DÖNEM: 23 CİLT: 54 YASAMA YILI: 4
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
28’inci
Birleşim
9 Aralık 2009 Çarşamba
(Bu
Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür
belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş
alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L
E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. - YOKLAMA
IV. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A)
MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI
1.- Niğde Milletvekili
Muharrem Selamoğlu’nun, ilaç fiyatlarında yapılan
düzenleme nedeniyle eczanelerin bir zararı söz konusu değilken boykot
yapmalarının yanlışlığına ve eczanelerin sorunlarına ilişkin gündem dışı
konuşması
2.- Mersin
Milletvekili Vahap Seçer’in,
Danıştayın yürütmesini durdurduğu genetiği
değiştirilmiş organizmalar hakkındaki yönetmeliğe ilişkin gündem dışı konuşması
3.- İzmir
Milletvekili Kamil Erdal Sipahi’nin, Afganistan’a asker gönderilmesine ilişkin
gündem dışı konuşması
V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut ve 24 milletvekilinin,
lisanslı depoculuk faaliyetlerinin yaygınlaşmamasının nedenlerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/486)
2.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut ve 24 milletvekilinin,
şeker fabrikalarının özelleştirilmesinin yol açacağı sorunların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/487)
3.- İzmir
Milletvekili Kamil Erdal Sipahi ve 21 milletvekilinin, geçici köy korucularının
sorunlarının araştırılarak daha sağlıklı çalışabilmesi için alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/488)
VI.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- (10/107,
10/207, 10/322) esas numaralı Meclis araştırması önergelerinin ön
görüşmelerinin Genel Kurulun 09/12/2009 Çarşamba günkü
birleşiminde birlikte yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi
2.- (10/139,
10/155, 10/171, 10/172, 10/173, 10/181, 10/183, 10/197, 10/369) esas numaralı
Meclis araştırması önergelerinin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 09/12/2009 Çarşamba günkü birleşiminde birlikte yapılmasına
ilişkin CHP Grubu önerisi
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın, Diyarbakır
Milletvekili Gültan Kışanak’ın
Demokratik Toplum Partisini kapatma davasıyla AK PARTİ Hükûmeti
arasında direkt bir bağlantı kurarak Hükûmete
sataşması nedeniyle konuşması
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Türk Ticaret
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)
2.- Türk Borçlar
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)
3.- İmar Kanunu
ile Bayındırlık ve İskan Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu (1/713)
(S. Sayısı: 397 ve 397’ye 1 inci Ek)
4.- Çek Kanunu
Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/710) (S. Sayısı: 445)
5.- Kütahya
Milletvekili Soner Aksoy'un; Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik
Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji
Komisyonu Raporu (2/340) (S. Sayısı: 395)
6.- Kamu Düzeni
ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ve
İçişleri Komisyonu Raporu (1/704) (S. Sayısı: 383)
IX.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, AİHM ve uluslararası
tahkimde Türkiye aleyhindeki davalara ilişkin Başbakandan sorusu ve Adalet
Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/8589) (Ek cevap)
2.- Kahramanmaraş
Milletvekili Durdu Özbolat’ın, kanser hastası bir
hükümlüye ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah
Ergin’in cevabı (7/9276)
3.- İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal’ın, kanser hastası bir hükümlüye ilişkin sorusu ve
Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/9279)
4.- Şırnak
Milletvekili Sevahir Bayındır’ın, Ergenekon davası
tutuklularının aldıkları sağlık hizmetlerine ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/9286)
5.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, çek ve senetlerden kaynaklanan
mahkûmiyetlere ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah
Ergin’in cevabı (7/9703)
6.- Şırnak
Milletvekili Sevahir Bayındır’ın, bir hükümlünün
sağlık sorunlarına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah
Ergin’in cevabı (7/9713)
7.- Ankara
Milletvekili Hakkı Suha Okay’ın,
bir ihale öncesi hazırlatılan teknik rapora yönelik iddialara ilişkin sorusu ve
Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/9949)
8.- Edirne
Milletvekili Bilgin Paçarız’ın, Edirne’deki okulların personel ihtiyacına
ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun
cevabı (7/10113)
9.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, denetim ve yönetim
kurullarında görevli personele ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı M. Vecdi
Gönül’ün cevabı (7/10132)
10.-
Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat’ın,
Ekinözü’nün adliye teşkilatı ihtiyacına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/10160)
11.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, bir şahsın
bakanlıkla bağlantısı olup olmadığına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/10251)
12.- Manisa
Milletvekili Şahin Mengü’nün, İstanbul Cumhuriyet
Savcısının askerlik görevini yapıp yapmadığına ilişkin sorusu ve Millî Savunma
Bakanı M. Vecdi Gönül’ün cevabı (7/10617)
13.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, sınır ticareti
kapsamındaki ithalata ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın
cevabı (7/10642)
14.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, TOKİ’nin
Muş’ta konut yapımına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/10645)
15.- Van
Milletvekili Özdal Üçer’in, bir kişinin özürlü aylığı
başvurusuna ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in cevabı (7/10733)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu
saat 15.00’te açılarak sekiz oturum yaptı.
Konya
Milletvekili Hüsnü Tuna, Hazreti Mevlânâ’nın 736’ncı
Vuslat Yıl Dönümü Uluslararası Anma Törenlerine,
Adana
Milletvekili Nevingaye Erbatur,
kadın haklarına,
Kırıkkale
Milletvekili Osman Durmuş, eczacı ve eczanelerin sorunlarına,
İlişkin gündem
dışı birer konuşma yaptılar.
2010 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2008 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı’nın Genel Kurulda görüşme programının bastırılıp dağıtıldığına ve
bütçeler üzerinde şahısları adına söz almak isteyen milletvekillerinin söz
kayıt işlemlerine ilişkin Başkanlıkça duyuruda bulunuldu.
Kocaeli
Milletvekili Cevdet Selvi ve 21 milletvekilinin,
domuz gribi ve diğer salgın hastalıklar konusunun araştırılarak (10/483),
Karaman
Milletvekili Hasan Çalış ve 20 milletvekilinin, elma üreticilerinin
sorunlarının araştırılarak (10/484),
Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut ve 23 milletvekilinin,
ÖSYM’nin sorunlarının araştırılarak daha sağlıklı çalışabilmesi için (10/485),
Alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini
alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
TBMM Başkanı
Mehmet Ali Şahin’in, İsveç Parlamento Başkanı Per Westerberg’in
davetine icabetle, 12 Aralık 2009 tarihinde Stokholm’da
düzenlenecek Avrupa Birliği Parlamento Başkanları Olağanüstü Konferansına
katılmak üzere İsveç’e resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi
kabul edildi.
Gündemin “Genel
Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler”
kısmında yer alan:
(10/128, 10/272,
10/378) esas numaralı, tütün sektöründeki sorunların araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergelerin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 08/12/2009
Salı günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP,
(10/44, 10/147)
esas numaralı Meclis araştırması önergelerinin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 08/12/2009 Salı günkü birleşiminde birlikte yapılmasına ilişkin
CHP,
Grubu önerileri
yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.
08/12/2009 tarihinde dağıtılan ve gelen kâğıtlar listesinde yayımlanan 444
ve 445 sıra sayılı kanun tasarılarının 48 saat geçmeden gündemin sekizinci
kısmının 3 ve 5’inci sıralarına alınmasına, 07/12/2009 tarihinde dağıtılan ve
gelen kâğıtlar listesinde yayımlanan 397 ve 397’ye 1’inci ek sıra sayılı Kanun
Tasarısı’nın da 48 saat geçmeden gündemin sekizinci kısmının 4’üncü sırasına
alınmasına, diğer işlerin sırasının da buna göre teselsül ettirilmesine; Genel
Kurulun, 08/12/2009 Salı günkü birleşiminde 444 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın,
10/12/2009 Perşembe günkü birleşiminde ise 445 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın
görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışmalarının devam etmesine, 445 sıra
sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerinin perşembe günkü birleşimde
tamamlanmaması hâlinde Genel Kurulun 11/12/2009 Cuma günü saat 14.00’te
toplanması, bu birleşimde kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi ve 445 sıra
sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışmalara devam
edilmesine ilişkin AK PARTİ Grubu önerisi yapılan görüşmelerden sonra kabul
edildi.
İstanbul
Milletvekili Ünal Kacır, Tunceli Milletvekili Kamer
Genç’in, konuşmasında TOKİ’nin denetlenmediğine bu
nedenle, KİT Komisyonunun görevini yapmadığına ilişkin sözler sarf ederek
Başkanı olduğu KİT Komisyonuna sataşması nedeniyle bir konuşma yaptı.
İstanbul
Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu, İstanbul
Milletvekili Ünal Kacır’ın belirttiği gibi TOKİ’yi KİT Komisyonunun değil Başbakanlık Yüksek Denetleme
Kurulunun denetlediğine ilişkin bir açıklamada bulundu.
Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse’nin, Nazım Hikmet Müzesinin Kurulmasına Dair Kanun
Teklifi’nin (2/389), İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre doğrudan gündeme
alınmasına ilişkin önergesi yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.
Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:
1’inci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),
2’nci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/499) (S. Sayısı: 321),
Görüşmeleri
komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.
3’üncü sırasına
alınan, Konut Edindirme Yardımı Hak Sahiplerine Ödeme Yapılmasına Dair Kanunda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ile İstanbul Milletvekili Esfender Korkmaz’ın, 5664 Sayılı
Konut Edindirme Yardımı Hak Sahiplerine Ödeme Yapılmasına Dair Kanunda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi ve Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu’nun (1/779, 2/523) (S. Sayısı: 444) görüşmeleri tamamlanarak elektronik
cihazla yapılan açık oylamadan sonra kabul edildi.
Konya
Milletvekili Faruk Bal, Kocaeli Milletvekili Fikri Işık’ın, grubuna ve görev
yaptığı Hükûmete,
İstanbul Milletvekili
Esfender Korkmaz, sözlerinin farklı yorumlanarak AK PARTİ’li bazı milletvekillerinin uygunsuz sözlerle,
İstanbul
Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu, Kocaeli Milletvekili
Fikri Işık’ın, grubuna,
Sataşması
nedeniyle birer konuşma yaptılar.
9 Aralık 2009
Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşime
23.40’ta son verildi.
|
|
Sadık
YAKUT |
|
|
|
Başkan Vekili |
|
|
|
|
|
|
Gülşen
ORHAN |
|
Fatih
METİN |
|
Van |
|
Bolu |
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
|
|
|
|
|
|
Bayram
ÖZÇELİK |
|
|
|
Burdur |
|
|
|
Kâtip Üye |
|
No.: 39
II.- GELEN KÂĞITLAR
9 Aralık 2009 Çarşamba
Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut ve 24 Milletvekilinin,
lisanslı depoculuk faaliyetlerinin yaygınlaşmamasının nedenlerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98
inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/486) (Başkanlığa geliş tarihi: 5.11.2009)
2.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut ve 24 Milletvekilinin,
şeker fabrikalarının özelleştirilmesinin yol açacağı sorunların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün
104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/487) (Başkanlığa geliş tarihi: 5.11.2009)
3.- İzmir
Milletvekili Kamil Erdal Sipahi ve 21 Milletvekilinin, geçici köy korucularının
sorunlarının araştırılarak daha sağlıklı çalışabilmesi için alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci
maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/488)
(Başkanlığa geliş tarihi: 5.11.2009)
9 Aralık 2009 Çarşamba
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 13.00
BAŞKAN : Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu),
Gülşen ORHAN (Van)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 28’inci Birleşimini
açıyorum.
III.- Y O K L A M A
BAŞKAN – Elektronik cihazla yoklama yapacağız.
Yoklama için beş dakika süre veriyorum.
Yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır,
görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz
vereceğim.
Gündem dışı ilk söz Sosyal Güvenlik Kurumu ve eczacıların
sorunları hakkında söz isteyen Niğde Milletvekili Muharrem Selamoğlu’na
aittir.
Buyurun Sayın Selamoğlu. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A)
Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Niğde Milletvekili Muharrem Selamoğlu’nun, ilaç fiyatlarında yapılan düzenleme
nedeniyle eczanelerin bir zararı söz konusu değilken boykot yapmalarının
yanlışlığına ve eczanelerin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması
MUHARREM SELAMOĞLU (Niğde) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; eczacılık sektörünün sıkıntıları hakkında söz aldım. Yüce
heyetinizi saygıyla selamlarım.
Sözlerime başlamadan önce aziz şehitlerimize Allah’tan rahmet,
kederli ailelerine başsağlığı diler, yaralılarımıza acil şifalar dilerim.
Değerli arkadaşlar, 4 Aralık günü yürürlüğe giren İlaç Fiyat
Kararnamesi sonrasında eczanelerin zarar ederek kapanacağı iddiasıyla yapılan
bazı basın-yayın organlarında yer alan yayınlar sebebiyle eczaneler o gün
kapanarak boykota gitmişlerdir.
Bilindiği gibi, son yıllarda Hükûmetimiz
tarafından yapılan sağlık hizmetleri bütün halkımız tarafından takdirle
karşılanmaktadır. Yıllardır insanlarımızın değişik sosyal güvenlik kuruluşları
adı altında, örneğin sigortalı, BAĞ-KUR’lu, emekli,
yeşil kartlı gibi sınıflar içerisinde, kendi sağlık kuruluşları dışında başka
bir yerde muayene olmaları mümkün değildi. Bir sigortalı vatandaşımız kendi
sağlık kuruluşunda saatlerce bekleyerek muayenesini yaptırıyordu, ilacını almak
içinse bir o kadar zaman harcayarak hastanede eczane kuyruğunda bekliyordu,
ilacı varsa alıyor, yoksa dışarıdan anlaşmalı eczane arayarak ilacını
alabiliyordu.
Hükûmetimiz 2005 yılında
Sosyal Sigortalar hastanelerini Sağlık Bakanlığına bağlayarak sigortalı
hastalarımızın bütün devlet hastanelerinden faydalanmalarını sağlamıştır.
Akabinde de Sigorta hastanelerindeki eczanelerin kapatılarak hastaların serbest
eczanelerden ilaç almaları bizim Hükûmetimiz
zamanında gerçekleştirilmiştir. Bütün bu sağlık kuruluşlarının yine Hükûmetimiz zamanında tek çatı altında toplanarak bugün
Sosyal Güvenlik Kurumu adı altında insanlarımıza hizmet vermeleri sağlanmıştır.
2010 yılı Ocak ayı başında da konsolide bütçeye tabi
olan kurumların da ödemeleri bu kuruma aktarılarak eczanelere geri ödeme
sıkıntıları ortadan kaldırılacaktır.
Biz, sağlık kuruluşlarını tek çatı altında toplayıp ilaçlarını
serbest eczanelerden almalarını sağlayarak yeşil kartlı hastalarımızı ve 0-18
yaş grubu vatandaşlarımızı sağlık güvencesi altına almak suretiyle serbest
eczanelerden ilaçlarını alabilmelerini sağlamamız sonucu eczanelerin
cirolarında olağanüstü artışlar sağlamış olduk.
Sosyal güvenlik kuruluşlarımızın temel amacı, adil, kolay
erişilebilir, yoksulluğa karşı daha etkin koruma sağlayan, mali açıdan
sürdürülebilir bir sosyal güvenlik kurumu sistemine ulaşabilmek için nüfusun
tümüne hakkaniyete uygun, eşit, koruyucu ve tedavi edici, kaliteli sağlık
hizmeti sunmaktır.
Biz eczanelerimizin iş potansiyellerini böyle artırmışken,
eczanelerin Hükûmetimize karşı boykotlarını anlamak
mümkün değil. Daha önceki hükûmetler zamanında ilaca
ayda bir zam yapılırken, eczacının alım gücü enflasyonun da üzerinde
eritilirken, üstelik de “Zarar ediyoruz.” diyen ilaç sektörüne karşı
eczanelerin kârlılık oranları düşürülürken kâr marjını
sıkıntıya sokanlar, bugün iktidarımızın bu çalışmalarını eleştirebiliyorlar.
Biz bugün ilaç sanayisine boyun bükmüş olsaydık, iktidarımız döneminde ilaç
fiyatlarında yüzde 70-80’lere varan indirimleri gerçekleştirmemiz mümkün
olabilir miydi?
4 Aralık günü, İlaç Fiyat Kararnamesi’yle yapılan ilaç
fiyatlarındaki düzenleme sonucu eczanelerin bir zararı söz konusu değildir.
Bakanlığımız ilaç firmalarıyla anlaşarak ilaç fiyatları düşüşlerinden doğan
stok maliyetlerinin ve stok kayıplarının karşılanacağını karara bağlanmıştır.
Takdir edersiniz ki, bu hizmetlerin devamı için birtakım tedbirlerin alınması
söz konusudur. Yapılan düzenleme hem hazinemizin hem de ilacı alan
hastalarımızın menfaatinedir. Bunun için, eczane boykotunu tasvip etmedim ve o
gün eczanemi açtım. Biz şayet boykot yapacaksak 2004 yılından bu tarafa ilaç
fiyatlarında eczacıların farkında dahi olmadan stoklarındaki ilaçların
fiyatlarının düşürülmesini sağlayan firmalara karşı yapsaydık, bugün eczacı
arkadaşlarımızın durumu daha başka konumlarda olurdu.
Bütün bu çalışmalarımıza rağmen eczanelerimizin, eczacılarımızın
sıkıntıları yok mu? Elbette var.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Selamoğlu, lütfen
tamamlayınız.
Buyurun.
MUHARREM SELAMOĞLU (Devamla) – 6197 sayılı Türk Eczacılık
Kanunu’nu yeniden yapılandırılmalı. Bunun için Meclisteki eczacı milletvekilleriyle
devamlı çalışmalarımızı tamamladık. Yakın bir tarihte Sağlık Komisyonuna
gelecek ve Genel Kuruldan geçireceğiz. Daha önceki kademeli kâr marjından dolayı kazancı azalan meslektaşlarımın bu kademeli
kâr marjından kurtarılarak eski duruma getirilmeleri için gerekli çalışmaları
yapmamız lazım.
Eczanelerden, tahsil edilen muayene ücretlerinin de hastanelere
kaydırılarak, hasta-eczacı sıkıntısından kurtarmamız gerekir.
İktidarımız tarafından, 2007 yılında 11 milyar 130 milyon, 2008
yılında 12 milyar 962 milyon, 2009 yılında da 15 milyar 586 milyon TL ilaç
bedeli ödenmiştir.
Son beş yıl içerisinde 650 eczane çeşitli nedenlerden dolayı
kapanmış, buna karşılık 1.050 eczane açılmıştır.
2010 yılı sonrası için -alınan bu tedbirler- sağlık sisteminin
sürdürülebilmesi amacıyla gerekli tedbirler alınmıştır.
Salgın hastalığın kol gezdiği sıkıntılı dönemlerde…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUHARREM SELAMOĞLU (Devamla) – Bitiriyorum Başkanım.
BAŞKAN – Lütfen Sayın Selamoğlu… Yok,
öyle bir uygulamam yok.
MUHARREM SELAMOĞLU (Devamla) – Aynı gün Sosyal Güvenlik Kurumunun provizyon sisteminden, ülke genelinde 8 bin eczanenin de
provizyon sistemine girerek eczaneleri açtığı tespit edilmiştir.
Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Selamoğlu.
Gündem dışı ikinci söz, genetiği değiştirilmiş organizmalar
hakkında yönetmeliğe ilişkin Danıştay kararı hakkında söz isteyen Mersin
Milletvekili Vahap Seçer’e
aittir.
Buyurun Sayın Seçer.
2.- Mersin Milletvekili Vahap Seçer’in, Danıştayın yürütmesini durdurduğu genetiği değiştirilmiş
organizmalar hakkındaki yönetmeliğe ilişkin gündem dışı konuşması
VAHAP SEÇER (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Öncelikle, saldırı sonucu şehit olan kardeşlerimizi rahmetle
anıyorum, kederli ailelerine başsağlığı diliyorum.
Değerli arkadaşlarım, 26/10/2009 tarihli,
Tarım Bakanlığının çıkartmış olduğu GDO Yönetmeliği’ne ilişkin Danıştayın yürütmeyi durdurma kararı hakkında gündem dışı
söz almış bulunmaktayım.
Değerli arkadaşlarım, biliyorsunuz, 26 Ekimden bu yana, genetiği
değiştirilmiş organizmalar konusu kamuoyunu meşgul eden önemli bir konu. Bu
konu, tabii ki… Aslında 2003 yılından bu yana, Türkiye’nin biyogüvenlik
konusunda bir yasal boşluğu, mevzuat boşluğu olduğunu ve bunun bir an önce yasa
çıkartılarak doldurulması gerektiğini söylüyorduk ancak Tarım Bakanlığı o
yıllardan bugüne kadar inatla bu meseleyi, bu mevzuat boşluğunu ya talimatlarla
ya yönetmelikle gidermeye çalışıyor. Bunun ilk denemesini de… 2007 yılının 26
Haziranında Tarım Bakanlığı bir talimat çıkartarak bu konuyu çözme yoluna
gitmiş ama o günlerde sivil toplum örgütlerinin ve kamuoyunun baskısı bu
talimatnamenin yürürlüğe girmesini engellemişti. Aynı Bakanlık, iki yıl sonra,
26 Ekimde yine burada GDO ile ilgili konuşmalarımızda biyogüvenlik
yasa tasarısının artık bir ihtiyaç olduğunu ve ivedilikle yasalaşması
gerektiğini, Meclisten çıkması gerektiğini söylerken, Tarım Bakanlığı bu
meseleyi yine bir yönetmelikle çözmenin daha uygun olacağını düşündü ama tabii
bu iş eline yüzüne bulaşmış oldu.
O günlerde, hatırlayınız, kamuoyunda çokça tartışıldı,
televizyonlarda, basında, Mecliste bu konu gündeme geldi. Bu arada, tabii
toplumun bu konuda endişeleri arttı. GDO nedir, ne değildir; zararlı mıdır,
değil midir, faydalı mıdır; bu konuda endişeler ortaya çıktı, kaos ortaya çıktı. Bir müddet, tüketici tarımsal ürün
almaktan, meyve sebze almaktan imtina etti ve o kargaşa içerisinde, o kaos içerisinde ilk yönetmelik çıktıktan yirmi beş gün
sonra, Tarım Bakanlığı o yönetmelikle ilgili bir değişikliğe gitme ihtiyacı
duydu. Bunu da tabii ki anlamak mümkün değildi ama tabii bunları bizler
anlıyoruz. Neydi orada yapılan değişiklik? Özellikle en çarpıcı değişiklik,
geçici bir madde eklenmişti ve Yönetmelik’in çıktığı
tarih olan 26/10 tarihinden önce izin belgesi almış tarımsal ürünlerin gümrük
kapılarından geçişine izin verildi ve Yönetmelik hükümlerinin uygulanması da 1/3/2010 tarihine kadar ertelenmiş oldu. Burada kimlerin
etkisi oldu? Bunu kesinlikle söyleyebilirim ki bu konuda, dünyada GDO’lu tarımsal ürün ihracatında söz sahibi olan Amerika
Birleşik Devletleri, Brezilya ve Arjantin gibi GDO’lu
üretim yapan ve ihracatında söz sahibi ülkelerin etkin lobisinin tesiri
olmuştur diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu süreçten sonra, bir vatandaşımız Danıştaya Yönetmelik’in iptali ve
yürütmesinin durdurulması hakkında dava açıyor ve Danıştay bu konuyu görüşüyor.
Bizim de o Yönetmelik çıktığında savunduğumuz, önce biyogüvenlik
yasasını çıkartalım, bu konunun esaslarını, çerçevesini net olarak çizelim, ona
dayalı olarak yönetmelik çıkartalım argümanlarımıza
dayalı olarak, aynı gerekçeyi Danıştay göstererek Yönetmelik’in
yürütmesinin durdurulması kararı veriyor. Şimdi, tekrar başa dönmüş olduk. Bu
konuda, yine Türkiye’de bir mevzuat boşluğu ortaya çıkmış oluyor. Ama bu süreç
içerisinde, Türk halkı en azından GDO’yu öğrendi, en
çarpıcı olanı da 98 yılından beri Türkiye’ye milyonlarca ton GDO’lu tarımsal ürünün girdiğini öğrendi. Yani henüz
masumiyeti kanıtlanmamış, zararlı mı, değil mi belli olmayan bu teknolojiyle,
Türkiye’de on yıldır, on iki yıldır geçmiş hükûmetler
ve 2002 yılından bu yana da siz AKP İktidarı tarafından Türk halkına bu
ürünlerin yedirildiği ortaya çıkmış oldu.
Değerli arkadaşlarım, GDO konusunda dünyada lobi faaliyetlerinin
olduğu kesin çünkü GDO’lu üretim ekonomik anlamda,
ekonomik olarak gerçekten çok büyük rakamlara ulaşan hem tohumculuk hem
tarımsal üretim anlamında bir değere sahip. Dolayısıyla, bu tip lobileri normal
karşılamak mümkün ama benim anormal karşıladığım, bu lobi faaliyetlerinden
Tarım Bakanlığının kesinlikle etkileniyor olması.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Seçer, lütfen tamamlayınız.
VAHAP SEÇER (Devamla) – Bakın, çarpıcı bir haber, GDO lobilerinin
faaliyetleri ilkokul ders kitaplarına kadar girmiş. İlköğretimde dördüncü sınıf
Türkçe kitabında GDO ürünleri çocuklara kurtarıcı ürünler olarak anlatılıyor.
Şimdi, burada GDO savunucularının tezleri şu: Dünyada hızla artan bir nüfus var
ve dünya hızla açlığa doğru gidiyor. Bu nüfusu doyurmak mümkün değil. Onun için
GDO’lu ürünlere ihtiyaç var ve bunu biz Millî
Eğitimin ders kitaplarına koyuyoruz. Çocuklarımıza daha küçük yaşlarda GDO’lu ürünlerin zararsız olduğundan ve bunlara mutlaka
ihtiyacımız olduğundan, bunların faziletlerinden, erdemlerinden bahsediyoruz.
Bu kesinlikle GDO lobilerinin faaliyeti sonucu ortaya çıkmış bir meseledir
değerli arkadaşlarım.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de tarım iyi yönetilmiyor, Tarım
Bakanlığı dökülüyor. İşte bu GDO meselesiyle birlikte Türkiye'nin tarımsal
üretimde dışa bağımlı olduğu ortaya çıkmış oldu.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
VAHAP SEÇER (Devamla) – Hemen toparlıyorum Sayın Başkanım.
Selamlayayım Sayın Başkanım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Seçer, böyle bir uygulama yok.
Teşekkür ederim.
VAHAP SEÇER (Mersin) – Bu hassasiyeti Meclisi yönetirken de
gösterseniz çok iyi olur.
BAŞKAN – Gündem dışı üçüncü söz Afganistan’a asker gönderilmesi
konusunda söz isteyen İzmir Milletvekili Kamil Erdal Sipahi’ye aittir.
Buyurun Sayın Sipahi.
3.- İzmir Milletvekili Kamil Erdal
Sipahi’nin, Afganistan’a asker gönderilmesine ilişkin gündem dışı konuşması
KAMİL ERDAL SİPAHİ (İzmir) – Sayın Başkan, yüce Meclise saygılar
sunuyorum.
Sözlerimin başında, şehitlerimizi rahmetle anıyorum, milletimize
başsağlığı diliyorum.
Evet, Türkiye yangın yerine dönmektedir. Biz, Milliyetçi Hareket
Partisi olarak, olayları, açılıma provokasyon değil,
açılım adındaki yıkım projesinin beklenen sonuçları olarak görmekteyiz.
Büyük Orta Doğu Projesi kapsamında, Amerika’nın stratejik
adımlarından en fazla sorunlu görüleni, Afganistan’a bağlı gelişmelerdir. Diğer
bölgelerde de sorunlar çözülememiştir ancak ABD’nin kontrolündedir.
Afganistan’da ise ülke içinde sınırlı da olsa kontrol sağlanamamıştır. Ayrıca,
komşu Pakistan’ın Hindistan ile çatışan çıkarları ve teröre karşı sınırlı
mücadele kabiliyeti, bu ülkeyi de sıkıntılı hâle getirmektedir. ABD’nin
Afganistan için öngördüğü 30 bin kişilik asgari takviye gücü, askerî anlamda kolordu
seviyesidir. Kolordu, bağımsız olarak görev verilebilecek operatif
bir güç olarak tanımlanır. Bu nedenle, Afganistan’a kış şartlarında, idari ve
lojistik yetersiz şartlara rağmen böyle bir gücün gönderilmesi, ister istemez
bu gücün Afganistan’da konuşlanıp başka bir bölgede görev alabileceği şüphesini
akla getirmektedir.
Özetle, Obama’nın Afganistan için
attığını söylediği adımların, Pakistan’ı ve İran’ı da ABD’nin hedefi durumuna
getirebileceği şüphesini taşımaktayız. Türkiye'nin, Afganistan konusunu değerlendirirken
olayı sadece ilave kuvvet gönderip göndermeme basitliğiyle değil, oyunun
müteakip adımları ve bütünüyle görmesi gerekmektedir.
Bugün arabuluculuk oyunları içinde kendimize bölgede yer bulmaya
çalışırken 1930’lu yıllardaki bir tarihî olayı sizlere anlatmakta fayda
görüyorum. 1934 yılı sonbaharında, İran ile Afganistan arasındaki sınırın
tespiti için her iki ülke hakem olarak sadece Türkiye’yi seçerler ve Atatürk’e
müracaat ederler. Kurtuluş Savaşı kahramanı Fahrettin Altay Paşa, bu sınırın tespiti
için görevlendirilir. Özetle, bugünkü Afganistan sınırının önemli bir bölümü,
1934 yılında Türkiye tarafından tespit edilmiştir. İşte bu coğrafyada Türk’ün
ve Atatürk Cumhuriyeti’nin gücü budur.
Sonraki yıllarda, Afgan ordusu ve bürokrasisinin önemli bölümü
Türkiye’de yetiştirilir; ilişkiler azalır. Sovyet işgali, Taliban yönetimi,
İkiz Kuleler bahanesiyle BM kararları ve Amerikan işgali, ABD güdümünde
NATO’nun devreye girmesi. Ancak, Afganistan halkı, geçen yıllara rağmen
Türkiye’ye ve Türk askerine dost ve kardeş olarak bakarken diğerlerine genelde
işgalci olarak bakmaya devam eder. Görevli olan arkadaşlarımızın ifadesiyle, o
coğrafyada ay yıldızlı Türk Bayrağı, halk nazarında NATO Bayrağı’ndan da, ABD
ve diğerlerinin bayrağından da farklı ve itibarlı görülmeye devam etmektedir.
11 Eylül saldırısı sonucu Meclis tarafından 10 Ekim tarihinde
kabul edilen tezkerenin bir maddesinde “Türkiye, başlatılan mücadelenin kısa
sürede ve yaygınlaşmadan başarıya ulaşması için kendi olanaklarının elverdiği
ölçü ve biçimde her katkıyı yapmalıdır.” ibaresi bulunur. Ancak tezkerede her
katkıyı yapmak söz konusu iken NATO’ya bildirimde Türk askerinin kullanılması
konusunda kısıtlamalar konmuş ve teröre karşı kullanılamayacağı ifade
edilmiştir.
Afganistan’da yürütülen harekâtı, Uluslararası Güvenlik Yardım
Harekâtı (ISAF) ile Amerika’nın güdümünde yürütülen, teröre karşı aktif
mücadeleyi ifade eden Sürekli Özgürlük Harekâtı olmak üzere iki bölümde mütalaa
edebiliriz. Türkiye, şimdiye kadar birinci bölüm olan ISAF’ta
görev almış, terörle aktif mücadele, uyuşturucuyla mücadele, mayın temizliği
gibi halkla karşı karşıya gelebileceği ve tehlikeli görevlerden hassasiyetle
kaçınmıştır, kaçınmaya mutlaka devam etmelidir.
ISAF Harekâtı 16 Ocak 2002 tarihinde imzalanan Bonn Anlaşması ile
kurulmuştur ve Türkiye, NATO ve Birleşmiş Milletler anlaşmalarına göre bu
harekâta katılmıştır. Birinci döneminde Türkiye 1.300 kadar bir personelle
katılmış ve liderlik üstlenmiştir. Bunun üçüncü döneminde, Şubat-Ağustos 2005
dönemlerinde, hem Kâbil Bölge Komutanlığında hem de ISAF’ın
toplam kuvvetlerinin tamamına 3. Kolordu Komutanlığı ile komuta ederek 1.450’si
Türk, 8 bin NATO personeline komuta etmiştir. 1 Kasım 2009’dan itibaren de
üçüncü defa Kâbil Bölge Komutanlığı görevini yürütmektedir ve böylece diğer
dönemlerde 800 civarında olan personel sayımız da 1.750’ye ulaşmıştır.
Son NATO Zirvesi’nde, 2009 Nisanı, Strazburg’da,
ABD, NATO’dan 21 bin kişilik ek bir kuvvet talebinde bulunmuştur. Bilindiği
gibi, geçtiğimiz günlerde kendi takviye gücü olan 30 bin kişinin yanında, diğer
NATO ülkelerinden de 5 ile 7 bin arasında bir kuvvet talebinde bulunmuş ve
kuvvetlerin aktif terörle mücadele içerisinde yer almasını istemiştir.
Afganistan’da 26’sı NATO ülkesi olmak üzere 36 ülkeden personel
görev yapmaktadır.
Bilinmesi gereken diğer bir önemli konu: Türkiye, Afganistan’a
sadece Kâbil Bölge Komutanlığında değil, birçok yardım ve destek faaliyeti
içinde bulunmaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Sipahi, lütfen tamamlayınız.
KAMİL ERDAL SİPAHİ (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.
Vardak imar ekibi,
okullar, hastaneler inşa etmiştir. Seçim için gönderdiğimiz ekip ikinci bir
imar ekibinin askerî bölümünü teşkil edecektir. Afgan Kolordusunda dört irtibat
timimiz, genel maksat helikopterimiz vardır. Afgan Askerî Lisesi ve Harp
Okulunda eğitim faaliyetleri sürdürülmektedir. Şimdiye kadar 8 binden fazla
kişi Afganistan’da, 500’e yakın kişi Türkiye’de eğitilmiştir.
Sonuç olarak: Türkiye, dost, kardeş Afgan halkına yardım ve
desteğe devam etmelidir ancak ABD’nin karanlık senaryosuna alet olarak halkla
karşı karşıya gelebilecek veya Mehmetçik’i tehlikeye atabileceği görevlerden
mutlaka uzak durmalıdır.
Yüce Meclise saygılar sunarım.(MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Sipahi.
Gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.
Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum.
V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI
A) Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut ve 24 milletvekilinin, lisanslı depoculuk
faaliyetlerinin yaygınlaşmamasının nedenlerinin araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/486)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
2005 yılında 5300 sayılı kanunla kabul edilen "Tarım Ürünleri
Lisanslı Depoculuk Yasası" kapsamında lisanslı depoculuk faaliyetlerinin
yaygınlaşmamasının ve üreticilerimiz tarafından ilgi görmemesinin nedenlerinin
araştırılarak tespit edilmesi ve bunların çözümü amacıyla Anayasanın 98.
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104. ve 105. maddeleri gereğince
Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz.
1) Yılmaz Tankut (Adana)
2) Oktay Vural (İzmir)
3) Mehmet Şandır (Mersin)
4) Recai Yıldırım (Adana)
5) Mehmet Akif Paksoy (Kahramanmaraş)
6) Alim Işık (Kütahya)
7) Ertuğrul Kumcuoğlu (Aydın)
8) Mehmet Ekici (Yozgat)
9) Hüseyin Yıldız (Antalya)
10) Akif Akkuş (Mersin)
11) Süleyman Turan Çirkin (Hatay)
12) İsmet Büyükataman (Bursa)
13) Hakan Coşkun (Osmaniye)
14) Rıdvan Yalçın (Ordu)
15) Abdülkadir Akcan (Afyonkarahisar)
16) Sabahattin Çakmakoğlu (Kayseri)
17) Recep Taner (Aydın)
18) Ahmet Orhan (Manisa)
19) Hasan Özdemir (Gaziantep)
20) Ahmet Duran Bulut (Balıkesir)
21) Beytullah Asil (Eskişehir)
22) Mustafa Enöz (Manisa)
23) Mithat Melen (İstanbul)
24) İzzettin Yılmaz (Hatay)
25) Mümin İnan (Niğde)
Gerekçe:
Uzun yıllardır Dünya Bankası ile sürdürülen "Ürün
Borsalarının Geliştirilmesi Projesi" çalışmaları kapsamında 2005 yılında
vergisel ve tarımsal teşviklerle yaygınlaştırılmasının amaçlandığı lisanslı
depoculuk sistemi, 5300 sayılı "Tarım Ürünleri Lisanslı Depoculuk
Yasası" kanunu ile uygulamaya konulmuş ama günümüze kadar geçen sürede
yeterli ilgi ve etkinliği sağlamadığı görülmüştür.
Söz konusu kanunun amacı, "tarım ürünleri ticaretini
kolaylaştırmak, depolanması için yaygın bir sistem oluşturmak, ürün
sahiplerinin mallarının emniyetini sağlamak ve kalitesini korumak, ürünlerin
sınıf ve derecelerinin yetkili sınıflandırıcılar tarafından saptanmasını
sağlamak, tarım ürünleri lisanslı depo işleticilerinin kişiler arasında ayrım
yapmaksızın ürünlerini kabul etmelerini temin etmek, ürünlerin mülkiyetini
temsil eden ve finansmanını, satışını ve teslimini sağlayan ürün senedi
çıkartmak ve standartları belirlenmiş tarım ürünlerinin ticaretini
geliştirmek" şeklinde ifade edilmektedir.
Ülkemizde tarım sektöründe üretici olan çiftçilerimiz, ürününü
hasat eder etmez hemen piyasaya sürdüğü için oluşan arz fazlalığı ile başta
hububat olmak üzere birçok üründe hasat döneminde fiyatlar çok düştüğü ve
çiftçilerimizin bundan dolayı zarar gördüğü ve çoğu zaman maliyetinin altında
satmak zorunda kaldığı görülmektedir. Çünkü üretim sürecinde aldığı borcu
kapatmak için elindeki ürünü bir an önce paraya çevirme zorunda kalmaktadır.
Ayrıca ürününü saklayacak veya bekletecek bir deponun olmamasından dolayı
elinden bir an önce çıkarması gerekmektedir.
Bu gelişmelerden, tüketici olarak toplumun tüm kesimleri olumsuz
etkilenmektedir. Bu olumsuz gelişmelerden üreticilerimizi korumak amacıyla
uygulanması düşünülen Tarım Ürünleri Lisanslı Depoculuk Yasası, iyi
uygulanabilirse piyasaya ürün arzı daha kontrollü olacağı için hem üretici hem
de tüketici bundan olumlu etkilenecektir. Çünkü;
ürününü bir belge (ürün senedi) karşılığında lisanslı depoya teslim eden
üretici, elindeki bu belgeyi teminat olarak kullanarak bankadan finansman
desteği alabilecektir. Aynı zamanda elindeki ürün senedini ciro ederek ürününü
fiyatların en uygun olduğu dönemde pazarlamasına imkan
sağlayacaktır. Dolayısıyla bu uygulama ile, tarımsal
ürünü girdi olarak kullanan sanayici veya ihracatçı da spekülatörlerden
kurtarılmış olacaktır. Çünkü depolama imkanı olmayan
veya yüksek stok maliyetinden kaçınmak isteyen sanayici ve ihracatçılar
lisanslı depolardan istedikleri zaman diliminde ihtiyaçlarını
karşılayabilecekler ve hammadde temini konusunda bir planlama
yapabileceklerdir.
Bu uygulamanın tarım sektörüne sağlayacağı bir başka katkı ise,
sektörde kayıt sistemini yaygınlaştıracak olması ve birçok üründe kalite ve
standarda bağlı bir belgelendirme sistemini yerleştirecek olmasıdır. Daha da
önemlisi üreticinin büyük bir zahmetle ürettiği ürünün, hijyenik
ve sağlıklı ortamlarda depolanması hem satıcı hem de alıcıya önemli avantajlar
sağlayacaktır.
Bu kanunla uygulanması düşünülen lisanlı depoculuk
sisteminin bu zamana kadar yeterince ilgi görmemesi, bu konuda bazı yanlış,
hatalı veya eksik düzenlemelerin olduğu gerçeğinin araştırılması gerektiğini
düşündürmekte olup, yukarıda açıklamaya çalıştığımız hem üretici, hem tüketici
hem de sanayici ve ihracatçılarımızın faydasına olacak olan bu çalışmanın
yaygınlaşamamasının veya yapılamamasının ve yeterli ilgiyi görememesinin
nedenlerinin araştırılması gerekmektedir.
Netice olarak; yukarıda anlatılmaya çalışılan gerçekler çerçevesinde;
"Tarım Ürünleri Lisanslı Depoculuk Yasası" kapsamında lisanslı
depoculuk faaliyetlerinin yaygınlaşmamasının ve üreticilerimiz tarafından ilgi
görmemesinin nedenlerinin araştırılarak tespit edilmesi ve bunların çözümü
amacıyla Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasını arz ederiz.
2.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut ve 24 milletvekilinin, şeker fabrikalarının
özelleştirilmesinin yol açacağı sorunların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/487)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. ve buna bağlı olarak
faaliyet gösteren ve Anadolu'nun değişik bölgelerinde bulunan Şeker
Fabrikaları, Pancar Kooperatifleri ve Pancar Alım Merkezleri; pancar tarımı ve
pancar şekeri sektörünün istihdam yaratıcı, tarımı ve hayvancılığı geliştirici
çok önemli ve vazgeçilmez hizmetleri ile Anadolu çiftçisinin ve insanımızın
gözbebeği gibi baktığı ve koruduğu Cumhuriyetimizin de emaneti olan kurum ve
işletmelerimizdir. Şeker
fabrikalarının yan sektörleri destekleyici etkileri ile katma değer yaratan
sektörlerden biri olması, özellikle de sağladığı sosyal faydanın büyüklüğü göz
önüne alındığında, özelleştirilme sonrası yaşanacaklar bu sektörden hayatını
idame ettiren insanlarımızı çok büyük ölçüde mağdur edecektir. İşte bu
insanlarımızın ve bunlara bağlı olarak toplumumuzun büyük bir kesiminin
yaşayacakları sorunların tespiti ve bu sorunların çözümü amacıyla Anayasanın
98. Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104. ve 105. maddeleri gereğince
Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz.
1) Yılmaz Tankut (Adana)
2) Mehmet Şandır (Mersin)
3) Oktay Vural (İzmir)
4) Recai Yıldırım (Adana)
5) Mehmet Akif Paksoy (Kahramanmaraş)
6) Alim Işık (Kütahya)
7) Ertuğrul Kumcuoğlu (Aydın)
8) İsmet Büyükataman (Bursa)
9) İzzettin Yılmaz (Hatay)
10) Hüseyin Yıldız (Antalya)
11) Mehmet Ekici (Yozgat)
12) Hakan Coşkun (Osmaniye)
13) Mustafa Enöz (Manisa)
14) Süleyman Turan Çirkin (Hatay)
15) Mümin İnan (Niğde)
16) Rıdvan Yalçın (Ordu)
17) Abdülkadir Akcan (Afyonkarahisar)
18) Sabahattin Çakmakoğlu (Kayseri)
19) Akif Akkuş (Mersin)
20) Hasan Özdemir (Gaziantep)
21) Ahmet Duran Bulut (Balıkesir)
22) Beytullah Asil (Eskişehir)
23) Mithat Melen (İstanbul)
24) Recep Taner (Aydın)
25) Ahmet Orhan (Manisa)
Gerekçe:
Şekerpancarı, yılda 450 bin ailenin tarımını yaptığı ve şeker
fabrikalarından on binlerce kişinin çalıştığı, ekim sahalarında yüzde 40
oranında aile işgücünün değerlendirildiği ve Türkiye'de 65 ilde, 7 bin 200 yerleşim
biriminde ziraatının yapıldığı bir sanayi bitkisidir.
Şekerpancarı, en fazla istihdam yaratan, çiftçiye en yüksek
getiriyi sağlayan, tarımı ve hayvancılığı, maya ve yem sanayi, zirai mücadele,
tarım aletleri, taşımacılık gibi yan sektörleri en fazla destekleyen, çevre
sağlığına büyük katkıda bulunan ürünlerin başında gelmektedir. Dolayısıyla da
pancar şekeri üretilen tüm ülkelerde titizlikle korunmakta ve
desteklenmektedir.
Ülkemizde de pancar ve pancar şekeri sektörü bu katkılarına
ilaveten yılda yaklaşık 3 milyar dolar katma değer yaratmakta, taşımacılık
sektörüne yılda yaklaşık 20 milyon ton iş hacmi sağlamakta ve geçimini doğrudan
veya dolaylı olarak sektörle ilişkilendirmiş 10 milyon insanımıza iş ve ekmek
sağlamaktadır. Ancak maalesef Türkiye, bu sektörü desteklemeyen dünyadaki tek
ülke konumundadır.
Pancar şekeri sektörüne olumsuz darbe vurması beklenen
gelişmelerin sonuncusu, 6 Aralık 2005 tarih ve 26015 sayılı Resmî Gazete’de
yayınlanan Özelleştirme Yüksek Kurulu Kararı ile üretim maliyetleri düşük,
kârlılığı yüksek olan Bor, Ereğli ve Ilgın Şeker Fabrikaları’nın özelleştirme
programına alınması olmuştur. Kurulu bulundukları yörelerdeki
önemli sanayi tesisi ve istihdam alanı niteliğindeki şeker fabrikalarının bu
şekilde kârlı olanlarının öncelikli olarak özelleştirilmesi halinde; 15 ile 18
arasında fabrikanın kapanması, pancar ve şeker üretiminin %40-50, sektörel istihdamın %50-60 daralması, yan sektörlerin
olumsuz etkilenmesi sonucu yöresel ekonomik gelişmelerin ve bölgesel
kalkınmanın sekteye uğraması, yöresel katma değerde büyük kayıplar yaşanması,
yüz binlerce kişinin bundan doğrudan etkilenmesi sonucu köyden kente göç
olgusunun artması, büyük kentlerde güvenlik, kırsal kesimde ise terör
sorunlarında artış yaşanması, mevcut şeker sanayisinin çökmesi kaçınılmaz
olacaktır.
Türkiye Şeker Fabrikaları AŞ'nin zarar eden fabrikalarını kâr eden
bu fabrikalar sübvanse ederek dengelemekte ve toplamda kâr etmektedir. Başka
bir deyişle, hazineye yük olmaktan kurtarmakta tüm bölgeler için sosyal bir
denge sağlayarak, adalet görevi görmektedir.
Bu fabrikaların özelleştirilmesi halinde, ekonomik ölçekte olmayan
diğer fabrikalar üretimini sürdüremeyecek, çiftçiler pancar üretimi
yapamayacak, fabrikalarda çalışanlar işinden olacak, yöre halkı işsiz ve aşsız
kalacaktır. Sonuçta, ülke olarak kendimize yeterli olduğumuz şekerde ithalatçı
duruma gelinecektir.
Netice olarak; yukarıda anlatılmaya çalışılan gerçekler
çerçevesinde; şekerpancarı tarımı ve şekerpancarı şekeri sektöründe ekmeğini
kazanan insanların, özelleştirme sonrasında yaşanması muhtemel gelişmeler
ışığında, yaşadıkları ve yaşayacakları sorunların tespiti ve bu sorunların
çözümü amacıyla Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasını arz ederiz.
3.- İzmir Milletvekili Kamil Erdal
Sipahi ve 21 milletvekilinin, geçici köy korucularının sorunlarının
araştırılarak daha sağlıklı çalışabilmesi için alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/488)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Terörle mücadelede yıllardır güvenlik güçleri ile birlikte yer
alan Geçici Köy Korucularının ciddi sorunları bulunmaktadır. Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğü uğrunda yıllardır en zor şartlarda görev yapan ve
şimdiye kadar 1.300’den fazla şehit veren geçici köy korucuları ile ilgili
sorunların araştırılması amacıyla, Anayasanın 98 inci maddesi ve TBMM İç
Tüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince Meclis Araştırması yapılmasını
arz ederiz.
1) Kamil Erdal Sipahi (İzmir)
2) Mehmet Şandır (Mersin)
3) Oktay Vural (İzmir)
4) Faruk Bal (Konya)
5) Akif Akkuş (Mersin)
6) Kadir Ural (Mersin)
7) Metin Çobanoğlu (Kırşehir)
8) Şenol Bal (İzmir)
9) Ahmet Kenan Tanrıkulu (İzmir)
10) Recep Taner (Aydın)
11) Beytullah Asil (Eskişehir)
12) İsmet Büyükataman (Bursa)
13) Rıdvan Yalçın (Ordu)
14) Behiç Çelik (Mersin)
15) Ali Uzunırmak (Aydın)
16) D. Ali Torlak (İstanbul)
17) Necati Özensoy (Bursa)
18) Bekir Aksoy (Ankara)
19) Zeki Ertugay (Erzurum)
20) Ahmet Deniz Bölükbaşı (Ankara)
21) Gürcan Dağdaş (Kars)
22) Recai Yıldırım (Adana)
Gerekçe:
Köy koruculuğunun geçmişi 1924 yılına gitmektedir. 442 Sayılı Köy
Kanunu ile "Köy sınırları içinde, herkesin ırzını, canını ve malını
korumak için muhtarın emrinde, silahlı ve jandarma gibi görev yapacak köy
korucularının görevlendirilmesi" öngörülmüştü. Silahlandırılacak gönüllü
köy korucularının sorumluluğu köylüyü, eşkıyadan ve mahsul zamanında
çapulculardan korumak olarak belirlenmişti. Doğu ve Güneydoğu'da terör olayları
ciddileşince 1985 yılında bu eski kanuna bir madde eklendi. Köy koruculuğu
"kurumsallaştırıldı". 3175 Sayılı Kanun'la 442 sayılı kanuna eklenen
bu maddede şiddet hareketlerine ait ciddi belirtilerin köyde veya çevrede
ortaya çıkması veya herhangi bir sebep ile köylünün canına ve malına tecavüz
olaylarının artması halinde Valinin teklifi ve İçişleri Bakanının onayı ile
yeteri kadar Geçici Köy Korucusu görevlendirilebileceği belirtilmektedir.
1985 yılında 22 ilde geçici köy koruculuğu uygulaması
başlatılmıştır. 1987 yılında OHAL yürürlüğe girmiş, çatışmalar arttıkça korucu
sayısı da artmıştır. 1988 yılında 14 bin olan korucu sayısı, 1992 yılında
koruculara maaş bağlanmasından sonra hızla artmış, 1993 yılında 13 ilde daha
koruculuk uygulaması başlatılmıştır. Böylece korucuların bulunduğu il sayısı
35'e çıkmıştır. Korucu sayısı 1995'lerde 62 bine, 2000 yılına doğru 90 bine
yükselmiştir. 2000 yılında korucu alımı durdurulmuştur. 2005 yılında koruculara
ve ailelerine yeşil kart verilmesi kararlaştırılmış, 2008 yılında Bakanlar
Kurulu kararıyla 10 bin korucu daha alınmıştır.
Hâlen sayıları 59.000'e yaklaşan Geçici Köy Korucuları;
Güneydoğudaki sorunun etnik bir sorun değil, terör sorunu olduğu konusundaki en
önemli dayanaktır. Nitekim yıllardır devam eden mücadelede resmi kayıtlarla
1.353 şehit ve binlerce yaralı vermişlerdir.
Son olarak 27.05.2007 tarihinde 442 sayılı Köy Kanununda yapılan
bazı değişikliklerle durumlarının düzeltilmesi amaçlanmışsa da, yapılan
düzenlemeler ihtiyaçların çok gerisinde kalmıştır.
Aynı şekilde, ilgili Kanuna dayanarak yayımlanan 09.01.2008 tarih
ve 2008/13105 sayılı Geçici Köy Korucuları Yönetmeliği de mali ve sosyal
sorunların karşılanmasında yeterli olamamıştır.
Geçici Köy Korucularının en önemli sorunları aşağıda
belirtilmiştir.
Aylıkları yetersizdir.
Emekli aylıkları çok düşük olup, yaşlılık aylığı ile arasında fark
yoktur.
Operasyon tazminatı adı altındaki miktar çok düşük olup, birçok
yerde ödenmemektedir.
Yeşil kart dışında bir sağlık güvenceleri olmayıp, bu kartlar da
aylık aldıkları gerekçesiyle toplanmaktadır.
Operasyonlar için yol ve kumanya parası alamamakta, bu ihtiyaçları
kendileri karşılamaktadır.
Bütün bu sorunlardan çok daha önemli ve vahim olarak; hükümetin
başlattığı "Açılım" adındaki yıkım projesi ile gelecekleri konusunda
çok ciddi endişeler taşımaya başlamışlardır.
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp
açılmaması konusundaki görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine
göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza
sunacağım.
VI.- ÖNERİLER
A) Siyasi
Parti Grubu Önerileri
1.- (10/107, 10/207, 10/322) esas
numaralı Meclis araştırması önergelerinin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 09/12/2009 Çarşamba günkü birleşiminde birlikte yapılmasına
ilişkin MHP Grubu önerisi
Tarih:
09.12.2009
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu'nun 09.12.2009 Çarşamba günü (bugün) yaptığı
toplantısında, Siyasi Parti Grupları arasında oybirliği sağlanamadığından
Grubumuzun aşağıdaki önerisinin İçtüzüğün 19 uncu Maddesi gereğince Genel
Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.
Saygılarımla.
Mehmet
Şandır
Mersin
MHP
Grup Başkan Vekili
Öneri:
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Gündeminin, Genel Görüşme
ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler
Kısmında yer alan 10/107, 207, 322 esas numaralı, "Şeker fabrikasının
özelleştirilmesindeki usulsüzlüklerin ve yolsuzluk iddialarının araştırılarak
Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi amacıyla" Anayasanın 98. ve
İçtüzüğün 104 ve 105. Maddeleri Gereğince Meclis Araştırması önergelerinin
görüşmelerinin Genel Kurulun 09.12.2009 Salı günlü birleşiminde yapılması
önerilmiştir.
BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi Grubu önerisi lehinde söz
isteyen Alim Işık, Kütahya Milletvekili. (MHP
sıralarından alkışlar)
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; şeker pancarı üreticilerinin
sorunlarının ve şeker fabrikalarının özelleştirilmesi ve bu konuda yaşanan
olumsuzlukların araştırılması amacıyla verilen araştırma önergelerinin gündeme
alınmasıyla ilgili Milliyetçi Hareket Partisi Grubu önerisi üzerine söz almış
bulunmaktayım.
Bu vesileyle, sözlerimin başında, iki gün önce Tokat Reşadiye’de
hain bir saldırı sonucu hayatlarını kaybeden askerlerimize Allah’tan rahmet,
yakınlarına ve aziz milletimize başsağlığı, yaralılarımıza da acil şifalar
dileyerek yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, şeker fabrikalarının
özelleştirilmesi hakkında 17 Kasım 2009 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi
birleşiminde yaptığım gündem dışı konuşmada da ifade ettiğim gibi, ülkemizde
hâlen özelleştirme kapsamına alınan toplam yirmi beş şeker fabrikasının her yıl
belirlenen 10 milyon tonu aşkın şeker pancarı kotasından 1,4 milyon tona yakın
şekerin yanında önemli miktarlarda melas ve alkol üretimi de yapılmakta, bu
fabrikalarımızda 18 bini aşkın personel çalışmakta yani aileleriyle birlikte
yaklaşık 100 bine yakın insanımız şeker fabrikalarından geçimini
sağlamaktadırlar. Yaşanan ekonomik
krizin ağır etkilerinin her geçen gün daha da derinden hissedildiği ve
işsizlikte âdeta dünya rekorunun kırıldığı ülkemizde böyle bir dönemde şeker
fabrikalarının AKP İktidarı tarafından özelleştirilmesiyle ortaya çıkacak yeni
işsizlerin ne denli önemli sorunlar yaşayacağını söylemek sanırım bir kehanet
olmayacaktır.
Özelleştirilecek bu fabrikalar, çoğunluğu bulundukları illerin
şehir merkezlerinde kalmış yaklaşık 50 bin dekarlık çok kıymetli araziye
sahiptirler. Bu fabrikaları alan şirketlerin önümüzdeki dönemlerde bu kıymetli
arazileri yeni imar değişiklikleriyle âdeta birer rant
kaynağı olarak değerlendirmeleri şimdiye kadar yaşanan örnekler ışığında
kaçınılmaz olacaktır.
Bir yandan şeker pancarı üreticilerinin kota sorunu başta
olmak üzere hasat döneminde çektikleri değişik çileler, özelleştirilmiş
fabrikalarda uygulanan yüksek fire oranları, pancar fiyatlarının düşüklüğü ve
benzeri gibi birçok sorun yaşanırken bir yandan da acilen devletin elinde kalan
25 fabrikanın altı gruba ayrılarak özelleştirilmesi sürecinde ve sonrasında
yaşanacak, örneğin çalışan işçilerin 4/C kapsamında diğer kurumlara gönderilmek
istenmesi, bir kısmının iş akitlerinin sona erdirilmesi gibi sorunlar başta
olmak üzere yeni yaşanacak sorunlar ülkemiz insanını yakından
ilgilendirmektedir.
Nitekim, dün itibarıyla
özelleştirme sürecinin ilk adımı tamamlanan altı şeker fabrikamızın içinde
bulunduğu Portföy (C) grubunun daha çok inşaat ve madencilik işleriyle uğraşan
bir firma tarafından alınması kamuoyunun dikkatinden kaçmamaktadır. PANKOBİRLİK Genel Müdürünün: Özelleştirme kapsamında bulunan şeker
fabrikalarının kara para aklayan fırsatçıların eline düşmemesi gerekmektedir,
bunun için şeker fabrikalarının mülkiyeti devlette kalmalı, işletme hakkıysa
özel sektöre verilmelidir, Birlik olarak şeker fabrikalarına talibiz, ülkemizde
uygulanan yanlış tarım politikalarından ve her geçen gün artan girdi
maliyetlerinden dolayı pancar ekim alanlarının giderek düştüğü, bugüne kadar Hükûmetin pancar üreticilerine 1 lira dahi desteğinin
olmadığı, Avrupa ülkelerinde pancar üreticilerine gübre KDV’si yüzde 7-8
oranında uygulanırken ülkemizde bu oranın yüzde 18’ler civarında olduğu, Hükûmetin pancar ekim alanlarının artmasını sağlamak yerine
pancar alım fiyatlarını düşürerek âdeta pancar üreticisini cezalandırdığı,
ülkeye değişik yollarla her yıl 1 milyon ton dolayında kaçak şekerin girdiği, Hükûmetin bu konuda gerekli tedbirleri alamadığı, bunun da
kırsal kesimde yaklaşık 1 milyar dolar dolayında gelir kaybına yol açtığı, Hükûmetin geçici işçilere verdiği kadroların büyük bir
kısmının Türkiye Şeker İşletmeleri bünyesinde gösterildiği ve maaşlarının
buradan ödendiği, bu nedenle de yetkililerce şeker fabrikalarının zarar
ettiğinin söylendiği ve benzeri gibi açıklamalarını, bu yüce kürsüden
yetkililere bir kez de ben aktarmayı bir görev biliyorum.
ABD ve AB ülkelerinde hiçbir şeker fabrikasının
özelleştirilmediği, ancak şeker pancarı üreticilerine devredildiği, Cargill ve benzeri gibi bazı uluslararası şirketlerin mısır
şurubundan elde ettikleri tatlandırıcıları her geçen gün artırarak ülkemizde
pazarladıkları dikkate alındığında, yapılacak özelleştirmelerin kimlere hizmet
edeceği açıkça görülmektedir.
Özellikle GDO’lu ürünlerin ve
insanımızda yaratacağı etkilerinin tartışıldığı günümüzde, nişasta bazlı şekerde ülkemizdeki kâr marjının yüzde 700’lere
vardığı, AB ülkelerinde yüzde 2’nin altında olan nişasta bazlı şeker kotasının,
ülkemizde, Şeker Kanunu’nda yüzde 10 olarak belirtilmesine rağmen Bakanlar
Kurulu kararıyla yüzde 15 oranında uygulanması şeker pancarı üretimini olumsuz
yönde etkilemekte ve birilerine gerçekten ciddi çıkarlar sağlamaktadır.
Bu nedenle, söz konusu şeker fabrikalarının
özelleştirilmesinde pancar üreticilerinin de üyesi bulunduğu birliklerin
öncelikle değerlendirilmesi, ayrıca ülkemiz genelinde giderek azalan pancar
kotalarının ve pancar ekim alanlarının artırılarak şeker pancarı üreticilerinin
mutlaka özel bir destek kapsamında teşvik edilmesinin sağlanması ve özellikle
şeker fabrikalarında çalışan personelin özelleştirmeler nedeniyle
mağduriyetlerinin önüne geçilmesi mutlaka sağlanmalıdır diyorum.
Değerli milletvekilleri, konuşmamın bundan sonraki bölümünde de
özellikle Kütahya Şeker Fabrikasının özelleştirilmesi sürecinde ve bu süreç
sonrasında yaşanan değişik usulsüzlüklerin yer aldığı önergemle ilgili konuları
sizlerle paylaşmak istiyorum.
Nitekim, bu önergemiz 34
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu milletvekilinin imzasıyla Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 12 Şubat 2009 tarihli birleşiminde okunarak gündeme alınmıştır. Bu
konuda sizlerle paylaşacağım hepsi belgeli durumdaki bilgileri ülkemizi yedi
yılı aşkın süredir tek başına yöneten AKP iktidarları döneminde 3Y ile
tanımladığımız yozlaşma, yolsuzluk ve yoksulluk konularının ne boyutlara
ulaştığının bir göstergesi olarak değerlendirmenizi talep ediyorum.
Kütahya ilinin önemli KİT’lerinden birisi olan Baha Esat Tekand Kütahya Şeker Fabrikası, bilindiği gibi, 2004 Ekim
ayında özelleştirilmiştir. Diğer üç KİT de bu süreçte özelleştirilmiş olup tüm
bunların Kütahya istihdamını olumsuz yönde etkilediğini ve işsizliği
artırdığını, nitekim 2008 yılı sonu itibarıyla da Kütahya ilinin 81 il
içerisinde en fazla göç veren ikinci il konumuna gelmesinde çok ciddi etkileri
olduğunu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bilindiği gibi bu fabrikamız, özelleştirme sürecinde Torunlar Gıda
AŞ’ye, en yüksek bedeli vermesi nedeniyle, 23 milyon 820 bin dolarlık bir
bedelle satılmıştır. Ancak, özelleştirme öncesinde söz konusu fabrikanın o
günkü resmî avukatı tarafından Kütahya Sulh Hukuk Mahkemesi Hâkimliğine
başvuruda bulunulmuş ve bilirkişi kurularak değer tespitinin yapılması talep
edilmiştir. Söz konusu mahkeme 2003/89 Diğer İşler numaralı dosyayla bu
bilirkişileri kurmuş ve oluşturulan üç farklı bilirkişi komisyonunun tüm mal
varlıkları dökümünü o günün parasıyla, yani 2003 Haziran ayı itibarıyla elde
etmiş ve o günkü bedeli 266 trilyonun üzerinde bir değer olarak bu Komisyon
tarafından ifade edilmiştir. Ancak ne yazık ki o günün bir buçuk yıl
sonrasında, yani Ekim 2004’te bu fabrika o günün parasıyla 25 trilyona
özelleştirilmiş, 25 trilyon liraya özelleştirildiği gün fabrikanın nakit kârı
ve ambarlarındaki şeker bedelinin toplamı 30 trilyonun üzerinde olmuştur.
Bunların hepsi belgelidir.
Özelleştirme sürecinin bitimini müteakip söz konusu firmanın
yetkilileri tarafından, özelleştirme tarihinden sekiz ay sonra, 20 Mayıs 2005
tarihinde söz konusu fabrikanın 112 dönümlük arazisi Türkiye Şeker Fabrikaları
üzerine tescilli olmasına rağmen, başvuru üzerine, o günkü tapu müdürü
tarafından aynı gün tapuda…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Işık, lütfen tamamlayınız.
AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Bu firma kime ait biliyor musunuz?
ALİM IŞIK (Devamla) –
Torunlar Gıda ve sonradan Kiler AŞ ortak olmuş.
Daha sonra, o günkü başvuru üzerine, herhangi bir tapu davası
açılmadan tapuda tahrifat yapılmış ve 112 dönümlük arazi söz konusu yeni
sahiplerinin üzerine geçirilmiştir.
Bunun üzerine cumhuriyet başsavcılığına yaptığım suç duyurusu ve
ardından yürüyen yargı süreci devam etmekte olduğu için daha fazla bir şey
söylemek istemiyorum. Ama Kütahya Valiliği İl İdare Kurulu konunun doğru
olduğunu tespit etmiş ancak emekli olan müdür nedeniyle bu konu üzerinde bir
işlem yapamayacağını resmî yazıyla tarafıma iletmiştir. Bu konuyu da sizlerle
paylaşmak istiyorum.
Yine, özelleştirmeden sonra 4,250 trilyon liraya 252 dönümlük bir
arazinin yüzde 44’ü pancar ekicileri üzerinden alınmış, şirketin üzerine
geçirildikten sonra Kütahya Belediyesinde yapılan imar değişikliğinin sonucunda
söz konusu arazinin bedeli 400 trilyon liraya yükselmiştir. Bu konuda yapılan
bir başvuruyu da Danıştay haklı görmüş ve söz konusu imar planını iptal
etmiştir. Bu nedenle…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Işık.
ALİM IŞIK (Devamla) –
Peki, teşekkür ediyorum.
Araştırma önergemizin sizlerin vicdanında önemli olduğu inancıyla
kabulünü sizlere arz ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Önerinin aleyhinde söz isteyen Hasip
Kaplan, Şırnak Milletvekili.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Demokratik Toplum Partisi Şırnak Milletvekili.
Daha kapatılmadık Başkanım.
BAŞKAN – Sayın Kaplan, burada kasıtlı bir şey söylenmiş değil.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Çağırırken hangi parti olduğu
çağırılmaz.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Demokratik Toplum Partisi…
BAŞKAN – Hayır, burada partiler söylenmiyor, şahıslar adına
istendiği için isimler söyleniyor, hatırlatırım.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Grup adına konuşma olmadığı için
çağırırken kim ise onu çağırır, şahsen çağırır.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Peki.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz bu konularda dikkatli
olmanızda yarar görüyorum çünkü siz de direkten dönen bir partisiniz. Anayasa
Mahkemesinde kapatma davanız görüşüldüğünde ve bugüne kadar biz sürekli olarak
şunu söyledik: Biz parti kapatmaya karşıyız, Türkiye'nin partiler mezarlığına
çevrilmesine karşıyız. Partileri, bu Mecliste halkı temsil edenleri bir tek
sandıkta halk kapatabilir; halka havale edelim, halka bırakalım ama yedi sene
iktidar döneminde Anayasa da değiştirilmedi, Siyasi Partiler Yasası da
değiştirilmedi, arkasından da Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek kalkıyor, bize
“Bazı kararları okuyun.” diyor, tavsiye ediyor, “Herri
Batasuna kararını okuyun.” diyor. Sayın Çiçek de
hukukçudur, ben de uluslararası hukukçuyum; Strasburg’da
çok parti kapatma davasına girdim ve bu Anayasa Mahkemesini de Türkiye’yle
beraber, hükûmetiyle beraber çok mahkûm etmiş bir
avukatım. Benim mahkûm ettiğim HEP davasının kararını okusunlar, ÖZDEP
davasının kararını okusunlar, DEP’in kararını
okusunlar, ondan sonra gelsinler, bize tavsiyede bulunsunlar.
Bir taraftan ana muhalefet parti liderini “Sayın Baykal yargısı
süren davalarla ilgili konuşuyor.” diye eleştireceksiniz, sonra arkadan,
Anayasa Mahkemesinde dava görülürken gelip kendiniz aynı şeyi yapacaksınız,
konuşacaksınız. Ben de Sayın Çiçek’e bir şey hatırlatmak istiyorum: Franco rejimi döneminin yasaklarının temsilciliği görevi
kimseye onur kazandırmaz. Gidin, siz de İspanya’nın 78 Anayasası’nı okuyun.
Gidin, Bask Bölgesinde nasıl eyalet sistemi olduğunu görün. Bask halkının hem
meclisi olduğunu görürsünüz hem Bask dilinin de resmî dil olduğunu görürsünüz
hem de İspanyolcanın resmî dil olduğunu görürsünüz hem vergisini topladığını
görürsünüz hem polisini de kendisinin görevlendirdiğini görürsünüz. Bunların
binde 1’ini koyun, biz sizden önce her türlü mücadeleyi vermeye hazırız, bin de
1’ini koyun. Yedi sene iktidarda bu Meclisin çoğunluğunu sağlayacaksınız, ondan
sonra gelip bize nasihat edeceksiniz. Bu halk, haddini aşanlara sandıkta en
büyük nasihati yapacaktır. Bakın, herkes ağzından çıkan söze dikkate edecektir.
Cemil Çiçek de bunların başındadır. En başta onu saygıya davet ediyorum ve bir
daha böyle bir konuşma yapmasın.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tokat’taki olayı, kamu
vicdanında bu Meclis açığa çıkarmadan faillerini, hiç kimsenin şunu bunu
suçlayarak konuşmasının doğru olmadığını söylemek istiyoruz. Parti kapatma
davamız Anayasa Mahkemesinde görüşülürken ve Obama’yla
görüşme yapılırken Amerika’da, pat, Reşadiye ilçesi, MHP’nin güçlü olduğu bir
yerde, karanlık bir provokasyonla 7 tane askerimiz
şehit ediliyor. Bu askerlerimiz, hem doğudan hem batıdan hem Karadeniz’den;
partilimiz de var, DTP’li olan var, MHP’li olan var,
CHP’li olan, AKP’li olan var. Herkes şunun cevabını aramak zorunda değil midir:
Kim yaptı bu operasyonu? Kim tetiğe el bastı? Bu karanlık olayı aydınlatmak
için Meclis bir araştırma kuramaz mı? Meclis İnsan Hakları Komisyonu, Allah
için, vicdan için, insanlık için, her gün ölüm olurken bir gün olsun gidip
Reşadiye’de olayı yerinde görüp orada askerlerimizin de insan hakkı olduğunu
hatırına getirip bu Meclis kalkıp gidip bir araştırma yapamaz mı? Bütün Meclis
grubu üyeleri gidemez mi? Provokasyonların önüne geçilemez mi? Halkların
birbirine kırdırtılması ortamını yaratmak isteyen bir
sürü güç varken buna karşı uyanık olamaz mı? Sayın Genelkurmay Başkanı, hep
konuşacağına operasyon günü olayın olduğu noktanın etrafını çembere alsaydı, o
arazi koşullarında kimin ne yaptığını çok rahatlıkla ortaya çıkarabilirdi.
Hiçbir kurumun mu sorumluluğu yok? Meclisin sorumluluğu yok, siyasilerin
sorumluluğu yok, Hükûmetin sorumluluğu yok,
Genelkurmayın sorumluluğu yok; yoksa körpecik askerlerimiz mi sorumlu kurban
olurken? Bunun da vicdanını sorgulamak lazım. Vicdan doğruda doğrudur. Gelin,
bu karanlıkları aydınlığa çıkaralım. Bunun ötesi halkların boğazlaşmasıdır.
Şimdiden görüyorum. Meydanlara çıkıp bunu siyasi rant
olarak görmek isteyenler elini biraz taşın altına sokmalıdır. Bizim Mecliste
olmamızın eğer barış olacak, eğer Türkiye’ye huzur gelecekse, demokrasi
gelecekse anlamı var, yoksa gerisi hikâyedir. Çok açık söylüyoruz.
Bakın, araştırma önergesi elimde duruyor. MHP getirmiş, CHP
getirmiş. Usulen aleyhte söz aldım. Biz de şekerle ilgili sıkıntıları
görüyoruz, araştırma yapılmasını isteyen ama veremediğimiz bir önergenin,
bakın, kopyası elimde. Bu ülkede AK PARTİ İktidarı yedi senedir… Doğu,
Güneydoğu’ya kaç fabrika kurdunuz kardeşim? Çıkın konuşun. Kaç fabrika
kurdunuz? Tekel…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Türkiye’ye kaç fabrika kurdunuz?
HASİP KAPLAN (Devamla) – Hayır, Doğu ve Güneydoğu’nun,
Karadeniz’in geri kalmış yerleri, İç Anadolu’nun geri kalmış yerleri,
Akdeniz’in, Ege’nin geri kalmış yerleri, teşvik gören yöreleri, geri kalmış
batıdaki, Karadeniz’deki yani Artvin’in iç kesimleri, Erzurum’un iç kesimleri…
Nereye ne kurdunuz? Tekel fabrikalarını sizden önceki iktidarlar kurdu, şeker
fabrikaları cumhuriyette kuruldu. Yirmi beş tane şeker fabrikası var. Bu yirmi
beş şeker fabrikasını özelleştirmeye aldınız, dış borçları kapamak, bütçe
açıklarını yamamak için. Tekel işçilerini sokağa saldınız, 12 bin işçiyi. En
son kimin zamanında Diyarbakır Tekel Fabrikası kurulmuştu? ANAP döneminde
kurulmuştu, sanıyorum Mesut Yılmaz -burada değil- kendisi açılışını yapmıştı.
Şimdi o fabrikaları kapatıyorsunuz, tütün üreticisinin canına ot tıkıyorsunuz,
her şeyini aldığınız gibi işçileri de sokağa bırakıyorsunuz, 4/C’ye mahkûm ediyorsunuz.
Şeker fabrikasında ne yapacaksınız? Şimdi, bakın, şeker
fabrikasında, Ege Üniversitesinden oturmuşlar konuşmuşlar. Daha önce Çarşamba,
Çorum, Kastamonu, Kırşehir, Turhal ve Yozgat fabrikaları 11 Eylülde satışa
çıkarıldı, değil mi? Bu fabrikaları siz mi kurdunuz? Bu fabrikalar zarar mı
ediyordu? Pancar üreticisi bu köylü değil miydi, buranın çiftçisi değil miydi?
Peki, arkasından şimdi Muş, Erzurum, Iğdır, Kars şeker fabrikalarını, bunları
da yirmi beşin içine getiriyorsunuz. Peki, bunların 3 milyar 193 milyon lira
kâr ettiğini biliyor muydunuz? Peki, zarar eden kuruluşları niye
satamıyorsunuz? PTT’yi niye satamadınız? Telekom’u sattınız, PTT’ye niye
müşteri bulamadınız?
Arkadaşlar, iki Almanya birleştiği zaman (Doğu Almanya-Batı
Almanya) tesadüf oradaydım, Dresden’e gitmiştim. Duvarın öbür yanında,
Dresden’de geri kalmış bir Doğu Almanya vardı ama iki Almanya birleştiği zaman
Almanya Federal Parlamentosu şöyle bir karar aldı: “Bundan sonra bütçenin
gelirinin yüzde 10’unu Doğu Almanya’ya harcayacağım, on sene boyunca, bölgesel
dengesizlikleri gidermek için.”
Şimdi, sosyal adalet, sosyal devlet, sosyal eşitlik diyorsanız,
oradaki pancar üreticisini mahkûm ederek değil, tütün üreticisini mahkûm ederek
değil, cumhuriyetin kurduğu fabrikaları satarak, özel sektöre kapatarak değil,
oraya çözüm modeli getirerek ancak katkı sunarsınız. Bunun örnekleri var;
Almanya gibi yaparsınız. Bölgesel dengesizliği gidermek için bütçenin yüzde
10’unu Doğu’ya da Güneydoğu’ya da iç Anadolu’nun yoksul kentlerine de
Karadeniz’in iç kesimlerine de Ege’nin yoksul olan, iç Anadolu’nun, Akdeniz’in
dağlık kesimindeki kesimler dâhil olmak üzere, bölge ayrımı yapmadan
harcarsınız, bölgesel dengesizliği giderirsiniz. Budur doğru olan ama şeker
fabrikalarında satışa gideceksiniz. Türkiye’de, her insan sabah gözünü açtığı
zaman bir çay içmekle, şekerle yüzleşiyor ama şunun vicdan muhasebesini
yapacaksınız: Bu şekeri sattınız, şekeri nereden alıyorsunuz? Bakın, Şeker
Yasası, pancar ekim alanlarının daralmasına, şeker fabrikalarının düşük
kapasiteyle çalışmasına ve yüksek yoğunluklu tatlandırıcı (YYT) dış alımının
patlamasına neden olmaktadır.
Siz, tatlandırıcıya Türkiye’deki halkı hem mahkûm edeceksiniz hem
ithal ettireceksiniz. Sonra, Şeker Kurulu, 2009 yılının ilk sekiz ayında
172.042 ton şekere eş değer YYT dış alımı için uygunluk belgesi verecek.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kaplan, lütfen tamamlayınız.
HASİP KAPLAN (Devamla) – Tamamlıyorum.
Kayıtlı olarak yapılan YYT yanında, önemli miktarda kimyasal
tatlandırıcının Türkiye’ye kaçak olarak girdiğini de tahmin ederseniz, bunların
sonucunda ekonomi olumsuz etkilenmekte, pancar çiftçisi ve oradaki şehirler
bundan zarar görmektedir.
Şimdi, ne akılla, kardeşim, yap-işlet-devret yasasını çıkardınız? Galataportu satacaksınız, boğaz köprüsünü satacaksınız,
limanları satacaksınız, dağları satacaksınız, ovaları satacaksınız, ırmakları
satacaksınız, Türkiye’yi satacaksınız, bari bu fabrikaları satmayın da biraz
vicdan freni yapın, sizi buna davet ediyorum, daha ne diyeyim size.
Benden kurtulacaksınız diye seviniyorsunuz, değil mi? Sanmayın, bu
halk arkamızda olduğu sürece bizden kurtulamazsınız, onu da söyleyeyim size.
Teşekkür ediyorum. (DTP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Kaplan, partinizin isminin söylenmemesiyle ilgili
açıklama yapmak istiyorum. Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi lehinde ve
aleyhinde sözler şahıslar adına istenmiştir. Gruplar adına istenilen sözlerde
ilgili partinin grubu başta anons edilmektedir.
Bilgilerinizi tazeleme anlamında İç Tüzük’ün 63’üncü maddesinin
ikinci fıkrasını okuyorum: “Bu yolda bir istemde bulunulursa, onar dakikadan
fazla sürmemek şartıyla, lehte ve aleyhte en çok ikişer kişiye söz verilir.”
Başkanlık gündemine hâkimdir ve kimsenin de bilgisine ihtiyacı yoktur.
Teşekkür ediyorum.
Öneri lehinde söz isteyen Ramazan Kerim Özkan, Burdur
Milletvekili.
Buyurun Sayın Özkan. (CHP sıralarından alkışlar)
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Milliyetçi Hareket Partisinin şeker pancarı ve şeker
fabrikalarının sorunlarıyla ilgili vermiş olduğu önergenin lehinde söz aldım.
Tekrar, sizleri ve Türk vatandaşlarını saygıyla selamlıyorum.
Pancar tarımı ve pancar şekeri sektörü, ülkemizde en pahalı
istihdam yaratan, yan sektörlere büyük katkı sağlayan, en fazla çiftçi geliri
sağlayan sektörlerden biridir; yaklaşık 3 milyar dolarlık bir getiri
sağlamaktadır ülke ekonomisine ki biz, tüm ülkeye yılda verdiğimiz yarım milyar
dolarlık bir tarım desteğiyle övünüyoruz, Hükûmet
olarak da övünüyorsunuz. 3 milyar dolar gelir ve getiri sağlıyor sadece pancar
Türkiye’de, değerli arkadaşlarım. Pancarı, şeker pancarını öyle basite
alıyorsunuz ki üzülüyorum; şeker pancarı, Türkiye'nin her şeyi, var oluşumuzun,
Türkiye Cumhuriyeti’nin var oluşunun temelinde var. Bu yirmi beş fabrika, şu
anda satmayı düşündüğünüz bu yirmi beş fabrika neler yarattı bu ülkeye?
Cumhurbaşkanları, başbakanlar, milletvekilleri, profesörler, hekimler,
mühendisler, hepsine bu şeker fabrikalarının katkısı oldu. Ama ne yazık ki bu
fabrikaları satmayı düşünüyoruz.
Değerli arkadaşlarım, Hükûmetin üst
yetkilileri Meclise bir yemek sunuyor, tabldot yemeği gibi. Bu tabldotta bu
hafta yirmi beş fabrika var. Ama milletvekillerinin görüşü kesinlikle
alınmıyor. Bu fabrikalar, portföy A fabrikaları… Bakın
bunlar geçmişte yapılan değerler. “Bu cumhuriyet hükûmetleri
ne yaptı?” diye soruluyor ya. Bu cumhuriyet hükûmetlerinin
yaptığı değerlerden bu yirmi beş fabrika. Portföy A fabrikaları: Ağrı, Erciş,
Erzurum, Kars, Muş şeker fabrikaları. Portföy B fabrikaları: Elâzığ, Elbistan,
Erzincan, Malatya. Portföy C fabrikaları: Çarşamba, Çorum, Kastamonu, Kırşehir,
Turhal ve Yozgat şeker fabrikaları. Portföy D: Bor, Ereğli, Ilgın şeker
fabrikaları. Portföy E: Afyon, Alpullu, Burdur ve
Uşak şeker fabrikaları. Burdur benim ilim. Portföy F fabrikaları: Ankara,
Eskişehir, Susurluk şeker fabrikaları. Demek ki cumhuriyet hükûmetleri
çok şey yapmış; et-balıkları yapmış, süt endüstrisi kurumlarını yapmış, şeker
fabrikalarını yapmış. Değerli arkadaşlarım, bunlarda özelleştirme yaptık. Şu
anda et-balık kurumlarını açmak istiyoruz. Nerede? Diyarbakır’da,
Erzurum’da, Van’da, Kars’ta. Tekrar, devletin güdümünde bu et-balık
kurumlarını çalıştırmak istiyoruz, süt endüstrisi kurumlarını çalıştırmak
istiyoruz.
Burdur’un süt endüstrisi kurumu özelleştirildi. Değerli
arkadaşlarım, o fabrika özelleştirildi. Bizim şu anda 650 ila 700 ton günlük
süt üretimimiz var ama bu üretimin ancak yüzde 5’i civarında Burdur’da
üretiliyor. Diğerleri
Bakın bu şeker fabrikalarının üreticileri feryat ediyor. Sayın
Başbakanımıza açık mektup. Bunu gazetelerin hepsinde sayfa sayfa
görüyorsunuz: “Biz şeker işçileri, Türkiye'nin şekerde dünyanın sayılı
üreticilerinden birisi olmasını istiyoruz. Bu doğrultuda her türlü fedakârlığı
yapmaya hazırız.” İşçiler feryat ediyor: “Türkiye'nin şeker sektöründe dünyanın
yıldız ülkesi olması mümkün iken, şeker sanayisinin özelleştirilmesine yönelik
çalışmalar ısrarla devam ediyor. Özelleştirmenin gerçekleşmesi durumunda şeker
fabrikalarının tamamına yakını kapanacak, pancar üreticileri tarımdan
dışlanacak, sektör çalışanları işsiz kalacak, Türkiye şekerde dışa bağımlı bir
ülke konumuna gelecek. Et-Balık Kurumu, SEK, TİGEM ve Yem Sanayi gibi tarımsal KİT’lerdeki
özelleştirmelerin ardından gündeme gelen kamulaştırma ve yeniden kurulma
planları şeker sanayisinin özelleştirilmesi durumunda yapılamayacak, bu da
sektörde ciddi sorunların oluşmasına neden olacak.”
Değerli arkadaşlarım, şeker fabrikaları satılırsa on sekiz-yirmi
şeker fabrikası kapanacak, bölgesel kalkınma sekteye uğrayacak. Hani Sayın
Başbakan “Durmak yok, yola devam edeceğiz.” diyor. Bu fabrikalar kapanırsa
durursunuz arkadaşlarım, çiftçi de durur, üretici de durur, kamyon da kontağını
kapatır, terzi de elindeki iğneyi bırakır, berber de usturasını bırakır çünkü
bu sektör en az iki yüz elli tane iş koluna iş veriyor: kamyoncuya, sanayiciye,
berbere, terziye, inşaata, lastiğe, otomotiv sanayisine, tarım alet ve
makinelerine. Bunu dikkate almanız gerekir arkadaşlarım.
Aranızda şekerin, şeker pancarının tohumunu gören var mı, tohumunu
bilen var mı, nasıl bir nesnedir bu? Şeker pancarı tarlasında yatan var mı?
“Şeker pancarı tarlasında on gün yatın, kırk yıllık veremi tedavi eder.” denir,
oksijen derler, oksijen, oksijen deposudur şeker pancarı. Bütün Avrupa ülkeleri
kotaları kaldırdı. Siz kotaları şu anda serbest bıraktınız ama fiyat
vermediğiniz için pancar üreticisi pancar üretmiyor. 115 kuruş… Bununla şeker
pancarı yapılmaz değerli arkadaşlarım. Fiyat vermeniz gerekiyor. Bir sosyal
fayda sağlanması gerekiyor. Kentlere göçü engeller şeker pancarı. Türkiye şeker
üretiminden tamamen çekilecek, pazar hâline gelecek, dışa bağımlılık ve dış
borçlanma ihtiyacı daha da artacak. Şekerin yan ürünü olan melas… Melası bilen
var mı?
Değerli arkadaşlarım, melas, hayvan yemi, küspe, kaba yem
ihtiyacını karşılıyor hayvanlarda. Yem, alkol gibi ürünlerde dışa bağımlılık
oluşacak. Şu anda zaten dışa bağımlıyız. Hayvancılıkta dışa bağımlı hâle geldik
değerli arkadaşlarım. Yaklaşık 1 milyon dekar alanda pancar tarımı
yapılamayacak. 1 milyon dekar pancar tarımı demek 100 milyon dekar orman ağacı
demektir, 100 milyon dekar… Orman ağaçlandırmaları için ne fedakârlıklar
yapıyoruz, ne kadar masraf yapıyoruz? Bu, kendiliğinden oluşuyor ve sulanabilir
arazilerimizin, şu anda, barajların, göletlerin sayesinde birçoğu sulanıyor.
Geçmişte bizim atalarımız, sondajlardan, kaynak sularından bu pancarları üretti
ama şimdi gölet var, baraj var, kapalı sistem sulamalar var. Sistem
gayet açık. Dünya ülkelerini kıskandıracak güzellikte bir topraklarımız
var ama biz bu üretimden kaçmak istiyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bu üretimden kaçmayalım. Bu üretime hep
beraber sahip çıkalım, şekerin tadını kaçırmayalım.
Şeker üretimi 650 bin ton daralacak. Ülke ekonomisinde 1,5
milyondan fazla katma değer kaybı yaşanacak. 9 binden fazla çalışan işsiz
kalacak. 9 bin işçi demek -bunlar kırsal alanın insanları, en az nüfusu 4
kişidir; 4 kere 9, 36 eder- 36 bin kişi demektir. Bunların ekmeğiyle oynuyoruz
değerli arkadaşlarım.
Göç ve güvenlik sorunları meydana gelecek. Türkiye'nin 2015
yılında AB’ye üye olması durumunda, AB şeker reformu gereği, ülkemiz, şeker
sektöründen tamamen çekilmek zorunda kalacak.
Özelleştirme neticesinde, pancara dayalı şeker üretiminden
vazgeçilmesiyle, GDO’lu nişasta bazlı
şeker ve tatlandırıcıların yaygınlaşması halk sağlığını tehdit edecek. Hep GDO’yu konuşuyoruz. Çok farklı söylemler var onun için.
Çözüm, pancar üreticilerinde ve şeker işçilerinde. Çözüm,
fabrikaların kapasite kullanım oranlarının artırılmasında. Yani fabrikalara
“Yenilenin” diyoruz, onlar da “Yeni teknolojiyi getirmedik, eski teknolojilerle
atıl hâle getirdik fabrikaları, kendi elimizle kuruttuk fabrikalarımızı.”
diyorlar.
Şeker üretimimiz ihracat yapabileceğimiz düzeye getirilmelidir.
Çözüm, Türkiye'nin şeker üreten ve ihraç eden dünyanın yıldız ülkesi olması
sağlanmalıdır. Çözüm, özelleştirme kesinlikle durdurulmalıdır.
Değerli arkadaşlarım, özelleştirmeye karşıyız ama bir yetki alın,
gücünüz var, siyasi gücünüz var, sayısal gücünüz var. Sizin gücünüzün önünde
duramıyoruz. Durmak istiyoruz ama engelliyorsunuz. Binlerce imza toplandı bu
illerden, binlerce imza. Bunlar Başbakana, Cumhurbaşkanına, Bakanlar Kuruluna,
iktidar-muhalefet milletvekillerine, iktidarın genel başkanlarına, muhalefet
genel başkanlarına gönderildi ama…
AHMET YENİ (Samsun) – Biz gücümüzü milletten alıyoruz, milletten.
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Devamla) – Milletten alıyorsun ama milletin
sesine kulak vermiyorsun. Millet “Kapatma.” diyor, “Ekmeğimle oynama.” diyor,
“Gücümle oynama.” diyor, “Bu benim
ekmeğim.” diyor, “Emeğim” diyor, “Alın terime katık yapıyorum ben bunu.” diyor.
Ama sen milletin değerlerine değer vermiyorsun. Oyunu aldın, aldın kendini
kurtardın, o vatandaşı düşünmüyorsun. “O vatandaşı düşünelim.” diyoruz, “Pancar
üreticilerinin, şeker işçilerinin ve devletin bir arada bulunduğu yeni bir
model oluşturulmalıdır.” diyoruz. Şeker işçileri bu konuda üzerine düşen her
türlü fedakârlığı yapmaya hazırdır.
Bakın, şeker işçileri var, sınıflara böldük, kadrolar verdik
geçmişte, altı ay çalışmışlara kadro verdik. Geri kalan ne olacak? Onları
düşünmedik. Onlar şu anda feryat ediyorlar, yollardalar, sizin genel
merkezinize geldiler, yetkili genel başkan yardımcılarınızla görüştüler ama bir
arpa boyu yol alınmadı. Bu şeker işçilerinin sorunları çözülmelidir. Bu şeker
işçileri 100 derece ısının karşısında çalışıyor. O pancarı indirmek kolay
değil, o pancarı yıkamak kolay değil, o pancarın küspesini almak kolay değil,
melasını çıkarmak kolay değil. Bir atölyedir şeker fabrikaları, bir okuldur
şeker fabrikaları, muhasebesiyle bir okuldur, atölyeleriyle bir okuldur,
fabrika işletmesiyle bir okuldur, büyük bir okuldur, bir kültürdür şeker
fabrikaları, her şeydir şeker fabrikası.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Özkan, lütfen tamamlayınız.
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Kısaca, üreten ve büyüyen bir ülke istiyoruz. Bu konuda Türkiye
Şeker Sanayii İşçileri Sendikası, Sayın Başbakanımız
sesimize kulak verin, bu yanlışa “Dur!” deyin.
Değerli milletvekilleri, Sayın Başbakanımıza ulaşmak mümkün değil,
şu anda Meksika’da. Size ulaşıyoruz. Sizden de ricamız şudur: Sayın Başbakanı
bu yoldan lütfen döndürmeye çalışın, lütfen döndürmeye çalışın. Bu Türk köylüsünü,
Türk çiftçisini kent varoşlarında aç susuz, paket bekleyen konuma getirmeyelim.
Bunun için feryadımız. Önergemizin desteklenmesini istiyorum.
Yüce Meclisimizi saygıyla, sevgiyle tekrar selamlıyorum. Şekerin
tadını lütfen kaçırmayalım.
Teşekkür ederim. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Özkan.
Önerinin aleyhinde söz isteyen Hasan Fehmi Kinay,
Kütahya Milletvekili.
HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) – Sayın Başkan, çok değerli
milletvekilleri; şeker piyasasının sorunları ve şeker fabrikalarının
özelleştirilmesine ilişkin MHP Grubunun verdiği grup önerisinin aleyhine şahsım
adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
İki gün önce kaybettiğimiz çok değerli evlatlarımıza,
şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum, yakınlarına ve milletimize başsağlığı
diliyorum.
Burada yapılan müzakerede özetle, şeker fabrikaları neden
özelleşiyor ve şeker fabrikaları nasıl özelleşiyor, bu özelleştirmeden sonra
ortaya çıkabilecek, işçiler ve çiftçiler açısından etkiler ne olacaktır,
birlikte bunları değerlendiriyoruz.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, her şeyden önce şunu ifade etmem
gerekir ki, şeker fabrikalarının bugün eğer özelleştirilmesiyle ilgili bir
çalışma yapılabiliyor ise bunu 57’nci Hükûmet
döneminde çıkarılan, Milliyetçi Hareket Partisi tarafından, onun da içinde yer
aldığı koalisyon döneminde çıkarılan -2001 yılında- 4634 sayılı Şeker Kanunu’na
borçluyuz.
Şeker piyasasıyla ilgili düzenlemelerin yer aldığı bu Yasa’da
şeker üretimi belli bir kotaya bağlanarak üreticiler güvence altına alınmıştır.
Ayrıca, denetleyici ve düzenleyici bir kurum ortaya çıkartılmıştır. Pancar
fiyatlarının çiftçilerimizle fabrikalarımızın işbirliği içerisinde
oluşturulması öngörülmüştür. Yine aynı Kanun’la sektörün kayıt altına alınması,
hazine üzerindeki yükün azaltılması ve ihtiyaç fazlası kapasitenin kullanılması
ve gereksiz yere, kapasitenin üzerinde yeni fabrikaların kurulmasının önlenmesi
amaçlanmıştır.
Evet, değerli arkadaşlar, şimdi “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı”
adı altında, biliyorsunuz, 57’nci Hükûmet döneminde
bu düzenlemelerin yer aldığı birtakım yasal çerçeve ortaya konmuştur.
Şimdi, şeker fabrikalarını neden özelleştiriyoruz? Her şeyden
önce, yöntem olarak özelleştirme yöntemine ilişkin birtakım değerlendirmelere
cevap vermeden önce Türkiye’de şeker sektörünün sadece çiftçilerden ibaret
olmadığını ya da sadece fabrikalardan ibaret olmadığını, yapılan yasal
düzenlemelerle birlikte tüm dünyada olduğu gibi sektörün rekabete açıldığını
bir kere bilmemiz gerekir. Türkiye Şeker Kurumu, Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş
yaklaşık 2,1 katrilyon civarında bir sermayeyle faaliyetini sürdürmektedir.
Buna karşılık 1,5 katrilyon civarında bir ciro elde etmektedir.
Şimdi, değerli arkadaşlar, özel sektörde veya tüm fabrikalarda ya
da işletmelerde “sermaye hasıla kat sayısı” diye bir
esas vardır ve bu sermaye hasıla kat sayısının en az 2,5 olması; iyi çalışan,
verimli çalışan işletmelerde de 1/4 oranında cironun elde edilmesi lazım. Bu
rakamlara baktığımızda, mevcut işletmenin kendisine sağlanan öz sermayeyle
orantısız bir şekilde, çok çok altında bir ciroyu
teşkil ettiğini düşünüyoruz. Kâr konusunda da ne yazık ki ortada birikmiş olan
zararlar var. Geçmişte özelleştirmeye ilişkin politikalar değerlendirilirken…
Tabii ki bu siyasi tercihle ilgilidir. Ben Milliyetçi Hareket Partisinin
programında özelleştirmenin kamuda etkinliğini sağlamak adına yapılması gereken
bir düzenleme olarak algılandığını ve yorumlandığını görüyorum. AK PARTİ olarak
biz de bundan farklı düşünmüyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi farklı esaslara
bağlı olarak bunu programında ele almış.
REŞAT DOĞRU (Tokat) – Bölgedeki insanlara yönelik…
HASAN FEHMİ KİNAY (Devamla) – Özelleştirmeyle ilgili bir bahis var
fakat burada ortaya çıkan değerlendirmelerde özelleştirmenin neredeyse imkânsız
hâle getirilerek değerlendirildiğini görüyoruz.
Şimdi, bir diğer konu, işletmelerimiz fevkalade verimsizdir. Bazı
yerlerde, bazı illerimizde kurulu olan fabrikalarda neredeyse yıl içerisinde on
dört gün üretim yapılabilmektedir. Şimdi, bir yıl boyunca pazarlamak zorunda
olduğunuz bir üretimi on dört güne sığdırmak durumundasınız, on dört gün
çalıştırabiliyorsunuz. Burada, Yüksek Denetleme Kurulu tarafından ele alınan,
yapılan değerlendirmelerde bu verimsizliğe ciddi atıflar vardır ve bunun mutlaka
giderilmesi gerektiğini ve özelleştirme sürecinin de bu doğrultuda ele alınması
gerektiğini ifade etmektedir.
Şimdi, buraya grup önerisini getiren, bu sorunları tartışan,
tartışmamıza vesile olan arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum. Ancak şunu da unutmamak
lazım: Şimdi, şeker fabrikalarının özelleştirilmesine ilişkin süreç ne zaman
başladı? Bakıyoruz, Özelleştirme Yüksek Kurulu kararı ilk kez 20/12/2000’de alınmış yani yine 57’nci Hükûmet
döneminde, ilk özelleştirmeye ilişkin karar o dönemde alınmış. Şimdi, aynı
arkadaşlarımız, o dönemde Hükûmet eden arkadaşlarımız
bugün bu özelleştirmeyle ilgili yeşil ışığı o dönemde yakmalarına rağmen bizim
ilerlememizi, bu doğrultuda çalışmalar yürütmemizi ne yazık ki engeller
mahiyette değerlendirmeler yapmaktadır.
Şimdi, bir diğer konu, nasıl özelleştirilecek? Buna ilişkin
birtakım tartışmalar yaşanıyor. Acaba, Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim
Şirketini, yüzde 56 oranında piyasa payı olan bu şirketi bir defada, bir bütün
hâlinde özelleştirebilir miyiz?
Değerli arkadaşlar, bu, gerek Rekabet Kurumu tarafından gerekse
mevcut şirketin aktifleri ve bilanço değerleri bakımından çok yüksek rakamlara
ulaşacağı için değerlendirme dışında tutulmuştur. Buna ilişkin stratejiler çok
daha kapsamlı olarak ve biraz evvel değerli arkadaşımızın burada belirttiği bir
değerlendirme oldu “Dünyanın hiçbir yerinde buna ilişkin özelleştirme yok, bu
tür yöntemler izlenmiyor.” şeklinde. Macaristan’da ve Çekoslovakya’da, Çek
Cumhuriyeti’nde buna ilişkin aynı bizim yapmış olduğumuz gruplara ayırarak, portföy şeklinde özelleştirme yöntemleri başarıyla
uygulanmıştır ve Avrupa Birliği bu noktada almış olduğu mesafeyle hem
çiftçilerin hem üreticilerin hem fabrikaların verimini artırmış, dünya ile
-şeker sektörünün- rekabet edebilir hâle ulaşmıştır. Biz de özelleştirme
sonrasında aynı hedefleri öngörüyoruz.
Bir diğer konu, bu belirlenen gruplar, coğrafi anlamda bir havza bazlı -öyle ifade edelim- fabrikaları bir araya getirmek
suretiyledir. Şimdi bir taraftan şunu bilmemiz lazım: Bazı yerlerde pancar
üretimi rekoltesi düşük, pancardan elde edilen şekerin
miktarı da düşük, bazı yerlerde yüksek. O hâlde ne yapacaksınız? En akıllıca
yol, bunların maliyetlerini rekabet edebilir, diğer sektörlerle rekabet
edebilir, diğer fabrikalarla rekabet edebilir hâlde tutmak amacıyla bir portföy hâline getireceksiniz ve bu portföyü kârlı bir
şekilde satmayı başaracaksınız. Ben burada söz alan muhalefete mensup
milletvekili arkadaşlarımızdan, dün gerçekleşen 606 milyon dolar özelleştirme
imkânı bulduğumuz bu C grubunun, C portföyünün bu
doğrultuda Özelleştirme İdaresine küçük bir teşekkürü çok görmemelerini
beklerdim.
MEHMET SERDAROĞLU (Kastamonu) – Arsa fiyatına satıldı. 20 bin
dönüm arazisi var.
HASAN FEHMİ KİNAY (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bakınız, biraz
evvel bilanço değerlerini verdim. 2,1 katrilyondan bahsediyorum. 606 milyon
doların bugünkü karşılığı yaklaşık 900 milyon TL’dir, 1 katrilyona yakın. 6
tane özelleştireceğimiz grup var. İlkinde neredeyse hazine olarak koymuş
olduğumuz öz sermayenin yarısını alma gibi bir imkâna ulaşmış durumdayız. Bu,
ortaya konan stratejinin başarısı anlamında değerlendirilmelidir. Bu
doğrultuda, ben, en azından bir teşekkürü çok görmemelerini isterdim.
Bir diğer konu, Sayın Alim Işık’ın,
Kütahya Şeker Fabrikasına ilişkin vermiş olduğu önergeyle ilgilidir. Burada,
tabii ki, Kütahya Şeker Fabrikamız ilk özelleştirilen tesislerden biridir. Türk
Şekere ait olan hissenin yüzde 56’sı satılmıştır ve o gün itibarıyla en yüksek
değeri veren Torunlar Gıdaya verilmiştir. Şimdi, bölgemizde -her şeyden önce
şunu ifade edelim- bu tesis, bugün itibarıyla 25 trilyon civarında bir tevsi
yatırım, bir modernizasyonla birlikte ülke ve Kütahya ekonomisine katkı
sağlayacak duruma getirilmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kinay, lütfen
tamamlayınız.
HASAN FEHMİ KİNAY (Devamla) – Tamamlıyorum.
Yaklaşık 15 trilyonu realize olmuştur,
gerçekleştirilmiştir bu yatırımın ve maliyetler aşağıya çekilmeye başlamıştır.
Kütahya’daki çiftçilerimiz yeniden pancar ekmeye başlamıştır ve şu anda, bence…
Sayın Işık bölgemizdeki sorunlara nüfuz eden bir arkadaşımızdır, şunu da
biliyordur ama keşke burada gündeme getirseydi, bir vesileyle bunu da gündeme
getireceğini ben ümit ediyorum.
Şimdi, bakınız, Kütahya’da 38 bin ton kotamız vardı, bu, 32 bin
tona düştü. Gelin Sayın Işık, hep beraber, kaybettiğimiz 6 bin ton şeker…
ALİM IŞIK (Kütahya) –
250 bin ton.
HASAN FEHMİ KİNAY (Devamla) – Şeker pancarından söz etmiyorum,
şekerden bahsediyorum.
…40 bin ton pancara tekabül etmektedir. Gelin, Şeker Üst Kurulu
nezdinde bu girişimlerimizi -bizim- sürdürelim. Gerçekten çiftçimize bu konuda
birlikte katkı sağlayalım.
Evet, grup önerisinin aleyhinde söz aldım. Tabii ki bunun en
önemli gerekçesi, ülkemizde şu anda Çek Yasası’yla ilgili, Meclis gündeminde
tabii, tartışılıyor. Çek Yasası var…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HASAN FEHMİ KİNAY (Devamla) – Çok teşekkür ediyorum, saygılar
sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kinay.
HAKKI SUHA OKAY (Ankara) – Sayın Başkan, karar yeter sayısı talep
ediyoruz.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Durun bakalım, daha Başkanın ne karar
vereceğini bilmiyoruz ki. Oylamaya geçmedik daha.
REŞAT DOĞRU (Tokat) – Sayın Başkan, kısa bir söz istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Doğru, sisteme girdiğinizi gördüm ama soru-cevap
işlemi yapmıyoruz. Ayrıca bu partinizin grup önerisi.
REŞAT DOĞRU (Tokat) – 60’ıncı maddeye göre kısa bir söz istiyorum.
BAŞKAN – Efendim, 63’ün ikinci fıkrasına göre zaten 2 kişi lehte,
2 kişi de aleyhte söz isteyebilir. Böyle bir uygulama yok Tüzük’ümüzde,
veremiyorum. Teşekkür ediyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum.
Karar yeter sayısı istenmişti galiba.
HAKKI SUHA OKAY (Ankara) – Evet.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkanım, zamanında istemeleri
gerekir karar yeter sayısını.
BAŞKAN – Karar yeter sayısını arayacağım.
Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kâtip Üyeler arasında anlaşmazlık olduğu için elektronik cihazla
oylama yapacağım.
Üç dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Karar yeter sayısı yoktur.
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 14.37
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.53
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu),
Gülşen ORHAN (Van)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
28’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine
göre verdiği önerisinin oylamasında karar yetersayısı bulunamamıştı.
Şimdi, öneriyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı
arayacağım: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yetersayısı vardır ve öneri
kabul edilmemiştir.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine
göre verilmiş bir önerisi vardır. Okutup işleme alacağım ve oylarınıza
sunacağım:
2.- (10/139, 10/155, 10/171,
10/172, 10/173, 10/181, 10/183, 10/197, 10/369) esas numaralı Meclis
araştırması önergelerinin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 09/12/2009
Çarşamba günkü birleşiminde birlikte yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu'nun, 09/12/2009 Çarşamba
günü (Bugün) yaptığı toplantısında, siyasi parti grupları arasında oy birliği
sağlanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin İçtüzüğün 19 uncu maddesi
gereğince Genel Kurul'un onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.
Kemal
Kılıçdaroğlu
İstanbul
Grup
Başkan Vekili
Öneri:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis
Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler Kısmında
yer alan 10/139, 10/155, 10/171, 10/172, 10/173, 10/181, 10/183, 10/197 ile
10/369 esas numaralı Meclis Araştırma Önergelerinin görüşmelerinin, Genel
Kurul'un, 09/12/2009 Çarşamba günlü birleşiminde
birlikte yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisi lehinde Ergün Aydoğan, Balıkesir milletvekili. (CHP sıralarından
alkışlar)
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Sayın Başkan, yüce Meclisin değerli
üyeleri; Cumhuriyet Halk Partisinin tarım ve tarımın sorunlarıyla ilgili vermiş
olduğu grup önerisi lehine söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Parlamentomuz, ülkemizin
içinde bulunduğu sorunlarla ilgili dün olduğu gibi bugün de çalışmalarına devam
ediyor. Dün de tütünle ilgili bir araştırma önergesi maalesef Genel Kurulun
oyları neticesinde reddedildi ama tütün ve tütüncülükle ilgili, tütüncülükle
uğraşan ve tütün sektöründe çalışan çok ciddi mağdurların olduğunu hepimiz
biliyoruz.
Değerli arkadaşlar, ülkemizde çok ciddi sorunların olduğunu seçim
bölgelerimize gittiğimizde yaşıyoruz. Tarımda, tarımın ciddi sorunları olduğunu
hep birlikte yaşıyoruz ve bugün, sektörel olarak
baktığımızda, en ciddi sorun yaşayan sektörlerden birisi maalesef tarım ve
tarım ürünleri ama bu tarım ve tarım ürünleriyle ilgili konu gündeme geldiğinde,
İktidarın sürekli “tarıma çok destek verdiği” yönünde iddialarını maalesef
burada görüyoruz. Gerçekten, çiftçimizin tarımda yaşadığı sorunlar nedeniyle
toprağa küstüğünü, üretimden vazgeçtiğini yaşayarak görüyoruz. Bazen merak
ediyoruz: Çiftçilerimiz ve vatandaşlarımız, muhalefet partisi milletvekilleri
olarak bölgelerimizde yaptığımız çalışmalarda bize aktardığı sorunları acaba
sizlere aktarmıyorlar mı? Acaba sizlerin gittiği seçim bölgelerinizde,
gerçekten, çiftçiler “Biz hayatımızdan çok memnunuz, ürettiğimiz üretimin
karşılığını alabiliyoruz” mu diyorlar? Yani sizin yaptığınız çalışmalarda,
sizin ilişki kurduğunuz çiftçilerimiz “Evet, sayın milletvekilim, sayın
yöneticilerim, ben de sizlerin yönetimi sonrasında ekonominin geldiği kişi başı
10 bin dolar millî gelirden pay alıyorum” mu diyorlar? Maalesef, değerli
arkadaşlar, biz, özellikle Balıkesir ve bölgemizde tarımla uğraşan
insanlarımızın böyle olmadığını, bu sorunları her geçen gün yaşadığını
biliyoruz. Çiftçinin artık üretimden vazgeçtiğini, tarımdaki girdi maliyetleri
nedeniyle toprağa küstüğünü biliyoruz. Burada, sadece, iktidar partisi
milletvekilli olmanın gereği, tütünde, tarımda, biraz önce arkadaşlarımızın
verdiği şeker fabrikaları özelleştirilmesiyle ilgili konularda, yani siz bu sorunları
yaşayan insanlarla hiç temas kurmuyor musunuz, gerçekten merak ediyoruz. Ya
sizler başka bir ülkede yaşıyorsunuz ya da bizler başka bir ülkede yaşıyoruz.
Şimdi, arkadaşımız tebessüm ediyor, Aydın Milletvekilimiz. Yani
Aydın’da bu tarımın sorunları hiç yaşanmıyor mu? Aydın’da yaşanmıyor olabilir
ama benim ilim Balıkesir’de sonuna kadar yaşanıyor.
Değerli arkadaşlarım, yine bu tütünde olduğu gibi şekerde de şeker
fabrikalarının özelleştirilmesi sonrasında 4/C mağdurlarının yaratılacağını,
yeni 4/C mağdurlarının olacağını üzüntüyle görüyoruz. Sayın Başbakan da hafta
sonu, 4/C’lilerin mağdur olmadığını, bunların mağdur
edilmediğini, bunların istihdam edildiğini büyük bir kıvançla söyledi ama
değerli arkadaşlar, bu Tekel ve benzeri özelleştirmeler sonrasında mağdur olan
çalışanlarımızın aldığı 650 lira ve yetmiyor. Devlet kendi memurunu, kendi
çalışanını iki ay kapının önüne koyuyor. Yani böyle bir yönetim anlayışı
olabilir mi, böyle bir devlet anlayışı olabilir mi? Siz devletsiniz. Sizin
aldığınız kararlarla insanları mağdur ediyorsunuz, kapının önüne koyuyorsunuz
ve diyorsunuz ki “İki ay size maaş ve ücret yok.” Hani kişi başı millî gelir 10
bin dolardı? Hani Türkiye ekonomisi kalkınıyordu?
Değerli arkadaşlarım, ayrıca, tarım ülkemizde işsizliğin en önemli
istihdam aracı. Bugün, Türkiye, işsizliği en yüksek oranda
yaşayan ülkelerden birisi. O nedenle tarıma öncelik verilmeli ve
gerçekten Parlamento hassasiyetiyle, Parlamentonun oluşturacağı çalışma
grubuyla bu tarımda yaşanan sorunların ve bu sektörün sorunlarının mutlaka
tespit ve çözümü yapılmalı diye düşünüyorum. Tabii “özelleştirme” adı altında
satışların olduğunu, daha doğrusu peşkeşin çekildiğini maalesef görüyoruz.
Tabii, bunu da çok yadırgamıyoruz. Sizin siyaset yapma biçiminiz, yani “biz
tüccar siyasetçiyiz” ifadesiyle iş başına geldiniz ve tüccar siyasetçi
anlayışıyla, bugün, şeker fabrikalarını, Tekeli, her tarafı satıyorsunuz ve
satmaya devam ediyorsunuz. Önümüzdeki günlerde de yirmi şeker fabrikasının
satılacağını maalesef biliyoruz. Tabii, yine, geçtiğimiz dönemlerde SEKA
satıldı, SEKA’lar özelleştirildi. Başbakanın Saklı Vadi’de bir daire fiyatına,
bir villa fiyatına Balıkesir SEKA satıldı, 1 milyon 50 bin dolara. Soruyorum:
Başbakanın Saklı Vadi’deki villasının miktarı ne kadardır? Değerli arkadaşlar,
SEKA’nın satışı sonrasında sayısız vatandaşımızın işsiz kaldığı ve bugün,
SEKA’nın üretimden vazgeçtiği, SEKA’nın arazisinin, SEKA’nın içinde bulunan
makinelerinin bile bu ücretin çok üzerinde olduğunu biliyoruz.
Değerli arkadaşlar, AKP döneminde, şeker fabrikaları gibi, yatırım
ve istihdama yönelik, hangi yatırımların yapıldığını merak ediyorum. Hep
“Bizden önce, bizden sonra” bakış açılarınız var. Şimdi, buradan, AKP İktidarı
döneminde, istihdama yönelik, devletin kaç fabrika kurduğunu lütfen bana söyler
misiniz? Şeker fabrikaları gibi, SEKA gibi, yani üretime, istihdama yönelik,
AKP döneminde kaç fabrika kuruldu? Otosan’ın
Adapazarı’nda çok ciddi bir istihdam yatırımı olduğuyla ilgili geçen gün bir
yazı vardı. Sizlere soruyorum: Türkiye’de, bunun gibi, istihdama yönelik,
üretime yönelik -yani sadece böyle, bölünmüş yollarla değil- yatırıma yönelik
kaç fabrikanın yapıldığını lütfen söyler misiniz? Sizin yapmadığınız, sizden
önce cumhuriyet hükûmetlerinin yaptığı bütün o kurum
ve kuruluşları birer birer satıyorsunuz
“özelleştirme” adı altında ve dönüp diyorsunuz ki: “Dikili ağacınız bile yok.”
Bu ülkede, bu sizin sattığınız, “özelleştirme” adı altında sattıklarınızın
hangisini siz yaptınız, hangisini siz kurdunuz?
Değerli arkadaşlar, yine bu “özelleştirme” adı altında şeker
fabrikalarının da önümüzdeki günlerde satılacağını biraz önce söylemiştim.
Birisi de yine benim ilim Balıkesir’de Susurluk Şeker Fabrikası. Biraz önce,
AKP’li arkadaşım özelleştirmenin mantığını, neden özelleştirme yapıldığını söyledi,
“Bunlar zarar ediyor.” dedi. Değerli arkadaşlar, buradan sizlere öneriyorum,
buyurun gidelim, Susurluk Şeker Fabrikasını ziyaret edelim. Şu anda toplam
muvakkat çalışanlar, müdür, memurlar ve resmî görevlilerle birlikte yaklaşık
bin kişi evine ekmek götürüyor ve zarar etmiyor, kâr ediyor.
Biraz önce konuşmacı arkadaşım Sayın Kerim Özkan dedi ki: “Şekerin
tadı kaçtı.” Şekerin tadını zaten kaçırdınız. İnsanların ağzının tadını
kaçırdınız. Bugün baktığınızda özellikle bizim bölgemizde Susurluk şekeri ayrı
bir öneme tabidir, gerçekten tadı farklıdır. Bir bardak çaya normalde üç kaşık
şeker atarken Susurluk şekerinde bir kaşık atmanızla bunu tatlandırırsınız.
Sadece bu kurum ve kuruluşlara birer finans aracı olarak bakmak son derece
yanlıştır.
Burada baktığımızda şeker fabrikalarının özellikle tarımda,
hayvancılıkta ve sanayide çok ciddi bir potansiyel yarattığını, çok ciddi bir
istihdam aracı olduğunu hepimiz biliyoruz. Dün bilmezken bugün şeker kamışından
veya başka tatlandırıcılar aracılığıyla ağzımızın tadının kaçtığını biraz önce
söyledik. Yani şeker fabrikaları sadece ve sadece bir şeker üretmenin ötesinde
tarımda, sanayide, tarımın kullandığı makinelerde, yine hayvan yemi olarak
kullanılan melasta çok ciddi önemi olduğunu biliyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Aydoğan, lütfen
tamamlayınız.
Buyurun.
ERGÜN AYDOĞAN (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Tabii, burada arkadaşlarımız diyor ki, AKP’li arkadaşlarımız:
“Fabrikalar verimsiz.” Asla doğru değil. “Fabrikalar zarar ediyor.” Asla doğru
değil. “Efendim, sermaye hasıla katsayısı nedeniyle…”
Asla doğru değil. Burada, bir taraftan “özelleştirme” adı altında bu kurumlar
birer birer satılırken TOKİ gibi başka alanlarda da
yeni KİT’ler yarattığınızı biliyoruz.
Biz, bu anlamda, ülke çiftçimizin içinde yaşadığı sorunların
çözülmesiyle ilgili, tarımın sorunlarının çözülmesiyle ilgili bu araştırma
önerisinin kabul edilmesini ve yine, gruplar hâlinde “özelleştirme” adı altında
şeker fabrikalarının satışının da doğru olmadığını buradan bir kez daha
sizlerle ve kamuoyuyla paylaşıyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Aydoğan.
Önerinin aleyhinde söz isteyen, Gültan Kışanak, Diyarbakır Milletvekili. (DTP sıralarından
alkışlar)
GÜLTAN KIŞANAK (Diyarbakır) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; usul olarak aleyhinde söz aldım ama ben de partimiz de
ülkemizde tarım sektörünün sorunlarının çok önemli olduğunu, bunların
çözülmesinin, aynı zamanda sosyal ve yoksulluk sorunlarımızın çözülmesine de
önemli katkıları olabileceğine inanıyoruz.
Yalnız ben, buradan bugün, belki de ekranları başında bizi izleyen
çiftçilerimizden, köylülerimizden ve tarım sektörüyle ilgili olan
yurttaşlarımızdan, onların affına sığınarak, onların sorunlarının çok büyük
olduğunu, önemli olduğunu, mutlaka tartışılması gerektiğini düşünüyorum ama
onların affına sığınarak, biraz, bu ülkenin demokrasi, barış ve özgürlüklerle
ilgili sorunlarına değinmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, son günlerde, partimize yönelik çok
bilinçli, çok iradi ve çok organize bir linç kampanyasıyla karşı karşıyayız.
Dün, partimizin genel merkezine yönelik bir saldırı oldu, eş başkanlarımızın
oturduğu odaların camları özellikle kırıldı. Daha önceki linç girişimlerini de
biliyoruz, saldırıları da biliyoruz. Ama dünkü saldırıda özellikle her iki eş
başkanımızın odasının hedef alındığını ve her ikisinin odasının camlarının
kırıldığını gördük. Bu gece Ankara il binamızın ve Keçiören ilçe binamızın
Molotof kokteylleriyle yakıldığını ve tahrip edildiğini sabah öğrendik.
Tabii, bunlarla sınırlı değil. Biliyorsunuz, başka illerde,
ilçelerde de çok bilinçli bir şekilde, çok organize ve bir merkezden
yönetildiği çok açık olan bu saldırılar partimize doğru yöneltiliyor.
Ama ben bu saldırıları yapanlara dair bir şey söylemeyeceğim.
Zaten şimdiye kadar da partimiz defalarca bu saldırılara hedef olmasına rağmen,
bu ülkede sanki böyle bir partiye yönelik saldırı yapılmıyormuş gibi İçişleri
Bakanlığının ve yetkililerin parmağını kıpırdattığını görmedik, bunda da aynı
tutum içerisinde olduklarını görüyoruz. Onun için ben saldırganlara dönük bir
şey söylemeyeceğim ama arkasındaki zihniyeti ve yaklaşımı buradan mahkûm etmek
istiyorum.
Bunun arkasındaki zihniyet ve yaklaşım, İzmir’de partimizin
konvoyuna yönelik yapılan linç girişiminden sonra konuşan Sayın Başbakanın,
Sayın Cemil Çiçek’in ve Sayın Ömer Çelik’in konuşmalarıydı. Bu zihniyettir
partimize yönelik bu saldırıları meşru gören, haklı gören; teşvik eden ve
devamını sağlayan zihniyet budur.
Bu ülkenin bir başbakanı, bu ülkede grubu bulunan bir partinin
genel başkanının bulunduğu konvoya yönelik saldırı oluyor ama o başbakan bir
tek cümleyle bile saldırganları kınamadan, yalan yanlış bilgilerle partimizi
hedef göstermeye devam ediyor. Tabii ki arkasından bu ülkede meczup da bulunur,
sarhoş da bulunur, kendini bilmez de bulunur, ırkçı da bulunur. Sen bu icazeti
verdikten sonra bunun gereğini yerine getirecek insan çok bulunur.
Benim onların hiçbiriyle hiçbir hesabım yok, hiçbir şey söylemiyorum.
Ne ırkçılara ne meczuplara ne sarhoşlara ne kendini bilmezlere hiçbir şey
söylemiyorum. Onları teşvik eden, partimizin üstüne gönderen, bu saldırıları
meşru göstermeye çalışan zihniyeti buradan şiddetle kınıyorum. Bunu yapmaya
kimsenin hakkı yok.
Hani bu ülkenin her karışı, hani bu ülkenin her ili Kürt’üyle,
Türk’üyle hepimize aitti? Ne mesaj vermek istiyorsunuz siz özellikle batıdaki
illerde partimize yönelik saldırıları teşvik etmekle? Kürtlere “Memleketinize
dönün.” mü demek istiyorsunuz? Bu ülkenin topraklarını bölmek mi istiyorsunuz?
Bu mudur zihniyetiniz?
MEHMET DANİŞ (Çanakkale) – Hanımefendi, ne yapmaya çalışıyorsunuz?
GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Siz ne yapmaya çalışıyorsunuz?
MEHMET DANİŞ (Çanakkale) – Ne yapmaya çalışıyorsunuz?
GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Siz ne yapmaya çalışıyorsunuz?
AYLA AKAT ATA (Batman) – Otur yerine!
MEHMET DANİŞ (Çanakkale) – Ne hakla soruyorsunuz?
BAŞKAN – Lütfen Sayın Milletvekili…
GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Söyleyeceğim tabii… Söyleyeceğim tabii…
Şurada, Ankara’da, şu Meclise iki adım…
MEHMET DANİŞ (Çanakkale) – Ayıptır! Ayıptır! (DTP sıralarından
“Size ayıp!” sesleri)
BAŞKAN – Sayın Daniş, lütfen…
GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Ayıp değil! Irkçılığından utan!
MEHMET DANİŞ (Çanakkale) – Ayıp!
GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Irkçılığından utan! Kes sesini! Kes
sesini!
MEHMET DANİŞ (Çanakkale) – Sen yapıyorsun ırkçılığı!
BAŞKAN – Lütfen Sayın Daniş…
MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis) – Ayıp olan Başbakanın
söyledikleridir.
HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) – Konuşma sen.
GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Kes sesini!
BAŞKAN – Hatibe müdahale etmeyelim Sayın Daniş…
Lütfen…
MEHMET DANİŞ (Çanakkale) – Dalga mı geçiyorsun sen be!
GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Dalga filan geçmiyorum, açık ve net
söylüyorum. Niye ırkçılık yapıyorsunuz? Niye bu tetikçileri üstümüze
gönderiyorsunuz? Niye gönderiyorsunuz?
MEHMET DANİŞ (Çanakkale) – Irkçılıktan siz besleniyorsunuz!
AYLA AKAT ATA (Batman) – Saygısız!
HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) – Bu terbiyesizi susturun Başkan!
BAŞKAN – Sayın Daniş, lütfen…
GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Ağzınızdan… Şu Hükûmetin,
bir Allah’ın kulu, yetkilisi çıkıp bir saldırıyı kınadı mı? Bu ne biçim hükûmet etmektir? Bu ne biçim iktidar anlayışıdır? Bu ne
biçim demokrasi anlayışıdır? Bir haftadır halkımız sokaklarda linç ediliyor,
bir haftadır partimizin binaları yakılıp yıkılıyor, bir tek kınama geldi mi? Ne
yapmak istiyorsunuz siz bu ülkede?
Bu ülkede halklarımızı karşı karşıya getirme siyasetinin iflas
ettiğini çok iyi biliyoruz. Boşuna uğraşmayın… Boşuna uğraşmayın…
Biz şunu da çok iyi biliyoruz: Partimize yönelik kapatma kararını
AKP Hükûmeti vermiştir. Anayasa Mahkemesi filan
hikâyedir. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
ALİ KOYUNCU (Bursa) – Yazıklar olsun sana! Yazıklar olsun sana!
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…
ALİ KOYUNCU (Bursa) – Ne konuşuyor bu ya!
GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – AKP Hükûmeti
bu kararı verdi ve bu kararı Anayasa Mahkemesinde meşruiyete kavuşturmaya
çalışıyor. Sesimizi çıkarmıyoruz. Günlerdir AKP’nin bütün yetkilileri, hatta
Anayasa Komisyonu sıfatını taşıyan kişi bile kapı kapı
gezip, televizyon ekranı ekranı gezip partimizin
kapatılmasını meşru göstermeye çalışıyor. Buna ne hakkınız var?
Ha, biz bunu çok biliyoruz. AKP’nin kapatılma davası sürecinde
Sayın Cemil Çiçek çıkıp demişti ki: “Siz ne yapmak istiyorsunuz? Bizi kapatarak
o bölgeyi birilerinin tekeline mi bırakmak istiyorsunuz?” Ha, şimdi bugün
diyorlar ki: “DTP’yi kapatın, Kürtleri bizim
tekelimize bırakın.” Yağma yok AKP, yağma yok! Kürtler siyasi bilincine
ulaşmıştır. Bu ülkede demokrasi ve hak, özgürlük mücadelesinin motor gücüdür
Kürtler. Bu ülkeye demokrasiyi de barışı da getirebilecek, demokratik siyasete
her zeminde sahip çıkabilecek güce ve iradeye sahiptir.
Siz öyle DTP’yi kapattırarak, bölgenin
oylarını çantada keklik zannetmeyin. Şunu buradan çok büyük bir öz güvenle
söylüyorum: İnanıyorum ki önümüze gelecek ilk sandıkta, ilk seçimde AKP’nin
bölgedeki oyları büyük bir düşüşe inecektir, Türkiye genelinde de. (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
AGÂH KAFKAS (Çorum) – Bölgenin oyları…
GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Geçiyor zabıtlara, zabıtlara geçiyor.
Bunun hesabını seçimden sonra soracağız, burada gene konuşacağız.
Böyle bir demokrasi anlayışı olmaz. Böyle bir, kendi parti kapatma
davasında kalkıp, “Siyasi parti kapatmak demokrasilerin ayıbıdır. Yapmayın,
demokrasilerin teminatı siyasi partilerdir.” diyeceksin, DTP için de günlerdir,
medyasıyla, yöneticileriyle kapı kapı gezip, ekran ekran gezip propaganda yapacaksın, DTP’nin
kapatılmasını meşru göstereceksin! Buna, kimse bu ülkede pabuç bırakmaz.
Şunu çok iyi bilin: Kürt halkı da bu ülkedeki demokrasi güçleri de
demokratik siyasette ısrar edecekler. Siz onların üzerine neyle gelirseniz
gelin, onlar mutlaka kendilerini demokratik siyaset kanallarında ifade
edebilecek yolları, yöntemleri, araçları bulacaklardır ve size buradan hesap
soracaklardır. Bunu çok iyi bilin, bunların hesabını yaparak konuşun. Bunları
ifade etmek istiyorum.
Ayrıca, şunu da ifade etmek istiyorum: Gerçekten bu ülkede büyük
acılar yaşandı, büyük bedeller ödendi. Ben buradan, demokrasi ve özgürlük
konusunda mücadele eden, bedel ödeyen her yurttaşımı büyük bir minnetle ve
saygıyla anıyorum. Onların mücadelesi sayesindedir ki biz
bugün bu kürsülerdeyiz ve ben inanıyorum ki onların mücadelesi sayesinde bu
ülkede mutlaka bir gün demokrasi ve barış da gelecektir ve bugün itibarıyla,
aslında bu ülkede Kürt sorununun barışçıl, demokratik yöntemlerle çözülmesinin
zemini vardır, koşulları vardır, muhatapları vardır ama siz bunu yapmaktan
kaçınıyorsanız, hâlâ çözümsüzlük ve çatışma siyasetinde ısrar ediyorsanız,
bunun vebali de sizin boynunuzdadır. Bu saatten sonra bu ülkede
dökülecek her damla kanın, bu ülkede yitirilecek her canın sorumlusu AKP Hükûmetidir. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
MEHMET DANİŞ (Çanakkale) – Tehdit ediyor, Başkan!
GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Bu Parlamentoda bunun dirayetini
göstermeyeceklerdir.
MEHMET DANİŞ (Çanakkale) – Ne diyorsun sen ya!
GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Bu nedenle, bunun sorumluluğunu bilmek
lazım.
YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Tehditler yapma, adam gibi konuş!
GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Ben adam gibi konuşuyorum, sen de adam
gibi dinle. Kes sesini be!
YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Adam gibi konuş, tehdit etme!
AYLA AKAT ATA (Batman) – Sınırları çizin, ona göre konuşma yapsın!
SIRRI SAKIK (Muş) – Otur yerine be!
BAŞKAN – Lütfen Sayın Milletvekili, müdahale etmeyin.
GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Yeter artık be! İki buçuk yıldır
dinledik sizi burada, yeter!
Şunu bilin…
YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Tehdit etmeden adam gibi konuş! Ülkeyi
tehdit ediyorsun…
MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis) – Otur, terbiyeli ol!
AYLA AKAT ATA (Batman) – Haddinizi bilin!
GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Ülkeyi tehdit etmiyorum, sana
sorumluluklarını anlatıyorum, sorumluluklarını anlatıyorum. Maaş almak için mi,
o koltukta oturmak için mi geldin buraya?
YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Belediye otobüsündeki çocuğu kim yaktı,
ben mi yaktım? Senin adamların yaktı.
BAŞKAN – Lütfen sayın milletvekilleri…
GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Ben onun için çıktım özür diledim. Sen
de çık özür dile, çık de ki…
YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Milletvekili gibi konuş!
BAŞKAN – Sayın Karayel, lütfen…
GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – “Tokat’ta yaşamını yitiren askerlerden
özür diliyorum. Ben, bu ülkeye barış getiremedim.” de, kalk bunun basiretini
göster. Yapmayın bunu, yapmayın bunu, yapmayın!
YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Biz yapmıyoruz, siz yapıyorsunuz…
GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Bu ülkede çözümün koşulları vardır.
Çözümsüzlükte ısrar ediyorsanız, çatışmada ısrar ediyorsanız sorumluluğu sizin
üzerinizdedir. Bu ülkede barışın da koşulları var, özgürlükleri ve demokrasiyi
getirmenin de koşulları var. Herkes buna hazır. Bunun imkânları da vardır. Bunu
kullanmıyorsanız, çatışmada ısrar ediyorsanız vebali sizin üzerinizdedir. Bunu
söyleyeceğim, bu tutanaklara geçirteceğim. Bundan sonra da evlatlarımız bunu
okusun isteyeceğim.
İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul) – Ama, bu
üslubunuz dinamitliyor yalnız.
GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Eğer Tokat’ta yaşamını yitiren
askerlerimizin ailesi çıkıp diyorsa ki “Ölen de öldüren de bu ülkenin
yurttaşlarıdır, bu anlamsız bir savaştır, bunu çözün.” Diyorsa, bunu dikkate
almıyorsanız bu sizin sorumsuzluğunuzdur. Bunu hatırlatmak da benim görevimdir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Sayın Başkan, öfkemi lütfen bağışlayın
ama gerçekten çok zor günlerden geçiyoruz ve büyük acılar yaşıyoruz. Son iki üç
haftadır ülkemiz yangın yeri, her yerde insanların canı yanıyor ama İçişleri
Bakanımız çıkıp sanki ortada bir asayiş sorunu varmış gibi gözaltı bilançosu
veriyor bize. Bir ülkede iki hafta içerisinde bin kişi gözaltına alınmışsa, bu
asayiş sorunu değil, siyasi ve sosyal bir sorundur. Bunu görmeyen bir anlayışla
çözüm olmaz.
Biz, Hükûmeti ve bu Parlamentoyu bir kez
daha görevini yapmaya ve sorumluluğa davet etmek için çıktım bu kürsüye.
Hepinize teşekkür ediyorum. (DTP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kışanak.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakanım.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Sayın
Milletvekili partileriyle ilgili kapatma davasıyla Hükûmetimiz
arasında bir ilişki kurdu. Hükümete sataşma söz konusudur. İç Tüzük’ün 69’uncu
maddesine göre cevap vermek istiyorum.
OKTAY VURAL (İzmir) – Tutanakları getirin de bakın Sayın Başkan!
BAŞKAN – Buna Başkanlık karar verir Sayın Vural, siz değil, hiçbir
grup başkan vekili değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili karar
verir!
OKTAY VURAL (İzmir) – Tutanakları isteyin de bakın!
BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakanım.
OKTAY VURAL (İzmir) – Hadi tutanak isteyebilin bakalım! Biz dün
isterken tutanak beklediniz yirmi dakika değil mi?
BAŞKAN – İç Tüzük’ün 69’uncu maddesine göre buyurun.
Üç dakika süre veriyorum.
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR
1.- Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’ın, Diyarbakır Milletvekili Gültan Kışanak’ın Demokratik
Toplum Partisini kapatma davasıyla AK PARTİ Hükûmeti
arasında direkt bir bağlantı kurarak Hükûmete
sataşması nedeniyle konuşması
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Sayın Başkan,
değerli arkadaşlarım; Sayın Milletvekili Demokratik Toplum Partisiyle ilgili
kapatma davasıyla AK PARTİ Hükûmeti arasında direkt
bir bağlantı iddiasında bulununca söz almak ihtiyacı hissettim. Önce bu
iddianın, en azından Türkiye’de Anayasa’yı, hukuk devleti işleyişini
bilmemekten kaynaklandığını -başka bir kasta dayanmıyorsa bilmemekten
kaynaklandığını- düşünüyorum. Bunu ifade etmek istiyorum. (DTP sıralarından
gürültüler)
HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) – Sayın Bakan, demokrasi herkese lazımdır
bu ülkede.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (Devamla) – İkincisi…
BAŞKAN – Sayın Bakan, siz lütfen açıklamanıza devam edin, Genel
Kurula hitap edin.
Lütfen sayın milletvekilleri…
SIRRI SAKIK (Muş) – Anayasa Komisyonu Başkanının dün akşamki
gerekçeli kararı televizyonda yayınlanmasına cevaptı bu.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (Devamla) – Değerli
arkadaşlarım, bir meseleyi çözmek istiyorsak, Türkiye’de gerçekten hukuk
devleti kuralları egemen olsun istiyorsak, Türkiye’de gerçekten demokrasi işlerlik
kazansın istiyorsak, Türkiye geçmiş yıllarda yaşadığı acıları -hangi nedenle
olursa olsun- yeniden yaşamasın istiyorsak daha anlayışlı, daha kendimizi
herkesin yerine koyarak, daha dikkatli, daha özenli konuşmak zorundayız. Burası Türkiye Büyük Millet Meclisi, milletin…
İBRAHİM BİNİCİ (Şanlıurfa) – Onu Cemil Çiçek’e söyleyin ama.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (Devamla) – Burası Türkiye
Büyük Millet Meclisi, milletin buradan başka iradesinin başka bir tecelligâhı yok. Her meseleyi burada tartışacağız ve her
meseleyi burada sonuca vardıracağız.
Bugün milletimiz için özel bir gün, özel acılar yaşadığımız bir
gün. Bir süreden beri barış, kardeşlik, dostluk çerçevesinde bir söylem
sürdürmeye ve bunun olumlu sonuçlarını almaya çalışırken, daha önceki yıllarda
böyle söylemler dile getirildiği zaman -çeşitli hükûmetlerin
döneminde- çeşitli tuzaklar kuranlar yine tuzaklarını kurdular. 7 tane
çocuğumuzun bugün cenazesi kalkıyor, İstanbul’dan Adıyaman’a kadar Türkiye’nin
dört bir tarafında. Fakat, bu büyük milletin hepimize
galiba öğretecekleri var. O acılı cenaze törenlerinden inanılmaz sağduyulu
sesler yükselirken, Türkiye Büyük Millet Meclisinden hâlâ çatışmayı, hâlâ
tartışmayı, hâlâ anlayışsızlığı körükleyici birtakım iddiaların buraya
getirilmesi, en azından bugün için çok büyük bir talihsizlik. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Ben, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, hangi siyasi kanaatten
olurlarsa olsunlar, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütün üyelerinin, telaffuz
tarzı ne olursa olsun, siyasi düşüncesi, bakış açısı, kendisini koyduğu siyasi
kategori ne olursa olsun herkesin biraz tahammüllü olmasını tavsiye ederim.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SIRRI SAKIK (Muş) – Peki, Sayın Bakan, bunu Cemil Çiçek’e de
söylüyor musun?
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (Devamla) – Biraz
tahammüllü olmasını tavsiye ederim.
BAŞKAN – Sayın Bakan, lütfen tamamlayınız.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (Devamla) – Eğer Türkiye
gerçekten demokrasisini kursun, gerçekten, sadece söylemde değil, içten niyetle
barış olsun bu ülkede istiyorsanız, herkesin, ayrımsız, biraz birbirine karşı
anlayışlı ve tahammüllü olmasını çok tavsiye ederim.
Ben, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütün üyelerinin, siyasi
bakış açıları ne olursa olsun, diskurları, söylemleri ne olursa olsun, derinde
bir yerde bu vatanın birliğini, bütünlüğünü, bu milletin barışını, esenliğini,
selametini istediğini varsayıyorum. O zaman herkes üslubuna dikkat etmeli.
Herkes bu Parlamentoda, DTP, MHP, CHP, AK PARTİ, herkes, bağımsız arkadaşlarım,
herkes biraz daha… Çünkü çok önemli bir meselenin üzerinde yol almaya
çalışıyoruz. Türkiye’nin yaşadığı sancıları, sıkıntıları geride bırakalım
istiyoruz. Bunu istemeyen, içtenlikle bunu istemeyen, birbirimize karşı
ithamımız ne olursa olsun, bu Parlamentoda bir tek milletvekili var mıdır?
Bence yoktur.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – O zaman Cemil Çiçek de istemiyor, Kuzu da
istemiyor.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (Devamla) – Bence yoktur,
bence yoktur…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Başbakan Yardımcınız istemiyor demektir.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (Devamla) – İşte böyle
konuşursanız… Değerli arkadaşlarım…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Anayasa Komisyonu Başkanınız istemiyor
demektir.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (Devamla) – Değerli arkadaşlarım,
derindeki niyete değil…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür ediyorum.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sizin şahsınıza değil, eleştirilerin
muhatabı gelsin burada konuşsun.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (Devamla) – Değerli
arkadaşlarım, bakın…
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Böyle, intihal edip, Profesör Semih Gemalmaz’ın altmış sayfalık…
BAŞKAN – Lütfen Sayın Milletvekili…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sadece Anayasa Mahkemesi Başkanı gelsin
konuşsun burada.
AGÂH KAFKAS (Çorum) – Bana ne Anayasa Mahkemesi Başkanından!
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Gitsin, mahkeme evraklarını…
BAŞKAN – Sayın Kaplan, lütfen…
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (Devamla) – Değerli
arkadaşlarım, mesele bu değilken, sadece seçmeninize konuşmayı çalışırsanız….
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Televizyon televizyon
geziyor!
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (Devamla) – …bizim
meselemizi tamamen millet için çalışanların anladığını düşünüyorum ve bu
eleştirilerinizi size iade ediyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Kim görevlendiriyor Anayasa Komisyonu
Başkanını? Söyleyin onu. İntihal ediyor, mahkemede mahkûm oluyor. Anayasa
Komisyonu Başkanı televizyon televizyon geziyor.
BAŞKAN – Sayın Kaplan, lütfen, böyle bir usulümüz yok.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Böyle usul var.
BAŞKAN – Yok Sayın Kaplan.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Bu cevapları, muhatapları gelsin versin,
Sayın Kültür Bakanı değil Cemil Çiçek gelsin burada konuşsun.
BAŞKAN – Önerinin lehinde söz isteyen Mehmet Serdaroğlu,
Kastamonu Milletvekili.
Buyurun Sayın Serdaroğlu.
VI.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi
Parti Grubu Önerileri (Devam)
2.- (10/139, 10/155, 10/171, 10/172,
10/173, 10/181, 10/183, 10/197, 10/369) esas numaralı Meclis araştırması
önergelerinin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 09/12/2009
Çarşamba günkü birleşiminde birlikte yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi
(Devam)
MEHMET SERDAROĞLU (Kastamonu) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; araştırma önergesi üzerinde lehte söz aldım. Sizleri en iyi
dileklerimle selamlıyorum.
Tokat Reşadiye’de kanı bozuk alçaklar tarafından şehit edilen
askerlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine ve büyük Türk milletine başsağlığı
diliyorum.
İşte, Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarının Amerikan patentli
açılımının bizi getirdiği nokta burasıdır. Devri iktidarınızda terörle mücadele
rafa kaldırılmış, çıkardığınız yasalarla güvenlik kuvvetlerimizin terörle
mücadele gücü ellerinden alınmış ve azmi kırılmıştır ve büyük şehirlerin
sokakları dâhil olmak üzere terör Türkiye'nin her tarafına yayılmıştır.
Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; bildiğiniz gibi 2007
yılında alınan Özelleştirme Yüksek Kurulu kararı ile şeker fabrikaları ve Türk
ağır sanayisi hamlesinin temelini oluşturan 5 adet makine fabrikası,
özelleştirme programına AKP İktidarıyla birlikte dâhil edilmiştir.
Şeker fabrikalarının çoğu bölgelerinde tek sanayi tesisi olup
sosyal boyutlarıyla beraber istihdam alanı özelliğini taşımaktadırlar. Bu
istihdam hem çalışan işçidir hem de pancarı üreten çiftçidir. Bu fabrikaların
çoğu kalkınmada öncelikli yörelerde kurulmuşlardır. Bu nedenle altyapı
oluşturmadan, gerekli düzenlemeler yapılmadan fabrikaların satılması çok ciddi
ve telafisi zor sakıncalar doğuracaktır.
Şeker fabrikaları tarım ve hayvancılığı geliştiren, taşımacılığa
yılda 25 milyon ton iş hacmi sağlayan ve doğrudan 6 milyon, dolaylı olarak da
10 milyon vatandaşımızın iş ve ekmek kapısıdır ve bunlar ülkeye yılda 3 milyar
dolar katma değer sağlayan kuruluşlardır. Bulundukları yörelerde can damarları,
işçinin, çiftçinin, esnafın da geçim kaynağıdır. Şeker fabrikaları ve şeker
pancarı tarımı altmış beş ilimizi ilgilendirmektedir. Buralarda tarımın itici
gücü olup hayvancılığın gelişmesini ve münavebeli tarımın yapılmasını
sağlamaktadırlar. Ekonomiyi sadece kâr-zarar hesabı olarak gören ekonomi
yetkililerinizin anlamadığı, anlayamadığı gerçek de aslında budur.
AKP İktidarının, AKP Hükûmetinin ve
Grubunun ekonomistlerine göre, ülkemizde şeker üretim maliyetlerinin yüksek
olduğu söylemi külliyen yalan ve külliyen yanlıştır. Neye rağmen? Mazotu,
gübreyi ve diğer girdileri ABD ve AB çiftçisinden 3-4 kat yüksek maliyetle
kullanılmasına rağmen ve fabrikalar yüzde 57’yle, yani düşük kapasiteyle
çalıştırılmasına rağmen şeker üretim maliyetlerimiz ve şeker satış fiyatlarımız
Avrupa Birliği ortalamalarındadır değerli milletvekilleri.
AKP’nin IMF patentli ekonomistlerine göre, şeker fabrikaları
tümden kapatılmalı, şeker dışarıdan ithal edilmeli. Dolayısıyla, GDO’lu tohumlarla üretilen ve sağlığa zararları yüzlerce
bilimsel raporlarda ortaya konulmuş, birçok ülkenin de tüketimini yasakladığı
yapay tatlandırıcıların cenneti hâline getirilmesidir. İktidarınızın ve
ekonomistlerinizin hayali, rüyası ve amacı budur. Bu amaç, sadece IMF
politikalarına, şeker ve tatlandırıcı kartellerine, yabancı ülkelerin
çiftçilerine hizmet etmektedir, edecektir; Türk çiftçisinin, Türk şeker
sektörünün, Türk tüketicisinin, toplum sağlığının yani topyekûn milletimizin
aleyhinedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şeker fabrikalarının
özelleştirilmesinin sonuçlarını ifade etmek gerekirse, şeker pancarı üretimi
çok büyük oranda düşecektir. Ülkemiz, uluslararası şeker kartellerinin, GDO’lu mısırdan üretilen tatlandırıcıların pazarı hâline
gelecektir. En az 3 milyon insanımız tarımsal üretimden çekilecek ve işsiz
kalacaktır. Şeker pancarı üretiminin bitmesinin en önemli sonucu, tarım
sektöründen büyük şehirlere göçü tetikleyecektir. Göç, çok büyük sosyal sorunlar,
güvenlik sorunları, şehircilik sorunlarını ortaya çıkaracaktır. Şeker
sektörünün ürettiği yıllık 3 milyar dolarlık katma değer, Türk insanı yerine
Amerikalılara, Arjantinlilere, Brezilyalılara, Çinlilere, velhasıl yabancılara
gidecektir.
Nitekim, 2002 yılında
yaklaşık 3 milyar dolar olan tarım ürünleri ithalatını 2009’da AKP İktidarı 10
milyar dolara çıkararak, fazladan 50 milyar doları yabancı çiftçinin cebine
gönderdi.
Değerli milletvekilleri, bütün dünyada şeker pancarı üretimi
teşvik edilerek artırılmaya çalışılmakta, Arjantin, Pakistan, Çin, Rusya ve AB
ülkelerinde şeker pancarından şeker üretimine büyük teşvikler verilmekte,
üretimde artışlar sağlanmaktadır. Altını çizerek ifade etmek istiyorum ki 1994
ve 1995 yıllarında şeker fabrikalarını özelleştiren Fransa, on üç-on dört yıl
sonra yaptığı yanlışı görerek, şeker sektörünü yeniden devletleştirmeye
başlamıştır.
Stratejik bir ürün olarak şeker üretimi hiçbir ülkede tamamen özel
sektöre bırakılmış değildir. Bizim dışımızda her ülke şeker pancarı üretimini
ve şeker sektörünü desteklemektedir, sizin yaptığınız gibi şeker sektörünü
tamamen uluslararası kartellere teslim etmeye çalışan başkaca hiçbir ülke
yoktur. Her zaman örnek aldığınız Amerika ve Avrupa Birliği ülkeleri, kendi
çiftçisini ve üreticisini korumak için bir taraftan büyük destekler verirken,
diğer taraftan da şeker üreticisi ülkeleri şeker üretiminden vazgeçirmek için
büyük bir gayret sarf etmektedir; maalesef, sizler, onların bu gayretlerine
gönüllü olarak destek vermektesiniz.
Değerli milletvekilleri, Tarım ve Köyişleri
Bakanımız Sayın Mehdi Eker, 13 Kasım 2007 tarihinde Mecliste yaptığı bir
konuşmada, et-balık kombinalarının özelleştirilmesiyle ilgili olarak, “Bize
göre en son özelleştirilmesi gereken kuruluşlardı.” ifadesini kullanmıştır ve
kalan kombinalar özelleştirme dışında tutulmuştur.
Bakınız, ayrıca, son Kızılcahamam toplantısında Sayın Başbakan
Erdoğan’ın söylediği sözleri de sizinle paylaşmak istiyorum. Sayın Başbakan,
kendilerinden önce et-balık kurumlarının özelleştirildiğini anımsatarak,
Ankara’dan doğusunu yeniden ele alarak açtıklarını söylemektedir. Soruyorum:
Şeker fabrikalarının birçoğu ve Tekel’in birçok kısmı Ankara’nın doğusunda
değil mi? İşte, şeker fabrikaları da illa özelleştirilecekse, özelleştirilmesi
en son olması gereken kuruluşlardır.
Bu yüzden, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, şeker fabrikalarının
da içinde yer aldığı tarıma dayalı sanayi kuruluşlarının özelleştirmenin sonuna
bırakılması için bir kanun teklifi verdik. Yani, ortaya bir çözüm önerisi getirdik.
Pancar üretimi yapan çiftçimize alternatif ürünlere geçmesi için zaman
kazandırmayı ve hiç değilse Avrupa Birliği Şeker Reformu’nun yürürlüğe gireceği
2014 yılının beklenmesini ve Avrupa Birliği ülkelerinin verdiği kararı görerek,
şeker fabrikalarımızla ilgili özelleştirmeyi değerlendirmemizi ifade ettik. Bu
arada, “Özelleştirme dışında başka formüllerin de araştırılma imkânı hasıl olsun.” dedik. “Çiftçilerimizin ve şeker
sendikalarımızın da içinde yer aldığı, halkımızın içinde yer aldığı kooperatif modelleri
üzerinde özellikle durulabilir.” dedik.
Grup önerimizi ve beraberinde getirdiğimiz araştırma komisyonu kurulması …
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Serdaroğlu, lütfen
tamamlayınız.
MEHMET SERDAROĞLU (Devamla) – … önerimizi
kabul ederseniz konu enine boyuna araştırılacak, ortaya başkaca çözüm önerileri
de çıkabilecektir.
Değerli milletvekilleri, yine 2007 seçim öncesinde, Kastamonu’da,
AKP milletvekili adayları, şeker fabrikasının salonunda, fabrika
özelleştirilmeyeceğini, bunu özelleştirenlerin ellerini kıracaklarını ifade
etmişlerdir.
Değerli milletvekilleri, Avrupa Birliği Şeker Reformu’nun
yürürlüğe gireceği 2014 yılını beklemek bize göre hiçbir şey kaybettirmez.
Değerli milletvekilleri, dün Kırşehir, Turhal, Yozgat, Çorum,
Çarşamba, Kastamonu şeker fabrikaları 606 milyon dolara satılmıştır. Bunların
20 bin dönüm arazisi vardır ve arazi fiyatına satılmıştır, 1 dönüm arazi 30 bin
dolara gelmiştir. Demek ki, üzerindeki fabrikalar eşantiyon olarak alana
verilmiştir.
Ayrıca, eğer ürettiğiniz şekerde bir sıkıntınız varsa aynen kömür
dağıttığınız gibi şeker de dağıtarak şekeri tüketebilirsiniz.
Ayrıca, iki yıldır fabrikaların özelleştirilmemesi için burada dil
döktük, yine bugün de aynı dili döktük; dilimizde tüy bitti. Demek ki siz artık
anlamıyorsunuz. Ama millet size anlayacağınız dersi umuyorum ki verecektir
diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Serdaroğlu, teşekkür
ediyorum.
Önerinin aleyhinde söz isteyen Ahmet Ertürk,
Aydın Milletvekili.
Buyurun Sayın Ertürk. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
AHMET ERTÜRK (Aydın) – Sayın Başkan, değerli milletvekillerimiz,
verilen öneri aleyhinde söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
Ürettiği ürünlerle bu toplumu besleyen ve doyuran tarım kesimimiz,
çiftçilerimiz önemli insanlarımızdır, önemli bir sektör grubudur. Onların pek
çok sorunu vardır, onların pek çok derdi vardır. Onların derdini ve onların
sorununu bilerek çözüm ve çare üretmek siyaset kurumunun en önemli görevlerinden
birisidir.
İşte, Hükûmetimiz, ürettiği
ürünlerle hem toplumumuzu besleyen, doyuran hem de ülkemizin dışında satım
fırsatları bularak ihracatımızı, tarımsal ihracatımızı ve tarımsal sanayiyi
kurarak bu işi yapabilecek kurum ve kuruluşlarımızı destekleyecek birçok
tedbirleri alarak, Türk tarımını hak ettiği ve layık olduğu yere getirme
konusunda yedi yılı aşkın bir süredir verimli ve gayretli çalışmalar
sunmaktadır.
Öncelikle, üretim için çok önemli olan ve de iki sene önce
yaşadığımız kuraklık gibi çok büyük bir sorunu aşabilecek göletler ve barajlar
yapımında Devlet Su İşleri, Çevre ve Orman Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilatı
ve Tarım Bakanlığı ve ilgili diğer kurum ve kuruluşlarımız çok etkili ve
verimli çalışmalar yaparak, ülkemizin tarımsal sulama konusunda ve dolayısıyla
yer altı sularının da beslenerek insanlarımızın içme suyu ihtiyacını karşılama
konusunda gayretli çalışmalarla, her sene, yüzlerce tabir edebileceğimiz gölet,
baraj ve sulama sistemlerini hizmete almaktadırlar.
Değerli arkadaşlarım, tarımla ilgili pek çok konuda yasal
düzenlemeler yaptık, hükûmetlerimiz dönemi
içerisinde, değerli bakanlarımızın ve onların yol arkadaşları, tarımda etkili
çalışan sivil toplum kuruluşlarımızın, ziraat odalarımızın, tarım
birliklerimizin, üniversitelerimizin çalışmalarıyla ortaklaşa ortaya çıkan
güzel projeler yasalaştırıldı bu dönem içerisinde.
Mesela bunlardan bir tanesi Lisanslı Depoculuk Kanunu’ydu.
Tarım ürünlerimizin hasat edildiği zamanlarda arz yükseldiği için fiyatların
düşmesinin gündeme geldiği bu dönemlerde, ürünlerini belki stoklama, belki
bekletme, belki onları depolara koyabilecek fırsatları bulamadıkları için
satmak zorunda olan, ürünlerini satmak durumunda olan tarımsal üreticilerimizin
bu sorununu çözmek için Lisanslı Depoculuk Kanunu çıkarıldı. Toprak Mahsulleri
Ofisiyle, borsalarla Tarım Bakanlığımız müşterek bir çalışma içerisine girdi
ancak burada borsalarımızın, Toprak Mahsulleri Ofisimizin, sivil toplum
kuruluşlarımızın biraz daha hızlanması lazım.
İkinci bir konu: Tarım Sigortaları Kanunu çıkarıldı. Bu tarım sigortalarıyla heyelan, deprem, fırtına, toprak kayması,
dolu, don gibi doğal risklerle, üstü açık fabrikaları olan çiftçilerimizin
sorunlarının giderilmesi yönünde yüzde 50 devlet desteğiyle ilgili Tarım
Sigortaları Yasası’nı yavaş yavaş çiftçilerimize
tanıtmayı, anlatmayı ve çiftçilerimizin de yüzde 50 devlet destekli tarım
sigortalarından yararlanarak üstü açık fabrikaları olan, tarlalarında,
bahçelerindeki ürettikleri ürünlerden olabilecek doğal risklere karşı kendilerini
korumalarını amaçlıyoruz ve yavaş yavaş tarım
sigortalarından yararlanan çiftçi sayımız da üretici sayımız da her geçen gün
artmaktadır ve devletimiz de önümüzdeki hafta görüşmeye başlayacak olduğumuz
bütçemizde de buraya yeteri miktar, hak ettiği kadar bir kaynak aktarmaktadır.
Gene, yaptığımız bir güzel çalışma Tarım Kanunu’muzun
içerisinde şekillenen ürün konseyleri çalışmasıdır ve burada, çeşitli
sektörlerin, zeytinyağının, fındığın, pamuğun, narenciyenin, çayın sorunlarının
konuşulabileceği ürün konseyleri, gene bu zaman dilimi içerisinde, Tarım
Bakanlığımızın etkili çalışmalarıyla kurulmuştur. Şu anda, burada, sektörün
içinde olan üreticiler, paketleyiciler, ambalaj yapanlar, ihracat yapanlar yani
tüccarları, tacirleriyle, üreticisiyle tüm sektörün aktörlerinin içinde
bulunduğu bu ürün konseylerini kurarak Türkiye’mizi bu ürünleri üretebilir
hâlde tutmaya çalışıyoruz.
Gene, Tarım Bakanlığımızın geçen yıl içerisinde
çalışmalarını başlattığı, 2009 yılında olgunlaştırdığı ve 2010 yılı içerisinde
de uygulamaya konulacak olan otuz tane havza desteklerinde, Türkiye'nin ihtiyaç
duyduğu ve dış ülkelere ihracat yapabileceği pek çok ürünün ve desteklemelerin
de ona göre şekillendirileceği yeni bir, bilinçli, bilgili, planlı bir tarımsal
politika oluşturulmaya çalışılıyor.
Değerli milletvekillerimiz, hayvancılık desteklerimiz artmıştır,
artmaya devam etmektedir. Gerek süt destekleri, gerek suni tohumlamadan doğan
buzağı destekleri gerekse yem bitkileri üretim destekleri ve gerekse hayvan
başına verilen; koyuna, keçiye, damızlık düveye, mandaya, arıya, ipekböceğine
ve balıkçılığa verilen desteklemelerle Türkiye, hayvancılık konusunda bu sene
pek çok sıkıntısını aşan bir sektörle karşı karşıyadır.
Ulusal Süt Konseyinin kurulmasıyla, kış aylarında arz fazlası olan
süt tüketiminde de bir fırsat yakalanılmaya çalışılmıştı çünkü eskiden
çiftçilerimiz kış aylarında hayvanlarını samanla, yemle beslerlerdi ama Tarım
Bakanlığımızın ısrarlı bir şekilde sürdürdüğü… Hatta,
bizden önceki hükûmetler döneminde başlamış olan yem
bitkileri desteklerini biz daha da geliştirdik ve böylece çiftçilerimiz, şimdi,
kış aylarında da hayvanlarını yoncayla, tritikaleyle,
mısır silajıyla besliyorlar ve yaz kış süt arzı artık çok farklılık arz
etmiyor. Ama süt tüketimimiz yaz aylarında daha çok olduğu için süt arzulu bir
şekilde tüketiliyor. Kış aylarında süt tüketimi az olduğu için sütte geçmiş
senelerde sorun yaşıyorduk. Ama Ulusal Süt Konseyinin kurulmasıyla sütteki kış
aylarındaki bu fazlalılığın, fazla gibi görünen miktarın süt tozu yapılmak
suretiyle emilmesiyle hayvancılık sektöründe de güzel günler yaşıyoruz. Şu anda
70 kuruşa varan süt fiyatları… Biraz fazla yükseldi gibi görünüyor et fiyatları
ama üreticimizin yüzü gülüyor. Onun için, hayvancılığımız güzel günlere doğru
gidiyor.
Sayın milletvekilleri, mazot ve gübre destekleri de mesela yem
bitkileri üretiminde, yağlık tohumlar üretimlerinde dekar başına 11 liralık bir
destekle -dünyada petrol fiyatlarının yükselmesiyle mazot ve gübre
fiyatlarındaki yükselişe karşılık- Hükûmetimizin
ortaya koyduğu bir tedbir olarak çiftçilerimizin fırsatına ve kullanımına
sunuldu.
SÜLEYMAN TURAN ÇİRKİN (Hatay) – Şekere gel, şekere!
AHMET ERTÜRK (Devamla) – Çiftçi Kayıt Sistemi’ne kayıtlı
çiftçilerimiz dekar başına bu mazot ve gübre desteklerini alabilir hâldeler.
Yine iyi tarım uygulamaları ile Türkiye’mizin ürettiği ürünleri tüketen
insanlarımıza Hükûmetimizin hijyen
ve iyi tarım, iyi ürünler, sağlıklı ürünler üretilmesi yönündeki yaptığı
çalışmalarla da dekar başına meyve ve sebzecilikte 15 lira, örtü altı seracılık
yapanlara 50 lira olmak suretiyle toprak tahlili yaptıran ve tarım ilacını
mutlaka ziraat mühendislerimizin yazdığı reçeteyle kullanan çiftçilerimize
böyle bir fırsat ve imkân sunulmuştur. Yine arz açığı olan
ürünlerde, başta pamuk, mısır gibi ürünler, soya fasulyesi gibi ürünler olmak
üzere diğer ürünlerimizde de buğday, buğday türleri, hububat türevleri
ürünlerine de dekar başına ve kilogram başına destekleme primleriyle Türk
çiftçimize hatta bayram öncesi hemen 155 trilyon liralık bir hububat prim
ödemesi yapmak suretiyle, Tarım Bakanlığımız, her zaman çiftçimizin,
üreticimizin yanı başında olduğunu ve onun sorunlarıyla, dertleriyle onlara
çözüm bulma konusunda gayretli çalışmalarını sürdürdüğünü ortaya koymuştur.
Değerli milletvekillerimiz, kalkınma ajanslarımız kurulmaya
başlandı. Yirmi dört tane kalkınma ajansımızda, bu tarım
havzaları desteklerinde üretim planlaması yapılan ve Tarım Bakanlığımızın da
kırsal kalkınmadan desteklediği yüzde 50 hibeyle tarım ürünlerini paketleyen,
ambalajlayan ve onları pazara sunabilecek hâle getiren, gerek kişilerin gerekse
kurum ve kuruluşların yaptıkları desteklemelere de yüzde 50 hibe verilmek
suretiyle Türk tarımını hak ettiği ve layık olduğu yere taşımaya çalışıyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Ertürk, lütfen
tamamlayınız.
AHMET ERTÜRK (Devamla) – Teşekkür ederim Başkanım.
Değerli milletvekilleri, bugünlerde gözümüzü ve göğsümüzü acıtan
görüntülerle karşı karşıyayız. Pusulanın kaybedilmeye çalışıldığı, yolların da
karıştırılmaya çalıştırıldığı zor günler var. Türkiye’mizin sorunları elbette
çoktur ancak siyaset kurumu bu sorunları çözebilecek çözüm önerilerini ortaya
koymaktadır ve koymalıdır ve nitekim şu anda Hükûmetimiz
bu “demokratik açılım” politikasıyla yeni bir yol haritası ortaya koymuştur.
Ancak Hükûmetimizin ortaya koyduğu bu yol haritasını
karıştırmak isteyenler, gözümüzü ve göğsümüzü acıtan görüntülerle bu yol
haritasına karşı çıkarak Türkiye’mizi hak ettiği ve layık olduğu yere getirmeme
konusunda direnç göstermektedirler. Ancak bu aziz millet…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ertürk.
AHMET ERTÜRK (Devamla) – Güzel günler ve güzel gelecekler
hepimizin olsun dileklerimle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri reddedilmiştir.
Alınan karar gereğince sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve
gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Genel Diğer İşler”
kısmına geçiyoruz.
1’inci sırada yer alan, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet
Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri
1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2’nci sırada yer alan, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet
Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine devam edeceğiz.
2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3’üncü sırada yer alan, İmar Kanunu ile Bayındırlık ve İskan Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Bayındırlık, İmar,
Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
3.- İmar Kanunu ile Bayındırlık ve
İskan Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile
Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu (1/713) (S. Sayısı: 397
ve 397’ye 1 inci Ek) (x)
BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet? Yerinde.
Komisyon raporu, 397 ve 397’ye 1’inci Ek sıra sayısıyla bastırılıp,
dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz
isteyen Yaşar Ağyüz, Gaziantep Milletvekili. (CHP
sıralarından alkışlar)
(x) 397 ve 397’ye 1 inci Ek S.
Sayılı Basmayazılar tutanağa eklidir.
CHP GRUBU ADINA YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 397 sıra sayılı Yasa Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına söz aldım. Hepinize saygılarımı sunuyorum.
Ayrıca da, çok acılı ve gergin günlerden geçiyoruz, 7 askerimizi
anlamsız teröre şehit verdik, ulusumuzun ve ailelerinin başı sağ olsun. Bu
duygularla, anlamsız terörün bir an önce bitmesini, bitirilmesini diliyorum.
Değerli arkadaşlarım, önümüzde görüştüğümüz yasa, İmar Kanunu’nun
bazı maddelerini değiştiren bir yasa. Bu yasa tasarısıyla biz niye karşı
karşıya kaldık; Anayasa Mahkemesi İmar Kanunu’nun bazı maddelerini iptal etti.
Özellikle kaçak, ruhsata aykırı yapılara verilen para cezalarında -hakkaniyet
ölçüleri- eşitsizlik olduğu için ve uygulamada da çok büyük dengesizliklere yol
açtığı için iptal etti ve önümüze bu değişiklik geldi. Şimdi, her zaman yapılan
bir alışkanlık, karşımıza Anayasa Mahkemesinden veya Danıştaydan
iptal edilen bir yasal düzenleme geldiği zaman da biz, bir iki maddesinde değişiklik
yaparak yine bunu geçirmeye çalışıyoruz, geçiştirmeye çalışıyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bu konuda yaptığımız düzenleme gereklidir
ama tek başına yeterli değildir, çünkü ülkemiz çok yoğun bir şekilde kentlere
göç alan bir ülkedir. Kentleşme oranı bazı bölgelerde yüzde 70’lere varmıştır.
Kentleşmeye hazırlıklı olamayan merkezî hükûmet ve
belediyeler, maalesef kent sorunlarını yaratmışlar, yaratmaya da devam
ediyorlar. O nedenle, bundan önce çıkan 3194 sayılı İmar Kanunu, o günün
şartlarında çok çağdaş, çok büyük ölçüde yerel yönetimlere yetki veren ve
desteklenen bir Yasa’ydı ama bugün bu Yasa yetmez hâle gelmiştir. Neden
gelmiştir? Özellikle kentler büyüdükçe imar planlama sorunları artmıştır. İmar
planlama sorumluluğunu verdiğimiz belediye meclisleri ve belediye başkanlarının
yapılan yanlışlıklardan yasal olarak sorumlu tutulma yetkisi ve müeyyidesi
Yasa’da maalesef bulunmamaktadır. Bu nedenle, her belediye meclisinin yaptığı
imar tadilatı yargıya gitmekte, ya sivil toplum örgütleri yargıya götürmekte
veyahut sivil vatandaşlar yargıya götürmektedirler. Dolayısıyla, çıkan yargı
kararları ya uzun zamana yayılmakta, o zamana kadar imar değişikliği
uygulanmakta ve olay onarılmaz bir hâle gelmektedir. Bunları gidermenin yolu
yeni bir imar kanunu yapmaktan, yeni bir imar kanunu düzenlemekten geçer
değerli arkadaşlarım. O nedenle, biz, bu yasada yapılan düzenlemeleri kabul
etmekle birlikte ülkemizin gerçek, somut, bilimsel ve çağdaş ölçütlerde bir
imar kanununa ihtiyacı olduğunu belirtmekte yarar görüyoruz değerli
arkadaşlarım.
Bakın 3194 sayılı İmar Yasası’nın verdiği yetkiler özellikle imar
planı tadilatlarında ve değişikliklerinde çok büyük ölçüde istismar
edilmektedir. Bakıyorsunuz bir gecede 2 katlı olan yer serbest hâle geliyor.
İmar yetkileri çok dağıldı, bazı kurumlara biz sınırsız imar yetkileri verdik.
Örneğin TOKİ, imar yetkileriyle donatılmış, denetimsiz ve Kamu İhale Kanunu
kapsamında olmayan bir kuruluş. Bugün TOKİ devlet içinde devlet oldu ve TOKİ’den çok pis kokular gelmesine rağmen, maalesef,
denetimsizlik devam ettiği için büyük ölçüde bunun önü alınamamaktadır değerli
arkadaşlarım.
Şimdi, siz, seçilmiş yöneticilere imar tadilatı yaptığı zaman da
onu kent sorumlusu olarak kabul edip cezalandırma yolunu açmıyor iseniz ve kent
planları değişikliğiyle de büyük rantlar elde
ediliyorsa, bu, kent yağmacılığıdır, kent rantçılığıdır. Bunun önü maalesef
belediyelerde alınamamaktadır; İstanbul’da alınamamaktadır, Ankara’da
alınamamaktadır, seçim bölgem Gaziantep en somut olarak bunu yaşamaktadır. Bu
belediyeler bu gücü nereden almaktadır? Neden Bayındırlık Bakanlığına yapılan
şikâyetler, neden yargıya intikal eden konuların yargı kararı sonucu
uygulanmıyor diye şikâyet edildiği zaman da neden gereği yapılmamaktadır? Çünkü
iktidarla aynı siyasi anlayışta olan belediyeler iş başındadır.
Bakın en son somut örneği, İstanbul’da Ayamama Deresi taştı, büyük
bir sel felaketi yaşandı. Bu kaçıncı taşma? 1994’ten beri İstanbul Büyükşehir
Belediyesini hangi zihniyet, hangi siyasi anlayış yönetiyor? O siyasi anlayışın
temsilcisi o gün Büyükşehir Başkanıydı, bugün Başbakan değil mi? Ayamama
Deresi’ni imara açmak kadar aymazlık olabilir mi? Ayamama Deresi sizlere ders
veriyor ama iktidar aymazlığına devam ediyor değerli arkadaşlarım, böyle bir
şey olamaz. Belediyelerin görevi yaşamı kolaylaştırmaktır; orada yaşayan
insanların rahat, sağlıklı, insanca yaşam koşullarını sağlamaktır. Bunu
sağlamakla görevli olan belediyeler maalesef yaşamı zorlaştırmaktadırlar,
ulaşımı da zorlaştırmaktadırlar, ekonomik zamlarla zorlaştırmaktadırlar. Bugün
su zammı astronomik boyutlara varmış, ulaşıma yapılan zam her yerde, İstanbul örneği.
Bunlar önü alınamaz noktada, artık insanlarımız evlerinden işlerine giderken
veya okullarına giderken yayan gitmek zorunda kalıyorlar değerli arkadaşlarım.
Belediyeciliğin sosyal özü var ise sosyal belediyecilik yapacak isek zamlarla
uğraşan bir belediyecilik anlayışına dur dememiz gerekirken, maalesef onlara
arka çıkılıyor, yandaşlık veriliyor ve onlar da pervasızca devam ediyorlar.
Bugün büyük kentler içinden çıkılmaz duruma gelmişse bunun nedeni
belediye başkanları ve belediye meclisleridir. İkinci nedeni de bunlara bilerek
siyasi yandaşlıkla göz yuman iktidardır. Bugün eğer Ayamama Deresi’nin
taşmasından sonra sorumlular ortaya çıkarılmıyor ise hesap sorulmuyor ise ve
insanlar mağduriyetleriyle baş başa kalıyorlar ise bu pervasızlığı devam ettirme
güvencesini belediyelere ve belediye başkanlıklarına veren sizlersiniz değerli
arkadaşlarım, iktidardır, iktidarın kendisidir. O nedenle, bu sorunlara
duyarsız kalamayız. Duyarsız kalırsak bu tür sel felaketleriyle, deprem
felaketleriyle karşılaştığımız zaman da -Allah korusun- üç gün, beş gün, on gün
üzülürüz ama alınması gereken tedbirleri almayız değerli arkadaşlarım. 1999
yılında Türkiye’de büyük bir deprem yaşandı. O depremden sonra dendi ki: “Bu
bize ders oldu, milat olacak.” ve o günden beri toplanan vergilerin hiçbiri
depremde iyileştirme amaçlı kullanılmadı, risk haritalarının yapılmasında
kullanılmadı, deprem haritalarının alınmasında kullanılmadı ve o vergiyi
vatandaşlarımız o günden beri çatır çatır ödüyorlar
değerli arkadaşlarım.
Bu trilyonlarca tutan rakam neden amacına uygun kullanılmıyor? Cep
telefonundan aldık, bankacılık işlemlerinden aldık, vergi beyannamelerinden
aldık, almaya devam ediyoruz; Spor Toto kuponlarından aldık, almaya devam
ediyoruz; Millî Piyango biletlerinden aldık, uçak biletlerinden aldık; Sadece
ve sadece geçen seneki rakamlarla 6 trilyon 500 milyon YTL değerli arkadaşlar;
6 katrilyon!
Şimdi, bu parayı, biz, felaketlerin habercisi olmadan önce
alacağımız tedbirler için kullanmamız gerekirken neden kullanmıyoruz? Ama biz
ne yapıyoruz? Biz, doğal afetlerle uğraşacak kurumu lağvetmenin yasal
düzenlemesini yapıyoruz burada. Tutuyoruz, doğal afetlerle mücadele edecek
Afetler Genel Müdürlüğünü Başbakanlığa bağlıyoruz, kadrosunu daraltıyoruz ve
afetlerle mücadele etme, afetleri de, vatandaşı nasıl kaderine terk ettiğimiz
gibi, özel sektörün insafına bırakıyoruz değerli arkadaşlarım.
Her şeyi de özelleştirme olur da felakette de özelleştirme olur
mu? Felaketi bile özelleştiriyorsunuz siz! Böyle bir mantığı kabul etmek
vicdanen mümkün müdür? Ama maalesef gelen yasaları incelemeden, görmeden,
komisyonlarda oldu bittiye getirilerek, burada da
hepiniz bilmeden parmak kaldırıyorsunuz. Bilmeden parmak kaldırdığınız çoğu
yasaların sorumluluğu yaşamda size şamar olarak dönüyor, dönecek de.
Ama değerli arkadaşlarım, bu anayasalarda bu tür tembelliği, bu
tür umursamazlığı yapar isek… Bugün şu İmar Kanunu’nun görüşüldüğü toplantıda
iktidar partisinin sayısı 25’i bulmuyor.
Değerli arkadaşlarım, daha önceleri de söyledim, Parlamentoyu
iktidar çalıştırır, iktidar burada ağırlıklı olarak bulunmak zorundadır.
Muhalefetin yapıcı eleştirilerine kulak vermek zorundadır ama siz, sanki, zoraki mesaiye gelen memurlar gibi bu işi içtenlikle
yapmıyorsunuz ancak Başkan ara verip düdük çalıyorsa 184’ü bulmak durumunda
kalıyorsunuz değerli arkadaşlarım. Her zaman düdüğe ihtiyacı olan bir
Parlamento durumunda kalmak, beni şahsen üzüyor değerli arkadaşlarım.
O nedenle, İstanbul sel felaketinin yanı sıra Giresun sel felaketi
yaşandı. Sayın Bayındırlık Bakanı gitti oraya, dedi ki: “Ben burayı felaket
bölgesi ilan ediyorum.” Vatandaş sevindi. Sonra Sayın Başbakan yalanladı, dedi
ki: “Böyle bir şey yok.” Sayın Mustafa Demir de bir kelime oyunuyla gidermeye
çalıştı. Giresun acılarıyla beraber kaldı, İstanbul acılarıyla beraber kaldı,
Artvin acılarıyla beraber kaldı. Sadece, Hükûmet,
Sosyal Yardımlaşma Fonu’ndan iane hesabıyla birtakım küçük rakamlar göndererek
onların yaralarını sarmaya çalıştı değerli arkadaşlarım.
Şimdi, rant yaratanlar, orman alanlarını
talan etmeye çalışanlar, dere yataklarını imara açanlar bugün eğer elini kolunu
sallayarak belediye başkanlığı makamında oturuyor ise bu, suçun devamına ortak
olmak demektir. Bu suçun devamına ortak olmamak için gerekli yasal
düzenlemelerin yapılması zorunludur değerli arkadaşlarım. Eğer yapanın yanına
kâr kalır ise bunun önü alınamaz, sevgili arkadaşlar.
Bakın, bugün, yanlış imar tadilatları, bilimsel kriterleri
olmayan, kamu yararına olmayan, toplum yararına olmayan, kent yararına olmayan
imar tadilatları ulaşımda sıkıntı yaratmaktadır, eğitimde sıkıntı
yaratmaktadır, sağlıkta sıkıntı yaratmaktadır. Bugün kamu arazilerini siz TOKİ’ye bedelsiz verme kararı çıkardınız; kamu arazilerinin
TOKİ’ye kullanılacağı yerde sosyal amaçlı
kullanılmasının önünü kapattınız. Oralarda okul olması lazımdı, oralarda sağlık
ocağı olması lazımdı, hastane olması lazımdı, rehabilitasyon
merkezleri olması lazımdı ama TOKİ’ye sadece hazine
mülklerini bedava devretme kararını vermekle birlikte TOKİ’ye
imar yapma yetkisi de verdiniz. Bakın, bugünlerde konuşuluyor kamuoyunda, Ataşehir. Ataşehir; “TOKİ şehir”
olacak. TOKİ’ye “finans merkezi” adı altında
yetkilendiriyorsunuz ve yetkilendirirken de 6 tane milletvekilinin verdiği
yasada TOKİ tek başına yetkili. Hükûmetten gelende de
diyor ki: “Büyükşehir Belediye Başkanlığı bu konuda her türlü planlamayı
yapar.”
Peki, 5216 sayılı Yasa ve diğer, Belediye Yasası diyor ki:
“1/25.000 ve 1/5.000 planları büyükşehir belediyesi yapar, 1/1.000’lik uygulama
imar planlarını ilçe belediyeleri yapar.” Niye ilçe belediyesinden alıyorsunuz?
Niye? Ataşehir Cumhuriyet Halk Partili diye. TOKİ her
istediğini Büyükşehirden… Nasıl Parlamentoda çoğunluk baskısıyla her
istediğinizi geçiriyorsunuz, Büyükşehir Meclisinde de ağırlıklı sayınızdan
dolayı TOKİ’den gelen her öneriyi geçirme şansını
sağlayacağınız için Ataşehir’i TOKİ ile Büyükşehir
arasında paylaşıma açıyorsunuz. Bu çok yanlıştır. Bu, demokrasi anlayışımıza
sığmaz. Hem yerelleşmeden bahsedeceksiniz hem yerel demokrasiden
bahsedeceksiniz hem de yetkilerin daha çok yerele verilmesini iddia edeceksiniz
lafta ama kanunlarla da birtakım belediyelerin önünü kesmeye, yetkilerin
alınmasına çalışacaksınız. Bunu kabul etmek mümkün değildir.
Ayrıca, bu tür eksikliklerin giderilmesi, daha çağdaş, daha
yetkilendirilmiş yerel yönetimlerin yaratılması gerekirken, bazı
milletvekillerimiz -ki sahil kent milletvekilleri olsa zoruma gitmeyecek; 6
milletvekili, 5 tanesinin sahille alakası yok- diyor ki: “Sahil kentlerindeki
planlama yetkileri Turizm Bakanlığına verilsin, Turizm Bakanlığı da isterse
yetkilerini Bakanlık vasıtasıyla bayındırlık il müdürlüğüne devretsin.” Böyle
bir mantık olabilir mi değerli arkadaşlarım? O yörede yaşayan insanların plan
ihtiyacını, o yörede yaşayan insanların toplumsal, sosyal ihtiyaçlarını orada
yaşayan belediye başkanı ve belediye meclisi bilir. O
belediyelerin eğer teknik yetmezliği var ise Bayındırlık Bakanlığını bugün
köhneleştireceğinize, Bayındırlık Bakanlığını etkin hâle getirirsiniz, hem
denetimi hem plan yapma yeterliliği olmayan belediyelere teknik donanım
sağlarsınız ama ne var ki iktidarınızdan bugüne kadar Bayındırlık Bakanlığını
işlevsiz bırakmak için elinizden geleni yapıyorsunuz; Bayındırlık Bakanlığını
kuşa çevirmek için en son Afet Genel Müdürlüğü yasasını çıkardınız, kuşa
çevirmek için her türlü şeyi yapıyorsunuz.
Öncelikle Türkiye’de Bayındırlık ve İskân Bakanlığının yeniden
yapılandırılması, görevlerinin yeniden tanımlanmasına ihtiyaç vardır. Planlama
mantığının, mantalitesinin ve planlama kriterlerinin
yeniden gözden geçirilmesine ihtiyaç vardır. Bunu yaparsak biz, ancak
özlediğimiz çağdaş kentlere ulaşırız, özlediğimiz çağdaş kentlerde yaşamayı
çocuklarımızla birlikte sağlarız. Ama bu gidişat onun işaretlerini vermiyor.
Kent yağmacılığı başlamıştır, kent rantçılığı
başlamıştır ve bunlar belediyelerle iktidarca ve TOKİ tarafından yapılmaktadır
değerli arkadaşlarım.
TOKİ bugün “hasılat paylaşımı” adı altında verdiği projelerle
yandaş müteahhitlere rant sağlamaktadır. Bugün, bakın,
sosyal konut yapma görevi olan TOKİ’nin işlevi oran
olarak yüzde 10’dur, içinde, sosyal konut işlevi. Yüzde 75 lüks konut yapıyor,
akıllı evler, villalar, ticari merkezler, AVM’ler;
bunlarla uğraşıyor TOKİ, kavşak yapıyor TOKİ. Şimdi, bu mantaliteyle
siz inşaat sektörüne rakip olarak devlet içinde devlet gücündeki TOKİ’yi çıkarırsanız, ekonomik krizden olumsuz etkilenen ve
istihdamın büyük yükünü çeken inşaat sektörünü de bugün yüzde 25 daralmaya
mahkûm edersiniz. Daha önümüzdeki günler neyi gösterecek bilmiyoruz.
TOKİ haksız rekabet yapmaktadır müteahhitlerle,
TOKİ kent arsalarını ucuza alarak, bedelsiz alarak kentte imar yönünden haksız
rekabet yapmaktadır, inşaat yönünden haksız rekabet yapmaktadır. Yazık günah bu
müteahhitlere, bu inşaat yapanlara, bu mühendislere
yazık günah!
Bakın, geçenlerde mayıs ayı içerisinde Kentleşme Şûrası yapıldı.
Çok güzel, ben düzenleyenleri kutluyorum. Her ne kadar Bayındırlık, İmar
Komisyonu üyeleri davet edilmediyse de katkıları istenmediyse de güzel bir
Şûra. O Şûradan çıkan kararların yaşama geçmesi gerekirken, işlev kazandırmak
gerekirken maalesef Şûra sonuç bildirgesi çok çağdaş, çok dörtlük, Türkiye’nin
sorunlarına neşter vuran bildirgedir ama maalesef hiç kimse kapağını kaldırıp
da ne diyor, ne yapmamız gerekir diye herhangi bir şey söylenmiyor değerli
arkadaşlar. Niye yaptık o zaman bu Kent Şûrasını? Bu Kent Şûrası diyor ki:
“Bilimsel, çağdaş planlama kriterlerine Türkiye’nin
kavuşması lazım, kent rantçılığının bitmesi lazım.” ve diyor ki: “Çağdaş bir
imar kanununa ihtiyaç var.”
Bunlar basit şeyler, yapılması gereken şeyler. Nasıl ki biz
istediğimiz bazı yasaları iktidar istiyor ise getirip bir gecede
geçirebiliyorsak iki günde, üç günde, bu yasalar üzerinde çalışıp çağdaş
normlar kazandırabiliriz. Yoksa, bu kent yığılması
devam ettiği müddetçe kent yabancılaşmasını getirecektir.
Bugün kentlerde kent yabancılaşması vardır. Niye? Kent yaşamına
ekonomik yoksulluk içerisinde yaşayan insanlar, işsizlerimiz, asgari ücretle
geçinenlerimiz, emeklilerimiz ortak olamamaktadır. Yaşam, kentlerde
pahalılaştırılmıştır. Pahalılaştıranlar da belediye başkanlarının keyfî
kararlarından dolayı direkt belediye başkanları ve belediye meclisleridir. Bunu
kabul etmek mümkün değildir. Kentlerde yaşayan insanları cezalandırma mantığı
çağdaş toplumlarda, çağdaş demokrasilerde olmaz. Kentlerde
yaşayan insanları en iyi koşullarda yaşatmayı hedef seçen bir belediyecilik
anlayışını bizim yaşama geçirmemiz lazım ama biz hep sıkıntılı, hep sıkıntılı
bir yaşama mahkûm edersek insanları, bir yandan iktidar ekonomik kıskaca almış,
ücretlerine zam yapmıyor bir yanda ekonomik krizden dolayı işsizlik artıyor,
insanlar işsizliğe mahkûm, var olan işlerini kaybediyorlar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Ağyüz, lütfen
tamamlayınız.
YAŞAR AĞYÜZ (Devamla) – Bu durumdan çıkmamızın yolu, iktidarın
ekonomik ve sosyal politikalara eğilmesinden geçer değerli arkadaşlarım.
Gerilim siyasetiyle hiçbir parti puan kazanmaya çalışmasın.
Özellikle iktidar partisi ve Başbakan son aylarda hep gerilim siyaseti yapıyor.
Gerilim siyaseti bu topluma yarar getirmez. Uzlaşmacı siyaset yapmanız lazım,
uzlaşmacı tavır ortaya koymanız lazım ama diyor ki: “Muhalefet liderleri
konuşurken televizyonu kapatın çocuklar.” Bunu Başbakan diyor. Peki, ben ona,
partisine “AK PARTİ” denmedi diye bazı yazarlara “edep…” lafı söyleyen
Başbakana nasıl güveneceğim? Eleştiren muhalefete “şeref…” diyen Başbakana
nasıl güveneceğim? Eleştiren muhalefete “namus…” diyen Başbakana nasıl
güveneceğim? O konuşurken televizyonu kapatmak lazım. Bereket Amerika’ya gitti,
bir de bayramda üç gün kayboldu da toplum bir rahat nefes aldı, “oh” dedi.
Demek ki Türkiye’yi içerdeyken kötü yönetiyor, gerilim siyaseti yapıyor,
dışarıdayken gerilim azalıyor.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ağyüz.
Tasarının tümü üzerinde Demokratik Toplum Partisi Grubu adına söz
isteyen Hasip Kaplan, Şırnak Milletvekili.
DTP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Değerli milletvekilleri, İmar Kanunu ile Bayındırlık ve İskan Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun
Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında
Demokratik Toplum Partisinin görüşlerini sunmak üzere söz aldım. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Gerçekten önemli bir konuda, gruplarımızın da uzlaşı içinde olduğu
ve faydalı gördüğü bir tasarı konusunda biz de tabii ki bunun bir an önce
yasalaşmasını ve bu sakatlıkların giderilmesinde imarda, hukukta, yargıda, müteahhitlikte, uzmanlık alanlarında her türlü denetimin
yapılmasında son derece ülke adına yarar görüyoruz, fayda görüyoruz. Bunun bu
şekilde düzenlenmesi eksik olmakla birlikte, yeterli olmamakla birlikte bir
bakıma bir boşluğu dolduracağını düşünüyoruz. Bunu söylerken bazı gerçeklerden
yola çıkarak söylüyoruz. Türkiye’nin üç fotoğrafını yan yana koyduğumuz zaman
bu tür düzenlemelerin ne kadar geç yapıldığı konusunda da bir fikir
edinebiliriz. Bunun için birinci fotoğrafı 17 Ağustos 1999 deprem felaketiyle
vermek istiyoruz. Deprem felaketi, Yalova’da, Gölcük’te, Kocaeli’de,
İstanbul’da yan yana duran binalardan birinin nasıl yıkıldığının, birinin nasıl
ayakta kaldığının canlı fotoğraflarıydı. Bu acıları hep birlikte yaşadık. Sonrası daha trajik bir durum. Orada mağdur olan aileler
yargıya gitti, idare mahkemesine gitti, Türk Ceza Kanunu uyarınca ceza
mahkemelerine gitti ve bu davalar da uzun yıllar sürdü. Maalesef bunlardan da
bir içtihat oluşmadı, bir uyum birliği, bir karar birliği çıkmadı.
Şimdi, deprem olayları sonucu yargı -1999, bugün 2009, on yıl
geçti aradan- büyük çoğunluğu Avrupa Mahkemesi yargı sürecine gitti. Yani
ülkemizde çözemedik hukuksal olarak bazı sorunlarımızı, maalesef, mağdur
aileler, idarenin denetimsizliği, belediyenin ihmali, mülki amirliklerin suistimali, birçok sorumsuzluğun birleşmesiyle meydana
gelen acılar sonucu maalesef bu hak arama konusunda da sonuç bulunamadı ve
gidildi.
Sel felaketi, 2009, en son İstanbul. Aslında bu konuda hiçbirimiz
masum değiliz diyeceğim ama herhâlde Mecliste grubu bulunan dört partiden en
masumu Demokratik Toplum Partisidir. Çünkü biz İstanbul’da yerel yönetim olarak
belediye başkanlıklarımız olmasa bile, bizim belediye meclisi üyeliklerimiz
vardı, il genel meclisi üyeliklerimiz az da olsa var ve örneğin Esenyurt’taki, Esenyurt’un dere
yatağındaki iki yüz elli tane gecekonduyla ilgili Belediye Meclisinde önerge
veriyor arkadaşlarımız, önlem alınmasını istiyor ve tartışma açılmasını
istiyor. Maalesef, o önergelerinden iki ay sonra İstanbul’daki sel felaketi
yaşandı. Şimdi, İstanbul’daki Ayamama Deresi’nin başlangıcından denize
döküldüğü noktaya kadar her metresinde, her santiminde, o dönem görev yapan
bütün siyasi partilerin ihmal ve sorumluluğu var; CHP de görev yaptı, var; AK
PARTİ de yaptı, var; koalisyon hükûmetleri döneminde
ANAP’ı, Doğru Yol’u, MHP’si, DSP’si, bütün siyasi partilerin yani herkesin
sorumluluğu var. Herkesin sorumlu olduğu, acıların yaşandığı bu tür doğal
felaketlerde, sel felaketlerinde birbirini suçlamadan çözüm arama erdemliliğini
ve olgunluğunu gösteremeyen bir Meclis kendi hayati sorunlarını çözme konusunda
da tökezliyor.
Bakın, en büyük felaketler, en büyük faturalar devlete ilişkin
ihalelerde, inşaatlarda ve yapılarda ortaya çıkıyor. Okullarda, sağlık
ocaklarında, resmî birim binalarında çimentodan çalanların, demirden
çalanların, kaliteli malzeme kullanmayanların hepsi birleştiği zaman bu
felaketlerin fotoğrafını veriyor. Burada “94’te, Başbakan, İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanıydı…” Canım, ondan önce de CHP Büyükşehir Belediye Başkanıydı
yani bunun ötesi yok ki! Kim kime diyebilir ki “Sen sorumlusun, ben değilim.”
diye? Nasıl sorumlu değilsin? “Senin döneminde de hata var, benim dönemimde de
hata var.” erdemliliğini gösterdiğiniz anda getirir, sorunu çözeriz ama bir
türlü, doğru konuşmasını, bu doğru siyaseti, bu doğru siyaset ahlakını
toplumumuza oturtamadık.
Ayamama sel felaketini, Mahmutbey’den, Basın Yolu’ndan selin
akışını gören her vicdan sahibi siyasetçinin “Burada dur.” deyip “Gelin, çözümü
birlikte arayalım.” noktasında olması gerekir. Ama bu da siyasi malzeme konusu
oldu, ayağına bir çizme geçiren, gitti, Ayamama Deresi’nde, insanların
felaketinde “Tencere dibin kara.” dedi birisi, “Seninki benden kara.” dedi…
Ben o günlerde Demokratik Toplum Partisi adına bölgeyi gezen bir
milletvekiliydim. Ben şu soruları sordum sel felaketinde evi yıkılan, ikinci
kata kadar, üçüncü kata kadar su dolan ailelere: “Buraya bir yetkili gelip
zararınızı tespit etti mi?” “Yok.” “Valilikten gelen oldu mu?” “Yok.”
“Belediyeden gelen oldu mu?” “Yok.”
Felaketin yaşandığı anda felaketin fotoğrafını, felaketin zararını
ziyanını, vatandaşının mağduriyetini bile tespit etmeyen bir ülkede “Sen
sorumlusun, ben sorumluyum.” anlayışıyla, sorumlulukları da mağdur vatandaşa
yükleyen bir anlayışla, bir zihniyetle bu ülkenin sorunları çözülemez. Burada
vicdanın, insanlığın ayağa kalkması gerekir.
Bugün, kaç kişi vefat etti, kaç bin kişinin evi yıkıldı, kimine
kaç kuruş verildi? Bunun hesabını, dobra dobra,
Meclise getirip Hükûmetin açıklaması gerekir, “Ben
İstanbul’da 2009’da sel felaketi sonrası şu kadar yardım yaptım, şu kadar önlem
aldım…”
Evet, Ayamama Deresi’nin ıslahı doğru bir karardır. Bunun
karşısında direnmek siyaseten ne kadar doğrudur? Bunun karşısında direnebilecek
bir parti var mı? “Bunu ıslah etme, tekrar felaket yaşansın.” diyebilecek bir
anlayışı kabul etmek mümkün müdür?
Bir üçüncü fotoğrafı daha açıklayacağım, hiç kimse görmek
istemiyor: Bugünlere geldiğimiz acıları… Türkiye 1993-1997 konseptini
yaşadı. O dönemde koalisyonlar vardı; Doğru Yol Partisi vardı, SHP koalisyonu
vardı, arkasından ANAP iktidarları vardı. Tamı tamına, resmî kayıtlara geçen,
kendi ülkemizde, kendi toprağımızda 4 bini aşkın köyümüz, yakıldı, yıkıldı,
bombalandı. Şimdi, kendi köyümüzü, güvenlik güçlerimiz veya başkası, kimden
gelirse gelsin ama 1993-1997 konsepti, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesindeki tam 250 tane karar, 12 binin üstünde dava, bir döneme
“Türkiye’de hukuk yoktu, köyler yakılıyordu, evler yakılıyordu, tarih
yıkılıyordu, tarihî yerler de bombalanıyor.” diye geçti. Siz bu olaya kendi
köylerinize, kendi uçaklarınızdan, kendi helikopterlerinizden bomba düştüğü
zaman o yakılan, yıkılan köylerin arkasından bakıp bir 5233 sayılı Yasa’yla o
vatandaşlara 5 bin lira, 3 bin lira para vererek bir pencere ile bir kapı
parası… Ki bir gün bana Mardin’de bir köylü şunu söylemişti: “Hasip Bey, benim evim için devlet 1.750 lira takdir etti,
bununla ev değil, bir öküz alınmaz!”. Peki, ülkemizin bu realitesi, yakılan,
yıkılan 4 bin konut, yerleşim, içindeki camisi, okulu, bunun planı projesi
nerede? Arkadaşlar, bu ülkede yakılan köylerden bahsediyorum, Mars’ta değil. Darfur’dan hiç bahsetmiyorum, Darfur’da
yaşananları anlatmıyorum, Müslümanın Müslümana ettiğini Irak’ta anlatmıyorum; Şii’ydi, Sünni’ydi
diye camileri bombalayan kara anlayışı anlatmak istemiyorum, onun üstüne gelmek
istemiyorum. Filistin, hepimizin, dünyanın bildiği bir evrensel sorun ama
Mahmur’dan gelen 26 tane Mahmurluya… Geçen gün, bayramda, Uludere’de 4 tanesini
gördüm. “Siz, 93’te köyünüz yakıldığında Mahmur’a gittiniz ve şimdi geldiniz.
Ne oldu?” dedim. “Devlet bizi köprüden geçerken bir odaya aldı. Odada bir üniformal -herhâlde
hâkimdi, savcı hâkim- karşısına geçtik, bize sorular sordu. Biz şaşırdık.
Oysaki köyümüze bomba yağıyordu ve faili meçhul cinayetler işleniyordu. Biz o
zulümde, Saddam yönetimi döneminde Irak’a sığındık.” dedi ve o kamp, şu an,
Birleşmiş Milletler Mülteciler Komiserliğine bağlı bir hukuki statüde,
yardımını ve parasını alıyor veya bakımını alıyor çok cüzi olarak.
Şimdi, bu Mahmur’da 12 bin, Türkiye’den karşı yakada… Kuzey
Irak’ta Saddam’ın yaptıklarının, Türkmenlere yaptığı katliamların, Kürtlere
yaptığı katliamların haddi hesabı yoktur. O dönemde, eğer Türkiye
Cumhuriyeti’nde 12 bin insanınız, yurttaşınız Saddam’a sığınıyorsa ve o köyler
hâlâ yıkıksa, o binalar yıkıksa, onun imar planı yasası yoksa burada çıkardığımız
yasaların ne kıymeti harbiyesi var?
Şimdi, o kucağında bebesi olan kadın dedi ki: “Hâkim sordu:
‘Bebek?’ Dedim: Kimliği yok, orada doğdu.” ve sorgulandı Terörle Mücadele
Yasası’ndan. “Şimdi ne yapıyorsunuz?” “Biz mi? Akrabalarımıza sığındık.”
“Köyünüz?” “Köyümüzde taş üstünde taş kalmadı ki nereye gideceğiz? Evimiz yok
ki.”
Şimdi, bakın, konut, imar, sağlık, çevre, iklim, güzel kentler,
uygarlık, çağdaşlık, insanlık; bütün bunların süzgecinden süzülerek demokratik
bir hayat kurulur, bir yaşam kurulur; kentlere özgürlük gelir, kentlere barış
gelir; köylere özgürlük gelir, köylere barış gelir. Bütün bu
bilinçleri birleştirmediğimiz zaman birbirimizi boğazlamaya, birbirimize düşman
olmaya, birbirimizin partilerini kapatmak için uğraşmaya, birbirimizin siyaseten
önünü kesmeye, çözümsüzlüğün sanki sorumlusu hiçbir siyaset kurumu değilmiş,
hiçbir siyasi değilmiş, bu Mecliste görev alan bütün partiler bu gelinen
günlerde, yaşanan günlerde bunun hiç mi hiç sorumlusu değilmiş gibi çok rahat
bir duruş içinde oluyoruz.
Arkadaşlar, Tokat’ta 7 askerimiz öldü. Nasıl öldü, bu Meclisin
bilme hakkı yok mu; kim öldürdü, bilme hakkı yok mu vatandaşın? Nasıl
öldürüldü, nasıl bir karanlık senaryodur, nasıl bir karanlık provokasyondur;
bunu bilme hakkı yok mudur Meclisin, 72 milyon insanımızın, Türkiye'nin? Yoksa, çok mu kolay bu olanları birilerine yükleyip,
birilerini hep suçlayıp, bu şekilde olaydan kurtulup, bu şekilde her şeyi
görmemezlikten gelip, üç maymunlar siyasetini uygulayarak görmezlikten gelip,
duymazlıktan gelip, işitmemezlikten gelip bugün getireceğiz ülkeyi bu noktaya?
Getirdiğimiz bu noktada, ülkenin geldiği bu noktada güzel şehirler kuracağız,
ışıklı kentler kuracağız, güzel medreseler yapacağız, güzel okullar, güzel
binalar değil mi? O binaları kurmak için barış gerekmiyor mu, huzur gerekmiyor
mu? 12 bin Mahmurluyu Türkiye’ye getirdiğiniz zaman, bunun yıkılan evine
getiremiyorsanız nasıl getireceksiniz? Yıkılan evini… Objektif sorumsuzluk
temelinde devletin hukuki sorumlu olduğunu evrensel hukuk kuralları koymuyor mu
ortaya? Koyuyorsa eğer, Türkiye-Irak-Birleşmiş Milletler Mülteciler
Komiserliğinin ortaklaşamadığı bir protokol, sağlanamadığı bir güvence,
sağlanamadığı bir konut, sağlanamadığı okulu, sağlık ocağı, yolu olmayan bir
anlayış içinde, siz, Türkiye'nin güzel kentlerini nasıl düzeltirsiniz?
Elimde ilerleme raporu var bu çarpıklaşma konusunda çok önemli
notlar var. Evet, bir yandan ilerliyoruz, bir yandan Türkiye gelişiyor, bir
yandan dünyanın siyaseti değişiyor. Dünyanın siyaseti değişirken, 2010’da, İstanbul
Avrupa Kültür Başkenti olacak ama bir taraftan, kültürel, tarihsel binalarımıza
kazma vurmaktan, Sultanahmet’te otel yapmaktan ve birçok tarihî değerimizi
harap etmekten de geri kalmıyoruz. Sayın Bakanım, bu konuda çok duyarlı
olduğunuzu biliyorum, çok ciddi çaba gösterdiğinizi biliyorum, kültüre ve
tarihe de sahip çıktığınızı biliyorum, çabalarınızı da takdir ediyoruz,
saygıyla karşılıyoruz ve buna da ülkenin ihtiyacı var. Bu konuda hakkınızı
teslim ederim ama Hükûmetinizin yanlış rotasında,
yanlış gidişindeki her şeyi de onaylayacağız anlamına gelmez. Siz, bu anlayışla
tarihi, kültürü korumaya çalışırken, öbür yandan Ilısu
Barajı’yla Hasankeyf’i, on binlerce yıllık tarihi sular altında bırakıyoruz.
Cizre Barajı’yla, Kızılsu Barajı’yla Kasrik’i, Fekayi Tayran’ın camisini, Asur Kuleleri’ni, Alaaddin’in
Kalesi’ni, Finik Kalesi’ni sular altında bırakıyoruz.
Bir yandan güzel kentler, ışıklı kentler kuracağız diyoruz, bir yandan HES
barajlarının yerine, güneş enerjisi yerine nükleer enerjiyi getiriyoruz, kömüre
dayalı, kömürün yasak kullanıldığı yerlerde kömüre dayalı termik santrallerle o
güzel binaların içine zehir solutuyoruz.
Bugün iklim zirvesi var, bugün dünya iklim için ayakta. Dünyanın
geleceği tehlikede, dünya 4 derece soğumada veya ısınmada -ki ısınmada
Türkiye'nin, en hedef risk ülkeler içinde olduğu söyleniyor- ve bunların
hepsini konuşurken bu güzel kentlerde yaşamak, güzel binalar yapmak ve bütün
bunlar için Türkiye’de barışın, demokrasinin ve hukukun oturması gerekiyor.
Bunu istiyoruz, bunu yapmak istiyoruz.
Biz, demokratik siyaseti çözüm olarak gördük, Meclise geldik
“Çözümün adresi Ankara’dır.” dedik, Meclise geldik. Birileri bize “Hayır,
Ankara değil, Meclis değil. Siz seçilmediniz, sizin özgür iradeniz yok, sizin
farklı fikirleriniz yok.” diyorlar. Ya, nasıl olsun, ne yapalım, söyler
misiniz? Yoksa Hasip Kaplan da eline bir tambur
alsın, Başbakanın mızrabı gibi elinde bir mızrap, o tamburun altı tane de teli
olsun.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen, sözlerinizi tamamlayınız Sayın Kaplan.
HASİP KAPLAN (Devamla) – Bir teline vur, solculuk; bir teline vur,
sağcılık; bir teline vur, milliyetçilik; bir teline vur, halkçılık; bir teline
vur, İslamcılık; bir teline vur, sosyal demokratlık; bir teline de vur,
Türklük; bir teline vur, Kürtlük. Hangi tele dokunsa o mızrap o sesi çıkarıyor.
Sayın Bakanım, ben size kızamam. Sizin telinize vurduğu zaman
insani değerler öne çıkıyor ama Cemil Çiçek’in teline vurduğu zaman ırkçılık,
kafatasçılık, vahşet çıkıyor, demokrasi adına utanç çıkıyor. Bunun düzeni yok
mu? Akordu yok mu bu Hükûmetin? Bizi isyan
ettiriyorsunuz. Biz, akordu, demokrasi adına, hukuk adına istiyoruz. Biz
paylaşabilirsek çok şey yaparız.
Bu yasayı destekleyeceğiz, destekliyoruz, güzel şeylerde hep
beraber oluyoruz, birlikte çözümde oluyoruz. Nedir birbirimizi anlayamadığımız,
anlaşamadığımız, konuşamadığımız? Bizim, parti kapatma davasında bir tek çakı,
bir tek çakılık eylem yokken kapatmayla karşı karşıyayız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kaplan.
HASİP KAPLAN (Devamla) – Ama, hayatları,
sicilleri kan dolu olanlar, çeteler, darbeciler bu ülkede yargılanamazken benim
sesimi kısacak bir gücü de halkın üstünde ne görüyor ne de tanıyoruz.
BAŞKAN – Sayın Kaplan, teşekkür ediyorum.
HASİP KAPLAN (Devamla) – Bu duygularla hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati :
16.33
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 16.48
BAŞKAN : Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu),
Gülşen ORHAN (Van)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
28’inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
397 ve 397’ye 1’inci ek sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Şimdi söz sırası, tasarının tümü üzerinde Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına söz isteyen İsmet Büyükataman,
Bursa Milletvekiline aittir.
Buyurun Sayın Büyükataman. (MHP
sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA İSMET BÜYÜKATAMAN (Bursa) – Sayın Başkan,
saygıdeğer milletvekilleri; 397’ye 1’inci ek sıra sayılı İmar Kanunu ile
Bayındırlık ve İskan Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı’nın tümü üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış
bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Sözlerime başlamadan önce, Tokat Reşadiye’de şehit edilen
askerlerimize ve İstanbul’da hain terör örgütünün saldırısı sonucu yaşamını
yitiren Serap Eser isimli yavrumuza rahmet, yakınlarına ve bütün Türk milletine
başsağlığı dileklerimi sunuyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri, insanların güvenilir ve sağlıklı
yapılarla sağlıklı bir çevrede yaşama hakları, en temel insan hakları arasındadır
ve bunu sağlamak da devletin en başta gelen görevidir.
Ülkemizde yerleşme ve yapılaşmaları düzenlemek ve denetlemek
amacıyla birçok yasa ve yönetmelik çıkarılmasına rağmen yerleşme ve
yapılaşmaların iyi denetlenmediği açık bir gerçektir. Bu durumun en önemli
kanıtını ağır sosyal ve ekonomik faturalarıyla hemen her depremden sonra
maalesef yeniden görmekteyiz.
Yerleşmeler açısından 1985 yılına kadar geçen sürede imar planları
merkezî yönetimlerce onaylanırken 1985 yılından sonra bu yetki yerel yönetimlere
devredilmiştir. Yapı denetiminin iki ana unsuru olan proje denetimi ile yapım
faaliyetlerinin denetimi ise geçen süre içerisinde çok az değişmiştir.
Mevcut yasal düzenlemeler yapıların proje denetimini yerel
yönetimlere, yapım işleminin denetimini ise “fennî mesul” adı verilen serbest
mühendis ve mimarlara bırakmıştır. Pratikte, yerel yönetimler, siyasal etkiler,
çıkar ilişkileri, yeterli teknik elemana ve donanıma sahip olmamaları nedeniyle
zaman zaman proje denetimi dahi yapamaz hâle
gelmişlerdir. Uygulamayı denetlemesi istenilen fennî
mesullerde ise diploma dışında hiçbir nitelik aranmaması, ücretlerini yapı
müteahhidinden almaları, bu kişilerin faaliyetlerinin hiçbir denetime tabi
olmaması ve yasalarda açık bir sorumluluk ve yaptırım yetkisinin olmaması gibi
nedenlerle uygulamada etkili denetim hizmeti yapamamış ve yapım işleri
piyasadaki eğitimsiz ve liyakatsiz ellerin insaf ve anlayışına göre devam edegelmiştir.
Saygıdeğer milletvekilleri, dünyanın en aktif deprem kuşaklarından
bir tanesi üzerinde yer alan ülkemiz geçmişten bugüne deprem hareketini ve
depremin etkilerini sürekli olarak yaşamış ve bulunduğu konum itibarıyla bundan
sonra da maalesef yaşamaya devam edecektir.
Topraklarının yüzde 96’sı deprem bölgeleri içinde yer alan ve her
deprem olduğunda önemli zararlarla karşılaşılan ülkemizde milletimizin can ve
mal güvenliğiyle millî servetlerimizi koruyabilmek için yerleşme ve
yapılaşmaların çağdaş norm ve standartlarda denetimini sağlamak devletin en
öncelikli görevi hâline gelmiştir. Bu görevin yerine getirilmesi için çok büyük
maddi kaynak ve yatırımlara değil, küçük ancak ciddi bir anlayış ve yaklaşım
değişikliğine ihtiyaç vardır. Bölgenin neredeyse tamamının deprem riski altında
bulunmasına bağlı olarak depreme dayanıklı yapı inşaatı yapma artık kaçınılmaz
bir durumdur. Günümüzde depremin değil insanoğlunun kendi aldığı yanlış
kararların, inşa ettiği yanlış yapıların ve yerleşim alanlarının felaketi var
ettiği gerçeği de yaşanmaktadır. İnsanları deprem tehlikesinden korumak, deprem
öncesi, deprem sırasında ve sonrasında gerekli önlemleri almak ve bunun için
kurallar koymak ve bu kuralların uygulanmasını ve sistemin sürdürülebilirliğini
sağlamak gerekmektedir.
Değerli milletvekilleri, 17 Ağustos 1999 İzmit Körfezi ve
12 Kasım 1999 Düzce depremlerine kadar ülkemizde yerleşme ve yapılaşmaların
denetimi konularında uygulamaya dönük ciddi adımlar atılamamıştır ancak 20 bin
civarında vatandaşımızın ölümüne, 40 bin kişinin yaralanmasına ve 19 bin
civarında yapının tamamen veya kısmen çökmesine ve ülkede 15 milyar dolar
civarında ekonomik kayba yol açan son depremler üzerine bu konuda artık somut
adımlar atılmasının gereği anlaşılmış, Yapı Denetimi Kanunu ve uygulama
yönetmelikleri hazırlanmıştır.
Yapı Denetimi Kanunu ile denetim sisteminde yeni kuramsal araçlara
ihtiyaç olduğu gerçeği dikkate alınmış ve yapıların etkili denetimi için
bağımsız, deneyimli, yetkili ve sorumlu kuruluşlar oluşturulması ve yapıların
hem proje hem de uygulama denetiminin aynı kuruluşlar eliyle yürütülmesi gereği
sağlanmaya çalışılmıştır. Bu tür kuruluşların da belgelendirilmesi ve
denetlenebilmesi için bir üst kurul kurulması esası benimsenmiş, kusur ve
hatalarına karşı, birer tüketici olan mal sahipleri ve kullanıcıların korunması
amacıyla da mali sorumluluk sigortası getirilmiştir.
Saygıdeğer milletvekilleri, bilimsel teknik gelişme ve
sanayileşme, kentleşmeyi ve kent yaşamını da beraberinde getirmiştir.
Toplumların ekonomik, siyasi, kültürel ve sosyal yaşamlarında ortaya çıkan ve
köklü değişmeleri ihtiva eden kentleşmeye paralel olarak ekonominin kaynak
dağılımında bir değişim, gelişme, sanayileşme, ekonomik büyüme ve benzeri
olgularda karşılıklı etkileşim meydana gelmektedir. Bu süreçte kırsal alanda
çözülme gerçekleşirken kentlerde yoğunlaşma ortaya çıkmaktadır. Kentleşme süreciyle
birlikte ön plana çıkan toplumsal ve ekonomik yaşama ilişkin kaynak kullanımı
ve büyüme sorunlarının mekânsal boyutu, günümüzde merkezî ve yerel yönetimlerin
siyasi istismara dayalı uygulamaları, tarım, orman ve yeşil alanların imara
açılımı, kamusal alanların özelleştirilmesi, rant
ekonomisi, yeni dünya düzeni olarak özetlenebilecek politikalardır. Ancak bütün
bunlara rağmen gerçek anlamda planlama reddedilebilmektedir.
Bugün, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerdeki kentleşme
sürecinde ekonomik, teknolojik, siyasal, sosyopsikolojik
nedenlerin yanı sıra ekonomik cazibe merkezi hâline gelen kent ve çevresi
kırsal alandan kentleşme ve varoşlara akın eden milyonlarca kişinin yerleştiği
bölgeler hâline gelmiştir. Özellikle kentsel altyapının yeterince
geliştirilememesine bağlı olarak çevre sorunlarının çözülememesi yaşanan
sorunları daha da büyütmektedir. Yıllardır, özellikle büyük şehirlerimizde
olmak üzere insanlarımızın konut ihtiyacının karşılanamaması ve
gecekondulaşmaya göz yumulması sonucu çarpık ve sağlıksız bir kentleşme
oluşmuştur.
Saygıdeğer milletvekilleri, nüfus artışı ve sanayileşme sonucu
ortaya çıkan kentleşme çok sayıda sorunu da beraberinde getirmiş, planlama bu
sorunların çözümünde önemli bir araç olarak görülmüştür. İnsanlar tarih boyunca
doğanın oluşturduğu ekolojik sistemin bir parçası veya
alt sistemi olarak hayati ihtiyaçlarını gidermek için doğa ile sürekli ilişki
içerisinde olmuşlardır.
İnsanlar doğal ekolojiden faydalanmak üzere kendisini
yapılandırmakta ve faydalanırken de ekolojik sistemi
etkilemektedir. Doğal ekolojik sistem ile insan
ekolojik alt sistemi arasındaki ilişkilerin denge bozucu boyutlara varması ve
insanoğlunun ilerleyen teknolojiye de dayanarak doğal sistem üzerinde
baskınlığını artırması sonucunda doğa kendine özgü kurallarıyla tepki
vermektedir.
İnsan-doğa çatışmalarının yumuşatılması, bozulan dengelerin tekrar
kurulması, zararlı etkileşimlerin giderilmesi, iki sistemin birbirini
besleyecek ve varlıklarını devam ettirebilecek ilişkiler türüne dönmesini
sağlamak ve sürdürülebilirliğinin güvence altına alınması için mutlak olarak
bir plana ihtiyaç vardır. Ülkemiz jeolojik yapısı ve meteorolojik özellikleri
nedeniyle başta depremler olmak üzere heyelan, sel, kaya düşmesi, çığ gibi
doğal afetlerle sıkça karşılaşan ülkelerin başında gelmektedir.
Aziz milletvekilleri, çok geniş gördüğümüz tarım alanlarımız,
hızlı nüfus artışı, çarpık kentleşme ve sanayileşme baskısı ile büyük tehdit
altında bulunmaktadır. Eski kentler verimsiz, kayalık, dağlık arazilerde, nehir
ve deniz kenarlarındaki sarp yerler ve vadilerde yer alırken, günümüzde âdeta
bütün kentler engebeli araziden düz, verimli tarım arazilerine doğru
genişlemektedir. Özellikle ülkemizde kentleşme ve sanayileşme uğruna verimli
tarım arazileri büyük tehdit altına girmiştir. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de
artan nüfus şehirlerde toplanmakta, mevcut şehirler daha da büyümektedir. Artan
nüfus için sürekli temiz su temini, beslenme, barınma, eğitim, enerji ve sağlık
hizmeti vazgeçilmez ihtiyaçlardır.
Tüm insanlar bilimin ve teknolojinin nimetlerinden en iyi şekilde
yararlanmak ve uygar olmak ister. Kalkınma ve gelişme insan yaşamını
kolaylaştırmayı amaçlar. Ülkelerin kalkınma düzeyleri ve güçleriyle enerji
kullanımları arasında yakın ilişki vardır ve bu ilişki doğru orantılıdır.
Saygıdeğer milletvekilleri, inşaat sektörü, başta demir-çelik,
çimento, cam, seramik ve boya gibi bir dizi çok sayıda malzemeyi ihtiva eden
diğer endüstriyel ürünlerin motorudur, ekonomik canlılığın en önemli
göstergesidir; yerli sanayiye dayanması ve istihdam genişliğiyle katma değeri
yüksek bir sektördür. Son yıllarda yaşadığımız ekonomik kriz, her sektörü
olduğu gibi inşaat sektörünü de olumsuz etkilemiştir. Bunların sonucu olarak
işsizlik artmış, yatırımlar azalmıştır; sektör durgunluğa girmiş, sektörel büyüme yavaşlamıştır.
İnşaat sektörünün, inşaat malzemeleri de dâhil edildiğinde ülke
ekonomisindeki payı yüzde 10’lar civarındadır. Emek yoğun bir sektör olması
dolayısıyla inşaat sektörü kalifiye olmayan işçileri yoğun olarak istihdam etmektedir.
Sektör toplam istihdamın yaklaşık yüzde 7 ila 10’unu, tarım dışı istihdamın
yüzde 11,7 ila 12’sini kapsamaktadır. Bu nedenle sektörün sorunlarını asgariye
indirecek ve iş potansiyelini genişletecek önlemler mutlaka alınmalıdır.
İnşaat sektöründe gerek devlet ve gerekse özel kuruluşlar
açısından bir strateji ve vizyon eksikliği en önemli
sorun olarak öne çıkmaktadır. Mevcut yasalara göre maliye, ticaret ve sanayi
odasına kayıt yaptıran herkes müteahhitlik
yapabilmekte, başka hiçbir teknik yeterlilik, bilgi, eğitim ve teknik deneyim
aranmamaktadır. Bu durum, müteahhitlik mesleğinin prestij
kaybına, inşaat sektöründe tekniğe uymayan kalitesiz yapı ve haksız rekabete
yol açmaktadır.
Saygıdeğer milletvekilleri, bireyler, ihtiyaçları ve imkânları
ötesinde gücünü aşan konut alımları yaparak büyük bir talep oluşturmuşlardır.
Buna kamu yatırımları ve TOKİ uygulamalarının eklenmesi, finansman imkânları,
arz ve talebin birbirini tetiklemesiyle sektörde ciddi ve plansız bir büyüme
gerçekleşmiştir. Yükselen her sektörün bir iniş trendine
girmesinin doğallığı yanında 2007 ortalarında patlak veren ve hâlâ da devam
eden siyasi ve ekonomik istikrarsızlık, Amerika Birleşik Devletleri’nde mortgage sisteminin çöküşü, küresel krizin sonucu akaryakıt
ve demir-çelik gibi ham madde fiyatlarının sürekli değişkenliği inşaat
sektörünü olumsuz etkilemiş, plansız büyüyen sektörü aynı hızla daralmaya
itmiştir.
Gerek resmî kurumlara iş yapan müteahhitler
gerekse özel sektör müteahhitlerinin taahhütleri sektördeki bu fiyat artışlarından
olumsuz etkilenmektedir. Sektördeki bu kötüye gidiş yalnızca maddi zararlarla
atlatılamayacak kadar sosyal sorunları beraberinde getirecektir. Son yıllarda
köyden kente göç eden tarım işçileri inşaattaki hızlı üretim sürecinde çalışmış
ve kentlerde yaşamaya başlamışlardır. Bahsedilen olumsuzlukların yol açtığı
sektördeki durgunluk büyüme sürecinde yüksek sayıda istihdam edilen bu
bireyleri işsiz bırakacaktır. Ekonominin lokomotifi olan inşaat sektöründeki
daralma, iki yüzden fazla ara sektörü olumsuz etkileyerek genel ekonominin de
daralmasına sebep olmuştur. Bu dönemde, krediyle gayrimenkul satın alan
insanların düşeceği bunalım sonucu sosyal patlama oluşturacak bir sürece doğru
gidilmektedir. Böylesi bir sonuç, toplumda telafi edilemeyecek büyük yaralar
açabilir.
Hükûmet bu duruma
kayıtsız kalmamalı ve telafisiz sonuçlara yol açacağını belirttiğimiz inşaat
sektöründeki bu olumsuzlukları öncelikli sorunlar olarak ele almalıdır. Devlet
eliyle yatırım amaçlı alınan değil, barınma ihtiyacından dolayı satın
alınabilecek sosyal konutlar üretilmelidir. Ortaya koyduğu konut modeliyle
sektördeki vatandaşının ürettiği konutlara rakip oluşturmayacak modeller ve
projeler gerçekleştirilmelidir. Yerel veriler, yerel kaynaklar ve yerel iş gücü
asla göz ardı edilmemelidir.
Saygıdeğer milletvekilleri, harç ve vergiler inşaat sektörünün
önünü tıkamaktadır. Ruhsat alınması, inşaat süresi ve inşaatın bitirilip
kullanma izni alınması sırasında çeşitli sayıda ve önemli miktarda harç
alınmaktadır. Harç veya vergi tahsil edilirken değişik kurumlarca farklı
kıstaslar kullanılmaktadır. Ruhsat alma ve inşaata başlamak için çok sayıda
evrak ve imza gerekmekte, bürokrasinin çokluğu zaman ve sinerji
kaybına sebep olmaktadır.
SSK prim oranlarının yüksekliği sektörü olumsuz etkilemektedir.
Büyük projelerin ve kamu kurum ve kuruluşlarının projelerinin
siyasi yandaşlık ve oy toplama, adam kayırma düşüncesiyle serbest rekabete
açılmadan ihale edilmesi sektörü haksız rekabet ortamına sürüklemektedir.
İnşaat sektörü kalifiye eleman sıkıntısı çekmekte olup, meslek
liseleri sektörün ihtiyaç duyduğu ara elemanları yetiştirmekten uzaktır.
Vasıfsız işçi istihdam eden en önemli sektör olan inşaat sektöründeki durgunluk
muazzam bir vasıfsız işçiler ordusuna dönüşmüştür. Devlet ihalelerinin yerelden
yapılmaması ve yeterli fizibilite çalışmaları yapılmadan ve finansman
ayrılmadan yapılan yatırımlar sektöre maalesef zarar vermektedir.
Bürokrasiyi azaltmak amaç olmalıdır. Yapı Denetimi ve İmar Kanunu
gibi yasa ve yönetmelikler bürokrasiyi azaltıcı ve etkin denetimi sağlayacak
şekilde mutlaka yeniden düzenlenmelidir. İnşaat sektörünü kalifiye eleman
sıkıntısından kurtarmak için Millî Eğitim Bakanlığı, ticaret ve sanayi odaları,
meslek odaları, üniversiteler, sektör temsilcileri ortak çalışarak çözüm yolları
bulmalıdır. İnşaat sektörüne KOBİ desteği mutlaka sağlanmalıdır. SSK prim
oranları düşürülmeli, devlet katkısı sağlanmalıdır.
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; yasayla Türkiye coğrafi
bilgi sisteminin oluşturulmasına yönelik yaklaşımı, teknik müşavirlikle ilgili
çalışmaları, komisyonda devam ettiği ifade edilen yapı envanteri
ve risk haritalarına yönelik çalışmaları olumlu bulduğumuzu ifade etmek
istiyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Büyükataman, lütfen
tamamlayınız.
İSMET BÜYÜKATAMAN (Devamla) – Tamamlıyorum Sayın Başkanım.
Teşekkür ediyorum.
Komisyonda ittifakla kabul ettiğimiz bu çalışmanın hayırlı olması
temennisiyle yüce heyetinizi bir kez daha en derin saygılarımla selamlıyorum.
(MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Büyükataman.
Şimdi, tasarı üzerinde Komisyon adına söz isteyen Komisyon Başkanı
Nusret Bayraktar.
Buyurun Sayın Bayraktar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAYINDIRLIK, İMAR, ULAŞTIRMA VE TURİZM KOMİSYONU BAŞKANI NUSRET
BAYRAKTAR (İstanbul) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 397 ve 397’ye
1’inci Ek sıra sayılı İmar Kanunu ile Bayındırlık ve İskan
Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’de yapılacak
değişiklik hususundaki tasarı, teklif ve Komisyonumuzun raporuyla ilgili
Komisyon olarak söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Sözlerime başlamadan, ben de Tokat’ta 7 askerimizin hunharca bir
saldırı sonucu şehit edilmesine karşı, bu olayı lanetliyor, tüm şehitlerimize
Allah’tan rahmet diliyorum. Yine İstanbul’da, Küçükçekmece’de belediye
otobüsüne atılan bir molotofkokteyliyle yanarak hayatını kaybeden Serap Eser
kızımıza da Allah’tan rahmet diliyorum. Bu tür elim vakaların bir daha vuku
bulmamasını temenni ediyorum.
Yine sözlerime başlamadan önce, gruplar adına konuşma yapan
değerli arkadaşlarımızın konuşmalarından da anlaşılacağı üzere, Bayındırlık
Komisyonumuzda ittifakla, bütün siyasi parti grup ve temsilcilerimizin olumlu
katkılarını da birleştirmek suretiyle, Komisyonun ve Hükûmet
temsilcilerinin, ilgili birimlerin yetkililerinin de katkısıyla Genel Kurul
gündemine gelerek, sizlerin de gördüğü şekliyle bu mutabakatın sağlanmasına ve
bu katkının bu noktaya gelmesine emeği ve katkısı olan başta siyasi
partilerimizin grup başkanlarına ve siyasi partilerimizde görev alan değerli
arkadaşlarımıza ve Komisyon üyelerimize, Hükûmetimize
de şükranlarımı arz etmek istiyorum.
Belirtildiği üzere, bu kanun teklifiyle ilgili tam bir mutabakat
vardır. Hatta daha önce yine mutabakatla gelmiş olmasına rağmen, zamanın
uzaması sonucu araya bir iki konunun da girmesi ve bazı cümlelerin teknik
terimleriyle düzeltilmesi gereği ortaya çıktı. Siyasi partiler arasında, hatta
kendi grubumuzda da bu konuların yeniden gündeme getirilerek düzeltilmesi
talebine karşı “Genel Kurulda önergeyle bunları düzeltelim.” teklifine karşı
“Hayır, önerge getirmeyelim, Komisyona geri çekelim. Komisyonda bütün
arkadaşlarımızın daha detaylı bir şekilde katkı sağlayarak, mutabakatla,
ittifakla Genel Kurula gelirse, Genel Kurulun da vaktini harcamadan ittifakla
bu kanunu geçiririz.” dedik. Aynı şekilde oldu ve bugün gündemimize gelmiş
bulundu.
Ancak, bütün siyasi parti temsilcilerimizin konuşmalarından da
anladığımız üzere, bu kanun yeterli bir kanun değildir. İnşaat
sektörü başta olmak üzere Türkiye’nin lokomotif sektörü olan, insanlarımızın
hayatına ve insanlarımızın geleceğine ışık tutan ve en çok olumsuzluklarla,
özellikle de tabii afetler sonucu çarpık yapılaşmanın getirdiği, kontrolsüz ve
denetimsiz yapılaşmaların getirdiği gerek havzalarda gerek derelerde gerek
deprem fay hatları üzerindeki afetler, maalesef, çok çeşitli şekillerde can ve
mal kaybına sebebiyet veriyor.
Burada sorumluluk, elbette, değerli arkadaşlarımın bahsettiği gibi
yerel yönetimlerdedir; bugüne kadar siyasette görev yapmış olan merkezi
yönetimdedir, müteahhitlerimizdedir,
vatandaşımızdadır. Dörtlü olarak herkes sorumluluğunun bilinci içerisinde bu
işlerin düzenlenmesine yönelik katkı vermesi gerektiğine hepimiz inanıyoruz.
Elbette yanlışlar olmuştur, eksikler olmuştur ama zaman zaman da güzel şeyler oluyor, olmuyor değil. Bu güzel
şeyleri de hani marifet iltifata tabidir diyerek zaman zaman
dile getirmenin de faydalı olacağını düşünüyorum.
Bu kanunun olumlu olduğunu anlatan değerli arkadaşlarımız kanun
metni içerisinde konuşurlarken hep bir mutabakattan ve olumluluktan bahsettiler
ama onun dışında da vakit buldukça başka konulara da başka detaylı hususlara da
girdiler. Ben bu konulara çok fazla girmeden, sadece, Komisyon olarak ve Hükûmet tasarısı olarak önümüze gelen yasanın ne getirip
götürdüğü hususunu bir kez daha özetleyerek birkaç hususa da cevap vermeyi
uygun buluyorum.
Birincisi, bu kanunla, malumunuz olduğu veçhile, 17/04/2008 tarih ve 2005/5, 2008/93 sayılı Karar ile
03/05/1985 tarihli 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42’nci maddesi, “25 milyonla 5
milyon arasında, yerel yönetimler veyahut ilgili idareler ceza verebilir.”
hükmü, çok geniş aralıklarla bir ceza uygulaması olduğu için, uygulamada çok
farklı sistemlerle haksızlık ve adaletsizlik söz konusu olabileceğinden
hareketle Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş. Bu iptal gerekçesine
paralel Danıştayın bu konuda yürütmeyi durdurması
suretiyle de madde hükmünü kaybetmiş ve ciddi bir kaos
ve boşluk oluşmuş.
Bunu düzeltmeye matuf yapılacak çalışma esnasında, 3194
sayılı İmar Kanunu’nun 28’inci maddesi başta olmak üzere, çok detaya girmeden,
İmar Kanunu’nun tüm detaylarını ele alarak “Yetmiş beş maddenin çalışmaları
uzayabilir.” diyerek bu sekiz maddelik bir tasarıyla, hem Anayasa Mahkemesinin
iptal gerekçesine uyumlu hâle getirilmiş hem de güncel olarak mutlak çıkması
gereken zorunlulukları çıkartmış bulunuyoruz.
Bu vesileyle ben tutanakları karıştırdım ve 2000 yılında, o
dönemin siyasi partilerinin temsilcilerinin tümünün ittifakıyla 17 Ağustos ve
12 Kasım 1999 depremi sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisinde kurulan Araştırma
Komisyonunun ittifakla ortaya koyduğu rapordan da bazı izlenimleri aldım.
Gördüm ki o raporda mutabık kalınarak en çok vurgu yapılan ve o raporun
öneriler bölümünün 39 maddesinin 9 maddesi, bu kanun ve bu kanun gibi konuların
bir an önce yürürlüğe girmesinden bahsediyor; 4’üncü, 5’inci, 6’ncı, 7’nci,
9’uncu, 21’inci, 23’üncü, 25’inci… Bunları tek tek
okuyarak aslında vaktinizi almak istemiyorum. Orada, yapı denetim
mekanizmasının geliştirilmesi, çarpık yapılaşmaların önlenmesine yönelik
sertifikasyon sisteminin geliştirilmesi, müteahhit
belgeleri ve kaliteli işçilik ve malzeme kullanımına yönelik usul ve esaslar,
yerel yönetimlere yetkilerin devredilmesi… Aslında her ne kadar yerel
yönetimlerde belediye başkanı ve meclis üyelerinin uygulamasından kaynaklanan, rant ve çıkar gruplarının baskısı altında kalarak
yanlışlıklardan söz ediliyorsa da gelişmiş ve kalkınmış ülkelerin tamamında,
yıllarca ülkemizde de tartışıldığı gibi, yetkilerin hantal devlet yapısıyla
merkezde değil demokratik yapısıyla, katılımcı ve şeffaf yönetim tarzıyla yerel
yönetimlere devredilmesi yıllarca tartışıldı. 1984’te Özal Hükûmeti
döneminde 3030 sayılı Büyük Şehir Belediye Kanunu çıkarılmış. Tabii, 1930’lu
yıllardaki 1580 sayılı Yasa aslında hâlâ yürürlükte idi. İşte, 22’nci Dönem ve
23’üncü Dönem’de bu tartışmaların ve bu depremle ilgili alınan önerilerin
doğrultusunda Yerel Yönetimler Yasası’nda ciddi bir şekilde reformlar yapılmıştır.
Tabii, yapı denetimle ilgili de daha önceden uygulamalarda ciddi
ve güzel kararlar alınmış, on dokuz ilde uygulanan yapı denetimi, özellikle
1999 depremi sonrası İstanbul gibi fay hattında bulunan birçok ilde… Daha önce
“ikinci derecede deprem bölgesi” diye ilan edilerek uygulama yapılan o İstanbul
meğer “birinci bölge”ymiş. O hâlde, birinci derecede deprem etkileme fay
hattında olan illere ve bölgelere uygulanması gereken yapı denetim ve imar
şartları farklıdır, ikinci, üçüncü, dördüncü farklıdır. Burada bunu söylerken
sadece kentsel alanlarda değil, kırsal alanlarda da planlı ve denetimli
yapıların yapılması, uygulanması söz konusudur.
Bunun yanı sıra, birçok arkadaşımız zaman zaman
hep dile getirirlerdi: Müteahhidin sorumluluğundan kaynaklanan teknik
sorumluluk şantiye şefinde mi, meslek gruplarında mı, mal sahibinde mi? Kimde
olup olmadığı hususunda da netlik yoktu. Özellikle bir de mal sahibi veyahut
arsa sahibi, kat karşılığı olarak inşaatını vermiş olduğu müteahhidin mali
sorumluluklarını, sigorta, BAĞ-KUR gibi prim ve vergi borçlarını ödememesinden
kaynaklanan ama bütün teknik raporlarda projenin şartlara uygun olduğu tespit
edilmiş olmasına rağmen mal sahiplerinin iskân alamama hususundaki mağduriyeti
vardı. Dolayısıyla, burada da gelen tekliflerle bu konunun da giderildiğini
görüyoruz.
Dolayısıyla, değerli arkadaşlar, bu hususlarla ilgili işin özetini
bir kez daha tekrarlamak gerekiyor ise harita, plan ve proje müelliflerinin
yetki ve sorumlulukları açık bir şekilde belirtiliyor. Ölçekli yapılarda
şantiye şefi bulundurulması, yapı ve tesisat işlerinde nitelikli personel
çalıştırılması, yapım işlerine ait vergi, sigorta ve diğer sorumlulukları
yerine getirememe gibi bazı hâllerden kaynaklanan, müteahhidin sorumluluğundan
dolayı yapı sahibinin iskân alamamasına yönelik engellerin ortadan kaldırılması
ve yükümlülüklerini yerine getirmeyen müteahhitlerin
yükümlülüklerini yerine getirmeden bir daha yeni iş alamaması… Yani sanal
ortamda, Türkiye genelinde tutulan kayıtlar sonucu, herhangi bir müteahhit bir eksiklik, aksaklık yaptı ve Bingöl’de bir iş
yaptı, oradan dolayı inşaatı durduruldu; yeni bir iş alması için, başka şirket
de kursa, başka ile de gitse, on-line sistemiyle
bakılacak olan tablodaki kayıtlarda o eksiklikler varsa o müteahhit ve o teknik
sorumlulara yeni bir iş verilmeyecek. Bu son derece önemli ve
son derece çağdaş.
Tabii, bu noktaya gelmişken “Deprem sonrası, bugüne kadar hiçbir
tedbir alınmadı.” diyen arkadaşlarımıza da kısmen cevap vermek istiyorum. Dün
-Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarımızın bazılarının da katıldığı- İstanbul’da
çok güzel bir uluslararası sempozyuma katıldık. O sempozyum da Sismik Risklerin Azaltılması Uluslararası
Konferansıydı. İstanbul Valiliği ve Dünya Bankası organize ediyordu. Orada bir
kez daha gördük ki Dünya Bankası ve özellikle Birleşmiş Milletler Genel
Sekreter Yardımcısı, Türkiye'de uygulanan afet öncesi ve afet sonrası metotlar
ve geliştirmiş olduğu sistemle ilgili ciddi adımlar atıldığını, dünyada bu tip
sorunlarla karşı karşıya kalan ülkelere örnek olması gerektiğini… Özellikle
yasalardan kaynaklanan aksaklıklar sonucu, yetki ve sorumluluklar çeşitli
kurumlar tarafından paylaşılıyordu; o kurum, o kurum, o kurum, sorumluluğu
kimse almıyordu. Özellikle afete yönelik organizasyonları tek bir elde toplama
anlayışı, Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçen bir yasa ile 17 Aralıktan
sonra afetle ilgili Başbakanlığa bağlı bir birim organizasyonuyla yapılması
onların da dikkatini çekti ve örnek bir model olarak gösterdiler.
Gerçekten, çok şey yapılmadı gözüküyor ama eksiklik olarak
gördüğümüz işlerden biri ve benim de son derece paylaştığım bir husus var: Yapı
denetiminden, bugüne kadar uygulama sisteminden kaynaklanan aksaklıkların
giderilmesi sadece on dokuz ilde uygulama değil Türkiye'de uygun olan, müsait
olan alanlarda yapı denetim sisteminin de geliştirilerek yenilenmesi, İmar
Kanunu’nun bazı maddelerinin mutlaka değiştirilmesi… Belediye Kanunu’nun
73’üncü maddesindeki bir boşluk var; idari, hukuki ve mali sistemlerin yerine
getirilmesine yönelik kentsel dönüşüm uygulamalarındaki eksiklik ve
aksaklıkları deprem ve depreme yönelik hazırlıklar şekliyle bir yeniden
düzenleme ki, daha önce gruplararası mutabakata
vararak bir çalışma yapmıştık ama onun da yeterli olmadığını ve
güncelleştirilerek bugünün şekliyle Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine
gelmesini aynen ben de diğer arkadaşlarım gibi önemsiyorum.
Dolayısıyla, güzel şeyler oldu ama yeterli değil, daha hızlı
gidilmesi lazım ve “Yerel yönetimlere verilen yetkiler istismar ediliyor, şu
oluyor, bu oluyor.” değil, onların denetimi ve organizasyonuna eğer katkı
verecek olursak… Mesela TOKİ, Türkiye’de çok güzel şeyler yapmış olmasına
rağmen, bir arkadaşımız “Pis kokular geliyor.” Eğer,
müşahhas, müdellel bir husus varsa birlikte gidelim, böyle bir yanlışlık olur
mu! 500 bin konutu üreten, Türkiye’de gerçekten devlet adına kamuya ve
vatandaşa sosyal devlet anlayışında hizmet eden böyle bir önemli müessesede
eğer buna yönelik bir istifham varsa, bir şüphe, tereddüt varsa, bunu dile
getirerek hep birlikte üzerine yürümemiz bizim boynumuzun borcudur. Ama, bu arada da üretmiş olduğu konutların yüzde 75’i lüks
değildir, tam tersi yüzde 75’i sosyaldir, yüzde 15’i ve yüzde 10’u ise lüks
konut olarak oradan elde ettiği hasılat paylaşımını devletin yapısına uygun
olarak harcama yaptığını bilmek lazım.
Tabii, haksız rekabetten bahsediliyor. Bu tartışma her yerde devam
ediyor. Belki doğrudur ama Toplu Konut İdaresi, hâlâ, şu anda Türkiye’deki
inşaat sektörünün ancak yüzde 5’ini oluşturuyor ve ihalesini yaptığı bütün
işlerle ilgili müteahhitleri serbest olarak,
müteahhitler kendi aralarından ihaleye giderek, kendisi taahhüt işini yapmıyor,
yaptırıyor. Dolayısıyla, haksız rekabet de… Piyasada doğru, dürüst ve düzenli
çalışanlar için her yerde her zaman iş vardır diye düşünüyorum.
Bu kanunun muhteviyatına uygun olarak yapım işlerini üstlenmek
isteyen ve belirli şartları taşıyan gerçek ve tüzel kişilere yapı müteahhitliği yetki belgesinin verilmesi Bayındırlık ve
İskân Bakanlığı görevleri arasına alınıyor.
Ayrıca, Türkiye genelinde coğrafi bilgi sistemine dönüşüm yine bu
maddelerin arasına konmuş oluyor.
Şantiye şefliği ve fennî mesullerin, fen adamlarının görev, yetki
ve sorumluluklarının yasal düzeyde ele alındığı, ancak haklarına ilişkin
hususlarla ilgili bağımsız olarak görevlerini yerine getirmeleri hakkında
Yasa’da bir eksikliğin varlığını biz de kabul ediyoruz, bununla ilgili de bir
çalışma yapılması lazım. Bununla birlikte meslek yasalarının
gündeme gelmesi lazım. Sivil toplum örgütlerinin görüşleri, daha önce yoktu,
onların da görüşleri alınarak kayıtlar ve yetki belgelerinin verilmesi hususu
geliştirilmiş oluyor.
Ayrıca, değerli arkadaşlar, “Bakanlığın kuşa döndüğü” iddiaları
var. Bayındırlık ve İskân Bakanlığının kendi ismine, tecrübesine, devlet
deneyimine paralellik arz edecek tarzda gerçekten yeniden teşkilat yapısının
gözden geçirilmesi… Zaten bir bölüm hususlar burada geçiyor, bu kanundan sonra
da bunlarla ilgili çalışmalar süratle gündeme gelecektir ve o gündeme geldikten
sonra hizmetler de aksamayacaktır.
Söz buraya gelmişken şu hususlara da cevap vermeyi
düşünüyorum: Afetle ilgili İstanbul Ayamama Deresi başta olmak üzere, gerek
Silivri’de ve Çatalca’da gerek Ayamama’daki afet
sonrası, Silivri Kaymakamlığı, Çatalca Kaymakamlığı, belediye yetkilileri ve ilgili
teknik komisyon oluşturulmak suretiyle anında bölgeye gidilmiş, afetzedelere
ilk etapta 2’şer milyar lira yardım ama daha sonra komisyon gereği yardımlar ne
kadar yapılması gerekiyorsa yapılacak. Bu olayların sadece yardım şekliyle de
geçiştirilmesi öyle “sıradan bir olaydır” değil, bundan sonra kalıcı, eğer
havza ise havzada mutlak koruma ve mutlak yasaklama sınırlarına uygun, eğer
gecekondu ise, eğer dönüşüm alanıysa, vatandaşı mağdur etmeden, onların bir
başka tarafa gitmesi ve derelerin ıslahı ve buna paralel olarak diğer
yatırımların hızla yapılması son derece önemlidir.
“Kentleşme Şûrasının sonuçları… Henüz Bayındırlık ve İskân
Bakanlığı bu noktalarla ilgili davet edilmiyor.” diyen arkadaşıma da… Aslında
eylem planı hazırlık çalışmaları devam etmekte, çalışmaları yürütülen eylem
planında bu şûra sonucu başta Bayındırlık ve İskân Bakanlığı olmak üzere ilgili
tüm kamu kurum ve kuruluşları ile sivil toplum kuruluşlarına yükümlülükler
getirecek eylemler belirtilmiştir. Taslak eylem planında yaklaşık 1.200 konu
başlığı bulunmaktadır. Eylem planı tamamlandığında sonuçlar ilgili tüm kurum ve
kuruluşlara bildirilecek, bu kurum ve kuruluşlardan belirlenmiş süreler
içerisinde eylemlerinin gereği o kurum için belirlenmiş faaliyetlerin yerine
getirilmesi istenecektir. Ayrıca, Bakanlıkta bu eylem planı sürekli olarak
izlenmekte ve takip edilmektedir. Diğer hususların hazırlığı devam ediyor,
detaya girmiyorum.
Giresun ili sel felaketiyle ilgili de Bakanlığın oradaki
açıklamaları yanı sıra, “Bakanlığın –aslında- önerisiyle Bakanlar Kurulu
tarafından afet bölgesi ilan edilebilir” Aslında hüküm böyledir ama Bakanımızın
anlatımı nasıl yansıdıysa bir anda ya bir yanlış anlaşılma oldu ya dil sürçmesi
oldu. Yoksa Bakanımız bu şekilde… “Konuşmamın aslı esası budur. 7269 sayılı
Kanun’un Bakanlığa vermiş olduğu tüm yetkiler kullanılmaya başlanmış ve
imkânlar da bir seferberlik alanı şeklinde bölgeye gereken yardımlar
gitmiştir.” şeklinde söylemiş oluyor.
Değerli arkadaşlar, ben sizlere, daha fazla vaktinizi harcayarak
hitap etmeyi arzu etmiyorum. Çünkü gerek MHP sözcüsü arkadaşım gerek CHP
sözcüsü arkadaşım, hatta diğer siyasi partideki diğer arkadaşım da bu kanun
teklifiyle ilgili, tasarıyla ilgili olumlu görüşlerini hep beraber belirttiler.
Ben bugüne kadar yapmış olduğunuz tüm olumlu katkılarınızdan
dolayı, siyasi partilerimizin, başta, tekrar, grup başkan vekillerine ve
Komisyon üyelerimizin tamamına ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde bugün bu
yasanın çıkmasına katkı sağlayacak olan başta sayın milletvekillerimiz olmak
üzere herkese şükranlarımı arz ediyorum.
Kanun eğer sizlerin olumlu oyuyla geçecek olursa -ki geçeceğine
inanıyorum- ülkemize, milletimize ve inşaat sektörümüze hayırlı uğurlu olması
dileğiyle hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bayraktar.
Tasarı üzerinde Hükûmet adına söz
isteyen Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Sayın
Başkanım, değerli arkadaşlarım; grupların üzerinde mutabık kaldığı bir yasa
ayrıntısına girerek zaman almak istemiyorum. Hayırlı olmasını temenni ediyorum.
İmarla ilgili yapılacak her düzenleme çeşitli bakımlardan çok önemli çünkü
Türkiye, ne yazık ki doğasını ve tarihini geçmiş yıllarda çarpık yapılaşmayla
çok kötü biçimde tahrip etti. Şimdi bu alanda Parlamentomuz büyük bir oydaşma içinde adımlar atmaya çalışıyor. Bunun daha
fazlasını önümüzdeki süreçte gerçekleştireceğimizi umuyorum.
Ben, yurt dışında bulunduğu için ilgili bakan arkadaşım vekâlet
ediyorum, ayrıntıya girmek o açıdan zaten haddim de değil. Sadece, bugün
yapılan görüşmelerde birkaç sevimsiz nokta oldu, o konuda üzüntümü ifade etmek
ve düzeltme yapmak istiyorum.
Bir arkadaşımız Başbakanla ilgili bir gerdirme politikasından söz
etti. Bunu milletin vicdanına ve takdirine bırakıyorum. Türkiye’de halkın
seçtiği Başbakana “Sen, sen, sen” diye yüksek sesle hitap etmeyi bir siyasi
üslup hâline getirmiş bulunan bazı siyasi parti liderleri mi gerdiriyor
siyaseti yoksa Türkiye’yi demokratikleşme konusunda mesafe aldırmaya çalışan
Başbakan mı gerdiriyor? Bunu millet herhâlde takdir edecektir.
Daha üzüntü verici olan, burada bulunmayan bir milletvekili
arkadaşımız, bir bakan arkadaşımın sözlerine gönderme yaparak onun teline
dokunulduğu, onun üslubuyla konuşulduğu zaman çok ağır birtakım Türkiye’de
-burada tekrar etmeyi uygun bulmadığım- gelişmelerin olduğundan söz etti.
Sanıyorum haksızlık yapılıyor. Ben o açıklamayı dikkatle okudum tekrar
arkadaşımızın gündeme getirmesinden sonra. Başbakan
Yardımcısı arkadaşımız bütün siyasi partilerin hukuk içinde davranmasının
fevkalade koruyucu olduğunu, fevkalade önemli olduğunu işaret ediyor, dünyada
bu alanda verilmiş olan kararlara gönderme yapıyor ve siyasi partilerin
özellikle terör örgütleriyle arasına ciddi bir mesafe koymasının, ciddi bir
çizgi çekmiş olmasının hukuk devleti açısından ve siyasi partilerin geleceği
açısından çok önemli olduğunu söylüyor. Başka bir üslupla söylenebilir
miydi? Bu bir takdir meselesidir ama arkadaşımızın, bir siyasi partinin
kapatılmasına dönük olan, kapatılmayı telkin eden herhangi bir açıklaması yok.
Tam tersine, haberin öncesine, köşe yazısının öncesine baktığınız zaman vahim
ifadeleri orada görüyorsunuz. Bence bu iddiaları buraya getiren arkadaşlarımız
dönüp “ayna”ya bakmalıdırlar. Tırnak içinde söylüyorum “ayna” sözcüğünü, çünkü
o “ayna” sözcüğünü çünkü o ayna çok ağır şeyler söylüyor. O aynaya baktıkları
zaman hukuk devletini koruyan bir yansımayı, (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
demokrasiyi koruyan yansımayı, barışı koruyan bir yansımayı, bir aksi görmek
mümkün değil. Tam tersine, orada, silahlı çatışmadan söz eden, bir anlamda
hukuk devletini, bir anlamda Parlamentoyu, bir anlamda yargıyı tehdit eden bir
üslubu görüyoruz ve biz böyle bir ayna görmek istemiyoruz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Tasarı üzerinde şahsı adına söz isteyen Kamer Genç, Tunceli
Milletvekili.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
397’ye 1'inci Ek sıra sayısıyla karşımıza gelen yasa tasarısı ve teklifinin
tümü üzerinde söz almış bulunuyorum. Hepinize saygılar sunuyorum.
Tabii, dün de burada söyledim, bugün de hâlâ acısını içimizde
paylaştığımız 7 askerimizin şehit edilmesi, bizim için telafisi güç ıstıraplar
ve acılar yaratmıştır. Diliyoruz ki bu acılar bir daha olmasın. Yine bir
kızımızın otobüse yapılan bir saldırı sonucu hayatını kaybetmesi, yine
Diyarbakır’da yapılan gösteriler sırasında bir gencimizin hayatını kaybetmesi,
bizi aynı derecede acılara boğmuştur.
Özellikle, ben bu çocuklarımıza da hitap etmek istiyorum; bu
polisimize ve askerimize taş atan çocuklara ve babalarına da hitap etmek
istiyorum: Bu memleket bizimdir. Bu memleketi birtakım hain insanların
parçalaması için oynadıkları oyuna gelmeyelim. Ey çocuklar, bu memleketin
geleceğini siz yaşayacaksınız. Bu memlekette ne kadar huzur olursa, güven
olursa, çağdaş olursa, gelişmiş olursa bu memlekette en güzel hayatı siz
yaşayacaksınız; bu memleketi ne kadar karanlığa götüren şer güçler olursa
onların zararını siz çekeceksiniz.
Bu çocukların babalarına da hitap etmek istiyorum: Bu yaptığınız
doğru değildir, çocuklarınıza hâkim olun çünkü bu ülkenin birlik ve bütünlüğünü
korumak hepimizin namus ve şeref borcudur. Bunu herkesin
bilmesi lazım. Birtakım şer güçler bizi parçalamaya çalışıyorlar ama o
şer güçlerin o hain emellerine karşı el birliğiyle, akıl birliğiyle karşı
koyarsak kimse bizimle mücadele edemez.
Değerli milletvekilleri, tabii bir İmar Yasa Tasarısı geldi. Bu
daha önce gelmişti. Bunun üzerinde incelemeler yaptık. Anayasa Mahkemesinin
verdiği bir bozma kararı üzerine komisyon düzenlemiş, getirmiş. Anayasa Mahkemesindeki bozulma gerekçesi, burada imar para
cezalarında ceza 500 milyon lira ile 25 milyon lira arasında olması nedeniyle
çok açık bir fark olduğu için, bu kadar isabetsiz bir sınırdan dolayı, yargının
ve idarenin çok geniş takdir yetkisi olduğundan dolayı bunun adil ölçülere
çekilmesi gerektiği belirtilmiş, buna göre bir düzenleme getirilmiş. Tabii
burada komisyon adına konuşan Komisyon Başkanı “Bütün partiler ittifak içinde…”
Ama ben bir ittifak içinde değilim, onu peşin söyleyeyim. Ben bu kanunun
yazdırılmasında bazı hatalar olduğuna da inanıyorum. O vesileyle bu arada da
düzeltmek istiyorum.
Şimdi, değerli milletvekilleri, biz istiyoruz ki aslında bu çatı
altında… Bu çatı, memleketimizin can damarıdır. Burada Türkiye’nin sorunlarının
en iyi şekilde dile getirilmesi… Özellikle, bakın, şu Hükûmet
sıralarına bakın, Meclisi kale almayan bir Hükûmet.
Böyle bir Hükûmet olur mu? Bu sizin zamanınız dışında
burası, Bakanlar Kurulu sıraları doluydu. Buraya göstermelik bir tane kişi
gönderiyorlar, bakan. Peki bu adam hastalandığında ne
olacak? Ne olacak şimdi? Ne olur yani, olur mu böyle bir şey? Böyle bir gayriciddi Hükûmet olmaz.
İkincisi: Bakın, temel meselelerden biri, bugün bir şeker
fabrikalarının özelleştirme meselesi var. Altı tane şeker fabrikasını niye
birleştiriyorsunuz? Altı tane şeker fabrikasını verdiğiniz adam kim? Cengiz
İnşaat. Cengiz inşaat kim? Tayyip Erdoğan İstanbul Belediye Başkanıyken Rize’de
bir saray yavrusunu kendisine inşa eden müteahhidin olduğu söyleniyor. Doğru
mu, yanlış mı? İşte burada ahkâm kesiyor Hükûmet
temsilcisi, çıksın desin ki yanlış. Yani bu kişiler, hep devletin kaynakları
bunlara peşkeş çektirdi.
Bakın arkadaşlar, altı tane şeker fabrikasının birden ihale
edilmesinin bir mantığı var mı? Her birisini ayrı ayrı
ihale etseler bugünkü fiyatın üç misli gidecek ama bunları bir kişiye
veriyorlar ki ve bunun arkasında da Hükûmet desteği
olduğu için, burada devletin en temel kaynaklarını yandaşlarına peşkeş
çektirmek… Bu kişi daha önce Seydişehir Alüminyum Tesislerini aldı. Seydişehir
Alüminyum Tesislerini alırken Seydişehir’de depolarda mevcut olan, imal edilmiş
çinkonun, demirin, yani mamul maddenin fiyatını bile vermedi.
Arkadaşlar, bunları araştırın, araştırın. O kadar fabrika binası,
o kadar arazi, sabit tesisler de bedava. Oradaki mamul maddenin fiyatını
vermedi. Bugün de altı tane şeker fabrikasını veriyorsunuz. Bu altı tane şeker
fabrikasını vermekle Türk çiftçisinin, pancar çiftçisinin kalbine bıçak
sapladınız. Yani ne demek? Çiftçi şeker pancarı ekmeyecek, boş kalacak. Ne
yapacak, taş mı yiyecek bu insanlar? Efendim, alternatif ürün… Alternatif ürün mürün yok.
Uluslararası emperyalist güçler Türkiye’nin tarımını bitirdiler ve
sizin sayenizde bitirdiler. Ne ettiler? En kıymetli varlık, yani işte, şekeri,
tütünü, buğdayı, en önemli tarım ürünlerini ne yaptılar? Arazileri burada
ekemez hâle getirdiler. Dolayısıyla, işte o neoconcu
sermaye sahipleriyle sizin işbirlikçileri işbirliği yapıyorlar ve Türkiye’yi
maalesef felakete götürüyorlar.
Yani, şimdi, burada biz de isteriz ki bu kürsüye çıktığımız zaman
güzelliklerden bahsedelim. Karşımızda hakikaten soygun yapmayan, alnı açık,
temiz bir iktidarla karşılaşalım ama nerede. Burada hep birbirimizi
kandırıyoruz. Türkiye’de…
Şimdi, burada biraz önce TOKİ’den
bahsedildi. Arkadaşlar, TOKİ’nin kimin hesabına
çalıştığını bilmiyor muyuz? TOKİ’nin bizzat Tayyip
Erdoğan tarafından yönetildiğini bilmiyor muyuz? TOKİ’nin
devletin en güzel kaynaklarını, en güzel arazilerini bedava alıp da ondan sonra
kendisine göre imar planı yapıp da orada, en güzel yerlerde inşa ettikleri
yapıları kendi yandaşlarına âdeta peşkeş çektirdiğini bilmiyor muyuz? Bunun
hesaplarını Yüksek Denetleme Kurulu inceliyor diyorlar, yok öyle bir şey. Sıkı
mı bir tane müfettiş çıksın da Tayyip Bey’in denetimi altında olan bir tane
yeri denetlesin de ondan sonra da o makamda kalsın! Biz bilmiyor muyuz?
İstanbul Belediye Başkanlığında Tayyip Bey’in hesaplarını inceleyen
müfettişlerden kim Tayyip Bey’in aleyhine rapor verdi ise görevine son verildi,
ikinci, üçüncü makamlara itildi; kim, lehine haksızlıkları örtbas ettiyse vali
oldu, genel müdür oldu. Biz bilmiyor muyuz? Hatta Tayyip Bey’in oğlu, trafik
kazasında öldürdüğü bir kadının, efendime söyleyeyim, yüzde 100 suçlu olduğuna
dair adli tıpta rapor veren kişi de geldi, çok rant
kaynağı olan bir yere de genel müdür oldu veya müsteşar oldu. Yani bunları
uygulayan bir Hükûmetin bizim burada karşımıza çıkıp
da dürüstlükten, ahlâktan, insanlıktan bahsetmesinden ben utanıyorum yani ya.
Böyle bir şey olmaz ki arkadaşlar, böyle bir şey olmaz. Sen, evvela, sicilin
bozuk arkadaşım, sicilin, sicilin. Temiz bir sicille çık bizim karşımıza.
Şimdi, kamu personelinin atamasında o kadar keyfîlikler var ki, o kadar ayrım
var ki. Bunların hepsi bilinen şeyler.
Değerli milletvekilleri, biz de istiyoruz ki yani bu memlekette
yıllarca burada, bu kürsülerde konuşan insanlar olarak -yani gerçekten
üzülüyorum- ben de istiyorum ki yani burada çıkan yöneticilere çıkıp da bir
sevgiden, bir dürüstlükten bahsedeyim ama yani görmüyorum ki bir tane işlem.
İşte bu Hükûmetin buradaki bu sıralarının görüntüsü,
işte bu Hükûmetin felaket içinde olduğunu gösteriyor,
Türkiye’yi getirdiği makamları gösteriyor. Yani her gün, ondan sonra, uçaklara
doldur yandaşlarını, getir, dışarıda canı istedi mi ye, iç, gel. Arkadaşlar,
bir tane Başbakan uçağının, bir tane Cumhurbaşkanının yurt dışındaki seyahati
500 bin dolar. Ben iddia ediyorum, bu paralar da örtülü ödenekten ödeniyor.
Çıksınlar, burada desinler ki: “Yalan.” Bunların hepsi… Sorduk, sorularımıza da
cevap vermiyor. Bunlar 500 bin dolara böyle yandaşlarını alıp da getirip de en
güzel yerlerde yaşatıyorlar.
Tayyip Bey’in emrinde çalışan polis 724 kişi, 724 tane polis… Kaç
tane araç var, kaç tane makam aracı var. Bugün siz iktidara geldiğiniz zaman
bütün resmî plakaları kaldırdınız, hepsi sahte plakalar takıyor. Niye? Çünkü
hepinizin altında devletin arabası var ama plakası resmî değil. Böyle hep
görüntüyü sahteleştirdiniz, görüntüyü halktan sakladınız. Böyle bir iktidarla
neye, kime… İşte, ekonomiyi getirdiğiniz durum böyle.
Şimdi, şu kanunda da getirilen, benim gördüğüm kadarıyla, yani çok
önemli şeyler yok ama mesela bu kanunda bir madde var. Yani, işte, yapısını
güçlendirmeyen kişiye 10 milyar lira para cezasını veriyorsunuz. Yahu, yapısını
bir gecekondu da güçlendirmez yahut…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Genç, lütfen tamamlayınız.
KAMER GENÇ (Devamla) – …koskoca apartman da güçlendirmez. Yani ona
da 10 milyar ceza veriyorsun, o koskoca apartmana da, yani gecekonduya da… Yani bir denge olması lazım. Kanunda denge gözetilmemiş.
Ondan sonra bu idari para cezalarında mesela idari yargıya
giderken “on beş gün” deniyor. Bana göre idari yargıda dava açma süresi
bellidir. Yani birisine “on beş”, birisine bilmem “bir ay”, birine “altmış gün”
derseniz insanlar dava açma konusunda mütereddit olurlar, hak kaybına sebep
olurlar.
Onun için değerli milletvekilleri, biz istiyoruz ki… Tabii ki
Türkiye’nin sağlıklı bir imar hukukuna kavuşması gerekir ama maalesef
Türkiye’de devri iktidarınızda hep kanunlar karşı rakip kişiler için çalıştı,
kendi iktidarınızda yandaş olanlara çalışmadı. İşte, bunları görüyoruz ve
getirilen cezai müeyyideler de daha ziyade rakip kişiler için, maalesef,
uygulanıyor. Türkiye, böyle bir hukuk yönünden, hak yönünden, maalesef,
insanlarını yaşamaz bir ülke hâline döndürdünüz.
Ben genel olarak, bu kanunun, tabii bazı maddeleri hatalı, onların
düzeltilmesini istiyorum.
Saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Genç.
Başka söz talebi? Yok.
Şimdi, yirmi dakika süreyle soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Sayın Işık, Sayın Uslu, Sayın Özdemir, Sayın Orhan, Sayın Arat,
Sayın Sipahi, Sayın Çelik ve Sayın Doğru söz istemişlerdir.
Birer dakikalık soru sorma süresi veriyorum.
Sayın Işık, buyurun.
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, bu tasarıyla ilgili olarak ilgili sivil toplum
kuruluşlarının Bakanlığınız il müdürlükleri ve ilgili kuruluşlarında görev
yapan fen adamlarının yetkilerinin sınırlandırıldığı yönündeki iddialarını
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu unvanlarla çalışan fen adamlarının iş yükü ve ilgili verilen
haklardan yararlanması konusunda Bakanlığınızın düşüncesi nasıldır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Işık.
Sayın Uslu…
CEMALEDDİN USLU (Edirne) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, Bakanlığınızın coğrafi bilgi sistemiyle ilgili
çalışmaları ne aşamadadır? Ülke genelinde yaygınlaşması ve kullanılması ne
kadar zaman alacaktır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Uslu.
Sayın Özdemir, buyurun.
HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Sayın Başkan, Sayın Bakana soruyorum:
Seçim bölgem Gaziantep de son yıllarda en fazla göç alan illerimizden ve ikinci
sırada gözüküyor. Nitekim 2000 ve 2008 yılları arasında baktığımızda yüzde
25’lik bir şehir merkezine göç var. Bu göçle birlikte özellikle Şahinbey, Şehitkamil ilçeleri ve Gaziantep Büyükşehir Belediye
sınırları içerisinde şehirleşme konusunda çok ciddi sorunlar gözüküyor. Dere
yataklarına yerleşim izni, çarpık yapılaşmaya müdahale edilememesi,
gecekondulaşmaya göz yumulması, sel bölgelerine apartmanlar ve iş merkezleri
yapılması âdeta kent merkezinde bu tür sel felaketlerine bir davetiye çıkarır hâle
gelmiştir. Yapı denetim konusu da ciddi olarak çalışamamaktadır. Bu konudaki
önleme projeleriniz nedir?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Özdemir.
Sayın Orhan…
AHMET ORHAN (Manisa) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Görüşülmekte olan kanun tasarısını vesile kılarak Türkiye’nin
kanayan yarası otopark ve şehir içi güvenlik konusuna değinmek istiyorum.
Maalesef kentleşme sürecini sürdürmekte olan ülkemizde, refahın tabana
yayılması adına, özel otomobil sayısı artmaya devam ederken şehirlerimizin altyapısı
bu oranda ihtiyacı karşılayacak düzenlemeleri haiz değildir. Yerel iktidardaki
başarısını genel iktidara taşıdığı iddiasında olan iktidarınız, şehir içindeki
bu ihtiyacı giderme konusunda son derece başarısız olmuştur. Maalesef,
Meclisimizi çevreleyen caddelerde bile trafik akışı mümkün olmamaktadır. Bunun
yegâne sebebi otoparkların yetersizliğidir. Otoparkların yapılmasında görevli
olan belediyeler, kanunla kendilerine bu görevler verilmiş olmasına rağmen,
maalesef, inşaat sahiplerinden otopark bedellerini tahsil etmek suretiyle bu
görevi üzerine aldıkları hâlde yerine getirmemekte ısrar etmektedirler.
Geçtiğimiz dönemde…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Arat, buyurun.
NECLA ARAT (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, İstanbul’da Ataköy sahilinde ve Florya Atatürk
Ormanı’nda TOKİ ile bağlantılı yapılaştırmalar, kamunun malı olan sahilin ve
ormanın yağmalanması -bu tabir medyanın ve halkın kullandığı bir tabir- gerek
çevre halkının gerekse sivil toplum örgütlerinin yoğun tepkilerine yol açmakta,
protesto eylemleri birbirini izlemektedir. Mahkeme kararları da var tabii bu
arada alınan.
İktidar, niçin vatandaşların çevre duyarlılığını ve etik
kaygılarını -bu etik kaygılardan yağmalama, rant elde
etme gibi kavramlar yine medyada yer alıyor- niçin paylaşmamakta ısrar ediyor?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Arat.
Sayın Sipahi…
KAMİL ERDAL SİPAHİ (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Efendim, iktidar partisi milletvekillerimizce TOKİ’nin
başarılarından bahsedildi. Malum, Türkiye'nin en önemli
sorunu terör ve en önemli konu da Mehmetçik’in güvenliği. 3 Ekim 2008 Aktütün Karakolu baskınından sonra, Başbakanın talimatıyla
Millî Savunma Bakanlığı ile TOKİ arasında bir protokol yapıldı. Bu Protokol
gereğince 58 tane karakol ve 2 tane de tabur şeklindeki yerleşkenin yapılması TOKİ’ye devredildi. Aradan on dört ay geçti. Yapılacak şey
altı üstü birer karakol. Biz beklerdik ki bu 58 karakoldan en aşağı yarısı
bitsin, yarısı inşaat hâlinde olsun. Millî Savunma Bakanlığının son, Plan ve
Bütçe Komisyonunda verdiği bilgide bunlardan sadece 11 tanesinin inşaatına yeni
başlanmış, devam ediyor. Bu nasıl bir başarıdır böyle hassas bir konuda!
Takdirlerinize sunarım.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Sipahi.
Sayın Çelik…
BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Biraz önce konuşmacılardan Sayın Bayraktar’ın yerel yönetim
reformuna değinmesini ben de soru şekline getirerek Sayın Bakana konuyu
bildirmek istiyorum.
Özellikle bundan önceki, 2002-2009 arasındaki hükûmetlerin
yapmış olduğu önemli bir çalışma da Büyükşehir Belediyesi Yasası’nı ve İl Özel
İdaresi Yasası’nı çıkarması oldu. Ancak bunu “reform” adı altında çıkardılar.
Bunun, bu Yasa’yı ciddiyetle incelediğimizde reform niteliğini taşımadığını
maddeler içerisine serpiştirilen hükümlerden çok net bir şekilde anlıyoruz.
Örneğin, belediye meclislerinin yapısı, fonksiyonu açısından görüyoruz, il
genel meclislerinin yeni statüsü üzerinde görüyoruz. Bunlar kendilerine tevdi
edilen imar faaliyetlerini…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Doğru…
REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Tokat ili Erbaa, Zile ve Reşadiye ilçelerine TOKİ inşaatı
yapılacak mıdır? Birinci sorum.
İkinci sorum: Özelleştirme İdaresince altı şeker fabrikası
satılmak için ihaleye çıkarıldı, bunlardan bir tanesi de Turhal Şeker
Fabrikasıdır. Ancak Turhallılar şu anda çiftçisiyle, işçisiyle hep beraber
ayaktadırlar, fabrikalarının özelleşmemesini, özelleşirse de Tokat’taki,
Turhal’daki pancar kooperatiflerine veya çeşitli sivil toplum kuruluşlarına
verilmesi noktasında istekleri vardır. Bu yönlü olarak Hükûmetin
bir çalışma yapması mümkün müdür? Bunu öğrenmek istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Doğru.
Sayın Süner…
TAYFUR SÜNER (Antalya) – Sayın Başkanım, Sayın Komisyon Başkanıma
sormak istiyorum: Konuşmasında TOKİ’nin sosyal konut
yaptığını, çok az miktarda da lüks konut yaptığını belirttiler. Eğer onları
söylememiş olsalardı zaten bu konuyu açmayacaktım, Komisyonda gerekli
konuşmaları yapmıştım.
Sayın Başkanım, Ataköy’de yapılan konutlar sosyal konut mudur?
Maalesef sosyal konut değil, konak; adı konak, Ataköy Konakları.
Şimdi “Oradaki, Ataköy’deki yeşil alanları satıyorsunuz.” dedim,
“Hayır satmıyoruz, imarlı alanları satıyoruz.” diye cevap verildi.
Oraları imarlı alan değil. Geçmiş belediye başkanlarının
duyarsızlığı, terk alanlarını takip edip belediyelerin umdelerine almamasından
kaynaklanan, sorumsuzca davranışları yüzünden Emlak Kredi Bankasının üzerinde
kalmasından kaynaklanan bir olay.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Süner.
TAYFUR SÜNER (Antalya) – Başkanım, bir müsaade edin…
BAŞKAN – Sayın Sönmez…
FEHMİ MURAT SÖNMEZ (Eskişehir) – Sayın Bakanım, serbest müteahhitlik hizmeti yapan firmalar inşaatlarının
denetimcilerini kendileri seçmektedirler, ücretlerini kendileri ödemektedirler
yani inşaatlarını denetleyecek insanların patronudurlar. Bu ortamda inşaatların
objektif olarak denetlendiğini söyleyebilir miyiz? Bu konuda ne yapmayı
düşünüyorsunuz?
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Sönmez.
Sayın Yeni…
Sayın Genç…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, Tunceli’de Uzunçayır
Barajı yapılıyordu. Bu Uzunçayır Barajı’nda yeni su
tutuldu fakat Tunceli’de kanalizasyon yapılmadı. Şimdi, bu Uzunçayır
Barajı Tunceli’deki, yani şehir içindeki bazı alanları da su altına aldı ama bu
bütün kanalizasyonlar bu baraja akıyor. Acaba bu kanalizasyon ne zaman
yapılacaktır? Çünkü, kanalizasyon yapılmadığı zaman
Tunceli’de yaşanmaz bir hâle geliyor orası, çünkü sivrisinek ve pis sular
orada, şehir içinde olunca orası gerçekten çok facia bir hâle gelecektir.
İkincisi: Tunceli’nin Nazımiye ilçesinde afetzedeler olarak hak
sahibi 28 vatandaş var. Bu arada TOKİ’nin de bazı
sahibi olmayan evleri var. Bu 28 vatandaşa TOKİ’nin
oradaki fazla evlerini vermeyi düşünüyorlar mı?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Genç.
Soru sorma süresi tamamlanmıştır.
Sayın Bakan, buyurun.
Süreniz on dakika.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Sayın Başkan,
değerli arkadaşlarım; çok sayıda arkadaşımız soru sordu. Teknik bilgi
gerektiren hususlarda yazılı cevap verecek arkadaşlarım. Ben genel olarak bazı
konulara cevap vermek istiyorum.
Son sorulardan başlamak istiyorum: Sayın Sönmez, serbest müteahhitlik hizmeti yapan firmaların denetçilerini de
kendilerinin seçtiklerini ve bunun da bir anlamda denetimsizliğe yol açtığı
gibi bir geçmişten bu yana hep birlikte şikâyet ettiğimiz haklı bir konuyu dile
getirdi. Şimdi, bir hazırlık yapılıyor -Komisyon Başkanımızla da konuyu
konuştuk- Yapı Denetim Kanunu’nda bu husus gideriliyor. Yani, böyle bir denetim
başıboşluğuna yol açan şimdiye kadarki uygulama, bundan sonra yeni bir yasal
düzenlemeyle giderilecek. Gerçekten böyle bir ihtiyacımız var. Soruyu soran
arkadaşıma teşekkür ederim. Bu hazırlık bu yıl Parlamentomuza gelecek.
Yine bir arkadaşımız, Sayın Genç, Tunceli’nin altyapısından söz
etti. Doğrudur. Türkiye’nin birçok bölgesi yakın yıllara kadar çok ciddi
biçimde ne yazık ki ihmal edilmişti ve Türkiye’de hizmet açısından ciddi bir
dengesizlik vardı geçmiş yıllarda. Bugün, zaten Türkiye’de bazı sosyal sorunlar
hak ettiğinden daha yüksek boyutlarda tepkisel bir siyasi istismar konusu
yapılabiliyorsa bu, hizmetlerdeki adaletsizliklerden de kaynaklanmıştı önemli
ölçüde. Son yıllarda özellikle bu giderilmeye çalışılıyor, yani Türkiye’nin her
tarafı bir ve eşit tutulmaya ve hizmeti adaletle dağıtan bir yeni politika
yönlendirilmeye çalışılıyor. Son zamanlarda Tunceli’ye devletin en üst
düzeyinden yapılan birtakım ziyaretlerden sonra altyapıya da ciddi biçimde
ağırlık verileceği konusunda yine devletin en üst düzeyinden açıklamalar
yapıldı. Ben, geçen birkaç ay içinde, yine, Hakkâri’ye gittiğimde, altyapı sorunlarının
ne kadar vahim boyutlarda olduğunu bir kez daha gördüm ve ilgili
arkadaşlarımızla birlikte bu altyapı sorunlarının bir an önce giderilmesi
konusunda bir çalışmayı gerçekleştirmeye çalışıyoruz.
Türkiye’nin her tarafında yaşayan insanlarımızın sağlıklı
kanalizasyona, her tarafında yaşayan çocuklarımızın oyun alanlarına, her
tarafında yaşayan insanlarımızın sağlıklı sokak, cadde altyapısına ihtiyacı var
ama Türkiye, yakın zamana kadar, ne yazık ki sadece batısı var ya da güneyi var
gibi algılana geliyordu ve o yüzden sorunlar çok birikmişti. Şimdi, bunları
adaletli bir anlayış içinde çözmeye çalışıyoruz ama takdir edersiniz ki yarım
yüzyılı aşkın bir süreden bu yana Türkiye haksız bir rant
ekonomisi içinde yönetilmişse, adaletsiz bir sosyal ve ekonomik yapı içinde
yönetilmişse, bunun bütün sonuçlarının üç yıl içinde, beş yıl içinde, yedi yıl
içinde sona erdirilmesi herhâlde mümkün değildir ama bu konuda çok ciddi, iyi
niyetli bir gayret olduğunu arkadaşlarımızın herhâlde vicdanlarından teslim
edeceğini düşünüyorum.
Yine birkaç soru var.
Sayın Işık arkadaşımız, sivil toplum kurumlarında görevli
arkadaşlarımızın, bakanlık çalışanlarının yetkilerinin azaltıldığı gibi bir
iddiayı dile getirdi. Arkadaşların teknik olarak bana verdikleri bilgilerde
böyle bir şey söz konusu değil. Sivil toplum, çağımızda mümkün olduğu kadar
öne…
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Sivil toplum kuruluşu değil, fen adamları.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Evet, yani fen
adamı, sivil toplumda çalışan fen adamları. Yani bu iddianın doğru olmadığını
biliyorum ve tahmin ediyorum çünkü bir yandan sivil toplum örgütlenmesini
teşvik ediyoruz, bir yandan bu sıfatları taşıyan arkadaşlarımızın yetkilerinin
azaltılması çelişkili bir davranış olur. Ben bunun…
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Sayın Bakanım, yanlış anlaşıldı. Onların bağlı bulundukları meslek
örgütlerinin…
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Anladım,
meslek örgütlerinin de geriye itilmesi elbette söz konusu olamaz çünkü sivil
toplumu öne çıkarmaya çalışan bir anlayışı temsil ediyoruz.
Coğrafi Bilgi Sistemi’ni geliştirmek konusunda bir çalışma var,
ayrıntısını teknik olarak arkadaşlarımız size yazılı bildirecekler.
Gaziantep konusuna gelmek istiyorum. Sayın Özdemir’in her zaman
Gaziantep’le ilgili somut sorular sorduğunu biliyorum. Ben, Gaziantep’i
yakından takip eden bir arkadaşınızım. Yaptığım iş, somut olarak ilgilendiğim
alan da imar faaliyetlerini yakından takip etmeyi gerektiriyor.
Gaziantep, bence son yıllarda Türkiye’de gelişme ivmesi en yüksek
olan şehirlerden bir tanesi. Gaziantep’te geçmiş yıllara kadar farkında
olmadığımız tarih ortaya çıkıyor, Gaziantep’in arkeolojik zenginlikleri ortaya
çıkıyor. Gaziantep şehir dokusundaki tarihsel yapılar, kervansaraylar,
arastalar ortaya çıkıyor ve bu alanda gerçekten özel bir seferberlik sürdüren
müstesna illerimizden birisi Gaziantep ve Gaziantep’teki yerel yönetimle de bu
konuda ciddi çalışmalar götürüyoruz. Kuşkusuz eksikleri olabilir ama mesela
Gaziantep’te şu anda Türkiye'nin en önemli müzelerinden birisi inşa ediliyor.
Bu yıl içinde açılışını gerçekleştireceğiz ve böylece Türkiye, dünyada en fazla
mozaik sergileyen bir şehre kavuşmuş olacak. Türkiye olarak biz böyle bir sıfat
elde edeceğiz, bunu Gaziantep sayesinde yapacağız.
Altyapı konusunda Gaziantep’te geçmiş yıllarda farkında
olmadığımız bir tarihî kent merkezi ortaya çıkmaya başladı. Elbette, önleme
projeleri konusunda da bir gayret var. Ben bunların önümüzdeki günlerde daha
belirgin biçimde sonuçlarını birlikte yaşayacağımızı düşünüyorum.
Otopark konusu gerçekten çok ciddi bir sorun, Sayın
Milletvekilimizin dile getirdiği, Sayın Orhan’ın dile getirdiği otopark sorunu.
Ne yazık ki Türkiye’de ve dünyada park ihtiyacı çoğalırken şehirlerimiz buna
uygun bir altyapı geliştirmedi. Birkaç cümleyle biraz önce kürsüden de
söyledim: Türkiye'nin tarih dokusunu, Türkiye'nin kültür dokusunu, Türkiye'nin
turizm potansiyelini körelten bir şehircilik süreci yaşadık biz ne yazık ki
Türkiye’de. Evet, insanlarımızın imkânları çoğaldı. Eskiden, bir mahallede
parmakla gösterilen bir araç varken, şimdi, şükür olsun, her evin iyi kötü bir
aracı var ama ne yazık ki hâlâ otopark bilinci gelişmiş değil. Hâlâ otopark
için ayrılmış olan alanları, ne yazık ki belediyelerimiz, başka bedellerle
başka kullanım alanlarına dönüştürüyor.
Buradan şuna gelmek istiyorum: Parlamentomuzda bir yasa önerisi
var. Hiç olmazsa kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgelerinde, turizm
bölgelerinde imar planlarında doğrudan Bakanlığın yetkili olmasını öneren çünkü
1/25.000’lik planları zaten biz yapıyoruz, küçük ölçekli planlarda da
bakanlığın yetkili olmasını öneren arkadaşlarımızın bir önerisi var. Grup
sözcüsü arkadaşlarımızdan birisi bunu eleştirdi. Bakın, bu eleştiriyle sizin bu
tespitiniz çelişiyor. Sizin tespitinizin haklı olduğunu söyleyerek buna
değiniyorum. Ne yazık ki yerel yönetimlerimiz, ne yazık ki bütün bu yasalara ve
yerel yönetimlere yaptığımız bütün vurgulara, yerel yönetimlerin yetkisinin
geliştirilmesi konusundaki bütün o haklı politik retoriğimize rağmen,
Türkiye'nin ihtiyaçlarıyla kendisini tam çakıştıramadı ve ne kadar önemli bir
alanda görev yaptıklarını tam içselleştiremedi. Yerel
yönetimler, bazen küçük oy gruplarına büyük tavizler verebiliyorlar imarda;
söylediğiniz gibi, otopark alanlarını küçük bedellerle kullanım alanına dönüştürebiliyorlar
veya bir yeşil alanı veya bir çocuk oyun alanını veya bir başka sosyal ortak
kullanım alanını imara açabiliyorlar çünkü orada bazen küçük oy grupları
devreye giriyor veya bazen, haksızlık yapmak istemiyorum ama belediyenin
ihtiyacı olan bir maddi karşılık, çıkar demedim ama bir maddi karşılık devreye
girebiliyor. Orada, o küçük ölçekte ona teslim oluyor yerel yönetimler
ama siz, Ankara’dan global bir bakışla Türkiye'nin
neye ihtiyacı olduğunu hissederek, o küçük ölçekteki oy grubunun veya küçük
ölçekteki maddi çıkarın önemini bir tarafa koyarak, yukarıdan bakarak bir
planlama yapabilirsiniz, o zaman, hiç olmazsa o sahili kurtarabilirsiniz, hiç
olmazsa o turizm potansiyel alanını kurtarabilirsiniz ve bunu da devre dışı
yapıldığı iddiaları gündeme getirilen bayındırlık müdürlükleri eliyle
yapabilirsiniz veya o sahil kasabasını kurtarabilirsiniz.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de çok önemli gelişme bölgelerinde,
çok önemli turizm bölgelerinde, bir yarımadada on tane belediye var. Bir sahil
şeridinde 20 kilometrenin içinde on tane yan yana belediye var, mahalle gibi.
Bir mahalleden, bir sokaktan ötekine geçiyorsunuz, öteki belediyeye girdiğinizi
sonra size söylüyorlar.
BAŞKAN – Sayın Bakan…
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Her birinin
bir seçmen profili var, her birinin bir imar anlayışı
var, her birinin altyapıya bir bakışı var. Böyle bir çeşitlilik olamaz.
Türkiye'nin bir makro bakışa, Türkiye'nin çağın ihtiyaçlarını gören bir
bütüncül yaklaşıma ihtiyacı var ve bunu Ankara yapmalıdır, bu ilkeleri Ankara
koymalıdır ama bu ilkeleri koyarken –sayın milletvekilimizin söylediği gibi-
çevre duyarlılığını göz ardı etmemeliyiz…
BAŞKAN – Sayın Bakan, süreniz tamamlandı.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – …tarih
duyarlılığını göz ardı etmemeliyiz. Biz şimdi tarih duyarlılığını, çevre
duyarlılığını öne çıkararak böyle bir bütüncül yaklaşım geliştirmeye
çalışıyoruz. Burada, küçük ölçekte bazı tartışmalar var, bunları dikkatle takip
ediyoruz. Yeni bir yükselti ortaya çıkmaması, şehirlerin silüetinin
kaybolmaması, tarihî dokunun özellikle yok olmaması konusunda bir dikkatimiz
var.
Son cümle olarak şunu söylemek istiyorum: Milletvekili
arkadaşlarımızın hassasiyetleri bizim de Hükûmet
olarak ortak hassasiyetlerimizdir.
Teşekkür ederim efendim.
Saygılar sunarım.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1’inci maddeyi okutuyorum:
İMAR KANUNU İLE BAYINDIRLIK VE İSKAN BAKANLIĞININ TEŞKİLAT VE GÖREVLERİ HAKKINDA KANUN
HÜKMÜNDE KARARNAMEDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1- 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı
İmar Kanununun 28 inci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
“Müelliflik, fenni mesuliyet, şantiye şefliği, yapı müteahhitliği ve kayıtlar:
MADDE 28- Bu Kanun kapsamındaki mimarlık, mühendislik ve planlama
hizmetine ilişkin harita, plan, etüt, proje ve eklerinin düzenlenmesi ve
bunların yerine getirilmesinin; uygulamada bulunulacak alanın, yerleşme
merkezinin ve yapının sınıfına, özelliğine ve büyüklük derecesine göre,
uzmanlık alanlarına uygun olarak 38 inci maddede belirtilen meslek mensuplarına
yaptırılması mecburidir. Müellifler ve uygulamada bulunan meslek mensupları,
işlerini bu Kanuna ve ilgili diğer mevzuata uygun olarak gerçekleştirmekten
sorumludur.
Yapıda inşaat ve tesisat işleri ile kullanılan malzemelerin kamu
adına denetimine ilişkin fenni mesuliyet, ruhsat eki etüt ve projelerin gerektirdiği
uzmanlığı haiz meslek mensupları tarafından ayrı ayrı
üstlenilmek zorundadır. Fenni mesul mimar ve mühendisler uzmanlık alanlarına
göre; yapının, tesisatı ve malzemeleri ile birlikte, bu Kanuna, ilgili diğer
mevzuata, uygulama imar planına, ruhsata, ruhsat eki etüt ve projelere,
standartlara ve teknik şartnamelere uygun olarak inşa edilmesini denetlemekle
görevlidir. Yapı sahibine ve idareye karşı sorumlu olan fenni mesuller,
uzmanlık alanına uygun olarak yapıda yetki belgesi olmayan usta çalıştırılması
veya şantiye şefi bulundurulmaksızın yapım işinin sürdürülmesi veya yapının
mevzuata aykırı yapılması veya istifaları halinde, bu durumları altı iş günü
içinde ilgili idareye yazılı olarak bildirmek zorundadır. Aksi takdirde, fenni
mesuller kanuni mesuliyetten kurtulamaz. Bildirim üzerine, en geç üç iş günü
içinde 32 nci maddeye göre işlem yapılır.
Fenni mesulün istifası veya ölümü halinde, başka bir meslek
mensubu fenni mesuliyeti üstlenmedikçe yapının devamına izin verilmez. Fenni
mesulün istifası halinde, istifa tarihinden önce yapılan işlere dair
sorumluluğu devam eder. Yeni atanan fenni mesul, daha önce yapılan işlerin
denetlenmesinden ve eksiklik ve hata var ise giderilmesini sağlamaktan ve
bildirimde bulunmaktan da sorumludur. Tespit edilen bu eksiklik ve hatalar
giderilmedikçe inşaatın devamına izin verilmez.
Fenni mesuller, Bakanlık tarafından çıkarılan yönetmelikte
belirlenen sınıf, özellik ve büyüklüğe sahip bulunan yapıların denetimi
faaliyetine yardımcı olmak üzere, 38 inci maddeye göre uygun nitelikte ve
sayıda fen adamı istihdam etmek mecburiyetindedir.
Fenni mesuller, uzmanlık alanlarına göre yapım işlerinin
denetimine ilişkin ayrıntılı bütün belgeler ile mimarlık ve mühendislik
hizmetleri raporunu idareye vermek ve yapı kullanma izin belgesini imzalamak
mecburiyetindedir. Yapıya ilişkin bilgiler, ilgili idarece, etüt ve proje
müelliflerinin, fenni mesullerin, yapı müteahhitlerinin
ve şantiye şefi mimar veya mühendisin üyesi bulunduğu meslek odasına, üyelik
kayıtlarına işlenmek üzere bildirilir.
Fenni mesuller, mesuliyet üstlendikleri yapı ile alakalı olarak
yapı müteahhitliği, şantiye şefliği, taşeronluk ve
malzeme satıcılığı yapamaz. Yapı sahibi, yapısının fenni mesuliyetini
üstlenemez.
27 nci madde kapsamındaki yapılar ile entegre tesis niteliğinde olmayan ruhsata tabi tarım ve
hayvancılık yapılarına ait 22 nci maddede yer alan
etüt ve projeler, il özel idarelerince veya Bakanlığın taşra teşkilatınca
hazırlanabilir. Bu tarım ve hayvancılık yapılarına dair fenni mesuliyet, il
özel idaresinin veya Bakanlığın taşra teşkilatının mimar ve mühendisleri
tarafından üstlenilebilir.
Yapı müteahhidi ve şantiye şefi; yapıyı, tesisatı ve
malzemeleriyle birlikte bu Kanuna, ilgili diğer mevzuata, uygulama imar
planına, ruhsata, ruhsat eki etüt ve projelere, standartlara ve teknik
şartnamelere uygun olarak inşa etmek, neden olduğu mevzuata aykırılığı gidermek
mecburiyetindedir. Yapı müteahhidi ve şantiye şefi, ilgili fenni mesullerin
denetimi olmaksızın inşaat ve tesisatlarına ilişkin yapım işlerini sürdüremez,
inşaat ve tesisat işlerinde yetki belgesi olmayan usta çalıştıramaz.
Bakanlıktan veya Bakanlıkça yetkilendirilmiş idareden yetki
belgesi almaksızın, inşaat ve tesisat dahil yapım
işlerinin müteahhitliği üstlenilemez. Yetki belgeleri geçici veya daimi olarak
düzenlenebilir. Gerçek kişilere ve özel hukuk tüzel kişilerine yapı inşa eden müteahhitlerin kayıtları, her yapı için ayrı ayrı tutulur. Bu kayıtların birer nüshası, ilgili yapı
müteahhidinin yetki belgelendirmesi işlemlerinde değerlendirilmek üzere
Bakanlığa gönderilir. Müteahhitlere yetki belgesi verilmesi işlemleri, bu
kayıtlar da değerlendirilerek Bakanlıkça yürütülür.
Fenni mesullerce denetime ilişkin mimarlık ve mühendislik
raporları hazırlanan, yapı sahibi, fenni mesuller ve ilgili idare elemanlarının
birlikte düzenlediği tespit tutanağı ile tamamlandığı belirlenen, ancak, yapı
müteahhidinin yapım işlerinden doğan vergi ve sigorta primi borçlarının ve
diğer sorumluluklarının gereğinin yerine getirilmemesi sebebiyle yapı kullanma
izin belgesi verilmesi işlemleri tamamlanamayan yapılar için, yapının
müteahhidi olmayan yapı sahibinin talebi üzerine, ilgili idarece durum tespit
edilerek yapı kullanma izin belgesi verilir. Bu belgenin bir örneği, ilgili kurumlara ve ilgililerin
kayıtlarına işlenmek ve değerlendirilmek üzere ilgili meslek odalarına ve
Bakanlığa gönderilir.
Yapı sahibi, ruhsat süresi dolmamış olan bir yapının etüt ve proje
müellifliği, yapı müteahhitliği ve şantiye şefliği
görevlerinden herhangi birini üstlenmemiş ise bütün sorumluluk, ilgisine göre
etüt ve proje müelliflerine, yapı müteahhidine, şantiye şefine ve ilgili fenni
mesullere aittir.”
BAŞKAN – Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz
isteyen Tayfur Süner, Antalya Milletvekili.
Buyurun Sayın Süner. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA TAYFUR SÜNER (Antalya) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz kanun tasarısının 1’inci maddesi üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Terör saldırısında hayatını kaybeden evlatlarımıza Tanrı’dan
rahmet, tüm Türk ulusuna başsağlığı diliyorum.
Görüştüğümüz bu tasarı, müteahhitlerin
yapı işlerindeki kusurlarına ilişkin sorumluluğu şantiye şefleriyle, fennî
mesullerle paylaşmasına yönelik düzenlemeleri içermektedir. Mahkemelere intikal
eden değişik konularda, hukuki ihtilaflarda, muhatabı bulunmayan işlerde çok
önemli hukuk sorunlarını çözüme kavuşturmayı amaçlayan bir tasarıdır. Bununla
birlikte, kat karşılığı inşaat sözleşmelerinde inşaatın yüklenicisi olan
müteahhidin borçlarından kaynaklanan mağduriyetler, arsa sahiplerinin hak
kullanımı noktasında çok ciddi yasal engeller çıkmasına zemin hazırlar
durumdaydı. Yine bu kapsam içerisinde bütün bu sorunların -tespit edilen,
belirlenen, hukuki ihtilaflara ilişkin boyutu da olan sorunların- yapılacak
düzenlemeyle çözüme kavuşturulması hedeflenmektedir.
Görüşmekte olduğumuz 1’inci maddeyle de İmar Kanunu’nun 28’inci
maddesi başlığıyla birlikte yeniden düzenlenmiştir. Bunun yanında 3194 sayılı
Kanun’un 28’inci maddesinin mevcut ikinci fıkrasında da yer alan harita, plan
ve proje müelliflerinin sorumlulukları daha açık, belirgin ve genişletilerek
yeniden düzenlenmiştir.
Ayrıca, denetime yönelik fennî mesuliyet görevini üstlenen meslek
mensuplarının görev ve sorumluluklarını açıklayan 28’inci maddenin mevcut
birinci fıkrası, uygulama sürecinde alınan Danıştay kararları da dikkate
alınarak daha açık ve belirgin hâle getirilmiştir. Fennî mesuliyet tanımı da
yapılmak suretiyle yeniden düzenlenmiş ve Yapı Denetimi Hakkında Kanun ile uyum
sağlanmıştır. Daha sağlıklı bir denetim yapılması amacıyla fennî mesullerin
mimar ve mühendis unvanlı meslek mensupları olmaları ve denetim faaliyetlerinde
kendilerine yardımcı olmak üzere gerekli düzenlemeler yapılmıştır.
Yine bu maddeyle, yapının denetim sorumluluğunu üstlenen fennî
mesullere, yapının tamamlanmasını tespit bakımından ayrıntılı tüm belge ve
mimarlık ve mühendislik hizmetleri raporunu idareye verme ve yapı kullanma izin
belgesini imzalama zorunluluğu getirilmiştir. Bunun yanında, fennî mesullerin,
aynı zamanda aynı yapıda yapım sorumlusu olarak yapı müteahhitliği,
şantiye şefliği, taşeronluk ve malzeme satıcılığı görevlerini
üstlenemeyecekleri ve yapı sahibinin kendi yapısında fennî mesul olamayacağı
hüküm hâline getirilerek yapım ve denetim süreçlerinin birbirinden ayrılması
sağlanmıştır.
Ayrıca, yapı müteahhitleri ve şantiye
şeflerinin yapım sürecindeki sorumlulukları belirlenmiştir. Yapı müteahhitlerinin sicillerine ilişkin hükümler yeniden
düzenlenmiştir. Hâlihazırda, yapı sahibinin aynı zamanda yapı müteahhidi
olmadığı yapılarda, yapı müteahhitlerinin yapım
işlerine ait vergi ve sigorta bedellerini ödememesi nedeniyle yapı kullanma
izin belgesi düzenlenemediğinden ve bu nedenle yapı sahipleri mağdur
edildiğinden yeni bir hüküm olarak getirilmiştir.
Değerli milletvekilleri, küresel krizin başlamasının üzerinden bir
yıldan fazla bir zaman geçmiştir. Kapalı ekonomiler dışında birçok ülke
ekonomisi son bir yıldaki gelişmelerden olumsuz anlamda nasibini almıştır.
Dünyadaki gelişmelere paralel olarak Türkiye ekonomisine ilişkin açıklanan
verilere göre yılın ikinci çeyreğinde ekonominin yüzde 7 oranında küçüldüğü
görülmektedir. Ayrıca ilk çeyrekte açıklanan yüzde 13,8’lik küçülme hızı 14,3
olarak düzeltilmiştir. Türkiye, 2002 yılında dünyanın en büyük 20 ekonomisi
arasında en hızlı büyüyen 3’üncü ülkesi iken 2007 yılında aynı ülkeler arasında
9’uncu sıraya, 2009’da da 17’nci sıraya gerilemiştir. Bu veriler, AKP Hükûmetinin ekonomide ortaya koyduğu yetersizliği
göstermektedir.
İnşaat sektöründe ise 2002-2006 döneminde yaşanan büyüme, 2007
yılında hız kesmiş, 2008’de ise küçülmeye dönmüştür. Bu süreçte küresel kriz ve
konut talebi gerilemesi önemli etkenler olmuş, sektör 2008’de yüzde 8’lik bir
küçülmeyle tamamlanmıştır. İnşaat sektörü 2009 yılının ilk iki çeyreğinde,
sırasıyla, yüzde 19 ve yüzde 21 küçülerek ilk altı aylık toplamda yüzde 20
küçülmeyle ekonomik daralmadan en fazla etkilenen ikinci sektör hâline
gelmiştir. İnşaat sektörünün büyüme performansında son yıllarda önemli oranda
artan konut talebi patlamasının tetiklediği özel sektör yatırımları etkin
olmuştur.
Toplam yatırımlarda özel sektörün payı yüzde 80 düzeyine ulaşırken
kamunun payı yüzde 20’lerde seyretmektedir. Özel sektör yatırım harcamalarının
2009’un ilk çeyreğinde yüzde 34’lük düşüşü ikinci çeyrekte de devam etmiştir.
Bu durum inşaat sektöründeki küçülmeye katkı yapan bir numaralı faktör
olmuştur. İkinci çeyrekte özel sektör yatırım harcamaları ise yüzde 30
azalmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; inşaat sektörünün 2004-2006
dönemindeki parlak döneminin tetikleyicisi olan konut talebi patlaması 2008’den
itibaren gittikçe artan bir çöküş sürecine girerek bu kez sektördeki küçülmeye
öncülük etmiştir. 2009 yılının ilk altı ayında bir önceki yılın ilk altı ayına
göre belediyeler tarafından yapı ruhsatı verilen yapıların yüzölçümünde yüzde
13, bina sayısında yüzde 9, değerinde yüzde 20, daire sayısında yüzde 13
oranında düşüş yaşanmıştır.
İnşaat sektörü, gerek emek yoğun bir sektör olması gerekse de niteliksiz
iş gücünü bünyesinde kolayca barındırılabilmesi bakımından ekonomideki
gelişmelere paralel olarak hızlı bir şekilde istihdam etme veya maalesef hızlı
bir şekilde işçi çıkarma özelliğine sahiptir.
2009 yılının ikinci yarısında inşaat sektöründe istihdam bir
önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 25 azalmıştır. Bu süreçte bina inşaatı
sektörü istihdam endeksi de yüzde 34 azalmıştır. Son bir yıl içinde inşaat
sektöründe istihdam edilenlerin toplam istihdam içindeki oranı ortalama yüzde 6
civarında seyretmiştir. Mart 2009’da gerilemeye başlayan işsizlik oranı Haziran
2009’da yüzde 13’e geriledi ve işsiz sayısı 3 milyon 270 kişi oldu. Geçen yıl
aynı dönemde işsizlik oranı yüzde 9, işsiz sayısı ise 2 milyon 300 bindi. İşsiz
sayısı bir yıllık dönemde 1 milyon kişi artmıştır.
Değerli milletvekilleri, 2009’un ilk yarısında küresel kriz Türk müteahhitlerinin en çok iş yaptıkları Avrasya, Kuzey Afrika
ve Orta Doğu bölgelerini de etkisi altına almıştır. En önemli pazarlarımızdan
biri olan Rusya Federasyonu çok ciddi bir şekilde etkilenmiş ve en fazla
küçülen ekonomilerden biri olmuştur. Öte yandan Türk inşaatçılarının işlerinin
yoğunlaştığı petrol ve doğal gaz zengini ülkeler bu ürünlerin uluslararası
piyasalarda yaşanan değer kayıpları nedeniyle sorunlar yaşamaya başlamışlardır.
Küresel krizin yurt dışı pazarlardaki etkileri, yatırımların duraklaması, devam
eden projelerdeki hak ediş ödemelerinin gecikmesi, yurt dışı projeler için
finansman sağlanmasının güçleşmesi, şantiyelerde iş gücü azalmasına gidilmesi
ve Rusya örneğinde olduğu gibi binlerce Türk işçisinin ülkelerine dönmeleri
şeklinde tezahür etmiştir.
Yaşadığımız krizde inşaat sektörünün geleceği hakkında tahminlerde
bulunulurken 2001 krizinde yaşanmış olanları anımsamakta da yarar vardır.
İnşaat sektörü 2001 krizinde gayrisafi yurt içi hasılaya
kıyasla 3 kat daha fazla küçülmüştür. 2009 yılı için gayrisafi yurt içi hasıla beklentisinin yüzde 6 küçülme olduğu dikkate
alındığında, inşaat sektöründeki küçülmenin de yüzde 20 civarında gerçekleşmesi
çok yüksek bir olasılık olarak değerlendirilmektedir.
Mevcut tabloyu 2001 kriziyle kıyaslarken gözden kaçırılmaması
gereken en büyük fark ise Türk inşaatçılarının o dönemde yurt dışında cazip iş
fırsatları bulabilmiş olmalarıdır. Bu çerçevede yurt içine dönük olarak kamu
altyapı yatırımlarını ve tüketici harcamalarını artıracak önlemler ile özel
sektörde uygulanacak teşviklerin hayata geçirilmesi, yurt dışı müteahhitlik hizmetlerine dönük olarak ise teminat mektubu
sorunları, Türk iş gücü istihdamının teşvik edilmesi, sosyal güvenlik prim
yükünün hafifletilmesi, politik ve ticari risk sigortası, Eximbank
desteği gibi konular çözülmediği sürece inşaat sektörümüz küçülmeye devam
edecek, önünü göremez bir duruma gelecektir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Süner, lütfen
tamamlayınız.
TAYFUR SÜNER (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
biraz sonra Çek Yasası’nı görüşeceğiz. İnşallah bu kanun çıkarılırken kötü
niyetli insanları çek mağduru gibi gösterecek bir düzenleme gelmez. Eski ticarette
var olan söze güvenme, bir süre sonra yerini önce senede, sonra da çeke
güvenmeye bıraktı ama şimdi getirilecek değişiklikler, çekle ilgili ticari
yasalara ve etik kurallara uymayan insanların bir anlamda af olmasına yol
açarsa, biliniz, bu, Türkiye'nin ticari yaşamı için olumsuz bir gelişme
olacaktır.
Görüşmekte olduğumuz bu tasarının inşaat sektörüne nefes
aldırmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Süner.
Madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Abdülkadir Akcan, Afyonkarahisar
Milletvekili.
Buyurun Sayın Akcan. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar)
– Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; görüşülmekte olan 397 sıra sayılı
Kanun Tasarısı olan İmar Kanunu ile Bayındırlık ve İskân Bakanlığının Teşkilat
ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu
hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Meclis Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime başlarken önceki gün hunharca, kalleşçe atılan bir pusu
sonunda şehit edilen 7 evladımıza ve İstanbul’da bir anlamda yakılmış,
yakılarak katledilmiş olan kızımıza yüce Allah’tan rahmet diliyorum, Türk
milletinin başı sağ olsun diyorum.
Değerli milletvekilleri, görüşülmekte olan tasarıyla mevcut
kanunda çok önemli ciddi değişiklikler yapılmakta. Burada
amaç daha güçlü bir yapı stoku elde edilmesi, daha sağlıklı yapı ve binaların
elde edilmesi. Bu amaca ulaşmak için, bu inşaatın yapılması sırasında
görev alanlara mesuliyetler yüklenmesi. Bunu da tasarının 1’inci maddesinin
ikinci paragrafında global olarak öğrenmek mümkün. Bu
paragrafta ne diyor? “Yapıda inşaat ve tesisat işleri ile kullanılan
malzemelerin kamu adına denetimine ilişkin fenni mesuliyet, ruhsat eki etüt ve
projelerin gerektirdiği uzmanlığı haiz meslek mensupları tarafından ayrı ayrı üstlenilmek zorundadır.” Yani konu, yapılan inşaatın
bir sorumlusunun bulunması.
Bu anlamda, 57’nci Hükûmet döneminde
Yapı Denetimi Kanunu getirilmişti ve tıpkı bu sene Millî Eğitim Bakanlığının
anaokullarında pilot uygulama illeri seçildiği gibi on dokuz il seçilmişti.
Seçilen on dokuz ilin diğerlerinden ayrıcalıklı olarak mütalaa edildiği ve
ilave külfetlere tabi tutulduğu iddiasıyla şikâyetçi olmakta ildekiler.
Diğer taraftan da yapı denetimine tabi olmayan diğer iller de
“Niye, biz insan değil miyiz? Bizim için yapılan yapılar denetlenmeye değer
değil mi?” diye şikâyet ediyorlardı.
Bu, yedi yıllık AKP iktidarları döneminde ülkeye şamil hâle
getirilememiş durumda. İnşallah önümüzdeki dönemde, kısa zamanda, bu
Türkiye'nin tamamına şamil hâle getirilir. Hiç olmazsa bu değişiklikle -ki
iktidar-muhalefet bu kanun tasarısında mutabık hâle gelmiş, bir konsensüs sağlanmış- burada da amaçlanan yapı güvenliğinin
sağlanmasında sorumlulara gerekli sorumluluğu bu kanunla yükleyebilmekteyiz.
“Fennî mesul mimar ve mühendisler, uzmanlık alanlarına göre;
yapının, tesisatı ve malzemeleriyle birlikte, bu Kanuna, ilgili diğer mevzuata,
uygulama imar planına, ruhsata, ruhsat eki etüt ve projelere, standartlara ve
teknik şartnamelere uygun olarak inşa edilmesini denetlemekle görevlidir.” Temelinde durum bu.
Değerli milletvekilleri, görüşülmekte olan tasarıyla bu
güvenliği sağlama amacıyla tedbir alınırken -bundan sonra yapılacak binalarda,
tesislerde, yapılarda bu söz konusu- bizim bir başka görevimiz, yüzde 95’i
depremsellik arz eden ülkemizde, ister yerel yönetimler ister merkezî yönetim el
birliğiyle bugüne kadar yapılmış yapıların ve elde mevcut yapı stoklarının
güvenli, kullanılabilir yapılara dönüştürülmesini temin etmek.
Biz 57’nci Hükûmet döneminde bunun
üzerinde hassasiyetle durduk. Özellikle imar mevzuatındaki dağınıklığın,
İstanbul gibi nüfusun beşte 1’inin yaşadığı bir ilde ve depremselliğin en fazla
olduğu, en fazla üzerinde spekülasyon yapıldığı
ilimizde bunun önüne geçmek ve gerekli tedbirleri almak için, âdeta,
Bayındırlık ve İskân Bakanlığında görev yapan bir müsteşar yardımcısı -ki daha
sonra müsteşar olmuş- arkadaşımızı orada görevlendirdik ve imarla ilgili her
türlü konuyu, gerek İstanbul Büyükşehir Belediyesi gerek İstanbul Valiliği
gerek Bayındırlık Bakanlığı Teknik Araştırma Uygulama Genel Müdürlüğünden
sorumlu müsteşar olarak, Bakanlık adına, Bakanlıkla ilgili hususları bütün
boyutuyla İstanbul’da masa üzerine yatırıp, cumartesi pazar demeden sonuna
kadar, tatil demeden arkadaşlarımız bir çalışma sergilemişler ama erken seçimle
o çalışmanın sonuçları uygulamaya ne ölçüde aktarılabildi? Bunları ibretle yedi
yıldır seyrediyoruz.
Bu çerçevede, aldığımız tedbirler arasında ne vardı? Aldığımız
tedbirler arasında İstanbul’daki köprü ve viyadüklerin
güçlendirilmesi vardı. Ben, 2006 yılında köprü ve viyadüklerin
güçlendirilmesi çalışmasıyla ilgili olarak Sayın Başbakanın temel atma
töreninde yapmış olduğu konuşmayı, bugün, o güne ait haber portallarından
elde etmeye çalıştım. Orada ne yazıyor:
“Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Bayındırlık ve İskân Bakanı Faruk Nafız Özak’la birlikte
Bayındırlık ve İskân Bakanlığı ile Japon Hükûmeti’nden
temin edilen krediyle Japon IHI şirketi gerçekleştirilecek olan ‘İstanbul’daki
Büyük Açıklıklı Köprülerin Sismik Takviyesi Projesi’ kapsamındaki çalışmaların
başlaması dolayısıyla düzenlenen törene katıldı.
Haliç Köprüsü Eyüp ayağında gerçekleştirilen törende Sayın
Başbakan, çalışmalar sırasında köprü ve viyadüklerde
şerit daralmalarına sebep olunacağı için özür diledi.
On yılı ödemesiz, kırk yıl vadeli, çok düşük faizli bir kredi
açıldığını belirten Erdoğan, Japonya Başbakanı Junichiro
Koizumi’ye de teşekkür etti.”
Bu teşekkür nasıl cereyan etti? “On yılı ödemesiz, çok düşük
faizli -ki, o faiz miktarı yıllık yüzde 0,95 düzeyinde- olan ve ilk yılı
ödemesiz olan bu krediyi şahsıma gösterdiği teveccühe bağlı olarak veren Sayın
Japonya Başbakanına teşekkür ederim.” ifadesini kullanarak teşekkür etti Sayın
Başbakan. Bunun anormal hiçbir tarafı yok, ahde vefadır bu. Eğer bir destek
varsa, bu desteğe teşekkür edilmelidir.
Ben, size, 1 Haziran 2006 tarihinde yapılan bu törendeki
konuşmanın hemen arkasından, aynı konuyla ilgili olarak Sayın Başbakanın TGRT
Haber’de çıkan, bu törendeki konuşmasının özetini sunuyorum: “Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan İstanbul’daki köprülerin ayaklarının depreme karşı güçlendirilmesi
projesi kapsamındaki çalışmaların başlaması dolayısıyla Haliç’te düzenlenen
törene katıldı. Haliç Köprüsü Eyüp ayağında gerçekleştirilen törende konuşan
Başbakan Erdoğan, bu proje ile İstanbul ulaşımının can damarı olan köprülerin
ve viyadüklerin dayanıklılık çalışmalarını
başlattıklarını söyledi.
Depreme karşı hazırlıklı olmamız gerektiğini söyleyen Başbakan
‘Şimdi tedbirleri almaz, bizden öncekiler gibi, bizden önceki yıllarda
yapıldığı gibi kulağımızın üzerine yatmaya kalkarsak, İstanbul’un kendisiyle
büyüyen sorunun altında kalır ve asla bunlarla başa çıkamayız.’ dedi.”
Değerli milletvekilleri, 24/06/2002
tarihli Yapı Dergisi Editörü Derya Özer’in haberi:
“Bakanlar Kurulu İstanbul’daki Köprü ve Viyadüklerin
Güçlendirilmesi Projesi’nin finansmanı için alınacak 12 milyar 22 milyon yenlik
(yaklaşık 96,5 milyon dolarlık) Japon kredisine onay verdi.
Resmî Gazete’de yayımlanan anlaşmaya göre, Japon Uluslararası
İşbirliği Bankası (JBIC) sağlanacak krediye ilişkin Türkiye ile Japonya
arasında Mart ayında teati edilen notalar onaylandı.”
Mart ayında teati edilen nota, Japonya’da, tarafımdan, Japonya’yı
ziyaretim sırasında gerçekleşti.
Değerli milletvekilleri, 3 Temmuz 2002 Anadolu Ajansı:
“Köprü ve viyadükler için Japon kredisi.
Boğaziçi köprüleri ve viyadüklerin sismik
takviyesini sağlayacak kredi anlaşması 5 Temmuz Cuma günü İstanbul’da
imzalanacak.
Karayolları Genel Müdürlüğünden yapılan açıklamaya göre, İstanbul
17. Bölge Müdürlüğü Ortaköy Sosyal Tesislerinde gerçekleştirilecek törende
kredi anlaşmasını Türkiye adına Bayındırlık ve İskân Bakanı Abdülkadir
Akcan, Japon Hükûmeti adına da Japonya’nın Ankara
Büyükelçisi Shigeo Takaneka
imzalayacak.” Bu anlaşma o gün imzalandı değerli milletvekilleri.
Şimdi, Sayın Başbakan kendisine saygı gösterilmesini bekler. Bu ülke bir tane, Türkiye. Bu ülkenin bir tane Başbakanı
var. Eğer biz, bu Başbakana saygı göstermezsek hiç kimse göstermez. Biz
başbakanlarımıza saygı göstermeliyiz. Ama başbakanlarımız da her attığı adımda,
her söylediği lafta, her yaptığı icraatta kendisine saygı gösterilecek
davranışları sergilemekle yükümlüdür.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Akcan, lütfen tamamlar mısınız.
ABDÜLKADİR AKCAN (Devamla) – Her sayın başbakan da kendilerine
saygı gösterilmesini doğuracak zemini hazırlamakla yükümlüdür.
Şimdi, şu söylediğim belgeleri size, dileyen herkese verebilirim.
Dolayısıyla, 96,5 milyon dolarlık, Türkiye gibi dünyanın 17’nci büyük ekonomisi
olan bir ülkede 100 milyon dolarlık krediyle ilgili olarak Sayın Başbakanın kamuoyunu
yanıltmasına ne gerek vardı? Bu nedenle, bu hususu da ifade etmek durumundayız.
Sayın Başbakanın belediye başkanlığı döneminde, Refah-Yol Hükûmeti zamanında -Bayındırlık Bakanlığı Refah Partisine
aitti- alamadığı D-100 kara yolunu 20 Ağustos 2002’de Ali Müfit Gürtuna Bey’e protokolle ben devrettim. Hafif raylı sistem
kurulsun… Sayın Başbakanın da temel atma töreninde “Bizim özlemimizdi, bu
gerçekleşiyor.” diye ifade ettiği o D-100 kara yolunu 57’nci Hükûmet döneminde MHP’li bakan protokolle devretmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ABDÜLKADİR AKCAN (Devamla) – O protokol imzalanırken de Afyonkarahisar Milletvekili Sayın Ahmet Koca tesadüfen
orada bulunmaktaydı, onun şahidi de odur.
BAŞKAN – Sayın Akcan, teşekkür ediyorum.
ABDÜLKADİR AKCAN (Devamla) – Teşekkür ediyor, hepinize saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Madde üzerinde soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Sayın Cengiz, Sayın Doğru ve Sayın Sönmez sisteme girmişlerdir.
Sayın Cengiz, buyurun.
MUSTAFA KEMAL CENGİZ (Çanakkale) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım.
Sayın Bakanım, Bakanlar Kurulunca kararlaştırılıp ve ilan edilen
turizm merkezlerinin imar planlarının yapılması, yerleşik amaçlı jeolojik etüt
raporları ve zemin etütleri raporlarının yaptırılması görevi Bakanlığınızın
uhdesindedir.
1) Türkiye’de Bakanlar Kurulunca ilan edilen kaç adet termal
turizm merkezi veya turizm merkezi vardır?
2) Bu turizm merkezlerinin kaç tanesinin imar planları ve yerleşik
amaçlı zemin etüt veya ada bazlı zemin etüdü yapılmıştır?
3) Çanakkale ili Ezine ilçesi Kestanbol
Termal Turizm Merkezi ile Yenice ilçesi Akçakoyun
Turizm Merkezinin imar planları ve jeolojik etüt raporlarının yapılıp
yapılmadığı, yapılmadı ise bunlarla ilgili Turizm Bakanlığımızın bir
çalışmasının olup olmadığının bildirilmesini…
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Cengiz.
Sayın Doğru…
REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Belediyelere hizmetleri yapabilmeleri için nüfuslarına göre para
gönderilmesinden dolayı Anadolu’daki birçok belediye borç batağında olup
personel ücretlerini bile ödeyememektedir. Bu da halka yapılacak hizmeti
engellemektedir. İller Bankası tarafından verilen paraların tahsisinde nüfus
dışında, bölgenin gelişme durumu vesaire gibi başka kriterler
getirmeyi düşünüyor musunuz?
İller Bankasıyla ilgili olarak borçların artmış olduğu bir ortamda
faizlerin silinmesi veyahut borçların yapılandırılmasıyla ilgili bir çalışma
var mıdır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Doğru.
Sayın Sönmez…
FEHMİ MURAT SÖNMEZ (Eskişehir) – Sayın Bakanım, bir inşaat yarım
hâlde iken fennî mesulü vazgeçer, görevini bırakır veya öldüğünde yerine yeni
bir fennî mesul geliyor ve yeni fennî mesul görevi devraldığında kendinden daha
önce imal edilmiş yerlerden de sorumlu tutuluyor. Şimdi 20 katlı bir inşaatın
15’inci katında görev almış bir fennî mesul, o binanın temelini ne kadar
bilebilir? O konuda ne kadar sorumlu olabilir? Bu sizce problem değil midir?
İkincisi, yeni görev alan fennî mesul bu aldığı görevdeki binanın
eski bölümünden de sorumlu olduğu için tamamının mı ücretini alacaktır, yoksa
tamamlanacak bölümün mü?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Sönmez.
Sayın Ağyüz…
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakanım, demin sorulara cevap verirken kıyı şeridindeki
belediyelerin imar yetkilerinin Kültür ve Turizm Bakanlığına verilmesinin doğru
olacağını söylediniz. Bu, yerelleşmeyle, yerel demokrasiyle bağdaşmaz. Sizin
orada şahsınızın olmayabilir ama Hükûmetinizin siyasi
bir kararı var. O bölgedeki belediyeler Cumhuriyet Halk Partisi kazanımında
olduğu için o belediyelerin elini kolunu bağlamak istiyorsunuz, bu
tasarruflarını engellemek istiyorsunuz. Nasıl ki Ataköy’de bunu yapmaya
çalışıyorsunuz yasayla, bu yasa da öyledir. “Yerelleşme” adı altında, “yerel
demokrasi” adı altında yıllarca bunu savunan bir kişi olarak bunu demokrasi
adına savunmuş olmanızı ben yadırgıyorum. Demin konuşmamda da belirttim, şimdi
de üzerine basarak söylüyorum: Bu, yetki gaspıdır, Kültür ve Turizm Bakanlığının
önerisiyle Bayındırlık il müdürlüklerine verilmesi yetki gaspıdır çünkü
Bayındırlık Bakanlığının yetkileri ve içi boşaltılmıştır. O nedenle, bu
kararınızı kınıyorum, bu düşüncenizi kınıyorum ve bu yetkinin de Bakanlığınıza
verilmesinin doğru olmayacağı inancındayım.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sorunuz Sayın Ağyüz?
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Doğru olmayacağı inancındayım bu
düşüncenizin.
BAŞKAN – Sorunuz… Soru sormak için sisteme girdiniz.
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Soru da sordum, içinde var sorum. “Nasıl
savunursunuz?” diyorum. Bunu, yerel demokrasiyi savunan bir kişi olarak nasıl
savunabilirsiniz? Bu soru değil mi?
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ağyüz.
Sayın Bakan, buyurun.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Değerli
arkadaşlarım, kısaca cevap vermeye çalışayım ben de.
Turizm merkezlerinin imar planlarının yapılması, zemin
etütlerinin, jeolojik etütlerin yapılması görevi bizim Bakanlığımızın -turizm
bölgelerinde- ama bu konuda biraz daha zamana, maddi imkâna, elemana
ihtiyacımız olduğu da açık. Biz termal turizm master
planını yaptık. Şimdi, bu ay itibarıyla, otuz iki tanesi termal bölgesi olmak
üzere bir tahsis ilanına çıktık. Bu tahsis ilanına çıktığımız alanlar öncelikli
olmak üzere bu alanlardaki planlama çalışmalarımızı tamamlamaya çalışıyoruz.
Sayın Milletvekilimizin sorduğu noktalarla ilgili spesifik
bilgileri de yazılı olarak kendisine bildireceğim.
İller Bankasının yeni kriterler getirmesi
konusunda, Sayın Milletvekilimizin sorusuna dönük bir yasal çalışma var, böyle
bir ihtiyaç olduğunu biz de biliyoruz.
Fennî mesullerle ilgili Sayın Sönmez’in
sorusu var. Bir fennî mesul bir inşaatı devralmadan önce,
sorumluluğu üstlenmeden önce bir rapor almak zorunda. Eğer o rapor
mesuliyeti almasına elveriyorsa alacak, eğer elvermiyorsa almayacak. Prosedür
böyle, usul böyle, yasa böyle ve kaldığı yerden itibaren de ücretini alacak.
Yani, 10 katlık, 20 katlık bir binanın 10’uncu katına gelinmiş, “Benden önce ne
olursa olsun, benden önceye bakmam” diyerek mesuliyeti üstlenmesi hukuken
mümkün değil ve doğru değil.
Turizm bölgesiyle ilgili… Turizm bölgelerinde planlama konusundaki
yaklaşımımı sürdürüyorum ben arkadaşımın görüşlerinin aksine. Örnekler verdim,
sayın milletvekillerimiz de demin örnekler verdiler. Ne yazık ki, küçük ölçekli
belediyelerde özellikle küçük oy gruplarına büyük tavizler verilebiliyor veya
belediyenin bir imkânını geliştirmek için planlamalarda değişiklik
yapılabiliyor. Bir makro bakış açısıyla temel ilkeler konulabilir, yoğunlukla
ilgili, düzenlemeyle ilgili, yeşil alanla ilgili ilkeler konulabilir.
Orada, bayındırlık il müdürlüklerinin yetkisinin ya da Bayındırlık
Bakanlığının yetkisinin azaltıldığı söyleniyor; tam tersine, bir yetki
bölüşmesiyle bayındırlık müdürlükleri de devreye girer ve global
olarak, makro olarak konmuş bulunan bu kriterleri orada sahaya indirmeye
çalışır.
Türkiye’de yerel yönetimleri savunmak başka bir şey, yerel
yönetimlerin küçük oy grupları için dilediği gibi hareket etmesini
kolaylaştıracak düzenlemelere arka çıkmak başka bir şeydir.
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakanım.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
2’nci maddeyi okutuyorum:
Madde 2
MADDE 2- 3194 sayılı Kanunun 42 nci
maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“İdari müeyyideler:
MADDE 42- Bu maddede belirtilen ve imar mevzuatına aykırılık
teşkil eden fiil ve hallerin tespit edildiği tarihten itibaren on iş günü
içinde ilgili idare encümenince sorumlular hakkında, üstlenilen her bir sorumluluk
için ayrı ayrı olarak bu maddede belirtilen idari
müeyyideler uygulanır.
Ruhsat alınmaksızın veya ruhsata, ruhsat eki etüt ve
projelere veya imar mevzuatına aykırı olarak yapılan yapının, sahibine, yapı
müteahhidine veya aykırılığı altı iş günü içinde idareye bildirmeyen ilgili
fenni mesullere yapının mülkiyet durumuna, bulunduğu alanın özelliğine,
durumuna, niteliğine ve sınıfına, yerleşmeye ve çevreye etkisine, can ve mal
emniyetini tehdit edip etmediğine ve aykırılığın büyüklüğüne göre, beşyüz Türk Lirasından az olmamak üzere, aşağıdaki şekilde
hesaplanan idari para cezaları uygulanır.
a) Bakanlıkça belirlenen yapı sınıflarına ve gruplarına göre
yapının inşaat alanı üzerinden hesaplanmak üzere, mevzuata aykırılığın her bir
metrekaresi için;
1) I. sınıf A grubu yapılara üç, B grubu yapılara beş Türk Lirası,
2) II. sınıf A grubu yapılara sekiz, B grubu yapılara onbir Türk Lirası,
3) III. sınıf A grubu yapılara onsekiz,
B grubu yapılara yirmi Türk Lirası,
4) IV. sınıf A grubu yapılara yirmiüç, B
grubu yapılara yirmibeş, C grubu yapılara otuzbir Türk Lirası,
5) V. sınıf A grubu yapılara otuzsekiz,
B grubu yapılara kırkaltı, C grubu yapılara elliiki, D grubu yapılara altmışüç
Türk Lirası,
idari para cezası
verilir. Bu miktarlar her takvim yılı başından geçerli olmak üzere o yıl için 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer
298 inci maddesi hükümleri uyarınca tespit ve ilan edilen yeniden değerleme
oranında bir Türk Lirasının küsuru da dikkate alınmak suretiyle artırılarak
uygulanır.
b) Mevzuata aykırılığı yapı inşaat alanı üzerinden
hesaplanması mümkün olmayan, yapının cephelerini ve diğer yapı elemanlarını
değiştiren veya yapı malzemesi için öngörülen gereklere aykırı bulunan
uygulamalar için, Bakanlıkça yayımlanan ve aykırılığa konu imalatın tespiti
tarihinde yürürlükte bulunan birim fiyat listesine göre ilgili idarece
belirlenen bedelin % 20’si kadar idari para cezası verilir.
c) (a) ve (b) bentlerine göre cezalandırmayı gerektiren aykırılığa
konu yapı;
1) Hisseli parselde diğer maliklerin muvafakati alınmaksızın
yapılmış ise cezanın % 30’u,
2) Kamuya veya başkasına ait bir parselde yapılmış ise cezanın %
40’ı,
3) Uygulama imar planında veya parselasyon planında “Kamu Tesisi
Alanı veya Umumî Hizmet Alanı” olarak belirlenmiş bir alanda yapılmış ise
cezanın % 60’ı,
4) Mevcut haliyle veya öngörülen bir afet tehlikesi karşısında can
ve mal emniyetini tehdit ediyor ise cezanın % 100’ü,
5) Uygulama imar planı bulunan bir alanda yapılmış ise cezanın %
20’si,
6) Yapılaşmaya yasaklanmış bir alanda yapılmış ise cezanın % 80’i,
7) Özel kanunlar ile belirlenmiş özel imar rejimine tabi bir
alanda yapılmış ise cezanın % 50’si,
8) Ruhsatsız ise cezanın % 180’i,
9) Ruhsatı hükümsüz hale gelmesine rağmen inşaatı sürdürülüyor ise
cezanın % 50’si,
10) Yapı kullanma izin belgesi alınmış olmakla birlikte, ruhsat
alınmaksızın yeni inşaî faaliyete konu ise cezanın %
100’ü,
11) İnşaî faaliyetleri tamamlanmış ve
kullanılmıyor ise cezanın % 10’u,
12) İnşaî faaliyetleri tamamlanmış ve
kullanılıyor ise cezanın % 20’si,
13) Çevre ve görüntü kirliliğine sebebiyet veriyor ise cezanın %
20’si,
(a) ve (b) bentlerinde belirtilen şekilde tespit edilen para
cezalarının miktarına göre ayrı ayrı hesap edilerek
ilave olunur. Para cezalarına konu olan alanın hesaplanmasında, aykırılıktan
etkilenen alan dikkate alınır.
18, 28, 32, 33, 34, 35, 36, 37, 40 ve 41 inci maddelerde
belirtilen mükellefiyetleri yerine getirmeyen veya bu maddelere aykırı davranan
yapı veya parsel sahibine, harita, plan, etüt ve proje müelliflerine, fenni mesullere,
yapı müteahhidine ve şantiye şefine, ilgisine göre ayrı ayrı
olmak üzere ikibin Türk Lirası, bu fiillerin çevre ve
sağlık şartlarına aykırı olması halinde dörtbin Türk
Lirası, can ve mal emniyetini tehdit etmesi halinde altıbin
Türk Lirası idari para cezası verilir.
Yapıldığı tarih itibarıyla plana ve mevzuata uygun olmakla
beraber, mevcut haliyle veya öngörülen bir afet tehlikesi karşısında can ve mal
emniyetini tehdit ettiği veya edeceği ilgili idare veya mahkeme kararı ile
tespit olunan yapılara, ilgili idarenin yazılı ikazına rağmen idarece tanınan
süre içinde takviyede bulunmayan veya bu yapıları 39 uncu madde uyarınca
yıkmayan yapı sahibine onbin Türk Lirası idari para
cezası verilir.
27 nci maddeye göre il özel
idaresince belirlenmiş köy yerleşme alanı sınırları içinde köyün nüfusuna
kayıtlı olan ve köyde sürekli oturanlar tarafından, projeleri il özel
idaresince incelenerek fen, sanat ve sağlık şartlarına uygun olmasına rağmen
muhtarlık izni olmaksızın konut ve zatî maksatlı tarım ve hayvancılık yapısı
inşa edilmesi halinde yapı sahibine üçyüz Türk Lirası
idari para cezası verilir. Bu yapılardaki
diğer aykırılıklar ve ruhsata tabi tarım ve hayvancılık maksatlı yapılardaki
aykırılıklar için verilecek olan idari para cezası, üçyüz
Türk Lirasından az olmamak üzere, ikinci fıkraya göre hesaplanan toplam ceza
miktarının beşte biri olarak uygulanır.
Yukarıdaki fıkralarda belirtilen fiil ve hallerin, yapının inşa
edilmesi süreci içinde tekrarı halinde, idari para cezaları bir kat artırılarak
uygulanır.
Yukarıdaki fıkralar uyarınca tahsil olunan idari para cezaları,
aynı fiil nedeniyle 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı
Türk Ceza Kanununun 184 üncü maddesine göre mahkûm olanlara faizsiz olarak iade
edilir.
İdari para cezalarına karşı cezanın tebliğinden itibaren onbeş gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurulabilir.
Başvurular, ihtiyaç duyulmayan hallerde evrak üzerinden incelenerek en kısa
süre içinde karara bağlanır. Başvurunun yapılmış olması, yapının mevzuata uygun
hale getirilmesi veya yıkılması idari para cezasının tahsilini durdurmaz.
Yapının bu Kanuna, ilgili diğer mevzuata, plana, ruhsata, ruhsat eki etüt ve
projelere uygun hale getirilmesi için idarenin yazılı izni dahilinde
yapılan iş ve işlemler mühür bozma suçu teşkil etmez.
Müelliflerin, fenni mesul mimar ve mühendislerin, yapı müteahhitlerinin, şantiye şefi mimar ve mühendislerin, imar
mevzuatına aykırı fiillerinden dolayı verilen cezaları ve haklarındaki
kesinleşmiş mahkeme kararları, kendi kayıtlarına işlenmek ve ilgili mevzuata
göre cezai işlem yapılmak üzere, üyesi bulundukları meslek odasına ve Bakanlığa
ilgili idarece bildirilir. Bu kişiler, verilen ceza süresi içinde yeni bir iş
üstlenemez.
Yapı müteahhidinin yetki belgesi;
a) Yapım işinin ruhsata ve ruhsat eki etüt ve projelere aykırı
olarak gerçekleştirilmesi ve 32 nci maddeye göre
verilen süre içinde aykırılığın giderilmemesi halinde beş yıl,
b) Yapım işinde ruhsat eki etüt ve projelere aykırı olarak
gerçekleştirilen imalatın can ve mal güvenliğini tehdit etmesi halinde on yıl,
c) Bakanlıkça olumsuz kayıt değerlendirmesi yapılan hallerde bir
yıl,
süreyle Bakanlıkça iptal
edilir. Yapı müteahhidinin, yapım işlerinden doğan vergi ve sigorta primi
borçlarını ödememesi ve diğer sorumluluklarını yerine getirmemesi hallerinde
yetki belgesi bir yıldan az olmamak üzere Bakanlıkça iptal edilir ve bunlara
sorumluluklarını yerine getirinceye kadar yeni yetki belgesi düzenlenmez. Yetki
belgesi iptal edilen yapı müteahhidi yeni yetki belgesi düzenleninceye kadar
yeni iş üstlenemez, ancak mevcut işlerini tamamlar. Yetki belgeli yapı
müteahhidi olmaksızın başlanılan yapının ruhsatı iptal edilir ve yapı
mühürlenir.”
BAŞKAN – Madde üzerinde söz talebi? Yok.
Sayın Genç ve Sayın Sönmez soru sormak istemektedirler.
Sayın Genç, buyurun.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Burada öğrenmek istediğim, hep yapı
sahibine ceza kesiliyor da, yapının kiraya verilmesi hâlinde kiracı tarafından
ruhsatlı veya ruhsatsız olarak o kiralanan yerde yapılan inşaatlardan dolayı
cezanın yapı sahibine mi kesilmesi lazım, yoksa kiracıya mı kesilmesi lazım?
Onu öğrenmek istiyorum efendim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Genç.
Sayın Sönmez, buyurun.
FEHMİ MURAT SÖNMEZ (Eskişehir) – Teşekkür ediyorum Başkanım.
Demin sorduğum soruda, inşaat yarımken yeni görev alan fennî mesul
daha evvel yapılan bölümlerden de sorumludur fakat bunu nasıl anlayacağını
sorduğumuzda da kendisinin bir rapor alması gerektiğini duydum, yanlış
hatırlamıyorsam, yanlış anlamadıysam. Eğer fennî mesul ölmüşse bu raporu kimden
alacaktır bundan daha evvel yapılan bölümün sağlam olduğuna dair?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Sönmez.
Sayın Bakan, buyurun.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Arkadaşlar,
biraz önce yanıt verdiğimi zannediyorum ben…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Cevaplandırılmadı Sayın Başkan.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) –
…cevaplandırdığımı zannediyorum.
Yani bir fennî mesul bir inşaatı devralırken kendisinden önceki
dönemle ilgili bir inceleme yapacak ya da yaptıracak. Yani “Ben, benden önce ne
yapıldığını bilmem.” deyip o noktadan itibaren sorumluluk alması ciddi biçimde
işi boşluğa bırakır. Ben, benden öncesini bilirim yani bir doktor, hasta
kendisine geldiği zaman “Önceki raporlarınız, tetkikleriniz var mı?” falan diye
soruyor ve ondan sonra kendisi de yaptırıyor. Bu da bunun gibi bir ön inceleme
yaptıracak elbette ve ondan sonra alıp almayacağına karar verecek. Yani
kendisinden önceki dönemlerde çok ciddi kusurlar olabilir ama “Ben bu saatten
sonra yaptığım işten sorumluyum.” demek bir bilinmez meçhule terk etmek
demektir inşaatı. Bunun olabileceğini zannetmiyorum. Yani teknik bir konu,
inşaat devam edemez bu takdirde. Öyle olduğunu zannediyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Soru-cevap işlemi tamamlanmıştır.
Madde üzerinde bir adet önerge vardır, okutup işleme alıyorum.
TBMM Başkanlığına
Görüşülmekte olan 397/1 sıra No’lu İmar
Kanunu ile Bayındırlık ve İskân Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 2. maddesindeki
“İdari para cezalarına karşı cezanın tebliğinden itibaren onbeş
gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurulabilir. Başvurular, ihtiyaç
duyulmayan hâllerde evrak üzerinden incelenerek en kısa süre içinde karara
bağlanır. Başvurunun yapılmış olması, yapının mevzuata uygun hâle getirilmesi
veya yıkılması idari para cezasının tahsilini durdurmaz.” cümlesinin madde
metninden çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.
|
Ahmet Yeni |
Ertekin Çolak |
Ahmet Aydın |
|
Samsun |
Artvin |
Adıyaman |
|
İbrahim Yiğit |
Abdullah Çalışkan |
|
|
İstanbul |
Kırşehir |
|
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
BAYINDIRLIK, İMAR, ULAŞTIRMA VE TURİZM KOMİSYONU BAŞKANI NUSRET
BAYRAKTAR (İstanbul) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Katılıyoruz
efendim.
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe: Kabahatler Kanununda idari para cezalarıyla ilgili genel
düzenleyici hüküm bulunduğundan ve Anayasa Mahkemesinin iptal kararı da bu
doğrultuda olduğundan bu teklif gerekli görülmüştür.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.
Kabul edilen önerge doğrultusunda maddeyi…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Benim önergem var Sayın Başkan.
BAŞKAN – …oylarınıza sunuyorum…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, benim önergem var diyorum Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Bir saniye Sayın Genç. Önergeniz varsa niye getirilmedi?
KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, madde üzerinde düzeltme istiyorum.
Ben çekmedim önergemi.
BAŞKAN – Sayın Genç, önergenizi geri çekmişsiniz.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Verdim, orada var. Bu 39’uncu maddedeki…
BAŞKAN – Sayın Genç, önergenizin geri çekildiği söyleniyor,
bakacağız.
Birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 18.56
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 19.04
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu),
Yusuf COŞKUN (Bingöl)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
28’inci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
397 ve 397’ye 1’inci ek sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Tasarının 2’nci maddesini kabul edilen önerge doğrultusunda
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3’üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- 3194 sayılı Kanunun 44 üncü maddesinin (I) numaralı
fıkrasının (e) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“e) Her türlü inşaat ve tesisat dahil
yapım işlerine dair yapı müteahhitlerinin yetki belgelendirilmesi işlemlerine;
yapı müteahhitlerinin iş gruplarına, ihtisaslaşmalarına ve yüklenilecek işin
büyüklüğüne göre sınıflandırılmasına ve bunların sahip olmaları gereken asgari
eğitim, iş tecrübesi, teknik donanımı ve kapasitesi, mali durumu, idari yapısı
ve personel şartları ile niteliklerine; yapı müteahhitlerinin faaliyetlerinin
denetlenmesine, kayıtlarının tutulmasına ve değerlendirilmesine; mimar ve
mühendis unvanlı şantiye şefi çalıştırılması mecburi ve yapı müteahhidi
olmaksızın da yapılması mümkün olan yapılara; şantiye şeflerine, yapım ve
denetim işlerinde istihdam edilecek fen adamlarına ve yetki belgeli ustalara
ilişkin usul ve esaslar ile diğer hususlar, Milli Eğitim Bakanlığı, Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Mesleki Yeterlilik Kurumu, Türkiye Odalar ve
Borsalar Birliği, Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu, Türk Mühendis ve
Mimar Odaları Birliği’nin görüşleri alınarak”
BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına söz yok.
Şahsı adına söz isteyen Kamer Genç, Tunceli Milletvekili.
Buyurun Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
397’ye 1’inci ek sıra sayılı Tasarı’nın daha önceki, geçen 2’nci maddesinde bir
önerge vermiştim. Yani, o işleme konulmadı. Orada şunu kastediyorum: Şimdi, bir
yapının afet nedeniyle yıkılması gerekiyor ve yıkılma taraflara tebliğ edilmiş
fakat yıkmamış veyahut da kuvvetlendirmemişse burada 10 milyar lira para cezası
getirilmiş. Şimdi, bir gecekonduya da 10 milyar alıyorsunuz, bir apartmana, iş
hanına da 10 milyar alıyorsunuz. Ben orada diyordum ki, 2 milyar ile 10 milyar
arasında bir marj koyalım da gecekonduyla bir
apartman, bir iş hanı aynı işleme tabii tutulmasın.
Onun arkasında da, köy hudutları içinde yapılan yapılar fen ve
sağlık itibarıyla il özel idaresince yerinde görülmüş fakat muhtar burada
oturmaya izin vermiyor. Muhtar neye göre vermiyor? Belki siyasi rakibidir diye
vermiyor. Bu hâlde, fen ve sağlık itibarıyla yerinde, o ilgili il özel idaresi
sağlık şartlarını tespit ediyor ama muhtar burada ikametine izin vermiyorsa,
buna 300 milyon lira para cezası kesilmesini öngörüyor bu tasarı. Ben bunun
tasarı metninden çıkarılmasını istiyordum. Bence adil bir şey ama maalesef
biraz ”anlaştık, manlaştık” diyorlar, ben AKP ile
hiçbir şeyde anlaşamıyorum, onu da size söyleyeyim yani. Ama arkadaşlarımız,
dediler, peki, çok fazla üzerinde durmuyorum. Aslında kanun birçok yönleriyle
sakat bir kanun ama yani Sayın Divandan da rica ediyorum, ben önergemi geri
çekmeyinceye kadar… Ben böyle, zaten AKP’nin hiçbir konusunda anlaşmam mümkün
değil. Önergelerimi ben istersem kendim çekerim, yani onlar benim adıma karar
vermesinler. Bana göre bu, işleme konulsaydı iyi olurdu.
Saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Genç.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
4’üncü maddeye bağlı geçici madde 12’yi okutuyorum:
MADDE 4- 3194 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
“GEÇİCİ MADDE 12- Bu Kanunun 44 üncü maddesinin (I) numaralı
fıkrasının (e) bendinde öngörülen konulara ilişkin yönetmelik bir yıl içinde
yürürlüğe konulur.
BAŞKAN – Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
Geçici madde 13’ü okutuyorum:
GEÇİCİ MADDE 13- Bu maddenin yürürlüğe girmesinden sonra inşaat,
tesisat, elektrik, sıva ve benzeri branşlarda yetki
belgesi almak isteyenlerden, hangi branşta iş yaptıklarını belgeleyenlere usta
olduklarını gösterir geçici yetki belgesi verilir. Bu belgeler 1/1/2012 tarihinden itibaren sürekli yetki belgesine
dönüştürülür.”
BAŞKAN – Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
Geçici maddelerin bağlı olduğu çerçeve 4’üncü maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
5’inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 5- 13/12/1983 tarihli ve 180 sayılı
Bayındırlık ve İskan Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnamenin 2 nci maddesinin mülga (g) bendi
aşağıdaki şekilde yeniden düzenlenmiş, (i) bendi aşağıdaki şekilde
değiştirilmiş ve (j) bendinde yer alan “sicillerini” ibaresi “kayıtlarını”
olarak değiştirilmiştir.
“g)Türkiye Coğrafi Bilgi Sisteminin oluşturulmasına,
iyileştirilmesine ve işletilmesine dair iş ve işlemleri yapmak, yaptırmak,
yaygın olarak kullanılmasını teşvik etmek,”
“i) Gerçek kişilerin, özel hukuk tüzel kişilerinin ve kamu kurum
ve kuruluşlarının yurt içindeki ile inşaat ve tesisat dahil
yapım işlerini üstlenmek isteyen ve mevzuatta belirlenen nitelikleri taşıyan
gerçek kişilere ve özel hukuk tüzel kişilerine idarelerce tutulan kayıtlarını
da değerlendirerek yapı müteahhitliği yetki belgesi vermek,”
BAŞKAN – Sayın Komisyonun bir düzeltme talebi var.
Buyurun.
BAYINDIRLIK, İMAR, ULAŞTIRMA VE TURİZM KOMİSYONU BAŞKANI NUSRET
BAYRAKTAR (İstanbul) – Sayın Başkanım, bu maddenin (i) fıkrasında “ile” ifadesi
var, onun çıkartılması lazım. “Gerçek kişilerin, özel hukuk tüzel kişilerinin
ve kamu kurum ve kuruluşlarının yurt içindeki” ifadesinden sonra gelen “ile”
kelimesinin redaksiyonla çıkartılması şartıyla oylanmasını arz ediyorum.
Teşekkürler.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Komisyonun düzeltme talebiyle birlikte maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
6’ncı maddeyi okutuyorum:
MADDE 6- 180 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 12 nci maddesinin (h) bendi aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
“h) Gerçek kişilerin, özel hukuk tüzel kişilerinin ve kamu kurum
ve kuruluşlarının yurtiçindeki harita ve plan işleri ile inşaat ve tesisat dahil yapım işlerini üstlenmek isteyen, ilgili mevzuatında
belirlenen nitelikleri taşıyan gerçek kişilere ve özel hukuk tüzel kişilerine;
tutulan kayıtları da dikkate alarak yetki belgesi vermek, bu faaliyetler ile
etüt, proje, kontrollük ve müşavirlik işleri ile ilgili olarak yurt dışında
müteahhitlik hizmeti verenler hakkında gerekli iş ve işlemleri yapmak,
ilgililerin kayıtlarını tutup değerlendirmek ve belge vermek,”
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
7’nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 7- Bu Kanunun;
a) 1 inci maddesi ile değiştirilen 3194 sayılı Kanunun 28 inci
maddesinin sekizinci fıkrasının son cümlesinde yer alan “inşaat ve tesisat
işlerinde yetki belgesi olmayan usta çalıştıramaz” hükmü ile dokuzuncu
fıkrasının müteahhitlere yetki belgesi verilmesine ilişkin hükümleri 1/1/2012 tarihinde,
b) Diğer hükümleri yayımı tarihinde,
yürürlüğe girer.
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
8’inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 8- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN – Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Madde kabul edilmiştir.
Tasarının tümünü oylarınıza sunmadan önce, tasarının tümü
üzerinde, aleyhinde söz isteyen Kamer Genç, Tunceli Milletvekili.
Buyurun Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Konuşmuyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Tasarı kanunlaşmıştır; hayırlı uğurlu olsun.
4’üncü sırada yer alan, Çek Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu
Raporu’nun görüşmelerine başlıyoruz.
4.- Çek Kanunu Tasarısı ve Adalet
Komisyonu Raporu (1/710) (S. Sayısı: 445)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
5’inci sırada yer alan, Kütahya Milletvekili Soner Aksoy'un;
Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına
İlişkin Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Sanayi, Ticaret,
Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
başlıyoruz.
5.- Kütahya Milletvekili Soner
Aksoy'un; Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı
Kullanımına İlişkin Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile
Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu
(2/340) (S. Sayısı: 395)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
6’ncı sırada yer alan, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu Raporu’nun
görüşmelerine başlıyoruz.
6.- Kamu Düzeni ve Güvenliği
Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ve İçişleri
Komisyonu Raporu (1/704) (S. Sayısı: 383)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
Bu nedenle, kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen
diğer işleri sırasıyla görüşmek için, 10 Aralık 2009 Perşembe günü, alınan
karar gereğince, saat 13.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 19.14