Normal nuri 2 1 2009-12-23T09:57:00Z 2009-12-23T09:57:00Z 1 43068 245493 TBMM 2045 575 287986 11.9999 Clean Clean 0 0 nk 0 nk 0 0 false false false 0 nk 0 nk MicrosoftInternetExplorer4

DÖNEM: 23                                                                                                                YASAMA YILI: 4

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

CİLT : 53

18’inci Birleşim

13 Kasım 2009 Cuma

(Bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

İ Ç İ N D E K İ L E R

   I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

  II. - GELEN KAĞITLAR

 III. - GENEL GÖRÜŞME

A) GÖRÜŞMELER

1.- Hükûmet adına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, demokratik açılım konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/11)

 

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Çeşitli İşler

- GÖSTERİ VE PROTESTOLAR

1.- İki dinleyicinin slogan atması nedeniyle dinleyici locasından dışarı çıkarılması

2.- Bir izleyicinin Türk Bayrağı açma girişiminde bulunması nedeniyle dinleyici locasından dışarı çıkarılması

 

V.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, Ayvalık Tuzla Tesisleri ihalesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı  (7/9644)

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.03’te açılarak yedi oturum yaptı.

Kocaeli Milletvekili Azize Sibel Gönül’ün, bölünmüş kara yollarının durumuna ilişkin gündem dışı konuşmasına Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım,

İstanbul Milletvekili Çetin Soysal’ın, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti kapsamında yapılan çalışmalara ilişkin gündem dışı konuşmasına Devlet Bakanı Hayati Yazıcı,

Cevap verdi.

MHP Grubu adına Grup Başkan Vekilleri İzmir Milletvekili Oktay Vural ve Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Tekirdağ ve İstanbul’da yaşanan sel felaketinin (10/459),

İstanbul Milletvekili Sacid Yıldız ve 27 milletvekilinin, başıboş hayvanların yol açtığı sorunların (10/460),

Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin ve 20 milletvekilinin, toplumda yaşanan şiddet olaylarının (10/461),

Araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

TBMM’de 21’inci Dönem 02/06/2000 ve 14/06/2000 tarihli 104 ve 109’uncu birleşimlerinde “Rusya Federasyonu ile yapılan Mavi Akım Projesi” konusunda yapılan kapalı oturumlara ait tutanakların TBMM İç Tüzüğü’nün 71/2’nci maddesi uyarınca yayınlanabilmesi için Genel Kurulun 12/11/2009 Perşembe günkü birleşiminde karar alınmasına ilişkin MHP,

Gündemin “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler” kısmında yer alan (10/220) esas numaralı Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 12/11/2009 Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP,

Grubu önerileri yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında yer alan 416, 373, 380, 340, 345, 381, 339, 421 ve 423 sıra sayılı uluslararası sözleşmelerin bu kısmın 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19 ve 20’nci sıralarına alınmasına, “Gelen Kâğıtlar” listesinde yer alan ve bastırılarak dağıtılan 427 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin kırksekiz saat geçmeden yine bu kısmın 3’üncü sırasına alınmasına, diğer işlerin sırasının da buna göre teselsül ettirilmesine; Genel Kurulun, 13/11/2009 Cuma günü saat 13.00’te açılmasına, 10/11/2009 Salı günkü birleşiminde ön görüşmeleri yapılan ve genel görüşme açılması kabul edilen Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi konulu (8/11) esas numaralı önergenin gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmının 1’inci sırasına alınmasına ve görüşmelerinin 13/11/2009 Cuma günkü birleşimde yapılmasına, önerge üzerinde gruplar ve Hükûmet adına konuşmaların 60’ar dakika, önerge sahipleri adına konuşmanın 30 dakika olmasına, bu birleşimde (13/11/2009) genel görüşmenin tamamlanmasına kadar çalışmalara devam edilmesine ilişkin AK PARTİ Grubu önerisi yapılan görüşmelerden sonra kabul edildi.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:

1’inci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),

2’nci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/499) (S. Sayısı: 321),

3’üncü sırasına alınan, Bilecik Milletvekili Fahrettin Poyraz’ın, Sayıştay Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun (2/512) (S. Sayısı 427),

Görüşmeleri komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.

4’üncü sırasına alınan, Türkiye Cumhuriyeti ile Karadağ Arasında Serbest Ticaret Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun (1/706) (S. Sayısı: 407) görüşmeleri tamamlandı; tümü üzerinde elektronik cihazla yapılan her iki açık oylamada da toplantı yeter sayısı bulunamadı.

İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, grubuna,

Ordu Milletvekili Mehmet Hilmi Güler, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, şahsına,

Sataşması nedeniyle birer konuşma yaptılar.

İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu, AK PARTİ Grup Başkan Vekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, konuşmasında, AK PARTİ Grubunun sanki yürütme organının emrindeymiş gibi bir hava vermesini Parlamentonun saygınlığı için uygun görmediğine ilişkin bir açıklamada bulundu.

407 S. Sayılı Kanun Tasarısı’nın tümü üzerinde elektronik cihazla yapılan her iki açık oylamada da toplantı yeter sayısı bulunamadığından, alınan karar gereğince demokratik açılım konusundaki genel görüşmeyi yapmak için 13 Kasım 2009 Cuma günü saat 13.00’te toplanmak üzere birleşime 21.41’de son verildi.

 

 

Sadık YAKUT

 

 

 

Başkan Vekili

 

 

Harun TÜFEKCİ

 

Yaşar TÜZÜN

 

Konya

 

Bilecik

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

 

Fatih METİN

 

 

 

Bolu

 

 

 

Kâtip Üye

 

No.: 25

II.- GELEN KÂĞITLAR

13 Kasım 2009 Cuma

Tasarılar

1.- Türkiye Yazma Eserler Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı (1/772) (Plan ve Bütçe ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 5.11.2009)

2.- Kamulaştırma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/773) (Adalet; Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm; Anayasa ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 5.11.2009)

Teklifler

1.- İstanbul Milletvekili Hasan Macit’in; Tarım Reformu Genel Müdürlüğünün Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanununun Değiştirilerek Toprak Bankası Kurulmasına Dair Kanun Teklifi (2/529) (Plan ve Bütçe; Adalet ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 28.10.2009)

2.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin; 5084 Sayılı Yatırımların ve İstihdamın Teşviki ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/530) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 2.11.2009)

3.- İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun; 29/6/2001 Tarihli ve 4706 Sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/531) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.11.2009)

Tezkereler

1.- Sinop Milletvekili Kadir Tıngıroğlu’nun Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1004) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2009)

2.- Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Binici’nin Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1005) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2009)

3.- Batman Milletvekili Ayla Akat Ata’nın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1006) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2009)

4.- Bitlis Milletvekili Mehmet Nezir Karabaş’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1007) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2009)

5.- İstanbul Milletvekili Feyzullah Kıyıklık’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1008) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2009)

Süresi İçinde Cevaplanmayan Yazılı Soru Önergeleri

1.- Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, adli personelin yol tazminatlarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/8329)

2.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, telefon görüşmelerinin tespitiyle ilgili bir talebe ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/8403)

13 Kasım 2009 Cuma

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 13.02

BAŞKAN: Mehmet Ali ŞAHİN

KÂTİP ÜYELER: Murat ÖZKAN (Giresun), Harun TÜFEKCİ (Konya)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 18’inci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere geçiyoruz.

Gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmına geçiyoruz.

Değerli milletvekilleri, bu kısımda yer alan, Hükûmet adına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, demokratik açılım konusunda Anayasa’nın 98’inci, İç Tüzük’ün 102’nci ve 103’üncü maddeleri uyarınca bir genel görüşme açılmasına ilişkin (8/11) esas numaralı önergesi üzerine Genel Kurulun 10/11/2009 tarihli 15’inci Birleşiminde açılması kabul edilen genel görüşmeye başlıyoruz.

III.- GENEL GÖRÜŞME

A) Görüşmeler

1.- Hükûmet adına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, demokratik açılım konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/11) (x)

BAŞKAN – Hükûmet? Yerinde.

Sayın milletvekilleri, İç Tüzük’ümüze göre genel görüşmede ilk söz hakkı, önerge sahibi olarak Hükûmete aittir. Daha sonra siyasi parti gruplarına, şahsı adına 2 milletvekiline ve istemi hâlinde Hükûmete söz verilecektir. Konuşma süreleri Hükûmet ve siyasi parti grupları için altmışar dakika, önerge sahibi olarak Hükûmet için otuz dakika ve şahıslar için onar dakikadır.

Şimdi ilk söz önerge sahibi olarak Hükûmet adına İçişleri Bakanı Sayın Beşir Atalay’a aittir.

Sayın Bakan, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Sayın Bakan, biraz önce de ifade ettiğim gibi söz süreniz otuz dakikadır.

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama başlarken yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, iki gün önceki konuşmamda demokratik açılımın gerekçeleri ve hedefleriyle ilgili bilgi sunmuştum yüce heyetinize. Bugün de açılımın süreci ve kapsamı hakkında sizleri bilgilendirmek için söz almış bulunuyorum.

Değerli milletvekilleri, demokratik açılımın birbiriyle bağlantılı iki temel hedefi vardır: Birincisi terörün sonlandırılması, ikincisi de demokrasimizin standardının yükseltilmesi.

Biz ülkemizin bütün sorunlarının çözümünü demokraside görüyoruz. Türkiye'nin ertelenmiş, dondurulmuş, ihmal edilmiş, ihmal edildiği için de kronik hâle gelmiş siyasi, sosyal ve ekonomik sorunlarının çözümü demokratikleşmedir. Cesurca ve kararlılıkla yüzleşmek zorunda olduğumuz, her biri onlarca yıllık geçmişi olan sorunlarımızın çözümünü doğası gereği bir anda gerçekleştirecek değiliz. Bu yüzden, biz bunun bir süreç olduğunun altını ısrarla çizdik, burada da aynı notların altını tekrar çiziyorum.

                        

(x) (8/11) esas numaralı genel görüşme önergesinin ön görüşmeleri, 10/11/2009 tarihli 15’inci Birleşimde yapılmıştır.

Terörün sonlandırılması terörle çok boyutlu ve kapsamlı bir mücadeleyi gerektirir. Bu bilinçle hareket eden Hükûmetimiz, terörle mücadelede bütün imkânları seferber etmiş ve vatandaşlarımızın can ve mal güvenliğini sağlamak, ülkemizin birlik ve beraberliğini güçlendirmek için her türlü tedbiri almıştır.

Hemen belirtelim ki güvenlik güçlerimizin terörle mücadeledeki kahramanlığı, başarısı birlik ve beraberliğimizi koruyan en önemli unsurdur. Şu ana kadar olduğu gibi bundan sonra da güvenlik güçlerimize terörle mücadelede her türlü desteği vermeye devam edeceğiz.

Diğer yandan terörü besleyen kaynakların kurutulması, istismar unsurlarının ellerinden alınması için de önemli çalışmalar yapılmıştır. Bunlara ilaveten, izlediğimiz aktif dış politika sonucu terör örgütünü bölgede ve dünyada büyük ölçüde yalnızlaştırdık. Özellikle sınır komşularımız Suriye, Irak, İran ve diğer ülkelerle yürüttüğümüz aktif ve yapıcı diplomasi sonucunda terör örgütü önemli ölçüde etkisiz hâle getirilmiştir. Böylece terör örgütüne verilen uluslararası destek büyük oranda önlenmiştir.

Bundan önce olduğu gibi bundan sonra da Hükûmetimiz Türkiye'nin ayağında bir pranga olan terör sorununu çözme konusunda kararlı olmaya devam edecektir. Ülkemize ve milletimize her yönden kaybettiren terörün olmadığı bir Türkiye, hepimizin huzur ve güven içinde, özgürce yaşayacağı bir Türkiye olacaktır.

Değerli milletvekilleri, partimizin varlık sebeplerinden biri ve belki de en önemlisi Türkiye'nin demokrasi açığının kapatılmasıdır. AK PARTİ İktidarı bir yandan halkın iradesinin gerçek anlamda yönetime yansıması, diğer yandan da bireysel hak ve özgürlükler alanının genişletilmesi için büyük gayret göstermiştir. Aslında tüm bu gayretler, atılan adımlar insanı temel değer olarak alan insan odaklı siyaset anlayışımızın bir ürünüdür. Biz, insanımızı hiçbir ayrım gözetmeksizin onurlu birer varlık olarak görüyoruz çünkü insan “eşrefi mahlukattır” yani yaratılmışların en şereflisidir. Partimizin ismindeki adalet ve kalkınma kelimeleri de insanın onurlu bir varlık olarak yaşamasına bir atıftır. Buradaki adalet, insan onurunun gerektirdiği, herkesin temel hak ve özgürlüklere sahip olarak, eşit ve hür vatandaş olarak yaşadığı bir siyaset düzenini işaret etmektedir. Kalkınma ise yine insanın onurlu bir yaşam sürdürmesini sağlayacak bir ekonomik seviyeyi ifade etmektedir. Demokratikleşme, insanımızın hak ettiği, eşit ve özgür vatandaşlar olarak aidiyet duygusunun geliştiği bir siyasi düzenin pekiştirilmesini sağlayacaktır.

Değerli milletvekilleri, unutmayalım ki sosyoekonomik ve siyasal hastalıklarımızın çoğunun kaynağında adaletsizlik vardır. Adaletin gerçek manada tesis edildiği yerde barış ve huzur vardır. Adaletin olduğu yerde sağlıklı birey ve devlet ilişkisi vardır.

İşte biz demokratik açılımla mülkün temeli olan adaleti güçlendirmeye çalışıyoruz. Ülke sınırları içerisinde ve kim olursa olsun herkesin kendisine adil davranıldığı ve bu devletin eşit ve özgür bir vatandaşı olarak görüldüğü duygusunu pekiştirmeye çalışıyoruz.

Aslında demokratik açılımın hedeflerinin gerçekleşmesi, alınacak idari ve yasal tedbirlerle beraber elde edilecek kazanımların, kimi hak ve özgürlüklerin standardının yükseltilmesinin, insan onuru ve adalet gibi değerlere dayanan bir zihniyetin toplumda yaygınlaşmasına bağlıdır.

Kısacası demokratik açılım, köklü bir zihniyet değişikliğini ve dönüşümünü gerektirmektedir, yeni bir iklimi gerektirmektedir.

Değerli milletvekilleri, bu yüce Meclis, hükûmetlerimiz döneminde büyük fedakârlık ve kararlılık içinde çalışmış, başta Anayasa olmak üzere ilgili yasalarda demokratikleşme ve insan haklarının geliştirilmesi alanında önemli değişiklikler yapmıştır. Türkiye'nin son yedi yılda her alanda ne kadar büyük bir dönüşüm geçirdiğini anlamak için yapılanların bazılarını burada hatırlatmakta fayda görüyorum. Kısa bir ufuk turuyla bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

İktidara gelir gelmez insan haklarına saygının ve demokratikleşmenin bir göstergesi olarak olağanüstü hâl uygulamasına son verdik. İlk icraatlarımızdan biridir. Olağanüstü yönetimler, terörle mücadelenin gerektirdiği bir durum olarak savunulabilir ancak olağanüstü yönetimin doğası gereği geçici olması gerekirken ülkemizde nasıl süreklileştiğini hepimiz biliyoruz. Özellikle 90’lı yıllarda ülkemiz faili meçhullerle, yargısız infazlarla ve işkencelerle anılan bir ülke hâline gelmişti. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği yüzlerce ihlal kararıyla ülkemizin uluslararası camiada ne kadar zor duruma düştüğü herkes tarafından bilinmektedir. Türkiye’yi âdeta olağan hâle gelen olağanüstü hâlden Hükûmetimiz kurtarmıştır.

Aynı şekilde normalleşme politikamızın bir parçası olarak olağanüstü dönemleri çağrıştıran ve yargı bağımsızlığı noktasında sürekli tartışma konusu olan devlet güvenlik mahkemeleri hukuk sistemimizden çıkartılmıştır.

İkiz sözleşmeler olarak bilinen Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ile Sosyal ve Ekonomik Haklar Sözleşmesi, Hükûmetimiz döneminde bu yüce Meclis tarafından onaylanarak ülkemiz açısından bağlayıcı hâle gelmiştir.

Aynı şekilde 2004 yılında yaptığımız Anayasa değişikliğiyle temel haklara ilişkin uluslararası anlaşmaları iç hukuk sistemimizde üstün bir konuma taşıdık. Bu değişiklik, bizim uluslararası insan hakları mekanizmalarına olan bağlılığımızın, dolayısıyla insan hakları odaklı siyaset anlayışımızın somut bir tezahürüdür.

Yine normalleşme sürecinde, düşünce ve ifade özgürlüğünün genişletilmesi ve terörle mücadele alanındaki aksaklıkların giderilmesi amacıyla Terörle Mücadele Kanunu’nda önemli değişiklikler yapılmıştır. Bu değişiklikle terör yeniden tanımlanmış ve terör suçları yeni Türk Ceza Kanunu’na göre yeniden sayılmıştır.

Vatandaşlarımızın günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerin öğrenilmesi için özel kurslar açılabilmesi imkânı sağlanmıştır. Bu açılımın devamı olarak, vatandaşlarımızca günlük yaşamda geleneksel olarak kullanılan farklı dil ve lehçelerde yayın yapılması yasal güvenceye kavuşturulmuştur. Bu konuda gerekli adımlar atılarak TRT 6 yayın hayatına başlamıştır.

Değerli milletvekilleri, “işkenceye sıfır tolerans” politikası çerçevesinde yaptığımız yasal değişikliklerle işkence ve kötü muamele suçunun tanımı genişletilmiş, cezaları artırılmış, bu cezaların tecili ve paraya çevrilmesi önlenmiştir. Bugün Türkiye artık faili meçhullerle, yargısız infazlarla, işkence ve kötü muamelelerle anılmayan bir ülke hâline geldiyse bunda AK PARTİ hükûmetlerinin kararlı ve ısrarlı mücadelesi belirleyici olmuştur.

İnsana saygı esasına dayanan, özgürlükçü karakteri ön planda bir ceza hukuku düzeni kurulması amacıyla Türk Ceza Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu, Kabahatler Kanunu, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ve Denetimli Serbestlik Kanunu bu dönemde çıkarılmıştır.

Bilindiği gibi demokratik bir yönetimin hayata geçirilmesi için sivil toplumun güçlenmesi ve örgütlenme özgürlüğünün sağlanması çok önemlidir. Bu amaçla 5253 sayılı Dernekler Kanunu yürürlüğe konulmuş ve bu suretle dernek kurma hakkına getirilen kısıtlamalar kaldırılarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uygun olarak örgütlenme özgürlüğü sağlanmıştır.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanımının daha demokratik hâle, temele dayandırılması amacıyla 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nda gerekli değişiklikler bu dönemde yapılmıştır.

Açık, şeffaf ve hesap veren yönetim anlayışının gereği olarak ilk defa ülkemizde 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu çıkarılmıştır.

Demokratikleşmenin ve yerelleşmenin bir gereği olarak belediyeler ve il özel idareleri Anayasa’mızda belirtilen yerinden yönetim ilkesi çerçevesinde yeniden ele alınmış ve bu çerçevede önemli yasal değişiklikler… Belediyelerle ilgili mevzuat, il özel idaresiyle ilgili mevzuat tamamen değiştirilmiştir.

Değerli milletvekilleri, hükûmetlerimiz döneminde insan haklarının çağdaş, demokratik çerçevede geliştirilmesi ve bu alandaki ihlallerin önlenmesi amacıyla mevzuat alanında yapılanlar yanında kurumsal yapılanma ve zihniyet dönüşümü alanlarında da reform niteliğinde önemli çalışmalar yapılmıştır ve yapılmaya devam edilmektedir.

Bir yandan demokratikleşme ve insan hakları alanlarında bu adımlar atılırken, öte yandan sosyoekonomik yaraları sarmak ve altyapı sorunlarını gidermek için de önemli çalışmalar yaptık ve yapmaya devam ediyoruz.

Diğer yandan, bölgelerimiz arasında ekonomik kalkınma ve sosyal gelişme farklarını ortadan kaldıracak, geri kalmışlığın getirdiği işsizlik ve göç gibi sorunlarda rahatlama sağlayacak projelere bilhassa ağırlık veriyoruz. Örneğin, Konya Ovası Projesi’yle birlikte Doğu Anadolu Projesi ve Güneydoğu Anadolu Projesi 2013 yılında bitirilmiş olacaktır. Eylem Planı da bunu öngörmektedir ve biz de kararlıyız.

Eğitim ve sağlık alanındaki hizmetlerin kalitesini ve standardını yükseltmek için önemli yatırımlar yaptık ve yapmaya devam ediyoruz. Ekonomik gelişmenin teşvik edilmesine ve istihdamın artırılmasına yönelik tedbirler aldık ve devam ediyoruz.

Halkımıza birinci elden hizmet götüren il özel idarelerimizi ve belediyelerimizi, başta gelir kaynakları olmak üzere her konuda, siyasi parti ayrımı yapmaksızın destekledik. Ayrıca KÖYDES ve BELDES projeleri çerçevesinde önemli yatırımlar yapılmıştır. Sadece 2005-2009 yılları arasında bu projeye 5,8 milyar TL ayrılmıştır.

AK PARTİ hükûmetleri döneminde terörden zarar gören vatandaşlarımızın bu zararlarının hızlı, etkin ve adil bir şekilde karşılanması amacıyla özel bir kanun çıkarılmış ve etkin bir şekilde uygulanmıştır. Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun uyarınca, bugüne kadar zarar tutarı olarak vatandaşlarımıza 1 milyar TL’nin üzerinde tazminat ödenmiştir.

Değerli milletvekilleri, şehit ve gazilerimizin bu vatan için yaptıkları büyük fedakârlığı biz çok iyi biliriz. Şehit ailelerinin, ve gazilerimizin tüm meseleleriyle yakından ilgilendik, ilgileniyoruz. Bu bağlamda şehit yakınlarına ve gazilerimize kamu kurumlarında ve özel sektörde istihdam imkânı sağlanmıştır ve bunu hassasiyetle Bakanlık olarak biz takip ediyoruz. Bu çerçevede bugüne kadar yaklaşık 10 bin kişi istihdam edilmiştir. Ayrıca diğer mali konuların tamamında daha iyi şartlar, daha iyi düzenlemeler getirilmiştir.

Ayrıca, başta güvenlik olmak üzere çeşitli nedenlerle köylerinden ayrılan ailelerden geri dönmek isteyenlerin iskân edilmeleri amacıyla başlayan Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesi on dört ilimizde yürütülmektedir.

AK PARTİ iktidarları döneminde alınan ve bir kısmını yukarıda ifade ettiğim bu tedbirler sayesinde terör örgütünün ve bu sektörden beslenenlerin istismar ettiği unsurlar ellerinden bir bir alınmakta ve vatandaşlarımıza ciddi şekilde sahip çıkılmaktadır.

Değerli milletvekilleri, biz terörle mücadele ve demokratikleşme çerçevesinde attığımız bu başarılı adımları kesinlikle yeterli görmüyoruz. Bundan sonraki dönemde de milletimizin hak ettiği demokrasi ve insan hakları standartlarını yakalamaya yönelik kısa, orta ve uzun vadeli tedbirleri almaya devam edeceğiz.

Bu tedbirlerin ülkenin belli bir bölgesini veya kesimini değil, tamamını rahatlatmaya dönük olduğunu hep söyledik. Zira, biz demokratikleşmenin toplumun bütün kesimlerini kapsadığı zaman başarılı olacağına inanıyoruz. Bu nedenle demokratik açılımın sloganı “Herkes için daha fazla özgürlük”tür. Biz herkes için daha fazla hak, daha fazla özgürlük ve daha fazla demokrasi diyoruz. Bu, Türkiye’yi zayıflatmaz, tersine güçlendirir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Hangi gerekçeyle olursa olsun temel hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkesi korumak demokratik hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin vazifesidir. Hükûmetimiz bu anayasal yükümlülüğün bilinciyle mevcut insan hakları mekanizmalarını daha etkin hâle getirmiştir, buna ilaveten ulusal ve uluslararası düzlemde yeni koruma mekanizmaları oluşturma çabası içindedir.

Değerli milletvekilleri, açılım sürecinde kısa vadeli adımlar genellikle yasal düzenleme gerektirmeyen, idari tedbirler ve yönetmelik değişikliğiyle gerçekleşebilecek çalışmalardan oluşmaktadır. Esasen, bu çalışmaların bir yandan yürümekte olduğunu, açılım sürecinde oluşan yeni iklimin kurumlara yansımasıyla birlikte, yeni adımların atıldığını hep birlikte görüyoruz. Bu çalışmaların devletin farklı kurumları tarafından, büyük bir anlayış ve sorumluluk duygusuyla devam ettirildiğini burada belirtmek isterim. Örneğin geçen hafta, on sekiz yaş altındaki tüm çocukların çocuk mahkemelerinde yargılanmasını sağlamaya yönelik kanun tasarısı Meclise sunulmuştur. Bu, bizim kısa vadeli tedbirlerimizden birisidir.

Söz gelimi, daha geçen hafta, cezaevlerinde tutuklu ve hükümlülerin yakınlarıyla ana dillerinde görüşmesine imkân sağlayan yönetmelik yürürlüğe girmiştir.

Vatandaşlarımızın kullandığı farklı dil ve lehçelerle ilgili üniversitelerimizde akademik araştırma yapılması, enstitü kurulması ve seçmeli ders konması gibi uygulamalar bu sürecin önemli yansımalarındandır.

Aynı şekilde Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun özel televizyon ve radyo kuruluşlarının da farklı dil ve lehçelerde yirmi dört saat yayın yapmasına imkân verecek kararı da burada zikredilmeye değer bir gelişmedir. Bu yönetmelik de bugün Resmî Gazete’de –bildiğiniz gibi- yayınlanmıştır.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaşayan vatandaşlarımızın günlük yaşamlarını kolaylaştırmayı amaçlayan yol kontrollerinin azaltılması ve yayla yasaklarının kaldırılması gibi idari tedbirler üzerinde yoğun şekilde çalışılmaktadır. Bunların büyük kısmı zaten Bakanlığımız görev alanı içindedir. Bu saydığım hususlar ve bunlara benzer diğer birçok günlük hayatı kolaylaştıracak unsur üzerinde çalışmalarımız sürmektedir.

Diğer yandan, toplumsal ve dinî hizmetler dâhil, vatandaşlarımızın sosyal yaşamlarında farklı dil ve lehçeleri kullanmalarının önündeki engeller de kaldırılacaktır.

Değerli milletvekilleri, demokratik açılımın orta vadeli tedbirleri genellikle yasal değişiklik gerektiren çalışmalardır. Burada değineceğim hususlar hiçbir ayrım yapılmadan bütün vatandaşlarımızın hukuk önünde eşit olduğu ve hakkını arayabildiği mekanizmaların kurulmasını, mevcut mekanizmaların güçlendirilmesini amaçlamaktadır. Yegane gayemiz, vatandaşlarımızın onurlu, vakur, güvenlik içinde ve özgürce yaşamasını sağlamaktır. Bu bağlamda, ilk olarak oluşturmayı planladığımız insan haklarını korumaya yönelik yeni denetim mekanizmalarından bahsetmek istiyorum.

Bilindiği gibi, Anayasa’mızın 10’uncu maddesi her türlü ayrımcılığı yasaklamaktadır. Bu hükmün uygulamasını izleyecek bağımsız bir mekanizmanın oluşturulması insan hakları standardımızın yükselmesine ciddi katkılar sağlayacaktır.

Değerli milletvekilleri, bu nedenle birçok demokratik ülkede mevcut olan bağımsız bir “Ayrımcılıkla Mücadele Komisyonu” ülkemizde de kurulacaktır. Komisyon, özel ve kamu sektörüne yönelik her türlü ayrımcılık şikâyetini ele alarak etkili bir denetim gerçekleştirecektir. Konuyla ilgili kanun tasarısı yakında yüce Meclise gönderilecektir. Bunu ülkemizde demokratik bilincin kılcal damarlara kadar işlemesinde, yerleşmesinde, derinleşmesinde önemli bir mekanizma olarak görüyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Aynı şekilde, Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığını bağımsız ve sivil bir “İnsan Hakları Kurumu” na dönüştürmeye yönelik çalışmalar tamamlanmak üzeredir. Kurumun yapısı ve yetkileri, ulusal insan hakları mekanizmalarının tabi olması gereken evrensel esasları belirten Paris Prensipleri ışığında düzenlenmektedir. Bu yeni kurum da ayrımcılıkla mücadele komisyonu gibi insan hakları ihlallerini etkili bir şekilde denetleme işlevi görecektir. İnsan hakları kurumuna ilişkin kanun tasarısı da hemen kısa sürede Meclisimize sunulacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; işkence ve kötü muamele karşısında kararlı duruşumuzun son örneklerinden biri de İşkenceye Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin ihtiyari protokolünün onaylanmasına dair kanun tasarısıdır. Bu protokolün onaylanmasıyla birlikte işkence ve kötü muameleyle mücadelenin uluslararası denetim boyutu daha da pekişmiş olacaktır. Hemen hatırlatayım ki, ihtiyari protokolün onaylanmasını takiben en geç bir yıl içinde ulusal önleme mekanizması kurulacaktır ve bu halkanın dördüncü önemli unsuru, başta insan hakları ihlalleri konusu olmak üzere, kolluk hakkındaki şikâyetlerin incelenmesi, izlenmesi ve sonuçlandırılmasını sağlamaya yönelik bir mekanizma oluşturma çalışması Bakanlığımızda devam etmektedir. Kurulması düşünülen bağımsız kolluk şikâyet mekanizması, bir yandan işkence ve kötü muamelenin önlenmesine, diğer yandan da güvenlik güçlerimizin haksız yere yıpratılmasının engellenmesine hizmet edecektir.

Saydığım bu dört husus yeni mevzuatımıza ve uygulamamıza girecek, demokratik sistemimizin içine girecek çok önemli hususlardır.

Değerli milletvekilleri, bugüne kadar çeşitli sebeplerle isimleri değiştirilen yerleşim birimlerine, yerel talep hâlinde, mevzuat hükümlerine uygun olarak eski isimlerinin verilebilmesine imkân sağlanacaktır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Diğer yandan siyasi partiler hukukunun alanını genişletmeyi, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün bir gereği olan siyasi propaganda hakkının önündeki bazı yasal engellerin kaldırılması gerektiğini düşünüyoruz. Söz gelimi siyasi partilerin seçim çalışmalarında, vatandaşlarımızın kullandıkları farklı dil ve lehçelerde de onlara seslenebilme imkânı verecek gerekli çalışmalar bunlardandır.

Değerli milletvekilleri, yapılacak değişiklikler ve kurulacak mekanizmalar, etnik kökeni, inancı, cinsiyeti veya siyasi tercihleri ne olursa olsun ülkemiz sınırları içinde yaşayan tüm vatandaşlarımızın temel hak ve özgürlüklerini korumayı ve genişletmeyi amaçlamaktadır. Biz, bu adımlarla, herkes için daha fazla hak, daha fazla özgürlük ve daha fazla demokrasi diyoruz. Ayrıca, belirtmek gerekir ki bu tür değişiklikler, iç hukukumuzu, tarafı olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’yle uyumlu hâle getirmek için de gereklidir.

Değerli milletvekilleri, bir kez daha vurgulamalıyım ki bunlar demokratik açılım kapsamında aldığımız ve almakta olduğumuz tedbirlerin sadece bir kısmıdır. Burada kesinlikle nihai bir liste söz konusu değildir, zaten bu alanda olamaz da. Çünkü, biz demokratik açılımı ucu kapalı bir paket değil dinamik bir süreç olarak görmekteyiz. Bütün ülkeler ve bütün toplumlar için bu böyledir. Süreç içerisinde ortaya çıkabilecek ihtiyaçlar ve değerlendirmeler ışığında gereken her türlü adım tekrar değerlendirilir, 2002 yılından -hükûmetlerimiz döneminde- bugüne kadar olduğu gibi.

Bütün bunların ötesinde, Türkiye’de demokrasinin standartlarını gerçek manada yükseltecek olan şey demokratik ve sivil bir anayasadır. Mevcut Anayasa her açıdan toplumumuzun gerisinde kalmıştır. Bu Anayasa’nın gelişen Türkiye'nin ve Türk milletinin 21’inci yüzyıldaki ihtiyaçlarını karşılayamayacağı açıktır. Milletimiz bu Anayasa’yı hak etmemektedir. Bu nedenle, mümkün olan en geniş toplumsal katılım ve mutabakatla çoğulcu ve özgürlükçü bir anayasanın hazırlanması gerekmektedir. O zaman, Türkiye daha bir büyüyecektir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Biz, bu değişiklikleri hedeflerken Anayasa’nın değiştirilmesi teklif edilemez olan ilk üç maddesinin hiçbir şekilde değiştirilemeyeceğini defalarca açıkladık. Burada bir kez daha belirtmek isterim ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel nitelikleri, devletin üniter yapısı, bayrağı, millî marşı ve resmî dili bu tartışmaların dışındadır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, sözlerimi bitirirken, yüce Türk milleti ve onun siz değerli temsilcileri huzurunda bir kez daha ifade ediyorum ve bütün gönlümle, bütün yüreğimle ifade ediyorum: Demokratik açılım üniter yapımıza, millî birliğimize asla zarar veren değil bunları pekiştiren bir çalışmadır ve öyle olacaktır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Demokratik açılım, bir millî birlik ve kardeşlik projesidir. Birileri sürekli milletimizi… (CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Lütfen sayın milletvekilleri…

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Sürekli milletimizi değişik faktörleri kullanarak bölmeye, parçalamaya, aralarındaki ihtilafları artırmaya, birbirine husumet ve kin besletmeye hep çalışmıştır ve bu konuda bir sürü unsurları kullanmışlardır.

BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Siz yapıyorsunuz siz. İşte onu yapıyorsunuz.

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Biz bu fitne unsurlarını almak, önlemek, bu alanı temizlemek istiyoruz.

BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Fitne sizde, fitne!

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Milletimizin önünde bu fitne unsurları kalmasın ve milletimiz birbirine bizim geleneksel medeniyet değerlerimizin o yapıştırıcı tutkallarıyla ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı onurlu temsilciliğiyle, üyeliğiyle bağlarını daha bir artırsın, kardeşliğini artırsın. Bizim dileğimiz budur.

Bunun ötesinde, AK PARTİ’nin yedi yıldır yaptığı bu ülkede, AK PARTİ hükûmetlerinin, bellidir.

BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Yıkım, yıkım.

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Biz hep daha fazla refah, Türkiye’nin daha fazla büyümesi, uluslararası alanda Türkiye’nin daha güçlenmesi ve hepimizin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak daha bir alnımız ak, başımız dik her yerde gezelim için çalıştık ve bugün bu yönde çok mesafe aldık hamdolsun.

Ben yüce Meclise son sözler olarak şunları arz etmek istiyorum: Yüce Meclis, salı günü de belirttiğimiz gibi, bütün Türkiye’nin meselelerinin konuşulduğu, olgunlaştırıldığı, karar verildiği bir kutlu çatıdır ve bu konuyla ilgili yola çıktığımız günden beri Hükûmet olarak hep bu çatıya işaret ettik. Bu konular gelinir orada görüşülür. Nihayet de orada görüşülüyor ve biz de işte, bugün huzurlarınızda bu bilgileri arz etmiş oluyoruz. Başbakanımız daha geniş şekilde hitap edecekler Hükûmetimiz adına ama tekrar, bu vesileyle, verilebilecek her katkının bizim için önemli olduğunu… Gelin, hep beraber bir şefkat dilini, bir kardeşlik dilini bu Meclis olarak Türkiye’ye sunalım, vatandaşlarımıza sunalım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bizim beklediğimiz budur. Muhalefetin vereceği her katkı bizim için önemlidir.

Bu dileklerle, bu duygularla hepinizi tekrar saygılarla selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Atalay, teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, şimdi gruplar adına, genel görüşme önergesi üzerinde konuşmalara başlıyoruz.

İlk söz, Demokratik Toplum Partisi Genel Başkanı ve Mardin Milletvekili Sayın Ahmet Türk’e aittir.

Sayın Türk, buyurun. (DTP sıralarından ayakta alkışlar)

DTP GRUBU ADINA AHMET TÜRK (Mardin) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; ülkemizi doğrudan ilgilendiren, etkileyen ve etkileyecek olan, son derece ciddi, bölgesel ve küresel gelişmelerin yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Böylesi bir dönemde, ismi konulmamış olsa da Kürt sorunu gibi temel bir sorunu Meclis çatısı altında tartışmayı önemli buluyoruz. Bu tarihî oturumda partimizin görüşlerini sizlerle paylaşmaya başlamadan önce yüce heyetinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, hiç şüphesiz ki bugün cumhuriyet tarihinin en önemli, en sancılı, en fazla acılara ve kayıplara yol açan, bu nedenle en dramatik konusunu ve elbette ki en büyük sorununu yani Kürt sorununu konuşuyoruz. Demokratik Toplum Partisi olarak soruna nereden ve nasıl baktığımızı, çözüm konusundaki düşüncelerimizi sizlerle ve değerli kamuoyuyla paylaşmak istiyorum.

Kürt sorununun ortaya çıkması, büyümesi, derinleşmesi ve sonuçta çözümsüz bir hâl alması devletin hatalarıyla doğrudan bağlantılıdır. Sorunun bu hâle gelmesi elbette ki uluslararası sistemden ve güç dengelerinden de bağımsız ele alınamaz. Kapitalizmin son otuz yıldaki küreselleşme çabalarının önemli ölçüde başarıya ulaştığını da, aslında emperyalizmin en vahşi hâlini ifade eden yeni dünya düzenini de göz ardı edemeyiz. Neopolitikalar nedeniyle artık ekonomik alandan kültürel alana, inançlarımızdan ahlak anlayışımıza, toplumsal değerlerimizden doğaya kadar hayatımızın her alanı tehdit altındadır. Modern dünya sisteminin bu evresi hiçbir ahlaki değeri tanımıyor, binlerce yıllık insanlık değerlerini ve birikimlerini bir bir yok ediyor; toplumsal ilişkiler değer yargılarından arındırılıyor, bireyi ve toplumu teslim almaya çalışıyor ve bütün bunlar daha fazla kazanç, daha fazla kâr etme uğruna yapılıyor.

Bu sistemin ülkemizi temelden etkilediğini görmeden hiçbir temel sorunumuzu bilince çıkaramayız. Özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra âdeta akıl tutulması yaşayan dünya sisteminin her şeye güvenlik eksenli bakan yaklaşımları, ülkemizdeki iktidarları ve devlet zihniyetini de derinden etkilemiştir.

Saygıdeğer milletvekilleri, bugün “Kürt sorunu” olarak tanımladığımız sorunun bu uluslararası gelişmelerden bağımsız ele alınması mümkün değildir. Hiç şüphesiz ki Türkiye'nin kendi içinde ve iç dinamikleriyle çözmesi gereken bir sorundur. Ancak bu durum, konuyu dış dünyadan yalıtarak ele alma lüksüne ya da hatasına düşmememiz gerekir. Buradaki en ince nokta, hangi yaklaşımın bu uluslararası sisteme hizmet ettiği hususudur. Yani farklılıkları inkâr ederek veya Kürt sorununu inkâr ederek mi bu sisteme hizmet etmiş olursunuz yoksa ülkeye demokrasiyi hâkim kılıp vatandaşların demokratik haklarını güvence altına alarak mı onurlu ve özgür bir duruşu sergileriz? Bize göre, farklılıkların inkârı ve demokrasi yoksunluğu, ülkeyi uluslararası sistemin sömürüsüne ve istismarına açık hâle getirecektir. Bu, temel bir paradigma farkıdır. Yıllardır emperyalizme karşı mücadele ettiğini sananların birçoğu bile, Kürt sorunundaki yaklaşım hataları nedeniyle, bunların değirmenlerine su taşıdığını fark etmedi. Bazıları da “ülkenin birliğini ve bütünlüğünü koruma” adı altında yapılan hataların Türkiye’yi adım adım bunlara teslim ettiğini göremedi. Kürt sorunu ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan savaş gerçeğinin nerelerden beslendiği konusunda sürekli yanlış değerlendirmeler yapıldı. Bu yanlışlar toplumun önemli bir kesimine de benimsetildi ve sonuçta kamuoyu yanıltılarak “terörle mücadele” adı altında derin acılara yol açan örtülü bir savaş yürütüldü. Bu çatışma dönemlerinde bölgede yaşanan insan hakları ihlallerinin Türkiye'nin tamamında ve dünya kamuoyunda duyulmaması için özel gayretler gösterildi. Yaşanan faili meçhul cinayetler, işkenceler, infazlar, gözaltında kayıplar, köy yakma ve boşaltmalar, haksız gözaltı ve tutuklamalar ve daha niceleri, sıkıyönetim ve olağanüstü hâl hukuku gerekçe gösterilerek gizlenmeye çalışıldı. Bunları yazan gazeteciler, aydınlar öldürüldü, tutuklandı, gazete binaları bombalandı. Milletvekilimiz gözlerimizin önünde kontrgerilla tarafından öldürüldü, iş adamları bir bir kaçırılıp infaz edildi. Bu cinayeti işleyenler elini kolunu sallayarak dolaştı. Bütün amaç, psikolojik savaş çerçevesinde, orada yaşananların Fırat’ın doğusunda kalmasını sağlamaya yönelikti.

Bugün geldiğimiz aşamada görüyoruz ki bugün bu konuda kısmen başarılı olunmuştur. Yani bir dönem bölgede yaşanan gerçeklerden yurttaşlarımızın önemli bir kısmının hâlen bilgisi yoktur. Fakat bölgede yaşayanlar bunun hem canlı tanığı hem de mağdurlarıdır. Bu durum, Türkiye'nin doğusu ve batısı arasında inanılmaz bir duygu ve algı farklılığını yaratmıştır. Bunu gidermenin tek yolu da Kürt sorunundaki tarihî ve güncel gerçeklerin bütün kamuoyuna açıklanmamasından kaynaklanmaktadır. Resmî tarihe dur denilerek halkın gerçek tarihinin açığa çıkarılması büyük bir zorunluluktur artık. Bu şekilde, kamuoyunun konu hakkındaki bilgi eksikliği giderilmiş olacaktır. Bu yeni bilinç hem kucaklaşmayı kolaylaştıracak hem de çözümün barış, demokrasi ve kardeşlik temelinde inşasının teminatı olacaktır. Geçmiş dönemlerde de hükûmetler bazı hataların yapıldığını kabul ettiler fakat bu hataların neler olduğunu, nereden kaynaklandığını bir türlü gündeme getirmediler.

Değerli milletvekilleri, Orta Doğu’nun en eski kavimlerinden biri olan ve Türklerin Anadolu’ya geldiği günden bu yana ilişki kurup ittifaklar geliştirdiği Kürt halkı bir anda tarih sahnesinden çıkarıldı, bir oldubittiyle bu halkın yok sayılabileceği düşünüldü. Özel tedbirler ve politikalar ile asimilasyoncu yaklaşım hayata geçirildi. Bütün bunlar tek etnik kimliğe dayalı ulus yaratma projesinin parçaları olarak tasarlandı ancak bunun başarılı olmaması hâlinde yol açabileceği tehlikeler görülmedi. Sonuçta bu proje tutmadı ve maalesef ki sonuçları günümüze kadar büyük acılar yaratan bir soruna dönüştü. Devletin bu politikaları hayata geçirmede ısrarı ve kullandığı baskıcı şiddet yöntemleri isyanları doğurdu. Bu defa devlet bu isyanları bastırmak için en şiddetli yollara başvurdu. Şeyh Said isyanı, Ağrı ve Dersim olayları da doğru okunamadı. Bozulan düzeni yeniden tesis etme adına akıl almaz baskılar, katliamlar uygulandı. Peki sorun çözüldü mü? Size bir iki örnek vermeden geçemeyeceğim.

Dönemin erkânıharbiye kurumunun hükûmete sunduğu raporda “Dersimli okşamakla kazanılmaz. Silahlı kuvvetin müdahalesi Dersimliyi daha da çok etkileyecektir, ıslahını beraberinde getirecektir.” demiş.

Munzur suyunun nasıl kızıla boyandığı resmî tarihçiler tarafından yazılmamış olsa da halk tarafından kuşaktan kuşağa aktarılan gerçekler sayesinde bugün hâlen tartışılıyor, konuşuluyor.

Düzenin niye bozulduğunun üstünde durulmadı, araştırılmadı. O dönemlerde yaşananların üstü örtüldüğü yetmezmiş gibi, bugün bile aynı zihniyetin temsilcileri çıkıp bu yöntemleri bir daha uygulamaktan söz etme cesaretini gösterebiliyorlar. (DTP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar) O dönemin sorumlu siyasetçilerini nasıl etkisiz hâle getirdilerse şimdi de bu mantığı aynen devam ettirmek isteyenler olduğunu çok iyi görüyoruz.

Şunun açıkça bilinmesi gerekir ki bir daha böylesi hiçbir zihniyetin toplumumuza benzer acıları yaşatmaya gücü yetmeyecektir. (DTP sıralarından alkışlar) Katliamcı politikaları Hükûmete açıkça bir çözüm yöntemi olarak önerenler bunun hesabını halkımıza verecektir. Bundan emin olmanızı istiyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, o dönemlerde sorunların üstüne şiddetle gidildi. Tepkilerin nedenleri doğru analiz edilmedi. Demokratikleşme hamleleriyle yaklaşılmadı. Bunlar yapılmış olsaydı bugün 40 bin ölüden, binlerce faili meçhul cinayetten bahsetmeyecektik. Boşaltılmış 3 bin köyden, göçe zorlanan milyonlardan, yitip giden yüzlerce milyar dolardan söz etmeyecektik. Taş attığı için hapislere tıkılan yüzlerce çocuğun dramıyla yüz yüze kalmayacaktık.

İşte tam bu noktada PKK’nin bir sonuç olduğunu ifade etmek istiyorum. Devletin ve hükûmetlerin siyasal hataları neticesinde ortaya çıkmış bir sonuçtur. Ancak devlet bu sonucu ortadan kaldırmayı bir çözüm politikası olarak benimsediği için sorunun nedenleri hiçbir zaman ele alınamamıştır. Bize göre temel yanılgı ve yaklaşımlar bundan kaynaklanmaktadır.

Kimi çevreler ise aslında Kürtlerin herhangi bir sorununun olmadığını, bu talepleri dış güçlerin ürettiğini, herkesin eşit yurttaş olarak bu ülkede yaşadığını savunarak sorunu görmemeyi tercih etmiştir.

Değerli milletvekilleri, bu ülkede, Kürtlerin eşit yurttaş olduğunu ve hiçbir sorunlarının bulunmadığını ileri sürenler, bin yıllık kardeşlikten dem vuranlar için de bir iki örnek vermek istiyorum. Bu kardeşlik nasıl yürüdü, görelim.

Tarih 21 Eylül 1930. Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt şöyle söylüyor: “Türk, bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır: Hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsin.” diyor.

Yine, 1935’te, İsmet İnönü’nün Şark Raporu’nda, Kürtlerin nasıl asimile edileceğini, yerlerinden yurtlarından nasıl göç etmek zorunda kalacaklarını, nüfus ve iskân planlarını ayrıntılı bir şekilde dile getiriyor.

Bunların hepsi devlet politikası olarak harfiyen yerine getirilmiştir.

Başka bir örnek daha: 1960 askerî darbesini yapan –ki bir ilerici olarak görenlere ve anlatanlara söylüyorum özellikle- Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, darbe sonrası çıktığı yurt gezilerinde “Kim ki size ‘siz Kürtsünüz’ derse yüzüne tükürün.” diyerek Kürtleri aşağılamıştır.

Geliyoruz 1994 yılına. Anayasa ve Adalet Karma Komisyonu Başkanı, aynı zamanda eski Dışişleri Bakanı ve Büyükelçi Coşkun Kırca, DEP’lilerin dokunulmazlığı kaldırılırken aynı mantığı dile getirdi ve Mahmut Esat Bozkurt’un sözlerini tekrarladıktan sonra, “Bu ülkede Türk olmayanların yalnızca susma hakkı vardır.” dedi.

İşte, bazıları kardeşlik edebiyatını bu şekilde yaptı. Bir zihniyetin anlaşılması için bu örnekleri vermek zorunda kaldım.

Değerli milletvekilleri, eğer eşit yurttaş olduğumuzu, hiçbir sorunumuzun olmadığını iddia ediyorsanız, lütfen, biraz empati yapın. Bir an düşünün, birileri çıksa ve “Yeryüzünde Türkçe diye bir dil yoktur.” dese ve tek kelime Kürtçe bilmeyen sizin çocuğunuza zorla Kürtçe eğitim yaptırsa kendinizi eşit yurttaş olarak hissedebilir misiniz bu ülkede? Bu haksızlığa karşı çıkmazsanız insanlık onurunuzu koruyabilir misiniz? Eminim bunun düşüncesi bile bazılarınızın tüylerini diken diken ediyordur. İnsanın kendi ülkesinde, kendi ana vatanında, kendi devleti tarafından dilinin inkâr edilmesi, yasaklanması, yok sayılması nasıl bir travma yaratır, bunu anlayabilir misiniz? İşte, düşüncesi bile sizin tüylerinizi diken diken eden bu trajediyi biz yıllardır yaşıyoruz. Hiç değilse onurumuzu korumak için bu politikalara karşı çıkıyoruz. (DTP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, Türk halkının bir tarihi, bir kültürü, medeniyeti olduğu inkâr edilmeyen bir gerçektir. Şüphesiz ki bu tarihine, kültürüne sahip çıkması da, onur duyması da en temel hakkıdır. Ancak, aynı şekilde, Kürtlerin de bir tarihinin, kültürünün, edebiyatının ve sanatının olduğu da inkâr edilmez bir gerçektir. Kültürlerin tümünün yan yana, barış içinde, birbirine saygı temelinde yaklaşması bir erdem örneği olur. Kaldı ki bu örnekler tarihimizde vardır. Görkemli uygarlıklar bu şekilde ortaya çıkmıştır. Türk’üyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla, Çerkez’iyle, Alevi’si, Sünni’siyle binlerce çiçekli bahçeyi kurutup tek çiçeğe dönüştürmeyi savunmanın hiçbir makul gerekçesi olamaz. Bu nedenle bir kez daha ifade ediyorum: Bu mesele bir Türk-Kürt meselesi değildir, Türk halkına karşı bir tutum da değildir, asimilasyon politikalarına karşı bir tutumdur. Bunun doğru anlaşılması gerekir.

İnkâr edilmiş, yok sayılmış bir dili ve kültürü savunmayı da etnik milliyetçilik olarak tanımlayanları ve bunu söyleyenleri de halkın vicdanına bırakıyoruz. Ortada resmî olarak kabul edilmiş bir etnik kimlik bile yokken “Bu kimlik vardır.” demenin neresi milliyetçiliktir, neresi ırkçılıktır? Asıl etnik milliyetçiler, vatandaşlarına tek etnik kimliği dayatanlardır, iğneyi kendine batırmayıp da çuvaldızı bize batıranlardır. “Kürt diye bir halk yoktur. Bunlar dağlarda karda yürürken çıkardıkları kart kurt sesleri nedeniyle ‘Kürt’ olarak adlandırılan dağ Türkleridir.” çarpıtması bile üniversitelerde tez olarak okutuldu. Bugün bile bir tek devlet yetkilisi çıkıp da geçmişte yapılmış bu hatalardan dolayı bütün vatandaşlardan özür dileme erdemini gösterememiştir.

Peki, bunca hata, inkâr, baskı, sindirme girişimi, işkence, cezaevleri, operasyonlar sorunun çözümüne en küçük bir katkı sundu mu? Sorunun giderek büyümesine ve içinden çıkılmaz bir hâle gelmesine neden olan bu uygulamalar değil midir? Bu yanlış politikalar kim adına, kimden alınmış yetkilerle uygulandı? Kimse bunun hesabını sorabildi mi? Bölge halkı gördüğü zulmü şikâyet edecek bir tek savcı, bir hâkim, bir vali, bir kaymakam bile bulamadı. Çünkü ya hepsi bir çarkın zorunlu parçasıydı ya da korkudan susmak zorunda kaldılar. Vicdanen zorlanıp bu politikalara karşı çıkanlar da sürgün edildiler. Bu kirli politikaların devlet içinde devletçikler oluşturduğunu belki birileriniz yeni fark ediyordur ancak biz yirmi yıldır bunu söylüyoruz. Hatta ilginçtir, o dönemlerde “Derin devlet.” demek bile suçtu ve bu kavram nedeniyle yargılandığımız dosyalar oldu. Susurluk, Şemdinli, Ergenekon ortaya çıkmadan önce biz bunların namlularını ensemizde hissederek yaşamaya gayret gösterdik.

Değerli arkadaşlar, şimdi bütün bu mağduriyetleri ifade etmeye neden gerek duydum? Şunun içindir: Yıllardır devletin arkasında kamu gücü ve medya desteğiyle gerçekler çarpıtıldı, Türkiye kamuoyuna çarpıtılarak aktarıldı. Bu nedenle, Kürt sorununun ortaya çıkışı ile sonrasında yaşanan gelişmelerin ve acıların da karşılıklı olduğu anlaşılmadı. Benim bu yaşananları kısaca özetlememin nedeni, hiç şüphesiz ki asla acıları kaşımak ya da yarıştırmak değildir. Bölge halkının barış sevincinin bile anlaşılmamış olmasının, ısrarla şov gibi, zafer havası gibi gösterilmesinin nedeni de işte bu algı farklılığından kaynaklanmaktadır. Bölge halkının barış ve demokrasiyi ne kadar büyük bir hasretle sahipleneceğini görmek birilerini ürkütebilir. Fakat inanınız ki barış işte bu kadar gerçek ve bu kadar elle tutulabilir bir şeydir.

Ben şuna inanıyorum: Eğer geçmişimizle gerçek bir yüzleşme sağlayamazsak gelecek için birbirimize güvenemeyiz. Bu politikalar geçmişte yaşandığı düzeyde kabaca olmasa da günümüzde inceltilmiş bir şekilde hâlen yürütülmektedir.

Bu ülke doğusuyla, batısıyla, kuzeyiyle, güneyiyle neredeyse her gün ortak bir acıyı yaşadı. Cenazelerin gitmediği hemen hemen tek köy, tek kasaba kalmadı. Bütün bunlara rağmen halkın barışta ısrarcı olmasını bir erdem olarak görüyoruz. Halklar arasında bir etnik çatışmanın yaşanmamış olmasını bir kazanım olarak değerlendiriyoruz. Her türlü ırkçı, faşizan tahriklere rağmen halkların bir arada ve barış içerisinde yaşama arzusunu koruyor olmasını büyük bir saygıyla karşılıyoruz. Biz bu inkârcı politikalara karşı çıkarken de halkı suçlamıyoruz. Bunlardan, yaşananlardan da hiçbir zaman sorumlu tutmadık, tutmuyoruz, tutamayız da. Çünkü biliyoruz ki bu inkârcı, asimilasyoncu politikaları üreten ve uygulayan halk değildir, devleti ele geçirmeyi başaran ittihatçı ekip ve onun ardılı olan zihniyetlerdir. (DTP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, yaşadığımız sorunun siyasal, sosyal ve kültürel boyutları kadar ekonomik boyutu da çok ciddidir ve trajiktir. Bölge halkının yaşadığı yoksulluk insanlığımızı zorlayacak düzeydedir. Eğer bugün insanlar her gün açlıktan ölmüyorsa bunun nedeni toplumdaki dayanışma kültürüdür. Yoksa hiç şüpheniz olmasın ki her gün onlarca insan açlıktan ölebilecek duruma gelmiştir.

Bu durumu öyle, “Efendim, şiddet vardı, yatırım yapılmadı.” diyerek geçiştiremezsiniz. Bakınız, 1940-1980 yılları arasında bölgede bırakın silahlı hareketleri, doğru dürüst bir siyasi hareket bile yoktu ancak baktığımızda, o dönemde bile bölgeye gerek devlet yatırımı gerekse de özel yatırım Türkiye ortalamasının kat kat altındaydı. Dolayısıyla, bölgenin geri bırakılmışlığının nedeni bugün yaşanan şiddet olayları ile ilgili değildir. Tabii ki “Hiçbir etkisi olmamıştır.” demek istemiyorum, vardır ancak devletin birçok raporunda da ortaya çıktığı gibi, bilinçli bir ihmal ve ayrımcı politikalar sonucudur. Son dönemlerde hükûmetlerin bu konudaki sınırlı girişimleri de bu politikanın kırılmasına yetmemiştir.

Demokrasi ekonomisiz, ekonomi demokrasisiz olmaz. Ekonomik kalkınma hedefleriyle birleşmeyen hiçbir demokratikleşme hamlesi kalıcı ya da anlamlı olamaz. Bu nedenle, demokratikleşme sürecinin en önemli ayaklarından biri bölgeler arası gelişmişlik farklarının ortadan kaldırılmasıdır. Devlet eliyle ve devlet destekli yatırımlar ile bölge ekonomisi canlandırılmalıdır.

Değerli milletvekilleri, bir daha altını çizerek vurgulamak istiyorum: Bu bir Kürt-Türk çatışması değildir. Sorun, Kürtlere başta olmak üzere, vatandaşlarına demokrasiyi, özgürlükleri çok gören resmî devlet ideolojisi sorunudur. Bu ülkede demokrasi ihtiyacı olan sadece Kürtler de değildir. Ülkede “Türk” kavramı ve “Türk milleti” tanımı bile bu resmî ideoloji tarafından özünden boşaltılmıştır.

Ülkenin bütün vatandaşları demokrasi yoksulluğunun mağdurlarıdır ve elbette ki demokratik açılım bir bütün olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin demokrasi çıtasını yükseltmeyi hedeflemelidir, demokrasiyi halka taşımayı öngörmelidir. Ülkeyi uluslararası sömürücü sermayenin ve güçlerin baskısından kurtarmanın tek yolu da demokratik toplum düzenidir.

Bu vesileyle, siyasi irade, var olan realiteden hareket ederek, yalnızca Kürtlerin değil, ülkede bütün farklılıkların haklarını güvence altına almalıdır. Kimliklerin, dillerin, kültürlerin kendini özgürce, korkmadan, baskılanmadan ifade etmesi ülkeyi bölmez, tam tersine ülkeye aidiyet bağlarını güçlendirir. Asıl bölünme tehlikesi, kimliklerin inkârı ve bastırılması üzerine ortaya çıkar. Hiç kimse bu ülkedeki farklı kimlikleri bir ayrışma veya bir çatışma nedeni olarak görmemeli, göstermemelidir. (DTP sıralarından alkışlar)

Artık, içi boşaltılmış bir kardeşlik söyleminin de, ırkçılığı körükleyen politikaların da birliğe hizmet etmediğinin halkımız tarafından görüldüğünün anlaşılması gerekir. Yoksa, karşılıklı hakaretlerle ve ağır ithamlarla, bu tarihî sorun karşısında, yüzümüzün akıyla çıkmak mümkün olamaz. Sorumlu ve ortak siyasi aklı ortaya çıkarmak zorundayız.

Değerli milletvekilleri, bugün geldiğimiz noktadaki durum eski zihniyetten bir kopuş yaşanmadığı için maalesef yeterince ilerlemiyor. Devletin zihniyet dünyasında en küçük bir değişiklik yaratılmazken birkaç yönetmelik ve idari tedbirlerle sorunu sürdürülebilir bir noktada tutma yaklaşımının da doğru olmadığını ifade etmek istiyorum. 1980 askerî darbesinin ürünü cunta anayasasını değiştirmeyi gündemine alamayan bir çözüm yaklaşımı önceki inkâr yaklaşımlarından özü itibarıyla ne kadar farklı olabilir? Güçlü ve özerk yerel yönetimler modelini tartışmayı bile hakaret sayan bir anlayış demokrasiyi nasıl kalıcı hâle getirebilir? Bir halkın kendi dilinde eğitim yapmasını bölücülük olarak değerlendiren bir siyasi anlayışın asimilasyon politikalarından vazgeçtiğini söylemek mümkün olur mu?

Hükûmetin amacı, sorunu kalıcı bir şekilde ve demokratik bütün olarak hayata geçirecek ve bunu çözmeye yönelik bir planı var mıdır, yoksa bu sorunla bir müddet daha yaşamaya devam etmek yani sorunu katlanılabilir bir düzeye çekmek midir? Bu konularda Hükûmet acilen netleşmelidir. Zamanı bu şekilde hoyratça kullanmayı bırakıp meseleye ciddi yaklaştığını bütün kamuoyuna göstermelidir. Biz gelinen aşamada “Artık yeter.” diyoruz. Bir tarihsel kısır döngüye bir son vermek için ciddi ve cesur yaklaşımlar görmek istiyoruz. Bu sorunun kalıcı bir çözüme kavuşmasının engellenmesinin kimlere nasıl yaradığının vicdanlı bir şekilde sorgulanmasını bekliyoruz. Bu sorgulamayı yapmayan hiçbir zihniyetin eskisinden farklı olmayacağını ve sorunu çözemeyeceğini düşünüyoruz. Uluslararası oyunları bozmanın ve boşa çıkarmanın tek yolu demokratikleşmeden geçer. Kendi aramızda, kendimize uygun bir modelle birlik içerisinde çözmenin dışında bir seçenek yoktur. Bunun için birbirimize güvenmek, bu güveni tesis etmek dışında bir yol da yoktur. Bu sorunumuzu çözemezsek, kimse gelip bizim sorunlarımızı çözemez, belki çözülsün de istemez. Hepimiz biliyoruz ki, demokrasisini kendi öz gücüyle güçlendirmeyen hiçbir toplum esaretten kurtulamaz.

Değerli milletvekilleri, farklılıkların ve hakların demokrasi çerçevesinde güvenceye alınması Türkiye’nin zararına değildir ancak bugünkü gibi etnisiteye dayalı millet anlayışını diğer kimlikleri yok etme pahasına bir dayatma olarak ortaya koyarsanız buradan bütünleşme çıkaramazsınız. Bunun sosyolojik olarak da mümkün olmadığı, bilime aykırı olduğu ortadadır. Bu etnisiteye dayalı tekçi dayatmaların toplumsal yapımıza uymadığı da, uymayacağı da ve bu anlayışın Türkiye’yi zayıf düşürüp küresel güçlerin tuzağına ittiğini de kabul etmek zorundayız. Bizi bir arada tutan yeterince ortak değerlerimiz vardır, var olmaya da devam eder. Hiç kimsenin bayrakla, sınırlarla bir sorunu yoktur, olamaz. Ülkenin ortak dili Türkçedir, Türkçe olmaya da devam eder. Hatta kendi ana dilinde eğitim yapacak olanlar için Türkçe ortak iletişim dili olarak korunur. Bizi bir arada tutan tek değeri “etnik kimlik” olarak dayatırsanız eğer, bu yanlış bir yaklaşım olur. Bunun adı da “çözümsüzlükte ısrar” olur. Bu şekilde ülkeye de, ülkenin kültürel zenginliklerine de, hatta Türklüğe de zarar verirsiniz. Türkiye’nin demokrasi dışında başka bir çıkış yolu kalmamıştır. Demokrasinin ülkemize zarar getireceğini söylemek de kimsenin savunabileceği bir şey değildir. Bugünden sonra yapmamız gereken şey demokrasi etrafında birleşerek bütün toplumsal, siyasal ve kültürel sorunlarımızı çözmek olmalıdır. O noktaya doğru gidebilmek için de Meclisimizin barış ve demokratik çözüm kararı alabilmesi gerekir. Bu görev herkesten önce yüce Meclisin omuzlarındadır.

Değerli arkadaşlar, AK PARTİ Hükûmetinin “Kürt açılımı” adıyla başlattığı, sonunda da “Millî Birlik Projesi” adına karar kıldığı süreç, anlatmaya çalıştığım çözüm zihniyetinden uzaktır. “Hükûmet şundan emir aldı, bu bir dış dayatmadır, ABD projesidir.” diyerek Hükûmeti küçük düşürmeyi de doğru bulmuyoruz. İzah etmeye çalıştığım gibi Kürt sorunu dış politikadan bağımsız ele alınması mümkün olmayan bir konudur. Önemli olan, bu sorunu, çözerken halkı ve ülkeyi mi esas alacağız, yoksa dış güçlerin çıkarını mı dikkate alacağız noktasıdır. ABD, Avrupa eğer bu sorunun demokratik barışçıl çözümüne katkı sunacaklarsa “Tamam.” diyelim. Yok, eğer bu bir dayatma ve yeniden çatıştırmaya götürecekse o hâlde bunlara “Gölge etmeyin, başka ihsan istemez.” diyebilmeliyiz. Bu gücü de halktan ve Meclisten alabilmeliyiz.

Değerli milletvekilleri, biz Demokratik Toplum Partisi olarak bu sürece başından bu yana yapıcı katkı sunmaya gayret ettik. Hükûmetin somut tek bir projesi, tek bir adımı olmamasına rağmen, bizi ısrarla sürecin dışına itme gayretlerine rağmen umutlarımızı yitirmedik. En azından, sorunun artık orduya havale edilmemesi umuduyla siyasal alanda bizlerin sorumluluğunda kalması ve bu vesileyle ölümlerin durması adına bu süreci destekledik, desteklemeye devam ediyoruz. Ancak Hükûmetin askerî operasyonlardaki ısrarı ve meseleyi güvenlik boyutunun ötesine taşıyamamış olması, ölümleri durdurmadığı gibi, süreci de ilerletememiştir. Bazıları da sorunlara siyasal çözümler aramayı ihanet gibi sunmuş, ordudan medet ummak dışında en küçük bir arayışın içinde bile olamamıştır.

Biz şuna inanıyoruz: Eğer ciddi bir çözüm yaklaşımı gösterilirse, silahlar üç ay içinde Türkiye’nin gündeminden kalkabilir. Bu meselede canı yanmayanlar, yüreği dağlanmayanlar rahat olabilirler ancak hiç kimse bize bir daha bu acıları yaşatma hakkına sahip değildir ve bundan sonra da olamayacaktır. Bizler, siyasi ve ekonomik rantları için bu acıların sürmesini isteyenlere karşı demokrasi mücadelemizi sürdürdük, bundan sonra da kararlı bir biçimde sürdürmeye devam edeceğiz.

Değerli milletvekilleri, ülkenin bu en temel sorununu demokratik, siyasal bir çözüme kavuşturmak için Türkiye Büyük Millet Meclisinde bulunan bütün partilerin temsil edileceği bir komisyon kurmayı yüce heyetinize öneriyoruz. Madem bu sorun bizim sorunumuzdur, madem çözümünü de biz kendimiz bulacağız, o hâlde Hükûmet bu süreci artık kapalı kapılar ardında yürütüp süreci bulandırmak yerine Meclise teslim etmelidir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi bu soruna bulacağı ortak siyasi akılla 72 milyon yurttaşa yakışır bir demokratik temsiliyet gücünü ortaya koymalıdır. Bu sayede rüştünü ispatlama şansına sahip olacaktır. Vesayetten kurtularak liyakatini ve gerçek bir demokrasiye sahip olduğunu bu soruna somut bir çözüm getirerek bütün dünyaya ispatlayabilecektir.

Kurulacak bir komisyon ters yüz edilmiş tarih anlayışını sorgulayarak gerçekleri açığa çıkartabilmelidir. Hakikatleri araştırıp kimin, nerede, hangi hataları yaptığını, ülkenin hangi dönemeçlerde zayıflatılıp teslim alınmaya çalışıldığını ortaya çıkarmalıdır. Biliyoruz ki, geçmişle yüzleşme noktasında cesur olmadan cumhuriyeti elitlerin işgalinden kurtarıp demokratik bir hâle getiremeyiz.

Meclisin iradesi, bilgisi ve denetimi dâhilinde kamuoyunun gözü önünde açık bir süreç işlemelidir, işletilmelidir. Bu komisyon sorunu anlayıp doğru, gerçekçi ve kalıcı bir çözümü ortaya koyabilmelidir. Bunun için değişik çevreleri dinleyebilmeli, etkileşim ve diyalog içinde olabilmelidir. Toplumun vicdanını temsil eden aydınlarla sürekli görüşmeler yapabilmelidir. Türkiye kamuoyunun Kürt sorunuyla ilgili yaşanan bütün geçekleri bilmeye hakkı vardır. Bu gerçekleri bilmeden kamuoyunun süreci desteklemesini beklemek hayalcilik olur. Dolayısıyla komisyonun bir görevi de kamuoyunu doğru bilgilendirmek olmalıdır. Böylesi bir çalışmanın sonucunda ortaya çıkacak demokratik çözüm önerileri hepimize güç verir. Kazanan Türkiye olur. Türkiye’nin kazanması, Türkiye’nin demokratikleşmesi, Orta Doğu’da barışın ve demokrasinin gelişmesinin önünü açar. Kürt sorununu çözen bir Türkiye, bölgesinde demokratikleşmeye öncülük eder. Hem Türkiye hem de Orta Doğu’da yaşanan insanlık dışı acılar ortadan kalkar. Türkiye’nin demokratikleşmesi demek Orta Doğu’nun demokratikleşmesi demek olur.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; biz, bu dönemde ortaya konulan yaklaşımların darlığına rağmen umutsuz değiliz. Toplumsal barış, demokrasi ve özgürlükler bizim sadece siyasi söylemimiz değil, yaşam gerekçemizdir. Ortada bu kadar tarihî gerçekler ve yaşanmış acılar varken “ben meseleyi askerî operasyonlarla çözerim” diyen bir politikacı çözümsüzlüğe hizmet eder. Üstlendiğimiz sorumluluk gereği, bırakın tek bir yurttaşımızın ölmesini, burnunun kanaması bile makamlarımızla kıyaslanmayacak kadar değerlidir. (DTP sıralarından alkışlar) Biz, barış için koltuklarımızdan değil, canımızdan vazgeçmeye hazırız. Bunu daha önce de dile getirmiştim. Bu noktadan zerre kadar sapmadan barış mücadelemizi sürdürdük, sürdürmeye devam edeceğiz. Haklılığımız ve meşruluğumuz sayesinde başaracağımızdan da eminiz. Hükûmeti de muhalefeti de, bu tarihî dönemde, kandırma, aldatma politikalarını bir kenara bırakarak sorunu ciddiyetle ele almaya çağırıyoruz. Tarih karşısında onurlu bir yere sahip olmak her siyasetçiye nasip olmaz. Gelin bu onuru hep birlikte paylaşarak, çocuklarımıza barış ve huzur içinde yaşanacak bir gelecek armağan edelim. Bizler bugün varız yarın yoğuz ama halklarımız hep var olacak, bizi ya minnetle ya da öfkeyle anacaktır. Gelin hep beraber sorumluluk alalım, bu sorunları çözelim ki gelecek kuşaklar bizi minnet ve şükranla ansınlar.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; sabırla dinlediğiniz için yüce heyetinize en içten saygı ve sevgilerimi sunuyorum.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan, sağ olun. (DTP sıralarından ayakta alkışlar, AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Türk, ben de teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, şimdi gruplar adına söz sırası Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı ve Osmaniye Milletvekili Sayın Devlet Bahçeli’ye aittir.

Sayın Bahçeli, buyurunuz. (MHP sıralarından ayakta alkışlar)

MHP GRUBU ADINA DEVLET BAHÇELİ (Osmaniye) – Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyeleri; yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

Sözlerimin başında, terörle mücadelede vatan ve bayrak uğruna toprağa düşen aziz şehitlerimizi rahmet, minnet ve şükranla anıyor, kalbimizde ebediyen yaşayacak aziz hatıralarını saygıyla yâd ediyorum. Bu şerefli mücadelede gazilik mertebesine ulaşan kahramanlarımıza sonsuz şükranlarımı sunuyorum.

Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi seksen dokuz yıllık kutlu tarihinin en talihsiz günlerinden birini yaşamaktadır. Büyük Türk milletinin kurtuluşu, bağımsızlığı, hürriyeti ve birliğinin en büyük temsilcisi olan, en muhteşem mekânı olan bu çatı altında konuşulan konulardan üzüntü duymamak mümkün değildir.

Yedi yıldır Türkiye’yi derin uçurumlara sürükleyen, yönetim iradesini başka başkentlerin yörüngesine oturtanların milletimizi bölme hayallerinin burada tartışılmak durumunda kalınması son derece kaygı vericidir.

Hükûmet eliyle Türkiye için bölünme modelleri arayışına girilmesine siyasi tarihimizde ilk defa şahit olunmaktadır.

Dün Meclisin ilk başkanı olan Mustafa Kemal’in Anadolu’ya çöreklenmiş işgalcileri atmak için verdiği mücadeleye bakınız, bugün aynı çatı altında bulunanların getirdikleri tekliflere bakınız.

Dün bir milletin bağımsızlık savaşını tıpkı bir savaş karargâhı gibi doğrudan yönetmiş muhterem kahramanların vatanı kurtarmak için verdikleri mücadeleye bakınız, bugün bu mücadeleyi sorgulatmaya çalışanların çırpınışlarına bakınız.

Dün Malazgirt’ten bu yana bu toprakları vatan yapmak için can vermiş milyonlarca aziz şehidin ve gazinin mücadelesine bakınız, bugün şehidini sorgulatan bir anlayışın düştüğü çaresizliğe bakınız.

Dün dağınık, moralsiz, umutsuz, yoksul bir milleti bir araya getirmek için el ele vermiş yılgın, küskün, moralsiz kitlelerden büyük bir millet meydana getirmiş kahramanlara bakınız, bugün aynı muhteşem milleti otuz altıya bölmeye çalışanların heveslerine bakınız.

Bugün burada neyi tartışacağız: Nasıl bölüneceğimizi mi, nasıl ayrılacağımızı mı, kardeşlerimizi nasıl terk edeceğimizi mi? Bugün burada hangi konuda uzlaşacağız: Devletimizi nasıl parçalayacağımızı mı, topraklarımızı nasıl taksim edeceğimizi mi, illerimizi kimlere vereceğimizi mi? Bugün burada hangi karara varacağız: Şehitlerimize nasıl ihanet edeceğimizi mi, gazilerimizi bir kez daha nasıl yaralayacağımızı mı, asker, polis ve korucularımızın hatıralarını nasıl ayaklar altına alacağımızı mı?

Aylardan beri görüşmek, buluşmak, konuşmak, temas kurmak istiyordunuz. İşte buradayız. Milletimizin gözü önünde ve onun şahitliğinde bilmek ve duymak istiyoruz: Maksadınız bunlardan hangisidir? Bize ne anlatmak istiyorsunuz? Bizden istediğiniz nedir? Bunların hangisini tartışıp hangisinde uzlaşacağız? Bunların hangisini kabul edip hangisine destek vereceğiz? Bunların hangisine onay verip hangisini savunacağız? Ve Allah esirgesin, bunlara izin verirsek, göz yumarsak, görmezden gelirsek, muhterem ecdadımıza ne diyeceğiz, ne anlatacağız, ne söyleyeceğiz?

Şayet varsa bir yolunuz ve bahaneniz siz söyleyiniz. “Gafletteydik, uyuyorduk, güçsüzdük.” mü diyeceksiniz? “Görmedik, bilmedik, düşünmedik.” mi diyeceksiniz? “Oy peşindeydik, günü kurtarmaya çalışıyorduk.” mu diyeceksiniz? Bu mekânda ayakta alkışladığınız “Küresel güçler öyle istiyordu, pazarlıklar böyleydi, arkamızdan itiyorlardı.” mı diyeceksiniz? “Ne yapalım, strateji kuruluşları böyle tavsiye ettiler, birbirinden değerli zevat da böyle buyurdular, çaresiz kaldık, boynumuzu eğdik.” mi diyeceksiniz? “Devlet kurumları görülmemiş uyum içindeydi, birileri de ‘önümüzde fırsat var, kaçırmayalım’ demişti, biz de razı olduk.” mu diyeceksiniz?

Sayın milletvekilleri, söyleyin, ne diyeceksiniz? Şayet, böylesi bir karanlık yola çıkarsanız, böylesi bir meçhule saparsanız, böylesi felakete kılavuzluk yaparsanız bunu tarihe nasıl anlatacaksınız? Bunu ecdadımıza nasıl söyleyeceksiniz? Bunun vebalini nasıl üstleneceksiniz? Bunun hesabını iki cihanda nasıl vereceksiniz? Hayır, Türk milleti bunu asla kabul etmez; mezhebi, kökeni, yöresi ne olursa olsun hiçbir kardeşim buna razı olmaz. Türkiye, bir ve bütün olur, bu oyuna gelmez; kardeşliğine, birliğine ve varlığına musallat olan bu tehlikeyi elinin tersiyle iter; sonsuza kadar var olmanın inancıyla yıkımın muhataplarına da hak ettiği dersi verir, yaşattığı buhranın, sarstığı kardeşliğin, tehlikeyi düşürdüğü birliğin hesabını da mutlaka sorar ve niyet sahiplerini uyarıyorum: Milliyetçi Hareket Partisinin Mecliste bulunan 69 kişilik birbirinden değerli arkadaşlarım ve milyonlarca Türkiye sevdalısı, al Bayrağımıza kem gözle bakanların hakkından gelir. (MHP sıralarından alkışlar) Bugün aldığınız oya bakıp “Türkiye’nin tamamıyız.” deyip duruyorsunuz. Dikkat edin, Hakkâri’den Edirne’ye, Artvin’den Muğla’ya, Van’dan İzmir’e, Trabzon’dan Mersin’e kadar, bu kutlu vatanda yaşayan bütün kardeşlerim hesaplarınızı boşa çıkartır ve gerçeklerle yüzleştirir.

Değerli milletvekilleri, bugün aziz milletimiz son derece endişeli, huzursuz ve tedirgindir. Karşımızdaki sorun, çok ciddi bir beka sorunudur. Bu açılımın amacı, anlamı ve sonuçlarının iyi ve doğru anlaşılması büyük önem taşımaktadır. Bunun meşruiyetinin değerlendirilmesinde yegâne ölçü, Anayasa’mızın çizdiği hukuki ve siyasi çerçevedir. Anayasa’nın bu konudaki hükümleri şunlardır: Türkiye Cumhuriyeti devleti, tek millet ve tek devlet esasına dayanan, üniter yapıda kurulmuş millî bir devlettir; ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür, dili Türkçedir. Devletin temel amacı ve görevi, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini ve cumhuriyeti korumaktır. Siyasi partilerin eylemleri devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı olamaz. Buna aykırı hareket edilmesi, anayasal yaptırımlar uygulanmasını gerektiren anayasal suçtur.

Hükûmet, millî güvenliğin sağlanmasından Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı sorumludur. Millî iradenin tecelli ettiği yegâne yüce makam olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin üyeleri, görevlerine başlarken, “devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü korumak için” büyük Türk milleti önünde namus ve şerefleri üzerine yemin etmişlerdir. PKK açılımının bu temel ilkeler ışığında anlaşılması ve değerlendirilmesi kaçınılmazdır.

Türkiye, son yirmi beş yıldır millî varlığımızı hedef alan silahlı terör ve bölücülük sorunuyla karşı karşıyadır. Bu süreçte, terörle mücadelede çok ağır bedeller ödenmiştir. Güvenlik güçlerimiz 6 binin üzerinde şehit vermiş, PKK terörü 5 binden fazla vatandaşımızı katletmiş, gazi olan kahramanlarımız 12 bini aşmıştır.

Bu şerefli mücadelede 2002 yılına gelindiğinde terörün beli kırılmış, bitme noktasına getirilmiştir. 3 Kasım 2002 tarihinde iktidara gelen AKP Hükûmeti, terörün sıfır noktasına geldiği bir Türkiye devralmıştır. Ancak aradan geçen yedi yılda terör yeniden tırmanmış, etnik bölücülük hiçbir dönemde görülmemiş bir şekilde cüret ve mevzi kazanmıştır. Bugün, yüce Meclisin önüne PKK açılımıyla çıkan AKP Hükûmeti, yedi yıllık iktidarı dönemindeki acz ve zafiyetlerden sonra terör örgütüne teslim olma noktasına gelmiştir. Terörle mücadele bırakılmış, terörle müzakere ve mütareke süreci başlatılmıştır. Terörün tasfiyesi yerine millî kimliği ve millî devleti tasfiye etmek için yola çıkan Hükûmet, bölücülüğün önünü açmıştır. Terörün talepleri siyaset sahnesine taşınmış, etnik bölücülük meşruiyet zemini kazanmıştır.

PKK açılımıyla yapılmak istenen, terörün silah ve şiddetle yapamadığının siyasi yollarla hayata geçirilmesidir. Yüce Meclis, maalesef, bugün, PKK’ya teslimiyetin belgesi olan bu yıkım projesini görüşmektedir.

Hükûmetin PKK açılımının hareket noktası, terörden beslenen bölücülük sorununun etnik ve meşru kimlik ve hak talebi sorunu olarak tanımlanmasıdır. Bu temelde yapılan tanım, çözümün de etnik kimlik temelinde bulunmasını öngörmektedir. Bölücü ve ayrılıkçı emellerin toplumsal siyasi kimlik talebi olarak kabul edilmesi, siyasi statü taleplerine zemin hazırlayacaktır. Sorunun kaynağı ve esası bireysel hak, temel hürriyetler ve demokratikleşme özlem ve talepleri değildir. Yapılmak istenen bireysel kültürel haklar değil, oluşturulmak istenen bir azınlığın kolektif olarak kullanacağı siyasi azınlık haklarıdır. AKP’nin açılımında sorunun en baştan itibaren böyle bir temelde ve etnik sorun olarak kabulü, çözüm sürecinin PKK’nın talepleri doğrultusunda şekillenmesini kaçınılmaz hâle getirmiştir. Böyle bir durumun vahametini, doğuracağı sonuçların ciddiyetini herkes çok iyi görmelidir. Bu yaklaşım, sorunun farklı etnik kökene mensup vatandaşlarımızın tamamını ilgilendiren ve kapsayan bir sorun olduğunun kabulü anlamına gelmez. Bunun sonucunda, terör örgütü ve etnik bölücülerle, yöredeki kardeşlerimiz aynı kefeye konulacak ve PKK’nın bunların sözcüsü ve temsilcisi olduğu gibi bir sonuç doğacaktır. Bunun gerçek olmadığı ortadadır ancak böylesi bir ciddi tehlike görülmeye başlanmıştır. Türk milleti ailesine mensup kardeşlerimizin sahip olduğu haklardan vazgeçerek, azınlık statüsü arzusunda oldukları ve bölücülük peşinde bulundukları asla söylenemez. Bu bakımdan, böyle bir yaklaşım bu vatandaşlarımıza yapılacak bir hakaret ve iftira olacaktır. AKP’nin açılım sürecinin hareket noktası ve temeli bu nedenlerden dolayı yanlıştır ve sakattır. Terörün baskı altına aldığı vatandaşlarımızın yegâne siyasi temsilcileri eli kanlı veya silahı bırakmış teröristler değil yalnızca bu çatı altında bulunanlardır.

Sayın milletvekilleri, bu vatan bundan bin yıl önce gerçek sahibini bulmuştur. Aradan geçen on asır, bu coğrafyadan tarihe damgasını vurmuş bir büyük milleti ortaya çıkarmıştır. Bunun adı “Türk milleti”dir. Bu iftihar ettiğimiz beşerî varlık, köklerin, kökenlerin, dillerin, mezheplerin üstünde bir maddi ve manevi bağ ile birleşmiştir. Bizleri bir araya getiren, acılarımız, anılarımız, zaferlerimiz, hüzünlerimiz ve coşkularımız olmuştur. Her çekilen halay, her dövülen davul, her buluşulan düğün, her açılan duvak, her doğan çocuk, her sallanan beşik, her tüten ocak, her can veren şehit bizi bir millet yapmıştır ve bin uzun yılda kız alıp vermiş, fetihlere katılmış, işgale direnmiş, vatanı kurtarmış, birlikte üzülmüş, sevinmiş, ağlamış ve gülmüştür ve en önemlisi de evlatlarımız bu değerler uğruna şehit olmuştur. Tekraren ilan ediyorum: Bizi bugüne getiren kökenimiz, doğduğumuz yer, muhterem anamızın dili, ruhumuzu teslim ettiğimiz inancımız ve mezhebimiz ne olursa olsun bizim adımız “Türk milleti”dir ve son iki yüz yılda bu coğrafyada yaşananların tamamı bu tertemiz ve soylu milleti Anadolu’dan göndermek üzere oynanmıştır. Türk milletinin üç kıtadaki varlığını hazmedemeyen haçlı zihniyetinin, Türk ve İslam cihan devleti için ne düşündüğünü millî tarihi okuyan herkes bilir. Türkleri Anadolu’dan atmak hayali, yüzyıllar aşarak günümüze kadar ulaşan vazgeçilmez bir emeldir. Güçlü olduğumuzda boyun eğenler, gücümüz tükendiğinde hemen sindikleri yerden doğrulmuşlardır ve bir sır gibi taşıdıkları amaçları gerçekleştirmenin yollarını her fırsatta aramışlardır.

Çanakkale Savaşı, hâkimiyet havzalarını kaybederek son yaşama alanımız olan Anadolu’ya sığındığımız şehadet, göç ve ıstıraplarla dolu acı tablo içinde gerçekleşmiştir. Aziz milletimiz, altı asırlık hükümranlığının sonucunda ana yurda, baba toprağının sınırlarına, asli unsurunun ocağına dönmüştür. Bu tarihten sonra büyük Türk milleti için dönülecek başka toprak parçası, gidilecek başka göç güzergâhı ve verilecek başka vatan köşesi de kalmamıştır. (MHP sıralarından alkışlar) Anlamakta ve anlamlandırmakta güçlük çekenlere tekrarlıyorum: Buranın adı Türkiye, milletinin adı ise Türk milletidir! (MHP sıralarından alkışlar)

Ya bu topraklar üzerinde yaşayan bir millet bir ve bütün tutulacaktır ya da Türk milleti Anadolu’dan atılacak ve tarihten silinecektir. Bilmeyenlerimiz varsa ben buradan tekraren söyleyeyim: Bunun adı tarihî Şark meselesidir ve tarafları bellidir. Bir yanda Türk milleti, diğer yanda yedi düvel; bir yanda milletimiz, inançlarımız, değerlerimiz ve Bayrağımız, diğer yanda Haçlı zihniyeti. Bugün adının değişmiş olması, maskelerinin değişmiş olması, bu tarihî emelleri değiştirmemiştir. Bunu görmek lazımdır, bunu bilmek lazımdır. Adına ne denirse denilsin, ister fırsat ister çare ister yol haritası ister açılım, dayatılmak istenenler, Şark meselesinin bugünkü uzantısıdır. Adı üstünde, jeopolitik, üzerinde yaşanılan coğrafyanın yöneticilerine yüklediği yönetim sorumluluğunu ve vizyonunu tanımlar. Yüksek siyaset, kaynağını ve duruşunu coğrafyadan alır. Her coğrafyanın doğal ve zorunlu politikası vardır. Anadolu üzerinde yaşıyor olmanın da bir jeopolitiği vardır ve bin yıldır değişmemiştir. Coğrafya aynı duruyorken -ki öyledir- on asırdır bu topraklardan yükselen politik dinamikleri değiştirirseniz, buradan hepinizi uyarıyorum ki coğrafyayı mutlaka değiştirirsiniz ve size başka başkentlerin jeopolitiğinden doğmuş yeni coğrafyalar dayatılırken onun da politiğini öngöremezseniz ve ana yurt politiğiyle eklemleyemezseniz ortaya kesinlikle dağılma ve yıkılış çıkacaktır. Bugün karşımızdaki tehlike de budur.

Bu kaçınılmaz akıbeti değiştirecek bir tek olumlu örneğe tarih henüz şahit olmamıştır. İnsanlığın geçmişi, tarihin çöplüğü, bunu öngörememiş yöneticilerin ve devletlerin enkazıyla doludur. Coğrafyamız tartışılırsa milletimiz, milletimiz tartışılırsa devletimiz, devletimiz tartışılırsa Bayrağımız ve Bayrağımız tartışılırsa varlığımız ortadan kalkacaktır. Bunlar ne fantezi bir düşünce ne bir vehim ne bir sendrom ne bir paranoyadır; binlerce yıllık insanlık tarihinin, yüzlerce yıllık milletler mücadelesinin, millet olmanın inceliklerine nüfuz edebilmiş bir yüksek fikriyatın, derin duyuşun ve millî tarihe vâkıf olmanın eseri ve sonucudur.

Bunlar benim şahsi fikrim değil, bin yıllık millet varlığının bu topraklarda tutunmak için kanla, gözyaşıyla, çileyle bugüne aktardıkları stratejik miras ve emanetlerdir. Bugün bu gelişmeleri ve yorumlarımı, iyi niyetli olduklarını düşünmeye devam etmek istediğim iktidar partisinin değerli milletvekillerine ve yüce Meclise hatırlatmak isterim.

Bir kez daha düşününüz; bir kez daha, oynanan oyunun bütününü tarihî perspektif ile, dün, bugün ve gelecek vizyonuyla değerlendiriniz; karşımızda yeni bir Sevr dayatması olduğunu mutlaka göreceksiniz, yüzyılın başındaki küresel aktörlerin, oyunların ve parçalanma taleplerinin sadece isim değiştirmiş olduğunu da bileceksiniz.

Sayın milletvekilleri, Hükûmetin çeşitli isim zinciri arasından en sonunda karar kıldığı kavram “millî birlik projesi”, bunun formülü olarak da sunduğu reçete “demokrasi”dir. Kuşkusuz ki her ikisi de çağdaş bir toplum arayan herkes için cazip, sıcak gelen, hoşa gidecek, davetkâr kavramlardır. Burada bu kavramların nasıl bir makyaj içerdiğini, bunların hangi niyetleri maskelediğini açıklayacak değilim. Zaten buna zaman da yoktur. Ancak şunu ifade edeyim ki: Çağımızın en önemli kavramı “demokrasi”dir, bizim de vazgeçemeyeceğimiz temel siyasi zeminimizdir.

Demokrasi bir yandan ülkelerini ve toplumlarını müreffeh ve güçlü hâle getiren yönetimlerin kuvvet kaynağı olmuştur ama aynı zamanda içi boş bir demokrasi arayışında ülkelerini maceralara atan yöneticiler için ustaca hazırlanmış bir tuzak anlamı da taşımaktadır. Özellikle emperyal fikirler ve emellerin çağımızda en iyi saklandığı sığınak demokrasi iddiasıdır, en güçlü bahane ise mazlum milletlere demokrasi götürme olmuştur. Teröristbaşı bile ayrı bir devlet kurma fikrini “demokratik cumhuriyet” denilen bir istismarın içine sıkıştırmak durumunda kalmıştır. Hükûmetin “Kürt sorunu” diyerek başlattığı sözde açılım süreci de kısa zamanda demokrasi ambalajının arkasına saklanmıştır.

Başbakan Erdoğan, gittiği her yerde, demokrasinin eksikliğinden, sorunları demokrasinin çözeceğinden bahsetmeye başlamıştır ve Sayın Cumhurbaşkanı da yasama yılının açılışındaki konuşmasının tamamına yakınında farklılaşma odaklı düşüncelerini demokrasiye atfederek yapmıştır.

Elbette demokratik kültürün yeni gelişme alanları demokrasi fikrini de, demokrasi ihtiyacını da değiştirip geliştirmektedir. Ancak Sayın Başbakanın etnik kimlikleri kaşırken kullandığı ve Sayın Cumhurbaşkanının da farklılıklara vurgu yaparken sözünü ettiği eksikliğin gerçekten bir demokrasi noksanı olup olmadığı tartışılmalıdır ve bunun da aranacağı ilk yer, toplumun bir ahenk ve düzen içinde gelişerek yaşamalarını sağlayan kurallar manzumesinin başlangıcı olan Anayasa’dır. Kimliklere yönelik bir baskıdan söz edebilmek için vatandaşlarımızın sahip oldukları temel hak ve özgürlükleri düzenleyen Anayasa’ya bakmak lazımdır. Burada ise temel soru, milletimize mensup ve devletimize vatandaşlık hukukuyla bağlı olan kişilere, ırkı, dini, dili ve mezhebi veya kökeni itibarıyla kanunlar nezdinde bir ayrımcılık yapılıp yapılmadığı konusudur. Bu soruya vereceğimiz hakkaniyetli cevaplar, gerçekte bir siyasal sorun olup olmadığını da ortaya koyacaktır.

Anayasa’nın 10’uncu maddesi gereğince: “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”

Anayasa’nın 12’nci maddesi uyarınca: “Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.”

Anayasa’nın hükümlerince Türkiye’de fertler arasında hiçbir sebeple ayrım yoktur. Her fert, Anayasa’da da gösterilen bütün insan hak ve özgürlüklerine sahiptir. Bu hak ve özgürlükleri demokratik meşruiyet hudutları içerisinde serbestçe kullanır, bütün siyasal faaliyetlere katılır, seçme ve seçilme hakkına sahiptir. Bu itibarla, hiçbir vatandaşımız, yasalar karşısında eşit vatandaşlık haklarını fiilen ve hukuken kullanamadığını iddia edemez veya bu haklardan mahrum olduğunu söyleyemez.

Bugün gerçekten de iddia edildiği gibi ülkemizin bir bölümünde bir eşitsizlik var ise bu, yılların ihmaliyle oluşmuş yokluk ve yoksulluğun neden olduğu mahrumiyettir. Bugün gerçekten bir demokrasi sorunu ve özgürlük eksikliği varsa, bunun önündeki engeller de devlet yapımızda ve yasalarımızda değildir. Yöredeki vatandaşlarımızın tam bir mahkûmiyet içinde bulundukları katı feodal yapının ve terörün neden olduğu ferdî özgürleşme sorunudur. Bu özgürlük ise kimliklerin kaşınması ile değil, feodal baskı ortamının ve terör baskısının ortadan kaldırılması için sosyal ve ekonomik süreci hızlandıracak tedbirlerin alınmasıyla mümkün olabilecektir. Bu tedbirleri almanızda size engel olan yoktur. Yedi yıldır işbaşındasınız, yapsaydınız; yapamadıysanız şimdi yapmaya başlayınız. Ancak bunları ihmal edip ferdin sahip olduğu haklar dışında millet bütünlüğü içinde yer alan bir topluluğa değişik adlar altında siyasal haklar vermeye çalışmanızı kabul edemeyiz, etmeyiz. Böylesi teklifler, hem varlığımızı tehdit hem de Anayasa’ya aykırıdır, değiştirilemediği sürece de milletimize ve yasalara karşı suç niteliğini koruyacaktır ve şayet ülkemizdeki insanlarımızın bir kısmında kendilerini ifade edememe sorununun varlığı iddia ediliyorsa, bu sorunun çözümündeki engel anayasal değil, sosyolojik ve ekonomiktir.

Bu itibarla, milletleşmeye katılamayacak kadar geri bağ ve bağlantıları aşamamış bir ferdin, hangi dili konuşursa konuşsun sorunları asla tükenmeyecektir. Zira yaşadığı buhran ve yoksulluk, dikkat buyurunuz, anasının dilinden değil, sahip olduğu dar ve kısır toplumsal ve ekonomik çemberin kırılamamasından ileri gelmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti, bugüne kadar hangi etnik kökenden gelene menşeini sormuş ve ayrımcı bir muamele etmiştir? Kucaklayıcı ve konuksever gönlüne sığınmak isteyen hangi topluluğu reddetmiş, hangisini menşei itibarıyla aşağılamıştır? Hangi başbakana, hangi bakana veya hangi iş adamına kökeni nedeniyle farklı muamele yapılmış, bireysel yükselme yolları sözde ayrımcılık nedeniyle tıkanmıştır? Kim ülkemizde kökeni nedeniyle, anasının dili nedeniyle yönetime, siyasete, ticarete, idareye, memuriyete, bürokrasiye giremediğini iddia edebilir? Kim Cumhurbaşkanı, Başbakan, Meclis Başkanı, general, profesör, vali, bürokrat ve büyükelçi olamayacağını söyleyebilir?

Değerli arkadaşlarım, bugün ülkemizi yöneten kadrolara baktığınızda devletimizin ve milletimizin nasıl haksız bir ithamla karşı karşıya bulunduğunu anlayabilirsiniz.

Özellikle belirtmek istiyorum: İşte bu yüce Meclis çatısı altında ve Hükûmet bünyesinde yer alan arkadaşlarıma lütfen bakınız. Fikirlerine katılmayız, düşüncelerini benimsemeyiz hatta şiddetle karşı çıkarız ama aileleriyle, doğdukları yörelerle de iftihar ederiz. Hepsi bizim milletimizin evlatlarıdır. (MHP sıralarından alkışlar)

Milletimizin hiç de hak etmediği suçlamalardan tekzibini, bizim böyle bir arayışımız olmasa bile, bazı Hükûmet üyelerinin zaman zaman dile getirdikleri kökenlerine bakarak anlayabilirsiniz. Bu noktaya ulaşmakta özel zorluklar yaşamış olabilirler. Bunlar ülkemin kimlik değil genel sosyoekonomik sorunlarıdır. Ama herkes için açık olan yolda yarışa katılıp öne çıktılar ve bu en yüksek millet eserinin üyesi olma şerefini taşıyorlar. Bu yörelerden gelen sayın üyelere hayatının her alanında kapı açan bir hukuk sistemi neden birilerini dağa çıkmaya sevk etmiş olsun?

Bu itibarla, Hükûmetin yapacağı şey kimlikleri kaşımak değildir, tahrik etmek değildir, biri önce otuz altıya bölüp sonra tekrar bir yapmaya çalışmak değildir. Türk milleti zaten birdir, devleti birdir, vatanı birdir, bayrağı birdir ve lisanı birdir.

Yapacağınız iş, teröre teslim olmak değil ortadan kaldırmaktır. Terörist, adı üstünde, eline silah alarak kanlı eylemler yapan canilerin tanımıdır. Bunlar Güroymak’ın eski adını isteyen veya yasal yoldan hakkını arayamamış olduğu için dağa çıkmış masumlar değildir.

Bizden çözüm istiyordunuz. İşte bizim çözüm önerimiz şudur:

1) Yurt içinde ve yurt dışındaki bütün teröristler silahlarıyla birlikte teslim olmalıdır.

2) Tamamı Türk adaletine hesap vermeli ve verilecek hükme rıza göstermelidir.

Hükûmetin de ilk görevi, tamamını teslim alıp adaletin önüne çıkarmaktır.

İkinci yapacağınız iş ise yokluk, işsizlik, yoksulluk çemberini kırarak bu mevkilere kadar ulaşmak için yola çıkmış diğer evlatlarımızın önünü açacak tedbirleri geliştirmektir.

Anayasa, ülkemin herhangi bir yerinde doğmuş vatandaşlarıma, ülkemdeki her mevki ve makama yükselme hak ve imkânlarını sonuna kadar vermektedir. Anayasa’yı kurcalayarak, kolektif kimlik ve hakların oluşmasına cevaz vererek ulaşacağımız sonuç, bilmelisiniz ki kutuplaşma, bölünme, çatışma ve ayrılıştır.

Değerli arkadaşlarım, bizim anlayışımıza göre milletin varlığı ve devamı, asla vazgeçemeyeceğimiz devletimizin ve demokrasimizin varlığı ve devamından daha önceliklidir ve değerler sıralamasında diğerlerinden daha öndedir. Allah göstermesin, devletimiz çöküntüye uğrasa da demokrasimiz kesinti yaşasa da eğer milletimiz ayaktaysa, yıkılmamışsa, dağılmamışsa, ayrışmamışsa, kaybettiğimiz bu değerlerin tamamını yeniden inşa etme imkânımız her zaman vardır. Geçmişte 15 olduğunu söylediğimiz yıkılışların 16 kuruluşla sonuçlanmasının esas nedeni ve gerçek dayanağı da budur; milletin varlığını ve birliğini koruması ve sürdürmesidir.

Biz demokrasiyi milletimizin huzur ve refahı için istiyor ve diliyoruz. Yoksa içi ve içeriği bilinmeyen bir demokrasi arayışı için Türk milletini dağıtmak ve harcamak gibi bir lüksümüzün olmayacağını düşünüyoruz. İçi boş bir demokrasi arayışını, devletin ve özellikle milletin önüne çıkaran anlayışların, iyi niyetli bile olsalar nasıl yıkıma götürebileceğini anlamak ve ders almak için son iki asırlık tarihimize bakmak yeterli olacaktır.

Milletsiz ve devletsiz demokrasi beklentisi gibi sığ arayışların Osmanlı Devleti’ni adım adım nasıl parçaladığını görmek lazımdır. Başka yerde olumlu sonuçlar veren tedbirlerin bizde nasıl yıkımla neticeleneceğini bilmek ve ibret almak lazımdır.

Elbette ki Mustafa Reşit Paşa’nın, Mehmet Ali Paşa’nın, Fuat Paşa’nın ve Mithat Paşa’nın siyasal hayatımıza katkılarının olduğunu inkâr edemeyiz. Ne var ki aynı şahısların Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkıma kadar götüren sürecin mimarları arasında olduklarını da gözden kaçırmamak lazımdır.

Tanzimatla başlayan süreç hiç kuşkusuz ki milletimizi tebaadan vatandaşa, monarşiden cumhuriyete ve mutlakiyetten demokrasiye doğru ilerleten sürecin başlangıcıdır ancak aynı süreç farklı kimliklerin İmparatorluk’tan hızla kopmasının da başlangıcı olmuştur. Temennimiz yanlıştan tez dönülerek Türkiye Cumhuriyeti’nin Türk milleti kimliği ile demokrasinin güvencesiyle sonsuza kadar bir ve beraber yaşamasıdır.

Değerli arkadaşlarım, bildiğiniz gibi “açılım” denilen sürecin ilk ortaya çıkışından itibaren partimiz bu konuda kesin ve kararlı bir duruş göstermiştir. Bu tavrımızdaki temel kaygımız, sürecin millet bütünlüğünü parçalayarak yeni kimlikler oluşturmasıdır. Ortaya çıkan bu kimlikler kendilerine yeni idari çekim merkezleri bulacak ve millet yapısı parçalanarak millî ve üniter devlet çökme noktasına gelecektir.

Biz siyasetimizi birleştirme ve uzlaştırma üzerine inşa ederken Hükûmetin tercihi ayrıştırma ve farklılaştırma üzerine olmuştur. Siz milleti oluşturmuş alt kültürleri tekerleme hâlinde bir bir sayarken, konuşmamda da vurguladığım gibi “Türk milleti” kavramında ısrarımın ve tekrarımın nedeni budur ve ortaya çıkan bu sonuç, Hükûmeti başından beri Milliyetçi Hareket Partisinin sahiplendiği millî kimlik, millî devlet, millî dil ve millî tarih merkezinden hızla uzaklara götürmüştür. Oysaki millet varlığını korumak, geliştirmek, birleştirmek ve ilerletmek görevi, öncelikle Hükûmet olmak üzere hepimize aittir.

Unutmayalım ki, ülke, birbirleriyle müşterek oluşturamayacak kadar farklı insanların kafesler, duvarlar veya tel örgüler arkasında birbirleriyle zorla ve temassız yaşadıkları toprak parçası değildir.

Devlet, insanların farklılıkları üzerine inşa edilerek ve farklılıkları korumak ve artırmak için örgütlenmiş yapılar demek değildir.

Millet ise farklılıklarını korumak isteyen, hatta farklılıklarını artırmayı amaçlayan insanların topluluk oluşturduğu beşerî yığın demek hiç değildir.

Tarih, çağdaş devletlerin ortak duyuş ve düşünüş için bir araya gelmiş, beraber yaşamayı arzu eden insanların oluşturdukları uzlaşma alanları olduğunu ortaya koymaktadır. Bu uzlaşmanın günümüzdeki yöntemi elbette ki demokratik kurallar ve temel hak ve hürriyetlere riayettir.

Yine, tarih, toplumla uzlaşacak müşterekleri azalmış olanların milletten koparak aynı geleceği paylaşmaktan uzaklaştığının örnekleriyle doludur.

Elbette ki bir arada yaşamanın, insanlığın ulaştığı medeni seviye itibarıyla baskı, zulüm, eritme veya yok etmeyle sağlanamayacağı da açıktır.

Bu itibarla, bugün Hükûmetin bir görevi, belki de en önemlisi vatandaşlık hukukuyla kendisine bağlı saydığı insanların benzeştiği yönleri bireysel tercihlerine saygı göstermek şartıyla artırmaktır, ayrıştırmak değildir.

Siyaset kurumu eliyle toplumda ortaya çıkacak olan benzeşmeyle barış, refah, huzur ve gelecek üzerinde ittifak sağlanabilir. Böylesi bir kaynaşma sürecinin devam etmesiyle bir devlet çatısı altında ve millet kimliğiyle yaşama arzusu güçlü ve kalıcı hâlde tutulabilir.

Bugün dünyanın millete dayalı güçlü ülkelerinin tamamına yakını, yeni kimlik oluşturacak ve kolektif ayrılıklara yol açacak girişimleri reddeden anlayışları geliştirmişlerdir.

Kaynaşmayla bir arada yaşama, farklılaşma ile ayrışma arasında istense de istenmese de yakınlaşma ve doğal paralellik olacaktır.

Kısaca, aykırılıkların ayrılıklara, benzeşmelerin birleşmelere temayül göstermesi kaçınılmazdır.

Farklılıklar sürekli vurgulanarak, körüklenerek, kışkırtılarak birlikte yaşama imkânı nasıl sağlanacaktır? Önce üniter yapı içinde otonomi, sonra federasyon ve sonra bağımsız devlet kurma talepleri nasıl önlenecektir? Yıllardan beri Avrupa Birliğinin dayatmaları ile aydınların oluşturduğu iş birlikçi lobilerin baskısıyla bitmek bilmeyen taleplere karşı verilecek tavizin son sınırı nerede çekilecektir? Aldıkça iştahı kabaran ve adım adım emellerine yaklaşan bölücülüğün duracağı yer neresi olacaktır? Hükûmetin direnci nerede ortaya çıkacaktır?

Birilerinin ayrıştırmaya, bölmeye yönelik talepleri demokrasi içinde görülecekse bilinmelidir ki, bizim misli ile göstereceğimiz tepkiler de aynı demokratik çerçevede olacaktır.

Dikkatinize sunmak isterim: Kesinlikle vermek istemeyenlerle ısrarla almak isteyenler arasındaki engeller zayıfladığında, mesafeler kısaldığında, taraflar görüş menziline girdiğinde ortaya çıkabilecek gelişmeler hakkında aranızda bir fikri olan veya öngörü geliştiren var mı?

Özellikle açılım sürecini farklılıklar üzerine oturtmaya çalışanlar, PKK taleplerine göz kırpanlar bu sorulara gerçekçi bir cevap vermek durumundadırlar. Bu cevapları vermeleri gerekenlerin hiçbir hazırlıkları yoksa, hatırlatmak isterim ki, hayatın müştereklerinin bağlayıcı kuvveti farklılıkların zayıflatıcı etkisinden mutlaka üstündür.

Aslolan, bir arada bulunmayı isteyen, toplumsal düzeyde aynı değil ama benzer düşünmeyi sağlamış, teşekkül etmiş millî vicdanı nedeniyle benzer tepkiler veren, aynı kültürden beslenen kimliğe ve kişiliğe sahip toplumlar oluşturabilmektir. Özellikle, dildeki farklılaşmanın resmiyet kazanması, başkalaşmayı ve birlikten uzaklaşmayı doğuracaktır ki, bu süreçten önce bir dilin etrafında oluşmuş bütün değerlerin tartışmaya açılması kaçınılmaz hâle gelecektir.

Bizlerin bir devlet çatısı altında buluşmuş olmamızdan maksat, tarihî sosyolojik sürecin akışı içinde bir arada yaşamayı istemiş olmamızdır ve ortak bir coğrafyayı, bizi var eden değerler etrafında sürdürme arzumuzdan doğan doğal bir uzlaşmadır; devletin de görevi bir arada yaşamak için uzlaşmış bu siyasi yapıyı güçlendirmektir. Yine bu amaçla sevinçte, kıvançta ve tasada ortak duyguları uyandırmak, uyandırılmasının önünü açmak ve elbette ki birbirleriyle bütünleşmesini sağlamaktır.

Bu bütünleşmenin en güçlü vasıtası, ortak kültürel hazinemiz, resmî dilimiz ve eğitim dilimiz olan Türkçedir. Herkes anasının dilini konuşup konuşmamak hususunda serbesttir. Bu doğal ve haklı durum, gündelik hayattaki özel münasebetlerin kurulmasında bir engel değildir, mâni olacak kimse de yoktur. Ancak resmî dilimizin dışındaki ikinci bir dilin kamusal alanda resmiyet kazanması, milletin birlik ve devamlılığını durduracaktır.

Eğer Türkçemiz hepimizin günlük iletişim dili olmaktan çıkarsa, bilimin, sanatın, yargının, eğitimin, idarenin dili olmaktan da adım adım çekilir ve sonunda yönetim gücü ortadan kalkar.

Bu itibarla, hiçbirimizin soyut bir demokrasi putu peşinde ve sanal açılım paketleriyle milletimizin ufalanmasına göz yummamız ve millet birliğinden vazgeçmemiz asla mümkün olmayacaktır.

Değerli milletvekilleri, bugün üzerinde tartışmaya açılan vahim süreç ve gelişmelerle ilgili olarak düşüncelerimiz ve yorumlarımız bu kısa oturumda şimdilik bunlardan ibarettir.

Son olarak, haftalardan beri ekranlarda, köşelerinde, koltuklarında bizim görüşümüzü merakla bekleyen bazı siyasi parti yöneticilerine, sözde aydınlara, iş birlikçi lobilere, merak ettikleri duruş ve görüşümüzün özetini huzurunuzda tekrarlamakta yarar görüyorum.

Bu sözde açılım projesi, bölgemizdeki su ve enerjiyi ele geçirmek, kontrol altında tutmak ve stratejik olarak rezerve etmek isteyen küresel gücün yazdığı Büyük Orta Doğu Projesi’nin dayatmasıdır.

Tarihî kökleri itibarıyla sömürgeciliğe karşı duruşu ve mazlum İslam ülkelerinde mücadelesi bilinen siyasi İslamcılığın bugünkü fason sahipleri, bu projeyle küresel oyunun parçası hâline gelmiş ve ırkçı noktaya sürüklenmişlerdir.

İmralı, PKK, AKP, peşmerge ve ABD’nin birlikte oynadığı bu oyunun sonunda milletimizin birliğinin, devletimizin tekliğinin, bin yıllık kardeşliğimizin devamı asla mümkün değildir.

“Farklılıklarımız zenginliğimizdir.” bahanesiyle kurcalanan kimliklerin tahrikiyle uyanacak etnik ayrımcılığın sosyolojik zeminde tutunmasıyla birlikte ne anayasalar ne yasaklar ne tavsiye kararları ne de sözde demokratik açılımlar bu yıkımı durdurmaya yetmeyecektir. Bu aşamaya kadar bile PKK terör örgütünün yirmi beş yılda yapamadığı ayrışma ve husumeti Hükûmet kısa sürede başarmış ve terör örgütü ile kahraman, fedakâr şehitlerimizi, gazilerimizi ve aziz yöre halkını aynı kefeye oturtmuştur. Türk milleti adıyla oluşmuş millî kimliğin kırılmasıyla sonuçlanacak süreçte, alt kültürlerin kimlik hâline gelmesiyle derin bir ayrışma ve husumetin tohumları atılmaya başlanmıştır.

Bu gelişmelerle birlikte, vatan topraklarını ve kardeşliğimizi canı pahasına savunan vefakâr ve fedakâr yöre halkının ve korucuların çaresizleştirilerek, PKK’nın insafına ve zulmüne teslim edilmesi tehlikesi ortaya çıkmıştır.

Vatana bağlılığı şüphe götürmeyen, iş, aş ve mülk edinmiş; vergisini veren, vatan borcunu ödeyen, ödemeye devam etmek isteyen ve Türk milleti kimliğinde buluşmuş yüz binlerce kardeşimizin birlikte yaşama şartları, ortamı ve huzuru da bu ayrıştırma süreciyle tehlikeye atılmıştır.

Geri gidiş yaşayan sosyolojik süreçleri ara istasyonlarda cebrî tedbirlerle durduracağını zannederek kendinde güç vehmedenler var ise, insanlığın tecrübesine aykırı olan bu niyetin sonuç alamayacağını bilmeleri gerekli olacaktır.

Milliyetçi Hareket, oyunu görmüş, okumuş ve bozmuştur. Başbakanın geri adım atarak, sıkıştığı anlarda sığındığı takiye alışkanlığıyla milletin, devletin, bayrağın ve vatanın tekliğine vurgu yapmak zorunda kalmasının nedeni de budur.

Milliyetçi Hareket Partisi, millet varlığına ve millî kimliğe açık tehdit oluşturan bu siyasi sapmalara sonuna kadar karşı çıkmaya devam edecektir, (MHP sıralarından alkışlar) kardeşliğimizi ve birliğimizi korumak isteyen aziz vatandaşlarımıza baskı kurmak için oluşturulan şer cephesine karşı duracaktır, toplumda teslimiyet ve bıkkınlık dalgası yaratarak milletimizin direncini kırmak isteyen gelişmeleri engelleyecektir. Partimiz, düşüncelerini milleti ile açıkça paylaşacak, mücadelesini millet huzurunda sürdürecektir. Milliyetçi Hareket Partisi bu oyunun içinde, yanında veya yakınında asla yer almayacaktır. Yeni yöntem, hile ve hülle arayışları da kesinlikle sonuç vermeyecektir. Türk milletinin birliğiyle, haysiyetiyle ve geleceğiyle oynayan, Türkiye’yi yıkıma götüren küresel aktörlerin, siyaset tüccarlarının, menfaat çetelerinin ve bölücü ihanet odaklarının oyununu bozmak ise vazgeçilmez millî görevimiz ve namus borcumuz olacaktır. (MHP sıralarından alkışlar)

Milliyetçi Hareket Partisi bu sorumluluğun takipçisi olacak, hesap vakti geldiğinde de bu yıkımın müsebbiplerinin yakalarına mutlaka yapışacaktır. Ancak her şeye rağmen girdiğiniz yoldan dönmemekte ısrarlı iseniz, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki sandalye sayınız yeterlidir. Açılım ortağınızla birlikte el ele veriniz ve hodri meydan, bölünme yasalarını çıkartabiliyorsanız çıkartınız. (MHP sıralarından alkışlar)

AHMET YENİ (Samsun) – Yok öyle bir şey.

DEVLET BAHÇELİ (Devamla) – Sayın milletvekilleri, Türkiye’nin bütünlüğünün ve birliğinin tartışılmaya çalışıldığı bugünlerde şu gerçeklerin bir kez daha hatırlatılmasında yarar vardır:

Çanakkale savunması ve cumhuriyetin ilanı ile imza altına alınan Lozan Anlaşması, bin yıllık vatan toprağımız olan Anadolu’nun nihai senedidir. Türk milleti sınırları ve millî kimliği ile ilgili son sözünü o tarihte söylemiştir. Bu son sözün karşılığı, 1915 Çanakkalesi’nden 1922 İzmiri’ne kadar adım adım, karış karış savunulan vatan toprakları ve dökülen şehit kanlarıyla tescil edilmiş ve bedeli ödenmiştir. Yıllardır terörle mücadelede verdiğimiz şehitlerimiz ve gazilerimiz de bu son sözün şahitleridir. Yüz yıl önce en umutsuz ortamda bile Türk milletine gücü yetmeyenlerin, bugün yeni ihanetlerle şanslarını denemeye çalışmaları beyhude bir gayrettir. Bilinmelidir ki tercihini millî kimlikten, kardeşlikten ve bağımsızlıktan yana kullanan milliyetçi hareket için bu konu bir daha açılmamak üzere kapanmıştır.

Bu vatanın kurucusu ve sahibi aziz millet varlığına hep birlikte vücut veren büyük Türk milleti ailesidir. Türk milleti bu fırtınalı badireleri de atlatacaktır. Tarih ihanetleri de kahramanları da geçmişte kaydetmiştir, şimdi de kaydedecektir. Bu millet bugün de kendine ihanet edenlerle kahramanları ayırarak kaydedecek ve asla unutmayacaktır. (MHP sıralarından alkışlar)

AHMET YENİ (Samsun) – Doğru.

DEVLET BAHÇELİ (Devamla) – Girdikleri yanlış yolda sonuna kadar gideceğini söyleyenler çok iyi bilmelidir ki Milliyetçi Hareket Partisi Türkiye'nin geleceğinin ateşe atılmasını, bedeli ne olursa olsun, nasıl ödenecekse ödensin önlemeye azimli ve kararlıdır. Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Bahçeli, teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, şimdi de gruplar adına, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı ve Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal.

Sayın Baykal, buyurunuz. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)

Süreniz altmış dakikadır efendim.

CHP GRUBU ADINA DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; genel görüşme önergesi dolayısıyla, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşuyorum. Bu vesileyle kendi adıma, Cumhuriyet Halk Partisi adına sizleri saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, tarihî bir oturum gerçekleştirmekte olduğumuz açıktır. Bu tespiti, sadece önümüze getirilmiş olan düzenlemelerle ilgili olarak ifade etmiyorum. Ama, üç buçuk aydan beri Türkiye’de bir açılım tartışması topluma dayatılmıştır. Bu açılım tartışmasının seyrini, yönetiliş biçimini, bu süreç içinde ortaya çıkan tabloları ve toplumda dile getirilen açılım taleplerini ve son olarak da bugün İçişleri Bakanının konuşmasıyla bu söylemin içinden resmileştirilmesi kararı alınmış olduğu anlaşılan önerileri dikkate alarak bu değerlendirmemi yapıyorum.

Gerçekten tarihî bir oturumdur. İlk kez Türkiye Büyük Millet Meclisi, 1920’de başlayan büyük tarihi içinde, uluslaşma mücadelesini tersine çevirmeye yönelik, millî devlet kimliğini, ulus devleti kimliğini tahrip etmeye yönelik açılımları, Hükûmet eliyle, iktidar aracılığıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine taşımıştır. Elbette bu tablo, bu oturumu tarihî bir oturum hâline dönüştürmüştür. İlk kez, bugüne kadar izlemiş olduğumuz ve Anadolu coğrafyasında bir millet oluşturma doğrultusunda katetmiş olduğumuz önemli mesafeyi tersine çevirmeye yönelik bir arayışın resmî himaye altına alındığını şartların el verdiği ölçüde, imkân bulabildikleri, gerçekleştirebileceklerini düşündükleri ölçüde, ne yapabilirlerse o çerçevede o hedefe dönük olarak bir programı uygulama anlayışı içine iktidarın girdiğini Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak tespit ediyoruz. Bu, elbette çok önemli bir kırılmadır ve bu buluşmayı tarihî hâle getirmektedir.

Değerli arkadaşlarım, üç buçuk aydır, 1 Ağustos Polis Akademisi buluşmasından sonra bugüne kadar pek çok toplantı gerçekleştirildi. Sayın İçişleri Bakanının, Başbakanın gayretleriyle, çabalarıyla, söylemleriyle Türkiye tarihî bir adım atacak duygusu içine yerleştirildi. Bu arayışın temel hedefi olarak topluma “anaların gözyaşını dindirmek” bir temel amaç olarak konuldu. Yani ne yapılacaksa anaların gözyaşını dindirmek için yapacağız. “İstemez misiniz anaların gözyaşının dinmesini?”

SIRRI SAKIK (Muş) – Sizde yöntem var, Dersim yöntemi!

DENİZ BAYKAL (Devamla) - “Bunu elbette sağlamalıyız. Bunun için ne gerekirse yapmalıyız.” bekleyişi, duygusu toplumda yaratıldı. Peki, bunu nasıl sağlayacaksınız? Ne yapacaksınız? Neyle bunu gerçekleştireceğinizi düşünüyorsunuz? Kiminle gerçekleştirmeyi öngörüyorsunuz? Bunun kararını siz mi aldınız? Birileriyle mi müzakere ettiniz? Bu güven nereden geliyor? Bu sorular akıllarımızda, bu süreci ilgiyle ve kaygıyla izledik. Sayın Cumhurbaşkanı, tarihî bir fırsatla karşı karşıya olduğumuzu söyledi. Bu fırsat kaçırılırsa bazı dış güçlerin bize dayatmalar yapacağını söyledi ve Meclisin yasama yılının açılış konuşmasında, yeni yöntemler geliştirme kapasitesine, terörü sona erdirecek, can kaybı yaşamadan, maddi kayıp yaşamadan terörü sona erdirecek yöntemler geliştirme kapasitesine Türkiye'nin ulaşmış olduğunu söyledi. Tabii, hepimiz heyecanla bekledik; nedir, ne oluyor?

Değerli arkadaşlarım, bu süreç -ilgiyle anlamaya çalıştık- bir defa gizli bir süreç olarak götürüldü. Yani ne yapılacağını söylememeye iktidar olağanüstü dikkatli ve kararlı davrandı, ne yapacağıyla ilgili hiçbir açıklamayı hiçbir yetkili ifade edemedi. Yapılan görüşmelerde bu doğrultuda hiçbir anlamlı, somut öneri, teklif dile getirilmedi. Sadece, temenniler, iyi niyet ifadeleri, anaların göz yaşına son verme arzusu, bunun paylaşılması, bunun etrafında bir dayanışma geliştirilmesi bu yöntemin ana karakteristiği oldu. Gizli bir süreç işletildi. Bu süreç “ucu açık bir süreç” olarak söylendi. Tabii, “ucu açık bir süreç” dedikleri zaman, elbette, hepimiz haklı olarak “Ne oluyoruz?” dedik. Yani ne yapacağına daha karar verilmiş bir şey yok; yapılacak şeyler sınırsız, sonsuz, her şey olabilir. Ne bekliyorsa birileri, onların da mümkün olabileceği izlenimini vermeyi bir politika olarak tercih ettikleri anlaşıldı. Kimseyi küstürmeye niyet yok. Türkiye üzerinde kim, ne bekleyişe sahipse o da olabilir imajını, izlenimini vermenin kararlaştırılmış olduğu ortaya çıktı.

Bu süreçte Sayın İçişleri Bakanı “Anayasa değişikliği olmayacak.” dedi, iki gün sonra Sayın Başbakan çıktı “Hayır, Anayasa değişikliği var.” dedi. Anlaşıldı ki Sayın İçişleri Bakanının da bu sürecin ne getireceği konusunda tam bir bilgisi yoktur. Sayın Başbakan “Anayasa değişikliği uzun vadede vardır, masadadır.” dedi. Yani Türkiye'de, Anayasa’da Türkiye'yi etnik ayrıştırmaya taşımak, millî bütünlüğü tahrip etmek için bir mücadeleye götürmekte olan çevrelere “Merak etmeyin, uzun dönemde Anayasa değişikliğini sizin istediğiniz doğrultuda da masada tutuyoruz.” mesajı bilinçli olarak verildi ve samimi olmayan, aldatmacaya yönelik bir süreç götürüldü. Nereden çıkarıyorum bunu? Başbakan dedi ki: “Hazmettire hazmettire söyleyeceğiz.” Yani kendisi hazmetmiş Başbakan. Başbakan kendisi yapacağı şeyleri hazmetmiş, içine sindirmiş, ama yukarıdan, tepeden millete bakarak diyor ki: “Ben hazmettim ama siz hazmedemezsiniz; zamanı var, sizi alıştıra alıştıra, hazmettire hazmettire bunları size taşıyacağım.” (CHP sıralarından alkışlar) Bu, samimiyetsizliğin ve aldatmaca amacının resmen bu projenin içinde yer almış olduğunu bize gösterdi.

Değerli arkadaşlarım, peki bu süreci iktidar tek başına kendisi mi söylüyordu? Bu sürecin etrafında bir dayanışma geliştirmeyi aramadı mı? Böyle bir dayanışmayı kimlerle geliştirdi? Anaların gözyaşına sadece Hükûmet bu söylemle mi son verecek? İktidarın, anaların gözyaşına son vermesi konusunda onunla kim işbirliği yapacak, kim el ele verecek, kim onunla birlikte çalışacak?

AHMET YENİ (Samsun) – Millet millet

BAŞKAN – Lütfen sayın milletvekilleri…

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bu, bir türlü netlik kazanmadı, ama bir süre sonra, 19 Ekimde, gene bir oldubittiyle Türkiye bu sürecin içinde nelerin kotarıldığını, nasıl kotarıldığını görmek ve değerlendirmek imkânını buldu. 19 Ekim günü, Kandil’den 8 PKK’lı ve Mahmur’dan 26 ya da 28 kişi sınıra geldiler ve içeriye girdiler. Tabii önemli bir olay, Türkiye’ye karşı bir büyük terör mücadelesi veren bir karargâhın içinden birilerinin oradan ayrılıp, mücadeleyi bırakıp Türkiye’ye gelme kararını almış olması elbette fevkalade sevindirici, memnuniyet verici bir olay, ama birdenbire gördük ki buraya gelenler terör mücadelesini bırakarak, terör örgütünden ayrılarak, terörle bir yere varılmayacağını tespit ederek, pişmanlık duyarak, o geçmişten koparak gelme anlayışı içinde değildirler; buraya gelenler ellerinde mektuplarıyla gelmişlerdir, elçi olarak geldiklerini ifade etmişlerdir ve buraya kendilerini PKK’nın lideri Öcalan’ın onları gönderdiğini ifade etmişlerdir. “Emirle geliyoruz, Öcalan adına geliyoruz, liderimiz Öcalan” demişlerdir ve PKK örgütünün bir üyesi olduklarını, olmaya devam ettiklerini iftiharla ifade etmişlerdir.

Değerli arkadaşlarım, bu tablo karşısında tabii, çok enteresan bir manzara ortaya çıkmıştır. Birdenbire görülmüştür ki bunlar tek başına gelmiş değildir, aynı anda -İçişleri Bakanının Müsteşarı, Emniyet Genel Müdürü, MİT Müsteşarı- devletin bütün önde gelen kadroları onları karşılamak üzere Silopi’dedir. Aynı anda görülmüştür ki onların sorgulamasını yapmak, onların ifadelerini almak ve onları derhâl yargılayıp tahliye etmek üzere oluşturulmuş bir savcı ve hâkim kadrosu PKK üyesi bu kişilerin ayağına, Silopi’ye taşınmıştır ve gece yarısı yargılamalarıyla, arada krizler çıkarak, krizler çıktığı zaman gizli soruşturmayı rayına oturttursun diye bir siyasi partimizin sayın genel başkanının soruşturma süreci içine dâhil olması suretiyle, ifade alınırken, ifade tespit edilirken gelen kişilerin ikna edilmesi ihtiyacı çıktığı zaman -siyasetçi, hâkim, savcı, terör örgütü üyesi- maaile çalışmışlardır ve sonucunda bunların Ceza Kanunu’muzun 221’inci maddesine göre herhangi bir suç işlemiş olduklarına dair bir tespit yapılamamış olduğu tespit edilerek, ellerini kollarını sallayarak ülkeye girmeleri sağlanmıştır ve arkasından, daha önceden orada çadırlar kurarak büyük hazırlıklar yapmış olan binlerce, on binlerce insan onları sahiplenerek parti otobüsünün üstünde PKK bayrakları, PKK amblemleri, Öcalan posterleri, büyük bir alayişle, âlâyı vâlâ ile Türkiye’ye taşınmıştır ve Hükûmet bunu seyretmiştir.

Bu manzara karşısında -bu, 19’unda olmuştur- 20 Ekim günü, Sayın Başbakan bu tabloyla ilgili olarak şunları söylemiştir: “Dün Habur Sınır Kapısı’nda yaşanan manzara karşısında umutlanmamak mümkün mü? Bu bir umuttur. Türkiye’de bir şeyler oluyor; iyi, güzel şeyler oluyor, umut verici gelişmeler oluyor.” Bunu Sayın Başbakan 20 Ekim günü söylemiştir AKP grup toplantısında ve o gün akşama doğru milletin infiali ortaya çıkınca, bu tablonun kabul edilemezliği ortaya çıkınca, bu manzara sorgulanmaya başlanınca, bu defa, Sayın Başbakan, DTP yöneticilerini suçlamaya başlamış, “Şov yapıyorsunuz, gerilla elbiseleriyle buraya geliyorsunuz, bunu kabul etmem mümkün değildir.” diyerek konumunu yeniden tanzim etmeye çalışmıştır.

Değerli arkadaşlarım, bakınız ne olmuştur? Bu süreç içinde Türkiye'nin hukuk sistemi -çok üzülerek ifade ediyorum, samimi kanaatimdir- resmen katledilmiştir, hukuk sistemi katledilmiştir. Yani hangi mantıkla, hangi hukuki cambazlıkla, 25 bin kişinin ölümünden sorumlu bir terör örgütüne mensup olduğunu, bu örgütün liderinin mesajını, mektubunu getirdiğini söyleyerek Türkiye'nin sınırına dayanan bir grup insana, bizim hukuk sistemimiz, nasıl olur da bunun bir suç teşkil etmediği anlayışıyla kararlar alır, kararlar üretir, gece yarısı orada ayağa taşınmış bir gezici mahkeme ile bir mobil mahkemeyle, bir çadır yargılaması ile nasıl olur da Türkiye’de böyle bir hüküm verilir. Bunun hukuki bir dayanağının bulunabileceğini düşünmek kimse için mümkün değildi. Peki, nasıl oluyor da bu oluyor? Nasıl oluyor da oradan gelenler bunun olabileceğini bilerek sınıra geliyorlar? Nasıl oluyor da birileri söz verebiliyor, Türk adliyesi üzerinden söz verebiliyor, kanunların üzerinden söz verebiliyor ve bu uygulanabiliyor? Bu, gerçekten çok acı bir manzara olmuştur ve birdenbire bu olayın iç yüzü ortaya çıkmaya başlamıştır. Demek ki, ortada bir müşterek çalışma var. Çalışmanın hiç kuşkusuz bir iktidar ayağı var ama onun karşısında bir de muhatabı var, oraya o insanları gönderen muhatabı var. O “Birlikte gidin” diyor, onun talimatıyla geliyorlar. Bir tarafta iktidar, bir tarafta İmralı. İktidar İmralı iş birliği içinde bu gidiyor.

Sayın Başbakan, DTP’nin Sayın Genel Başkanını ziyaret ediyor, konuşuyorlar. DTP’nin Sayın Genel Başkanı diyor ki: “Muhatap Öcalan’dır, Öcalan’la konuşun.” Değerli arkadaşlarım ve Öcalan’la konuşuluyor. Yani, resmen telefonla konuşuluyor değil ama mutabakat sağlanıyor ve bu mutabakatın sonucunda Türkiye'nin müsteşarları, genel müdürleri, savcıları, hâkimleri sınıra geliyor belli bir anda ve o mutabakatın sonucu olarak da, İmralı’nın talimatı doğrultusunda oraya birileri geliyor.

 Değerli arkadaşlarım, bu, milletten saklanarak götürülmüş bir süreçtir. Bu, gizlilik içinde hazırlanmış kotarılmış bir süreçtir. Şimdi, ben merak ediyorum, Sayın İçişleri Bakanı, konuştuğu bunca sivil toplum örgütünden herhangi birisine “Biz böyle bir hazırlık yapıyoruz.” diye bilgi vermiş midir? Onlarla yaptığı konuşmaların iyi niyet beyanlarının iyimser ortamından yola çıkarak bu emrivakiyi Türkiye’ye dayatmaya kalkmıştır ve bu toplumumuzun ciddi tepkisiyle karşı karşıya kalmıştır.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, bu iş birliği var, bu beraber çalışma var, PKK ve Hükûmet bir dirsek teması içine girmişlerdir; çok açık, çok net; başka türlü izah edilmesi mümkün değil, birlikte kotarılmıştır bu. Şimdi, böyle bir iş birliği var. Peki, bu iş birliğinin şartı olarak, mesela PKK’nın terörü bırakması, silahtan vazgeçmesi, bir daha silahlı mücadele yapmayacağına, inandırıcı şekilde bunu kanıtlayarak, dünyaya söz vermesi gibi bir durum var mı? Silahtan vazgeçtiği için, terörden vazgeçtiği için mi böyle bir temas yapılmış, bir anlayış sergilenmek istenmiştir? Böyle bir durum mu var? Hayır. Çok açık bir şekilde “Biz silahı bırakmayı kesinlikle düşünmüyoruz.” diye resmî açıklamalar birbiri ardından yapılıyor. Yani PKK silah bırakmayacak, bizim meşru Hükûmetimiz onunla temas kuracak, yasalarımıza göre suçlu olan insanları burada bizim kurduğumuz seyyar mahkemeler aklayacaklar ve bu bir barış süreci olacak, bir hukuk süreci olacak, bir kardeşlik süreci olacak! Böyle bir şey olabilir mi?

Değerli arkadaşlarım, bu insanlara tutuklanmayacakları sözü verilmiştir, hukukçular tarafından değil siyasetçiler tarafından verilmiştir, hukuk katledilerek verilmiştir ve bunun gereği de yerine getirilmiştir.

Bu süreci destekleyen bir gazeteci geçenlerde yazıyor, diyor ki: “Ya, bu böyle olmaz, yani tanıdık dost hâkimlerle bu işi götüremezsiniz, bir an önce kanunları bu uygulamayı mümkün kılacak şekilde değiştirin.”

Değerli arkadaşlarım, bu manzara ortadaki çalışmanın ayaklarından birisinin iktidar, öbürünün İmralı ve PKK olduğu gerçeğini önümüze net bir şekilde koymuştur. Terörü terk etme kararını almadığı hâlde iktidar PKK’yı fiilen muhatap almıştır ve iş birliği içine girmiştir.

Değerli arkadaşlarım, bu, işin temel yanlışıdır. Yani görüntüsel olaylar, yok niye mutlu oldunuz, niye şenlik yap… Elbette şenlik yapacak. Yirmi beş yıl mücadele etmiş. Yirmi beş yıl mücadele ettikten sonra buraya elini kolunu sallayarak geliyor ve senin müsteşarın, hâkimin, savcın “Buyur kardeşim.” diyor. Bu manzara karşısında sen olsan sevinmez misin? Elbette sevinecekler. “Niye sevinç duyuyorsun?” Senin verdiğin imkânlardan dolayı sevinç duyuyor, onu sen yaşattığın için sevinç duyuyor!

SIRRI SAKIK (Muş) – Öldürsün mü, ne yapsın? Dersim’in katliamı mı yapılsın, ne yapılsın? (CHP sıralarından “otur.” sesleri)

HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) – Onur Bey’in söylediğini mi yapsın?

BAŞKAN – Sayın Sakık, lütfen… Lütfen Hatibe söz atmayalım. Sükûnetle dinleyelim değerli milletvekilleri.

Buyurun Sayın Baykal.

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, şimdi, bu süreç ne sevinç tablosu dolayısıyla yanlıştır ne de kılık kıyafetten dolayı yanlıştır. İşin özü yanlıştır. Nedir işin özü? Elinde silah olanla, terör yapanla hiçbir hükûmet müzakere etmez, (CHP sıralarından alkışlar) dünyada da etmemiştir. İngiltere etmemiştir, IRA silahı bıraktığını resmen ilan edip uluslararası mercilere silahlarını teslim edinceye kadar muhatap almamıştır. İspanya etmemiştir; İspanya, Bask terörünü Fransa’nın iş birliğini sağlayarak, Fransa’ya kaçmış olan, Fransa’da himaye gören Basklıları Fransa’nın İspanya’ya iade etmesini sağlayarak ve silahın bırakılmasını güvence altına alarak çözmüştür. Şimdi, dünyada ilk kez bir hükûmet, kendisine silahı doğrulttuğu hâlde ve doğrultmaya devam edeceğini ilan ettiği hâlde, “Bu hakkımdan vazgeçmem.” dediği hâlde onu muhatap almakta, onunla birlikte müzakere yapmakta, kanunlarını çiğnemekte, onlara yaranmaya çalışmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, yanlış olan budur. Terörle mücadele edilir terörle müzakere edilmez. (CHP sıralarından alkışlar) Barış isteyenlerin sağlaması gereken temel hedef, en kısa zamanda, derhâl PKK’nın silah bırakmasını sağlamaktır; derhâl PKK’nın terörden vazgeçtiğini ilan etmesini sağlamaktır. Eğer barışı gerçekten istiyorsanız “Muhatabınız Öcalan.” diyeceğinize PKK’nın silahı bırakması gerektiğini çıkarsınız söylersiniz. (CHP sıralarından alkışlar) Ha, “Onu söylemem, onun silah kullanmak hakkıdır derim ve Hükûmete de sen çatışmalara son ver ve sen o silahı bırakmadığı hâlde hukukunu çiğne, bizimle iş birliği yap derim, Barış adımı at derim…”

Değerli arkadaşlarım, bu süreçte önce bu beraberlik ortaya çıkmıştır ve gene bu süreçte ortaya çıkan PKK’nın siyasi projesinin değişmemiş olduğudur. Yani bir süre öncesine kadar bazı çevrelerde bir iyimser umut yaratılmak isteniyordu “Canım, kimse böyle ülkeyi bölecek, parçalayacak bir talep içinde değil. Hepimiz normal demokratik haklarımızı talep ediyoruz. Bunun ötesinde bir şey söz konusu değil.” anlayışı Türkiye’ye kabul ettirilmek isteniyordu. Çok açıkça görülmüştür ki projede değişen bir şey yoktur, hedefler aynıdır. Hedef…

SIRRI SAKIK (Muş) – Demokratik cumhuriyet…

DENİZ BAYKAL (Devamla) - …Türk Milletinin içinden yeni bir millet çıkarmaktır; millî ayrışmayı, millî parçalanmayı gerçekleştirmektir. O ortaya çıkarılacak olan yeni millî ayrışmaya ayrı bir siyasî teşkilatlanma, ayrı bir egemenlik sağlama projesi çok açık bir biçimde ortadadır.

Şimdi bakınız, uzun süre 15 Ağustosa kadar İmralı’dan gelecek yol haritası beklendi. Yol haritası geldi. Yol haritasını biz görmedik, kamuoyumuz bilmiyor. Yani ne var orada, ne var acaba? Yani PKK’yla yıllarca mücadele etmiş, bu uğurda evlatlarını vermiş olan anaların, babaların şimdi, bugün “İmralı ne istiyor Türkiye’den?” bunu öğrenmeye hakları yok mudur? Niye Türkiye’den saklıyorsunuz?

Ha, Türkiye’ye bunu söylersek, belki Türkiye’yi yanıltmak o kadar kolayca mümkün olmaz, taleplerin iç yüzü ortaya çıkar… E, siz milletin üstünde misiniz? Bazı gerçekleri siz bileceksiniz millet bilmeyecek, millet adına siz karar vereceksiniz, milleti siz güdeceksiniz; sonra da bunu “demokrasi” diye yapacaksınız! Var mı böyle bir şey? Çıkın, söyleyin; nedir talep, ne isteniyor.

Hepimiz çok iyi görüyoruz ki değişen hiçbir şey yoktur. Millî ayrıştırma, temel hedef olmaya devam etmektedir.

Değerli arkadaşlarım, bu manzara artık milletimiz tarafından tespit edilmiştir. Milletimiz buna karşı tepkisini ortaya koymuştur. Bu tepki karşısında Hükûmet çok şaşırtıcı biçimde, bu tepkiyi gösteren insanları sindirmeye ve susturmaya gayret etmiştir. PKK bayrakları, Öcalan posterleri emniyet güçlerinin gözü önünde dolaştırılırken ölmüş evladının emaneti diye Türk Bayrağı’nı eline alıp bu gelişmeyi protesto etmek için sokaklara çıkmış olan yaşlı kadınlar Hükûmetin, güvenlik güçlerinin baskısına maruz kalmışlardır. (CHP sıralarından alkışlar)

Bir bayrak alerjisi ortaya çıkmıştır Hükûmette. Yani hangi komplekstir, hangi rahatsızlıktır? Bayrak gördüğü anda rahatsız olmaktadır. Meclisin kapısına gelmiş şehit anneleri, şehit aileleri ellerindeki bayrakları teslim etmeye mecbur bırakılmış. Bunlar üzüntü verici tablolar. Bir baktık ki “Anaların gözyaşına son vereceğiz.” diye bir yola çıkılmış ama analar, evlatlarını şehit vermiş analar bu defa maruz kaldıkları bu haksızlık karşısında ağlamak durumunda bırakılmışlardır.

Değerli arkadaşlarım, bu manzara çok temel bir sıkıntıyı ortaya koymaktadır. Türkiye’de terörün arkasında neyin yattığını, nerelerden kaynaklandığını çok iyi değerlendirmeliyiz. Bu konuda çok ilgi çekici deneyimler yaşadık. Biliyorsunuz, önce Suriye’nin himayesinde bir terör dönemi yaşadık. Bu olay karşısında Türkiye etkili bir mücadele verdi ve o mücadele sonucunda PKK Suriye’deki karargâhından ayrılmak zorunda bırakıldı. Buna paralel olarak da Türkiye’deki PKK saldırıları etkisini çok ciddi ölçüde kaybetti ve bu iktidara Türkiye teslim edildiği zaman hemen hemen fiilen önemini kaybetmiş bir tablo vardı. 2002 yılındaki şehit sayısı sadece 6 idi. Bugün şimdi onun 23-24 katı bir terör tablosuyla karşı karşıyayız ve bu açılım sürecinin başladığı tarihten günümüze kadar 2002 yılında verilmiş olan şehit sayısının 4 katı şehit verilmiştir.

Değerli arkadaşlarım, terörle mücadelenin kararlılıkla sürdürülmesi elbette temeldir ama olayın sadece bundan ibaret olmadığı çok açıktır ama terörle mücadelede zafiyet gösterenlerin bu mücadeleyi başarıya götürmesi çok güçtür. Bakınız, bu iktidarın bu konuda çok ciddi yanlışlıkların içinden geçtiğini hatırlatmak istiyorum. 2006 yılında Terörle Mücadele Yasası’nın 6’ncı maddesine Öcalan’ın tahliyesini mümkün kılan bir madde konulmuştu; hatırlayacaksınız, açıkça ilan edilmeden konulmuştu. Bu doğrultuda çok büyük bir mücadele verildi. Bu mücadele sonucunda önce bunun doğru olmadığı iddia edildi. Biz de bu tablo karşısında “O zaman çıkarınız bu yasayı da görelim bakalım.” dedik. Sonra tek taraflı bir kararla iktidar bunu çıkarmaktan vazgeçti. Yani Öcalan’la temas kurma, Öcalan’ı tatmin etme, onu gerekirse tahliye etme doğrultusunda bir arayışı bu iktidarın çok uzun süreden beri takip etmekte olduğunu biz çok iyi biliyoruz.

Dubai’de bir anlaşma imzaladı bu Hükûmet, o zamanki Dışişleri Bakanı, dedi ki: “1 Milyar dolar bize verin, Kuzey Irak’ta Türkiye’ye yönelik teröre karşı bir askerî harekât yapmayacağız.” Böyle bir anlaşma imzalandı ama o anlaşmayı Türkiye Büyük Millet Meclisine taşıyamadılar; Türkiye Büyük Millet Meclisi onay vermediği için, vermeyeceği için de yürürlüğe koyamadılar ama bir şey görüldü: Bu iktidar Kuzey Irak’tan Türkiye’ye yönelik terör tehdidi gelebileceğini, bu tehdide karşı Türkiye’nin kendisini savunmak durumunda kalabileceğini, bu hakkını mutlaka koruması gerektiğini kesinlikle düşünmüyor, bunu yok sayabiliyor, bambaşka bir anlayış içindedir. Şimdi, böylesine bir zihniyetle, anlayışla bu Hükûmetin terör mücadelesini götürmekte olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Bu, o konudaki zafiyetin ana nedenlerinden birisidir.

Değerli arkadaşlarım, terörle mücadele elbette devam edecektir ama bugün karşı karşıya bulunduğumuz tabloyu doğru değerlendirmek için, bizim önümüze getirilen sorunun arkasında ne yatıyor konusuna şu şekilde bakmamız gerekir diye düşünüyorum: Türkiye olarak biz bu konuyu aşabilmek için, önce, bir defa terörle hiçbir şekilde müzakere etmemeyi temel bir politika hâline getirmeliyiz. Bu bize özgü bir karar değil, dünyanın gerçeğidir. Ancak ne yaptığını bilmeyen şaşkın iktidarlar, elinde silah olanların gözüne girerek teröre son verme gayreti sergilerler. (CHP sıralarından alkışlar) Bunun hiçbir geçerliliği olmadığını anlamalıyız. Teröre yaranarak bir yere varılmaz ama Türkiye’de bir sorun, sıkıntı varsa o sorunla sıkıntıya da çare bulmak lazımdır. Nedir o sorun, sıkıntı?

Değerli arkadaşlarım, bakınız, Türkiye’de biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak yirmi yıl önce kamuoyunun önüne bir raporla çıktık, yirmi yıl önce. Bu rapor bir önemli iddiayı ortaya koyuyordu ve o zaman da var olan sorunlara yönelik bir proje olarak ifade edilmişti. Neydi o zaman var olan sorunlar? O zaman bir insanın “Ben Kürt’üm.” demesi yasal olarak mümkün değildi. Kürtçenin konuşulması yasaktı. Çerkezce konuşmak mümkündü, Arapça konuşmak mümkündü, Arnavutça konuşmak mümkündü, “Ben Arnavut’um.” demek mümkündü, “Ben Çerkez’im.” demek mümkündü ama “Ben Kürt’üm.” demek mümkün değil idi. Bu Türkiye gerçeği. Bu gerçek karşısında biz bu gerçeği istismar etme yerine ne yapılması gerektiğine inanıyorsak onu çıktık ilan ettik. Yirmi yıl önce, 1989 yılında ve dedik ki: “Türkiye bir ırk devleti, bir kan devleti, bir kafatası devleti değildir. Bizim milletimizin içinde elbette birbirinden farklı etnik kimliklere mensup insanlar vardır. Onların kendi ana dillerini konuşmak temel haklarıdır; kendi kimliklerini yaşatmak temel haklarıdır, onunla iftihar etmek haklarıdır; kimse onların kimliklerini ifade etmesini engelleyemez, kimse onların ana dilini konuşmasını engelleyemez.” dedik ve bu raporu yazdık. (CHP sıralarından alkışlar)

SIRRI SAKIK (Muş) – Arkasından Kürt milletvekillerini de partiden ihraç ettiniz. Sana rağmen yapıldı o program. Kürt milletvekillerini kim ihraç etti, siz etmediniz mi?

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Ve 1991 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisine ilk kez, ilk kez benim imzamla ve diğer 38 arkadaşımın imzasıyla Kürtçenin de konuşmasının önündeki yasal engelin kaldırılması amacıyla bir kanun teklifi verildi.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – O raporda biz vardık ama sonradan Dersim modeline geldiniz.

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Şimdi, bunları dinlemekten rahatsız olmayın…

BAŞKAN – Lütfen… Sayın milletvekilleri…

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bunları dinlemekten rahatsız olmayın. Sorunlarınızı bize aktarın, konuşuruz. (DTP sıralarından gürültüler)

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ben de vardım…

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen Hatibi dinleyelim.

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Şimdi, ben bu konuya nasıl baktığımı anlatıyorum. Sabırla dinleyin. Biz sizi dinledik, siz de bizi dinleyin.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Buyurun, okuyun. Arkasında durur imza atarız.

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Yani bu sözlerden telaşlanarak, tepki göstererek bir yere varamazsınız. (DTP sıralarından gürültüler)

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Söylediklerinizin arkasında durun, o lafların arkasında durun.

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bunlar tarihî gerçekler. Bu, işin özüdür. Yani biz o zaman çıkmışız demişiz ki: “Kimsenin etnik kimliğine yasak koyamazsınız.” ve ayrıca demişiz ki: “Devlet hiçbir zaman vatandaşının etnik kimliğini fark edemez, etnik kimliğini göremez, etnik kör olmak zorundadır.”

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Şimdi?

DENİZ BAYKAL (Devamla) – “Kimsenin etnisitesiyle devlet uğraşmasın, kimsenin etnisitesine karışmasın, kimsenin etnisitesine yaranmaya çalışarak bir yere gidebileceğini zannetmesin. Etnik konuları o anlayışa mensup olan insanlara bırakın. Sivil toplum olarak her türlü faaliyeti özgürce yapma imkânını sağlayın, gerisine de karışmayın. Etnisiteye karışırsan bu işin altında kalırsın, çok ciddi zarar verirsin.” demişiz. O zaman demişiz. (CHP sıralarından alkışlar).

Yani demişiz ki o zaman: “Her etnik kesim kendi televizyonunu kursun, radyosunu kursun ama devlet karışmasın.” demişiz. Devlet eğitim işine karışmasın, etnik eğitim işine karışmasın.” demişiz.

M. NURİ YAMAN (Muş) – Özel okullar…

DENİZ BAYKAL (Devamla) – “Herkes kendi etnik kimliği içinde özel çalışmalarını yapsın, derneklerini kursun ama eğitime etnik dili karıştırmayın.” demişiz.

Şimdi, bu, bizim o zaman koyduğumuz çizgi ve bence çok büyük bir hizmet. Bunu yaptığımız zaman biz DGM’ye verildik. O zamanki devlet güvenlik mahkemeleri bizi hesap vermek üzere çağırdı “Ne yapıyorsunuz? Türkiye’yi bölüyorsunuz.” diye. “Siz o kanunlarla Türkiye’yi bölüyorsunuz.” dedik biz. “Bir etnik kesime ana dilini konuşma hakkını nasıl tanımazsın? Bir insanın kimliğini ifade etmek hakkını nasıl yasaklarsın? Bu, kabul edilemez” dedik. Bunun mücadelesini biz yirmi yıl önce verdik.

Şimdi değerli arkadaşlarım, geldiğimiz noktada olay başka. Şimdi, deniliyor ki: “Bu etnik kimlikten yola çıkarak…” Yani biz ne diyorduk o zaman? Türkiye’de bir Çerkez hangi hakka sahipse Kürt de o hakka sahip olacaktır; bir Arnavut hangi hakka sahipse Kürt de o hakka sahip olacaktır; olmalıdır. Bunu sağlamalıyız. Bunun hukuku geride bıraktığımız yirmi yıllık süreç içinde gerçekleştirildi ve bugün Türkiye’de hukuk bakımından en azından bu konuda bir problem yok ama yaşanan gerçek hâline hâlâ dönüşmemiştir. Bu hukuki düzenleme hayatın bir gerçeği hâline Türkiye’nin her yerinde tam dönüşmemiştir. Türkiye’de bürokraside bu anlayışın yerleştirilmesine ihtiyaç vardır, bunun samimiyetle benimsenmesine ihtiyaç vardır ve bu zihniyetin bütün ülkemizde paylaşılmasını sağlamaya ihtiyaç vardır. Bunlar önümüzdeki problemler ama bunun sağlanmasına, etnik kimliğe özgürlük…

Ha şimdi geldiğimiz noktada bazıları diyor ki: “Yetmez.” Ee ne yapacağız? “Bu etnik kimliği bir ayrı millete dönüştüreceğiz. Türkiye’de ayrı bir millete dönüştüreceğiz, ayrı bir millet olarak bizi kabul edeceksiniz ve biz ayrı millet olarak bir Çerkez’in, bir Arnavut’un, bir Arap’ın, bir Gürcü’nün sahip olduğundan daha farklı, imtiyazlı bir statüye sahip olacağız.” Bu söyleniyor şimdi.

Değerli arkadaşlarım, bu yanlıştır. Bu, Kürt kökenli insanlarımız için yanlıştır; bu, hepimiz için yanlıştır; bu, bölgenin barışı, istikrarı, huzuru için yanlıştır. O istikamete girdik mi ne olacağını merak ediyorsanız Irak’a bakınız, Irak’a bakınız, diğer Orta Doğu ülkelerine bakınız. Böyle bir tehlikeye Türkiye’nin sürüklenmesini önlemek için etnik kimliğe saygı göstereceğiz ama bunu bir millî ayrıştırmaya dönüştürmek isteyen ve bunu da silahla dayatmak isteyen, içeriden, dışarıdan birilerinin desteklerini ayarlayarak, her birisinin kendi hesabını göz önünde bulundurarak, içerde mayın patlatarak, masum insanları öldürerek, şiddetle, terör tehdidiyle millî ayrıştırmayı dayatmaya kalkmak kabul edilemezdir! (CHP sıralarından alkışlar)

Şimdi, değerli arkadaşlarım, buradaki mesele şu: Elbette herkes kendi kimliğine sahip olacak ama o kadar. Bizim bir devletimiz var. Devletimizin adı “Türk devleti”, milletimizin adı “Türk milleti.” “Bu, bir etnik dayatma.” diyor değerli arkadaşlarım. İnsaf ediniz! Yani bu etnik dayatmayı Türkiye’de Çerkezler hissetmiyor, Araplar hissetmiyor, Arnavutlar hissetmiyor, milyonlarca Kürt kökenli vatandaşımız hissetmiyor da PKK hissediyor diye biz de öyle hissetmek zorunda mıyız? (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

SIRRI SAKIK (Muş) – Benim sorunum değil ki! Ben hissediyorum.

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, buradaki “Türk milleti” lafı etnik bir anlam taşımaz. Bu, bize dünyanın verdiği bir addır, dünyanın verdiği bir ad. Bize “Türk” diyorlar. Yani “Türk” derken Kürt’ünü, Arap’ını ayırmadan diyor. “Siz Ermenileri kestiniz.” diyor, “Türkler, Ermenileri kesti.” diyor. “Türkler Ermenileri kesti.” derken onlar, acaba, Kürtler kesmedi de etnik Türkler kesti mi demek istiyor? Ne alakası var?

AHMET YENİ (Samsun) – Yanlış.

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Yanlış bunlar tabii. Bunlar yanlış. Bu yanlışın Kürt-Türk ayırmadan bize yönelik yapıldığının altını çizmek istiyorum.

SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Kesmenin kendisi yanlış.

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Yani, Bosna’da Boşnaklar var. Gidin, Boşnaklara bir sorun bakalım, Sırplar, diğerleri onlara ne diyor? “Boşnak.” Dili farklı. “Türk” diyor.

Değerli arkadaşlarım, burada Arnavutlar yaşıyor, burada yaşayan Arnavutlar var, “Arnavutluk” diye de bir ayrı devlet var. Türkiye’de Araplar var, Suriye’de Arap var, Mısır’da Arap var, Irak’ta Arap var…

SIRRI SAKIK (Muş) – Kardeşim, biz bu toprakların sahibiydik, biz sonradan gelenler değiliz.(CHP sıralarından “Dinle, dinle!” sesleri)

İSA GÖK (Mersin) – Dinle, hiç mi kültür yok!

BAŞKAN – Lütfen sayın milletvekilleri…

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Yani, Türkiye’deki her etnik kimliği bir ayrı siyasi devlet hâline dönüştürme yaklaşımı içine mi gireceğiz? Biz, burada bir millî devlet oluşturmuşuz. Bu millî devlet kimsenin etnik kimliğini sorgulama hakkına sahip değil. Herkesin etnik kimliğine herkes saygı göstermek zorunda. Bu konuda geçmişte yanlışların yapıldığı doğrudur, haksızlıkların yapıldığı doğrudur ama onları kaldırmak için biz öncülük yapmışız, yirmi yıl önce bunun mücadelesini vermişiz. Bunları aşacağız ama şimdi geldikten sonra “Millî ayrışmayı getirelim, ayrı bir millî devlet kuralım…” Yok böyle bir şey. Bunda kimsenin yararı yok. Bunun modası geçti, bu 19’uncu yüzyılın projesi, bitti bu iş. Şimdi burada hepimiz bir millî devlet olarak beraberiz. Türkiye’de yaşayan Arnavut Türk milletinin Arnavut’udur, Türkiye’de yaşayan Çerkez Türk milletinin Çerkez’idir, Türkiye’de yaşayan Kürt de Türk milletinin Kürt’üdür, hiç şüphe yok. (CHP sıralarından alkışlar)

70 milyon insanız. Güneydoğuda yaşayanların çok daha fazlası Türkiye'nin diğer yerlerinde Kürt kökenli vatandaşlarımız olarak yaşıyorlar. Türkiye’de çapraz evlilikler yaşanmış, yüz binlerce çapraz evlilik yaşanmış, milyonlarca insan gitmiş ülkenin değişik coğrafyalarında hayat kurmuş, evlenmişler, iş tutmuşlar, çoluk çocuk sahibi olmuşlar, ticaret yapıyorlar. Hayatın bir parçası. Şimdi onlara diyeceğiz ki: “Etnik kökenin dolayısıyla gel seni ayrıştıracağız.” Var mı böyle yağma? Bunda kimin yararı var? Onlar hayatlarını kurmuşlar, çocuklarını okutacaklar, yetiştirecekler “Hayır, sen gel etnik kökenin dolayısıyla seni ayrı bir milletin parçası hâline getireceğiz…”

Değerli arkadaşlarım, bunu demokrasi adına kim söylüyorsa yanlış söylüyor. Demokraside böyle bir şey yok. (CHP sıralarından alkışlar) Demokraside hiçbir millî devlet kendi içindeki insanların millî ayrışmasını teşvik edecek uygulamalara kesinlikle izin vermez. Ne Avrupa Birliğinin müktesebatı ne uluslararası hukuki sözleşmeler, insan hakları sözleşmeleri; her etnik kimliğe ayrı bir millî devlet hâline dönüşme yolunu açacaksın, kendi ana dilinde ayrı bir eğitim düzeni kuracaksın… Yok böyle bir şey. Bunlar bizi ayrıştırır.

Değerli arkadaşlarım, şimdi bakınız, bu Hükûmetin getirdiği bu projelerin içinde maalesef bütün bunlar birer mayın olarak yerleşmiştir. Tabii, Hükûmet yılmış, kamuoyunun yükselen tepkisini görmüş, sessizce, işte orada “seçmelik dersler” falan diye üniversitede götürecek. O seçmelik dersi Sayın İçişleri Bakanı, Anayasa’nın 42’nci maddesi karşısında nasıl uygulayacaksın, nasıl uygulayacaksın? Anayasa’nın 42’nci maddesiyle nasıl bağdaştıracaksın onu?

SIRRI SAKIK (Muş) – Peki sizin raporunuz nasıl uygulanacak?

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Bütün bunlar… “Onu değiştireceğiz…” Anayasa’yı niçin değiştirmek istediğiniz bu vesileyle de bir ayrı kez ortaya çıkmış oluyor.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, bu bölgede yapılması gereken şey, hiç şüphe yok herkesin kimliğine saygı göstermektir, devletin bütün unsurlarının ona o saygıyı göstermesini güvence altına almaktır, kimsenin etnik kimliğinden dolayı hiçbir baskıya maruz olmayacağının güvencesini ortaya koymaktır, herkesin etnik kimliğinin kendi şerefi olduğunu kabul etmektir.

Türkiye’de “Ben Kürt’üm.” diyebilmek o insanların elbette şerefidir, şanıdır, onurudur, hakkıdır, hiç şüphe yok. (CHP sıralarından alkışlar) Bu konuda hiçbir tartışmayı kabul etmemiz mümkün değildir. Etnik kimlik herkesin şanıdır, şerefidir, onurudur ve onu yaşatmak, ana dilini kullanmak, özgürce kullanmak hakkıdır.

Türkiye’de bir başka etnik kesim hangi hakka sahipse Kürtler de o hakkın tümüne sahip olacaklardır. Dünyadaki bir ulus devlette bir etnik kimliğe tanınan özgürlüklerin tümü Türkiye’de de bizdeki bütün etnik kimliklere tanınacaktır. Bu konularda bir problem yok ama bu demek değildir ki “Biz ayrıyız, bak terör anaları ağlatıyor, gel analar ağlamasın, benim istediğimi ver, biz de ayrışalım.” Yok böyle bir şey! Yok böyle bir şey!

SIRRI SAKIK (Muş) – Sen istesen de ayrışmaz.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Üzüntü verici olan tabii, Türkiye’de iktidarın bu anlayışa kendisini teslim etmeye başlamış olmasıdır. Bu çok üzüntü verici bir tablodur. Hâlbuki yapılması gereken şey, bizim bir an önce bakış açımızı değiştirmektir.

Hükûmet PKK’ya bakıyor, Hükûmet PKK’yla iş birliği yapmaya çalışıyor, bu konuda aracıları kullanmaya çalışıyor. Dış aracılar zaten onu telkin ediyorlar, onlar zaten devrede, içerideki insanların da katkılarını alarak, PKK’yla iş birliği yaparak bu işi kontrol etmeye çalışıyor. Çıkmaz yoldur, hiçbir yere götürmez.

Yapılması gereken şey: Açılım yapacaksanız yapacağınız açılım PKK açılımı olmayacak, gerçekten Kürt açılımı olacak, Kürt kökenli insanlarımıza yönelik açılım yapacaksınız, o insanlara bakacaksınız. O insanlara baktığınız zaman ne göreceksiniz? Çok açık bir şekilde orada çok büyük bir ekonomik ve sosyal reformlara ihtiyaç var.

İşsizlik olağanüstü. İşsizlik, değerli arkadaşlarım, her işin başı, bütün kötülüklerin anası. İşsizlik aileyi çökertiyor, sosyal dokuyu çökertiyor; işsizlik gençleri, insanları geleceksiz bırakıyor ve onları çaresiz bırakıyor. Bu çaresizlik duygusunu ortadan kaldırmak lazım.

Bölgeye çok ciddi bir ekonomik program uygulamak lazım, öyle böyle değil. Laf ola bütçe görüşmelerinde şunu yaptık, bunu yaptık ölçüsünde değil, sırf bu iş için büyük kaynak ayırarak Türkiye’nin Güneydoğu Anadolusu’nu ayağa kaldıracak çok ciddi ekonomik atılımlar yapmak lazım. Hâlâ GAP’ı bitiremedik değerli arkadaşlarım, kırk yıllık işimiz. Sulamanın hâlâ yüzde 13’ü yapılmış hâlde. Bölgeyi en kolay olumlu etkileyecek, halkın refahını yükseltecek proje; bir an önce bitirmek lazım. Konuşuyoruz, “12 milyar dolar ayırdık.” dedi daha önce Hükûmet, ortada hiçbir şey yok. Hangi ihaleleri yaptınız? Hâlâ Mardin ovası susuz. Barajlarda toplanmış sular ama o suları toprağa taşıyacak sulama projeleri bir türlü harekete geçirilemiyor. Buna bir an önce son vermek lazımdır.

Orada değerli arkadaşlarım, teşvik uygulamasıyla, bugüne kadarki anlayış içinde, ekonomik yapıyı değiştirmek mümkün değildir çünkü teşvik, yolsuzluğu finanse eden bir uygulamadır. Teşviki alanlar, o bölgede aldıkları parayı götürüyorlar Türkiye’nin batısına, oraya yatırım yapıyorlar ve bölgenin kalkınmasına destek vermiyorlar. Bunun önüne bir türlü geçilememiştir. Yapılması gereken iş, doğrudan devleti oraya sokmaktır. (CHP sıralarından alkışlar) Doğrudan devleti Güneydoğu Anadolu’nun kalkınması için devreye sokmaktan başka çare yoktur. İtalya bunu geçmişte uygulamıştır. Biz, kendi kalkınmamız için geçmişte bunu uyguladık. Şimdi, Güneydoğu için bunu uygulamak kaçınılmaz bir zorunluluktur. Oraya fabrikaları kuracaksınız, Etibanklar, Sümerbanklar, Et-Balık Kurumları hepsi kapatıldı; o bölgede kuracaksınız. O bölgenin madenini işleteceksiniz. O bölgenin ürünlerini değerlendireceksiniz ve orada insanlar binlerce, on binlerce insan orada iş sahibi olacak. 11 çocuğu var, işi yok, çocuklarına yiyecek alacak imkânı kalmamış. Böyle bir aile düzeni içinde, elbette, teröre giden insanları kendi elimizle ortaya koyuyoruz. Bunu değiştirecek en etkin yol, o insanlara geçim kapısını açmaktır. “E, canım, zarar ediyor devlet teşkilatı, kurarsak, devlet ekonomik işletmesi kurarsak.” Zarar ederse, zarar etsin. Bu, ekonomik hesap işi değil, finansman, hesap işi değil, bunun gereğini yapacaksınız, bu bir barış projesi, mutlaka uygulayacaksınız. (CHP sıralarından alkışlar)

Bakınız, bir mayından temizlenme söz konusu. O işte dahi o bölgeye onu düşünemedik. O işi dahi, kim yaparsa ona vermek için Hükûmet çırpındı durdu, neyse ki Anayasa Mahkemesinin kararıyla önledik. O mayından temizlenecek araziler mutlaka o bölgenin refahı için, kalkınması için harcanmalıdır, mutlaka bunun yolu ve yöntemi bulunmalıdır.

Aynı şekilde, bölgeye yönelik olarak çok ciddi bir eğitim hamlesi yapmaya ihtiyaç var. Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de devlet eğitimi bilinçli bir şekilde çökertildi. Bugün, ancak, cebinde parası olanlar, çocuklarını kolejlerde ya da dershanelerde hazırlayarak, yetiştirerek doğru dürüst okullara gönderme imkânına sahip. Yoksa, devlet okullarından, eskiden olduğu gibi, halk çocuklarının gelip yetişme şansı maalesef kalmamıştır. O bölgeye, bütün bu anlayışları ortadan kaldıran bir yaklaşım içinde ciddi bir eğitim projesiyle girmek lazımdır. Türkiye’nin en başarılı okulları, kolejleri, Anadolu liseleri, fen liseleri, Türkiye’nin en değerli öğretmenleri, en iyi teşvikler onlara sağlanarak, her birisi, Güneydoğu’daki o illerde, ikişer, üçer tane, en başarılı okullar olarak kurulmalıdır, mutlaka bu gerçekleştirilmelidir. O bölgedeki çocukların gelecekte Türkiye’nin tümüne hükmedebilecekleri, Türkiye’nin tümüne yönelik söz sahibi olabilecekleri güven onlara mutlaka verilmelidir. Şimdi, okulda hoca yok, matematikçi yok, yabancı dil yok, bilmem fen dersleri yok, oralarda oyalanıyor, sonra da yıl sonunda ÖSYM’lerde tabloyu görüyoruz. Okulu birincilikle bitirmiş ama sıfır çekmiş bilmem ÖSYM sınavında. Bu tabloyu değiştirmek lazım değerli arkadaşlarım. Bu, terörle mücadele yöntemi işte. Anaların gözyaşına son vermek istiyorsanız oradaki çocuklara sahip çıkacaksınız, oradaki insanlara iş vereceksiniz. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, kadın projesi fevkalade önemli. Kadın, Güneydoğu Anadolu’nun özü. O insanlara sahip çıkacaksınız. Aileleri güçlendireceksiniz. Öyle, yeşil kart uygulamasıyla ya da arada sırada ramazanda poşet dağıtarak falan değil, sosyal güvenlik sistemini oturtarak, onlara gerekli desteği vererek, onların devletlerine güvenmelerini, çocuklarını doğru dürüst yetiştirmelerini mümkün kılacak şekilde çok ciddi kaynak ayıracaksınız, teşkilat kuracaksınız, Güneydoğu’daki kızlarımıza, kadınlarımıza sahip çıkacaksınız. Bütün bunlar kaçınılmaz temel ihtiyaçlar olarak gözüküyor. Bunları mutlaka gerçekleştirmemiz lazım.

Ekonomiye ve reformlara bölgede girmek lazım.

Kimlik konusunda bir tereddüdü zihinlerden söküp çıkarmak lazım ve PKK’yı etkisizleştirmek için bir programı etkili bir biçimde kullanmak lazım. Diplomasiyi seferber ederek kullanmak lazım; Irak’la iş birliği olanaklarını seferber ederek kullanmak lazım.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, son zamanlarda Dışişleri Bakanımız Erbil’e gitti. Kuzey Irak yönetimiyle bir araya geldi; kapsamlı bir ekonomik iş birliği projeleri açıkladı; yakın bir iş birliği içine girmemiz öngörüldü. Peki, Kuzey Irak’ın Türkiye’ye yönelik yapması gereken bir şey yok mu? Yani bizim Kuzey Irak’tan ve Irak’tan yapmamız gereken bir talep yok mu? Çok afaki bir şekilde “PKK’yı tasfiye et.” sözünü kastetmiyorum mesela, PKK’nın bir terör örgütü olarak ilan edilmesini sağlayamaz mıyız? Hâlâ Kuzey Irak, PKK’nın bir terör örgütü olduğunu söyleyememiştir. Mesela, örgütün elebaşılarından bazılarının Türkiye’ye teslim edilmesini sağlayamaz mıyız? Sağlamamız gerekmiyor mu? Bakın, Amerika ilan etti. 3 kişi uyuşturucu yolsuzluğuyla uluslararası suçlu ilan edildi. Bari, bunları onlardan almanın bir yolunu bulamıyor musunuz? Koca Türkiye… O kadar geniş paketlerle gittiniz, Erbil’i Dışişleri Bakanı olarak ziyaret ediyorsunuz, olağanüstü önemli bir adım. Bunun karşılığında ne aldığınızı doğrusu çok merak ediyorum. PKK’yı terör örgütü olarak ilan ettirebildiniz mi? Onlardan, örgütün elebaşılarının teslimini sağlayabildiniz mi? PKK örgütünün siyasi büroları hâlâ faaliyet hâlindedir Kuzey Irak’ta. “Kandil’e ulaşmak mümkün değil, çok güç…” Peki, Kandil’e ulaşmak mümkün değil de, Kandil’e giden yolları tutmak mümkün değil mi? O yollar kimin kontrolünde?

SIRRI SAKIK (Muş) – Git, tut!

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Kandil’in lojistik ihtiyaçları, yiyeceği, içeceği, silahı, ilacı, cephanesi nereden geçiyor? Kaç yoldan geçiyor? O yolları kim denetliyor? Bunu sağlamak mümkün değil mi? Bu sağlanabilmiş diyebilir miyiz?

Değerli arkadaşlarım, yani bizden birileri bir şey istiyor, yapıyoruz. Ee, biz de birilerinden bir şey isteyelim Allah aşkına! PKK’yı etkisizleştirecek bir politikayı kararlılıkla ortaya koyun; diplomasiyle uygulayın, ekonomik imkânlarla, ekonomik iş birliğiyle uygulayın, uluslararası hukuku seferber ederek uygulayın, Türkiye'nin gücünü ortaya koyarak bunu sağlayın. Sağlayın… (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım “PKK’yla biz anlaşırız, Kandil’le biz müzakere ediyoruz, İmralı bize bu bağlantıyı sağlıyor” diyorsanız, buradan bir yere varmanız mümkün değildir çünkü -PKK’yı- elbette dünya şartları onun giderek artık orada varlığını sürdürmesini imkânsız kılacak yönde gelişiyor. PKK’nın orada kendini devam ettirmesi Amerika’nın buradan ayrılışından sonra elbette kolay değil ama unutmayın, PKK’yı kendi amaçları için orada kullanmaya hazır yerel güçler var. Kuzey Irak’ta, PKK’yı gerekirse Türkiye’ye karşı kullanmak, pazarlık etmek için kullanmak, Kerkük sorunu için kullanmak amacıyla besleyen, destekleyen güçler var. O güçlerle işinizi halledin. Bu doğrultuda bir çalışmanın maalesef hiçbir işaretini göremiyoruz, bundan da çok büyük üzüntü duyuyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bir defa, şunu hepimizin çok iyi bilmesi lazım: Türkiye'nin terörle mücadelesini başarıya ulaştıracak olan temel unsur, hiç kuşku yok o bölgedeki insanı kazanmaktır, o bölgedeki insana, Türkiye'nin bütünselliği içinde diğer farklı etnik kökenlere sahip olanlar gibi hak ve hukuk sahibi olduğu duygusunu onlara vermektir; onları, dışlanmışlık, tecrit edilmişlik duygusundan çekip çıkarmaktır, lafla değil uygulamayla bunu yapmaktır. Bu, yapmak zorunda olduğumuz bir şeydir, yapılabilecek olan bir şeydir ve bunu yapmalıyız.

Elbette, bizim çok acı geçmiş anılarımız var, bu bölgede yaşadığımız olumlu olumsuz günler var, çekilmiş ıstıraplar var. İlişkilerimizi kurarken birbirimizin duyarlılıklarına saygı göstermek en temel sorumluluğumuz olmalıdır. Kimse kimseyi peşin olarak mahkûm etmemelidir, kimse kimseyi dışlamamalıdır. Herkesin duygularına, düşüncesine, anlayışına, acılarına, anılarına saygı göstermelidir. Bu konuda hiçbirimiz geçmiş acıları kaşıyarak, kurcalayarak, birbirimize fatura ederek bir yarar sağlayamayacağımızı bilmeliyiz. Birbirimizin gönlünü kazanmak durumundayız, birbirimize saygı göstermek durumundayız. Yaşadığımız acı olaylar ne olursa olsun artık el ele, birlikte yaşamak zorunda olduğumuzu birbirimize hatırlatmak zorundayız. O nedenle, ben, ta bin yıllık bir tarih içinde Selçuklu döneminde, Osmanlı döneminde, cumhuriyet döneminde yaşanmış acıların tümüne saygı gösteriyorum. O acıları yaşayan insanların duygularına, hassasiyetlerine saygı gösteriyorum ve onların hiçbir zaman bir siyasi çekişme konusu hâline getirilmemesinin olağanüstü önem taşıdığını bir kez daha ifade etmek istiyorum. Artık, biz yüzümüzü geleceğe yönelteceğiz, el ele vereceğiz ve birlikte yürüyeceğiz. Geçmişte elbette –Sayın Türk, konuşmasında söyledi- hiçbir şekilde kabul edilemez çok acı ifadeler kullanılmıştır, çok yakışıksız değerlendirmeler yapılmıştır ama o anıların üzerinden geleceğe bakamayız, onlar artık unutulmuş.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Baykal, süreniz doldu, ne kadar bir süreye ihtiyacınız var tamamlayabilmeniz için?

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Kısa bir süre.

BAŞKAN – Tamam, açıyorum.

DENİZ BAYKAL (Devamla) – O nedenle, geçmişi bu acı anılarıyla birbirimize fatura ederek değil, onları geride bırakma kararlılığı içinde yeni bir geleceğe yüzümüzü döndürmeliyiz diye düşünüyorum. Biz, bu doğrultuda bakıyoruz, bu anlayışla bakıyoruz. Bu doğrultuda, Türkiye'nin tümünü, etnik kimliği ne olursa olsun, etnik özelliği ne olursa olsun, bütün vatandaşlarımızın ortak vatanı olarak düşünüyoruz. Türkiye'nin yetmiş iki milyon tapusu var. Bu tapunun her biri, teker teker her bir vatandaşımızın elindedir (CHP sıralarından alkışlar) ve kimse onların etnik kimliğini sorgulamak hakkına sahip değildir. Etnik kimliği devletin görme hakkı yoktur, görmesi mümkün değildir. Kimse de “Biz şu etnik kimliğe sahip olanlar.” diye ayrı baş çekmeye, ayrışmaya, kümeleşmeye yönelmemelidir. Hepimizin bireysel hakkı ve hukuku eşit olarak en yüksek düzeyde güvence altına alınmalıdır, alınacaktır ama hiçbir zaman, Türkiye’yi ayrıştıracak, parçalayacak bir sürecin parçası hâline kimse dönüşmemelidir.

Bu yaklaşımın temel çıkış anlayışı olduğuna inanıyorum. Türkiye bunu başaracaktır. Buradaki ana nokta, Hükûmetin Türkiye’ye bir bütün olarak değil etnik kimlikler penceresinden bakma anlayışını artık bırakması gereğidir. Maalesef, çok uzun süre, Sayın Başbakan, işte, yirmi sekiz ya da otuz sekiz kimliği birbiri ardından söyleyerek Türkiye tarifi yapmayı çok önemli saymıştır. Bu, fevkalade yanlış bir yaklaşımdır. Elbette herkesin kendi etnik kimliği vardır ama siyasetçilerin bunları diline dolaması doğru değildir, uygun değildir. Siyasetçinin görevi, bütün etnik kimliklere mensup olanlara eşit bakmaktır ve onların bir bütünün parçası olduğunu ifade etmektir. O bütünün adını söylemekten de hiçbir zaman Türkiye’yi yönetenler geride kalmamalıdır. Şöyle yüreğini doldura doldura, ben, Başbakanın “Türk milleti” dediğini duymak istiyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

Bu konudaki zafiyetin Türkiye’yi ayrıştırmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürdüğünü, onlara fırsat verdiğini kesinlikle unutmamalıyız. Şunu net bir şekilde söylemeliyim: Ben, Hükûmetin bugün mahcup mahcup açıklamaya başladığı ama temelinde etnik ayrıştırmayı millî eğitime taşımaya yönelik o projelerini görerek bunun çok sakıncalı bir istikamet olduğuna kesinlikle inanıyorum. Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz, ulus devletimizi, uluslaşma sürecimizi, millet olma mücadelemizi sahiplenmeye devam edeceğiz; bu doğrultudaki arayışlara hiçbir zaman katkı ve destek vermeyeceğiz; onları ve iş birliği yaptığı insanları tarihî sorumluluklarıyla baş başa bırakacağız.

Hepinize teşekkür ederim, sevgiler, saygılar sunarım. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, genel görüşme önergesi üzerinde şimdi de gruplar adına son konuşmayı yapmak üzere, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Adana Milletvekili Ömer Çelik. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Buyurun, hoş geldiniz.

AK PARTİ GRUBU ADINA ÖMER ÇELİK (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce Meclisi ve aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.

Biz burada, bugün, aslında milletin iradesini gösteren, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine hâkim olduğunu gösteren çok önemli bir tartışma yapıyoruz.

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Çeşitli İşler

- Gösteri ve Protestolar

1.- İki dinleyicinin slogan atması nedeniyle dinleyici locasından dışarı çıkarılması

 (Dinleyici localarından iki dinleyici “Amerikancı açılımlara geçit vermeyeceğiz!” diye bağırdı.)

(Dinleyici localarını ayıran perde kapatılmaya başlandı.)

III.- GENEL GÖRÜŞME (Devam)

A) Görüşmeler (Devam)

1.- Hükûmet adına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, demokratik açılım konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/11) (Devam)

BAŞKAN – Siz devam edin efendim.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Bu görüşme, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine hâkim olduğunu gösterdiği gibi, milletimizin de gündemine hâkim olduğunu gösteriyor.

Şimdi, bakınız, çok basit bir mesele var, deniliyor ki… Sanki biz bu meseleyi gündemimize almasaydık, sanki biz bu meseleyi Türkiye'nin gündemine getirmeseydik bu tip meseleler yokmuş, sanki biz bu meseleleri gündeme getirerek milletin gündemine yeni meseleler sokmuşuz gibi davranılıyor. Çok basit bir eylemle, çok basit bir tavırla şunu görmek mümkündür: Buradan çıkın ya da vatandaşlarımızdan bir tanesi… (CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Çelik, bir saniye...

Dinleyici locasında bulunan… (CHP sıralarından “Perdeyi kapatmasınlar.” sesleri)

MEHMET ŞEVKİ KULKULOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkan, perdeyi kapatmasınlar.

BAŞKAN – Şimdi, görevli arkadaşlar, lütfen perdeyi kapatmayın. Lütfen… Açın... Lütfen…

(Dinleyici localarını ayıran perde açıldı.)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, ara verin.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, bir ara verin lütfen.

BAŞKAN – Dinleyici locasındaki misafirlerimiz için İç Tüzük’ün 169’uncu maddesini okuyorum, bilmeyenlere hatırlatıyorum: “Dinleyiciler, birleşimin devamı süresince kendilerine ayrılan yerlerde sükûnet içinde oturmak zorundadırlar.

Dinleyiciler görüşmelerde, kabul veya ret yönünde söz, alkış yahut herhangi bir hareketle kendi düşüncelerini ortaya koyamazlar.

Bu yasağa uymayanlar, o yerin düzenini korumakla görevli olanlar tarafından hemen dışarı çıkarılırlar.”

Görevli arkadaşlarımızı bu konuda duyarlı olmaya davet ediyorum.

Buyurun Sayın Çelik.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Tabii, vatandaşlarımızın bu tip eylemler yapmaması için öncelikle Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu konuda örnek olması lazım, Türkiye Büyük Millet Meclisinde korsan eylem yapma geleneğinin söz konusu olmaması lazım. (AK PARTİ ve DTP sıralarından alkışlar)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sen Apo posterlerine bak!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Şimdi, bakınız, herhangi bir kitabevine giriniz, yolunuzun üstündeki herhangi bir kitabevine giriniz, siyasal kitaplar bölümüne dönünüz, yüzlerce, hatta binlerce Kürt sorunu, Alevilik, azınlıklar, inanç hürriyeti, kadın-erkek eşitsizliği, darbeler, çeteler, insan hakları, güvenlik pratikleri, güvenlik perspektifiyle ilgili müthiş bir külliyat oluştuğunu göreceksiniz. Ortada bir sorun yoksa, çeşitli kesimlerin eksik demokrasi uygulamalarından dolayı herhangi bir rahatsızlığı yoksa şunu soralım: Bu kadar literatür niye ortaya çıkıyor? Deniyor ki: “Hükûmet bu konuyu gündeme getirdiği için ortaya çıkıyor?” Peki, Hükûmet obeziteyi gündeme getirseydi -iki ayda bu bahsettiğimiz demokratik sorunlar, seksen altı yıldan daha fazla konuşuldu- aynı konuşmalar yapılacak mıydı? Hayır. Çünkü, Türkiye’de demokrasi meselesinde çok ciddi sıkıntılar olagelmiştir ve demokrasi meselesinde olagelen sıkıntıların çok büyük bir kaynağı da Meclisteki, aslında, siyasi partiler tarafından büyük bir mutabakatla üzerinde uzlaşmaya varılmış, tespit edilmiştir, bugün ortaya çıkmış bir mesele değil. Bakınız, ta Abdülhamit zamanından beri bu meseleler tartışılıyor. İttihat Terakki ve Ahrar Partisinin programlarına baktığınızda Kürtçeye nasıl bir statü verileceğiyle ilgili uzun tartışmalar olduğunu görürsünüz.

Bu ülkede, inanç gruplarından etnik gruplara kadar pek çok kesimin çok ciddi insan hakları meselesi olması, demokratikleşmeden kaynaklanan sıkıntıları olması siyasetçilere şöyle bir sorumluluk yükler: Siyasetçiler, bu sorunları sümen altı etmekle sorumluluklardan kaçamazlar, bunları çözmek zorundadırlar. Bu tip meseleler, artık büyük meseleler hâline gelmiştir, sıradan demokratikleşme sorunları değildir. Bunlar, yüksek siyasi sorumluluk, gerçek bir cesaret ve siyasi vizyon gerektirmektedir. Bu vizyona sahip olanlar, geleceğin büyük Türkiye’sini gerçekleştirmek, kurmak üzere bugünkü riskleri seve seve göze alırlar ve biz AK PARTİ olarak bu riskleri seve seve göze alıyoruz, bunlardan hiçbir şekilde kaçmıyoruz, bunlarla yüzleşiyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Büyük bir vizyona sahip olmayanlar, Türkiye'nin meselelerine kulak tıkayanlar ise bu meseleleri risk almamak adına sümen altı ederler ve yaptıkları iş sadece milletin zarar görmesine yol açar. Asıl, millî birlik ve beraberlik için tehlike: “Evet, demokrasi güzeldir.” dedikten sonra, o güzel dedikleri şeyle ilgili uygulamaya dönük adımlar atılmasına sıra geldiğinde bir sürü engeller çıkartmak, demokrasiyi raporlarla, sözlerle savunmak ama demokratikleşme konusunda adım atılacağı zaman bunun önüne engeller çıkarmaktır. Asıl, asıl, millî birliği sıkıntıya sokacak gelişmelere zemin hazırlayacak olan da budur.

Bakınız, burada bir sürü risklere dikkat çekiliyor ama dikkat ediyor musunuz, sorunu çözme iradesine sahip bir Hükûmetin adım attığı konulardaki risklere dikkat çekiliyor.

Peki, şu risklere hiç kimse dikkat çekiyor mu: Her zerresine kadar millî ve yerli olan bu süreci aksatmaya çalışan yabancı gizli servislerin, Türkiye'nin vizyonunun başarısız olması için çalıştığının farkına varıyor muyuz?

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Allah Allah!

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Türkiye'nin çözüm iradesini yabancı odaklara bağlayanlar, bu sorunu palazlandıran yabancı servislerin faaliyetlerini akamete uğratmak üzere iktidarları döneminde ne yaptıklarını iki cümleyle burada anlatabiliyorlar mı? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Soruyu daha da basitleştirelim, daha da basitleştirelim: Türkiye demokrasi yoluyla bu sorunları çözmezse bundan kim kazançlı çıkacaktır? Bu sorunu çözersek kazançlı çıkacak olan odak biziz, çözmezsek kim kazançlı çıkacaktır? Yabancı literatürleri AK PARTİ aleyhine iki tane cümle bulmak için tarayanlar, biraz da bunun için tarasınlar.

Şimdi, bakınız, hiç utanmadan Hükûmetimize “Damat Ferit Hükûmeti” diyenler çıktı. Ekranları başında bizi izleyen özellikle milliyetçi gençlere sesleniyorum…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Hop, hop!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Damat Ferit Hükûmeti, Anadolu insanları binlerce sorunun, binlerce meşakkatin içinde boğulurken sadece İstanbul’da sarayın çıkarlarını ve konforunu düşünen bir hükûmetti. Bugün Damat Ferit Hükûmeti yakıştırması, hiçbir riske girmeyip partizanlık yaparak demokratikleşmeye körü körüne karşı çıkanlara yakışır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Türkiye'nin her tarafını tarayan, her noktasına ayak basan, her yerinde teşkilatlanmış olan AK PARTİ ise ancak ve ancak Kuvayımilliyeye benzetilebilir.(AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Şimdi, biraz evvel hemen hemen konuşmaların kahir ekseriyetinde şöyle bir tespit yapıldı, denildi ki: “Millet içinde millet yaratmayın.” Yani demokratikleşme yoluyla verilecek hakları ülkenin bir kesimine vererek orada, ülkenin o kesiminde farklı bir uygulamaya gitmeyin, milleti birbirinden duvarlarla ayırmayın. Şimdi, burası çok güzel bir nokta.

Bakınız, bizi güya, haksız bir şekilde, üniter devlet yapısını bozmak ve federasyona kapı aralamakla suçlayanlar şunu düşünsünler: Türkiye’de şimdiye kadar federasyona benzeyen tek yapı olağanüstü hâl yönetimidir. (AK PARTİ ve DTP sıralarından alkışlar) Bu konunun özüne vâkıf olmayanlar tecrübeli siyasetçilere sorsunlar, o dönemde görev yapan bürokratlara sorsunlar, siyaset bilimcilere sorsunlar: Yirmi beş yıl boyunca idare kuralları Türkiye'nin genelinden farklı, memurlara ödenen maaş sistemi farklı, yasal tedbirleri Türkiye'nin genelinden farklı, güvenlik uygulamaları farklı bu yapı fiilî bir federasyon değildi de neydi? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Güneydoğu ve Doğu’daki kardeşlerimizle aramıza alaturka Berlin duvarı örenler bu yapının o zamanki sonuçlarına niye dikkat çekmediler? Peki, şunu soralım: Millî birlik ve kardeşliği tesis etmek üzere bu alaturka Berlin duvarını kim kaldırdı ortadan? AK PARTİ Hükûmeti kaldırdı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Peki, nasıl oldu da bu sorunlar yıllar içerisinde bu kadar ihmal edildi ve bugün karşı karşıya geldiğimiz kötü tablo ortaya çıktı? Bakınız, Sayın Deniz Baykal’ın merhum devlet adamımız ve siyaset adamımız İsmail Cem’le birlikte kaleme aldığı “Yeni Sol” kitabından şu ifadeleri dikkatinize sunarım, Sayfa 117: “Devletin, yurttaşlarının sahip olduğu etnik yapıların birini ön plana çıkarması, diğer etnik yapıdaki yurttaşlara eşitsiz davranışı, kendilerini ifade etme haklarını onlara tanımayışı, bir etnik yapıyı kutsarcasına yaklaşımlar içerisinde oluşu, bu amaca dönük asimilasyon politika ve uygulamalarını kabul etmek doğru değildir.”

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Doğru.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Aynen söyledik.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Eleştirmek için söylemiyorum.

“Bu çerçevede kafatasçılık, ırkçılık, tek bir etnik yapı anlayışı üzerinden şekillenen milliyetçilik anlayışı yaşanan gerçeklere uymamaktadır. Savunulması gereken, çağa ve günümüz koşullarına uyan yurttaşlık kavramıdır.”

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Tabii.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Altına imza atıyoruz. Fakat buradaki mesele şudur: Buradaki tespitlerin gereğini yapmak üzere ne yapılacaktır? Demokratikleşmeden başka bir yol var mıdır? Eğer demokratikleşme gündeme geldiğinde, bazı CHP sözcüleri tutup da şöyle bir ifade kullanırlarsa: “Siz, millet içerisinde millet yaratacaksınız.” derlerse veyahut da “Siz, burada da ifade edilen ‘anayasal vatandaşlık’ kavramını esas aldığımızda, ‘Türk’ kelimesini kaldırmak ve yerine ‘anayasal vatandaşlık’ koymak istiyorsunuz.” diye bizi suçlamaya başlarlarsa o zaman burada büyük bir çelişki ortaya çıkmaz mı?

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) - Çelişki yok.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Neden?

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Bakınız değerli milletvekilleri, devlet nihayetinde bir mekanizmadır. Peki, bu mekanizmayı işleten ve bu işin sorumluluğuna sahip olanlar kimdi? Bakınız, yine bu sorumluluğa sahip olanların kim olduğu daha az tartışılan Tunceli Raporu’nda ifade ediliyor, CHP’nin. 1996’da yayımlanmış, çok kapsamlı fikirler var burada. Sorumluyu şöyle ifade ediyor: “Bugüne değin çözüm, âdeta taşeron kullanılırcasına güvenlik güçlerine havale edilmiştir. Çözümün sorumlusu güvenlik güçleri değil siyasetçilerdir.” Demek ki bu demokratikleşme adımlarını atmayan, bu sorunu çözmek üzere irade koymayan, sadece teorik düzeyde birtakım laflar söyleyen siyasetçiler sorumluluklarını yerine getirmiyorlar. Tam tersine, adım atan, siyasi inisiyatif alan, bu riskleri yönetmeye kalkan siyasetçiler bu gidişe son vermek üzere sorumluluklarını yerine getiriyorlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bakınız, bugün Hükûmetin başlattığı bu Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi, aslında demokratikleşme bağlamında, demokratikleşme süreci bağlamında bu raporlarda ifade edilen ana eksenin dışında bir şey söylemiyor.

Zaten burada anlaşılmayan bir husus da şudur: Türkçenin resmî dil olmaktan çıkarılması gibi bir seçeneğin söz konusu olmadığı, AK PARTİ’nin bütün sözcüleri, Hükûmetin bütün unsurları tarafından söylenmişken hâlâ böyle bir şeyden bahsediliyor.

OKTAY VURAL (İzmir) – Ucu açık… Ucu açık…

ÖMER ÇELİK (Devamla) - İkincisi, federasyon ya da üniter yapı içerisinde özerklik anlamına gelecek herhangi bir yapıya Hükûmetin hiçbir şekilde izin vermeyeceği açıkça ifade edilmesine rağmen bir federasyon tehlikesinden bahsediliyor. Peki, bu olağanüstü hâl rejimi varken niye federasyon tartışması yapmadınız? Bir ülkenin içerisinde yönetim sistemi, maaş sistemi, güvenlik uygulamaları farklı olan bir yapıya niçin karşı çıkmadınız?

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Karşı çıkmışız, karşı... Bak, iyi oku o elindekini.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Sayın Anadol, benim okuduğumu, iyi okuduğumu siz bilirsiniz.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Yazıyor bak.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Raporlar… Var, o rapora da geleceğim.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Var burada.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Geleceğim… Var, benim yanımda var. Hatta ben o raporu on sene evvel okumuştum.

Şimdi, esas şu meseleye gelelim: Bugün için ne öneriyorsunuz? Bugün için ne öneriyorsunuz? Salı günü bu öneriyi aldık. Salı günü Sayın Onur Öymen Dersim’den bahsetti. Ekranları başında bilmeyen vatandaşlarımız için söyleyelim, bugünkü Tunceli. Konuşan CHP Sözcüsü bugünkü toplumsal sorunların çözümünde Dersim olaylarını bugünkü sorunların çözümü için örnek olarak gösteriyor.

AHMET YENİ (Samsun) – Genel Başkan Yardımcısı…

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Bakın, üstelik o konuşmasında, o zamanlar işgal kuvveti olan Yunan birliklerine karşı verilen mücadele ile Türkiye içerisinde kendi vatandaşlarımıza yönelik müdahaleleri eşit tutuyor ve “analar ağlamasın” sözünü çürütmek için güya bunu yapıyor. “O zaman analar ağladı, bu tedbirler alınırken kimse ‘analar ağlamasın’ demedi.” diyor. Kendi milletine ve kendi tarihine karşı bu kadar yabancılaşmış bir gözle bakılabilir mi? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bir emekli diplomat Türk devletine ve Türk milletine neyi öneriyor biliyor musunuz? “Yunan Devleti İskeçe’nin ismini değiştirdi, isim değiştirmek bizim de hakkımızdır.” diyor. Böyle bir mantık olabilir mi? Yani biz uygulamalarımızda Türkiye'nin içindeki vatandaşlarımıza karşı Yunan Devleti’nin Türklere yaptığı haksızlıkların aynısını örnek alacağız! Böyle bir mantık söz konusu olabilir mi?

GÜLTAN KIŞANAK (Diyarbakır) – Olmaz, olmaz…

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Şimdi, bakınız Dersim olayları, Dersim olayları gibi olaylar tarihin acı hatıralarıdır. Bırakın bunların tekerrür etmesini, biz kendi vicdanımızda bunları hatırlamak istemeyiz, acı hatıralar olarak bir kenarda kalsın isteriz.

SIRRI SAKIK (Muş) – Özür borcu var, özür borcu var!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Bugün için örnek gösterilmesi tam bir basiretsizliktir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Size çok net bir örnek vereceğim: Orgeneral Muhsin Batur, ayrıntılı bir şekilde anlattığı “Anılar ve Görüşler” kitabında Dersim meselesine gelince şunu söylüyor: “İki aya yakın Dersim’de görev yaptım. Okuyucularımdan özür diliyorum ve yaşantımın bu bölümünü anlatmaktan kaçınıyorum.” Okuyucularımdan özür diliyorum ve Dersim’le ilgili yaşantımın bu bölümünü anlatmaktan kaçınıyorum…

SIRRI SAKIK (Muş) – O sıralarda oturan Dersimlilere söyle!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Şimdi, bir asker olarak Muhsin Batur’un gösterdiği bu hassasiyeti bir diplomatın ve bir milletvekilinin göstermemesi ne kadar vahimdir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

SIRRI SAKIK (Muş) – İttihat ve Terakkinin geleneği…

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Bizim, Dersim’den aklımızda kalan sadece şu sestir…

ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) – Bugüne gel! Duygu sömürüsü yapma. Dersim geride kaldı. Bugüne kadar ne yaptınız? (AK PARTİ sıralarından “Dinle, dinle” sesleri)

 Dersim’i bilir misin sen?

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Vallahi sizin duygularınız olmayabilir ama bizim duygularımız var.

ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) – Dersimlileri benim kadar sevemezsin.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Bakın, bakın, bakın…

BAŞKAN – Sayın Çelik, siz Genel Kurula hitap edin efendim.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – O günden aklımızda kalması gereken tek ses şudur, deniyor ki : “Evladı Kerbela’yız, bunu hak etmedik.” (AK PARTİ ve DTP sıralarından alkışlar)

Ümit ederiz ki… O sebeple “Bugüne gel, duygu sömürüsü yapma.” diyenler önce Alevi kardeşlerimizden özür dilesinler. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, DTP sıralarından “Bravo” sesleri,alkışlar) Ümit ederiz ki bundan sonra siyasette bu tip siyasi nekrofili anlamına gelecek örnekler değil, hayatı ve mutluluğu kutsayan örnekler ortaya koyarız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bakın, rapor yayınlamak yetmiyor. Hatta geçende bir CHP sözcüsü dedi ki: ”Biz bu kadar rapor yayınladık, Kürtler bize oy vermedi, bizden özür dilesinler.”

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Kim dedi?

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Şimdi bakın, ona verilecek cevap, Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun dediği gibi “Halkın terini daha çok koklamalıyız, halkın arasına karışmalıyız.” diyor, ona verilecek cevap budur. Rapor yayınlamak yetmiyor çünkü rapor yayınlayarak çok ilerici görüşler ortaya koyarsınız…

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

A) Çeşitli İşler (Devam)

- Gösteri ve Protestolar

2.- Bir izleyicinin Türk Bayrağı açma girişiminde bulunması nedeniyle dinleyici locasından dışarı çıkarılması

(Dinleyici locasından bir izleyici “Vatan için…” diyerek Türk Bayrağı açmaya çalıştı.)

III.- GENEL GÖRÜŞME (Devam)

A) Görüşmeler (Devam)

1.- Hükûmet adına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, demokratik açılım konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/11) (Devam)

ÖMER ÇELİK (Devamla) – …fakat uygulamaya geldiğinde son derece gerici bir davranış içerisine girebilirsiniz. (CHP ve MHP sıralarından “Bak, bak…” sesleri, gürültüler)

OSMAN ERTUĞRUL (Aksaray) – Bak, sana bağırıyor sana!

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sana bağırıyorlar sana!

KADİR URAL (Mersin) – Özür dileyeceğiniz adamlar orada. Onlardan özür dileyin.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Şehit anaları, bak…

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Değerli milletvekilleri…

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, niye tepki gösteriyorsunuz? Bizim misafir localarımız gösteri yeri midir? Lütfen…

KADİR URAL (Mersin) – “Onlardan özür dile.” diyoruz Sayın Başkan.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Değerli milletvekilleri, size bir örnek vereceğim.

Arkadaşlar, sükûneti bozmaya gerek yok, sakin olalım.

OSMAN ERTUĞRUL (Aksaray) – Türk milletini ne hâle getirdiniz?

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Arkadaşlar, sükûneti bozmaya gerek yok, sakin olalım, dinleyelim. Sonuçta…

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Konuya gel konuya. Ne istiyorsunuz, anlatın da anlayalım. Sabahtan beri maval okuyorsun.

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Ankara) – Sabahtan beri anlatıyoruz. Anlamadıysan ne yapalım?

BAŞKAN – Sayın Milletvekili, kürsüdeki hatibe siz hangi hakla müdahale ediyorsunuz? Öyle bir hakkınız yok.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Var.

BAŞKAN – Yok. İç Tüzük’ü okuyun. Bak, grup başkan vekiliniz önünüzdedir. İç Tüzük’ü okuyun. Bu zamana kadar konuşan hatiplere kimse müdahale etmemeye özen gösterdi. Siz de aynı titizliği göstereceksiniz.

Sayın Çelik, buyurun.

KADİR URAL (Mersin) – Sayın Başkan, AKP’nin Meclis Başkanı değilsiniz; Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanısınız.

BAŞKAN – Gayet tabii, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı olarak söylüyorum.

KADİR URAL (Mersin) – Niye müdahale etmiyorsunuz o zaman?

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Ankara) – Ayıp, ayıp! Bahçeli konuşurken bizden çıt çıkmadı.

BAŞKAN – Lütfen…

Sayın Çelik, buyurun.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Arkadaşlar, bakın bu tabloyu da siyasi tarihimizde bir yere koyalım. Bu kürsünün özgürlüğünü düşman kuvvetlerine karşı milletvekilleri savunmuştur, milletvekilleri bu kürsünün özgürlüğüne müdahale etmemiştir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Milletvekilinin görevi bu kürsünün özgürlüğünü korumaktır, bu kürsünün özgürlüğüne kim müdahale ederse etsin.

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Konuya gel, konuya.

OKTAY VURAL (İzmir) – Konuşuyorsun, daha ne olsun. Konuşmanı engelleyen mi var?

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Zaten elinizden gelse onu da yapacaksınız herhâlde ama mümkün değil.

OKTAY VURAL (İzmir) – Burada milletvekilini dövmeye kalkmadınız mı?

BAŞKAN – Sayın Çelik, siz Genel Kurula hitap edin lütfen.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Gelelim… Devam edelim.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Milletvekilini dövmeye kalkan sizsiniz, biz değil.

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sakin olun. Lütfen sakin olur musunuz.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Bakınız, Cumhuriyet Halk Partisinin Tunceli Raporu’nun girişindeki şu ifadeye dikkatinizi çekiyorum. Bu ifade çok önemli bir ifade, diyor ki: “İster güvenlik güçlerimiz ve askerlerimiz olsun ister ona silah doğrultan kandırılmış gençler olsun hepsi bizim çocuklarımızdır. Akmakta olan kan kardeş kanıdır.” Böyle diyen bir CHP’nin açılıma itiraz etmesinin rasyonel bir açıklaması var mı? Bir daha okuyalım: “İster güvenlik güçlerimiz ve askerlerimiz olsun ister ona silah doğrultan gençlerimiz olsun, hepsi bizim çocuklarımızdır. Akmakta olan kan kardeş kanıdır.” Biz, görüyorsunuz bu konuda yapılmış bütün çalışmaları didik didik ediyoruz, okuyoruz ve faydalanmaya çalışıyoruz.

Şimdi, bu yaklaşımı getiren Cumhuriyet Halk Partisinin, Habur’da ortaya çıkan görüntüler dolayısıyla AK PARTİ Hükûmetini ve AK PARTİ’yi bölücülükle suçlamasının herhangi bir manası olabilir mi?

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Olmaz olur mu ya!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Devlet ve siyaset adamları ellerinde delil olmaksızın…

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Başbakan söylüyor, Başbakan!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – …bölücülük, vatana ihanet ya da İmralı’yla iş birliği gibi birtakım haksız, mesnetsiz iddiaları havada savururlarsa…

ŞENOL BAL (İzmir) – Yalan mı?

ÖMER ÇELİK (Devamla) – …yarın bir gün birilerinin de çıkıp, aynı şekilde “Çetelerle mi iş birliği yapıyorsunuz?”, “Ergenekon’la mı iş birliği yapıyorsunuz?” diyerek sizi suçlaması da haklı olmaz mı? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Zaten söylüyorsunuz!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Ama bu tip konularda konuşurken çok dikkat etmek lazım, lafın nereye gittiğinin çok farkına varmak lazım, hele de Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı hakkında konuşurken çok titiz olmak lazım. (CHP sıralarından gürültüler)

Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal’in yerini ayrı tutarak söylüyorum, yurt dışında Türk bayraklarıyla ismine miting yapılan tek lider Sayın Başbakanımızdır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Şimdi, Tunceli Raporu’nda şu teşhis ve ifadeler de yer alıyor. Çok önemli. Çünkü Hükûmetin bugünkü yapmak istediklerine işaret eden ifadeler bunlar. Diyor ki: “Terör sorununa karşı yeni güvenlik politikaları, Kürt sorununa karşı demokratikleşme.” Doğru. Kürt sorunu ayrı bir toplumsal sorundur, terör sorunu ayrı bir sorundur, güvenlik sorunudur. Hatta deniyor ki: “Tek çıkış yolu demokrasidir.” Ve bugün bize “Demokratikleşme adımlarını atıyorsunuz. Peki, terörü bitireceğinizin garantisi var mı? Eğer terörü bitireceğinin garantisi yok da bu adımları atıyorsanız, bu açılımı yapıyorsanız, o zaman İmralı’yla iş birliği yapıyorsunuz.” diyen CHP’li siyasetçiler, bakın, bize yönelttikleri eleştirinin tam tersini Tunceli Raporu’nda nasıl söylüyorlar: “Demokratikleşme adımları atılmadan terörle mücadelenin başarı şansı yoktur.” Demek ki, öncelikli olan demokratikleşmedir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Şimdi, bir rapor hazırlayıp da arkasından o raporda yazılı fikirlerin uygulanmasının engellenmesi yönünde bir sürü gerekçe ortaya dizerseniz…

Bakın, bu mantığı yine aynı kitapta merhum İsmail Cem şöyle açıklıyor: “1980 Türkiyesi’nde CHP’ye sahip çıkmak SHP’nin seçim otobüsünün plakasına ‘C’, ‘H’ ve ‘P’ harflerini koydurtmak değildir. Birer harf olarak ‘C’, ‘H’, ‘P’ soyuttur ve anlamsızdır.” Yani, Sayın İsmail Cem’in kasdettiği şu: CHP bir politikaya dönüşmediği sürece sadece üç tane harften ibarettir.

Bu kadar şey söylendikten sonra, biz, hâlâ, “Hükümetin atacağı adım nedir?” dendikten sonra, bu kadar rapor yayımlayan, bu meseleye bu kadar ilgi duyan bir partinin…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Hayret bir şey ya!

ÖMER ÇELİK (Devamla) - “Hükûmetin her yaptığı yanlıştır, hatta Hükûmetin yaptığının özü de yanlıştır.” dedikten sonra, peki, bu kanı durdurmak için söylediği somut bir şey önümüze geliyor mu? Gelmiyor.

AHMET BUKAN (Çankırı) - Sen söyle!

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Sadece temenni. Nedir o temenni? Dağdakilere söyleyin, silahlarını bıraksınlar. Buyurun, Irak’a ziyaret yapın, siz söyleyin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – İktidarsınız, önce siz buyurun.

MEHMET ŞEVKİ KULKULOĞLU (Kayseri) – Bir buçuk saattir dinliyoruz, hâlâ anlayamadık.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Bakınız, çok güzel bir lafı vardır merhum Mehmet Akif’in ”Eskiler Aristo gibi düşünür, babaannem gibi anlatırdı; şimdikiler de babaannem gibi düşünüp Aristo gibi anlatıyor.”

ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) – İyi dinle, iyi.

ÖMER ÇELİK (Devamla) - O “Anlamıyorum” diye laf atanların bu cümle üzerinde biraz düşünmesi lazım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bu konunun ileride yaratacağı sorunların farkına vararak toplumsal tansiyonu düşürmeye çalışan büyük devlet adamlarımızdan bir tanesi de merhum Türkeş’tir. Merhum Türkeş, Faruk Bildirici’nin “Yemin Gecesi” adlı kitabında aktarılan şu diyalogları kurmuştur: “1992 yılının olaylı geçen Nevruz kutlamalarıyla beraber Türkiye’de siyasi tansiyon iyice yükselmiş, Halkın Emek Partisine karşı ciddi bir toplumsal muhalefet yükselmişti. Nevruz kutlamalarına tepki olarak ülkenin batısında Türkler ve Kürtler arasında ciddi gerginlik yaşanıyordu. Çatışmalarda şehit olan bir yüzbaşının Fethiye’deki cenazesinde çıkan olaylar gerginliğin had safhaya ulaştığını gösteriyordu.

Olayları yerinde incelemek üzere Fethiye’ye giden HEP heyeti yaptığı incelemeler sonucunda, Türk-Kürt çatışması ihtimaline dikkat çektiler ve bunu parti liderlerine anlatmak istediler. (Birtakım görüşmeleri anlatıyor)

HEP heyetinin en ilginç görüşmesi MHP lideri Alparslan Türkeş ile oldu. Yarım saatlik randevu bir buçuk saate uzamış ve Türkeş, Halkın Emek Partisi yetkilileriyle yakından ilgilenmişti. Türkeş, sohbet boyunca daha çok ‘kızım’ dediği Leyla Zana’yı muhatap aldı ve Türkler ile Kürtlerin kardeşliğinden bahsetti. Türkeş heyete ‘Biz dokuz yüz yıldır kardeşiz. Benim yeğenlerim Kürttür. Kız kardeşim Kürtle evli...’ ”

OKTAY VURAL (İzmir) – Aferin, aferin, bunları söyle. İyi şeyler söylüyor... İyi, iyi… 36’ya bölmüyor değil mi?

ÖMER ÇELİK (Devamla) –  “ ‘…bizim birbirimizden ayrılmamız mümkün değildir.’ diyerek heyeti rahatlatan bir konuşma yaptı.

Türkeş, yükselen toplumsal gerilimle ilgili ‘Bu ülke Türk ve Kürt çatışmasıyla bölünür.’ ”

OKTAY VURAL (İzmir) – Fitneyi anlatmıyor, değil mi? 36’ya bölmüyor, değil mi?

ÖMER ÇELİK (Devamla) – “ ‘Kürtlere karşı reaksiyonun ülkücülerden geleceği hesaplanıyor. Ben tabanıma hâkimim ve sözümü geçiriyorum. Siz de tabanınıza hâkim olun. Bu tür çatışmaları el birliğiyle engelleyelim.’ ”

OKTAY VURAL (İzmir) – Elbette işte, fitneyi uyandıran sizsiniz. Uyuyan fitneyi uyandıran sizsiniz.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – “ ‘Size telefon numaramı veriyorum. Eğer bir olay çıkarsa öncelikle beni arayın, yirmi dört saat arayabilirsiniz. Bize düşen Türkiye’yi dış güçlerin müdahale edebilecekleri bir iç savaş alanı olmaktan çıkarmaktır.’ dedi.”

OKTAY VURAL (İzmir) – Elbette işte. Evet, aynı şeyi yapıyoruz… Dış güçlerin taşeronu olarak çalışıyorsunuz. İyi çalışmışsınız!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – “Türkeş’in bu olumlu ve sıcak tavrı HEP tarafından şaşkınlıkla karşılanırken, Türkeş’in heyeti kapıya kadar uğurlaması tam bir sürpriz oldu. Fethiye ve Alanya’daki çatışmalar bitti.”

OKTAY VURAL (İzmir) – İyi çalışmışsın, aferin! Biraz daha oku, biraz daha, iyi anlarsın!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Peki, aynı şeyden bahsediyorsanız, dağa çıkmak ne anlama geliyor? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

OKTAY VURAL (İzmir) – Biraz daha oku, biraz daha!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – “Bu işi engellemek için her şeyi yaparız.” ne anlama geliyor? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Gördüğünüz gibi Sayın Türkeş dağa çıkmaktan bahsetmiyor.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri…

OKTAY VURAL (İzmir) – Türkeş ve MHP kardeşlik türküsünü söylüyor.

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Elini kolunu sallama!

OKTAY VURAL (İzmir) – Uyuyan fitneyi uyandırıyorsun. 36’ya bölüyorsunuz.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Sayın Vural, Dağlık Karabağ’a, Dağlık Karabağ’a, Dağlık Karabağ’a gidin… (MHP sıralarından gürültüler)

Bakın, size çok daha ilginç bir anekdottan bahsedeceğim.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen Hatibi dinleyelim.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Çok daha ilginç anekdottan bahsedeceğim. (MHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Yerimizden müdahale yapmayalım. Sayın Vural…

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Milletimiz, ekranları başında bizi dinleyen aziz milletimiz, lütfen, evinde kitabı olanlar baksın. Evinde kitabı olmayanlar İnternet’e girsin, Merhum Türkeş’in “Millî Ahlak” makalesini okusun, sonra burada atılan lafları değerlendirsin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

OKTAY VURAL (İzmir) – Aferin, oku bakayım! Okumaya devam edeceksiniz! Bizi okumaya devam edeceksiniz!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Gördüğünüz gibi ta o zaman merhum Türkeş Kürt meselesiyle terör meselesini iki ayrı sorun olarak ele almıştır.

OKTAY VURAL (İzmir) – MHP’yi okumaya devam edeceksiniz!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Bakın, size çok daha enteresan bir şey okuyacağım, bakın bu çok daha enteresan, bakın… (MHP sıralarından gürültüler)

OSMAN ERTUĞRUL (Aksaray) – Sen Devlet Bahçeli’yi de iyi oku, onu iyi anla!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Ha, şimdi beraber okuyalım Sayın Devlet Bahçeli’yi. Sayın Devlet Bahçeli’nin 19 Aralık 2008’de basın mensuplarıyla yaptığı kahvaltıda söylediği sözler, hep beraber iyi okuyalım, tekrarda fayda var. “Etnik tartışmalarla…”

OSMAN ERTUĞRUL (Aksaray) – Yorumlama kapasiten var mı? Sen nasıl yorumlayacaksın?

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, niye müdahale edip duruyorsunuz.

ŞENOL BAL (İzmir) – Provokasyon yapıyor Sayın Başkan!

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri…

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Yorumsuz vereceğim, yorumsuz. (MHP sıralarından gürültüler)

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Hatibe bir şey demiyorsun…

BAŞKAN – Böyle bir şey olabilir mi, böyle bir görüşme usulü olabilir mi?

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Böyle bir hakkın yok! (MHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Hatip nasıl konuşacağını size mi soracak!

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Biz sana mı soracağız!

BAŞKAN – Lütfen…

OKTAY VURAL (İzmir) – Hatip adına cevap veremezsiniz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Efendim, niye müdahale ediyorsunuz?

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Benim konuşmama karışmayın efendim

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Terbiyesiz herif! Böyle bir şey olur mu!

OKTAY VURAL (İzmir) – Müdahale etmeyin!

BAŞKAN – Sayın Vural, lütfen… (MHP sıralarından gürültüler)

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Bakın arkadaşlar…

BAŞKAN – Fikirlerini söyleyecek tabii.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Arkadaşlar, siz kendi teşkilatınızda seçim kampanyalarında “Otur, kalk” diye emir verebilirsiniz, bu kürsüye emir veremezsiniz! (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Haddinizi bilin, haddinizi bilin! (MHP sıralarından gürültüler)

Otur sen oradan!

BAŞKAN – Sayın Çelik, lütfen siz Genel Kurula hitap ediniz.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan…

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Sayın Devlet Bahçeli’nin ifadesi şudur.

BAŞKAN – Sayın Çelik, lütfen siz Genel Kurula hitap ediniz.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Diyor ki Sayın Devlet Bahçeli… (MHP sıralarından gürültüler)

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen oturun yerinize.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, biz onları dinledik. Tahrik eden bunlar Sayın Başkan. Biz onları…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, bu arkadaş konuşmaya mı çıktı provokatörlüğe mi? Ne yapmak istiyor? Böyle bir şey olur mu?

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım, el kol işareti yapmasın!

BAŞKAN – Sayın Vural, lütfen yerinize oturun

ÖMER ÇELİK (Devamla) – El kol işareti yapan orasıdır Sayın Başkan.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – AK PARTİ Grubu son derece sakin bir şekilde…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Siz kendi görüşlerinizi anlatın.

BAŞKAN – Bakın, siz Grup Başkan Vekilisiniz. Grup başkan vekilleri milletvekillerine örnek olacak arkadaşlarımızdır. Lütfen…

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Tahrik eden onlar Sayın Başkan.

BAŞKAN – Lütfen… (MHP sıralarından gürültüler)

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Hem suçlular… Özellikle Meclisi germeye çalışıyorlar.

OKTAY VURAL (İzmir) – Uyarın!

BAŞKAN – Yerinize oturun efendim.

Sayın Çelik, lütfen Genel Kurula hitap edin. Kişisel muhatap görüntüsü vermeyiniz lütfen.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Sayın Başkan…

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, söz atanların da, laf atanların da uyarılması lazım. Bu Meclisin huzurunu bozmaya çalışanların da uyarılması lazım. Esas tahrik edenler bunlar.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – …Mehmet Şandır, yaşı benden büyük olmasına rağmen “Hadi oradan!” diyerek el kol hareketi yapmıştır. Ben kendisi büyüğüm olduğu hâlde bu el kol hareketini…

BAŞKAN – Sayın Çelik, lütfen, siz…

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Kamera kayıtlarına bakınız, el kol hareketi oradan geliyor.

OKTAY VURAL (İzmir) – Meclis Başkanına öyle el kol hareketi çekme Meclis Başkanına yahu! Dön Meclise!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Ve sizden istirhamım da şudur: Konuşmama dönük korsan yayınları engelleyiniz. Kürsü özgürlüğünü sağlayınız Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Çelik, siz konuşmanızı Genel Kurulu muhatap alarak yapmaya devam ediniz lütfen.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Bakınız, Sayın Bahçeli’nin görüşleri şunlar, gazetecilerle yaptığı kahvaltılı basın toplantısında şunu söylüyor: “Etnik tartışmalarla birlikte…”

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Bu Genel Kurulun huzurunu bozmaya görevli mi bu arkadaş! Niye bozuyor?

BAŞKAN – Efendim, niye müdahale ediyorsunuz?

ÖMER ÇELİK (Devamla) – “…götürülmek istenen mezhep tartışmalarına da…”

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Yani şu ana kadar…

BAŞKAN – Lütfen Sayın Şandır...

ÖMER ÇELİK (Devamla) – “…beka sorunu yaratmadan çözüm bulmalıyız.”

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Şimdi niye bozuyor?

BAŞKAN – Lütfen Sayın Şandır…

ÖMER ÇELİK (Devamla) – “Bunun yeri sokaklar olmamalı.” (MHP sıralarından “Evet” sesleri) “Bunun yeri Türkiye Büyük Millet Meclisidir.” (MHP sıralarından “Doğru” sesleri) Biraz evvel “talihsizlik” dedi Sayın Bahçeli “bunun burada görüşülmesi.” Hangisi doğru?

OKTAY VURAL (İzmir) – Bu Kürt meselesine ayrımcılık getirmek talihsizliktir. Evet.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Kendi Genel Başkanınızı da mı dinlemiyorsunuz!

OKTAY VURAL (İzmir) – Polis akademisindeki…

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Ve diyor ki: “Teklif getirme sorumluluğu da iktidarındır. Etnik ve mezhep tartışmaları, işsizlik sorunu gibi, Türkiye'nin bekasını tehdit eden algılamalar olarak görülmektedir, gelişmektedir.” Bakın, şu dağa çıkma açıklamasıyla ilgili, onu reddeden Sayın Bahçeli’nin bir ifadesi var. “Bu konular Meclis dışına taşarsa, intifadadan başlar, çocuklarla gelişir, ayaklanmayla devam eder, iç çatışmayla iyi veya kötü şekillenir. Türkiye için yazık olur.”

OKTAY VURAL (İzmir) – Yazık olur tabii, yazık ediyorsunuz!

BAŞKAN – Sayın Vural…

OKTAY VURAL (İzmir) – Habur’a götürdünüz, Habur’a kadar… Milleti birbirine kırdırdınız.

BAŞKAN – Sayın Vural…

AHMET YENİ (Samsun) – Dinle! Dinle!

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Yanlış söylüyor Sayın Başkan?

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Şimdi, bakınız, deniyor ki bize: “Küresel güçlerin talimatıyla…”

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sokaklarda taş atan çocukları hapse attınız. Yalan mı?

ÖMER ÇELİK (Devamla) – “Küresel güçlerin talimatıyla bu işleri yapıyorsunuz.” deniyor. Şimdi, ben size…

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Devlet Bahçeli’nin adını ağzına alabilmen için abdest al gel, abdest!

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Vallahi abdestten bahsettiğinize göre bir kere Mescidi Aksa’ya yapılanları protesto edin de bir görelim bakalım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Provokatör herif!

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Bakınız, ben size bir metin okuyacağım. Bu metinde dış unsurlarla bağlantı var mı yok mu ya da bu metnin sahipleri bir başkasını dış unsurla bağlantılı gösterebilirler mi? “Koalisyonu oluşturan DSP, MHP ve ANAP’ın genel başkanları, bugün Başbakanlıkta yaptıkları toplantıda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, terörist başı Abdullah Öcalan hakkındaki kesinleşmiş idam cezasının infazının bir süre ertelenmesine ilişkin ihtiyati tedbir kararını ayrıntılarıyla değerlendirmişlerdir.” AİHM kararını değerlendiriyor koalisyon başkanı.

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Gazetenin yorumu…

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Hayır, protokolü okuyorum.

OKTAY VURAL (İzmir) – Oku, oku!

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Altında imzalar… Hepsi… Göstereceğim.

OKTAY VURAL (İzmir) – Evet… Evet…

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Bakın, “Bilindiği gibi Türkiye’de…”

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Oku… Anla ama!

ÖMER ÇELİK (Devamla) - “…Türkiye'nin de yargı yetkisini kabul etmiş olduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Türk yargısınca verilmiş kararları değiştirmesi hiçbir şekilde söz konusu değildir.”

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Evet. Burada ne yanlış var?

ÖMER ÇELİK (Devamla) – “Anayasa’mızdan ve uluslararası taahhütlerimizden kaynaklanan süreç tamamlandığında, dosya gereği için ivedilikle TBMM’ye gönderilecektir.”

OKTAY VURAL (İzmir) - Evet.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – “Genel başkanlar, hukuka saygı içinde aldıkları bu kararın terör örgütü ve yandaşı çevrelerce milleti ve devletiyle Türkiye'nin yüksek menfaatleri aleyhine kullanılmak istendiğinin değerlendirilmesi hâlinde…” Yani muhatap kimdir? (MHP sıralarından gürültüler)

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – PKK terörü devam ederse…

ÖMER ÇELİK (Devamla) – “Sus da kararını değiştirmeyelim, terör yapma da kararını değiştirmeyelim.” diye konuşulan kimdir? “...erteleme süreci kesilerek infaz sürecine derhâl geçilmesi hususunda görüş birliğine varmışlardır.”

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Komik oluyor, komik!

OKTAY VURAL (İzmir) – Tam babaannemin mantığıyla konuşuyor.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – “Bülent Ecevit, Devlet Bahçeli, Mesut Yılmaz” imzalarıyla birlikte. Şimdi, bakınız… (MHP sıralarından gürültüler)

OKTAY VURAL (İzmir) – Babaanneme de hakaret olur, babaanneme!

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, hatip konuşurken böyle bir usulümüz var mı bizim?

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, burada genel görüşme mi yapıyoruz, bir tiyatro mu oynuyoruz?

BAŞKAN – Sayın Şandır, lütfen…

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Biraz evvel Sayın Bahçeli burada bir ifade kullandı.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Nedir bu?

BAŞKAN – Lütfen oturunuz.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Diyor ki: “Taviz vermek isteyenlerle bunu almak isteyenler arasındaki duvar inceldiğinde olacakları tahmin edin.” Bakın, taviz vermek isteyenlerle taviz almak isteyenlerin hepsi küçük azınlıklardır. Peki, büyük millet, bir arada yaşamak isteyen bin yıllık kardeşlik, bugün hakkaniyet ve adalet içerisinde haklarının teslim edilmesini isteyen büyük millet, bir arada yaşamak isteyen büyük çoğunluğun huzuru ve geleceği ne olacak? “Muhterem ecdadımıza ne deriz?” diye soru soruyorlar. Peki, gelecek nesillere ne söyleyeceğiz?

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – PKK dostu sizsiniz!

KADİR URAL (Mersin) – PKK’yla yaptığınız mutabakatı açıklayın o zaman!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – PKK’yla mutabakat yapan birini tanımak istiyorsanız, kapıdan çıkacaksınız, karşıda bir ayna var ona bakacaksınız. Orada gördüğünüz fotoğraf size gerçeği anlatır.

OKTAY VURAL (İzmir) – Barış elçilerini kim kabul etti?

KADİR URAL (Mersin) – Yol haritası…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Terörsüz bir Türkiye teslim ettik biz size!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Şimdi, gelelim “Biz, size terörsüz bir Türkiye terk ettik.” sözlerine. Bakın, şu elimde bütün bu sürecin istatistikleri var ama insan hayatını istatistiklerle göstermek istemediğim için bu tabloları göstermiyorum. (MHP sıralarından “Göster, göster!” sesleri.

OKTAY VURAL (İzmir) – Göster, göster!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Bakınız, 2002 yılında…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Diyarbakır’ın sokaklarında bayram yapılıyordu, şimdi Başbakanları gidiyor, kepenkler açılmıyor. Ne söylüyorsun?

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, bu Meclis, tarihinde bu kadar rahatsız edilmedi, bu kadar provoke edilmedi!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Tam tersi. Bu bayram meselesi gelmişken bir şey söyleyeyim size: Biraz evvel okuduğum protokol imzalandığı zaman, şehit aileleri yurt çapında protestolar düzenlemişti ve bunlar polis zoruyla engellenmişti o zamanın Hükûmeti tarafından. (MHP sıralarından gürültüler)

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Şimdi ne yapıyorsunuz?

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Bakınız, gazeteler açık, arşivler açık, her şey açık, her şey ortada. Bu Meclisi demokrasi bölmez, bu Meclisi kardeşlik bölmez ama bu Meclisi demokrasi karşıtlığı böler. (MHP sıralarından gürültüler) Bu Meclisi hak ve hürriyetlerin engellenmesi böler. Bu Meclisi hakkaniyetin ve adaletin engellenmesi böler.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Ne yapacaksan onu söyle! O onu dedi, bu bunu dedi…

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Şimdi, çok açık bir süreç…

En ibretlik konulardan bir tanesi de…

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Kimin ne dediğini ne yapacaksın? Siz ne diyorsunuz onu söyle! Dedikoduyu bırak!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – En ibretlik konulardan bir tanesi de Türklük adına…

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Herkes ne söylediğini biliyor.

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Bakın, Sayın Bahçeli’nin görüşlerini okuyorum, Genel Başkanlarının görüşlerine “Dedikodu.” diyorlar. (MHP sıralarından gürültüler)

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – İki senede bir defa geliyorsun buraya…

ÖMER ÇELİK (Devamla) - “Bugün saygıyla andığımız devlet büyüklerimizin hemen hepsi Türklüğü her zaman başkalarının haklarına saygı, millî birliğin, büyüklük ve adaletin hakkını teslim etmenin, farklılıklara saygı içinde bütünleşmenin ismi olarak gördüler.”

OKTAY VURAL (İzmir) - Bölücülük zırva götürmez!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – “Türklüğe hiçbir zaman ırkçı bir anlam yüklemediler ve bu milletin kızıl elması hiçbir zaman ırkçılık olmadı, hakkaniyet ve adalet olmuştur.” (AK PARTİ sıralarından alkışlar, MHP sıralarından gürültüler)

En ibretlik konu da bu terör örgütünün bitmesi dediğiniz mesele. Türkiye, o zamanki Hükûmet tarafından ağır bir ekonomik buhranın içine sokulmuş, bölgemizde en büyük savaş çıkmış, Irak savaşı vesilesiyle terör örgütü yeniden toparlanmak üzere güçlerini Irak’ın içlerine çektiğini söylemiş, terör örgütünün strateji olarak uyguladığı ve bütün güvenlik analistlerinin de bu şekilde teyit ettiği bir meseleyi “Biz size sıfır terörle bir memleket bıraktık.” diye yalan yanlış ifade ediyorlar burada. (MHP sıralarından gürültüler)

KADİR URAL (Mersin) – Sen kızıl elmayı Amasya elması zannediyorsun herhâlde. Kızıl elmadan haber ver sen.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Bakın, en ibretlik konulardan bir tanesi de, şanlı tarihten, büyük devlet geleneğimizden bahsederken, Kuzey Irak üzerinden Türkiye’yi korkutma girişimidir. Bu ülkemize biraz güvenmek lazım. Ülkeye güvenmek demek sadece “Jeopolitiğin bize yüklediği birtakım görevler vardır.” diyerek yan gelip yatmak demek değildir. (MHP sıralarından gürültüler)

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Şehitlere de öyle demiştiniz zaten.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Bakın, bakın, bu ülkeye güvenmek demek, bu coğrafyayı savunmak demek, savunmacı bir refleksle olmaz. Coğrafya, aktif politikalarla ve jeopolitiğin ruhuna uygun bir stratejiyle savunulur.

KAMİL ERDAL SİPAHİ (İzmir) – Sen ne anlarsın be!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Bu coğrafyanın, etkili bir vizyona kavuşmaksızın sadece jeopolitikle savunulması mümkün değildir. Anadolu coğrafyasının etkili bir güvenlik perspektifi kadar…

OKTAY VURAL (İzmir) – Büyük Orta Doğu Projesi’yle yaparsınız!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – …çok güçlü bir demokrasiye, kardeş içinde yaşamaya da güvenliği bakımından ihtiyacı vardır. O sebeple demokratikleşme bir fantezi değildir, hem vatandaşlarımızın hakkıdır hem de millî güvenliğimizin teminatıdır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Niye getirmediniz, yedi yıldır iktidardasınız?

OKTAY VURAL (İzmir)- Mister David Phillips konuşuyor!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Bakın, Lübnan’dan Irak’a, Suriye’den Afganistan’a, Bosna’dan Kosova’ya kadar bu geniş coğrafyada etkinlik gösteren Türkiye artık bölgede bir barış yapıcı unsur olarak ele alınmaktadır. Şimdi diyorlar ki… Muhalefetin bir çelişkisi de şurada gözüküyor: Bize diyorlar ki: “Bu proje dış kaynaklıdır.” (MHP sıralarından “Evet, öyle” sesleri)

OKTAY VURAL (İzmir)- BOP Eş Başkanı daha iyi bilir!

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Dış kaynaklıdır.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Ondan sonra da diyorlar ki, bölgeye açılım yaptığımız zaman da “Türkiye’yi Batı’dan koparmak istiyorsunuz” diyorlar. Şimdi biz Batı’dan emir alarak mı bu projeyi yapıyoruz yoksa Türkiye’yi Batı’dan mı koparmak istiyoruz? Bir tanesine karar verin.

OKTAY VURAL (İzmir) – Ne projesi, ortada proje yok, bir şey yok ya!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Eğer herhangi bir yerden, dışarıdan emir alacak bir hükûmet olsaydık –ki, biz bütün Türkiye Cumhuriyeti hükûmetlerini bundan tenzih etmek isteriz teorik olarak en azından- o zaman komşularımızla, İran’la ve diğer komşularımızla barış ve kardeşlik temelinde kurduğumuz ilişkilere itiraz edenlerin seslerini dinlerdik ama bu sesleri kulak arkası ediyoruz, bu bölgede barışı kurmaya kararlıyız.

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Önce gel şu açılımı bir anlat!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Türkiye’yi bir eksen kayması içinde suçlayanlar, Türkiye’nin büyüklüğünü anlamayanlardır. Türkiye şu ya da bu eksene göre değerlendirilecek bir ülke değildir, Türkiye eksen kuran bir ülkedir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu eksen de işte çatısı altında bulunduğumuz bu yapıdır, Türkiye Büyük Millet Meclisidir, Türkiye Büyük Millet Meclisinin temsil ettiği iradedir.

Değerli milletvekilleri, süreci olumsuz etkileyen bir başka unsur da Kürt kimliğinin demokratik haklara kavuşması için siyaset yaptığını iddia edenlerin yaptığı bazı girişimler ve hareketlerdir.

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Meclisi oyalıyorsunuz boşuna!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Legal ve demokratik ortamda siyaset yapanlar terör örgütünü meşrulaştıramazlar. Dünya siyaset tarihinde kendi kendini yok sayan, “Beni değil dağdakileri muhatap alın.” diyen tek parti Türkiye’den çıkmıştır.

SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Hadi canım sen de!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Daha da kötüsü bunu devlete karşı bir çözüm şartı olarak dayatma yanlışlığına girmişlerdir.

Siyasi parti olmak demek, demokrasiyi gerçekleştirmek için iddia sahibi olmak demektir.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Siz ne yapacaksınız, onu anlatın.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Fakat ilk defa bir siyasi parti kendisinin hiç olduğunu ve dağdakilerin muhatap alınması gerektiğini söylüyor. Bunun hiçbir şekilde kabul edilmesi mümkün değildir.

GÜLTAN KIŞANAK (Diyarbakır) – Bu Mecliste çözüm politikasını bu kürsüden okuyan tek parti bizim partimizdir.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Demokratikleşme sürecinin zemini Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Muhatabı millettir.

SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Son seçimde gördük!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Demokrasi adına Türkiye’yi suni kamplara bölmeye çalışanlar, “Bugün dilimizi aldık, yarın da toprağımızı alacağız.” densizliği içerisine girenler demokratik siyasetle ve siyasetle asla bağdaştırılamaz, AK PARTİ tarafından bunların tavırları asla meşru görülemez. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Ve özellikle Kürt kökenli vatandaşlarımıza sesleniyorum: Bunların tavırları Kürt kökenli vatandaşlarımızın temel hak ve hürriyetlerden yararlanması değil, kendi kurumsal çıkarlarını korumaktır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bize göre millî birlik ve kardeşlik daha çok demokrasi demektir.

SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – İki yılda bir defa muhalefet lideriyle görüşen bir başbakan var mı?

BAŞKAN – Lütfen, sayın milletvekilleri…

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Birileri bu denklemin millî birlik ve beraberlik kısmına sahip çıkma adına demokratikleşmeye alerji duyuyor.

SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – İki yıl boyunca muhalefet liderine randevu vermeyen bir başbakan var mı? “Ben görüşmem.” diyen var mı?

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Evet, evet… Bakın arkadaşlar, çok güzel örnekler var. Başka başbakanların ayağına Almanya’ya, Fransa’ya giden belediye başkanları Türkiye Cumhuriyeti Başbakanını karşılamama densizliğine düştüler. Bunu niye kaydetmiyorsunuz? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – AKP Genel Başkanını karşılamamıştır.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı onun ilini ziyaret ederken Türkiye Cumhuriyeti Başbakanını kabul etmeyip başka başbakanların önünde el pençe divan duranların bu sözleri söylemeye hakkı var mı? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Sizin Genel Başkanınızı karşılamamıştır, Genel Başkanınızı! AKP’nin Genel Başkanını karşılamamıştır.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Siz, Başbakanı değil de AKP’nin Genel Başkanını karşılamadık diyorsanız, DTP’nin Genel Başkanına da randevu verilmemiş olur eğer mesele bundan ibaretse.

GÜLTAN KIŞANAK (Diyarbakır) –“Ya sev ya terk et.” diyenleri hiçbir zaman karşılamayacağız.

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Bakınız, Türkiye’deki sorun işte burada gördüğümüz tablodur. Bu tabloyu iyi analiz edelim. AK PARTİ’nin, “millî birlik ve kardeşlik eşittir daha çok demokrasi” derken ne kadar doğru bir iş yaptığı görülüyor. Daha çok demokrasi kısmını sahiplenenler millî birliğe karşı çıkıyor, millî birliği sahiplenenler demokrasiden alerji duyuyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Kürt sorunu, Alevi sorunu, azınlıklar sorunu faili meçhul sorunlar değildir. Bunlar, yönetim sorumluluğunu yerine getirmeyenlerin, bugün de bu süreci engellemeye çalışanların seleflerinin ürettikleri sorunlardır, kesinlikle faili meçhul değildir. O sebeple bu oturumlar tarihî oturumlardır. Bu oturumlarda kimin milletin sorunlarını çözmek üzere milletin karşısına çıktığını, kiminse sadece engellemek ve itiraz etmek yoluyla bu süreci tıkamaya çalıştığını bütün millet çok açık bir biçimde görüyor.

SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Haksızlık yapıyorsunuz. Vicdanlı olun biraz!

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Ömer Bey, neyi açıkladınız?

SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Biraz vicdanınız sızlasın Ömer Bey!

BAŞKAN – Sayın Demirtaş, lütfen…

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Bakınız, Kürt meselesi yıllardır farklı dönemlerde farklı dinamiklerle beslendi ve bugüne geldi. Bugün…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Neyi açıkladı?

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Şimdi bana “Ne açıklıyorsunuz?” diyorsunuz. Ben açıklasam diyeceksiniz ki “AK PARTİ’nin projesi.” Benim görevim değil ki. Hükûmet açıklıyor işte. Bu bir devlet projesi diyoruz. Hükümetin görevi o.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Hükûmetin dediğini ne yapacaksın… Grup olarak ne söyleyeceksin?

ÖMER ÇELİK (Devamla) - AK PARTİ’nin buradaki pozisyonu, Hükûmetimizin yürüttüğü bir devlet ve Türkiye projesi olan demokratikleşme açılımına tam destek vermek üzere görüşlerini açıklamaktan ibarettir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Neye destek verdiğinizi bir anlayalım.

SEVAHİR BAYINDIR(Şırnak) –Tek başınıza asla başaramazsınız.

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Kürt meselesi yıllardır farklı dönemlerde farklı dinamiklerle beslendi ve bugüne geldi. Bakın, bununla ilgili çok ileri adımlar atıldı, çok ileri şeyler söylendi. Hatta CHP’nin raporlarında eğitimin, kültürün ve sağlığın yerel yönetimlere devredilmesi konusunda, yerel yönetimlere yetki genişliği verilmesi konusunda ifadeler vardır. Buna eğitim de dâhildir. Peki, bütün bu görüşler ortaya koyulurken ne söylenmek istenmiştir?

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Siz neredeydiniz o zaman?

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Söylenen açıktır: Büyük bir sorun var ve buna ivedilikle, son derece acil bir şekilde müdahale edilmesi gerekir. O sebeple bize bugün “Bunu niye bugün gündeme getirdiniz?” diyenlerin, asıl, yedi yıl boyunca her gün bunu gündeme getirin diye bu Meclis kürsüsünden konuşması gerekirdi. Her gün bu gündemin çözülmesi için, Alevi sorununun çözülmesi için, azınlık…

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Aç da arşivlere bak, tutanaklara bak yavrum, sen yenisin daha. Senede bir gelirsen öğrenemezsin.

ÖMER ÇELİK (Devamla) - …vatandaşlarımızın haklarından yararlanması için, inanç gruplarının sıkıntılarının çözülmesi için, Kürt sorununun çözülmesi için muhalefetin aslında çok güçlü bir iradeyle Hükûmeti sıkıştırması gerekirdi. Şimdi Hükûmet bu iradeyi koyuyor ama muhalefetten ses gelmiyor, sadece itiraz geliyor.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Ömer Bey, bu açılımın ne olduğunu siz de bilmiyorsunuz.

BAŞKAN – Sayın Öztürk, lütfen…

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Bakın, bu saatten sonra, bugün bu meseleleri tek bir dinamikle tarif edemeyiz, fotoğrafı eksik görmeyelim. Ne siyasal reformlar ne ekonomik önlemler ne de güvenlik tedbirleri tek başına bu sorunu çözebilir. Bu sorunun çözümü, çoğulculuğu yok saymak, çağdaş demokratik sistemleri tehdit eden uygulamalar karşısında vatandaşlarımızın çağdaş demokratik uygulamalar olmaması sebebiyle incinmiş mensubiyet duygularını yeniden tamir etmektir. Asıl bu adımlar atılmazsa millet içinde millet adacıkları oluşma ihtimalî vardır. Bu adımların her biri bu millet adacıkları oluşturacak sosyal uyuşmazlıkları ortadan kaldırmak üzeredir.

Bakın, 90’lı yıllar boyunca… 80’li yıllarda…

AKİF AKKUŞ (Mersin) – 90 mı, 80 mi?

ÖMER ÇELİK (Devamla) - … “Bu ekonomik problemdir.” denildi, daha sonra “Siyasal problemdir.” denildi, daha sonra bu mesele bir sosyal uyuşmazlık oluşturma noktasına geldi. Bunu bir şekilde çözmek zorundayız. Üstelik bu sorunu yaratan da biz değiliz, gidip de bunu ihaleyle de almadık. Yönetme sorumluluğu bizim bu soruna el atmamızı mecbur kılıyor.

Bakın, özellikle genç kardeşlerim, Türkiye'nin bu noktaya nasıl geldiğini bilmiyorsanız, burada kuru kuruya bir eleştiri yapıldığını zannediyorsanız, bir sorumsuzluk yapıldığını zannediyorsanız…

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Aynaya bak, aynaya.

SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Nasıl çözeceksiniz, onu söyleyin.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Meclise hitap et.

ÖMER ÇELİK (Devamla) - …“Bu Kalp Seni Unutur mu” diye bir dizi var. Oradaki Diyarbakır Cezaevi sahnelerini aklınıza getirin.

SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Onların durumlarını görmeden densiz densiz konuşma.

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Bu ülkede Kürt olsun, Alevi olsun, azınlık olsun, inanç grubu olsun bizim bütün acı çeken vatandaşlarımıza söylediğimiz şudur: AK PARTİ’nin kalbi sizi unutmaz, AK PARTİ’nin iradesi sizin arkanızdadır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Demokratikleşme süreci bir açılım, bir devlet projesidir. Milletimizin farklı kesimleri ile bu ülkenin vatandaşı olma duygusu arasına giren fitne ve fesatları ortadan kaldırma girişimidir. Bunun iki boyutu var: Birincisi eksik demokrasiden kaynaklanan haksızlıkları gidermek ve haksızlığa uğrayan kesimlerin demokratik taleplerini karşılamaktır…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Daha çok telefon dinlemek!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – …diğeri ise terörle mücadele bağlamında terör örgütünün, PKK’nın silahsızlandırılması ve etkisizleştirilmesidir. Bu süreçte devletin terörle mücadeleden vazgeçtiği iddiası bir yalandır.

Bakınız, esasında demokratikleşme, bütün dünyanın da kabul ettiği gibi en etkili terörle mücadele yöntemidir. Fakat demokratikleşmeyi teröre taviz vermek olarak algılayanların esasında terörle mücadele konusunda da ne kadar eksik ve duyarsız kaldıkları görülüyor çünkü demokratikleşmeyi teröre taviz verme olarak algılayanlar terörle mücadeleyi sadece teröristle mücadele zannedenlerdir.

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Biliyorsanız yedi senede bitirseydiniz. Yedi sene ne yaptınız?

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Oysa terörle mücadele çok daha kapsamlı, çok daha boyutlu bir meseledir. Biz siyasi sorumluluğumuzu, millî iradenin bize verdiği iktidar partisi olma konumumuzu…

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Sayın Vekilim, on dakika kaldı hâlâ bir şey söylemediniz.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – …olayın tüm boyutlarını ele alarak ortaya koyuyoruz, bu nedenle de başkalarının risk gördüğü konuları Türkiye'nin geleceği için fırsata dönüştürüyoruz. Bu birlik ve dirlik çabalarının…

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Ömer Bey, ortaya ne koydunuz?

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Ömer Bey, şu açılımı bir aç!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – …tek hedefi vardır: Devletimiz ile milletimiz arasında adalet ve hukuk köprüsü inşa etmek.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Açılım da fos çıktı, fos!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Uzun yıllar devletimiz ile milletimizin huzur içinde var olmasını engelleyen bütün yanlış uygulamalar ortadan kaldırılacaktır.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Yedi yılda neyi kaldırdınız?

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Hukuksuzluk asla başını alıp gidemeyecektir.

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Açılımı açmadın, hâlâ bekliyoruz.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Vatandaşların huzur içerisinde yaşamasına kasteden bütün adımlar anında engellenecektir. Milletin vicdanını yaralayan her türlü yasak, anayasal düzenin gerekleri içerisinde ortadan kaldırılacaktır. AK PARTİ’nin destek verdiği süreç budur. Maddelerin belirlenmesi Hükûmet tarafından gerçekleştiriliyor ve bu konuda da muhalefetin katkılarına açık olunduğu defalarca söylendi. Bu konuda gerekenin, muhalefetin katkılarının, eleştirilerinin alınması konusunda ısrarcı olundu fakat bu bile bir zaaf olarak görüldü. Sanki biz bir mahcubiyet içerisindeymişiz, bir yanlış yapıyormuşuz da muhalefeti yanımıza katmak için bir faaliyet içerisindeymişiz gibi gözüktü. Çok açık söyleyeyim: Biz AK PARTİ olarak bu sorunun başladığı günden bugün çok daha fazla kararlıyız ve böyle bir sorunu çözme iradesi gösterdiğimiz için bir mahcubiyet ve tereddüt içerisinde değiliz. Tam tersine, milletimize acı veren bu uygulamaları ortadan kaldırma girişimi bize nasip olduğu için Allah’a hamdediyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Israrla gelen bir soru var: “Bunu niye şimdi getiriyorsunuz?” Bakın, toplumsal mutabakat ortada, devlet mutabakatı ortada, biraz evvel liderlerin bahsettiği dış konjonktürün Türkiye'nin millî menfaatleriyle paralel gelmesi ortada ama burada asıl sorulması gereken soru şudur: Yedi yıl boyunca niye her gün getirmediniz? Her seferinde tarih olarak bize 30 Şubatı verdiniz, olmayan bir tarihi verdiniz! (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Memleketin meselesi bizim meselemizdir. Bu doğru bir süreçtir, doğru bir açılımdır.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Açılım nedir açılım? Açılımı anlat açılımı!

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Destek verenler, memleketin sorununu çözmek üzere millete karşı sorumluluklarını yerine getireceklerdir. Destek vermeyenlerse zannetmesinler ki bu yolla AK PARTİ’nin iradesini akamete uğratacaklar.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Hadi canım sen de!

ÖMER ÇELİK (Devamla) - AK PARTİ tek başına kalsa bile, Türkiye'nin her bölgesinde var olan bir parti olarak…

AHMET DENİZ BÖLÜKBAŞI (Ankara) – Hodri meydan! Hodri meydan!

ÖMER ÇELİK (Devamla) - …bu milletten aldığı iradeyle, milletin gösterdiği teveccühle bu yoluna şartsız, kayıtsız ve daha büyük bir iradeyle devam edecektir.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Dersine iyi çalışmamışsın, dersine!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Bakınız, burada güç aldığımız en önemli mesele, siyaset felsefemizdir. Biz cumhuriyetin zenginliğine inanıyoruz. Cumhuriyetin kırılgan, savunmacı bir refleksle savunulmayacağını düşünüyoruz. Bize göre “yurtta sulh, cihanda sulh” pasif bir yaklaşım değildir. “Yurtta sulh, cihanda sulh”, inisiyatif alarak, irade koyarak gerçekleştirilmesi gereken bir yaklaşımdır. “Yurtta sulh ve cihanda sulh”un öncelikli ilkesi de “yurtta demokrasi, dünyada demokrasi”dir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Esas durduğumuz yer… Meseleye duyguyla bakmayı küçümseyenler şu duygu üzerinde empati kursunlar: Vergisini verirken, askere giderken ayrıma uğramayan hiçbir vatandaşımız, hiçbir sebepten dolayı ayrıma uğramayan vatandaşımız başka konularda da ayrıma uğramamalıdır, bu ayrım kaldırılmalıdır. Bakınız, burada maalesef çok kötü örnekler veriliyor. Evet, şark planını biliyoruz…

BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Şark planı değil, şark meselesi. Bunu bile bilmiyorsun.

ÖMER ÇELİK (Devamla) - …çocukluğumuzdan beri duyuyoruz. Batılıların şark planının ayrıntılarını okuduk.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Şark planı değil şark meselesi, yanlış söyledin.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Şark meselesinin bütün tehditlerinin farkındayız, adını biliyoruz ama size bir şey soracağım: Şark meselesinin tehditlerini ortadan kaldırmanın yolu şark ıslahat planı değildir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Tam tersine vatandaşlarımızın bir kısmı… Deniyor ki kanunlar eşit, asimilasyon yok, şu yok, bu yok. Peki, o zaman, yirmi beş yıl boyunca olağanüstü hâl bölgesinde niçin farklı idari tedbirler uygulandı, niçin farklı güvenlik tedbirleri uygulandı? Bir nesil niçin terörün bölgesinde büyüdü? Hadi ondan da vazgeçtik.

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Çuvalladın, çuvalladın.

 ÖMER ÇELİK (Devamla) - Son iki ay içerisinde seksen altı yıldan daha fazla fikir bu konuda niye üretildi? Bu kadar aydın, bu kadar insan durduk yerde fantezi mi yapıyor, yoksa bu sürece karşı çıkanlar hayal âleminde yaşayıp siyasi sorumluluklarını yerine getirmekten mi kaçınıyorlar?

OSMAN ERTUĞRUL (Aksaray) - Çorba yaptın çorba! Dersine çalışmamışsın.

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Son sözlerim şudur: Milletimizin demokratik taleplerine kulak tıkayanların, bu demokrasi iradesini görmezden gelenlerin bilmesi gereken bir şey var, bizim kitabımızda olmayan tek şey var: Hiçbir konuda “Böyle gelmiş, böyle gitsin.” demeyiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) - Kopyaya bak kopyaya!

ÖMER ÇELİK (Devamla) – Türkiye günlerdir -bence çok verimli bir tartışma, bütün taraflar görüşlerini söylemeli- genetiği değiştirilmiş gıdaları konuşuyor. Şu genetiği değiştirilmiş demokrasiyi, genetiği değiştirilmiş milliyetçilik anlayışını da biraz konuşalım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Genetiği değiştirilmiş millî görüş!

AKİF AKKUŞ (Mersin) - İslam’ı bile değiştirmeye kalktınız.

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Milletimiz müsterih olsun. Devletin sahibi var, milletin sahibi var, demokrasinin sahibi var, özgürlüklerin sahibi var. (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)

Kardeşlik içerisinde geleceğe umutla bakarak, kol kola girerek, herkesin hakkını ve hukukunu tam olarak aldığı, kimsenin hakkını ve hukukunu almak için mücadele etmek zorunda kalmadığı, hakkın ve hukukun oksijen ve su kadar helal ve doğal olduğu bir ülke olma yolunda yaşasın Türkiye Cumhuriyeti! (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Çelik, teşekkür ederim.

SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, birleşime on beş dakika ara veriyorum efendim.

Kapanma Saati: 17.13
İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 17.33

BAŞKAN : Mehmet Ali ŞAHİN

KÂTİP ÜYELER: Murat ÖZKAN (Giresun), Harun TÜFEKCİ (Konya)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 18’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Hükûmet burada.

FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan…

BAŞKAN - Saygıdeğer arkadaşlarım, görüşmelere kaldığımız yerden devam edeceğiz.

FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun.

FARUK BAL (Konya) – Oturumu kapatmadan önce konuşan Sayın Hatip, benim de Bakan olarak görev yaptığım 57’nci Hükûmetle ilgili yanıltıcı bir beyanda bulunmuştur. Düzeltmek için söz istiyorum.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, 69’uncu maddeye göre aynı oturum içinde söz talep edilebilir, o oturum tamamlanmıştır. 69’uncu maddenin ikinci fıkrasına göre böyle bir söz talebinde bulunulamaz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Siz sataşma nedeniyle söz istiyorsunuz değil mi, 69’uncu maddeye göre?

FARUK BAL (Konya) – Evet.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – 73, 69 değil.

GÜLTAN KIŞANAK (Diyarbakır) – Demokratik Toplum Partisi olarak biz de söz istiyoruz.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkanım ikinci fıkraya göre söz talep edilemez.

BAŞKAN – Okuyalım efendim 69’u:

”Şahsına sataşılan veya ileri sürmüş olduğu görüşten farklı bir görüş kendisine atfolunan Hükümet, komisyon, siyasî parti grubu veya milletvekilleri, açıklama yapabilir ve cevap verebilir.

Açıklama ve cevaplar için Başkan, aynı oturum içinde olmak üzere söz verme zamanını takdir eder.”

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Efendim, geri çekiyoruz.

SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun.

SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Sayın Başkan, Hatip konuşmasında partimizi, grubumuzu densizlikle itham etmiştir.

BAŞKAN – Sayın Demirtaş, siz de sanıyorum sataşma nedeniyle, 69’a göre söz istiyorsunuz.

SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Sayın Başkan, grubumuza sataşma var, o nedenle başka bir sataşmaya mahal vermeden cevaplamak istiyorum.

BAŞKAN – Ancak, eğer 69’a göre istiyorsanız…

SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Evet. Ben önceki oturumda talep etmiştim Başkanım, ara vermeden önce talep etmiştim.

BAŞKAN – Bana böyle bir başvuru gelmedi, yazılı da gelebilirdi.

SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Sayın Başkanım, bir önceki oturumu kapatmadan önce söz almaya çalıştım. Bir açıklama yapmama izin verin.

BAŞKAN – Sayın Demirtaş, bakın siz Grup Başkan Vekilisiniz, hukukçu bir arkadaşımızsınız… İzin verirseniz ben tabii İç Tüzük’ü uygulamak zorundayım. İç Tüzük “…aynı oturum içinde olmak üzere…” diyor.

SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Sayın Başkan, bakın, oturumu kapatmadan önce ben söz istedim.

BAŞKAN – Ama bana böyle bir başvurunuz gelmedi.

SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Sayın Başkan, oturumu kapatmadan önce söz istedim. Yeni bir sataşmaya mahal vermeden bir açıklama yapmak istiyorum.

BAŞKAN – Tutanakları getirteyim Selahattin Bey. Sayın Demirtaş, tutanakları getirteyim, bir bakacağım.  Lütfen oturunuz yerinize.

SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Oturum bittikten sonra söz verirseniz bir anlamı kalmaz.

BAŞKAN – Zaten bitti oturum, yeni bir oturumdayız.

SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Ben önce söz istedim. Bir dakikayla açıklayayım Sayın Başkan.

BAŞKAN – Tutanaklara bakacağım, aynı birleşim içerisinde söz vermem mümkün mü değil mi onu değerlendireceğim ama tutanaklar bir gelsin. Çok teşekkür ederim, oturabilirsiniz.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, şimdi bu kişisel söz sırası bende. Nasıl bende? Dün AKP’nin genel görüşme önergesinin gündeme alınmasına ilişkin Genel Kurul karar verdikten sonra ilk söz isteyen ben oldum. Buna buradaki herkes şahit. Fakat sizin Meclisi yöneten Başkan Vekiliniz o kadar basiretsiz bir kişi ki hemen orayı terk etti. Hiç “Ara veriyorum.” da demedi.

BAŞKAN – Lütfen…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Bir dakika efendim… Beni dinler misiniz.

BAŞKAN – Sayın Genç, Başkan Vekilimize “basiretsiz” diyemezsiniz.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Basiret göstermeyen insanlara “basiretsiz” derim ben.

BAŞKAN – Bakın, siz Meclis Başkan Vekilliği yaptınız.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Yaptım da onun için söylüyorum. Çünkü o kürsüyü yönetmediği için…

BAŞKAN – Bir şey söyleyeceğim şimdi. Bakın, bir saniye, geçmeyin, bir dakika…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim ama bakın ilk sözü ben istedim. Ondan sonra bana söz vermemek için AKP’den 50 tane milletvekili sonradan getirildi.

BAŞKAN – Hayır bir dakika… Bir dakika… Hayır…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, dinliyor musunuz beni?

BAŞKAN – Bakın, siz Meclis Başkan Vekilime “basiretsiz” ifadesini kullandınız, hakaret ettiniz.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Orada adaletli davranmadı.

BAŞKAN – Bakın, siz Başkan Vekilliği yaptınız. Başkan Vekiline hakaret etmek…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Hakaret değil ki Sayın Başkan; bu, hakaret değil Sayın Başkan.

BAŞKAN – …üç gün Meclisten uzaklaştırmayı gerektirecek bir disiplin suçudur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

KAMER GENÇ (Tunceli) – Peki, hakaret ettim. Bana ceza ver. Ben söz istiyorum.

BAŞKAN – Lütfen yerinize oturun.

KAMER GENÇ (Tunceli) –  Hakaret ettim. Bana ceza ver. Söz istiyorum.

BAŞKAN – Başkan Vekilimize hakaret edemezsiniz. Yerinize oturun.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Yani bana o zaman söz ver, ben kendimi savunayım.

BAŞKAN – Disiplin hükümlerini uygularım hakkınızda.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Disiplin cezasını uygula. Ben söz istiyorum.

BAŞKAN – Meclis Başkan Vekiline bu şekilde hakaret etmek İç Tüzük’e göre disiplin suçu teşkil eder. Lütfen yerinize oturun.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Tamam, o zaman bana ceza ver Sayın Başkan.

BAŞKAN – Bana onu uygulatmayın. Yerinize oturun.

KAMER GENÇ (Tunceli) – AKP’li Ömer çıkmış diyor ki, Dersim olaylarından bahsediyor. Sivas’ı yakan kimler oldu, Maraş’ı kimler yaktı? Burada çıkıp da insanları böyle kandırmaya gerek var mı?

BAŞKAN – Lütfen yerinize oturun Sayın Genç.

Sayın milletvekilleri, kimlerin kişisel sözlerini ifade edecekleriyle ilgili çalışma yapıldı. İki arkadaşımız; şimdi ilkini çağırıyorum.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, bakın, Başkanlığınız zamanında çok keyfî olaylar oldu.

BAŞKAN – Lütfen yerinize oturun.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sırf bana söz vermemek için AKP getiriyor, 50 tane milletvekilini oraya veriyor. Kaç tane söz istenmiş onları okur musunuz? Efendim, kaç kişi söz istemişse kişisel, okuyun orada.

BAŞKAN – Sayın Genç, siz burada üç yılı aşkın süre Meclisi yönettiniz.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Üç değil yedi yıl, yedi yıl.

BAŞKAN - Kişisel söz talepleriyle ilgili ne yapılıyor burada?

KAMER GENÇ (Tunceli) – Yedi yıl yönettim, yedi yıl.

BAŞKAN - Ne yapılıyor? Aynı anda başvuranlar arasında kura çekiliyor. Kurayı çekmiş, iki arkadaşımız çıkmış.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, hayır… Söz isteyen kişileri okuyun.

BAŞKAN - Lütfen yerinize oturun.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır. Sırayla okuyun efendim.

BAŞKAN - Sayın Genç, lütfen yerinize oturun.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır.

BAŞKAN – Bakın, sizi uyarıyorum.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, uyarmanız haklı ise beni uyarın ama söz isteyenleri okuyun efendim.

BAŞKAN - Lütfen… Lütfen oturunuz.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Söz isteyenleri okuyun efendim.

BAŞKAN - Lütfen oturunuz. Ben size söz vermedim, lütfen yerinize oturun.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Benim doğal hakkım, söz isteyenleri okuyacaksınız. Söz isteyenleri okuyacaksınız.

BAŞKAN - Lütfen yerinize oturun, ben onu değerlendiririm. Siz oturun yerinize.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Okuyun.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, şimdi söz sırası, şahsı adına söz isteyen İstanbul Milletvekili Sayın Ufuk Uras’a ait.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, söz isteyenleri okutacaktınız.

BAŞKAN - Sayın Uras buyurun. (DTP sıralarından alkışlar)

KAMER GENÇ (Tunceli) – Yani olur mu böyle? AKP’nin talimatıyla hareket ediyorsunuz.

BAŞKAN – Sayın Genç, yerinize oturur musunuz lütfen.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Tayyip Bey size talimat veriyor, ona göre hareket ediyorsunuz. Böyle Başkanlık olmaz ya!

BAŞKAN – Oturun yerinize. Oturun yerinize.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Tayyip Erdoğan geliyor, sana talimat veriyor, sen ona göre hareket ediyorsun!

BAŞKAN – Oturun yerinize.

Sayın Uras, süreniz on dakika.

Buyurun.

MEHMET UFUK URAS (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cumhuriyetin kuruluşundan seksen altı yıl sonra, aradan geçen bunca yıla ve alınmış nice olumlu mesafeye rağmen hâlen bazı temel sorunları çözememiş olmamız hepimize büyük acılar yaşatıyor. Olumsuzluklar geçmiş yılları olduğu gibi geleceğimizi de teslim alma işaretleri taşıyor.

Konu malum. İster 20’nci yüzyılın ilk dönemlerinde olduğu gibi Vilayeti Şarkiye veya Şarkî Anadolu ya da bugünkü gibi Doğu ve Güneydoğu Anadolu deyin, isterseniz kalkınmada öncelikli yöreler veya eski OHAL bölgesi deyin, orada bir sorun var. Buna isterseniz de bizim gibi Kürt sorunu deyin. Sorunun yeri de belli, sorundan etkilenenler de, hatta sorunun nedenleri, sonuçları ve tezahür ediş biçimleri de. İşte cumhuriyet tarihi boyunca katlanarak büyüyen ve bir bölgeden tüm ülkeye yayılan bu sorunu aşmanın yolu demokratik, siyasal, sosyal ve kültürel çözümler üretmekten geçiyor.

Çok uzun zamandır biliyoruz ki, Kürt sorunu tek başına bir asayiş sorunu olmadığı gibi, yargının veya askerin çözeceği bir sorun da değildir ve bu konuya sadece ekonomik kalkınma anlayışıyla yaklaşmanın mevcut sorunların çözümüne yardımcı olmadığı da yine uzun yıllardır biliniyor. Sorun, Türkiye toplumunun tarihsel ve güncel bir sorunudur.

Onlarca yıl boyunca ve devletin egemen anlayışına göre bir Kürt sorunu yoktu. Yıllar boyunca mürtecilerin, eşkıyaların, şeyhlerin ve ağaların kışkırtmalarından söz edildi. Kimi zaman yabancı devletlerin çeşitli sebeplerle kışkırttığı anlatıldı. Ayaklananlar ya kandırılmışlar ya da devlete sadakatsizdiler. Cumhuriyetin kuşakları hep bu resmî anlayışla eğitildi. Yirmi sekiz isyan yaşandı. Bunlar ağır şekilde bastırıldı. Asimilasyon sistematik, sürekli ve en fazla enerji harcanan tercih oldu ama görüldü ki fazla mesafe alınamadı. Kürtçe konuşmak yasaklandı. 83’te çıkan 2932 sayılı Yasa’yla da bu daha da sıkılaştırıldı. Soyadları, yer adları ve köy isimleri değiştirildi. 72’de çıkan 1587 sayılı Yasa ile çocuklara Kürtçe isim verilmesi yasaklandı. Ama Kürt sorunu yok olmadı. İnkâr siyaseti iflas etti. Orada insanların yaşadığı, kendi dilleri olduğu, kendi kültürleri olduğu, kendilerine ait bir kimlik taşıdıkları anlaşılana kadar on binlerce insan öldü.

Geçen seksen altı yıl içerisinde Türkiye toplumunun hak ettiği demokratik, barışçı, adil ve kapsamlı çözümleri tartışamadık. Çok insanımızı kaybettik. Kendi aramızda demokratik yollardan çözmeyi beceremediğimiz için dış müdahalelere açık hâle geldik. Bin yıldır bir arada yaşadığımız insanların bir bölümünün dilini, kültürünü, kimliğini bir türlü içimize sindiremedik. Onlara kendi kafamıza göre kimlikler uydurmaya kalktık. Bu tür garipliklerle yılları kaybettik. Şimdi Kürt’e “Kürt” demeden, kendi dilini yani Kürtçeyi konuşmasını, öğrenmesini, yazmasını, hayatın her alanında kullanmasını sağlamadan, bunun anayasal ve yasal güvencelerini ortaya koymadan daha fazla adım atamayacağımız belli değil mi? Bence anlayanlar için belli.

Hep söyledik: “Türkiye’de Kürt sorununun çözümü için atılacak adımlar; toplumun ve ülkenin demokratik kuruluşlarının, demokratik kamuoyunun, Meclisin ve siyasi partilerin aklıselim sahibi ve demokrat yurttaşların işi olmalıdır.” dedik. İşte şimdi bu gerçeğin açığa çıktığı bir dönemi yaşıyoruz. Yeni açılımların tartışılması yeni çözümler, modeller ve sonuçlar üretecektir. Kürt sorununun çözüm yolu demokratikleşme ve hoşgörüdür; farklı kültüre saygı göstererek eşit yurttaşlık ilişkilerinin geliştirilmesidir; eşit koşullarda bir arada yaşama iradesinin güçlenmesi ve şiddet ortamının kesinlikle sona erdirilmesidir. Toplumda iç barışın sağlanması ve kültürlerin yakınlaşması, birbirini daha fazla tanıması, önyargıların aşılarak bir arada yaşam kültürünün geliştirilmesi, sorunların çözümü doğrultusunda önemli adımlar olacaktır.

Elbette her şeyin bir anda gerçekleşmesini beklemek doğru değildir ama güven artırıcı tutumların geliştirilmesi önemlidir. Artan güven yeni adımların atılabilmesini de kolaylaştıracaktır. Gündelik yaşamda normalleşmenin artması, Doğu ve Güneydoğu illerinde yaşayan yurttaşların insanca yaşam hakkından yararlanma ortamının geliştirilmesi, ihmal edilmişlik duygusunun ortadan kalkması için de çok önemli bir adım olacaktır.

Yapılması gerekenler, artık tarihte kalması gereken birtakım endişe ve korkular ileri sürülerek asla ertelenemez. Hiçbir hukuksal, askerî ve benzeri neden bu konuda gerekli olan açılımları geciktirmeyi meşru kılamaz. Bugüne kadar neredeyse bütün liderler “Biz bu kimliği tanıyoruz.” dediler. Hatta kimi kuvvet komutanları bile “Biz yanılmışız.” dediler. Peki sonuç? Tanıdınız da ne yaptınız? Ama şimdi bir şeyler yapmak zamanıdır ve peki neler yapılabilir?

Şimdi, bir Türkiye örneği yaratmamız gerekiyor. Sorun bütün Türkiye’nin, dolayısıyla çözüm de bütün Türkiye için iyi ve yararlı olacaktır. Sorunun çözümü üzerinde gerçekçi ve uygulanabilir bir yöntem  ve topyekûn bir iradeyle herkes çalışmalıdır çünkü çözüm herkese kazandıracaktır. Çözümsüzlük ise insani, siyasi, ekonomik ve toplumsal maliyet olarak hepimizi olumsuz etkileyecektir. Çözümsüzlüğün maliyetinin çözümün maliyetinden daha yüksek olduğunu giderek daha fazla algılıyoruz.

Bugün Sayın Baykal’ın yirmi yıl önceki raporlara gönderme yapması son derece önemlidir çünkü o raporlara baktığınızda Dersim katliamı çözümü yoktur, Muğlalı çözümü yoktur, “Uluslararası süreç tamamlanmadı.” diye yüzde 10 barajını savunması hiç yoktur. Türkiye’de bazı etnik kimliklere karşı Türkiye’de imtiyazlı statü talep edildiği iddiası tamamıyla asparagastır, tamamıyla gölge boksudur. Gerçek boks 2011 seçimlerinde yaşanacaktır ve kimin havlu atacağını hep beraber yaşayıp göreceğiz. (DTP sıralarından alkışlar)

Bence çözüme üç aşamada geçilebilir.

Birincisi: İspanya, İrlanda, Fransa gibi başarılı dünya örneklerinden ders alınmalıdır. Söylendiğinin aksine reformlarla şiddet ortamının çıkmasında bir senkronizasyon oralarda başarılmıştır.

İkincisi: Türkiye’nin özgün koşullarını ve niteliklerini dünyanın başarılı örneklerinin bilgi ve dersleriyle birleştiren bir model sürdürülmelidir. “Çok kültürlü anayasal vatandaşlık” kavramı bunu sağlayabilir. Bu vatandaşlık, hakları ve özgürlüklerin alanını genişleten, farklılıkları koruyup herkese eşit yurttaşlık getiren bir devrim kavramı olarak görülebilir.

Üçüncüsü: Çözümü sürdürülebilir kılmak için toplumsal desteği sağlayacak adımlar atılmalıdır. Yani Türkiye demokrasisinin demokratikleştirilmesi, siyasal, kültür ve yaşam tarzı itibarıyla güçlendirilmesi, Kürt sorununun çözümü sürecinin sürdürülebilirliğini garanti altına alabilir. Çözüme dönük gerçekçi ve inandırıcı bir iradenin görülmesi ve sürdürülmüş olması önemlidir. Sürecin olumsuzlukları, provokasyonları, baltalamaları ve çatışmaları da içereceğini göz ardı etmemek gerekiyor. Yani çözüm süreci son derece karmaşık, inişli ve çıkışlı bir süreçtir. Bugün Susurluk’tan Ergenekon’a, kontrgerillanın, cuntacıların, darbecilerin süreci yavaşlattırıcı, ket vurucu hamleleri karşısında, teşebbüsleri karşısında son derece dikkatli olmalıyız.

Toplumun çözüm sürecini desteklemesi için topluma istikrarlı bir şekilde güvence verilmelidir.

Bu çerçevede tartışılması ve yapılması gereken bazı noktaları şöyle sıralayabiliriz:

Birincisi: Toplumumuzun yapısı çok dilli ve çok kültürlüdür. Kürtçenin ve diğer dillerin gündelik yaşamda etkin bir şekilde kullanımı bu yapıyı daha da güçlendirecektir. Bu bakımdan, ilköğrenimden başlayarak bu dillerin öğrenilmesini, yerel birimlerdeki hizmetlerin halka götürülmesini daha da kolaylaştıran dilsel düzenlemelerin yapılması gerekiyor. “Git dilini anandan öğren.” denilemez.

İkincisi: Adı ister af olsun ister başka bir şey, yeni bir sayfa açılabilmesi bakımından gerek Kuzey Irak gerekse Türkiye dağlarındaki ve cezaevlerindeki binlerce insanın yeniden olağan ve demokratik toplumsal yaşama katılımının yollarının açılması gerekiyor. Bedel ödetme psikolojisini canlı tutarak elde edilebilecek çok fazla bir şey olmadığını dünya örnekleri de gösteriyor. Bizim de bunları anlamamız gerekiyor. Eve dönüşleri sağlayan, toplumsal ve siyasal yaşama dâhil olmayı öngören kapsamlı bir düzenleme yapılmalıdır ikinci olarak.

Üçüncüsü: Yerel yönetim reformu, yerel yönetimler ile merkezî idare arasındaki etkin ve uyumlu bir iş birliğinin tesis edilmesinin zeminini güçlendirecektir. Demokratik katılımcılık ilkesi çerçevesinde yerinden yönetim anlayışının ön plana çıkarılarak bölgesel ve kentsel sorunların çözümü için merkezi yönetimin vesayeti ortadan kaldırılmalıdır.

Dördüncüsü: 12 Eylül Anayasası’nın sırtımızdaki yüklerinden kurtularak, Türkiye’nin gerçeklerine ve ihtiyaçlarına uyan demokratik bir anayasaya sahip olmamız gerekiyor. Siyaset ve demokrasi yaratıcıdır. Eşit koşullarda birlikte yaşamayı gerçekleştirecek bir çözüm modeli, cumhuriyetin demokratikleşmesine dayanan eşit-özgür yurttaşlık hukuku ve sistemidir. Türkiye’de tarihten miras aldığımız çok dilli, çok dinli ve çok kültürlü toplum yapımızın bir gerilim ve çatışma değil, zenginlik ve güç kaynağı olarak görülebilmesi için, yasal bakımdan güçlendirilmiş “anayasal vatandaşlık” kavramının içselleştirilmesi gerekiyor.

Anayasa, Siyasi Partiler ve Seçim Yasaları demokratikleştirilmeli, anadilde siyaset yapma konusundaki engeller ortadan kaldırılmalı; Türkiye Cumhuriyeti toprağına bağlı bir anayasal yurttaşlık tanımı oluşturulmalı, Anayasa bütün kültürlerin demokratik bir şekilde varlığını ve kendini ifade etmesini içermelidir.

Beşinci olarak da Doğu ve Güneydoğu’nun güçlü bir plan dâhilinde yeniden ayağa kaldırılması gerekiyor. Bunun için, bölge halkının mevcut örgütleriyle iş birliği gerekir…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

TACİDAR SEYHAN (Adana) – Bir on dakika daha konuşsun!

BAŞKAN – Sayın Uras, süreniz doldu, size makul bir süre daha veriyorum. İki dakikada toparlayabilir misiniz?

MEHMET UFUK URAS (Devamla) – Tabii, hemen bitiriyorum.

ŞAHİN MENGÜ (Manisa) – On dakika daha verin.

MEHMET UFUK URAS (Devamla) – Efendim, bağırmaya gerek yok. Bağıranlar en haklı olsaydı otobüs terminallerindeki çığırtkanların en haklı meslek grubu olması gerekirdi. (AK PARTİ ve DTP sıralarından alkışlar)

ŞAHİN MENGÜ (Manisa) – Saygısızlık etme!

MEHMET UFUK URAS (Devamla) – Çok özür dilerim. Yani biz, 10 Kasım gibi bir özel günde milletvekilliğimizi unutup “aç ” gecesinde kendimizi zanneden milletvekillerinden değiliz. (AK PARTİ ve DTP sıralarından alkışlar)

Altıncısı: Husumet bloklaşmasına…

MUHARREM İNCE (Yalova) – AKP’nin alkışlamasından çok memnunsun galiba! Yazıklar olsun sana!

MEHMET UFUK URAS (Devamla) – Bağırmayın Arkadaşım!

Husumet bloklaşmasına ve suç kaynağına dönüşen koruculuk sistemi böyle devam edemez.

Bu meselede sizin itirazınızda sorun Millî Eğitim Bakanıdır. Mantık derslerine müfredatta biraz daha ağırlık verse böyle manzaralarla karşılaşmayız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Uras, siz Genel Kurula hitap edin.

MEHMET UFUK URAS (Devamla) – Yedincisi: Türkiye’de yakın tarih gösteriyor ki parti kapatma var olan siyasal ve toplumsal sorunların çözümüne çare olmuyor. Üstelik yargı yollarını kullanarak toplumsal ve siyasal sorunlara çözüm arayan zihniyetlerin de demokrat olmadığı görülüyor. Bu nedenle Demokratik Toplum Partisinin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması sorunu ağırlaştırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. DTP gibi bir partinin varlığı hem sorunun anlaşılmasını hem de karşılıklı birbirini anlamayı kolaylaştıran, demokratik normlara ve işleyişe ortak sadakati adım adım gerçekleştiren barışçı bir sürece ciddi bir imkân sunmaktadır. Parti kapatmayı güçleştiren yasal değişiklikler bir an önce yapılmalıdır.

Son olarak sekizinci: Sokak gösterilerinde tutuklanarak yaşlarının katlarınca ceza istemiyle yargılanan çocuklarla ilgili yasal düzenleme bir an önce yapılmalı, bu çocuklarımızın olması gereken yerlerine, okullarına dönüşü sağlanmalıdır.

Toplumumuz bu ve benzeri adımların yaratacağı barış, dostluk ve kardeşlik iklimine nicedir hasret kaldı. Çok dilli, çok kültürlü ve çok kimlikli ortak bir tarihten geliyoruz, böyle bir geleceğe birlikte neden yürümeyelim? Türkiye’de cumhuriyet tarihi, görmek isteyen herkese göstermiştir ki, demokrasisiz cumhuriyet toplumu çağdaşlığa götüren bir yol değildir, bundan sonra da olmayacaktır. Bütün bu sorunları demokrasi içinde çözebiliriz. İnsanlığın bilgi dağarcığında yer alan çözüm modellerini…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUHARREM İNCE (Yalova) – ÖDP’yi bitirdin yakında AKP’ye geçersin sen, belli oldu.

BAŞKAN – İlave süreniz de doldu Sayın Uras.

MUHARREM İNCE (Yalova) – ÖDP’yi kapattın, AKP’ye geçeceksin sen, kesin. Sen kesin AKP’ye geçiyorsun. (Gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Uras, sadece selamlama için açıyorum mikrofonunuzu.

MEHMET UFUK URAS (Devamla) – Seyit Rıza demiş: “Her şeyle baş ettim, sizin yalanlarınızla baş edemedim.” Hâlâ yalan söylemeye devam ediyorsunuz. (AK PARTİ ve DTP sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, genel görüşme… (CHP ve DTP sıralarından gürültüler)

ZEKERİYA AKINCI (Ankara) – Alkışlayanlara bak!

BAŞKAN – Lütfen sayın milletvekilleri… Lütfen…

Sayın milletvekilleri, genel görüşme önergesi üzerindeki görüşmelerimize devam ediyoruz. (CHP ve DTP sıralarından gürültüler)

Sayın milletvekilleri, lütfen…

Şimdi de söz sırası Hükûmet adına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın.

Buyurun Sayın Erdoğan. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyor, millî birlik ve kardeşlik sürecimizi ele almak üzere yaptığımız genel görüşmenin ülkemiz, milletimiz ve demokrasimiz için hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum.

Üç gün önce vefatının 71’inci yıl dönümünde minnetle andığımız Gazi Mustafa Kemal, Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılış öncesinde yayınladığı tebliğde, o günden yani 23 Nisan 1920’den itibaren askerî ve sivil bütün makamlarla, bütün milletin tek mercisinin Büyük Millet Meclisi olacağını ifade etmişti.

Türkiye Büyük Millet Meclisi o günden itibaren bu aziz milletin tek mercisi olmuştur. Bu Meclis gazi bir meclistir. Bu Meclis Kurtuluş Savaşı’mızı sevk ve idare eden meclistir. Bu Meclis millet iradesinin tezahür ettiği, tecessüm ettiği meclistir.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ne iradesi ya!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bu Meclis, açıldığı 23 Nisan 1920’de bu ülkenin bütün renklerini, bütün çiçeklerini, bütün kokularını, bu ülkenin topyekûn sesini, nefesini bünyesinde toplamış, bu ülkeyi teşkil eden, cumhuriyeti kuran bütün unsurları çatısı altında birleştirmiş bir Meclistir.

1920’de ilk Mecliste Ankara Mebusu Mustafa Kemal var, Afyonkarahisar’dan Ömer Lütfi Argeşo var, Ardahan’dan Filibeli Hilmi var, Balıkesir’den Abdülgafur Efendi var, Bilecik’ten Mostarlı Boşnak Ahmet Lakşe var, Bitlis’ten Derviş Sepunç var, Burdur’dan Mehmet Âkif Ersoy var, Çankırı’dan Müştak Torbo var, Diyarbakır’dan Abdülhamid Hamdi var, Manisa’dan Çerkez Reşit var, Dersim’den Diyap Ağa var.

Kurtuluş Savaşı’na başkumandanlık yapan, Türkiye Cumhuriyeti’ni inşa eden ruh ve irade, Türkiye’nin tüm unsurlarını işte bu Mecliste cem etmiştir.

Atatürk’ün en büyük başarılarından biri, her türlü farklılığı önce Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında, ardından Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı paydasında birleştirmek, millet olma bilincini güçlendirmek olmuştur. İlk Meclisin açılışında Gazi’nin dile getirdiği şu ifadeler her an hatırda bulundurulmalıdır. Daha önce de ifade ettim yine bu kürsüde, ama biliyorsunuz tekrarda fayda vardır: “Efendiler, burada maksut olan ve Meclisi âlinizi teşkil eden zevat, yalnız Türk değildir, yalnız Çerkez değildir, yalnız Kürt değildir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mürekkep anasırı İslamiye’dir, samimi bir mecmuadır.”

Bu Meclis, aziz milletimizin hamurunu “çokluk içinde birlik” anlayışıyla yoğurmuş, milletimizin birlik ve bütünlük ruhunu tesis etmiştir.

Büyük Millet Meclisinin Kayseri’ye taşınması teklifi karşısında söz alan ve “Biz buraya Ankara’dan kaçmak için gelmedik, savaşmaya, dövüşerek ölmeye geldik.” diyen Dersim Mebusu Diyap Ağa, bu cumhuriyetin hangi ruh ve ideal üzerine inşa edildiğinin en somut abidelerinden yalnızca bir tanesidir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Seksen dokuz yıl boyunca da bu Meclis hep milletin Meclisi olarak kalmıştır ve evvel Allah, bundan sonra da hep öyle kalacaktır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Türkiye’nin her meselesinin çözüm yeri burasıdır. Türkiye’de her meselenin cesaretle, samimiyetle açık seçik konuşulacağı zemin işte bu Meclistir. Bu Meclis seksen dokuz yıl öncesinin gerisine düşemez. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu Meclis, seksen dokuz yıl önce, renklilik üzerine, özgürlük üzerine, en önemlisi de demokrasi üzerine inşa ettiği temellerinden ve ilkelerinden taviz veremez. Varlık yokluk mücadelesi veren, istiklal mücadelesi veren bir milleti küllerinden ayağa kaldıran bu şanlı Meclis, elbette, her türlü sorunu ele alabilecek, her türlü sorunu çözüm yoluna koyabilecek bir tarihî geçmişe, derin bir tecrübe ve sağduyuya sahiptir. Türkiye’nin en önemli sorun alanlarıyla ilgili meseleleri de elbette Mecliste konuşmak, tartışmak durumundayız, bu amaçla genel görüşme yapılmasını istedik. Bundan daha doğal, daha tabii ne olabilir. Her meselenin özgürce konuşulduğu, cesaretle konuşulduğu, millet adına konuşulduğu, nezaketle, edeple, adapla, karşılıklı saygıyla, hoşgörüyle ele alındığı ilk Meclis, bugünkü Meclis için bir model olmak, bir ilham kaynağı olmak zorundadır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, iktidar kadar muhalefet de demokrasinin olmazsa olmaz unsurudur. Muhalefetin iktidarla her konuda bire bir aynı düşünmesi asla teklif edilemez, düşünülemez de, her konuda ittifak etmesini asla bekleyemeyiz. Bu, demokrasinin de doğasına aykırıdır ancak her konuya, sırf iktidarın önerisidir, fikridir, girişimidir diyerek karşı çıkmak, yapıcı bir öneri, yapıcı bir eleştiri getirmek yerine, temelden her meselenin karşısında durmak millet istifadesine değildir, ülkemizin istifadesine değildir. Demokrasinin en temel şartı diyalogdur, müzakeredir, uzlaşı aramaktır. Her konuda uzlaşmak, her konuda aynı düşünmek demokrasinin bir gereği değildir ama her türlü farklılığa rağmen konuşmak, tartışmak, sorunlara çözüm aramak demokrasinin bir gereğidir. Konunun özüne dönük görüş beyan etmek, eleştiri getirmek yerine “Hükûmet kendisini anlatmasın.” diye çaba göstermek, farklı polemiklerle konuyu saptırmaya çalışmak bir muhalefet tarzı olamaz.

Bizler bu Mecliste yeni değiliz. Uzun yıllardır bu Mecliste olan milletvekilleri var. Bu Meclisin kurulduğu günden beri tutanakları var. Bugün Türkiye'nin her tarafında bizi izleyen -ekranları başında- aziz vatandaşlarımız siyasette tutarlılık istiyor. İzleyici tribünlerine eli tutularak getirilenler olursa, bunlar bu Meclisin asaletiyle bağdaşmaz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Milletin Meclisindeki üslup, elbette çocuklara, elbette gençlere, elbette tüm bir millete örnek teşkil edecek bir üslup olmalı, sağduyuyu ve aklıselimi yansıtan bir üslup olmalıdır.

Değerli milletvekilleri, seksen altı yıl önce birlik, beraberlik ve dayanışma üzerine inşa ettiğimiz cumhuriyet, seksen altı yıl boyunca gelişerek, güçlenerek, bölgesinde ve dünyada tarihine, kültürüne, medeniyete yaraşır bir ağırlık kazanarak bugünlere ulaşmıştır. Cumhuriyet, seksen altı yıl boyunca dünyadaki değişime ayak uydurduğu ölçüde, demokrasisini ilerlettiği ölçüde, kendisini yenilediği, reformları hayata geçirdiği ölçüde ilerlemiş ve kalkınmıştır.

Şu hususa da özellikle dikkatlerinizi çekmek istiyorum: Trablusgarp Savaşı’nda Tobruk ve Derne’de savaşan, Balkan Savaşı’nda Gelibolu, Bolayır, Dimetoka ve Edirne’yi savunan, Çanakkale Savaşı’nda Anafartalar Grup Komutanı olarak zafere imza atan ve Kurtuluş Savaşı’mızın Başkumandanı olarak bu ülkeyi istiklaline kavuşturan Gazi Mustafa Kemal, cumhuriyetin ilanının hemen ardından, savaştığı tüm ülkelerle diplomatik ilişkileri geliştirmenin gayreti içinde olmuştur. Atatürk kin gütmemiş, intikam hissi içinde olmamış, küsmemiş, husumet beslememiş, tam tersine, işgalci ülkelere Kurtuluş Savaşı’nda gereken cevabın verildiği düşüncesiyle yeni bir dönem başlatmıştır.

Gazi Mustafa Kemal, ülkenin etrafına duvarlar örmemiş, ülkenin ufkunu daraltmamış, tam tersine, “yurtta sulh, cihanda sulh” diyerek, Türkiye’yi büyütmenin mücadelesine, istikbal mücadelesine yoğunlaşmıştır.

Soruyorum: Yurtta sulhu tesis edemeyenler, cihanda sulhu tesis edebilir mi? Bunun başarılması lazım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bugünün ulusal ve uluslararası meselelerini dar kalıplar üzerinde inşa edenler, meselelere hissi yaklaşanlar, ulusal ve uluslararası problemleri kin, nefret ve intikam duygusuyla mülahaza edenler cumhuriyetin kuruluş ruhuna ve kurucusuna haksızlık ederler.

Biz, “Türkiye'nin üç tarafı denizlerle, dört tarafı düşmanlarla çevrili” diyen bir anlayışla değil, “yurtta sulh, cihanda sulh” anlayışıyla hareket ediyoruz. Biz, düşman üretmek değil, dost kazanmak anlayışıyla bir yaklaşım üretiyoruz. Bizim barışçı, aktif dış politikamızı eleştiren anlayış eğer o gün var olsaydı, ne Kurtuluş Savaşı son bulurdu ne Lozan olurdu ne cumhuriyet ayakları üzerinde doğrulurdu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Emin olun ki bu anlayış, Atatürk’ün diplomatik temaslarına da, dünyada sulh anlayışına da karşı gelir, ayak diretirdi.

Türkiye Cumhuriyeti 29 Ekim 1923’te ne kadar büyük düşündüyse bugün de o kadar büyük düşünmek durumundadır. Bu devlete ve bu millete büyük düşünmek yaraşır. Bizler, küçük meselelere takılıp kalamayız. Hükûmet olarak ülkemiz için, millet olarak, devlet olarak tarih boyunca her zaman büyük düşündük, büyük adımlar attık, büyük hedefler belirledik ve büyük ideallerin peşinde olduk. Bugün de aynı ruh ve aynı heyecanla büyük düşünmek ve büyük hedeflere doğru kararlı adımlarla ilerlemek bizim ve tabii ki bu yüce Meclisin asli vazifesidir. Bu yüce Meclis, memleketin meselelerine çözüm üretecek güce sahip bir Meclistir. Hiçbir ülke, hiçbir topluluk, hiçbir grup ya da zümre milletin bu aziz Meclisine hiçbir şey dayatamaz. (AK PARTİ sıralarında alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bu Meclis yıllar yılı hayalî tehditlerle meşgul edilmiştir, şimdi olduğu gibi; içini bildikleri için değil, gerçekleri bildikleri için değil, dış güçlerin talimatlarıyla, oralardan verilen emirlerle, “Büyük Orta Doğu Projesi” gibi ifadelerle.

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Eş Başkanı değil miydin, yalan mı?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “Nedir?” diye sorsanız, “İçeriğinde ne var?” diye sorsanız bilmezler, söyledikleri bir şey de zaten yok. Hiçbir zaman bir belgeye, bir delile bağlı olarak da konuşamazlar çünkü o kapasiteleri de yok. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Böyle bir durumları var.

Bu ülkenin enerjisi, var olmayan tehditler nedeniyle ne yazık ki israf edildi.

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Obama’yı ayakta siz alkışladınız.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Dünya değişirken, dönüşürken, gelişirken bu ülke sonu gelmeyen tartışmalarla, çözüm üretilmeyen meselelerle oyalandı, duraklatıldı, geri bırakıldı.

BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sayenizde!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bugün, o eski anlayışla, o eski siyaset tavrıyla, artık tedavülden kalkmış siyasi üslupla Türkiye’yi, yeni tehditler, yeni korkular, var olmayan ve var olmayacak yeni düşmanlar üretmek suretiyle kimsenin sanal tehditler üretmeye hakkı yoktur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ÇETİN SOYSAL (İstanbul) – Terör de mi sanal, PKK da mı sanal?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Hükûmet olarak yedi yıldır bu ülkenin kronik meselelerini çöze çöze bugünlere geldik.

Enflasyondan faizlere, dış ticaretten uluslararası yatırımlara, turizm gelirlerinden ücretlere, bölünmüş yollardan dersliklere…

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Millet aç, millet aç!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – …modern teknolojiyle donatılmış okullardan üniversitelere, yüksek standartlı demokrasiden dış politikaya kadar her alanda ezberleri bozduk, statükoyu değiştirdik ve ülkemize yeni bir ufuk çizdik. (MHP sıralarından “Telekulak başladı.” sesi)

Herkes görevini yapıyor, merak etme.

Yedi yıl boyunca ekonomiyi, toplumsal yaşamı, dış politikayı, sağlam bir zeminde yüceltmek ve büyütmek için demokratik hak ve özgürlükleri olabildiğince genişlettik ve bu iktidar döneminde, temel hak ve özgürlüklerin almış olduğu irtifa hiçbir dönemde olmamıştır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bugün, çağdaşlığın da modernliğin de evrensel değerlerle buluşmanın da yolu demokrasiden, daha ileri, daha gelişmiş bir demokratik standarda ulaşmaktan geçiyor. Ülkemizdeki tüm sorun alanlarına el atmak, sıkıntıları hafifletmek, demokrasiyi her alanda hâkim kılmak için demokratik açılım sürecini başlattık. Yani, bu olayı, sadece terör sorunu olarak algılamak veya anlatmak ayrı bir yanlıştır, sadece Kürt sorunu olarak algılamak veya anlatmak ayrı bir yanlıştır.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, hedef, millî birlik ve kardeşlik projesidir. Süreç, demokratik açılım sürecidir.

Değerli arkadaşlarım ve burada tabii ki öncelikli sorun, terörle, terör sorunuyla mücadeledir, etnik unsurların sorunlarıyla mücadeledir. Bunun içinde Kürt sorunu da vardır, Arnavut sorunu da vardır, benim Türk vatandaşımın sorunu da vardır, Laz, Abaza, Arnavut, Roman, hepsinin sorunları vardır kendilerine göre. Bunları çözmek durumundayız.

Bunun yanında azınlıkların da sorunları var…

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Öyle bir sorun yok.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - …inanç gruplarının sorunları var.

Sana gelmiyor, bana geliyor bunlar. Bu sorunlar bana geliyor.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – AKP sorunu var.

BAŞKAN – Lütfen sayın milletvekilleri…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Size gelmiyor çünkü kimse sizi zaten muhatap olarak kabul etmez. Sizin irapta yeriniz yok. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Ve özellikle bir şeyi ifade etmek istiyorum. Bu sorunlar, şöyle tarihe baktığımız zaman… Bakıyorsunuz, taa Ziya Gökalp döneminde, cumhuriyetin ilk yıllarında buna yönelik projeler üretilmiş. Sayın Baykal az önce “Bakın, yirmi yıl önce biz bunu yaptık.” diyor. Neyi? Kürt sorunuyla ilgili bir proje ifade etmiş. Ama bakıyorsunuz ki şimdiki konuşmalarla onun arasında değişik farklılıklar var.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Yok, yok. Hiçbir fark yok. Anlamamışsın.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bu da çok enteresan.

Notlar elimde var. Tutanaklar da var, notlar da var.

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Anlamamışsın, hiç anlamamışsın. Farkında bile değilsin. Zaten sorun da o.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – İstiyoruz ki her sorun alanı, demokratik standartların yükselmesiyle…

DENİZ BAYKAL (Antalya) –  Sen farkında değilsin o işin.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – …temel hak ve özgürlüklerin gelişmesiyle…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Anlama kapasiten yok.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – …adalet ve hakkaniyetin her alanda, her vatandaşı kuşatmasıyla, ezilen, horlanan, dışlanan herkesin kucaklanmasıyla aza insin.

Değerli arkadaşlarım, yedi yıl boyunca bu anlayıştan, bu yaklaşımdan, bu kucaklayıcı tavırdan taviz vermedik. 72 milyon vatandaşımızın her birinin sofrasındaki ekmeğin özellikle büyütülmesi gayreti içerisinde olduk. Her bir vatandaşımızın derdini dinledik. Çare üretmenin, derman bulmanın mücadelesi içinde olduk. (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Lütfen sayın milletvekilleri…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Tabii, tabii, sadaka kültürü.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Sayın Başkan, şahsım ve grubum, diğer liderler konuşurken en ufak bir müdahalede bulunmadılar. Bakın, şu anda, maalesef, şurada, bakıyorum, özellikle iki muhalif grup sürekli laf atıyor.

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Konuşma üslubunuzu ona göre ayarlayın.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bakın, ben hem Hükûmet adına hem de grubumun Başkanı sıfatıyla konuşuyorum. Lütfen, anlayın ki anlatabilesiniz. Dinlemesini öğrenin. Dinlemediğiniz sürece de hiçbir şeyi anlatamazsınız bu ülkede. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Erdoğan, siz Genel Kurula hitap edin.

Değerli arkadaşlarım, lütfen Hatibi dinleyelim.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Çözüm üretmeyen bir siyaset, sorunları ele almayan, hafifletmeyen bir demokrasi, halkın taleplerine duyarsız kalan bir devlet anlayışı olamaz. İşte bu noktadan hareketle bizler dedik ki: “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın, insanı yücelt ki devlet yücelsin.”

Demokrasiden hiç kimsenin korkusu, çekincesi, tereddüdü olmasın. Demokrasi bu ülkeyi bozmaz, merak etmeyin. Tam tersine, birleştirir, bütünleştirir, kardeşliğimizi daha da pekiştirir. Demokrasi korkuların -özellikle söylüyorum- pazarı değil, panzehiridir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Demokrasi en temel meşruiyet zeminidir. Meşru siyasetin görevi, iktidarıyla, muhalefetiyle, bütün sivil mekanizmalarıyla meşruiyet alanını genişletmektir. Vatandaşların…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Bir araçtır.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Evet, aynen öyledir! Aynen öyledir!

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Tramvaydır.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Aynen öyledir! Bütün sistemler, dinler, hepsi insanın mutluluğu için birer araçtır. Amaç insanın mutluluğudur, bunu öğren! (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bizim demokratik açılımdan, millî birlik ve kardeşlik projesinden kastımız budur, yani sorunların minimize olduğu bir Türkiye, her yönüyle. Bunun için de bizim muhatabımız, ele aldığımız bu devlet projesiyle, millettir -destek veren olur, olmayan olur, millettir- ve biz bugün milletimizin vekillerinin huzurunda bunu konuşuyoruz ve yarından itibaren milletimize gidiyoruz ve seksen bir vilayette milletimize anlatacağız.

RAHMİ GÜNER (Ordu) – İçinde ne var acaba?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) –Yani, Sivas’ın ötesine gitmemek gibi bir durumumuz, kaygımız yok, seksen birin seksen birine de gideceğiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Aksini iddia edenler, bize eski yöntemleri önerenler, “Yangını niye söndürmek istiyorsunuz? Bırakın devam etsin, bırakın bu yara açıkta kalsın, kanama devam etsin.” demiş olmuyorlar mı? Hayır, doğru yol bu değil, aklın ve vicdanın yolu bu değil, demokrasinin yolu bu değil. Biz diyoruz ki: “Peki, nedir? Onu söyleyin.” Biz diyoruz ki: “Türkiye’ye güvenin, demokrasiye güvenin.” Bakın, birçok başlıkları -az önce- İçişleri Bakanım hepsini başlıklar hâlinde burada ifade etti ama siz anlamakta zorlanıyorsanız benim söyleyecek bir şeyim yok.

Bakınız, değerli arkadaşlarım, farklılık zenginliktir, farklılık renktir. Gökkuşağı ne kadar güzelse, ne kadar muhteşemse, ne kadar etkileyici ise farklılık da o kadar güzeldir, o kadar muhteşemdir, o kadar etkileyicidir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bu ülkenin dağlarını, Ağrı’yı, Munzur’u, Kaçkar’ı, Erciyes’i, Uludağ’ı, bütün o döşeyen binlerce, 10 binlerce çiçek, farklılıklarıyla, farklı renkleri, farklı kokuları, farklı güzellikleriyle bizi mest eder. Hepsinin kökü bu topraktadır. Burada herhangi bir sıkıntısı benim grubumun yok ama bunu benim grubuma sormaya da kimsenin hakkı yok. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Her biri suyunu, Kızılırmak’tan alır, Dicle’den alır, Fırat’tan alır, Yeşilırmak’tan, bu ülkenin tüm nehirlerinden alır. Hepsi bu toprakların çiçeğidir, hepsi bizim çiçeğimizdir. Hep beraber… Derdimiz bu zaten.

Biz, yanı başımızdaki komşumuzun derdini biliriz, hastalığını biliriz, ihtiyaçlarını biliriz ama etnik kökenini bilmeyiz, bilsek de inkâr etmeyiz, hor görmeyiz, sadece saygı duyarız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Biz millet olarak öyle bir medeniyetten geliyoruz. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” anlayışıyla bir tas çorbayı komşumuzla paylaşabilme anlayışını gösterebilen bir halkız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bunu küçümsemeye de kimsenin hakkı yok. Bu farklı bir alicenaplıktır, farklı bir kadirşinaslıktır.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Komşunun sandalı yoksa benim gemim olsun mu?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) -  Kimse de bunu bir sadaka kültürü olarak vasıflandıramaz. Burada da bir dalalet var, bir gaflet var. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Çok önemli bir şey bu.

Biz, insanı insan olduğu için, açık konuşuyorum, ne Türk olduğu için ne Kürt olduğu için ne Laz olduğu için ne Gürcü, Abaza, Pomak, vesaire      –neyse- olduğu için sevmiyoruz. Biz, yaratılanı Yaradan’dan ötürü seviyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Doğrusu, zaman zaman benim alındığım, gücendiğim bazı durumlar olur bazı topluluklarda. Örneğin…

YILDIRIM TUĞRUL TÜRKEŞ (Ankara) – Meclis Başkanı mesela...

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)- …Kürt kökenli vatandaşıma birisi kalkar şu Kürt, şu Laz, şu Türk… Arkadaşlar, yani bu tür ifadeleri yakıştırmak bile yanlış. Sanki o ifadeyle orada bir küçümseme mantığı yatıyor. Bunlardan bir defa kurtulmak lazım. (MHP sıralarından gürültüler.) Sen söyleme ya, ben duyduklarımı, bildiklerimi, gördüklerimi söylüyorum, bu gerçekleri söylüyorum. Zaten sıkıntının altında bu var.

YILDIRIM TUĞRUL TÜRKEŞ (Ankara) – “75 Kürt milletvekili var.” dediniz.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Geçenlerde benim İçişleri Bakanım bir şey söyledi, burada kıyamet kopardınız. Ben söylüyorum: Bakınız son seçimlere, ondan önceki 22 Temmuz seçimlerine sizler seçim neticesi olarak dikkat edin, Güneydoğu ve Doğu’da aldığınız oylar ortadadır ve sizlerin oralarda bir bölge partisi olduğunuz ortadadır. Benim milletim size niçin oralarda oy vermiyor, ortadadır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Biz oraların birinci partisiyiz. Güneydoğu Anadolu’da da birinci partiyiz, Doğu Anadolu’da da birinci partiyiz, toplamında da birinci partiyiz, yedi siyasi bölgenin yedisinde de birinci partiyiz, yedisinde de. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Seksen bir vilayetin sekseninde milletvekili çıkartan tek parti biziz; niçin? Çünkü halkımızın tümünü kucaklıyoruz. Dışlamak bizim anlayışımızda yok, ayrımcılık bizim anlayışımızda yok. Dedim ya, yaratılanı Yaradan’dan ötürü seviyoruz, bizim anlayışımız bunun üzerine inşa edilmiş. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Halepçe’de katledilen masum yavruların, masum insanların acısını ta yüreğinde hisseden yegâne millet, evet, Türk milletidir. Onlara olduğu gibi, 1991’de yerinden yurdundan, köyünden, toprağından edilen 1 milyon Iraklı Kürt kardeşimize kucak açan yegâne millet biz olduk. Ben o dönemde, İstanbul’da bir partinin Başkanıydım ve tırlarla ilaç götürdüm, yiyecek götürdüm, gıda götürdüm. Niye?

ŞAHİN MENGÜ (Manisa) – Hangi parti?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Sana ne ya! Bir partinin o zamanlar işte ben İl Başkanıydım. Ne yapacaksın? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Eğer sen, yakın siyasi tarihi bilmiyorsan ben ne yapayım. Aç biraz, araştır, bak. Siyasetçisin, politikacısın, nerede siyaset yaptığımı bilirsin, araştır, bak. (CHP sıralarından gürültüler)

Bizim tarihimiz bir, kültürümüz bir, medeniyetimiz bir, türkülerimiz bir, acılarımız, sevinçlerimiz de bir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli kardeşlerim, “Sarı Gelin” türküsü çalındığında, sözleri hangi dilde olursa olsun ezgisiyle, evet, yürekleri titreyen biziz.

Hazreti Hüseyin Kerbela’da sahraya düşenden beri gözyaşı döken hep birlikte biziz.

Sema ile elini göğe ve yere açan da biziz. Semah ile kâinat gibi dönen de biziz.

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Yalansın, yalan!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Genel Başkanınla beraberdik ya! Semaları beraber izledik ya! Ne densizsin ya! (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen Hatibe müdahale etmeyin.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Siperlerde yan yana düşerek bu toprakların kardeşliğini parçalanamaz şekilde birleştiren şehitlerimiz var. Malazgirt’te nasıl bir ve berabersek, bütün haçlı seferlerine karşı da bir ve beraber olduk, aynı sancak altında toplandık.

Biz artık bu ülkenin kronik meselelerine, ekonomik sorunlarına, işsizliğe, teröre, hiçbir demokratik hak ve özgürlük talebine karşı kulaklarımızı tıkayamayız.

BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Açılıma gel, açılıma!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Yaklaşık yirmi beş yıldır devam eden terör meselesine tutucu, statükocu, ezberini değiştirmeyen, tek boyutlu bir anlayışla çözüm üretemeyiz. Statükoyu devam ettirmenin ülkemize, milletimize menfaati varsa devam ettirelim ama görüyoruz ki yok. Türkiye’yi daha büyük tehlikelere, daha büyük risklere sokacak olan bir statükoyu benimsemek ne aklen ne mantıken ne vicdanen mümkündür.

Statükoyu sürdürebilmek mümkünse, buyurun, sürdürelim ama geçmişin yanlış politikalarının, bildik ezberlerin artık sürdürülebilir bir tarafı kalmamıştır. Sürdürülemez bir yaklaşımda ısrar etmek büyük devletlere yakışmaz. Yakın tarihimiz bize şunu çok net olarak göstermiştir: Sorunları yok saymak sorunları ortadan kaldırmıyor, tam tersine, değerli arkadaşlarım, daha da karmaşık hâle getiriyor.

Yaklaşık yirmi beş yıldır salt bir güvenlik meselesi olarak, terörle mücadele görülmüştür. Yirmi beş yıl boyunca acaba güvenlik sorunu olarak ele aldığımız terörle mücadelede, dağlar bombalandı mı? Bombalandı. Sınır ötesi operasyonlar yapıldı mı? Yapıldı. Peki, terör sıfırlandı mı? Hayır, devam ediyor.

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Sizden önce sıfırlandı.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Demek ki terörle mücadele, salt olarak, güven sorunu olarak sadece güvenlik güçleriyle çözülebilecek bir sorun değil. Bunun psikolojik boyutu var, bunun sosyolojik boyutu var, bunun diplomatik boyutu var, bunun ekonomik boyutu var. Bütün bunların üzerinde yoğunlaşmamız gerekiyor. İşte bizler, 2005 yılında Diyarbakır konuşmamdan itibaren yoğun bir çalışmayı bu alanlar üzerinde geliştirmeye başladık. Ve sadece bizim Güneydoğu ve Doğu’da yaptığımız yatırımlar –ekonomik olarak söylüyorum- eğitimde, sağlıkta, adalette, emniyette, enerjide, tarımda, bütün toplu konut yatırımlarında yaklaşık 15 katrilyonu bulmuştur. Bunlar cumhuriyet tarihinde bu bölgede görülmemiş yatırımlardır.

Ben, tabii, burada yine ifade edeyim, Sayın Baykal lütfederlerse Güneydoğu’ya filan gittiklerinde, özellikle Hakkâri’yi şöyle bir ziyaret ederlerse…

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Sizden çok gidiyor.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - …Hakkâri’de, bir tane Yüksekova’da, bir tane de Hakkâri merkezde gayet modern iki tane hastanenin olduğunu göreceksiniz. Oradaki okullarımızı da bizzat kendim gidip açtım. Oradaki okullarımızda bilişim teknolojisi sınıflarını göreceksiniz. Bakın, bütün bunlarla beraber, oralarda atılan bu adımlar ve şu anda da yapılan yol çalışmalarıyla birlikte, Van-Hakkâri arasında bu yolların yapılmasıyla biz ihmal edilmiş olan böyle bir ilimizi ele aldık.

Bakınız, çok daha enteresan bir şey söyleyeyim sizlere. Yine, aynı şekilde, Şemdinli’nin suyu yoktu, kendim bizzat gittim ve Şemdinli’nin susuzluğunu giderdik. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ve bütün bunları anlatırken, değerli arkadaşlar, Ankara’dan izlemiyorum veya bana gelen bilgilerle hareket etmiyorum; ama ben, muhalefetin de, lütfetsinler de şöyle bir oraları dolaşsınlar diyorum. Gidin bir gezin oraları da, ne var, ne yok diye bir görün. Görmeden olmuyor bu işler. Okullarda neler var, neler yok… Size anlatılanlarla konuşmayın, bizzat yerinde inceleyin, ne var ne yok, neler yapılmış buralarda.

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Çok şey yapılmış, çok!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ben sana anlatmak durumunda değilim zaten, çünkü diyorum ya: Kulağın var, duymuyorsun, gözün var, görmüyorsun, dilin var, doğruyu söyleyemiyorsun. Ne yapayım ben? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, ben, bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı olarak yüce heyetinize, milletimin temsilcilerine, milletimin vekillerine konuşurken, sizin kutsal emanetini taşıdığınız aziz milletime de ekranlar başında hitap ediyorum. Ben, bugün sizlerin vekâletiyle seksen bir , ülkemin 780 bin kilometrekaresine, 72 milyon vatandaşıma konuşuyorum. Ben, bugün gözü yaşlı, yüreği yaralı annelere konuşuyorum. Canından can kopmuş, canparelerini yitirmiş, yürekleri dağlanmış analara sesleniyorum.

HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Biraz önce yukarıdaydılar!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Nişanlısından mektup beklerken şehadet haberini alan, ölüm haberini alan bacılara, hanım kardeşlerime sesleniyorum.

Değerli arkadaşlar, bakınız, bu Meclis, Şırnak’taki asker oğlunu bekleyen Ayşe Hanım’a da, yıllardır haber alamadığı dağlarda oğlunu yitiren Fatma Hanım’a da bugün bir şeyler söylemek zorundadır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Artık, bebekler, çocuklar, gençler, kaybettikleri yakınlarının acısını büyüterek, intikam hissini kabartarak, kinine kin katarak büyümemelidir. Birileri, kabaran bu hissiyatı biraz daha kabartmak, bilenen hissiyatı biraz daha bilemek, kızgınlığa kızgınlık katmak isteyebilir. Yangına körükle gitmeyi siyasetine uygun görenler de olabilir, ama böyle bir siyaset milletimizin birlik ve bütünlüğüne güç katmaz. Böyle bir siyaset, sevgi ve barış dolu bir geleceğe hizmet etmez.

Ne Hükûmet olarak ne AK PARTİ olarak, gündelik ve popülist siyaset kaygılarıyla hareket etmiyoruz. Türkiye'nin derdi bizim derdimizdir. Türkiye'nin meselesi bizim meselemizdir. Bu ülkenin her neresinde olursa olsun sorunu olan, derdi olan, acısı olan her bir vatandaşımın vebali bizim üzerimizdedir. İşte onun için, biz görmezden gelemeyiz, duymazdan gelemeyiz, bilmezden gelemeyiz. Başımızı kuma gömüp kendimizi karanlığa mahkûm edip, ışığa, aydınlığa gözümüzü kapatamayız. Gün, bağırıp çağırma günü değildir; gün, sesi en yüksek çıkanın rantı toplayacağı gün de değildir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Gün, oy kaygısıyla, koltuk sevdasıyla ülkenin sancıya, ateşe, ağrıya, sızıya terk edileceği gün hiç değildir. Gün, değerli arkadaşlarım, büyük düşünme günüdür, kucaklayıcı ve kuşatıcı düşünme günüdür. Nezih bir üslupla, yapıcı bir üslupla, birleştirici bir söylemle, ortaya millet adına, memleket adına bir vizyon koyma günüdür. Ne güzel ifade etmiş şair Orhan Veli: “Neler yapmadık şu vatan için!/ Kimimiz öldük;/ Kimimiz nutuk söyledik.” İşte gün, hamaset dolu, heyecan dolu, tahrik dolu nutuklar atma değil ölümlere çare bulma günüdür. Herkes elini vicdanına koysun ve lütfen, sadece ve sadece vicdanıyla konuşsun.

Bir çocuk, bir bebek anne ve babasının ırkından olduğu için, mezhebinden olduğu için, annesinin dilini konuştuğu için dışlanabilir mi, eleştirilebilir mi; mağdur bırakılır, ötelenebilir mi, itilip kakılabilir mi?

BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Nerede olmuş bunlar?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - İnsanlar etnik aidiyetlerinden, dillerinden, dinlerinden, mezheplerinden dolayı ikinci sınıf, üçüncü sınıf vatandaş muamelesi görebilir mi? Böyle bir tavır hakkaniyete sığar mı?

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Böyle bir şey mi var Sayın Başbakan?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Değerli milletvekili arkadaşlarım, bizim güvenlik güçlerimiz yirmi beş yıldır terörle mücadele ediyor, başarıyla mücadele ediyor. Sonuna kadar da mücadele edecekler. Ancak, terörle mücadelenin ötesinde sinsi bir öfkenin, sinsi bir intikam duygusunun, sinsi bir kin ve nefretin gizliden gizliye bu toplumun kardeşliğini, birlik ve bütünlüğünü kemirmeye çalıştığını daha ne kadar görmezden gelebiliriz?

Terör belası yüzünden komşuların, akrabaların, kardeşlerin birbirine kuşku duymaya başladığını daha ne kadar inkâr edebiliriz?

Siyasetçilere, aydınlara, medyaya sirayet etmiş olan farklı dil ve üslubun, tahrik edici tavırların toplumun değişik tabakalarında dalga dalga ayrışmayı körüklediğini daha ne kadar kayıtsızlıkla izleyebiliriz?

Ülkenin sorunlarını bölen, gündemini bölen, hassasiyetlerini bölen, hissiyatını bölen bir anlayış nasıl bölücülükten yakınabilir?

Değerli arkadaşlarım, yirmi beş yıl bu sorun görmezden gelindi. Güneydoğu’nun, Doğu’nun, Karadeniz’in belli bölgelerinde aynı sıkıntıları hep gördük, Orta Anadolu’nun belli bölgelerinde hep gördük. Onun için de yola çıkarken bir şey söyledik, o da şu: Dedik ki: “Biz, etnik milliyetçiliğe karşıyız. Biz, bölgesel milliyetçiliğe karşıyız. Biz, dinsel milliyetçiliğe karşıyız.”

ALİ UZUNIRMAK (Aydın)- Neye karşısınız? Milliyetçiliğe…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Hah neyi kapsıyor biliyor musun? Neyi kapsıyor biliyor musun? İşte bunu kapsıyor.

Bu ülkede -az önce de söyledim- biz, bütün etnik unsurları -kaç adet olursa olsun fark etmez.- Türkü’yle Kürt’üyle, Laz’ıyla Çerkez’iyle, Gürcü’süyle Abaza’sıyla Roman’ıyla ile hepsiyle... Hepsine saygı duyarız, sevgi duyarız. Dedim ya Yaradan’dan ötürü severiz. Hepsini de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığında topladık, topluyoruz, toplarız ve bundan dolayı da bu üst kimlikle hareket ederiz. Olay budur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

İkincisi; biz, bölgesel milliyetçiliğe de karşıyız. O da nedir? Güneydoğu, Doğu, Doğu Karadeniz; acaba buralara bugüne kadar, ne kadar yatırım yapıldı hiç incelediniz mi? Hiç üzerinde durdunuz mu? Bunları tabii, en iyi yaşayan, o bölgede yaşayan vatandaşlarım. Bütün o çileleri onlar çektiler ama şu anda 11 bin kilometre bölünmüş yolla biz Güneydoğu’nun, Doğu’nun, Doğu Karadeniz’in bu karanlık talihini evvel Allah ortadan kaldırdık ve oralara şimdi bölünmüş yollarla ulaşabiliyoruz. Oralarda havaalanları… Adı vardı kendisi yoktu, şimdi artık havadan ulaşım da orada var. Ağrı’ya git, bakıyorsun, çalışıyor; Kars, bakıyorsun, çalışıyor; Van çalışıyor.

OSMAN ÖZÇELİK (Siirt) – Siirt çalışmıyor.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Siirt’te pisti uzatıyoruz, uzattıktan sonra daha rahat ineceksin; o da devam ediyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) İnşallah, şimdi, Hakkâri’dekinin de adımları atıldı, orada da havaalanını göreceğiz.

Bütün bunlarla birlikte, Türkiye modern bir dünyanın yakaladığı imkânlar neyse bu imkânları bizim dönemimizde yakaladı ve yakalamaya devam ediyor. İnanın şu anlattıklarımdan muhalefetin haberi yok biliyor musunuz! Böyle bir şey var mı yok mu haberleri yok ve olamaz da. Yani bu ülkede bir hızlı tren var mı yok mu bunların haberi yoktur! Şöyle bir, Ankara’dan Eskişehir’e bir bin git, bir tadını gör. (AK PARTİ sıralarından gülüşmeler)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Var, var, raydan çıktı! Kaç kişi öldü?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Sen öyle zannediyorsun, raydan filan çıkmadı, aynen yoluna devam ediyor.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Raydan çıktı raydan!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Aynen yoluna devam ediyor; raydan çıkan sensin, sen; raydan çıkan sensin! (AK PARTİ sıralarından gülüşmeler, alkışlar)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Raydan çıktı, raydan! Öldü, adam öldü! Kaç kişi öldü!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Kimse ölmedi.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Yalan söylüyorsunuz o zaman. Tren raydan çıktı, adam öldü.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Dünyanın her yerinde kazalar mukadderdir, olur.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Mukadderdir, tamam!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) –  Amerika’sında da olur, her yerinde, Avrupa’sında da, her yerinde… Kazanın olmadığı, bu tür şeylerin olmadığı yer var mı? Her yerde var.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Takdiriilahi tamam!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Dolayısıyla kalkıp da sataşmak için kendine malzeme arama ve bu ülkenin hangi coğrafi bölgesinde, hangi ilinde olursa olsun biz bölgesel ayrımcılıkları ortadan kaldırdık. Dinsel milliyetçiliğe de karşıyız. Ülkemizin Yüzde 99’u Müslüman. Yüzde 1 farklı inançlarda insanlar var. Yüzde 99 Müslüman’ın içinde farklı mezhep, meşreplerde olanlar var. Bakın, şu anda biz Alevi çalıştaylarını başlattık; 5’incisi bitti.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Dinî milliyetçilik nasıl oluyor Sayın Başbakan, bir anlatın!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Rahatsız olma!

MUHARREM İNCE (Yalova) – Dinî milliyetçilik nasıl oluyor?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Siz yapamadınız biz yaptık, devam ediyor. Bundan sonra da kararını vereceğiz, rahatsız olma! (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Rahatsız olma!

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Geçen hafta reddettiniz…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Yapamadıklarınızı biz yapıyoruz…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - “Cemevleri ibadethane olsun.” dedik, reddettiniz.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - …onun için rahatsız oluyorsunuz.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – “Cemevleri ibadethane olsun.” dedik, reddettiniz geçen hafta.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Zaten sıkıntının altında yatan temel esas bu. AK PARTİ sizin yapamadıklarınızı yaptığı için rahatsız oluyorsunuz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Daha on gün önce cemevlerinin ibadethane olmasını reddettiniz.

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – “Madımak müze olsun.” dedik, niye yapmadınız Sayın Başbakan?

BAŞKAN – Lütfen sayın milletvekilleri…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, soruyorum.

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – “Madımak müze olsun.” dedik yapmadınız. Niye yapmadınız?

BAŞKAN – Lütfen…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bugün, hangi coğrafi bölgede, hangi ilde olursa, hangi etnik kökene, hangi mezhebe, hangi siyasi görüşe sahip olursa olsun, her bir vatandaşım kendisini ötekinin yerine koysun ve düşünsün. (CHP sıralarından gürültüler)

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Düşünmekle… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Özdemir, lütfen…Sayın Özdemir...

MEHMET ERDOĞAN (Gaziantep) – Genel Başkanınıza saygınız yok mu? Deniz Baykal’a saygınız yok mu?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Sayın Baykal, lütfen grubunuza hâkim olun! Bakın, edep, adaptan uzak hareket ediyorlar. Ben grubuma siz konuşurken böyle bir saygısızlık yaptırttım mı? Lütfen grubunuza hâkim olun! (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Lütfen...

Değerli arkadaşlarım, sizlerin hiç köyleri boşaltıldı mı? Sizin ekip biçtiğiniz tarlalarınız, hayvanlarınızın otladığı yaylalarınız yasak bölge ilan edildi mi? Gece yarısı köyünüzü teröristler sarıp camide namaz kılanların üzerine kurşun yağdırdı mı? Oğlunuzu, kızını, malınızı mülkünüzü aldı mı? Sizden haraç topladı mı?

ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) – Tabii ki…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Köylerinizin yollarına mayın döşendi mi? “Analar tabii ki ağlayacak.” diyenler, sesleniyorum şimdi: Sizin hiç oğlunuz, yavrunuz öldü mü? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Öldü… Öldü…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Biliyorum ben nelerin öldüğünü. (Gürültüler)

BAŞKAN – Lütfen, sayın milletvekilleri…

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Utanın! Utanın! Bu soruyu sorarken utanmalısınız!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Dersim’de olanları savunanları ben insanlık noktasında nasibini almamış olarak değerlendiriyorum, öyle değerlendiriyorum. (AK PARTİ ve DTP sıralarından alkışlar)

Benim aziz milletimin her bir ferdi bu soruları kendisine sorsun. Kendisini ötekinin yerine koysun, samimi bir şekilde vicdan muhasebesi yapsın. Terör örgütüne yönelik öfke, tüm bir etnik gruba veya toplumun bir bölümüne yöneliyorsa bu son derece hatalı bir bakış açısıdır. Terör örgütüyle -lütfen burayı iyi dinleyelim- benim Kürt kökenli vatandaşlarımı, kardeşlerimi bir araya getiremezsiniz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sen getiriyorsun!

RAHMİ GÜNER (Ordu) – Kim getiriyor, kim?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Kürt kökenli vatandaşlarımın, kardeşlerimin sorunu farkıdır, terör örgütü farklıdır

BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Bu millete iftira ediyorsun!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ve ne yazık ki burada, bu kürsüde Sayın Bahçeli’nin AK PARTİ’yi terör örgütüyle el ele, kol kola âdeta, benzetmesini yapmasını çok sakil buluyorum ve bunu tabii kendi grup toplantılarında da çok yaptılar. Ama bunların hepsini hukuka havale ettim ve hukukta bunlar görüşülüyor, zaten orada devam edecek. Çünkü buna içinden kendisi de inanmıyor, bunu biliyorum. İçinden buna inanmıyor ama buradan nemalanıyor, nemalanıyor; mesele bu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Her milletin kutsal değerleri vardır. Bizim toprağımız, vatanımız, Bayrağımız, İstiklal Marşı’mız, cumhuriyetimiz tartışmaya açamayacağımız kutsallardır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Biz bunu bir kere söylemedik ki, yüzlerce, binlerce kez söyledik ve bunun için de zaten siz bizi test edemezsiniz. Bizim mazimiz, tarihimiz bunun en açık ifadesidir. Benim hangi kültürle, hangi değerlerle yetiştiğimi benim mazim ortaya koyar. Onu siz test edemezsiniz, onu edecek kalitede ve vasıfta da değilsiniz! (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ve tabii, bu konuda bize bu şekilde saldıranlar, benim milletimden gerekli olan dersi, cevabı, vakti geldiğinde alacaklardır.

Bölünmekten bahsetmek, ihanetten bahsetmek, bu milletin en hassas olduğu konuları tamamen bir hayal ürünü olarak sürekli gündeme getirmek vatanseverlik de olamaz, milliyetçilik de olamaz.

BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Hem vatansever hem milliyetçiyiz ama siz nasibinizi almamışsınız!

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başbakan, Cengiz Çandar yanlış mı söylüyor?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bakınız, bu sürece karşı çıkanları da kabaca ben üçe ayırıyorum.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Cengiz Çandar yanlış mı söylüyor?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Onu sen kendine sakla kendine, sana lazım olur.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Yanlış mı söylüyor?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Birincisi, bu açılım sürecine, içeriğini bilmediği için karşı çıkanlar var. Onları bilgilendirmek boynumuzun borcudur.

Benimle beraber seyahat ediyorsun. Taa Orhun Abidelerinden Karakurum’a olan, orada yapılanları gören sen değil miydin, sen değil miydin?

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Göreviniz, yapacaksınız!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Siz üç buçuk yıl iktidar oldunuz. Üç buçuk yıllık iktidarda, soruyorum sizlere, Türk cumhuriyetlerinin hangisine hangi yardımı götürdünüz? (AK PARTİ  sıralarından ”Bravo” sesleri alkışlar) Hangisine hangi yardımı götürdünüz?

Bıkmadan, usanmadan; Edirne’den Ardahan’a kadar karış karış, mahalle mahalle, sokak sokak, ev ev dolaşıp bunları anlatacağız.

İkincisi, bu açılımın sonunda rant kapıları kapanacak. Değerli arkadaşlar, şimdi, bu açılımın sonunda rant kapıları kapanacak olan istismarcılar var. Şiddet üzerinden, şehit cenazeleri üzerinden siyaset yaptığını zannedenler var. Bunlar, tabii ki bu sürece karşı çıkıyorlar. Hatta “Şehitler gelsin de biraz daha fazla bağıralım.” diye bekleyenler var. Bunlar var. (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)

ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) – Yazıklar olsun, ayıp!

ERKAN AKÇAY (Manisa) – İçimiz kan ağlıyor, yazıklar olsun size!

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Yazıklar olsun size be!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Siz yapmıyorsanız niye alınıyorsunuz? Yapmıyorsanız niye alınıyorsunuz? Alınmayın, rahat olun. (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Yazıklar olsun!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Yaa, niye rahatsız oluyorsun; niye rahatsız oluyorsun? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) (CHP milletvekilleri Genel Kurul salonunu terk etti) Niye rahatsız oluyorsun?

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Ayıp be ayıp! Başbakansın, ayıp!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ben, Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna “güle güle” diyorum. Siz olmadan daha rahat konuşuruz, güle güle. Ben burada grubumla, kalanlarla beraber yola devam ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bunların tahammülü yok. Bunların düşünceye tahammülü yok. Bunların meseleleri konuşmaya tahammülü yok. Bunlar izleyici tribününü provoke edenleri buraya getirenlerdir, anlayış bu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bunlar budur. Bakınız, parti programımızda partimiz bu sorunun…(Gürültüler)

BAŞKAN – Lütfen sayın milletvekilleri…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – …toplum hayatımızda neden olduğu olumsuzlukların bilinciyle bölge halkının mutluluğunu, refahını, hak ve özgürlüklerini gözeten, Türkiye’nin bütünlüğü ve üniter devlet yapısıyla birlikte bölgeyi tehdit eden terörün önlenmesinde zaaf yaratmayacak bir şekilde kalıcı, tüm toplumun duyarlılıklarına saygılı, etkili ve sorunları kökünden çözmeye yönelik bir politika izleyecektir…

BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sizin kalbiniz mühürlü.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ne zaman? Partiyi kurduğumuz zaman programımıza bunu koyduk. Yeni başlamadı bu.

Değerli kardeşlerim, dönemimizde bölgede yaptığımız kamu yatırımlarını inşallah, GAP’ta, DAP’ta, KOP’ta çok daha farklı bir noktaya -  hedefimiz 2013 inşallah- götürüyoruz, götüreceğiz. Tabii, hepsinden güzeli,   köy, kimse ulaşamadı ama biz ulaştık…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Açılımı anlat da bir de ben anlayayım.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – …ve KÖYDES’le biz köylere gittik. Yolu olmayan köylere gittik, suyu olmayan köylere gittik, buralarda yatırımlarımızla kendimizi gösterdik.

Değerli kardeşlerim, Beşir Bey, aslında bütün başlıkları söyledi, ben onların üzerinde fazla duracak değilim, onları hemen süratle geçeyim istiyorum, çünkü sizlerle dertleşeceğim başka konular da var. Fakat Doğu ve Güneydoğu’daki tüm illerimiz kazanırken hiç şüphesiz diğer tüm seksen bir vilayetimiz de bu atılan adımlardan olumlu etkilendi.

Bakınız, biz gelmeden önce Doğu ve Güneydoğu’nun ihracatı 800 küsur milyon, şimdi 5 milyar. Nereden nereye geldik! Bu, bir hareketlenmeyi gösteriyor. Yeterli mi? Değil. Daha da hareketlenecek.

Sayın Baykal diyor ki: “Terör bu işin engeli değil.” Nasıl engeli değil canım! Bir defa ekonomide bir kaide var. Nedir o? Yatırımcı güven arar, istikrar arar. Güvenin olmadığı yere, istikrarın olmadığı yere yatırımcı gelmez. Fakat bütün bunlara rağmen, bizim girişimcimiz orada bu yatırımları, sağ olsun, yaptılar ve şu anda bu noktaya geldik.

Bakınız şimdi televizyonlarla ilgili yeni bir düzenleme, hamdolsun, ortaya koyuyoruz. Eylemlerde istismar edilen çocukların hukuki durumunu yeniden gözden geçirdik ve üniversitelerimizin attığı adımlar, hakikaten bizleri de bu atılan adımlar doğrusu imrendiriyor.

Bütün bunların yanında şimdi yeni hedeflerimiz var, daha büyük hedeflerimiz var ve bu bir süreç ve bu süreç içerisinde gelişmelerle bizler o sorun alanlarını minimize edeceğiz. Bunlar bir anda hemen çözülecek veya bir anda neticeye kavuşturulacak sorunlar değil. Dünya değişiyor, dönüşüyor; bu değişim, dönüşüm içerisinde tabii ki karşınıza farklı anlarda farklı sorunlar çıkabiliyor ve bu sorunları da çıktıkça çözüme kavuşturacak olan biziz.

Ve söyleyeyim, bakınız bu meseleler ilk defa bu dönemde ortaya çıkmadı. Ta Gazi Mustafa Kemal’e kadar uzanan bir geçmişi var ve şimdi de bizimle devam ediyor ancak biz diyoruz ki bunları minimize edelim, gelecek nesillere sorunun çok daha azalmış olarak kaldığı bir Türkiye bırakalım. Derdimiz bu.

Ve sevgili kardeşlerim, bakınız, burada liderlerin geçmişte söyledikleri bazı sözler var. Tabii, gıyabında konuşmak işime gelmez ama maalesef kaçıp gittiği için söylemek zorundayım. 1989’da SHP Genel Sekreteri Sayın Deniz Baykal tarafından hazırlanmış SHP raporundan aynen alınmış ifadeyi söylüyorum: “Kürt kökenli yurttaşlarımız da dil, kültür, folklor ve kimliklerini koruma, geliştirme ve açıklayabilme, kendi ana dillerinde yazılı basın, radyo ve televizyon dâhil her türlü medya aracılığıyla yayın yapabilme, özel okullarda –burası çok önemli- kendi ana dilleriyle eğitim yapabilme, Kürt dil ve kültürü üzerinde araştırma yapacak enstitüler ve benzeri kurumların kurulabileceği haklarına kavuşmalıdır.” diyor ama bugün başka söylüyor. Bakınız, nereden nereye! Sıkıntı burada. Tutanaklar yanımda, onlar da var.

Az önce yine grubum adına konuşan Ömer Bey birçok şeyi söyledi, onun üzerinde de fazla duracak değilim, onları da geçiyorum.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, tabii ki özellikle Sayın Bahçeli’nin Başbakan Yardımcısı olarak görev yaptığı Koalisyon Hükûmeti tarafından atılmış adımlar var ama Sayın Bahçeli, bütün bunlar olurken, meseleyi, yine kendi dilinden “Üniversite sınavında bir soruya takılıp kalmazsınız, onu atlar, diğer sorulara geçersiniz dil konusunda.” diyerek izah etmiş ama o atladığı soruya geri dönmeyi asla düşünmemiştir. Burada böyle bir sıkıntı var.

Yine, bu, o dönemde yabancı dil eğitimi ve öğretimi kanunu değişiklikleriyle Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçeleri öğrenmelerinin önündeki hukuki engeller kaldırılması konusu.

Değerli milletvekilleri, Türkiye siyaseti popülizmden kendisini kurtarmalıdır. Bunu beraber çözeceğiz. Yani, burada sizin bir öneriniz yok mu? Bu öneriyi ortaya sürmek suretiyle bunları çözemez miyiz?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Yine aynı şeyi konuşuyoruz.

BAŞKAN – Sayın Erdoğan, altmış dakikalık süreniz doldu, size ilave süre vereceğim.

Lütfen toparlayınız efendim.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Teşekkür ediyorum.

Biliyoruz ki, açık yaraları kanatmak isteyenlerin işi kolaydır ama bu yarayı sarmak isteyenlerin işi zordur. Söyleyeceğimiz her sözün, atacağımız her adımın, alacağımız her kararın bu ülkenin hangi köşesinde nasıl yankılanacağını hesap etmek durumundayız. Biz, Türkiye ölçeğinde, dünya ölçeğinde büyük düşünmeye devam edeceğiz. Dört aydır siyasi bir terbiyeyle, nezaketle, tevazu ile bu süreci muhalefete anlatmak, bu tarihî süreçten onların da mutabakatını almak için gayret gösterdik ama masaya gelmediler veyahut da kendi merkezlerine kabul buyurmadılar, lütfetmediler.

Şehitleri istismar eden bir tavır var ortada, gazileri istismar eden bir tavır var ortada, şehit ve gazi derneklerini tahrik eden bir tavır var ortada, Atatürk’ü istismar eden bir tavır var ortada, hıyaneti, ihaneti, bölünmeyi, Sevr’i dilinden düşürmeyen, vehim ve korku üreten, toplumu geren ve provoke eden bir tavır. Bu tavrın, ne aziz milletimize ne memleketimize ne devletimize bir faydası var.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye için hayati bir süreç başlattık. Türkiye'nin büyümesine, gelişmesine, ilerlemesine engel teşkil eden kronik meseleleri çözmek için cesur bir adım attık. Son derece samimiyiz. 72 milyon vatandaşımızın her biri bu süreçte kazanacak. Türkiye için çok daha geniş ufuklar açılacak. İnanıyorum ki cumhuriyetimizin 100’üncü Kuruluş Yıldönümünü, 2023’ü Türkiye bambaşka, çok farklı bir Türkiye olarak karşılayacak. Umudumuz var, heyecanımız var, coşkumuz var, aşkla, sevda ile barış ve kardeşlik içinde hep birlikte yarınların Türkiye’sini inşa edeceğiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Kimseyi kırmak istemiyoruz. Duyguları örselemek istemiyoruz. Elimizde tarihî bir imkân var. Milletimiz bizimle, milletimizin hayır duaları bizimle. Bizim yolumuz, bizim üslubumuz ise milletin yoludur, milletin üslubudur. Bu ülke Türkiye, 72 milyon vatandaşımızın vatanı. Bu bayrak 72 milyon vatandaşımızın bayrağı. Bu istiklal Marşı hepimizin ama hepimizin İstiklalinin, bağımsızlığının sembolüdür. Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye, cumhuriyetimizin, evet, güvencesidir. Devlet ile millet arasındaki kaynaşma duygusunu yediden yetmişe bütün vatandaşlarımızın yürekten hissetmesi en büyük rüyamızdır. Herkes emin olsun ki Türkiye bu yolda emniyet içinde mesafe alıyor.

Evet, bugün yeni bir gün ve yeni bir şeyler söylemeliyiz. Ben bugünün Türkiye için bir milat, bir yeni başlangıç kabul edilmesi gerektiğine inanıyorum. Bugün sıfır kilometre değil, bu işin geçmişi var…

BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Zillet, zillet!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Çok çirkin oluyor Değerli Arkadaşım. Yani sen zillet içindeysen onu bilemem ama bu toplum, bu milletvekilleri asla zillet içinde değildirler. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Yarın Türkiye geleceğe daha umutla bakan bir Türkiye olarak uyanacaktır. Buna gönülden inanıyorum. Şuna bütün kalbimle inanıyorum: Biz, birlikte Türkiye’yiz.

Allah yâr ve yardımcımız olsun diyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Erdoğan, teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, şimdi genel görüşme önergesinin görüşmelerine devam ediyoruz.

Şahıslar adına ikinci söz Denizli Milletvekili Sayın Hasan Erçelebi’ye aittir.

Sayın Erçelebi, buyurun.

Sayın Erçelebi, süreniz on dakikadır efendim.

HASAN ERÇELEBİ (Denizli) – Sayın Başkanım, salonda bir sükûnet sağlayabilirseniz sevinirim. Bu durumda insicamım bozuluyor.

BAŞKAN – Evet. Sayın milletvekilleri, görüşmeler devam ediyor. Lütfen hatibi dinleyelim efendim.

Sayın Erçelebi, buyurun.

HASAN ERÇELEBİ (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Demokratik Sol Parti ve şahsım adına yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün sizlerle toplumsal bir sorunun genel görüşmesini yapıyoruz. Toplumsal sorunları görmezden gelmek, yok saymak, zamanı boşa harcamak, sorunları halının altına süpürmek demektir. Biz Demokratik Sol Parti olarak hiçbir zaman sorunun bir parçası olmadık, her zaman çözümün önderi olduk. O yüzden, Hükûmet bizden randevu istediği zaman “Buyurun gelin.” dedik. Sayın Bakan partimize “Kürt sorunu.” diye girdi, “Yanlış yapıyorsunuz.” dedik, “Demokratik açılım.” diye çıktı.

Biz, terörle mücadele ile demokratik açılımın birbirinden ayrılmasını istiyoruz. Terör, demokratik açılımın nedeni ve temeli olmamalıdır. Eğer öyle olursa çözüm kalıcı olmaz, bir işe yaramaz, soruna çare olmaz. Terörle mücadele için terörün ekonomik kaynaklarını kesmek, mühimmat yollarını kesmek ve sınır güvenliğini sağlamak gerekir. Ayrıca, güvenlik güçlerinin moralini bozmamak gerekir, şehit ve gazilerimizi incitmemek gerekir. Demokratik açılım ise tüm Türkiye’yi kapsayarak tüm yurttaşlarımızın özgürlüğünü ve taleplerini kapsar nitelikte olmalıdır. Bölgesel ve etnik demokratik açılım olmaz.

Eğer Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak’tan çekiliyor olması olmasaydı Hükûmet harekete geçmeyecekti ve bugün bu görüşmeyi yapıyor olmayacaktık. Bugünkü görüşmenin yapılmasının temelinde Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak’tan askerlerini yakın bir zamanda çekiyor olması yatmaktadır. Oysa biz demokratik açılımı dışarıdan bize yapılan dayatmalarla değil kendi isteğimiz için yapmalıyız.

İşte Demokratik Sol Parti, doğrultu, tutarlılığı çerçevesinde 1987 yılından bu yana Doğu ve Güneydoğu’da yaşayan insanlarımızın sorunları için çözüm yollarını halkımızla paylaşmıştır. Bakın, Partimizin 1987 seçim bildirgesinden çok kısa bir pasaj okuyacağım sizlere: 30 Haziran 1987, Demokratik Sol Parti Merkez ve Karar Yönetim Kurulunun Güneydoğu Anadolu’da Güvenlik, Gelişme Sorunlarına Kapsamlı Çözüm Programı, “Güneydoğu Anadolu’daki güvenlik önlemlerinin yetersizliği halkın devlete güvenini sarsıcı, içeride ve dışarıda devlet saygınlığına gölge düşürücü ölçülere varmıştır. Güvenlik önlemleri demokratik hukuk devleti kuralları içinde süratle etkili duruma getirilemezse yalnız bölge halkı için değil tüm ulusumuz için çok ciddi sorunlar ortaya çıkabilir ve Türkiye yeni ve ağır bir rejim bunalımına sürüklenebilir. Ancak Güneydoğu’da halkın can güvenliği yalnızca güvenlik önlemleriyle sağlanamaz. Uzun, orta ve kısa vadeli ve çok yönlü sosyal, ekonomik ve kültürel önlemlerin ve uluslararası ilişkilerin de güvenlik önlemleriyle bir bütün olarak ele alınması gerekir. O nedenle, önerimizi ‘Kapsamlı Çözüm Programı’ diye adlandırıyoruz ve önerdiğimiz çözümleri güvenlikle, doğrudan ve dolaylı ilgili çözümler ve dışa dönük önlemler olarak üç bölümde sunuyoruz.” diyor.

Demokratik Sol Parti iktidara gelince de önerdiği çözümleri hayata geçirmiştir. OHAL’in uygulandığı on üç ilden sıkıyönetimi kaldırarak normal yönetime geçilmiştir.

Bakın, iktidar sözcüleri sanki AKP Hükûmetinden önce hiç Türkiye’de Hükûmet yokmuş gibi davranıyorlar. Oysa size bir metin okuyacağım. 24 Kasım 2002, yani seçimler henüz bitmiş, AKP İktidarı tebrikleri kabul ediyor. Radikal gazetesinden Ahmet Şık diyor ki: “Diyarbakır gün sayıyor. Ekim ayı olmasına rağmen hayli sıcak bir hava var Diyarbakır’da. Otomobil gürültüleri arasında yürümeye çalışan insanlar, şakalaşan kızlı erkekli gençler sokaklarda. Diyarbakır’a her gelişimizde kullandığımız taksinin şoförü Yılmaz, ‘Kuzey Irak’a mı gideceksin?’ sorusuna olumsuz yanıt alınca anlamsız gözlerle bakıp ‘Bir şey de yok ki niye geldin?’ diyor. Gerçekten de bölgede gazetecilerin dolaşmasını gerektirecek o eski çatışma ve olaylar yaşanmıyor artık. Diyarbakır sokaklarında her yanında Kürtçe şarkılar, türküler duyuluyor. Yaşanan rahatlığın yanı sıra son yasa değişikliğinin de etkisiyle tüm kasetçilerden yükselen ezgiler Kürtçe. On yıldır ağabeyiyle birlikte kaset satan Yakup Çiftçi çok memnun: ‘Üç ay içinde on beş kadar Kürtçe müzik yapan yeni grup çıktı, satışlarda ise yüzde 90 oranında artış var. Eskiden Kürtçe müzik çalmamız engelleniyordu ya da korka korka kendimiz duyabilecek kadar bir sesle çalıyorduk ama artık rahatız, hatta müşterilerimiz arasında polis ve askerler de var.”

İşte, değerli milletvekilleri, biz AKP İktidarına böyle bir Türkiye bıraktık. Oysa şimdi “Terörü ortadan kaldıracağız.” diye bir pazarlık masası söz konusu.

Bu dönemde kültürel açılım yapılmış, kurslar serbest bırakılmıştır, idam cezası kaldırılmıştır. Devlet Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun en büyük yatırımı olan GAP’ı yapmıştır. Ama toprak reformu tarım reformuyla desteklenmediği için amacına ulaşamamıştır.

Genel Başkanımız Sayın Masum Türker birkaç gün önce Diyarbakır yöresindeydi. Yarın Partimizin 24’üncü kuruluş yıl dönümü. İl başkanlarımız, parti meclis üyelerimiz şu anda genel merkezimizde. Onlarla oluşturduğumuz ortak akıl diyor ki: “Demokratik açılım yoksulluğu ortadan kaldıracak şekilde olmalıdır.”

Yöre halkı iş ve aş istemektedir. Bunun için devlet, yatırım yapacak yatırımlar yapmalıdır, yöre insanının karnı doyurulmalıdır, gençler eğitilmeli, iş güç sahibi yapılmalıdır.

Şimdi soruyorum: Var mısınız buna?

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Varız.

HASAN ERÇELEBİ (Devamla) – Varız… Evet, Hükûmet varmış.

Toprak reformu, tarım reformu yapılmalıdır. Mayınlı araziler temizlenerek hazine arazileri topraksız çiftçilere verilmeli, mülkiyet tabana yayılmalı, halka yayılmalıdır. Tarımsal sanayi geliştirilmelidir. Buna da var mısınız?

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Varız.

HASAN ERÇELEBİ (Devamla) – Peki.

İfade ve örgütlenme özgürlüğünü sağlamak için seçim barajları kaldırılmalıdır, Siyasi Partiler ve Seçim Kanunu demokratikleştirilmelidir. Buna da var mısınız?

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Kısmen varız.

HASAN ERÇELEBİ (Devamla) – Kısmen varsınız… İşte, öyle kaçmak yok. Öyle çağ dışı seçim barajlarının arkasına sığınarak yüzde 34’le yüzde 65 Meclisi işgal etmek yok. (DSP sıralarından alkışlar) Hadi gelin bakayım, buna da “Varım.” deyin.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Erçelebi, süreniz doldu, size de sözlerinizi tamamlayabilmeniz için ilave süre veriyorum.

Buyurun.

HASAN ERÇELEBİ (Devamla) – Ben biraz geç başladım, üç dakika olursa iyi olur.

 Evet, yargı bağımsızlığı için Adalet Bakanının ve Müsteşarının Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulundan çıkarılması için yasal düzenlemeye var mısınız? Yoksunuz. Peki.

Bölge merkezli dış politikayı güçlendirerek komşularımızla iyi ilişkiler geliştirmeliyiz. Buna varsınız değil mi efendim? Peki.

Ülkemizi ve halkımızı sıkıntıya sokacak, bölünme tehlikesini ima dahi edecek herhangi bir açılım ve davranışın yanında DSP olarak olmayacağız, yüreğimizi ikiye böldürmeyeceğiz. Bugün yapılan bu toplantı dışarıdan yapılan bir baskının sonucudur. Dışarıdan baskı yapılmasa da “Bu yapılmalıdır.” diye biz 1987’den bu yana söylüyoruz ve 87’den bu yana sorunları çözmek için her türlü girişimi yaptık ve sonuçları da aldık.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sorun, insanlık sorunudur. Diyarbakır sokaklarında yalın ayaklarıyla araba camlarını silen çocuklar hepimizin yüreğini acıtmaktadır. Okula gidemediği için ağlayan o küçük çocukların gözyaşları bizim de yüreğimizi dağlamaktadır. Soğuk suyla kirli çamaşırlarını yıkayan o ananın çatlak elleri bizim de yüreğimizi sızlatmaktadır. Bizim bu yürek sızıntılarımızın çözümü ekonomik kalkınmayla son bulacaktır. Türkiye’nin de düzgün gelir dağılımını sağladığımız zaman bu sorunlar son bulacaktır. Dolar milyarderlerimizle övünmek yerine gelir adaletimizin düzgünlüğüyle övündüğümüz zaman sorunlarımız son bulacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Erçelebi, ilave süreniz de doldu. Son cümleleriniz için tekrar mikrofonunuzu açıyorum.

HASAN ERÇELEBİ (Devamla) – Sözlerimi yüce Meclisin ve Demokratik Sol Partinin saygınlığına uygun gelecek şekilde tamamlamak istiyorum:

“Gelin tanış olalım,

İşi kolay kılalım,

Sevelim, sevilelim,

Dünya kimseye kalmaz.”

Hepinize teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Erçelebi.

Sayın milletvekilleri, demokratik açılım konusundaki genel görüşme tamamlanmıştır.

Alınan karar gereğince, kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için 17 Kasım 2009 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 19.10