Normal 44161 2 3 2010-01-20T16:01:00Z 2010-01-20T16:01:00Z 1 41924 238971 TBMM 1991 560 280335 11.9999 Clean Clean 0 0 nk 0 nk 0 0 false false false 0 nk 0 nk MicrosoftInternetExplorer4

DÖNEM: 23                            CİLT: 54                    YASAMA YILI: 4

 

 

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

28’inci Birleşim

9 Aralık 2009 Çarşamba

 

(Bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

 

   I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

  II. - GELEN KÂĞITLAR

 III. - YOKLAMA

 IV. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI

1.- Niğde Milletvekili Muharrem Selamoğlu’nun, ilaç fiyatlarında yapılan düzenleme nedeniyle eczanelerin bir zararı söz konusu değilken boykot yapmalarının yanlışlığına ve eczanelerin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Mersin Milletvekili Vahap Seçer’in, Danıştayın yürütmesini durdurduğu genetiği değiştirilmiş organizmalar hakkındaki yönetmeliğe ilişkin gündem dışı konuşması

3.- İzmir Milletvekili Kamil Erdal Sipahi’nin, Afganistan’a asker gönderilmesine ilişkin gündem dışı konuşması

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut ve 24 milletvekilinin, lisanslı depoculuk faaliyetlerinin yaygınlaşmamasının nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/486)

2.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut ve 24 milletvekilinin, şeker fabrikalarının özelleştirilmesinin yol açacağı sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/487)

3.- İzmir Milletvekili Kamil Erdal Sipahi ve 21 milletvekilinin, geçici köy korucularının sorunlarının araştırılarak daha sağlıklı çalışabilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/488)

 

VI.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- (10/107, 10/207, 10/322) esas numaralı Meclis araştırması önergelerinin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 09/12/2009 Çarşamba günkü birleşiminde birlikte yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi

2.- (10/139, 10/155, 10/171, 10/172, 10/173, 10/181, 10/183, 10/197, 10/369) esas numaralı Meclis araştırması önergelerinin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 09/12/2009 Çarşamba günkü birleşiminde birlikte yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi

 

VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın, Diyarbakır Milletvekili Gültan Kışanak’ın Demokratik Toplum Partisini kapatma davasıyla AK PARTİ Hükûmeti arasında direkt bir bağlantı kurarak Hükûmete sataşması nedeniyle konuşması

 

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)

2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)

3.- İmar Kanunu ile Bayındırlık ve İskan Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu (1/713) (S. Sayısı: 397 ve 397’ye 1 inci Ek)

4.- Çek Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/710) (S. Sayısı: 445)

5.- Kütahya Milletvekili Soner Aksoy'un; Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (2/340) (S. Sayısı: 395)

6.- Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu Raporu (1/704) (S. Sayısı: 383)

 

IX.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, AİHM ve uluslararası tahkimde Türkiye aleyhindeki davalara ilişkin Başbakandan sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/8589) (Ek cevap)

2.- Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat’ın, kanser hastası bir hükümlüye ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/9276)

3.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal’ın, kanser hastası bir hükümlüye ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/9279)

4.- Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır’ın, Ergenekon davası tutuklularının aldıkları sağlık hizmetlerine ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/9286)

5.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, çek ve senetlerden kaynaklanan mahkûmiyetlere ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/9703)

6.- Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır’ın, bir hükümlünün sağlık sorunlarına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/9713)

7.- Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay’ın, bir ihale öncesi hazırlatılan teknik rapora yönelik iddialara ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/9949)

8.- Edirne Milletvekili Bilgin Paçarız’ın, Edirne’deki okulların personel ihtiyacına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun cevabı (7/10113)

9.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, denetim ve yönetim kurullarında görevli personele ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı M. Vecdi Gönül’ün cevabı (7/10132)

10.- Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat’ın, Ekinözü’nün adliye teşkilatı ihtiyacına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/10160)

11.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, bir şahsın bakanlıkla bağlantısı olup olmadığına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/10251)

12.- Manisa Milletvekili Şahin Mengü’nün, İstanbul Cumhuriyet Savcısının askerlik görevini yapıp yapmadığına ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı M. Vecdi Gönül’ün cevabı (7/10617)

13.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, sınır ticareti kapsamındaki ithalata ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı (7/10642)

14.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, TOKİ’nin Muş’ta konut yapımına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/10645)

15.- Van Milletvekili Özdal Üçer’in, bir kişinin özürlü aylığı başvurusuna ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in cevabı (7/10733)

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te açılarak sekiz oturum yaptı.

Konya Milletvekili Hüsnü Tuna, Hazreti Mevlânâ’nın 736’ncı Vuslat Yıl Dönümü Uluslararası Anma Törenlerine,

Adana Milletvekili Nevingaye Erbatur, kadın haklarına,

Kırıkkale Milletvekili Osman Durmuş, eczacı ve eczanelerin sorunlarına,

İlişkin gündem dışı birer konuşma yaptılar.

 

2010 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2008 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın Genel Kurulda görüşme programının bastırılıp dağıtıldığına ve bütçeler üzerinde şahısları adına söz almak isteyen milletvekillerinin söz kayıt işlemlerine ilişkin Başkanlıkça duyuruda bulunuldu.

 

Kocaeli Milletvekili Cevdet Selvi ve 21 milletvekilinin, domuz gribi ve diğer salgın hastalıklar konusunun araştırılarak (10/483),

Karaman Milletvekili Hasan Çalış ve 20 milletvekilinin, elma üreticilerinin sorunlarının araştırılarak (10/484),

Adana Milletvekili Yılmaz Tankut ve 23 milletvekilinin, ÖSYM’nin sorunlarının araştırılarak daha sağlıklı çalışabilmesi için (10/485),

Alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

 

TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin’in, İsveç Parlamento Başkanı Per Westerberg’in davetine icabetle, 12 Aralık 2009 tarihinde Stokholm’da düzenlenecek Avrupa Birliği Parlamento Başkanları Olağanüstü Konferansına katılmak üzere İsveç’e resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi kabul edildi.

 

Gündemin “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler” kısmında yer alan:

(10/128, 10/272, 10/378) esas numaralı, tütün sektöründeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergelerin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 08/12/2009 Salı günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP,

(10/44, 10/147) esas numaralı Meclis araştırması önergelerinin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 08/12/2009 Salı günkü birleşiminde birlikte yapılmasına ilişkin CHP,

Grubu önerileri yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.

 

08/12/2009 tarihinde dağıtılan ve gelen kâğıtlar listesinde yayımlanan 444 ve 445 sıra sayılı kanun tasarılarının 48 saat geçmeden gündemin sekizinci kısmının 3 ve 5’inci sıralarına alınmasına, 07/12/2009 tarihinde dağıtılan ve gelen kâğıtlar listesinde yayımlanan 397 ve 397’ye 1’inci ek sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın da 48 saat geçmeden gündemin sekizinci kısmının 4’üncü sırasına alınmasına, diğer işlerin sırasının da buna göre teselsül ettirilmesine; Genel Kurulun, 08/12/2009 Salı günkü birleşiminde 444 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın, 10/12/2009 Perşembe günkü birleşiminde ise 445 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışmalarının devam etmesine, 445 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerinin perşembe günkü birleşimde tamamlanmaması hâlinde Genel Kurulun 11/12/2009 Cuma günü saat 14.00’te toplanması, bu birleşimde kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi ve 445 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışmalara devam edilmesine ilişkin AK PARTİ Grubu önerisi yapılan görüşmelerden sonra kabul edildi.

 

İstanbul Milletvekili Ünal Kacır, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, konuşmasında TOKİ’nin denetlenmediğine bu nedenle, KİT Komisyonunun görevini yapmadığına ilişkin sözler sarf ederek Başkanı olduğu KİT Komisyonuna sataşması nedeniyle bir konuşma yaptı.

 

İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu, İstanbul Milletvekili Ünal Kacır’ın belirttiği gibi TOKİ’yi KİT Komisyonunun değil Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun denetlediğine ilişkin bir açıklamada bulundu.

 

Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin, Nazım Hikmet Müzesinin Kurulmasına Dair Kanun Teklifi’nin (2/389), İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.

 

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:

1’inci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),

2’nci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/499) (S. Sayısı: 321),

Görüşmeleri komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.

 

3’üncü sırasına alınan, Konut Edindirme Yardımı Hak Sahiplerine Ödeme Yapılmasına Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ile İstanbul Milletvekili Esfender Korkmaz’ın, 5664 Sayılı Konut Edindirme Yardımı Hak Sahiplerine Ödeme Yapılmasına Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun (1/779, 2/523) (S. Sayısı: 444) görüşmeleri tamamlanarak elektronik cihazla yapılan açık oylamadan sonra kabul edildi.

 

Konya Milletvekili Faruk Bal, Kocaeli Milletvekili Fikri Işık’ın, grubuna ve görev yaptığı Hükûmete,

İstanbul Milletvekili Esfender Korkmaz, sözlerinin farklı yorumlanarak AK PARTİ’li bazı milletvekillerinin uygunsuz sözlerle,

İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu, Kocaeli Milletvekili Fikri Işık’ın, grubuna,

Sataşması nedeniyle birer konuşma yaptılar.

 

9 Aralık 2009 Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşime 23.40’ta son verildi.

 

 

 

Sadık YAKUT

 

 

 

Başkan Vekili

 

 

 

 

 

 

Gülşen ORHAN

 

Fatih METİN

 

Van

 

Bolu

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

 

 

 

 

 

Bayram ÖZÇELİK

 

 

 

Burdur

 

 

 

Kâtip Üye

 

                                                                                                                                                 No.:  39

 

II.- GELEN KÂĞITLAR

9 Aralık 2009 Çarşamba

 

Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut ve 24 Milletvekilinin, lisanslı depoculuk faaliyetlerinin yaygınlaşmamasının nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/486) (Başkanlığa geliş tarihi: 5.11.2009)

2.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut ve 24 Milletvekilinin, şeker fabrikalarının özelleştirilmesinin yol açacağı sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/487) (Başkanlığa geliş tarihi: 5.11.2009)

3.- İzmir Milletvekili Kamil Erdal Sipahi ve 21 Milletvekilinin, geçici köy korucularının sorunlarının araştırılarak daha sağlıklı çalışabilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/488) (Başkanlığa geliş tarihi: 5.11.2009)

 

 

 

9 Aralık 2009 Çarşamba

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 13.00

BAŞKAN : Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu), Gülşen ORHAN (Van)

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 28’inci Birleşimini açıyorum.

III.- Y O K L A M A

BAŞKAN – Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Yoklama için beş dakika süre veriyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz Sosyal Güvenlik Kurumu ve eczacıların sorunları hakkında söz isteyen Niğde Milletvekili Muharrem Selamoğlu’na aittir.

Buyurun Sayın Selamoğlu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Niğde Milletvekili Muharrem Selamoğlu’nun, ilaç fiyatlarında yapılan düzenleme nedeniyle eczanelerin bir zararı söz konusu değilken boykot yapmalarının yanlışlığına ve eczanelerin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

MUHARREM SELAMOĞLU (Niğde) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; eczacılık sektörünün sıkıntıları hakkında söz aldım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.

Sözlerime başlamadan önce aziz şehitlerimize Allah’tan rahmet, kederli ailelerine başsağlığı diler, yaralılarımıza acil şifalar dilerim.

Değerli arkadaşlar, 4 Aralık günü yürürlüğe giren İlaç Fiyat Kararnamesi sonrasında eczanelerin zarar ederek kapanacağı iddiasıyla yapılan bazı basın-yayın organlarında yer alan yayınlar sebebiyle eczaneler o gün kapanarak boykota gitmişlerdir.

Bilindiği gibi, son yıllarda Hükûmetimiz tarafından yapılan sağlık hizmetleri bütün halkımız tarafından takdirle karşılanmaktadır. Yıllardır insanlarımızın değişik sosyal güvenlik kuruluşları adı altında, örneğin sigortalı, BAĞ-KUR’lu, emekli, yeşil kartlı gibi sınıflar içerisinde, kendi sağlık kuruluşları dışında başka bir yerde muayene olmaları mümkün değildi. Bir sigortalı vatandaşımız kendi sağlık kuruluşunda saatlerce bekleyerek muayenesini yaptırıyordu, ilacını almak içinse bir o kadar zaman harcayarak hastanede eczane kuyruğunda bekliyordu, ilacı varsa alıyor, yoksa dışarıdan anlaşmalı eczane arayarak ilacını alabiliyordu.

Hükûmetimiz 2005 yılında Sosyal Sigortalar hastanelerini Sağlık Bakanlığına bağlayarak sigortalı hastalarımızın bütün devlet hastanelerinden faydalanmalarını sağlamıştır. Akabinde de Sigorta hastanelerindeki eczanelerin kapatılarak hastaların serbest eczanelerden ilaç almaları bizim Hükûmetimiz zamanında gerçekleştirilmiştir. Bütün bu sağlık kuruluşlarının yine Hükûmetimiz zamanında tek çatı altında toplanarak bugün Sosyal Güvenlik Kurumu adı altında insanlarımıza hizmet vermeleri sağlanmıştır. 2010 yılı Ocak ayı başında da konsolide bütçeye tabi olan kurumların da ödemeleri bu kuruma aktarılarak eczanelere geri ödeme sıkıntıları ortadan kaldırılacaktır.

Biz, sağlık kuruluşlarını tek çatı altında toplayıp ilaçlarını serbest eczanelerden almalarını sağlayarak yeşil kartlı hastalarımızı ve 0-18 yaş grubu vatandaşlarımızı sağlık güvencesi altına almak suretiyle serbest eczanelerden ilaçlarını alabilmelerini sağlamamız sonucu eczanelerin cirolarında olağanüstü artışlar sağlamış olduk.

Sosyal güvenlik kuruluşlarımızın temel amacı, adil, kolay erişilebilir, yoksulluğa karşı daha etkin koruma sağlayan, mali açıdan sürdürülebilir bir sosyal güvenlik kurumu sistemine ulaşabilmek için nüfusun tümüne hakkaniyete uygun, eşit, koruyucu ve tedavi edici, kaliteli sağlık hizmeti sunmaktır.

Biz eczanelerimizin iş potansiyellerini böyle artırmışken, eczanelerin Hükûmetimize karşı boykotlarını anlamak mümkün değil. Daha önceki hükûmetler zamanında ilaca ayda bir zam yapılırken, eczacının alım gücü enflasyonun da üzerinde eritilirken, üstelik de “Zarar ediyoruz.” diyen ilaç sektörüne karşı eczanelerin kârlılık oranları düşürülürken kâr marjını sıkıntıya sokanlar, bugün iktidarımızın bu çalışmalarını eleştirebiliyorlar. Biz bugün ilaç sanayisine boyun bükmüş olsaydık, iktidarımız döneminde ilaç fiyatlarında yüzde 70-80’lere varan indirimleri gerçekleştirmemiz mümkün olabilir miydi?

4 Aralık günü, İlaç Fiyat Kararnamesi’yle yapılan ilaç fiyatlarındaki düzenleme sonucu eczanelerin bir zararı söz konusu değildir. Bakanlığımız ilaç firmalarıyla anlaşarak ilaç fiyatları düşüşlerinden doğan stok maliyetlerinin ve stok kayıplarının karşılanacağını karara bağlanmıştır. Takdir edersiniz ki, bu hizmetlerin devamı için birtakım tedbirlerin alınması söz konusudur. Yapılan düzenleme hem hazinemizin hem de ilacı alan hastalarımızın menfaatinedir. Bunun için, eczane boykotunu tasvip etmedim ve o gün eczanemi açtım. Biz şayet boykot yapacaksak 2004 yılından bu tarafa ilaç fiyatlarında eczacıların farkında dahi olmadan stoklarındaki ilaçların fiyatlarının düşürülmesini sağlayan firmalara karşı yapsaydık, bugün eczacı arkadaşlarımızın durumu daha başka konumlarda olurdu.

Bütün bu çalışmalarımıza rağmen eczanelerimizin, eczacılarımızın sıkıntıları yok mu? Elbette var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Selamoğlu, lütfen tamamlayınız.

Buyurun.

MUHARREM SELAMOĞLU (Devamla) – 6197 sayılı Türk Eczacılık Kanunu’nu yeniden yapılandırılmalı. Bunun için Meclisteki eczacı milletvekilleriyle devamlı çalışmalarımızı tamamladık. Yakın bir tarihte Sağlık Komisyonuna gelecek ve Genel Kuruldan geçireceğiz. Daha önceki kademeli kâr marjından dolayı kazancı azalan meslektaşlarımın bu kademeli kâr marjından kurtarılarak eski duruma getirilmeleri için gerekli çalışmaları yapmamız lazım.

Eczanelerden, tahsil edilen muayene ücretlerinin de hastanelere kaydırılarak, hasta-eczacı sıkıntısından kurtarmamız gerekir.

İktidarımız tarafından, 2007 yılında 11 milyar 130 milyon, 2008 yılında 12 milyar 962 milyon, 2009 yılında da 15 milyar 586 milyon TL ilaç bedeli ödenmiştir.

Son beş yıl içerisinde 650 eczane çeşitli nedenlerden dolayı kapanmış, buna karşılık 1.050 eczane açılmıştır.

2010 yılı sonrası için -alınan bu tedbirler- sağlık sisteminin sürdürülebilmesi amacıyla gerekli tedbirler alınmıştır.

Salgın hastalığın kol gezdiği sıkıntılı dönemlerde…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUHARREM SELAMOĞLU (Devamla) – Bitiriyorum Başkanım.

BAŞKAN – Lütfen Sayın Selamoğlu… Yok, öyle bir uygulamam yok.

MUHARREM SELAMOĞLU (Devamla) – Aynı gün Sosyal Güvenlik Kurumunun provizyon sisteminden, ülke genelinde 8 bin eczanenin de provizyon sistemine girerek eczaneleri açtığı tespit edilmiştir.

Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Selamoğlu.

Gündem dışı ikinci söz, genetiği değiştirilmiş organizmalar hakkında yönetmeliğe ilişkin Danıştay kararı hakkında söz isteyen Mersin Milletvekili Vahap Seçer’e aittir.

Buyurun Sayın Seçer.

2.- Mersin Milletvekili Vahap Seçer’in, Danıştayın yürütmesini durdurduğu genetiği değiştirilmiş organizmalar hakkındaki yönetmeliğe ilişkin gündem dışı konuşması

VAHAP SEÇER (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Öncelikle, saldırı sonucu şehit olan kardeşlerimizi rahmetle anıyorum, kederli ailelerine başsağlığı diliyorum.

Değerli arkadaşlarım, 26/10/2009 tarihli, Tarım Bakanlığının çıkartmış olduğu GDO Yönetmeliği’ne ilişkin Danıştayın yürütmeyi durdurma kararı hakkında gündem dışı söz almış bulunmaktayım.

Değerli arkadaşlarım, biliyorsunuz, 26 Ekimden bu yana, genetiği değiştirilmiş organizmalar konusu kamuoyunu meşgul eden önemli bir konu. Bu konu, tabii ki… Aslında 2003 yılından bu yana, Türkiye’nin biyogüvenlik konusunda bir yasal boşluğu, mevzuat boşluğu olduğunu ve bunun bir an önce yasa çıkartılarak doldurulması gerektiğini söylüyorduk ancak Tarım Bakanlığı o yıllardan bugüne kadar inatla bu meseleyi, bu mevzuat boşluğunu ya talimatlarla ya yönetmelikle gidermeye çalışıyor. Bunun ilk denemesini de… 2007 yılının 26 Haziranında Tarım Bakanlığı bir talimat çıkartarak bu konuyu çözme yoluna gitmiş ama o günlerde sivil toplum örgütlerinin ve kamuoyunun baskısı bu talimatnamenin yürürlüğe girmesini engellemişti. Aynı Bakanlık, iki yıl sonra, 26 Ekimde yine burada GDO ile ilgili konuşmalarımızda biyogüvenlik yasa tasarısının artık bir ihtiyaç olduğunu ve ivedilikle yasalaşması gerektiğini, Meclisten çıkması gerektiğini söylerken, Tarım Bakanlığı bu meseleyi yine bir yönetmelikle çözmenin daha uygun olacağını düşündü ama tabii bu iş eline yüzüne bulaşmış oldu.

O günlerde, hatırlayınız, kamuoyunda çokça tartışıldı, televizyonlarda, basında, Mecliste bu konu gündeme geldi. Bu arada, tabii toplumun bu konuda endişeleri arttı. GDO nedir, ne değildir; zararlı mıdır, değil midir, faydalı mıdır; bu konuda endişeler ortaya çıktı, kaos ortaya çıktı. Bir müddet, tüketici tarımsal ürün almaktan, meyve sebze almaktan imtina etti ve o kargaşa içerisinde, o kaos içerisinde ilk yönetmelik çıktıktan yirmi beş gün sonra, Tarım Bakanlığı o yönetmelikle ilgili bir değişikliğe gitme ihtiyacı duydu. Bunu da tabii ki anlamak mümkün değildi ama tabii bunları bizler anlıyoruz. Neydi orada yapılan değişiklik? Özellikle en çarpıcı değişiklik, geçici bir madde eklenmişti ve Yönetmelik’in çıktığı tarih olan 26/10 tarihinden önce izin belgesi almış tarımsal ürünlerin gümrük kapılarından geçişine izin verildi ve Yönetmelik hükümlerinin uygulanması da 1/3/2010 tarihine kadar ertelenmiş oldu. Burada kimlerin etkisi oldu? Bunu kesinlikle söyleyebilirim ki bu konuda, dünyada GDO’lu tarımsal ürün ihracatında söz sahibi olan Amerika Birleşik Devletleri, Brezilya ve Arjantin gibi GDO’lu üretim yapan ve ihracatında söz sahibi ülkelerin etkin lobisinin tesiri olmuştur diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu süreçten sonra, bir vatandaşımız Danıştaya Yönetmelik’in iptali ve yürütmesinin durdurulması hakkında dava açıyor ve Danıştay bu konuyu görüşüyor. Bizim de o Yönetmelik çıktığında savunduğumuz, önce biyogüvenlik yasasını çıkartalım, bu konunun esaslarını, çerçevesini net olarak çizelim, ona dayalı olarak yönetmelik çıkartalım argümanlarımıza dayalı olarak, aynı gerekçeyi Danıştay göstererek Yönetmelik’in yürütmesinin durdurulması kararı veriyor. Şimdi, tekrar başa dönmüş olduk. Bu konuda, yine Türkiye’de bir mevzuat boşluğu ortaya çıkmış oluyor. Ama bu süreç içerisinde, Türk halkı en azından GDO’yu öğrendi, en çarpıcı olanı da 98 yılından beri Türkiye’ye milyonlarca ton GDO’lu tarımsal ürünün girdiğini öğrendi. Yani henüz masumiyeti kanıtlanmamış, zararlı mı, değil mi belli olmayan bu teknolojiyle, Türkiye’de on yıldır, on iki yıldır geçmiş hükûmetler ve 2002 yılından bu yana da siz AKP İktidarı tarafından Türk halkına bu ürünlerin yedirildiği ortaya çıkmış oldu.

Değerli arkadaşlarım, GDO konusunda dünyada lobi faaliyetlerinin olduğu kesin çünkü GDO’lu üretim ekonomik anlamda, ekonomik olarak gerçekten çok büyük rakamlara ulaşan hem tohumculuk hem tarımsal üretim anlamında bir değere sahip. Dolayısıyla, bu tip lobileri normal karşılamak mümkün ama benim anormal karşıladığım, bu lobi faaliyetlerinden Tarım Bakanlığının kesinlikle etkileniyor olması.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Seçer, lütfen tamamlayınız.

VAHAP SEÇER (Devamla) – Bakın, çarpıcı bir haber, GDO lobilerinin faaliyetleri ilkokul ders kitaplarına kadar girmiş. İlköğretimde dördüncü sınıf Türkçe kitabında GDO ürünleri çocuklara kurtarıcı ürünler olarak anlatılıyor. Şimdi, burada GDO savunucularının tezleri şu: Dünyada hızla artan bir nüfus var ve dünya hızla açlığa doğru gidiyor. Bu nüfusu doyurmak mümkün değil. Onun için GDO’lu ürünlere ihtiyaç var ve bunu biz Millî Eğitimin ders kitaplarına koyuyoruz. Çocuklarımıza daha küçük yaşlarda GDO’lu ürünlerin zararsız olduğundan ve bunlara mutlaka ihtiyacımız olduğundan, bunların faziletlerinden, erdemlerinden bahsediyoruz. Bu kesinlikle GDO lobilerinin faaliyeti sonucu ortaya çıkmış bir meseledir değerli arkadaşlarım.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de tarım iyi yönetilmiyor, Tarım Bakanlığı dökülüyor. İşte bu GDO meselesiyle birlikte Türkiye'nin tarımsal üretimde dışa bağımlı olduğu ortaya çıkmış oldu.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

VAHAP SEÇER (Devamla) – Hemen toparlıyorum Sayın Başkanım.

Selamlayayım Sayın Başkanım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Seçer, böyle bir uygulama yok.

Teşekkür ederim.

VAHAP SEÇER (Mersin) – Bu hassasiyeti Meclisi yönetirken de gösterseniz çok iyi olur.

BAŞKAN – Gündem dışı üçüncü söz Afganistan’a asker gönderilmesi konusunda söz isteyen İzmir Milletvekili Kamil Erdal Sipahi’ye aittir.

Buyurun Sayın Sipahi.

3.- İzmir Milletvekili Kamil Erdal Sipahi’nin, Afganistan’a asker gönderilmesine ilişkin gündem dışı konuşması

KAMİL ERDAL SİPAHİ (İzmir) – Sayın Başkan, yüce Meclise saygılar sunuyorum.

Sözlerimin başında, şehitlerimizi rahmetle anıyorum, milletimize başsağlığı diliyorum.

Evet, Türkiye yangın yerine dönmektedir. Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, olayları, açılıma provokasyon değil, açılım adındaki yıkım projesinin beklenen sonuçları olarak görmekteyiz.

Büyük Orta Doğu Projesi kapsamında, Amerika’nın stratejik adımlarından en fazla sorunlu görüleni, Afganistan’a bağlı gelişmelerdir. Diğer bölgelerde de sorunlar çözülememiştir ancak ABD’nin kontrolündedir. Afganistan’da ise ülke içinde sınırlı da olsa kontrol sağlanamamıştır. Ayrıca, komşu Pakistan’ın Hindistan ile çatışan çıkarları ve teröre karşı sınırlı mücadele kabiliyeti, bu ülkeyi de sıkıntılı hâle getirmektedir. ABD’nin Afganistan için öngördüğü 30 bin kişilik asgari takviye gücü, askerî anlamda kolordu seviyesidir. Kolordu, bağımsız olarak görev verilebilecek operatif bir güç olarak tanımlanır. Bu nedenle, Afganistan’a kış şartlarında, idari ve lojistik yetersiz şartlara rağmen böyle bir gücün gönderilmesi, ister istemez bu gücün Afganistan’da konuşlanıp başka bir bölgede görev alabileceği şüphesini akla getirmektedir.

Özetle, Obama’nın Afganistan için attığını söylediği adımların, Pakistan’ı ve İran’ı da ABD’nin hedefi durumuna getirebileceği şüphesini taşımaktayız. Türkiye'nin, Afganistan konusunu değerlendirirken olayı sadece ilave kuvvet gönderip göndermeme basitliğiyle değil, oyunun müteakip adımları ve bütünüyle görmesi gerekmektedir.

Bugün arabuluculuk oyunları içinde kendimize bölgede yer bulmaya çalışırken 1930’lu yıllardaki bir tarihî olayı sizlere anlatmakta fayda görüyorum. 1934 yılı sonbaharında, İran ile Afganistan arasındaki sınırın tespiti için her iki ülke hakem olarak sadece Türkiye’yi seçerler ve Atatürk’e müracaat ederler. Kurtuluş Savaşı kahramanı Fahrettin Altay Paşa, bu sınırın tespiti için görevlendirilir. Özetle, bugünkü Afganistan sınırının önemli bir bölümü, 1934 yılında Türkiye tarafından tespit edilmiştir. İşte bu coğrafyada Türk’ün ve Atatürk Cumhuriyeti’nin gücü budur.

Sonraki yıllarda, Afgan ordusu ve bürokrasisinin önemli bölümü Türkiye’de yetiştirilir; ilişkiler azalır. Sovyet işgali, Taliban yönetimi, İkiz Kuleler bahanesiyle BM kararları ve Amerikan işgali, ABD güdümünde NATO’nun devreye girmesi. Ancak, Afganistan halkı, geçen yıllara rağmen Türkiye’ye ve Türk askerine dost ve kardeş olarak bakarken diğerlerine genelde işgalci olarak bakmaya devam eder. Görevli olan arkadaşlarımızın ifadesiyle, o coğrafyada ay yıldızlı Türk Bayrağı, halk nazarında NATO Bayrağı’ndan da, ABD ve diğerlerinin bayrağından da farklı ve itibarlı görülmeye devam etmektedir.

11 Eylül saldırısı sonucu Meclis tarafından 10 Ekim tarihinde kabul edilen tezkerenin bir maddesinde “Türkiye, başlatılan mücadelenin kısa sürede ve yaygınlaşmadan başarıya ulaşması için kendi olanaklarının elverdiği ölçü ve biçimde her katkıyı yapmalıdır.” ibaresi bulunur. Ancak tezkerede her katkıyı yapmak söz konusu iken NATO’ya bildirimde Türk askerinin kullanılması konusunda kısıtlamalar konmuş ve teröre karşı kullanılamayacağı ifade edilmiştir.

Afganistan’da yürütülen harekâtı, Uluslararası Güvenlik Yardım Harekâtı (ISAF) ile Amerika’nın güdümünde yürütülen, teröre karşı aktif mücadeleyi ifade eden Sürekli Özgürlük Harekâtı olmak üzere iki bölümde mütalaa edebiliriz. Türkiye, şimdiye kadar birinci bölüm olan ISAF’ta görev almış, terörle aktif mücadele, uyuşturucuyla mücadele, mayın temizliği gibi halkla karşı karşıya gelebileceği ve tehlikeli görevlerden hassasiyetle kaçınmıştır, kaçınmaya mutlaka devam etmelidir.

ISAF Harekâtı 16 Ocak 2002 tarihinde imzalanan Bonn Anlaşması ile kurulmuştur ve Türkiye, NATO ve Birleşmiş Milletler anlaşmalarına göre bu harekâta katılmıştır. Birinci döneminde Türkiye 1.300 kadar bir personelle katılmış ve liderlik üstlenmiştir. Bunun üçüncü döneminde, Şubat-Ağustos 2005 dönemlerinde, hem Kâbil Bölge Komutanlığında hem de ISAF’ın toplam kuvvetlerinin tamamına 3. Kolordu Komutanlığı ile komuta ederek 1.450’si Türk, 8 bin NATO personeline komuta etmiştir. 1 Kasım 2009’dan itibaren de üçüncü defa Kâbil Bölge Komutanlığı görevini yürütmektedir ve böylece diğer dönemlerde 800 civarında olan personel sayımız da 1.750’ye ulaşmıştır.

Son NATO Zirvesi’nde, 2009 Nisanı, Strazburg’da, ABD, NATO’dan 21 bin kişilik ek bir kuvvet talebinde bulunmuştur. Bilindiği gibi, geçtiğimiz günlerde kendi takviye gücü olan 30 bin kişinin yanında, diğer NATO ülkelerinden de 5 ile 7 bin arasında bir kuvvet talebinde bulunmuş ve kuvvetlerin aktif terörle mücadele içerisinde yer almasını istemiştir.

Afganistan’da 26’sı NATO ülkesi olmak üzere 36 ülkeden personel görev yapmaktadır.

Bilinmesi gereken diğer bir önemli konu: Türkiye, Afganistan’a sadece Kâbil Bölge Komutanlığında değil, birçok yardım ve destek faaliyeti içinde bulunmaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Sipahi, lütfen tamamlayınız.

KAMİL ERDAL SİPAHİ (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.

Vardak imar ekibi, okullar, hastaneler inşa etmiştir. Seçim için gönderdiğimiz ekip ikinci bir imar ekibinin askerî bölümünü teşkil edecektir. Afgan Kolordusunda dört irtibat timimiz, genel maksat helikopterimiz vardır. Afgan Askerî Lisesi ve Harp Okulunda eğitim faaliyetleri sürdürülmektedir. Şimdiye kadar 8 binden fazla kişi Afganistan’da, 500’e yakın kişi Türkiye’de eğitilmiştir.

Sonuç olarak: Türkiye, dost, kardeş Afgan halkına yardım ve desteğe devam etmelidir ancak ABD’nin karanlık senaryosuna alet olarak halkla karşı karşıya gelebilecek veya Mehmetçik’i tehlikeye atabileceği görevlerden mutlaka uzak durmalıdır.

Yüce Meclise saygılar sunarım.(MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Sipahi.

Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum.

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut ve 24 milletvekilinin, lisanslı depoculuk faaliyetlerinin yaygınlaşmamasının nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/486)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

2005 yılında 5300 sayılı kanunla kabul edilen "Tarım Ürünleri Lisanslı Depoculuk Yasası" kapsamında lisanslı depoculuk faaliyetlerinin yaygınlaşmamasının ve üreticilerimiz tarafından ilgi görmemesinin nedenlerinin araştırılarak tespit edilmesi ve bunların çözümü amacıyla Anayasanın 98. Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104. ve 105. maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz.

1) Yılmaz Tankut                            (Adana)

2) Oktay Vural                               (İzmir)

3) Mehmet Şandır                           (Mersin)

4) Recai Yıldırım                            (Adana)

5) Mehmet Akif Paksoy                 (Kahramanmaraş)

6) Alim Işık                                    (Kütahya)

7) Ertuğrul Kumcuoğlu                  (Aydın)

8) Mehmet Ekici                             (Yozgat)

9) Hüseyin Yıldız                           (Antalya)

10) Akif Akkuş                              (Mersin)

11) Süleyman Turan Çirkin            (Hatay)

12) İsmet Büyükataman                  (Bursa)

13) Hakan Coşkun                         (Osmaniye)

14) Rıdvan Yalçın                          (Ordu)

15) Abdülkadir Akcan                    (Afyonkarahisar)

16) Sabahattin Çakmakoğlu            (Kayseri)

17) Recep Taner                             (Aydın)

18) Ahmet Orhan                           (Manisa)

19) Hasan Özdemir                        (Gaziantep)

20) Ahmet Duran Bulut                  (Balıkesir)

21) Beytullah Asil                          (Eskişehir)

22) Mustafa Enöz                           (Manisa)

23) Mithat Melen                            (İstanbul)

24) İzzettin Yılmaz                         (Hatay)

25) Mümin İnan                             (Niğde)

Gerekçe:

Uzun yıllardır Dünya Bankası ile sürdürülen "Ürün Borsalarının Geliştirilmesi Projesi" çalışmaları kapsamında 2005 yılında vergisel ve tarımsal teşviklerle yaygınlaştırılmasının amaçlandığı lisanslı depoculuk sistemi, 5300 sayılı "Tarım Ürünleri Lisanslı Depoculuk Yasası" kanunu ile uygulamaya konulmuş ama günümüze kadar geçen sürede yeterli ilgi ve etkinliği sağlamadığı görülmüştür.

Söz konusu kanunun amacı, "tarım ürünleri ticaretini kolaylaştırmak, depolanması için yaygın bir sistem oluşturmak, ürün sahiplerinin mallarının emniyetini sağlamak ve kalitesini korumak, ürünlerin sınıf ve derecelerinin yetkili sınıflandırıcılar tarafından saptanmasını sağlamak, tarım ürünleri lisanslı depo işleticilerinin kişiler arasında ayrım yapmaksızın ürünlerini kabul etmelerini temin etmek, ürünlerin mülkiyetini temsil eden ve finansmanını, satışını ve teslimini sağlayan ürün senedi çıkartmak ve standartları belirlenmiş tarım ürünlerinin ticaretini geliştirmek" şeklinde ifade edilmektedir.

Ülkemizde tarım sektöründe üretici olan çiftçilerimiz, ürününü hasat eder etmez hemen piyasaya sürdüğü için oluşan arz fazlalığı ile başta hububat olmak üzere birçok üründe hasat döneminde fiyatlar çok düştüğü ve çiftçilerimizin bundan dolayı zarar gördüğü ve çoğu zaman maliyetinin altında satmak zorunda kaldığı görülmektedir. Çünkü üretim sürecinde aldığı borcu kapatmak için elindeki ürünü bir an önce paraya çevirme zorunda kalmaktadır. Ayrıca ürününü saklayacak veya bekletecek bir deponun olmamasından dolayı elinden bir an önce çıkarması gerekmektedir.

Bu gelişmelerden, tüketici olarak toplumun tüm kesimleri olumsuz etkilenmektedir. Bu olumsuz gelişmelerden üreticilerimizi korumak amacıyla uygulanması düşünülen Tarım Ürünleri Lisanslı Depoculuk Yasası, iyi uygulanabilirse piyasaya ürün arzı daha kontrollü olacağı için hem üretici hem de tüketici bundan olumlu etkilenecektir. Çünkü; ürününü bir belge (ürün senedi) karşılığında lisanslı depoya teslim eden üretici, elindeki bu belgeyi teminat olarak kullanarak bankadan finansman desteği alabilecektir. Aynı zamanda elindeki ürün senedini ciro ederek ürününü fiyatların en uygun olduğu dönemde pazarlamasına imkan sağlayacaktır. Dolayısıyla bu uygulama ile, tarımsal ürünü girdi olarak kullanan sanayici veya ihracatçı da spekülatörlerden kurtarılmış olacaktır. Çünkü depolama imkanı olmayan veya yüksek stok maliyetinden kaçınmak isteyen sanayici ve ihracatçılar lisanslı depolardan istedikleri zaman diliminde ihtiyaçlarını karşılayabilecekler ve hammadde temini konusunda bir planlama yapabileceklerdir.

Bu uygulamanın tarım sektörüne sağlayacağı bir başka katkı ise, sektörde kayıt sistemini yaygınlaştıracak olması ve birçok üründe kalite ve standarda bağlı bir belgelendirme sistemini yerleştirecek olmasıdır. Daha da önemlisi üreticinin büyük bir zahmetle ürettiği ürünün, hijyenik ve sağlıklı ortamlarda depolanması hem satıcı hem de alıcıya önemli avantajlar sağlayacaktır.

Bu kanunla uygulanması düşünülen lisanlı depoculuk sisteminin bu zamana kadar yeterince ilgi görmemesi, bu konuda bazı yanlış, hatalı veya eksik düzenlemelerin olduğu gerçeğinin araştırılması gerektiğini düşündürmekte olup, yukarıda açıklamaya çalıştığımız hem üretici, hem tüketici hem de sanayici ve ihracatçılarımızın faydasına olacak olan bu çalışmanın yaygınlaşamamasının veya yapılamamasının ve yeterli ilgiyi görememesinin nedenlerinin araştırılması gerekmektedir.

Netice olarak; yukarıda anlatılmaya çalışılan gerçekler çerçevesinde; "Tarım Ürünleri Lisanslı Depoculuk Yasası" kapsamında lisanslı depoculuk faaliyetlerinin yaygınlaşmamasının ve üreticilerimiz tarafından ilgi görmemesinin nedenlerinin araştırılarak tespit edilmesi ve bunların çözümü amacıyla Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasını arz ederiz.

2.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut ve 24 milletvekilinin, şeker fabrikalarının özelleştirilmesinin yol açacağı sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/487)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. ve buna bağlı olarak faaliyet gösteren ve Anadolu'nun değişik bölgelerinde bulunan Şeker Fabrikaları, Pancar Kooperatifleri ve Pancar Alım Merkezleri; pancar tarımı ve pancar şekeri sektörünün istihdam yaratıcı, tarımı ve hayvancılığı geliştirici çok önemli ve vazgeçilmez hizmetleri ile Anadolu çiftçisinin ve insanımızın gözbebeği gibi baktığı ve koruduğu Cumhuriyetimizin de emaneti olan kurum ve işletmelerimizdir. Şeker fabrikalarının yan sektörleri destekleyici etkileri ile katma değer yaratan sektörlerden biri olması, özellikle de sağladığı sosyal faydanın büyüklüğü göz önüne alındığında, özelleştirilme sonrası yaşanacaklar bu sektörden hayatını idame ettiren insanlarımızı çok büyük ölçüde mağdur edecektir. İşte bu insanlarımızın ve bunlara bağlı olarak toplumumuzun büyük bir kesiminin yaşayacakları sorunların tespiti ve bu sorunların çözümü amacıyla Anayasanın 98. Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104. ve 105. maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz.

1) Yılmaz Tankut                            (Adana)

2) Mehmet Şandır                           (Mersin)

3) Oktay Vural                               (İzmir)

4) Recai Yıldırım                            (Adana)

5) Mehmet Akif Paksoy                 (Kahramanmaraş)

6) Alim Işık                                    (Kütahya)

7) Ertuğrul Kumcuoğlu                  (Aydın)

8) İsmet Büyükataman                    (Bursa)

9) İzzettin Yılmaz                           (Hatay)

10) Hüseyin Yıldız                         (Antalya)

11) Mehmet Ekici                           (Yozgat)

12) Hakan Coşkun                         (Osmaniye)

13) Mustafa Enöz                           (Manisa)

14) Süleyman Turan Çirkin            (Hatay)

15) Mümin İnan                             (Niğde)

16) Rıdvan Yalçın                          (Ordu)

17) Abdülkadir Akcan                    (Afyonkarahisar)

18) Sabahattin Çakmakoğlu            (Kayseri)

19) Akif Akkuş                              (Mersin)

20) Hasan Özdemir                        (Gaziantep)

21) Ahmet Duran Bulut                  (Balıkesir)

22) Beytullah Asil                          (Eskişehir)

23) Mithat Melen                            (İstanbul)

24) Recep Taner                             (Aydın)

25) Ahmet Orhan                           (Manisa)

Gerekçe:

Şekerpancarı, yılda 450 bin ailenin tarımını yaptığı ve şeker fabrikalarından on binlerce kişinin çalıştığı, ekim sahalarında yüzde 40 oranında aile işgücünün değerlendirildiği ve Türkiye'de 65 ilde, 7 bin 200 yerleşim biriminde ziraatının yapıldığı bir sanayi bitkisidir.

Şekerpancarı, en fazla istihdam yaratan, çiftçiye en yüksek getiriyi sağlayan, tarımı ve hayvancılığı, maya ve yem sanayi, zirai mücadele, tarım aletleri, taşımacılık gibi yan sektörleri en fazla destekleyen, çevre sağlığına büyük katkıda bulunan ürünlerin başında gelmektedir. Dolayısıyla da pancar şekeri üretilen tüm ülkelerde titizlikle korunmakta ve desteklenmektedir.

Ülkemizde de pancar ve pancar şekeri sektörü bu katkılarına ilaveten yılda yaklaşık 3 milyar dolar katma değer yaratmakta, taşımacılık sektörüne yılda yaklaşık 20 milyon ton iş hacmi sağlamakta ve geçimini doğrudan veya dolaylı olarak sektörle ilişkilendirmiş 10 milyon insanımıza iş ve ekmek sağlamaktadır. Ancak maalesef Türkiye, bu sektörü desteklemeyen dünyadaki tek ülke konumundadır.

Pancar şekeri sektörüne olumsuz darbe vurması beklenen gelişmelerin sonuncusu, 6 Aralık 2005 tarih ve 26015 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanan Özelleştirme Yüksek Kurulu Kararı ile üretim maliyetleri düşük, kârlılığı yüksek olan Bor, Ereğli ve Ilgın Şeker Fabrikaları’nın özelleştirme programına alınması olmuştur. Kurulu bulundukları yörelerdeki önemli sanayi tesisi ve istihdam alanı niteliğindeki şeker fabrikalarının bu şekilde kârlı olanlarının öncelikli olarak özelleştirilmesi halinde; 15 ile 18 arasında fabrikanın kapanması, pancar ve şeker üretiminin %40-50, sektörel istihdamın %50-60 daralması, yan sektörlerin olumsuz etkilenmesi sonucu yöresel ekonomik gelişmelerin ve bölgesel kalkınmanın sekteye uğraması, yöresel katma değerde büyük kayıplar yaşanması, yüz binlerce kişinin bundan doğrudan etkilenmesi sonucu köyden kente göç olgusunun artması, büyük kentlerde güvenlik, kırsal kesimde ise terör sorunlarında artış yaşanması, mevcut şeker sanayisinin çökmesi kaçınılmaz olacaktır.

Türkiye Şeker Fabrikaları AŞ'nin zarar eden fabrikalarını kâr eden bu fabrikalar sübvanse ederek dengelemekte ve toplamda kâr etmektedir. Başka bir deyişle, hazineye yük olmaktan kurtarmakta tüm bölgeler için sosyal bir denge sağlayarak, adalet görevi görmektedir.

Bu fabrikaların özelleştirilmesi halinde, ekonomik ölçekte olmayan diğer fabrikalar üretimini sürdüremeyecek, çiftçiler pancar üretimi yapamayacak, fabrikalarda çalışanlar işinden olacak, yöre halkı işsiz ve aşsız kalacaktır. Sonuçta, ülke olarak kendimize yeterli olduğumuz şekerde ithalatçı duruma gelinecektir.

Netice olarak; yukarıda anlatılmaya çalışılan gerçekler çerçevesinde; şekerpancarı tarımı ve şekerpancarı şekeri sektöründe ekmeğini kazanan insanların, özelleştirme sonrasında yaşanması muhtemel gelişmeler ışığında, yaşadıkları ve yaşayacakları sorunların tespiti ve bu sorunların çözümü amacıyla Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasını arz ederiz.

3.- İzmir Milletvekili Kamil Erdal Sipahi ve 21 milletvekilinin, geçici köy korucularının sorunlarının araştırılarak daha sağlıklı çalışabilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/488)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Terörle mücadelede yıllardır güvenlik güçleri ile birlikte yer alan Geçici Köy Korucularının ciddi sorunları bulunmaktadır. Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü uğrunda yıllardır en zor şartlarda görev yapan ve şimdiye kadar 1.300’den fazla şehit veren geçici köy korucuları ile ilgili sorunların araştırılması amacıyla, Anayasanın 98 inci maddesi ve TBMM İç Tüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince Meclis Araştırması yapılmasını arz ederiz.

1) Kamil Erdal Sipahi                     (İzmir)

2) Mehmet Şandır                           (Mersin)

3) Oktay Vural                               (İzmir)

4) Faruk Bal                                   (Konya)

5) Akif Akkuş                                (Mersin)

6) Kadir Ural                                  (Mersin)

7) Metin Çobanoğlu                       (Kırşehir)

8) Şenol Bal                                    (İzmir)

9) Ahmet Kenan Tanrıkulu             (İzmir)

10) Recep Taner                             (Aydın)

11) Beytullah Asil                          (Eskişehir)

12) İsmet Büyükataman                  (Bursa)

13) Rıdvan Yalçın                          (Ordu)

14) Behiç Çelik                               (Mersin)

15) Ali Uzunırmak                         (Aydın)

16) D. Ali Torlak                            (İstanbul)

17) Necati Özensoy                        (Bursa)

18) Bekir Aksoy                             (Ankara)

19) Zeki Ertugay                             (Erzurum)

20) Ahmet Deniz Bölükbaşı           (Ankara)

21) Gürcan Dağdaş                        (Kars)

22) Recai Yıldırım                          (Adana)

Gerekçe:

Köy koruculuğunun geçmişi 1924 yılına gitmektedir. 442 Sayılı Köy Kanunu ile "Köy sınırları içinde, herkesin ırzını, canını ve malını korumak için muhtarın emrinde, silahlı ve jandarma gibi görev yapacak köy korucularının görevlendirilmesi" öngörülmüştü. Silahlandırılacak gönüllü köy korucularının sorumluluğu köylüyü, eşkıyadan ve mahsul zamanında çapulculardan korumak olarak belirlenmişti. Doğu ve Güneydoğu'da terör olayları ciddileşince 1985 yılında bu eski kanuna bir madde eklendi. Köy koruculuğu "kurumsallaştırıldı". 3175 Sayılı Kanun'la 442 sayılı kanuna eklenen bu maddede şiddet hareketlerine ait ciddi belirtilerin köyde veya çevrede ortaya çıkması veya herhangi bir sebep ile köylünün canına ve malına tecavüz olaylarının artması halinde Valinin teklifi ve İçişleri Bakanının onayı ile yeteri kadar Geçici Köy Korucusu görevlendirilebileceği belirtilmektedir.

1985 yılında 22 ilde geçici köy koruculuğu uygulaması başlatılmıştır. 1987 yılında OHAL yürürlüğe girmiş, çatışmalar arttıkça korucu sayısı da artmıştır. 1988 yılında 14 bin olan korucu sayısı, 1992 yılında koruculara maaş bağlanmasından sonra hızla artmış, 1993 yılında 13 ilde daha koruculuk uygulaması başlatılmıştır. Böylece korucuların bulunduğu il sayısı 35'e çıkmıştır. Korucu sayısı 1995'lerde 62 bine, 2000 yılına doğru 90 bine yükselmiştir. 2000 yılında korucu alımı durdurulmuştur. 2005 yılında koruculara ve ailelerine yeşil kart verilmesi kararlaştırılmış, 2008 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla 10 bin korucu daha alınmıştır.

Hâlen sayıları 59.000'e yaklaşan Geçici Köy Korucuları; Güneydoğudaki sorunun etnik bir sorun değil, terör sorunu olduğu konusundaki en önemli dayanaktır. Nitekim yıllardır devam eden mücadelede resmi kayıtlarla 1.353 şehit ve binlerce yaralı vermişlerdir.

Son olarak 27.05.2007 tarihinde 442 sayılı Köy Kanununda yapılan bazı değişikliklerle durumlarının düzeltilmesi amaçlanmışsa da, yapılan düzenlemeler ihtiyaçların çok gerisinde kalmıştır.

Aynı şekilde, ilgili Kanuna dayanarak yayımlanan 09.01.2008 tarih ve 2008/13105 sayılı Geçici Köy Korucuları Yönetmeliği de mali ve sosyal sorunların karşılanmasında yeterli olamamıştır.

Geçici Köy Korucularının en önemli sorunları aşağıda belirtilmiştir.

Aylıkları yetersizdir.

Emekli aylıkları çok düşük olup, yaşlılık aylığı ile arasında fark yoktur.

Operasyon tazminatı adı altındaki miktar çok düşük olup, birçok yerde ödenmemektedir.

Yeşil kart dışında bir sağlık güvenceleri olmayıp, bu kartlar da aylık aldıkları gerekçesiyle toplanmaktadır.

Operasyonlar için yol ve kumanya parası alamamakta, bu ihtiyaçları kendileri karşılamaktadır.

Bütün bu sorunlardan çok daha önemli ve vahim olarak; hükümetin başlattığı "Açılım" adındaki yıkım projesi ile gelecekleri konusunda çok ciddi endişeler taşımaya başlamışlardır.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

VI.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- (10/107, 10/207, 10/322) esas numaralı Meclis araştırması önergelerinin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 09/12/2009 Çarşamba günkü birleşiminde birlikte yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi

                                                                                                          Tarih: 09.12.2009

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu'nun 09.12.2009 Çarşamba günü (bugün) yaptığı toplantısında, Siyasi Parti Grupları arasında oybirliği sağlanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisinin İçtüzüğün 19 uncu Maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

Saygılarımla.  

                                                                                                            Mehmet Şandır

                                                                                                                   Mersin

                                                                                                   MHP Grup Başkan Vekili

Öneri:

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler Kısmında yer alan 10/107, 207, 322 esas numaralı, "Şeker fabrikasının özelleştirilmesindeki usulsüzlüklerin ve yolsuzluk iddialarının araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi amacıyla" Anayasanın 98. ve İçtüzüğün 104 ve 105. Maddeleri Gereğince Meclis Araştırması önergelerinin görüşmelerinin Genel Kurulun 09.12.2009 Salı günlü birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi Grubu önerisi lehinde söz isteyen Alim Işık, Kütahya Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)

ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; şeker pancarı üreticilerinin sorunlarının ve şeker fabrikalarının özelleştirilmesi ve bu konuda yaşanan olumsuzlukların araştırılması amacıyla verilen araştırma önergelerinin gündeme alınmasıyla ilgili Milliyetçi Hareket Partisi Grubu önerisi üzerine söz almış bulunmaktayım.

Bu vesileyle, sözlerimin başında, iki gün önce Tokat Reşadiye’de hain bir saldırı sonucu hayatlarını kaybeden askerlerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına ve aziz milletimize başsağlığı, yaralılarımıza da acil şifalar dileyerek yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, şeker fabrikalarının özelleştirilmesi hakkında 17 Kasım 2009 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi birleşiminde yaptığım gündem dışı konuşmada da ifade ettiğim gibi, ülkemizde hâlen özelleştirme kapsamına alınan toplam yirmi beş şeker fabrikasının her yıl belirlenen 10 milyon tonu aşkın şeker pancarı kotasından 1,4 milyon tona yakın şekerin yanında önemli miktarlarda melas ve alkol üretimi de yapılmakta, bu fabrikalarımızda 18 bini aşkın personel çalışmakta yani aileleriyle birlikte yaklaşık 100 bine yakın insanımız şeker fabrikalarından geçimini sağlamaktadırlar. Yaşanan ekonomik krizin ağır etkilerinin her geçen gün daha da derinden hissedildiği ve işsizlikte âdeta dünya rekorunun kırıldığı ülkemizde böyle bir dönemde şeker fabrikalarının AKP İktidarı tarafından özelleştirilmesiyle ortaya çıkacak yeni işsizlerin ne denli önemli sorunlar yaşayacağını söylemek sanırım bir kehanet olmayacaktır.

Özelleştirilecek bu fabrikalar, çoğunluğu bulundukları illerin şehir merkezlerinde kalmış yaklaşık 50 bin dekarlık çok kıymetli araziye sahiptirler. Bu fabrikaları alan şirketlerin önümüzdeki dönemlerde bu kıymetli arazileri yeni imar değişiklikleriyle âdeta birer rant kaynağı olarak değerlendirmeleri şimdiye kadar yaşanan örnekler ışığında kaçınılmaz olacaktır.

Bir yandan şeker pancarı üreticilerinin kota sorunu başta olmak üzere hasat döneminde çektikleri değişik çileler, özelleştirilmiş fabrikalarda uygulanan yüksek fire oranları, pancar fiyatlarının düşüklüğü ve benzeri gibi birçok sorun yaşanırken bir yandan da acilen devletin elinde kalan 25 fabrikanın altı gruba ayrılarak özelleştirilmesi sürecinde ve sonrasında yaşanacak, örneğin çalışan işçilerin 4/C kapsamında diğer kurumlara gönderilmek istenmesi, bir kısmının iş akitlerinin sona erdirilmesi gibi sorunlar başta olmak üzere yeni yaşanacak sorunlar ülkemiz insanını yakından ilgilendirmektedir.

Nitekim, dün itibarıyla özelleştirme sürecinin ilk adımı tamamlanan altı şeker fabrikamızın içinde bulunduğu Portföy (C) grubunun daha çok inşaat ve madencilik işleriyle uğraşan bir firma tarafından alınması kamuoyunun dikkatinden kaçmamaktadır. PANKOBİRLİK Genel Müdürünün: Özelleştirme kapsamında bulunan şeker fabrikalarının kara para aklayan fırsatçıların eline düşmemesi gerekmektedir, bunun için şeker fabrikalarının mülkiyeti devlette kalmalı, işletme hakkıysa özel sektöre verilmelidir, Birlik olarak şeker fabrikalarına talibiz, ülkemizde uygulanan yanlış tarım politikalarından ve her geçen gün artan girdi maliyetlerinden dolayı pancar ekim alanlarının giderek düştüğü, bugüne kadar Hükûmetin pancar üreticilerine 1 lira dahi desteğinin olmadığı, Avrupa ülkelerinde pancar üreticilerine gübre KDV’si yüzde 7-8 oranında uygulanırken ülkemizde bu oranın yüzde 18’ler civarında olduğu, Hükûmetin pancar ekim alanlarının artmasını sağlamak yerine pancar alım fiyatlarını düşürerek âdeta pancar üreticisini cezalandırdığı, ülkeye değişik yollarla her yıl 1 milyon ton dolayında kaçak şekerin girdiği, Hükûmetin bu konuda gerekli tedbirleri alamadığı, bunun da kırsal kesimde yaklaşık 1 milyar dolar dolayında gelir kaybına yol açtığı, Hükûmetin geçici işçilere verdiği kadroların büyük bir kısmının Türkiye Şeker İşletmeleri bünyesinde gösterildiği ve maaşlarının buradan ödendiği, bu nedenle de yetkililerce şeker fabrikalarının zarar ettiğinin söylendiği ve benzeri gibi açıklamalarını, bu yüce kürsüden yetkililere bir kez de ben aktarmayı bir görev biliyorum.

ABD ve AB ülkelerinde hiçbir şeker fabrikasının özelleştirilmediği, ancak şeker pancarı üreticilerine devredildiği, Cargill ve benzeri gibi bazı uluslararası şirketlerin mısır şurubundan elde ettikleri tatlandırıcıları her geçen gün artırarak ülkemizde pazarladıkları dikkate alındığında, yapılacak özelleştirmelerin kimlere hizmet edeceği açıkça görülmektedir.

Özellikle GDO’lu ürünlerin ve insanımızda yaratacağı etkilerinin tartışıldığı günümüzde, nişasta bazlı şekerde ülkemizdeki kâr marjının yüzde 700’lere vardığı, AB ülkelerinde yüzde 2’nin altında olan nişasta bazlı şeker kotasının, ülkemizde, Şeker Kanunu’nda yüzde 10 olarak belirtilmesine rağmen Bakanlar Kurulu kararıyla yüzde 15 oranında uygulanması şeker pancarı üretimini olumsuz yönde etkilemekte ve birilerine gerçekten ciddi çıkarlar sağlamaktadır.

Bu nedenle, söz konusu şeker fabrikalarının özelleştirilmesinde pancar üreticilerinin de üyesi bulunduğu birliklerin öncelikle değerlendirilmesi, ayrıca ülkemiz genelinde giderek azalan pancar kotalarının ve pancar ekim alanlarının artırılarak şeker pancarı üreticilerinin mutlaka özel bir destek kapsamında teşvik edilmesinin sağlanması ve özellikle şeker fabrikalarında çalışan personelin özelleştirmeler nedeniyle mağduriyetlerinin önüne geçilmesi mutlaka sağlanmalıdır diyorum.

Değerli milletvekilleri, konuşmamın bundan sonraki bölümünde de özellikle Kütahya Şeker Fabrikasının özelleştirilmesi sürecinde ve bu süreç sonrasında yaşanan değişik usulsüzlüklerin yer aldığı önergemle ilgili konuları sizlerle paylaşmak istiyorum.

Nitekim, bu önergemiz 34 Milliyetçi Hareket Partisi Grubu milletvekilinin imzasıyla Türkiye Büyük Millet Meclisinin 12 Şubat 2009 tarihli birleşiminde okunarak gündeme alınmıştır. Bu konuda sizlerle paylaşacağım hepsi belgeli durumdaki bilgileri ülkemizi yedi yılı aşkın süredir tek başına yöneten AKP iktidarları döneminde 3Y ile tanımladığımız yozlaşma, yolsuzluk ve yoksulluk konularının ne boyutlara ulaştığının bir göstergesi olarak değerlendirmenizi talep ediyorum.

Kütahya ilinin önemli KİT’lerinden birisi olan Baha Esat Tekand Kütahya Şeker Fabrikası, bilindiği gibi, 2004 Ekim ayında özelleştirilmiştir. Diğer üç KİT de bu süreçte özelleştirilmiş olup tüm bunların Kütahya istihdamını olumsuz yönde etkilediğini ve işsizliği artırdığını, nitekim 2008 yılı sonu itibarıyla da Kütahya ilinin 81 il içerisinde en fazla göç veren ikinci il konumuna gelmesinde çok ciddi etkileri olduğunu sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bilindiği gibi bu fabrikamız, özelleştirme sürecinde Torunlar Gıda AŞ’ye, en yüksek bedeli vermesi nedeniyle, 23 milyon 820 bin dolarlık bir bedelle satılmıştır. Ancak, özelleştirme öncesinde söz konusu fabrikanın o günkü resmî avukatı tarafından Kütahya Sulh Hukuk Mahkemesi Hâkimliğine başvuruda bulunulmuş ve bilirkişi kurularak değer tespitinin yapılması talep edilmiştir. Söz konusu mahkeme 2003/89 Diğer İşler numaralı dosyayla bu bilirkişileri kurmuş ve oluşturulan üç farklı bilirkişi komisyonunun tüm mal varlıkları dökümünü o günün parasıyla, yani 2003 Haziran ayı itibarıyla elde etmiş ve o günkü bedeli 266 trilyonun üzerinde bir değer olarak bu Komisyon tarafından ifade edilmiştir. Ancak ne yazık ki o günün bir buçuk yıl sonrasında, yani Ekim 2004’te bu fabrika o günün parasıyla 25 trilyona özelleştirilmiş, 25 trilyon liraya özelleştirildiği gün fabrikanın nakit kârı ve ambarlarındaki şeker bedelinin toplamı 30 trilyonun üzerinde olmuştur. Bunların hepsi belgelidir.

Özelleştirme sürecinin bitimini müteakip söz konusu firmanın yetkilileri tarafından, özelleştirme tarihinden sekiz ay sonra, 20 Mayıs 2005 tarihinde söz konusu fabrikanın 112 dönümlük arazisi Türkiye Şeker Fabrikaları üzerine tescilli olmasına rağmen, başvuru üzerine, o günkü tapu müdürü tarafından aynı gün tapuda…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Işık, lütfen tamamlayınız.

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Bu firma kime ait biliyor musunuz?

ALİM IŞIK (Devamla) – Torunlar Gıda ve sonradan Kiler AŞ ortak olmuş.

Daha sonra, o günkü başvuru üzerine, herhangi bir tapu davası açılmadan tapuda tahrifat yapılmış ve 112 dönümlük arazi söz konusu yeni sahiplerinin üzerine geçirilmiştir.

Bunun üzerine cumhuriyet başsavcılığına yaptığım suç duyurusu ve ardından yürüyen yargı süreci devam etmekte olduğu için daha fazla bir şey söylemek istemiyorum. Ama Kütahya Valiliği İl İdare Kurulu konunun doğru olduğunu tespit etmiş ancak emekli olan müdür nedeniyle bu konu üzerinde bir işlem yapamayacağını resmî yazıyla tarafıma iletmiştir. Bu konuyu da sizlerle paylaşmak istiyorum.

Yine, özelleştirmeden sonra 4,250 trilyon liraya 252 dönümlük bir arazinin yüzde 44’ü pancar ekicileri üzerinden alınmış, şirketin üzerine geçirildikten sonra Kütahya Belediyesinde yapılan imar değişikliğinin sonucunda söz konusu arazinin bedeli 400 trilyon liraya yükselmiştir. Bu konuda yapılan bir başvuruyu da Danıştay haklı görmüş ve söz konusu imar planını iptal etmiştir. Bu nedenle…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Işık.

ALİM IŞIK (Devamla) – Peki, teşekkür ediyorum.

Araştırma önergemizin sizlerin vicdanında önemli olduğu inancıyla kabulünü sizlere arz ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Önerinin aleyhinde söz isteyen Hasip Kaplan, Şırnak Milletvekili.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Demokratik Toplum Partisi Şırnak Milletvekili. Daha kapatılmadık Başkanım.

BAŞKAN – Sayın Kaplan, burada kasıtlı bir şey söylenmiş değil.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Çağırırken hangi parti olduğu çağırılmaz.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Demokratik Toplum Partisi…

BAŞKAN – Hayır, burada partiler söylenmiyor, şahıslar adına istendiği için isimler söyleniyor, hatırlatırım.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Grup adına konuşma olmadığı için çağırırken kim ise onu çağırır, şahsen çağırır.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Peki.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz bu konularda dikkatli olmanızda yarar görüyorum çünkü siz de direkten dönen bir partisiniz. Anayasa Mahkemesinde kapatma davanız görüşüldüğünde ve bugüne kadar biz sürekli olarak şunu söyledik: Biz parti kapatmaya karşıyız, Türkiye'nin partiler mezarlığına çevrilmesine karşıyız. Partileri, bu Mecliste halkı temsil edenleri bir tek sandıkta halk kapatabilir; halka havale edelim, halka bırakalım ama yedi sene iktidar döneminde Anayasa da değiştirilmedi, Siyasi Partiler Yasası da değiştirilmedi, arkasından da Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek kalkıyor, bize “Bazı kararları okuyun.” diyor, tavsiye ediyor, “Herri Batasuna kararını okuyun.” diyor. Sayın Çiçek de hukukçudur, ben de uluslararası hukukçuyum; Strasburg’da çok parti kapatma davasına girdim ve bu Anayasa Mahkemesini de Türkiye’yle beraber, hükûmetiyle beraber çok mahkûm etmiş bir avukatım. Benim mahkûm ettiğim HEP davasının kararını okusunlar, ÖZDEP davasının kararını okusunlar, DEP’in kararını okusunlar, ondan sonra gelsinler, bize tavsiyede bulunsunlar.

Bir taraftan ana muhalefet parti liderini “Sayın Baykal yargısı süren davalarla ilgili konuşuyor.” diye eleştireceksiniz, sonra arkadan, Anayasa Mahkemesinde dava görülürken gelip kendiniz aynı şeyi yapacaksınız, konuşacaksınız. Ben de Sayın Çiçek’e bir şey hatırlatmak istiyorum: Franco rejimi döneminin yasaklarının temsilciliği görevi kimseye onur kazandırmaz. Gidin, siz de İspanya’nın 78 Anayasası’nı okuyun. Gidin, Bask Bölgesinde nasıl eyalet sistemi olduğunu görün. Bask halkının hem meclisi olduğunu görürsünüz hem Bask dilinin de resmî dil olduğunu görürsünüz hem de İspanyolcanın resmî dil olduğunu görürsünüz hem vergisini topladığını görürsünüz hem polisini de kendisinin görevlendirdiğini görürsünüz. Bunların binde 1’ini koyun, biz sizden önce her türlü mücadeleyi vermeye hazırız, bin de 1’ini koyun. Yedi sene iktidarda bu Meclisin çoğunluğunu sağlayacaksınız, ondan sonra gelip bize nasihat edeceksiniz. Bu halk, haddini aşanlara sandıkta en büyük nasihati yapacaktır. Bakın, herkes ağzından çıkan söze dikkate edecektir. Cemil Çiçek de bunların başındadır. En başta onu saygıya davet ediyorum ve bir daha böyle bir konuşma yapmasın.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tokat’taki olayı, kamu vicdanında bu Meclis açığa çıkarmadan faillerini, hiç kimsenin şunu bunu suçlayarak konuşmasının doğru olmadığını söylemek istiyoruz. Parti kapatma davamız Anayasa Mahkemesinde görüşülürken ve Obama’yla görüşme yapılırken Amerika’da, pat, Reşadiye ilçesi, MHP’nin güçlü olduğu bir yerde, karanlık bir provokasyonla 7 tane askerimiz şehit ediliyor. Bu askerlerimiz, hem doğudan hem batıdan hem Karadeniz’den; partilimiz de var, DTP’li olan var, MHP’li olan var, CHP’li olan, AKP’li olan var. Herkes şunun cevabını aramak zorunda değil midir: Kim yaptı bu operasyonu? Kim tetiğe el bastı? Bu karanlık olayı aydınlatmak için Meclis bir araştırma kuramaz mı? Meclis İnsan Hakları Komisyonu, Allah için, vicdan için, insanlık için, her gün ölüm olurken bir gün olsun gidip Reşadiye’de olayı yerinde görüp orada askerlerimizin de insan hakkı olduğunu hatırına getirip bu Meclis kalkıp gidip bir araştırma yapamaz mı? Bütün Meclis grubu üyeleri gidemez mi? Provokasyonların önüne geçilemez mi? Halkların birbirine kırdırtılması ortamını yaratmak isteyen bir sürü güç varken buna karşı uyanık olamaz mı? Sayın Genelkurmay Başkanı, hep konuşacağına operasyon günü olayın olduğu noktanın etrafını çembere alsaydı, o arazi koşullarında kimin ne yaptığını çok rahatlıkla ortaya çıkarabilirdi. Hiçbir kurumun mu sorumluluğu yok? Meclisin sorumluluğu yok, siyasilerin sorumluluğu yok, Hükûmetin sorumluluğu yok, Genelkurmayın sorumluluğu yok; yoksa körpecik askerlerimiz mi sorumlu kurban olurken? Bunun da vicdanını sorgulamak lazım. Vicdan doğruda doğrudur. Gelin, bu karanlıkları aydınlığa çıkaralım. Bunun ötesi halkların boğazlaşmasıdır. Şimdiden görüyorum. Meydanlara çıkıp bunu siyasi rant olarak görmek isteyenler elini biraz taşın altına sokmalıdır. Bizim Mecliste olmamızın eğer barış olacak, eğer Türkiye’ye huzur gelecekse, demokrasi gelecekse anlamı var, yoksa gerisi hikâyedir. Çok açık söylüyoruz.

Bakın, araştırma önergesi elimde duruyor. MHP getirmiş, CHP getirmiş. Usulen aleyhte söz aldım. Biz de şekerle ilgili sıkıntıları görüyoruz, araştırma yapılmasını isteyen ama veremediğimiz bir önergenin, bakın, kopyası elimde. Bu ülkede AK PARTİ İktidarı yedi senedir… Doğu, Güneydoğu’ya kaç fabrika kurdunuz kardeşim? Çıkın konuşun. Kaç fabrika kurdunuz? Tekel…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Türkiye’ye kaç fabrika kurdunuz?

HASİP KAPLAN (Devamla) – Hayır, Doğu ve Güneydoğu’nun, Karadeniz’in geri kalmış yerleri, İç Anadolu’nun geri kalmış yerleri, Akdeniz’in, Ege’nin geri kalmış yerleri, teşvik gören yöreleri, geri kalmış batıdaki, Karadeniz’deki yani Artvin’in iç kesimleri, Erzurum’un iç kesimleri… Nereye ne kurdunuz? Tekel fabrikalarını sizden önceki iktidarlar kurdu, şeker fabrikaları cumhuriyette kuruldu. Yirmi beş tane şeker fabrikası var. Bu yirmi beş şeker fabrikasını özelleştirmeye aldınız, dış borçları kapamak, bütçe açıklarını yamamak için. Tekel işçilerini sokağa saldınız, 12 bin işçiyi. En son kimin zamanında Diyarbakır Tekel Fabrikası kurulmuştu? ANAP döneminde kurulmuştu, sanıyorum Mesut Yılmaz -burada değil- kendisi açılışını yapmıştı. Şimdi o fabrikaları kapatıyorsunuz, tütün üreticisinin canına ot tıkıyorsunuz, her şeyini aldığınız gibi işçileri de sokağa bırakıyorsunuz, 4/C’ye mahkûm ediyorsunuz.

Şeker fabrikasında ne yapacaksınız? Şimdi, bakın, şeker fabrikasında, Ege Üniversitesinden oturmuşlar konuşmuşlar. Daha önce Çarşamba, Çorum, Kastamonu, Kırşehir, Turhal ve Yozgat fabrikaları 11 Eylülde satışa çıkarıldı, değil mi? Bu fabrikaları siz mi kurdunuz? Bu fabrikalar zarar mı ediyordu? Pancar üreticisi bu köylü değil miydi, buranın çiftçisi değil miydi? Peki, arkasından şimdi Muş, Erzurum, Iğdır, Kars şeker fabrikalarını, bunları da yirmi beşin içine getiriyorsunuz. Peki, bunların 3 milyar 193 milyon lira kâr ettiğini biliyor muydunuz? Peki, zarar eden kuruluşları niye satamıyorsunuz? PTT’yi niye satamadınız? Telekom’u sattınız, PTT’ye niye müşteri bulamadınız?

Arkadaşlar, iki Almanya birleştiği zaman (Doğu Almanya-Batı Almanya) tesadüf oradaydım, Dresden’e gitmiştim. Duvarın öbür yanında, Dresden’de geri kalmış bir Doğu Almanya vardı ama iki Almanya birleştiği zaman Almanya Federal Parlamentosu şöyle bir karar aldı: “Bundan sonra bütçenin gelirinin yüzde 10’unu Doğu Almanya’ya harcayacağım, on sene boyunca, bölgesel dengesizlikleri gidermek için.”

Şimdi, sosyal adalet, sosyal devlet, sosyal eşitlik diyorsanız, oradaki pancar üreticisini mahkûm ederek değil, tütün üreticisini mahkûm ederek değil, cumhuriyetin kurduğu fabrikaları satarak, özel sektöre kapatarak değil, oraya çözüm modeli getirerek ancak katkı sunarsınız. Bunun örnekleri var; Almanya gibi yaparsınız. Bölgesel dengesizliği gidermek için bütçenin yüzde 10’unu Doğu’ya da Güneydoğu’ya da iç Anadolu’nun yoksul kentlerine de Karadeniz’in iç kesimlerine de Ege’nin yoksul olan, iç Anadolu’nun, Akdeniz’in dağlık kesimindeki kesimler dâhil olmak üzere, bölge ayrımı yapmadan harcarsınız, bölgesel dengesizliği giderirsiniz. Budur doğru olan ama şeker fabrikalarında satışa gideceksiniz. Türkiye’de, her insan sabah gözünü açtığı zaman bir çay içmekle, şekerle yüzleşiyor ama şunun vicdan muhasebesini yapacaksınız: Bu şekeri sattınız, şekeri nereden alıyorsunuz? Bakın, Şeker Yasası, pancar ekim alanlarının daralmasına, şeker fabrikalarının düşük kapasiteyle çalışmasına ve yüksek yoğunluklu tatlandırıcı (YYT) dış alımının patlamasına neden olmaktadır.

Siz, tatlandırıcıya Türkiye’deki halkı hem mahkûm edeceksiniz hem ithal ettireceksiniz. Sonra, Şeker Kurulu, 2009 yılının ilk sekiz ayında 172.042 ton şekere eş değer YYT dış alımı için uygunluk belgesi verecek.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Kaplan, lütfen tamamlayınız.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Tamamlıyorum.

Kayıtlı olarak yapılan YYT yanında, önemli miktarda kimyasal tatlandırıcının Türkiye’ye kaçak olarak girdiğini de tahmin ederseniz, bunların sonucunda ekonomi olumsuz etkilenmekte, pancar çiftçisi ve oradaki şehirler bundan zarar görmektedir.

Şimdi, ne akılla, kardeşim, yap-işlet-devret yasasını çıkardınız? Galataportu satacaksınız, boğaz köprüsünü satacaksınız, limanları satacaksınız, dağları satacaksınız, ovaları satacaksınız, ırmakları satacaksınız, Türkiye’yi satacaksınız, bari bu fabrikaları satmayın da biraz vicdan freni yapın, sizi buna davet ediyorum, daha ne diyeyim size.

Benden kurtulacaksınız diye seviniyorsunuz, değil mi? Sanmayın, bu halk arkamızda olduğu sürece bizden kurtulamazsınız, onu da söyleyeyim size.

Teşekkür ediyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Kaplan, partinizin isminin söylenmemesiyle ilgili açıklama yapmak istiyorum. Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi lehinde ve aleyhinde sözler şahıslar adına istenmiştir. Gruplar adına istenilen sözlerde ilgili partinin grubu başta anons edilmektedir.

Bilgilerinizi tazeleme anlamında İç Tüzük’ün 63’üncü maddesinin ikinci fıkrasını okuyorum: “Bu yolda bir istemde bulunulursa, onar dakikadan fazla sürmemek şartıyla, lehte ve aleyhte en çok ikişer kişiye söz verilir.” Başkanlık gündemine hâkimdir ve kimsenin de bilgisine ihtiyacı yoktur.

Teşekkür ediyorum.

Öneri lehinde söz isteyen Ramazan Kerim Özkan, Burdur Milletvekili.

Buyurun Sayın Özkan. (CHP sıralarından alkışlar)

RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Milliyetçi Hareket Partisinin şeker pancarı ve şeker fabrikalarının sorunlarıyla ilgili vermiş olduğu önergenin lehinde söz aldım. Tekrar, sizleri ve Türk vatandaşlarını saygıyla selamlıyorum.

Pancar tarımı ve pancar şekeri sektörü, ülkemizde en pahalı istihdam yaratan, yan sektörlere büyük katkı sağlayan, en fazla çiftçi geliri sağlayan sektörlerden biridir; yaklaşık 3 milyar dolarlık bir getiri sağlamaktadır ülke ekonomisine ki biz, tüm ülkeye yılda verdiğimiz yarım milyar dolarlık bir tarım desteğiyle övünüyoruz, Hükûmet olarak da övünüyorsunuz. 3 milyar dolar gelir ve getiri sağlıyor sadece pancar Türkiye’de, değerli arkadaşlarım. Pancarı, şeker pancarını öyle basite alıyorsunuz ki üzülüyorum; şeker pancarı, Türkiye'nin her şeyi, var oluşumuzun, Türkiye Cumhuriyeti’nin var oluşunun temelinde var. Bu yirmi beş fabrika, şu anda satmayı düşündüğünüz bu yirmi beş fabrika neler yarattı bu ülkeye? Cumhurbaşkanları, başbakanlar, milletvekilleri, profesörler, hekimler, mühendisler, hepsine bu şeker fabrikalarının katkısı oldu. Ama ne yazık ki bu fabrikaları satmayı düşünüyoruz.

Değerli arkadaşlarım, Hükûmetin üst yetkilileri Meclise bir yemek sunuyor, tabldot yemeği gibi. Bu tabldotta bu hafta yirmi beş fabrika var. Ama milletvekillerinin görüşü kesinlikle alınmıyor. Bu fabrikalar, portföy A fabrikaları… Bakın bunlar geçmişte yapılan değerler. “Bu cumhuriyet hükûmetleri ne yaptı?” diye soruluyor ya. Bu cumhuriyet hükûmetlerinin yaptığı değerlerden bu yirmi beş fabrika. Portföy A fabrikaları: Ağrı, Erciş, Erzurum, Kars, Muş şeker fabrikaları. Portföy B fabrikaları: Elâzığ, Elbistan, Erzincan, Malatya. Portföy C fabrikaları: Çarşamba, Çorum, Kastamonu, Kırşehir, Turhal ve Yozgat şeker fabrikaları. Portföy D: Bor, Ereğli, Ilgın şeker fabrikaları. Portföy E: Afyon, Alpullu, Burdur ve Uşak şeker fabrikaları. Burdur benim ilim. Portföy F fabrikaları: Ankara, Eskişehir, Susurluk şeker fabrikaları. Demek ki cumhuriyet hükûmetleri çok şey yapmış; et-balıkları yapmış, süt endüstrisi kurumlarını yapmış, şeker fabrikalarını yapmış. Değerli arkadaşlarım, bunlarda özelleştirme yaptık. Şu anda et-balık kurumlarını açmak istiyoruz. Nerede? Diyarbakır’da, Erzurum’da, Van’da, Kars’ta. Tekrar, devletin güdümünde bu et-balık kurumlarını çalıştırmak istiyoruz, süt endüstrisi kurumlarını çalıştırmak istiyoruz.

Burdur’un süt endüstrisi kurumu özelleştirildi. Değerli arkadaşlarım, o fabrika özelleştirildi. Bizim şu anda 650 ila 700 ton günlük süt üretimimiz var ama bu üretimin ancak yüzde 5’i civarında Burdur’da üretiliyor. Diğerleri 450 kilometre ileride İzmir’e, 450 kilometre Ankara’ya, Zonguldak’a, Tokat’a, İstanbul’a, buralara gönderiliyor. Ama elimizdeki süt endüstrisi kurumunu kapatmışız. Aynı şeyi şeker fabrikalarında yapmak istiyoruz.

Bakın bu şeker fabrikalarının üreticileri feryat ediyor. Sayın Başbakanımıza açık mektup. Bunu gazetelerin hepsinde sayfa sayfa görüyorsunuz: “Biz şeker işçileri, Türkiye'nin şekerde dünyanın sayılı üreticilerinden birisi olmasını istiyoruz. Bu doğrultuda her türlü fedakârlığı yapmaya hazırız.” İşçiler feryat ediyor: “Türkiye'nin şeker sektöründe dünyanın yıldız ülkesi olması mümkün iken, şeker sanayisinin özelleştirilmesine yönelik çalışmalar ısrarla devam ediyor. Özelleştirmenin gerçekleşmesi durumunda şeker fabrikalarının tamamına yakını kapanacak, pancar üreticileri tarımdan dışlanacak, sektör çalışanları işsiz kalacak, Türkiye şekerde dışa bağımlı bir ülke konumuna gelecek. Et-Balık Kurumu, SEK, TİGEM ve Yem Sanayi gibi tarımsal KİT’lerdeki özelleştirmelerin ardından gündeme gelen kamulaştırma ve yeniden kurulma planları şeker sanayisinin özelleştirilmesi durumunda yapılamayacak, bu da sektörde ciddi sorunların oluşmasına neden olacak.”

Değerli arkadaşlarım, şeker fabrikaları satılırsa on sekiz-yirmi şeker fabrikası kapanacak, bölgesel kalkınma sekteye uğrayacak. Hani Sayın Başbakan “Durmak yok, yola devam edeceğiz.” diyor. Bu fabrikalar kapanırsa durursunuz arkadaşlarım, çiftçi de durur, üretici de durur, kamyon da kontağını kapatır, terzi de elindeki iğneyi bırakır, berber de usturasını bırakır çünkü bu sektör en az iki yüz elli tane iş koluna iş veriyor: kamyoncuya, sanayiciye, berbere, terziye, inşaata, lastiğe, otomotiv sanayisine, tarım alet ve makinelerine. Bunu dikkate almanız gerekir arkadaşlarım.

Aranızda şekerin, şeker pancarının tohumunu gören var mı, tohumunu bilen var mı, nasıl bir nesnedir bu? Şeker pancarı tarlasında yatan var mı? “Şeker pancarı tarlasında on gün yatın, kırk yıllık veremi tedavi eder.” denir, oksijen derler, oksijen, oksijen deposudur şeker pancarı. Bütün Avrupa ülkeleri kotaları kaldırdı. Siz kotaları şu anda serbest bıraktınız ama fiyat vermediğiniz için pancar üreticisi pancar üretmiyor. 115 kuruş… Bununla şeker pancarı yapılmaz değerli arkadaşlarım. Fiyat vermeniz gerekiyor. Bir sosyal fayda sağlanması gerekiyor. Kentlere göçü engeller şeker pancarı. Türkiye şeker üretiminden tamamen çekilecek, pazar hâline gelecek, dışa bağımlılık ve dış borçlanma ihtiyacı daha da artacak. Şekerin yan ürünü olan melas… Melası bilen var mı?

Değerli arkadaşlarım, melas, hayvan yemi, küspe, kaba yem ihtiyacını karşılıyor hayvanlarda. Yem, alkol gibi ürünlerde dışa bağımlılık oluşacak. Şu anda zaten dışa bağımlıyız. Hayvancılıkta dışa bağımlı hâle geldik değerli arkadaşlarım. Yaklaşık 1 milyon dekar alanda pancar tarımı yapılamayacak. 1 milyon dekar pancar tarımı demek 100 milyon dekar orman ağacı demektir, 100 milyon dekar… Orman ağaçlandırmaları için ne fedakârlıklar yapıyoruz, ne kadar masraf yapıyoruz? Bu, kendiliğinden oluşuyor ve sulanabilir arazilerimizin, şu anda, barajların, göletlerin sayesinde birçoğu sulanıyor. Geçmişte bizim atalarımız, sondajlardan, kaynak sularından bu pancarları üretti ama şimdi gölet var, baraj var, kapalı sistem sulamalar var. Sistem gayet açık. Dünya ülkelerini kıskandıracak güzellikte bir topraklarımız var ama biz bu üretimden kaçmak istiyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bu üretimden kaçmayalım. Bu üretime hep beraber sahip çıkalım, şekerin tadını kaçırmayalım.

Şeker üretimi 650 bin ton daralacak. Ülke ekonomisinde 1,5 milyondan fazla katma değer kaybı yaşanacak. 9 binden fazla çalışan işsiz kalacak. 9 bin işçi demek -bunlar kırsal alanın insanları, en az nüfusu 4 kişidir; 4 kere 9, 36 eder- 36 bin kişi demektir. Bunların ekmeğiyle oynuyoruz değerli arkadaşlarım.

Göç ve güvenlik sorunları meydana gelecek. Türkiye'nin 2015 yılında AB’ye üye olması durumunda, AB şeker reformu gereği, ülkemiz, şeker sektöründen tamamen çekilmek zorunda kalacak.

Özelleştirme neticesinde, pancara dayalı şeker üretiminden vazgeçilmesiyle, GDO’lu nişasta bazlı şeker ve tatlandırıcıların yaygınlaşması halk sağlığını tehdit edecek. Hep GDO’yu konuşuyoruz. Çok farklı söylemler var onun için.

Çözüm, pancar üreticilerinde ve şeker işçilerinde. Çözüm, fabrikaların kapasite kullanım oranlarının artırılmasında. Yani fabrikalara “Yenilenin” diyoruz, onlar da “Yeni teknolojiyi getirmedik, eski teknolojilerle atıl hâle getirdik fabrikaları, kendi elimizle kuruttuk fabrikalarımızı.” diyorlar.

Şeker üretimimiz ihracat yapabileceğimiz düzeye getirilmelidir. Çözüm, Türkiye'nin şeker üreten ve ihraç eden dünyanın yıldız ülkesi olması sağlanmalıdır. Çözüm, özelleştirme kesinlikle durdurulmalıdır.

Değerli arkadaşlarım, özelleştirmeye karşıyız ama bir yetki alın, gücünüz var, siyasi gücünüz var, sayısal gücünüz var. Sizin gücünüzün önünde duramıyoruz. Durmak istiyoruz ama engelliyorsunuz. Binlerce imza toplandı bu illerden, binlerce imza. Bunlar Başbakana, Cumhurbaşkanına, Bakanlar Kuruluna, iktidar-muhalefet milletvekillerine, iktidarın genel başkanlarına, muhalefet genel başkanlarına gönderildi ama…

AHMET YENİ (Samsun) – Biz gücümüzü milletten alıyoruz, milletten.

RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Devamla) – Milletten alıyorsun ama milletin sesine kulak vermiyorsun. Millet “Kapatma.” diyor, “Ekmeğimle oynama.” diyor, “Gücümle oynama.” diyor,  “Bu benim ekmeğim.” diyor, “Emeğim” diyor, “Alın terime katık yapıyorum ben bunu.” diyor. Ama sen milletin değerlerine değer vermiyorsun. Oyunu aldın, aldın kendini kurtardın, o vatandaşı düşünmüyorsun. “O vatandaşı düşünelim.” diyoruz, “Pancar üreticilerinin, şeker işçilerinin ve devletin bir arada bulunduğu yeni bir model oluşturulmalıdır.” diyoruz. Şeker işçileri bu konuda üzerine düşen her türlü fedakârlığı yapmaya hazırdır.

Bakın, şeker işçileri var, sınıflara böldük, kadrolar verdik geçmişte, altı ay çalışmışlara kadro verdik. Geri kalan ne olacak? Onları düşünmedik. Onlar şu anda feryat ediyorlar, yollardalar, sizin genel merkezinize geldiler, yetkili genel başkan yardımcılarınızla görüştüler ama bir arpa boyu yol alınmadı. Bu şeker işçilerinin sorunları çözülmelidir. Bu şeker işçileri 100 derece ısının karşısında çalışıyor. O pancarı indirmek kolay değil, o pancarı yıkamak kolay değil, o pancarın küspesini almak kolay değil, melasını çıkarmak kolay değil. Bir atölyedir şeker fabrikaları, bir okuldur şeker fabrikaları, muhasebesiyle bir okuldur, atölyeleriyle bir okuldur, fabrika işletmesiyle bir okuldur, büyük bir okuldur, bir kültürdür şeker fabrikaları, her şeydir şeker fabrikası.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Özkan, lütfen tamamlayınız.

RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Kısaca, üreten ve büyüyen bir ülke istiyoruz. Bu konuda Türkiye Şeker Sanayii İşçileri Sendikası, Sayın Başbakanımız sesimize kulak verin, bu yanlışa “Dur!” deyin.

Değerli milletvekilleri, Sayın Başbakanımıza ulaşmak mümkün değil, şu anda Meksika’da. Size ulaşıyoruz. Sizden de ricamız şudur: Sayın Başbakanı bu yoldan lütfen döndürmeye çalışın, lütfen döndürmeye çalışın. Bu Türk köylüsünü, Türk çiftçisini kent varoşlarında aç susuz, paket bekleyen konuma getirmeyelim. Bunun için feryadımız. Önergemizin desteklenmesini istiyorum.

Yüce Meclisimizi saygıyla, sevgiyle tekrar selamlıyorum. Şekerin tadını lütfen kaçırmayalım.

Teşekkür ederim. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Özkan.

Önerinin aleyhinde söz isteyen Hasan Fehmi Kinay, Kütahya Milletvekili.

HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; şeker piyasasının sorunları ve şeker fabrikalarının özelleştirilmesine ilişkin MHP Grubunun verdiği grup önerisinin aleyhine şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

İki gün önce kaybettiğimiz çok değerli evlatlarımıza, şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum, yakınlarına ve milletimize başsağlığı diliyorum.

Burada yapılan müzakerede özetle, şeker fabrikaları neden özelleşiyor ve şeker fabrikaları nasıl özelleşiyor, bu özelleştirmeden sonra ortaya çıkabilecek, işçiler ve çiftçiler açısından etkiler ne olacaktır, birlikte bunları değerlendiriyoruz.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, her şeyden önce şunu ifade etmem gerekir ki, şeker fabrikalarının bugün eğer özelleştirilmesiyle ilgili bir çalışma yapılabiliyor ise bunu 57’nci Hükûmet döneminde çıkarılan, Milliyetçi Hareket Partisi tarafından, onun da içinde yer aldığı koalisyon döneminde çıkarılan -2001 yılında- 4634 sayılı Şeker Kanunu’na borçluyuz.

Şeker piyasasıyla ilgili düzenlemelerin yer aldığı bu Yasa’da şeker üretimi belli bir kotaya bağlanarak üreticiler güvence altına alınmıştır. Ayrıca, denetleyici ve düzenleyici bir kurum ortaya çıkartılmıştır. Pancar fiyatlarının çiftçilerimizle fabrikalarımızın işbirliği içerisinde oluşturulması öngörülmüştür. Yine aynı Kanun’la sektörün kayıt altına alınması, hazine üzerindeki yükün azaltılması ve ihtiyaç fazlası kapasitenin kullanılması ve gereksiz yere, kapasitenin üzerinde yeni fabrikaların kurulmasının önlenmesi amaçlanmıştır.

Evet, değerli arkadaşlar, şimdi “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” adı altında, biliyorsunuz, 57’nci Hükûmet döneminde bu düzenlemelerin yer aldığı birtakım yasal çerçeve ortaya konmuştur.

Şimdi, şeker fabrikalarını neden özelleştiriyoruz? Her şeyden önce, yöntem olarak özelleştirme yöntemine ilişkin birtakım değerlendirmelere cevap vermeden önce Türkiye’de şeker sektörünün sadece çiftçilerden ibaret olmadığını ya da sadece fabrikalardan ibaret olmadığını, yapılan yasal düzenlemelerle birlikte tüm dünyada olduğu gibi sektörün rekabete açıldığını bir kere bilmemiz gerekir. Türkiye Şeker Kurumu, Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş yaklaşık 2,1 katrilyon civarında bir sermayeyle faaliyetini sürdürmektedir. Buna karşılık 1,5 katrilyon civarında bir ciro elde etmektedir.

Şimdi, değerli arkadaşlar, özel sektörde veya tüm fabrikalarda ya da işletmelerde “sermaye hasıla kat sayısı” diye bir esas vardır ve bu sermaye hasıla kat sayısının en az 2,5 olması; iyi çalışan, verimli çalışan işletmelerde de 1/4 oranında cironun elde edilmesi lazım. Bu rakamlara baktığımızda, mevcut işletmenin kendisine sağlanan öz sermayeyle orantısız bir şekilde, çok çok altında bir ciroyu teşkil ettiğini düşünüyoruz. Kâr konusunda da ne yazık ki ortada birikmiş olan zararlar var. Geçmişte özelleştirmeye ilişkin politikalar değerlendirilirken… Tabii ki bu siyasi tercihle ilgilidir. Ben Milliyetçi Hareket Partisinin programında özelleştirmenin kamuda etkinliğini sağlamak adına yapılması gereken bir düzenleme olarak algılandığını ve yorumlandığını görüyorum. AK PARTİ olarak biz de bundan farklı düşünmüyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi farklı esaslara bağlı olarak bunu programında ele almış.

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Bölgedeki insanlara yönelik…

HASAN FEHMİ KİNAY (Devamla) – Özelleştirmeyle ilgili bir bahis var fakat burada ortaya çıkan değerlendirmelerde özelleştirmenin neredeyse imkânsız hâle getirilerek değerlendirildiğini görüyoruz.

Şimdi, bir diğer konu, işletmelerimiz fevkalade verimsizdir. Bazı yerlerde, bazı illerimizde kurulu olan fabrikalarda neredeyse yıl içerisinde on dört gün üretim yapılabilmektedir. Şimdi, bir yıl boyunca pazarlamak zorunda olduğunuz bir üretimi on dört güne sığdırmak durumundasınız, on dört gün çalıştırabiliyorsunuz. Burada, Yüksek Denetleme Kurulu tarafından ele alınan, yapılan değerlendirmelerde bu verimsizliğe ciddi atıflar vardır ve bunun mutlaka giderilmesi gerektiğini ve özelleştirme sürecinin de bu doğrultuda ele alınması gerektiğini ifade etmektedir.

Şimdi, buraya grup önerisini getiren, bu sorunları tartışan, tartışmamıza vesile olan arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum. Ancak şunu da unutmamak lazım: Şimdi, şeker fabrikalarının özelleştirilmesine ilişkin süreç ne zaman başladı? Bakıyoruz, Özelleştirme Yüksek Kurulu kararı ilk kez 20/12/2000’de alınmış yani yine 57’nci Hükûmet döneminde, ilk özelleştirmeye ilişkin karar o dönemde alınmış. Şimdi, aynı arkadaşlarımız, o dönemde Hükûmet eden arkadaşlarımız bugün bu özelleştirmeyle ilgili yeşil ışığı o dönemde yakmalarına rağmen bizim ilerlememizi, bu doğrultuda çalışmalar yürütmemizi ne yazık ki engeller mahiyette değerlendirmeler yapmaktadır.

Şimdi, bir diğer konu, nasıl özelleştirilecek? Buna ilişkin birtakım tartışmalar yaşanıyor. Acaba, Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketini, yüzde 56 oranında piyasa payı olan bu şirketi bir defada, bir bütün hâlinde özelleştirebilir miyiz?

Değerli arkadaşlar, bu, gerek Rekabet Kurumu tarafından gerekse mevcut şirketin aktifleri ve bilanço değerleri bakımından çok yüksek rakamlara ulaşacağı için değerlendirme dışında tutulmuştur. Buna ilişkin stratejiler çok daha kapsamlı olarak ve biraz evvel değerli arkadaşımızın burada belirttiği bir değerlendirme oldu “Dünyanın hiçbir yerinde buna ilişkin özelleştirme yok, bu tür yöntemler izlenmiyor.” şeklinde. Macaristan’da ve Çekoslovakya’da, Çek Cumhuriyeti’nde buna ilişkin aynı bizim yapmış olduğumuz gruplara ayırarak, portföy şeklinde özelleştirme yöntemleri başarıyla uygulanmıştır ve Avrupa Birliği bu noktada almış olduğu mesafeyle hem çiftçilerin hem üreticilerin hem fabrikaların verimini artırmış, dünya ile -şeker sektörünün- rekabet edebilir hâle ulaşmıştır. Biz de özelleştirme sonrasında aynı hedefleri öngörüyoruz.

Bir diğer konu, bu belirlenen gruplar, coğrafi anlamda bir havza bazlı -öyle ifade edelim- fabrikaları bir araya getirmek suretiyledir. Şimdi bir taraftan şunu bilmemiz lazım: Bazı yerlerde pancar üretimi rekoltesi düşük, pancardan elde edilen şekerin miktarı da düşük, bazı yerlerde yüksek. O hâlde ne yapacaksınız? En akıllıca yol, bunların maliyetlerini rekabet edebilir, diğer sektörlerle rekabet edebilir, diğer fabrikalarla rekabet edebilir hâlde tutmak amacıyla bir portföy hâline getireceksiniz ve bu portföyü kârlı bir şekilde satmayı başaracaksınız. Ben burada söz alan muhalefete mensup milletvekili arkadaşlarımızdan, dün gerçekleşen 606 milyon dolar özelleştirme imkânı bulduğumuz bu C grubunun, C portföyünün bu doğrultuda Özelleştirme İdaresine küçük bir teşekkürü çok görmemelerini beklerdim.

MEHMET SERDAROĞLU (Kastamonu) – Arsa fiyatına satıldı. 20 bin dönüm arazisi var.

HASAN FEHMİ KİNAY (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bakınız, biraz evvel bilanço değerlerini verdim. 2,1 katrilyondan bahsediyorum. 606 milyon doların bugünkü karşılığı yaklaşık 900 milyon TL’dir, 1 katrilyona yakın. 6 tane özelleştireceğimiz grup var. İlkinde neredeyse hazine olarak koymuş olduğumuz öz sermayenin yarısını alma gibi bir imkâna ulaşmış durumdayız. Bu, ortaya konan stratejinin başarısı anlamında değerlendirilmelidir. Bu doğrultuda, ben, en azından bir teşekkürü çok görmemelerini isterdim.

Bir diğer konu, Sayın Alim Işık’ın, Kütahya Şeker Fabrikasına ilişkin vermiş olduğu önergeyle ilgilidir. Burada, tabii ki, Kütahya Şeker Fabrikamız ilk özelleştirilen tesislerden biridir. Türk Şekere ait olan hissenin yüzde 56’sı satılmıştır ve o gün itibarıyla en yüksek değeri veren Torunlar Gıdaya verilmiştir. Şimdi, bölgemizde -her şeyden önce şunu ifade edelim- bu tesis, bugün itibarıyla 25 trilyon civarında bir tevsi yatırım, bir modernizasyonla birlikte ülke ve Kütahya ekonomisine katkı sağlayacak duruma getirilmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Kinay, lütfen tamamlayınız.

HASAN FEHMİ KİNAY (Devamla) – Tamamlıyorum.

Yaklaşık 15 trilyonu realize olmuştur, gerçekleştirilmiştir bu yatırımın ve maliyetler aşağıya çekilmeye başlamıştır. Kütahya’daki çiftçilerimiz yeniden pancar ekmeye başlamıştır ve şu anda, bence… Sayın Işık bölgemizdeki sorunlara nüfuz eden bir arkadaşımızdır, şunu da biliyordur ama keşke burada gündeme getirseydi, bir vesileyle bunu da gündeme getireceğini ben ümit ediyorum.

Şimdi, bakınız, Kütahya’da 38 bin ton kotamız vardı, bu, 32 bin tona düştü. Gelin Sayın Işık, hep beraber, kaybettiğimiz 6 bin ton şeker…

ALİM IŞIK (Kütahya) – 250 bin ton.

HASAN FEHMİ KİNAY (Devamla) – Şeker pancarından söz etmiyorum, şekerden bahsediyorum.

…40 bin ton pancara tekabül etmektedir. Gelin, Şeker Üst Kurulu nezdinde bu girişimlerimizi -bizim- sürdürelim. Gerçekten çiftçimize bu konuda birlikte katkı sağlayalım.

Evet, grup önerisinin aleyhinde söz aldım. Tabii ki bunun en önemli gerekçesi, ülkemizde şu anda Çek Yasası’yla ilgili, Meclis gündeminde tabii, tartışılıyor. Çek Yasası var…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HASAN FEHMİ KİNAY (Devamla) – Çok teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kinay.

HAKKI SUHA OKAY (Ankara) – Sayın Başkan, karar yeter sayısı talep ediyoruz.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Durun bakalım, daha Başkanın ne karar vereceğini bilmiyoruz ki. Oylamaya geçmedik daha.

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Sayın Başkan, kısa bir söz istiyorum.

BAŞKAN – Sayın Doğru, sisteme girdiğinizi gördüm ama soru-cevap işlemi yapmıyoruz. Ayrıca bu partinizin grup önerisi.

REŞAT DOĞRU (Tokat) – 60’ıncı maddeye göre kısa bir söz istiyorum.

BAŞKAN – Efendim, 63’ün ikinci fıkrasına göre zaten 2 kişi lehte, 2 kişi de aleyhte söz isteyebilir. Böyle bir uygulama yok Tüzük’ümüzde, veremiyorum. Teşekkür ediyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum.

Karar yeter sayısı istenmişti galiba.

HAKKI SUHA OKAY (Ankara) – Evet.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkanım, zamanında istemeleri gerekir karar yeter sayısını.

BAŞKAN – Karar yeter sayısını arayacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler…

Kâtip Üyeler arasında anlaşmazlık olduğu için elektronik cihazla oylama yapacağım.

Üç dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Karar yeter sayısı yoktur.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 14.37

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.53

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu), Gülşen ORHAN (Van)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 28’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verdiği önerisinin oylamasında karar yetersayısı bulunamamıştı.

Şimdi, öneriyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yetersayısı vardır ve öneri kabul edilmemiştir.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır. Okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım:

2.- (10/139, 10/155, 10/171, 10/172, 10/173, 10/181, 10/183, 10/197, 10/369) esas numaralı Meclis araştırması önergelerinin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 09/12/2009 Çarşamba günkü birleşiminde birlikte yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu'nun, 09/12/2009 Çarşamba günü (Bugün) yaptığı toplantısında, siyasi parti grupları arasında oy birliği sağlanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurul'un onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                        Kemal Kılıçdaroğlu

                                                                                                                 İstanbul

                                                                                                        Grup Başkan Vekili

Öneri:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler Kısmında yer alan 10/139, 10/155, 10/171, 10/172, 10/173, 10/181, 10/183, 10/197 ile 10/369 esas numaralı Meclis Araştırma Önergelerinin görüşmelerinin, Genel Kurul'un, 09/12/2009 Çarşamba günlü birleşiminde birlikte yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisi lehinde Ergün Aydoğan, Balıkesir milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Sayın Başkan, yüce Meclisin değerli üyeleri; Cumhuriyet Halk Partisinin tarım ve tarımın sorunlarıyla ilgili vermiş olduğu grup önerisi lehine söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Parlamentomuz, ülkemizin içinde bulunduğu sorunlarla ilgili dün olduğu gibi bugün de çalışmalarına devam ediyor. Dün de tütünle ilgili bir araştırma önergesi maalesef Genel Kurulun oyları neticesinde reddedildi ama tütün ve tütüncülükle ilgili, tütüncülükle uğraşan ve tütün sektöründe çalışan çok ciddi mağdurların olduğunu hepimiz biliyoruz.

Değerli arkadaşlar, ülkemizde çok ciddi sorunların olduğunu seçim bölgelerimize gittiğimizde yaşıyoruz. Tarımda, tarımın ciddi sorunları olduğunu hep birlikte yaşıyoruz ve bugün, sektörel olarak baktığımızda, en ciddi sorun yaşayan sektörlerden birisi maalesef tarım ve tarım ürünleri ama bu tarım ve tarım ürünleriyle ilgili konu gündeme geldiğinde, İktidarın sürekli “tarıma çok destek verdiği” yönünde iddialarını maalesef burada görüyoruz. Gerçekten, çiftçimizin tarımda yaşadığı sorunlar nedeniyle toprağa küstüğünü, üretimden vazgeçtiğini yaşayarak görüyoruz. Bazen merak ediyoruz: Çiftçilerimiz ve vatandaşlarımız, muhalefet partisi milletvekilleri olarak bölgelerimizde yaptığımız çalışmalarda bize aktardığı sorunları acaba sizlere aktarmıyorlar mı? Acaba sizlerin gittiği seçim bölgelerinizde, gerçekten, çiftçiler “Biz hayatımızdan çok memnunuz, ürettiğimiz üretimin karşılığını alabiliyoruz” mu diyorlar? Yani sizin yaptığınız çalışmalarda, sizin ilişki kurduğunuz çiftçilerimiz “Evet, sayın milletvekilim, sayın yöneticilerim, ben de sizlerin yönetimi sonrasında ekonominin geldiği kişi başı 10 bin dolar millî gelirden pay alıyorum” mu diyorlar? Maalesef, değerli arkadaşlar, biz, özellikle Balıkesir ve bölgemizde tarımla uğraşan insanlarımızın böyle olmadığını, bu sorunları her geçen gün yaşadığını biliyoruz. Çiftçinin artık üretimden vazgeçtiğini, tarımdaki girdi maliyetleri nedeniyle toprağa küstüğünü biliyoruz. Burada, sadece, iktidar partisi milletvekilli olmanın gereği, tütünde, tarımda, biraz önce arkadaşlarımızın verdiği şeker fabrikaları özelleştirilmesiyle ilgili konularda, yani siz bu sorunları yaşayan insanlarla hiç temas kurmuyor musunuz, gerçekten merak ediyoruz. Ya sizler başka bir ülkede yaşıyorsunuz ya da bizler başka bir ülkede yaşıyoruz.

Şimdi, arkadaşımız tebessüm ediyor, Aydın Milletvekilimiz. Yani Aydın’da bu tarımın sorunları hiç yaşanmıyor mu? Aydın’da yaşanmıyor olabilir ama benim ilim Balıkesir’de sonuna kadar yaşanıyor.

Değerli arkadaşlarım, yine bu tütünde olduğu gibi şekerde de şeker fabrikalarının özelleştirilmesi sonrasında 4/C mağdurlarının yaratılacağını, yeni 4/C mağdurlarının olacağını üzüntüyle görüyoruz. Sayın Başbakan da hafta sonu, 4/C’lilerin mağdur olmadığını, bunların mağdur edilmediğini, bunların istihdam edildiğini büyük bir kıvançla söyledi ama değerli arkadaşlar, bu Tekel ve benzeri özelleştirmeler sonrasında mağdur olan çalışanlarımızın aldığı 650 lira ve yetmiyor. Devlet kendi memurunu, kendi çalışanını iki ay kapının önüne koyuyor. Yani böyle bir yönetim anlayışı olabilir mi, böyle bir devlet anlayışı olabilir mi? Siz devletsiniz. Sizin aldığınız kararlarla insanları mağdur ediyorsunuz, kapının önüne koyuyorsunuz ve diyorsunuz ki “İki ay size maaş ve ücret yok.” Hani kişi başı millî gelir 10 bin dolardı? Hani Türkiye ekonomisi kalkınıyordu?

Değerli arkadaşlarım, ayrıca, tarım ülkemizde işsizliğin en önemli istihdam aracı. Bugün, Türkiye, işsizliği en yüksek oranda yaşayan ülkelerden birisi. O nedenle tarıma öncelik verilmeli ve gerçekten Parlamento hassasiyetiyle, Parlamentonun oluşturacağı çalışma grubuyla bu tarımda yaşanan sorunların ve bu sektörün sorunlarının mutlaka tespit ve çözümü yapılmalı diye düşünüyorum. Tabii “özelleştirme” adı altında satışların olduğunu, daha doğrusu peşkeşin çekildiğini maalesef görüyoruz. Tabii, bunu da çok yadırgamıyoruz. Sizin siyaset yapma biçiminiz, yani “biz tüccar siyasetçiyiz” ifadesiyle iş başına geldiniz ve tüccar siyasetçi anlayışıyla, bugün, şeker fabrikalarını, Tekeli, her tarafı satıyorsunuz ve satmaya devam ediyorsunuz. Önümüzdeki günlerde de yirmi şeker fabrikasının satılacağını maalesef biliyoruz. Tabii, yine, geçtiğimiz dönemlerde SEKA satıldı, SEKA’lar özelleştirildi. Başbakanın Saklı Vadi’de bir daire fiyatına, bir villa fiyatına Balıkesir SEKA satıldı, 1 milyon 50 bin dolara. Soruyorum: Başbakanın Saklı Vadi’deki villasının miktarı ne kadardır? Değerli arkadaşlar, SEKA’nın satışı sonrasında sayısız vatandaşımızın işsiz kaldığı ve bugün, SEKA’nın üretimden vazgeçtiği, SEKA’nın arazisinin, SEKA’nın içinde bulunan makinelerinin bile bu ücretin çok üzerinde olduğunu biliyoruz.

Değerli arkadaşlar, AKP döneminde, şeker fabrikaları gibi, yatırım ve istihdama yönelik, hangi yatırımların yapıldığını merak ediyorum. Hep “Bizden önce, bizden sonra” bakış açılarınız var. Şimdi, buradan, AKP İktidarı döneminde, istihdama yönelik, devletin kaç fabrika kurduğunu lütfen bana söyler misiniz? Şeker fabrikaları gibi, SEKA gibi, yani üretime, istihdama yönelik, AKP döneminde kaç fabrika kuruldu? Otosan’ın Adapazarı’nda çok ciddi bir istihdam yatırımı olduğuyla ilgili geçen gün bir yazı vardı. Sizlere soruyorum: Türkiye’de, bunun gibi, istihdama yönelik, üretime yönelik -yani sadece böyle, bölünmüş yollarla değil- yatırıma yönelik kaç fabrikanın yapıldığını lütfen söyler misiniz? Sizin yapmadığınız, sizden önce cumhuriyet hükûmetlerinin yaptığı bütün o kurum ve kuruluşları birer birer satıyorsunuz “özelleştirme” adı altında ve dönüp diyorsunuz ki: “Dikili ağacınız bile yok.” Bu ülkede, bu sizin sattığınız, “özelleştirme” adı altında sattıklarınızın hangisini siz yaptınız, hangisini siz kurdunuz?

Değerli arkadaşlar, yine bu “özelleştirme” adı altında şeker fabrikalarının da önümüzdeki günlerde satılacağını biraz önce söylemiştim. Birisi de yine benim ilim Balıkesir’de Susurluk Şeker Fabrikası. Biraz önce, AKP’li arkadaşım özelleştirmenin mantığını, neden özelleştirme yapıldığını söyledi, “Bunlar zarar ediyor.” dedi. Değerli arkadaşlar, buradan sizlere öneriyorum, buyurun gidelim, Susurluk Şeker Fabrikasını ziyaret edelim. Şu anda toplam muvakkat çalışanlar, müdür, memurlar ve resmî görevlilerle birlikte yaklaşık bin kişi evine ekmek götürüyor ve zarar etmiyor, kâr ediyor.

Biraz önce konuşmacı arkadaşım Sayın Kerim Özkan dedi ki: “Şekerin tadı kaçtı.” Şekerin tadını zaten kaçırdınız. İnsanların ağzının tadını kaçırdınız. Bugün baktığınızda özellikle bizim bölgemizde Susurluk şekeri ayrı bir öneme tabidir, gerçekten tadı farklıdır. Bir bardak çaya normalde üç kaşık şeker atarken Susurluk şekerinde bir kaşık atmanızla bunu tatlandırırsınız. Sadece bu kurum ve kuruluşlara birer finans aracı olarak bakmak son derece yanlıştır.

Burada baktığımızda şeker fabrikalarının özellikle tarımda, hayvancılıkta ve sanayide çok ciddi bir potansiyel yarattığını, çok ciddi bir istihdam aracı olduğunu hepimiz biliyoruz. Dün bilmezken bugün şeker kamışından veya başka tatlandırıcılar aracılığıyla ağzımızın tadının kaçtığını biraz önce söyledik. Yani şeker fabrikaları sadece ve sadece bir şeker üretmenin ötesinde tarımda, sanayide, tarımın kullandığı makinelerde, yine hayvan yemi olarak kullanılan melasta çok ciddi önemi olduğunu biliyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Aydoğan, lütfen tamamlayınız.

Buyurun.

ERGÜN AYDOĞAN (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Tabii, burada arkadaşlarımız diyor ki, AKP’li arkadaşlarımız: “Fabrikalar verimsiz.” Asla doğru değil. “Fabrikalar zarar ediyor.” Asla doğru değil. “Efendim, sermaye hasıla katsayısı nedeniyle…” Asla doğru değil. Burada, bir taraftan “özelleştirme” adı altında bu kurumlar birer birer satılırken TOKİ gibi başka alanlarda da yeni KİT’ler yarattığınızı biliyoruz.

Biz, bu anlamda, ülke çiftçimizin içinde yaşadığı sorunların çözülmesiyle ilgili, tarımın sorunlarının çözülmesiyle ilgili bu araştırma önerisinin kabul edilmesini ve yine, gruplar hâlinde “özelleştirme” adı altında şeker fabrikalarının satışının da doğru olmadığını buradan bir kez daha sizlerle ve kamuoyuyla paylaşıyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Aydoğan.

Önerinin aleyhinde söz isteyen, Gültan Kışanak, Diyarbakır Milletvekili. (DTP sıralarından alkışlar)

GÜLTAN KIŞANAK (Diyarbakır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; usul olarak aleyhinde söz aldım ama ben de partimiz de ülkemizde tarım sektörünün sorunlarının çok önemli olduğunu, bunların çözülmesinin, aynı zamanda sosyal ve yoksulluk sorunlarımızın çözülmesine de önemli katkıları olabileceğine inanıyoruz.

Yalnız ben, buradan bugün, belki de ekranları başında bizi izleyen çiftçilerimizden, köylülerimizden ve tarım sektörüyle ilgili olan yurttaşlarımızdan, onların affına sığınarak, onların sorunlarının çok büyük olduğunu, önemli olduğunu, mutlaka tartışılması gerektiğini düşünüyorum ama onların affına sığınarak, biraz, bu ülkenin demokrasi, barış ve özgürlüklerle ilgili sorunlarına değinmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, son günlerde, partimize yönelik çok bilinçli, çok iradi ve çok organize bir linç kampanyasıyla karşı karşıyayız. Dün, partimizin genel merkezine yönelik bir saldırı oldu, eş başkanlarımızın oturduğu odaların camları özellikle kırıldı. Daha önceki linç girişimlerini de biliyoruz, saldırıları da biliyoruz. Ama dünkü saldırıda özellikle her iki eş başkanımızın odasının hedef alındığını ve her ikisinin odasının camlarının kırıldığını gördük. Bu gece Ankara il binamızın ve Keçiören ilçe binamızın Molotof kokteylleriyle yakıldığını ve tahrip edildiğini sabah öğrendik.

Tabii, bunlarla sınırlı değil. Biliyorsunuz, başka illerde, ilçelerde de çok bilinçli bir şekilde, çok organize ve bir merkezden yönetildiği çok açık olan bu saldırılar partimize doğru yöneltiliyor.

Ama ben bu saldırıları yapanlara dair bir şey söylemeyeceğim. Zaten şimdiye kadar da partimiz defalarca bu saldırılara hedef olmasına rağmen, bu ülkede sanki böyle bir partiye yönelik saldırı yapılmıyormuş gibi İçişleri Bakanlığının ve yetkililerin parmağını kıpırdattığını görmedik, bunda da aynı tutum içerisinde olduklarını görüyoruz. Onun için ben saldırganlara dönük bir şey söylemeyeceğim ama arkasındaki zihniyeti ve yaklaşımı buradan mahkûm etmek istiyorum.

Bunun arkasındaki zihniyet ve yaklaşım, İzmir’de partimizin konvoyuna yönelik yapılan linç girişiminden sonra konuşan Sayın Başbakanın, Sayın Cemil Çiçek’in ve Sayın Ömer Çelik’in konuşmalarıydı. Bu zihniyettir partimize yönelik bu saldırıları meşru gören, haklı gören; teşvik eden ve devamını sağlayan zihniyet budur.

Bu ülkenin bir başbakanı, bu ülkede grubu bulunan bir partinin genel başkanının bulunduğu konvoya yönelik saldırı oluyor ama o başbakan bir tek cümleyle bile saldırganları kınamadan, yalan yanlış bilgilerle partimizi hedef göstermeye devam ediyor. Tabii ki arkasından bu ülkede meczup da bulunur, sarhoş da bulunur, kendini bilmez de bulunur, ırkçı da bulunur. Sen bu icazeti verdikten sonra bunun gereğini yerine getirecek insan çok bulunur.

Benim onların hiçbiriyle hiçbir hesabım yok, hiçbir şey söylemiyorum. Ne ırkçılara ne meczuplara ne sarhoşlara ne kendini bilmezlere hiçbir şey söylemiyorum. Onları teşvik eden, partimizin üstüne gönderen, bu saldırıları meşru göstermeye çalışan zihniyeti buradan şiddetle kınıyorum. Bunu yapmaya kimsenin hakkı yok.

Hani bu ülkenin her karışı, hani bu ülkenin her ili Kürt’üyle, Türk’üyle hepimize aitti? Ne mesaj vermek istiyorsunuz siz özellikle batıdaki illerde partimize yönelik saldırıları teşvik etmekle? Kürtlere “Memleketinize dönün.” mü demek istiyorsunuz? Bu ülkenin topraklarını bölmek mi istiyorsunuz? Bu mudur zihniyetiniz?

MEHMET DANİŞ (Çanakkale) – Hanımefendi, ne yapmaya çalışıyorsunuz?

GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Siz ne yapmaya çalışıyorsunuz?

MEHMET DANİŞ (Çanakkale) – Ne yapmaya çalışıyorsunuz?

GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Siz ne yapmaya çalışıyorsunuz?

AYLA AKAT ATA (Batman) – Otur yerine!

MEHMET DANİŞ (Çanakkale) – Ne hakla soruyorsunuz?

BAŞKAN – Lütfen Sayın Milletvekili…

GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Söyleyeceğim tabii… Söyleyeceğim tabii… Şurada, Ankara’da, şu Meclise iki adım…

MEHMET DANİŞ (Çanakkale) – Ayıptır! Ayıptır! (DTP sıralarından “Size ayıp!” sesleri)

BAŞKAN – Sayın Daniş, lütfen…

GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Ayıp değil! Irkçılığından utan!

MEHMET DANİŞ (Çanakkale) – Ayıp!

GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Irkçılığından utan! Kes sesini! Kes sesini!

MEHMET DANİŞ (Çanakkale) – Sen yapıyorsun ırkçılığı!

BAŞKAN – Lütfen Sayın Daniş

MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis) – Ayıp olan Başbakanın söyledikleridir.

HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) – Konuşma sen.

GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Kes sesini!

BAŞKAN – Hatibe müdahale etmeyelim Sayın Daniş… Lütfen…

MEHMET DANİŞ (Çanakkale) – Dalga mı geçiyorsun sen be!

GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Dalga filan geçmiyorum, açık ve net söylüyorum. Niye ırkçılık yapıyorsunuz? Niye bu tetikçileri üstümüze gönderiyorsunuz? Niye gönderiyorsunuz?

MEHMET DANİŞ (Çanakkale) – Irkçılıktan siz besleniyorsunuz!

AYLA AKAT ATA (Batman) – Saygısız!

HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) – Bu terbiyesizi susturun Başkan!

BAŞKAN – Sayın Daniş, lütfen…

GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Ağzınızdan… Şu Hükûmetin, bir Allah’ın kulu, yetkilisi çıkıp bir saldırıyı kınadı mı? Bu ne biçim hükûmet etmektir? Bu ne biçim iktidar anlayışıdır? Bu ne biçim demokrasi anlayışıdır? Bir haftadır halkımız sokaklarda linç ediliyor, bir haftadır partimizin binaları yakılıp yıkılıyor, bir tek kınama geldi mi? Ne yapmak istiyorsunuz siz bu ülkede?

Bu ülkede halklarımızı karşı karşıya getirme siyasetinin iflas ettiğini çok iyi biliyoruz. Boşuna uğraşmayın… Boşuna uğraşmayın…

Biz şunu da çok iyi biliyoruz: Partimize yönelik kapatma kararını AKP Hükûmeti vermiştir. Anayasa Mahkemesi filan hikâyedir. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

ALİ KOYUNCU (Bursa) – Yazıklar olsun sana! Yazıklar olsun sana!

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

ALİ KOYUNCU (Bursa) – Ne konuşuyor bu ya!

GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – AKP Hükûmeti bu kararı verdi ve bu kararı Anayasa Mahkemesinde meşruiyete kavuşturmaya çalışıyor. Sesimizi çıkarmıyoruz. Günlerdir AKP’nin bütün yetkilileri, hatta Anayasa Komisyonu sıfatını taşıyan kişi bile kapı kapı gezip, televizyon ekranı ekranı gezip partimizin kapatılmasını meşru göstermeye çalışıyor. Buna ne hakkınız var?

Ha, biz bunu çok biliyoruz. AKP’nin kapatılma davası sürecinde Sayın Cemil Çiçek çıkıp demişti ki: “Siz ne yapmak istiyorsunuz? Bizi kapatarak o bölgeyi birilerinin tekeline mi bırakmak istiyorsunuz?” Ha, şimdi bugün diyorlar ki: “DTP’yi kapatın, Kürtleri bizim tekelimize bırakın.” Yağma yok AKP, yağma yok! Kürtler siyasi bilincine ulaşmıştır. Bu ülkede demokrasi ve hak, özgürlük mücadelesinin motor gücüdür Kürtler. Bu ülkeye demokrasiyi de barışı da getirebilecek, demokratik siyasete her zeminde sahip çıkabilecek güce ve iradeye sahiptir.

Siz öyle DTP’yi kapattırarak, bölgenin oylarını çantada keklik zannetmeyin. Şunu buradan çok büyük bir öz güvenle söylüyorum: İnanıyorum ki önümüze gelecek ilk sandıkta, ilk seçimde AKP’nin bölgedeki oyları büyük bir düşüşe inecektir, Türkiye genelinde de. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

AGÂH KAFKAS (Çorum) – Bölgenin oyları…

GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Geçiyor zabıtlara, zabıtlara geçiyor. Bunun hesabını seçimden sonra soracağız, burada gene konuşacağız.

Böyle bir demokrasi anlayışı olmaz. Böyle bir, kendi parti kapatma davasında kalkıp, “Siyasi parti kapatmak demokrasilerin ayıbıdır. Yapmayın, demokrasilerin teminatı siyasi partilerdir.” diyeceksin, DTP için de günlerdir, medyasıyla, yöneticileriyle kapı kapı gezip, ekran ekran gezip propaganda yapacaksın, DTP’nin kapatılmasını meşru göstereceksin! Buna, kimse bu ülkede pabuç bırakmaz.

Şunu çok iyi bilin: Kürt halkı da bu ülkedeki demokrasi güçleri de demokratik siyasette ısrar edecekler. Siz onların üzerine neyle gelirseniz gelin, onlar mutlaka kendilerini demokratik siyaset kanallarında ifade edebilecek yolları, yöntemleri, araçları bulacaklardır ve size buradan hesap soracaklardır. Bunu çok iyi bilin, bunların hesabını yaparak konuşun. Bunları ifade etmek istiyorum.

Ayrıca, şunu da ifade etmek istiyorum: Gerçekten bu ülkede büyük acılar yaşandı, büyük bedeller ödendi. Ben buradan, demokrasi ve özgürlük konusunda mücadele eden, bedel ödeyen her yurttaşımı büyük bir minnetle ve saygıyla anıyorum. Onların mücadelesi sayesindedir ki biz bugün bu kürsülerdeyiz ve ben inanıyorum ki onların mücadelesi sayesinde bu ülkede mutlaka bir gün demokrasi ve barış da gelecektir ve bugün itibarıyla, aslında bu ülkede Kürt sorununun barışçıl, demokratik yöntemlerle çözülmesinin zemini vardır, koşulları vardır, muhatapları vardır ama siz bunu yapmaktan kaçınıyorsanız, hâlâ çözümsüzlük ve çatışma siyasetinde ısrar ediyorsanız, bunun vebali de sizin boynunuzdadır. Bu saatten sonra bu ülkede dökülecek her damla kanın, bu ülkede yitirilecek her canın sorumlusu AKP Hükûmetidir. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

MEHMET DANİŞ (Çanakkale) – Tehdit ediyor, Başkan!

GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Bu Parlamentoda bunun dirayetini göstermeyeceklerdir.

MEHMET DANİŞ (Çanakkale) – Ne diyorsun sen ya!

GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Bu nedenle, bunun sorumluluğunu bilmek lazım.

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Tehditler yapma, adam gibi konuş!

GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Ben adam gibi konuşuyorum, sen de adam gibi dinle. Kes sesini be!

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Adam gibi konuş, tehdit etme!

AYLA AKAT ATA (Batman) – Sınırları çizin, ona göre konuşma yapsın!

SIRRI SAKIK (Muş) – Otur yerine be!

BAŞKAN – Lütfen Sayın Milletvekili, müdahale etmeyin.

GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Yeter artık be! İki buçuk yıldır dinledik sizi burada, yeter!

Şunu bilin…

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Tehdit etmeden adam gibi konuş! Ülkeyi tehdit ediyorsun…

MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis) – Otur, terbiyeli ol!

AYLA AKAT ATA (Batman) – Haddinizi bilin!

GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Ülkeyi tehdit etmiyorum, sana sorumluluklarını anlatıyorum, sorumluluklarını anlatıyorum. Maaş almak için mi, o koltukta oturmak için mi geldin buraya?

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Belediye otobüsündeki çocuğu kim yaktı, ben mi yaktım? Senin adamların yaktı.

BAŞKAN – Lütfen sayın milletvekilleri…

GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Ben onun için çıktım özür diledim. Sen de çık özür dile, çık de ki…

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Milletvekili gibi konuş!

BAŞKAN – Sayın Karayel, lütfen…

GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – “Tokat’ta yaşamını yitiren askerlerden özür diliyorum. Ben, bu ülkeye barış getiremedim.” de, kalk bunun basiretini göster. Yapmayın bunu, yapmayın bunu, yapmayın!

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Biz yapmıyoruz, siz yapıyorsunuz…

GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Bu ülkede çözümün koşulları vardır. Çözümsüzlükte ısrar ediyorsanız, çatışmada ısrar ediyorsanız sorumluluğu sizin üzerinizdedir. Bu ülkede barışın da koşulları var, özgürlükleri ve demokrasiyi getirmenin de koşulları var. Herkes buna hazır. Bunun imkânları da vardır. Bunu kullanmıyorsanız, çatışmada ısrar ediyorsanız vebali sizin üzerinizdedir. Bunu söyleyeceğim, bu tutanaklara geçirteceğim. Bundan sonra da evlatlarımız bunu okusun isteyeceğim.

İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul) – Ama, bu üslubunuz dinamitliyor yalnız.

GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Eğer Tokat’ta yaşamını yitiren askerlerimizin ailesi çıkıp diyorsa ki “Ölen de öldüren de bu ülkenin yurttaşlarıdır, bu anlamsız bir savaştır, bunu çözün.” Diyorsa, bunu dikkate almıyorsanız bu sizin sorumsuzluğunuzdur. Bunu hatırlatmak da benim görevimdir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Sayın Başkan, öfkemi lütfen bağışlayın ama gerçekten çok zor günlerden geçiyoruz ve büyük acılar yaşıyoruz. Son iki üç haftadır ülkemiz yangın yeri, her yerde insanların canı yanıyor ama İçişleri Bakanımız çıkıp sanki ortada bir asayiş sorunu varmış gibi gözaltı bilançosu veriyor bize. Bir ülkede iki hafta içerisinde bin kişi gözaltına alınmışsa, bu asayiş sorunu değil, siyasi ve sosyal bir sorundur. Bunu görmeyen bir anlayışla çözüm olmaz.

Biz, Hükûmeti ve bu Parlamentoyu bir kez daha görevini yapmaya ve sorumluluğa davet etmek için çıktım bu kürsüye.

Hepinize teşekkür ediyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kışanak.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakanım.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Sayın Milletvekili partileriyle ilgili kapatma davasıyla Hükûmetimiz arasında bir ilişki kurdu. Hükümete sataşma söz konusudur. İç Tüzük’ün 69’uncu maddesine göre cevap vermek istiyorum.

OKTAY VURAL (İzmir) – Tutanakları getirin de bakın Sayın Başkan!

BAŞKAN – Buna Başkanlık karar verir Sayın Vural, siz değil, hiçbir grup başkan vekili değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili karar verir!

OKTAY VURAL (İzmir) – Tutanakları isteyin de bakın!

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakanım.

OKTAY VURAL (İzmir) – Hadi tutanak isteyebilin bakalım! Biz dün isterken tutanak beklediniz yirmi dakika değil mi?

BAŞKAN – İç Tüzük’ün 69’uncu maddesine göre buyurun.

Üç dakika süre veriyorum.

VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın, Diyarbakır Milletvekili Gültan Kışanak’ın Demokratik Toplum Partisini kapatma davasıyla AK PARTİ Hükûmeti arasında direkt bir bağlantı kurarak Hükûmete sataşması nedeniyle konuşması

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Sayın Milletvekili Demokratik Toplum Partisiyle ilgili kapatma davasıyla AK PARTİ Hükûmeti arasında direkt bir bağlantı iddiasında bulununca söz almak ihtiyacı hissettim. Önce bu iddianın, en azından Türkiye’de Anayasa’yı, hukuk devleti işleyişini bilmemekten kaynaklandığını -başka bir kasta dayanmıyorsa bilmemekten kaynaklandığını- düşünüyorum. Bunu ifade etmek istiyorum. (DTP sıralarından gürültüler)

HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) – Sayın Bakan, demokrasi herkese lazımdır bu ülkede.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (Devamla) – İkincisi…

BAŞKAN – Sayın Bakan, siz lütfen açıklamanıza devam edin, Genel Kurula hitap edin.

Lütfen sayın milletvekilleri…

SIRRI SAKIK (Muş) – Anayasa Komisyonu Başkanının dün akşamki gerekçeli kararı televizyonda yayınlanmasına cevaptı bu.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bir meseleyi çözmek istiyorsak, Türkiye’de gerçekten hukuk devleti kuralları egemen olsun istiyorsak, Türkiye’de gerçekten demokrasi işlerlik kazansın istiyorsak, Türkiye geçmiş yıllarda yaşadığı acıları -hangi nedenle olursa olsun- yeniden yaşamasın istiyorsak daha anlayışlı, daha kendimizi herkesin yerine koyarak, daha dikkatli, daha özenli konuşmak zorundayız. Burası Türkiye Büyük Millet Meclisi, milletin…

İBRAHİM BİNİCİ (Şanlıurfa) – Onu Cemil Çiçek’e söyleyin ama.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (Devamla) – Burası Türkiye Büyük Millet Meclisi, milletin buradan başka iradesinin başka bir tecelligâhı yok. Her meseleyi burada tartışacağız ve her meseleyi burada sonuca vardıracağız.

Bugün milletimiz için özel bir gün, özel acılar yaşadığımız bir gün. Bir süreden beri barış, kardeşlik, dostluk çerçevesinde bir söylem sürdürmeye ve bunun olumlu sonuçlarını almaya çalışırken, daha önceki yıllarda böyle söylemler dile getirildiği zaman -çeşitli hükûmetlerin döneminde- çeşitli tuzaklar kuranlar yine tuzaklarını kurdular. 7 tane çocuğumuzun bugün cenazesi kalkıyor, İstanbul’dan Adıyaman’a kadar Türkiye’nin dört bir tarafında. Fakat, bu büyük milletin hepimize galiba öğretecekleri var. O acılı cenaze törenlerinden inanılmaz sağduyulu sesler yükselirken, Türkiye Büyük Millet Meclisinden hâlâ çatışmayı, hâlâ tartışmayı, hâlâ anlayışsızlığı körükleyici birtakım iddiaların buraya getirilmesi, en azından bugün için çok büyük bir talihsizlik. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Ben, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, hangi siyasi kanaatten olurlarsa olsunlar, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütün üyelerinin, telaffuz tarzı ne olursa olsun, siyasi düşüncesi, bakış açısı, kendisini koyduğu siyasi kategori ne olursa olsun herkesin biraz tahammüllü olmasını tavsiye ederim.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SIRRI SAKIK (Muş) – Peki, Sayın Bakan, bunu Cemil Çiçek’e de söylüyor musun?

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (Devamla) – Biraz tahammüllü olmasını tavsiye ederim.

BAŞKAN – Sayın Bakan, lütfen tamamlayınız.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (Devamla) – Eğer Türkiye gerçekten demokrasisini kursun, gerçekten, sadece söylemde değil, içten niyetle barış olsun bu ülkede istiyorsanız, herkesin, ayrımsız, biraz birbirine karşı anlayışlı ve tahammüllü olmasını çok tavsiye ederim.

Ben, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütün üyelerinin, siyasi bakış açıları ne olursa olsun, diskurları, söylemleri ne olursa olsun, derinde bir yerde bu vatanın birliğini, bütünlüğünü, bu milletin barışını, esenliğini, selametini istediğini varsayıyorum. O zaman herkes üslubuna dikkat etmeli. Herkes bu Parlamentoda, DTP, MHP, CHP, AK PARTİ, herkes, bağımsız arkadaşlarım, herkes biraz daha… Çünkü çok önemli bir meselenin üzerinde yol almaya çalışıyoruz. Türkiye’nin yaşadığı sancıları, sıkıntıları geride bırakalım istiyoruz. Bunu istemeyen, içtenlikle bunu istemeyen, birbirimize karşı ithamımız ne olursa olsun, bu Parlamentoda bir tek milletvekili var mıdır? Bence yoktur.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – O zaman Cemil Çiçek de istemiyor, Kuzu da istemiyor.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (Devamla) – Bence yoktur, bence yoktur…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Başbakan Yardımcınız istemiyor demektir.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (Devamla) – İşte böyle konuşursanız… Değerli arkadaşlarım…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Anayasa Komisyonu Başkanınız istemiyor demektir.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, derindeki niyete değil…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür ediyorum.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sizin şahsınıza değil, eleştirilerin muhatabı gelsin burada konuşsun.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bakın…

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Böyle, intihal edip, Profesör Semih Gemalmaz’ın altmış sayfalık…

BAŞKAN – Lütfen Sayın Milletvekili…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sadece Anayasa Mahkemesi Başkanı gelsin konuşsun burada.

AGÂH KAFKAS (Çorum) – Bana ne Anayasa Mahkemesi Başkanından!

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Gitsin, mahkeme evraklarını…

BAŞKAN – Sayın Kaplan, lütfen…

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, mesele bu değilken, sadece seçmeninize konuşmayı çalışırsanız….

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Televizyon televizyon geziyor!

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (Devamla) – …bizim meselemizi tamamen millet için çalışanların anladığını düşünüyorum ve bu eleştirilerinizi size iade ediyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Kim görevlendiriyor Anayasa Komisyonu Başkanını? Söyleyin onu. İntihal ediyor, mahkemede mahkûm oluyor. Anayasa Komisyonu Başkanı televizyon televizyon geziyor.

BAŞKAN – Sayın Kaplan, lütfen, böyle bir usulümüz yok.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Böyle usul var.

BAŞKAN – Yok Sayın Kaplan.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Bu cevapları, muhatapları gelsin versin, Sayın Kültür Bakanı değil Cemil Çiçek gelsin burada konuşsun.

BAŞKAN – Önerinin lehinde söz isteyen Mehmet Serdaroğlu, Kastamonu Milletvekili.

Buyurun Sayın Serdaroğlu.

VI.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

2.- (10/139, 10/155, 10/171, 10/172, 10/173, 10/181, 10/183, 10/197, 10/369) esas numaralı Meclis araştırması önergelerinin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 09/12/2009 Çarşamba günkü birleşiminde birlikte yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi (Devam)

MEHMET SERDAROĞLU (Kastamonu) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; araştırma önergesi üzerinde lehte söz aldım. Sizleri en iyi dileklerimle selamlıyorum.

Tokat Reşadiye’de kanı bozuk alçaklar tarafından şehit edilen askerlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine ve büyük Türk milletine başsağlığı diliyorum.

İşte, Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarının Amerikan patentli açılımının bizi getirdiği nokta burasıdır. Devri iktidarınızda terörle mücadele rafa kaldırılmış, çıkardığınız yasalarla güvenlik kuvvetlerimizin terörle mücadele gücü ellerinden alınmış ve azmi kırılmıştır ve büyük şehirlerin sokakları dâhil olmak üzere terör Türkiye'nin her tarafına yayılmıştır.

Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; bildiğiniz gibi 2007 yılında alınan Özelleştirme Yüksek Kurulu kararı ile şeker fabrikaları ve Türk ağır sanayisi hamlesinin temelini oluşturan 5 adet makine fabrikası, özelleştirme programına AKP İktidarıyla birlikte dâhil edilmiştir.

Şeker fabrikalarının çoğu bölgelerinde tek sanayi tesisi olup sosyal boyutlarıyla beraber istihdam alanı özelliğini taşımaktadırlar. Bu istihdam hem çalışan işçidir hem de pancarı üreten çiftçidir. Bu fabrikaların çoğu kalkınmada öncelikli yörelerde kurulmuşlardır. Bu nedenle altyapı oluşturmadan, gerekli düzenlemeler yapılmadan fabrikaların satılması çok ciddi ve telafisi zor sakıncalar doğuracaktır.

Şeker fabrikaları tarım ve hayvancılığı geliştiren, taşımacılığa yılda 25 milyon ton iş hacmi sağlayan ve doğrudan 6 milyon, dolaylı olarak da 10 milyon vatandaşımızın iş ve ekmek kapısıdır ve bunlar ülkeye yılda 3 milyar dolar katma değer sağlayan kuruluşlardır. Bulundukları yörelerde can damarları, işçinin, çiftçinin, esnafın da geçim kaynağıdır. Şeker fabrikaları ve şeker pancarı tarımı altmış beş ilimizi ilgilendirmektedir. Buralarda tarımın itici gücü olup hayvancılığın gelişmesini ve münavebeli tarımın yapılmasını sağlamaktadırlar. Ekonomiyi sadece kâr-zarar hesabı olarak gören ekonomi yetkililerinizin anlamadığı, anlayamadığı gerçek de aslında budur.

AKP İktidarının, AKP Hükûmetinin ve Grubunun ekonomistlerine göre, ülkemizde şeker üretim maliyetlerinin yüksek olduğu söylemi külliyen yalan ve külliyen yanlıştır. Neye rağmen? Mazotu, gübreyi ve diğer girdileri ABD ve AB çiftçisinden 3-4 kat yüksek maliyetle kullanılmasına rağmen ve fabrikalar yüzde 57’yle, yani düşük kapasiteyle çalıştırılmasına rağmen şeker üretim maliyetlerimiz ve şeker satış fiyatlarımız Avrupa Birliği ortalamalarındadır değerli milletvekilleri.

AKP’nin IMF patentli ekonomistlerine göre, şeker fabrikaları tümden kapatılmalı, şeker dışarıdan ithal edilmeli. Dolayısıyla, GDO’lu tohumlarla üretilen ve sağlığa zararları yüzlerce bilimsel raporlarda ortaya konulmuş, birçok ülkenin de tüketimini yasakladığı yapay tatlandırıcıların cenneti hâline getirilmesidir. İktidarınızın ve ekonomistlerinizin hayali, rüyası ve amacı budur. Bu amaç, sadece IMF politikalarına, şeker ve tatlandırıcı kartellerine, yabancı ülkelerin çiftçilerine hizmet etmektedir, edecektir; Türk çiftçisinin, Türk şeker sektörünün, Türk tüketicisinin, toplum sağlığının yani topyekûn milletimizin aleyhinedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şeker fabrikalarının özelleştirilmesinin sonuçlarını ifade etmek gerekirse, şeker pancarı üretimi çok büyük oranda düşecektir. Ülkemiz, uluslararası şeker kartellerinin, GDO’lu mısırdan üretilen tatlandırıcıların pazarı hâline gelecektir. En az 3 milyon insanımız tarımsal üretimden çekilecek ve işsiz kalacaktır. Şeker pancarı üretiminin bitmesinin en önemli sonucu, tarım sektöründen büyük şehirlere göçü tetikleyecektir. Göç, çok büyük sosyal sorunlar, güvenlik sorunları, şehircilik sorunlarını ortaya çıkaracaktır. Şeker sektörünün ürettiği yıllık 3 milyar dolarlık katma değer, Türk insanı yerine Amerikalılara, Arjantinlilere, Brezilyalılara, Çinlilere, velhasıl yabancılara gidecektir.

Nitekim, 2002 yılında yaklaşık 3 milyar dolar olan tarım ürünleri ithalatını 2009’da AKP İktidarı 10 milyar dolara çıkararak, fazladan 50 milyar doları yabancı çiftçinin cebine gönderdi.

Değerli milletvekilleri, bütün dünyada şeker pancarı üretimi teşvik edilerek artırılmaya çalışılmakta, Arjantin, Pakistan, Çin, Rusya ve AB ülkelerinde şeker pancarından şeker üretimine büyük teşvikler verilmekte, üretimde artışlar sağlanmaktadır. Altını çizerek ifade etmek istiyorum ki 1994 ve 1995 yıllarında şeker fabrikalarını özelleştiren Fransa, on üç-on dört yıl sonra yaptığı yanlışı görerek, şeker sektörünü yeniden devletleştirmeye başlamıştır.

Stratejik bir ürün olarak şeker üretimi hiçbir ülkede tamamen özel sektöre bırakılmış değildir. Bizim dışımızda her ülke şeker pancarı üretimini ve şeker sektörünü desteklemektedir, sizin yaptığınız gibi şeker sektörünü tamamen uluslararası kartellere teslim etmeye çalışan başkaca hiçbir ülke yoktur. Her zaman örnek aldığınız Amerika ve Avrupa Birliği ülkeleri, kendi çiftçisini ve üreticisini korumak için bir taraftan büyük destekler verirken, diğer taraftan da şeker üreticisi ülkeleri şeker üretiminden vazgeçirmek için büyük bir gayret sarf etmektedir; maalesef, sizler, onların bu gayretlerine gönüllü olarak destek vermektesiniz.

Değerli milletvekilleri, Tarım ve Köyişleri Bakanımız Sayın Mehdi Eker, 13 Kasım 2007 tarihinde Mecliste yaptığı bir konuşmada, et-balık kombinalarının özelleştirilmesiyle ilgili olarak, “Bize göre en son özelleştirilmesi gereken kuruluşlardı.” ifadesini kullanmıştır ve kalan kombinalar özelleştirme dışında tutulmuştur.

Bakınız, ayrıca, son Kızılcahamam toplantısında Sayın Başbakan Erdoğan’ın söylediği sözleri de sizinle paylaşmak istiyorum. Sayın Başbakan, kendilerinden önce et-balık kurumlarının özelleştirildiğini anımsatarak, Ankara’dan doğusunu yeniden ele alarak açtıklarını söylemektedir. Soruyorum: Şeker fabrikalarının birçoğu ve Tekel’in birçok kısmı Ankara’nın doğusunda değil mi? İşte, şeker fabrikaları da illa özelleştirilecekse, özelleştirilmesi en son olması gereken kuruluşlardır.

Bu yüzden, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, şeker fabrikalarının da içinde yer aldığı tarıma dayalı sanayi kuruluşlarının özelleştirmenin sonuna bırakılması için bir kanun teklifi verdik. Yani, ortaya bir çözüm önerisi getirdik. Pancar üretimi yapan çiftçimize alternatif ürünlere geçmesi için zaman kazandırmayı ve hiç değilse Avrupa Birliği Şeker Reformu’nun yürürlüğe gireceği 2014 yılının beklenmesini ve Avrupa Birliği ülkelerinin verdiği kararı görerek, şeker fabrikalarımızla ilgili özelleştirmeyi değerlendirmemizi ifade ettik. Bu arada, “Özelleştirme dışında başka formüllerin de araştırılma imkânı hasıl olsun.” dedik. “Çiftçilerimizin ve şeker sendikalarımızın da içinde yer aldığı, halkımızın içinde yer aldığı kooperatif modelleri üzerinde özellikle durulabilir.” dedik.

Grup önerimizi ve beraberinde getirdiğimiz araştırma komisyonu kurulması …

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Serdaroğlu, lütfen tamamlayınız.

MEHMET SERDAROĞLU (Devamla) – … önerimizi kabul ederseniz konu enine boyuna araştırılacak, ortaya başkaca çözüm önerileri de çıkabilecektir.

Değerli milletvekilleri, yine 2007 seçim öncesinde, Kastamonu’da, AKP milletvekili adayları, şeker fabrikasının salonunda, fabrika özelleştirilmeyeceğini, bunu özelleştirenlerin ellerini kıracaklarını ifade etmişlerdir.

Değerli milletvekilleri, Avrupa Birliği Şeker Reformu’nun yürürlüğe gireceği 2014 yılını beklemek bize göre hiçbir şey kaybettirmez.

Değerli milletvekilleri, dün Kırşehir, Turhal, Yozgat, Çorum, Çarşamba, Kastamonu şeker fabrikaları 606 milyon dolara satılmıştır. Bunların 20 bin dönüm arazisi vardır ve arazi fiyatına satılmıştır, 1 dönüm arazi 30 bin dolara gelmiştir. Demek ki, üzerindeki fabrikalar eşantiyon olarak alana verilmiştir.

Ayrıca, eğer ürettiğiniz şekerde bir sıkıntınız varsa aynen kömür dağıttığınız gibi şeker de dağıtarak şekeri tüketebilirsiniz.

Ayrıca, iki yıldır fabrikaların özelleştirilmemesi için burada dil döktük, yine bugün de aynı dili döktük; dilimizde tüy bitti. Demek ki siz artık anlamıyorsunuz. Ama millet size anlayacağınız dersi umuyorum ki verecektir diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Serdaroğlu, teşekkür ediyorum.

Önerinin aleyhinde söz isteyen Ahmet Ertürk, Aydın Milletvekili.

Buyurun Sayın Ertürk. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AHMET ERTÜRK (Aydın) – Sayın Başkan, değerli milletvekillerimiz, verilen öneri aleyhinde söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Ürettiği ürünlerle bu toplumu besleyen ve doyuran tarım kesimimiz, çiftçilerimiz önemli insanlarımızdır, önemli bir sektör grubudur. Onların pek çok sorunu vardır, onların pek çok derdi vardır. Onların derdini ve onların sorununu bilerek çözüm ve çare üretmek siyaset kurumunun en önemli görevlerinden birisidir.

İşte, Hükûmetimiz, ürettiği ürünlerle hem toplumumuzu besleyen, doyuran hem de ülkemizin dışında satım fırsatları bularak ihracatımızı, tarımsal ihracatımızı ve tarımsal sanayiyi kurarak bu işi yapabilecek kurum ve kuruluşlarımızı destekleyecek birçok tedbirleri alarak, Türk tarımını hak ettiği ve layık olduğu yere getirme konusunda yedi yılı aşkın bir süredir verimli ve gayretli çalışmalar sunmaktadır.

Öncelikle, üretim için çok önemli olan ve de iki sene önce yaşadığımız kuraklık gibi çok büyük bir sorunu aşabilecek göletler ve barajlar yapımında Devlet Su İşleri, Çevre ve Orman Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilatı ve Tarım Bakanlığı ve ilgili diğer kurum ve kuruluşlarımız çok etkili ve verimli çalışmalar yaparak, ülkemizin tarımsal sulama konusunda ve dolayısıyla yer altı sularının da beslenerek insanlarımızın içme suyu ihtiyacını karşılama konusunda gayretli çalışmalarla, her sene, yüzlerce tabir edebileceğimiz gölet, baraj ve sulama sistemlerini hizmete almaktadırlar.

Değerli arkadaşlarım, tarımla ilgili pek çok konuda yasal düzenlemeler yaptık, hükûmetlerimiz dönemi içerisinde, değerli bakanlarımızın ve onların yol arkadaşları, tarımda etkili çalışan sivil toplum kuruluşlarımızın, ziraat odalarımızın, tarım birliklerimizin, üniversitelerimizin çalışmalarıyla ortaklaşa ortaya çıkan güzel projeler yasalaştırıldı bu dönem içerisinde.

Mesela bunlardan bir tanesi Lisanslı Depoculuk Kanunu’ydu. Tarım ürünlerimizin hasat edildiği zamanlarda arz yükseldiği için fiyatların düşmesinin gündeme geldiği bu dönemlerde, ürünlerini belki stoklama, belki bekletme, belki onları depolara koyabilecek fırsatları bulamadıkları için satmak zorunda olan, ürünlerini satmak durumunda olan tarımsal üreticilerimizin bu sorununu çözmek için Lisanslı Depoculuk Kanunu çıkarıldı. Toprak Mahsulleri Ofisiyle, borsalarla Tarım Bakanlığımız müşterek bir çalışma içerisine girdi ancak burada borsalarımızın, Toprak Mahsulleri Ofisimizin, sivil toplum kuruluşlarımızın biraz daha hızlanması lazım.

İkinci bir konu: Tarım Sigortaları Kanunu çıkarıldı. Bu tarım sigortalarıyla heyelan, deprem, fırtına, toprak kayması, dolu, don gibi doğal risklerle, üstü açık fabrikaları olan çiftçilerimizin sorunlarının giderilmesi yönünde yüzde 50 devlet desteğiyle ilgili Tarım Sigortaları Yasası’nı yavaş yavaş çiftçilerimize tanıtmayı, anlatmayı ve çiftçilerimizin de yüzde 50 devlet destekli tarım sigortalarından yararlanarak üstü açık fabrikaları olan, tarlalarında, bahçelerindeki ürettikleri ürünlerden olabilecek doğal risklere karşı kendilerini korumalarını amaçlıyoruz ve yavaş yavaş tarım sigortalarından yararlanan çiftçi sayımız da üretici sayımız da her geçen gün artmaktadır ve devletimiz de önümüzdeki hafta görüşmeye başlayacak olduğumuz bütçemizde de buraya yeteri miktar, hak ettiği kadar bir kaynak aktarmaktadır.

Gene, yaptığımız bir güzel çalışma Tarım Kanunu’muzun içerisinde şekillenen ürün konseyleri çalışmasıdır ve burada, çeşitli sektörlerin, zeytinyağının, fındığın, pamuğun, narenciyenin, çayın sorunlarının konuşulabileceği ürün konseyleri, gene bu zaman dilimi içerisinde, Tarım Bakanlığımızın etkili çalışmalarıyla kurulmuştur. Şu anda, burada, sektörün içinde olan üreticiler, paketleyiciler, ambalaj yapanlar, ihracat yapanlar yani tüccarları, tacirleriyle, üreticisiyle tüm sektörün aktörlerinin içinde bulunduğu bu ürün konseylerini kurarak Türkiye’mizi bu ürünleri üretebilir hâlde tutmaya çalışıyoruz.

Gene, Tarım Bakanlığımızın geçen yıl içerisinde çalışmalarını başlattığı, 2009 yılında olgunlaştırdığı ve 2010 yılı içerisinde de uygulamaya konulacak olan otuz tane havza desteklerinde, Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu ve dış ülkelere ihracat yapabileceği pek çok ürünün ve desteklemelerin de ona göre şekillendirileceği yeni bir, bilinçli, bilgili, planlı bir tarımsal politika oluşturulmaya çalışılıyor.

Değerli milletvekillerimiz, hayvancılık desteklerimiz artmıştır, artmaya devam etmektedir. Gerek süt destekleri, gerek suni tohumlamadan doğan buzağı destekleri gerekse yem bitkileri üretim destekleri ve gerekse hayvan başına verilen; koyuna, keçiye, damızlık düveye, mandaya, arıya, ipekböceğine ve balıkçılığa verilen desteklemelerle Türkiye, hayvancılık konusunda bu sene pek çok sıkıntısını aşan bir sektörle karşı karşıyadır.

Ulusal Süt Konseyinin kurulmasıyla, kış aylarında arz fazlası olan süt tüketiminde de bir fırsat yakalanılmaya çalışılmıştı çünkü eskiden çiftçilerimiz kış aylarında hayvanlarını samanla, yemle beslerlerdi ama Tarım Bakanlığımızın ısrarlı bir şekilde sürdürdüğü… Hatta, bizden önceki hükûmetler döneminde başlamış olan yem bitkileri desteklerini biz daha da geliştirdik ve böylece çiftçilerimiz, şimdi, kış aylarında da hayvanlarını yoncayla, tritikaleyle, mısır silajıyla besliyorlar ve yaz kış süt arzı artık çok farklılık arz etmiyor. Ama süt tüketimimiz yaz aylarında daha çok olduğu için süt arzulu bir şekilde tüketiliyor. Kış aylarında süt tüketimi az olduğu için sütte geçmiş senelerde sorun yaşıyorduk. Ama Ulusal Süt Konseyinin kurulmasıyla sütteki kış aylarındaki bu fazlalılığın, fazla gibi görünen miktarın süt tozu yapılmak suretiyle emilmesiyle hayvancılık sektöründe de güzel günler yaşıyoruz. Şu anda 70 kuruşa varan süt fiyatları… Biraz fazla yükseldi gibi görünüyor et fiyatları ama üreticimizin yüzü gülüyor. Onun için, hayvancılığımız güzel günlere doğru gidiyor.

Sayın milletvekilleri, mazot ve gübre destekleri de mesela yem bitkileri üretiminde, yağlık tohumlar üretimlerinde dekar başına 11 liralık bir destekle -dünyada petrol fiyatlarının yükselmesiyle mazot ve gübre fiyatlarındaki yükselişe karşılık- Hükûmetimizin ortaya koyduğu bir tedbir olarak çiftçilerimizin fırsatına ve kullanımına sunuldu.

SÜLEYMAN TURAN ÇİRKİN (Hatay) – Şekere gel, şekere!

AHMET ERTÜRK (Devamla) – Çiftçi Kayıt Sistemi’ne kayıtlı çiftçilerimiz dekar başına bu mazot ve gübre desteklerini alabilir hâldeler. Yine iyi tarım uygulamaları ile Türkiye’mizin ürettiği ürünleri tüketen insanlarımıza Hükûmetimizin hijyen ve iyi tarım, iyi ürünler, sağlıklı ürünler üretilmesi yönündeki yaptığı çalışmalarla da dekar başına meyve ve sebzecilikte 15 lira, örtü altı seracılık yapanlara 50 lira olmak suretiyle toprak tahlili yaptıran ve tarım ilacını mutlaka ziraat mühendislerimizin yazdığı reçeteyle kullanan çiftçilerimize böyle bir fırsat ve imkân sunulmuştur. Yine arz açığı olan ürünlerde, başta pamuk, mısır gibi ürünler, soya fasulyesi gibi ürünler olmak üzere diğer ürünlerimizde de buğday, buğday türleri, hububat türevleri ürünlerine de dekar başına ve kilogram başına destekleme primleriyle Türk çiftçimize hatta bayram öncesi hemen 155 trilyon liralık bir hububat prim ödemesi yapmak suretiyle, Tarım Bakanlığımız, her zaman çiftçimizin, üreticimizin yanı başında olduğunu ve onun sorunlarıyla, dertleriyle onlara çözüm bulma konusunda gayretli çalışmalarını sürdürdüğünü ortaya koymuştur.

Değerli milletvekillerimiz, kalkınma ajanslarımız kurulmaya başlandı. Yirmi dört tane kalkınma ajansımızda, bu tarım havzaları desteklerinde üretim planlaması yapılan ve Tarım Bakanlığımızın da kırsal kalkınmadan desteklediği yüzde 50 hibeyle tarım ürünlerini paketleyen, ambalajlayan ve onları pazara sunabilecek hâle getiren, gerek kişilerin gerekse kurum ve kuruluşların yaptıkları desteklemelere de yüzde 50 hibe verilmek suretiyle Türk tarımını hak ettiği ve layık olduğu yere taşımaya çalışıyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Ertürk, lütfen tamamlayınız.

AHMET ERTÜRK (Devamla) – Teşekkür ederim Başkanım.

Değerli milletvekilleri, bugünlerde gözümüzü ve göğsümüzü acıtan görüntülerle karşı karşıyayız. Pusulanın kaybedilmeye çalışıldığı, yolların da karıştırılmaya çalıştırıldığı zor günler var. Türkiye’mizin sorunları elbette çoktur ancak siyaset kurumu bu sorunları çözebilecek çözüm önerilerini ortaya koymaktadır ve koymalıdır ve nitekim şu anda Hükûmetimiz bu “demokratik açılım” politikasıyla yeni bir yol haritası ortaya koymuştur. Ancak Hükûmetimizin ortaya koyduğu bu yol haritasını karıştırmak isteyenler, gözümüzü ve göğsümüzü acıtan görüntülerle bu yol haritasına karşı çıkarak Türkiye’mizi hak ettiği ve layık olduğu yere getirmeme konusunda direnç göstermektedirler. Ancak bu aziz millet…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ertürk.

AHMET ERTÜRK (Devamla) – Güzel günler ve güzel gelecekler hepimizin olsun dileklerimle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri reddedilmiştir.

Alınan karar gereğince sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Genel Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1’inci sırada yer alan, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2’nci sırada yer alan, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine devam edeceğiz.

2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

3’üncü sırada yer alan, İmar Kanunu ile Bayındırlık ve İskan Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

3.- İmar Kanunu ile Bayındırlık ve İskan Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu (1/713) (S. Sayısı: 397 ve 397’ye 1 inci Ek) (x)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet? Yerinde.

Komisyon raporu, 397 ve 397’ye 1’inci Ek sıra sayısıyla bastırılıp, dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Yaşar Ağyüz, Gaziantep Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

                                

(x) 397 ve 397’ye 1 inci Ek S. Sayılı Basmayazılar tutanağa eklidir.

CHP GRUBU ADINA YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 397 sıra sayılı Yasa Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinize saygılarımı sunuyorum.

Ayrıca da, çok acılı ve gergin günlerden geçiyoruz, 7 askerimizi anlamsız teröre şehit verdik, ulusumuzun ve ailelerinin başı sağ olsun. Bu duygularla, anlamsız terörün bir an önce bitmesini, bitirilmesini diliyorum.

Değerli arkadaşlarım, önümüzde görüştüğümüz yasa, İmar Kanunu’nun bazı maddelerini değiştiren bir yasa. Bu yasa tasarısıyla biz niye karşı karşıya kaldık; Anayasa Mahkemesi İmar Kanunu’nun bazı maddelerini iptal etti. Özellikle kaçak, ruhsata aykırı yapılara verilen para cezalarında -hakkaniyet ölçüleri- eşitsizlik olduğu için ve uygulamada da çok büyük dengesizliklere yol açtığı için iptal etti ve önümüze bu değişiklik geldi. Şimdi, her zaman yapılan bir alışkanlık, karşımıza Anayasa Mahkemesinden veya Danıştaydan iptal edilen bir yasal düzenleme geldiği zaman da biz, bir iki maddesinde değişiklik yaparak yine bunu geçirmeye çalışıyoruz, geçiştirmeye çalışıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bu konuda yaptığımız düzenleme gereklidir ama tek başına yeterli değildir, çünkü ülkemiz çok yoğun bir şekilde kentlere göç alan bir ülkedir. Kentleşme oranı bazı bölgelerde yüzde 70’lere varmıştır. Kentleşmeye hazırlıklı olamayan merkezî hükûmet ve belediyeler, maalesef kent sorunlarını yaratmışlar, yaratmaya da devam ediyorlar. O nedenle, bundan önce çıkan 3194 sayılı İmar Kanunu, o günün şartlarında çok çağdaş, çok büyük ölçüde yerel yönetimlere yetki veren ve desteklenen bir Yasa’ydı ama bugün bu Yasa yetmez hâle gelmiştir. Neden gelmiştir? Özellikle kentler büyüdükçe imar planlama sorunları artmıştır. İmar planlama sorumluluğunu verdiğimiz belediye meclisleri ve belediye başkanlarının yapılan yanlışlıklardan yasal olarak sorumlu tutulma yetkisi ve müeyyidesi Yasa’da maalesef bulunmamaktadır. Bu nedenle, her belediye meclisinin yaptığı imar tadilatı yargıya gitmekte, ya sivil toplum örgütleri yargıya götürmekte veyahut sivil vatandaşlar yargıya götürmektedirler. Dolayısıyla, çıkan yargı kararları ya uzun zamana yayılmakta, o zamana kadar imar değişikliği uygulanmakta ve olay onarılmaz bir hâle gelmektedir. Bunları gidermenin yolu yeni bir imar kanunu yapmaktan, yeni bir imar kanunu düzenlemekten geçer değerli arkadaşlarım. O nedenle, biz, bu yasada yapılan düzenlemeleri kabul etmekle birlikte ülkemizin gerçek, somut, bilimsel ve çağdaş ölçütlerde bir imar kanununa ihtiyacı olduğunu belirtmekte yarar görüyoruz değerli arkadaşlarım.

Bakın 3194 sayılı İmar Yasası’nın verdiği yetkiler özellikle imar planı tadilatlarında ve değişikliklerinde çok büyük ölçüde istismar edilmektedir. Bakıyorsunuz bir gecede 2 katlı olan yer serbest hâle geliyor. İmar yetkileri çok dağıldı, bazı kurumlara biz sınırsız imar yetkileri verdik. Örneğin TOKİ, imar yetkileriyle donatılmış, denetimsiz ve Kamu İhale Kanunu kapsamında olmayan bir kuruluş. Bugün TOKİ devlet içinde devlet oldu ve TOKİ’den çok pis kokular gelmesine rağmen, maalesef, denetimsizlik devam ettiği için büyük ölçüde bunun önü alınamamaktadır değerli arkadaşlarım.

Şimdi, siz, seçilmiş yöneticilere imar tadilatı yaptığı zaman da onu kent sorumlusu olarak kabul edip cezalandırma yolunu açmıyor iseniz ve kent planları değişikliğiyle de büyük rantlar elde ediliyorsa, bu, kent yağmacılığıdır, kent rantçılığıdır. Bunun önü maalesef belediyelerde alınamamaktadır; İstanbul’da alınamamaktadır, Ankara’da alınamamaktadır, seçim bölgem Gaziantep en somut olarak bunu yaşamaktadır. Bu belediyeler bu gücü nereden almaktadır? Neden Bayındırlık Bakanlığına yapılan şikâyetler, neden yargıya intikal eden konuların yargı kararı sonucu uygulanmıyor diye şikâyet edildiği zaman da neden gereği yapılmamaktadır? Çünkü iktidarla aynı siyasi anlayışta olan belediyeler iş başındadır.

Bakın en son somut örneği, İstanbul’da Ayamama Deresi taştı, büyük bir sel felaketi yaşandı. Bu kaçıncı taşma? 1994’ten beri İstanbul Büyükşehir Belediyesini hangi zihniyet, hangi siyasi anlayış yönetiyor? O siyasi anlayışın temsilcisi o gün Büyükşehir Başkanıydı, bugün Başbakan değil mi? Ayamama Deresi’ni imara açmak kadar aymazlık olabilir mi? Ayamama Deresi sizlere ders veriyor ama iktidar aymazlığına devam ediyor değerli arkadaşlarım, böyle bir şey olamaz. Belediyelerin görevi yaşamı kolaylaştırmaktır; orada yaşayan insanların rahat, sağlıklı, insanca yaşam koşullarını sağlamaktır. Bunu sağlamakla görevli olan belediyeler maalesef yaşamı zorlaştırmaktadırlar, ulaşımı da zorlaştırmaktadırlar, ekonomik zamlarla zorlaştırmaktadırlar. Bugün su zammı astronomik boyutlara varmış, ulaşıma yapılan zam her yerde, İstanbul örneği. Bunlar önü alınamaz noktada, artık insanlarımız evlerinden işlerine giderken veya okullarına giderken yayan gitmek zorunda kalıyorlar değerli arkadaşlarım. Belediyeciliğin sosyal özü var ise sosyal belediyecilik yapacak isek zamlarla uğraşan bir belediyecilik anlayışına dur dememiz gerekirken, maalesef onlara arka çıkılıyor, yandaşlık veriliyor ve onlar da pervasızca devam ediyorlar.

Bugün büyük kentler içinden çıkılmaz duruma gelmişse bunun nedeni belediye başkanları ve belediye meclisleridir. İkinci nedeni de bunlara bilerek siyasi yandaşlıkla göz yuman iktidardır. Bugün eğer Ayamama Deresi’nin taşmasından sonra sorumlular ortaya çıkarılmıyor ise hesap sorulmuyor ise ve insanlar mağduriyetleriyle baş başa kalıyorlar ise bu pervasızlığı devam ettirme güvencesini belediyelere ve belediye başkanlıklarına veren sizlersiniz değerli arkadaşlarım, iktidardır, iktidarın kendisidir. O nedenle, bu sorunlara duyarsız kalamayız. Duyarsız kalırsak bu tür sel felaketleriyle, deprem felaketleriyle karşılaştığımız zaman da -Allah korusun- üç gün, beş gün, on gün üzülürüz ama alınması gereken tedbirleri almayız değerli arkadaşlarım. 1999 yılında Türkiye’de büyük bir deprem yaşandı. O depremden sonra dendi ki: “Bu bize ders oldu, milat olacak.” ve o günden beri toplanan vergilerin hiçbiri depremde iyileştirme amaçlı kullanılmadı, risk haritalarının yapılmasında kullanılmadı, deprem haritalarının alınmasında kullanılmadı ve o vergiyi vatandaşlarımız o günden beri çatır çatır ödüyorlar değerli arkadaşlarım.

Bu trilyonlarca tutan rakam neden amacına uygun kullanılmıyor? Cep telefonundan aldık, bankacılık işlemlerinden aldık, vergi beyannamelerinden aldık, almaya devam ediyoruz; Spor Toto kuponlarından aldık, almaya devam ediyoruz; Millî Piyango biletlerinden aldık, uçak biletlerinden aldık; Sadece ve sadece geçen seneki rakamlarla 6 trilyon 500 milyon YTL değerli arkadaşlar; 6 katrilyon!

Şimdi, bu parayı, biz, felaketlerin habercisi olmadan önce alacağımız tedbirler için kullanmamız gerekirken neden kullanmıyoruz? Ama biz ne yapıyoruz? Biz, doğal afetlerle uğraşacak kurumu lağvetmenin yasal düzenlemesini yapıyoruz burada. Tutuyoruz, doğal afetlerle mücadele edecek Afetler Genel Müdürlüğünü Başbakanlığa bağlıyoruz, kadrosunu daraltıyoruz ve afetlerle mücadele etme, afetleri de, vatandaşı nasıl kaderine terk ettiğimiz gibi, özel sektörün insafına bırakıyoruz değerli arkadaşlarım.

Her şeyi de özelleştirme olur da felakette de özelleştirme olur mu? Felaketi bile özelleştiriyorsunuz siz! Böyle bir mantığı kabul etmek vicdanen mümkün müdür? Ama maalesef gelen yasaları incelemeden, görmeden, komisyonlarda oldu bittiye getirilerek, burada da hepiniz bilmeden parmak kaldırıyorsunuz. Bilmeden parmak kaldırdığınız çoğu yasaların sorumluluğu yaşamda size şamar olarak dönüyor, dönecek de.

Ama değerli arkadaşlarım, bu anayasalarda bu tür tembelliği, bu tür umursamazlığı yapar isek… Bugün şu İmar Kanunu’nun görüşüldüğü toplantıda iktidar partisinin sayısı 25’i bulmuyor.

Değerli arkadaşlarım, daha önceleri de söyledim, Parlamentoyu iktidar çalıştırır, iktidar burada ağırlıklı olarak bulunmak zorundadır. Muhalefetin yapıcı eleştirilerine kulak vermek zorundadır ama siz, sanki, zoraki mesaiye gelen memurlar gibi bu işi içtenlikle yapmıyorsunuz ancak Başkan ara verip düdük çalıyorsa 184’ü bulmak durumunda kalıyorsunuz değerli arkadaşlarım. Her zaman düdüğe ihtiyacı olan bir Parlamento durumunda kalmak, beni şahsen üzüyor değerli arkadaşlarım.

O nedenle, İstanbul sel felaketinin yanı sıra Giresun sel felaketi yaşandı. Sayın Bayındırlık Bakanı gitti oraya, dedi ki: “Ben burayı felaket bölgesi ilan ediyorum.” Vatandaş sevindi. Sonra Sayın Başbakan yalanladı, dedi ki: “Böyle bir şey yok.” Sayın Mustafa Demir de bir kelime oyunuyla gidermeye çalıştı. Giresun acılarıyla beraber kaldı, İstanbul acılarıyla beraber kaldı, Artvin acılarıyla beraber kaldı. Sadece, Hükûmet, Sosyal Yardımlaşma Fonu’ndan iane hesabıyla birtakım küçük rakamlar göndererek onların yaralarını sarmaya çalıştı değerli arkadaşlarım.

Şimdi, rant yaratanlar, orman alanlarını talan etmeye çalışanlar, dere yataklarını imara açanlar bugün eğer elini kolunu sallayarak belediye başkanlığı makamında oturuyor ise bu, suçun devamına ortak olmak demektir. Bu suçun devamına ortak olmamak için gerekli yasal düzenlemelerin yapılması zorunludur değerli arkadaşlarım. Eğer yapanın yanına kâr kalır ise bunun önü alınamaz, sevgili arkadaşlar.

Bakın, bugün, yanlış imar tadilatları, bilimsel kriterleri olmayan, kamu yararına olmayan, toplum yararına olmayan, kent yararına olmayan imar tadilatları ulaşımda sıkıntı yaratmaktadır, eğitimde sıkıntı yaratmaktadır, sağlıkta sıkıntı yaratmaktadır. Bugün kamu arazilerini siz TOKİ’ye bedelsiz verme kararı çıkardınız; kamu arazilerinin TOKİ’ye kullanılacağı yerde sosyal amaçlı kullanılmasının önünü kapattınız. Oralarda okul olması lazımdı, oralarda sağlık ocağı olması lazımdı, hastane olması lazımdı, rehabilitasyon merkezleri olması lazımdı ama TOKİ’ye sadece hazine mülklerini bedava devretme kararını vermekle birlikte TOKİ’ye imar yapma yetkisi de verdiniz. Bakın, bugünlerde konuşuluyor kamuoyunda, Ataşehir. Ataşehir; “TOKİ şehir” olacak. TOKİ’ye “finans merkezi” adı altında yetkilendiriyorsunuz ve yetkilendirirken de 6 tane milletvekilinin verdiği yasada TOKİ tek başına yetkili. Hükûmetten gelende de diyor ki: “Büyükşehir Belediye Başkanlığı bu konuda her türlü planlamayı yapar.”

Peki, 5216 sayılı Yasa ve diğer, Belediye Yasası diyor ki: “1/25.000 ve 1/5.000 planları büyükşehir belediyesi yapar, 1/1.000’lik uygulama imar planlarını ilçe belediyeleri yapar.” Niye ilçe belediyesinden alıyorsunuz? Niye? Ataşehir Cumhuriyet Halk Partili diye. TOKİ her istediğini Büyükşehirden… Nasıl Parlamentoda çoğunluk baskısıyla her istediğinizi geçiriyorsunuz, Büyükşehir Meclisinde de ağırlıklı sayınızdan dolayı TOKİ’den gelen her öneriyi geçirme şansını sağlayacağınız için Ataşehir’i TOKİ ile Büyükşehir arasında paylaşıma açıyorsunuz. Bu çok yanlıştır. Bu, demokrasi anlayışımıza sığmaz. Hem yerelleşmeden bahsedeceksiniz hem yerel demokrasiden bahsedeceksiniz hem de yetkilerin daha çok yerele verilmesini iddia edeceksiniz lafta ama kanunlarla da birtakım belediyelerin önünü kesmeye, yetkilerin alınmasına çalışacaksınız. Bunu kabul etmek mümkün değildir.

Ayrıca, bu tür eksikliklerin giderilmesi, daha çağdaş, daha yetkilendirilmiş yerel yönetimlerin yaratılması gerekirken, bazı milletvekillerimiz -ki sahil kent milletvekilleri olsa zoruma gitmeyecek; 6 milletvekili, 5 tanesinin sahille alakası yok- diyor ki: “Sahil kentlerindeki planlama yetkileri Turizm Bakanlığına verilsin, Turizm Bakanlığı da isterse yetkilerini Bakanlık vasıtasıyla bayındırlık il müdürlüğüne devretsin.” Böyle bir mantık olabilir mi değerli arkadaşlarım? O yörede yaşayan insanların plan ihtiyacını, o yörede yaşayan insanların toplumsal, sosyal ihtiyaçlarını orada yaşayan belediye başkanı ve belediye meclisi bilir. O belediyelerin eğer teknik yetmezliği var ise Bayındırlık Bakanlığını bugün köhneleştireceğinize, Bayındırlık Bakanlığını etkin hâle getirirsiniz, hem denetimi hem plan yapma yeterliliği olmayan belediyelere teknik donanım sağlarsınız ama ne var ki iktidarınızdan bugüne kadar Bayındırlık Bakanlığını işlevsiz bırakmak için elinizden geleni yapıyorsunuz; Bayındırlık Bakanlığını kuşa çevirmek için en son Afet Genel Müdürlüğü yasasını çıkardınız, kuşa çevirmek için her türlü şeyi yapıyorsunuz.

Öncelikle Türkiye’de Bayındırlık ve İskân Bakanlığının yeniden yapılandırılması, görevlerinin yeniden tanımlanmasına ihtiyaç vardır. Planlama mantığının, mantalitesinin ve planlama kriterlerinin yeniden gözden geçirilmesine ihtiyaç vardır. Bunu yaparsak biz, ancak özlediğimiz çağdaş kentlere ulaşırız, özlediğimiz çağdaş kentlerde yaşamayı çocuklarımızla birlikte sağlarız. Ama bu gidişat onun işaretlerini vermiyor. Kent yağmacılığı başlamıştır, kent rantçılığı başlamıştır ve bunlar belediyelerle iktidarca ve TOKİ tarafından yapılmaktadır değerli arkadaşlarım.

TOKİ bugün “hasılat paylaşımı” adı altında verdiği projelerle yandaş müteahhitlere rant sağlamaktadır. Bugün, bakın, sosyal konut yapma görevi olan TOKİ’nin işlevi oran olarak yüzde 10’dur, içinde, sosyal konut işlevi. Yüzde 75 lüks konut yapıyor, akıllı evler, villalar, ticari merkezler, AVM’ler; bunlarla uğraşıyor TOKİ, kavşak yapıyor TOKİ. Şimdi, bu mantaliteyle siz inşaat sektörüne rakip olarak devlet içinde devlet gücündeki TOKİ’yi çıkarırsanız, ekonomik krizden olumsuz etkilenen ve istihdamın büyük yükünü çeken inşaat sektörünü de bugün yüzde 25 daralmaya mahkûm edersiniz. Daha önümüzdeki günler neyi gösterecek bilmiyoruz.

TOKİ haksız rekabet yapmaktadır müteahhitlerle, TOKİ kent arsalarını ucuza alarak, bedelsiz alarak kentte imar yönünden haksız rekabet yapmaktadır, inşaat yönünden haksız rekabet yapmaktadır. Yazık günah bu müteahhitlere, bu inşaat yapanlara, bu mühendislere yazık günah!

Bakın, geçenlerde mayıs ayı içerisinde Kentleşme Şûrası yapıldı. Çok güzel, ben düzenleyenleri kutluyorum. Her ne kadar Bayındırlık, İmar Komisyonu üyeleri davet edilmediyse de katkıları istenmediyse de güzel bir Şûra. O Şûradan çıkan kararların yaşama geçmesi gerekirken, işlev kazandırmak gerekirken maalesef Şûra sonuç bildirgesi çok çağdaş, çok dörtlük, Türkiye’nin sorunlarına neşter vuran bildirgedir ama maalesef hiç kimse kapağını kaldırıp da ne diyor, ne yapmamız gerekir diye herhangi bir şey söylenmiyor değerli arkadaşlar. Niye yaptık o zaman bu Kent Şûrasını? Bu Kent Şûrası diyor ki: “Bilimsel, çağdaş planlama kriterlerine Türkiye’nin kavuşması lazım, kent rantçılığının bitmesi lazım.” ve diyor ki: “Çağdaş bir imar kanununa ihtiyaç var.”

Bunlar basit şeyler, yapılması gereken şeyler. Nasıl ki biz istediğimiz bazı yasaları iktidar istiyor ise getirip bir gecede geçirebiliyorsak iki günde, üç günde, bu yasalar üzerinde çalışıp çağdaş normlar kazandırabiliriz. Yoksa, bu kent yığılması devam ettiği müddetçe kent yabancılaşmasını getirecektir.

Bugün kentlerde kent yabancılaşması vardır. Niye? Kent yaşamına ekonomik yoksulluk içerisinde yaşayan insanlar, işsizlerimiz, asgari ücretle geçinenlerimiz, emeklilerimiz ortak olamamaktadır. Yaşam, kentlerde pahalılaştırılmıştır. Pahalılaştıranlar da belediye başkanlarının keyfî kararlarından dolayı direkt belediye başkanları ve belediye meclisleridir. Bunu kabul etmek mümkün değildir. Kentlerde yaşayan insanları cezalandırma mantığı çağdaş toplumlarda, çağdaş demokrasilerde olmaz. Kentlerde yaşayan insanları en iyi koşullarda yaşatmayı hedef seçen bir belediyecilik anlayışını bizim yaşama geçirmemiz lazım ama biz hep sıkıntılı, hep sıkıntılı bir yaşama mahkûm edersek insanları, bir yandan iktidar ekonomik kıskaca almış, ücretlerine zam yapmıyor bir yanda ekonomik krizden dolayı işsizlik artıyor, insanlar işsizliğe mahkûm, var olan işlerini kaybediyorlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Ağyüz, lütfen tamamlayınız.

YAŞAR AĞYÜZ (Devamla) – Bu durumdan çıkmamızın yolu, iktidarın ekonomik ve sosyal politikalara eğilmesinden geçer değerli arkadaşlarım.

Gerilim siyasetiyle hiçbir parti puan kazanmaya çalışmasın. Özellikle iktidar partisi ve Başbakan son aylarda hep gerilim siyaseti yapıyor. Gerilim siyaseti bu topluma yarar getirmez. Uzlaşmacı siyaset yapmanız lazım, uzlaşmacı tavır ortaya koymanız lazım ama diyor ki: “Muhalefet liderleri konuşurken televizyonu kapatın çocuklar.” Bunu Başbakan diyor. Peki, ben ona, partisine “AK PARTİ” denmedi diye bazı yazarlara “edep…” lafı söyleyen Başbakana nasıl güveneceğim? Eleştiren muhalefete “şeref…” diyen Başbakana nasıl güveneceğim? Eleştiren muhalefete “namus…” diyen Başbakana nasıl güveneceğim? O konuşurken televizyonu kapatmak lazım. Bereket Amerika’ya gitti, bir de bayramda üç gün kayboldu da toplum bir rahat nefes aldı, “oh” dedi. Demek ki Türkiye’yi içerdeyken kötü yönetiyor, gerilim siyaseti yapıyor, dışarıdayken gerilim azalıyor.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ağyüz.

Tasarının tümü üzerinde Demokratik Toplum Partisi Grubu adına söz isteyen Hasip Kaplan, Şırnak Milletvekili.

DTP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, İmar Kanunu ile Bayındırlık ve İskan Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında Demokratik Toplum Partisinin görüşlerini sunmak üzere söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Gerçekten önemli bir konuda, gruplarımızın da uzlaşı içinde olduğu ve faydalı gördüğü bir tasarı konusunda biz de tabii ki bunun bir an önce yasalaşmasını ve bu sakatlıkların giderilmesinde imarda, hukukta, yargıda, müteahhitlikte, uzmanlık alanlarında her türlü denetimin yapılmasında son derece ülke adına yarar görüyoruz, fayda görüyoruz. Bunun bu şekilde düzenlenmesi eksik olmakla birlikte, yeterli olmamakla birlikte bir bakıma bir boşluğu dolduracağını düşünüyoruz. Bunu söylerken bazı gerçeklerden yola çıkarak söylüyoruz. Türkiye’nin üç fotoğrafını yan yana koyduğumuz zaman bu tür düzenlemelerin ne kadar geç yapıldığı konusunda da bir fikir edinebiliriz. Bunun için birinci fotoğrafı 17 Ağustos 1999 deprem felaketiyle vermek istiyoruz. Deprem felaketi, Yalova’da, Gölcük’te, Kocaeli’de, İstanbul’da yan yana duran binalardan birinin nasıl yıkıldığının, birinin nasıl ayakta kaldığının canlı fotoğraflarıydı. Bu acıları hep birlikte yaşadık. Sonrası daha trajik bir durum. Orada mağdur olan aileler yargıya gitti, idare mahkemesine gitti, Türk Ceza Kanunu uyarınca ceza mahkemelerine gitti ve bu davalar da uzun yıllar sürdü. Maalesef bunlardan da bir içtihat oluşmadı, bir uyum birliği, bir karar birliği çıkmadı.

Şimdi, deprem olayları sonucu yargı -1999, bugün 2009, on yıl geçti aradan- büyük çoğunluğu Avrupa Mahkemesi yargı sürecine gitti. Yani ülkemizde çözemedik hukuksal olarak bazı sorunlarımızı, maalesef, mağdur aileler, idarenin denetimsizliği, belediyenin ihmali, mülki amirliklerin suistimali, birçok sorumsuzluğun birleşmesiyle meydana gelen acılar sonucu maalesef bu hak arama konusunda da sonuç bulunamadı ve gidildi.

Sel felaketi, 2009, en son İstanbul. Aslında bu konuda hiçbirimiz masum değiliz diyeceğim ama herhâlde Mecliste grubu bulunan dört partiden en masumu Demokratik Toplum Partisidir. Çünkü biz İstanbul’da yerel yönetim olarak belediye başkanlıklarımız olmasa bile, bizim belediye meclisi üyeliklerimiz vardı, il genel meclisi üyeliklerimiz az da olsa var ve örneğin Esenyurt’taki, Esenyurt’un dere yatağındaki iki yüz elli tane gecekonduyla ilgili Belediye Meclisinde önerge veriyor arkadaşlarımız, önlem alınmasını istiyor ve tartışma açılmasını istiyor. Maalesef, o önergelerinden iki ay sonra İstanbul’daki sel felaketi yaşandı. Şimdi, İstanbul’daki Ayamama Deresi’nin başlangıcından denize döküldüğü noktaya kadar her metresinde, her santiminde, o dönem görev yapan bütün siyasi partilerin ihmal ve sorumluluğu var; CHP de görev yaptı, var; AK PARTİ de yaptı, var; koalisyon hükûmetleri döneminde ANAP’ı, Doğru Yol’u, MHP’si, DSP’si, bütün siyasi partilerin yani herkesin sorumluluğu var. Herkesin sorumlu olduğu, acıların yaşandığı bu tür doğal felaketlerde, sel felaketlerinde birbirini suçlamadan çözüm arama erdemliliğini ve olgunluğunu gösteremeyen bir Meclis kendi hayati sorunlarını çözme konusunda da tökezliyor.

Bakın, en büyük felaketler, en büyük faturalar devlete ilişkin ihalelerde, inşaatlarda ve yapılarda ortaya çıkıyor. Okullarda, sağlık ocaklarında, resmî birim binalarında çimentodan çalanların, demirden çalanların, kaliteli malzeme kullanmayanların hepsi birleştiği zaman bu felaketlerin fotoğrafını veriyor. Burada “94’te, Başbakan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanıydı…” Canım, ondan önce de CHP Büyükşehir Belediye Başkanıydı yani bunun ötesi yok ki! Kim kime diyebilir ki “Sen sorumlusun, ben değilim.” diye? Nasıl sorumlu değilsin? “Senin döneminde de hata var, benim dönemimde de hata var.” erdemliliğini gösterdiğiniz anda getirir, sorunu çözeriz ama bir türlü, doğru konuşmasını, bu doğru siyaseti, bu doğru siyaset ahlakını toplumumuza oturtamadık.

Ayamama sel felaketini, Mahmutbey’den, Basın Yolu’ndan selin akışını gören her vicdan sahibi siyasetçinin “Burada dur.” deyip “Gelin, çözümü birlikte arayalım.” noktasında olması gerekir. Ama bu da siyasi malzeme konusu oldu, ayağına bir çizme geçiren, gitti, Ayamama Deresi’nde, insanların felaketinde “Tencere dibin kara.” dedi birisi, “Seninki benden kara.” dedi…

Ben o günlerde Demokratik Toplum Partisi adına bölgeyi gezen bir milletvekiliydim. Ben şu soruları sordum sel felaketinde evi yıkılan, ikinci kata kadar, üçüncü kata kadar su dolan ailelere: “Buraya bir yetkili gelip zararınızı tespit etti mi?” “Yok.” “Valilikten gelen oldu mu?” “Yok.” “Belediyeden gelen oldu mu?” “Yok.”

Felaketin yaşandığı anda felaketin fotoğrafını, felaketin zararını ziyanını, vatandaşının mağduriyetini bile tespit etmeyen bir ülkede “Sen sorumlusun, ben sorumluyum.” anlayışıyla, sorumlulukları da mağdur vatandaşa yükleyen bir anlayışla, bir zihniyetle bu ülkenin sorunları çözülemez. Burada vicdanın, insanlığın ayağa kalkması gerekir.

Bugün, kaç kişi vefat etti, kaç bin kişinin evi yıkıldı, kimine kaç kuruş verildi? Bunun hesabını, dobra dobra, Meclise getirip Hükûmetin açıklaması gerekir, “Ben İstanbul’da 2009’da sel felaketi sonrası şu kadar yardım yaptım, şu kadar önlem aldım…”

Evet, Ayamama Deresi’nin ıslahı doğru bir karardır. Bunun karşısında direnmek siyaseten ne kadar doğrudur? Bunun karşısında direnebilecek bir parti var mı? “Bunu ıslah etme, tekrar felaket yaşansın.” diyebilecek bir anlayışı kabul etmek mümkün müdür?

Bir üçüncü fotoğrafı daha açıklayacağım, hiç kimse görmek istemiyor: Bugünlere geldiğimiz acıları… Türkiye 1993-1997 konseptini yaşadı. O dönemde koalisyonlar vardı; Doğru Yol Partisi vardı, SHP koalisyonu vardı, arkasından ANAP iktidarları vardı. Tamı tamına, resmî kayıtlara geçen, kendi ülkemizde, kendi toprağımızda 4 bini aşkın köyümüz, yakıldı, yıkıldı, bombalandı. Şimdi, kendi köyümüzü, güvenlik güçlerimiz veya başkası, kimden gelirse gelsin ama 1993-1997 konsepti, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesindeki tam 250 tane karar, 12 binin üstünde dava, bir döneme “Türkiye’de hukuk yoktu, köyler yakılıyordu, evler yakılıyordu, tarih yıkılıyordu, tarihî yerler de bombalanıyor.” diye geçti. Siz bu olaya kendi köylerinize, kendi uçaklarınızdan, kendi helikopterlerinizden bomba düştüğü zaman o yakılan, yıkılan köylerin arkasından bakıp bir 5233 sayılı Yasa’yla o vatandaşlara 5 bin lira, 3 bin lira para vererek bir pencere ile bir kapı parası… Ki bir gün bana Mardin’de bir köylü şunu söylemişti: “Hasip Bey, benim evim için devlet 1.750 lira takdir etti, bununla ev değil, bir öküz alınmaz!”. Peki, ülkemizin bu realitesi, yakılan, yıkılan 4 bin konut, yerleşim, içindeki camisi, okulu, bunun planı projesi nerede? Arkadaşlar, bu ülkede yakılan köylerden bahsediyorum, Mars’ta değil. Darfur’dan hiç bahsetmiyorum, Darfur’da yaşananları anlatmıyorum, Müslümanın Müslümana ettiğini Irak’ta anlatmıyorum; Şii’ydi, Sünni’ydi diye camileri bombalayan kara anlayışı anlatmak istemiyorum, onun üstüne gelmek istemiyorum. Filistin, hepimizin, dünyanın bildiği bir evrensel sorun ama Mahmur’dan gelen 26 tane Mahmurluya… Geçen gün, bayramda, Uludere’de 4 tanesini gördüm. “Siz, 93’te köyünüz yakıldığında Mahmur’a gittiniz ve şimdi geldiniz. Ne oldu?” dedim. “Devlet bizi köprüden geçerken bir odaya aldı. Odada bir üniformal  -herhâlde hâkimdi, savcı hâkim- karşısına geçtik, bize sorular sordu. Biz şaşırdık. Oysaki köyümüze bomba yağıyordu ve faili meçhul cinayetler işleniyordu. Biz o zulümde, Saddam yönetimi döneminde Irak’a sığındık.” dedi ve o kamp, şu an, Birleşmiş Milletler Mülteciler Komiserliğine bağlı bir hukuki statüde, yardımını ve parasını alıyor veya bakımını alıyor çok cüzi olarak.

Şimdi, bu Mahmur’da 12 bin, Türkiye’den karşı yakada… Kuzey Irak’ta Saddam’ın yaptıklarının, Türkmenlere yaptığı katliamların, Kürtlere yaptığı katliamların haddi hesabı yoktur. O dönemde, eğer Türkiye Cumhuriyeti’nde 12 bin insanınız, yurttaşınız Saddam’a sığınıyorsa ve o köyler hâlâ yıkıksa, o binalar yıkıksa, onun imar planı yasası yoksa burada çıkardığımız yasaların ne kıymeti harbiyesi var?

Şimdi, o kucağında bebesi olan kadın dedi ki: “Hâkim sordu: ‘Bebek?’ Dedim: Kimliği yok, orada doğdu.” ve sorgulandı Terörle Mücadele Yasası’ndan. “Şimdi ne yapıyorsunuz?” “Biz mi? Akrabalarımıza sığındık.” “Köyünüz?” “Köyümüzde taş üstünde taş kalmadı ki nereye gideceğiz? Evimiz yok ki.”

Şimdi, bakın, konut, imar, sağlık, çevre, iklim, güzel kentler, uygarlık, çağdaşlık, insanlık; bütün bunların süzgecinden süzülerek demokratik bir hayat kurulur, bir yaşam kurulur; kentlere özgürlük gelir, kentlere barış gelir; köylere özgürlük gelir, köylere barış gelir. Bütün bu bilinçleri birleştirmediğimiz zaman birbirimizi boğazlamaya, birbirimize düşman olmaya, birbirimizin partilerini kapatmak için uğraşmaya, birbirimizin siyaseten önünü kesmeye, çözümsüzlüğün sanki sorumlusu hiçbir siyaset kurumu değilmiş, hiçbir siyasi değilmiş, bu Mecliste görev alan bütün partiler bu gelinen günlerde, yaşanan günlerde bunun hiç mi hiç sorumlusu değilmiş gibi çok rahat bir duruş içinde oluyoruz.

Arkadaşlar, Tokat’ta 7 askerimiz öldü. Nasıl öldü, bu Meclisin bilme hakkı yok mu; kim öldürdü, bilme hakkı yok mu vatandaşın? Nasıl öldürüldü, nasıl bir karanlık senaryodur, nasıl bir karanlık provokasyondur; bunu bilme hakkı yok mudur Meclisin, 72 milyon insanımızın, Türkiye'nin? Yoksa, çok mu kolay bu olanları birilerine yükleyip, birilerini hep suçlayıp, bu şekilde olaydan kurtulup, bu şekilde her şeyi görmemezlikten gelip, üç maymunlar siyasetini uygulayarak görmezlikten gelip, duymazlıktan gelip, işitmemezlikten gelip bugün getireceğiz ülkeyi bu noktaya? Getirdiğimiz bu noktada, ülkenin geldiği bu noktada güzel şehirler kuracağız, ışıklı kentler kuracağız, güzel medreseler yapacağız, güzel okullar, güzel binalar değil mi? O binaları kurmak için barış gerekmiyor mu, huzur gerekmiyor mu? 12 bin Mahmurluyu Türkiye’ye getirdiğiniz zaman, bunun yıkılan evine getiremiyorsanız nasıl getireceksiniz? Yıkılan evini… Objektif sorumsuzluk temelinde devletin hukuki sorumlu olduğunu evrensel hukuk kuralları koymuyor mu ortaya? Koyuyorsa eğer, Türkiye-Irak-Birleşmiş Milletler Mülteciler Komiserliğinin ortaklaşamadığı bir protokol, sağlanamadığı bir güvence, sağlanamadığı bir konut, sağlanamadığı okulu, sağlık ocağı, yolu olmayan bir anlayış içinde, siz, Türkiye'nin güzel kentlerini nasıl düzeltirsiniz?

Elimde ilerleme raporu var bu çarpıklaşma konusunda çok önemli notlar var. Evet, bir yandan ilerliyoruz, bir yandan Türkiye gelişiyor, bir yandan dünyanın siyaseti değişiyor. Dünyanın siyaseti değişirken, 2010’da, İstanbul Avrupa Kültür Başkenti olacak ama bir taraftan, kültürel, tarihsel binalarımıza kazma vurmaktan, Sultanahmet’te otel yapmaktan ve birçok tarihî değerimizi harap etmekten de geri kalmıyoruz. Sayın Bakanım, bu konuda çok duyarlı olduğunuzu biliyorum, çok ciddi çaba gösterdiğinizi biliyorum, kültüre ve tarihe de sahip çıktığınızı biliyorum, çabalarınızı da takdir ediyoruz, saygıyla karşılıyoruz ve buna da ülkenin ihtiyacı var. Bu konuda hakkınızı teslim ederim ama Hükûmetinizin yanlış rotasında, yanlış gidişindeki her şeyi de onaylayacağız anlamına gelmez. Siz, bu anlayışla tarihi, kültürü korumaya çalışırken, öbür yandan Ilısu Barajı’yla Hasankeyf’i, on binlerce yıllık tarihi sular altında bırakıyoruz. Cizre Barajı’yla, Kızılsu Barajı’yla Kasrik’i, Fekayi Tayran’ın camisini, Asur Kuleleri’ni, Alaaddin’in Kalesi’ni, Finik Kalesi’ni sular altında bırakıyoruz. Bir yandan güzel kentler, ışıklı kentler kuracağız diyoruz, bir yandan HES barajlarının yerine, güneş enerjisi yerine nükleer enerjiyi getiriyoruz, kömüre dayalı, kömürün yasak kullanıldığı yerlerde kömüre dayalı termik santrallerle o güzel binaların içine zehir solutuyoruz.

Bugün iklim zirvesi var, bugün dünya iklim için ayakta. Dünyanın geleceği tehlikede, dünya 4 derece soğumada veya ısınmada -ki ısınmada Türkiye'nin, en hedef risk ülkeler içinde olduğu söyleniyor- ve bunların hepsini konuşurken bu güzel kentlerde yaşamak, güzel binalar yapmak ve bütün bunlar için Türkiye’de barışın, demokrasinin ve hukukun oturması gerekiyor. Bunu istiyoruz, bunu yapmak istiyoruz.

Biz, demokratik siyaseti çözüm olarak gördük, Meclise geldik “Çözümün adresi Ankara’dır.” dedik, Meclise geldik. Birileri bize “Hayır, Ankara değil, Meclis değil. Siz seçilmediniz, sizin özgür iradeniz yok, sizin farklı fikirleriniz yok.” diyorlar. Ya, nasıl olsun, ne yapalım, söyler misiniz? Yoksa Hasip Kaplan da eline bir tambur alsın, Başbakanın mızrabı gibi elinde bir mızrap, o tamburun altı tane de teli olsun.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen, sözlerinizi tamamlayınız Sayın Kaplan.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Bir teline vur, solculuk; bir teline vur, sağcılık; bir teline vur, milliyetçilik; bir teline vur, halkçılık; bir teline vur, İslamcılık; bir teline vur, sosyal demokratlık; bir teline de vur, Türklük; bir teline vur, Kürtlük. Hangi tele dokunsa o mızrap o sesi çıkarıyor.

Sayın Bakanım, ben size kızamam. Sizin telinize vurduğu zaman insani değerler öne çıkıyor ama Cemil Çiçek’in teline vurduğu zaman ırkçılık, kafatasçılık, vahşet çıkıyor, demokrasi adına utanç çıkıyor. Bunun düzeni yok mu? Akordu yok mu bu Hükûmetin? Bizi isyan ettiriyorsunuz. Biz, akordu, demokrasi adına, hukuk adına istiyoruz. Biz paylaşabilirsek çok şey yaparız.

Bu yasayı destekleyeceğiz, destekliyoruz, güzel şeylerde hep beraber oluyoruz, birlikte çözümde oluyoruz. Nedir birbirimizi anlayamadığımız, anlaşamadığımız, konuşamadığımız? Bizim, parti kapatma davasında bir tek çakı, bir tek çakılık eylem yokken kapatmayla karşı karşıyayız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kaplan.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Ama, hayatları, sicilleri kan dolu olanlar, çeteler, darbeciler bu ülkede yargılanamazken benim sesimi kısacak bir gücü de halkın üstünde ne görüyor ne de tanıyoruz.

BAŞKAN – Sayın Kaplan, teşekkür ediyorum.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Bu duygularla hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Birleşime on dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati : 16.33

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 16.48

BAŞKAN : Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu), Gülşen ORHAN (Van)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 28’inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

397 ve 397’ye 1’inci ek sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Şimdi söz sırası, tasarının tümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen İsmet Büyükataman, Bursa Milletvekiline aittir.

Buyurun Sayın Büyükataman. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA İSMET BÜYÜKATAMAN (Bursa) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 397’ye 1’inci ek sıra sayılı İmar Kanunu ile Bayındırlık ve İskan Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın tümü üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Sözlerime başlamadan önce, Tokat Reşadiye’de şehit edilen askerlerimize ve İstanbul’da hain terör örgütünün saldırısı sonucu yaşamını yitiren Serap Eser isimli yavrumuza rahmet, yakınlarına ve bütün Türk milletine başsağlığı dileklerimi sunuyorum.

Saygıdeğer milletvekilleri, insanların güvenilir ve sağlıklı yapılarla sağlıklı bir çevrede yaşama hakları, en temel insan hakları arasındadır ve bunu sağlamak da devletin en başta gelen görevidir.

Ülkemizde yerleşme ve yapılaşmaları düzenlemek ve denetlemek amacıyla birçok yasa ve yönetmelik çıkarılmasına rağmen yerleşme ve yapılaşmaların iyi denetlenmediği açık bir gerçektir. Bu durumun en önemli kanıtını ağır sosyal ve ekonomik faturalarıyla hemen her depremden sonra maalesef yeniden görmekteyiz.

Yerleşmeler açısından 1985 yılına kadar geçen sürede imar planları merkezî yönetimlerce onaylanırken 1985 yılından sonra bu yetki yerel yönetimlere devredilmiştir. Yapı denetiminin iki ana unsuru olan proje denetimi ile yapım faaliyetlerinin denetimi ise geçen süre içerisinde çok az değişmiştir.

Mevcut yasal düzenlemeler yapıların proje denetimini yerel yönetimlere, yapım işleminin denetimini ise “fennî mesul” adı verilen serbest mühendis ve mimarlara bırakmıştır. Pratikte, yerel yönetimler, siyasal etkiler, çıkar ilişkileri, yeterli teknik elemana ve donanıma sahip olmamaları nedeniyle zaman zaman proje denetimi dahi yapamaz hâle gelmişlerdir. Uygulamayı denetlemesi istenilen fennî mesullerde ise diploma dışında hiçbir nitelik aranmaması, ücretlerini yapı müteahhidinden almaları, bu kişilerin faaliyetlerinin hiçbir denetime tabi olmaması ve yasalarda açık bir sorumluluk ve yaptırım yetkisinin olmaması gibi nedenlerle uygulamada etkili denetim hizmeti yapamamış ve yapım işleri piyasadaki eğitimsiz ve liyakatsiz ellerin insaf ve anlayışına göre devam edegelmiştir.

Saygıdeğer milletvekilleri, dünyanın en aktif deprem kuşaklarından bir tanesi üzerinde yer alan ülkemiz geçmişten bugüne deprem hareketini ve depremin etkilerini sürekli olarak yaşamış ve bulunduğu konum itibarıyla bundan sonra da maalesef yaşamaya devam edecektir.

Topraklarının yüzde 96’sı deprem bölgeleri içinde yer alan ve her deprem olduğunda önemli zararlarla karşılaşılan ülkemizde milletimizin can ve mal güvenliğiyle millî servetlerimizi koruyabilmek için yerleşme ve yapılaşmaların çağdaş norm ve standartlarda denetimini sağlamak devletin en öncelikli görevi hâline gelmiştir. Bu görevin yerine getirilmesi için çok büyük maddi kaynak ve yatırımlara değil, küçük ancak ciddi bir anlayış ve yaklaşım değişikliğine ihtiyaç vardır. Bölgenin neredeyse tamamının deprem riski altında bulunmasına bağlı olarak depreme dayanıklı yapı inşaatı yapma artık kaçınılmaz bir durumdur. Günümüzde depremin değil insanoğlunun kendi aldığı yanlış kararların, inşa ettiği yanlış yapıların ve yerleşim alanlarının felaketi var ettiği gerçeği de yaşanmaktadır. İnsanları deprem tehlikesinden korumak, deprem öncesi, deprem sırasında ve sonrasında gerekli önlemleri almak ve bunun için kurallar koymak ve bu kuralların uygulanmasını ve sistemin sürdürülebilirliğini sağlamak gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, 17 Ağustos 1999 İzmit Körfezi ve 12 Kasım 1999 Düzce depremlerine kadar ülkemizde yerleşme ve yapılaşmaların denetimi konularında uygulamaya dönük ciddi adımlar atılamamıştır ancak 20 bin civarında vatandaşımızın ölümüne, 40 bin kişinin yaralanmasına ve 19 bin civarında yapının tamamen veya kısmen çökmesine ve ülkede 15 milyar dolar civarında ekonomik kayba yol açan son depremler üzerine bu konuda artık somut adımlar atılmasının gereği anlaşılmış, Yapı Denetimi Kanunu ve uygulama yönetmelikleri hazırlanmıştır.

Yapı Denetimi Kanunu ile denetim sisteminde yeni kuramsal araçlara ihtiyaç olduğu gerçeği dikkate alınmış ve yapıların etkili denetimi için bağımsız, deneyimli, yetkili ve sorumlu kuruluşlar oluşturulması ve yapıların hem proje hem de uygulama denetiminin aynı kuruluşlar eliyle yürütülmesi gereği sağlanmaya çalışılmıştır. Bu tür kuruluşların da belgelendirilmesi ve denetlenebilmesi için bir üst kurul kurulması esası benimsenmiş, kusur ve hatalarına karşı, birer tüketici olan mal sahipleri ve kullanıcıların korunması amacıyla da mali sorumluluk sigortası getirilmiştir.

Saygıdeğer milletvekilleri, bilimsel teknik gelişme ve sanayileşme, kentleşmeyi ve kent yaşamını da beraberinde getirmiştir. Toplumların ekonomik, siyasi, kültürel ve sosyal yaşamlarında ortaya çıkan ve köklü değişmeleri ihtiva eden kentleşmeye paralel olarak ekonominin kaynak dağılımında bir değişim, gelişme, sanayileşme, ekonomik büyüme ve benzeri olgularda karşılıklı etkileşim meydana gelmektedir. Bu süreçte kırsal alanda çözülme gerçekleşirken kentlerde yoğunlaşma ortaya çıkmaktadır. Kentleşme süreciyle birlikte ön plana çıkan toplumsal ve ekonomik yaşama ilişkin kaynak kullanımı ve büyüme sorunlarının mekânsal boyutu, günümüzde merkezî ve yerel yönetimlerin siyasi istismara dayalı uygulamaları, tarım, orman ve yeşil alanların imara açılımı, kamusal alanların özelleştirilmesi, rant ekonomisi, yeni dünya düzeni olarak özetlenebilecek politikalardır. Ancak bütün bunlara rağmen gerçek anlamda planlama reddedilebilmektedir.

Bugün, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerdeki kentleşme sürecinde ekonomik, teknolojik, siyasal, sosyopsikolojik nedenlerin yanı sıra ekonomik cazibe merkezi hâline gelen kent ve çevresi kırsal alandan kentleşme ve varoşlara akın eden milyonlarca kişinin yerleştiği bölgeler hâline gelmiştir. Özellikle kentsel altyapının yeterince geliştirilememesine bağlı olarak çevre sorunlarının çözülememesi yaşanan sorunları daha da büyütmektedir. Yıllardır, özellikle büyük şehirlerimizde olmak üzere insanlarımızın konut ihtiyacının karşılanamaması ve gecekondulaşmaya göz yumulması sonucu çarpık ve sağlıksız bir kentleşme oluşmuştur.

Saygıdeğer milletvekilleri, nüfus artışı ve sanayileşme sonucu ortaya çıkan kentleşme çok sayıda sorunu da beraberinde getirmiş, planlama bu sorunların çözümünde önemli bir araç olarak görülmüştür. İnsanlar tarih boyunca doğanın oluşturduğu ekolojik sistemin bir parçası veya alt sistemi olarak hayati ihtiyaçlarını gidermek için doğa ile sürekli ilişki içerisinde olmuşlardır.

İnsanlar doğal ekolojiden faydalanmak üzere kendisini yapılandırmakta ve faydalanırken de ekolojik sistemi etkilemektedir. Doğal ekolojik sistem ile insan ekolojik alt sistemi arasındaki ilişkilerin denge bozucu boyutlara varması ve insanoğlunun ilerleyen teknolojiye de dayanarak doğal sistem üzerinde baskınlığını artırması sonucunda doğa kendine özgü kurallarıyla tepki vermektedir.

İnsan-doğa çatışmalarının yumuşatılması, bozulan dengelerin tekrar kurulması, zararlı etkileşimlerin giderilmesi, iki sistemin birbirini besleyecek ve varlıklarını devam ettirebilecek ilişkiler türüne dönmesini sağlamak ve sürdürülebilirliğinin güvence altına alınması için mutlak olarak bir plana ihtiyaç vardır. Ülkemiz jeolojik yapısı ve meteorolojik özellikleri nedeniyle başta depremler olmak üzere heyelan, sel, kaya düşmesi, çığ gibi doğal afetlerle sıkça karşılaşan ülkelerin başında gelmektedir.

Aziz milletvekilleri, çok geniş gördüğümüz tarım alanlarımız, hızlı nüfus artışı, çarpık kentleşme ve sanayileşme baskısı ile büyük tehdit altında bulunmaktadır. Eski kentler verimsiz, kayalık, dağlık arazilerde, nehir ve deniz kenarlarındaki sarp yerler ve vadilerde yer alırken, günümüzde âdeta bütün kentler engebeli araziden düz, verimli tarım arazilerine doğru genişlemektedir. Özellikle ülkemizde kentleşme ve sanayileşme uğruna verimli tarım arazileri büyük tehdit altına girmiştir. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de artan nüfus şehirlerde toplanmakta, mevcut şehirler daha da büyümektedir. Artan nüfus için sürekli temiz su temini, beslenme, barınma, eğitim, enerji ve sağlık hizmeti vazgeçilmez ihtiyaçlardır.

Tüm insanlar bilimin ve teknolojinin nimetlerinden en iyi şekilde yararlanmak ve uygar olmak ister. Kalkınma ve gelişme insan yaşamını kolaylaştırmayı amaçlar. Ülkelerin kalkınma düzeyleri ve güçleriyle enerji kullanımları arasında yakın ilişki vardır ve bu ilişki doğru orantılıdır.

Saygıdeğer milletvekilleri, inşaat sektörü, başta demir-çelik, çimento, cam, seramik ve boya gibi bir dizi çok sayıda malzemeyi ihtiva eden diğer endüstriyel ürünlerin motorudur, ekonomik canlılığın en önemli göstergesidir; yerli sanayiye dayanması ve istihdam genişliğiyle katma değeri yüksek bir sektördür. Son yıllarda yaşadığımız ekonomik kriz, her sektörü olduğu gibi inşaat sektörünü de olumsuz etkilemiştir. Bunların sonucu olarak işsizlik artmış, yatırımlar azalmıştır; sektör durgunluğa girmiş, sektörel büyüme yavaşlamıştır.

İnşaat sektörünün, inşaat malzemeleri de dâhil edildiğinde ülke ekonomisindeki payı yüzde 10’lar civarındadır. Emek yoğun bir sektör olması dolayısıyla inşaat sektörü kalifiye olmayan işçileri yoğun olarak istihdam etmektedir. Sektör toplam istihdamın yaklaşık yüzde 7 ila 10’unu, tarım dışı istihdamın yüzde 11,7 ila 12’sini kapsamaktadır. Bu nedenle sektörün sorunlarını asgariye indirecek ve iş potansiyelini genişletecek önlemler mutlaka alınmalıdır.

İnşaat sektöründe gerek devlet ve gerekse özel kuruluşlar açısından bir strateji ve vizyon eksikliği en önemli sorun olarak öne çıkmaktadır. Mevcut yasalara göre maliye, ticaret ve sanayi odasına kayıt yaptıran herkes müteahhitlik yapabilmekte, başka hiçbir teknik yeterlilik, bilgi, eğitim ve teknik deneyim aranmamaktadır. Bu durum, müteahhitlik mesleğinin prestij kaybına, inşaat sektöründe tekniğe uymayan kalitesiz yapı ve haksız rekabete yol açmaktadır.

Saygıdeğer milletvekilleri, bireyler, ihtiyaçları ve imkânları ötesinde gücünü aşan konut alımları yaparak büyük bir talep oluşturmuşlardır. Buna kamu yatırımları ve TOKİ uygulamalarının eklenmesi, finansman imkânları, arz ve talebin birbirini tetiklemesiyle sektörde ciddi ve plansız bir büyüme gerçekleşmiştir. Yükselen her sektörün bir iniş trendine girmesinin doğallığı yanında 2007 ortalarında patlak veren ve hâlâ da devam eden siyasi ve ekonomik istikrarsızlık, Amerika Birleşik Devletleri’nde mortgage sisteminin çöküşü, küresel krizin sonucu akaryakıt ve demir-çelik gibi ham madde fiyatlarının sürekli değişkenliği inşaat sektörünü olumsuz etkilemiş, plansız büyüyen sektörü aynı hızla daralmaya itmiştir.

Gerek resmî kurumlara iş yapan müteahhitler gerekse özel sektör müteahhitlerinin taahhütleri sektördeki bu fiyat artışlarından olumsuz etkilenmektedir. Sektördeki bu kötüye gidiş yalnızca maddi zararlarla atlatılamayacak kadar sosyal sorunları beraberinde getirecektir. Son yıllarda köyden kente göç eden tarım işçileri inşaattaki hızlı üretim sürecinde çalışmış ve kentlerde yaşamaya başlamışlardır. Bahsedilen olumsuzlukların yol açtığı sektördeki durgunluk büyüme sürecinde yüksek sayıda istihdam edilen bu bireyleri işsiz bırakacaktır. Ekonominin lokomotifi olan inşaat sektöründeki daralma, iki yüzden fazla ara sektörü olumsuz etkileyerek genel ekonominin de daralmasına sebep olmuştur. Bu dönemde, krediyle gayrimenkul satın alan insanların düşeceği bunalım sonucu sosyal patlama oluşturacak bir sürece doğru gidilmektedir. Böylesi bir sonuç, toplumda telafi edilemeyecek büyük yaralar açabilir.

Hükûmet bu duruma kayıtsız kalmamalı ve telafisiz sonuçlara yol açacağını belirttiğimiz inşaat sektöründeki bu olumsuzlukları öncelikli sorunlar olarak ele almalıdır. Devlet eliyle yatırım amaçlı alınan değil, barınma ihtiyacından dolayı satın alınabilecek sosyal konutlar üretilmelidir. Ortaya koyduğu konut modeliyle sektördeki vatandaşının ürettiği konutlara rakip oluşturmayacak modeller ve projeler gerçekleştirilmelidir. Yerel veriler, yerel kaynaklar ve yerel iş gücü asla göz ardı edilmemelidir.

Saygıdeğer milletvekilleri, harç ve vergiler inşaat sektörünün önünü tıkamaktadır. Ruhsat alınması, inşaat süresi ve inşaatın bitirilip kullanma izni alınması sırasında çeşitli sayıda ve önemli miktarda harç alınmaktadır. Harç veya vergi tahsil edilirken değişik kurumlarca farklı kıstaslar kullanılmaktadır. Ruhsat alma ve inşaata başlamak için çok sayıda evrak ve imza gerekmekte, bürokrasinin çokluğu zaman ve sinerji kaybına sebep olmaktadır.

SSK prim oranlarının yüksekliği sektörü olumsuz etkilemektedir.

Büyük projelerin ve kamu kurum ve kuruluşlarının projelerinin siyasi yandaşlık ve oy toplama, adam kayırma düşüncesiyle serbest rekabete açılmadan ihale edilmesi sektörü haksız rekabet ortamına sürüklemektedir.

İnşaat sektörü kalifiye eleman sıkıntısı çekmekte olup, meslek liseleri sektörün ihtiyaç duyduğu ara elemanları yetiştirmekten uzaktır. Vasıfsız işçi istihdam eden en önemli sektör olan inşaat sektöründeki durgunluk muazzam bir vasıfsız işçiler ordusuna dönüşmüştür. Devlet ihalelerinin yerelden yapılmaması ve yeterli fizibilite çalışmaları yapılmadan ve finansman ayrılmadan yapılan yatırımlar sektöre maalesef zarar vermektedir.

Bürokrasiyi azaltmak amaç olmalıdır. Yapı Denetimi ve İmar Kanunu gibi yasa ve yönetmelikler bürokrasiyi azaltıcı ve etkin denetimi sağlayacak şekilde mutlaka yeniden düzenlenmelidir. İnşaat sektörünü kalifiye eleman sıkıntısından kurtarmak için Millî Eğitim Bakanlığı, ticaret ve sanayi odaları, meslek odaları, üniversiteler, sektör temsilcileri ortak çalışarak çözüm yolları bulmalıdır. İnşaat sektörüne KOBİ desteği mutlaka sağlanmalıdır. SSK prim oranları düşürülmeli, devlet katkısı sağlanmalıdır.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; yasayla Türkiye coğrafi bilgi sisteminin oluşturulmasına yönelik yaklaşımı, teknik müşavirlikle ilgili çalışmaları, komisyonda devam ettiği ifade edilen yapı envanteri ve risk haritalarına yönelik çalışmaları olumlu bulduğumuzu ifade etmek istiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Büyükataman, lütfen tamamlayınız.

İSMET BÜYÜKATAMAN (Devamla) – Tamamlıyorum Sayın Başkanım. Teşekkür ediyorum.

Komisyonda ittifakla kabul ettiğimiz bu çalışmanın hayırlı olması temennisiyle yüce heyetinizi bir kez daha en derin saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Büyükataman.

Şimdi, tasarı üzerinde Komisyon adına söz isteyen Komisyon Başkanı Nusret Bayraktar.

Buyurun Sayın Bayraktar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAYINDIRLIK, İMAR, ULAŞTIRMA VE TURİZM KOMİSYONU BAŞKANI NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 397 ve 397’ye 1’inci Ek sıra sayılı İmar Kanunu ile Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’de yapılacak değişiklik hususundaki tasarı, teklif ve Komisyonumuzun raporuyla ilgili Komisyon olarak söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlamadan, ben de Tokat’ta 7 askerimizin hunharca bir saldırı sonucu şehit edilmesine karşı, bu olayı lanetliyor, tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Yine İstanbul’da, Küçükçekmece’de belediye otobüsüne atılan bir molotofkokteyliyle yanarak hayatını kaybeden Serap Eser kızımıza da Allah’tan rahmet diliyorum. Bu tür elim vakaların bir daha vuku bulmamasını temenni ediyorum.

Yine sözlerime başlamadan önce, gruplar adına konuşma yapan değerli arkadaşlarımızın konuşmalarından da anlaşılacağı üzere, Bayındırlık Komisyonumuzda ittifakla, bütün siyasi parti grup ve temsilcilerimizin olumlu katkılarını da birleştirmek suretiyle, Komisyonun ve Hükûmet temsilcilerinin, ilgili birimlerin yetkililerinin de katkısıyla Genel Kurul gündemine gelerek, sizlerin de gördüğü şekliyle bu mutabakatın sağlanmasına ve bu katkının bu noktaya gelmesine emeği ve katkısı olan başta siyasi partilerimizin grup başkanlarına ve siyasi partilerimizde görev alan değerli arkadaşlarımıza ve Komisyon üyelerimize, Hükûmetimize de şükranlarımı arz etmek istiyorum.

Belirtildiği üzere, bu kanun teklifiyle ilgili tam bir mutabakat vardır. Hatta daha önce yine mutabakatla gelmiş olmasına rağmen, zamanın uzaması sonucu araya bir iki konunun da girmesi ve bazı cümlelerin teknik terimleriyle düzeltilmesi gereği ortaya çıktı. Siyasi partiler arasında, hatta kendi grubumuzda da bu konuların yeniden gündeme getirilerek düzeltilmesi talebine karşı “Genel Kurulda önergeyle bunları düzeltelim.” teklifine karşı “Hayır, önerge getirmeyelim, Komisyona geri çekelim. Komisyonda bütün arkadaşlarımızın daha detaylı bir şekilde katkı sağlayarak, mutabakatla, ittifakla Genel Kurula gelirse, Genel Kurulun da vaktini harcamadan ittifakla bu kanunu geçiririz.” dedik. Aynı şekilde oldu ve bugün gündemimize gelmiş bulundu.

Ancak, bütün siyasi parti temsilcilerimizin konuşmalarından da anladığımız üzere, bu kanun yeterli bir kanun değildir. İnşaat sektörü başta olmak üzere Türkiye’nin lokomotif sektörü olan, insanlarımızın hayatına ve insanlarımızın geleceğine ışık tutan ve en çok olumsuzluklarla, özellikle de tabii afetler sonucu çarpık yapılaşmanın getirdiği, kontrolsüz ve denetimsiz yapılaşmaların getirdiği gerek havzalarda gerek derelerde gerek deprem fay hatları üzerindeki afetler, maalesef, çok çeşitli şekillerde can ve mal kaybına sebebiyet veriyor.

Burada sorumluluk, elbette, değerli arkadaşlarımın bahsettiği gibi yerel yönetimlerdedir; bugüne kadar siyasette görev yapmış olan merkezi yönetimdedir, müteahhitlerimizdedir, vatandaşımızdadır. Dörtlü olarak herkes sorumluluğunun bilinci içerisinde bu işlerin düzenlenmesine yönelik katkı vermesi gerektiğine hepimiz inanıyoruz.

Elbette yanlışlar olmuştur, eksikler olmuştur ama zaman zaman da güzel şeyler oluyor, olmuyor değil. Bu güzel şeyleri de hani marifet iltifata tabidir diyerek zaman zaman dile getirmenin de faydalı olacağını düşünüyorum.

Bu kanunun olumlu olduğunu anlatan değerli arkadaşlarımız kanun metni içerisinde konuşurlarken hep bir mutabakattan ve olumluluktan bahsettiler ama onun dışında da vakit buldukça başka konulara da başka detaylı hususlara da girdiler. Ben bu konulara çok fazla girmeden, sadece, Komisyon olarak ve Hükûmet tasarısı olarak önümüze gelen yasanın ne getirip götürdüğü hususunu bir kez daha özetleyerek birkaç hususa da cevap vermeyi uygun buluyorum.

Birincisi, bu kanunla, malumunuz olduğu veçhile, 17/04/2008 tarih ve 2005/5, 2008/93 sayılı Karar ile 03/05/1985 tarihli 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42’nci maddesi, “25 milyonla 5 milyon arasında, yerel yönetimler veyahut ilgili idareler ceza verebilir.” hükmü, çok geniş aralıklarla bir ceza uygulaması olduğu için, uygulamada çok farklı sistemlerle haksızlık ve adaletsizlik söz konusu olabileceğinden hareketle Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş. Bu iptal gerekçesine paralel Danıştayın bu konuda yürütmeyi durdurması suretiyle de madde hükmünü kaybetmiş ve ciddi bir kaos ve boşluk oluşmuş.

Bunu düzeltmeye matuf yapılacak çalışma esnasında, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 28’inci maddesi başta olmak üzere, çok detaya girmeden, İmar Kanunu’nun tüm detaylarını ele alarak “Yetmiş beş maddenin çalışmaları uzayabilir.” diyerek bu sekiz maddelik bir tasarıyla, hem Anayasa Mahkemesinin iptal gerekçesine uyumlu hâle getirilmiş hem de güncel olarak mutlak çıkması gereken zorunlulukları çıkartmış bulunuyoruz.

Bu vesileyle ben tutanakları karıştırdım ve 2000 yılında, o dönemin siyasi partilerinin temsilcilerinin tümünün ittifakıyla 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 depremi sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisinde kurulan Araştırma Komisyonunun ittifakla ortaya koyduğu rapordan da bazı izlenimleri aldım. Gördüm ki o raporda mutabık kalınarak en çok vurgu yapılan ve o raporun öneriler bölümünün 39 maddesinin 9 maddesi, bu kanun ve bu kanun gibi konuların bir an önce yürürlüğe girmesinden bahsediyor; 4’üncü, 5’inci, 6’ncı, 7’nci, 9’uncu, 21’inci, 23’üncü, 25’inci… Bunları tek tek okuyarak aslında vaktinizi almak istemiyorum. Orada, yapı denetim mekanizmasının geliştirilmesi, çarpık yapılaşmaların önlenmesine yönelik sertifikasyon sisteminin geliştirilmesi, müteahhit belgeleri ve kaliteli işçilik ve malzeme kullanımına yönelik usul ve esaslar, yerel yönetimlere yetkilerin devredilmesi… Aslında her ne kadar yerel yönetimlerde belediye başkanı ve meclis üyelerinin uygulamasından kaynaklanan, rant ve çıkar gruplarının baskısı altında kalarak yanlışlıklardan söz ediliyorsa da gelişmiş ve kalkınmış ülkelerin tamamında, yıllarca ülkemizde de tartışıldığı gibi, yetkilerin hantal devlet yapısıyla merkezde değil demokratik yapısıyla, katılımcı ve şeffaf yönetim tarzıyla yerel yönetimlere devredilmesi yıllarca tartışıldı. 1984’te Özal Hükûmeti döneminde 3030 sayılı Büyük Şehir Belediye Kanunu çıkarılmış. Tabii, 1930’lu yıllardaki 1580 sayılı Yasa aslında hâlâ yürürlükte idi. İşte, 22’nci Dönem ve 23’üncü Dönem’de bu tartışmaların ve bu depremle ilgili alınan önerilerin doğrultusunda Yerel Yönetimler Yasası’nda ciddi bir şekilde reformlar yapılmıştır.

Tabii, yapı denetimle ilgili de daha önceden uygulamalarda ciddi ve güzel kararlar alınmış, on dokuz ilde uygulanan yapı denetimi, özellikle 1999 depremi sonrası İstanbul gibi fay hattında bulunan birçok ilde… Daha önce “ikinci derecede deprem bölgesi” diye ilan edilerek uygulama yapılan o İstanbul meğer “birinci bölge”ymiş. O hâlde, birinci derecede deprem etkileme fay hattında olan illere ve bölgelere uygulanması gereken yapı denetim ve imar şartları farklıdır, ikinci, üçüncü, dördüncü farklıdır. Burada bunu söylerken sadece kentsel alanlarda değil, kırsal alanlarda da planlı ve denetimli yapıların yapılması, uygulanması söz konusudur.

Bunun yanı sıra, birçok arkadaşımız zaman zaman hep dile getirirlerdi: Müteahhidin sorumluluğundan kaynaklanan teknik sorumluluk şantiye şefinde mi, meslek gruplarında mı, mal sahibinde mi? Kimde olup olmadığı hususunda da netlik yoktu. Özellikle bir de mal sahibi veyahut arsa sahibi, kat karşılığı olarak inşaatını vermiş olduğu müteahhidin mali sorumluluklarını, sigorta, BAĞ-KUR gibi prim ve vergi borçlarını ödememesinden kaynaklanan ama bütün teknik raporlarda projenin şartlara uygun olduğu tespit edilmiş olmasına rağmen mal sahiplerinin iskân alamama hususundaki mağduriyeti vardı. Dolayısıyla, burada da gelen tekliflerle bu konunun da giderildiğini görüyoruz.

Dolayısıyla, değerli arkadaşlar, bu hususlarla ilgili işin özetini bir kez daha tekrarlamak gerekiyor ise harita, plan ve proje müelliflerinin yetki ve sorumlulukları açık bir şekilde belirtiliyor. Ölçekli yapılarda şantiye şefi bulundurulması, yapı ve tesisat işlerinde nitelikli personel çalıştırılması, yapım işlerine ait vergi, sigorta ve diğer sorumlulukları yerine getirememe gibi bazı hâllerden kaynaklanan, müteahhidin sorumluluğundan dolayı yapı sahibinin iskân alamamasına yönelik engellerin ortadan kaldırılması ve yükümlülüklerini yerine getirmeyen müteahhitlerin yükümlülüklerini yerine getirmeden bir daha yeni iş alamaması… Yani sanal ortamda, Türkiye genelinde tutulan kayıtlar sonucu, herhangi bir müteahhit bir eksiklik, aksaklık yaptı ve Bingöl’de bir iş yaptı, oradan dolayı inşaatı durduruldu; yeni bir iş alması için, başka şirket de kursa, başka ile de gitse, on-line sistemiyle bakılacak olan tablodaki kayıtlarda o eksiklikler varsa o müteahhit ve o teknik sorumlulara yeni bir iş verilmeyecek. Bu son derece önemli ve son derece çağdaş.

Tabii, bu noktaya gelmişken “Deprem sonrası, bugüne kadar hiçbir tedbir alınmadı.” diyen arkadaşlarımıza da kısmen cevap vermek istiyorum. Dün -Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarımızın bazılarının da katıldığı- İstanbul’da çok güzel bir uluslararası sempozyuma katıldık. O sempozyum da Sismik Risklerin Azaltılması Uluslararası Konferansıydı. İstanbul Valiliği ve Dünya Bankası organize ediyordu. Orada bir kez daha gördük ki Dünya Bankası ve özellikle Birleşmiş Milletler Genel Sekreter Yardımcısı, Türkiye'de uygulanan afet öncesi ve afet sonrası metotlar ve geliştirmiş olduğu sistemle ilgili ciddi adımlar atıldığını, dünyada bu tip sorunlarla karşı karşıya kalan ülkelere örnek olması gerektiğini… Özellikle yasalardan kaynaklanan aksaklıklar sonucu, yetki ve sorumluluklar çeşitli kurumlar tarafından paylaşılıyordu; o kurum, o kurum, o kurum, sorumluluğu kimse almıyordu. Özellikle afete yönelik organizasyonları tek bir elde toplama anlayışı, Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçen bir yasa ile 17 Aralıktan sonra afetle ilgili Başbakanlığa bağlı bir birim organizasyonuyla yapılması onların da dikkatini çekti ve örnek bir model olarak gösterdiler.

Gerçekten, çok şey yapılmadı gözüküyor ama eksiklik olarak gördüğümüz işlerden biri ve benim de son derece paylaştığım bir husus var: Yapı denetiminden, bugüne kadar uygulama sisteminden kaynaklanan aksaklıkların giderilmesi sadece on dokuz ilde uygulama değil Türkiye'de uygun olan, müsait olan alanlarda yapı denetim sisteminin de geliştirilerek yenilenmesi, İmar Kanunu’nun bazı maddelerinin mutlaka değiştirilmesi… Belediye Kanunu’nun 73’üncü maddesindeki bir boşluk var; idari, hukuki ve mali sistemlerin yerine getirilmesine yönelik kentsel dönüşüm uygulamalarındaki eksiklik ve aksaklıkları deprem ve depreme yönelik hazırlıklar şekliyle bir yeniden düzenleme ki, daha önce gruplararası mutabakata vararak bir çalışma yapmıştık ama onun da yeterli olmadığını ve güncelleştirilerek bugünün şekliyle Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine gelmesini aynen ben de diğer arkadaşlarım gibi önemsiyorum.

Dolayısıyla, güzel şeyler oldu ama yeterli değil, daha hızlı gidilmesi lazım ve “Yerel yönetimlere verilen yetkiler istismar ediliyor, şu oluyor, bu oluyor.” değil, onların denetimi ve organizasyonuna eğer katkı verecek olursak… Mesela TOKİ, Türkiye’de çok güzel şeyler yapmış olmasına rağmen, bir arkadaşımız “Pis kokular geliyor.” Eğer, müşahhas, müdellel bir husus varsa birlikte gidelim, böyle bir yanlışlık olur mu! 500 bin konutu üreten, Türkiye’de gerçekten devlet adına kamuya ve vatandaşa sosyal devlet anlayışında hizmet eden böyle bir önemli müessesede eğer buna yönelik bir istifham varsa, bir şüphe, tereddüt varsa, bunu dile getirerek hep birlikte üzerine yürümemiz bizim boynumuzun borcudur. Ama, bu arada da üretmiş olduğu konutların yüzde 75’i lüks değildir, tam tersi yüzde 75’i sosyaldir, yüzde 15’i ve yüzde 10’u ise lüks konut olarak oradan elde ettiği hasılat paylaşımını devletin yapısına uygun olarak harcama yaptığını bilmek lazım.

Tabii, haksız rekabetten bahsediliyor. Bu tartışma her yerde devam ediyor. Belki doğrudur ama Toplu Konut İdaresi, hâlâ, şu anda Türkiye’deki inşaat sektörünün ancak yüzde 5’ini oluşturuyor ve ihalesini yaptığı bütün işlerle ilgili müteahhitleri serbest olarak, müteahhitler kendi aralarından ihaleye giderek, kendisi taahhüt işini yapmıyor, yaptırıyor. Dolayısıyla, haksız rekabet de… Piyasada doğru, dürüst ve düzenli çalışanlar için her yerde her zaman iş vardır diye düşünüyorum.

Bu kanunun muhteviyatına uygun olarak yapım işlerini üstlenmek isteyen ve belirli şartları taşıyan gerçek ve tüzel kişilere yapı müteahhitliği yetki belgesinin verilmesi Bayındırlık ve İskân Bakanlığı görevleri arasına alınıyor.

Ayrıca, Türkiye genelinde coğrafi bilgi sistemine dönüşüm yine bu maddelerin arasına konmuş oluyor.

Şantiye şefliği ve fennî mesullerin, fen adamlarının görev, yetki ve sorumluluklarının yasal düzeyde ele alındığı, ancak haklarına ilişkin hususlarla ilgili bağımsız olarak görevlerini yerine getirmeleri hakkında Yasa’da bir eksikliğin varlığını biz de kabul ediyoruz, bununla ilgili de bir çalışma yapılması lazım. Bununla birlikte meslek yasalarının gündeme gelmesi lazım. Sivil toplum örgütlerinin görüşleri, daha önce yoktu, onların da görüşleri alınarak kayıtlar ve yetki belgelerinin verilmesi hususu geliştirilmiş oluyor.

Ayrıca, değerli arkadaşlar, “Bakanlığın kuşa döndüğü” iddiaları var. Bayındırlık ve İskân Bakanlığının kendi ismine, tecrübesine, devlet deneyimine paralellik arz edecek tarzda gerçekten yeniden teşkilat yapısının gözden geçirilmesi… Zaten bir bölüm hususlar burada geçiyor, bu kanundan sonra da bunlarla ilgili çalışmalar süratle gündeme gelecektir ve o gündeme geldikten sonra hizmetler de aksamayacaktır.

Söz buraya gelmişken şu hususlara da cevap vermeyi düşünüyorum: Afetle ilgili İstanbul Ayamama Deresi başta olmak üzere, gerek Silivri’de ve Çatalca’da gerek Ayamama’daki afet sonrası, Silivri Kaymakamlığı, Çatalca Kaymakamlığı, belediye yetkilileri ve ilgili teknik komisyon oluşturulmak suretiyle anında bölgeye gidilmiş, afetzedelere ilk etapta 2’şer milyar lira yardım ama daha sonra komisyon gereği yardımlar ne kadar yapılması gerekiyorsa yapılacak. Bu olayların sadece yardım şekliyle de geçiştirilmesi öyle “sıradan bir olaydır” değil, bundan sonra kalıcı, eğer havza ise havzada mutlak koruma ve mutlak yasaklama sınırlarına uygun, eğer gecekondu ise, eğer dönüşüm alanıysa, vatandaşı mağdur etmeden, onların bir başka tarafa gitmesi ve derelerin ıslahı ve buna paralel olarak diğer yatırımların hızla yapılması son derece önemlidir.

“Kentleşme Şûrasının sonuçları… Henüz Bayındırlık ve İskân Bakanlığı bu noktalarla ilgili davet edilmiyor.” diyen arkadaşıma da… Aslında eylem planı hazırlık çalışmaları devam etmekte, çalışmaları yürütülen eylem planında bu şûra sonucu başta Bayındırlık ve İskân Bakanlığı olmak üzere ilgili tüm kamu kurum ve kuruluşları ile sivil toplum kuruluşlarına yükümlülükler getirecek eylemler belirtilmiştir. Taslak eylem planında yaklaşık 1.200 konu başlığı bulunmaktadır. Eylem planı tamamlandığında sonuçlar ilgili tüm kurum ve kuruluşlara bildirilecek, bu kurum ve kuruluşlardan belirlenmiş süreler içerisinde eylemlerinin gereği o kurum için belirlenmiş faaliyetlerin yerine getirilmesi istenecektir. Ayrıca, Bakanlıkta bu eylem planı sürekli olarak izlenmekte ve takip edilmektedir. Diğer hususların hazırlığı devam ediyor, detaya girmiyorum.

Giresun ili sel felaketiyle ilgili de Bakanlığın oradaki açıklamaları yanı sıra, “Bakanlığın –aslında- önerisiyle Bakanlar Kurulu tarafından afet bölgesi ilan edilebilir” Aslında hüküm böyledir ama Bakanımızın anlatımı nasıl yansıdıysa bir anda ya bir yanlış anlaşılma oldu ya dil sürçmesi oldu. Yoksa Bakanımız bu şekilde… “Konuşmamın aslı esası budur. 7269 sayılı Kanun’un Bakanlığa vermiş olduğu tüm yetkiler kullanılmaya başlanmış ve imkânlar da bir seferberlik alanı şeklinde bölgeye gereken yardımlar gitmiştir.” şeklinde söylemiş oluyor.

Değerli arkadaşlar, ben sizlere, daha fazla vaktinizi harcayarak hitap etmeyi arzu etmiyorum. Çünkü gerek MHP sözcüsü arkadaşım gerek CHP sözcüsü arkadaşım, hatta diğer siyasi partideki diğer arkadaşım da bu kanun teklifiyle ilgili, tasarıyla ilgili olumlu görüşlerini hep beraber belirttiler.

Ben bugüne kadar yapmış olduğunuz tüm olumlu katkılarınızdan dolayı, siyasi partilerimizin, başta, tekrar, grup başkan vekillerine ve Komisyon üyelerimizin tamamına ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde bugün bu yasanın çıkmasına katkı sağlayacak olan başta sayın milletvekillerimiz olmak üzere herkese şükranlarımı arz ediyorum.

Kanun eğer sizlerin olumlu oyuyla geçecek olursa -ki geçeceğine inanıyorum- ülkemize, milletimize ve inşaat sektörümüze hayırlı uğurlu olması dileğiyle hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bayraktar.

Tasarı üzerinde Hükûmet adına söz isteyen Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım; grupların üzerinde mutabık kaldığı bir yasa ayrıntısına girerek zaman almak istemiyorum. Hayırlı olmasını temenni ediyorum. İmarla ilgili yapılacak her düzenleme çeşitli bakımlardan çok önemli çünkü Türkiye, ne yazık ki doğasını ve tarihini geçmiş yıllarda çarpık yapılaşmayla çok kötü biçimde tahrip etti. Şimdi bu alanda Parlamentomuz büyük bir oydaşma içinde adımlar atmaya çalışıyor. Bunun daha fazlasını önümüzdeki süreçte gerçekleştireceğimizi umuyorum.

Ben, yurt dışında bulunduğu için ilgili bakan arkadaşım vekâlet ediyorum, ayrıntıya girmek o açıdan zaten haddim de değil. Sadece, bugün yapılan görüşmelerde birkaç sevimsiz nokta oldu, o konuda üzüntümü ifade etmek ve düzeltme yapmak istiyorum.

Bir arkadaşımız Başbakanla ilgili bir gerdirme politikasından söz etti. Bunu milletin vicdanına ve takdirine bırakıyorum. Türkiye’de halkın seçtiği Başbakana “Sen, sen, sen” diye yüksek sesle hitap etmeyi bir siyasi üslup hâline getirmiş bulunan bazı siyasi parti liderleri mi gerdiriyor siyaseti yoksa Türkiye’yi demokratikleşme konusunda mesafe aldırmaya çalışan Başbakan mı gerdiriyor? Bunu millet herhâlde takdir edecektir.

Daha üzüntü verici olan, burada bulunmayan bir milletvekili arkadaşımız, bir bakan arkadaşımın sözlerine gönderme yaparak onun teline dokunulduğu, onun üslubuyla konuşulduğu zaman çok ağır birtakım Türkiye’de -burada tekrar etmeyi uygun bulmadığım- gelişmelerin olduğundan söz etti. Sanıyorum haksızlık yapılıyor. Ben o açıklamayı dikkatle okudum tekrar arkadaşımızın gündeme getirmesinden sonra. Başbakan Yardımcısı arkadaşımız bütün siyasi partilerin hukuk içinde davranmasının fevkalade koruyucu olduğunu, fevkalade önemli olduğunu işaret ediyor, dünyada bu alanda verilmiş olan kararlara gönderme yapıyor ve siyasi partilerin özellikle terör örgütleriyle arasına ciddi bir mesafe koymasının, ciddi bir çizgi çekmiş olmasının hukuk devleti açısından ve siyasi partilerin geleceği açısından çok önemli olduğunu söylüyor. Başka bir üslupla söylenebilir miydi? Bu bir takdir meselesidir ama arkadaşımızın, bir siyasi partinin kapatılmasına dönük olan, kapatılmayı telkin eden herhangi bir açıklaması yok. Tam tersine, haberin öncesine, köşe yazısının öncesine baktığınız zaman vahim ifadeleri orada görüyorsunuz. Bence bu iddiaları buraya getiren arkadaşlarımız dönüp “ayna”ya bakmalıdırlar. Tırnak içinde söylüyorum “ayna” sözcüğünü, çünkü o “ayna” sözcüğünü çünkü o ayna çok ağır şeyler söylüyor. O aynaya baktıkları zaman hukuk devletini koruyan bir yansımayı, (AK PARTİ sıralarından alkışlar) demokrasiyi koruyan yansımayı, barışı koruyan bir yansımayı, bir aksi görmek mümkün değil. Tam tersine, orada, silahlı çatışmadan söz eden, bir anlamda hukuk devletini, bir anlamda Parlamentoyu, bir anlamda yargıyı tehdit eden bir üslubu görüyoruz ve biz böyle bir ayna görmek istemiyoruz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Tasarı üzerinde şahsı adına söz isteyen Kamer Genç, Tunceli Milletvekili.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 397’ye 1'inci Ek sıra sayısıyla karşımıza gelen yasa tasarısı ve teklifinin tümü üzerinde söz almış bulunuyorum. Hepinize saygılar sunuyorum.

Tabii, dün de burada söyledim, bugün de hâlâ acısını içimizde paylaştığımız 7 askerimizin şehit edilmesi, bizim için telafisi güç ıstıraplar ve acılar yaratmıştır. Diliyoruz ki bu acılar bir daha olmasın. Yine bir kızımızın otobüse yapılan bir saldırı sonucu hayatını kaybetmesi, yine Diyarbakır’da yapılan gösteriler sırasında bir gencimizin hayatını kaybetmesi, bizi aynı derecede acılara boğmuştur.

Özellikle, ben bu çocuklarımıza da hitap etmek istiyorum; bu polisimize ve askerimize taş atan çocuklara ve babalarına da hitap etmek istiyorum: Bu memleket bizimdir. Bu memleketi birtakım hain insanların parçalaması için oynadıkları oyuna gelmeyelim. Ey çocuklar, bu memleketin geleceğini siz yaşayacaksınız. Bu memlekette ne kadar huzur olursa, güven olursa, çağdaş olursa, gelişmiş olursa bu memlekette en güzel hayatı siz yaşayacaksınız; bu memleketi ne kadar karanlığa götüren şer güçler olursa onların zararını siz çekeceksiniz.

Bu çocukların babalarına da hitap etmek istiyorum: Bu yaptığınız doğru değildir, çocuklarınıza hâkim olun çünkü bu ülkenin birlik ve bütünlüğünü korumak hepimizin namus ve şeref borcudur. Bunu herkesin bilmesi lazım. Birtakım şer güçler bizi parçalamaya çalışıyorlar ama o şer güçlerin o hain emellerine karşı el birliğiyle, akıl birliğiyle karşı koyarsak kimse bizimle mücadele edemez.

Değerli milletvekilleri, tabii bir İmar Yasa Tasarısı geldi. Bu daha önce gelmişti. Bunun üzerinde incelemeler yaptık. Anayasa Mahkemesinin verdiği bir bozma kararı üzerine komisyon düzenlemiş, getirmiş. Anayasa Mahkemesindeki bozulma gerekçesi, burada imar para cezalarında ceza 500 milyon lira ile 25 milyon lira arasında olması nedeniyle çok açık bir fark olduğu için, bu kadar isabetsiz bir sınırdan dolayı, yargının ve idarenin çok geniş takdir yetkisi olduğundan dolayı bunun adil ölçülere çekilmesi gerektiği belirtilmiş, buna göre bir düzenleme getirilmiş. Tabii burada komisyon adına konuşan Komisyon Başkanı “Bütün partiler ittifak içinde…” Ama ben bir ittifak içinde değilim, onu peşin söyleyeyim. Ben bu kanunun yazdırılmasında bazı hatalar olduğuna da inanıyorum. O vesileyle bu arada da düzeltmek istiyorum.

Şimdi, değerli milletvekilleri, biz istiyoruz ki aslında bu çatı altında… Bu çatı, memleketimizin can damarıdır. Burada Türkiye’nin sorunlarının en iyi şekilde dile getirilmesi… Özellikle, bakın, şu Hükûmet sıralarına bakın, Meclisi kale almayan bir Hükûmet. Böyle bir Hükûmet olur mu? Bu sizin zamanınız dışında burası, Bakanlar Kurulu sıraları doluydu. Buraya göstermelik bir tane kişi gönderiyorlar, bakan. Peki bu adam hastalandığında ne olacak? Ne olacak şimdi? Ne olur yani, olur mu böyle bir şey? Böyle bir gayriciddi Hükûmet olmaz.

İkincisi: Bakın, temel meselelerden biri, bugün bir şeker fabrikalarının özelleştirme meselesi var. Altı tane şeker fabrikasını niye birleştiriyorsunuz? Altı tane şeker fabrikasını verdiğiniz adam kim? Cengiz İnşaat. Cengiz inşaat kim? Tayyip Erdoğan İstanbul Belediye Başkanıyken Rize’de bir saray yavrusunu kendisine inşa eden müteahhidin olduğu söyleniyor. Doğru mu, yanlış mı? İşte burada ahkâm kesiyor Hükûmet temsilcisi, çıksın desin ki yanlış. Yani bu kişiler, hep devletin kaynakları bunlara peşkeş çektirdi.

Bakın arkadaşlar, altı tane şeker fabrikasının birden ihale edilmesinin bir mantığı var mı? Her birisini ayrı ayrı ihale etseler bugünkü fiyatın üç misli gidecek ama bunları bir kişiye veriyorlar ki ve bunun arkasında da Hükûmet desteği olduğu için, burada devletin en temel kaynaklarını yandaşlarına peşkeş çektirmek… Bu kişi daha önce Seydişehir Alüminyum Tesislerini aldı. Seydişehir Alüminyum Tesislerini alırken Seydişehir’de depolarda mevcut olan, imal edilmiş çinkonun, demirin, yani mamul maddenin fiyatını bile vermedi.

Arkadaşlar, bunları araştırın, araştırın. O kadar fabrika binası, o kadar arazi, sabit tesisler de bedava. Oradaki mamul maddenin fiyatını vermedi. Bugün de altı tane şeker fabrikasını veriyorsunuz. Bu altı tane şeker fabrikasını vermekle Türk çiftçisinin, pancar çiftçisinin kalbine bıçak sapladınız. Yani ne demek? Çiftçi şeker pancarı ekmeyecek, boş kalacak. Ne yapacak, taş mı yiyecek bu insanlar? Efendim, alternatif ürün… Alternatif ürün mürün yok.

Uluslararası emperyalist güçler Türkiye’nin tarımını bitirdiler ve sizin sayenizde bitirdiler. Ne ettiler? En kıymetli varlık, yani işte, şekeri, tütünü, buğdayı, en önemli tarım ürünlerini ne yaptılar? Arazileri burada ekemez hâle getirdiler. Dolayısıyla, işte o neoconcu sermaye sahipleriyle sizin işbirlikçileri işbirliği yapıyorlar ve Türkiye’yi maalesef felakete götürüyorlar.

Yani, şimdi, burada biz de isteriz ki bu kürsüye çıktığımız zaman güzelliklerden bahsedelim. Karşımızda hakikaten soygun yapmayan, alnı açık, temiz bir iktidarla karşılaşalım ama nerede. Burada hep birbirimizi kandırıyoruz. Türkiye’de…

Şimdi, burada biraz önce TOKİ’den bahsedildi. Arkadaşlar, TOKİ’nin kimin hesabına çalıştığını bilmiyor muyuz? TOKİ’nin bizzat Tayyip Erdoğan tarafından yönetildiğini bilmiyor muyuz? TOKİ’nin devletin en güzel kaynaklarını, en güzel arazilerini bedava alıp da ondan sonra kendisine göre imar planı yapıp da orada, en güzel yerlerde inşa ettikleri yapıları kendi yandaşlarına âdeta peşkeş çektirdiğini bilmiyor muyuz? Bunun hesaplarını Yüksek Denetleme Kurulu inceliyor diyorlar, yok öyle bir şey. Sıkı mı bir tane müfettiş çıksın da Tayyip Bey’in denetimi altında olan bir tane yeri denetlesin de ondan sonra da o makamda kalsın! Biz bilmiyor muyuz? İstanbul Belediye Başkanlığında Tayyip Bey’in hesaplarını inceleyen müfettişlerden kim Tayyip Bey’in aleyhine rapor verdi ise görevine son verildi, ikinci, üçüncü makamlara itildi; kim, lehine haksızlıkları örtbas ettiyse vali oldu, genel müdür oldu. Biz bilmiyor muyuz? Hatta Tayyip Bey’in oğlu, trafik kazasında öldürdüğü bir kadının, efendime söyleyeyim, yüzde 100 suçlu olduğuna dair adli tıpta rapor veren kişi de geldi, çok rant kaynağı olan bir yere de genel müdür oldu veya müsteşar oldu. Yani bunları uygulayan bir Hükûmetin bizim burada karşımıza çıkıp da dürüstlükten, ahlâktan, insanlıktan bahsetmesinden ben utanıyorum yani ya. Böyle bir şey olmaz ki arkadaşlar, böyle bir şey olmaz. Sen, evvela, sicilin bozuk arkadaşım, sicilin, sicilin. Temiz bir sicille çık bizim karşımıza. Şimdi, kamu personelinin atamasında o kadar keyfîlikler var ki, o kadar ayrım var ki. Bunların hepsi bilinen şeyler.

Değerli milletvekilleri, biz de istiyoruz ki yani bu memlekette yıllarca burada, bu kürsülerde konuşan insanlar olarak -yani gerçekten üzülüyorum- ben de istiyorum ki yani burada çıkan yöneticilere çıkıp da bir sevgiden, bir dürüstlükten bahsedeyim ama yani görmüyorum ki bir tane işlem. İşte bu Hükûmetin buradaki bu sıralarının görüntüsü, işte bu Hükûmetin felaket içinde olduğunu gösteriyor, Türkiye’yi getirdiği makamları gösteriyor. Yani her gün, ondan sonra, uçaklara doldur yandaşlarını, getir, dışarıda canı istedi mi ye, iç, gel. Arkadaşlar, bir tane Başbakan uçağının, bir tane Cumhurbaşkanının yurt dışındaki seyahati 500 bin dolar. Ben iddia ediyorum, bu paralar da örtülü ödenekten ödeniyor. Çıksınlar, burada desinler ki: “Yalan.” Bunların hepsi… Sorduk, sorularımıza da cevap vermiyor. Bunlar 500 bin dolara böyle yandaşlarını alıp da getirip de en güzel yerlerde yaşatıyorlar.

Tayyip Bey’in emrinde çalışan polis 724 kişi, 724 tane polis… Kaç tane araç var, kaç tane makam aracı var. Bugün siz iktidara geldiğiniz zaman bütün resmî plakaları kaldırdınız, hepsi sahte plakalar takıyor. Niye? Çünkü hepinizin altında devletin arabası var ama plakası resmî değil. Böyle hep görüntüyü sahteleştirdiniz, görüntüyü halktan sakladınız. Böyle bir iktidarla neye, kime… İşte, ekonomiyi getirdiğiniz durum böyle.

Şimdi, şu kanunda da getirilen, benim gördüğüm kadarıyla, yani çok önemli şeyler yok ama mesela bu kanunda bir madde var. Yani, işte, yapısını güçlendirmeyen kişiye 10 milyar lira para cezasını veriyorsunuz. Yahu, yapısını bir gecekondu da güçlendirmez yahut…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Genç, lütfen tamamlayınız.

KAMER GENÇ (Devamla) – …koskoca apartman da güçlendirmez. Yani ona da 10 milyar ceza veriyorsun, o koskoca apartmana da, yani gecekonduya da… Yani bir denge olması lazım. Kanunda denge gözetilmemiş.

Ondan sonra bu idari para cezalarında mesela idari yargıya giderken “on beş gün” deniyor. Bana göre idari yargıda dava açma süresi bellidir. Yani birisine “on beş”, birisine bilmem “bir ay”, birine “altmış gün” derseniz insanlar dava açma konusunda mütereddit olurlar, hak kaybına sebep olurlar.

Onun için değerli milletvekilleri, biz istiyoruz ki… Tabii ki Türkiye’nin sağlıklı bir imar hukukuna kavuşması gerekir ama maalesef Türkiye’de devri iktidarınızda hep kanunlar karşı rakip kişiler için çalıştı, kendi iktidarınızda yandaş olanlara çalışmadı. İşte, bunları görüyoruz ve getirilen cezai müeyyideler de daha ziyade rakip kişiler için, maalesef, uygulanıyor. Türkiye, böyle bir hukuk yönünden, hak yönünden, maalesef, insanlarını yaşamaz bir ülke hâline döndürdünüz.

Ben genel olarak, bu kanunun, tabii bazı maddeleri hatalı, onların düzeltilmesini istiyorum.

Saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Genç.

Başka söz talebi? Yok.

Şimdi, yirmi dakika süreyle soru-cevap işlemi yapılacaktır.

Sayın Işık, Sayın Uslu, Sayın Özdemir, Sayın Orhan, Sayın Arat, Sayın Sipahi, Sayın Çelik ve Sayın Doğru söz istemişlerdir.

Birer dakikalık soru sorma süresi veriyorum.

Sayın Işık, buyurun.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, bu tasarıyla ilgili olarak ilgili sivil toplum kuruluşlarının Bakanlığınız il müdürlükleri ve ilgili kuruluşlarında görev yapan fen adamlarının yetkilerinin sınırlandırıldığı yönündeki iddialarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu unvanlarla çalışan fen adamlarının iş yükü ve ilgili verilen haklardan yararlanması konusunda Bakanlığınızın düşüncesi nasıldır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Işık.

Sayın Uslu…

CEMALEDDİN USLU (Edirne) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Bakanlığınızın coğrafi bilgi sistemiyle ilgili çalışmaları ne aşamadadır? Ülke genelinde yaygınlaşması ve kullanılması ne kadar zaman alacaktır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Uslu.

Sayın Özdemir, buyurun.

HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Sayın Başkan, Sayın Bakana soruyorum: Seçim bölgem Gaziantep de son yıllarda en fazla göç alan illerimizden ve ikinci sırada gözüküyor. Nitekim 2000 ve 2008 yılları arasında baktığımızda yüzde 25’lik bir şehir merkezine göç var. Bu göçle birlikte özellikle Şahinbey, Şehitkamil ilçeleri ve Gaziantep Büyükşehir Belediye sınırları içerisinde şehirleşme konusunda çok ciddi sorunlar gözüküyor. Dere yataklarına yerleşim izni, çarpık yapılaşmaya müdahale edilememesi, gecekondulaşmaya göz yumulması, sel bölgelerine apartmanlar ve iş merkezleri yapılması âdeta kent merkezinde bu tür sel felaketlerine bir davetiye çıkarır hâle gelmiştir. Yapı denetim konusu da ciddi olarak çalışamamaktadır. Bu konudaki önleme projeleriniz nedir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Özdemir.

Sayın Orhan…

AHMET ORHAN (Manisa) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Görüşülmekte olan kanun tasarısını vesile kılarak Türkiye’nin kanayan yarası otopark ve şehir içi güvenlik konusuna değinmek istiyorum. Maalesef kentleşme sürecini sürdürmekte olan ülkemizde, refahın tabana yayılması adına, özel otomobil sayısı artmaya devam ederken şehirlerimizin altyapısı bu oranda ihtiyacı karşılayacak düzenlemeleri haiz değildir. Yerel iktidardaki başarısını genel iktidara taşıdığı iddiasında olan iktidarınız, şehir içindeki bu ihtiyacı giderme konusunda son derece başarısız olmuştur. Maalesef, Meclisimizi çevreleyen caddelerde bile trafik akışı mümkün olmamaktadır. Bunun yegâne sebebi otoparkların yetersizliğidir. Otoparkların yapılmasında görevli olan belediyeler, kanunla kendilerine bu görevler verilmiş olmasına rağmen, maalesef, inşaat sahiplerinden otopark bedellerini tahsil etmek suretiyle bu görevi üzerine aldıkları hâlde yerine getirmemekte ısrar etmektedirler. Geçtiğimiz dönemde…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Arat, buyurun.

NECLA ARAT (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, İstanbul’da Ataköy sahilinde ve Florya Atatürk Ormanı’nda TOKİ ile bağlantılı yapılaştırmalar, kamunun malı olan sahilin ve ormanın yağmalanması -bu tabir medyanın ve halkın kullandığı bir tabir- gerek çevre halkının gerekse sivil toplum örgütlerinin yoğun tepkilerine yol açmakta, protesto eylemleri birbirini izlemektedir. Mahkeme kararları da var tabii bu arada alınan.

İktidar, niçin vatandaşların çevre duyarlılığını ve etik kaygılarını -bu etik kaygılardan yağmalama, rant elde etme gibi kavramlar yine medyada yer alıyor- niçin paylaşmamakta ısrar ediyor?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Arat.

Sayın Sipahi…

KAMİL ERDAL SİPAHİ (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Efendim, iktidar partisi milletvekillerimizce TOKİ’nin başarılarından bahsedildi. Malum, Türkiye'nin en önemli sorunu terör ve en önemli konu da Mehmetçik’in güvenliği. 3 Ekim 2008 Aktütün Karakolu baskınından sonra, Başbakanın talimatıyla Millî Savunma Bakanlığı ile TOKİ arasında bir protokol yapıldı. Bu Protokol gereğince 58 tane karakol ve 2 tane de tabur şeklindeki yerleşkenin yapılması TOKİ’ye devredildi. Aradan on dört ay geçti. Yapılacak şey altı üstü birer karakol. Biz beklerdik ki bu 58 karakoldan en aşağı yarısı bitsin, yarısı inşaat hâlinde olsun. Millî Savunma Bakanlığının son, Plan ve Bütçe Komisyonunda verdiği bilgide bunlardan sadece 11 tanesinin inşaatına yeni başlanmış, devam ediyor. Bu nasıl bir başarıdır böyle hassas bir konuda! Takdirlerinize sunarım.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Sipahi.

Sayın Çelik…

BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Biraz önce konuşmacılardan Sayın Bayraktar’ın yerel yönetim reformuna değinmesini ben de soru şekline getirerek Sayın Bakana konuyu bildirmek istiyorum.

Özellikle bundan önceki, 2002-2009 arasındaki hükûmetlerin yapmış olduğu önemli bir çalışma da Büyükşehir Belediyesi Yasası’nı ve İl Özel İdaresi Yasası’nı çıkarması oldu. Ancak bunu “reform” adı altında çıkardılar. Bunun, bu Yasa’yı ciddiyetle incelediğimizde reform niteliğini taşımadığını maddeler içerisine serpiştirilen hükümlerden çok net bir şekilde anlıyoruz. Örneğin, belediye meclislerinin yapısı, fonksiyonu açısından görüyoruz, il genel meclislerinin yeni statüsü üzerinde görüyoruz. Bunlar kendilerine tevdi edilen imar faaliyetlerini…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Doğru…

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Tokat ili Erbaa, Zile ve Reşadiye ilçelerine TOKİ inşaatı yapılacak mıdır? Birinci sorum.

İkinci sorum: Özelleştirme İdaresince altı şeker fabrikası satılmak için ihaleye çıkarıldı, bunlardan bir tanesi de Turhal Şeker Fabrikasıdır. Ancak Turhallılar şu anda çiftçisiyle, işçisiyle hep beraber ayaktadırlar, fabrikalarının özelleşmemesini, özelleşirse de Tokat’taki, Turhal’daki pancar kooperatiflerine veya çeşitli sivil toplum kuruluşlarına verilmesi noktasında istekleri vardır. Bu yönlü olarak Hükûmetin bir çalışma yapması mümkün müdür? Bunu öğrenmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Doğru.

Sayın Süner

TAYFUR SÜNER (Antalya) – Sayın Başkanım, Sayın Komisyon Başkanıma sormak istiyorum: Konuşmasında TOKİ’nin sosyal konut yaptığını, çok az miktarda da lüks konut yaptığını belirttiler. Eğer onları söylememiş olsalardı zaten bu konuyu açmayacaktım, Komisyonda gerekli konuşmaları yapmıştım.

Sayın Başkanım, Ataköy’de yapılan konutlar sosyal konut mudur? Maalesef sosyal konut değil, konak; adı konak, Ataköy Konakları.

Şimdi “Oradaki, Ataköy’deki yeşil alanları satıyorsunuz.” dedim, “Hayır satmıyoruz, imarlı alanları satıyoruz.” diye cevap verildi.

Oraları imarlı alan değil. Geçmiş belediye başkanlarının duyarsızlığı, terk alanlarını takip edip belediyelerin umdelerine almamasından kaynaklanan, sorumsuzca davranışları yüzünden Emlak Kredi Bankasının üzerinde kalmasından kaynaklanan bir olay.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Süner.

TAYFUR SÜNER (Antalya) – Başkanım, bir müsaade edin…

BAŞKAN – Sayın Sönmez…

FEHMİ MURAT SÖNMEZ (Eskişehir) – Sayın Bakanım, serbest müteahhitlik hizmeti yapan firmalar inşaatlarının denetimcilerini kendileri seçmektedirler, ücretlerini kendileri ödemektedirler yani inşaatlarını denetleyecek insanların patronudurlar. Bu ortamda inşaatların objektif olarak denetlendiğini söyleyebilir miyiz? Bu konuda ne yapmayı düşünüyorsunuz?

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Sönmez.

Sayın Yeni…

Sayın Genç…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, Tunceli’de Uzunçayır Barajı yapılıyordu. Bu Uzunçayır Barajı’nda yeni su tutuldu fakat Tunceli’de kanalizasyon yapılmadı. Şimdi, bu Uzunçayır Barajı Tunceli’deki, yani şehir içindeki bazı alanları da su altına aldı ama bu bütün kanalizasyonlar bu baraja akıyor. Acaba bu kanalizasyon ne zaman yapılacaktır? Çünkü, kanalizasyon yapılmadığı zaman Tunceli’de yaşanmaz bir hâle geliyor orası, çünkü sivrisinek ve pis sular orada, şehir içinde olunca orası gerçekten çok facia bir hâle gelecektir.

İkincisi: Tunceli’nin Nazımiye ilçesinde afetzedeler olarak hak sahibi 28 vatandaş var. Bu arada TOKİ’nin de bazı sahibi olmayan evleri var. Bu 28 vatandaşa TOKİ’nin oradaki fazla evlerini vermeyi düşünüyorlar mı?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Genç.

Soru sorma süresi tamamlanmıştır.

Sayın Bakan, buyurun.

Süreniz on dakika.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; çok sayıda arkadaşımız soru sordu. Teknik bilgi gerektiren hususlarda yazılı cevap verecek arkadaşlarım. Ben genel olarak bazı konulara cevap vermek istiyorum.

Son sorulardan başlamak istiyorum: Sayın Sönmez, serbest müteahhitlik hizmeti yapan firmaların denetçilerini de kendilerinin seçtiklerini ve bunun da bir anlamda denetimsizliğe yol açtığı gibi bir geçmişten bu yana hep birlikte şikâyet ettiğimiz haklı bir konuyu dile getirdi. Şimdi, bir hazırlık yapılıyor -Komisyon Başkanımızla da konuyu konuştuk- Yapı Denetim Kanunu’nda bu husus gideriliyor. Yani, böyle bir denetim başıboşluğuna yol açan şimdiye kadarki uygulama, bundan sonra yeni bir yasal düzenlemeyle giderilecek. Gerçekten böyle bir ihtiyacımız var. Soruyu soran arkadaşıma teşekkür ederim. Bu hazırlık bu yıl Parlamentomuza gelecek.

Yine bir arkadaşımız, Sayın Genç, Tunceli’nin altyapısından söz etti. Doğrudur. Türkiye’nin birçok bölgesi yakın yıllara kadar çok ciddi biçimde ne yazık ki ihmal edilmişti ve Türkiye’de hizmet açısından ciddi bir dengesizlik vardı geçmiş yıllarda. Bugün, zaten Türkiye’de bazı sosyal sorunlar hak ettiğinden daha yüksek boyutlarda tepkisel bir siyasi istismar konusu yapılabiliyorsa bu, hizmetlerdeki adaletsizliklerden de kaynaklanmıştı önemli ölçüde. Son yıllarda özellikle bu giderilmeye çalışılıyor, yani Türkiye’nin her tarafı bir ve eşit tutulmaya ve hizmeti adaletle dağıtan bir yeni politika yönlendirilmeye çalışılıyor. Son zamanlarda Tunceli’ye devletin en üst düzeyinden yapılan birtakım ziyaretlerden sonra altyapıya da ciddi biçimde ağırlık verileceği konusunda yine devletin en üst düzeyinden açıklamalar yapıldı. Ben, geçen birkaç ay içinde, yine, Hakkâri’ye gittiğimde, altyapı sorunlarının ne kadar vahim boyutlarda olduğunu bir kez daha gördüm ve ilgili arkadaşlarımızla birlikte bu altyapı sorunlarının bir an önce giderilmesi konusunda bir çalışmayı gerçekleştirmeye çalışıyoruz.

Türkiye’nin her tarafında yaşayan insanlarımızın sağlıklı kanalizasyona, her tarafında yaşayan çocuklarımızın oyun alanlarına, her tarafında yaşayan insanlarımızın sağlıklı sokak, cadde altyapısına ihtiyacı var ama Türkiye, yakın zamana kadar, ne yazık ki sadece batısı var ya da güneyi var gibi algılana geliyordu ve o yüzden sorunlar çok birikmişti. Şimdi, bunları adaletli bir anlayış içinde çözmeye çalışıyoruz ama takdir edersiniz ki yarım yüzyılı aşkın bir süreden bu yana Türkiye haksız bir rant ekonomisi içinde yönetilmişse, adaletsiz bir sosyal ve ekonomik yapı içinde yönetilmişse, bunun bütün sonuçlarının üç yıl içinde, beş yıl içinde, yedi yıl içinde sona erdirilmesi herhâlde mümkün değildir ama bu konuda çok ciddi, iyi niyetli bir gayret olduğunu arkadaşlarımızın herhâlde vicdanlarından teslim edeceğini düşünüyorum.

Yine birkaç soru var.

Sayın Işık arkadaşımız, sivil toplum kurumlarında görevli arkadaşlarımızın, bakanlık çalışanlarının yetkilerinin azaltıldığı gibi bir iddiayı dile getirdi. Arkadaşların teknik olarak bana verdikleri bilgilerde böyle bir şey söz konusu değil. Sivil toplum, çağımızda mümkün olduğu kadar öne…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Sivil toplum kuruluşu değil, fen adamları.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Evet, yani fen adamı, sivil toplumda çalışan fen adamları. Yani bu iddianın doğru olmadığını biliyorum ve tahmin ediyorum çünkü bir yandan sivil toplum örgütlenmesini teşvik ediyoruz, bir yandan bu sıfatları taşıyan arkadaşlarımızın yetkilerinin azaltılması çelişkili bir davranış olur. Ben bunun…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Bakanım, yanlış anlaşıldı. Onların bağlı bulundukları meslek örgütlerinin…

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Anladım, meslek örgütlerinin de geriye itilmesi elbette söz konusu olamaz çünkü sivil toplumu öne çıkarmaya çalışan bir anlayışı temsil ediyoruz.

Coğrafi Bilgi Sistemi’ni geliştirmek konusunda bir çalışma var, ayrıntısını teknik olarak arkadaşlarımız size yazılı bildirecekler.

Gaziantep konusuna gelmek istiyorum. Sayın Özdemir’in her zaman Gaziantep’le ilgili somut sorular sorduğunu biliyorum. Ben, Gaziantep’i yakından takip eden bir arkadaşınızım. Yaptığım iş, somut olarak ilgilendiğim alan da imar faaliyetlerini yakından takip etmeyi gerektiriyor.

Gaziantep, bence son yıllarda Türkiye’de gelişme ivmesi en yüksek olan şehirlerden bir tanesi. Gaziantep’te geçmiş yıllara kadar farkında olmadığımız tarih ortaya çıkıyor, Gaziantep’in arkeolojik zenginlikleri ortaya çıkıyor. Gaziantep şehir dokusundaki tarihsel yapılar, kervansaraylar, arastalar ortaya çıkıyor ve bu alanda gerçekten özel bir seferberlik sürdüren müstesna illerimizden birisi Gaziantep ve Gaziantep’teki yerel yönetimle de bu konuda ciddi çalışmalar götürüyoruz. Kuşkusuz eksikleri olabilir ama mesela Gaziantep’te şu anda Türkiye'nin en önemli müzelerinden birisi inşa ediliyor. Bu yıl içinde açılışını gerçekleştireceğiz ve böylece Türkiye, dünyada en fazla mozaik sergileyen bir şehre kavuşmuş olacak. Türkiye olarak biz böyle bir sıfat elde edeceğiz, bunu Gaziantep sayesinde yapacağız.

Altyapı konusunda Gaziantep’te geçmiş yıllarda farkında olmadığımız bir tarihî kent merkezi ortaya çıkmaya başladı. Elbette, önleme projeleri konusunda da bir gayret var. Ben bunların önümüzdeki günlerde daha belirgin biçimde sonuçlarını birlikte yaşayacağımızı düşünüyorum.

Otopark konusu gerçekten çok ciddi bir sorun, Sayın Milletvekilimizin dile getirdiği, Sayın Orhan’ın dile getirdiği otopark sorunu. Ne yazık ki Türkiye’de ve dünyada park ihtiyacı çoğalırken şehirlerimiz buna uygun bir altyapı geliştirmedi. Birkaç cümleyle biraz önce kürsüden de söyledim: Türkiye'nin tarih dokusunu, Türkiye'nin kültür dokusunu, Türkiye'nin turizm potansiyelini körelten bir şehircilik süreci yaşadık biz ne yazık ki Türkiye’de. Evet, insanlarımızın imkânları çoğaldı. Eskiden, bir mahallede parmakla gösterilen bir araç varken, şimdi, şükür olsun, her evin iyi kötü bir aracı var ama ne yazık ki hâlâ otopark bilinci gelişmiş değil. Hâlâ otopark için ayrılmış olan alanları, ne yazık ki belediyelerimiz, başka bedellerle başka kullanım alanlarına dönüştürüyor.

Buradan şuna gelmek istiyorum: Parlamentomuzda bir yasa önerisi var. Hiç olmazsa kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgelerinde, turizm bölgelerinde imar planlarında doğrudan Bakanlığın yetkili olmasını öneren çünkü 1/25.000’lik planları zaten biz yapıyoruz, küçük ölçekli planlarda da bakanlığın yetkili olmasını öneren arkadaşlarımızın bir önerisi var. Grup sözcüsü arkadaşlarımızdan birisi bunu eleştirdi. Bakın, bu eleştiriyle sizin bu tespitiniz çelişiyor. Sizin tespitinizin haklı olduğunu söyleyerek buna değiniyorum. Ne yazık ki yerel yönetimlerimiz, ne yazık ki bütün bu yasalara ve yerel yönetimlere yaptığımız bütün vurgulara, yerel yönetimlerin yetkisinin geliştirilmesi konusundaki bütün o haklı politik retoriğimize rağmen, Türkiye'nin ihtiyaçlarıyla kendisini tam çakıştıramadı ve ne kadar önemli bir alanda görev yaptıklarını tam içselleştiremedi. Yerel yönetimler, bazen küçük oy gruplarına büyük tavizler verebiliyorlar imarda; söylediğiniz gibi, otopark alanlarını küçük bedellerle kullanım alanına dönüştürebiliyorlar veya bir yeşil alanı veya bir çocuk oyun alanını veya bir başka sosyal ortak kullanım alanını imara açabiliyorlar çünkü orada bazen küçük oy grupları devreye giriyor veya bazen, haksızlık yapmak istemiyorum ama belediyenin ihtiyacı olan bir maddi karşılık, çıkar demedim ama bir maddi karşılık devreye girebiliyor. Orada, o küçük ölçekte ona teslim oluyor yerel yönetimler ama siz, Ankara’dan global bir bakışla Türkiye'nin neye ihtiyacı olduğunu hissederek, o küçük ölçekteki oy grubunun veya küçük ölçekteki maddi çıkarın önemini bir tarafa koyarak, yukarıdan bakarak bir planlama yapabilirsiniz, o zaman, hiç olmazsa o sahili kurtarabilirsiniz, hiç olmazsa o turizm potansiyel alanını kurtarabilirsiniz ve bunu da devre dışı yapıldığı iddiaları gündeme getirilen bayındırlık müdürlükleri eliyle yapabilirsiniz veya o sahil kasabasını kurtarabilirsiniz.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de çok önemli gelişme bölgelerinde, çok önemli turizm bölgelerinde, bir yarımadada on tane belediye var. Bir sahil şeridinde 20 kilometrenin içinde on tane yan yana belediye var, mahalle gibi. Bir mahalleden, bir sokaktan ötekine geçiyorsunuz, öteki belediyeye girdiğinizi sonra size söylüyorlar.

BAŞKAN – Sayın Bakan…

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Her birinin bir seçmen profili var, her birinin bir imar anlayışı var, her birinin altyapıya bir bakışı var. Böyle bir çeşitlilik olamaz. Türkiye'nin bir makro bakışa, Türkiye'nin çağın ihtiyaçlarını gören bir bütüncül yaklaşıma ihtiyacı var ve bunu Ankara yapmalıdır, bu ilkeleri Ankara koymalıdır ama bu ilkeleri koyarken –sayın milletvekilimizin söylediği gibi- çevre duyarlılığını göz ardı etmemeliyiz…

BAŞKAN – Sayın Bakan, süreniz tamamlandı.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – …tarih duyarlılığını göz ardı etmemeliyiz. Biz şimdi tarih duyarlılığını, çevre duyarlılığını öne çıkararak böyle bir bütüncül yaklaşım geliştirmeye çalışıyoruz. Burada, küçük ölçekte bazı tartışmalar var, bunları dikkatle takip ediyoruz. Yeni bir yükselti ortaya çıkmaması, şehirlerin silüetinin kaybolmaması, tarihî dokunun özellikle yok olmaması konusunda bir dikkatimiz var.

Son cümle olarak şunu söylemek istiyorum: Milletvekili arkadaşlarımızın hassasiyetleri bizim de Hükûmet olarak ortak hassasiyetlerimizdir.

Teşekkür ederim efendim.

Saygılar sunarım.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

1’inci maddeyi okutuyorum:

İMAR KANUNU İLE BAYINDIRLIK VE İSKAN BAKANLIĞININ TEŞKİLAT VE GÖREVLERİ HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMEDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1- 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununun 28 inci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“Müelliflik, fenni mesuliyet, şantiye şefliği, yapı müteahhitliği ve kayıtlar:

MADDE 28- Bu Kanun kapsamındaki mimarlık, mühendislik ve planlama hizmetine ilişkin harita, plan, etüt, proje ve eklerinin düzenlenmesi ve bunların yerine getirilmesinin; uygulamada bulunulacak alanın, yerleşme merkezinin ve yapının sınıfına, özelliğine ve büyüklük derecesine göre, uzmanlık alanlarına uygun olarak 38 inci maddede belirtilen meslek mensuplarına yaptırılması mecburidir. Müellifler ve uygulamada bulunan meslek mensupları, işlerini bu Kanuna ve ilgili diğer mevzuata uygun olarak gerçekleştirmekten sorumludur.

Yapıda inşaat ve tesisat işleri ile kullanılan malzemelerin kamu adına denetimine ilişkin fenni mesuliyet, ruhsat eki etüt ve projelerin gerektirdiği uzmanlığı haiz meslek mensupları tarafından ayrı ayrı üstlenilmek zorundadır. Fenni mesul mimar ve mühendisler uzmanlık alanlarına göre; yapının, tesisatı ve malzemeleri ile birlikte, bu Kanuna, ilgili diğer mevzuata, uygulama imar planına, ruhsata, ruhsat eki etüt ve projelere, standartlara ve teknik şartnamelere uygun olarak inşa edilmesini denetlemekle görevlidir. Yapı sahibine ve idareye karşı sorumlu olan fenni mesuller, uzmanlık alanına uygun olarak yapıda yetki belgesi olmayan usta çalıştırılması veya şantiye şefi bulundurulmaksızın yapım işinin sürdürülmesi veya yapının mevzuata aykırı yapılması veya istifaları halinde, bu durumları altı iş günü içinde ilgili idareye yazılı olarak bildirmek zorundadır. Aksi takdirde, fenni mesuller kanuni mesuliyetten kurtulamaz. Bildirim üzerine, en geç üç iş günü içinde 32 nci maddeye göre işlem yapılır.

Fenni mesulün istifası veya ölümü halinde, başka bir meslek mensubu fenni mesuliyeti üstlenmedikçe yapının devamına izin verilmez. Fenni mesulün istifası halinde, istifa tarihinden önce yapılan işlere dair sorumluluğu devam eder. Yeni atanan fenni mesul, daha önce yapılan işlerin denetlenmesinden ve eksiklik ve hata var ise giderilmesini sağlamaktan ve bildirimde bulunmaktan da sorumludur. Tespit edilen bu eksiklik ve hatalar giderilmedikçe inşaatın devamına izin verilmez.

Fenni mesuller, Bakanlık tarafından çıkarılan yönetmelikte belirlenen sınıf, özellik ve büyüklüğe sahip bulunan yapıların denetimi faaliyetine yardımcı olmak üzere, 38 inci maddeye göre uygun nitelikte ve sayıda fen adamı istihdam etmek mecburiyetindedir.

Fenni mesuller, uzmanlık alanlarına göre yapım işlerinin denetimine ilişkin ayrıntılı bütün belgeler ile mimarlık ve mühendislik hizmetleri raporunu idareye vermek ve yapı kullanma izin belgesini imzalamak mecburiyetindedir. Yapıya ilişkin bilgiler, ilgili idarece, etüt ve proje müelliflerinin, fenni mesullerin, yapı müteahhitlerinin ve şantiye şefi mimar veya mühendisin üyesi bulunduğu meslek odasına, üyelik kayıtlarına işlenmek üzere bildirilir.

Fenni mesuller, mesuliyet üstlendikleri yapı ile alakalı olarak yapı müteahhitliği, şantiye şefliği, taşeronluk ve malzeme satıcılığı yapamaz. Yapı sahibi, yapısının fenni mesuliyetini üstlenemez.

27 nci madde kapsamındaki yapılar ile entegre tesis niteliğinde olmayan ruhsata tabi tarım ve hayvancılık yapılarına ait 22 nci maddede yer alan etüt ve projeler, il özel idarelerince veya Bakanlığın taşra teşkilatınca hazırlanabilir. Bu tarım ve hayvancılık yapılarına dair fenni mesuliyet, il özel idaresinin veya Bakanlığın taşra teşkilatının mimar ve mühendisleri tarafından üstlenilebilir.

Yapı müteahhidi ve şantiye şefi; yapıyı, tesisatı ve malzemeleriyle birlikte bu Kanuna, ilgili diğer mevzuata, uygulama imar planına, ruhsata, ruhsat eki etüt ve projelere, standartlara ve teknik şartnamelere uygun olarak inşa etmek, neden olduğu mevzuata aykırılığı gidermek mecburiyetindedir. Yapı müteahhidi ve şantiye şefi, ilgili fenni mesullerin denetimi olmaksızın inşaat ve tesisatlarına ilişkin yapım işlerini sürdüremez, inşaat ve tesisat işlerinde yetki belgesi olmayan usta çalıştıramaz.

Bakanlıktan veya Bakanlıkça yetkilendirilmiş idareden yetki belgesi almaksızın, inşaat ve tesisat dahil yapım işlerinin müteahhitliği üstlenilemez. Yetki belgeleri geçici veya daimi olarak düzenlenebilir. Gerçek kişilere ve özel hukuk tüzel kişilerine yapı inşa eden müteahhitlerin kayıtları, her yapı için ayrı ayrı tutulur. Bu kayıtların birer nüshası, ilgili yapı müteahhidinin yetki belgelendirmesi işlemlerinde değerlendirilmek üzere Bakanlığa gönderilir. Müteahhitlere yetki belgesi verilmesi işlemleri, bu kayıtlar da değerlendirilerek Bakanlıkça yürütülür.

Fenni mesullerce denetime ilişkin mimarlık ve mühendislik raporları hazırlanan, yapı sahibi, fenni mesuller ve ilgili idare elemanlarının birlikte düzenlediği tespit tutanağı ile tamamlandığı belirlenen, ancak, yapı müteahhidinin yapım işlerinden doğan vergi ve sigorta primi borçlarının ve diğer sorumluluklarının gereğinin yerine getirilmemesi sebebiyle yapı kullanma izin belgesi verilmesi işlemleri tamamlanamayan yapılar için, yapının müteahhidi olmayan yapı sahibinin talebi üzerine, ilgili idarece durum tespit edilerek yapı kullanma izin belgesi verilir. Bu belgenin bir örneği, ilgili kurumlara ve ilgililerin kayıtlarına işlenmek ve değerlendirilmek üzere ilgili meslek odalarına ve Bakanlığa gönderilir.

Yapı sahibi, ruhsat süresi dolmamış olan bir yapının etüt ve proje müellifliği, yapı müteahhitliği ve şantiye şefliği görevlerinden herhangi birini üstlenmemiş ise bütün sorumluluk, ilgisine göre etüt ve proje müelliflerine, yapı müteahhidine, şantiye şefine ve ilgili fenni mesullere aittir.”

BAŞKAN – Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Tayfur Süner, Antalya Milletvekili.

Buyurun Sayın Süner. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA TAYFUR SÜNER (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz kanun tasarısının 1’inci maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Terör saldırısında hayatını kaybeden evlatlarımıza Tanrı’dan rahmet, tüm Türk ulusuna başsağlığı diliyorum.

Görüştüğümüz bu tasarı, müteahhitlerin yapı işlerindeki kusurlarına ilişkin sorumluluğu şantiye şefleriyle, fennî mesullerle paylaşmasına yönelik düzenlemeleri içermektedir. Mahkemelere intikal eden değişik konularda, hukuki ihtilaflarda, muhatabı bulunmayan işlerde çok önemli hukuk sorunlarını çözüme kavuşturmayı amaçlayan bir tasarıdır. Bununla birlikte, kat karşılığı inşaat sözleşmelerinde inşaatın yüklenicisi olan müteahhidin borçlarından kaynaklanan mağduriyetler, arsa sahiplerinin hak kullanımı noktasında çok ciddi yasal engeller çıkmasına zemin hazırlar durumdaydı. Yine bu kapsam içerisinde bütün bu sorunların -tespit edilen, belirlenen, hukuki ihtilaflara ilişkin boyutu da olan sorunların- yapılacak düzenlemeyle çözüme kavuşturulması hedeflenmektedir.

Görüşmekte olduğumuz 1’inci maddeyle de İmar Kanunu’nun 28’inci maddesi başlığıyla birlikte yeniden düzenlenmiştir. Bunun yanında 3194 sayılı Kanun’un 28’inci maddesinin mevcut ikinci fıkrasında da yer alan harita, plan ve proje müelliflerinin sorumlulukları daha açık, belirgin ve genişletilerek yeniden düzenlenmiştir.

Ayrıca, denetime yönelik fennî mesuliyet görevini üstlenen meslek mensuplarının görev ve sorumluluklarını açıklayan 28’inci maddenin mevcut birinci fıkrası, uygulama sürecinde alınan Danıştay kararları da dikkate alınarak daha açık ve belirgin hâle getirilmiştir. Fennî mesuliyet tanımı da yapılmak suretiyle yeniden düzenlenmiş ve Yapı Denetimi Hakkında Kanun ile uyum sağlanmıştır. Daha sağlıklı bir denetim yapılması amacıyla fennî mesullerin mimar ve mühendis unvanlı meslek mensupları olmaları ve denetim faaliyetlerinde kendilerine yardımcı olmak üzere gerekli düzenlemeler yapılmıştır.

Yine bu maddeyle, yapının denetim sorumluluğunu üstlenen fennî mesullere, yapının tamamlanmasını tespit bakımından ayrıntılı tüm belge ve mimarlık ve mühendislik hizmetleri raporunu idareye verme ve yapı kullanma izin belgesini imzalama zorunluluğu getirilmiştir. Bunun yanında, fennî mesullerin, aynı zamanda aynı yapıda yapım sorumlusu olarak yapı müteahhitliği, şantiye şefliği, taşeronluk ve malzeme satıcılığı görevlerini üstlenemeyecekleri ve yapı sahibinin kendi yapısında fennî mesul olamayacağı hüküm hâline getirilerek yapım ve denetim süreçlerinin birbirinden ayrılması sağlanmıştır.

Ayrıca, yapı müteahhitleri ve şantiye şeflerinin yapım sürecindeki sorumlulukları belirlenmiştir. Yapı müteahhitlerinin sicillerine ilişkin hükümler yeniden düzenlenmiştir. Hâlihazırda, yapı sahibinin aynı zamanda yapı müteahhidi olmadığı yapılarda, yapı müteahhitlerinin yapım işlerine ait vergi ve sigorta bedellerini ödememesi nedeniyle yapı kullanma izin belgesi düzenlenemediğinden ve bu nedenle yapı sahipleri mağdur edildiğinden yeni bir hüküm olarak getirilmiştir.

Değerli milletvekilleri, küresel krizin başlamasının üzerinden bir yıldan fazla bir zaman geçmiştir. Kapalı ekonomiler dışında birçok ülke ekonomisi son bir yıldaki gelişmelerden olumsuz anlamda nasibini almıştır. Dünyadaki gelişmelere paralel olarak Türkiye ekonomisine ilişkin açıklanan verilere göre yılın ikinci çeyreğinde ekonominin yüzde 7 oranında küçüldüğü görülmektedir. Ayrıca ilk çeyrekte açıklanan yüzde 13,8’lik küçülme hızı 14,3 olarak düzeltilmiştir. Türkiye, 2002 yılında dünyanın en büyük 20 ekonomisi arasında en hızlı büyüyen 3’üncü ülkesi iken 2007 yılında aynı ülkeler arasında 9’uncu sıraya, 2009’da da 17’nci sıraya gerilemiştir. Bu veriler, AKP Hükûmetinin ekonomide ortaya koyduğu yetersizliği göstermektedir.

İnşaat sektöründe ise 2002-2006 döneminde yaşanan büyüme, 2007 yılında hız kesmiş, 2008’de ise küçülmeye dönmüştür. Bu süreçte küresel kriz ve konut talebi gerilemesi önemli etkenler olmuş, sektör 2008’de yüzde 8’lik bir küçülmeyle tamamlanmıştır. İnşaat sektörü 2009 yılının ilk iki çeyreğinde, sırasıyla, yüzde 19 ve yüzde 21 küçülerek ilk altı aylık toplamda yüzde 20 küçülmeyle ekonomik daralmadan en fazla etkilenen ikinci sektör hâline gelmiştir. İnşaat sektörünün büyüme performansında son yıllarda önemli oranda artan konut talebi patlamasının tetiklediği özel sektör yatırımları etkin olmuştur.

Toplam yatırımlarda özel sektörün payı yüzde 80 düzeyine ulaşırken kamunun payı yüzde 20’lerde seyretmektedir. Özel sektör yatırım harcamalarının 2009’un ilk çeyreğinde yüzde 34’lük düşüşü ikinci çeyrekte de devam etmiştir. Bu durum inşaat sektöründeki küçülmeye katkı yapan bir numaralı faktör olmuştur. İkinci çeyrekte özel sektör yatırım harcamaları ise yüzde 30 azalmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; inşaat sektörünün 2004-2006 dönemindeki parlak döneminin tetikleyicisi olan konut talebi patlaması 2008’den itibaren gittikçe artan bir çöküş sürecine girerek bu kez sektördeki küçülmeye öncülük etmiştir. 2009 yılının ilk altı ayında bir önceki yılın ilk altı ayına göre belediyeler tarafından yapı ruhsatı verilen yapıların yüzölçümünde yüzde 13, bina sayısında yüzde 9, değerinde yüzde 20, daire sayısında yüzde 13 oranında düşüş yaşanmıştır.

İnşaat sektörü, gerek emek yoğun bir sektör olması gerekse de niteliksiz iş gücünü bünyesinde kolayca barındırılabilmesi bakımından ekonomideki gelişmelere paralel olarak hızlı bir şekilde istihdam etme veya maalesef hızlı bir şekilde işçi çıkarma özelliğine sahiptir.

2009 yılının ikinci yarısında inşaat sektöründe istihdam bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 25 azalmıştır. Bu süreçte bina inşaatı sektörü istihdam endeksi de yüzde 34 azalmıştır. Son bir yıl içinde inşaat sektöründe istihdam edilenlerin toplam istihdam içindeki oranı ortalama yüzde 6 civarında seyretmiştir. Mart 2009’da gerilemeye başlayan işsizlik oranı Haziran 2009’da yüzde 13’e geriledi ve işsiz sayısı 3 milyon 270 kişi oldu. Geçen yıl aynı dönemde işsizlik oranı yüzde 9, işsiz sayısı ise 2 milyon 300 bindi. İşsiz sayısı bir yıllık dönemde 1 milyon kişi artmıştır.

Değerli milletvekilleri, 2009’un ilk yarısında küresel kriz Türk müteahhitlerinin en çok iş yaptıkları Avrasya, Kuzey Afrika ve Orta Doğu bölgelerini de etkisi altına almıştır. En önemli pazarlarımızdan biri olan Rusya Federasyonu çok ciddi bir şekilde etkilenmiş ve en fazla küçülen ekonomilerden biri olmuştur. Öte yandan Türk inşaatçılarının işlerinin yoğunlaştığı petrol ve doğal gaz zengini ülkeler bu ürünlerin uluslararası piyasalarda yaşanan değer kayıpları nedeniyle sorunlar yaşamaya başlamışlardır. Küresel krizin yurt dışı pazarlardaki etkileri, yatırımların duraklaması, devam eden projelerdeki hak ediş ödemelerinin gecikmesi, yurt dışı projeler için finansman sağlanmasının güçleşmesi, şantiyelerde iş gücü azalmasına gidilmesi ve Rusya örneğinde olduğu gibi binlerce Türk işçisinin ülkelerine dönmeleri şeklinde tezahür etmiştir.

Yaşadığımız krizde inşaat sektörünün geleceği hakkında tahminlerde bulunulurken 2001 krizinde yaşanmış olanları anımsamakta da yarar vardır. İnşaat sektörü 2001 krizinde gayrisafi yurt içi hasılaya kıyasla 3 kat daha fazla küçülmüştür. 2009 yılı için gayrisafi yurt içi hasıla beklentisinin yüzde 6 küçülme olduğu dikkate alındığında, inşaat sektöründeki küçülmenin de yüzde 20 civarında gerçekleşmesi çok yüksek bir olasılık olarak değerlendirilmektedir.

Mevcut tabloyu 2001 kriziyle kıyaslarken gözden kaçırılmaması gereken en büyük fark ise Türk inşaatçılarının o dönemde yurt dışında cazip iş fırsatları bulabilmiş olmalarıdır. Bu çerçevede yurt içine dönük olarak kamu altyapı yatırımlarını ve tüketici harcamalarını artıracak önlemler ile özel sektörde uygulanacak teşviklerin hayata geçirilmesi, yurt dışı müteahhitlik hizmetlerine dönük olarak ise teminat mektubu sorunları, Türk iş gücü istihdamının teşvik edilmesi, sosyal güvenlik prim yükünün hafifletilmesi, politik ve ticari risk sigortası, Eximbank desteği gibi konular çözülmediği sürece inşaat sektörümüz küçülmeye devam edecek, önünü göremez bir duruma gelecektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Süner, lütfen tamamlayınız.

TAYFUR SÜNER (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz sonra Çek Yasası’nı görüşeceğiz. İnşallah bu kanun çıkarılırken kötü niyetli insanları çek mağduru gibi gösterecek bir düzenleme gelmez. Eski ticarette var olan söze güvenme, bir süre sonra yerini önce senede, sonra da çeke güvenmeye bıraktı ama şimdi getirilecek değişiklikler, çekle ilgili ticari yasalara ve etik kurallara uymayan insanların bir anlamda af olmasına yol açarsa, biliniz, bu, Türkiye'nin ticari yaşamı için olumsuz bir gelişme olacaktır.

Görüşmekte olduğumuz bu tasarının inşaat sektörüne nefes aldırmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Süner.

Madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Abdülkadir Akcan, Afyonkarahisar Milletvekili.

Buyurun Sayın Akcan. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; görüşülmekte olan 397 sıra sayılı Kanun Tasarısı olan İmar Kanunu ile Bayındırlık ve İskân Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Meclis Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlarken önceki gün hunharca, kalleşçe atılan bir pusu sonunda şehit edilen 7 evladımıza ve İstanbul’da bir anlamda yakılmış, yakılarak katledilmiş olan kızımıza yüce Allah’tan rahmet diliyorum, Türk milletinin başı sağ olsun diyorum.

Değerli milletvekilleri, görüşülmekte olan tasarıyla mevcut kanunda çok önemli ciddi değişiklikler yapılmakta. Burada amaç daha güçlü bir yapı stoku elde edilmesi, daha sağlıklı yapı ve binaların elde edilmesi. Bu amaca ulaşmak için, bu inşaatın yapılması sırasında görev alanlara mesuliyetler yüklenmesi. Bunu da tasarının 1’inci maddesinin ikinci paragrafında global olarak öğrenmek mümkün. Bu paragrafta ne diyor? “Yapıda inşaat ve tesisat işleri ile kullanılan malzemelerin kamu adına denetimine ilişkin fenni mesuliyet, ruhsat eki etüt ve projelerin gerektirdiği uzmanlığı haiz meslek mensupları tarafından ayrı ayrı üstlenilmek zorundadır.” Yani konu, yapılan inşaatın bir sorumlusunun bulunması.

Bu anlamda, 57’nci Hükûmet döneminde Yapı Denetimi Kanunu getirilmişti ve tıpkı bu sene Millî Eğitim Bakanlığının anaokullarında pilot uygulama illeri seçildiği gibi on dokuz il seçilmişti. Seçilen on dokuz ilin diğerlerinden ayrıcalıklı olarak mütalaa edildiği ve ilave külfetlere tabi tutulduğu iddiasıyla şikâyetçi olmakta ildekiler.

Diğer taraftan da yapı denetimine tabi olmayan diğer iller de “Niye, biz insan değil miyiz? Bizim için yapılan yapılar denetlenmeye değer değil mi?” diye şikâyet ediyorlardı.

Bu, yedi yıllık AKP iktidarları döneminde ülkeye şamil hâle getirilememiş durumda. İnşallah önümüzdeki dönemde, kısa zamanda, bu Türkiye'nin tamamına şamil hâle getirilir. Hiç olmazsa bu değişiklikle -ki iktidar-muhalefet bu kanun tasarısında mutabık hâle gelmiş, bir konsensüs sağlanmış- burada da amaçlanan yapı güvenliğinin sağlanmasında sorumlulara gerekli sorumluluğu bu kanunla yükleyebilmekteyiz.

“Fennî mesul mimar ve mühendisler, uzmanlık alanlarına göre; yapının, tesisatı ve malzemeleriyle birlikte, bu Kanuna, ilgili diğer mevzuata, uygulama imar planına, ruhsata, ruhsat eki etüt ve projelere, standartlara ve teknik şartnamelere uygun olarak inşa edilmesini denetlemekle görevlidir.” Temelinde durum bu.

Değerli milletvekilleri, görüşülmekte olan tasarıyla bu güvenliği sağlama amacıyla tedbir alınırken -bundan sonra yapılacak binalarda, tesislerde, yapılarda bu söz konusu- bizim bir başka görevimiz, yüzde 95’i depremsellik arz eden ülkemizde, ister yerel yönetimler ister merkezî yönetim el birliğiyle bugüne kadar yapılmış yapıların ve elde mevcut yapı stoklarının güvenli, kullanılabilir yapılara dönüştürülmesini temin etmek.

Biz 57’nci Hükûmet döneminde bunun üzerinde hassasiyetle durduk. Özellikle imar mevzuatındaki dağınıklığın, İstanbul gibi nüfusun beşte 1’inin yaşadığı bir ilde ve depremselliğin en fazla olduğu, en fazla üzerinde spekülasyon yapıldığı ilimizde bunun önüne geçmek ve gerekli tedbirleri almak için, âdeta, Bayındırlık ve İskân Bakanlığında görev yapan bir müsteşar yardımcısı -ki daha sonra müsteşar olmuş- arkadaşımızı orada görevlendirdik ve imarla ilgili her türlü konuyu, gerek İstanbul Büyükşehir Belediyesi gerek İstanbul Valiliği gerek Bayındırlık Bakanlığı Teknik Araştırma Uygulama Genel Müdürlüğünden sorumlu müsteşar olarak, Bakanlık adına, Bakanlıkla ilgili hususları bütün boyutuyla İstanbul’da masa üzerine yatırıp, cumartesi pazar demeden sonuna kadar, tatil demeden arkadaşlarımız bir çalışma sergilemişler ama erken seçimle o çalışmanın sonuçları uygulamaya ne ölçüde aktarılabildi? Bunları ibretle yedi yıldır seyrediyoruz.

Bu çerçevede, aldığımız tedbirler arasında ne vardı? Aldığımız tedbirler arasında İstanbul’daki köprü ve viyadüklerin güçlendirilmesi vardı. Ben, 2006 yılında köprü ve viyadüklerin güçlendirilmesi çalışmasıyla ilgili olarak Sayın Başbakanın temel atma töreninde yapmış olduğu konuşmayı, bugün, o güne ait haber portallarından elde etmeye çalıştım. Orada ne yazıyor:

“Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Bayındırlık ve İskân Bakanı Faruk Nafız Özak’la birlikte Bayındırlık ve İskân Bakanlığı ile Japon Hükûmeti’nden temin edilen krediyle Japon IHI şirketi gerçekleştirilecek olan ‘İstanbul’daki Büyük Açıklıklı Köprülerin Sismik Takviyesi Projesi’ kapsamındaki çalışmaların başlaması dolayısıyla düzenlenen törene katıldı.

Haliç Köprüsü Eyüp ayağında gerçekleştirilen törende Sayın Başbakan, çalışmalar sırasında köprü ve viyadüklerde şerit daralmalarına sebep olunacağı için özür diledi.

On yılı ödemesiz, kırk yıl vadeli, çok düşük faizli bir kredi açıldığını belirten Erdoğan, Japonya Başbakanı Junichiro Koizumi’ye de teşekkür etti.”

Bu teşekkür nasıl cereyan etti? “On yılı ödemesiz, çok düşük faizli -ki, o faiz miktarı yıllık yüzde 0,95 düzeyinde- olan ve ilk yılı ödemesiz olan bu krediyi şahsıma gösterdiği teveccühe bağlı olarak veren Sayın Japonya Başbakanına teşekkür ederim.” ifadesini kullanarak teşekkür etti Sayın Başbakan. Bunun anormal hiçbir tarafı yok, ahde vefadır bu. Eğer bir destek varsa, bu desteğe teşekkür edilmelidir.

Ben, size, 1 Haziran 2006 tarihinde yapılan bu törendeki konuşmanın hemen arkasından, aynı konuyla ilgili olarak Sayın Başbakanın TGRT Haber’de çıkan, bu törendeki konuşmasının özetini sunuyorum: “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan İstanbul’daki köprülerin ayaklarının depreme karşı güçlendirilmesi projesi kapsamındaki çalışmaların başlaması dolayısıyla Haliç’te düzenlenen törene katıldı. Haliç Köprüsü Eyüp ayağında gerçekleştirilen törende konuşan Başbakan Erdoğan, bu proje ile İstanbul ulaşımının can damarı olan köprülerin ve viyadüklerin dayanıklılık çalışmalarını başlattıklarını söyledi.

Depreme karşı hazırlıklı olmamız gerektiğini söyleyen Başbakan ‘Şimdi tedbirleri almaz, bizden öncekiler gibi, bizden önceki yıllarda yapıldığı gibi kulağımızın üzerine yatmaya kalkarsak, İstanbul’un kendisiyle büyüyen sorunun altında kalır ve asla bunlarla başa çıkamayız.’ dedi.”

Değerli milletvekilleri, 24/06/2002 tarihli Yapı Dergisi Editörü Derya Özer’in haberi:

“Bakanlar Kurulu İstanbul’daki Köprü ve Viyadüklerin Güçlendirilmesi Projesi’nin finansmanı için alınacak 12 milyar 22 milyon yenlik (yaklaşık 96,5 milyon dolarlık) Japon kredisine onay verdi.

Resmî Gazete’de yayımlanan anlaşmaya göre, Japon Uluslararası İşbirliği Bankası (JBIC) sağlanacak krediye ilişkin Türkiye ile Japonya arasında Mart ayında teati edilen notalar onaylandı.”

Mart ayında teati edilen nota, Japonya’da, tarafımdan, Japonya’yı ziyaretim sırasında gerçekleşti.

Değerli milletvekilleri, 3 Temmuz 2002 Anadolu Ajansı:

“Köprü ve viyadükler için Japon kredisi.

Boğaziçi köprüleri ve viyadüklerin sismik takviyesini sağlayacak kredi anlaşması 5 Temmuz Cuma günü İstanbul’da imzalanacak.

Karayolları Genel Müdürlüğünden yapılan açıklamaya göre, İstanbul 17. Bölge Müdürlüğü Ortaköy Sosyal Tesislerinde gerçekleştirilecek törende kredi anlaşmasını Türkiye adına Bayındırlık ve İskân Bakanı Abdülkadir Akcan, Japon Hükûmeti adına da Japonya’nın Ankara Büyükelçisi Shigeo Takaneka imzalayacak.” Bu anlaşma o gün imzalandı değerli milletvekilleri.

Şimdi, Sayın Başbakan kendisine saygı gösterilmesini bekler. Bu ülke bir tane, Türkiye. Bu ülkenin bir tane Başbakanı var. Eğer biz, bu Başbakana saygı göstermezsek hiç kimse göstermez. Biz başbakanlarımıza saygı göstermeliyiz. Ama başbakanlarımız da her attığı adımda, her söylediği lafta, her yaptığı icraatta kendisine saygı gösterilecek davranışları sergilemekle yükümlüdür.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Akcan, lütfen tamamlar mısınız.

ABDÜLKADİR AKCAN (Devamla) – Her sayın başbakan da kendilerine saygı gösterilmesini doğuracak zemini hazırlamakla yükümlüdür.

Şimdi, şu söylediğim belgeleri size, dileyen herkese verebilirim. Dolayısıyla, 96,5 milyon dolarlık, Türkiye gibi dünyanın 17’nci büyük ekonomisi olan bir ülkede 100 milyon dolarlık krediyle ilgili olarak Sayın Başbakanın kamuoyunu yanıltmasına ne gerek vardı? Bu nedenle, bu hususu da ifade etmek durumundayız.

Sayın Başbakanın belediye başkanlığı döneminde, Refah-Yol Hükûmeti zamanında -Bayındırlık Bakanlığı Refah Partisine aitti- alamadığı D-100 kara yolunu 20 Ağustos 2002’de Ali Müfit Gürtuna Bey’e protokolle ben devrettim. Hafif raylı sistem kurulsun… Sayın Başbakanın da temel atma töreninde “Bizim özlemimizdi, bu gerçekleşiyor.” diye ifade ettiği o D-100 kara yolunu 57’nci Hükûmet döneminde MHP’li bakan protokolle devretmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ABDÜLKADİR AKCAN (Devamla) – O protokol imzalanırken de Afyonkarahisar Milletvekili Sayın Ahmet Koca tesadüfen orada bulunmaktaydı, onun şahidi de odur.

BAŞKAN – Sayın Akcan, teşekkür ediyorum.

ABDÜLKADİR AKCAN (Devamla) – Teşekkür ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Madde üzerinde soru-cevap işlemi yapılacaktır.

Sayın Cengiz, Sayın Doğru ve Sayın Sönmez sisteme girmişlerdir.

Sayın Cengiz, buyurun.

MUSTAFA KEMAL CENGİZ (Çanakkale) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, Bakanlar Kurulunca kararlaştırılıp ve ilan edilen turizm merkezlerinin imar planlarının yapılması, yerleşik amaçlı jeolojik etüt raporları ve zemin etütleri raporlarının yaptırılması görevi Bakanlığınızın uhdesindedir.

1) Türkiye’de Bakanlar Kurulunca ilan edilen kaç adet termal turizm merkezi veya turizm merkezi vardır?

2) Bu turizm merkezlerinin kaç tanesinin imar planları ve yerleşik amaçlı zemin etüt veya ada bazlı zemin etüdü yapılmıştır?

3) Çanakkale ili Ezine ilçesi Kestanbol Termal Turizm Merkezi ile Yenice ilçesi Akçakoyun Turizm Merkezinin imar planları ve jeolojik etüt raporlarının yapılıp yapılmadığı, yapılmadı ise bunlarla ilgili Turizm Bakanlığımızın bir çalışmasının olup olmadığının bildirilmesini…

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Cengiz.

Sayın Doğru…

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Belediyelere hizmetleri yapabilmeleri için nüfuslarına göre para gönderilmesinden dolayı Anadolu’daki birçok belediye borç batağında olup personel ücretlerini bile ödeyememektedir. Bu da halka yapılacak hizmeti engellemektedir. İller Bankası tarafından verilen paraların tahsisinde nüfus dışında, bölgenin gelişme durumu vesaire gibi başka kriterler getirmeyi düşünüyor musunuz?

İller Bankasıyla ilgili olarak borçların artmış olduğu bir ortamda faizlerin silinmesi veyahut borçların yapılandırılmasıyla ilgili bir çalışma var mıdır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Doğru.

Sayın Sönmez…

FEHMİ MURAT SÖNMEZ (Eskişehir) – Sayın Bakanım, bir inşaat yarım hâlde iken fennî mesulü vazgeçer, görevini bırakır veya öldüğünde yerine yeni bir fennî mesul geliyor ve yeni fennî mesul görevi devraldığında kendinden daha önce imal edilmiş yerlerden de sorumlu tutuluyor. Şimdi 20 katlı bir inşaatın 15’inci katında görev almış bir fennî mesul, o binanın temelini ne kadar bilebilir? O konuda ne kadar sorumlu olabilir? Bu sizce problem değil midir?

İkincisi, yeni görev alan fennî mesul bu aldığı görevdeki binanın eski bölümünden de sorumlu olduğu için tamamının mı ücretini alacaktır, yoksa tamamlanacak bölümün mü?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Sönmez.

Sayın Ağyüz

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, demin sorulara cevap verirken kıyı şeridindeki belediyelerin imar yetkilerinin Kültür ve Turizm Bakanlığına verilmesinin doğru olacağını söylediniz. Bu, yerelleşmeyle, yerel demokrasiyle bağdaşmaz. Sizin orada şahsınızın olmayabilir ama Hükûmetinizin siyasi bir kararı var. O bölgedeki belediyeler Cumhuriyet Halk Partisi kazanımında olduğu için o belediyelerin elini kolunu bağlamak istiyorsunuz, bu tasarruflarını engellemek istiyorsunuz. Nasıl ki Ataköy’de bunu yapmaya çalışıyorsunuz yasayla, bu yasa da öyledir. “Yerelleşme” adı altında, “yerel demokrasi” adı altında yıllarca bunu savunan bir kişi olarak bunu demokrasi adına savunmuş olmanızı ben yadırgıyorum. Demin konuşmamda da belirttim, şimdi de üzerine basarak söylüyorum: Bu, yetki gaspıdır, Kültür ve Turizm Bakanlığının önerisiyle Bayındırlık il müdürlüklerine verilmesi yetki gaspıdır çünkü Bayındırlık Bakanlığının yetkileri ve içi boşaltılmıştır. O nedenle, bu kararınızı kınıyorum, bu düşüncenizi kınıyorum ve bu yetkinin de Bakanlığınıza verilmesinin doğru olmayacağı inancındayım.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sorunuz Sayın Ağyüz?

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Doğru olmayacağı inancındayım bu düşüncenizin.

BAŞKAN – Sorunuz… Soru sormak için sisteme girdiniz.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Soru da sordum, içinde var sorum. “Nasıl savunursunuz?” diyorum. Bunu, yerel demokrasiyi savunan bir kişi olarak nasıl savunabilirsiniz? Bu soru değil mi?

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ağyüz.

Sayın Bakan, buyurun.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Değerli arkadaşlarım, kısaca cevap vermeye çalışayım ben de.

Turizm merkezlerinin imar planlarının yapılması, zemin etütlerinin, jeolojik etütlerin yapılması görevi bizim Bakanlığımızın -turizm bölgelerinde- ama bu konuda biraz daha zamana, maddi imkâna, elemana ihtiyacımız olduğu da açık. Biz termal turizm master planını yaptık. Şimdi, bu ay itibarıyla, otuz iki tanesi termal bölgesi olmak üzere bir tahsis ilanına çıktık. Bu tahsis ilanına çıktığımız alanlar öncelikli olmak üzere bu alanlardaki planlama çalışmalarımızı tamamlamaya çalışıyoruz. Sayın Milletvekilimizin sorduğu noktalarla ilgili spesifik bilgileri de yazılı olarak kendisine bildireceğim.

İller Bankasının yeni kriterler getirmesi konusunda, Sayın Milletvekilimizin sorusuna dönük bir yasal çalışma var, böyle bir ihtiyaç olduğunu biz de biliyoruz.

Fennî mesullerle ilgili Sayın Sönmez’in sorusu var. Bir fennî mesul bir inşaatı devralmadan önce, sorumluluğu üstlenmeden önce bir rapor almak zorunda. Eğer o rapor mesuliyeti almasına elveriyorsa alacak, eğer elvermiyorsa almayacak. Prosedür böyle, usul böyle, yasa böyle ve kaldığı yerden itibaren de ücretini alacak. Yani, 10 katlık, 20 katlık bir binanın 10’uncu katına gelinmiş, “Benden önce ne olursa olsun, benden önceye bakmam” diyerek mesuliyeti üstlenmesi hukuken mümkün değil ve doğru değil.

Turizm bölgesiyle ilgili… Turizm bölgelerinde planlama konusundaki yaklaşımımı sürdürüyorum ben arkadaşımın görüşlerinin aksine. Örnekler verdim, sayın milletvekillerimiz de demin örnekler verdiler. Ne yazık ki, küçük ölçekli belediyelerde özellikle küçük oy gruplarına büyük tavizler verilebiliyor veya belediyenin bir imkânını geliştirmek için planlamalarda değişiklik yapılabiliyor. Bir makro bakış açısıyla temel ilkeler konulabilir, yoğunlukla ilgili, düzenlemeyle ilgili, yeşil alanla ilgili ilkeler konulabilir.

Orada, bayındırlık il müdürlüklerinin yetkisinin ya da Bayındırlık Bakanlığının yetkisinin azaltıldığı söyleniyor; tam tersine, bir yetki bölüşmesiyle bayındırlık müdürlükleri de devreye girer ve global olarak, makro olarak konmuş bulunan bu kriterleri orada sahaya indirmeye çalışır.

Türkiye’de yerel yönetimleri savunmak başka bir şey, yerel yönetimlerin küçük oy grupları için dilediği gibi hareket etmesini kolaylaştıracak düzenlemelere arka çıkmak başka bir şeydir.

Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakanım.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

2’nci maddeyi okutuyorum:

Madde 2

MADDE 2- 3194 sayılı Kanunun 42 nci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“İdari müeyyideler:

MADDE 42- Bu maddede belirtilen ve imar mevzuatına aykırılık teşkil eden fiil ve hallerin tespit edildiği tarihten itibaren on iş günü içinde ilgili idare encümenince sorumlular hakkında, üstlenilen her bir sorumluluk için ayrı ayrı olarak bu maddede belirtilen idari müeyyideler uygulanır.

Ruhsat alınmaksızın veya ruhsata, ruhsat eki etüt ve projelere veya imar mevzuatına aykırı olarak yapılan yapının, sahibine, yapı müteahhidine veya aykırılığı altı iş günü içinde idareye bildirmeyen ilgili fenni mesullere yapının mülkiyet durumuna, bulunduğu alanın özelliğine, durumuna, niteliğine ve sınıfına, yerleşmeye ve çevreye etkisine, can ve mal emniyetini tehdit edip etmediğine ve aykırılığın büyüklüğüne göre, beşyüz Türk Lirasından az olmamak üzere, aşağıdaki şekilde hesaplanan idari para cezaları uygulanır.

a) Bakanlıkça belirlenen yapı sınıflarına ve gruplarına göre yapının inşaat alanı üzerinden hesaplanmak üzere, mevzuata aykırılığın her bir metrekaresi için;

1) I. sınıf A grubu yapılara üç, B grubu yapılara beş Türk Lirası,

2) II. sınıf A grubu yapılara sekiz, B grubu yapılara onbir Türk Lirası,

3) III. sınıf A grubu yapılara onsekiz, B grubu yapılara yirmi Türk Lirası,

4) IV. sınıf A grubu yapılara yirmiüç, B grubu yapılara yirmibeş, C grubu yapılara otuzbir Türk Lirası,

5) V. sınıf A grubu yapılara otuzsekiz, B grubu yapılara kırkaltı, C grubu yapılara elliiki, D grubu yapılara altmışüç Türk Lirası,

idari para cezası verilir. Bu miktarlar her takvim yılı başından geçerli olmak üzere o yıl için 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesi hükümleri uyarınca tespit ve ilan edilen yeniden değerleme oranında bir Türk Lirasının küsuru da dikkate alınmak suretiyle artırılarak uygulanır.

b) Mevzuata aykırılığı yapı inşaat alanı üzerinden hesaplanması mümkün olmayan, yapının cephelerini ve diğer yapı elemanlarını değiştiren veya yapı malzemesi için öngörülen gereklere aykırı bulunan uygulamalar için, Bakanlıkça yayımlanan ve aykırılığa konu imalatın tespiti tarihinde yürürlükte bulunan birim fiyat listesine göre ilgili idarece belirlenen bedelin % 20’si kadar idari para cezası verilir.

c) (a) ve (b) bentlerine göre cezalandırmayı gerektiren aykırılığa konu yapı;

1) Hisseli parselde diğer maliklerin muvafakati alınmaksızın yapılmış ise cezanın % 30’u,

2) Kamuya veya başkasına ait bir parselde yapılmış ise cezanın % 40’ı,

3) Uygulama imar planında veya parselasyon planında “Kamu Tesisi Alanı veya Umumî Hizmet Alanı” olarak belirlenmiş bir alanda yapılmış ise cezanın % 60’ı,

4) Mevcut haliyle veya öngörülen bir afet tehlikesi karşısında can ve mal emniyetini tehdit ediyor ise cezanın % 100’ü,

5) Uygulama imar planı bulunan bir alanda yapılmış ise cezanın % 20’si,

6) Yapılaşmaya yasaklanmış bir alanda yapılmış ise cezanın % 80’i,

7) Özel kanunlar ile belirlenmiş özel imar rejimine tabi bir alanda yapılmış ise cezanın % 50’si,

8) Ruhsatsız ise cezanın % 180’i,

9) Ruhsatı hükümsüz hale gelmesine rağmen inşaatı sürdürülüyor ise cezanın % 50’si,

10) Yapı kullanma izin belgesi alınmış olmakla birlikte, ruhsat alınmaksızın yeni inşaî faaliyete konu ise cezanın % 100’ü,

11) İnşaî faaliyetleri tamamlanmış ve kullanılmıyor ise cezanın % 10’u,

12) İnşaî faaliyetleri tamamlanmış ve kullanılıyor ise cezanın % 20’si,

13) Çevre ve görüntü kirliliğine sebebiyet veriyor ise cezanın % 20’si,

(a) ve (b) bentlerinde belirtilen şekilde tespit edilen para cezalarının miktarına göre ayrı ayrı hesap edilerek ilave olunur. Para cezalarına konu olan alanın hesaplanmasında, aykırılıktan etkilenen alan dikkate alınır.

18, 28, 32, 33, 34, 35, 36, 37, 40 ve 41 inci maddelerde belirtilen mükellefiyetleri yerine getirmeyen veya bu maddelere aykırı davranan yapı veya parsel sahibine, harita, plan, etüt ve proje müelliflerine, fenni mesullere, yapı müteahhidine ve şantiye şefine, ilgisine göre ayrı ayrı olmak üzere ikibin Türk Lirası, bu fiillerin çevre ve sağlık şartlarına aykırı olması halinde dörtbin Türk Lirası, can ve mal emniyetini tehdit etmesi halinde altıbin Türk Lirası idari para cezası verilir.

Yapıldığı tarih itibarıyla plana ve mevzuata uygun olmakla beraber, mevcut haliyle veya öngörülen bir afet tehlikesi karşısında can ve mal emniyetini tehdit ettiği veya edeceği ilgili idare veya mahkeme kararı ile tespit olunan yapılara, ilgili idarenin yazılı ikazına rağmen idarece tanınan süre içinde takviyede bulunmayan veya bu yapıları 39 uncu madde uyarınca yıkmayan yapı sahibine onbin Türk Lirası idari para cezası verilir.

27 nci maddeye göre il özel idaresince belirlenmiş köy yerleşme alanı sınırları içinde köyün nüfusuna kayıtlı olan ve köyde sürekli oturanlar tarafından, projeleri il özel idaresince incelenerek fen, sanat ve sağlık şartlarına uygun olmasına rağmen muhtarlık izni olmaksızın konut ve zatî maksatlı tarım ve hayvancılık yapısı inşa edilmesi halinde yapı sahibine üçyüz Türk Lirası idari para cezası verilir. Bu yapılardaki diğer aykırılıklar ve ruhsata tabi tarım ve hayvancılık maksatlı yapılardaki aykırılıklar için verilecek olan idari para cezası, üçyüz Türk Lirasından az olmamak üzere, ikinci fıkraya göre hesaplanan toplam ceza miktarının beşte biri olarak uygulanır.

Yukarıdaki fıkralarda belirtilen fiil ve hallerin, yapının inşa edilmesi süreci içinde tekrarı halinde, idari para cezaları bir kat artırılarak uygulanır.

Yukarıdaki fıkralar uyarınca tahsil olunan idari para cezaları, aynı fiil nedeniyle 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 184 üncü maddesine göre mahkûm olanlara faizsiz olarak iade edilir.

İdari para cezalarına karşı cezanın tebliğinden itibaren onbeş gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurulabilir. Başvurular, ihtiyaç duyulmayan hallerde evrak üzerinden incelenerek en kısa süre içinde karara bağlanır. Başvurunun yapılmış olması, yapının mevzuata uygun hale getirilmesi veya yıkılması idari para cezasının tahsilini durdurmaz. Yapının bu Kanuna, ilgili diğer mevzuata, plana, ruhsata, ruhsat eki etüt ve projelere uygun hale getirilmesi için idarenin yazılı izni dahilinde yapılan iş ve işlemler mühür bozma suçu teşkil etmez.

Müelliflerin, fenni mesul mimar ve mühendislerin, yapı müteahhitlerinin, şantiye şefi mimar ve mühendislerin, imar mevzuatına aykırı fiillerinden dolayı verilen cezaları ve haklarındaki kesinleşmiş mahkeme kararları, kendi kayıtlarına işlenmek ve ilgili mevzuata göre cezai işlem yapılmak üzere, üyesi bulundukları meslek odasına ve Bakanlığa ilgili idarece bildirilir. Bu kişiler, verilen ceza süresi içinde yeni bir iş üstlenemez.

Yapı müteahhidinin yetki belgesi;

a) Yapım işinin ruhsata ve ruhsat eki etüt ve projelere aykırı olarak gerçekleştirilmesi ve 32 nci maddeye göre verilen süre içinde aykırılığın giderilmemesi halinde beş yıl,

b) Yapım işinde ruhsat eki etüt ve projelere aykırı olarak gerçekleştirilen imalatın can ve mal güvenliğini tehdit etmesi halinde on yıl,

c) Bakanlıkça olumsuz kayıt değerlendirmesi yapılan hallerde bir yıl,

süreyle Bakanlıkça iptal edilir. Yapı müteahhidinin, yapım işlerinden doğan vergi ve sigorta primi borçlarını ödememesi ve diğer sorumluluklarını yerine getirmemesi hallerinde yetki belgesi bir yıldan az olmamak üzere Bakanlıkça iptal edilir ve bunlara sorumluluklarını yerine getirinceye kadar yeni yetki belgesi düzenlenmez. Yetki belgesi iptal edilen yapı müteahhidi yeni yetki belgesi düzenleninceye kadar yeni iş üstlenemez, ancak mevcut işlerini tamamlar. Yetki belgeli yapı müteahhidi olmaksızın başlanılan yapının ruhsatı iptal edilir ve yapı mühürlenir.”

BAŞKAN – Madde üzerinde söz talebi? Yok.

Sayın Genç ve Sayın Sönmez soru sormak istemektedirler.

Sayın Genç, buyurun.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Burada öğrenmek istediğim, hep yapı sahibine ceza kesiliyor da, yapının kiraya verilmesi hâlinde kiracı tarafından ruhsatlı veya ruhsatsız olarak o kiralanan yerde yapılan inşaatlardan dolayı cezanın yapı sahibine mi kesilmesi lazım, yoksa kiracıya mı kesilmesi lazım? Onu öğrenmek istiyorum efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Genç.

Sayın Sönmez, buyurun.

FEHMİ MURAT SÖNMEZ (Eskişehir) – Teşekkür ediyorum Başkanım.

Demin sorduğum soruda, inşaat yarımken yeni görev alan fennî mesul daha evvel yapılan bölümlerden de sorumludur fakat bunu nasıl anlayacağını sorduğumuzda da kendisinin bir rapor alması gerektiğini duydum, yanlış hatırlamıyorsam, yanlış anlamadıysam. Eğer fennî mesul ölmüşse bu raporu kimden alacaktır bundan daha evvel yapılan bölümün sağlam olduğuna dair?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Sönmez.

Sayın Bakan, buyurun.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Arkadaşlar, biraz önce yanıt verdiğimi zannediyorum ben…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Cevaplandırılmadı Sayın Başkan.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – …cevaplandırdığımı zannediyorum.

Yani bir fennî mesul bir inşaatı devralırken kendisinden önceki dönemle ilgili bir inceleme yapacak ya da yaptıracak. Yani “Ben, benden önce ne yapıldığını bilmem.” deyip o noktadan itibaren sorumluluk alması ciddi biçimde işi boşluğa bırakır. Ben, benden öncesini bilirim yani bir doktor, hasta kendisine geldiği zaman “Önceki raporlarınız, tetkikleriniz var mı?” falan diye soruyor ve ondan sonra kendisi de yaptırıyor. Bu da bunun gibi bir ön inceleme yaptıracak elbette ve ondan sonra alıp almayacağına karar verecek. Yani kendisinden önceki dönemlerde çok ciddi kusurlar olabilir ama “Ben bu saatten sonra yaptığım işten sorumluyum.” demek bir bilinmez meçhule terk etmek demektir inşaatı. Bunun olabileceğini zannetmiyorum. Yani teknik bir konu, inşaat devam edemez bu takdirde. Öyle olduğunu zannediyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Soru-cevap işlemi tamamlanmıştır.

Madde üzerinde bir adet önerge vardır, okutup işleme alıyorum.

TBMM Başkanlığına

Görüşülmekte olan 397/1 sıra No’lu İmar Kanunu ile Bayındırlık ve İskân Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 2. maddesindeki “İdari para cezalarına karşı cezanın tebliğinden itibaren onbeş gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurulabilir. Başvurular, ihtiyaç duyulmayan hâllerde evrak üzerinden incelenerek en kısa süre içinde karara bağlanır. Başvurunun yapılmış olması, yapının mevzuata uygun hâle getirilmesi veya yıkılması idari para cezasının tahsilini durdurmaz.” cümlesinin madde metninden çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.

 

Ahmet Yeni

Ertekin Çolak

Ahmet Aydın

 

Samsun

Artvin

Adıyaman

 

İbrahim Yiğit

Abdullah Çalışkan

 

 

İstanbul

Kırşehir

 

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

BAYINDIRLIK, İMAR, ULAŞTIRMA VE TURİZM KOMİSYONU BAŞKANI NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Katılıyoruz efendim.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe: Kabahatler Kanununda idari para cezalarıyla ilgili genel düzenleyici hüküm bulunduğundan ve Anayasa Mahkemesinin iptal kararı da bu doğrultuda olduğundan bu teklif gerekli görülmüştür.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.

Kabul edilen önerge doğrultusunda maddeyi…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Benim önergem var Sayın Başkan.

BAŞKAN – …oylarınıza sunuyorum…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, benim önergem var diyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Bir saniye Sayın Genç. Önergeniz varsa niye getirilmedi?

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, madde üzerinde düzeltme istiyorum. Ben çekmedim önergemi.

BAŞKAN – Sayın Genç, önergenizi geri çekmişsiniz.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Verdim, orada var. Bu 39’uncu maddedeki…

BAŞKAN – Sayın Genç, önergenizin geri çekildiği söyleniyor, bakacağız.

Birleşime beş dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 18.56

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 19.04

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu), Yusuf COŞKUN (Bingöl)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 28’inci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

397 ve 397’ye 1’inci ek sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Tasarının 2’nci maddesini kabul edilen önerge doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

 3’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3- 3194 sayılı Kanunun 44 üncü maddesinin (I) numaralı fıkrasının (e) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“e) Her türlü inşaat ve tesisat dahil yapım işlerine dair yapı müteahhitlerinin yetki belgelendirilmesi işlemlerine; yapı müteahhitlerinin iş gruplarına, ihtisaslaşmalarına ve yüklenilecek işin büyüklüğüne göre sınıflandırılmasına ve bunların sahip olmaları gereken asgari eğitim, iş tecrübesi, teknik donanımı ve kapasitesi, mali durumu, idari yapısı ve personel şartları ile niteliklerine; yapı müteahhitlerinin faaliyetlerinin denetlenmesine, kayıtlarının tutulmasına ve değerlendirilmesine; mimar ve mühendis unvanlı şantiye şefi çalıştırılması mecburi ve yapı müteahhidi olmaksızın da yapılması mümkün olan yapılara; şantiye şeflerine, yapım ve denetim işlerinde istihdam edilecek fen adamlarına ve yetki belgeli ustalara ilişkin usul ve esaslar ile diğer hususlar, Milli Eğitim Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Mesleki Yeterlilik Kurumu, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’nin görüşleri alınarak”

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına söz yok.

Şahsı adına söz isteyen Kamer Genç, Tunceli Milletvekili.

Buyurun Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 397’ye 1’inci ek sıra sayılı Tasarı’nın daha önceki, geçen 2’nci maddesinde bir önerge vermiştim. Yani, o işleme konulmadı. Orada şunu kastediyorum: Şimdi, bir yapının afet nedeniyle yıkılması gerekiyor ve yıkılma taraflara tebliğ edilmiş fakat yıkmamış veyahut da kuvvetlendirmemişse burada 10 milyar lira para cezası getirilmiş. Şimdi, bir gecekonduya da 10 milyar alıyorsunuz, bir apartmana, iş hanına da 10 milyar alıyorsunuz. Ben orada diyordum ki, 2 milyar ile 10 milyar arasında bir marj koyalım da gecekonduyla bir apartman, bir iş hanı aynı işleme tabii tutulmasın.

Onun arkasında da, köy hudutları içinde yapılan yapılar fen ve sağlık itibarıyla il özel idaresince yerinde görülmüş fakat muhtar burada oturmaya izin vermiyor. Muhtar neye göre vermiyor? Belki siyasi rakibidir diye vermiyor. Bu hâlde, fen ve sağlık itibarıyla yerinde, o ilgili il özel idaresi sağlık şartlarını tespit ediyor ama muhtar burada ikametine izin vermiyorsa, buna 300 milyon lira para cezası kesilmesini öngörüyor bu tasarı. Ben bunun tasarı metninden çıkarılmasını istiyordum. Bence adil bir şey ama maalesef biraz ”anlaştık, manlaştık” diyorlar, ben AKP ile hiçbir şeyde anlaşamıyorum, onu da size söyleyeyim yani. Ama arkadaşlarımız, dediler, peki, çok fazla üzerinde durmuyorum. Aslında kanun birçok yönleriyle sakat bir kanun ama yani Sayın Divandan da rica ediyorum, ben önergemi geri çekmeyinceye kadar… Ben böyle, zaten AKP’nin hiçbir konusunda anlaşmam mümkün değil. Önergelerimi ben istersem kendim çekerim, yani onlar benim adıma karar vermesinler. Bana göre bu, işleme konulsaydı iyi olurdu.

Saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Genç.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

4’üncü maddeye bağlı geçici madde 12’yi okutuyorum:

MADDE 4- 3194 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

“GEÇİCİ MADDE 12- Bu Kanunun 44 üncü maddesinin (I) numaralı fıkrasının (e) bendinde öngörülen konulara ilişkin yönetmelik bir yıl içinde yürürlüğe konulur.

BAŞKAN – Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Geçici madde 13’ü okutuyorum:

GEÇİCİ MADDE 13- Bu maddenin yürürlüğe girmesinden sonra inşaat, tesisat, elektrik, sıva ve benzeri branşlarda yetki belgesi almak isteyenlerden, hangi branşta iş yaptıklarını belgeleyenlere usta olduklarını gösterir geçici yetki belgesi verilir. Bu belgeler 1/1/2012 tarihinden itibaren sürekli yetki belgesine dönüştürülür.”

BAŞKAN – Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Geçici maddelerin bağlı olduğu çerçeve 4’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

5’inci maddeyi okutuyorum:

MADDE 5- 13/12/1983 tarihli ve 180 sayılı Bayındırlık ve İskan Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci maddesinin mülga (g) bendi aşağıdaki şekilde yeniden düzenlenmiş, (i) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve (j) bendinde yer alan “sicillerini” ibaresi “kayıtlarını” olarak değiştirilmiştir.

“g)Türkiye Coğrafi Bilgi Sisteminin oluşturulmasına, iyileştirilmesine ve işletilmesine dair iş ve işlemleri yapmak, yaptırmak, yaygın olarak kullanılmasını teşvik etmek,”

“i) Gerçek kişilerin, özel hukuk tüzel kişilerinin ve kamu kurum ve kuruluşlarının yurt içindeki ile inşaat ve tesisat dahil yapım işlerini üstlenmek isteyen ve mevzuatta belirlenen nitelikleri taşıyan gerçek kişilere ve özel hukuk tüzel kişilerine idarelerce tutulan kayıtlarını da değerlendirerek yapı müteahhitliği yetki belgesi vermek,”

BAŞKAN – Sayın Komisyonun bir düzeltme talebi var.

Buyurun.

BAYINDIRLIK, İMAR, ULAŞTIRMA VE TURİZM KOMİSYONU BAŞKANI NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) – Sayın Başkanım, bu maddenin (i) fıkrasında “ile” ifadesi var, onun çıkartılması lazım. “Gerçek kişilerin, özel hukuk tüzel kişilerinin ve kamu kurum ve kuruluşlarının yurt içindeki” ifadesinden sonra gelen “ile” kelimesinin redaksiyonla çıkartılması şartıyla oylanmasını arz ediyorum.

Teşekkürler.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Komisyonun düzeltme talebiyle birlikte maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

6’ncı maddeyi okutuyorum:

MADDE 6- 180 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 12 nci maddesinin (h) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“h) Gerçek kişilerin, özel hukuk tüzel kişilerinin ve kamu kurum ve kuruluşlarının yurtiçindeki harita ve plan işleri ile inşaat ve tesisat dahil yapım işlerini üstlenmek isteyen, ilgili mevzuatında belirlenen nitelikleri taşıyan gerçek kişilere ve özel hukuk tüzel kişilerine; tutulan kayıtları da dikkate alarak yetki belgesi vermek, bu faaliyetler ile etüt, proje, kontrollük ve müşavirlik işleri ile ilgili olarak yurt dışında müteahhitlik hizmeti verenler hakkında gerekli iş ve işlemleri yapmak, ilgililerin kayıtlarını tutup değerlendirmek ve belge vermek,”

BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

7’nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 7- Bu Kanunun;

a) 1 inci maddesi ile değiştirilen 3194 sayılı Kanunun 28 inci maddesinin sekizinci fıkrasının son cümlesinde yer alan “inşaat ve tesisat işlerinde yetki belgesi olmayan usta çalıştıramaz” hükmü ile dokuzuncu fıkrasının müteahhitlere yetki belgesi verilmesine ilişkin hükümleri 1/1/2012 tarihinde,

b) Diğer hükümleri yayımı tarihinde,

yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

8’inci maddeyi okutuyorum:

MADDE 8- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

Tasarının tümünü oylarınıza sunmadan önce, tasarının tümü üzerinde, aleyhinde söz isteyen Kamer Genç, Tunceli Milletvekili.

Buyurun Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Konuşmuyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Tasarı kanunlaşmıştır; hayırlı uğurlu olsun.

4’üncü sırada yer alan, Çek Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlıyoruz.

4.- Çek Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/710) (S. Sayısı: 445)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

5’inci sırada yer alan, Kütahya Milletvekili Soner Aksoy'un; Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlıyoruz.

5.- Kütahya Milletvekili Soner Aksoy'un; Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (2/340) (S. Sayısı: 395)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

6’ncı sırada yer alan, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlıyoruz.

6.- Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu Raporu (1/704) (S. Sayısı: 383)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

Bu nedenle, kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için, 10 Aralık 2009 Perşembe günü, alınan karar gereğince, saat 13.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati: 19.14