri yoğun bir çalışma
sonucunda tamamlanmıştır.
Öncelikle, yaptıkları katkılar için Plan ve Bütçe Komisyonunun
değerli Başkan ve üyelerine, bu sürece önemli katkılarda bulunan bakan
arkadaşlarıma ve kamu idarelerinin temsilcilerine teşekkür ediyorum.
Dünya ve Türkiye ekonomisinin görünümü ile ilgili bir
değerlendirme yaptıktan sonra 2008 yılı merkezî yönetim kesin hesabı ve 2010
yılı merkezî yönetim bütçesi konusunda sizleri bilgilendirmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi dünya ekonomisinin
genel görünümüne değinmek istiyorum. Temmuz 2007’de başlayan küresel finans
krizi Eylül 2008’de derinleşerek bütün ülkeleri etkileyen bir küresel buhrana
dönüşmüştür. 2007 yılında yüzde 5,2 olan küresel büyümenin yerini 2009 yılında
yüzde 1,1’lik daralmaya bırakması beklenmektedir. Bu da dünya ekonomisinde
İkinci Dünya Savaşı’ndan beri en büyük küresel resesyonu ifade ediyor.
2009 yılında Türkiye’nin turizm ve dış ticareti açısından önemli
bir yere sahip olan euro bölgesinin yüzde 4,2 ve yine Türkiye’nin en büyük
ticaret ortağı olan Rusya’nın yüzde 7,5 civarında daralması beklenmektedir.
2009 yılında Avrupa’daki gelişmekte olan ülkelerin bazılarının
yüzde 18 gibi yüksek oranda bir daralmayla karşı karşıya olduklarını da
belirtmek isterim.
Dünya ticaret hacminin 2009 yılında, 2008 yılına göre yüzde 11,9
daralması beklenmektedir. Bu, son seksen yılda yaşanan en büyük küçülmedir.
Bazı ülkelerin dış ticaret hacmindeki daralma çok çok daha derin olmuştur. Önde
gelen bazı gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin dış ticaret hacmindeki daralma
yüzde 20 ile 45 gibi önemli boyutlara ulaşmıştır.
Yine, dünya ticaretindeki canlılığı gösteren ve sanayi üretiminde
kullanılan temel hammaddelerin taşıma maliyetlerini yansıtan Baltık Kuru Yük
Endeksi, kriz öncesindeki 11.793 seviyesine ulaşmış iken kriz döneminde 663’e
kadar gerilemiştir.
Büyüme ve dış ticaret hacmindeki daralma, hemen hemen bütün
ülkelerde işsizliği artırmıştır. İşsizlik, gelişmiş ülkelerde son yirmi yılın
en yüksek oranına ulaşmıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nde işsizlik oranının
2007 yılında yüzde 4,6’dan 2009 yılında yüzde 9,2’ye, İspanya’da yüzde 8,3’ten
yüzde 18,1’e, Letonya’da yüzde 6’dan yüzde 16,6’ya, Litvanya’da yüzde 4,3’ten
yüz-de 14,3’e, İrlanda’da yüzde 4,6’dan yüzde 11,9’a, İzlanda’da yüzde 2,3’ten
yüzde 7,1’e, İngiltere’de yüzde 5,4’ten yüzde 8’e ve Macaristan’da yüzde
7,4’ten yüzde 9,9’a yükseleceği beklenmektedir. Yine, Güney Afrika’da ise
işsizlik oranının bu yıl yüzde 24 civarında olacağı tahmin edilmektedir.
Küresel kriz nedeniyle daralan ekonomik faaliyetler ve krize karşı
alınan tedbirler sonucunda bütün dünyada bütçe açıkları ve kamu borç yüklerinde
çok ciddi artışlar yaşanmıştır. Bazı ülkelerde bütçe açıkları çift haneye
ulaşmıştır. Örneğin, 2009 yılında bütçe açıklarının gayri safi yurt içi
hasılaya oranı olarak İzlanda’da yüzde 13,9, Yunanistan’da yüzde 12,7, Amerika
Birleşik Devletleri’nde yüzde 12,5,
İspanya’da yüzde 12,3, İrlanda’da yüzde 12,1, İngiltere’de yüzde 11,6 olması
beklenmektedir.
Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin genel yönetim borç stokunun
gayrisafi yurt içi hasılaya oranı kriz sonrası dönemde kriz öncesine göre çok
önemli artışlar kaydetmiştir. 2007 yılında Japonya’da yüzde 187,7 olan bu
oranın 2009 yılında yüzde 218,6’ya ulaşması beklenmektedir. Aynı şekilde,
İtalya’da yüzde 103,5’tan yüzde 115,8’e, Yunanistan’da yüzde 95,6’dan yüzde
112,6’ya, Hindistan’da yüzde 80,5’tan yüzde 84,7’ye, Fransa’da yüzde 63,8’den
yüzde 78’e, Amerika Birleşik Devletleri’nde yüzde 61,9’dan yüzde 84,8’e,
İngiltere’de yüzde 44,2’den yüzde 68,7’ye, Meksika’da ise yüzde 38,2’den yüzde
47,8’e yükselmesi beklenmektedir.
Gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye girişleri bu krizden
olumsuz etkilenmiş ve yirmi dört yıl sonra ilk defa net sermaye girişleri
negatife dönüşmüştür. Gelişmekte olan ülkelere yönelik net sermaye girişi 2007
yılında 697 milyar dolar iken 2008 yılında 130 milyar dolar olarak
gerçekleşmiştir, 2009 yılında ise 52 milyar dolarlık net sermaye çıkışı
beklenmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün itibarıyla küresel
krizde en kötü dönem geride kalmıştır. Küresel ekonomi, son aylarda olumlu bir
görünüm göstermeye başlamıştır. Piyasalarda stres seviyesini yansıtan
göstergeler kriz öncesi döneme dönmüştür.
Bununla birlikte küresel
mali sistemdeki sıkıntıların tam anlamıyla geçmediği de açıktır. Son dönemlerde
bazı ülkelerde yaşanan artçı şoklar da bunu göstermektedir. Bu nedenle,
dünyanın kriz öncesi potansiyel büyüme oranlarına dönmesi muhtemelen zaman
alacaktır.
İstihdam piyasasının ekonomik toparlanmayı geç takip etmesi
nedeniyle işsizlik oranları yüksek seyrini bir süre daha devam ettirecektir.
Krizle birlikte emtia fiyatlarında büyük bir gerileme yaşanmıştır
ancak küresel ekonomideki görünümün tekrar yükselişe geçmesiyle birlikte emtia
fiyatlarında bir artış beklenmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; küresel kriz Türkiye’yi
konjonktürel olarak etkilemiştir ancak ciddi bir yapısal tahribata yol
açmamıştır. Reel ekonomideki daralma, bütçe açıklarındaki artış geçici
niteliktedir. Kriz nedeniyle bazı makroekonomik hedef ve tahminlerimizi revize
etmek durumunda kaldık ancak bu sadece bize özgü bir durum değildir. Neredeyse
bütün ülkeler, bütün uluslararası kuruluşlar hedeflerini hem de birkaç kez
revize etmek zorunda kaldılar.
IMF’nin Ekim 2008’de 2009 yılı için yaptığı büyüme tahminleri ile
en son 2009 için 2009’da yaptığı büyüme tahminlerini karşılaştırdığımızda, çok
ciddi sapmalar görüyoruz. Mesela, 2009 yılı büyüme tahminlerindeki sapma
Litvanya için 19,2, Ukrayna için 16,5, Letonya için 15,8, Estonya için 14,5,
Romanya için 13,3, Rusya için 13, Bulgaristan için 10,8, Slovakya için 10,3,
Sırbistan için 10, Türkiye için 9,5, Meksika için 9,1, Hırvatistan ve
Macaristan için 9, Malezya ve Slovenya için 8,4, Tayland için 8, Arjantin için
6,1 puan civarındadır.
2008, 2009 yılları büyüme oranlarına baktığımız zaman benzer bir
değişimi, kötüleşmeyi görüyoruz. Mesela, Litvanya için bu kötüleşme 21,5 puan,
Ukrayna için 16,1 puan, Romanya için 15,6, Letonya için 13,4, Rusya için 13,1,
Bulgaristan için 12,5, Slovakya için 11,1, Estonya için 10,4, İzlanda için 9,8,
Sırbistan için 9,4, Arjantin için 9,3, Meksika için 8,7, Malezya için 8,3,
Hırvatistan için 7,6, Türkiye ve Finlandiya için 7,4, Macaristan için 7,3,
Almanya için 6,5, Hollanda için 6,2, Brezilya için 5,7, İngiltere için 5,1 ve
Japonya için 4,7 puandır.
2009 yılı bütçesinin hazırlandığı dönemde, yani 2008 Mayıs-Eylül
döneminde, birçok uluslararası, yerli ve yabancı kuruluşun büyüme tahminleri
bizim bütçede öngördüğümüz tahminlerimizden çok da farklı değildi. Yani, biz
yüzde 4’lük bir büyüme öngörmüştük, birçok uluslararası kuruluş yüzde 3 ile 4
arasında bir büyüme öngörüyordu.
Daha önemlisi, bu dönemde, aslında bütün bu sapmalara rağmen
Türkiye'nin uzun dönem büyüme potansiyeline ilişkin beklentilerde herhangi bir
değişiklik olmamıştır. OECD, son yayınladığı Ekonomik Görünüm Raporu’nda,
Türkiye için büyüme oranını 2011-2017 döneminde ortalama yüzde 6,7 olarak
öngörmektedir. Bu oranın, Çin ve Hindistan’dan sonra en yüksek büyüme oranı
olduğunun altını çizmek istiyorum.
Yine, Goldman Sachs’ın yakın dönemde yayınladığı bir raporda,
Türkiye’nin 2050 yılında Avrupa’nın 3’üncü, dünyanın 9’uncu büyük ekonomisi
olacağı öngörülmektedir.
Kriz sonrası ilk yıl olan 2010 için yüzde 3,5’luk büyüme hedefimizi
düşük görebilirsiniz. Ancak, bu büyüme oranının, Avrupa Birliği üyesi ülkeler
için, 2010 için, görülen büyüme hedefinin, tahmininin 5 katı olduğunu sizlere
hatırlatmak isterim. Dolayısıyla, 2010 yılında da Avrupa’yla arayı kapatmaya
devam edeceğiz.
Türkiye’nin satın alma gücü paritesine göre kişi başına gayrisafi
yurt içi hasılasının Avrupa Birliği ortalamasına oranı, 2002 yılında yüzde 36,2
iken 2008 yılında yüzde 45,7’ye yükselmiştir. Yani, hükûmetlerimiz döneminde
Avrupa’yla arayı kapatmışızdır.
Piyasa ekonomisine geçişimizin başladığı 1980 yılından 2002 yılına
kadar ortalama büyümemiz yüzde 3,7 olmuştur. AK PARTİ hükûmetlerinin iktidarda
bulunduğu 2003-2008 döneminde, Türkiye’nin ortalama büyüme oranı yüzde 5,9
olmuştur. 2009 yılına ilişkin küçülme tahminini dâhil etsek bile büyümemiz
yüzde 4,1’dir.
Hükûmetlerimiz döneminde güçlü performansıyla dünyanın 17’nci
büyük ekonomisi olan Türkiye, 2009 yılındaki krize rağmen bu konumunu
korumuştur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2010 yılı bütçesi, AK PARTİ
hükûmetlerinin hazırlamış olduğu sekizinci bütçedir. 2003-2008 döneminde olduğu
gibi bu bütçe de mali disiplini ve ekonomik istikrarı temel almaktadır.
Hükûmetlerimiz döneminde, kriz yılı olan 2009 yılı hariç, bütçe
hedeflerimizi sürekli olarak tutturduk. Birçok dönemde aslında hedeflerimizi de
aştık. Bu başarıda, hükûmetlerimizin kararlı, tutarlı, şeffaf ve istikrarlı
politikaları belirleyici olmuştur.
2009 yılında ekonomideki daralmayı ve krizin etkisini
sınırlandırmaya yönelik aldığımız tedbirlerden dolayı bütçe açığı öngörümüzün
üzerinde gerçekleşmiştir. Ancak bütçe hedeflerindeki sapma Türkiye’ye özgü
değildir. Hemen hemen bütün ülkelerde bütçe açıkları öngörülenin çok ötesinde
artmıştır. Mesela 2009 yılında Letonya için -gayrisafi yurt içi hasılaya oran
olarak- bu sapma 11 puandır, İzlanda için 10,6 puandır, Rusya için 10,4
puandır, İspanya için 9,8 puandır, Litvanya için 9,6, Amerika için 7,9, İrlanda
için 7,4, İngiltere için 7,2, Finlandiya için 6,6, Slovenya için 5,6, Hollanda
için 5,5, Belçika ve Portekiz için 4,6 puandır.
Yine, 2008 ve 2009 yılları için bütçe açığının gayrisafi yurt içi
hasılaya oranında da kötüleşme sadece Türkiye’ye özgü değildir. Birçok ülkede
yüzde 9’lara, yüzde 10’lara varan sapmalar olmuştur.
Türkiye’de ise 2009 yılında
bütçe açığının gayrisafi yurt içi hasılaya oranındaki sapma 5,7 puandır. 2009
yılında bir önceki yıla göre bütçe açığının gayrisafi yurt içi hasılaya
oranındaki kötüleşme ise 4,8 puandır ve aslında birçok ülkenin de altındadır.
Bütçe hedeflerimizdeki sapma, esas itibarıyla gelirlerdeki
sapmalardan kaynaklanmıştır. Tekrar
ediyorum, bu gelişmeler Türkiye’ye özgü değildir. Mesela Amerika Birleşik
Devletleri’nde 2009 yılı bütçe gelirleri 2008 yılına göre 419 milyar dolar daha
düşük gerçekleşmiştir.
Hükûmetlerimiz döneminde, bu yıl hariç, hep bütçe hedeflerimizi
tutturduk. Bakın, 2003 yılında yüzde 9,9 oranında bir açık hedefledik,
gerçekleşme yüzde 8,8. 2004 yılında yüzde 8,2’lik bir bütçe açığı hedefi
öngördük, gerçekleşme ise yüzde 5,4’tür. 2005 yılında yüzde 4,5’luk açık
öngördük, gerçekleşme sadece yüzde 1,3’tür. 2006 yılında yüzde 1,8 oranında bir
açık hedefine karşılık gerçekleşme sadece binde 6’dır. Yine 2007 yılında yüzde
2’lik bir açık öngörüsüne karşılık gerçekleşme yüzde 1,6’dır. Yine 2008 yılında
hedeflenen bütçe açığı yüzde 1,9 iken gerçekleşen bütçe açığı yüzde 1,8’dir.
Gördüğünüz gibi, hükûmetlerimiz döneminde, kriz yılı olan 2009 hariç, bütün
yıllarda hedeflerimizi tutturduk, hatta hedeflerimizden çok daha iyi bir başarı
gösterdik.
Evet, biz çıtayı yükselttik bu dönemde. Avrupa Birliği ülkelerinin
bile tutturamadığı bir performansı yakaladık bütçede. Bütçe açığında dört yıl
üst üste Maastricht Kriterleri’ni yakaladık. Çok uzağa gitmeye gerek yok,
komşumuz Yunanistan’da bile 2009 yılı bütçe açığı Türkiye'nin tam 2 katıdır.
2010 yılında bu oranı yüzde 10’un altına düşürmek için çabalıyor. İşte bunun
için Türkiye'nin notu artıyor, işte bunun için Türkiye’ye güven devam
ediyor. Bu, AK PARTİ hükûmetlerinin bir başarısıdır.
Önceki yıllarla karşılaştırıldığında da AK PARTİ hükûmetlerinin
ortaya koyduğu güçlü performans açık bir şekilde görülecektir. 1990-2002
döneminde, birkaç yıl hariç, bütçe açıklarında sapma çok ciddi boyutlardadır.
1998, 1999 ve 2000 yıllarında bütçe açık hedefleri tutturulmuştur. Ama
dikkatinizi çekerim ki bu yıllarda bütçe açıkları gayrisafi yurt içi hasılanın
yüzde 5,4’ü ile yüzde 8,7’si gibi çok yüksek düzeylerde seyretmiştir. Yani bu
yıl yaşanan ve altmış yılın en kötü küresel krizinde bile gösterdiğimiz
performanstan daha kötü performanslar ortaya çıkmıştır. Bizden önce, 2002
yılında bütçe açığının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı yüzde 7,7
öngörülmüşken gerçekleşme yüzde 11,4’tür. 2001 yılında yüzde 2,2 bütçe açığı
öngörülmüşken gerçekleşme yüzde 12,1’dir.
Birçok diğer rakamları da vererek sizi detaya boğmak istemiyorum
ama özet bir rakam vermem gerekirse 1990 ile 2002 döneminde bütçe açıklarının
gayrisafi yurt içi hasılaya oranı yüzde 6,8 iken 2003-2009 döneminde -bunun
neredeyse yarısı kadar- yüzde 3,7 olarak gerçekleşmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye ekonomisi bu
dönemde birçok anlamda, küresel krize karşı büyük bir dayanıklılık
göstermiştir. Bugün eğer faiz oranları tek haneye düşmüşse, enflasyon son kırk
yılın en düşük düzeyindeyse, ülkemizin kredi notu artıyorsa, Türkiye’de bir tek
banka batmadıysa, Türkiye bu anlamda krizden en az etkilenen ülkelerden bir
tanesidir.
Türkiye’nin yaşadığı önceki krizlerle bir karşılaştırma yapalım.
1993-1994 dönemini gözümüzde bir canlandıralım. İkili koalisyon iktidarda.
Dünyada bugünküne benzer bir küresel kriz yok. Ülkemiz kendisini büyük bir
finansal ve ekonomik krizin içerisinde buluyor. 1993 yılında gecelik faizler
yüzde 57’ye kadar düşmüşken krizle birlikte yüzde 700’leri aştı. 1993 yılında
yine yüzde 70 civarında olan bono faizleri 1994 yılında yüzde 406’ya kadar
çıkmıştır. Kredi notumuz kötü yönetimden dolayı birkaç kez düşürülmüş,
enflasyon 1993 yılında yüzde 71 düzeyinden yüzde 125’lere kadar yükselmiştir.
Yine, 2000-2001 dönemine baktığımız zaman bugünkü gibi dünyada bir küresel kriz yok.
Üçlü koalisyon iktidarda. Türkiye kendini yine kendi iç dinamiklerinden
kaynaklanan büyük bir finansal ve ekonomik krizin içinde buluyor. 2000 yılında
yüzde 23’e kadar düşmüş olan gecelik faizler, krizin derinleşmesiyle birlikte
2001 yılının Şubat ayında yüzde 6 binleri aşmış. 2000 yılında yüzde 33
seviyesine kadar inmiş olan bono faizleri 2001 yılında yüzde 237’lere kadar
çıkmış. 2000 yılında yüzde 39’a düşen enflasyon krizle birlikte
2001 yılında yüzde 70’lere kadar dayanmıştır.
Gelelim 2009 yılına: Dünya son altmış yılın en büyük krizini
yaşıyor ama faizler tek hanede. TL cinsinden iskontolu devlet iç borçlanma
senetlerinin faiz oranı yüzde 9 civarında, gecelik faizler yüzde 6,5 seviyesine
kadar gerilemiş. Enflasyon yakın dönemin en düşük seviyesinde. Kredi notumuz
artıyor. Bütün bunlar şunu açık bir şekilde gösteriyor ki Türkiye bu krize
karşı büyük bir dayanıklılık göstermiştir. Bu başarı tesadüf değildir.
Hükûmetlerimiz döneminde kamu maliyesi ve borç dinamiklerinde çok
önemli gelişmeler kaydedilmiştir. 2000 yılında merkezî yönetim bütçe açığının
gayrisafi yurt içi hasılaya oranı yüzde 7,9 iken, 2001 yılında krizle birlikte
yüzde 11,9’a yükselmiş ve 2008 yılında ise yüzde 1,8’e düşmüştür. Türkiye, 2005–2008 döneminde ortalama yüzde
1,3 açık ile Maastricht Kriterileri’ni tutturmuştur.
Türkiye’nin en büyük kamburu olan faiz giderlerinin gayrisafi yurt
içi hasılaya oranı 2000 yılında yüzde 12,3 iken, 2001 yılında yüzde 17,1’e
kadar çıkmış, 2008 yılında yüzde 5,3 seviyesine düşmüştür.
Türkiye 2002 yılında vergi gelirlerinin yüzde 86’sını sadece faiz
giderlerini ödemek için kullanıyordu. Bu oranı 2008 yılında yüzde 30 seviyesine
kadar indirdik. 2010 yılında inşallah bunu yüzde 30’un altına düşürmeyi
hedefliyoruz. Faiz giderlerinde sağlanan bu tasarrufla Türkiye altyapıya,
eğitime, sağlığa, araştırma-geliştirmeye daha fazla kaynak ayırabilmiştir.
AK Parti hükûmetleri döneminde kamu kesimi borçlanma gereğinde
önemli iyileşmeler sağlanmıştır. 2000 yılında yüzde 8,9 olan kamu kesimi
borçlanma gereğinin gayrisafi yurt içi hasılaya oranı 2001 yılında yüzde 12,1
ile zirve yapmış, 2002 yılında yüzde 10 civarında gerçekleşmiştir. Bu oran son
yıllarda yüzde 1’in altına indirilmiştir. Kriz yılı olan 2009 yılını dâhil
etsek bile hükûmetlerimiz döneminde kamu kesimi borçlanma gereğinin gayrisafi
yurt içi hasılaya oranı ortalama yüzde 2,4 olmuştur. Bu oran, 1990-2002 dönemi
ortalamasıyla karşılaştırıldığı zaman son derece düşüktür, 2,4; 8,9.
Avrupa Birliği tanımlı borç stokunun gayrisafi yurt içi hasılaya
oranı itibarıyla da 2004 yılından bu yana -Türkiye- Maastricht Kriterleri’ni
karşılıyoruz ve krize rağmen 2009 yılında da karşılamaya devam ediyoruz. 2001
yılında yüzde 77,6 ile zirveyi bulan borç stokunun gayrisafi yurt içi hasılaya
oranı 2008 yılında yüzde 39,5 düzeyine gerilemiştir. Bu, gelişmekte olan
ülkelerin ortalamasına yakın bir rakamdır, Avrupa Birliği ortalamasının da çok
altındadır.
Öte yandan, toplam kamu net borç stokunun gayrisafi yurt içi
hasılaya oranı 2000 yılında yüzde 42,9 iken krizle birlikte 2001 yılında yüzde
66,3 ile zirve yapmış, 2008 yılındaysa 28,2’ye inmiştir.
2002 yılında yüzde 35,4 olan döviz cinsinden kamu net borç
stokunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranının 2009 yılı sonu itibarıyla yüzde 3
civarına gerilemesi beklenmektedir. Yani hükûmetlerimiz döneminde kamu borç
stokuna ilişkin kur riskini önemli ölçüde azalttık.
Kamu maliyesinde, borç dinamiklerinde sağladığımız
iyileştirmelerin yanında birçok yapısal reform gerçekleştirdik. Terör gibi
kronik bir sorun olan enflasyon sorununu çözdük. 1993–2002 döneminde ortalama
yüzde 70’lerde seyreden enflasyon, hükûmetlerimiz döneminde tek haneye
düşürülmüştür. Elde ettiğimiz başarıyla Türkiye’nin temellerini
sağlamlaştırdık.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; küresel krizin Türkiye
ekonomisine yansıması önemli ölçüde dış talepteki düşüşle ilişkilidir.
Kriz öncesinde ihracatta yüzde 30’ların üzerinde artışlar
yaşanırken, krizle birlikte ihracatta yüzde 30’lar civarında düşüşler
yaşanmıştır. Bu, 60 puanlık bir sapma demektir. Mal ve hizmet ihracatının millî
gelir içerisindeki payını dikkate alırsak ihracattaki bu sapmanın büyüme
üzerindeki olumsuz etkisi son derece açıktır.
İhracattaki, tabii ki, bu düşüş sadece bize özgü değildir. Daha
birçok ülkede ihracatın yüzde 20 ile yüzde 45 arasında düştüğünü tekrar ifade
etmek isterim.
İhracattaki bu düşüş, başta imalat sanayisi olmak üzere ihracat
ağırlıklı çalışan sektörlerin daralmasına neden olmuştur. Bu da imalat sanayisi
üretimini, stok seviyelerini olumsuz etkilemiştir. Bu yönüyle küresel krizden
etkilenmemiz son derece doğaldır.
Stoklardaki küçülme, 2008 yılının son çeyreğinden itibaren
ekonominin daralmasında etkili olan en önemli faktörlerden biri olmuştur. Geçen
yılın dördüncü çeyreğindeki daralmanın yüzde 57’si stoklardaki erimeden
kaynaklanmaktadır. Bu yılın birinci çeyreğindeki stoklardaki erime, ekonomideki
daralmanın yüzde 53’ünü, ikinci çeyrekte ise yüzde 54’ünü oluşturmaktadır.
Üçüncü çeyrekte ise stoklardaki erime yavaşlamıştır. Ancak baz etkisi nedeniyle
üçüncü çeyrekteki daralmanın yüzde 41’i yine stoklardan kaynaklanmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ürün ve pazar
çeşitliliğinde sağladığımız başarıyla ihracat performansımız bu yılın ekim
ayından itibaren yeniden artış eğilimine girmiştir. Aralık ayında ihracattaki
artışın tekrar çift haneli olmasını bekliyoruz.
İhracatımızdaki ülke bağımlılığının azaldığı bir dönemden
geçiyoruz. İhracatımızda ilk beş ülkenin ve Avrupa Birliğinin payı son dönemde
azalmıştır. İhracatımızdaki ilk beş ülkenin payı 2002 yılında yüzde 46,5 iken
2009 Ocak-Ekim döneminde yüzde 32’ye düşmüştür. Yine benzer bir şekilde Avrupa
Birliğinin payı yüzde 56,6’dan yüzde 45,7’ye gerilemiştir. Bu dönemde
Türkiye’nin aldığı, hükûmetlerimizin aldığı inisiyatifler sayesinde 2002
yılında komşu ve çevre ülkelere yaptığımız ihracatın toplam ihracatımızdaki
payı yüzde 25,7 iken bu oran 2009 yılının ilk on ayında yüzde 42,1 seviyesine
yükselmiştir.
2002 yılında 1 milyar doların üzerinde ihracat yaptığımız ülke
sayısı sadece 8 iken, 2008 yılında bu sayı 30’a ulaşmıştır. Pazar
çeşitliliğinin yanında ürün çeşitliliği de artmıştır. Yıllık 1 milyar doların
üzerinde ihracat yapılan ürün sayısı 2002 yılında 9 iken 2008 yılında bu sayı
tam 28’e yükselmiştir.
2009 yılında cari açık ise bir önceki yıla göre önemli bir düşüş
göstermiştir. Bunda emtia fiyatlarının düşmesi ve ekonomideki daralma etkili
olmuştur. 2008 yılında 41,8 milyar dolar olan cari açık, 2009 yılında
muhtemelen 11 milyar dolar düzeyine düşecektir. 2008 yılında 48,3 milyar dolar
olan enerji faturasının 2009 yılının ilk on ayındaki seviyesi 24 milyar dolar
dikkate alındığında, aslında Türkiye’nin enerji hariç tutulduğunda son yıllarda
cari fazla verdiği de ortaya çıkacaktır.
Hükûmetlerimiz cari açık sorununu kalıcı bir şekilde çözmek için
önemli adımlar atmaktadır. Bu amaçla yatırım ve istihdamı artırmak için yeni
bir teşvik sistemini uygulamaya koyduk.
Birinci olarak, büyük yatırımlar çerçevesinde dış ticaret açığı
yüksek olan on bir tane sektörü özel olarak teşvik ediyoruz.
İkinci olarak, Türkiye’de katma değeri yüksek ürünlere geçişi
sağlayacak araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin artırılması için çok önemli
bir ARGE reformunu hayata geçirdik. Birçok firma ARGE merkezini artık
Türkiye’ye taşımaya başlamıştır. Bugüne kadar altmışın üzerinde firmaya ARGE
merkezi kurması için izin verdik.
Üçüncü olarak, millî ve yenilenebilir enerji kaynaklarının enerji
arzı içindeki payının artırılması için hükûmetlerimiz yoğun bir çaba
göstermiştir.
Son olarak, iş ortamının iyileştirilmesine yönelik çok önemli
adımlar attık. Bu sayede Türkiye, en çok yatırım çeken ülkeler sıralamasında
20’nci sıraya yükselmiştir. 2007 yılında gelişmekte olan ülkelere giren net
özel sermaye tutarı 697 milyar dolar iken Türkiye’ye doğrudan yatırımların tutarı
ise yaklaşık 22 milyar dolardır.
2008 yılında kriz nedeniyle gelişmekte olan ülkelere sermaye
miktarı, yani doğrudan yatırımlar yüzde 80 civarında azalmış ama Türkiye’de
azalma çok sınırlı olmuştur. Türkiye’de doğrudan yatırım miktarı 18,3 milyar
dolar olmuştur 2008 yılında. Yani Türkiye dünya ortalamasına göre çok daha iyi
bir performans göstermektedir.
2009 yılında gelişmekte olan ülkelerden net 52 milyar dolarlık bir
sermaye çıkışı tahmin ediliyor iken Türkiye’ye 8 milyar dolar doğrudan yatırım
gelmesi beklenmektedir. AK PARTİ hükûmetlerinden önceki dönemlerde yıllık
ortalama doğrudan yatırım tutarı 1 milyar doları dahi bulmuyordu.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; krizle birlikte, bütün
dünyada olduğu gibi Türkiye’de de işsizlik artmıştır. 2002 yılında yüzde 10,3
olan işsizlik oranının bu yıl yüzde 14,8’e ulaşması beklenmektedir ama daha
önce de ifade ettiğim gibi, işsizlikteki artış sadece bize özgü değildir.
Birçok ülkedeki işsizlik oranındaki puan olarak artış Türkiye'nin çok
ötesindedir. Birçok ülkede işsizlik oranı ikiye katlanmıştır.
Türkiye OECD ülkeleri arasında tarım dışı istihdam yaratmada en
yüksek performansı gösteren ülkelerin başında gelmektedir. Evet, istihdam
yarattık bu dönemde. 2002 yılında tarım dışı istihdam 13 milyon 896 bin kişi
iken 2009 yılı Ağustos itibarıyla 16 milyon 254 bin kişi olmuştur. Yani
hükûmetlerimiz döneminde tarım dışı istihdam 2 milyon 358 bin kişi artmıştır.
Bu dönemde istihdamın kalitesi de artmıştır. Tarım sektörü
istihdamındaki daralma neticesinde, bu sektör istihdamında önemli bir yer tutan
ücretsiz aile işçiliği azalmış, tarım dışı sektörlerde ücretli ve yevmiyeli
istihdamı artmıştır. 2002 yılında ücretsiz aile işçisinin toplam istihdam
içerisindeki payı yüzde 20,9 iken 2009
yılı Ağustos ayı itibarıyla yüzde 15,4’e gerilemiştir. Ücretli çalışan
sayısındaki artış, gelir dağılımına olumlu yönde yansıyan ve iş gücü
piyasasında kayıt dışılığı azaltan önemli bir gelişmedir.
Ancak diğer gelişmiş ülkelerin yaşadığına benzer bir süreci de
Türkiye’de yaşamaktayız. Tarımsal istihdamda hükûmetlerimiz döneminde bir düşüş
yaşanmaktadır. 2002 yılında tarım sektörünün toplam istihdam içerisindeki payı
yüzde 34,9 iken, bu oran 2009 yılı Ağustos ayı itibarıyla yüzde 26,5’a kadar
gerilemiştir. Buna karşılık aynı dönemde sanayi sektörünün payı 18,5’tan yüzde
18,8’e, hizmetler sektörünün payı ise yüzde 42,1’den yüzde 48,5’a yükselmiştir.
Türkiye’de ortalama her yıl yaklaşık 500 bin kişi iş gücüne
katılmaktadır. Böylece, hem tarım kesiminden ayrılan nüfusa hem de iş gücüne
yeni katılan insanlarımıza iş yaratılması gerekiyor. Bunu kriz öncesine kadar
başardık ama kriz döneminde tabii ki bu gerçekleşmediği için işsizlik oranında
bir artış var.
Son olarak, şunu da belirtmemde büyük yarar var: Ülkemizde
vasıfsız işçilerin toplam işsiz sayısı içerisindeki payı oldukça yüksektir.
TÜİK verilerine göre ülkemizde işsizlerin yüzde 57,5’u lise altı eğitime
sahiptir. İşsizlik Türkiye’de çok önemli bir yapısal sorundur. Hükûmet olarak
bu sorumluluğumuzun farkındayız.
Krizle birlikte Hükûmetimiz nitelikli insan gücünü artırmak,
istihdamı korumak ve istihdamı artırmak için birkaç tedbir paketi açıklamıştır.
Bu kapsamda, kriz döneminde işsiz sayısındaki artışı sınırlamak
için:
Kısa çalışma ödeneğinin miktarını ve süresini artırdık.
Bazı sektörlerde geçici vergi indirimlerine gittik.
Kriz nedeniyle işini kaybedenler için işsizlik ödeneğini artırdık.
İstihdam yoğun GAP, DAP, KOP gibi bölgesel kalkınma projelerine
krize rağmen daha fazla kaynak aktardık.
Özel sektörde istihdam edilen sigortalılar için işveren hissesinin
5 puanlık kısmını hazine karşılıyor.
Kadınların ve 18–29 yaş arası gençlerin istihdamını teşvik için
prim indirimini getirdik.
Özürlü çalışanlarımızın işveren primlerinin tamamının devlet
tarafından karşılanmasını sağladık.
İŞKUR’un mesleki eğitim faaliyetlerini genişlettik.
Girişimcilik ve eğitim danışmanlığı verilerek vatandaşlarımızın
kendi işlerini kurmalarına imkân tanıdık.
İşsiz gençlerimizin stajyer olarak istihdam edilmesine imkân
sağladık.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, dediğim gibi, bazı
alanlarda aslında bu krizden en az etkilenen ülkelerden bir tanesidir. Bakın,
risk priminin ölçülmesinde kullanılan CDS endeksi bunu teyit etmektedir. CDS
endeksi, bir ülkenin bono ve tahvillerinin ödenmeme riskine karşı yapılan
sigorta sözleşmesinin primlerini gösterir.
Bu endekse göre Türkiye’nin risk primi kriz döneminde azalmıştır.
Krizin derinleştiği 2008 Eylül-2009 Aralık döneminde CDS risk primi Türkiye
için tam 89 puan azalmıştır. Aynı dönemde CDS primleri Brezilya için 30 baz
puan azalırken, Yunanistan için 160 baz puan artmış, Macaristan için 86, Rusya
için 26 baz puan artmıştır.
Bugün Türkiye’nin bankacılık sektörü dünyadaki birçok ülkeyle
karşılaştırılamayacak kadar güçlüdür. Bankacılık sektörünün sermaye yeterlilik
oranı, Türkiye’de bu yılın Ekim ayı itibarıyla yüzde 20,4 düzeyindedir. Aktif
kalitesi yüksektir. Bankacılık sektörümüz kredi verme potansiyeli bakımından
büyük bir kapasiteye sahiptir. Bankalar bilanço büyüklüklerini ikiye katlasalar
bile sermaye yeterlilik oranı bu bilanço yapısıyla hâlâ yasal standartların
üzerinde kalacaktır. 2002 yılında takipteki alacakların toplam kredilere oranı
yüzde 21,3 iken bizim Hükûmetimiz döneminde yüzde 3,8’e kadar gerilemiş,
bankacılık sektörünün aktif kalitesi yükselmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Plan ve Bütçe
Komisyonundaki bütçe görüşmelerinde muhalefet sözcüleri bankacılık sektörünün
güçlü yapısını 2001 krizinden sonra kendileri tarafından yapılan düzenlemelere
bağlamışlardır. Biz, kendilerine IMF gözetiminde attıkları bu olumlu adımlar
için teşekkür ediyoruz. Ancak, bankacılık sektörünün bugünkü performansını
sadece o günkü adımlarla açıklamak mümkün değildir. Zaten önemli olan
uygulamadır.
AK PARTİ hükûmetleri döneminde bankacılık sektörünün daha iyi
düzenlenmesi ve denetlenmesi için yaptıklarımız aslında iyi bilinmektedir ama
tekrarlamam gerekirse, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunun düzenleme,
denetim ve uygulama kapasitesini bu dönemde ciddi bir şekilde artırdık.
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu BDDK bünyesinden ayrılmıştır. Bankaların sermaye
yapısını güçlü tutmak için yüzde 12’lik hedef sermaye yeterlilik rasyosu
uygulamasına bizim dönemimizde geçilmiştir. Aktif kalitesini artırmak için
genel karşılık ayrılması uygulamasını biz getirdik. Likidite düzenlemesini
uygulamaya koyduk. Bütün bunların yanında, krizden çok önce bankacılık
sistemindeki bütün finansal kurumlar için stres testleri yaptık ve zayıf olan
bankaları yapılarını güçlendirmeye zorladık. Aslında bu bile krize karşı
hazırlıksız yakalandığımızı ve krizi öngörmediğimizi iddia edenlere güzel bir
cevaptır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmetimiz bu krizi iyi
yönetmiştir. Her şeyden önce, bu krizi biz yönettik. Bizden önceki dönemlerde
olduğu gibi, IMF gibi uluslararası kuruluşlara el açmadık. 1993-1994 ve
2000-2001 krizleri Türkiye’nin kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan, kötü
yönetiminden kaynaklanan krizlerdir. Bu krizlerde IMF’den yardım talep edildi.
IMF’nin verdiği kaynaklarla, IMF’nin empoze ettiği programlarla bu kriz
yönetilmiştir.
2008 yılında küresel krizin derinleşmesiyle birlikte birçok ülke,
aslında IMF’den yine yardım talep etti. IMF’nin koşullarını hemen kabul
ettiler. İzlanda, Macaristan, Ukrayna, Romanya, Polonya gibi 22 tane ülke şu
geçtiğimiz bir yıl içerisinde IMF ile anlaşmak zorunda kaldı. IMF’nin
şartlarını kabul etti. Biz ise kendi yağımızla kavrulduk. Kendi ayaklarımızın
üzerinde dimdik durduk ve “Kaynak, Türkiye’dir.” dedik.
Krize karşı kendi tedbirlerimizi açıkladık. Likidite ve fon akışının
sorunsuz bir şekilde işlemesini sağladık. Reel sektöre destek olmak, istihdamı
teşvik etmek ve finansal kaynakları çeşitlendirmek amacıyla çok sayıda önlem
aldık.
Tabii, ben bu tedbirleri teker teker sıralayıp zamanınızı almak
istemiyorum. Çünkü daha önce bunları açıkladık.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, evet, biz kendi
tedbirlerimizi açıkladık. Krizi yönettik. Bunda da başarılı olduğumuz
kanısındayız.
Yakın dönemde basından izlediğimiz gibi İspanya, Macaristan,
İrlanda, Tayland, Meksika, Yunanistan’ın içinde bulunduğu 52 ülkenin kredi notu
düşürülmüştür. Komşumuz Yunanistan’ın kredi notu 2 kez indirilmiştir.
Yunanistan’ın şimdi 2 yıllık tahvil faizleri, ilk kez tarihte Türk eurobond
faizlerinin üzerine çıkmıştır.
Türkiye’nin içinde yer aldığı sadece 13 ülkenin kredi notu
artmıştır. Dünyada son altmış yılın en büyük krizinin yaşandığı bir dönemde
Türkiye, kredi notu 2 kademe artan tek ülkedir! Eğer iddia edildiği gibi
krizden en fazla etkilenen ülke olsaydık, Türkiye’nin kredi notu 2 kademe artar mıydı?
Bugün Türkiye, kriz ortamında pozitif görünüme sahip nadir
ülkelerden bir tanesidir. Türkiye, bir iki yıl içerisinde kredi notu “Yatırım
yapılabilir” düzeyine çıkartılması beklenen 10 ülke arasında yer almaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu senenin dördüncü
çeyreğinden itibaren, ekonomide toparlanma başlamıştır. IMF’nin son raporuna
göre, 2009 yılı son çeyreğinde, G-20 ülkeleri arasında büyüyecek 8 ülkeden bir
tanesi Türkiye’dir.
Türkiye ekonomisinde üç aşamalı güçlü bir toparlanma bekliyoruz.
Krizde daralmanın en önemli unsuru, daha önce açıkladığım gibi, stoklardaki
erimeydi. İç ve dış talepteki toparlanma ile birlikte bu yılın dördüncü
çeyreğinden itibaren stoklarda bir iyileşme bekliyoruz.
Ekonomide güçlü toparlanmanın ikinci safhasını özel tüketimdeki
toparlanma oluşturacaktır. Sağlam bankacılık sistemi ve düşük faiz oranları
önümüzdeki dönemde özel tüketimi destekleyici niteliktedir.
Ekonomideki güçlü toparlanmanın üçüncü safhasını ise
yatırımlardaki artışla göreceğiz. Hükûmetimizin yeni uygulamaya koyduğu teşvik
sistemi bu bakımdan çok büyük bir katkı sağlayacaktır.
Büyümenin önemli bir göstergesi olan sanayi üretim endeksi krizde
ilk kez artmaya başlamıştır. Ekim ayı sanayi üretim endeksi geçen yılın aynı
ayına göre yüzde 6,5, bir önceki aya göre yüzde 13,7 oranında artarak 117,9’a
yükselmiştir.
Ekim ayında artan kapasite kullanım oranı Kasım ayında azalmış
gibi görünse de mevsimsellik ve takvimsel etkilerden arındırılmış kapasite
kullanım oranı Kasım ayında da bir önceki aya göre artmaya devam etmiştir.
Bunların hepsi tesadüf olabilir mi? Bunlar bilinçli, kararlı,
kapsamlı, proaktif politikalarımızın sonucudur. Şunu herkes bilmelidir ki:
Türkiye’de cazip yatırım fırsatları vardır, Türkiye güvenli bir limandır,
Türkiye’ye olan güven devam ediyor. Biz buna inanıyoruz, siz de buna inanın,
güvenin.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi de konuşmamın bu
bölümünde 2009 yılı bütçesi yıl sonu gerçekleşme tahminlerimize kısaca değinmek
istiyorum.
2009 yılı sonu itibarıyla merkezî yönetim bütçe giderlerinin 266 milyar 752 milyon lira, merkezî yönetim
bütçe gelirlerinin 203 milyar 928 milyon lira, bütçe açığının 62 milyar 824 milyon lira, faiz dışı açığın 7
milyar 324 milyon lira olarak gerçekleşeceğini tahmin ediyoruz. Bu
tahminlerimiz doğrultusunda 2009 yılı başlangıç bütçesine göre bütçe giderleri
yüzde 2,9 artmakta, bütçe gelirleri ise yüzde 18 oranında azalmaktadır. Bütçe
açığı ise 10,4 milyar liradan 62,8 milyar liraya çıkmaktadır. Bütçe açığının
millî gelire oranı ise yaklaşık yüzde 6,6’ya tekabül etmektedir.
2009 yılında bütçe açığında ortaya çıkan 52,4 milyar liralık
artışın 44,8 milyar lirası yani yüzde 86’sı gelirlerdeki azalmadan, 7,6 milyar
lirası yani yüzde 14’ü ise giderlerdeki artıştan kaynaklanmaktadır.
Gelirlerdeki 44,8 milyar lira azalmanın 4,7 milyar lirası vergi
indirimleri nedeniyle ortaya çıkan gelir kaybından, 40,1 milyar lirası ise
ekonomik daralma nedeniyle gelirlerde meydana gelen düşüşlerden
kaynaklanmaktadır.
Giderlerdeki 7,6 milyar liralık artışın temel sebepleri, sosyal
güvenlik sistemine yapılan transferlerdeki artış ile ekonomiyi canlandırma
paketleri kapsamında öngörülen altyapı yatırım harcamaları ve diğer gider
artışlarından kaynaklanmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, geçtiğimiz eylül
ayında açıkladığımız Orta Vadeli Program ve Orta Vadeli Mali Plan üzerinde
durmak istiyorum: Bu program ve mali plan ile küresel krizden çıkışımızın temel
politikalarını ve hedeflerini ortaya koymuş bulunmaktayız. Bu politika ve
hedefler doğrultusunda maliye politikamızı yürütüyoruz. 2010 yılı bütçesi de bu
çerçevede hazırlanmış bir bütçedir.
Programda temel hedeflerimiz, büyümeyi kademeli olarak potansiyel
seviyesine yükseltmek, istihdamda nispi bir artış sağlamak, enflasyondaki düşüş
trendini devam ettirmek ve kriz nedeniyle bozulan kamu dengelerini yeniden
tesis etmektir.
Özel tüketim ve özel yatırım harcamaları ise, Türkiye ekonomisinin
temel büyüme dinamiğini oluşturacaktır bu dönemde. Türkiye ekonomisinin yeniden
özel sektör öncülüğünde büyümesi için program döneminde gerekli tedbirlerin
alınması hedeflenmektedir. Bu amaçla, ülkemizin üretken kapasitesini
geliştirecek ve verimlilik artışı sağlayacak yenilikçi ve teknoloji yoğun
projelere öncelik veriyoruz.
Programla hedeflenen büyüme modeli doğrultusunda kamu kesiminin
borçlanma gereğini azaltarak özel sektörün kullanabileceği kaynakların
artırılması hedeflenmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu programın yapısal reform
ayağı da güçlüdür. Orta Vadeli Program, sosyal güvenlik, sağlık, yerel
yönetimler, enerji gibi pek çok alanda atılması gereken önemli adımları
içermektedir.
Orta Vadeli Plan’da, 2010 yılı merkezî yönetim bütçe açığının
gayrisafi yurt içi hasılaya oranının yüzde 4,9 olarak gerçekleşeceğini, 2011 ve
2012 yıllarında ise sırasıyla yüzde 4’e ve yüzde 3,2’ye düşeceğini öngördük.
Bizim bütçe hedeflerimizi iddialı bulmayabilirsiniz ama şunu
söyleyeyim: Avrupa Birliği üyeleri, yakın dönemde Avrupa Komisyonuna kendi
bütçe öngörülerini, bütçe açık öngörülerini sundular. 2013 yılında bile
bunların bütçe açıklarını yüzde 13’ün altına çekmelerinde zorlanacaklarını
görüyoruz.
Mali plan da maliye politikası hedeflerimiz de oldukça iddialıdır.
Kamu kesiminin kaynak kullanımındaki payını azaltmak amacıyla,
ekonomik krizin de etkisiyle yükselen kamu açıkları tedricî olarak makul
seviyelere indirilecektir.
Kamu maliyesinde mali saydamlığı güçlendirmeye yönelik çalışmalara
devam edilecektir.
Ben bu hususların bir kısmını atlıyorum, zamanım kısaldığı için.
Şimdi, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2010 yılı bütçesiyle
ilgili açıklamalara geçmeden önce bütçenin hazırlanmasında temel aldığımız bazı
makroekonomik büyüklükleri, varsayımları sizlerle paylaşmak istiyorum. 2010
yılı için gayrisafi yurt içi hasıla 1
trilyon 28 milyar 802 milyon lira, büyüme oranı yüzde 3,5, gayrisafi yurt içi
hasıla deflatörü yüzde 5, yıl sonu TÜFE yüzde 5,3, ithalat 153 milyar dolar,
ihracat 107,5 milyar dolar olarak öngörülmektedir.
Bu noktada, 2010 yılı bütçesine temel oluşturan makroekonomik varsayımlarımızın
gerçekçi olduğunu tekrar vurgulamak isterim.
2010 yılı Merkezî Yönetim Bütçe Tasarısı’nın büyüklüklerine
geçmeden önce, sizlerle bu bütçenin bazı temel özelliklerini de paylaşmak
istiyorum.
2010 yılı merkezî yönetim bütçesi, ekonomik krizden çıkışa katkı
sağlayacak bir bütçedir.
2010 yılı bütçesi, faizdeki düşüşü kalıcı kılmayı amaçlayan bir
bütçedir. Enflasyon ile mücadelede sağladığımız başarı, kamu maliyesinde ve
borç dinamiklerinde yaptığımız iyileştirmeler ve uygulamaya koyduğumuz reformlar
sayesinde Türkiye’de faiz oranları ilk defa tek haneye düşmüştür. Faizleri eğer
biz birkaç yıl tek hanede tutabilirsek hem kamunun faiz yükü düşecek hem de
tüketicilerimiz, yatırımcılarımız daha düşük maliyetli finansmana erişecektir.
Bu da güçlü büyümeye zemin hazırlayacaktır.
Bu bütçeyle, esnaf kredileri, tarımsal kredilerde faiz desteğine,
ihracat desteklerine, küçük ve orta ölçekli işletmelere sağlanan desteklere,
hazine teşvik ödemelerine devam ediyoruz. 2002 yılında yüzde 47 olan esnaf
kredisi faiz oranları, şimdi yüzde 8’lere kadar düşmüştür. İstihdamın
maliyetini azaltmak amacıyla yürürlüğe koyduğumuz 5 puanlık işveren prim
indiriminin uygulamasını da bu dönemde sürdürüyoruz.
Yeniden yapılandırdığımız Kredi Garanti Fonu ile KOBİ’lere
desteğimizi sürdüreceğiz. Böylece, teminat sıkıntısı çeken KOBİ’lerimizin
finansman sorununu çözmüş olacağız.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2010 yılı merkezî yönetim
bütçesi sosyal yönü güçlü olan bir bütçedir. Bütçemizi, ekonomik olarak
dezavantajlı kesimleri destekleyecek şekilde hazırladık. Bu kapsamda Sosyal
Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu’na aktarılan kaynağı yüzde 26,7 oranında
artırdık.
2010 yılı merkezî bütçesi öğrencilerimiz için daha fazla kaynak
ayıran bir bütçedir. 2010 yılında öğrencilere sağlanan burs ve harç desteği
ödeneklerini yüzde 13,8 gibi enflasyonun çok üzerinde artırdık. Yine, öğrenim ve harç kredisi ödeneklerini yüzde
12,8 artırdık. İlköğretim öğrencilerine ücretsiz ders kitabı desteği ödeneklerini
de yüzde 6,4 oranında artırdık. Önümüzdeki yıl toplam 1 milyon 634 bin
öğrenciye burs, öğrenim ve katkı kredisi ödemeyi hedefliyoruz. 2010 yılı
sonunda öğrencilerimize ücretsiz olarak dağıttığımız ders kitabı sayısı da 1
milyar 108 milyona ulaşmış olacaktır.
2010 yılı bütçesi özürlü vatandaşlarımıza desteği artıran bir
bütçedir. Özürlü, evde bakım destek ödeneklerini tam yüzde 49,5, özürlülere
eğitim desteği ödeneklerini de yüzde 7,3 oranında artırdık. Bu kapsamda, 2010
yılı sonunda yaklaşık 297 bin aileye özürlü evde bakım ücretinden faydalanma
imkânı getiriyoruz. Eğitim masrafları karşılanan özürlü öğrenci sayısı da
önümüzdeki yıl 220 bin kişiye ulaşmış olacaktır.
Hükûmetimiz, özürlü vatandaşlarımızın sosyal hayata katılmasının
en önemli şartlarından birisi olarak özürlü istihdamının artırılmasını
görmektedir. Bu amaçla, 2008 yılında, özürlü istihdam eden işverenler için
işveren sigorta priminde indirime gidilmişti. Şimdi de merkezî yönetim bütçe
kanunu tasarısıyla getirdiğimiz bir istisna ile 2010 yılında kamu kurum ve
kuruluşlarımızın açık bulunan özürlü memur kontenjanlarına herhangi bir
sınırlamaya tabi olmadan atama yapmalarına imkân tanıyoruz. Şu an itibarıyla
kamu kurum ve kuruluşlarımızın yaklaşık 38 bin özürlü memur açığı
bulunmaktadır. Böylece, yaklaşık 38 bin özürlü vatandaşımızın, 2010 yılı ve
sonrasında kamu kurum ve kuruluşlarında memur statüsünde istihdam edilmelerinin
önü açılmış bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2010 yılı bütçesi, kamu
görevlilerini de gözeten bir bütçedir. 2010 yılında memurlarımızın aylıklarında
yapılacak artışlar, devletin mali imkânları, ülkenin ekonomik gelişmesi ve
enflasyon hedefi göz önüne alınarak belirlenmiştir. Buna göre, kamu
görevlilerinin maaşlarında ocak ayında yüzde 2,5, temmuz ayında yüzde 2,5
oranında artış sağlanacaktır.
Gerçekleşen enflasyonun belirlenen zam oranlarını aşması halinde,
aradaki fark, her zaman olduğu gibi telafi edilecektir.
Yapılacak artışlar sonucunda, aile yardımı ödeneği dahil olarak
ortalama devlet memuru maaşı 2009 yılı Aralık ayında 1.480 TL iken, 2010 yılı
Ocak ayında 1.518 TL’ye yükselecektir.
Ayrıca, memur sendikalarıyla yaptığımız toplu görüşmelerde
sağlanan anlaşma çerçevesinde, Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nda
yaptığımız düzenleme ile halen 1 milyon 690 bin çocuk için ödenmekte olan aile
yardımı ödeneğinde çocuk sayısı sınırlamasını kaldırıyoruz. Böylece 740 bin
çocuğumuz için daha aile yardımı ödeneğine imkân sağlıyoruz.
Ayrıca, emekli olan personele 500 TL olarak ödenmekte olan
tazminat tutarını 750 liraya yükseltiyoruz.
2009 yılında kamu görevlilerinin maaşlarında ocak ayında yüzde 4,
temmuz ayında yüzde 4,5 olmak üzere yıllık kümülatif 8,7 oranında artış
sağlanmış olup, kasım ayı itibarıyla tüketici fiyatlarındaki kümülatif artış
ise yüzde 5,96’dır. Yani, 2009 yılında biz memurlarımızı enflasyona ezdirmedik,
enflasyonun da üstünde, kriz yılında bile artış verdik.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2003 Ocak–2009 Kasım
döneminde TÜFE’deki kümülatif değişme yüzde 93,2 olmuştur. Buna karşılık söz
konusu dönemde aynı bazlı:
En düşük memur maaşı 2002 Aralık ayında 392 lira iken, 2009 Aralık
ayında 1.218 liraya çıkmış ve artış yüzde 188 olmuştur. Yani, enflasyon yüzde
93,2, en düşük memur maaşı yüzde 188 artmıştır.
Benzer şekilde, net asgari ücretteki artış yüzde 168,5’tur. En
düşük SSK emekli aylığındaki artış yüzde 146,1’dir. En düşük BAĞ-KUR esnaf
emekli aylığındaki artış yüzde 232,4 olmuştur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşma metnimde yer alan
tablolarda görüleceği gibi 2009 yılının Kasım ayı itibarıyla en düşük devlet
memuru maaşı ve net asgari ücret ile 2002 yılının Aralık ayına göre daha fazla
mal ve hizmet alabildiğini de göreceksiniz. Ben burada detaylara girmek
istemiyorum ama en fazla konuşulan ürünlere bile baksanız…
Bakın, en düşük devlet memuru maaşıyla satın alınabilecek ürünler
arasında örneğin doğal gaza çok zam yapıldı deniliyor, 2002 yılı Aralık ayında
en düşük devlet memuru maaşıyla
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2010 yılı merkezî yönetim
bütçesi eğitime, sağlığa ayrılan kaynağın artırıldığı bir bütçedir.
2002 yılında 7,5 milyar TL olan Millî Eğitim Bakanlığı bütçesini
2010 yılında 28,2 milyar TL’ye çıkardık. Bu bütçeyle Bakanlık, en büyük bütçeye
sahip icracı bakanlık olma özelliğini sürdürmektedir.
Yine Sağlık Bakanlığımıza ayırdığımız bütçeyi de yüzde 12 oranında
artırdık. 2002 yılında kamu kesimi tarafından yapılan toplam sağlık harcaması
9,9 milyar TL iken bu rakam 2009 yılında 36,4 milyar TL’ye ulaşmıştır. 2010
yılında kamu kesimi tarafından yapılacak toplam sağlık harcamasının 37,5 milyar
TL civarında olmasını tahmin ediyoruz.
Yine 2010 yılı merkezî yönetim bütçesi üniversitelere personel ve
kaynak desteği sağlayan bir bütçedir.
Değerli arkadaşlar, burası da önemlidir.
Özellikle yeni kurulan üniversitelerin öğretim elemanı ihtiyacını
hızlı bir şekilde karşılayabilmek için, ilave tam 7 bin adet atama izni
veriyoruz üniversitelere. Üniversitelere ayırdığımız kaynağı da reel olarak
artırıyoruz.
Ayrıca üniversitelerimize 500 milyon lira normal bütçelerine ilave
kaynak ayırdık. Bu kaynağın yarısı yeni kurulan üniversitelerimizin yatırım
projelerinde ve diğer yarısı ise yükseköğretim kurumlarının bilimsel araştırma
projeleri ile yurt içi, yurt dışı öğretim elemanı ve öğrenci değişim
programlarının desteklenmesi ve yurt içinde, yurt dışında öğretim üyesi ve
araştırmacı yetiştirilmesi amacıyla kullanılacaktır.
2010 yılı merkezî bütçesinin yine sağlığa daha fazla kaynak
ayırdığımız bütçe olduğunu söylemiştim.
2010 yılında, biz, aile hekimliği uygulamasını ülke geneline
yaygınlaştırıyoruz. Kamu personeline sağlık hizmetleri Sosyal Güvenlik Kurumu
tarafından sunulacak ve bunun için anılan Sağlık Kurumuna prim desteği
ödenmesine de başlanacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2010 yılı bütçesi, sosyal
güvenlik sistemini de destekleyen bir bütçedir.
Bütçede cari transferler altında yer alan sosyal güvenlik
kurumlarına yapılan transferlerin 2010 yılında yüzde 7,3 oranında artırılarak
57,7 milyar lira olacağı tahmin edilmektedir.
Bu kapsamda, Sosyal Güvenlik Kurumuna 2010 yılında açık finansmanı
için yapılacak transfer tutarı ise 31,8 milyar lira olarak öngörülmüştür.
Bu bütçeyle yine çiftçimizin alan ve ürün bazında üretiminin
desteklemesine devam ediyoruz. Bu kapsamda, 5,6 milyar lira destekleme ödemesi
yapmayı hedefliyoruz.
2010 yılı bütçesinde tarım kesimine yapılacak transferlerin
toplamı 8,4 milyar lira düzeyindedir.
Bu bütçeyle mahallî idarelere de destek vermeye devam ediyoruz
önemli ölçüde.
Bu kapsamda, 2010 yılı bütçesinde mahallî idarelerin gelir
paylarının yüzde 17,6 oranında artışla 19,1 milyar liraya çıkmasını
öngörüyoruz.
2010 yılında toplam olarak mahallî idarelere 22,1 milyar lira
transfer yapılmasını öngörüyoruz. Bu çerçevede, kırsal kesimin altyapısını
desteklemek üzere KÖYDES projesine 525 milyon lira ayırdık.
2010 yılı merkezî yönetim bütçesi, bilime, araştırmaya önem veren
ve bu yöndeki çalışmaları destekleyen bir bütçedir.
2010 yılı bütçesi, başta TÜBİTAK ARGE projeleri olmak üzere,
üniversite ve sanayi kesimi ARGE projelerini desteklemeye devam eden bir
bütçedir.
Bu çerçevede, TÜBİTAK’ın 2009 yılında 500 milyon lira olan
ödeneklerini 2010 yılında 625 milyon liraya çıkarttık.
2010 yılı merkezî bütçesi, Güneydoğu Anadolu Projesi başta olmak
üzere, bölgesel gelişme projelerinin tamamını desteklemeye devam edildiği bir
bütçedir.
Dünyanın en büyük krizi yaşanmasına rağmen bölgesel kalkınma
projelerini biz önemsiyoruz ve bunlar için ilave kaynak ayırıyoruz. Bu
çerçevede GAP kapsamındaki yatırımlara öncelik vermek kaydıyla münhasıran
ekonomik kalkınma ve sosyal gelişmeye yönelik yapılacak yatırımlar için 2009
yılında 3,3 milyar lira kaynak ayırmıştık. 2010 yılı bütçesinde bu proje
kapsamında ayırdığımız kaynak tutarı yaklaşık 4 milyar liradır. Diğer bölgesel
projeler için de 2 milyar lira ek kaynak daha ayırdık.
Özetle 2010 yılı merkezî yönetim bütçesi; ülkemizin dört bir
tarafına ihtiyaç duyduğu yatırımı götüren, reel kesimi destekleyen, ekonomik
kalkınmaya odaklanmış bireysel ve toplumsal refahı gözeten bir bütçedir.
Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri; şimdi de sizlere 2010 yılı
bütçe büyüklüklerini açıklamak istiyorum:
2010 yılı merkezî yönetim bütçesinde;
Bütçe Giderleri 286
milyar 981 milyon TL
Faiz Hariç Giderler 230
milyar 231 milyon TL
Bütçe Gelirleri 236
milyar 794 milyon TL
Vergi Gelirleri 193
milyar 324 milyon TL
Bütçe Açığı 50
milyar 187 milyon TL
Faiz Dışı Fazla 6
milyar 563 milyon TL
2010 yılında bütçe giderlerinde artışı kontrol altına alırken,
bütçe gelirlerinin giderlerden daha fazla artışını öngördük. Gelir artışlarımız
gerçekçi tahminlere dayanmaktadır. Artış oranının yüksek olmasının temel nedeni
2009 yılında yapmış olduğumuz vergi indirimlerinin bazdan çıkacak olması ve
2009 yılının ikinci yarısında almış olduğumuz gelir artırıcı tedbirlerin tam
yıl etkisinden kaynaklanmaktadır. Bu da yaklaşık olarak gelir artışının yarısına
tekabül etmektedir. Bütçe ayrıca bazı maktu vergilerin enflasyon oranında
güncellenmesini de öngörmektedir.
Bütçe açıklarını azaltma amacımızın bir gereği olarak, bütçe
giderlerinin gayrisafi yurt içi hasılaya oranını 2009 yılında yüzde 28,2’den 2010
yılında yüzde 27,9’a düşürüyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2010 yılı merkezî yönetim
bütçesi için belirlediğimiz hedeflere ulaşmada ve uygulamakta olduğumuz maliye
politikasının başarısını kalıcı hâle getirmede yapısal reformlar önemli bir rol
oynamaktadır. Bu çerçevede, önümüzdeki dönemde Hükûmetimiz tarafından
gerçekleştirilecek bazı önemli yapısal reformları da paylaşmak istiyorum:
2010 yılında mali kural uygulaması yasal olarak hayata
geçirilecektir ve 2011’den itibaren uygulamaya konulacaktır. Makroekonomik
istikrarın devamı, sürdürülebilir bir finansman yapısının korunmasını amaçlayan
mali kuralları, kamu mali yönetim sistemimize entegre ediyoruz. Mali kurallara
ilişkin yasal altyapı, dediğim gibi, gelecek sene tamamlanacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi de vergi politikası
ve uygulamalarımız hakkında kısa bir bilgi vermek istiyorum.
Vergi politikalarımızın temel amacı, yatırımları ve istihdamı
destekleyerek sürdürülebilir ekonomik büyümeye katkı sağlayan, etkin, basit,
kolay uygulanabilir bir vergi sisteminin oluşturulmasıdır. Bu amaca ulaşabilmek
için, bir taraftan yatırım ortamının iyileştirilmesi, diğer taraftan da kayıtlı
ekonomiye geçiş sürecinin hızlandırılmasını amaçlıyoruz. Bunu da anlaşılabilir
ve saydam bir vergi mevzuatı, öngörülebilir bir vergi yükü, düşük oranlı-geniş
tabanlı bir vergi sistemi ve etkin bir vergi idaresi ile
sağlayabileceğimizin bilincindeyiz. 2010
yılında bütün bunlara yönelik çok önemli adımları atmayı hedefliyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İktidarımız döneminde
kurumlar vergisi oranını yüzde 30’dan yüzde 20’ye indirdik. Böylece, kurum
kazançları üzerindeki vergi yükünü yüzde 44’ten yüzde 34’e düşürdük. Bu sayede
Türkiye, kurum kazançları üzerindeki vergi yükü bakımından OECD ülkeleri
arasında 2002 yılında 2’nci sırada yer alırken yani en yüksek ülkeler arasında
iken, 2009 yılında 25’inci sıraya düşmüştür. Aynı şekilde, hükûmetlerimiz
döneminde 6 dilimden oluşan gelir vergisi tarifesini önce 5’e, sonra 4’e
indirdik. En yüksek vergi oranını ise yüzde 45’ten yüzde 35’e düşürdük. Bu
sayede, OECD ülkeleri içinde Türkiye, en üst dilimin vergi oranı bakımından
2002 yılında en yüksek 9’uncu ülke konumundayken bugün yüzde 35 oranı ile
19’uncu sıraya gerilemiş bulunmaktadır. En üst dilimin vergi oranı Fransa ve
Yunanistan’da yüzde 40, Almanya, Belçika, Avusturya gibi ülkelerde yüzde 45 ile
yüzde 50 arasında değişmektedir.
Yine, biz, 2010 yılında, daha doğrusu 2009 yılında ve 2010 yılında
devam edecek Avrupa Birliğinin yatırımları teşvik sistemiyle uyumlu bir
bölgesel ve sektörel yatırım teşvik sistemini oluşturduk. Bu çerçevede yeni
teşvik sisteminde kurumlar vergisi oranını yüzde 2’ye kadar indirerek,
yatırımlara yüzde 70’e kadar devlet desteği sağlıyoruz. Yatırım yapılan
bölgenin durumuna göre sigorta primi işveren hissesinin yarısının iki yıldan
yedi yıla kadar Hazine tarafından karşılanması uygulamasını da getirdik.
Ayrıca, 1 puan ile 5 puana kadar faiz desteği ile yatırım yeri tahsisini
öngördük.
KOBİ’lerin birleşmelerini teşvik ediyoruz. Bu yıl sonuna kadar
KOBİ’lerin birleşmeleri hâlinde ortaya çıkan kârları kurumlar vergisinden muaf
kıldık. Ayrıca, birleşme sonrası üç hesap dönemi boyunca birleşilen kuruma
indirimli kurumlar vergisi uygulamasını getirdik.
Aslında birçok daha uygulama, birçok daha vergi konusunda
uygulamayı bu dönemde hayata geçirdik.
Yine, tarım ürünlerinde standardizasyon sağlayarak oluşturulacak
ürün sertifikalarının elektronik ticaretinin yapılmasını sağlayacak tarım
ürünleri lisanslı depoculuk sisteminin hayata geçirilmesini desteklemek üzere
gelir vergisi, kurumlar vergisi ve KDV istisnalarını getirdik.
Teknolojik gelişmelerin ekonomik hayata daha fazla yansıtılmasını
kolaylaştırmak üzere İnternet üzerinden
özel iletişim vergisini yüzde 15’ten yüzde 5’e indirdik.
İstihdamın artırılmasına yönelik ücretler üzerindeki vergi ve
benzeri yükleri önemli ölçüde azalttık. Eskiden OECD ülkeleri arasında Türkiye
istihdam üzerindeki vergi yükü itibarıyla yine en üst sırada yer alırken, bu
yaptığımız son düzenlemeler çerçevesinde 9’uncu sıraya düşmüştür.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben konuşmamın bir kısmını
atlıyorum zamanımın kısaldığının farkında olarak.
Şimdi de size 2008 yılı kesin hesabına ilişkin bilgiler vermek
istiyorum.
Kesinhesap Kanunu Tasarısı görüşülecek olan 2008 yılı bütçesinde
bütçe giderleri 227 milyar lira, bütçe gelirleri 209,6 milyar lira, bütçe açığı
ise 17,4 milyar lira olarak gerçekleşmiştir.
Faiz ödemeleri bir önceki yıla göre yüzde 3,9 oranında 50,7 milyar
Türk lirası olmuş, faiz dışı fazla ise 33,2 milyar olarak gerçekleşmiştir.
2008 yılında bütçe açığının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı
yüzde 1,8 düzeyinde gerçekleşirken, faiz dışı fazlanın gayrisafi yurt içi
hasıla içerisindeki payı yüzde 3,5 olmuştur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2010 yılı bütçesi, Türkiye
ekonomisinin ihtiyaçlarını en iyi şekilde gözeten bir bütçedir. Mevcut
şartların üzerine inşa edilmiştir. Gerçekçi ve istikrarı sağlamaya yöneliktir.
Bu bütçe, sürdürülebilir büyüme ve kalkınmayı sağlayacak istikrarın
ve refahın artırılmasını dikkate alan orta vadeli bir perspektifle hazırlanmış
bir bütçedir.
Biz bütün kararlarımızı geleceğin güçlü Türkiye’si için alıyoruz.
Siyasi kaygılarla alınan kısa vadeli kararların sonucunu geçmiş dönemlerde hep
birlikte gördük.
Siyasi sorumluluk ve riskleri de üstlenerek hükûmetlerimiz Türkiye
için gerekenleri kararlılıkla yapmıştır, yapmaya da devam edecektir.
Yapısal reformları temel politikalarımızın birisi hâline getirdik.
Beklemeye tahammülü olmayan birçok konuda kararlı adımlar attık, Türkiye’nin
sorunlarını çözdük.
Sizlerin ve toplumun her kesiminin bu bütçeye destek vermesi,
hedeflerimize ulaşmayı daha da kolaylaştıracaktır. En büyük desteğimiz, tabii
ki milletimizin bize olan güvenidir.
Bu milletin azmi, bu ülkenin kararlılığı ve Türkiye’nin zenginliği
her türlü hedefi yakalamak noktasında bizlere güç vermektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2010 yılı bütçemiz ülkemize
ve milletimize hayırlı olsun. Yapacağınız yoğun ve yorucu çalışmalar için
Hükûmetim ve şahsım adına şimdiden sizlere teşekkür ediyorum. Bu duygu ve
düşüncelerle hepinizi tekrar saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Şimşek, teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, bütçe görüşmeleri, 3 Aralık 2009 tarihli
26’ncı Birleşimde alınan karara uygun olarak bastırılıp dağıtılan programa göre
yapılacaktır.
Başlangıçta bütçenin tümü üzerindeki görüşmelerde siyasi parti
grupları ve Hükûmet adına yapılacak konuşmalarda süre, Hükûmetin sunuş konuşması
hariç, 1’er saat -bu süre birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilir-
kişisel konuşmalarda 10’ar dakikadır. Kişisel konuşmalarda bütçenin tümü
üzerinde şahsı adına 2 milletvekiline söz verilecektir.
Şimdi, bütçenin tümü üzerinde grupları ve şahısları adına söz alan
sayın üyelerin adlarını sırasıyla okuyorum:
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Kayseri Milletvekili Sayın
Mustafa Elitaş, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Genel Başkan ve Antalya
Milletvekili Sayın Deniz Baykal, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Genel
Başkan ve Osmaniye Milletvekili Sayın Devlet Bahçeli; şahısları adına, lehinde
Karaman Milletvekili Sayın Lutfi Elvan, aleyhinde İzmir Milletvekili Sayın
Harun Öztürk.
Tabii, Hükûmetin de söz talebi olduğu takdirde Hükûmete de söz
verilecektir.
Değerli arkadaşlarım, şimdi söz sırası Adalet ve Kalkınma Partisi
Grubu adına Kayseri Milletvekili Sayın Mustafa Elitaş’a aittir.
Sayın Elitaş, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı
hakkında AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla
selamlıyor, 2010 yılı bütçesinin ülkemize, milletimize hayırlı olmasını
diliyorum.
Öncelikle, 2010 yılı mali bütçesinin hazırlanmasında emeği geçen
başta Maliye Bakanımıza, bakanlarımıza, bürokratlarına, Plan ve Bütçe
Komisyonunun Değerli Başkanı ve üyelerine, tüm kamu bürokrasisine
huzurlarınızda teşekkürlerimi sunuyorum.
Değerli milletvekilleri, görüşeceğimiz 2010 yılı bütçesi, AK PARTİ
hükûmetlerinin sekizinci bütçesi, yeni kamu mali yönetimi sistemine uygun bir
şekilde hazırlanan beşinci bütçe olacaktır. Bu bütçe de evvelkiler gibi
ülkemizin ekonomik ve mali istikrarını sürdürmeyi esas alan bir bütçedir.
Bildiğiniz gibi bütçe, belli bir dönem içerisinde toplanacak gelir
ve yapılacak harcamaların tahminî ve karşılaştırmalı cetveli olup yetkili
organlar tarafından bu giderlerin yapılması ve gelirlerin toplanması için
verilen izindir. Hükûmetler bunun için bütçe hakkının bir gereği olarak
Parlamentodan yetki alırlar. Her şeyden önce, her yıl toplumda üretilen millî
gelirin yaklaşık yüzde 30’u bütçe yoluyla yeniden harmanlanır, toplanır ve
dağıtılır. Böylece tekrar topluma verilir. İşte bu dağıtım aşamasında
hükûmetler, yatırım politikalarını, sosyal politikalarını, büyüme
politikalarını, istihdam ve gelir dağıtım politikalarını ortaya koyarlar. Bu
açıdan bakıldığında, söz konusu politikaların yürütülmesi için de yıllık
araçlar olarak karşımıza bütçeler çıkar.
Değerli milletvekillerim, küresel finansal piyasalar, son iki
yıldır, dünyayı hem mali hem de sosyoekonomik açıdan ağır şekilde sarsan ciddi
bir krizle karşı karşıya bırakmıştır. Hatırlarsanız, bu kriz, IMF tarafından
1929 bunalımından sonraki, Birleşmiş Milletler tarafından ise yüzyılın en büyük
ekonomik krizi olarak görülmüştür. Küresel ekonomide likidite şartları olumsuz
bir çizgiye girmiş ve risk algılamaları bozulmuştur. Risk algısında meydana
gelen bu bozulma, doğal olarak kredi piyasalarında ciddi bir daralma
yaşanmasına sebep olmuştur. Bu gelişmelerle ivme kazanan kriz büyüme oranlarını
sert bir biçimde düşürmüş ve üretim planlamalarında ciddi bir revizyon ihtiyacı
ortaya çıkarmıştır. Nitekim, 2007 yılında yüzde 5,2 olan küresel büyüme, krizin
derinleşmesiyle birlikte 2009 yılında yerini İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana
yaşanan en büyük daralmaya bırakmıştır. Küresel ekonomideki daralmanın bu sene
yüzde 1,1 oranında olması beklenmektedir. Başta küresel ekonominin aktör
ülkeleri olmak üzere birçok ülkenin iştirak hâlinde ittifak ettiği önlemlere
rağmen, daralan toplam talep ve beklentilerdeki bozulma sonucu dünya ticaret
hacminde bu yıl yüzde 12’ye yakın bir küçülme beklenmektedir. Bunun sonucu
olarak da son altmış yılın en büyük daralması beklenmektedir.
Küresel krizde en kötünün geride kaldığına dair algılamaların
güçlenmesi emtia fiyatlarındaki hareketlenmeyi de beraberinde getirmiş
bulunmaktadır. 2010 yılından itibaren enerji fiyatlarındaki muhtemel yükseliş
bizim gibi net enerji ithalatçısı ülkeler için bir risk unsuru oluşturmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; küresel krizin ülke
ekonomilerine verdiği en büyük tahribat alanlarından birisi de şüphesiz
işsizlik oranlarıdır. Bütün dünyada işsizlikte bir artış yaşanmakta olup kısa
vadede işsizliğin özellikle gelişmiş ülkelerde yükselmeye devam etmesi
beklenmektedir.
İşsizlik oranlarıyla ilgili, bazı ülkelerdeki oranları sizlerle
paylaşmak istiyorum. Küresel kriz, bildiğiniz gibi, önce gelişmiş ülkelerde,
Amerika Birleşik Devletleri’nde başladı, 2008 yılından itibaren de gelişmekte
olan ülkelere sirayet etmeye başladı. Ne zaman ki 2008 yılında Amerika Birleşik
Devletleri’ndeki finans sektöründeki olağanüstü bir pimi çekilmiş bomba hâlinde
bekleyen ve mortgage diye ifade ettiğimiz uzun vadeli konut kredilerinin
verdiği problemlerle birlikte 2008 yılında banka sisteminde çöküş başlamış ve
gelişmekte olan ülkelere bu da sirayet etmiştir. Bakınız, 2007 yılında
İspanya’da işsizlik oranı yüzde 8,3; 2008 yılında 11,3; 2009 yılında 18,9 yani
2008 yılı ile 2009 yılı arasındaki değişim yüzde 67,3 seviyesine ulaşmış.
Macaristan’da 2008 yılında 7,8’den 9,9’a çıkmış; işsizlik oranındaki değişim
artışı yüzde 26,9 oranına çıkmış. Fransa’da da 7,8’den 9,9’a, yine aynı şekilde
orada da yüzde 20 civarında işsizlik oranındaki bir önceki yıla göre artış
gözlenmiş. Yunanistan’da 19,5; Almanya’da 12,3; Belçika 12,9; Türkiye’de ise
21,8 civarında bir önceki yıla göre işsizlik oranındaki artış ortaya çıkmış.
Amerika Birleşik Devletleri’nde krizin başladığı yıl olan 2007 yılında işsizlik
oranı 4,6 iken 2009 yılında 9,8’e yükselmiş yani yüzde yüzden fazla işsizlik
oranındaki işsiz sayısında bir artışın olduğunu görüyoruz. 2008 yılına oranla
baktığımızda Amerika Birleşik Devletleri’ndeki işsiz sayısındaki artış bir
önceki yıla göre yüzde 69 seviyesinde, İngiltere’de yüzde 41, Çek
Cumhuriyeti’nde yüzde 95,5; Japonya’da yüzde 37,5 seviyesinde işsizlik
miktarındaki artış ortaya çıkmıştır.
Değerli milletvekilleri, küresel krizin diğer sonuçlarından birisi
de yoksulluğun artmasıdır. Dünyada 1,2
milyar kişinin günlük geliri 1,25 doların altındadır. Bu rakam dünya nüfusunun
yüzde 21,3’üne tekabül etmektedir. Sahra altı Afrika’da bu oran yüzde 46,7,
Güney Asya’da ise yüzde 34,8’dir.
Türkiye son yıllarda yoksulluğun azaltılmasında önemli bir aşama
kaydetmiştir. 2002 yılında günlük geliri 2,15 doların altında olanların oranı
yüzde 3 iken 2007 yılında binde 6’ya düşmüştür. Yine, günlük geliri 4,3 doların
altında olanların oranı ise 2002 yılında yüzde 30,3’ten 2007 yılında yüzde
9,5’e gerilemiştir. Aşırı yoksulluğun göstergesi olan günlük geliri 1 doların
altında olanların oranı 2002 yılında binde 2 iken 2007 yılında bu oran hemen
hemen sıfırlanmıştır.
Türkiye İstatistik Kurumunun 1 Aralık 2009 tarihinde yayınladığı
yoksulluk çalışması sonuçlarına göre yoksul fert oranı 2007 yılında 17,79’dan,
2008 yılında 17,1’e gerilemiş, bu oran 2002 yılında yüzde 27 civarındaydı. Yani
yoksulluk sınırının altındaki 2002 yılındaki Türkiye’nin nüfusunda oranı 17,5
milyon kişiyken, 2008 yılı sonu itibarıyla baktığımızda, bu yoksulluk sınırı
altındaki insanların sayısı 13,5 milyon kişiye ulaşmış, hemen hemen 3 milyon
kişi geçmişten devraldığımız yoksulluk sınırı altındaki insanların yoksulluk
sınırı üstüne çıkmasına, refah seviyelerinin bir nebze de olsa artmasına fırsat
sağlamıştır.
Krizin iktisadi faaliyet üzerindeki daraltıcı etkisini
sınırlandırmak amacıyla uygulanan dengeleyici mali tedbirler bütçe
açıklarındaki artışı da hâliyle hızlandırmıştır ve bütçe artışlarındaki bu
artış borç dinamiklerinin sürdürülebilirliği sorununu da beraberinde
getirmiştir ancak diğer ülkelerle karşılaştırıldığında ülkemizde kamu kesimi
borçlanma oranları krize karşı maliye politikalarının daha etkin bir şekilde
uygulanmasına imkân sağlamıştır.
Kötüleşen likidite şartlarına bağlı olarak, gelişmekte olan
ülkelere yönelik net sermaye akımlarında 2008 yılında başlayan bozulma 2009’da
da devam etmiştir. IMF tahminlerine göre bu ülkelere net özel sermaye girişi
2007 yılında yaklaşık 700 milyar dolar iken 2008 yılında 130 milyar dolara
düşmüştür. 2009 yılında ise gelişmekte olan ülkelerden 50 milyar dolar
civarında net sermaye çıkışı beklenmektedir. Önümüzdeki yıldan itibaren dünya
ekonomisindeki toparlanmayla birlikte gelişmekte olan ülkelere sermaye
akımlarının tekrar güçlenmesi beklenmektedir. Küresel finans piyasalarında
krizin tepe noktasına kıyasla dikkate değer bir toparlanma görünmektedir.
Belirsizlikler azalmış, güven ve risk iştahı yeniden artmaya başlamıştır.
Finans piyasalarında yaşanan bu olumlu hava reel kesime ilişkin göstergelere de
yansımıştır. 2008 yılının ikinci yarısındaki öncü göstergelerde dünya
ticaretinde güven ve güven endekslerindeki olumsuz görünüm son dönemde yeniden
toparlanmaya kendini bırakmıştır.
Bununla birlikte küresel mali sistemdeki sıkıntıların tam
anlamıyla geçmediği de açıktır. Özellikle gelişmiş ülkelerin bankacılık
sektörünün bilançolarında yaşanan tahribat ve hane halkının servet erimesi
nedeniyle küresel ekonomide kriz öncesine dönüş muhtemelen zaman alacaktır.
Yine de küresel ekonomideki mevcut durum birkaç ay öncesiyle
karşılaştırıldığında olumlu bir görünüm arz etmektedir. Para ve maliye
politikalarındaki gevşeme ve diğer politika tedbirleri olumlu sonuçlar vermeye
başlamıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekillerim; tabii ki musibet
arzulanmaz ancak başa gelen musibetten nasihat fikri çıkarmak akıl ve basiret
ehlinin işidir. Yaşadığımız kriz ve uzun vadede semeresi alınacak hayırlı
ilhamlar vermiş ve küresel ekonominin yeniden yapılanması gerekliliğinin altını
çizerek son derece anlamlı mesajlar ortaya koymuştur. Nisan ayında Londra’da
yapılan G-20 zirvesinde ülkelerin ortak hareket etmeleri kararlaştırılmış ve
uluslararası kuruluşlara ek finansman imkânları sağlanmıştır. Geçtiğimiz Eylül
ayında yapılan zirvede alınan kararlar ise gelişmekte olan ülkelerin küresel
ekonomideki önemini artırmıştır. Bu zirveyle G-20 dünya ekonomisinin
sorunlarının tartışıldığı ve çözüldüğü en önemli istişare platformu hâline
gelmiştir. Böylece gelişmiş ülkelerin yanı sıra gelişmekte olan ülkelerin de
dünya ekonomisinde söz sahibi olabileceği bir döneme girilmiştir. Bu durum,
gelişmiş ülkelerin dünya ölçeğindeki iktisadi ve ticari bağımlılık
farklılığının arttığını da göstermektedir. Bu durum, yakın bir gelecekte az
veya çok dünyanın tamamını ilgilendiren ekonomik kararların çok kutuplu ve
çoğulcu bir zeminde alınacağının işaretidir. Nitekim, yükselen piyasalar içinde
son yıllardaki dinamizmi ve güçlü performansıyla ön plana çıkan Türkiye de bu
ortamda önemli bir rol üstlenmiştir.
Dünya konjonktüründen Türkiye ekonomisine geçiş yapacak olursak
evvela bir tespiti ortaya koymaya mecburuz. Kriz şartları, bir hükûmet için
arkasına sığınılacak bir mazeret duvarı olmadığı gibi muhalefet kanadı için de
bir tür akbaba siyaseti anlamına gelecek fırsatçılık bahanesi değildir.
Böylesine güçlü ve yırtıcı bir kriz sürecinde hükûmetler alınabilecek bütün
tedbirleri almalı ve muhalif siyasetçiler de sorumluluk şuuruyla hareket
etmelidirler. Bu tespit ve hatırlatmaları yaptıktan sonra öncelikle kriz
öncesinde iktidarlarımız döneminde ortaya konulan performanstan bahsetmek, daha
sonra da küresel krizle birlikte ortaya çıkan resmi sizlerle paylaşmak
istiyorum.
AK PARTİ iktidarları döneminde sağlanan siyasi istikrar ve sağlam
maliye politikalarıyla yapısal reformlar sayesinde makroekonomik performansta
büyük bir iyileşme gerçekleşti. Bu sayede Türkiye’ye olan güven, hem içeride
hem de dışarıda artmıştır. Türkiye ekonomisinin 2002-2008 döneminde ortalama
yüzde 5,8 oranında büyüdüğüne dikkatinizi çekiyorum. Bu performansıyla Türkiye
dünyanın en büyük 17’nci ekonomisi hâline geldi. 2009 yılı beklentilerine göre
inşallah dünyanın en büyük 16’ncı ülkesi sıralamasında olacak, Avrupa Birliği
ülkeleri içerisinde baktığımız zaman Avrupa’nın en büyük 6’ncı ekonomisi
konumuna gelecektir.
Dünya gayrisafi yurt içi hasılası içinde Türkiye’nin payı 1980’de
yüzde 0,9 iken 1990’da yüzde 1,1’e, 2000’de yüzde 1,2’ye, 2008 yılında yüzde
1,3 seviyesine yükselmiştir. Kişi başına millî gelir bakımından da önemli
iyileşme sağlanmış, 2002 yılından bu yana kişi başına millî gelirimiz 3 kat
artarak 10 bin doları aşmıştır. Bu, daha önceki hükûmetlere nasip olmayan bir
başarıdır. Küresel krizle birlikte 2009 yılında yaşanacak geçici düşüşe rağmen
millî gelirimizde muazzam bir artış olduğu ortadadır. Millî gelirimizin 2010
yılından itibaren yeniden bir artış trendine girmesini bekliyoruz.
Yine, kamu maliyesi ve borçlanmada önemli gelişmeler
kaydedilmiştir. 2000 yılında merkezî yönetim bütçe açığının gayrisafi yurt içi
hasılaya oranı yüzde 7,9 iken 2001 yılında yüzde 11,9 ile zirveye ulaşmış fakat
AK PARTİ iktidarlarının gösterdiği performans sonucu 2008 yılında bu oran yüzde
1,8 seviyesine indirilmiştir.
Türkiye 2005-2008 döneminde bütçe açığı bakımından Maastricht
Kriterleri’ni karşılamıştır. Türkiye’nin en büyük kamburu olan faiz
giderlerinin gayrisafi yurt içi hasıla içinde payı 2000 yılında yüzde 12,3 iken
2001 yılında yüzde 17,1’le zirveyi bulmuş, 2008 yılında bu oran yüzde 5,3
seviyesine gerilemiştir. Bu dönemde Türkiye’nin borç dinamiklerinde de çok
önemli iyileşme sağlanmıştır.
Değerli arkadaşlar, kamunun faiz giderlerini karşılayabilmesi
için, toplam giderlerini karşılayabilmesi için en önemli kaynakları vergi
gelirleridir. 2001 yılında Türkiye topladığı verginin faiz giderlerini
karşılama yönündeki ihtiyacını karşılayamamış, 100 liralık vergi gelirine
rağmen üstüne -borçlarını ödeyebilmek için- 3 lira daha ilave ederek, 3 lira
borçlanma gereği hissederek faiz gelirlerini ödeme durumuyla karşı karşıya
kalmıştır yani 2001 yılındaki kriz o süreç içerisinde, milletin alın teriyle
biriktirdiği ve devletin bundan paylaşmak üzere topladığı vergi gelirleri
sadece 100 liralık kısmını karşılayabilmiş, 3 liralık kısmı da yeniden
borçlanma ihtiyacıyla ortaya çıkmıştır.
2002 yılında kamu kesimi borçlanma gereğinin gayrisafi yurt içi
hasılaya oranı yüzde 10 iken bu oran son yıllarda ortalama yüzde 1’in altında
kalmıştır. AB tanımlı borç stokunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranı
itibarıyla da Türkiye 2004 yılından beri Maastricht Kriterleri’ni
karşılamaktadır. 2001 yılında yüzde 77,6’yla zirveyi bulan borç stokunun
gayrisafi yurt içi hasılaya oranı 2008 yılında yüzde 39,5 seviyesine
gerilemiştir.
Değerli arkadaşlar, kamunun toplam borç stokunun gayrisafi millî
hasılaya oranı veya kamunun borç stokunun sürekli arttığı şeklinde muhalefet
partilerinden eleştiri ortaya çıkıyor. Bakınız, sizi 2001-2002 yıllarıyla
bugünkü borç stokunun ne anlama geldiğini ifade etmek istiyorum. 2002 yılında
gayrisafi yurt içi hasılanın değeri 231 milyar dolar. 2002 yılında toplam borç
stokunun, brüt borç stokunun toplamı 229 milyar dolar. 2002 yılındaki nüfusa
gayrisafi yurt içi hasılayı -kişi başına millî geliri- böldüğümüz zaman 3.519
dolarlık kişi başına millî geliri buluyoruz. Yine 2002 yılındaki toplam kamu
borç stokunu o zamanki nüfusa böldüğümüz zaman 3.475 dolarlık kişi başına bir
borçla karşı karşıya kalıyoruz. Kişi başına ülkenin yarattığı katma değer 3.519
dolar ama kişi başına bu katma değeri yaratırken 3.475 dolarlık bir borçla
karşı karşıya kalıyoruz. Yani 44 dolarlık artı değer ortaya çıkarmış oluyoruz.
2008 yılına geldiğimizde kişi başına millî gelirin 10.285 dolara
ulaştığını görüyoruz. Yine 2008 yılı sonuna geldiğimizde toplam kamu borç
stokuna baktığımızda, kişi başına böldüğümüzde, o günkü, 2008 yılındaki nüfusu
kişi başına böldüğümüzde 6.885 dolarlık kişi başına bir borçla karşı
karşıyayız. Net gelişme, 3.400 dolarlık artı değerin üretildiğini ortaya
çıkarmakta. Şimdi soruyorum: Bir aile bütçesi yapıldığında sizin yıllık
geliriniz 3.519 dolar ama bu geliri elde etmek için dış kaynaklardan elde
ettiğiniz kaynak 3.475 dolar. Artı değer 44 dolarlık kısmı, ailenizin,
çoluğunuzun çocuğunuzun geçimine sağlama imkânını buluyorsunuz ama 2008 yılına
geldiğinizde sizin gelirinizde 10.285 dolarlık bir artış, hemen hemen 3 misline
yakın bir artış ortaya çıkarken borçlarda 2 misli bir artış sağlanmış ve 3.400
dolarlık kaynağı, aile bütçesi olarak baktığımızda çoluğunun çocuğunun rızkına,
ihtiyacına harcama imkânını bulmuş olacaktır.
Türkiye’de ilk defa yüksek büyümeyle eş zamanlı olarak enflasyonda
da tarihî düşüşlerin yaşandığını görüyoruz. 1993-2002 döneminde ortalama yüzde
70’lerde seyreden enflasyon AK PARTİ iktidarları döneminde tek haneye
düşürülmüştür. 2002 yılı öncesinde siyasetçiler seçim meydanlarına
çıktıklarında, vatandaşlarıyla sohbet hâlinde, ilk yapacakları işin, sorulan
soru veyahut yapılan anketlerde de ilk cevap “Enflasyon canavarını yenin.” diye
herkese bunu ifade ederlerdi ama şimdi programlara baktığımızda, 2002 yılı
programında, 2001 yılı programında ve daha önceki geçmiş dönem programlarında
ilk makroekonomik hedefler çerçevesinde en önemli unsurun enflasyon canavarıyla
mücadele etmek olduğunu görürken, 2003 yılından itibaren Türkiye'nin enflasyon
canavarı diye bir sorununun kalmadığını, hatta muhalefet sözcülerinin de
eleştirilerine baktığımızda enflasyon canavarıyla yapılan mücadelenin olumlu
bir sonuç verdiğini hep birlikte mutlulukla görüyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; küresel kriz bütün
ülkeleri, şirketleri ve bireyleri şu veya bu şekilde etkilemiştir. Kendi iç
dinamiklerinden kaynaklanmamasına rağmen Türkiye ekonomisi de bu krizden
etkilenmiştir. Son yıllarda dünya ekonomisiyle artan oranlarda entegre olan
Türkiye ekonomisinin de böyle bir krizden etkilenmesi çok doğaldır.
Tam bu noktada bütün mantık ve insaf ölçülerini ayağa kaldırarak
nazarlarınızı bir noktaya çekmek istiyorum. Şu anda bütün dünyayı boyunduruğuna
almış olan krizin esas rengi finansman bozgunudur. Krizin tetikleyicisi olan
konut ipotek senetleri ve türev ürünlerinden krizin ilk savurduğu sektör
elemanlarına kadar sürecin bütün unsurları bu esas renge delalet etmektedir.
Sürecin ilk ve orta kademe seyri esnasında başta Amerika Birleşik Devletleri ve
Avrupa Birliği ülkelerinde olmak üzere birçok finans kuruluşu tarihe karışmış,
bir kısmı kamulaştırılmış veya konsolide edilmiş ve yatırım bankacılığı sona
ermiştir. Ancak Türkiye’de krizin temel karakteristiğine direnç gösteren güçlü
bir duruş ortaya çıkmıştır.
2000 Kasım ve 2001 Şubat dönemlerinde ortaya çıkan krizler
sırasında finans sektörünün yaşadığı büyük depremler ve bu depremlerin tam
yirmi bir bankayı batırışı da göz önünde bulundurulduğunda bugünkü duruşumuzun
önemi daha iyi anlaşılacaktır.
Bu neyi anlatıyor? Bugün menzilinde bulunduğumuz şiddetli kriz
tamamen dışsaldır ve bizim iç dinamiklerimizden kaynaklanmamıştır. Türkiye’de
tek bir banka dahi batmamış, bütün medyatik ve siyasi manipülasyonlara rağmen
reel sektörde birilerinin iştahla beklediği yıkım meydana gelmemiştir. Şu
hâlde, geldiğimiz noktada ülkemizin ortaya koyduğu ekonomik dayanıklılığı
takdir etmek yerine yangından mal kaçırma edası ve sevdası içinde Hükûmeti
sürekli topa tutmak üzücü ve milletimizin affetmeyeceği bir vefasızlıktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; mevcut krizin finansman
imkânlarını, dış talebi ve tüketici beklentilerini olumsuz bir şekilde
etkileyerek ülkemizdeki ekonomik faaliyetlerde belirgin bir daralmaya yol
açtığı ortadadır. Bu daralmanın ana kaynağı özellikle dış talepteki şok
düşüşlerdir. Böylece, Türkiye’nin 2002 yılından bu yana devam ettirmeyi
başardığı sürekli büyüme trendi krizin etkisiyle yirmi yedinci basamakta
kalmıştır.
İçinde bulunduğumuz süreçte 2008 yılının son çeyreğinde başlayan
daralma azalarak devam etmektedir. Kredi şartlarındaki tıkanmanın yanında
şirketlerin dış âleme olan borçlarını azaltma çabaları yatırımlardaki daralmada
önemli bir rol oynamıştır. 2009 yılında risk algısının bozulması dolayısıyla iç
talepte de sert düşüşler yaşanmıştır. Gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 70’ini
oluşturan özel tüketimde beklentilerin bozulmasıyla birlikte yine ciddi bir
daralma yaşanmıştır ancak en kötü dönemin geride kaldığı konusunda aklıselim ve
iyi niyet sahibi herkes ve her kesim müttefiktir.
Krizden çıkış emareleri güçlenmektedir. TÜİK ve Merkez Bankası
Tüketici Güven Endeksi ve Merkez Bankasının Reel Kesim Güven Endeksi’nde önemli
bir toparlanma yaşanmaktadır.
Yeri gelmişken endeksler hakkında çok ilginç bir noktaya
dikkatlerinizi çekmek istiyorum: Küresel krizin ne zaman sona ereceğini ya da
ekonomideki yükseliş eğiliminin ne zaman başlayacağını anlayabilmenin en iyi
yolu “öncü göstergeler” olarak adlandırılan parametreleri takip etmektir. Bu
parametreler kriz dışı dönemlerde de ekonominin seyrine ilişkin fikir edinmek,
gerekirse önlem almak ve bu konuda başvurulan formüllere çok önemli ölçüde
gösterge olmaktadır. Tüketici ve üretici güven endeksleri, imalat sanayisi
kapasite kullanım oranları, işsizlik ödeneği başvuruları ve işsizlik ödeneği
alanların sayısı gibi değerler, en çok rağbet edilen öncü ekonomik göstergeler arasında
sayılabilir.
Tüketicilerin harcama davranış ve beklentilerini değerlendiren
Türkiye İstatistik Kurumu ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası işbirliğiyle
yürütülen Aylık Tüketici Eğilim Anketi neticesinde oluşturulan Tüketici Güven
Endeksi, krizin başlangıcı sayılın 2008 yılı Eylül ayında 80,7 iken sert bir
düşüşle Kasım ayında yüzde 68,9’luk dip noktasını görmüştür. Aralık ayından bu
yana istikrarlı bir yükseliş eğilimi gösteren ve 2009 Nisanından itibaren
yükseliş hızını artıran endeks, 2009 Eylül ayında yüzde 81,92 değerine
yükselmiştir.
Endekste 2009 yılında gözlenen artış, tüketicilerin mevcut ve
gelecek dönem satın alma gücü, gelecek dönem genel ekonomik durum ve gelecek
dönem iş bulma imkânlarına dair değerlendirmelerinin nispeten iyileştiğini
göstermektedir. Dikkat ediniz, tüketici güveni kriz öncesi dönemle başa baş
gitmekte, hatta geçtiğimiz Eylül ayı itibarıyla daha bir yüksek seviyede
bulunmak-tadır.
Reel Kesim Güven Endeksi de, Merkez Bankası tarafından, imalat
sanayisinde özel sektör üst düzey yöneticilerinin bugünkü iş durumlarını nasıl
değerlendirdiklerine ve geleceğe ilişkin beklentilerine yönelik bazı sorulara
verdikleri cevaplardan hareketle hesaplanmaktadır.
Reel Kesim Güven Endeksi, 2008 yılı Haziran ayında 100’ün altına
inmiş, Eylül ayından itibaren düşüşünü hızlandırarak Aralık ayında 52,3 dip
noktasını görmüş, ancak o tarihten bu yana sürekli bir artış göstererek 2009
Temmuz ayı itibarıyla 100’ün üzerine tekrar yükselmeyi başarabilmiştir. Mevcut
değer, hem kriz öncesi döneme oranla daha yüksek bir noktaya işaret et-mekte
hem de 100’ün üzerinde bir değer alarak reel kesim temsilcilerinin ekonomik
faaliyetlere ilişkin güveninin arttığını göstermektedir.
Yine, İŞKUR tarafından her ay ilan edilen işsizlik ödeneği
başvuruları, krizin başladığı Eylül ayında 25.375 iken, izleyen aylarda sürekli
artarak Ocak ayında 78.575’e kadar çıkmıştır. Ancak, bu tarihten itibaren
işsizlik ödeneğine başvuran kişi sayısı azalarak temmuz ayı itibarıyla 44.904’e
kadar gerilemiştir. Mevcut rakam kriz öncesi döneme oranla daha yüksek olsa da,
temmuz ayındaki hafif yükseliş hariç tutulduğunda, son aylarda işsizlik ödeneği
için başvuran kişi sayısının sürekli düşüş eğiliminde olması dikkat çekicidir.
İŞKUR tarafından her ay ilan edilen işsizlik maaşı alan kişi
sayısı 2008 yılının Ekim ayından itibaren sürekli artmaktayken artış hızı 2009
Nisan ayında yavaşlamış, izleyen aylarda ise gerilemeye başlamıştır; temmuz
ayında işsizlik ödeneği alan kişi sayısı 292.947 olmuştur. İşsizlik ödeneği
uygulamasına aslen 2009 yılı başında işlerlik kazandırıldığı düşünülürse
karşılaştırmanın bir önceki yıl verileriyle değil geçmiş ay verileriyle
yapılması daha olumlu bir sonuç ortaya çıkaracaktır; bu durumda, mayıs ayından
bu yana açık bir düşüş eğilimi vardır.
Diğer öncü göstergelerden biri de kapasite kullanım oranıdır. Bu
oranlardaki iyileşme sanayi üretimindeki artış eğilimini de göstermektedir.
İmalat sanayisi kapasite kullanım oranı 2009 yılı Temmuz ayında yüzde 72,3
olmuştur. 2008 Eylül ayında yüzde 79,8 olan kapasite kullanım oranı sürekli
düşüş göstererek 2009 Ocak ayında yüzde 63,8 ile en düşük seviyesine gelmiş,
mart ayından itibaren ise istikrarlı bir yükseliş göstererek toplamda 8,9 puan
artmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; krizle birlikte bütün dünyada
olduğu gibi ülkemizde de işsizlikte bir artış yaşanmıştır. Dış talepte yaşanan
çöküş imalat sanayisi üretimini daraltmıştır, bu daraltma da tabiatıyla
işsizliğe yansımıştır. 2007 yılında yüzde 10,3 olan işsizlik oranı 2008 yılında
yüzde 11’e yükselmiş, 2009 yılı Temmuz ayı itibarıyla bu oran yüzde 12,8
düzeyinde seyretmektedir. Ancak kısa dönemli bu artışı bir kenara bırakırsak
Türkiye’de işsizliğin yapısal bir nitelik taşıdığının tespitini yapmak
mümkündür.
Türkiye’de tarımsal istihdamın toplam istihdam içindeki payı hâlâ
yüksektir. 2002 yılında toplam istihdam içerisindeki tarım istihdamının payı
yüzde 40 seviyesindedir. Yine, 2002 yılı programına baktığımızda, o dönemde,
programını yazan iktidara mensup bürokratların, iktidara mensup bakanlıkların sunduğu
programda, tarım kesimindeki 7,5 milyon civarında iş gücünün çoğunluğunun
ücretsiz aile işçisi olduğu ve bunların aslında “gizli işsizlik” diye ifade
edebileceğimiz atıl kapasite oldukları ifade edilmektedir. 2008 yılı itibarıyla
baktığımızda, 2002 tarihinde tarım sektöründeki 7,5 milyonluk istihdam
miktarının 2008 yılında 5 milyona düşmesi yani tarım sektöründeki “atıl
kapasite” diye ifade edebileceğimiz ücretsiz aile işçilerinin, aslında bir
manada, baktığımızda, işsizlik oranına katılması gereken miktarın 2,5 milyonluk
kısmının sanayi ve hizmetler sektöründe çalıştırıldığını görüyoruz. 2002
yılında, sanayi sektörünün istihdam içerisindeki payı yüzde 17 iken, 2001
yılında sanayinin payı yüzde 21’e çıkmış. Yine 2001-2002 yılında, hizmetler
sektöründeki payda da olağanüstü artışlar sağlanarak daha verimli, istihdamın
daha iyi kaynaklarda değerlendirilmesi ortaya çıkmış.
Bakınız, değerli milletvekilleri, 2002 yılında, tarım sektöründe
çalışan insan sayısını tarım sektörünün verimliliğine vurduğumuz takdirde,
tarımda kişi başına çok düşük bir gelir elde edersiniz. O günden bu tarafa
tarım sektöründeki üretimin sabit kaldığını varsaydığınız takdirde, 2 milyon
500 bin kişinin azalması, tarım sektöründe kişi başına verimliliğin önemli bir
ölçüde arttığını gösteriyor. Bunun anlamı nedir? Tarım kesimindeki
makineleşmeyle birlikte, tarım kesimindeki üretimin modernleşmesiyle birlikte,
orada toplam hasılanın artırılarak, üretimde kullanılan atıl kişilerin sanayi
ve hizmetler sektörüne kaydırılmasıyla birlikte, tarım kesimindeki insanların
göreceli olarak, geçmiş dönemlere baktığımızda, önemli bir şekilde refah
seviyelerinin arttığını görüyoruz.
Ücretli çalışan sayısındaki artış, gelir dağılımında olumlu yönde
yansıyan ve iş gücü piyasasında kayıt dışılığı azaltan önemli bir gelişmedir.
Ayrıca, ülkemizdeki gençlerin toplam nüfus içerisindeki payı yüksektir.
Türkiye’de, her yıl, ortalama 500 bin kişi iş gücüne katılmaktadır fakat bu
sahada en mühim handikabımız, ülkemizde vasıfsız işsizlerin toplam işsizlik
içindeki payının yüksekliğidir. TÜİK’in verilerine göre ülkemizdeki işsizlerin
yüzde 60’ı lise altı eğitime sahiptir. İş gücü piyasasında kötüleşmenin durması
ile birlikte işsizlik sigortasından faydalananların sayısındaki artış durmuş,
hatta son aylarda azalmaya başlamıştır. AK PARTİ hükûmetleri işsizliğe karşı üç
aşamalı bir çözüm ortaya koymuştur: Nitelikli iş gücü ihtiyacını artırmak için
uzun vadede çözüm eğitimdir ve eğitimin kalitesinin yükseltilmesidir. AK PARTİ
hükûmetleri eğitime büyük kaynak aktarmaya devam etmektedir. Orta vadede
bölgesel kalkınma projelerinin işsizliği azaltmada önemli katkısının olacağına
inanıyoruz. Bu sebeple GAP, DAP ve KOP gibi bölgesel projelere krize rağmen,
kaynak aktarmaya devam ediyor. Son olarak kısa vadede meslek edindirme kursları
gibi aktif iş gücü piyasası politikalarına kaynak ayrılmış ve uygulamaya
konulmuştur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; talepteki daralma ve emtia
fiyatlarındaki düşüş Türkiye’de enflasyonun gerilemesine yol açtı. 2009 yılı
eylül ayı itibarıyla enflasyon son kırk yılın en düşük düzeyi olan yüzde 5,3’e
geriledi. Türkiye'nin daha önce yaşadığı krizlerden farklı olarak bu dönemde
enflasyon artmadı.
2000 yılında 27,8 milyar dolar olan ihracat 2008 yılında 132
milyar dolara kadar yükselmiştir. 2009 yılında dış talepteki daralma nedeniyle
azalan ihracatın küresel ekonomideki toparlanmayla birlikte kademeli olarak
tekrar artması beklenmektedir. 2003-2008 döneminde dünyada ihracatı hızla artan
ülkelere bakıldığında Türkiye'nin birçok ülkeyi geride bıraktığı görülmektedir.
Bu dönemde Brezilya’nın yıllık ortalama ihracat artışı yüzde 22,1, Güney
Kore’nin yüzde 16,8, Almanya’nın yüzde 14,3, Meksika’nın yüzde 12 olduğu
dikkatte alındığında Türkiye'nin ihracatı ise bu süre içerisinde yıllık yüzde
22,8 artmıştır. Türkiye son yıllarda uyguladığı yapısal reformlar ve
teşviklerle dünya ticaretinden giderek daha fazla pay almaktadır. Dünya
ihracatından Türkiye'nin aldığı pay 2000 yılında on binde 43’ken 2008 yılında on binde 82’ye yükselmiştir.
Yani, 2000 yılından 2008 yılına kadar dünya ticaret hacmindeki aldığı pay yüzde
100 miktarında artırılmıştır.
Uygulamaya koyduğumuz yapısal reformlar sayesinde, uluslararası
rekabet gücü sıralamasında da Türkiye ekonomisi rekabet gücü artan ülkeler
arasındadır. Krizin etkisiyle ihracat bütün dünyada azalmaya başlamıştır.
Türkiye’de, ihracatın, 2009 yılının ilk sekiz ayında, geçen yılın aynı dönemine
göre yüzde 30,1 azaldığı görülmektedir. Benzer düşüş, Rusya’da yüzde 45,7,
Şili’de yüzde 34,5, Macaristan’da yüzde 33,1 oranında gerçekleşmiştir. Ancak,
ihracatımız hakkında ifade edilmesi gereken sevindirici bir husus vardır: Bu da
ihracatın kompozisyonunda yaşanan önemli değişim ve dönüşüm çizgisidir.
Geleneksel sektörlerin ihracat içindeki payı azalırken daha yüksek katma değer
yaratan sektörlerin payı artmaktadır.
2002 yılında tekstil ve giyim eşyasının toplam ihracat içindeki
payı yüzde 34 civarında iken bu oran 2008 yılında yüzde 17’lere düşmüştür. Aynı
dönemde, motorlu taşıtlar ve ulaşım araçlarının payı yüzde 11,5’tan yüzde
17,2’ye, metal sanayisinin payı yüzde 11,6’dan yüzde 21,3’e, makine ve
teçhizatın payı ise yüzde 5,8’den yüzde 7,4’e yükselmiştir. Avrupa Birliği,
ihracatımızda temel pazar olmaya devam etmektedir. İhracatımızla ilgili olarak
dikkat çeken diğer önemli bir husussa AK PARTİ hükûmetlerimizin ihraç
pazarlarının çeşitlendirilmesine yönelik çalışmalarında alınan önemli
mesafelerdir.
2002 yılında 1 milyar dolar üzerinde ihracat yaptığımız ülke
sayısı sadece 8 iken, 2008 yılında bu sayı 30’a yükselmiştir. Yine, turizm
sektöründe önemli gelişmeler ortaya çıkmıştır. Turist, istikrarın, güvenin,
huzurun bulunduğu ülkeye gider, tatilini yapmak ister. Türkiye’ye, 2008 yılında
26,3 milyon turist gelmiş ve 22 milyar dolar turizm geliri elde edilmiştir.
Diğer ülkelere göre turizm sektöründe yüksek bir performans sergiliyoruz. AK
PARTİ hükûmetleri Türkiye’yi turist sayısında dünyada 7’nci sıraya
çıkartmıştır. Krize rağmen 2009 yılında ülkemize gelen turist sayısında azalma
beklenmemektedir. Emtia fiyatlarındaki düşüş ve ekonomik faaliyetlerdeki
daralma ile birlikte cari açık belirgin bir şekilde azalmaya devam etmektedir.
Küresel krize rağmen, Merkez Bankası rezervlerindeki azalma çok
sınırlı olmuştur. Bu da finans piyasalarında istikrarın sağlanmasında ve
güvenin oluşturulmasında önemli bir rol oynamıştır.
Geçmiş dönemlere oranla Türkiye'nin dış şoklara karşı direnci
artmıştır. Türkiye önceki dönemlere oranla daha az kırılgandır. 2001 yılında
yüzde 138,5 olan kısa vadeli borçların Merkez Bankası rezervlerine oranı, 2009 yılı
Haziran ayı itibarıyla yaklaşık yüzde 70 seviyelerine gerilemiştir.
İş ortamının iyileştirilmesine yönelik atılan adımlar ve ortaya
konulan ekonomik performans sayesinde Türkiye'nin en çok yatırım çeken ülkeler
sıralamasında 20’nci sıraya yükseldiğini müşahede ediyoruz.
Bu krizde Türkiye'nin risk primi, gelişmiş ve gelişmekte olan
birçok ülkeye oranla çok daha az artmıştır. Bu da Türkiye’ye olan güveni
yansıtmaktadır.
Önceki krizlerin aksine, Türkiye’de faizler ciddi bir şekilde
düşmüştür. Bu durum Türkiye'nin gelecekteki borç yükü üzerinde olumlu etkide
bulunacaktır. İMKB tahvil piyasasında en çok işlem gören gösterge tahvil için
bileşik faiz oranı yılbaşında yüzde 16,1 iken, 23 Ekim itibarıyla yüzde 8,2
seviyesine gerilemiştir. Bunda enflasyonda sağlanan kalıcı düşüş ve Hükûmet
politikalarının kredibilitesi önemli bir rol oynamıştır.
Küresel kriz sebebiyle dünyanın birçok ülkesinde bankacılık
sektöründe ciddi çöküntüler yaşanmasına rağmen Türkiye’de bankacılık sektörü
güçlü kalmıştır. Bu dönemde bankacılık sektörüne kaynak aktarmayan nadir
ülkelerden birisi Türkiye’dir. Bu cihetten vatandaşlarımızın sırtına yeni bir
yük konulmaması da ayrıca bir başarı konusudur.
Kamu borç dinamiklerinde sağladığımız iyileşme, finansman
sistemimizin sağlıklı yapısı, para politikasının uygulanmasında daha geniş bir
hareket alanı sağlamıştır. Merkez Bankamız bu dönemde yüksek oranda faiz
indirimine gitmiştir.
Türkiye, dünyada en çok faiz indirimine giden ülkelerden birisi
olmuştur. Türkiye’de bankacılık sektörünün sermaye yeterlilik oranının gelişmiş
ülkelerle kıyaslandığı zaman son derece iyi bir durumda olduğu görülebilir.
Bu dönemde sorunlu kredilerdeki artış minimal düzeyde kalmıştır.
Güçlü bankacılık sistemimiz küçük ve orta ölçekli işletmeleri destekleyebilecek
durumdadır. Ayrıca sektörün kârlılık oranı yüksek seyretmeye devam
etmiştir.
Güçlü bankacılık sektörümüz küresel krizin Türkiye’ye yansımasını
başlangıçta bertaraf edememiştir ancak unutulmamalıdır ki krizden çıkışta
bankacılık sektörü Türkiye'nin en büyük avantajıdır. Türkiye’de bankacılık
sektörünün önümüzdeki dönemde büyümeyi güçlü bir şekilde destekleyeceği tahmin
edilmektedir.
Türkiye’yi farklı kılan diğer faktörlerden bir tanesi de hane
halkının bankalara ve finans kuruluşlarına olan borçlarının millî gelire
oranının başka ülkelere kıyasla düşük olmasıdır. Faizlerdeki düşüş dikkate
alındığında, büyümenin özel tüketim ayağı da önümüzdeki dönemde güçlenecektir.
Özel tüketim ekonomiyi destekleyecek bir unsur olacak. Sonuç itibarıyla,
Türkiye'nin krizden güçlü bir şekilde çıkacağına inancımız tamdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; eylül ayında Maliye
Bakanlığı tarafından açıklanan Orta Vadeli Program ve Orta Vadeli Mali Plan ile
küresel krizden çıkışımızın temel politikaları ve hedefleri ortaya konmuş
bulunmaktadır. Bu politika ve hedefler doğrultusunda maliye politikası
yürütülmektedir. 2010 yılı bütçesi de bu çerçevede hazırlanmış bir bütçedir.
Özel tüketim ve özel yatırım harcamaları ise Türkiye ekonomisinin
temel büyüme dinamiğini oluşturmaktadır. Türkiye ekonomisinin yeniden özel
sektör öncülüğünde büyümesi için program döneminde gerekli tedbirlerin alınması
hedeflenmektedir. Bu amaçla ülkemizin üretken kapasitesini geliştirecek ve
verimlilik artışı sağlayacak yenilikçi ve teknoloji yoğun projelere öncelik
verilecektir.
Programla hedeflenen büyüme
modeli doğrultusunda kamu kesiminin borçlanma gereği azaltılarak özel sektörün
kullanabileceği kaynakların artırılması hedeflenmektedir. Bu programın yapısal
reform ayağı da güçlüdür.
2010 yılı için gayrisafi yurt içi hasıla 1 trilyon 28 milyar 810
milyon TL, büyüme oranı yüzde 3,5; gayrisafi yurt içi hasıla deflatörü yüzde 5,
yıl sonu TÜFE yüzde 5,3; ithalat 153 milyar dolar ve ihracat 107,5 milyar dolar
olarak hedeflenmiştir.
Dikkat ve takdir edileceği üzere
bu rakamlar hayalî olmayan gerçekçi rakamlardır.
2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Tasarısı’nın temel özellikleri
şunlardır:
2010 yılı merkezî yönetim bütçesi, ekonomik krizden çıkışa katkı
sağlayan bir bütçedir. Sosyal yönü güçlü bir bütçedir. Dünya büyük bir krizden
geçmekte ve her yerde işsizlik artmaktadır. Bu süreçte sosyal kesimlerin desteklenmesi daha da önemli bir
hâle gelmektedir. Dolayısıyla 2010 yılı merkezî yönetim bütçesi ekonomik olarak
dezavantajlı kesimleri destekleyecek şekilde hazırlanmıştır. Bu kapsamda Sosyal
Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu’na aktarılan kaynak yüzde 26,7 oranında
artırılmış, yeşil kartlılara sağlanmış sağlık yardımı ödenekleri 4,6 milyar
Türk lirasına çıkarılmıştır. Kamu görevlilerini gözeten bir bütçedir. 2010
yılında memurlarımızın aylıklarına yapılacak artışlar, devletin mali imkânları,
ülkenin ekonomik gelişmesi ve enflasyon hedefi göz önünde bulundurulmak suretiyle belirlenmiştir.
2009 yılında ise kamu görevlilerinin maaşlarında temmuz ayında
yüzde 4,5 civarında artış sağlanarak kümülatif yüzde 8,7 civarında artış
hedeflenmektedir. Bilindiği üzere gelirler üzerindeki reel iyileşmenin tespiti
için enflasyondan arındırılmış rakamlara ulaşılması gerekmektedir.
Kısaca, 2003 yılı Ocak-2009 yılı Eylül dönemlerindeki TÜFE’nin
kümülatif değişmesinin yüzde 86,3 olduğunu ifade ederek bu konuda maaşların
kıyaslamasını yapmak istiyorum: 2002 yılı Aralık sonunda 392 TL olan en düşük
memur maaşı 2009 yılı Ekim ayında 1.218 TL’ye çıktı yani artış yüzde 188; aradaki
reel fark yüzde 101,7 yani 2002 yılından 2009 yılına geldiğimiz sürece reel
olarak en düşük memur maaşında yüzde 101 civarında bir artış sağlanmış. Net
asgari ücret 2002 yılının Aralık ayında 184 Türk lirası iken 2009 Ekim ayında
546 liraya çıktı, artış yüzde 168,5; aradaki fark reel olarak yüzde 82,2. En
düşük BAĞ-KUR esnaf emekli aylığı 2002 Aralık ayında 149 TL iken 2009 yılında
494 Türk lirasına çıktı, artış yüzde 232,4, reel artış yüzde 146. En düşük
BAĞ-KUR çiftçi emekli aylığı 2002 Aralık ayında 66 Türk lirası iken 2009 Ekim
ayında 330 Türk lirası, artış yüzde 405, aradaki fark reel olarak yüzde 319.
Altmış beş yaş aylığı 2002 Aralık ayında 24 Türk lirası iken 2009 Ekim ayında
95 liraya çıkmış, artış yüzde 287, reel artış yüzde 200. Muhtar aylıkları 2002
Aralık ayında 97 Türk lirası iken 2009 Ekim ayında 334 Türk lirasına çıkmış,
artış 242,5, aradaki reel fark yüzde 156. Bu oranlar ve maaş tutarları,
çalışan, emekli ve dar gelirli vatandaşlarımızın mali durumlarının 2002 yılına
göre iyileştiğini, gelirlerdeki reel artışların olduğunu açıkça ortaya
koymaktadır.
Değerli milletvekilleri, bu bütçe öğrencilerimiz için daha fazla
kaynak ayıran bir bütçedir. Önümüzdeki yıl toplam 1 milyon 634 bin öğrenciye
burs, öğrenim hakkı kredisi ödemesi hedeflenmektedir. 2010 yılı sonunda
öğrencilere ücretsiz olarak dağıtılan ders kitabı sayısı da toplam 1 milyar 188
milyona ulaşmış olacaktır. Eğitim ve sağlık için ayrılan kaynağın artırıldığı
bir bütçedir. 2002 yılında 7,5 milyar Türk lirası olan Millî Eğitim Bakanlığı
bütçesi, 2010 yılında 28,2 milyar Türk lirasına çıkarılmıştır. Bu hâliyle Millî
Eğitim Bakanlığı en büyük bütçeye sahip icracı bakanlık olma özelliğini
sürdürmektedir.
Diğer yandan Sağlık Bakanlığına ayrılan bütçede yüzde 12 oranında
artış sağlanmıştır. 2002 yılında devletin toplam sağlık harcaması 9,9 milyar
Türk lirası iken bu rakam 2009 yılında 36,4 milyar Türk lirasına ulaşmış
olacaktır. 2010 yılında ise kamu kesimi tarafından yapılacak toplam sağlık
harcamasının 37,5 milyar Türk lirasına ulaşacağı tahmin edilmektedir.
Özürlü vatandaşlarımıza yönelik desteği de artıran bir bütçedir.
Özürlülere evde bakım desteği ödenekleri yüzde 49,5, özürlülere eğitim desteği
ödenekleri ise yüzde 7,3 oranında artırılmıştır. Bu kapsamda 2010 yılında
yaklaşık 297 bin aileye, özürlüye evde bakım ücretinden faydalanma imkânı
sağlanacaktır. Bu arada, eğitim masrafları karşılanan özürlü öğrenci sayısı da
önümüzdeki yıl 220 bine ulaşmış olacaktır.
Bu bütçe vesilesiyle 2010 yılında aile hekimliği uygulaması ülke
genelinde yaygınlaştırılacaktır. Kamu kesimine sağlık hizmetleri Sosyal
Güvenlik Kurumu tarafından sunulacak ve bunun için anılan kuruma sağlık primi
ödemesine başlanacaktır. Sağlığa erişimi kolaylaştıran politikalar sonucunda
birinci basamakta muayene edilen kişi sayısı 2002 yılında 74 milyon iken yüzde
170’lik bir artışla bu rakam 2009 yılında 200 milyona ulaşmış olacaktır. 2010
yılında aile hekimliği sisteminin ülkemizin tamamında uygulanacak olması ile
birlikte birinci basamak sağlık hizmetlerinden yararlanan kişi sayısında önemli
bir artış beklenmektedir.
Bu bütçe sosyal güvenlik sistemini destekleyen bir bütçedir.
Bütçede cari transferler altında yer alan sosyal güvenlik kurumlarına yapılan
transferlerin 2010 yılında yüzde 7,3 artarak 57,7 milyar TL olacağı tahmin
edilmektedir.
2010 yılında da çiftçimizin alan ve ürün bazında üretiminin
desteklenmesine de devam edilecektir. Bu kapsamda 5,6 milyar TL destekleme
ödemeleri planlanmaktadır. 2010 yılı bütçesinde tarım kesimine yapılacak
transferlerin toplamının ise 8,4 milyar TL düzeyine ulaşacağı öngörülmektedir.
2010 yılı bütçesi yerel idareleri destekleyen bir bütçedir. Bu
kapsamda 2010 yılı bütçesinde mahallî idarelerin gelir payları yüzde 17,6
oranında artışla 19,1 milyar Türk lirası olarak öngörülmüştür. Yine, 2010
yılında toplam olarak mahallî idarelere 22,1 milyar transfer yapılması
öngörülmüştür. Bu çerçevede kırsal kesimin altyapısını desteklemek amacıyla
KÖYDES projesine 525 milyon TL kaynak ayrılmıştır.
Yine, 2010 yılı bütçesi araştırma-geliştirmeyi önemli bir şekilde
destekleyen bir bütçe konumundadır. 2010 yılı bütçesinde başta TÜBİTAK ARGE
projeleri olmak üzere, üniversite ve sanayi kesimi ARGE projeleri desteklenmeye
devam edilecektir. Bu çerçevede, TÜBİTAK’ın 2009 yılında 500 milyon TL olan
ödenekleri 2010 yılında 625 milyon TL’ye çıkarılmıştır.
Güneydoğu Anadolu Projesi
başta olmak üzere bölgesel gelişme projelerinin tamamı desteklenmeye devam
edilecektir.
2010 yılı bütçesi, küresel krizin etkisiyle bozulan kamu
dengelerini düzeltmeyi amaçlamaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin dış politikada
aldığı mesafe ve oluşturduğu sinerji hem içeride ve hem de dışarıda büyük
takdir toplamış ve bu sahada bozulmaz sanılan ezberler bozulmuş, çözülmez denen
sorunların çözümü adına emsalsiz adımlar atılmış ve insanımızın da devletimizin
de hariçteki saygınlığı belirli bir şekilde yükselmiştir. İçe kapanan değil
dışa açılan, küçülen değil büyüyen, uluslar arasında sözü dinlenen, güçlü,
saygın bir Türkiye hedefimizdir. Türkiye’yi dünyaya açtık, yerel kısır
tartışmalarla enerjimizi tüketmedik. Bir yanda dünya barışına güç katarken bir
yanda ülkemizin itibarını, saygınlığını yükselttik.
Bakınız, “Türkiye dünyanın neresinde?” sorusunun cevabını
veriyorum: AK PARTİ İktidarı döneminde, 2003’ten bu yana yaklaşık 750 -son
rakam 743- uluslararası anlaşma imzaladık. Cumhuriyet tarihimiz boyunca bir
iktidar döneminde en çok anlaşmanın imzalandığı dönemdir. Bu anlaşmaların
ekonomiden iletişime, güvenlikten turizme, adaletten sağlığa, çevreden
ulaştırmaya, tarımdan sanayiye çok geniş bir yelpaze içerdiği aşikârdır.
Değerli milletvekilleri, şu ana kadar ortaya koymaya çalıştığım
süreç, 2007 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde başlayan küresel mali
krizin ülkemize etkileriydi. Türkiye, 1990’lı yıllardan itibaren çeşitli
krizleri de beraberinde yaşadı. İlk büyük krizi 1993 yılında ve etkisi olarak
da baktığımızda “1994, 5 Nisan kararları” diye tarihte kara bir gün olarak
ifade edeceğimiz süreci beraberinde getirdi. 1993 yılında, o zaman, o dönemin
ekonomi idaresi Hazine Müsteşarına der ki: Bir sor bakalım, özel bankalarla
kamu bankalarına bir sor bakalım “Sizin, bir devalüasyon yaptığımızda döviz
pozisyonlarınız hangi şekilde olacak?” diye.
1993 yılında 14.485 Türk lirası olan dolar, 1994 yılı Ocak ayı
itibarıyla sürekli bir yükselişi beraberinde getirmiş ve 5 Nisan kararlarıyla
birlikte 42 bin lira seviyesine çıkmıştır.
Yine, döviz fiyatlarının olağanüstü şekilde, 3 misline yakın bir
şekilde artması, 3 misli civarında devalüe edilmesine rağmen piyasadaki
harareti, piyasadaki ateşi söndürememesinden dolayı tarihte ilk defa üç ay
vadeli, üç aylık net yüzde 50 faizli, yıllık yüzde 406’ya ulaşan faiz
oranlarıyla ekonominin ateşi söndürülmeye çalışılmıştır.
1994 krizinin en büyük özelliği, içsel dinamikler iyi idare edilmediğinden
dolayı, ekonomi aktörlerinin piyasayı tam olarak okuyamadıklarından dolayı,
siyasi istikrar ve güven ortamı oluşmadığından piyasadaki aktörlerin bu sürece
olumsuz bakmalarından dolayı, maalesef 1994 yılı kayıp yıllar olarak geçmiştir.
Dünyada ne bir kriz var; uluslararası piyasalarda, mali piyasalarda önemli bir
olumsuz değişme olmamasına rağmen 1994 yılı maalesef bize bu bedeli ödetmek
mecburiyetinde kalmıştır.
Yine, 1998 yılında iç dinamiklerin iyi yönetilmemesinden dolayı
ortaya çıkan bir krizi yaşadık. Türkiye 3,8 civarında bir küçülmeyle karşı
karşıya geldi. O dönem içerisinde yapılan politikalarla, güçlü ekonomiye geçiş
programıyla birlikte IMF’yle stand-by anlaşması yapıldı. 1999 yılı Mayıs ayında
kurulan iktidar, 1998 yılındaki güçlü ekonomiye geçiş programını aynen kabul
etmek üzere anlaşma yaptı.
1999 yılından 2000 yılına geldiğimizde, Eylül ayında krizin
göstergeleri, işaretleri kendini hissettirmeye başlamıştı ama 2000 yılı Eylül
ayında, o zaman IMF Türkiye Masası Şefi’nin yaptığı uyarılar, kemer sıkma ile
yaptığı uyarılar maalesef o dönemki ekonomi yönetimince dikkate alınmamış ve
IMF’nin bir bürokratı Türkiye Hükûmetine politikalar hakkında akıl veremez.”
diye ifade edilmiş ve 2000 yılının Kasım ayından itibaren başlayan reel piyasalardaki,
faizlerdeki olumsuz gelişmeler maalesef 6 Aralık 2000 tarihinde bankacılık
krizini tetiklemiş, 6 tane banka batmakla karşı karşıya kalmış, TMSF’ye
devredilmek zorunda bırakılmıştır.
2000 yılının Kasım ayındaki bu kriz, o dönem, ekonomi idarecileri,
siyasi idarecileri tarafından görülmediğinden dolayı, Şubat ayının 21’inde
“kara çarşamba” diye tarihe geçen, bir Anayasa kitapçığının Millî Güvenlik
Kurulu toplantısında birbirlerine fırlatılması sonucu tarihimizde kara bir günü
beraberinde başlatmış.
2001 yılında çoklu koalisyon önce üçlü, arkasından Merkez Bankası
TMSF Başkanı olarak getirilmesi düşünülen birisinin dördüncü ortak olarak
koalisyona girdirilmesiyle birlikte ve koalisyon ortaklarının “on beş günde on
beş yasa” IMF diretmesini geçirmelerini taahhüt etmelerine rağmen, koalisyonun
hem kendi içerisindeki hem de ortakların kendi unsurları içerisindeki
olumsuzlukla beraber, Tekel Yasası’ndaki değişikliklerin bir bakan tarafından
itiraz edilmesi önce piyasalardaki olumlu gidişi olumsuz noktaya doğru çevirmiş
ve bir bakanın istifa etmesi mecburiyetinde kalınmış.
Arkasından Türk Telekom’un özelleştirilmesiyle ilgili basına da
yansıyan tartışmalarla birlikte “Ben bu özelleştirmenin şöyle şöyle olmasına
kaşıyım.” ifadesiyle birlikte, 1 milyon 350 bin lira civarına düşen dolar
fiyatları Temmuz 2001 tarihinde 1 milyon
700 bin lira seviyesine tekrar çıkmıştır ve bir bakanın daha görevden alınması
ya da istifa etme sürecini ortaya çıkarmıştır.
1999-2002 yılları arasında 7 bakan istifa etmiş veya istifa ettirilmek
zorunda bırakılarak kendi iç dinamiklerinin, tam bir şekilde çarkların yerine
oturmamasından dolayı 2001 yılı krizi maalesef Türkiye’ye kara günleri yaşatmak
mecburiyetinde kalmıştır.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin bu krizden en az etkilenmesinin
sebeplerinden birisi ihracat yapımızın çok farklı bir şekilde geliştirilmesi.
Bakınız, 2003 Yılı Programı’nda Türk cumhuriyetleriyle yapılan faaliyetler var.
Bu 2003 yılı Türk cumhuriyetleriyle yapılan ticaret… 1998 yılında Azerbaycan’a
ihracat 327 milyon dolar, 1999 yılında 248 milyon dolar, 2000 yılında 230
milyon dolar, 2001 yılında 225 milyon dolar ve 2002 yılında 223 milyon dolar.
Kazakistan’la 1998 yılında 214 milyon dolarken 2002 yılında 157
milyon dolara düşmüş.
Özbekistan’la 156 milyon dolarlık ihracat varken 93 milyon dolara
düşmüş.
Türkmenistan’la 96 milyon dolarken 118 milyon dolara çıkmış.
Türk cumhuriyetleri toplam ihracatı 1998 yılında 835 milyon
dolarken, 2002 yılında 615 milyon dolara, Türkiye genel toplamına baktığımızda,
ihracatımız 1998 yılında 27 milyar dolarken 2002 yılında 35 milyar dolara
çıktığını görüyoruz.
Bu dönemde, Türkiye'nin, 2002-2009 döneminde -biraz önce ifade
etmiştim- 2002 yılında Azerbaycan’a 231, Kazakistan’a 160, Türkmenistan’a 110,
Özbekistan’a 94, Kırgızistan’a 24, yani 1998-2002 yılında Türk dünyasıyla
yapılan ticarette aşağı doğru hızlı bir ivme varken, 2008 yılı sonuna
geldiğimizde, Azerbaycan’da 231’den 1 milyar 400 bin dolara, Kazakistan’da
160’dan 771’e, Türkmenistan’da 110’dan 538’e, Özbekistan’da 94’ten 287’ye,
Kırgızistan’da 24’ten 159 milyon dolara çıkarak, Türk dünyasıyla yapılan
ticaretin ve çevre komşu ülkelerle yapılan ticaretin, son dönemlerde artan ve
ihracat müşteri potansiyelinin ve ihracat malları çeşitlendirilmesinin
Türkiye'deki krizin en az şekilde, olumlu şekilde atlatılmasına önemli katkı
sağlamıştır.
Değerli milletvekilleri, yine, 2001 yılındaki krizin Türkiye'deki
ağır faturasının sebeplerinden birisi, sermayenin sadece İstanbul sermayesiyle
sınırlı olması, İstanbul dükalığı diye ifade edeceğimiz, o bölgede olan
olumsuzlukların Türkiye ekonomisine yansımasını azaltma babında ortaya çıkan
süreç ve çözüm önerileri şeklinde geçmiştir. Hatırlarsanız, o zaman “İstanbul
Yaklaşımı” diye ortaya çıkan bir süreç vardı. Bundan toplam faydalanabilecek
firma sayısı 348 idi.
2008 yılına geldiğimizde, küresel krizin ortaya çıktığı dönemde,
yedi yıllık süre içerisinde sermayenin Anadolu’ya yaygınlaşması, sermayenin
daha ziyade Anadolu’da ve yaygın bir sektör hâlinde çıkması, Anadolu’daki
sermayelerinde 500 büyük sanayi içerisinde çeşitli miktarlarda ve önemli
miktarlarda sanayi kuruluşlarının ortaya çıkması ve bunların faaliyet
kârlarının faaliyet dışı kârlarından daha yüksek olması; ki, ondan önceki
süreçte sadece kamuya sattıkları, finansla birlikte aldıkları gelirin Anadolu
sermayesinin önemli bir biçimde faaliyet kârı hâline dönüşmesinde büyük etken
sağlamıştır.
Değerli milletvekilleri…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Elitaş, süreniz doldu. Size üç dakika ilave süre vereceğim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Buradan, bir de sizinle bir konuyu
paylaşmak istiyorum:
Değerli milletvekilleri, Plan ve Bütçe Komisyonu raporunu Türkiye
Büyük Millet Meclisi güzel bir kitap hâlinde yayımlamış. Muhalefet partilerinin
bu süreç içerisinde yaptıkları değerlendirmeler de gerçekten uzunca bir
değerlendirme olmuş. Özellikle ana muhalefet partisi de bunu kitap hâlinde
yayımlamış. Açıkçası, bu rakamları incelerken, yani, biraz dikkat ve ihtimamı
gerektirmesi gerektiğini ifade etmek istiyorum. Belki, rakamları yanıltarak,
bunlar gözden geçirilmez diye, belki gözden kaçar, biz bunları vurgularız diye
düşünmüşler diye ifade etmek istemiyorum, sadece gerekli özen ve ihtimamı
göstermediklerini ifade etmeye çalışıyorum.
Bakınız, bu kitabın 162’nci sayfasından aynen okuyorum: “Örneğin
2002 yılında bir ton buğdayın fiyatı 274 TL iken, aynı miktarda buğdayın
ortalama dolar kurundan (1 USD=1,5 TL) fiyatı 182 dolardır. 2007 yılında,
buğdayın TL cinsinden fiyatının 2002 seviyesinde kaldığını kabul etsek bile, 1
ton buğdayın dolar cinsinden fiyatı (ortalama kur 1 USD=1,30 olduğu için) 211
dolara çıkmıştır. Her şey sabitken yerli buğdayın dolar cinsinden fiyatı,
sadece TL’nin değer kazanması nedeniyle, beş yıl içinde yüzde 16, yani 29 dolar
artmıştır.”
Değerli milletvekili arkadaşlarımız açıkçası bu 2003 Yılı
Programı’nın 75’inci sayfasına baksalardı o dönemdeki buğday fiyatının kaç lira
olduğunu göreceklerdi.
Mesela, 2003 Yılı Programı’nda buğday fiyatı 229 lira 322 kuruş,
yani yuvarlak 230 lira olarak gözüküyor.
Yine, 2008 Yılı Programı’na değerli milletvekilleri bakma
ihtiyacını hissetmiş olsalardı “Fiyatlar aynı şekilde kalmış olmasına
rağmen...” deme ihtiyacını göstermek yerine -2007 yılıyla karşılaştırıldığı
için 2007 yılını söylüyorum- 2007 yılında buğday fiyatının, ortalama fiyatının
401 Türk lirası olduğunu göreceklerdi. 2002 ile 2007 yılı arasındaki buğday
fiyatında yaklaşık yüzde 100’e yakın, Türk lirası cinsinden bir artış
olduğunun, döviz cinsinden de yüzde 101 civarında artış olduğunun dikkatlerinden
kaçmaması gerekir diye düşünüyorum.
Aslında, bu eleştirileri dikkate alıp, bu eleştiriler çerçevesinde
değerlendirmek gerekirdi, ama bu, bariz bir hatanın açıkçası yazıldığı ve tüm
milletvekili arkadaşlarımıza bir kitap olarak değerlendirdikleri görüşlerin pek
de dikkate alınabilecek bir şekilde olmadığını düşünüyorum.
Değerli milletvekilleri, 2010 yılı bütçesi istikrarın, refahın ve
krize karşı ekonomik direncin artırılmasına yönelik olarak hazırlanmış, sosyal
devletin gereklerinin…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Elitaş, ilave süreniz de doldu. Sözlerinizi
tamamlayabilmeniz için size ikinci bir ilave süre veriyorum.
Lütfen tamamlayınız.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – …yerine getirilmesini amaçlayan bir
bütçedir.
Ülkemizin, genç nüfusu ile önümüzdeki yıllarda üretimi,
verimliliği ve refahı daha da güçlendiren, hızlı büyüyen ve ihracatı daha da
artıran bölgesel ekonomik güç olacağından hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
Ülkemiz, AK PARTİ hükûmetlerimiz döneminde yaşadığımız makroekonomik
ve siyasi istikrar, iyi yönetişim, beşeri sermaye gelişimi ve teknoloji
kullanımı dâhil birçok ekonomik gösterge bakımından hem eski yıllara ve hem de
birçok ülkeye göre daha iyi bir konuma gelmiş olup, aynı kararlılık ve hizmet
anlayışıyla yolumuza devam edeceğimizi ifade ediyor, bu duygu ve düşüncelerle
2010 yılı merkezî yönetim bütçesinin hayırlı olmasını temenni ediyor, yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Elitaş, teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 15.18
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.32
BAŞKAN: Mehmet Ali ŞAHİN
KÂTİP ÜYELER: Murat ÖZKAN
(Giresun), Gülşen ORHAN (Van)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
31’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Bütçe kanunu tasarılarının görüşmelerine devam edeceğiz.
Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
Şimdi söz sırası, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı ve Antalya
Milletvekili Sayın Deniz Baykal’da.
Sayın Baykal, buyurun. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)
CHP GRUBU ADINA DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; sizleri Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına saygıyla
selamlıyorum. 2010 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı’nın tümü hakkındaki görüşmelerde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun değerlendirmelerini sizlere ileteceğim. Bu
vesileyle Türkiye Büyük Millet Meclisini, Sayın Başkanım sizleri ve
milletvekillerimizi içten saygılarla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, sözlerime başlarken önce Bursa’daki grizu
patlamasında kaybetmiş olduğumuz 19 kardeşimizin üzüntüsü içinde onların
ailelerini saygıyla selamlıyorum. “Bu, maden kazası.” demeye dilim varmıyor.
Göz göre göre gelen maden faciasında hayatını yitirmiş olan bu sevgili
kardeşlerime Allah’tan rahmet diliyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak
böylesine ilkel kazalarla, olaylarla can kaybına son verecek bir anlayışı bir
an önce yaşama geçirme konusundaki sorumluluğumuzun gereğini yerine getirmemiz
zorunludur diye düşünüyorum.
Yine aynı şekilde, Tokat’taki terör saldırısı sonucunda şehit
olmuş olan sevgili 7 kardeşimizi rahmetle anıyorum, milletimize başsağlığı
diliyorum.
Değerli arkadaşlarım, bir bütçe kanun tasarısını görüşüyoruz. Ama
bence bu kanun tasarısının ötesinde, bunu nasıl bir Türkiye ortamında
yapıyoruz? Türkiye bugün nasıl bir tabloyla karşı karşıya? Konuşmakta olduğumuz
ekonominin bir yönüyle ilgili bu düzenleme, aslında nasıl bir çerçeveyi bize
düşündürtüyor? Türkiye ne hâldedir, ne durumdadır, nasıl bir ortamda bu
konuları konuşuyoruz? Bunu öncelikle değerlendirmek zorunda olduğumuza
inanıyorum. Bugün nasıl bir Türkiye manzarasıyla karşı karşıyayız, ekonomi
nasıl bir Türkiye manzarasının içinde şekilleniyor?
Değerli arkadaşlarım, çok açıkça görülüyor ki: Şiddetin,
saldırganlığın dağ başlarından kentlere, şehirlere indiği, günlük yaşamın bir
parçası hâline dönüşmeye başladığı bir Türkiye’deyiz. Belediye otobüslerinin
yakılmasının sıradan olaylar hâline dönüştüğü bir Türkiye'deyiz. Önümüzde,
molotofkokteylileriyle, yanıcı ve yakıcı fişeklerle evlere, iş yerlerine her
gün saldırılan bir Türkiye manzarası var. Polis araçlarına taşlarla, yanıcı
maddelerle saldırmanın sıradanlaştığı bir Türkiye'deyiz. Güvenlik güçlerinin
vatandaşlarını değil, kendilerini bile savunmakta yetersiz kaldığı bir Türkiye.
Öğretmenevinde kız öğrencilerin, öğretmenlerin saatlerce kuşatma altında
kaldığı, kendilerini savunmak zorunda bırakıldığı bir Türkiye. Karakollara,
polis lojmanlarına, askerî lojmanlara taşlarla, yanıcı maddelerle saldırılan
bir Türkiye. Daha dün İstanbul’da evlerin, iş yerlerinin saldırıya uğradığı,
vitrinlerin kırılıp döküldüğü, vatandaşın arabalarının yakıldığı, Türk
Bayrağı’nın yırtıldığı bir Türkiye. Vatandaşın, mahallelinin bu saldırıya
karşılık taşla, sopayla harekete geçirilmek zorunda bırakıldığı bir Türkiye.
Polisin, iki tarafın arasına girerek asayişi sağlamaya çalıştığı bir Türkiye.
Devleti âciz bıraktırılmış bir Türkiye. Vatandaşların can ve mal güvenliği
giderek kaybolan bir Türkiye. Vatandaşı sahipsiz, sokağı sahipsiz, bayrağı
sahipsiz bir Türkiye.
Bu tabloyu, hiç kimse, dünyanın hiçbir yerinde,
“Demokratikleşmenin gereği”, “İnsan haklarının sonucu” diye kabul ettiremez.
Bu, iktidarın demokratlığını değil acizliğini gösteren bir tablodur. Bu tablo
bize Türkiye’nin etnik temelde ayrıştırılma, kamplaştırılıp çatıştırılma,
bölünüp parçalanma stratejisinin içine yerleştirilmekte olduğunu
göstermektedir. Hiç şüphe yoktur ki, Türkiye’yi buraya AKP İktidarının yedi
yıldır izlemekte olduğu etnik ayrıştırma politikası taşımıştır. Bu politikanın
Kürt açılımı olarak son dört buçuk aydaki uygulamaları, Türkiye’yi daha
şimdiden tehlikeli bir kardeş çatışması ortamına sürüklemiştir. Eğer iktidar bu
yolda yürümeye devam ederse, yani virajı alamazsa, çok daha vahim gelişmelerin
yaşanması kaçınılmaz olacaktır.
Değerli arkadaşlarım, bu tablo hangi yanlışlıkların sonucunda
ortaya çıkmıştır? Çok açıktır, dört buçuk ay önce, iktidar, “Bir Kürt açılımı
başlatacağız.” dedi iddialı bir biçimde; taa Sayın Cumhurbaşkanından
başlayarak, tarihî bir fırsatın elimize geçtiği, Türkiye’de, kan dökmeden, para
harcamadan, sadece siyaset yoluyla terörün bertaraf edilmesinin mümkün olduğu,
Türkiye’de bu kapasitenin ortaya çıktığı ve bunun değerlendirileceği ifade
edildi ve bize, böyle bir projeyi uygulamak üzere toplumun kendilerine destek
vermesi talebi yapıldı.
Değerli arkadaşlarım, ortaya atılan açılım, Kürt açılım projesinin
içeriği nedir diye merak ettik. Kimse, şu ana kadar içeriğiyle ilgili en küçük
bir somut bilgi vermedi. Bilmiyor da mı vermedi, verirsem tepki çekerim, hazmettire
hazmettire bunu söyleyeyim planlamasıyla mı vermedi; vermedi. Türkiye, açılımın
ne anlama geldiğini bir türlü anlayamadı. İçeriği belli değil, ucu açık. Bu
“Ucu açık.” sözü netameli bir söz. Yani sınırı yok; “Ne isterseniz müzakere
edebiliriz, her şey mümkündür.” mesajını vererek yola çıkıldı. Bir sınır
konulmadı. Her şeyi konuşabiliriz. Yasak yok, engel yok, ucu açık! Bu kadar
cömert davranmanın çoğu kere atılacak adımları engellediğinin de hesabı
yapılmadı.
Bakınız, bizim, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizde de ucu açık bir
müzakere süreci başlamıştır. Sadece Türkiye’ye ucu açık bir müzakere süreci
tatbik edilmiştir. Yirmi sekiz tane Avrupa Birliği üyesi o müzakere sürecini
tamamlamıştır ama ucu acı müzakere süreci içinde Türkiye, ne yazık ki, bir adım
ilerleyememektedir.
Bu açılımın da ucunun açık olduğu bize söylendi. Şeffaf değil;
yani, ne murat ediliyor, ne düşünülüyor, kimin ne söylediği belli değil. Samimi
değil. Niye? “Hazmettirme” kavramı var. Hazmettirmek, muhatabınıza
güvenmediğinizi, onu hazır hâle getirmek için zamana ihtiyacınız olduğunu
düşünen, tepeden inme bir yaklaşım. Bu yaklaşım içinde ele alındı ve bu
uygulanmaya başlandı.
Tarafları kim bu açılımın? Kim kimle el ele açılıyor?
Parlamentodaki muhalefet partileri olarak Cumhuriyet Halk Partisi yok, MHP yok.
Nasıl bir açılım bu? Kim kimle açılım yapıyor? Tarafları belli değil. Gerçekten
mi belli değil, yoksa ilan mı edilmiyor, itiraf mı edilmiyor? Bir süre sonra bu
gizlilikleri ortadan kaldıran bir tablo Türkiye’de yaşandı Silopi’de ve
Silopi’de görüldü ki bu PKK açılımı gizemli bir şekilde, topluma bilgi vermeden
planlanıp götürülen bu proje, öyle anlaşıldı ki, PKK ile iktidarın iş birliği
sonucunda ortaya çıkmıştır.
“Haksızlık yapıyorsun, nereden çıkarıyorsun, PKK’yla böyle bir müzakere
yok.” Peki, böyle bir müzakere yok da, Allah’ınızı severseniz, nasıl oluyor da;
İmralı’nın gönderdiği 34 kişi, aynı gün, aynı saatte Hükûmetin gönderdiği
İçişleri Müsteşarı ile MİT Müsteşarıyla, emniyet yetkilileriyle, valisiyle,
savcısıyla, hâkimiyle aynı anda, aynı saatte, aynı mekânda buluşabiliyor? Kim
organize ediyor bunu? Kimin kararıyla oluyor bu? Kimin katkısıyla oluyor? Kimin
iş birliğiyle oluyor bu beraberlik? Kendiliğinden birilerine malum oluyor,
içinden geliyor, ilham geliyor da oraya gitme kararını alıyor da bir
rastlantısal buluşma mı ortaya çıkıyor?
Değerli arkadaşlarım, çok
açık, ortada bir plan var, bir tezgâh var, bir birlikte çalışma var.
Geliyorlar, gelenler silahı bırakmış mı? Hayır. “Niye geldin?” diye soruluyor,
“PKK’dan vaz mı geçtin, terörü bırakma kararını mı aldın, bıktın mı, terörle
bir yere varılmayacağını anladın da mı geldin?” “Hayır.” diyor. “Hayır, ben
İmralı’nın bana verdiği talimatla geldim; ben İmralı’nın emrindeyim, İmralı
istedi öyle geldim, senin muhatabın İmralı.” diyor. “İmralı beni gönderdi.”
diyor. “Bak, sen de buraya gelmişsin, beni de buraya İmralı gönderdi; seni kim
gönderdiyse, beni de İmralı gönderdi.” diyor ve orada öyle bir buluşma ortaya
çıkıyor. Bu, çok temel bir olay, çok büyük bir olay.
Efendim, terörü bıraktı mı PKK, İmralı bırakma kararını aldı mı?
Hayır. Terörden vazgeçme kararını aldı mı? Terörden vazgeçmeye yönelik bir
arayışın içine girdiğini söyledi mi? Hayır, hiçbirisi yok. Elinde silah,
adamına talimat veriyor, gönderiyor; biz de o adamı resmî bir muameleyle, bütün
devlet erkânıyla karşılıyoruz ve onu kurduğumuz çadır mahkemelerinde, sınırda
yargılıyoruz, ayağına gönderdiğimiz hâkimlerle, savcılarla yargılıyoruz ve
221’inci maddenin içine yerleştiriyoruz. Muhteşem bir olay! Hangi hukukçu, hangi
hukuk bilincine sahip olan insan, Allah aşkına, “Ben, terör örgütünün üyesiyim,
terör örgütünün liderinin talimatıyla buraya geldim.” diyen birisini 221’inci
maddenin içine sokar da “Buyurun.” der, elini kolunu sallayarak geçmesine izin
verir! Bunlar yapılmıştır. Barış elçisi olarak gelmişlerdir ve bir hukuk
faciası, bir skandal orada yaşanmıştır.
Şimdi, sorulması gereken soru şu: Bu kadar zorlama niçin
yapılıyor? Ne bekliyoruz biz? Niçin bunu yapıyoruz? Bunun arkasında hangi
bekleyiş var?
Değerli arkadaşlarım, “Anaların gözyaşı dinsin, şehit cenazeleri
gelmesin.” Bu anlayışla bunu yapıyoruz! Yani bu temasın içinde, sizin PKK’yla
yaptığınız müzakerede artık bunlar gelirse bir daha saldırıların olmayacağı
konusunda bir taahhüt mü yapıldı size? PKK adına yapılan bütün açıklamalar
böyle bir taahhüdün söz konusu olmadığını gösteriyor. Hangi mecburiyettir sizi,
bütün bu şartlar olmadan, elinde silah tutan bir terör örgütüyle müzakere etme
noktasına getiren? Dünyada bir örneği yok; İngiltere’de yok, İspanya’da yok.
Hiçbir yerde terör örgütüyle hiçbir devlet müzakere masasına oturmamıştır.
Bizde elinde silah ve silahı bırakmayacağını da bas bas bağırıyor, ilan ediyor
ve biz şimdi onlarla el ele verip birlikte onları Türkiye’de kucaklıyoruz.
İçişleri Bakanı “Bir hafta sonra 100 kişi-150 kişi gelecek.”
diyordu, “Avrupa’dan gelecek.” diyordu. Ne oldu onlara, ne oldu o 100 kişiye,
150 kişiye? Ne oldu Avrupa’dan gelenlere? Niye önce geldiler, niye şimdi
gelmiyorlar?
Değerli arkadaşlarım, bu zorlama “Şehit cenazeleri sona ersin.”
diye yapılmıştır, ee ne olmuştur? Açılımdan bu yana, yani bu temmuzun sonunda
Başbakanın Suriye’ye giderken yaptığı açılım açıklamasından bu yana geçen dört
buçuk aylık süre içinde 26 tane şehit verdik; sadece açılım döneminde, öncekini
koymuyorum. 2002’de, yani bu iktidara Türkiye teslim edildiği zaman şehit
sayısı 6 idi, 26 oldu açılım döneminde! Bir günde Tokat’ta 7 şehit verdik
değerli arkadaşlar. 2002’nin, bütün yılın üzerinde bir rakamı sadece Tokat
saldırısında, açılımın en zirve noktalarında yaşadık.
Değerli arkadaşlarım, Tokat bir facia. Ama bence asıl facia, Tokat
olayından sonra AKP yöneticilerinin, devlet yetkililerinin bu olay karşısında
takındığı tavır. İşte acı olan budur. Ne yazık ki, bakıyoruz, en sorumlu, en
dikkatli olması gereken insanlar yaşanan olayın adını koymakta sıkıntı
hissediyorlar. Bu olayı PKK’nın yapmış olabileceğini bir türlü içlerine
sindiremiyorlar. Bin bir dereden hukuki, siyasi atraksiyon yaparak, bilgiçlik
taslayarak, olayın perde arkasına dikkati çekerek, bu olayın PKK dışında bir
yerlerden yapılmış olabileceğini bize anlatmaya çalışıyorlar. Acelen ne,
telaşın ne? Bekle! Eğer ortada somut bir veri varsa çık söyle. Sen spekülasyon
yapma, komplo teorisi üretme makamında olan birisi değilsin. Sen, gerçeği ortaya
koymak durumundasın; delille, mesnetle çıkıp konuşacaksın, var mı? Yok. Ne var?
Spekülasyon var, komplo teorisi var. Niye var Allah aşkına? Niye PKK’yı korumak
istiyorsunuz? Niye PKK’nın bunu yapmamış olabileceğini, kamuoyunun hemen PKK’yı
suçlamaması gerektiğini anlatacak kadar PKK’yı sahiplenme psikolojisine
kendinizi teslim etmiş durumdasınız? Ne kadar acı bir manzara, ne kadar acı bir
manzara. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bakınız bu, bir zihnî hususiyet, ilk kez de
ortaya çıkmıyor, Danıştay cinayetinde de buna tanık olduk. Danıştay cinayeti
yaşandı, o zaman yetkililer çıktılar “Durun bir dakika, bu işin perde arkası
var.” dediler. Sen nereden biliyorsun? Devletin emniyeti var, teşkilatı var,
istihbaratı var. (AK PARTİ sıralarından “Ne oldu?” sesleri, gürültüler)
Şimdi değerli arkadaşlarım…
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen hatibe müdahale etmeyin.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Şimdi “Ne oldu?” diyorsunuz. Doğrudur.
Önce, ne olduğunu kısaca size hatırlatayım. Önce, mahkeme bir karar verdi.
Karar verdi, mahkeme dedi ki Ankara’da: “Bu, falan kişinin yaptığı şu nitelikte
bir suçtur.” Ondan sonra ve ondan önce, o dava giderken, Sayın Başbakanın, o
zamanki Sayın Dışişleri Bakanının “Bildiğiniz gibi değil, bu işin arkasında ne
var?” diye ortaya attığı düşünceleri, tezleri hepimiz çok iyi biliyoruz. Uzun
süre savcı arandı, bir süre sonra bir dava açıldı ve o davaya, Ankara’daki
yargılamada mahkûm olan, müebbede mahkûm olan bir sanık “Ben gizli tanık olarak
ifşa edeceğim, gerçekleri anlatacağım, bildiğiniz gibi değil.” diye ortaya
çıktı. Gizli tanığa çeşitli taahhütler yapılıyor, avantajlar sağlanıyor. (AK
PARTİ sıralarından gürültüler)
CEMAL KAYA (Ağrı) – Yargıtay…
DENİZ BAYKAL (Devamla) -
Evet, Yargıtay bunun irdelenmesinin kapısını açtı. Evet, açtı, dedi ki:
“Böyle bir iddia varsa gerçek ortaya çıksın.” Yargıtayın anlayışı o.
Şimdi, size, bakın, bu davanın, Danıştay davasının yeniden
İstanbul’da Ergenekon’la buluşturulmasını sağlayan kişi hakkında biraz bilgi
vereyim.
DEVLET BAKANI HAYATİ YAZICI (İstanbul) – Yargılama devam ediyor.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Ediyor. Evet, ediyor; yargı hükmünü
verecek.
Şimdi, tanık hakkında ben mahkeme kararlarını söylüyorum. (AK
PARTİ sıralarından gürültüler)
DEVLET BAKANI HAYATİ YAZICI (İstanbul) – Hayır, devam ediyor.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Korkmayınız…
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri…
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Hayati Bey, korkmayınız, gerçeklerden
kaçınmayınız.
BAŞKAN – Sayın Baykal, lütfen siz Genel Kurula hitap edin efendim.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bakınız, şimdi bu gizli tanığın dosyası
şu: Kasten adam öldürmeye teşebbüs ve ruhsatsız silah taşımaktan dokuz yıl,
Eyüp 1. Ağır Ceza 1995/78; ablasını öldürmekten yirmi yıl hapis…
AHMET YENİ (Samsun) – Avukatı olarak mı söylüyorsun?
DENİZ BAYKAL (Devamla) – …Akhisar Ağır Ceza 1989/32; nüfus
kâğıdında sahtecilik yapmaktan mahkûmiyet, Kırklareli Asliye Ceza 1998/215; öz
yeğenini satarak fuhşa aracılık etmekten iki yıl altı ay hapis, Erzurum 1.
Asliye Ceza 1998/391 ve Danıştay suikastından müebbet hapis. Atatürk’e “İngiliz
piçi” diyen Osman Yıldırım’ın suç dosyası bunlar. (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
Değerli arkadaşlarım, şimdi buradaki mesele şu: Bakınız,
Türkiye’de siyaset, Tokat’ta işlenen cinayetin, saldırının PKK saldırısı
olmadığına yönelik açıklamalar yapmaya başlarsa, mahkemesi yürütülmüş ve
sonuçlandırılmış olan bir davanın aslında iç yüzünün başka olduğu talimatını
siyasi olarak çok daha önceden vermeye başlayarak ona göre tertipler, düzenler
alıp o olaya müdahale ederse, Türkiye’de hukuk da, siyaset de çığırından çıkar.
Yaşanmış olan olay, ne yazık ki budur değerli arkadaşlarım.
Şimdi, Türkiye, bu manzarayı, bu terör tablosunu bu noktaya kadar
getirdi ve bugün geldiğimiz noktada artık sadece dağdaki terör kente, kasabaya,
sınırdaki terör Anadolu’nun içine girmeye yönelmekle kalmadı, aynı zamanda
insanlarımız, terörle hiç ilgisi olmayan insanlarımız, bu memleketin evlatları,
yıllarca bir arada barış içinde, kardeşlik içinde, huzur içinde yaşamış olan
insanlar, birbirilerine yönelik husumet duygularının etkisi altına girmeye
başladılar. Birbirlerinin kimliğini sorgulamaya başladılar. Birbirlerinin etnik
kimliğini tahkik eder hâle gelmeye başladılar ve Türkiye’deki kardeşliğin,
barışın özünü, temelini bizzat bu Kürt açılımı süreci yurdun dört bir köşesinde
tahrip etmeye başladı.
MEHMET HALİT DEMİR(Mardin) – Ne zaman başladı, ne zaman?
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Ve değerli arkadaşlarım, bakınız, bu
geldiğimiz noktada açık söylüyorum, bu açılım politikasının Türkiye’yi bir
kardeş kavgasına sürüklemekte olduğunu görmemek için bir insanın, bir iktidar
militanı olması yetmez, aklını, mantığını, sağduyusunu da kaybetmiş olması,
vatanseverliğini askıya almış olması gerekir. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, etnik husumet giderek yaygınlaşıyor. Etnik
husumet giderek yaygınlaşıyor, işler giderek çığırından çıkıyor. (AK PARTİ
sıralarından “Mutlu olun, mutlu!” sesi) Bakınız, Apo’ya af arayışları bu
iktidar döneminde zaman zaman nükseder, birtakım projeler ortaya atılır. 2007
yılında ilk proje ortaya atılmıştı. Terörle Mücadele Yasası’nın 6’ncı maddesine
yerleştirilmişti affı öngören bir düzenleme. Müdahale edildi, önlendi. Şimdi,
tekrar, taş atan çocuklarla ilgili yasal düzenlemenin içine yerleştirildi, bu
da teşhis edildi, teşhir edildi ve gene bu da tıpkı öbür yasa gibi çekildi ama
ortada bir arayış var, ortada bir talep var. Talebi biliyoruz. Talep, Öcalan’ın
gönderdiği mektupla biliniyor, Silopi’ye gelenlerin teslim ettikleri
talepnameyle biliniyor, dün Diyarbakır’da yapılan toplantıda ortaya çıkan
taleple biliniyor. Şimdi bu talebe ayak uydurma doğrultusunda bir arayışın, bir
çabanın ısrarla sürdürülmekte olduğunu görüyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bakınız, bu manzara böyle giderken bir
yandan da Türkiye’de etnisiteyi millî eğitimin içine yerleştirmeye yönelik
çabaların giderek yaygınlaşmakta olduğuna tanık oluyoruz. Türkiye’de ilk kez bu
iktidar döneminde, millî olması gereken eğitime etnik eğitim yapma imkânı
sağlayacak bir zihniyet, bir anlayış devreye sokulmuştur. Bu, Türkiye’yi zaman
içinde ayrıştıracak, insanları etnik kimliğine göre karşı karşıya getirebilecek
bir sürecin düğmesine bilinçli olarak basmak anlamına geliyor. Bu düğmeye
basılmıştır. “Şimdi üniversite düzeyinde seçmelik ders olarak eğitimi
başlatalım, bir süre sonra hoca yetişsin orada, o hocalara dayalı olarak da
orta eğitimde, ilk eğitimde bunun gereğini yaparız.” anlayışı talep
doğrultusunda, terör örgütünün talebi doğrultusunda devreye sokulmuştur.
AVNİ ERDEMİR (Amasya) – O, sizin raporda var.
DENİZ BAYKAL (Devamla) - Şimdi, değerli arkadaşlarım, gene aynı
şekilde, bakınız, bir süredir PKK’yla bağlantılı çevrelerin ağzında dolaşan ama
AKP’ye resmen yansımadığını izlediğimiz bir talebin kısa bir süre önce AKP’nin
Grup Başkan Vekilinin ağzından dile getirildiğine tanık olduk. Nedir talep?
Efendim, Anayasamız Türk milleti anlayışına dayanıyormuş. Bu “Türk milleti”
sözü ırkçı bir zihniyeti yansıtıyormuş. O nedenle, Anayasa’mızda, demokrasinin
gereği olarak, bu milleti Türk milleti olarak değil, herkesin kendi etnik
kimliğini ifade edebileceği biçimde, çoğulcu bir anlayışla “millet” tarifini
değiştirmemiz gerekiyormuş.
Değerli arkadaşlarım, yani insanlar ne konuştuğunun bilmem
farkındalar mı? Bu, fevkalade önemli ve Türkiye’yi bu noktaya getiren
yanlışlıkların nasıl, hangi sorumsuzluklardan kaynaklandığını bize gösteren
sade bir örnektir.
Değerli arkadaşlarım, Türk milleti sözünü Anayasa’dan çıkarmak,
efendim, “82 Anayasası’nın mantığı”, “61 Anayasası’nın mantığı” laflarının
ötesinde bir olay. Bu, Türkiye Cumhuriyetinin, Türkiye’nin millî bağımsızlık
mücadelesinin, bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti kurma mücadelesinin özünü,
kökünü ortaya koyan ana kavrama tepki duymak, o kavramı ortadan kaldırmak
demek. Bu Türkiye’nin dokusunu, bizim siyasetimizin, devletimizin, ulusal
beraberliğimizin, barışımızın, kardeşliğimizin temel dayanağıyla sorumsuzca
oynamak anlamına geliyor. Şimdi, böyle arayışların bu kadar rahat telaffuz
edilmeye başlandığını üzüntüyle görüyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bakınız, Türkiye’de “Türk milleti” lafından
birilerinin mahcup olduğu, bundan rahatsız olduğu, bunu ortadan kaldırmak
istediğini görüyorum ve bunu çok yadırgıyorum.
Değerli arkadaşlarım, o söz, oraya böyle bir parlamento müzakeresi
sonucunda, koyalım mı koymayalım mı diye bir tartışma yaşandıktan sonra girmiş
değildir. O söz oraya tarihin akışının, Anadolu’da bağımsız bir devlet kurma
mücadelesinin gereği olarak tarihin içinde, tarihin dinamikleriyle şekillenerek
ortaya çıkmıştır. (CHP sıralarından alkışlar) Şimdi, bununla oynama çabası
vahim bir zihniyeti, bir büyük sorumsuzluğu ortaya koymaktadır.
Değerli arkadaşlarım, baktım, mesela Fransa’da, acaba Fransız
Anayasası’nda “Fransız” lafı var mı, yok mu? Çünkü Fransa’da Cezayirlisi de
var, Faslısı da var, her kesimden insan var hem de ciddi oranlarda. Fransa’da
on altı yerde “Fransa” ve “Fransız vatandaşı” sözü geçiyor. Demek ki Fransa’da
kimse Fransız olmaktan, ülkenin Fransa olmasından rahatsızlık duymuyorlar ama
bizde duyuyor birileri ve duyanlar da ne kadar acı, iktidarda. İktidar da
marjinal bir parti değil, Türkiye’yi yöneten bir parti.
Değerli arkadaşlarım, Almanya’da, gene on ayrı yerde geçiyor
“Alman” sözü Alman Anayasası’nda, Alman ve Alman vatandaşı olarak (8+2) on
yerde geçiyor. İtalya’da “İtalyan vatandaşı” sözü altı ayrı yerde geçiyor.
Onların hiçbirisinin derdi yok.
Türkiye’de temel hata şu değerli arkadaşlarım: Biz demokrasiyi
ülkenin dokusuyla oynamak zannediyoruz, toplumun temel dokusunu değiştirmeyi
demokrasinin icabı zannediyoruz. Demokrasi insan hak ve özgürlükleriyle
ilgilidir. Demokrasinin süjesi cemaat değildir, demokrasinin süjesi etnik ya da
mezhebî ya da dinî alt kimlikler değildir. Demokrasi bunlarla meşgul olmaz;
demokrasi insanla meşgul olur, insanı özgürleştirir, insan haklarını
geliştirir, demokrasi bununla meşgul olur. Şimdi, bizde demokrasi anlayışı
yavaş yavaş toplumumuzun etnik yapısını, dokusunu tadil etme, değiştirme
konusundaki arayışlara destek verme anlamına geliyor. Fevkalade sakıncalı,
kabul edilemez bir anlayış olduğu çok açıktır.
Değerli arkadaşlarım, şimdi, böyle bir manzarayla karşı karşıyayız
ve Türkiye gerçekten bu geldiğimiz noktada çok tarihî tercihlerle karşı
karşıyadır. Eğer iktidar içine girdiği bu istikameti aynen sürdürmeye devam
edecek olur ise ve bu yaşanan ayrışma manzarası daha da geliştirilecek olursa
bunun Türkiye’yi çok tehlikeli bir noktaya taşıyacağı çok açıktır.
Değerli arkadaşlarım, bakınız, biz bunlarla uğraşıyoruz ama ne
yazık ki bir süreden beri iktidar terör örgütüyle mücadele iradesini, azmini
kaybetmiş gibi gözüküyor. Sayın Başbakan Amerika’ya giderken uçakta
gazetecilere “Görüşmemizde Kandil’i ve Habur’u gündeme getireceğim.” dedi.
Elbette getirilmesi gerekir çünkü Kandil’de yapılması gereken çok şey var.
Orası Türkiye’ye yönelik terör harekâtının dayanak noktası, onu etkisiz kılmak
zorundayız. Onu etkisiz kılmak için Amerika’nın yapması gerekenler var, Irak’ın
yapması gerekenler var. Yani “İlla silahla Kandil’e bir saldırı yapın, bunu
etkisiz kılın.” demiyoruz ama Kandil’e giden yolları denetim altına alınız,
lojistik desteğini kesiniz, cephane gidişini, silah girişini önleyiniz ve
onlara belli bir süre içinde orayı terk etmek zorunda olduklarını kararlılıkla
anlatınız.
Bakınız, Amerika bir süre önce 3 tane önemli PKK yöneticisinin
uyuşturucu bağlantısında sorumluluk taşıdığını ilan etti. Bunun gereği yapıldı
mı? Bu 3 kişi niye gelmedi? Niye gelmedi? PKK nasıl hâlâ İmralı’dan
yönetilebiliyor? PKK hâlâ nasıl Kandil’de bütün ihtiyaçlarını serbestçe
karşılayarak orayı Türkiye’ye karşı bir düşman üssü olarak idame ettirebiliyor?
Bunun Amerika’yla müzakere edilmesi gerekmez mi? Başbakan yolda “Müzakere
edeceğim.” dedi. Dönerken merakla baktık, bütün dünya meselelerini konuşmuşuz
ama Kandil’den tek kelime yok. Niye yok? Niye yok değerli arkadaşlar? Bu,
PKK’yla mücadele konusunda bu Hükûmetin maalesef gereken kararlılığı
sergileyemiyor olduğunu bize çok açık bir biçimde gösteriyor.
Başbakan, İsrail’e “Deprem gibi cevap veririm.” diyor. Güzel, ama
biz deprem gibi cevabı PKK’ya ve Kandil’e de vermesini bekliyoruz. (CHP
sıralarından alkışlar) Oraya deprem gibi cevap yok. Oraya karşı uzlaşmacı bir
anlayış. O uzlaşmacı anlayışın sonucu ne? Tokat! Şimdilik, sadece Tokat! Daha
gerisi var. Orada bitmedi o iş. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Değerli arkadaşlarım, izlemiyor musunuz yapılan açıklamaları,
toplantıları? Sizin bilginiz dâhilinde, onayınız dâhilinde yapılan
toplantılarda alınan kararları izlemiyor musunuz? Alın bir okuyun.
Değerli arkadaşlarım, bu tablo acı bir tablodur. İktidar maalesef
Türkiye’de sokağın egemenliğine seyirci kalan bir noktadadır. İktidarın gücü
yürüyüş yapan memurlara ya da harç artışını şikâyet eden öğrencilere
yetmektedir. Ama sokak anarşisi bu İktidar döneminde maalesef ortaya tekrar
çıkmıştır. Tabii, tutarsızlıklar ve en etkili noktalara getirilen insanların
sorumsuzlukları Türkiye’yi böyle bir zihnî kargaşanın içine sokmuştur.
Değerli arkadaşlarım, bu konuda konuşacağımız çok şey var,
önümüzdeki dönemlerde bunları ele almanız gerekecek ama bu bütçe görüşmesi
vesilesiyle bir alarm çekmek istiyorum: İktidar, derhâl, içine girdiği bu
tehlikeli istikameti değerlendirmeli ve kendisini toparlamalıdır. Bu gidiş iyi
bir gidiş değildir. Bunun sonu, hepimiz için, bütün Türkiye için çok ciddi
sorunları, sıkıntıları ortaya koyacaktır ve bu konuda sorumluluk doğrudan
doğruya iktidarındır. İktidarın bir an önce kendisine gelmesini, sorumluluğunun
gereğini yerine getirmesini diliyorum.
Değerli arkadaşlarım, bütçeyle ilgili olarak da söylememiz gereken
çok şey var. Önce, bir defa geçen yıl burada nasıl bir bütçe müzakeresi
yaptığımızı hatırlayacaksınız. O sırada, biz, Türkiye’nin nasıl bir ekonomik
tablo sergilediğini ve bütçenin bu tablo karşısında ne kadar duyarsız, ilgisiz,
gerçeklerden kopuk bir anlayışla hazırlanmış olduğunu ortaya koymuştuk. Şimdi,
bütçe sonuçlandı. Sadece üç noktadaki gerçeklere dikkatinizi çekmek istiyorum:
Buraya bütçe geldiği zaman bu bütçe, Türkiye’nin 2009 yılında
yüzde 4 büyüyeceğini, yüzde 4 bir kalkınmanın gerçekleşeceğini öngörüyordu,
“Kalkınma yüzde
İkinci rakam: 2009 yılı bütçe açığı, yani o bütçe metninde 10,4
milyar lira olarak öngörülmüştü, yıl sonu gerçekleşme tahmini 62,8 milyardır.
10,4 milyar tahmin, 62,8 milyar gerçekleşme yani 6 kat sapan bir bütçe.
Ve 2009 yılı bütçe açığı, gayrisafi yurt içi hasılaya eksi yüzde
6,7 düzeyine ulaşacaktır. Bu, 2005 yılında tutturulan Maastricht Kriterleri’nin
artık gerisinde kalmış olduğumuzu bize göstermektedir.
Yine 2009 bütçesinin akıbetiyle ilgili bir gözlem yapayım ki
2010’u da onlara göre değerlendirelim. Yıllarca “Faiz dışı fazla verdik.” diyen
Hükûmet 2009 yılında faiz dışı fazla değil faiz dışı açık vermiştir yani
faizler olmasa da açık vermiştir. 2009 yılı faiz dışı fazla hedefi bütçenin
47,1 milyar lira idi, şimdi, yıl sonunda -7,3 milyar olmuştur yani orada da
54,4 milyarlık bir şaşma söz konusundur. Şimdi, 2009’un tablosu bu.
Değerli arkadaşlarım, Hükûmet bu bütçeyi sadece 2010 yılıyla
ilgili olarak değil, bugüne kadarki AKP İktidarının genel performansıyla
değerlendirme eğiliminde gözüküyor. Bu doğru bir yaklaşımdır, biz de ona olumlu
bakıyoruz. Bu açıdan baktığımız zaman tablo nedir? Yani yedi yılı aşan bir AKP
İktidarında ekonomi nereden nereye gelmiştir? Yedi yılın bilançosu çıkarıldığı
zaman tablo nedir; bunun güvenilir, doğru, objektif şekilde ortaya çıkmasına
ihtiyaç var.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, bakınız, bir ekonominin ölçülmesinde
bir sürü kriter kullanılır, bunların çoğu kafa karıştırır. Ana, temel kriter
büyüme kriteridir. Ekonomi büyüyorsa işler olumlu demektir çünkü büyüyen
ekonomide hem refah artar hem istihdam artar hem gelir artar, yatırımlar artar,
ekonomi gelişir, güçlenir ve gelişen bir ekonominin içinde adaletsizlikleri
ortadan kaldırmak, bölgesel kalkınmayı sağlamak da daha mümkün hâle gelir.
Şimdi, acaba AKP İktidarının yedi yılı nasıl bir büyüme tablosu ortaya
koymuştur? Neye göre nasıl? Türkiye'nin kendi geçmiş büyüme gerçeğine göre ya
da şu sırada dünyadaki başka ülkelere göre nasıl bir büyüme tablosu
sergilemiştir; buna bakarak daha doğru bir fotoğraf çekme imkânımız olur diye
düşünüyorum.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, bakınız, bu yedi yılın içinde iki
dönem var. Dönemlerden birisi dünyanın hızlı büyüme dönemi, imkânların çok olduğu,
kaynakların bol olduğu hızlı büyümeye elverişli bir dönem. 2008 yılından
itibaren de dünyanın içine girdiği kriz dönemi.
Şimdi, bu büyümeyi, Türkiye’de AKP döneminin büyümesini mukayese
ederken neyi esas alacağız?
Şimdi, zaman içinde, ben, size, gelişmekte olan 149 ülke içinde,
dünyadaki 149 ülke içinde 2002 yılında yani AKP’nin iktidara geldiği yıl
Türkiye’nin büyüme performansı neymiş, bunu göstermek istiyorum. Türkiye 2002
yılında 149 ülke içinde dünyada 29’uncu hızlı büyüyen ülke, 29’uncu hızlı büyüyen
ülke 2002’de.
2002-2007 dünyada hızlı büyüme dönemi. Bu büyüme döneminin
sonunda, 2007’de acaba Türkiye 29’uncu sıradan nereye çıkmış diye bakacak
olursak göreceğimiz manzara bu: Türkiye 149 gelişmekte olan ülke içinde
100’üncü ülke hâline gelmiştir 2007’de. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
MEHMET HALİT DEMİR (Mardin) – Onu matematik bilmeyenler yapmıştır!
DENİZ BAYKAL (Devamla) – 149 ülkenin kalkınma hızı bakımından 2007
yılında, AKP İktidarında Türkiye 100’üncü ülke olmuştur, 29’uncu ülke olduğu hâlde.
Peki, o kriz döneminde, 2007’den sonra 2008, 2009 ne oldu? Krizi
iyi yönettiysek ne olmamız gerekir? Herhâlde 100’den biraz daha iyiye gelmiş
olmamız gerekir, 136’ncı ülke! 2009 yılında Türkiye 149 dünya ülkesi içinde
kalkınma hızı bakımından 136’ncı ülke hâline gelmiştir. Küçülen ülke, eksi 6;
bunlar hep büyüyenler. Bunlar gerçek, değerli arkadaşlarım.
Bakınız, size başka bir ölçüyü hatırlatayım: G-20’lerin üyesiyiz,
AKP ik-tidara gelmeden de G-20’lerin üyesiydi Türkiye. G-20’lerin içinde acaba
2002-2007 ve 2009’da Türkiye’nin kalkınması ne durumdaydı, sorusunu sorarsak,
2002’de G-20’lerin içinde 3’üncü Türkiye, kalkınma hızı bakımından. Türkiye’den
daha hızlı kalkınan Çin, Güney Kore var, onların arkasından Türkiye 3’üncü. Ne
zaman? 2002 yılında. 2007 yılında Türkiye 9’uncu! Yani dünyanın kalkınma
coşkusunu yaşadığı dönemin sonucunda Türkiye 3’üncüden 9’uncuya geldi. 2009
yılında 17’nci! Yirmi ülkenin içinde 17’nci hızlı kalkınan ülke!
Değerli arkadaşlarım, bakınız, bölgesel büyüme oranları: Türkiye
2003-2009 döneminde yüzde 4 ile Afrika’nın, Orta Doğu’nun, gelişmekte olan
ülkelerin ve Asya’nın arkasındadır. Bu da büyümeyle ilgili net gerçek.
Değerli arkadaşlarım, denilebilir ki, “Dünyayı bırak da sen
Türkiye’nin kendi içine bak.” Türkiye kendi içinde acaba geçmişte ne kadar
büyüyordu, AKP İktidarı döneminde ne kadar büyüdü? Değerli arkadaşlarım,
1923’te cumhuriyetin kurulduğu günden, 2002, AKP’ye Türkiye’nin teslim edildiği
zamana kadar geçen dönem içinde -içinde İkinci Dünya Savaşı var, içinde savaşlar
var, Kıbrıs Harekâtı var, askerî müdahaleler var, 1929 Ekonomik Bunalımı var,
pek çok olay var- bu dönemde gerçekleştirilen büyüme ortalama hızı, 4,6’dır;
4,6’dır. 1950, çok partili rejime geçişle bugün arasındaki süreci inceleyecek
olursak, o elli iki yıllık dönemde gerçekleşen büyüme hızı 4,8’dir. 2003-2010
arası, ki bu dönem dünyada, Brezilya’nın, Hindistan’ın, Çin’in büyük atılımlar
yaptığı, ülkelerin çok hızlı geliştiği bir dönemdir; bu dönemin içinde AKP’nin
gerçekleştirdiği büyüme oranı, Türkiye’nin cumhuriyet dönemi dâhil
gerçekleştirdiğinin altıdır, yüzde 4’tür.
Değerli arkadaşlarım, bunlar gerçek, bunları kabul edersiniz…
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) – Gayri safi millî hasılayı bir söyle bakalım.
VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – 1935-1945 arasını gösteriniz.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, tabii, kalkınma
hızının düşmesi, gereken düzeyde kalkınmanın gerçekleştirilememesi Türkiye'de
işsizliğin artmasının temel nedeni olmuştur ve rakamlar bunu çok açık bir
şekilde göstermiştir, hem Türkiye içinde hem de dünyayla mukayesede Türkiye’nin
durumu çok açık bir biçimde görülmüştür.
Bakınız, OECD’nin 30 ülkesi içinde Türkiye en çok işsizliğe sahip
2’nci ülke; 1’inci İspanya, 2’nci Türkiye, İrlanda onların arkasında yani 2009
yılında işsizlikte Türkiye OECD içinde 2’nci ülke konumundadır. 2007-2009
döneminde OECD’de işsizlik oranı en hızla artan ülkeler sırasında Türkiye
5’inci sıradadır. İşsizliği hızla artan ülkeler, 30 ülkenin içinde en yüksek
artan 5’inci ülke biziz.
Değerli arkadaşlarım, gene, aynı şekilde, AKP İktidarı döneminde
sürekli artan işsizlik önümüzdeki dönemde yüzde 14 bandına oturacaktır, daha da
yükselecektir.
Türkiye’de kalkınma hızı düştü, “E canım, Türkiye'nin kaynağı mı
var, kaynak mı kullandı Türkiye? Düşmesi doğaldır.” diye düşünenler için
söyleyeyim: Geride bıraktığımız dönemde, Türkiye tarihinin en yüksek kaynak
kullanan Hükûmeti olmuştur ve Türkiye'nin brüt dış borç stoku 2009 yılı
itibarıyla 2002 yılının 2 katının üzerine çıkmıştır. Türkiye'nin brüt dış borç
stoku 1923-2002 arası 129,5 milyar dolar, 2009 ikinci yarısında 268 milyar
dolar yani Türkiye, cumhuriyet döneminin tümünün…
VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Oran ne, gayrisafi millî hasılaya
oranı?
DENİZ BAYKAL (Devamla) - …gelmiş geçmiş bütün hükûmetlerin,
Atatürk hükûmetlerinin, İnönü hükûmetlerinin, Menderes-Bayar hükûmetlerinin,
Özal hükûmetlerinin, diğer hükûmetlerin tümünün 2002 yılına kadar, tarih
boyunca, seksen küsur yılda kullandığı borçtan daha fazla borcu yedi yıl içinde
kullanmıştır.
Değerli arkadaşlarım, iç borçlar da AKP İktidarında ikiye
katlanmış ve ayrıca 30,6 milyar dolar düzeyinde özelleştirme yapılmıştır.
Tarihin en büyük borçlanmasını yapmış AKP İktidarı. Gene bu İktidar,
Türkiye'nin en büyük varlık satışını gerçekleştirmiş, özelleştirmesini yapmış
ve bütün bu kaynakların sonucunda ortaya çıkan büyüme hızı, tarihî ortalama
büyüme hızının altında kalmış, 1950 sonrası gerçekleştirilmiş büyüme hızının
altında kalmış.
Değerli arkadaşlarım, bu gerçekten ibret alınması gereken ve
hiçbir rakam cambazlığıyla örtbas edilemeyecek bir temel gerçektir.
Değerli arkadaşlarım, bu geride bıraktığımız dönemde, yanlış bir
büyüme stratejisi izlenmiştir ve üretimi ve üreteni gözeten değil, tam tersine
katı neoliberal anlayışlarla ekonominin küresel risk iştahına teslim edilmesi
sonucunu doğuran bir politika izlenmiştir ve bunun sonucu olarak da sanal bir büyüme
yaşanmış ama istihdamı artıran, üretimi kalıcı biçimde artıran bir büyüme
sağlanamamıştır ve spekülatif sermaye girişlerine Türkiye teslim olmuştur; Türk
lirasının aşırı değerlendirilmesine göz yumulmuştur, Türk lirasının aşırı
değerlendirilmesi ihracatı olumsuz etkilemiştir, ithalatı tahrik etmiştir,
teşvik etmiştir ve bütün bunların sonucunda Türkiye, ara malı üreten sanayinin
tahrip olduğu bir dönemi, izlenen bu kur politikası sonucunda yaşamıştır ve
kendi eliyle kendi sanayisinin tahrip edilmesine seyirci kalmıştır ve
Türkiye’deki artan işsizliğin altında yatan ana gerçeklerden birisi de ne yazık
ki bu olmuştur. İstihdam yaratmayan bir büyüme kavramı ortaya çıkmıştır.
Hormonlu bir büyüme dönemi gerçekleştirilmiştir.
Değerli arkadaşlarım, dışarıdan sağlanan kredilerle ya da yabancı
paralarla Türkiye’de nasıl bir zenginleşme mekanizması işletilmiştir, bilginize
sunmak istiyorum. 2003 yılının ilk üç aylık döneminde Türkiye’ye bin dolar
getiren bir yatırımcı, elde edeceği faizler hariç, sadece Türk lirasındaki
değerlendirme nedeniyle 2007 sonunda 390 dolar kazanmıştır, faizler de bunun
üstüne eklenmiştir.
On dört yılda yurt dışına ödenen kâr, kazanç ve faiz transferi 68
milyar dolardı ama 2003 ile 2009 yılı arasında dokuz aylık dönemde, yani yedi
yılda ödenen kâr, faiz ve kazanç transferi 75,1 milyar dolar olmuştur.
Değerli arkadaşlarım, bakınız, bunun sonucu Türkiye, bu kur
tuzağının sonucu çok ağır tahribatı yaşamıştır. Bunun en tipik örneklerinden
biri de Türkiye'nin otobüs üretiminde Avrupa’da büyük bir merkez olduğu hâlde
Türkiye’de otobüs sanayisinin izlediğimiz politika sonucu nasıl sıkıntıya
girmiş olduğudur. Yani Türkiye, Almanya’dan ve Hollanda’dan otobüsler ithal
ederek Almanya’nın ve Hollanda’nın işsizlik krizine çare olmuştur ama kendi işçilerimizi
de, 22 bin metal işçisini de Türkiye kapının önüne koymuştur. Bu politikanın
sonucu olarak bu ortaya çıkmıştır.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye genç nüfusunu değerlendiren yeni bir
sanayileşme politikasına, uluslararası rekabeti temel alan bir yeni sanayileşme
politikasına hızla geçme ihtiyacı içindedir.
Değerli arkadaşlarım, kriz teğet geçecek anlayışı içinde izlenen
politikalar çok ağır bir tahribatı yaratmıştır. Bakınız, 2009 yılının ilk
yarısında ekonomi geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 11,2 oranında daralma
gösterdi. 2009 yılının ilk dokuz ayında ise daralma yüzde 8,4 oldu ve üç aylık
dönemde daralmadan büyümeye geçilemezse yıllık daralma hızının yüzde 6’nın
üzerinde olacağı anlaşılıyor. Bu, Türkiye bakımından yüzde 6 civarında bir
daralma işsizlik olarak, şirketlerin çökmesi, iflas etmesi olarak,
vatandaşların borçlarını ödeyemez hâle düşmesi olarak, gelir kaybı olarak çok
ağır bir tahribatı yaşamış olduğunu bize göstermiştir ve Türkiye, tarihî
işsizlik rekorları kırmıştır. Türkiye’de ekonomi dört çeyrek üst üste
daralmıştır. Sanayi üretimi, üst üste on dört ay gerileme göstermiştir ve diğer
benzer ekonomilerin çoğu, bizden daha erken toparlanma süreci içine
girmişlerdir. Türkiye, krizden bu anlamda en ağır etkilenen ülkelerin arasında
yer almıştır.
Değerli arkadaşlarım, 2009 yılının ilk dokuz ayında tasfiye
olunacak kredi kartı ve tüketici kredisi borcu bulunan kişi sayısı, yıl sonuna
göre yüzde 52 oranında artarak 1 milyon 664 bin olmuştur ve 2007 sonuna göre
borcunu ödeyemeyen kişi sayısındaki artış 1 milyonu geçmiştir. Diğer taraftan,
temerrüde düşen şirketlerin toplam şirketler içindeki payı, ilk dokuz ayda
yüzde 8,1’den yüzde 11,2’ye çıkmıştır. Bankaların varlık kalitelerinde de
bozulma dikkatle izlenmesi gereken bir durumdur. İstihdam korunmasında ve
büyüme sürecine dönüşte büyük önem taşıyan KOBİ’lerimizin kredi piyasalarına
dönüşünü sağlayacak Kredi Garanti Fonu partimizce bu yılın başında önerilmesine
karşın konuyla ilgili mevzuat haziran ayında çıkartılabilmiş, uygulamasına ise
hâlâ geçilememiştir. Hükûmetin bu yaklaşımı, krizi ihmal etmesi, anlayamaması,
gelişmeleri okuyamaması, tedbir almakta gecikiyor olmasının en tipik
örneklerinden biridir.
Değerli arkadaşlarım, Orta Vadeli Program ilan edildi, 2012’ye
kadar makro büyüklüklerin nasıl gelişeceğiyle ilgili resmî tahmin yapıldı.
Burada gözüken manzara şudur: Türkiye, 2012 yılı sonunda 2008 düzeyini
yakalayamayacaktır yani 2008’deki gayrisafi millî hasıla düzeyini 2012’de
yakalayamayacaktır resmî kabule göre. Bu demektir ki o dönemin tümü Türkiye
için israf edilmiştir.
Değerli arkadaşlarım, vergi sisteminde, AKP’nin iktidar döneminde
hiçbir iyileşme yapılamamıştır ve kısa dönemde gelir yaratma arzusu ile ÖTV
sürekli artırılmıştır. Bu, vergi yükünü dar ve orta gelirlilerin omzuna
bindirmek sonucunu doğurmuştur.
Acil Eylem Planı’nda kayıt dışılığı altı ay içinde önleme sözü
vermiş olmasına rağmen AKP bunu unutmuştur ve bugün Orta Vadeli Program’da hâlâ
kayıt dışılığı önlemek için hiçbir inandırıcı önlem yoktur ve kazançtan alınan
vergilerin gayrisafi yurt içi hasılaya oranı itibarıyla en düşük oran -OECD’de-
Türkiye’dedir.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye, benzini ve motorini AB üyesi
ülkelerin tümünden daha pahalı satan bir ülkedir ve ÖTV oranı da gene bütün dünyada
olduğundan çok daha yüksektir.
Değerli arkadaşlarım, vergi denetimi konusu, bir siyasi baskı
konusu hâline dönüştürülmüştür. Kendisine muhalif kesimleri susturmak için,
iktidar, çok açık, çok net, saklanamaz, gizlenemez, hunharca vergi uygulamasına
girmiştir; 3 milyar doların üzerinde vergi cezası tatbik ederek muhalif medya
kuruluşlarını esir almaya yönelmiştir. Bunlar, sadece vergi politikası
bakımından değil, demokrasi bakımından da utanç verici uygulamalardır. (CHP
sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, tarımda -Sayın AKP Sözcüsü birtakım
değerlendirmeler yaptı nazari, teorik rakamlara dayalı olarak- bakın, çok
yalın, gerçeği ortaya koyan bir manzara. AKP İktidarı döneminde tarım
girdilerinin fiyatları tarımsal ürün fiyatlarından daha hızlı artmıştır. 2002
yılında, AKP iktidara geldiği sırada,
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Baykal, süreniz doldu efendim, size de ilave süre
vereceğim.
Buyurun.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Yani 2002 yılında
Ayçiceği: 2002 yılında
AKP İktidarı döneminde, 2002’den itibaren tarıma verilen destekler
fevkalade düşmüş; 0,45 düzeyine inmiştir.
Bakınız, 2009 yılında tarıma gayrisafi yurt içi hasılanın 0,46’sı;
0,47’si düzeyinde bir destek verilmektedir, 2008’de 0,60’ın üzerindedir,
2007’de 0,65’tir.
VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – 2002’den 2003’e kaç?
DENİZ BAYKAL (Devamla) – 2002’den itibaren, bugün 2003 düzeyinin
altına inmiştir.
VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Yok, grafik öyle söylemiyor.
FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Orada öyle gözükmüyor.
AHMET YENİ (Samsun) – Yanlış tablo vermişler eline.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Çok açık bir biçimde, Türkiye’deki
tarımın içine girdiği sıkıntı net bir şekilde görülmektedir.
Bakınız, Orta Vadeli Program’ın 2012 için öngördüğü gayrisafi yurt
içi hasıla düzeyi 2008 yılının altındadır. Bu, 2008 ile 2012’nin nasıl israf
edildiğini bize göstermektedir.
Değerli arkadaşlarım, tarımın durumu çok açık. Memur, işçi ve
emeklilerin durumu ne yazık ki tam bir facia.
SELAMİ UZUN (Sivas) – Yollardan, hastanelerden bahset!
DENİZ BAYKAL (Devamla) –
Emeklilerin tümüyle AKP İktidarında gözden çıkarıldığı artık açık bir
gerçektir. Bugün 9 milyonu aşkın emekli var. Emeklilerin hemen hemen tümü
yoksulluk sınırının altında aylık alıyor. Çıkarılan bir yasayla emeklilere
millî gelir artışından pay verilmemesi yasal kural hâline getirildi ve AKP’nin
gözünde emekliler bu ülkenin ikinci sınıf vatandaşı olarak değerlendirilmiştir.
2002-2009 dönemindeki millî gelir artışının altında emeklilerin gelir artışları
yaşadıkları çok açık bir gerçektir.
Değerli arkadaşlarım, bakın, yapılması gereken işler çok açık: Bir
intibak yasası derhâl çıkarılmalıdır ve emekliler arasındaki farklılıklar en
kısa zamanda ortadan kaldırılmalıdır ve gene işçi, memur ve emeklilerin maaş ve
ücretleri sembolik ölçülerde artırılmıştır. Anlamlı bir artışa bu içinde
bulunduğumuz dönemde özellikle ihtiyaç vardır.
İktidarınız döneminde 2010 yılının ilk yarısı için memur ve
hizmetli maaşı 32 lira, öğretmen maaşı 43 lira, hemşire maaşı 36 lira,
teknisyen maaşı ise 37 lira artırılmıştır.
Emeklilerin durumu ise daha da vahimdir. 2009 yılının ikinci
yarısında bir SSK emeklisinin aylık maaşı 11 lira, BAĞ-KUR emeklisinin maaşı
ise sadece 6 lira artırılmıştır.
Temel girdilerdeki artışlar dikkate alındığı zaman bu tablonun ne
anlama geldiği daha iyi değerlendirilebilir. 2002 ile 2009 Şubat döneminde
doğal gaz fiyatları yüzde 151 oranında artırılmıştır. 2002 ile 2009 yılları
arasında, aralık ayı döneminde kurşunsuz benzinin litre fiyatı yüzde 103
oranında artmıştır.
AKP döneminde su fiyatları, İstanbul aylık
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Baykal, size beş dakika ek süre vermiştim, o da
doldu. Mikrofonunuzu son kez açacağım, lütfen tamamlar mısınız.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Evet, elektrik faturası yüzde 20 artışla,
36 liradan, 26 lira artışla 62 liraya yükselmiştir. Yani buna karşılık Sosyal
Güvenlik Kurumuna bağlı huzurevlerindeki konaklama fiyatları yaklaşık 250 lira,
yüzde 35 artırılmıştır.
İstanbul’da İETT, özel halk otobüsü ve metrobüs fiyatları yüzde 33
oranında artırılmıştır. Böylece bir SSK emeklisi, İktidarınızda almış olduğu
aylık artış ile 5, BAĞ-KUR emeklisi ise 3 metrobüs bileti alma olanağını elde
etmiştir.
Değerli arkadaşlarım, bu tablo çok açık. Türkiye’de tabii, kamu
yatırımları bir kenara itildi. GAP başta olmak üzere Türkiye'nin çok önemli
projeleri ne yazık bu İktidar döneminde gereken ilgiyi görememişlerdir. Buna karşılık
Türkiye’de kaynakların çok daha özensiz bir şekilde kullanılmış olduğunu
hepimiz gayet iyi bilmekteyiz.
Değerli arkadaşlarım, ilke ve tedbirlerle ilgili olarak bazı
önerilerimi de dikkatinize sunarak konuşmamı tamamlamak istiyorum.
Türkiye'nin bugün içine girdiği kısır döngüden çıkabilmek için
ülkenin üretimi ve üreteni öne çıkaran yeni bir büyüme stratejisine ihtiyacı
vardır.
Mal üreten sektörlerde rekabet gücünü artıracak mikro reformlara
ağırlık vermeliyiz. Makro politikaların bu reformlarla kazanılan rekabet gücünü
spekülatif sermaye hareketlerine peşkeş çekmesini ve sürdürülebilirliğini
kaybetmesini önlemeliyiz.
Hâlihazırda AKP İktidarının yanlış ekonomi politikaları, son dört
beş yıllık dönemi, Türkiye’de kaybolmuş dönem hâline getirmiştir. Türkiye'nin
kaybedecek ne zamana ne de enerjiye tahammülü vardır. Bu çerçevede Merkez
Bankası doğru rezerv politikası uygulamalıdır. Türkiye’de dış borçlarına oran
olarak, başka ekonomilerle mukayese edildiği zaman gerideki o bolluk dönemi
israf edilmiştir ve Türkiye borçlarının ancak yüzde 25’i düzeyinde bir rezerv
yakalamıştır. Gelişme hâlindeki ülkelerin önemli bir kısmı yüzde 100’ün
üzerinde rezerv biriktirmişlerdir.
Küresel sermaye hareketlerinin şişirdiği balonları kontrol etmek
ve bunların ekonomide yol açtığı olumsuz etkileri azaltmak için makro riskleri
gözeten ve önleyen, piyasa karşıtı olarak algılanmayacak bir dinamik, karşılık
veya devrevi hareketleri yumuşatıcı bir sermaye yeterlilik oranı sistemi
uygulanması finans sektöründe başlatılmalıdır ve beş yıllık süre içinde
istihdam üzerindeki vergi yükü OECD ortalamalarının altına çekilmelidir.
Belirlenen vergi politikasının uygulanması konusunda Gelir
İdaresinin özerkliği mutlaka sağlanmalıdır.
Teşvik Kanunu’nun süresi krizin etkileri dikkate alınarak…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Baykal, ilave sekiz dakikanız da doldu.
Genel Kurulu selamlamanız için mikrofonu açıyorum efendim.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bu, kredi garanti sistemi ve teşvik
süresi mutlaka uzatılmalıdır.
Değerli arkadaşlarım, ekonomide çok objektif, uluslararası
gerçekleri dikkate alan bir değerlendirme yaparak içinde bulunduğumuz durumu
yeniden değerlendirmeliyiz ve buradan gerekli sonuçları çıkarmalıyız.
Türkiye'nin şu ana kadar izlediği politikayla ekonomide devam etmesi hâlinde
beklenen atılımı gerçekleştirme şansı maalesef gözükmüyor. O bakımdan, Türkiye
yeni bir ekonomi ve sanayileşme politikasına ihtiyaç duyuyor. Tabii bunlardan,
hepsinden daha önemli olarak Türkiye’nin barışa ihtiyacı vardır; Türkiye’de
hukukun üstünlüğünü tesis etmeye ihtiyaç vardır; Türkiye’de şiddeti, terörü
siyasi hayattan tasfiye etmeye şiddetle ihtiyaç vardır. Ama ne yazık ki bu
konularda gereken duyarlılığı sergileyecek bir iktidar manzarası gözükmüyor. Bu
tablo karşısında Türkiye’de çözümü millet sağlayacaktır, halkımız
sağlayacaktır. Önümüzdeki ilk seçimlerde, inanıyorum, Türkiye’nin bu olumsuz
gidişine milletçe bir son vereceğiz ve Türkiye’yi hak ettiği yeni bir açılıma
hep beraber taşıyacağız.
Hepinize teşekkür ediyorum; sevgiler, saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Baykal, teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, şimdi de söz sırası Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına Genel Başkan ve Osmaniye Milletvekili Sayın Devlet
Bahçeli’ye ait.
Sayın Bahçeli, buyurun.(MHP sıralarından ayakta alkışlar)
MHP GRUBU ADINA DEVLET BAHÇELİ (Osmaniye) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı hakkında
Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini açıklamak üzere huzurunuzda
bulunuyorum. Bu vesileyle Milliyetçi Hareket Partisi Grubu ve şahsım adına yüce
Meclisin değerli üyelerini saygılarımla selamlıyorum.
Bütçe hakkında değerlendirmelerime geçmeden önce, geçtiğimiz hafta
meydana gelen iki üzücü olayla ilgili düşüncelerimi açıklamak istiyorum.
Bildiğiniz gibi, 7 Aralık Pazartesi günü Tokat’ın Reşadiye ilçesi
kırsalında asayiş görevi yaparken uğradıkları hunhar bir saldırı sonucu 7
askerimiz şehit olmuş ve 3 askerimiz de yaralanmıştır. Henüz bu olayın acısı
içindeyken yeni bir acı haberle milletçe sarsıldık. 10 Aralık Perşembe günü
Bursa’nın Mustafakemalpaşa ilçesinde bir maden ocağında meydana gelen grizu
patlaması sonucu göçük altında kalan 19 işçimiz maalesef hayatını kaybetmiştir.
Çoluk çocuğunun rızkını yerin altında, zor şartlarda temin etmeye çalışırken ve
vatandaşlarımızın güvenliği için asayiş görevini yaparken hayatını kaybeden
işçilerimize ve aziz şehitlerimize bir kez daha Cenabı Allah’tan rahmet
diliyorum. Yakınlarına, milletimize, çalışma ve silah arkadaşlarına sabır ve
başsağlığı, yaralılarımıza ise acil şifalar temenni ediyorum. Bu gibi
felaketlerin bir daha yaşanmaması için yeterli tedbirlerin zamanında
alınmasını, sorumluların tespit edilmesini ve gereğini bekliyorum.
Değerli milletvekilleri, Aralığın 17’sinde İslam dünyası için
mukaddes bir dönem olan muharrem ayına giriyoruz. Peygamberimizin torunlarının
şehit edildiği bu ay, nifakın, fitnenin ve tefrikanın nasıl büyük acılara neden
olduğunun en talihsiz ve en üzüntü verici örneğinin yaşandığı tarihî bir ibretin
başlangıcıdır. Mazlumların ve masumların acılarını paylaşıyorum. Bu aydan
alacağımız derslerin ve derinden duyacağımız acı anıların, başta Türk ve İslam
dünyası olmak üzere, bütün insanlığın hayırlarına vesile olmasını Cenabı
Allah’tan diliyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bütçe görüşmeleri, Hükûmet
icraatının değerlendirildiği, muhalefetin Hükûmetin politikaları hakkında
uyarı, tenkit ve tavsiyelerini dile
getirdiği Türkiye Büyük Millet Meclisi adına önemli bir denetim vesilesidir.
Devletin hangi alanlara ne kadar kaynak ayıracağını, hangi alanlardan ne kadar
kaynak toplayacağını gösteren bütçenin kuşkusuz en önemli özelliği nimet ve
külfetin vatandaşlarımız arasında dağıtılırken hangi kıstaslara ve hakkaniyete
riayet edildiğinin ortaya çıktığı bir gösterge olmasıdır. Zira,
vatandaşlarımızı yoksulluklarından ziyade uygulanan politikalar sonucu ortaya
çıkan haksızlıklar, eşitsizlikler ve adaletsizlikler daha fazla yaralamakta,
daha derin izler bırakmaktadır.
Takdir edersiniz ki, ekonomiyi siyasetten, ekonomik faaliyetleri
sosyal konulardan, ekonomik yorumları, güvenlik, asayiş, kültür, dış politika
gibi alanlardan ayırmak ve ayrı düşünmek mümkün değildir. Birbirini doğrudan
etkileyen bu girift yapıda iyi giden bir ekonomide diğer alanlarda ciddi
zafiyet olmayacağı gibi, bu alanlarda işler iyi gidiyorsa ekonominin de iyi
gidiyor olması beklenmelidir.
Ne yazık ki, yedi yıldır iktidarda olan Adalet ve Kalkınma
Partisinin milletimize reva gördüğü ekonomik ve sosyal tablo, yatırım ve
üretimin artmadığı, işsizliğin çığ gibi büyüdüğü, yoksulluğun derinleştiği,
millî ve manevi değerlerimizin istismar edildiği, aile bağlarımızın, toplumsal
ahlaki değerlerimizin yerle bir edildiği, gerilim ve kutuplaşmanın yönetim
tercihi olduğu, huzurumuzun kalmadığı, dirliğin hasar gördüğü, kardeşliğimizin
yaralandığı vahim bir tablodur. Bu sosyoekonomik dağınıklık ve zayıflık, doğal
olarak diğer alanlara da sirayet etmiştir.
2009 yılı bütçe yılı milletimiz açısından üzüntü verici olayların,
hayal kırıklığı ve talihsizliklerin yaşandığı bir yıl olmuştur. Bizi biz yapan,
bir arada tutan ortak değerlerin kaynaştırıcılığı yerine, tarihî ve kültürel
derinliği olmayan yapay farklılıkların ayrıştırıcılığı üzerinden siyaset
yapıldığı bu dönemde, iktidar gücü, kronikleşen sorunlara çözüm üretmek için
kullanılmak yerine istismar, gerilim ve kutuplaşma yönünde kullanılmıştır.
Sorunlar karşısında başarısızlığa uğranılan her durumda geçmişi suçlama
geleneği sürdürülmüştür. Vatandaşın ekonomik ve sosyal hayatına ilişkin
beklentilerinin boşa çıktığının farkına varıldığı her durumda mutlaka bir
istismar vesilesi bulunmuştur. Sistemli gayretlerle yıpratılan devlet ve toplum
hayatımızın hemen her alanında yaşanan kutuplaşma ve cepheleşmeler giderek
derinleşmiştir.
Ekonomik gelişmeler de yaşadığımız genel bunalımdan farklı bir
seyir izlememiştir. Yatırımlar azalmış, üretim daralmış, borçlanma artmış,
yoksulluk derinleşmiş, çığ gibi büyüyen işsizlik sosyal hayatı tehdit eder hâle
gelmiştir. Gelir dağılımındaki adaletsizlik, ekonomik kararlardaki ahenksizlik
ve sosyal ahlaktaki çöküşün hızlanmasıyla, körüklenmek istenen kardeş kavgası
geleceğe umutla bakılmasına mâni olmuştur. İşçi, memur, esnaf, köylü ve
emeklilerden oluşan mağdurlar kendi kaderine terk edilmiş, işsizlik
önlenememiş, yoksulluk azaltılamamış, gelir dağılımı adaletli hâle
getirilememiştir.
Siyasi yönetim şekli ve üslubu, siyasette etik anlayışa duyulan
ihtiyacı göstermesi bakımından ibret verici olmuştur. Yolsuzluk ve yozlaşma
artmış, merkezî ve yerel idarelerde kamu kaynakları yandaşlara dağıtılmaya
devam edilmiştir. Yargıya intikal eden yolsuzluklar, hayırsever
vatandaşlarımızın inançlarının istismar edilişlerinin sınır tanımaz bir
seviyeye çıktığını göstermiştir. Siyasi ve ahlaki çürüme devlet ve toplum
hayatını kaplamıştır. Bunun sonucunda da devlete ve adalete olan güven duygusu
zedelenmiştir. Yürütülen dış politika da millî menfaatlerimiz bakımından kaygı
verici olmuştur. Herkesin huzur içinde olacağı bir güvenlik sistemi ve herkesin
adaletine güvendiği bir yargı sistemi tesis edilememiştir. Vatandaşın gerçekten
önceliğini alan hakkaniyetli bir yönetim anlayışı uygulanamamıştır.
Etnik bölünmeyi amaçlayan kanlı terör, siyasi ayrılıkçılık
hevesleri ve etnik tahrikler artmış, Türkiye tehlikeli bir cepheleşme sürecine
sürüklenmiştir. İnsanlar, daha önce komşu, bakkal, manav, işçi, memur, dost ve
arkadaş olarak gördükleri kişilerde etnik köken ve mezhebe dayalı kimlik
sorgulamaya başlamışlardır ve bu gidişatın iddia edildiği gibi, barış ve
huzurla, demokrasi ve hürriyetle, kalkınma ve refahla, kaynaşma ve kardeşlikle
hiçbir ilgisinin olmadığı milletimiz tarafından anlaşılmıştır. Yüzleşme adı
altında millî tarihimizi karalama kampanyaları millî sorunları sözde çözme
iddialarıyla hız kazanmıştır.
Bugün geldiğimiz noktada, vatandaşlarımızın geleceğe daha umutlu
bakmasını sağlayacak bir ekonomik ve sosyal yapı söz konusu değildir ve bütün
bunların milletin gözünden kaçırılması için, aklın, izanın, gerçeklerin
karartılması için maddi çıkar ilişkileri tesis edilen yandaş medya oluşturulmuştur.
Bütün çabalara rağmen Hükûmetin sipariş verdiği haber ve yorumları yayınlamakta
direnen medya unsurlarına ise baskı ve dayatma başlatılmıştır.
Maalesef, umutlarla başlanıp acı ve talihsiz olaylarla son bulan
önceki yıllar gibi 2009 yılı da ekonomik sorunların hiçbir dönemde olmadığı
kadar milletimizi zayıf ve yorgun düşürdüğü, uluslararası ilişkilerin ağır bir
zafiyet göstermeye başladığı ve bölücü saldırıların, devlete ve millete yönelik
meydan okumaların toplumda tehlikeli bir gerilim ortamını karşımıza çıkardığı,
kaydedilmiş bir yıl olarak hatırlanacaktır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2010 yılı merkezî yönetim
bütçesi, Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri tarafından hazırlanan 8’inci,
yeni kamu mali yönetim anlayışına uygun olarak tekemmül ettirilmiş 5’inci bütçe
olma özelliği taşımaktadır.
Modern bütçe sistemi, temsili demokrasinin ve kamusal
faaliyetlerin öneminin artmasıyla birlikte gelişmiş ve yaygınlaşmıştır.
Elbette, çağdaş bütçeleme sistemlerinin gelişiminin demokrasi
mücadeleleriyle birlikte ve yan yana yürüdüğünü gözden uzak tutmamamız
gerekmektedir.
Öte yandan, temsili demokrasilerde, devletin yapacağı harcamaların
büyüklüğü ve kapsamı ile bu harcamaların yapılabilmesi için millete getirilecek
yükümlülüklere millet adına seçilmiş temsilciler karar vermektedir.
Merkezî yönetim bütçe
kanunu, merkezî yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin gelir ve gider
tahminlerini göstermekle birlikte, bunların uygulanmasına ve yürütülmesine dair
yetki ve izni de içermektedir.
Bütçe, devletin bir yıl içinde yapacağı harcamaları ve elde
edeceği gelirleri gösteren ve Meclisimiz tarafından onaylanan ekonomik, siyasi
ve hukuki bir belgedir ve bütçe, tayin ve tespit edilen devlet politikalarına
ulaşmada en önemli mekanizma olarak karşımızdadır.
Devletin amaçlarına ulaşmada en önemli araç olan bütçe, bir
tarafta, kamu kesimince üstlenilmiş hizmetlerin üretimini gerçekleştirmektedir.
Diğer yanda ise, üretimi özel sektöre bırakılmış alanlarda millet hayatımızda
uygun etkiler doğurabilmek için kullanılmaktadır.
Bu kapsamda, bütçeyle
milletimize kamusal ve yarı kamusal hizmetler sunulurken gelir dağılımının
etkilenmesi, fiyat istikrarının sağlanması, büyümenin hızlandırılması,
ekonominin işleyişindeki aksaklıkların düzeltilmesi de gözetilecektir.
Yürütme organının meşruiyetini kazanabilmesi için en başta
bütçenin Meclisimizde kabul ve onayı gerekecektir. Bu, aynı zamanda bütçenin
ekonomik işlevinin yanında çok önemli ve belirleyici bir siyasi fonksiyonunun
da olduğunu göstermektedir. Ancak Adalet ve Kalkınma Partisinin hükûmet etme
dönemlerinde, sıradanlaşan, hazırlık aşamalarında gerekli ilgi ve özenin
gösterilmediği bütçenin, artık yasal bir zorunluluğun yerine getirilmesinden
başka bir anlam ifade etmediğini özellikle vurgulamak istiyorum.
Başta maliye politikası olmak üzere, bütün ekonomi politikalarında
öncü ve etkileyici bir rolü olması gereken bütçenin bu hâlinden şu an
itibarıyla çok uzak düştüğünü bu vesileyle ifade etmek isterim. Ulaşılamayan
mali hedefler, yanlış tespit edilen ekonomik parametreler, geleceği okuyamayan
analiz noksanlığı sürekli olarak gedikler veren bütçenin ortaya çıkmasına neden
olmuştur. Bu durum ise yıl içinde birçok defa bütçenin bir anlamının
kalmadığına dair yorumları beraberinde getirmiştir. Yapboz tahtasına çevrilen
bütçenin bir yılı tamamlanmadan gücünü ve inandırıcılığını tamamen kaybettiğine
bu dönemler içinde şahit olunmuştur. Bunun en son örneği olarak 2009 yılı
bütçesini göstermek mümkündür.
2010 yılı bütçesinin, içte ve dışta yaşadığımız çok kritik ve
olağanüstü, hassas bir dönemde görüşmek durumunda olduğumuz hepimizin
malumudur. Gelecek yıl bütçesini ayrıntılarıyla değerlendirmeye geçmeden önce
genel anlamda içinde bulunduğumuz, başta ekonomideki sorunlarla ilgili olmak
üzere bazı temel problem alanlarına dönük düşüncelerimi sizlerle paylaşmak
isterim.
Sayın milletvekilleri, Türkiye, başarısız bir yönetim altında,
varlığı ve bütünlüğü tartışmalı bir hâle gelmiş, ardı ardına yaşadığı
buhranlarla köşeye sıkışmıştır. Hareketsiz ve kontrolsüz olarak uçurumun kenarına
gelen devlet ve toplum hayatı, hiçbir dönemde olmadığı kadar ciddi beka
sorunuyla muhatap olmuştur. Siyasetteki dengenin ve istikrarın kaybı toplumda
cepheleşmeyi teşvik etmiş, hayatın her alanında yozlaşma, ahlaki çöküntü, değer
ve norm zedelenmesi yaşanmaya başlanmıştır. Kültürel gerçeklerimizden ve
toplumsal temellerimizden kopan ekonomik sistemle birlikte milletimiz çok büyük
bir açmazın ortasına düşmüştür.
Bu eleştirileri yaparken elbette ki şu gerçeği de göz ardı etmemiz
mümkün değildir: Ülkemizin ekonomik yapısı ve gelişmesi, bu zamana kadar
çoğunlukla dinamik merkezler tarafından biçimlendirilmiş, yönlendirilmiş,
şartlandırılmış ve sınırlandırılmıştır. Nitekim ekonomik bağımlılık
ilişkisinin, belirleyen değil ama belirlenen tarafı olmayı içine sindiren,
hatta ayakta kalabilmek için bu süreci hızlandıran AKP kadroları, esasen
ekonomik meseleleri samimiyetle çözmeyi hiçbir zaman aklına dahi getirmemiştir.
Diğer taraftan, ekonomik sistemin küresel alana aşırı bağımlı yapısı ve insanı
dışlayan mekanik kurgusu, zaten birikmiş sorunların kalıcı olarak çözülmesini
zorlaştıran başlıca faktörler arasında yer almıştır.
Piyasanın düzen ve istikrarını insan mutluluğunun üzerinde gören
böylesi anlayışın elbette ki krizlerden zarar gören milyonlarca vatandaşımızla
ilgili bir kaygısı olmayacaktır. Görünmez bir elin dengeleyici ve yönlendirici
misyonuna duyulan derin hayranlık ve beraberindeki teslimiyet, tecrübeyle
sabittir ki, görünen ve sahip olunan değerlerin tahrip olmasının da gerekçesi
ve bahanesi olmuştur. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler.” felsefesiyle
alınan mesafeler, gelinen aşamalar sürekli olarak milletimizde büyük kayıplar
oluşturmuştur ve bu yaklaşımın ortaya çıkardığı, en azından tetiklediği ve
hızlandırdığı ekonomik yıkım, başta ülkemiz olmak üzere yaşadığımız yerküre
üzerinde büyük tahribatlara da davetiye çıkarmıştır. Hatırı sayılır süredir
serbestleşme ve küreselleşmeyle birlikte yürüyen krizler, finansal işlemlerdeki
kontrol ve gözetim eksiklikleriyle birleşince doğal olarak etki alanını daha da
genişletmiştir. Nitekim dünya genelinde aşırı ve anormal kâr istekleriyle etik
değerlerin üzeri örtülmüş, çığırından çıkan bir ekonomik düzenin ahlaki
değerlerden uzak altyapısı oluşturulmuştur. Bu ekonomik düzenin mağdurları ve
kaybedenleri bellidir. Bunlar, dünyanın her yanında yaşayan ve aralarında
milyonlarca vatandaşımızın da bulunduğu milyarlarca yoksul, çaresiz, umutsuz ve
sağlıksız kitlelerden başkaları değildir.
Sayın milletvekilleri, küreselleşme, teknolojik gelişmenin
belirleyiciliğinde iletişim ve ulaştırma faaliyetlerindeki gelişmeyle
gündemdeki yerini her geçen gün sağlamlaştırmaktadır. Ulus devletlerin
dayandığı politik topluluğun hem sosyolojik maliyetini hem de egemenlik
haklarını dönüştüren küreselleşme sürecinin dayatmaları krizlerin ortaya
çıkmasının da bir nedenidir. Milyarlarca insan, bu dengesiz ve adaletsiz sistem
yüzünden beslenme ve barınma sorunları yaşamakta, yeterli eğitim ve sağlık
hizmetleri alamamaktadır. Nitekim günde 2 doların altında gelir elde eden 1
milyar 300 bin insanın yanı sıra, 500 milyona yakın kişi de günde 1 doların
altındaki bir gelirle ayakta kalmaya çalışmaktadır. Bugün yaklaşık 900 milyon
insan içilebilir temiz su imkânından mahrum bir hâlde yaşamaktadır. Gelecek
yıl, günlük geliri 1,25 dolardan az olan 90 milyon insanın daha sefalet
şartlarına mahkûm olacağı tespit edilmiş durumdadır. 2009 yılında 1 milyar 20
milyon kişi yeterli gıdadan uzak kalmış, bir önceki yıla göre yaklaşık 100
milyon insan açlığa terk edilmiştir. Bu rakamlar son kırk yılın en yüksek
verileri olarak son derece dikkat çekicidir. Dünyada 600 milyon yoksul çocuk
yaşamakta, bunların yaklaşık 40 milyonu açlık tehlikesiyle karşı karşıya
bulunmaktadır. Her gece 800 milyon insanın aç uyuduğu ve her gün 50 bin kişinin
ise açlık ve yoksulluktan öldüğü, dünya genelinde 1 milyarı aşkın insanın aç
olduğu bir manzara insanlığın karşısındadır. Gelir dağılımındaki adaletsizlik,
yoksulluk, işsizlik, terör, iklim değişiklikleri, çevre kirliliği gibi konular
insanlığın temel problem alanları olarak göze çarpmaktadır. AKP İktidarının
iştahla eklemlenmeye çalıştığı küresel ekonomik düzenin kısa özeti bu
şekildedir.
Sayın Başbakanın eş başkanlığını yaptığı Büyük Orta Doğu Projesi
de ifade etmeye çalıştığım bu karanlık tablonun maskelenmiş stratejik ayağını
oluşturmaktadır.
AKP kadrolarının ağzından düşürmediği “Osmanlının hakkaniyetli
cihan nizamı anlayışı” sömürgecilikten, kölecilikten ve yoksulluktan beslenen
bu küresel ekonomik sistem ile ve bu insanlık dışı manzarayla nerede benzerlik
göstermektedir?
Küreselleşmenin bilançosunda, eşitsizlik, yoksulluk, etnik
çatışma, coğrafyaların değişmesi, devletlerin parçalanması, ülkelerin
bölünmesi, kutuplaşma ve silahlanma mutluluk, refah ve yardımlaşmadan daha ağır
basar hâle gelmiştir. Bunun yanı sıra küreselleşmenin adalet, refah ve iş
birliği vadettiğini de söylemek şu hâliyle çok mümkün değildir. Ekonomik
bağımlılığını artıran bu süreç, daha çok son yıllarda iyice şekillenen bölgesel
ittifaklar aracılığıyla, önümüzdeki yıllarda çetin geçeceği aşikâr olan
ekonomik ve kültürel rekabeti de öngörmektedir.
Bu küresel dayatmalar karşısında, millî devletin temelini
oluşturan anahtar kavramlar olan millet, milliyet ve millî kültürün
küreselleşme karşısında ayakta durma mücadelesi alabildiğine artmıştır.
Bunların hemen arkasında da, millî egemenlik, demokrasi, dayanışma, bağımsızlık
ve onurlu yaşamanın önemi de daha da belirginlik kazanmıştır ancak,
tehlikelerle dolu olan Avrupa Birliğiyle müzakere sürecinde söz konusu
kavramların hepsi tartışılır hâle gelmiştir.
Türk milletinin kendisine olan inancı zayıflatılarak, millet olma
bilincinin köreltilmesine dönük çabalar hız kazanmıştır. Yeni ekonomi adıyla
propagandası yapılan bu adaletsiz küresel düzenin, ulus devlet yapılarını
çözmek ve ayrıştırmak istediği de ortadadır.
Uzunca bir süredir, küresel güçlerin, gelişmekte olan ya da az
gelişmiş ülkelere, demokrasi ve insan hakları kılıfıyla, böl, parçala ve yönet
politikalarını dayattıkları anlaşılmıştır.
İstikrarsız bir ekonomi, sürdürülebilir ve kontrollü siyasi istikrarsızlığın
bir sonucu ve hızlandırıcısı olarak milletimize büyük acılar, zulümler ve
sıkıntılar yaşatmaktadır.
Türk milleti, böyle bir mağduriyeti hak etmemektedir. Fakirlik bir
kader, işsizlik mutlak bir son değildir, olmamalıdır. Hakkaniyetten uzak bu
ekonomik süreç, önce bu sürecin mağduru olan milletimiz tarafından mutlaka
değiştirilmelidir; inancımız odur ki, değiştirilecek ve tersine de
çevrilecektir.
Sayın milletvekilleri, bilindiği üzere, üretimden kopuk, tamamen
kâğıt üstü soyut kıymetlerin ekonomik sistemi felç etmesiyle geçtiğimiz yıl
dünyayı etkisi altına alan ekonomik kriz ortaya çıkmıştır. 2008 yılında
başlayan küresel krizin finansal piyasalardan reel ekonomilere sıçraması ise
2009 yılında gerçekleşmiştir.
Kriz her ne kadar ABD kaynaklı olarak ortaya çıkmışsa da
uluslararası ticaret ve kredi piyasaları yoluyla diğer ülkeleri de önemli
oranda hâkimiyeti altına almıştır ancak küresel krizin çıktığı ülkeler gerekli
tedbirleri alarak krizin ateşini az da olsa söndürebilmişken en başta kendi iç
çelişkilerinden kaynaklanan düzensizlik ve dengesizliklerle krize yakalanan
Türkiye ekonomisi yoğun bakım ünitesinden hâlâ çıkabilmiş değildir.
Ne üzücüdür ki uzun yıllardan beri, değişik dönemlerde ülkemizde
ortaya çıkan ekonomik sorunlar gündemi haklı olarak sürekli işgal etmiştir ve
AKP İktidarının Türkiye ekonomisini âdeta sürükleyerek tuzağına düşürdüğü kriz
hâli bunun en son örneğini teşkil etmiştir. Cumhuriyetin kuruluşundan bu zamana
kadar geçen seksen altı yıllık zaman zarfında artan ve tekrarlayan sıklıkla ve
şiddetle ekonomide müzmin krizler yaşandığını inkâr etmek mümkün değildir.
Geçtiğimiz yıl başlayan kriz de dâhil olmak üzere bunlardan yedisi ekonomik
sistemi derinden sarsan ve toplumsal dengeyi altüst eden özellikler
taşımışlardır: 1929-31, 1958-61, 1978-81, 1988-89, 1994, 1998-2001, 2008-2009.
İlave olarak etki alanı daha dar ve kısa menzilli dört ekonomik kriz daha
yaşanmış ve milletimiz için ortaya çıkardığı sonuçları ağır olmuştur; 1947,
1969, 1982, 1991’deki gibi.
Türkiye, her on yıllık sürenin sonuna doğru ya şiddetli ya da
hafif bir krizi mutlaka yaşamıştır. Yirmi yılda bir görülen ve bu yirmi yıllık
dönemlerinin sekizinci yılında başlayan krizler, söz gelimi, 1958, 1978, 1998
olağanüstü şiddet ve uzunlukta olmuş, özellikle 1978 ve 2008 yılı krizleri her
açıdan milletimize çok pahalıya mal olmuştur.
Kabul ve itiraf etmek lazımdır ki, ekonomiyi uluslararası alana
eklemlemede fazlasıyla hevesli olmak, ekonominin girdiği kriz çarkına içeriden
müdahaleyi etkisizleştirmektedir. Bu durum, aynı zamanda, krize müdahalede
yararlanılacak politik araçları da tesirsiz hâle getirmektedir.
Bu çerçevede, ülkemizde dışa açılmanın hem siyasal tercihler hem
de dayatmalar ve hem kurumsal bağlantılarla doğru çıktığı 1990’lı yılların
dünyadan bize yansıyan istikrarsızlaştırıcı tesirlerle çakışması çok normal ve
çok doğaldır. Bahsetmeye çalıştığım bu anormal manzaranın iç siyasetimizin
yarattığı gelgitler sonucunda oluşan kaosla birlikte daha da arttığı ortadadır.
Biliyoruz ki hükûmetlerin her zaman için ekonomiyi denetleyici ve
yönlendirici politika aletleri vardır ve olmalıdır. Etkinlikle kullanılması
hâlinde, bunlar, ekonomik krizleri sınırlarken krizden çıkışı da
kolaylaştırabilecektir. Nitekim, bütçe politikası bunun en belirginlerindendir.
Ne var ki AKP Hükûmetinin izlediği yanlış ve hatalı politikalar neticesinde bu
işaret etmeye çalıştığım hususların hiçbirisi gerçekleşmemiştir. Küresel alanda
cereyan eden kriz içteki olumsuzluklar ve beceriksizlikler sayesinde ve aynı
zamanda ekonomik sistemimizin tabiatında yer alan krize yatkınlıkla birleşince
ortaya çok büyük maliyetler çıkmıştır. Ekonomideki alaborayı bir teknenin
alaborasıyla karıştıran iktidar zihniyeti tedbir almakta inat edince, bugün
yaşadığımız ve her alana bulaşan kapsamlı problemlere kapı aralamıştır.
Birbirinden kopuk tedbirlerle krize karşı mücadele edildiğini
iddia eden siyasi iktidar, her şeyden önce, ekonomideki açmazları tahlil ve
izah edecek bir görüş genişliğine bile sahip olmadığını her fırsatta
göstermiştir.
Sadece bir şey yapmış olmak için bazı adımlar attığı anlaşılan AKP
Hükûmetinin, krizi ortadan kaldıracak fikrinin, inancının, gücünün ve
kararlılığının olmadığı bugün çok daha net olarak görülmektedir.
Üreten sektörlerin ihmal edilmesi, insanımızın dertlerinin ciddiye
alınmaması ve güvenden yoksun, sanal makro verilerle ekonominin tasvir ve
tahlil çabaları bugüne kadar hiçbir fayda sağlamamıştır.
Bununla birlikte, geride kalan yıllarda, kendi dışımızdaki
gelişmelerden dolayı yakaladığımız ekonomideki avantajlı pozisyonun, vatandaşlarımızın
hayat standardında kalıcı ve etkili sonuçlar doğurmaması, iyileşme ve gelir
artışının iktidara yakın küçük bir azınlıkta ortaya çıkması, işlerin iyiye
gittiğinin işareti sayılmamalıdır.
Bu çelişkilerle dolu özürlü manzarayı ülkemiz genelinde bir başarı
olarak takdimde ısrar eden Sayın Başbakan Erdoğan, yoksullaşan, işsiz kalan,
çaresizliğin acımazlığında kıvranan milyonları hamasetle avutmaya çalışmıştır.
Türkiye’yi baştan başa saran ve sosyal yapıyı sarsan krizi hâlâ
“teğet” edebiyatıyla tevil etmeye çalışan iktidar, tedbirde çok geç kalmıştır
ve olumlu etkileri konusunda ciddi şüphelerin çok fazla olduğu paketlerle krizi
savuşturacağını zannetmiştir.
Büyüme, kalkınma ve zenginleşmeyi yalnızca rakamlarda arayan
iktidar zihniyetinin, vatandaşımızın içine düştüğü ekonomik zorlukları çözmesi
bir tarafa, anlamasının dâhi ihtimal dâhilinde olmadığı gelişmelerle ortaya
çıkmıştır.
Takdir edersiniz ki, ekonomide sayılar ve rakamlar önemlidir.
Ancak her rakamın arkasında insanımızın acıları, gözyaşları ve dertlerinin
bulunduğunu unutmamak lazımdır. Küçük bir rakam ve yüzde, çok sayıda insan için
iş veya işsizlik, açlık veya tokluk,
çare veya sıkıntıdır.
Sayın milletvekilleri, 1929 ekonomik krizi dışında yaşadığımız
ekonomik krizlerin hemen hepsinin ağır bir siyasi faturası olmuştur. Soğuk
savaş yıllarında yaşanan 1958 ve 1978 krizlerini, askerî darbe, demokrasinin
askıya alınması ve siyasi parti kapatma süreçleri izlemiştir. Milletimiz uzunca
bir süre bu müdahalelerin neden olduğu siyasi çalkantılarla sarsılmıştır. Her
ekonomik kriz peşi sıra demokratik sistemin tartışılmasını beraberinde
getirmiş, bundan en fazla zararı elbette büyük milletimiz yaşamıştır. Çalkantı,
kriz, askerî müdahale ve dışa bağımlılık, birbirini izleyen ve iç içe geçmiş süreçler
olarak ülkemizin talihsiz ve demokratik olmayan bir alışkanlığı hâline
gelmiştir. Hem ekonominin hem demokrasinin kısır döngüsü olarak
tanımlanabilecek bu fasit daire geride kalan yıllarda büyük kayıplarımıza neden
olmuştur. Bununla birlikte, ülke çıkarımıza uygun düşmeyen, millî
gerçeklerimizle bağdaşmayan, hatta kimi zaman mantık dışı ekonomi
politikalarıyla da yüz yüze gelinmiştir.
Bugün de dışarıya hevesle bağlanan ve geleceğini dış bağlantılarda
arayan AKP İktidarı, bu anlayışın doğal sonucu olarak insanımızın refahını,
uluslararası kuruluşların raporlarında, borsa endekslerinde, küresel finans
kurumlarının himmetinde aramaktadır. Olumlu olduğuna inandığı en küçük veriyi
bile başarı gibi takdim etmekten başka seçeneği kalmamış Sayın Başbakan Erdoğan’a,
sadece sokaklara, caddelere, pazarlara, çarşılara, tarlalara, bostanlara, fabrikalara bakarak
insanımızın ne hâle geldiğini görmesini tavsiye ediyorum. Buna ilave olarak,
uluslararası yalancı şahitlere sığınarak ortada duran gerçekleri değiştirmeye
çalışanları içinden çıkmakta bir türlü başarılı olunmayan krizlerin sosyal
sonuçlarına da bakmaya davet ediyorum. Nitekim her krizin kaybedenleri bellidir
ve onlar da milyonlarca dar ve az gelirli insanımızdan başkası olmamıştır.
Krizlerin yanlış politika ve öngörü hatalarından çıktığı, savruk
ve sorumsuz uygulamalarla daha da derinleştiği aşikârdır. Ayrıca, ekonomik
dengesizliğin siyasal ve toplumsal bunalımlara anında dönüştüğü, bu zamana
kadarki tecrübelerle sabittir.
Yedi uzun yıldır iktidar sorumluluğunu taşıyan Adalet ve Kalkınma
Partisi kendisine tanınan fırsatları birer birer heba etmiş, en müsait
şartlarda dahi ekonomik problemleri çözememiştir. Ekonominin dış etkenlerdeki
gelişmelerden dolayı oransal büyümesini ve sanal gelişmesini de yanlış yorumlamıştır.
Nitekim dünya büyüme oranlarının yüzde 4 ile 5 arasında seyrettiği bir dönemde
Türkiye ekonomisi de bundan kendine düşen hisseyi almıştır. AKP Hükûmetince
iftiharla her ortamda propagandası yapılan bir ekonomik büyüme, esasen 2005
yılından itibaren gerilemeye başlamış, 2006 yılından sonra da bu düşme daha da
belirginlik kazanmıştır. 2003-2007 döneminde ortalama yüzde 6,9 olan gayrisafi
yurt içi hasıla artış oranı 2008 yılında yüzde 0,9 olarak gerçekleşmiştir.
2008’in ilk yarısında yüzde 4,9 büyüme olarak hesaplanan gayrisafi yurt içi
hasıladaki değişim, küresel krizin etkilerini gösterdiği 2008’in ikinci
yarısında yüzde 2,7 oranında düşüş olarak gerçekleşmiştir.
2009 yılına gelindiğinde, yılın ilk çeyreğinde gayrisafi yurt içi
hasıladaki daralma yüzde 14,3 olarak gerçekleşerek son yılların en yüksek
seviyesine çıkmıştır. Gayrisafi yurt içi hasıladaki daralma 2009 yılının ilk
altı aylık döneminde 2008’in aynı dönemine göre yüzde 10,6 oranında
gerçekleşmiştir. İşsizlik sözde büyümeye rağmen artmaya devam etmiş, Türkiye,
Güney Afrika ve İspanya’yla birlikte işsizliğin en yüksek olduğu üç ülkeden
birisi hâline gelmiştir. Dış talepte yaşanan düşüş neticesinde imalat
sanayisinin daralması ve ülke içi ekonomik faaliyetlerin azalmasıyla işsizlik
oranlarında 2008 ve 2009 yıllarında büyük artış yaşanmıştır. 2007 yılında 10,3
olan işsizlik oranı 2008’de yüzde 11’e çıkmış, 2009 yılı Şubat ayında yüzde
16,1 olarak yıl içindeki en yüksek seviyeye ulaşmıştır. “Kriz teğet geçti, en
az etkilendik, bize bir şey olmaz.” denildikçe yüz binlerce vatandaşımız işsiz
kalmış, fabrikalar kapanmış, her ocaktan feryatlar yükselmiştir. Krize fırsat
gözüyle bakıldıkça kriz acı ve katlanılmaz yüzünü daha çok yoksulluk, sefalet
ve şikâyet olarak göstermiştir. Bugün evler, sokak araları, kahvehaneler
küçümsenen kriz nedeniyle çaresizliğe mahkûm olmuş insanlarımızla doludur.
“Nereden nereye geldik.” diyerek dönem dönem kendi iktidarıyla önceki dönemleri
karşılaştıranların gerçekten de Türkiye’yi nasıl içinden çıkılmaz duruma soktuğu ortadadır. Ekonomiyi borsa
endekslerinde, faiz oranlarında, döviz kurunda arayan ve bu alanlardaki
gelişmelerle izah etmeye çalışan ekonomi algısından başka bir şey beklemek de
mümkün değildir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; takdir edersiniz ki hayatımızın
her alanına nüfuz eden bütçeyi buradan bütün yönleriyle ve ayrıntılı olarak
analiz edecek zamana sahip değiliz. Bu konuları bütçeyle ilgili müzakereler
esnasında grubumuzu temsilen söz alacak olan arkadaşlarım yüce Meclise -görüşlerimizi- detayıyla ifade
edeceklerdir. Buna rağmen, 2010 yılı bütçesiyle ilgili olarak genel bir
değerlendirmeyi sizlerle paylaşmak istiyorum.
2009 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu’nda başlangıçta merkezî
yönetim bütçe giderleri 259 milyar 156 milyon TL, bütçe giderleri de 248 milyar
758 milyon TL olarak öngörülmüştür. Bu çerçevede 2009 yılında 10 milyar 398
milyon TL bütçe açığı hesaplanmış ve bütçe açığının gayrisafi yurt içi hasılaya
oranının ise yüzde 0,9 olarak gerçekleşeceği tahmin edilmişti. Ne var ki baştan
itibaren temelsiz ve ekonominin gerçeklerinden kopuk olarak hazırlandığını dile
getirdiğimiz 2009 yılı bütçesiyle ilgili görüşlerimizde ne kadar haklı
olduğumuz bir kez daha ortaya çıkmıştır.
2009 yılı Ocak-Ekim döneminde bütçe giderleri 218 milyar 600
milyon TL, bütçe gelirleri ise 175 milyar 368 milyon TL olarak gerçekleşmiştir.
Bu dönemde bütçe açığı da geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 784,7 artmış ve
43 milyar 232 milyon TL düzeyine ulaşmıştır. Hükûmetin öngörüsüzlüğü ve önlem
almada son derece isteksiz olduğu kriz nedeniyle kamu giderlerindeki artış ve
gelirlerindeki azalma sebebiyle bütçe açığının
2009 yılı sonunda 62 milyar 824 milyon TL, bütçe açığının gayrisafi yurt
içi hasılaya oranının ise yüzde 6,6 olarak gerçekleşmesi gündeme gelmiştir.
Bu hâliyle, AKP İktidarı bütçeyi hiçbir anlamı ve önemi kalmayan
bir kâğıt tomarı hâline dönüştürmüştür. Özellikle bütçe büyüklüklerinin
dayandığı içinde bulunduğumuz yıl için söz konusu olan yüzde 4’lük büyüme
tahmininin abartılı olduğunu, 2009 yılı bütçesinin görüşülmesi esnasında ve
sonrasında yaptığımız ikazlarla sürekli gündeme getirmiş ancak Hükûmeti
aymazlığından bir türlü döndürememiştik. Oysaki geride bıraktığımız aylardaki
gelişmeler bu uyarılarımızda da ne kadar haklı olduğumuzu göstermiş, nitekim,
2009 yılında Türkiye ekonomisinin yüzde 6 küçüleceği ortaya çıkmıştır. Ne var
ki, Türkiye ekonomisinin 2009 yılındaki acı derslerinden kendi hissesine düşen
sonuçlar almakta direnen iktidar partisinin hazırladığı 2010 yılı bütçesi, yine
umut verici olmaktan uzaktır. Bu defa da 2010 yılı ekonomik büyümesinin yüzde
3,5 civarında gerçekleşmesi ve izlenen yıllarda kademeli bir şekilde
yükseleceği tahmin edilmektedir. Orta vadeli programda ve bütçede yüzde 6
düzeyinde bir küçülme hedefinden sonra, Türkiye ekonomisinin 2010 yılında nasıl
olur da yüzde 3,5 oranında büyüyeceği hususu izaha muhtaçtır. Finansman
kaynaklarının açıklanamadığı, yükselen kamu açıkları ve kamu borçlanma
gereğinin ve bunun tetikleyeceği enflasyonist etkilerin bütçede göz ardı edildiği
ortadayken, bu büyüme seviyesine ulaşılmasının mümkün olmadığı şimdiden
belirginlik kazanmıştır.
Ekonominin uzun yıllardır, 2009’da olduğu kadar daralmadığı
ortadadır. Bu kusurun ise başlı başına Hükûmetin krizi önemsememesinden ve
lazım gelen tedbirleri almamasından kaynaklanmış olduğu kuşku götürmez bir
gerçektir. İlave olarak, yedi yıldır tek başına hükûmet olmasına rağmen,
AKP’nin ekonominin yapısal sorunlarını çözmekte başarısız olması, ortaya çok
kötü bir tablonun çıkmasına da neden olmuştur. Ekonomik krizin temelde ve
öncelikle reel sektörü baskı altına almasına rağmen, gelecek yıl bütçesinde
reel sektörü rahatlatacak hiçbir tedbire yer verilmemesi tam bir AKP
klasiğidir.
2010 yılı merkezi yönetim bütçesinin ülkenin dört bir tarafında
ihtiyaç duyulan yatırımı götüren, reel kesimi destekleyen, ekonomik gelişmeye
odaklanmış, refahı dikkate alan bir bütçe olmaktan tamamen uzak olduğu bütün
yönleriyle ortaya çıkmıştır. Krizin etkisiyle bozulan kamu mali dengelerinin
düzelmesi yönündeki önümüzdeki yılda da ümitvar olmamızı sağlayacak bir gelişme
söz konusu değildir. 2010 yılı merkezî yönetim bütçesinin giderleri 286 milyar
928 milyon TL, gelirleri 236 milyar 794 milyon TL, bütçe açığı ise 50 milyar
134 milyon TL ve faiz dışı fazlanın da 6 milyar 616 milyon TL olarak
gerçekleşeceği öngörülmüştür. Bu kapsamda 2010 yılı bütçesi krizden çıkışı
sağlayamayacak, krizi toplumsal yapıya daha çok yayacak bir nitelik
gösterecektir. Bütçe açığındaki tehlikeli artış başkaca bir yorum yapmamıza
gerçekten de mani olmaktadır. 2010 merkezî yönetim bütçesinde faiz hariç bütün
giderlerinin 2009 yılı sonu tahmininden yüzde 9 oranında fazla belirlenmiş
olmasına karşın yüzde 3,5’lik temelsiz büyüme öngörüsüyle bütçe gelirlerindeki
yüzde 16,1; vergi gelirlerinde ise yüzde 18,2 oranındaki artış beklentisi
gerçekçi ve tutarlı olmayacaktır.
Vergi gelirlerinin gayrisafi yurt içi hasıla içindeki payının 2010
yılında yüzde 18,8’e çıkarılması hedefinin temelden sakat ve yanlış olduğunu
belirtmek isterim. Ekonominin içinde çırpındığı olumsuz şartlarda toplam vergi
gelirlerinin geçen yıla nazaran gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 1,5’i
nispetinde artırılması da şu hâliyle çok uzak görülmektedir. 2010 yılı merkezî
yönetim bütçesinde giderlerin yüzde 7,6; faiz dışı giderlerin ise yüzde 9 oranında
artacağı öngörülmektedir. 2010 yılında gayrisafi yurt içi hasıla deflatörünün
yüzde 5, TÜFE’nin ise yüzde 5,3 artacağı düşünüldüğünde 2010 yılında bütçe
giderlerinde oldukça önemli reel artışlar olacağı anlaşılmaktadır. Ayrıca,
daralan iç talep, harcama eğiliminin zayıflaması, gelir yetersizliği 2010
yılında 2009 yılına göre gelir vergisi tahsilat artışı hedefinin yüzde 10,2
oranında tahmin edilmesinin çok hatalı ve basiretli bir davranış olmadığını
ortaya koymaktadır.
Toplam KDV tahsilatında 2010 yılı hedefi ise yüzde 21,6’lık bir
artışla 52 milyar 744 milyon lira düzeyindedir. Hükûmetin gelir vergisinde
yüzde 10,2’lik bir artış öngörmesi, toplumun gelirlerinin yüzde 21,6
artmayacağını göstermektedir. Enflasyon beklentisinin yüzde 5,3, büyüme hedefinin
yüzde 3,5 olmasına, tüketimin ve fiyatların artmayacağının öngörülmesine rağmen
yüzde 21,6 KDV tahsilat artış hedefi tam anlamıyla bir tutarsızlık örneğidir.
Kamu çalışanlarına yönelik, 2010 yılında da altışar aylık dönemler
itibarıyla yüzde 2,5 artı 2,5 zam yapılacak olması kamu görevlileri için daha
zorlu günlerin habercisi niteliğindedir.
2010 yılı da toplumsal destekleme ve dolayısıyla çiftçi
kardeşlerimiz açısından iyi bir yıl olmayacaktır. 2010 yılında tarımsal
destekleme ödeneği nominal olarak 2008 yılındaki seviyenin altındadır.
Nitekim 2010 yılı bütçesi bu hâliyle sosyal yönü olmayan, kamu
görevlilerini gözetmeyen, milletimizin sorunlarının altında ezileceğini tescil
eden bir özelliğe sahiptir.
Hükûmetin 2010 yılı için getirdiği merkezî yönetim bütçe
parametreleri ve orta vadeli çerçeve ekonomiye ivme kazandıracak, Türkiye’nin
ilerleyen yıllarda büyümesine ve rekabet gücüne katkı sağlayacak bir kamu
yatırım programı uygulanmayacağına işaret etmektedir. Nitekim 1998-2000
döneminde kamu yatırımlarının millî gelir içindeki payı ortalama yüzde 4,8
olmuşken, 2003-2010 döneminde bu oran yüzde 3,8 olarak gerçekleşmiştir. 2010
yılında toplam kamu yatırımlarında 2009 gerçekleşme tahminine göre yüzde 8,2
oranında bir artış öngörülmektedir. Bütçe açısından bakıldığında yatırım
ödeneklerindeki artış yüzde 1,4 oranında olduğu görülecektir. Aynı kategoride
yer alan ekonomiler arasında büyümedeki düşüşün en fazla Türkiye’de olduğu,
işsizliğin en çok Türkiye’de yükseldiği ancak bu olumsuzlukların sağlıklı analizi
yapılmadan bütçe hazırlandığı net olarak anlaşılmaktadır.
Son olarak şu hususların altını çizmeyi yararlı görüyorum: 2010
yılı bütçesi bu hâliyle inandırıcı olmaktan uzaktır ve aynı zamanda
yetersizdir. Bundan dolayı Türkiye ekonomisi önümüzdeki yılı daha büyük
zorluklar içinde geçirecek, milletimiz adına umut verici gelişmeler
yaşanmayacaktır. Kendisi gibi inandırıcılıktan ve samimiyetten mahrum bir bütçe
hazırlayan AKP İktidarı ile gelecek yıl da şimdiden kaybedilmiş gözükmektedir.
Büyük bir ekonomik krizin içinden çıkış arayan ülkemiz önümüzdeki yılın
bütçesiyle hiçbir sorunu aşamayacak “Ne yapalım, dünyada da kriz var.” diyen
bakış açısıyla Hükûmet teslimiyetçi tutumunu ekonomide de sürdürecektir.
Bu bütçede Hükûmet işsizlik sorununun çözümünde devleti devre dışı
bırakmış, istihdamı özel sektörün inisiyatifine terk etmiştir. Ne var ki daha
şimdiden 50,1 milyar TL olarak öngörülen bütçe açığıyla özel sektörün
kullanacağı finans imkânlarını kendine kullanacağını da ilan ederek özel
sektörün yatırım konusunda da önünü kesmiştir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; kısaca Türkiye’miz için
siyasi ve ekonomik krizler, belirsizlikler, çalkantılar ve gerginliklerle
geçen, gelecek için kaygılarımızın derinleştiği kayıp bir yıl olan 2009’dan
sonra 2010 yılının da heba edilen bir yıl olacağı anlaşılmaktadır ve bütün
veriler 2010 yılının içinde bulunduğumuz 2009 yılından daha zor olacağını
göstermektedir. Öngörülen gelirler toplanamayacak, giderler ise hedeflerin
üzerine çıkacaktır. Bu bütçe hesap bilmezliğin değilse milleti aldatma
anlayışının bir ürünüdür. Gerçeklerden uzak, sanal beklentilerle hazırlanan
2010 bütçesinde işçiye, memura, çiftçiye, emekliye, esnafa, işsize, yoksula,
dar ve sabit gelirlilere bir umut yoktur. Müteşebbise, sanayiciye umut yoktur.
Yatırıma, üretime ve istihdama bir umut yoktur. Eğitime, sağlığa, huzura ve
kardeşliğe umut yoktur. Bütçenin ülkemizin ve milletimizin geleceğini
şekillendirecek tercihleri ve öncelikleri dikkate alan ve ortaya koyan bir
vizyonu da yoktur. Daha mutlu, daha müreffeh, daha huzurlu bir Türkiye’nin
müjdesi de yoktur.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak samimi beklentimiz,
insanlarımızın mutlu, huzurlu ve gelecekten daha umutlu olduğu, devleti, ülkesi
ve milletiyle bir ve bütün olarak daha güçlü bir Türkiye’nin birlikte
inşasıdır. Millet yararına olmayan hiçbir işin içerisinde olmadık, olmayacağız.
Biz, daima, millet yararına çabaların içinde olacağız. Hükûmetin bu yöndeki
çabalarına da katkıda bulunmaya hazırız.
Bu duygu ve düşüncelerle, 2010 yılı merkezî yönetim bütçesinin
ülkemize ve milletimize hayırlı sonuçlar getirmesini diliyorum. Televizyonları
başında bizleri izleyen vatandaşlarıma saygı ve sevgiler sunuyorum. Konuşmama
son verirken hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından ayakta
alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Bahçeli, teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, gruplar adına konuşmalar tamamlandı. Şimdi,
bütçe kanunu tasarıları üzerindeki görüşmelere şahıslar adına söz isteyen
arkadaşlarımıza söz vererek devam edeceğiz.
İlk söz, bütçenin lehinde olmak üzere, Karaman Milletvekili
arkadaşımız Sayın Lutfi Elvan’a ait.
Sayın Elvan, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
LUTFİ ELVAN (Karaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
2010 Yılı Merkezi Bütçe Kanunu Tasarısı hakkında söz almış bulunuyorum. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
1929 yılında yaşanan büyük buhrandan sonra dünyada yaşanan en
büyük küresel krizden ülkelerin büyük çoğunluğu önemli ölçüde tahribat
görmüştür değerli arkadaşlar. Ancak ülkemiz almış olduğu önlemler sayesinde
yapısal bir tahribat görmemiştir ancak konjonktürel etkilenmeler olmuştur. 2001
yılına baktığımızda dünyanın hiçbir yerinde kriz yaşanmamış iken ülkemiz bir
krizle karşı karşıya kalmış ve önemli ölçüde yapısal bir tahribat görmüştür.
Krizin oluşturduğu tahribatın bedelini vatandaşımız ödemiştir ancak bugünkü
global krizin konjonktürel etkisini vatandaşımıza ödetmedik ve ödetmeyeceğiz.
2010 yılı bütçesi sağlam ve gerçekçi bir makro ekonomik çerçeveye
sahiptir değerli arkadaşlar. 2010 yılında öngörülen yüzde 3,5 büyümenin rahatlıkla
gerçekleştirilebileceğine inanıyoruz. Bakın bu iyimser tabloyu sadece biz
görmüyoruz, uluslararası kuruluşlar, Türkiye’yi krizden en hızlı çıkacak olan
ülkeler arasında saymaktadır. OECD, ülkemizin 2010 yılında yüzde 3,7 oranında,
2011 yılında ise yüzde 4,6 oranında büyümesini öngörmektedir.
Bunun anlamı şudur değerli arkadaşlar: 2010 yılında Türkiye OECD
ülkeleri arasında ikinci en hızlı büyüyen ülke olacak demektir. 2011 yılında
ise yine OECD ülkeleri arasında birinci en hızlı büyüyen ülke olacak demektir.
Burada büyümeden bahsedilmişken, Sayın Baykal’ın değindiği hususa
bir nebze ben de değinmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, elimde Uluslararası Ekonomik Göstergeler
kitabı var. Bu kitapta elli yedi ülkenin büyüme rakamları var ve bu elli yedi
ülke toplam dünya gayrisafi yurt içi hasılasının yüzde 99,9’unu alıyor değerli
arkadaşlar. Sayın Baykal, sadece bir yılı aldı, 2007 yılını aldı ve dedi ki…
Zannedersem 130 küsur düzeyinde bir sıralama söyledi. Bu 57 ülke arasında
değerli arkadaşlar, Türkiye 30’uncu sırada. 2007 yılı için söylüyorum. 2005
yılına baktığımızda Türkiye 6’ncı sırada. 2004 yılına baktığımızda Çin’den
sonra Türkiye en hızlı büyüyen bir ülke değerli arkadaşlar.
Biz farklı bir kulvarda koşuyoruz. Lütfen bizi rakiplerimizle
kıyaslayın değerli arkadaşlar. Bizi, Gine’yle, Fas’la, Burkina Faso’yla,
Mali’yle kıyaslamayın lütfen. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Arjantin ve Brezilya’dan bahset!
ABDULLAH ÖZER (Bursa) – G-20’lerle kıyasla.
LUTFİ ELVAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, diğer bir husus: Yine
bizim işçimizin, memurumuzun, sigortalımızın gelir durumunun oldukça kötü
olduğu söylendi.
Ben, Sayın Bakanımız Şimşek veya Yılmaz’dan, şu tablonun tüm
milletvekillerine dağıtılmasını istiyorum değerli arkadaşlar. Bu tablo neyi
gösteriyor? 2002 yılından 2009 yılına kadar devlet memurlarında,
BAĞ-KUR’lularda, SSK’lılarda ne kadar artış sağlandığını gösteriyor.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hepsi refah içinde!
LUTFİ ELVAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, burada sadece ve
sadece reel anlamda bir tek alanda düşüş var. O de nedir biliyor musunuz
değerli arkadaşlar? Yüksek düzeyli memurların maaşında. Bizim sosyal adalet
anlayışımız budur değerli arkadaşlar, budur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bu tablonun tüm özellikle muhalefet partisi milletvekillerine dağıtılmasını
istiyorum değerli arkadaşlar.
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Tabii, tabii.
LUTFİ ELVAN (Devamla) – 2002-2009 döneminde ne kadarlık bir reel
artış sağladığımızı hepiniz göreceksiniz. Özürlülerde yüzde 450, BAĞ-KUR’lularda yüzde 155. Bunlara lütfen
bakınız, lütfen.
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Kaç lira?
LUTFİ ELVAN (Devamla) – İşsizliğe yönelik olarak değerli
arkadaşlar, şunu belirteyim, şunu belirteyim…
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – BAĞ-KUR emeklisinin maaşı kaç lira
oldu? Onu söyle!
LUTFİ ELVAN (Devamla) – Avrupa ülkeleri arasında istihdam
yaratmada en iyi ülke konumundayız. Elbette işsizlik rakamlarımızda yükseklik
var. Bunu biz kabul ediyoruz ama istihdam yaratmada en başarılı ülke biziz.
Rakamlara bakınız…
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – İşsizlik filan yok memlekette!
LUTFİ ELVAN (Devamla) – Rakamlara bakınız. Size şunu söyleyeyim:
2004-2008 döneminde AB ülkeleri arasında tarım dışı alanda istihdam sağlamada
yüzde 16,2’lik bir artış sağlamış iken bizi takip eden ikinci ülke ise
İrlanda’dır, yüzde 15,2. Birinci sıradayız değerli arkadaşlar. Bunları
görmezden gelmeyelim lütfen.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dünyada yaşanan…
Bir hususa daha değinmek istiyorum yine Sayın Baykal’la ilgili
olarak. Yine, hormonlu büyümeden bahsetti değerli arkadaşlar. Ben size şunu
söyleyeyim: Avrupa’da şu anda tüketilen her 2 televizyondan 1 tanesi
hormonludur arkadaşlar, bunu biliniz. Avrupa’da tüketilen otomobiller,
kullanılan otomobiller hormonludur, bunu da biliniz çünkü bunlar Türkiye’de
üretiliyor arkadaşlar, Türkiye’de üretiliyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK PARTİ son yedi yılda
yapmış olduğu reformlarla değişimin ve dönüşümün simgesi hâline gelmiştir. AK
PARTİ’nin diğer partilerden en büyük farkı yenilikçi olmasıdır, dünyaya açık
olmasıdır, yapısal sorunlardan kaçmayan, aksine bu sorunların üzerine giden ve
çözüm üreten bir parti olmasıdır. Tüm planlarını ve programlarını finansmanıyla
birlikte ortaya koyan ve bunları bir eylem planına dönüştürerek bizatihi
uygulayan bir partidir değerli arkadaşlar. AK PARTİ, bir taraftan dünyaya açık,
piyasa ekonomisine dayalı, rekabetçi politikalar uygularken diğer taraftan
sosyal devlet ilkesini hayata geçiren bir partidir. Gerçekleştirilmesi güç
olduğu bilinen bu politikayı AK PARTİ uygulamış ve başarmıştır. AK PARTİ
dünyaya rekabetçi bir anlayışın sosyal devlet anlayışıyla paralel
götürülebileceğini göstermiştir değerli arkadaşlar.
CANAN ARITMAN (İzmir) – Sosyal devlet mi kaldı?
LUTFİ ELVAN (Devamla) – Peki, bu nasıl başarılmıştır? Değerli
arkadaşlar, biz hiçbir zaman popülist davranmadık, halkın sesine kulak verdik,
çağdaş dünyayı yakinen takip ettik, rasyonel olan neyse onu yaptık. AK PARTİ
olaylara bütüncül yaklaşımıyla güven ve istikrarın teminatı olmuştur değerli
arkadaşlar.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sokaklar kan gölü!
LUTFİ ELVAN (Devamla) – Biz, birilerinin yaptığı gibi,
geleceğimizi karartma pahasına otuz sekiz-kırk yaşındaki insanımızı emekli
etmedik değerli arkadaşlar. Biz çocuklarımızı düşünüyoruz, biz partimizden çok
geleceğimizi düşünüyoruz.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Mezarda emekli edeceksiniz!
LUTFİ ELVAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, AK PARTİ sorunlardan
şikâyet eden bir parti değil, sorunlara çözüm üreten bir partidir. AK PARTİ
yıllardan beri iktidara gelen hükûmetlerin üzerine gidemediği kronik sorunların
üstesinden gelmiştir. Tam yirmi beş yıl, tam yirmi beş yıl bu ülkenin
siyasetçileri, ekonomi profesörleri, köşe yazarları enflasyonun nasıl düşürüleceğini
tartışmışlardır arkadaşlar, tam yirmi beş yıl ve buna çare bulamamışlardır,
sonuç nafile olmuştur, imdada AK PARTİ yetişmiştir.
Değerli arkadaşlar, yıl 1961, Türkiye ilk kalkınma planını
hazırlıyor ve planda sosyal güvenlik reformundan bahsediliyor. Bu husus daha
sonraki kalkınma planlarının değişmez bir maddesi hâline geliyor ancak hiçbir
iktidar bu sorunun üzerine gitme cesaretini bile gösteremiyor. Sonunda imdada
yine AK PARTİ yetişiyor değerli arkadaşlar.
AK PARTİ öncesi iktidarlar, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne yönelik
hiçbir finansal ayağı olmayan paketler üstüne paketler açıyorlar, çok güzel
raporlar hazırlıyorlar ancak bunlar hiçbir zaman uygulamaya dönüştürülemiyor,
sadece ve sadece rafları süslüyor. AK PARTİ İktidarı ise bölgeye yönelik programını
hazırlıyor, bunu eylem planına dönüştürüyor, bütçeye gerekli ödenekleri koyuyor
ve uygulamaya geçiriyor değerli arkadaşlar, GAP Projesini hızlandırıyor.
GAP Projesinden bahsedildi. Değerli arkadaşlar, beş yıl için aşağı
yukarı 22 milyar TL’lik ödenek ayrılmıştır. Bunlar lafta değil, raflarda olan
dokümanlarda değil, bizatihi gerçekleştirdiğimiz ve gerçekleştireceğimiz
şeylerdedir.
“SODES” adını verdiğimiz Sosyal Destek Programını başlatıyor. Yine
tüm ülke çapında yerel kalkınmayı harekete geçirmek için kalkınma ajansları
kuruyor, cazibe merkezleri oluşturuyor. Ne için? İllerimizin, bölgelerimizin
potansiyelini harekete geçirmek için, yerel düzeyde insan kaynağımızı
güçlendirmek için; kısacası Anadolu’yu ayağa kaldırmak için, Erzurum, Van,
Şanlıurfa, Mardin gibi illerimizi cazibe merkezleri yapmak için…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Elvan, size de ilave süre vereceğim. İki dakikada
ta-mamlayabilir misiniz.
LUTFİ ELVAN (Devamla) – Lütfen…
BAŞKAN – Buyurun.
LUTFİ ELVAN (Devamla) – Acaba AK PARTİ öncesi iktidarlar
KOBİ’lere, gençlere, kadınlara yönelik ne tür programlar uyguladı? Bunları çok
merak ediyorum ve burada dinlemek istiyorum. KOSGEB, Kredi Garanti Fonu,
Türkiye İş Kurumu gibi kuruluşlar AK PARTİ öncesi, adının olup varlığının
tartışıldığı kuruluşlardı değerli arkadaşlar.
ÇETİN SOYSAL (İstanbul) – Şimdi, hortumlama yeri oldular!
LUTFİ ELVAN (Devamla) – İktidarımız döneminde bu kuruluşlar aktive
edilmiş, binlerce KOBİ’ye destek sağlanmış, on binlerce insanın meslek edindirme
kurslarına katılımı sağlanmıştır. Sadece örnek olması açısından söylüyorum:
Bizden önceki iktidarlar döneminde yılda 10 milyon lira bile çok görüldü aktif
iş gücü programlarına değerli arkadaşlar, 10 milyon lira bile tahsis edemediler
aktif iş gücü programlarına. Biz 2009 yılında 511 milyon lira, 2010 yılında 495
milyon lira ödenek tahsis ettik. Sadece ve sadece bu yıl 200 binin üzerinde
insanımız aktif iş gücü programlarından faydalandı. Bana şunu söyleyebilir
misiniz: “Bizden önceki iktidarlar döneminde yılda birkaç bin kişi aktif iş gücü programlarından faydalandı.” Kimse
bunu söyleyemez değerli arkadaşlar.
Kısacası, değerli arkadaşlar, biz üretken bir toplum oluşturmaya
çalışıyoruz. Geri kalmış ülkelerin her şeyi devletten bekleyen anlayışı yerine,
çalışmak isteyene, üretmek isteyene, girişimci olmak isteyene destek verme
anlayışını yerleştirmeye çalışıyoruz. Diğer taraftan, bu yaklaşıma paralel
olarak altyapı yatırımlarına öncelik veriyor, sosyal devlet anlayışını yerine
getiriyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, artık sadece
nicelik olarak büyümüyor, nitelik olarak da büyüyor. Türkiye’nin artık ölçeği
değişmiştir. Türkiye, artık millî gelir açısından, kişi başı gelir açısından,
dış ilişkiler açısından farklı bir düzleme girmiştir. Türkiye’nin sadece
bölgesel bir güç olmadığı, aynı zamanda dünyada nüfuz alanının önemli ölçüde
genişlediği zikredilmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Elvan, ilave süreniz de doldu. Lütfen, Genel Kurulu
se-lamlayın, tekrar açıyorum.
LUTFİ ELVAN (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.
Bunlar sadece benim değil dış dünyanın da tespitleridir değerli
arkadaşlar.
Konuşmama son verirken şunu belirtmek istiyorum: Her ülkede olduğu
gibi bizim ülkemizde de elbette sorunlar var ancak AK PARTİ İktidarı bu
sorunları çözecek güç ve inanca sahiptir. 2010 yılı bütçesi önümüzü daha da
açacak, gücümüze güç katacak bir bütçedir değerli arkadaşlar.
Beni dinlediğiniz için hepinize çok teşekkür ediyor, saygılar
sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Elvan, teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, Hükûmetin söz talebi vardır.
Şimdi Hükûmet adına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı kürsüye davet
ediyorum.
Buyurun Sayın Erdoğan. (AK PARTİ sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyor, 2010 mali yılı bütçe
kanunu görüşmelerinin ülkemize, milletimize hayırlı olmasını diliyorum.
60’ıncı Hükûmet olarak 3’üncü bütçemizi, 58, 59 ve 60’ıncı
Hükûmetler olarak da 8’inci bütçemizi bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kurulunda görüşmeye başlıyoruz.
Konuşmama başlarken Bursa Kemalpaşa’da hayatını yitiren 19 madenci
kardeşimize Allah’tan rahmet diliyorum.
Yine, Tokat Reşadiye’de terörist saldırı sonucu şehit olan 7
Mehmetçiğimizi de rahmetle anıyor, Allah’tan rahmet dilerken tüm yakınlarına ve
milletimize başsağlığı temennisinde bulunuyorum.
İstanbul’da terör örgütünün istismar ettiği çocukların
gerçekleştirdiği terör eyleminde molotoflu saldırıya maruz kalarak yaşamını
yitiren Serap kızımıza da bir kez daha Allah’tan rahmet, ailesine sabırlar,
başsağlığı diliyorum.
Özellikle konuşmamın hemen başında bir gerçeği vurgulayarak bazı
tespitleri yapmak istiyorum. Tabii burada bu değerlendirmeleri yaparken de
herhâlde hiç rahatsız olmamak gerekir. Zira, bu bir bütçe müzakeresi. Gönlümüz
arzu eder ki tamamen bütçeyi konuşalım ama bütçenin dışında da çok açık, net,
burada çok farklı konulara da girilebiliyor.
Sayın Baykal, Reşadiye saldırısını PKK’nın gerçekleştirdiğini
söyleyemediğimizi, spekülasyon ürettiğimizi ifade etti.
Devlet yönetimi bir ciddiyet gerektirir.
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Çok ciddisiniz, çok!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Devlet ve hükûmet aklına
estiğini konuşmaz, tespitlerini yapmadan, delillerini bulmadan konuşmaz. Zira,
ülkede bir tane terör örgütü yok, terör örgütünün farklı isimlerdeki terör
örgütleriyle de iş birliği hâlinde uygulamış olduğu, dayanışma hâlinde
uygulamış olduğu terör de var.
RASİM ÇAKIR (Edirne) – Mesela?
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bunları tespit ederek
açıklamaktır asıl olan.
CANAN ARITMAN (İzmir) – Olmaz böyle bir şey ya.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bakın arkadaşlar, bizler
sizleri hep dinledik, ne söylediyseniz dinledik. Lütfen dinlemesini bir
öğrenin.
ÇETİN SOYSAL (İstanbul) – Sen dinlemedin.
CANAN ARITMAN (İzmir) – Ama insanın kanına dokunuyor.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Saldırıyı terör örgütü
üstlenmiştir. Ve burada spekülasyonlara fırsat vermeden, terör örgütünün
üstlendiği gibi, bizler de aynı şekilde terör örgütünün reklamını,
propagandasını yapar gibi sürekli ismini zikretmeyi de doğrusu hiçbir zaman
kendi devlet ciddiyetimizle uyumlu bulmuyoruz. (CHP sıralarından gürültüler)
ÇETİN SOYSAL (İstanbul) – Üç maymunu oynayacağız, görmeyeceğiz,
duymayacağız, konuşmayacağız!
CANAN ARITMAN (İzmir) – Sayenizde…
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen, yerinizden söz atmayın.
Böyle bir usulümüz yok, böyle bir usulümüz yok.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Daha önce söylediğim
gibi, Reşadiye saldırısı bir provokasyondur. Evet, açılıma yönelik bir PKK
provokasyonudur, millî birlik ve kardeşlik sürecine yönelik terör örgütünün bir
sabotajıdır. Bunu bile saptıran bir anlayış, yanlış muhalefet tarzının somut
bir örneğidir.
Değerli milletvekilleri, daha önceki yedi bütçemizde olduğu gibi,
2010 yılı bütçesi de Türkiye'nin imkânlarını, fırsatlarını, potansiyellerini
azami derecede milletimizin istifadesine sunan, sosyal yönü güçlü, ülke ve
dünya gerçekleriyle örtüşen bir bütçe olarak hazırlanmıştır.
Hiçbir zaman, ben, muhalefetin “iktidar başarılı olmuştur”
demesini zaten beklemiyorum. Böyle bir şeyi kim bekler? Böyle bir şey olduğu
zaman, zaten bu koltukların boş kalması lazım. Ona ihtiyacımız yok. Biz, bu
noktada, iktidarın ne denli doğru yapıp yapmadığını sandıkta, milletimizin
huzurunda görüyoruz. Onun için de dört seçimde, milletimiz zaten iktidara,
doğru mu yaptı, yanlış mı yaptı, gereken değerlendirmesini yaptı. Evvel Allah,
bundan sonra da yapacak. Bundan hiç endişemiz yok. Biz bu konularda rahatız.
Bütçe görüşmeleri sadece bütçe rakamlarının analiz edildiği, değerlendirildiği
değil, aynı zamanda ülke gündeminin ele alındığı, partilerin vizyon ve ufuklarının
ortaya konulduğu, yapılanların, yapılacakların teklif edildiği ve önerilerin
değerlendirildiği görüşmelerdir. Aziz milletimizin, yapılan her
değerlendirmeyi, söylenen her sözü, ortaya konan üslup ve tarzı, düzeyi en iyi
şekilde değerlendireceğine, adalet terazisinde herkesin notunu vereceğine
doğrusu ben ve grubum inanıyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle, şu hususu bir
kez daha altını çizerek ifade etmekte fayda görüyorum: Türkiye'nin meseleleri
iç içe geçmiş meselelerdir. On yıllar boyunca çözümsüz bırakılan, çözümsüzlüğe
terk edilen ve üst üste biriken meseleler zaman içinde birbirini besler hâle
gelmiş ve girift bir yapı arz etmeye başlamıştır. 3 Kasım 2002 seçimleri
sonrasında iktidarı devraldığımızda ülkenin tüm meselelerine biz böyle bir
bütünlük içinde baktık. Ekonomik kalkınmanın, refahın, demokratikleşmeden ayrı
olmadığını düşündük. Dış politikayı ekonomik kalkınmadan, demokratikleşmeyi
hiçbir zaman ekonomik kalkınmadan ayrı düşünmedik. Demokratikleşme alanında
yaptığımız reformlar bir yandan ekonomiyi güçlendirirken bir yandan da dış
politikada elimizi güçlendirdi. Özetle, bütün meselelere eşit yoğunlukta, eşit
ağırlıkta eğildik ve Türkiye’yi her alanda sağlıklı ve istikrarlı şekilde
büyütmenin mücadelesini verdik. Eğer, demokratikleşmeyi erteleyip bütün
mesaimizi ekonomiye sarf etseydik bugün elde ettiğimiz başarılara ulaşmamız
mümkün olamazdı ya da dış politikaya odaklanıp ekonomiyi, demokratikleşmeyi
ihmal etseydik, erteleseydik Türkiye’ye bugün sahip olduğu uluslararası
ağırlığı ve itibarı kazandıramazdık. Biz, Türkiye’yi topyekûn ayağı
kaldırmanın, her alanda bir bütünlük içinde geliştirme ve kalkındırmanın
gayreti içinde olduk.
İlk günden itibaren üzerinde durduğumuz iki kavram var: İstikrar
ve güven. İşte bu iktidar istikrarı sağlamıştır, güveni sağlamıştır. Bunu
sağladığı içindir ki küresel sermaye Türkiye’ye hiçbir dönemde görülmediği
kadarıyla gelmiştir. Bu, yatırımlarla ortadadır, rakamlarla ortadadır. Eğer,
Türkiye’yi dolaşıyorsanız, geziyorsanız zaten bunları görürsünüz ama burada
söyleyemezsiniz çünkü işinize gelmez.
ÇETİN SOYSAL (İstanbul) – Sayın Başbakan, siz gezmiyorsunuz,
ülkenin hâlini görmüyorsunuz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Benim bütün hayatım
oralarda geçiyor.
Güven ve istikrar sağlanmadan, hiçbir gelişmenin, kalkınmanın,
ilerlemenin olmayacağını çok iyi biliyorduk. Bu yüzden, güven ve istikrarı
tesis etmeyi öncelikli mesele olarak gördük. Memnuniyetle ifade etmeliyim ki
güven ve istikrarı sağladığımız oranda Türkiye gelişti, büyüdü, kalkındı,
çağdaş uygarlık seviyesinin üzerine çıkma yolunda emin adımlarla ilerledi,
ilerliyor.
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Yoksulluk rakamlarını söyle!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Demokratik ve ekonomik
istikrarı sağladığımız oranda, ekonomik ve siyasi reformları hayata
geçirdiğimiz oranda, Türkiye'nin çıtasını daha yükseklere yükselttik.
Türkiye'nin nereden nereye geldiğini halkımızla birlikte bütün dünya da çok iyi
görüyor. Tabii, şimdi burada, Türkiye'nin nereden nereye geldiği konusunu söylemeyi
yanlış telakki edenler de var. Ee, bunu yapacağız ki ortaya çıksın, bir
muhasebe yapacağız. Yani, millet sizi muhasebeye çekmeden siz kendinizi
muhasebeye çekeceksiniz: Neredeydik, nereye geldik?
CANAN ARITMAN (İzmir) – Terörden başlayalım!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bakınız, sene 99,
Türkiye'nin büyüme oranı eksi 4,7; sene 2000, büyüme oranı 6,8; 2001, eksi 5,7;
2002, 6,2; 99-2002 ortalaması binde 5. İktidarda kim var? MHP, DSP, ANAP var.
Ortalama bu. Biraz sonra bizim ortalamayı tekrar göreceğiz.
Değerli arkadaşlar, 94’te, SHP koalisyon ortağı, büyüme öngörüsü
artı 4,5. Peki, gerçekleşen ne? Eksi 6,1.
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Ama sizin de aynı, eksilerde.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bakın, ben size rakamlar
veriyorum, hayalî konuşmuyorum.
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Biz de rakamlar veriyoruz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Türkiye'nin ülkelerden
bir ülke olmadığı, içine kapanan, kendi sorunlarıyla bile baş edemeyen bir
konumdan kurtularak yıldızı parlayan bir bölgesel güç olduğu daha iyi
görülüyor. Türkiye, her alanda tarihinde görülmemiş gelişmelere imza atıyor,
rekorlar kırıyor, küresel ve bölgesel roller üstleniyor, takdirle adından
bahsedilen bir ülke konumuna geliyor.
Değerli arkadaşlar, biz burada bütün değerlendirmeleri yaparken
ebediyete intikal etmiş büyüklerimizin gerçekleştirdiği rakamlardan öte, onları
hedef olarak alalım ama biz kendimiz yaşıyoruz, bu hayatı yaşayanlar olarak bu
hesabı biz vereceğiz, biz! Biz ne yaptık?
Siz ne yaptınız Sayın Baykal? Siz ne yaptınız Sayın Bahçeli? Bunu
söyleyin, bunu söyleyin! (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Şu noktaya özellikle dikkatlerinizi çekmek istiyorum: Türkiye, biz
geldiğimizde, 2002 yılının sonunda, TL cinsi iskontolu borçlanma senedi için
-lütfen dikkat ediniz, yaklaşık veriyorum rakamı- tam 62,7’dir, yaklaşık olarak
63 oranında faiz ödüyordu. Reel olarak Türkiye'nin ödediği faiz, 2002 yılında
yüzde 28 düzeyindeydi.
Bu ülkenin varlıkları, bu ülkenin gelirlerinin, kaynaklarının,
enerjisinin, kazançlarının yüzde 62,7’si, evet, ürettiğimiz her 100 liralık
değerin 62,7 lirası faiz olarak dağıtılıyordu. İktidarda kim var? MHP, DSP,
ANAP var. İşverenlerin, sanayicilerin, esnafın, çiftçi kardeşimin, işçi, memur
kardeşimin kazancı, alın teri, emeği, ekmeği, sofrasındaki yemeği, faiz olarak
borç verenlere aktarılıyordu.
Yedi yılda bu oranı kademe kademe düşürdük. En alt noktada
geldiğimiz yüzde 7 gibi rekor bir orandı, yüzde 7. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) En son cuma gününün rakamını vereyim sizlere: 9,1. En son cuma
gününün rakamı, taze rakam.
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Enflasyon kaç?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Enflasyonu da veririm,
ne merak ediyorsunuz? Yüzde 30’la devraldık, şu anda enflasyon 5,5. Aradaki
fark ortada, fark ortada… (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Uzaydan birileri
bunu kulağıma söylemiyor, işte resmî rakam: Yüzde 30’la aldık, şu anda
5,5.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hedefiniz nedir Sayın Başbakan?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ama -bir başka duruma
daha geleyim- sizlerin de içinde bulunduğu koalisyon dönemlerine bakın, üç
haneli rakamı bile bu ülke enflasyonda gördü, üç haneli…
Değerli arkadaşlarım, reel faiz ne oldu? Yüzde 2,5’a kadar
geriledi. Bakınız, geldiğimiz nokta bu.
Şimdi bu aradaki fark kimin cebinde duruyor?
ÇETİN SOYSAL (İstanbul) – AKP’nin cebinde duruyor.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Benim milletimin cebinde
duruyor; benim köylümün, işçimin, memurumun cebinde duruyor.
CANAN ARITMAN (İzmir) – Hepsi ağlıyor.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Şimdi bu para, kurda
kuşa değil, benim milletimin sofrasına gidiyor.
ÇETİN SOYSAL (İstanbul) – Hangi sofra?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bu aradaki fark benim
ülkemin kalkınmasına, ilerlemesine, büyümesine harcanıyor. Yaklaşık 54 puanlık
fark, Türkiye için, aziz milletimiz için okula dönüşüyor, hastaneye dönüşüyor,
yola dönüşüyor, baraja dönüşüyor, adalet saraylarına dönüşüyor; emniyete, ücret
artışlarına dönüşüyor, işe, aşa dönüşüyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
CANAN ARITMAN (İzmir) – İş nerede? Olmayan iş.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım,
acaba niçin bu kadar faiz oranları yüksekti? Değerli arkadaşlarım, Türkiye,
enerjisini, kaynaklarını, milletimizin alın terini neden bu yüksek faiz
oranlarına harcamak zorunda kaldı? Bu faizi bu kadar yüksek kılan nedir?
Değerli milletvekilleri, her ülkenin bir risk primi vardır, her
ülkenin riskine göre piyasada bir faiz oranı oluşur. İşte, bu prim yüksek
olduğu için faiz oranı da neydi? Yüksekti. Olay bu kadar basittir. Ülkeyi bu
duruma götüren o günün yönetimleriydi.
Değerli arkadaşlarım, çatışmalarla, terörle, gerilimle,
umutsuzlukla gündemde kalan, meselelerine cesaretle el atamayan, sorunlarının
çözümü için samimiyetle, kararlılıkla risk almayan, alamayan bir ülke, her
alanda olduğu gibi, ekonomide de geri kalmaya, yerinde saymaya, ülkelerden bir
ülke olmaya mahkûm olur.
2002 yılında milletimizin ödemiş olduğu yüzde 63 oranındaki
faizin, onun öncesinde ödenen yüzde 5 bin, yüzde 7 bin faiz oranlarının anlamı
budur. Bu yüksek oranların anlattığı işte budur. Kim vardı iktidarda? MHP, DSP,
ANAP vardı.
2002 yılında Türkiye'nin risk primi 7 iken bugün risk primimiz
yüzde 2’ye indi. Tek başına şu faiz oranındaki risk primindeki düşüş bile
Türkiye'nin sadece ekonomide değil, diplomaside, demokratikleşmede ulaştığı
noktanın elde ettiği saygınlığın, itibarın, ağırlığın en somut, en bariz
göstergesidir. Ne yazık ki bu ülke, yıllar boyu ağır bedeller ödemeye mahkûm
bırakıldı. Bu ülke, faiz yoluyla ağır bedeller ödedi. Bu ülke, enflasyonla ağır
bedeller ödedi. Bu ülke, çözümden çok sorun üreten siyasetçi eliyle ağır
bedeller ödedi.
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Aynen sizin gibi!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bu bedeli bu millet
ödedi, 72 milyon vatandaş ödedi; işçi ödedi, memur ödedi; çiftçi ödedi, köylü,
esnaf ödedi; ev hanımları ödedi, emekli ödedi.
Bakın şu acı hatırlatmayı burada bir kez daha yapmak durumundayım.
Arkadaşlar bu çok önemli. Tarih 20 Şubat 2001, iktidarda MHP, DSP, ANAP var.
Burada isimlerini veremeyeceğim bazı bankalar ulusal ya da uluslararası
bankalar -altını çiziyorum- mesai saati dışında Merkez Bankasından çok yüklü
miktarlarda döviz alımı yaptılar. O günün şöyle gazetelerini bir hatırlayın.
Bir banka 1 milyar 63 milyon dolar, bir başkası 764 milyon dolar, bir başkası
426 milyon dolar -liste uzayıp gidiyor- mesai saatleri dışında Merkez
Bankasından bu alım yapılıyor. Dolar kuru ne biliyor musunuz? 685 bin lira. Bu
alımların hemen ardından kriz patlıyor.
Değerli arkadaşlarım, dolar hızla yükseliyor. Ne oluyor? 1 milyon
80 bin liraya çıkıyor. Bu bankaların birkaç saat sonraki kârları ne oluyor
biliyor musunuz? O birinci var ya 296 trilyon kazanıyor -birkaç saat sonra,
aylar değil- bir diğeri 211 trilyon, bir diğeri 116 trilyon. Bu bankaların bir
gün sonraki kârı ne oluyor biliyor musunuz? İlkininki 419 trilyon,
ikincisininki 300 trilyon, sonrakininki 166 trilyon. O da bu şekilde uzayıp
gidiyor.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sonuç ne oldu Sayın Başbakan?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – O gece en fazla alım
yapan dokuz bankanın satın aldığı döviz miktarı 4 milyar 163 milyon dolar.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sonuç ne oldu?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bu dokuz bankanın bir
saat sonraki kârı 1 katrilyon 153 trilyon, bir gün sonraki kârları 1 katrilyon
635 trilyon. Bunu benim milletime yaşattılar. Kim yaşattı? MHP, DSP, ANAP
yaşattı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar…
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sonuç ne oldu Sayın Başbakan, sonuç?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar,
sonuç, bir, o zamanın banka…
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Başındaki Rahşan affına girdi…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Başındaki, Rahşan affına
girdi. Teftiş kurulları da yine aynı dönemde bununla ilgili ne yazık ki
“Uygulamalar yasalara uygundur.” dendi, o şekilde bir raporla geçiştirildi.
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Kazanca el koyabilirdiniz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bakın, ben bir şey
söylüyorum size, ben o günün sizlere neticesini veriyorum.
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Kazanca el koyabilirdiniz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Kazanca el konulabilirdi
ifadesini… Buyurun, her şey ortada, belgeleriyle vesaire ortada. Türkiye’ye bu
reva mıydı? Bu aziz millete bu reva mıydı? Bizi, ülkeyi satmakla, ihanetle,
hıyanetle suçlayanlara buradan sesleniyorum: İhanet, hıyanet diyorsunuz, peki
bu nedir? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Milliyetçiyim diyerek ortalıkta dolaşanlara sesleniyorum:
Milliyetçiydiniz de bu ülkenin böyle göz göre göre soyulmasına neden seyirci
kaldınız? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Neden sesinizi çıkarmadınız? Akşam
karanlığında Merkez Bankası soyulurken, millî bankamız soyulurken, milletimin
bütün imkânları soyulurken milliyetçiliğinizi o gün neden hatırlamadınız? (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Milliyetçiyim diye diye bu millete bu ağır bedeli
ne hakla, hangi vicdanla, hangi insafla ödettiniz? 2001 krizi işte Türkiye’nin
böyle kötü yönetilmesinin bir sonucuydu. 2009’da yaşadığımız mali kriz ise
dünyanın kötü yönetilmesinin bir sonucudur (MHP sıralarından gülüşmeler) ve
2001 krizindeki yönetim ithal projelerle ülkeyi kurtarmaya çalıştı, biz ise
kendimiz yönetiyoruz ve yine söylüyorum: Teğet geçiyor, teğet… Bunu böyle
bilin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) 2001’de IMF’in politikalarıyla
Türkiye’yi krizden çıkarmaya çalıştınız, kendi millî politikanızı
uygulayamadınız çünkü yoktu.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Ama siz uyguladınız IMF’yle…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Milletimizin
hassasiyetlerini koruyamadınız. İki yıldır biz IMF’le bu noktada “Evet.”
demedik.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – İki yıla kadar beş yıl uyguladınız.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - “Evet” demedik.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Beş yıl… Beş yıl…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - 23,5 milyar dolar borçla
devraldık IMF’den; ödedik, ödedik, şu anda 8 milyar dolar borcumuz var. Biz
masaya adam gibi otururuz, adam! Böyle konuşuruz… Böyle konuşuruz… (AK PARTİ
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Muhalefet borçlandı biz ödedik. Yirmi bir banka o dönemin
iktidarında maalesef fona devredildi ve batırıldı.
Şu kriz döneminde, iki yılda, sadece Amerika Birleşik
Devletleri’nde, değerli arkadaşlarım, 158 banka battı. Türkiye’de bir tek banka
bile sıkıntı yaşamadı.
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Bravo, bravo! Helal olsun sana helal!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bilerek mi
konuşuyorsunuz, bağırıyorsunuz bilmeden mi?
Kılavuzlarınızı iyi seçin. Kılavuzlarınızı iyi seçmediğiniz sürece
batarsınız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bakınız, biz, bugün, Türkiye Cumhuriyeti'nin kendine özgün millî
politikasını uyguluyoruz ve millî menfaatlerimizi her konunun üzerinde
tutuyoruz. Uluslararası rasyo dünyada yüzde 8’dir. Biz bunu yüzde 12 olarak
tuttuk.
GÜROL ERGİN (Muğla) - Türkiye’yi birbirine düşürdünüz.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Dubai Anlaşması’nı bir anlatır
mısınız Sayın Başbakan?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Sen kendine sakla
bilgilerini!
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Dubai’de, Dubai’de…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Şu anda Türkiye yüzde
20’de, o döneme geldik. Bu, güçlü bir bankacılığı oluşturmadır. Bunu, bu
iktidar oluşturdu.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Şu Dubai Anlaşması’nı bir anlatır
mısınız Sayın Başbakan?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli milletvekilleri,
bakın, biraz önce de ifade ettim, cuma günü faiz oranı yüzde 9,1 olarak
gerçekleşti. Reel faiz ne? Yüzde 2,5. Evet, bu oran Türkiye Cumhuriyeti tarihinde görülen en
düşük orandır ancak açık açık ifade ediyorum, hâlâ yeterli değildir.
ÇETİN SOYSAL (İstanbul) – Tarihin en büyük travması…
BAŞKAN – Sayın Milletvekilleri, lütfen…
Sayın Soysal, sürekli laf atıyorsunuz.
CANAN ARITMAN (İzmir) – Siz de Oferler nasıl zengin edildi bir de
ondan bahsedin Başbakan. Oferler nasıl zengin edildi azıcık da onu anlatın.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen…
Sayın Başbakan, siz Genel Kurula hitap edin lütfen.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Millî birlik ve
kardeşlik sürecinin birçok hedefi var ama en önemli hedeflerinden biri işte
budur.
GÜROL ERGİN (Muğla) – Kardeşi kardeşe düşürdünüz!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Aziz milletimin şunu çok
iyi bilmesini istiyorum: Dün ödenen yüksek faizlerin içinde terör belası önemli
bir risk olarak yer alıyordu. Bugün de aynı şekilde terör, Türkiye'nin riskleri
hanesinde yazılıyor. Türkiye, terör belasından kurtulduğu anda, Güneydoğu, Doğu
Anadolu, bu bölgelerde de çok ciddi bir sıçramanın olacağı açık ve net
ortadadır.
Muhalefetin millî birlik ve kardeşlik sürecini desteklememesi
hatta karşısında durması, işte bu açıdan son derece önemlidir.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Ne istediğini söylemiyorsun ki!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Düşünün, millî birlik ve
kardeşlik süreci.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – İçi ne, içi? Ne önerdin, ne?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – İnsan bu kavrama bile
saygı duyar, saygı!
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Proje ne? Önerdiğin ne?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bak, bu kavramı
duyduğunuzda bile hopluyorsunuz. Kitabınızda kardeşlik yok, ne yapayım? Birlik
yok, beraberlik yok, ne yapayım? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Söyleyemiyorsun, içeriğini söyle!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – 2000 ve 2001 krizlerinde
bu millete çok ağır bedeller ödetenler, milletin kaynaklarını çarçur edenler
elbette bu boyutu düşünemezler, elbette bu kavramlarla bütünleşemezler.
O gün Merkez Bankasının içini boşaltanlar, bugün elbette
Türkiye'nin risk birimini, Türkiye'nin kardeşliğini, huzurunu dert edinemezler.
O gün Türkiye'nin işçisini, memurunu hatta esnafını mağdur
edenler…
ÇETİN SOYSAL (İstanbul) – Memur aç, emekli aç, işçi aç!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – …bugün elbette
Türkiye'nin geleceğine ilişkin plan, proje ve umut taşımazlar.
O gün IMF kapısında borç almak için sıra bekleyip Türkiye'nin
borcunu daha da artıranlar, bugün geldiğimiz noktayı anlayamazlar ama biz
bunları dert ediniyoruz. Biz Türkiye'nin geleceğini düşünüyoruz. Biz Türkiye'ye
ilişkin, geleceğe ilişkin büyük umutlar taşıyoruz. İşte, onun için inadına
kardeşlik diyoruz, inadına demokrasi diyoruz, inadına millî birlik ve
beraberlik diyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Stalin’e atfedilen bir sözü burada söylemekte fayda var: “Bir
kişinin ölümü trajik, 1 milyon kişinin ölümü istatistiktir.” diyor Stalin.
Şaşırdın değil mi? Hakikaten ben de şaşırdım. Evet, “40 bin kişi
hayatını kaybetti.” denildiği zaman belki yeterince vurucu olmuyor. Ama, ben
haftalardır, aylardır, yıllardır, ta partimizi kurduğumuz andan beri diyorum
ki: Sizin hiç oğlunuz, yavrunuz öldü mü? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Sizin
hiç babanız, kardeşiniz, öldü mü? Siz kendinizi… (CHP sıralarından gürültüler)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Evvela askere gidecek oğlun.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen hatibi dinler misiniz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – …hiçbir şehit annesinin,
bir şehit babasının, evladını yitirmiş bir ananın yerine koydunuz mu?
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Önce askere gidecek oğlun.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Dersim’i bir istatistik
gösterge olarak görenler, kronolojide bir cümle olarak görenler, gündelik
ifadelerle aşağılayanlar kendinizi hiç Dersimli bir ananın, babanın evladının
yerine koydunuz mu? (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Önce oğlunu askere gönder.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Her ölüm erken ölümdür.
Hele gençlerin ölümü tahammül edilemeyecek, kendi hâline bırakılamayacak,
görmezden gelinemeyecek kadar acıdır, trajiktir. Bunun bu şekilde böyle sürüp
gitmesine bizim tahammülümüz yok. Biz, ne ekonomiye salt bir istatistik olarak
bakıyoruz ne güvenlik meselesini sadece bir istatistik olarak görüyoruz.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Habur olarak görüyorsunuz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Biz, sofranın diliyle
konuşuyoruz. Biz, anaların diliyle konuşuyoruz.
CANAN ARITMAN (İzmir) – Yakında analar cevap verecek.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Biz, hesabi değil, biz
hasbiyiz, samimiyiz.(AK PARTİ sıralarından alkışlar) İşte onun için “Demokratik
açılım süreci.” dedik. İşte onun için “Millî birlik ve kardeşlik süreci.”
dedik. Böyle büyük bir projede, böyle anlamlı bir süreçte istedik ki muhalefet
de bizimle olsun.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Proje ne?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Yanımızda olsun,
yanımızda olmasa bile desteğini versin, katkısını versin, yapıcı eleştiride
bulunsun ama bakıyoruz…
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Projeyi gördük Habur’da.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Sayın Anadol, biz senin
geçmişini biliriz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Ne var geçmişimde?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Senin oradakilerden pek
farkın yok, iyi biliriz seni, iyi. İyi biliriz seni, iyi. (CHP sıralarından
gürültüler)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Bir şey bilip de söylemiyorsan
müfterisin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Başbakan, lütfen siz Genel Kurula hitap edin.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Söyle! Söyle!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Heyecanlanma! Sakin ol!
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Ben senin geçmişini biliyorum. Ben senin
gibi Hikmetyar’ın önünde resim çektirmedim, Hikmetyar’ın önünde diz çökmedim.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Süreci sabote etmek,
provoke etmek, tahrik etmek kime ne sağlar? Diyorlar ki “Ülkeyi geriyorsunuz.
Ülkeyi bölüyorsunuz.”
Peki, üç aydır attığımız bu
adımlar neticesinde hangi adım, açılım sürecinin hangi başlığı ülkeyi geriyor,
ülkeyi bölüyor?
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Habur’daki adım!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Şu ifadeleri söyleyin.
Attığımız hangi adıma alternatif ürettiniz?
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Habur’daki adım!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Gerilim üreten sizin hayalî senaryolarınız,
kara kampanyalarınız, iftira ve tahriklerinizdir. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Millet gözleriyle gördü Sayın
Başbakan, gözleriyle!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Geldiğimiz noktada,
Sayın Baykal ve grubundan rica ediyorum, kameraysa işte burada kamera,
mikrofonsa işte mikrofon. Geldiniz, konuştunuz. Milletin izlemesini
istiyorsanız, millet zaten izliyor ve lütfen sonuna kadar dinleme tahammülünü
gösterin. Umarım, yine buradan bırakıp gitmezsiniz. (AK PARTİ sıralarından
“Bravo” sesleri, alkışlar) Burası çok önemli.
1990, değerli arkadaşlarım, SHP raporu, 96 CHP Tunceli Raporu, 99
CHP Güneydoğu ve Doğu Raporu. Bunları hazırladınız, hatta 2008’de de bir tane
hazırlattınız. Fakat enteresan, tabii, gelişmeler oluyor. Öyle ki baskılar...
“Mesela, son hazırlatılan bir rapor var. Bu hazırlatılan raporda raporu
hazırlayan arkadaşlardan 1 tane milletvekiliniz, 1 tane de parti meclisi üyeniz
ve o raporu daha sonradan “Kabul etmedik.” diye açıklamalar yaptınız ve bütün bunları
yaparken kimin eli kimin cebinde belli değil ve bunu yapan partinizin yetkili
kurullarında olanlar.
GÜROL ERGİN (Muğla) – Konuşmana dikkat et!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Siz konuşurken burada
herhangi bir arkadaşımızın herhangi bir yerde yaptığı ve daha sonra farklı bir
açıklama yapmak suretiyle “Ben böyle söyledim, böyle anlatıldı.” dediği bir
konuyu bile sizler farklı şekle hep tahmil ettiniz.
Değerli arkadaşlar, bakın, Sayın Baykal’ın tereddüt etmeden bizi
gafletle, dalaletle, hıyanetle suçlayacağını biliyoruz.
GÜROL ERGİN (Muğla) – Doğru, siz osunuz!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ama kim söylüyor bunu?
Sosyal Demokrat Halkçı Partinin Doğu ve Güneydoğu Raporu, yıl 1990.
Bir başka ifade: “İster güvenlik güçlerimiz ve askerlerimiz olsun
ister ona silah doğrultan kandırılmış gençler olsun hepsi bizim
çocuklarımızdır, akmakta olan kan kardeş kanıdır.”
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Ne var bunda?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Sizin değil mi?
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Ne var bunda yahu?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – E, hani askerle genç
karşı karşıya geliyor, asker şehit ediliyor, hâlâ diyorsun ki…
DENİZ BAYKAL (Antalya) – İşine bak sen yahu, aklının ermediği
konulara girme!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ben işime bakıyorum
zaten, işimi de gayet iyi biliyorum, sana da görevini hatırlatıyorum, görevini!
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
DENİZ BAYKAL (Antalya) – İşine bak sen, işine! İçinden
geçirdiklerini söyle. Zavallı! Zavallı! Zavallı hadi! Sen Avrupa’nın verdiği
konuları çalış.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Görevini hatırlatıyorum!
(CHP sıralarından gürültüler)
Ayağa kalkma; rahat ol, rahat!
CANAN ARITMAN (İzmir) – Saygılı olun, saygılı!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “Terörle Mücadele
Yasası’nın 8’inci maddesi ve Türk Ceza Yasası’nın 312’nci maddeleri kapsamında
olup doğrudan teröre karışmamış tüm tutuklu ve hükümlüler için kısmi genel af
çıkartılarak ülkede hoşgörü ve iç barış ortamına geçişin zemini
yaratılmalıdır.”
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Evet.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “Bu anlayışla Kürt kökenli yurttaşlarımız da
dil, kültür, folklor ve kimliklerini koruma, geliştirme ve açıklayabilme; kendi
ana dillerinde yazılı basın, radyo ve televizyon dâhil her türlü medya
aracılığıyla yayın yapabilme; özel okullarda kendi ana dilleri ile eğitim
yapabilme…”
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Bizimkinde o yok.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – E, nerede yok? Burada,
burada, belge burada yanımda. (CHP sıralarından gürültüler)
DENİZ BAYKAL (Antalya) – O senin fikrin.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Yanımda, yanımda.
Sonradan çıkartarak tekrar bunu yenilediniz. Beyler, burada.
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Hiç alakası yok!
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – O senin fikrin!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “Kürt dil ve kültürü
üzerinde araştırma yapacak enstitüler ve benzeri kurumların kurulabilmesi
haklarına kavuşmalıdırlar.” Aç Tunceli Raporu’nu orada da gör.
MUSTAFA ÖZYÜRK (İstanbul) – “Enstitü” tamam.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bunları biz dile
getirmiyoruz, bu ifadelerin tamamı -açıyorum- 1996 yılında hazırlanan CHP
Tunceli Raporu’nda var.
DENİZ BAYKAL (Antalya) – CHP’nin böyle bir raporu yok.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Tunceli Raporu’nda var.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Rapor partinin resmî kararıyla olur!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bunları bana siz
gönderdiniz.
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Öyle bir şey yok!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bu da CHP’nin Tunceli
Raporu, CHP’nin Tunceli Raporu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Rapor, partinin yetkili organlarının
kararıyla oluşur.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bak, bu da aynı şekilde…
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Bu, hangi parti organının kararıyla
oluşmuş?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Herhangi bir arkadaşın
yapmış olduğu açıklamayı…
DENİZ BAYKAL (Antalya) - Önüne gelen rapor yazar. Her yazılan,
partinin raporu olmaz!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – …o zaman niçin partinin bir yetkili kurumunun
yapmış olduğu açıklamaymış gibi geliyorsun da burada konuşuyorsun? Hangi hakla?
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Partinin yetkili organının yaptığı
araştırmaya göre…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bak, ben sana kitapçığı
gösteriyorum, bunları sen gönderdin bana, sen!
DENİZ BAYKAL (Antalya) – O resmî… O resmî…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Öbürleri de aynı
şekilde…
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Hayır… Hayır, hiç alakası yok! Hiç alakası
yok!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – O zaman o kadar herhâlde
teknolojiniz gelişmemişti!
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sen, yanlış fikirlerini kamuoyuna sunmak
için CHP’nin düşüncesinden imdat istiyorsun ama başka kapıya!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “1999 CHP Doğu-Güneydoğu
Raporu…”
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Cumhuriyet Halk Partisinin, senin yanlış
projelerine destek verecek hiçbir dayanağı yok.
AHMET YENİ (Samsun) – Dinleyin! Dinleyin!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “Etnik duyarlılıklara
demokratik çözüm, çok kültürlü toplumların, çoğulcu demokrasinin vazgeçilemez
koşuludur. Ulus devlet yapısı, çoğulcu demokrasi ekseninde geliştirilmelidir.”
Devam ediyor, CHP demokratikleşme raporu: “Devletin ırkı olmaz. Devlet, tüm alt
kimliklere, farklı etnik kesimlere eşit mesafede durmalıdır.”
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Evet, doğru…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “Kürt kökenli
yurttaşlarımız da dâhil, her etnik kökenden, her alt kimlik ve kültürlerden
yurttaşımıza, isterlerse, ortak resmî cumhuriyet dilimiz olan Türkçenin ekinde,
kendi ana dil, kültür ve folklorunu daha iyi öğrenme, koruma ve geliştirme
olanakları. Kendi alt kimlik, kültür, dil ve folklorunu koruma, geliştirebilme
ve açıklayabilmede özgür olmaları. İsteyenlerin, kendi ana dillerinde, Millî
Eğitim Bakanlığı kuralları içinde özel eğitim görebilmeleri…”
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Yok, yok…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Üniversitelerde…
DENİZ BAYKAL (Antalya) -
Öyle bir şey yok! Bizde yok!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – İşine geldiğinde “evet”,
işine gelmediğinde “Biz de bu yok.”
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sen mi bileceksin!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Siz busunuz! (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sen mi bileceksin? Partinin kararları,
organları ortada, yetkili organlarının aldığı kararlar ortada. Bizim böyle bir
kararımız yok. O senin kafanda!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım,
Sayın Baykal’ı artık iyi tanıdım; akşam başka, sabah başka! (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Hadi canım sen de!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – İyi tanıdım!
DENİZ BAYKAL (Antalya) - Sabahleyin “Ofer’i tanımıyorum.”
diyorsun, öğlen “iki defa buluştum.” diye sen itiraf ediyorsun.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Şimdi, ben, DTP’nin uç
eleştirilerini, benzerini de aynı şekilde….
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Ofer’le karşılaşıp karşılaşmadığını, bir
gün de 3 defa çelişkiye düşerek söylüyorsun.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Aynı şekilde bu süreç
içerisinde maalesef bakıyorum MHP de yapıyor.
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Ofer’i tanıdın mı? Ne zaman tanıdın?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – DTP, PKK’nın muhatap
alınmamasını, PKK’yla müzakere yapılmamasını eleştiriyor. MHP, PKK’nın muhatap
alındığını, PKK’yla müzakere edildiğini söylüyor. (MHP sıralarından “Evet,
doğru” sesleri) DTP, PKK’nın tasfiye edilmeye çalışıldığını; MHP, PKK’nın
meşrulaştırılmaya çalışıldığını söylüyor. O başka, bu başka.
DENİZ BAYKAL (Antalya) – E, aynı mı onlar?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Hangisi doğru? Bizim
yaptığımız doğru. Olay bu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Çünkü biz ne onu
yapıyoruz, ne onu yapıyoruz; biz doğru olanı yapıyoruz. DTP, PKK ve DTP’nin
taleplerine sırt dönüldüğünü, ciddiye alınmadığını, devre dışı bırakıldığını;
MHP, PKK ve DTP’ye taviz verildiğini söylüyor. (MHP sıralarından “Evet, doğru”
sesleri) Hangisi doğru?
DENİZ BAYKAL (Antalya) – İkincisi, ikincisi doğru!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - İki tarafın söylemleri
bile Hükûmetin gerçekten ne yaptığını ve ne yapmadığını ortaya koyduğu gibi,
Hükûmetin ne kadar isabetli bir kararla doğru yolda olduğunu gösteriyor. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
AHMET BUKAN (Çankırı) – Yazıklar olsun! Yazıklar olsun!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Çok ilginçtir, DTP de
dağa çıkmaktan bahsediyor, MHP de dağa çıkmaktan bahsediyor. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Biz ise her zaman olduğu gibi sağduyunun sesiyiz,
birliğin sesiyiz, beraberliğin sesiyiz, kardeşliğin sesiyiz; hepinizi buraya,
Parlamentoya siyaset yapmaya çağırıyoruz, farkımız bu. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Her türlü sorunun konuşulma, tartışılma, çözülme yeri Meclistir,
demokrasidir, siyasettir.
CANAN ARITMAN (İzmir) – Öcalan’ı da çağırıyor musunuz!
ABDULLAH ÖZER (Bursa) – Öcalan da gelecek mi buraya siyaset
yapmaya!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Şimdi, Sayın Bahçeli dün
Ankara’da partilileri topladı ve dört aydır yaptığı gibi dün de bir kez daha
bana, şahsıma, partime, Hükûmetime en ağır ifadelerle, en ağır kavramlarla,
kelimelerle hakaretler yağdırdı.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Hak ediyorsun!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bunların hiçbirini
üzerime almadığımı, ciddiye de almadığımı, burada bir kez daha ifade etmek
istiyorum.
AHMET DENİZ BÖLÜKBAŞI (Ankara) – Belli almadığın, belli!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ancak, ezkaza
televizyonlarda bu konuşmaları gören, dinleyen çocuklarımızın ruh sağlığı
noktasında endişe taşıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Aziz
milletimizden, anne ve babalardan, çocuklarını, Sayın Bahçeli konuşurken
televizyondan uzak tutmalarını hassasiyetle rica ediyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
CANAN ARITMAN (İzmir) – Anneler sizi dinletmiyor Sayın Başbakan!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Biraz önce söyledim, 20
Şubat 2001’de dokuz banka, mesai saatleri dışında Merkez Bankasından 4 milyar
doları hortumladılar ve sadece bir günde 1 katrilyon 635 milyar lira para
kazandılar. Âdeta, Merkez Bankasına bir enjektör dayandı ve bu milletin
kaynakları, kazançları, alın teri, o enjektörle, maalesef, çekildi.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Stand-up’çılığı bırak, Başbakanlığa
gel!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Evet, o zaman, tabii,
Sayın Bahçeli Başbakan Yardımcısıydı…
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Stand-up’çılık yapacaksan git sahnede
yap!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - …ve Hükûmeti oluşturan
koalisyonun ortağıydı. Hesap sordunuz mu, gereğini yaptınız mı? Allah aşkına,
birilerini bölücülükle, ihanetle suçlamak sizlerin haddine mi? (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) “Bizim dönemimizde terör durdu.” diyorsunuz. Amerika
terörist başını sizlere teslim etti ve teslim etmenin…
ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) - Obama mı söyledi?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Gayet iyi biliyoruz,
teslim etti. Peki, o zaman hangi yasa uygulamadaydı? Peki, İmralı’ya kim
yerleştirdi?
METİN ÇOBANOĞLU (Kırşehir) – İdamı kim kaldırdı?
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Çıkarın, yedi yıldır iktidardasınız,
çıkarın.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli kardeşlerim,
bütün gerçekler milletimin gözü önünde devam ediyor ve “Terörle mücadele
edilmiyor.” diyerek, bu ülkenin askerine…
OKTAY VURAL (İzmir) – Bilmiyorsan konuşma!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Muhalefetin tamamına
sesleniyorum: “Terörle mücadele edilmiyor.” diyerek, bu ülkenin askerine,
polisine, jandarmasına, korucularına haksızlık, insafsızlık ediyorsunuz,
terörle mücadelede onların şevkini siz kırıyorsunuz.
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Siz engel oluyorsunuz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Defalarca, ben, her
zaman askerime de, emniyet teşkilatıma da, “Ne ihtiyacınız var?…”
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – “Yan gelip yattı” diyen kim Sayın
Başbakan?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “…Ne ihtiyacınız var? Ne
ihtiyacınız varsa bunu bize söyleyin. Ne gereği varsa, ihtiyacınız da, A’dan
Z’ye bunları yapmaya hazırız” demişizdir. Her zaman bize söylenen şudur: “Ne
istediysek aldık.” Bu olmuştur… (AK PARTİ sıralarından alkışlar) …ve şu anda da
eğer bugün Kandil’e operasyon yapılabiliyorsa, bu, İktidarımızın siyasi
başarısıdır…
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Ne zaman yaptınız?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – …diplomatik başarısıdır,
5 Kasım 2007’nin başarısıdır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Peki, hemen niye döndünüz?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Acaba, bizden önceki
yönetimler içerisinde özellikle bir önceki yönetimimiz Ankara’nın dışına
çıkabildi mi? Ankara’nın dışında acaba kaç ülkeyle oturup da bu tür konuları
görüşebildiler? Ve defalarca sınır ötesi harekât yapıldı, hâlâ yapılıyor, hâlâ
devam ediyor ve bu konuda kararlılığımız devam edecektir. Ülkemiz de aynı
şekilde.
GÜROL ERGİN (Muğla) – Ölene kadar devam edin!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Yani, terör cephesi
silahını bırakmadığı sürece askerimiz de, polisimiz de operasyonlarına son
vermeyecektir, vermez. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başbakan, Dubai ne oldu,
Dubai anlaşması?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Biz 81 vilayetin
tamamında varız, siyasetçi olarak da varız.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Dubai anlaşmasını niye
imzaladınız?
AHMET YENİ (Samsun) – Dinle! Dinle!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Siyasetçi olarak da
varız, ama siz 81 vilayetin kaçında varsınız?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Dubai anlaşmasını niye imzaladınız
Sayın Başbakan?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bir hesap yapın hesap,
Sivas’tan öteye gidebiliyor musunuz ya!
CANAN ARITMAN (İzmir) – Siz önce Diyarbakır’a gidin.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Sivas’tan öteye
gidebiliyor musunuz?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Gideriz, her tarafa gideriz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Sizin gittiğiniz yerler
belli.
CANAN ARITMAN (İzmir) – Bir gidin bakalım Diyarbakır’a da görelim!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Sizin gittiğiniz yerler
belli, biz 81 vilayetin 81’inde varız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Askerimiz nerede, polisimiz nerede, AK PARTİ de orada. Biz varız ama siz
yoksunuz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Siz yoksunuz.
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Askerin, polisin himayesinde
gidebiliyorsunuz!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım,
bakınız, siz, “Kürt kardeşimiz” bile diyemiyorsunuz, “Kürtçe konuşan kardeşimiz” diyemiyorsunuz.
GÜROL ERGİN (Muğla) – Sen “Türk’üm” diyemiyorsun.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Allah’ın Kürt olarak
yarattığı bir insana Kürt olduğunu söylemek bir lütuf mudur, bir bölücülük müdür?
İnsanlar etnik yapı olarak doğuştan öyle doğarlar, sonradan etnik ismi
kazanmazlar. Eğer bunu bilirseniz, ha o zaman Türkiye’deki farklı etnik
yapılara saygının da ne olduğunu öğrenirsiniz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Herkes kimliğiyle iftihar eder
diyoruz biz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Aferin, öğreniyorsun bir
şeyleri.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Dubai’yi bir anlat Sayın Başbakan.
Dubai, Dubai... Sayın Ali Babacan arkada oturuyor…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - “Türkiyeli olmak…” Bu
kavramı bölücülük olarak nitelendiriyorsunuz…
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Siz Dubai’yi anlatın.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) -…ihanet olarak
niteliyorsunuz. “Türkiyeliyim” demek, Türkiyeli olduğunu söylemek niçin ihanet
olsun?
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – “Türk milletinin parçasıyım” diyecek…
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Dubai Anlaşması’nı imzalayanlar
ihanet ediyor.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - “Türkiye halkı”
ifadesini kullanan Atatürk de mi bölücüydü?
GÜROL ERGİN (Muğla)- Bir kere “Türk’üm” de!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - “Türk milleti” demek,
Türkiye halkı demektir. “Türk milleti” demek, Türkiyeli olmak demektir; daha
önce de ifade ettim…
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Niye çıkarıyorsun o zaman? Niye
çıkarıyorsun?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Gazi Mustafa Kemal bu
konuyu en güzel şekilde ortaya koymuş.
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Niye çıkarıyorsun Anayasa’dan, niye?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Öğreneceksin,
öğreneceksin.
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Niye çıkarıyorsun o zaman?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bak burada, bu kürsüde
bir zamanlar siz “alt kimlik-üst kimlik” beyanlarımı yaptığımda çıldırdınız,
“alt kimlik-üst kimlik olmaz” dediniz. Daha sonra bu ifadeleri kullanmaya
başladınız.
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Hiç öyle bir şey yok, hiç öyle bir şey
yok.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bunları da öğreneceksin!
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Hiç öyle bir şey yok.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Tutanaklarda bunların
hepsi var.
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Hayır, sen farkında değilsin!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “Efendiler…” Bakınız…
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sen ne olduğunu bildiğin yok,
konuşuyorsun!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “Efendiler, burada
maksut olan ve Meclisi alinizi teşkil eden…” (CHP sıralarından gürültüler)
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Boş konuşuyorsun, boş!
İSA GÖK (Mersin) – Ayıptır ya, ayıptır!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Sayın Başkan, siz mi
susturacaksınız, ben mi susturayım? (CHP sıralarından gürültüler)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Gel sustur bakalım!
BAŞKAN – Sayın Erdoğan, siz Genel Kurula hitap etmeye devam edin.
Lütfen Genel Kurula hitap edin.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Gel sustur!
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Gel sen sustur! Hadi gel!
BAŞKAN – Lütfen oturur musunuz… Lütfen…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “Efendiler, burada
maksut olan ve Meclisi alinizi teşkil eden zevat…” (CHP sıralarından
gürültüler)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Beni nasıl susturacaksın? Nasıl
susturacaksın?
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen oturur musunuz… Sayın
Anadol, lütfen oturun. (CHP sıralarından gürültüler)
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Otur yerine, otur! Otur
yerine! Sayın Başkan, grubuna hâkim ol! Hâkim olamıyorsan biz hâkim olalım.
BAŞKAN – Sayın Erdoğan… Sayın Erdoğan…
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sen kimi susturacaksın! Neyle
susturacaksın! Sen kimsin de susturacaksın! Kimi susturacaksın sen!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Grubuna hâkim ol!
Grubuna hâkim ol! Acziyet içerisinde olma.
BAŞKAN – Sayın Erdoğan, siz konuşmanıza devam edin, Genel Kurula
hitap edin lütfen.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım…
“Burada maksut olan…”
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Senin haddine mi beni susturmak!
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Haddini bil, haddini!
BAŞKAN – Değerli milletvekilleri…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “…ve Meclisi alinizi
teşkil eden zevat yalnız Türk değildir…”
İSA GÖK (Mersin) – Haddini bil, haddini!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “…yalnız Çerkez
değildir, yalnız Kürt değildir…”
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Ülkeyi böldüğünüz yetmedi…
İSA GÖK (Mersin) – Sayın Başkan, müdahale etsenize!
BAŞKAN – Sayın Gök, susar mısınız lütfen, susar mısınız lütfen.
Burayı ben yönetiyorum. Lütfen…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “…yalnız Türk değildir.”
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Ali kıran baş kesen misin sen?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “Fakat hepsinden
mürekkep anasırı İslamiyedir, samimi bir mecmuadır.”
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Demokrasi anlayışına bak: “Sen mi
susturacaksın, ben mi susturacağım.” Kimsin sen beni susturacaksın!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım,
bakınız, ben bunu daha önce de burada sizlere takdim etmiştim.
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Daha sonra bir ulus devlet kuruldu,
onun farkında değilsin.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Meclisi mi susturacaksın? Demokrasi
anlayışınız bu mu?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bunu takdim etmiştim.
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – O 1920’den sonra bir ulus devlet
kuruldu, onun farkında değilsin sen.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ne oldu? Ret mi
ediyorsunuz? Yoksa kabul etmiyor musunuz?
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Ulus devlet kuruldu, onun farkında
değilsin sen.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Devlet kurulabilir ama
bakın bu ifadelerin sahibi kim? Bu konuşma nerede yapıldı? Mecliste yapıldı.
Mecliste yapıldı.
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Ne zaman yaptı?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – O devleti bu Meclis
kurdu.
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Ne zaman? Ne zaman?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – 1920. Evet.
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sonra ne oldu?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Nasıl ne oldu? Bunlar
iptal mi? Bunlar iptal mi oldu? Bu ifadeler iptal mi oldu?
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sen kafanda 1920’yi takmışsın hedef diye,
anasırı İslamiye peşinde koşuyorsun. Sen Türk milletinin ortaya çıktığının
farkında değilsin.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Yani sizin geçmişinizi
sorgulamayalım mı?
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Sen kendi geçmişine bak, kendi
geçmişine.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Geçmişini sorgulamayalım
mı? (CHP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar ve gürültüler)
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – İhaleye fesat karıştırmak, senin
geçmişinde var.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bak, ifade burada.
DENİZ BAYKAL (Antalya) - Sen tarih öncesine gitmeye kalkışıyorsun.
BAŞKAN – Sayın Baykal… Sayın Baykal, sataşma nedeniyle söz
istersiniz, kürsüde cevap verirsiniz, lütfen sükûnetle dinleyin.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “Atatürk’ün Söylev ve
Demeçleri.”
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sen gerçek anlayışını itiraf ediyorsun.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “Atatürk’ün Söylev ve
Demeçleri.” buyur. (CHP sıralarından gürültüler)
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Sonra ulus devlet kuruldu, farkında
değilsin.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Siz var ya… Sizin bu
mantığınız neye benziyor biliyor musunuz? Atatürk ölene kadar Türk paralarının
üzerinde Atatürk’ün resmi, öldükten sonra İnönü’nün resmi. Siz busunuz! Siz
busunuz! (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sen oralardasın, oralarda! Senin
Atatürkçülüğün bu!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Siz busunuz!
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – İhaleye fesat karıştırmak senin
geçmişinde var.
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sen Atatürk’ü bırak, Hikmetyar’ı konuş,
Hikmetyar’ı!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım,
Anayasa Mahkemesi DTP ile ilgili bir karar verdi. Bu kapatma kararı üzerinde
birkaç kelam etmem lazım. AK PARTİ’nin duruşu nettir. Bizim temel iki
hassasiyetimiz var. Birincisi, biz, parti kapatmaya karşıyız. Biz, parti
kapatmaya karşıyız.
CANAN ARITMAN (İzmir) – Sen, Hikmetyar’ın dibine düştün!
Atatürk’ün adını ağzına alma!
BAŞKAN – Sayın Arıtman, lütfen…
AHMET YENİ (Samsun) – Dinle be! Dinle ya!
ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Neye lütfen Sayın Başkan, neye lütfen?
BAŞKAN – Susar mısınız!
ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Hatibe müdahale etsene!
BAŞKAN - Lütfen, böyle bir usul yok.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Cezanın tüzel
kişiliklere değil, kişilere verilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
İkincisi…
RAHMİ GÜNER (Ordu) – Böyle Başbakan mı olur!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Edebini takın! Edebini
takın! (CHP sıralarından gürültüler) Edebini takın! Sandıkta gerekli cevabı
zaten millet size devamlı veriyor, bundan sonra da verecek. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Erdoğan, lütfen Genel Kurula hitap eder misiniz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Siz bu ülkede, bu
milletten hiçbir zaman vekâlet alamayacaksınız, iktidar vekâleti
alamayacaksınız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler.)
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Bırak da ona millet karar versin
Sayın Başbakan.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Çünkü bu ülkede milletin
Başbakanına, farklılara, kalkıp da, her zaman “Göbek kaşıyanlar.” diyenler
sizsiniz, siz! (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Ona millet karar versin, siz işinize
bakın. Millet ne yapacağını bilir, siz işinize bakın.
BAŞKAN – Sayın Erdoğan, lütfen Genel Kurula hitap eder misiniz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – İkincisi, halkın
getirdiğini ancak halkın götürebileceğini vurguluyoruz. Ancak, şunu da görmemiz
gerekiyor: Dünyanın en gelişmiş ülkesinde bile, şiddete, teröre destek veren,
övgüde bulunan, organik ilişkide bulunan siyasal yapılara izin verilmez. Çünkü
terör demokrasinin düşmanıdır. Terörün yedeğinde siyaset yapmak demokratik bir
mücadele değildir, olamaz. AK PARTİ olarak, her türlü aykırı fikrin, her türlü
farklılığın siyaset ve demokrasi içinde tutulması gerektiğine, kendisini
özgürce dile getirmesi gerektiğine inanıyoruz. Ancak, şiddet ve terörü açıkça
reddedemeyen, hukuk düzenine uyum sağlayamayan, siyasetin ve demokrasinin
hassasiyetlerini gözetemeyen siyasetçilerin sorumsuzlukları sebebiyle bir
ülkenin zarar görmesini, bir ülkenin imajının zedelenmesini de doğru bulmayız.
Biz, siyasi hayatımız boyunca sadece milletimizden direktif aldık,
sadece milletimizin çizdiği rotada yürümeye, sadece halkımızın talep ve
beklentilerini yerine getirmeye çalıştık. Tüm siyasi partilere de önerimiz,
yüzlerini millete çevirmeleri, milletin sesine kulak vermeleri, milletin
hassasiyetlerine dikkat etmeleridir.
Değerli milletvekilleri, asla umutsuz değiliz, asla ve asla
karamsar değiliz.
CANAN ARITMAN (İzmir) – Şehit anasının bayrağını alma.
BAŞKAN – Sayın Arıtman, lütfen…
ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Sayın Başkan, bunları kürsüye de söyleyin!
BAŞKAN – Kürsüye de söylüyorum, size de söylüyorum. İç Tüzük’e
uygun hareket edeceğiz, hepimizin uyması gereken İç Tüzük kurallarıdır.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Biz bu yola çıkarken
nelerle karşılaşacağımızı, nasıl engeller çıkacağını, nasıl provokasyonlar,
nasıl tahrikler yapılacağını göze alarak çıktık. Terör piyasasından
nemalananların bu süreci akamete uğratmak için ellerinden geleni yapacağını
bilerek ama bunlara boyun eğmemek üzere yola çıktık.
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Tabii, tabii!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Burada bir kez daha
tekrar ediyorum: Statüko devam edemez. Gençler göz göre göre ölüme
gönderilemez; daha fazla ocağın sönmesine, daha fazla bedelin ödenmesine
tahammülümüz olamaz. Biz bu meydanı teröre, terör yandaşlarına, terörün
akıttığı kandan beslenenlere, vampirlere teslim etmeyeceğiz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) İşte, onun için “İnadına demokrasi” diyoruz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) İşte, onun için “Açılım” diyoruz, “Birlik” diyoruz,
“Kardeşlik” diyoruz ve gür bir sada ile bunu haykırıyoruz.
Değerli kardeşlerim, gençlerin kanı üzerinden, şehitlerimizin kanı
üzerinden maddi ya da manevi rant devşirenler de var. Biz, bu mücadeleye başlarken
tüm bu rantçıları, tüm bu çıkar çevrelerini karşımıza alarak yola çıktık.
Elbette kolay olmayacak, hortumları kesilenler elbette duvar gibi bu sürecin
karşısında duracaklar. Rantlarını yitirenler elbette her türlü tahrike, her
türlü provokasyona başvuracaklar…
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hayalî ihracatçılar partinizde
Sayın Başbakan!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - …ama biz bunları
kararlılıkla yok edip yolumuza devam edeceğiz.
Değerli arkadaşlar, Türk ekonomisini 26’ncı sırada devraldık, şu
anda 17’nci sıradayız ve değerli arkadaşlarım, biz, milletimize hizmet yolunda
kararlı bir şekilde devam ettik. Rakamlar üzerinde durmayacağım, ağırlıklı
rakamları zaten Maliye Bakanım burada açıkladı ve kitapçıklar sizlere
dağıtıldı. Fakat “Türkiye, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin üyesi
olacak.” denildiğinde kimse buna inanmazken, Türkiye şu anda Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyinin üyesi.
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Ne yaptın!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - “Türkiye ‘Medeniyetler
İttifakı’ adında bir proje başlatacak.” denseydi buna kimse inanmazdı. Ama
şimdi 100 ülkeyi aşkın üyenin olduğu, İspanya’yla birlikte şu anda Medeniyetler
İttifakı’na eş başkanlık yapıyoruz, bu noktadayız.
“Avrupa Birliğiyle müzakerelere başlanacak.” denilse idi… Az önce
Sayın Baykal “Ucu uçuk.” veya “Ucu açık.” gibi ifadeler kullandı. Önce Sayın
Baykal, Avrupa Birliğinin şu andaki üye sayısı 28 değil 27, onu da iyi takip
edin. Onu da iyi takip edin, 27.
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Çok biliyorsun, çok!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bir diğeri,
biliyorsunuz, 63’te rahmetli İnönü’yle resmî süreç başlamıştır, 59’da
Menderes’le. O günden bugüne yine MHP-DSP-ANAP İktidarında 99 Helsinki’de,
biliyorsunuz, biz üyelikle ilgili kabul edildik. Ardından bizler de,
biliyorsunuz, kendi dönemimizde müzakerelere başlamayla ilgili süreci aldık. Ve
şu anda 11 fasıl açılmıştır, 1 fasıl hem açılmış hem kapanmıştır ve bu süreç
devam ediyor.
CANAN ARITMAN (İzmir) – Tek bir tane!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Sürecin ucu açık-kapalı,
bunlar önemli değil, bizim Avrupa Birliğiyle bu süreçteki çalışmamız önemli.
Bakın şu anda Hırvatistan için de aynı durum söz konusudur, aynı durumdayız.
Fakat biz Türkiye olarak burada Avrupa Birliği üyesi ülkelerle münasebetlerimizin
ne noktada olduğunu pekiştirmek istiyoruz. Avrupa Birliği bu noktada bizi
oyalar veya farklı bir karar verebilir, biz ne durumdayız, bu önemli. Türkiye
olarak -her zaman söylüyorum- Kopenhag Siyasi Kriterleri noktasında bizim
Ankara siyasi kriterlerimiz var,
Maastricht Kriterleri noktasında bizim İstanbul ekonomik kriterlerimiz
var ve bunlarla biz yapılanmalarımızı hep yaptık, yolumuza devam ediyoruz.
Devamlı anlatacağız, devamlı bunları vurgulayacağız, çünkü anlattığımız hâlde
anlamamakta direnenler var.
Bakınız “Suriye’yle,
Ürdün’le, Libya’yla vize kalkacak, Kıbrıs’ta somut adımlar atılıyor, atılacak.”
dediğimizde buna kimse inanmazdı. Buyurun, Suriye’yle, Ürdün’le, Libya’yla
karşılıklı olarak vizeleri kaldırdık ve şu anda aramızdaki ekonomik dış ticaret
hacmi süratle yükseliyor.
Değerli arkadaşlarım, aynı şekilde Türkiye bölgesel meselelerde
çok önemli bir yere geldi. Kıbrıs da… Biliyorsunuz, İslam Konferansı Örgütü’nde
iki kez genel sekreterliği aldık ve Türkiye, İslam Konferansı Örgütü’nün daha
önce bir topluluk olarak orada üye iken şimdi…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Erdoğan, süreniz doldu, size de ilave süre
vereceğim. 5 dakika ilave süre veriyorum efendim daha önceki uygulamalarım
gibi.
Buyurun.
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) - Yarım saat verin.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – İsabetli olur. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
…gözlemci üye sıfatıyla şu anda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
artık İslam Konferansı Örgütü’nün üyesi olmuş vaziyette.
MUSTAFA ÖZYÜREK(İstanbul) –
İzolasyonlar kaldırılmadı ama…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bakınız “Orhun
Anıtları’nı yaptık.” diyoruz, kızıyor, sinirleniyorlar “Tabii ki yapacaksın.”
diyorlar. E peki Sayın Bahçeli, sizin göreviniz değil miydi? Üç buçuk yıl
iktidarda kaldınız, Başbakan Yardımcısıydınız, niye yapmadınız? Bakın, kırk
altı kilometre, Karakurum’dan ta oraya kadar âdeta çöldü, asfalt yolunu yaptık.
Niçin? Tarihimizi hatırlayalım.
Buralardan oralara gidenler, gittiklerinde “Hah, bizim büyüklerimiz de
bir şeyler yapmış.” desinler, bu adımları bunun için attık. Ve üç buçuk senelik
iktidar döneminde vakıf eserlerine sahip çıkamadınız.
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Yapma ya…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ne Osmanlı’nın ne
Selçuklu’nun ne cumhuriyetin eserlerine sahip çıkmadınız, çıkamadınız. Sizin
göreviniz değil miydi? Aynı şekilde onlar da şu anda bu ülkenin bir değeri
durumundadır. Şu anda benim de… Taa, bakıyorsunuz, Avrupa’nın Balkanlarında,
Avrupa’nın diğer bölgelerinde birçok camilerimiz var, mescitlerimiz var. Onları
oraların ülkeleriyle, yönetimleriyle; zaman geliyor onlar yaptırıyorlar, zaman
geliyor biz yapıyoruz. Sizin devlet anlayışınız yok, uluslararası mantığınız
yok, siyasetiniz yok. Farkımız burada. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Kazakistan’da, Türkmenistan’da, Moğolistan’da, Bosna-Hersek,
Arnavutluk, Kosova, Yunanistan, Filistin, Lübnan, bütün buralarda eserlerimizi
ele aldık, bunları yaptık.
Değerli arkadaşlarım, cesaretle, kararlılıkla, sağduyuyla
sorunların üzerine gitmeye devam edeceğiz. Vazgeçtiğimiz anda kaybeden Türkiye
olur. Vazgeçmeyeceğiz. Türkiye'nin kaybetmesine asla müsaade etmeyeceğiz. Son
derece kararlıyız, başladığımız andaki kadar heyecan dolu, coşku doluyuz.
Değerli arkadaşlarım, bugün tüm dünya, tarihinin en büyük ekonomik
krizlerinden birini, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından da en büyük küresel
ekonomik krizini yaşadı, yaşıyor. İşte, bütün bunlara rağmen Türkiye… İşte
görüyorsunuz, dünya ticaret hacminin bu yıl yüzde 11,9 oranında küçüleceği
tahmin ediliyor ki bu oran son altmış yılın en büyük daralması anlamına
geliyor. Krizle birlikte 2009 yılında büyümeyi, küresel ekonominin yüzde 1,1
oranında daralmasıyla dünyada görüyoruz.
Krizle birlikte Türkiye değil bütün dünyada işsizlikte bir artış
var ama lütfen, Amerika’yı da görün, Japonya’yı da görün, İspanya’yı da görün,
İtalya’sını, Almanya’sını, hepsini görün. Doğru, bizde de bir artış var. Biz
geldiğimizde 10,7’ydi işsizlik.
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Şimdi kaç?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Şu anda da maalesef
13,7;13,8; buradayız.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Amerika’da kaç?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Onların anlattığı gibi
çok büyük bir konumda değil.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Amerika’da kaç?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Açarsanız kitapçığı,
orada çok teferruatlı olarak o rakamlar var. Büyüme oranına baktığınız zaman
işsizlikteki artışa, Amerika’da bu oranın çok daha fazla olarak arttığını
göreceksiniz, katladığını görecekseniz. Bir İspanya’da…
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Tam tersi… Tam tersi Sayın
Başbakan.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Hayır, aç bak; hemen
önünde kitapçık, aç bak! Bizim dağıttığımıza bak, senin dağıttıkların filan
veya okudukların pek de doğru değil. Onlara bak.
Ve OECD ülkelerinde işsizlik oranlarındaki artış ortalama yüzde
39, bizdeki artış yüzde 36. Ahh Kemal Bey ah, bunlara bir bak. Ve şu anda
dünyada 1,2 milyar kişinin günlük harcaması 1,25 doların altında seyrediyor. Bu
rakam, dikkat ediniz, dünya nüfusunun yüzde 21,3’ü. Türkiye’de ise, yoksullukla
mücadelede de başarılı bir grafik izliyoruz. 2002 yılında günlük harcaması 2,15
doların altında olanların oranı yüzde 3 iken 2008 yılında bu oran binde 5’e
kadar düşmüştür.
Bütün bunlarla beraber, değerli arkadaşlarım, küresel krizin
başladığı andan itibaren, biz, hassasiyetle işin üzerine gittik ve bundan
sonraki süreçte de aynı şekilde bu küresel krize direnen en önemli ülkelerden
bir tanesiyiz ve güçlü ekonomisiyle bölgesinin ve dünyasının ilgisini üzerinde
toplayan bir Türkiye var ve bizler buradan asla taviz…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Erdoğan, ek süreniz de doldu. Size, konuşmanızı
tamamlayabilmeniz için daha önceki hatiplere verdiğim süre kadar süre
veriyorum.
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Yarım saat istemişti Sayın Başbakan,
yarım saat verelim.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Lütuf buyurdunuz.
BAŞKAN – Son kez açtım mikrofonu, buyurun.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ben de toparlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bakınız, faizleri söyledim, diğer konuları
söyledim ve bütün gerekli teknik bilgiler zaten mevcut.
Ancak bir şeyi ifade etmekte fayda görüyorum, o da şudur: Bakınız,
bir ülkenin borçluluğu, gayrisafi yurt içi hasılası içindeki oranla belirlenir.
Bu orana baktığınız zaman…
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Peki, miktarın hiç önemi yok yani.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Mustafa Bey, sen bunları
bilirsin aslında.
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Miktarın hiç önemi yok mu Sayın
Başbakan?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Biliyorsun da bunları
söylemiyorsun. Bunlara şöyle bir bak, biz göreve geldiğimiz zaman gayrisafi
yurt içi hasılaya borç oranı neydi, şimdi ne? Buna bir bakarsak, o zaman
gerçeği görürüz ve şu anda da gayet iyi bir konumdayız. Tabii ki, bu krizde
biraz yükselme oldu, ama devraldığımız noktaya göre makas gayet açık ve
lehimizde ve bundan dolayıdır ki eğitimde başarı devam ediyor, ulaşımda devam
ediyor, sağlıkta başarı devam ediyor; eğitimde bu başarıyı artırarak
üniversitelere yansıttık, devam ediyor; bütün bunların yanında enerjide Türkiye
artık bir üs hâline geldi. Bakın, göreve geldiğimizde 9 ilimiz doğal gaza
sahipti, şu anda 65 ilimiz doğal gaza sahip hâle geldi. Modernleşme budur.
Bunlar başarılıyor. Tarımla ilgili konularda da yine gerekli bilgiler var.
Sürem doldu ve bundan dolayı -aslında anlatacağım çok şey var ama-
bunları herhâlde yine meydanlarda anlatmaya devam edeceğiz.
GÜROL ERGİN (Muğla) – Anlatmak yürek ister, yürek!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ben, 2010 yılı bütçe
görüşmelerinin Parlamentomuz için, ülkemiz için, milletimiz için hayırlı
olmasını özellikle temenni ediyor; emeği geçen arkadaşlarımı, başta ekonomiden
sorumlu Bakanım olmak üzere Maliye Bakanım ve tüm teknokrat, bürokrat
arkadaşlarımı huzurlarınızda tebrik ediyor, onlara da teşekkür ediyor, sizlere
de en kalbî sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu
sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Erdoğan.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Anadol, buyurun, sizi dinliyorum.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başbakan konuşmasında “Sayın
Anadol, senin geçmişini biliyoruz.” diyerek açık… Sataşma maddesini ihlal
etmiştir. Sataşma olduğu için söz istiyorum.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, esas sataşmayı Sayın
Anadol yaptı. Sayın Konuşmacı kürsüde konuşurken sataşan, sebebiyet veren Sayın
Anadol’dur.
BAŞKAN – Sayın Anadol, siz İç Tüzük’ün hangi maddesine göre söz
istiyorsunuz?
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – 69’a göre, açıklama, sataşma…
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Çok açık.
BAŞKAN – Sayın Başbakanın hangi sözünü... Duyamadım, çok gürültü
var.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Tutanaklara bakalım Sayın Başkan,
tutanaklara bakalım.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Tutanaklara bakalım!..
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, tutanaklara bakmanız
lazım.
BAŞKAN – Sayın Anadol, çok gürültü var. Sayın Başbakanın hangi
sözü sizin açınızdan sataşma olarak değerlendirildi, onu anlayamadım.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – “Senin geçmişini biliyoruz.” diyerek
açıkça sataştı.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Tutanaklara bakalım Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Anadol, “Senin geçmişini biliyoruz.” demeyi sataşma
olarak mı değerlendiriyorsunuz? (CHP sıralarından gürültüler, AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Ne olacak? Ne olacak yani?
BAŞKAN – Sayın Anadol, ben orada bir sataşma görmüyorum çünkü bir
hakaret, sizi tahkir eden bir cümle yok orada.
CANAN ARITMAN (İzmir) – Adil yönetmiyorsunuz Meclisi!
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – O zaman, Sayın Başkan, ben ısrar
ediyorum, oylayın, sizin tarafsızlığınızın ne olduğu tescil edilsin. Oylayın,
ısrar ediyorum.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu, buyurun.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başbakan konuşurken
Cumhuriyet Halk Partisi sıralarına dönüp “Sizin devlet anlayışınız yok.” diye
bir cümle kullandı. Dolayısıyla grubumuza açıkça sataşmada bulundu. Grup Başkan
Vekili olarak söz istiyorum.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Efendim, böyle bir cümle yok. Sayın
Başkan, öyle bir cümle yok.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hayır efendim, var.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, öyle bir cümle yok.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Aynen not aldım Sayın Başkan.
“Sizin devlet anlayışınız yok.” diye açık ve net bir cümle kullandı.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Efendim, notlara güvenemeyiz.
BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu, zabıtları getirteceğim, bakacağım…
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Evet efendim, zabıtlara bakalım.
BAŞKAN – …eğer bir sataşma olduğu kanaatine varırsam söz
vereceğim.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Benimki öyle değil. Ben ısrar ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Anadol,
sizinle ilgili o bölümü de getirteceğim.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Hayır efendim…
BAŞKAN – Lütfen oturun… Lütfen sakin olun… Sakin olun, sakin olun
efendim… Getirteceğim, bakacağım, sataşma olduğu kanaatine varırsam size söz
vereceğim.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Duymadınız mı söylediğini?
BAŞKAN – Şimdi biz görüşmelere devam ediyoruz. Lütfen…
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Duymadınız mı söylediğini?
BAŞKAN – Nasıl efendim?
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Duymadınız değil mi söylediğini?
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Canım, kayıt sistemi var.
BAŞKAN – Konuşmayı herkes gibi ben de dinledim ama…
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Başbakanı dinlemediniz demek ki!
BAŞKAN – …yetmiş dakikaya yakın bir konuşma yaptı Sayın Başbakan.
Tabii, hepsini hatırlamam mümkün değil ki, zabıtlara bakacağım Sayın Anadol,
takdir edersiniz.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Ben ısrar ediyorum, oylayın.
BAŞKAN – Getirteceğim.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Hep beraber duyduk Sayın Başkan, niye
ısrar ediyorsunuz?
BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu, sizin beyanınızla ilgili de zabıtları
hemen getirtiyorum. Görüşmelerimiz daha devam ediyor.
Sayın milletvekilleri, şimdi, bütçe kanun tasarıları üzerinde
kişisel olarak görüşlerini belirtmek üzere, bütçenin aleyhinde İzmir
Milletvekili Sayın Harun Öztürk söz istediler.
Sayın Öztürk, buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
şahsım ve Demokratik Sol Parti adına yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
2010 yılı bütçesiyle ilgili görüş ve önerilerimizi Komisyonda
anlatmaya çalıştık ancak iktidar, her zaman olduğu gibi, muhalefetten gelen ve
milletin lehine olan değişiklik önerilerini reddetmeyi tercih etmiştir. Altı
ciltten ve binlerce sayfadan oluşan bütçe dokümanları içinde muhalefet
şerhimizin sayın milletvekillerinin dikkatlerinden kaçabileceği düşüncesiyle,
içinde söz konusu şerhin yer aldığı ve “AKP’yle Kayıp Yıllar” adını verdiğimiz
kitapçığın milletvekillerine dağıtımı sırasında ortaya konulan engelleme
çalışmalarını kınadığımı ifade ediyorum. Demokratik açılımdan söz eden
iktidarın muhalif seslere karşı tahammülsüzlüğü kabul edilemez.
Kitaba söz konusu başlığı veren biz değil, bizzat AKP İktidarının
kendisidir. Hükûmetin orta vadeli programına açılıp bakılırsa ne demek
istediğim daha iyi anlaşılacaktır. 2012 yılına gelindiğinde dahi millî gelir
rakamlarının 2008 yılı rakamlarına ulaşamayacağını söyleyen Hükûmetin
kendisidir.
Değerli milletvekilleri, AKP yaşadığımız krizi tek başına dünya
ekonomik krizine bağlayamaz. Dünyada bir ekonomik kriz başlamamış olsaydı dahi
Türkiye AKP’yle kendi krizini yaşayacaktı, nitekim yaşıyor. Hükûmetin 2010 yılı
programının başında yer alan temel ekonomik göstergelere lütfen bakınız, 2004
yılından sonra göstergelerde hissedilir bozulma olduğunu göreceksiniz. AKP
yarattığı yapay gündemlerle bu bozulmanın kamuoyunda tartışılmasını sürekli
engellemiştir.
İktidar krizden en az etkilenen ülke olacağımızı söylemesine
rağmen ne yazık ki en çok etkilenen ülkelerden biri olduk. Kriz nedeniyle,
gelişmekte olan ülkelerin 6,1 olarak tahmin edilen 2009 yılı büyümesi 1,7’ye
gerilerken, Hükûmetin artı 5 ve 7 olarak tahmin ettiği büyüme rakamı eksi 6’ya
düşmüştür.
BAŞKAN – Sayın Öztürk, bir saniye.
Değerli arkadaşlarım, bakın, hatibi duyamıyoruz. Genel Kurulda
gerçekten büyük bir uğultu var, bazı arkadaşlarımız da ayaktalar. Lütfen,
görüşmelerimiz devam ediyor, hatibi büyük bir dikkatle takip edelim, izleyelim,
dinleyelim arkadaşlar. Lütfen, ayaktaki arkadaşlarımız, yerlerinize oturur
musunuz.
Sayın Öztürk, buyurun.
HARUN ÖZTÜRK (Devamla) – Sayın Başkanım, bu bir dakikaya da ilave
etmenizi istirham ediyorum.
BAŞKAN – Tabii, buyurun.
HARUN ÖZTÜRK (Devamla) – 2009 yılında dünya ticaret hacmiyle
ilgili tahminlerde 16 puanlık bir yanılma olurken bizim ticaret hacmiyle ilgili
tahminlerimizde 45,3 puanlık yanılma olmuştur. Krizle birlikte, gelişmiş
ülkelerde işsizlik rakamları 1,7 puan kötüleşirken bizde 5 puan kötüleşmiştir.
Bu rakamlar size krizden en çok etkilenen ülkelerden biri olduğumuzu
göstermiyor mu?
Değerli milletvekilleri, iyi bir ekonomi yönetimi, tahminlerde
isabet kaydeden ekonomi yönetimidir. İktidarın ekonomi yönetiminin bu konuda
sicili oldukça bozuktur. Size birkaç örnek vermek istiyorum:
Orta vadeli programlarda 2009 yılı büyümesinin önce 7,1 olacağını
söylediler, ardından bu oranı önce 5,7’ye, daha sonra 4’e çektiler; olmadı,
eksi 3,6 olarak revize ettiler, en son ihale eksi 6’da kaldı. Artı 7’den eksi
6’ya bir tahmin sapması!
Bir başka örnek: 150 milyar dolar olarak tahmin ettikleri
ihracatın 100 milyar dolar, 234 milyar dolar olarak tahmin ettikleri ithalatın
da 134 milyar dolar olarak gerçekleşmesi bekleniyor. İhracatta 50, ithalatta
100 milyar dolarlık tahmin sapması!
Örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Değerli milletvekilleri, şimdi de iktidarın milletin kafasını
karıştırmak üzere rakamlarla nasıl oynadığına bakalım:
Birinci örneğimiz, AKP döneminde sağlanan ortalama büyümenin
Hükûmet tarafından hesaplanma biçimine ilişkindir. İktidar, 2002 ve 2007 yılları
arasını alarak kendi dönemindeki ortalama büyümeyi hesap etmektedir. Şimdi,
soruyorum: İlki 28 Kasım 2002’de güvenoyu alan AKP hükûmetlerinin, 2002 yılına
ait yüksek büyüme oranını kendi dönemine dâhil etmesi doğru mudur, etik midir?
Peki, büyümesi 0,9 olarak kesinleşen 2008 yılı ile büyümesi bugünden en az eksi
6 olacağı ifade edilen 2009 yılının AKP döneminin ortalama büyüme hesabına
dâhil edilmemesi doğru mudur, etik midir? Komisyonda yaptığımız eleştiri
üzerine, Sayın Bakanın bugünkü konuşmasında hatadan kısmen dönmüş olduğunu
görmekten sevindiğimi ifade etmek isterim.
Bir başka örnek: Hükûmet, büyüme konusunda ilk açıklamaları
yaparken rakamları olduğundan iyi göstermektedir, daha sonraki dönemlerde aynı
rakamları kötüleşme yönünde revize etmektedir. İnsanlar, revize rakamların
öncesine dönüp bakmadıkları için Hükûmetin bu rakam oyununun farkına
varamamaktadır. Örneğin, 2009 yılı birinci çeyrek büyümesi önce eksi 13,8
olarak açıklandı, ardından bu oran sırasıyla eksi 14,3 ve eksi 14,7’ye yükseltildi;
ikinci çeyrek büyüme rakamı önce eksi 7 olarak açıklandı, ardından eksi 7,9’a
yükseltildi; son üçüncü çeyrek büyümesi eksi 3,3 olarak açıklandı. Üçüncü
çeyrekteki düşük açıklama ile Hükûmet “Bakın, ekonomide düzelme sinyalleri
alıyoruz.” diyerek bütçe tartışmalarını atlatmayı düşünmektedir.
Değerli milletvekilleri, AKP hükûmetleri döneminde neredeyse bütün
göstergeler bozulmuştur, üretim on dört aydır gerilemektedir. Ekim 2009’daki
6,5 oranındaki artış, 2008 Ekim ayındaki eksi 6,8 küçülmenin üzerine bir
artıştır. Kasım ayında üretimde eksi 1,9 azalma olacağı şeklindeki açıklamalar,
bu konuda erken sevinmememiz gerektiğini ortaya koymaktadır.
2009 yılının on bir ayında, imalat sanayisi kapasite kullanım
oranı 2008 yılının aynı dönemine göre 10,5 puan düşmüştür. Kasım ayındaki
70,7’lik kapasite kullanım oranı, 2000 yılından bu yana, kasım aylarındaki en
düşük orandır. Sayın Bakan kasım ayıyla ilgili 70,7 oranını konuşmasına 71,1
şeklinde almıştır. İnşallah, bu hata bilinçli olarak yapılmış bir hata değildir.
Değerli milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti hükûmetleri yetmiş
beş yılda 250 milyar dolarlık dış ticaret açığı verirken, AKP hükûmetleri yedi
yılda 316 milyar dolarlık açık vermiştir.
Türkiye Cumhuriyeti hükûmetleri yirmi yedi yılda toplam 40 milyar
dolar cari işlemler açığı verirken, AKP hükûmetleri yedi yılda 164 milyar dolar
açık vermiştir.
Türkiye Cumhuriyeti hükûmetleri yetmiş beş yılda 221 milyar dolar
borç yapmışken, AKP hükûmetleri Ekim 2009’a kadar geçen yedi yılda 268 milyar
dolarlık ilave borç yapmıştır. Sayın Başbakan, borçlar indi de bu rakamlar
nereden çıkıyor?
Sayın Başbakanın iyiye gittiğini söylediği tabloda, 2009 yılında,
bankalarda on ayda 27 milyar liralık mevduat artışı oluyor, bu artışın sadece 1
milyar lirası ticari kredilere gidiyor, niye acaba? Evet, niye acaba olduğunu
söyleyelim: Çünkü 2009 yılının on ayında 44,5 milyar dolarlık borç artışını siz
yaptınız ve bankalar size çalışıyor.
Hükûmet, 2010 yılı finansman programında toplam 200 milyar liralık
borç anapara ve faiz ödeyeceğini söylemektedir. Bu tutarın 195 milyar lirası
yeniden borçlanmaya gidilerek ödenecektir. Yani borçlar borçla ödenecektir.
Ayrıca, bu tutarın 150 milyar lirası anapara ödemesi olup görüştüğümüz bütçe
içinde yer almamaktadır.
Değerli milletvekilleri, bu bütçe samimi değildir. Zorunlu kamu
hizmetleri için yeterli ödenekler ayrılmaması, tahsil edilemeyeceği biline
biline gelirlerin yüksek tahmin edilmesi nedeniyle, bütçe açığı öngörülen 50
milyar TL’de tutulamayacaktır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Öztürk, size de ilave süre veriyorum, konuşmanızı
tamamlayın lütfen.
HARUN ÖZTÜRK (Devamla) – Üç dakika içinde tamamlayacağım Sayın
Başkanım.
BAŞKAN – Tamam, üç dakika süre veriyorum size.
HARUN ÖZTÜRK (Devamla) – Bu bütçe, memur, emekli, dul ve
yetimlerle gazileri ve dar gelirlileri ezen bir bütçedir. En düşük emekli
aylıklarında, BAĞ-KUR’luya 7 lira 90 kuruş, işçi emeklisine 15 lira, memur
emeklisine 20 lira 30 kuruşluk artışları reva gören bir bütçedir. Altmış beş
yaş üstü muhtaç aylığında 2 lira 40 kuruş, özürlü aylığında 4 lira 74 kuruş ve
gazi aylıklarında 8 lira 20 kuruşluk artış yapan bir bütçedir. Fazla çalışma
ücretlerine saat başına 5 kuruş zam yapan bir bütçedir.
Bu bütçe, sosyal güvenlikte hak kayıplarına yol açan bir bütçedir.
Hükûmet, emeklilere verdiği emekli maaşlarını eşitleme sözünü tutmamıştır. Özel
hastanelere gidenlerin yüzde 70 oranında fark ödeyeceği bir sistemde “Herkes
istediği hastaneye gidebiliyor.” demek doğru değildir. Katılım paylarını
eczanelere tahsil ettirerek Hükûmetin sorumluluğu üstünden atmaya çalışması
ahlaki değildir. Sosyal güvenlikte kötü yönetimin yükü vatandaşlara
yüklenmemelidir.
Bu bütçe, yoksulluğun artmasına seyirci kalan bir bütçedir. 2008
yılında açlık ve yoksulluk sınırı altında yaşayanların sayısı 12 milyonu
aşmıştır, tarım kesiminde yoksulluk artmıştır, çok çocuklu ailelerde yoksulluk
artmıştır. Hükûmetin en az 3 çocuk sahibi olunması yolundaki politikası ile
artan yoksulluktan yararlanmak istediği açıkça ortaya çıkmıştır.
Hükûmetin iddiasının aksine, bu bütçeden krizin önünü açacak kamu
yatırımları için yeterli ödenek ayrılmamıştır. Bu bütçenin işsizliği azaltma ve
işsizlerin sorunlarına çare olmak gibi bir derdi yoktur. Bu bütçe, işsizlikte
bir neslin gözden çıkarılmasına kayıtsız kalan bir bütçedir. Ağustos itibarıyla
son bir yılda 927 bin kişi işini kaybetmiştir. Yedi yılda kadınların işsizlik
oranındaki artış erkeklerin 2 katına yakın olmuştur. Bu durum, AKP Hükûmetinin
kadınları evde oturmaya zorlayan politikalarının bilinçli bir sonucudur.
İşsizlik Sigortası Fonu, Hükûmetin faiz gelirlerine el atmaya başlamasıyla
birlikte, geçmişteki tasarruf bonosu, MEYAK kesintileri, zorunlu tasarruf ve
KEY kesintileri akıbetine doğru hızlı yol almaktadır.
AKP hükûmetleri, her zaman olduğu gibi bu bütçede de çiftçiyi ve
tarımı unutmuştur. 2009 yılının ilk on ayında, 2008 yılına göre tarımsal
destekler yüzde 28,9 oranında azalarak 5,1 milyar liradan 3,9 milyar liraya
gerilemiştir.
Değerli milletvekilleri, Hükûmetin muhalefetin sesine daha çok
kulak vermesi ve 2010 yılı merkezî yönetim bütçesinin hayırlı olması dileğiyle…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HARUN ÖZTÜRK (Devamla) - …yüce heyetinizi tekrar saygıyla
selamlıyorum. (CHP, MHP ve Bağımsızlar sıralarından alkışlar)
Selamımı da kapattığınız için teşekkür ediyorum Sayın Başkan!
BAŞKAN – Sayın Öztürk, çok teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, 2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı ile 2008 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü
üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Biraz sonra oylamaya geçeceğiz.
HASAN MACİT (İstanbul) – Sayın Başkanım, sataşma var, söz
istiyorum.
BAŞKAN – İzin verin, bir saniye…
Önce, Sayın Hamzaçebi’nin yazılı bir müracaatı oldu
Başkanlığımıza. Kendileri “Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu Başkan Vekili Sayın
Elitaş, konuşması sırasında, Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu içinde yer alan,
komisyonun CHP’li üyelerinin karşı oy yazısındaki bir bölümü anlamından farklı
bir anlam yükleyerek değerlendirdi. O nedenle, sataşma nedeniyle söz
istiyorum.” dedi, 69’a göre.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Yalnız Sayın Başkanım, oturum
değişti. Ara verildi, oturum değişti; önceki oturumda Sayın Başkanım.
BAŞKAN – İzin verin, izin verin…
Şimdi, Sayın Hamzaçebi, 31’inci Birleşimin Birinci Oturumunda
Sayın Elitaş konuşmuştu. Siz bu talebi daha sonraki oturumda dile getirdiniz.
Şimdi, 69’uncu maddenin ikinci fıkrası diyor ki: “Açıklama ve cevaplar için
Başkan, aynı oturum içinde olmak üzere söz verme zamanını takdir eder.”
Dolayısıyla bu talep aynı oturum içerisinde bize iletilmediği için, böyle bir
talebi bize iletmediğiniz için, İç Tüzük 69/2’ye göre size söz vermem mümkün
değil.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan, Birinci Oturumun
son cümleleri olarak kullandı Sayın Elitaş bu konuşmasını ve hemen akabinde
oturum kapandı. Yani talepte bulunmak için yeterli zaman yoktu.
BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, bize sizin müracaatınız 31’inci
Birleşimin İkinci Oturumunda geldi, Sayın Elitaş Birinci Oturumunda konuştu.
Dolayısıyla 69/2’ye göre –grup başkan vekili arkadaşlarınız bu konuyu çok iyi
bilirler- size söz vermem -üzülerek ifade ediyorum ki- mümkün değil.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan, Birinci Oturumun
kapanış cümleleri olarak Sayın Grup Başkan Vekili bu açıklamayı yaptı.
Dolayısıyla, onun akabinde de hemen oturumu kapattınız, ancak söz talebinde
bulunabildim.
BAŞKAN – Nasıl?
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – O cümlelerin akabinde siz
oturumu kapattığınız için Birinci Oturumda size dilekçeyi yetiştirme imkânı
olmadı efendim.
BAŞKAN – Ama ne yapalım? İç Tüzük böyle düzenlenmiş. Yani bir
oturum önceki bir konuşma nedeniyle daha sonraki oturumda size söz vermem,
69/2’ye göre mümkün değil.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan, fiilî durumu
anlatıyorum size.
BAŞKAN – Mümkün değil Sayın Hamzaçebi, mümkün değil. Zorlamayın
lütfen.
Şimdi, Sayın Anadol’un ve Sayın Kılıçdaroğlu’nun…
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Yerimden bir açıklama için verin
efendim.
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) – Yerinden açıklama yapsın Başkanım.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Yerimden bir açıklama izni rica
ediyorum Sayın Başkanım.
HAKKI SUHA OKAY (Ankara) – Yerinden açıklama yapsın Sayın
Başkanım, iki dakika süre verin.
BAŞKAN – Ama siz 69’a göre söz istediniz. Yerinden açıklama 60’ın
dördüncü fıkrasına göre olur. Böyle bir talebiniz yok. Şimdi lütfen oturun.
Şimdi başka talepleri olanları değerlendireceğim.
Sayın Anadol’un, kendisine sataşma nedeniyle bir söz talebi
olmuştu. Sayın Erdoğan konuşması esnasında, “Sayın Anadol, biz senin geçmişini
biliriz.” ifadesini kullanmış. Siz de “Ne var geçmişimde?” demişsiniz. Sayın
Erdoğan “Senin oradakilerden pek farkın yok, iyi biliriz seni, iyi biliriz
seni.” ifadesini kullanmış.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Evet. “Buradakilerden farkın yok.” dedi.
BAŞKAN – Şimdi, bütün bunları birlikte değerlendirdiğimizde, “Biz
senin geçmişini biliriz.” derken “İyi biliriz.” anlamında kullandığı
anlaşılıyor. Burada bir sataşma var mı Sayın Anadol? (CHP sıralarından
gürültüler)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Öyle bir şey olmadı.
BAŞKAN – Bakın…
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Hakaret kastıyla söyledi.
BAŞKAN - İzin verin… İzin verin…
Sayın Kılıçdaroğlu, Sayın Erdoğan’ın “Sizin devlet anlayışınız
yok, uluslararası mantığınız yok, siyasetiniz yok. Farkımız burada.” ifadesini
kullandığını ifade ettiniz. Evet, zabıtlarda böyle ifadeler var. Bunu partinize
bir sataşma, grubunuza bir sataşma olarak değerlendiriyorsunuz.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Evet.
BAŞKAN – Aynı partiden iki tane grup başkan vekili söz istediler.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Hayır, şahsıma sataşıldı.
BAŞKAN – Bir grup başkan vekili arkadaşımıza her iki hususla
ilgili de açıklama yapmak üzere söz vereceğim. (CHP sıralarından gürültüler)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Grup Başkan Vekili olarak değil, şahsıma
sataşıldı.
BAŞKAN – Sayın Anadol, her
iki hususla ilgili de görüşlerinizi ifade etmek üzere…
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Hayır efendim, Grup Başkan Vekili olarak
değil…
GÜROL ERGİN (Muğla) – “Geçmişini biliriz.” hakaret değil mi?
BAŞKAN – Lütfen…
GÜROL ERGİN (Muğla) – “Geçmişini biliriz.” hakaret değil mi?
BAŞKAN – Lütfen oturur musunuz yerinize…
GÜROL ERGİN (Muğla) – Ben de hepinizin geçmişini bilirim o zaman!
BAŞKAN – Bir dakika… Bir dakika… Bir dakika… Bir dakika… Bir
dakika…
GÜROL ERGİN (Muğla) – Hepinizin geçmişini bilirim! (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Ergin, şu hareketiniz, İç Tüzük’e göre, disiplin
cezasını gerektirir.
GÜROL ERGİN (Muğla) – Dün milletin anasına hakaret ettiniz, bugün
de burada milletvekiline ediyorsunuz!
BAŞKAN – Sayın Ergin, kürsüye doğru böyle yürüyemezsin! Bunun İç
Tüzük’te karşılığı var. Lütfen yerinize oturun! Bana İç Tüzük hükümlerini
uygulatmayın, disiplin hükümlerini uygulatmayın. Lütfen yerinize oturun!
Sayın Anadol, lütfen, yeni bir sataşmaya mahal vermeyecek şekilde,
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- İzmir Milletvekili K. Kemal
Anadol’un, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Yeni bir
sataşmaya da meydan vermeyeceğimden emin olun.
Ben, geçmişimle değil, yaşamımla kıvanç duyuyorum, iftihar
ediyorum, gurur duyuyorum çünkü kursağımdan bir haram lokma geçmedi. (CHP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) İki: Oğlumun sünnetinde gelen
altınlarla zengin olmadım. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Anayasa, Adalet Komisyonu orada. Hakkımda dolandırıcılıktan,
kalpazanlıktan, evrakta sahtekârlıktan ceza istenmiyor. (CHP sıralarından
“Bravo” sesleri, alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler)
AGÂH KAFKAS (Çorum) – Ne alakası var?
K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Ben değilim diyorum, ben değilim. Ben
değilim, niye alınıyorsunuz? (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Anadol, hani…
K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Kendimi tarif ediyorum.
BAŞKAN – …yeni bir sataşmaya mahal vermeyecek şekilde
konuşacaktınız?
K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Vermiyorum.
Şimdi, bir cümle okuyacağım: “Türkiye Cumhuriyeti 1923’ten bu yana
sürekli gerileyiş içindedir. Türkiye'nin yetmiş yıllık tarihi boşa harcanmış
bir zamandır.” İmza, Recep Tayyip Erdoğan, 1993.
Ben, geçmişimi iyi
bildiğini söyleyen Recep Tayyip Erdoğan’ı, o Hikmetyar’lı geçmişiyle, karanlık geçmişiyle baş başa
bırakıyorum. (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler)
AHMET YENİ (Samsun) – Biraz saygılı olun, saygılı!
ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) –
Ayıp!… Ayıp!…
MUHARREM SELAMOĞLU (Niğde) – Hiç yakışmıyor sana!
BAŞKAN – Peki.
Sayın Kılıçdaroğlu, üç dakika da size söz veriyorum. Deminki
ifadeler bağlamında görüşlerinizi ifade etmek üzere, üç dakika içerisinde,
lütfen, yeni bir sataşmaya mahal vermeyecek şekilde düşüncelerinizi Genel
Kurulla paylaşın.
2.- İstanbul Milletvekili Kemal
Kılıçdaroğlu’nun, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın grubuna sataşması nedeniyle
konuşması
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Tabii Sayın Başkan. Çok teşekkür
ederim.
Sayın Başbakan, burada yaptığı konuşmada grubumuza dönerek “Sizin
devlet anlayışınız yoktur.” diye bir cümle kullandı. Hiçbir Cumhuriyet Halk
Partili gidip Hikmetyar’ın önünde diz çökmemiştir çünkü onların devlet anlayışında
böyle bir kural yoktur! (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
Hiçbir Cumhuriyet Halk Partili Dubai’ye gidip “1 milyar lira bana
para verin, ben orduyu Kuzey Irak’a sokmayacağım.” diye anlaşma imzalamamıştır!
(AK PARTİ sıralarından gürültüler)
AHMET YENİ (Samsun) – Dersim’i anlat, Dersim’i!
CEMAL KAYA (Ağrı) – Dersim’e gel, Dersim’e!
BAŞKAN – Lütfen… Lütfen… Sakin olun arkadaşlar, sakin olun.
Sayın Kılıçdaroğlu, lütfen…
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Hiçbir Cumhuriyet Halk Partili şu
kürsüye gelip “Sayın Başkan, milletvekillerini siz mi susturacaksınız yoksa ben
mi susturacağım” deme anlayışına sahip değildir! (CHP sıralarından alkışlar, AK
PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu, siz, lütfen konuşmanıza devam edin.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Sayın Başbakan, devlet adamlığından
söz ediyorsa, devlet adamlığının ne olduğunu önce kendisinin okuyup öğrenmesi
lazım. (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Devlet adamları doğruyu söyler,
devlet adamları ülkenin çıkarlarını savunur, devlet adamları 1 milyar dolar
para alacağım diye ülkesini satmaz…
AHMET AYDOĞMUŞ (Çorum) –
Senin gibi davasını satmaz!
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – …ülkesini pazarlamaz! (CHP
sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler)
AHMET AYDOĞMUŞ (Çorum) –
Sen de davanı satıyorsun!
BAŞKAN – Evet, sayın
milletvekilleri, şimdi 2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2008
Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunacağım…
HASAN MACİT (İstanbul) – Sayın Başkan… Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Macit, buyurun.
HASAN MACİT (İstanbul) – Sayın Başkan, sataşmadan dolayı söz
talebim var.
BAŞKAN – Hangi sebeple efendim, hangi maddeye göre ve hangi
sebeple sataşmadan söz istiyorsunuz?
HASAN MACİT (İstanbul) – Efendim, partimizin ismini üç dört defa
kullanarak sataştı Sayın Başbakan…
BAŞKAN – Kim sataştı efendim?
HASAN MACİT (İstanbul) – Sayın Başbakan…
BAŞKAN – Size mi sataştı?
HASAN MACİT (İstanbul) – Demokratik Sol Partiye sataştı, yanıt
vermek istiyorum.
BAŞKAN – Efendim, olur mu, Demokratik Sol Partiyi siz mi temsil
ediyorsunuz, Genel Başkanı siz misiniz?
HASAN MACİT (İstanbul) – Genel Başkan Yardımcısıyım.
BAŞKAN – Hayır efendim…
Lütfen yerinize oturun.
HASAN MACİT (İstanbul) – Efendim, sataşma var, yanıt vermek
istiyorum.
BAŞKAN – Talebiniz 69’uncu maddenin koşullarını
taşımamaktadır Sayın Macit, lütfen
yerinize oturun.
HASAN MACİT (İstanbul) – Vermeyecek misiniz Sayın Başkan?
BAŞKAN - Baktım, baktım efendim, yazılı bildirmişsiniz, inceledim,
69’uncu maddenin kapsamına girmemektedir talebiniz. O nedenle size söz
veremiyorum. Lütfen oturunuz.
HASAN MACİT (İstanbul) – Sayın Başkan, iki dakika yanıt…
BAŞKAN – Hayır efendim, lütfen…
HASAN MACİT (İstanbul) – Böyle mi adaletiniz var Sayın Başkan?
BAŞKAN – Lütfen yerinize oturur musunuz…
HASAN MACİT (İstanbul) – Ben yerine otururum ama burada Sayın
Başbakan konuşurken size yakışmayan tarzda bulunuyor, bize yakışmayan tarzda
bulunuyor, ona yanıt veremiyorum!
BAŞKAN – Lütfen yerinize oturun, lütfen yerinize oturun. Size söz
hakkı vermedim ki, ben size söz imkânı vermedim ki konuşuyorsunuz.
HASAN MACİT (İstanbul) – Türkiye Büyük Millet Meclisinde demokrasi
uygulanmadığı zaman dışarıda demokrasi uygulanamaz.
BAŞKAN - Lütfen oturun… Lütfen oturun...
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan, söz istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, yani İç Tüzük o kadar açık ki size söz
vermem mümkün değil.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan…
BAŞKAN - Lütfen…
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2010 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/759) (S. Sayısı:
442) (Devam)
2.- 2008 Yılı Merkezi Yönetim Kesin
Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve
Kurumların 2008 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi
ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/728, 3/934) (S. Sayısı: 443) (Devam)
BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım, 2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe
Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
OKTAY VURAL (İzmir) – Bakmadınız efendim! Bakın “Kabul etmeyenler”
diye…
BAŞKAN – Anlayamadım…
OKTAY VURAL (İzmir) – Bir bakın…
BAŞKAN – Baktım efendim.
OKTAY VURAL (İzmir) – Nereye baktınız?
BAŞKAN – Baktım… Baktım…
OKTAY VURAL (İzmir) – Önünüze bakıyorsunuz!
BAŞKAN – İtirazınız mı var efendim?
OKTAY VURAL (İzmir) – Bu kadar saygısızlık olmaz!
BAŞKAN – Baktım efendim, gördüm ben çoğunluğu, gördüm.
OKTAY VURAL (İzmir) – Saygısızca davranıyorsunuz! Başbakana karşı
bu Meclisin huzurunu koruyamıyorsunuz.
BAŞKAN – Böylece, 2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı’nın maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir.
Evet, bir oylamamız daha var.
2008 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın
maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Değerli arkadaşlarım, böylece 2010 yılı Merkezi Yönetim Bütçe
Kanunu Tasarısı ile 2008 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın
maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir.
Şimdi, sırasıyla her iki tasarının da 1’inci maddelerini
okutuyorum:
2010 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE
KANUNU TASARISI
BİRİNCİ KISIM
Genel Hükümler
BİRİNCİ BÖLÜM
Gider, Gelir, Finansman ve Denge
Gider
MADDE 1 – (1) Bu Kanuna
bağlı (A) işaretli cetvellerde gösterildiği üzere, 10/12/2003 tarihli ve 5018
sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli;
a) (I) sayılı cetvelde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu
idarelerine 281.907.405.110 Türk Lirası,
b) (II) sayılı cetvelde yer alan özel bütçeli idarelere
17.799.895.100 Türk Lirası,
c) (III) sayılı cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici
kurumlara 1.949.287.082 Türk Lirası,
ödenek verilmiştir.
2008 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN
HESAP KANUNU TASARISI
Gider bütçesi
MADDE1- (1) 5724 sayılı 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanununa
bağlı (A) işaretli cetvellerde gösterildiği üzere, 5018 sayılı Kamu Mali
Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli (I) sayılı cetvelde yer alan genel bütçe
kapsamındaki kamu idarelerine 218.284.732.372 Yeni Türk Lirası, (II) sayılı
cetvelde yer alan özel bütçeli idarelere 13.941.949.650 Yeni Türk Lirası ve
(III) sayılı cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumlara ise
1.729.688.441 Yeni Türk Lirası ödenek verilmiştir. 2008 yılı merkezi yönetim
konsolide ödenek toplamı 222.553.216.800 Yeni Türk Lirasıdır.
(2) Kanunların verdiği yetkiye dayanarak yıl içerisinde eklenen ve
düşülen ödenekler sonrası merkezi yönetim kesin hesap gider cetvellerinde
gösterildiği üzere, 5018 sayılı Kanuna ekli;
a) (I) sayılı cetvelde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu
idarelerinin 2008 yılı bütçe giderleri toplamı 222.055.561.266,14 Yeni Türk
Lirası,
b) (II) sayılı cetvelde yer alan özel bütçeli idarelerin 2008 yılı
bütçe giderleri toplamı 14.526.959.077,42 Yeni Türk Lirası,
c) (III) sayılı cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici
kurumların 2008 yılı bütçe giderleri toplamı 1.692.598.319,52 Yeni Türk
Lirası, olarak gerçekleşmiştir.
(3) 2008 yılı merkezi yönetim konsolide bütçe gideri toplamı
227.030.562.569,40 Yeni Türk Lirasıdır.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Anayasa’nın 164’üncü maddesi
uyarınca Bütçe Kanun Tasarısı’yla Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın görüşmeleri
birlikte yapılacağından okunmuş bulunan 1’inci maddeler kapsamına giren
kuruluşların 2010 yılı merkezî yönetim bütçeleriyle 2008 yılı merkezî yönetim
kesin hesaplarının görüşmelerine yarınki birleşimde başlanacaktır.
Danışma Kurulunun bir önerisi vardır, okutup oylarınıza sunacağım.
VI.- ÖNERİLER
A) Danışma Kurulu Önerileri
1.- Genel Kurulun 14/12/2009
Pazartesi günkü birleşiminde, 442 sıra sayılı 2010 Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı’nın tümü üzerindeki görüşmelerin tamamlanmasından sonra 445 sıra
sayılı Çek Kanunu Tasarısı’nın tümümün oylanmasının tamamlanmasına kadar
çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi
Danışma Kurulu Önerisi
14.12.2009
Danışma Kurulunun yaptığı toplantıda, aşağıdaki önerilerin Genel
Kurulun onayına sunulması uygun görülmüştür.
Mehmet
Ali Şahin
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Bekir Bozdağ Kemal Anadol Oktay Vural
Adalet ve Kalkınma Partisi
Cumhuriyet Halk Partisi Milliyetçi Hareket Partisi
Grup Başkan Vekili Grup Başkan Vekili Grup Başkan Vekili
Öneriler
Genel Kurulun 14.12.2009 Pazartesi günü; Gündemin Özel Gündemde
Yer Alacak İşler kısmında yer alan 442 sıra sayılı 2010 Merkezî Yönetim Bütçe
Kanunu Tasarısının tümü üzerinde görüşmelerin tamamlanmasından sonra Gündemin
Oylaması Yapılacak İşler Kısmında yer alan 445 sıra sayılı Çek Kanunu
Tasarısının tümünün oylamasının tamamlanmasına kadar çalışma süresinin
uzatılması
Önerilmiştir.
BAŞKAN – Evet, Danışma Kurulu önerisinin aleyhinde söz isteyen
Eskişehir Milletvekili Tayfun İçli.
Buyurun Sayın İçli.
H. TAYFUN İÇLİ (Eskişehir) – Sayın Başkanım, çok saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım; 14/12/2009 tarihli Danışma Kurulu önerisinin
aleyhinde söz aldım.
Değerli arkadaşlarım, elimde Türkiye Büyük Millet Meclisi Sayın
Başkanının bastırdığı 2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’yla
ilgili bir broşür var, sanıyorum size, hepinize dağıtılmıştır.
Bu program, yine Danışma Kurulunun 3/12/2009 tarihli kararıyla
planlanmış. Bugün bütçenin geneli hakkında görüşülecek, birinci tur oylama ile
ikinci tur oylamalar yarın görüşülecek; yani, özetle, bütçe görüşmeleri bugün
başlayıp ayın 26’sına kadar devam edecek.
Şimdi yeni bir öneri geliyor: Gerekçe, geçtiğimiz hafta
görüşülmekte olan, ancak oylamada AKP’li milletvekillerinin Türkiye Büyük
Millet Meclisinde olmaması nedeniyle, toplantı yeter sayısı bulunmaması
nedeniyle kanunlaşamayan tasarıyı, bu araya, Danışma Kurulu önerisiyle araya
sokmaya çalışıyor. Var mıydınız?..
MUHARREM SELAMOĞLU (Niğde) – Siz var mıydınız?
H. TAYFUN İÇLİ (Devamla) - Evet, buradaydım. Ama, ben muhalefet
milletvekiliyim. 338 AKP milletvekili Türkiye Büyük Millet Meclisinde çalışması
gerekirken burada değildiniz, önem verdiğiniz kanun görüşmelerinde
bulunmadınız. Toplantı yeter sayısı bulunmadığı için bu tasarı yasalaşamadı.
Şimdi, İç Tüzük’ün hangi maddesine göre bir birleşim başladıktan
sonra, birleşimin bitiminde 3/12/2009 tarihinde alınan Danışma Kurulu önerisini
değiştirmeye kalkıyorsunuz?
Sayın Başkan, son dönemlerde gerçekten Türkiye Büyük Millet
Meclisinin yönetiminde bir keyfîlik egemen oldu. Geçtiğimiz gün, Sayın Sadık
Yakut bulunmaması gereken bir yerde bulundu. Bir usul tartışması açtık. Hem
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı olarak size vekâlet ediyordu hem de
Cumhurbaşkanı olarak Cumhurbaşkanına vekâlet ediyordu hem de Meclis Başkan
Vekili olarak o makamda oturmak suretiyle Türkiye Büyük Millet Meclisini
yönetmeye kalktı. İtiraz ettik “Bir usul hatası.” dedik. Sayın Sadık Yakut
makamdan kalkmak suretiyle Türkiye Büyük Millet Meclisini Sayın Güldal Mumcu
yönetti.
Yine, bir keyfîlik söz konusuydu. Meclis Başkanı olarak duymanızı
istiyorum. Saat 14.00’te başlaması gereken Genel Kurulu… İlkokullarda bile ders
zamanında açılır, saat dokuzda açılacaksa dokuzda okulu açarlar, ama Türkiye
Büyük Millet Meclisini 14.15’te açtılar! Yine Sayın Sadık Yakut, Meclis Başkan
Vekili “Beş dakika ara veriyorum.” dedikten sonra, oturum bir saat sonra
açıldı.
Bu sizin imzanız değil mi Sayın Başkanım? “Mehmet Ali Şahin,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı.”
“Sayın Milletvekilleri, 2010 yılı bütçesi 14’ünde başlayıp 26’sına
kadar devam edecektir.” Ve orada da kararlar var. Birinci gün nelerin
konuşulacağı, turlar hâlinde milletvekillerine kaç dakika süre verileceği bu
Danışma Kurulunun, bütün grup başkan vekillerinin imzasını taşımıyor mu?
Şimdi, bugünkü birleşim başlamış. Bugün bütçenin geneli hakkında
görüşmüşüz, AKP’li milletvekilleri perşembe günü burada bulunmadığı için
onaylanmayan kanunu bir Danışma Kurulu önerisi olarak önümüze getiriyorsunuz.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – İmkân yok mu?
H. TAYFUN İÇLİ (Devamla) –
Neden öne getiriyorsunuz? Türkiye Büyük Millet Meclisi… Genel görüşmeler
olduktan sonra, neden onu getiriyorsunuz?
Bakın, değerli arkadaşlarım, biraz evvel Sayın Başbakanı
dinlediniz. Kendisine laf atıldığı zaman hiç hoşnut olmuyor. Sizler burada her
sayın genel başkanın, her hatibin konuşmasına laf atıyorsunuz. Hatibin
dikkatini dağıtmaya çalışıyorsunuz. Ama sizin Sayın Başbakanınız burayı terk
ettikten sonra, siz buradaki hatiplere laf atma konusunda da örnek oluyorsunuz.
Bakın, bir de yadırgadığım başka bir olay daha var: Ana Muhalefet
Partisi Sayın Genel Başkanı bütçenin geneli hakkında burada konuşuyor. Sayın
AKP Genel Başkanı, Başbakan arkada çay, kahve içiyor.
Başka bir arkadaşımız, bütçenin aleyhinde söz alan, Demokratik Sol
Partiden Harun Öztürk arkadaşımız söz talep ediyor, Sayın Başbakan dosyalarını,
çantalarını, arkadaşlarıyla birlikte derleyip toplayıp arkaya gidiyor.
Değerli arkadaşlarım, bu son günlerde Türkiye Büyük Millet
Meclisine yakışmayan şeyler oluyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi keyfîliği
kaldırmaz. Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa’nın ve İç Tüzük’ün amir
hükümlerine, bu hükümlere göre yönetilir. Siz öyle istediniz diye bu Türkiye
Büyük Millet Meclisinin çalışma usulleri değişmez. Ve Sayın Başkanım, bu
görüşlerimi iletmek için söz aldım. Aslında İç Tüzük’e aykırıdır Danışma Kurulu
önerisi. Bütçe görüşmelerinin devam etmesi gerekir ve her şeyden önce, sizin
imzanızı taşıyan ve milletvekillerine gönderdiğiniz bu Danışma Kurulu önerisine
sadık kalmanızı özellikle Meclis Başkanı olarak diliyorum ve milletvekili
arkadaşlarıma da beni dinledikleri için, sabırları için teşekkür ediyorum.
Sağ olun. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Evet, ben de teşekkür ederim Sayın İçli.
Değerli arkadaşlarım, Danışma Kurulu önerisini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Alınan karar gereğince, gündemin ”Oylaması Yapılacak İşler
Kısmı”nda yer alan Çek Kanunu Tasarısı’nın açık oylamasına başlıyoruz.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
3.- Çek Kanunu Tasarısı ve Adalet
Komisyonu Raporu (1/710) (S.Sayısı: 445) (x)
BAŞKAN - Daha önce, açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla
yapılması kabul edilmişti.
Şimdi, elektronik cihazla oylama yapacağız.
Oylama için üç dakika süre vereceğim.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Çek Kanunu Tasarısı’nın açık oylama
sonucunu açıklıyorum:
Kullanılan oy sayısı: 318
Kabul : 313
Ret : 4
Çekimser : 1(xx)
Tasarı, kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Sayın milletvekilleri, programa göre kuruluşların bütçe ve kesin
hesaplarını görüşmek için alınan karar gereğince 15 Aralık 2009 Salı günü saat
11’de toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati:19.48
(x) 445 Sıra Sayılı Basmayazı
10/12/2009 tarihli 29’uncu Birleşim Tutanağı’na eklidir.
(xx) Açık oylama kesin sonuçlarını
gösteren tablo tutanağa eklidir.