DÖNEM: 23 YASAMA
YILI: 4
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
CİLT : 53
18’inci Birleşim
13 Kasım 2009 Cuma
(Bu
Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür
belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş
alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KAĞITLAR
III. - GENEL GÖRÜŞME
A)
GÖRÜŞMELER
1.- Hükûmet adına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, demokratik
açılım konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/11)
IV.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Çeşitli İşler
- GÖSTERİ VE PROTESTOLAR
1.- İki
dinleyicinin slogan atması nedeniyle dinleyici locasından dışarı çıkarılması
2.- Bir
izleyicinin Türk Bayrağı açma girişiminde bulunması nedeniyle dinleyici
locasından dışarı çıkarılması
V.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, Ayvalık Tuzla Tesisleri ihalesine ilişkin
Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/9644)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu
saat 15.03’te açılarak yedi oturum yaptı.
Kocaeli
Milletvekili Azize Sibel Gönül’ün, bölünmüş kara yollarının durumuna ilişkin
gündem dışı konuşmasına Ulaştırma Bakanı Binali
Yıldırım,
İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal’ın, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti kapsamında
yapılan çalışmalara ilişkin gündem dışı konuşmasına Devlet Bakanı Hayati
Yazıcı,
Cevap verdi.
MHP Grubu adına
Grup Başkan Vekilleri İzmir Milletvekili Oktay Vural ve Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır’ın, Tekirdağ ve İstanbul’da yaşanan sel
felaketinin (10/459),
İstanbul
Milletvekili Sacid Yıldız ve 27 milletvekilinin,
başıboş hayvanların yol açtığı sorunların (10/460),
Gaziantep
Milletvekili Fatma Şahin ve 20 milletvekilinin, toplumda yaşanan şiddet
olaylarının (10/461),
Araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla birer Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin
gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı
açıklandı.
TBMM’de 21’inci
Dönem 02/06/2000 ve 14/06/2000 tarihli 104 ve 109’uncu
birleşimlerinde “Rusya Federasyonu ile yapılan Mavi Akım Projesi” konusunda
yapılan kapalı oturumlara ait tutanakların TBMM İç Tüzüğü’nün 71/2’nci maddesi
uyarınca yayınlanabilmesi için Genel Kurulun 12/11/2009 Perşembe günkü
birleşiminde karar alınmasına ilişkin MHP,
Gündemin “Genel
Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler”
kısmında yer alan (10/220) esas numaralı Meclis araştırması önergesinin ön
görüşmelerinin Genel Kurulun 12/11/2009 Perşembe günkü
birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP,
Grubu önerileri
yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.
Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında yer alan
416, 373, 380, 340, 345, 381, 339, 421 ve 423 sıra sayılı uluslararası
sözleşmelerin bu kısmın 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19 ve 20’nci sıralarına
alınmasına, “Gelen Kâğıtlar” listesinde yer alan ve bastırılarak dağıtılan 427
sıra sayılı Kanun Teklifi’nin kırksekiz saat geçmeden
yine bu kısmın 3’üncü sırasına alınmasına, diğer işlerin sırasının da buna göre
teselsül ettirilmesine; Genel Kurulun, 13/11/2009 Cuma
günü saat 13.00’te açılmasına, 10/11/2009 Salı günkü birleşiminde ön
görüşmeleri yapılan ve genel görüşme açılması kabul edilen Millî Birlik ve
Kardeşlik Projesi konulu (8/11) esas numaralı önergenin gündemin “Özel Gündemde
Yer Alacak İşler” kısmının 1’inci sırasına alınmasına ve görüşmelerinin
13/11/2009 Cuma günkü birleşimde yapılmasına, önerge üzerinde gruplar ve Hükûmet adına konuşmaların 60’ar dakika, önerge sahipleri
adına konuşmanın 30 dakika olmasına, bu birleşimde (13/11/2009) genel
görüşmenin tamamlanmasına kadar çalışmalara devam edilmesine ilişkin AK PARTİ
Grubu önerisi yapılan görüşmelerden sonra kabul edildi.
Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:
1’inci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),
2’nci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/499) (S. Sayısı: 321),
3’üncü sırasına
alınan, Bilecik Milletvekili Fahrettin Poyraz’ın, Sayıştay Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun (2/512)
(S. Sayısı 427),
Görüşmeleri
komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.
4’üncü sırasına
alınan, Türkiye Cumhuriyeti ile Karadağ Arasında Serbest Ticaret Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu’nun (1/706) (S. Sayısı: 407) görüşmeleri tamamlandı; tümü üzerinde
elektronik cihazla yapılan her iki açık oylamada da toplantı yeter sayısı
bulunamadı.
İstanbul Milletvekili
Ayşe Nur Bahçekapılı, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, grubuna,
Ordu Milletvekili
Mehmet Hilmi Güler, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, şahsına,
Sataşması
nedeniyle birer konuşma yaptılar.
İstanbul
Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu, AK PARTİ Grup Başkan
Vekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın, konuşmasında, AK
PARTİ Grubunun sanki yürütme organının emrindeymiş gibi bir hava vermesini
Parlamentonun saygınlığı için uygun görmediğine ilişkin bir açıklamada bulundu.
407 S. Sayılı
Kanun Tasarısı’nın tümü üzerinde elektronik cihazla yapılan her iki açık
oylamada da toplantı yeter sayısı bulunamadığından, alınan karar gereğince
demokratik açılım konusundaki genel görüşmeyi yapmak için 13 Kasım 2009 Cuma
günü saat 13.00’te toplanmak üzere birleşime 21.41’de son verildi.
|
|
Sadık YAKUT |
|
|
|
Başkan Vekili |
|
|
Harun TÜFEKCİ |
|
Yaşar TÜZÜN |
|
Konya |
|
Bilecik |
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
|
|
Fatih METİN |
|
|
|
Bolu |
|
|
|
Kâtip Üye |
|
No.: 25
II.-
GELEN KÂĞITLAR
13
Kasım 2009 Cuma
Tasarılar
1.- Türkiye Yazma
Eserler Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı (1/772) (Plan
ve Bütçe ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 5.11.2009)
2.- Kamulaştırma
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/773) (Adalet;
Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm; Anayasa ile Plan ve Bütçe
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 5.11.2009)
Teklifler
1.- İstanbul
Milletvekili Hasan Macit’in; Tarım Reformu Genel Müdürlüğünün Kuruluş ve
Görevleri Hakkında Kanununun Değiştirilerek Toprak Bankası Kurulmasına Dair
Kanun Teklifi (2/529) (Plan ve Bütçe; Adalet ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
28.10.2009)
2.- Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse’nin; 5084 Sayılı Yatırımların ve İstihdamın Teşviki
ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Teklifi (2/530) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi
ve Teknoloji ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
2.11.2009)
3.- İstanbul
Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun; 29/6/2001 Tarihli ve 4706 Sayılı Hazineye Ait Taşınmaz
Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/531) (Plan ve
Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.11.2009)
Tezkereler
1.- Sinop
Milletvekili Kadir Tıngıroğlu’nun Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1004) (Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 11.11.2009)
2.- Şanlıurfa
Milletvekili İbrahim Binici’nin Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1005) (Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 11.11.2009)
3.- Batman
Milletvekili Ayla Akat Ata’nın Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1006) (Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 11.11.2009)
4.- Bitlis
Milletvekili Mehmet Nezir Karabaş’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması
Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1007) (Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2009)
5.- İstanbul
Milletvekili Feyzullah Kıyıklık’ın Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1008) (Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 11.11.2009)
Süresi İçinde Cevaplanmayan Yazılı Soru Önergeleri
1.- Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, adli personelin yol tazminatlarına ilişkin Adalet
Bakanından yazılı soru önergesi (7/8329)
2.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, telefon görüşmelerinin tespitiyle ilgili bir
talebe ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/8403)
13 Kasım 2009 Cuma
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 13.02
BAŞKAN: Mehmet Ali ŞAHİN
KÂTİP ÜYELER: Murat ÖZKAN (Giresun), Harun TÜFEKCİ (Konya)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 18’inci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yeter
sayısı vardır, görüşmelere geçiyoruz.
Gündemin “Özel
Gündemde Yer Alacak İşler” kısmına geçiyoruz.
Değerli
milletvekilleri, bu kısımda yer alan, Hükûmet adına
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, demokratik açılım konusunda Anayasa’nın
98’inci, İç Tüzük’ün 102’nci ve 103’üncü maddeleri uyarınca bir genel görüşme
açılmasına ilişkin (8/11) esas numaralı önergesi üzerine Genel Kurulun 10/11/2009 tarihli 15’inci Birleşiminde açılması kabul
edilen genel görüşmeye başlıyoruz.
III.- GENEL GÖRÜŞME
A) Görüşmeler
1.- Hükûmet adına Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan’ın, demokratik açılım konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin
önergesi (8/11) (x)
BAŞKAN – Hükûmet? Yerinde.
Sayın
milletvekilleri, İç Tüzük’ümüze göre genel görüşmede ilk söz hakkı, önerge
sahibi olarak Hükûmete aittir. Daha sonra siyasi
parti gruplarına, şahsı adına 2 milletvekiline ve istemi hâlinde Hükûmete söz verilecektir. Konuşma süreleri Hükûmet ve siyasi parti grupları için altmışar dakika,
önerge sahibi olarak Hükûmet için otuz dakika ve
şahıslar için onar dakikadır.
Şimdi ilk söz
önerge sahibi olarak Hükûmet adına İçişleri Bakanı
Sayın Beşir Atalay’a aittir.
Sayın Bakan,
buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın Bakan,
biraz önce de ifade ettiğim gibi söz süreniz otuz dakikadır.
İÇİŞLERİ BAKANI
BEŞİR ATALAY (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama
başlarken yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, iki gün önceki konuşmamda demokratik açılımın gerekçeleri ve
hedefleriyle ilgili bilgi sunmuştum yüce heyetinize. Bugün de açılımın süreci
ve kapsamı hakkında sizleri bilgilendirmek için söz almış bulunuyorum.
Değerli
milletvekilleri, demokratik açılımın birbiriyle bağlantılı iki temel hedefi
vardır: Birincisi terörün sonlandırılması, ikincisi de demokrasimizin
standardının yükseltilmesi.
Biz ülkemizin
bütün sorunlarının çözümünü demokraside görüyoruz. Türkiye'nin ertelenmiş,
dondurulmuş, ihmal edilmiş, ihmal edildiği için de kronik hâle gelmiş siyasi,
sosyal ve ekonomik sorunlarının çözümü demokratikleşmedir. Cesurca ve
kararlılıkla yüzleşmek zorunda olduğumuz, her biri onlarca yıllık geçmişi olan
sorunlarımızın çözümünü doğası gereği bir anda gerçekleştirecek değiliz. Bu
yüzden, biz bunun bir süreç olduğunun altını ısrarla çizdik, burada da aynı
notların altını tekrar çiziyorum.
(x)
(8/11) esas numaralı genel görüşme önergesinin ön görüşmeleri, 10/11/2009 tarihli 15’inci Birleşimde yapılmıştır.
Terörün
sonlandırılması terörle çok boyutlu ve kapsamlı bir mücadeleyi gerektirir. Bu
bilinçle hareket eden Hükûmetimiz, terörle mücadelede
bütün imkânları seferber etmiş ve vatandaşlarımızın can ve mal güvenliğini
sağlamak, ülkemizin birlik ve beraberliğini güçlendirmek için her türlü tedbiri
almıştır.
Hemen belirtelim
ki güvenlik güçlerimizin terörle mücadeledeki kahramanlığı, başarısı birlik ve
beraberliğimizi koruyan en önemli unsurdur. Şu ana kadar olduğu gibi bundan
sonra da güvenlik güçlerimize terörle mücadelede her türlü desteği vermeye
devam edeceğiz.
Diğer yandan
terörü besleyen kaynakların kurutulması, istismar unsurlarının ellerinden
alınması için de önemli çalışmalar yapılmıştır. Bunlara ilaveten, izlediğimiz
aktif dış politika sonucu terör örgütünü bölgede ve dünyada büyük ölçüde
yalnızlaştırdık. Özellikle sınır komşularımız Suriye, Irak, İran ve diğer
ülkelerle yürüttüğümüz aktif ve yapıcı diplomasi sonucunda terör örgütü önemli
ölçüde etkisiz hâle getirilmiştir. Böylece terör örgütüne verilen uluslararası
destek büyük oranda önlenmiştir.
Bundan önce
olduğu gibi bundan sonra da Hükûmetimiz Türkiye'nin
ayağında bir pranga olan terör sorununu çözme konusunda kararlı olmaya devam
edecektir. Ülkemize ve milletimize her yönden kaybettiren terörün olmadığı bir
Türkiye, hepimizin huzur ve güven içinde, özgürce yaşayacağı bir Türkiye
olacaktır.
Değerli
milletvekilleri, partimizin varlık sebeplerinden biri ve belki de en önemlisi
Türkiye'nin demokrasi açığının kapatılmasıdır. AK PARTİ İktidarı bir yandan
halkın iradesinin gerçek anlamda yönetime yansıması, diğer yandan da bireysel
hak ve özgürlükler alanının genişletilmesi için büyük gayret göstermiştir.
Aslında tüm bu gayretler, atılan adımlar insanı temel değer olarak alan insan
odaklı siyaset anlayışımızın bir ürünüdür. Biz, insanımızı hiçbir ayrım
gözetmeksizin onurlu birer varlık olarak görüyoruz çünkü insan “eşrefi mahlukattır” yani yaratılmışların en şereflisidir.
Partimizin ismindeki adalet ve kalkınma kelimeleri de insanın onurlu bir varlık
olarak yaşamasına bir atıftır. Buradaki adalet, insan onurunun gerektirdiği,
herkesin temel hak ve özgürlüklere sahip olarak, eşit ve hür vatandaş olarak
yaşadığı bir siyaset düzenini işaret etmektedir. Kalkınma ise yine insanın
onurlu bir yaşam sürdürmesini sağlayacak bir ekonomik seviyeyi ifade etmektedir.
Demokratikleşme, insanımızın hak ettiği, eşit ve özgür vatandaşlar olarak
aidiyet duygusunun geliştiği bir siyasi düzenin pekiştirilmesini sağlayacaktır.
Değerli
milletvekilleri, unutmayalım ki sosyoekonomik ve siyasal hastalıklarımızın
çoğunun kaynağında adaletsizlik vardır. Adaletin gerçek manada tesis edildiği
yerde barış ve huzur vardır. Adaletin olduğu yerde sağlıklı birey ve devlet
ilişkisi vardır.
İşte biz
demokratik açılımla mülkün temeli olan adaleti güçlendirmeye çalışıyoruz. Ülke
sınırları içerisinde ve kim olursa olsun herkesin kendisine adil davranıldığı
ve bu devletin eşit ve özgür bir vatandaşı olarak görüldüğü duygusunu
pekiştirmeye çalışıyoruz.
Aslında
demokratik açılımın hedeflerinin gerçekleşmesi, alınacak idari ve yasal
tedbirlerle beraber elde edilecek kazanımların, kimi hak ve özgürlüklerin
standardının yükseltilmesinin, insan onuru ve adalet gibi değerlere dayanan bir
zihniyetin toplumda yaygınlaşmasına bağlıdır.
Kısacası
demokratik açılım, köklü bir zihniyet değişikliğini ve dönüşümünü
gerektirmektedir, yeni bir iklimi gerektirmektedir.
Değerli
milletvekilleri, bu yüce Meclis, hükûmetlerimiz
döneminde büyük fedakârlık ve kararlılık içinde çalışmış, başta Anayasa olmak
üzere ilgili yasalarda demokratikleşme ve insan haklarının geliştirilmesi
alanında önemli değişiklikler yapmıştır. Türkiye'nin son yedi yılda her alanda
ne kadar büyük bir dönüşüm geçirdiğini anlamak için yapılanların bazılarını
burada hatırlatmakta fayda görüyorum. Kısa bir ufuk turuyla bazılarını şöyle
sıralayabiliriz:
İktidara gelir
gelmez insan haklarına saygının ve demokratikleşmenin bir göstergesi olarak
olağanüstü hâl uygulamasına son verdik. İlk icraatlarımızdan biridir.
Olağanüstü yönetimler, terörle mücadelenin gerektirdiği bir durum olarak
savunulabilir ancak olağanüstü yönetimin doğası gereği geçici olması gerekirken
ülkemizde nasıl süreklileştiğini hepimiz biliyoruz. Özellikle 90’lı yıllarda
ülkemiz faili meçhullerle, yargısız infazlarla ve işkencelerle anılan bir ülke
hâline gelmişti. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği yüzlerce ihlal
kararıyla ülkemizin uluslararası camiada ne kadar zor duruma düştüğü herkes
tarafından bilinmektedir. Türkiye’yi âdeta olağan hâle gelen olağanüstü hâlden Hükûmetimiz kurtarmıştır.
Aynı şekilde
normalleşme politikamızın bir parçası olarak olağanüstü dönemleri çağrıştıran
ve yargı bağımsızlığı noktasında sürekli tartışma konusu olan devlet güvenlik
mahkemeleri hukuk sistemimizden çıkartılmıştır.
İkiz sözleşmeler
olarak bilinen Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ile
Sosyal ve Ekonomik Haklar Sözleşmesi, Hükûmetimiz
döneminde bu yüce Meclis tarafından onaylanarak ülkemiz açısından bağlayıcı
hâle gelmiştir.
Aynı şekilde 2004
yılında yaptığımız Anayasa değişikliğiyle temel haklara ilişkin uluslararası
anlaşmaları iç hukuk sistemimizde üstün bir konuma taşıdık. Bu değişiklik,
bizim uluslararası insan hakları mekanizmalarına olan bağlılığımızın,
dolayısıyla insan hakları odaklı siyaset anlayışımızın somut bir tezahürüdür.
Yine normalleşme
sürecinde, düşünce ve ifade özgürlüğünün genişletilmesi ve terörle mücadele
alanındaki aksaklıkların giderilmesi amacıyla Terörle Mücadele Kanunu’nda
önemli değişiklikler yapılmıştır. Bu değişiklikle terör yeniden tanımlanmış ve
terör suçları yeni Türk Ceza Kanunu’na göre yeniden sayılmıştır.
Vatandaşlarımızın
günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerin
öğrenilmesi için özel kurslar açılabilmesi imkânı sağlanmıştır. Bu açılımın
devamı olarak, vatandaşlarımızca günlük yaşamda geleneksel olarak kullanılan
farklı dil ve lehçelerde yayın yapılması yasal güvenceye kavuşturulmuştur. Bu
konuda gerekli adımlar atılarak TRT 6 yayın hayatına başlamıştır.
Değerli
milletvekilleri, “işkenceye sıfır tolerans” politikası çerçevesinde yaptığımız
yasal değişikliklerle işkence ve kötü muamele suçunun tanımı genişletilmiş,
cezaları artırılmış, bu cezaların tecili ve paraya çevrilmesi önlenmiştir.
Bugün Türkiye artık faili meçhullerle, yargısız infazlarla, işkence ve kötü
muamelelerle anılmayan bir ülke hâline geldiyse bunda AK PARTİ hükûmetlerinin kararlı ve ısrarlı mücadelesi belirleyici
olmuştur.
İnsana saygı
esasına dayanan, özgürlükçü karakteri ön planda bir ceza hukuku düzeni
kurulması amacıyla Türk Ceza Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu, Kabahatler Kanunu,
Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ve Denetimli Serbestlik
Kanunu bu dönemde çıkarılmıştır.
Bilindiği gibi
demokratik bir yönetimin hayata geçirilmesi için sivil toplumun güçlenmesi ve
örgütlenme özgürlüğünün sağlanması çok önemlidir. Bu amaçla 5253 sayılı
Dernekler Kanunu yürürlüğe konulmuş ve bu suretle dernek kurma hakkına
getirilen kısıtlamalar kaldırılarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uygun
olarak örgütlenme özgürlüğü sağlanmıştır.
Toplantı ve
gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanımının daha demokratik hâle, temele
dayandırılması amacıyla 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nda
gerekli değişiklikler bu dönemde yapılmıştır.
Açık, şeffaf ve
hesap veren yönetim anlayışının gereği olarak ilk defa ülkemizde 4982 sayılı
Bilgi Edinme Hakkı Kanunu çıkarılmıştır.
Demokratikleşmenin
ve yerelleşmenin bir gereği olarak belediyeler ve il özel idareleri
Anayasa’mızda belirtilen yerinden yönetim ilkesi çerçevesinde yeniden ele
alınmış ve bu çerçevede önemli yasal değişiklikler… Belediyelerle ilgili
mevzuat, il özel idaresiyle ilgili mevzuat tamamen değiştirilmiştir.
Değerli
milletvekilleri, hükûmetlerimiz döneminde insan
haklarının çağdaş, demokratik çerçevede geliştirilmesi ve bu alandaki
ihlallerin önlenmesi amacıyla mevzuat alanında yapılanlar yanında kurumsal
yapılanma ve zihniyet dönüşümü alanlarında da reform niteliğinde önemli
çalışmalar yapılmıştır ve yapılmaya devam edilmektedir.
Bir yandan
demokratikleşme ve insan hakları alanlarında bu adımlar atılırken, öte yandan
sosyoekonomik yaraları sarmak ve altyapı sorunlarını gidermek için de önemli
çalışmalar yaptık ve yapmaya devam ediyoruz.
Diğer yandan,
bölgelerimiz arasında ekonomik kalkınma ve sosyal gelişme farklarını ortadan
kaldıracak, geri kalmışlığın getirdiği işsizlik ve göç gibi sorunlarda
rahatlama sağlayacak projelere bilhassa ağırlık veriyoruz. Örneğin, Konya Ovası
Projesi’yle birlikte Doğu Anadolu Projesi ve Güneydoğu Anadolu Projesi 2013
yılında bitirilmiş olacaktır. Eylem Planı da bunu öngörmektedir ve biz de
kararlıyız.
Eğitim ve sağlık
alanındaki hizmetlerin kalitesini ve standardını yükseltmek için önemli
yatırımlar yaptık ve yapmaya devam ediyoruz. Ekonomik gelişmenin teşvik
edilmesine ve istihdamın artırılmasına yönelik tedbirler aldık ve devam
ediyoruz.
Halkımıza birinci
elden hizmet götüren il özel idarelerimizi ve belediyelerimizi, başta gelir
kaynakları olmak üzere her konuda, siyasi parti ayrımı yapmaksızın destekledik.
Ayrıca KÖYDES ve BELDES projeleri çerçevesinde önemli yatırımlar yapılmıştır.
Sadece 2005-2009 yılları arasında bu projeye 5,8 milyar TL ayrılmıştır.
AK PARTİ hükûmetleri döneminde terörden zarar gören
vatandaşlarımızın bu zararlarının hızlı, etkin ve adil bir şekilde karşılanması
amacıyla özel bir kanun çıkarılmış ve etkin bir şekilde uygulanmıştır. Terör ve
Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun uyarınca,
bugüne kadar zarar tutarı olarak vatandaşlarımıza 1 milyar TL’nin üzerinde
tazminat ödenmiştir.
Değerli
milletvekilleri, şehit ve gazilerimizin bu vatan için yaptıkları büyük
fedakârlığı biz çok iyi biliriz. Şehit ailelerinin, ve
gazilerimizin tüm meseleleriyle yakından ilgilendik, ilgileniyoruz. Bu bağlamda
şehit yakınlarına ve gazilerimize kamu kurumlarında ve özel sektörde istihdam
imkânı sağlanmıştır ve bunu hassasiyetle Bakanlık olarak biz takip ediyoruz. Bu
çerçevede bugüne kadar yaklaşık 10 bin kişi istihdam edilmiştir. Ayrıca diğer
mali konuların tamamında daha iyi şartlar, daha iyi düzenlemeler getirilmiştir.
Ayrıca, başta
güvenlik olmak üzere çeşitli nedenlerle köylerinden ayrılan ailelerden geri
dönmek isteyenlerin iskân edilmeleri amacıyla başlayan Köye Dönüş ve
Rehabilitasyon Projesi on dört ilimizde yürütülmektedir.
AK PARTİ
iktidarları döneminde alınan ve bir kısmını yukarıda ifade ettiğim bu tedbirler
sayesinde terör örgütünün ve bu sektörden beslenenlerin istismar ettiği
unsurlar ellerinden bir bir alınmakta ve
vatandaşlarımıza ciddi şekilde sahip çıkılmaktadır.
Değerli
milletvekilleri, biz terörle mücadele ve demokratikleşme çerçevesinde attığımız
bu başarılı adımları kesinlikle yeterli görmüyoruz. Bundan sonraki dönemde de
milletimizin hak ettiği demokrasi ve insan hakları standartlarını yakalamaya
yönelik kısa, orta ve uzun vadeli tedbirleri almaya devam edeceğiz.
Bu tedbirlerin
ülkenin belli bir bölgesini veya kesimini değil, tamamını rahatlatmaya dönük
olduğunu hep söyledik. Zira, biz demokratikleşmenin
toplumun bütün kesimlerini kapsadığı zaman başarılı olacağına inanıyoruz. Bu
nedenle demokratik açılımın sloganı “Herkes için daha fazla özgürlük”tür.
Biz herkes için daha fazla hak, daha fazla özgürlük ve daha fazla demokrasi
diyoruz. Bu, Türkiye’yi zayıflatmaz, tersine güçlendirir. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Hangi gerekçeyle
olursa olsun temel hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkesi korumak demokratik hukuk
devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin vazifesidir. Hükûmetimiz
bu anayasal yükümlülüğün bilinciyle mevcut insan hakları mekanizmalarını daha
etkin hâle getirmiştir, buna ilaveten ulusal ve uluslararası düzlemde yeni
koruma mekanizmaları oluşturma çabası içindedir.
Değerli
milletvekilleri, açılım sürecinde kısa vadeli adımlar genellikle yasal
düzenleme gerektirmeyen, idari tedbirler ve yönetmelik değişikliğiyle
gerçekleşebilecek çalışmalardan oluşmaktadır. Esasen, bu çalışmaların bir
yandan yürümekte olduğunu, açılım sürecinde oluşan yeni iklimin kurumlara
yansımasıyla birlikte, yeni adımların atıldığını hep birlikte görüyoruz. Bu
çalışmaların devletin farklı kurumları tarafından, büyük bir anlayış ve
sorumluluk duygusuyla devam ettirildiğini burada belirtmek isterim. Örneğin
geçen hafta, on sekiz yaş altındaki tüm çocukların çocuk mahkemelerinde
yargılanmasını sağlamaya yönelik kanun tasarısı Meclise sunulmuştur. Bu, bizim
kısa vadeli tedbirlerimizden birisidir.
Söz gelimi, daha
geçen hafta, cezaevlerinde tutuklu ve hükümlülerin yakınlarıyla ana dillerinde
görüşmesine imkân sağlayan yönetmelik yürürlüğe girmiştir.
Vatandaşlarımızın
kullandığı farklı dil ve lehçelerle ilgili üniversitelerimizde akademik
araştırma yapılması, enstitü kurulması ve seçmeli ders konması gibi uygulamalar
bu sürecin önemli yansımalarındandır.
Aynı şekilde
Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun özel televizyon ve radyo kuruluşlarının da
farklı dil ve lehçelerde yirmi dört saat yayın yapmasına imkân verecek kararı
da burada zikredilmeye değer bir gelişmedir. Bu yönetmelik de bugün Resmî
Gazete’de –bildiğiniz gibi- yayınlanmıştır.
Doğu ve Güneydoğu
Anadolu’da yaşayan vatandaşlarımızın günlük yaşamlarını kolaylaştırmayı
amaçlayan yol kontrollerinin azaltılması ve yayla yasaklarının kaldırılması
gibi idari tedbirler üzerinde yoğun şekilde çalışılmaktadır. Bunların büyük
kısmı zaten Bakanlığımız görev alanı içindedir. Bu saydığım hususlar ve bunlara
benzer diğer birçok günlük hayatı kolaylaştıracak unsur üzerinde çalışmalarımız
sürmektedir.
Diğer yandan,
toplumsal ve dinî hizmetler dâhil, vatandaşlarımızın sosyal yaşamlarında farklı
dil ve lehçeleri kullanmalarının önündeki engeller de kaldırılacaktır.
Değerli
milletvekilleri, demokratik açılımın orta vadeli tedbirleri genellikle yasal
değişiklik gerektiren çalışmalardır. Burada değineceğim hususlar hiçbir ayrım
yapılmadan bütün vatandaşlarımızın hukuk önünde eşit olduğu ve hakkını
arayabildiği mekanizmaların kurulmasını, mevcut mekanizmaların
güçlendirilmesini amaçlamaktadır. Yegane gayemiz,
vatandaşlarımızın onurlu, vakur, güvenlik içinde ve özgürce yaşamasını
sağlamaktır. Bu bağlamda, ilk olarak oluşturmayı planladığımız insan haklarını
korumaya yönelik yeni denetim mekanizmalarından bahsetmek istiyorum.
Bilindiği gibi,
Anayasa’mızın 10’uncu maddesi her türlü ayrımcılığı yasaklamaktadır. Bu hükmün
uygulamasını izleyecek bağımsız bir mekanizmanın oluşturulması insan hakları
standardımızın yükselmesine ciddi katkılar sağlayacaktır.
Değerli
milletvekilleri, bu nedenle birçok demokratik ülkede mevcut olan bağımsız bir
“Ayrımcılıkla Mücadele Komisyonu” ülkemizde de kurulacaktır. Komisyon, özel ve
kamu sektörüne yönelik her türlü ayrımcılık şikâyetini ele alarak etkili bir
denetim gerçekleştirecektir. Konuyla ilgili kanun tasarısı yakında yüce Meclise
gönderilecektir. Bunu ülkemizde demokratik bilincin kılcal damarlara kadar
işlemesinde, yerleşmesinde, derinleşmesinde önemli bir mekanizma olarak
görüyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Aynı şekilde,
Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığını bağımsız ve sivil bir “İnsan Hakları
Kurumu” na dönüştürmeye yönelik çalışmalar
tamamlanmak üzeredir. Kurumun yapısı ve yetkileri, ulusal insan hakları
mekanizmalarının tabi olması gereken evrensel esasları belirten Paris
Prensipleri ışığında düzenlenmektedir. Bu yeni kurum da ayrımcılıkla mücadele
komisyonu gibi insan hakları ihlallerini etkili bir şekilde denetleme işlevi
görecektir. İnsan hakları kurumuna ilişkin kanun tasarısı da hemen kısa sürede
Meclisimize sunulacaktır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; işkence ve kötü muamele karşısında kararlı duruşumuzun
son örneklerinden biri de İşkenceye Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin
ihtiyari protokolünün onaylanmasına dair kanun tasarısıdır. Bu protokolün
onaylanmasıyla birlikte işkence ve kötü muameleyle mücadelenin uluslararası
denetim boyutu daha da pekişmiş olacaktır. Hemen hatırlatayım ki, ihtiyari
protokolün onaylanmasını takiben en geç bir yıl içinde ulusal önleme
mekanizması kurulacaktır ve bu halkanın dördüncü önemli unsuru, başta insan
hakları ihlalleri konusu olmak üzere, kolluk hakkındaki şikâyetlerin
incelenmesi, izlenmesi ve sonuçlandırılmasını sağlamaya yönelik bir mekanizma
oluşturma çalışması Bakanlığımızda devam etmektedir. Kurulması düşünülen
bağımsız kolluk şikâyet mekanizması, bir yandan işkence ve kötü muamelenin
önlenmesine, diğer yandan da güvenlik güçlerimizin haksız yere yıpratılmasının
engellenmesine hizmet edecektir.
Saydığım bu dört
husus yeni mevzuatımıza ve uygulamamıza girecek, demokratik sistemimizin içine
girecek çok önemli hususlardır.
Değerli
milletvekilleri, bugüne kadar çeşitli sebeplerle isimleri değiştirilen yerleşim
birimlerine, yerel talep hâlinde, mevzuat hükümlerine uygun olarak eski
isimlerinin verilebilmesine imkân sağlanacaktır. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Diğer yandan
siyasi partiler hukukunun alanını genişletmeyi, ifade ve örgütlenme
özgürlüğünün bir gereği olan siyasi propaganda hakkının önündeki bazı yasal
engellerin kaldırılması gerektiğini düşünüyoruz. Söz gelimi siyasi partilerin
seçim çalışmalarında, vatandaşlarımızın kullandıkları farklı dil ve lehçelerde
de onlara seslenebilme imkânı verecek gerekli çalışmalar bunlardandır.
Değerli
milletvekilleri, yapılacak değişiklikler ve kurulacak mekanizmalar, etnik
kökeni, inancı, cinsiyeti veya siyasi tercihleri ne olursa olsun ülkemiz
sınırları içinde yaşayan tüm vatandaşlarımızın temel hak ve özgürlüklerini
korumayı ve genişletmeyi amaçlamaktadır. Biz, bu adımlarla, herkes için daha
fazla hak, daha fazla özgürlük ve daha fazla demokrasi diyoruz. Ayrıca,
belirtmek gerekir ki bu tür değişiklikler, iç hukukumuzu, tarafı olduğumuz
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’yle uyumlu hâle getirmek için de gereklidir.
Değerli
milletvekilleri, bir kez daha vurgulamalıyım ki bunlar demokratik açılım
kapsamında aldığımız ve almakta olduğumuz tedbirlerin sadece bir kısmıdır.
Burada kesinlikle nihai bir liste söz konusu değildir, zaten bu alanda olamaz
da. Çünkü, biz demokratik açılımı ucu kapalı bir paket
değil dinamik bir süreç olarak görmekteyiz. Bütün ülkeler ve bütün toplumlar
için bu böyledir. Süreç içerisinde ortaya çıkabilecek ihtiyaçlar ve
değerlendirmeler ışığında gereken her türlü adım tekrar değerlendirilir, 2002 yılından
-hükûmetlerimiz döneminde- bugüne kadar olduğu gibi.
Bütün bunların
ötesinde, Türkiye’de demokrasinin standartlarını gerçek manada yükseltecek olan
şey demokratik ve sivil bir anayasadır. Mevcut Anayasa her açıdan toplumumuzun
gerisinde kalmıştır. Bu Anayasa’nın gelişen Türkiye'nin ve Türk milletinin
21’inci yüzyıldaki ihtiyaçlarını karşılayamayacağı açıktır. Milletimiz bu
Anayasa’yı hak etmemektedir. Bu nedenle, mümkün olan en geniş toplumsal katılım
ve mutabakatla çoğulcu ve özgürlükçü bir anayasanın hazırlanması gerekmektedir.
O zaman, Türkiye daha bir büyüyecektir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Biz, bu
değişiklikleri hedeflerken Anayasa’nın değiştirilmesi teklif edilemez olan ilk
üç maddesinin hiçbir şekilde değiştirilemeyeceğini defalarca açıkladık. Burada
bir kez daha belirtmek isterim ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel nitelikleri,
devletin üniter yapısı, bayrağı, millî marşı ve resmî
dili bu tartışmaların dışındadır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli
milletvekilleri, sözlerimi bitirirken, yüce Türk milleti ve onun siz değerli
temsilcileri huzurunda bir kez daha ifade ediyorum ve bütün gönlümle, bütün
yüreğimle ifade ediyorum: Demokratik açılım üniter
yapımıza, millî birliğimize asla zarar veren değil bunları pekiştiren bir
çalışmadır ve öyle olacaktır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Demokratik
açılım, bir millî birlik ve kardeşlik projesidir. Birileri sürekli milletimizi…
(CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Lütfen
sayın milletvekilleri…
İÇİŞLERİ BAKANI
BEŞİR ATALAY (Devamla) – Sürekli milletimizi değişik faktörleri kullanarak
bölmeye, parçalamaya, aralarındaki ihtilafları artırmaya, birbirine husumet ve
kin besletmeye hep çalışmıştır ve bu konuda bir sürü unsurları kullanmışlardır.
BEHİÇ ÇELİK
(Mersin) – Siz yapıyorsunuz siz. İşte onu yapıyorsunuz.
İÇİŞLERİ BAKANI
BEŞİR ATALAY (Devamla) – Biz bu fitne unsurlarını almak, önlemek, bu alanı
temizlemek istiyoruz.
BEHİÇ ÇELİK
(Mersin) – Fitne sizde, fitne!
İÇİŞLERİ BAKANI
BEŞİR ATALAY (Devamla) – Milletimizin önünde bu fitne unsurları kalmasın ve
milletimiz birbirine bizim geleneksel medeniyet değerlerimizin o yapıştırıcı
tutkallarıyla ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı onurlu temsilciliğiyle,
üyeliğiyle bağlarını daha bir artırsın, kardeşliğini artırsın. Bizim dileğimiz
budur.
Bunun ötesinde,
AK PARTİ’nin yedi yıldır yaptığı bu ülkede, AK PARTİ hükûmetlerinin, bellidir.
BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Yıkım, yıkım.
İÇİŞLERİ BAKANI
BEŞİR ATALAY (Devamla) – Biz hep daha fazla refah, Türkiye’nin daha fazla
büyümesi, uluslararası alanda Türkiye’nin daha güçlenmesi ve hepimizin Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşları olarak daha bir alnımız ak, başımız dik her yerde
gezelim için çalıştık ve bugün bu yönde çok mesafe aldık hamdolsun.
Ben yüce Meclise
son sözler olarak şunları arz etmek istiyorum: Yüce Meclis, salı günü de
belirttiğimiz gibi, bütün Türkiye’nin meselelerinin konuşulduğu, olgunlaştırıldığı,
karar verildiği bir kutlu çatıdır ve bu konuyla ilgili yola çıktığımız günden
beri Hükûmet olarak hep bu çatıya işaret ettik. Bu
konular gelinir orada görüşülür. Nihayet de orada görüşülüyor ve biz de işte,
bugün huzurlarınızda bu bilgileri arz etmiş oluyoruz. Başbakanımız daha geniş
şekilde hitap edecekler Hükûmetimiz adına ama tekrar,
bu vesileyle, verilebilecek her katkının bizim için önemli olduğunu… Gelin, hep
beraber bir şefkat dilini, bir kardeşlik dilini bu Meclis olarak Türkiye’ye
sunalım, vatandaşlarımıza sunalım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bizim
beklediğimiz budur. Muhalefetin vereceği her katkı bizim için önemlidir.
Bu dileklerle, bu
duygularla hepinizi tekrar saygılarla selamlıyorum.
Teşekkür
ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
Atalay, teşekkür ediyorum.
Değerli
milletvekili arkadaşlarım, şimdi gruplar adına, genel görüşme önergesi üzerinde
konuşmalara başlıyoruz.
İlk söz,
Demokratik Toplum Partisi Genel Başkanı ve Mardin Milletvekili Sayın Ahmet
Türk’e aittir.
Sayın Türk,
buyurun. (DTP sıralarından ayakta alkışlar)
DTP GRUBU ADINA
AHMET TÜRK (Mardin) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; ülkemizi
doğrudan ilgilendiren, etkileyen ve etkileyecek olan, son derece ciddi,
bölgesel ve küresel gelişmelerin yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Böylesi bir
dönemde, ismi konulmamış olsa da Kürt sorunu gibi temel bir sorunu Meclis
çatısı altında tartışmayı önemli buluyoruz. Bu tarihî oturumda partimizin
görüşlerini sizlerle paylaşmaya başlamadan önce yüce heyetinizi saygıyla,
sevgiyle selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, hiç şüphesiz ki bugün cumhuriyet tarihinin en önemli, en
sancılı, en fazla acılara ve kayıplara yol açan, bu nedenle en dramatik
konusunu ve elbette ki en büyük sorununu yani Kürt sorununu konuşuyoruz.
Demokratik Toplum Partisi olarak soruna nereden ve nasıl baktığımızı, çözüm
konusundaki düşüncelerimizi sizlerle ve değerli kamuoyuyla paylaşmak istiyorum.
Kürt sorununun
ortaya çıkması, büyümesi, derinleşmesi ve sonuçta çözümsüz bir hâl alması devletin
hatalarıyla doğrudan bağlantılıdır. Sorunun bu hâle gelmesi elbette ki
uluslararası sistemden ve güç dengelerinden de bağımsız ele alınamaz.
Kapitalizmin son otuz yıldaki küreselleşme çabalarının önemli ölçüde başarıya
ulaştığını da, aslında emperyalizmin en vahşi hâlini ifade eden yeni dünya düzenini de göz ardı edemeyiz. Neopolitikalar nedeniyle artık ekonomik alandan kültürel
alana, inançlarımızdan ahlak anlayışımıza, toplumsal değerlerimizden doğaya
kadar hayatımızın her alanı tehdit altındadır. Modern dünya sisteminin bu
evresi hiçbir ahlaki değeri tanımıyor, binlerce yıllık insanlık değerlerini ve
birikimlerini bir bir yok ediyor; toplumsal ilişkiler
değer yargılarından arındırılıyor, bireyi ve toplumu teslim almaya çalışıyor ve
bütün bunlar daha fazla kazanç, daha fazla kâr etme uğruna yapılıyor.
Bu sistemin
ülkemizi temelden etkilediğini görmeden hiçbir temel sorunumuzu bilince
çıkaramayız. Özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra âdeta akıl tutulması
yaşayan dünya sisteminin her şeye güvenlik eksenli bakan yaklaşımları,
ülkemizdeki iktidarları ve devlet zihniyetini de derinden etkilemiştir.
Saygıdeğer
milletvekilleri, bugün “Kürt sorunu” olarak tanımladığımız sorunun bu
uluslararası gelişmelerden bağımsız ele alınması mümkün değildir. Hiç şüphesiz
ki Türkiye'nin kendi içinde ve iç dinamikleriyle çözmesi gereken bir sorundur.
Ancak bu durum, konuyu dış dünyadan yalıtarak ele alma lüksüne ya da hatasına
düşmememiz gerekir. Buradaki en ince nokta, hangi yaklaşımın bu uluslararası
sisteme hizmet ettiği hususudur. Yani farklılıkları inkâr ederek veya Kürt
sorununu inkâr ederek mi bu sisteme hizmet etmiş olursunuz yoksa ülkeye
demokrasiyi hâkim kılıp vatandaşların demokratik haklarını güvence altına
alarak mı onurlu ve özgür bir duruşu sergileriz? Bize göre, farklılıkların
inkârı ve demokrasi yoksunluğu, ülkeyi uluslararası sistemin sömürüsüne ve
istismarına açık hâle getirecektir. Bu, temel bir paradigma
farkıdır. Yıllardır emperyalizme karşı mücadele ettiğini sananların birçoğu
bile, Kürt sorunundaki yaklaşım hataları nedeniyle, bunların değirmenlerine su
taşıdığını fark etmedi. Bazıları da “ülkenin birliğini ve bütünlüğünü koruma”
adı altında yapılan hataların Türkiye’yi adım adım
bunlara teslim ettiğini göremedi. Kürt sorunu ve bunun sonucu olarak ortaya
çıkan savaş gerçeğinin nerelerden beslendiği konusunda sürekli yanlış
değerlendirmeler yapıldı. Bu yanlışlar toplumun önemli bir kesimine de
benimsetildi ve sonuçta kamuoyu yanıltılarak “terörle mücadele” adı altında
derin acılara yol açan örtülü bir savaş yürütüldü. Bu çatışma dönemlerinde
bölgede yaşanan insan hakları ihlallerinin Türkiye'nin tamamında ve dünya
kamuoyunda duyulmaması için özel gayretler gösterildi. Yaşanan faili meçhul
cinayetler, işkenceler, infazlar, gözaltında kayıplar, köy yakma ve
boşaltmalar, haksız gözaltı ve tutuklamalar ve daha niceleri, sıkıyönetim ve
olağanüstü hâl hukuku gerekçe gösterilerek gizlenmeye çalışıldı. Bunları yazan
gazeteciler, aydınlar öldürüldü, tutuklandı, gazete binaları bombalandı.
Milletvekilimiz gözlerimizin önünde kontrgerilla tarafından öldürüldü, iş
adamları bir bir kaçırılıp infaz edildi. Bu cinayeti
işleyenler elini kolunu sallayarak dolaştı. Bütün amaç, psikolojik savaş
çerçevesinde, orada yaşananların Fırat’ın doğusunda kalmasını sağlamaya yönelikti.
Bugün geldiğimiz
aşamada görüyoruz ki bugün bu konuda kısmen başarılı olunmuştur. Yani bir dönem
bölgede yaşanan gerçeklerden yurttaşlarımızın önemli bir kısmının hâlen bilgisi
yoktur. Fakat bölgede yaşayanlar bunun hem canlı tanığı hem de mağdurlarıdır.
Bu durum, Türkiye'nin doğusu ve batısı arasında inanılmaz bir duygu ve algı
farklılığını yaratmıştır. Bunu gidermenin tek yolu da Kürt sorunundaki tarihî
ve güncel gerçeklerin bütün kamuoyuna açıklanmamasından kaynaklanmaktadır.
Resmî tarihe dur denilerek halkın gerçek tarihinin açığa çıkarılması büyük bir
zorunluluktur artık. Bu şekilde, kamuoyunun konu hakkındaki bilgi eksikliği
giderilmiş olacaktır. Bu yeni bilinç hem kucaklaşmayı kolaylaştıracak hem de
çözümün barış, demokrasi ve kardeşlik temelinde inşasının teminatı olacaktır.
Geçmiş dönemlerde de hükûmetler bazı hataların
yapıldığını kabul ettiler fakat bu hataların neler olduğunu, nereden
kaynaklandığını bir türlü gündeme getirmediler.
Değerli
milletvekilleri, Orta Doğu’nun en eski kavimlerinden biri olan ve Türklerin
Anadolu’ya geldiği günden bu yana ilişki kurup ittifaklar geliştirdiği Kürt
halkı bir anda tarih sahnesinden çıkarıldı, bir oldubittiyle bu halkın yok
sayılabileceği düşünüldü. Özel tedbirler ve politikalar ile asimilasyoncu yaklaşım
hayata geçirildi. Bütün bunlar tek etnik kimliğe dayalı ulus yaratma projesinin
parçaları olarak tasarlandı ancak bunun başarılı olmaması hâlinde yol
açabileceği tehlikeler görülmedi. Sonuçta bu proje tutmadı ve maalesef ki
sonuçları günümüze kadar büyük acılar yaratan bir soruna dönüştü. Devletin bu
politikaları hayata geçirmede ısrarı ve kullandığı baskıcı şiddet yöntemleri
isyanları doğurdu. Bu defa devlet bu isyanları bastırmak için en şiddetli
yollara başvurdu. Şeyh Said isyanı, Ağrı ve Dersim
olayları da doğru okunamadı. Bozulan düzeni yeniden tesis etme adına akıl almaz
baskılar, katliamlar uygulandı. Peki sorun çözüldü mü?
Size bir iki örnek vermeden geçemeyeceğim.
Dönemin
erkânıharbiye kurumunun hükûmete sunduğu raporda “Dersimli okşamakla kazanılmaz. Silahlı kuvvetin müdahalesi Dersimliyi daha da çok etkileyecektir, ıslahını beraberinde
getirecektir.” demiş.
Munzur suyunun
nasıl kızıla boyandığı resmî tarihçiler tarafından yazılmamış olsa da halk
tarafından kuşaktan kuşağa aktarılan gerçekler sayesinde bugün hâlen
tartışılıyor, konuşuluyor.
Düzenin niye
bozulduğunun üstünde durulmadı, araştırılmadı. O dönemlerde yaşananların üstü
örtüldüğü yetmezmiş gibi, bugün bile aynı zihniyetin temsilcileri çıkıp bu
yöntemleri bir daha uygulamaktan söz etme cesaretini gösterebiliyorlar. (DTP ve
AK PARTİ sıralarından alkışlar) O dönemin sorumlu siyasetçilerini nasıl etkisiz
hâle getirdilerse şimdi de bu mantığı aynen devam ettirmek isteyenler olduğunu
çok iyi görüyoruz.
Şunun açıkça
bilinmesi gerekir ki bir daha böylesi hiçbir zihniyetin toplumumuza benzer
acıları yaşatmaya gücü yetmeyecektir. (DTP sıralarından alkışlar) Katliamcı
politikaları Hükûmete açıkça bir çözüm yöntemi olarak
önerenler bunun hesabını halkımıza verecektir. Bundan emin olmanızı istiyorum.
(DTP sıralarından alkışlar)
Değerli
milletvekilleri, o dönemlerde sorunların üstüne şiddetle gidildi. Tepkilerin nedenleri
doğru analiz edilmedi. Demokratikleşme hamleleriyle yaklaşılmadı. Bunlar
yapılmış olsaydı bugün 40 bin ölüden, binlerce faili meçhul cinayetten
bahsetmeyecektik. Boşaltılmış 3 bin köyden, göçe zorlanan milyonlardan, yitip
giden yüzlerce milyar dolardan söz etmeyecektik. Taş attığı için hapislere
tıkılan yüzlerce çocuğun dramıyla yüz yüze kalmayacaktık.
İşte tam bu
noktada PKK’nin bir sonuç olduğunu ifade etmek
istiyorum. Devletin ve hükûmetlerin siyasal hataları
neticesinde ortaya çıkmış bir sonuçtur. Ancak devlet bu sonucu ortadan
kaldırmayı bir çözüm politikası olarak benimsediği için sorunun nedenleri
hiçbir zaman ele alınamamıştır. Bize göre temel yanılgı ve yaklaşımlar bundan
kaynaklanmaktadır.
Kimi çevreler ise
aslında Kürtlerin herhangi bir sorununun olmadığını, bu talepleri dış güçlerin
ürettiğini, herkesin eşit yurttaş olarak bu ülkede yaşadığını savunarak sorunu
görmemeyi tercih etmiştir.
Değerli
milletvekilleri, bu ülkede, Kürtlerin eşit yurttaş olduğunu ve hiçbir
sorunlarının bulunmadığını ileri sürenler, bin yıllık kardeşlikten dem vuranlar
için de bir iki örnek vermek istiyorum. Bu kardeşlik nasıl yürüdü, görelim.
Tarih 21 Eylül
1930. Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt şöyle söylüyor: “Türk, bu ülkenin
yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette
tek hakları vardır: Hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman, hatta
dağlar bu hakikati böyle bilsin.” diyor.
Yine, 1935’te,
İsmet İnönü’nün Şark Raporu’nda, Kürtlerin nasıl asimile edileceğini,
yerlerinden yurtlarından nasıl göç etmek zorunda kalacaklarını, nüfus ve iskân
planlarını ayrıntılı bir şekilde dile getiriyor.
Bunların hepsi
devlet politikası olarak harfiyen yerine getirilmiştir.
Başka bir örnek
daha: 1960 askerî darbesini yapan –ki bir ilerici olarak görenlere ve
anlatanlara söylüyorum özellikle- Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, darbe sonrası
çıktığı yurt gezilerinde “Kim ki size ‘siz Kürtsünüz’ derse yüzüne tükürün.”
diyerek Kürtleri aşağılamıştır.
Geliyoruz 1994
yılına. Anayasa ve Adalet Karma Komisyonu Başkanı, aynı zamanda eski Dışişleri
Bakanı ve Büyükelçi Coşkun Kırca, DEP’lilerin
dokunulmazlığı kaldırılırken aynı mantığı dile getirdi ve Mahmut Esat
Bozkurt’un sözlerini tekrarladıktan sonra, “Bu ülkede Türk olmayanların
yalnızca susma hakkı vardır.” dedi.
İşte, bazıları
kardeşlik edebiyatını bu şekilde yaptı. Bir zihniyetin anlaşılması için bu
örnekleri vermek zorunda kaldım.
Değerli milletvekilleri,
eğer eşit yurttaş olduğumuzu, hiçbir sorunumuzun olmadığını iddia ediyorsanız,
lütfen, biraz empati yapın. Bir an düşünün, birileri
çıksa ve “Yeryüzünde Türkçe diye bir dil yoktur.” dese ve tek kelime Kürtçe
bilmeyen sizin çocuğunuza zorla Kürtçe eğitim yaptırsa kendinizi eşit yurttaş
olarak hissedebilir misiniz bu ülkede? Bu haksızlığa karşı çıkmazsanız insanlık
onurunuzu koruyabilir misiniz? Eminim bunun düşüncesi bile bazılarınızın
tüylerini diken diken ediyordur. İnsanın kendi
ülkesinde, kendi ana vatanında, kendi devleti tarafından dilinin inkâr
edilmesi, yasaklanması, yok sayılması nasıl bir travma
yaratır, bunu anlayabilir misiniz? İşte, düşüncesi bile sizin tüylerinizi diken
diken eden bu trajediyi biz yıllardır yaşıyoruz. Hiç
değilse onurumuzu korumak için bu politikalara karşı çıkıyoruz. (DTP
sıralarından alkışlar)
Değerli
milletvekilleri, Türk halkının bir tarihi, bir kültürü, medeniyeti olduğu inkâr
edilmeyen bir gerçektir. Şüphesiz ki bu tarihine, kültürüne sahip çıkması da,
onur duyması da en temel hakkıdır. Ancak, aynı şekilde, Kürtlerin de bir
tarihinin, kültürünün, edebiyatının ve sanatının olduğu da inkâr edilmez bir
gerçektir. Kültürlerin tümünün yan yana, barış içinde, birbirine saygı
temelinde yaklaşması bir erdem örneği olur. Kaldı ki bu örnekler tarihimizde
vardır. Görkemli uygarlıklar bu şekilde ortaya çıkmıştır. Türk’üyle, Kürt’üyle,
Laz’ıyla, Çerkez’iyle, Alevi’si, Sünni’siyle binlerce çiçekli bahçeyi kurutup
tek çiçeğe dönüştürmeyi savunmanın hiçbir makul gerekçesi olamaz. Bu nedenle
bir kez daha ifade ediyorum: Bu mesele bir Türk-Kürt meselesi değildir, Türk
halkına karşı bir tutum da değildir, asimilasyon politikalarına karşı bir
tutumdur. Bunun doğru anlaşılması gerekir.
İnkâr edilmiş,
yok sayılmış bir dili ve kültürü savunmayı da etnik milliyetçilik olarak
tanımlayanları ve bunu söyleyenleri de halkın vicdanına bırakıyoruz. Ortada
resmî olarak kabul edilmiş bir etnik kimlik bile yokken “Bu kimlik vardır.”
demenin neresi milliyetçiliktir, neresi ırkçılıktır? Asıl etnik milliyetçiler,
vatandaşlarına tek etnik kimliği dayatanlardır, iğneyi kendine batırmayıp da
çuvaldızı bize batıranlardır. “Kürt diye bir halk yoktur. Bunlar dağlarda karda
yürürken çıkardıkları kart kurt sesleri nedeniyle ‘Kürt’ olarak adlandırılan
dağ Türkleridir.” çarpıtması bile üniversitelerde tez olarak okutuldu. Bugün
bile bir tek devlet yetkilisi çıkıp da geçmişte yapılmış bu hatalardan dolayı
bütün vatandaşlardan özür dileme erdemini gösterememiştir.
Peki, bunca hata,
inkâr, baskı, sindirme girişimi, işkence, cezaevleri, operasyonlar sorunun
çözümüne en küçük bir katkı sundu mu? Sorunun giderek büyümesine ve içinden
çıkılmaz bir hâle gelmesine neden olan bu uygulamalar değil midir? Bu yanlış
politikalar kim adına, kimden alınmış yetkilerle uygulandı? Kimse bunun
hesabını sorabildi mi? Bölge halkı gördüğü zulmü şikâyet edecek bir tek savcı,
bir hâkim, bir vali, bir kaymakam bile bulamadı. Çünkü ya hepsi bir çarkın
zorunlu parçasıydı ya da korkudan susmak zorunda kaldılar. Vicdanen zorlanıp bu
politikalara karşı çıkanlar da sürgün edildiler. Bu kirli politikaların devlet
içinde devletçikler oluşturduğunu belki birileriniz yeni fark ediyordur ancak
biz yirmi yıldır bunu söylüyoruz. Hatta ilginçtir, o dönemlerde “Derin devlet.”
demek bile suçtu ve bu kavram nedeniyle yargılandığımız dosyalar oldu.
Susurluk, Şemdinli, Ergenekon ortaya çıkmadan önce biz bunların namlularını
ensemizde hissederek yaşamaya gayret gösterdik.
Değerli
arkadaşlar, şimdi bütün bu mağduriyetleri ifade etmeye neden gerek duydum?
Şunun içindir: Yıllardır devletin arkasında kamu gücü ve medya desteğiyle
gerçekler çarpıtıldı, Türkiye kamuoyuna çarpıtılarak aktarıldı. Bu nedenle,
Kürt sorununun ortaya çıkışı ile sonrasında yaşanan gelişmelerin ve acıların da
karşılıklı olduğu anlaşılmadı. Benim bu yaşananları kısaca özetlememin nedeni,
hiç şüphesiz ki asla acıları kaşımak ya da yarıştırmak değildir. Bölge halkının
barış sevincinin bile anlaşılmamış olmasının, ısrarla şov gibi, zafer havası
gibi gösterilmesinin nedeni de işte bu algı farklılığından kaynaklanmaktadır.
Bölge halkının barış ve demokrasiyi ne kadar büyük bir hasretle sahipleneceğini
görmek birilerini ürkütebilir. Fakat inanınız ki barış işte bu kadar gerçek ve
bu kadar elle tutulabilir bir şeydir.
Ben şuna
inanıyorum: Eğer geçmişimizle gerçek bir yüzleşme sağlayamazsak gelecek için
birbirimize güvenemeyiz. Bu politikalar geçmişte yaşandığı düzeyde kabaca
olmasa da günümüzde inceltilmiş bir şekilde hâlen yürütülmektedir.
Bu ülke
doğusuyla, batısıyla, kuzeyiyle, güneyiyle neredeyse her gün ortak bir acıyı
yaşadı. Cenazelerin gitmediği hemen hemen tek köy,
tek kasaba kalmadı. Bütün bunlara rağmen halkın barışta ısrarcı olmasını bir
erdem olarak görüyoruz. Halklar arasında bir etnik çatışmanın yaşanmamış
olmasını bir kazanım olarak değerlendiriyoruz. Her türlü ırkçı, faşizan
tahriklere rağmen halkların bir arada ve barış içerisinde yaşama arzusunu
koruyor olmasını büyük bir saygıyla karşılıyoruz. Biz bu inkârcı politikalara
karşı çıkarken de halkı suçlamıyoruz. Bunlardan, yaşananlardan da hiçbir zaman
sorumlu tutmadık, tutmuyoruz, tutamayız da. Çünkü biliyoruz ki bu inkârcı,
asimilasyoncu politikaları üreten ve uygulayan halk değildir, devleti ele geçirmeyi
başaran ittihatçı ekip ve onun ardılı olan zihniyetlerdir. (DTP sıralarından
alkışlar)
Değerli
milletvekilleri, yaşadığımız sorunun siyasal, sosyal ve kültürel boyutları
kadar ekonomik boyutu da çok ciddidir ve trajiktir. Bölge halkının yaşadığı yoksulluk
insanlığımızı zorlayacak düzeydedir. Eğer bugün insanlar her gün açlıktan
ölmüyorsa bunun nedeni toplumdaki dayanışma kültürüdür. Yoksa hiç şüpheniz
olmasın ki her gün onlarca insan açlıktan ölebilecek duruma gelmiştir.
Bu durumu öyle,
“Efendim, şiddet vardı, yatırım yapılmadı.” diyerek geçiştiremezsiniz. Bakınız,
1940-1980 yılları arasında bölgede bırakın silahlı hareketleri, doğru dürüst
bir siyasi hareket bile yoktu ancak baktığımızda, o dönemde bile bölgeye gerek
devlet yatırımı gerekse de özel yatırım Türkiye ortalamasının kat kat altındaydı. Dolayısıyla, bölgenin geri
bırakılmışlığının nedeni bugün yaşanan şiddet olayları ile ilgili değildir.
Tabii ki “Hiçbir etkisi olmamıştır.” demek istemiyorum, vardır ancak devletin
birçok raporunda da ortaya çıktığı gibi, bilinçli bir ihmal ve ayrımcı
politikalar sonucudur. Son dönemlerde hükûmetlerin bu
konudaki sınırlı girişimleri de bu politikanın kırılmasına yetmemiştir.
Demokrasi
ekonomisiz, ekonomi demokrasisiz olmaz. Ekonomik kalkınma hedefleriyle birleşmeyen
hiçbir demokratikleşme hamlesi kalıcı ya da anlamlı olamaz. Bu nedenle,
demokratikleşme sürecinin en önemli ayaklarından biri bölgeler arası
gelişmişlik farklarının ortadan kaldırılmasıdır. Devlet eliyle ve devlet
destekli yatırımlar ile bölge ekonomisi canlandırılmalıdır.
Değerli
milletvekilleri, bir daha altını çizerek vurgulamak istiyorum: Bu bir Kürt-Türk
çatışması değildir. Sorun, Kürtlere başta olmak üzere, vatandaşlarına
demokrasiyi, özgürlükleri çok gören resmî devlet ideolojisi sorunudur. Bu
ülkede demokrasi ihtiyacı olan sadece Kürtler de değildir. Ülkede “Türk”
kavramı ve “Türk milleti” tanımı bile bu resmî ideoloji tarafından özünden
boşaltılmıştır.
Ülkenin bütün
vatandaşları demokrasi yoksulluğunun mağdurlarıdır ve elbette ki demokratik
açılım bir bütün olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin demokrasi çıtasını yükseltmeyi
hedeflemelidir, demokrasiyi halka taşımayı öngörmelidir. Ülkeyi uluslararası
sömürücü sermayenin ve güçlerin baskısından kurtarmanın tek yolu da demokratik
toplum düzenidir.
Bu vesileyle,
siyasi irade, var olan realiteden hareket ederek, yalnızca Kürtlerin değil,
ülkede bütün farklılıkların haklarını güvence altına almalıdır. Kimliklerin, dillerin,
kültürlerin kendini özgürce, korkmadan, baskılanmadan ifade etmesi ülkeyi
bölmez, tam tersine ülkeye aidiyet bağlarını güçlendirir. Asıl bölünme
tehlikesi, kimliklerin inkârı ve bastırılması üzerine ortaya çıkar. Hiç kimse
bu ülkedeki farklı kimlikleri bir ayrışma veya bir çatışma nedeni olarak
görmemeli, göstermemelidir. (DTP sıralarından alkışlar)
Artık, içi
boşaltılmış bir kardeşlik söyleminin de, ırkçılığı körükleyen politikaların da
birliğe hizmet etmediğinin halkımız tarafından görüldüğünün anlaşılması
gerekir. Yoksa, karşılıklı hakaretlerle ve ağır
ithamlarla, bu tarihî sorun karşısında, yüzümüzün akıyla çıkmak mümkün olamaz.
Sorumlu ve ortak siyasi aklı ortaya çıkarmak zorundayız.
Değerli
milletvekilleri, bugün geldiğimiz noktadaki durum eski zihniyetten bir kopuş
yaşanmadığı için maalesef yeterince ilerlemiyor. Devletin zihniyet dünyasında
en küçük bir değişiklik yaratılmazken birkaç yönetmelik ve idari tedbirlerle
sorunu sürdürülebilir bir noktada tutma yaklaşımının da doğru olmadığını ifade
etmek istiyorum. 1980 askerî darbesinin ürünü cunta anayasasını değiştirmeyi
gündemine alamayan bir çözüm yaklaşımı önceki inkâr yaklaşımlarından özü
itibarıyla ne kadar farklı olabilir? Güçlü ve özerk yerel yönetimler modelini
tartışmayı bile hakaret sayan bir anlayış demokrasiyi nasıl kalıcı hâle
getirebilir? Bir halkın kendi dilinde eğitim yapmasını bölücülük olarak
değerlendiren bir siyasi anlayışın asimilasyon politikalarından vazgeçtiğini
söylemek mümkün olur mu?
Hükûmetin amacı, sorunu
kalıcı bir şekilde ve demokratik bütün olarak hayata geçirecek ve bunu çözmeye
yönelik bir planı var mıdır, yoksa bu sorunla bir müddet daha yaşamaya devam
etmek yani sorunu katlanılabilir bir düzeye çekmek midir? Bu konularda Hükûmet acilen netleşmelidir. Zamanı bu şekilde hoyratça
kullanmayı bırakıp meseleye ciddi yaklaştığını bütün kamuoyuna göstermelidir.
Biz gelinen aşamada “Artık yeter.” diyoruz. Bir tarihsel kısır döngüye bir son
vermek için ciddi ve cesur yaklaşımlar görmek istiyoruz. Bu sorunun kalıcı bir
çözüme kavuşmasının engellenmesinin kimlere nasıl yaradığının vicdanlı bir
şekilde sorgulanmasını bekliyoruz. Bu sorgulamayı yapmayan hiçbir zihniyetin
eskisinden farklı olmayacağını ve sorunu çözemeyeceğini düşünüyoruz. Uluslararası
oyunları bozmanın ve boşa çıkarmanın tek yolu demokratikleşmeden geçer. Kendi
aramızda, kendimize uygun bir modelle birlik içerisinde çözmenin dışında bir
seçenek yoktur. Bunun için birbirimize güvenmek, bu güveni tesis etmek dışında
bir yol da yoktur. Bu sorunumuzu çözemezsek, kimse gelip bizim sorunlarımızı
çözemez, belki çözülsün de istemez. Hepimiz biliyoruz ki, demokrasisini kendi
öz gücüyle güçlendirmeyen hiçbir toplum esaretten kurtulamaz.
Değerli
milletvekilleri, farklılıkların ve hakların demokrasi çerçevesinde güvenceye
alınması Türkiye’nin zararına değildir ancak bugünkü gibi etnisiteye
dayalı millet anlayışını diğer kimlikleri yok etme pahasına bir dayatma olarak
ortaya koyarsanız buradan bütünleşme çıkaramazsınız. Bunun sosyolojik olarak da
mümkün olmadığı, bilime aykırı olduğu ortadadır. Bu etnisiteye
dayalı tekçi dayatmaların toplumsal yapımıza uymadığı da, uymayacağı da ve bu
anlayışın Türkiye’yi zayıf düşürüp küresel güçlerin tuzağına ittiğini de kabul
etmek zorundayız. Bizi bir arada tutan yeterince ortak değerlerimiz vardır, var
olmaya da devam eder. Hiç kimsenin bayrakla, sınırlarla bir sorunu yoktur,
olamaz. Ülkenin ortak dili Türkçedir, Türkçe olmaya da devam eder. Hatta kendi
ana dilinde eğitim yapacak olanlar için Türkçe ortak iletişim dili olarak
korunur. Bizi bir arada tutan tek değeri “etnik kimlik” olarak dayatırsanız
eğer, bu yanlış bir yaklaşım olur. Bunun adı da “çözümsüzlükte ısrar” olur. Bu
şekilde ülkeye de, ülkenin kültürel zenginliklerine de, hatta Türklüğe de zarar
verirsiniz. Türkiye’nin demokrasi dışında başka bir çıkış yolu kalmamıştır.
Demokrasinin ülkemize zarar getireceğini söylemek de kimsenin savunabileceği
bir şey değildir. Bugünden sonra yapmamız gereken şey demokrasi etrafında
birleşerek bütün toplumsal, siyasal ve kültürel sorunlarımızı çözmek olmalıdır.
O noktaya doğru gidebilmek için de Meclisimizin barış ve demokratik çözüm
kararı alabilmesi gerekir. Bu görev herkesten önce yüce Meclisin
omuzlarındadır.
Değerli
arkadaşlar, AK PARTİ Hükûmetinin “Kürt açılımı”
adıyla başlattığı, sonunda da “Millî Birlik Projesi” adına karar kıldığı süreç,
anlatmaya çalıştığım çözüm zihniyetinden uzaktır. “Hükûmet
şundan emir aldı, bu bir dış dayatmadır, ABD projesidir.” diyerek Hükûmeti küçük düşürmeyi de doğru bulmuyoruz. İzah etmeye
çalıştığım gibi Kürt sorunu dış politikadan bağımsız ele alınması mümkün
olmayan bir konudur. Önemli olan, bu sorunu, çözerken halkı ve ülkeyi mi esas
alacağız, yoksa dış güçlerin çıkarını mı dikkate alacağız noktasıdır. ABD,
Avrupa eğer bu sorunun demokratik barışçıl çözümüne katkı sunacaklarsa “Tamam.”
diyelim. Yok, eğer bu bir dayatma ve yeniden çatıştırmaya götürecekse o hâlde
bunlara “Gölge etmeyin, başka ihsan istemez.” diyebilmeliyiz. Bu gücü de
halktan ve Meclisten alabilmeliyiz.
Değerli
milletvekilleri, biz Demokratik Toplum Partisi olarak bu sürece başından bu
yana yapıcı katkı sunmaya gayret ettik. Hükûmetin
somut tek bir projesi, tek bir adımı olmamasına rağmen, bizi ısrarla sürecin dışına
itme gayretlerine rağmen umutlarımızı yitirmedik. En azından, sorunun artık
orduya havale edilmemesi umuduyla siyasal alanda bizlerin sorumluluğunda
kalması ve bu vesileyle ölümlerin durması adına bu süreci destekledik,
desteklemeye devam ediyoruz. Ancak Hükûmetin askerî
operasyonlardaki ısrarı ve meseleyi güvenlik boyutunun ötesine taşıyamamış
olması, ölümleri durdurmadığı gibi, süreci de ilerletememiştir. Bazıları da
sorunlara siyasal çözümler aramayı ihanet gibi sunmuş, ordudan medet ummak
dışında en küçük bir arayışın içinde bile olamamıştır.
Biz şuna
inanıyoruz: Eğer ciddi bir çözüm yaklaşımı gösterilirse, silahlar üç ay içinde
Türkiye’nin gündeminden kalkabilir. Bu meselede canı yanmayanlar, yüreği
dağlanmayanlar rahat olabilirler ancak hiç kimse bize bir daha bu acıları
yaşatma hakkına sahip değildir ve bundan sonra da olamayacaktır. Bizler, siyasi
ve ekonomik rantları için bu acıların sürmesini
isteyenlere karşı demokrasi mücadelemizi sürdürdük, bundan sonra da kararlı bir
biçimde sürdürmeye devam edeceğiz.
Değerli
milletvekilleri, ülkenin bu en temel sorununu demokratik, siyasal bir çözüme
kavuşturmak için Türkiye Büyük Millet Meclisinde bulunan bütün partilerin
temsil edileceği bir komisyon kurmayı yüce heyetinize öneriyoruz. Madem bu
sorun bizim sorunumuzdur, madem çözümünü de biz kendimiz bulacağız, o hâlde Hükûmet bu süreci artık kapalı kapılar ardında yürütüp
süreci bulandırmak yerine Meclise teslim etmelidir.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi bu soruna bulacağı ortak siyasi akılla 72 milyon yurttaşa
yakışır bir demokratik temsiliyet gücünü ortaya
koymalıdır. Bu sayede rüştünü ispatlama şansına sahip olacaktır. Vesayetten
kurtularak liyakatini ve gerçek bir demokrasiye sahip olduğunu bu soruna somut
bir çözüm getirerek bütün dünyaya ispatlayabilecektir.
Kurulacak bir
komisyon ters yüz edilmiş tarih anlayışını sorgulayarak gerçekleri açığa
çıkartabilmelidir. Hakikatleri araştırıp kimin, nerede, hangi hataları
yaptığını, ülkenin hangi dönemeçlerde zayıflatılıp teslim alınmaya
çalışıldığını ortaya çıkarmalıdır. Biliyoruz ki, geçmişle yüzleşme noktasında
cesur olmadan cumhuriyeti elitlerin işgalinden kurtarıp demokratik bir hâle
getiremeyiz.
Meclisin iradesi,
bilgisi ve denetimi dâhilinde kamuoyunun gözü önünde açık bir süreç
işlemelidir, işletilmelidir. Bu komisyon sorunu anlayıp doğru, gerçekçi ve
kalıcı bir çözümü ortaya koyabilmelidir. Bunun için değişik çevreleri
dinleyebilmeli, etkileşim ve diyalog içinde olabilmelidir. Toplumun vicdanını
temsil eden aydınlarla sürekli görüşmeler yapabilmelidir. Türkiye kamuoyunun
Kürt sorunuyla ilgili yaşanan bütün geçekleri bilmeye hakkı vardır. Bu
gerçekleri bilmeden kamuoyunun süreci desteklemesini beklemek hayalcilik olur.
Dolayısıyla komisyonun bir görevi de kamuoyunu doğru bilgilendirmek olmalıdır.
Böylesi bir çalışmanın sonucunda ortaya çıkacak demokratik çözüm önerileri
hepimize güç verir. Kazanan Türkiye olur. Türkiye’nin kazanması, Türkiye’nin
demokratikleşmesi, Orta Doğu’da barışın ve demokrasinin gelişmesinin önünü
açar. Kürt sorununu çözen bir Türkiye, bölgesinde demokratikleşmeye öncülük
eder. Hem Türkiye hem de Orta Doğu’da yaşanan insanlık dışı acılar ortadan
kalkar. Türkiye’nin demokratikleşmesi demek Orta Doğu’nun demokratikleşmesi
demek olur.
Sayın Başkan,
saygıdeğer milletvekilleri; biz, bu dönemde ortaya konulan yaklaşımların
darlığına rağmen umutsuz değiliz. Toplumsal barış, demokrasi ve özgürlükler
bizim sadece siyasi söylemimiz değil, yaşam gerekçemizdir. Ortada bu kadar
tarihî gerçekler ve yaşanmış acılar varken “ben meseleyi askerî operasyonlarla
çözerim” diyen bir politikacı çözümsüzlüğe hizmet eder. Üstlendiğimiz
sorumluluk gereği, bırakın tek bir yurttaşımızın ölmesini, burnunun kanaması
bile makamlarımızla kıyaslanmayacak kadar değerlidir. (DTP sıralarından
alkışlar) Biz, barış için koltuklarımızdan değil, canımızdan vazgeçmeye
hazırız. Bunu daha önce de dile getirmiştim. Bu noktadan zerre kadar sapmadan
barış mücadelemizi sürdürdük, sürdürmeye devam edeceğiz. Haklılığımız ve
meşruluğumuz sayesinde başaracağımızdan da eminiz. Hükûmeti
de muhalefeti de, bu tarihî dönemde, kandırma, aldatma politikalarını bir
kenara bırakarak sorunu ciddiyetle ele almaya çağırıyoruz. Tarih karşısında
onurlu bir yere sahip olmak her siyasetçiye nasip olmaz. Gelin bu onuru hep
birlikte paylaşarak, çocuklarımıza barış ve huzur içinde yaşanacak bir gelecek
armağan edelim. Bizler bugün varız yarın yoğuz ama halklarımız hep var olacak,
bizi ya minnetle ya da öfkeyle anacaktır. Gelin hep beraber sorumluluk alalım,
bu sorunları çözelim ki gelecek kuşaklar bizi minnet ve şükranla ansınlar.
Sayın Başkan,
saygıdeğer milletvekilleri; sabırla dinlediğiniz için yüce heyetinize en içten
saygı ve sevgilerimi sunuyorum.
Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan, sağ olun. (DTP sıralarından ayakta alkışlar, AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
Türk, ben de teşekkür ediyorum.
Sayın
milletvekilleri, şimdi gruplar adına söz sırası Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı ve Osmaniye Milletvekili Sayın Devlet Bahçeli’ye aittir.
Sayın Bahçeli,
buyurunuz. (MHP sıralarından ayakta alkışlar)
MHP GRUBU ADINA DEVLET
BAHÇELİ (Osmaniye) – Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli
üyeleri; yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.
Sözlerimin
başında, terörle mücadelede vatan ve bayrak uğruna toprağa düşen aziz
şehitlerimizi rahmet, minnet ve şükranla anıyor, kalbimizde ebediyen yaşayacak
aziz hatıralarını saygıyla yâd ediyorum. Bu şerefli mücadelede gazilik
mertebesine ulaşan kahramanlarımıza sonsuz şükranlarımı sunuyorum.
Bugün Türkiye
Büyük Millet Meclisi seksen dokuz yıllık kutlu tarihinin en talihsiz
günlerinden birini yaşamaktadır. Büyük Türk milletinin kurtuluşu, bağımsızlığı,
hürriyeti ve birliğinin en büyük temsilcisi olan, en muhteşem mekânı olan bu
çatı altında konuşulan konulardan üzüntü duymamak mümkün değildir.
Yedi yıldır
Türkiye’yi derin uçurumlara sürükleyen, yönetim iradesini başka başkentlerin
yörüngesine oturtanların milletimizi bölme hayallerinin burada tartışılmak
durumunda kalınması son derece kaygı vericidir.
Hükûmet eliyle Türkiye
için bölünme modelleri arayışına girilmesine siyasi tarihimizde ilk defa şahit
olunmaktadır.
Dün Meclisin ilk
başkanı olan Mustafa Kemal’in Anadolu’ya çöreklenmiş işgalcileri atmak için
verdiği mücadeleye bakınız, bugün aynı çatı altında bulunanların getirdikleri
tekliflere bakınız.
Dün bir milletin
bağımsızlık savaşını tıpkı bir savaş karargâhı gibi doğrudan yönetmiş muhterem
kahramanların vatanı kurtarmak için verdikleri mücadeleye bakınız, bugün bu
mücadeleyi sorgulatmaya çalışanların çırpınışlarına bakınız.
Dün Malazgirt’ten
bu yana bu toprakları vatan yapmak için can vermiş milyonlarca aziz şehidin ve
gazinin mücadelesine bakınız, bugün şehidini sorgulatan bir anlayışın düştüğü
çaresizliğe bakınız.
Dün dağınık,
moralsiz, umutsuz, yoksul bir milleti bir araya getirmek için el ele vermiş
yılgın, küskün, moralsiz kitlelerden büyük bir millet meydana getirmiş
kahramanlara bakınız, bugün aynı muhteşem milleti otuz altıya bölmeye
çalışanların heveslerine bakınız.
Bugün burada neyi tartışacağız: Nasıl bölüneceğimizi mi, nasıl
ayrılacağımızı mı, kardeşlerimizi nasıl terk edeceğimizi mi? Bugün burada hangi
konuda uzlaşacağız: Devletimizi nasıl parçalayacağımızı mı, topraklarımızı
nasıl taksim edeceğimizi mi, illerimizi kimlere vereceğimizi mi? Bugün burada
hangi karara varacağız: Şehitlerimize nasıl ihanet edeceğimizi mi, gazilerimizi
bir kez daha nasıl yaralayacağımızı mı, asker, polis ve korucularımızın
hatıralarını nasıl ayaklar altına alacağımızı mı?
Aylardan beri
görüşmek, buluşmak, konuşmak, temas kurmak istiyordunuz. İşte buradayız.
Milletimizin gözü önünde ve onun şahitliğinde bilmek ve duymak istiyoruz:
Maksadınız bunlardan hangisidir? Bize ne anlatmak istiyorsunuz? Bizden
istediğiniz nedir? Bunların hangisini tartışıp hangisinde uzlaşacağız? Bunların
hangisini kabul edip hangisine destek vereceğiz? Bunların hangisine onay verip
hangisini savunacağız? Ve Allah esirgesin, bunlara izin verirsek, göz yumarsak,
görmezden gelirsek, muhterem ecdadımıza ne diyeceğiz, ne anlatacağız, ne
söyleyeceğiz?
Şayet varsa bir
yolunuz ve bahaneniz siz söyleyiniz. “Gafletteydik, uyuyorduk, güçsüzdük.” mü
diyeceksiniz? “Görmedik, bilmedik, düşünmedik.” mi diyeceksiniz? “Oy
peşindeydik, günü kurtarmaya çalışıyorduk.” mu diyeceksiniz? Bu mekânda ayakta
alkışladığınız “Küresel güçler öyle istiyordu, pazarlıklar böyleydi, arkamızdan
itiyorlardı.” mı diyeceksiniz? “Ne yapalım, strateji kuruluşları böyle tavsiye
ettiler, birbirinden değerli zevat da böyle buyurdular, çaresiz kaldık,
boynumuzu eğdik.” mi diyeceksiniz? “Devlet kurumları görülmemiş uyum içindeydi,
birileri de ‘önümüzde fırsat var, kaçırmayalım’ demişti, biz de razı olduk.” mu
diyeceksiniz?
Sayın
milletvekilleri, söyleyin, ne diyeceksiniz? Şayet, böylesi bir karanlık yola
çıkarsanız, böylesi bir meçhule saparsanız, böylesi felakete kılavuzluk
yaparsanız bunu tarihe nasıl anlatacaksınız? Bunu ecdadımıza nasıl
söyleyeceksiniz? Bunun vebalini nasıl üstleneceksiniz? Bunun hesabını iki
cihanda nasıl vereceksiniz? Hayır, Türk milleti bunu asla kabul etmez; mezhebi,
kökeni, yöresi ne olursa olsun hiçbir kardeşim buna razı olmaz. Türkiye, bir ve bütün olur, bu oyuna gelmez; kardeşliğine,
birliğine ve varlığına musallat olan bu tehlikeyi elinin tersiyle iter; sonsuza
kadar var olmanın inancıyla yıkımın muhataplarına da hak ettiği dersi verir,
yaşattığı buhranın, sarstığı kardeşliğin, tehlikeyi düşürdüğü birliğin hesabını
da mutlaka sorar ve niyet sahiplerini uyarıyorum: Milliyetçi Hareket Partisinin
Mecliste bulunan 69 kişilik birbirinden değerli arkadaşlarım ve milyonlarca Türkiye
sevdalısı, al Bayrağımıza kem gözle bakanların hakkından gelir. (MHP
sıralarından alkışlar) Bugün aldığınız oya bakıp “Türkiye’nin tamamıyız.” deyip
duruyorsunuz. Dikkat edin, Hakkâri’den Edirne’ye, Artvin’den Muğla’ya, Van’dan
İzmir’e, Trabzon’dan Mersin’e kadar, bu kutlu vatanda yaşayan bütün kardeşlerim
hesaplarınızı boşa çıkartır ve gerçeklerle yüzleştirir.
Değerli
milletvekilleri, bugün aziz milletimiz son derece endişeli, huzursuz ve
tedirgindir. Karşımızdaki sorun, çok ciddi bir beka sorunudur. Bu açılımın
amacı, anlamı ve sonuçlarının iyi ve doğru anlaşılması büyük önem taşımaktadır.
Bunun meşruiyetinin değerlendirilmesinde yegâne ölçü, Anayasa’mızın çizdiği
hukuki ve siyasi çerçevedir. Anayasa’nın bu konudaki hükümleri şunlardır:
Türkiye Cumhuriyeti devleti, tek millet ve tek devlet esasına dayanan, üniter yapıda kurulmuş millî bir devlettir; ülkesi ve
milletiyle bölünmez bir bütündür, dili Türkçedir. Devletin temel amacı ve
görevi, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini
ve cumhuriyeti korumaktır. Siyasi partilerin eylemleri devletin bağımsızlığına,
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı olamaz. Buna aykırı hareket
edilmesi, anayasal yaptırımlar uygulanmasını gerektiren anayasal suçtur.
Hükûmet, millî
güvenliğin sağlanmasından Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı sorumludur.
Millî iradenin tecelli ettiği yegâne yüce makam olan Türkiye Büyük Millet
Meclisinin üyeleri, görevlerine başlarken, “devletin varlığı ve bağımsızlığını,
vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü korumak için” büyük Türk milleti
önünde namus ve şerefleri üzerine yemin etmişlerdir. PKK açılımının bu temel
ilkeler ışığında anlaşılması ve değerlendirilmesi kaçınılmazdır.
Türkiye, son
yirmi beş yıldır millî varlığımızı hedef alan silahlı terör ve bölücülük
sorunuyla karşı karşıyadır. Bu süreçte, terörle mücadelede çok ağır bedeller
ödenmiştir. Güvenlik güçlerimiz 6 binin üzerinde şehit vermiş, PKK terörü 5
binden fazla vatandaşımızı katletmiş, gazi olan kahramanlarımız 12 bini
aşmıştır.
Bu şerefli
mücadelede 2002 yılına gelindiğinde terörün beli kırılmış, bitme noktasına
getirilmiştir. 3 Kasım 2002 tarihinde iktidara gelen AKP Hükûmeti,
terörün sıfır noktasına geldiği bir Türkiye devralmıştır. Ancak aradan geçen
yedi yılda terör yeniden tırmanmış, etnik bölücülük hiçbir dönemde görülmemiş
bir şekilde cüret ve mevzi kazanmıştır. Bugün, yüce Meclisin önüne PKK
açılımıyla çıkan AKP Hükûmeti, yedi yıllık iktidarı
dönemindeki acz ve zafiyetlerden sonra terör örgütüne
teslim olma noktasına gelmiştir. Terörle mücadele bırakılmış, terörle müzakere
ve mütareke süreci başlatılmıştır. Terörün tasfiyesi yerine millî kimliği ve
millî devleti tasfiye etmek için yola çıkan Hükûmet,
bölücülüğün önünü açmıştır. Terörün talepleri siyaset sahnesine taşınmış, etnik
bölücülük meşruiyet zemini kazanmıştır.
PKK açılımıyla
yapılmak istenen, terörün silah ve şiddetle yapamadığının siyasi yollarla
hayata geçirilmesidir. Yüce Meclis, maalesef, bugün, PKK’ya teslimiyetin
belgesi olan bu yıkım projesini görüşmektedir.
Hükûmetin PKK açılımının
hareket noktası, terörden beslenen bölücülük sorununun etnik ve meşru kimlik ve
hak talebi sorunu olarak tanımlanmasıdır. Bu temelde yapılan tanım, çözümün de
etnik kimlik temelinde bulunmasını öngörmektedir. Bölücü ve ayrılıkçı emellerin
toplumsal siyasi kimlik talebi olarak kabul edilmesi, siyasi statü taleplerine
zemin hazırlayacaktır. Sorunun kaynağı ve esası bireysel hak, temel hürriyetler
ve demokratikleşme özlem ve talepleri değildir. Yapılmak istenen bireysel
kültürel haklar değil, oluşturulmak istenen bir azınlığın kolektif olarak
kullanacağı siyasi azınlık haklarıdır. AKP’nin açılımında sorunun en baştan
itibaren böyle bir temelde ve etnik sorun olarak kabulü, çözüm sürecinin
PKK’nın talepleri doğrultusunda şekillenmesini kaçınılmaz hâle getirmiştir.
Böyle bir durumun vahametini, doğuracağı sonuçların ciddiyetini herkes çok iyi
görmelidir. Bu yaklaşım, sorunun farklı etnik kökene mensup vatandaşlarımızın
tamamını ilgilendiren ve kapsayan bir sorun olduğunun kabulü anlamına gelmez.
Bunun sonucunda, terör örgütü ve etnik bölücülerle, yöredeki kardeşlerimiz aynı
kefeye konulacak ve PKK’nın bunların sözcüsü ve temsilcisi olduğu gibi bir
sonuç doğacaktır. Bunun gerçek olmadığı ortadadır ancak böylesi bir ciddi tehlike
görülmeye başlanmıştır. Türk milleti ailesine mensup kardeşlerimizin sahip
olduğu haklardan vazgeçerek, azınlık statüsü arzusunda oldukları ve bölücülük
peşinde bulundukları asla söylenemez. Bu bakımdan, böyle bir yaklaşım bu
vatandaşlarımıza yapılacak bir hakaret ve iftira olacaktır. AKP’nin açılım
sürecinin hareket noktası ve temeli bu nedenlerden dolayı yanlıştır ve
sakattır. Terörün baskı altına aldığı vatandaşlarımızın yegâne siyasi
temsilcileri eli kanlı veya silahı bırakmış teröristler değil yalnızca bu çatı
altında bulunanlardır.
Sayın
milletvekilleri, bu vatan bundan bin yıl önce gerçek sahibini bulmuştur. Aradan
geçen on asır, bu coğrafyadan tarihe damgasını vurmuş bir büyük milleti ortaya
çıkarmıştır. Bunun adı “Türk milleti”dir. Bu iftihar
ettiğimiz beşerî varlık, köklerin, kökenlerin, dillerin, mezheplerin üstünde
bir maddi ve manevi bağ ile birleşmiştir. Bizleri bir araya getiren,
acılarımız, anılarımız, zaferlerimiz, hüzünlerimiz ve coşkularımız olmuştur. Her çekilen halay, her dövülen davul, her buluşulan düğün, her
açılan duvak, her doğan çocuk, her sallanan beşik, her tüten ocak, her can
veren şehit bizi bir millet yapmıştır ve bin uzun yılda kız alıp vermiş,
fetihlere katılmış, işgale direnmiş, vatanı kurtarmış, birlikte üzülmüş, sevinmiş,
ağlamış ve gülmüştür ve en önemlisi de evlatlarımız bu değerler uğruna şehit
olmuştur. Tekraren ilan ediyorum: Bizi bugüne getiren kökenimiz,
doğduğumuz yer, muhterem anamızın dili, ruhumuzu teslim ettiğimiz inancımız ve
mezhebimiz ne olursa olsun bizim adımız “Türk milleti”dir
ve son iki yüz yılda bu coğrafyada yaşananların tamamı bu tertemiz ve soylu
milleti Anadolu’dan göndermek üzere oynanmıştır. Türk milletinin üç kıtadaki
varlığını hazmedemeyen haçlı zihniyetinin, Türk ve İslam cihan devleti için ne
düşündüğünü millî tarihi okuyan herkes bilir. Türkleri Anadolu’dan atmak
hayali, yüzyıllar aşarak günümüze kadar ulaşan vazgeçilmez bir emeldir. Güçlü
olduğumuzda boyun eğenler, gücümüz tükendiğinde hemen sindikleri yerden
doğrulmuşlardır ve bir sır gibi taşıdıkları amaçları gerçekleştirmenin
yollarını her fırsatta aramışlardır.
Çanakkale Savaşı,
hâkimiyet havzalarını kaybederek son yaşama alanımız olan Anadolu’ya
sığındığımız şehadet, göç ve ıstıraplarla dolu acı
tablo içinde gerçekleşmiştir. Aziz milletimiz, altı asırlık hükümranlığının
sonucunda ana yurda, baba toprağının sınırlarına, asli unsurunun ocağına
dönmüştür. Bu tarihten sonra büyük Türk milleti için dönülecek başka toprak
parçası, gidilecek başka göç güzergâhı ve verilecek başka vatan köşesi de
kalmamıştır. (MHP sıralarından alkışlar) Anlamakta ve anlamlandırmakta güçlük
çekenlere tekrarlıyorum: Buranın adı Türkiye, milletinin adı ise Türk
milletidir! (MHP sıralarından alkışlar)
Ya bu topraklar
üzerinde yaşayan bir millet bir ve bütün tutulacaktır ya da Türk milleti
Anadolu’dan atılacak ve tarihten silinecektir. Bilmeyenlerimiz varsa ben
buradan tekraren söyleyeyim: Bunun adı tarihî Şark meselesidir ve tarafları
bellidir. Bir yanda Türk milleti, diğer yanda yedi düvel; bir yanda milletimiz,
inançlarımız, değerlerimiz ve Bayrağımız, diğer yanda Haçlı zihniyeti. Bugün
adının değişmiş olması, maskelerinin değişmiş olması, bu tarihî emelleri
değiştirmemiştir. Bunu görmek lazımdır, bunu bilmek lazımdır. Adına ne denirse
denilsin, ister fırsat ister çare ister yol haritası ister açılım, dayatılmak
istenenler, Şark meselesinin bugünkü uzantısıdır. Adı üstünde, jeopolitik,
üzerinde yaşanılan coğrafyanın yöneticilerine yüklediği yönetim sorumluluğunu
ve vizyonunu tanımlar. Yüksek siyaset, kaynağını ve duruşunu
coğrafyadan alır. Her coğrafyanın doğal ve zorunlu politikası vardır. Anadolu
üzerinde yaşıyor olmanın da bir jeopolitiği vardır ve bin yıldır değişmemiştir.
Coğrafya aynı duruyorken -ki öyledir- on asırdır bu topraklardan yükselen
politik dinamikleri değiştirirseniz, buradan hepinizi uyarıyorum ki coğrafyayı
mutlaka değiştirirsiniz ve size başka başkentlerin jeopolitiğinden doğmuş yeni
coğrafyalar dayatılırken onun da politiğini öngöremezseniz ve ana yurt
politiğiyle eklemleyemezseniz ortaya kesinlikle dağılma ve yıkılış çıkacaktır.
Bugün karşımızdaki tehlike de budur.
Bu kaçınılmaz
akıbeti değiştirecek bir tek olumlu örneğe tarih henüz şahit olmamıştır.
İnsanlığın geçmişi, tarihin çöplüğü, bunu öngörememiş yöneticilerin ve
devletlerin enkazıyla doludur. Coğrafyamız tartışılırsa milletimiz, milletimiz
tartışılırsa devletimiz, devletimiz tartışılırsa Bayrağımız ve Bayrağımız
tartışılırsa varlığımız ortadan kalkacaktır. Bunlar ne fantezi bir düşünce ne
bir vehim ne bir sendrom ne bir paranoyadır; binlerce
yıllık insanlık tarihinin, yüzlerce yıllık milletler mücadelesinin, millet
olmanın inceliklerine nüfuz edebilmiş bir yüksek fikriyatın, derin duyuşun ve
millî tarihe vâkıf olmanın eseri ve sonucudur.
Bunlar benim
şahsi fikrim değil, bin yıllık millet varlığının bu topraklarda tutunmak için
kanla, gözyaşıyla, çileyle bugüne aktardıkları stratejik miras ve emanetlerdir.
Bugün bu gelişmeleri ve yorumlarımı, iyi niyetli olduklarını düşünmeye devam
etmek istediğim iktidar partisinin değerli milletvekillerine ve yüce Meclise
hatırlatmak isterim.
Bir kez daha
düşününüz; bir kez daha, oynanan oyunun bütününü tarihî perspektif ile, dün, bugün ve gelecek vizyonuyla değerlendiriniz;
karşımızda yeni bir Sevr dayatması olduğunu mutlaka göreceksiniz, yüzyılın
başındaki küresel aktörlerin, oyunların ve parçalanma taleplerinin sadece isim
değiştirmiş olduğunu da bileceksiniz.
Sayın
milletvekilleri, Hükûmetin çeşitli isim zinciri
arasından en sonunda karar kıldığı kavram “millî birlik projesi”, bunun formülü
olarak da sunduğu reçete “demokrasi”dir. Kuşkusuz ki her ikisi de çağdaş bir
toplum arayan herkes için cazip, sıcak gelen, hoşa gidecek, davetkâr
kavramlardır. Burada bu kavramların nasıl bir makyaj içerdiğini, bunların hangi
niyetleri maskelediğini açıklayacak değilim. Zaten buna zaman da yoktur. Ancak
şunu ifade edeyim ki: Çağımızın en önemli kavramı “demokrasi”dir, bizim de
vazgeçemeyeceğimiz temel siyasi zeminimizdir.
Demokrasi bir
yandan ülkelerini ve toplumlarını müreffeh ve güçlü hâle getiren yönetimlerin
kuvvet kaynağı olmuştur ama aynı zamanda içi boş bir demokrasi arayışında ülkelerini
maceralara atan yöneticiler için ustaca hazırlanmış bir tuzak anlamı da
taşımaktadır. Özellikle emperyal fikirler ve
emellerin çağımızda en iyi saklandığı sığınak demokrasi iddiasıdır, en güçlü
bahane ise mazlum milletlere demokrasi götürme olmuştur. Teröristbaşı
bile ayrı bir devlet kurma fikrini “demokratik cumhuriyet” denilen bir
istismarın içine sıkıştırmak durumunda kalmıştır. Hükûmetin
“Kürt sorunu” diyerek başlattığı sözde açılım süreci de kısa zamanda demokrasi
ambalajının arkasına saklanmıştır.
Başbakan Erdoğan,
gittiği her yerde, demokrasinin eksikliğinden, sorunları demokrasinin
çözeceğinden bahsetmeye başlamıştır ve Sayın Cumhurbaşkanı da yasama yılının
açılışındaki konuşmasının tamamına yakınında farklılaşma odaklı düşüncelerini
demokrasiye atfederek yapmıştır.
Elbette
demokratik kültürün yeni gelişme alanları demokrasi fikrini de, demokrasi
ihtiyacını da değiştirip geliştirmektedir. Ancak Sayın Başbakanın etnik
kimlikleri kaşırken kullandığı ve Sayın Cumhurbaşkanının da farklılıklara vurgu
yaparken sözünü ettiği eksikliğin gerçekten bir demokrasi noksanı olup olmadığı
tartışılmalıdır ve bunun da aranacağı ilk yer, toplumun bir ahenk ve düzen
içinde gelişerek yaşamalarını sağlayan kurallar manzumesinin başlangıcı olan
Anayasa’dır. Kimliklere yönelik bir baskıdan söz edebilmek için
vatandaşlarımızın sahip oldukları temel hak ve özgürlükleri düzenleyen
Anayasa’ya bakmak lazımdır. Burada ise temel soru, milletimize mensup ve
devletimize vatandaşlık hukukuyla bağlı olan kişilere, ırkı, dini, dili ve
mezhebi veya kökeni itibarıyla kanunlar nezdinde bir ayrımcılık yapılıp
yapılmadığı konusudur. Bu soruya vereceğimiz hakkaniyetli cevaplar, gerçekte
bir siyasal sorun olup olmadığını da ortaya koyacaktır.
Anayasa’nın
10’uncu maddesi gereğince: “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce,
felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun
önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu
eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Hiçbir kişiye, aileye,
zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları
bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek
zorundadırlar.”
Anayasa’nın
12’nci maddesi uyarınca: “Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez,
vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.”
Anayasa’nın
hükümlerince Türkiye’de fertler arasında hiçbir sebeple ayrım yoktur. Her fert,
Anayasa’da da gösterilen bütün insan hak ve özgürlüklerine sahiptir. Bu hak ve
özgürlükleri demokratik meşruiyet hudutları içerisinde serbestçe kullanır,
bütün siyasal faaliyetlere katılır, seçme ve seçilme hakkına sahiptir. Bu
itibarla, hiçbir vatandaşımız, yasalar karşısında eşit vatandaşlık haklarını
fiilen ve hukuken kullanamadığını iddia edemez veya bu haklardan mahrum
olduğunu söyleyemez.
Bugün gerçekten
de iddia edildiği gibi ülkemizin bir bölümünde bir eşitsizlik var ise bu,
yılların ihmaliyle oluşmuş yokluk ve yoksulluğun neden olduğu mahrumiyettir.
Bugün gerçekten bir demokrasi sorunu ve özgürlük eksikliği varsa, bunun
önündeki engeller de devlet yapımızda ve yasalarımızda değildir. Yöredeki
vatandaşlarımızın tam bir mahkûmiyet içinde bulundukları katı feodal yapının ve
terörün neden olduğu ferdî özgürleşme sorunudur. Bu özgürlük ise kimliklerin
kaşınması ile değil, feodal baskı ortamının ve terör baskısının ortadan
kaldırılması için sosyal ve ekonomik süreci hızlandıracak tedbirlerin
alınmasıyla mümkün olabilecektir. Bu tedbirleri almanızda size engel olan
yoktur. Yedi yıldır işbaşındasınız, yapsaydınız; yapamadıysanız şimdi yapmaya
başlayınız. Ancak bunları ihmal edip ferdin sahip olduğu haklar dışında millet
bütünlüğü içinde yer alan bir topluluğa değişik adlar altında siyasal haklar
vermeye çalışmanızı kabul edemeyiz, etmeyiz. Böylesi teklifler, hem varlığımızı
tehdit hem de Anayasa’ya aykırıdır, değiştirilemediği sürece de milletimize ve
yasalara karşı suç niteliğini koruyacaktır ve şayet ülkemizdeki insanlarımızın
bir kısmında kendilerini ifade edememe sorununun varlığı iddia ediliyorsa, bu sorunun
çözümündeki engel anayasal değil, sosyolojik ve ekonomiktir.
Bu itibarla,
milletleşmeye katılamayacak kadar geri bağ ve bağlantıları aşamamış bir ferdin,
hangi dili konuşursa konuşsun sorunları asla tükenmeyecektir. Zira yaşadığı
buhran ve yoksulluk, dikkat buyurunuz, anasının dilinden değil, sahip olduğu
dar ve kısır toplumsal ve ekonomik çemberin kırılamamasından ileri gelmektedir.
Türkiye
Cumhuriyeti, bugüne kadar hangi etnik kökenden gelene menşeini sormuş ve
ayrımcı bir muamele etmiştir? Kucaklayıcı ve konuksever gönlüne sığınmak
isteyen hangi topluluğu reddetmiş, hangisini menşei itibarıyla aşağılamıştır?
Hangi başbakana, hangi bakana veya hangi iş adamına kökeni nedeniyle farklı
muamele yapılmış, bireysel yükselme yolları sözde ayrımcılık nedeniyle
tıkanmıştır? Kim ülkemizde kökeni nedeniyle, anasının dili nedeniyle yönetime,
siyasete, ticarete, idareye, memuriyete, bürokrasiye giremediğini iddia
edebilir? Kim Cumhurbaşkanı, Başbakan, Meclis Başkanı, general, profesör, vali,
bürokrat ve büyükelçi olamayacağını söyleyebilir?
Değerli
arkadaşlarım, bugün ülkemizi yöneten kadrolara baktığınızda devletimizin ve
milletimizin nasıl haksız bir ithamla karşı karşıya bulunduğunu
anlayabilirsiniz.
Özellikle
belirtmek istiyorum: İşte bu yüce Meclis çatısı altında ve Hükûmet
bünyesinde yer alan arkadaşlarıma lütfen bakınız. Fikirlerine katılmayız,
düşüncelerini benimsemeyiz hatta şiddetle karşı çıkarız ama aileleriyle,
doğdukları yörelerle de iftihar ederiz. Hepsi bizim milletimizin evlatlarıdır.
(MHP sıralarından alkışlar)
Milletimizin hiç
de hak etmediği suçlamalardan tekzibini, bizim böyle bir arayışımız olmasa
bile, bazı Hükûmet üyelerinin zaman zaman dile getirdikleri kökenlerine bakarak
anlayabilirsiniz. Bu noktaya ulaşmakta özel zorluklar yaşamış olabilirler.
Bunlar ülkemin kimlik değil genel sosyoekonomik sorunlarıdır. Ama herkes için
açık olan yolda yarışa katılıp öne çıktılar ve bu en yüksek millet eserinin
üyesi olma şerefini taşıyorlar. Bu yörelerden gelen sayın üyelere hayatının her
alanında kapı açan bir hukuk sistemi neden birilerini dağa çıkmaya sevk etmiş olsun?
Bu itibarla, Hükûmetin yapacağı şey kimlikleri kaşımak değildir, tahrik
etmek değildir, biri önce otuz altıya bölüp sonra tekrar bir yapmaya çalışmak
değildir. Türk milleti zaten birdir, devleti birdir, vatanı birdir, bayrağı
birdir ve lisanı birdir.
Yapacağınız iş,
teröre teslim olmak değil ortadan kaldırmaktır. Terörist, adı üstünde, eline
silah alarak kanlı eylemler yapan canilerin tanımıdır. Bunlar Güroymak’ın eski
adını isteyen veya yasal yoldan hakkını arayamamış olduğu için dağa çıkmış
masumlar değildir.
Bizden çözüm
istiyordunuz. İşte bizim çözüm önerimiz şudur:
1) Yurt içinde ve
yurt dışındaki bütün teröristler silahlarıyla birlikte teslim olmalıdır.
2) Tamamı Türk
adaletine hesap vermeli ve verilecek hükme rıza göstermelidir.
Hükûmetin de ilk görevi,
tamamını teslim alıp adaletin önüne çıkarmaktır.
İkinci
yapacağınız iş ise yokluk, işsizlik, yoksulluk çemberini kırarak bu mevkilere
kadar ulaşmak için yola çıkmış diğer evlatlarımızın önünü açacak tedbirleri
geliştirmektir.
Anayasa, ülkemin
herhangi bir yerinde doğmuş vatandaşlarıma, ülkemdeki her mevki ve makama
yükselme hak ve imkânlarını sonuna kadar vermektedir. Anayasa’yı kurcalayarak,
kolektif kimlik ve hakların oluşmasına cevaz vererek ulaşacağımız sonuç,
bilmelisiniz ki kutuplaşma, bölünme, çatışma ve ayrılıştır.
Değerli
arkadaşlarım, bizim anlayışımıza göre milletin varlığı ve devamı, asla
vazgeçemeyeceğimiz devletimizin ve demokrasimizin varlığı ve devamından daha
önceliklidir ve değerler sıralamasında diğerlerinden daha öndedir. Allah
göstermesin, devletimiz çöküntüye uğrasa da demokrasimiz kesinti yaşasa da eğer
milletimiz ayaktaysa, yıkılmamışsa, dağılmamışsa, ayrışmamışsa, kaybettiğimiz
bu değerlerin tamamını yeniden inşa etme imkânımız her zaman vardır. Geçmişte
15 olduğunu söylediğimiz yıkılışların 16 kuruluşla sonuçlanmasının esas nedeni
ve gerçek dayanağı da budur; milletin varlığını ve birliğini koruması ve
sürdürmesidir.
Biz demokrasiyi
milletimizin huzur ve refahı için istiyor ve diliyoruz. Yoksa içi ve içeriği
bilinmeyen bir demokrasi arayışı için Türk milletini dağıtmak ve harcamak gibi
bir lüksümüzün olmayacağını düşünüyoruz. İçi boş bir demokrasi arayışını,
devletin ve özellikle milletin önüne çıkaran anlayışların, iyi niyetli bile
olsalar nasıl yıkıma götürebileceğini anlamak ve ders almak için son iki
asırlık tarihimize bakmak yeterli olacaktır.
Milletsiz ve
devletsiz demokrasi beklentisi gibi sığ arayışların Osmanlı Devleti’ni adım adım nasıl parçaladığını görmek lazımdır. Başka yerde
olumlu sonuçlar veren tedbirlerin bizde nasıl yıkımla neticeleneceğini bilmek
ve ibret almak lazımdır.
Elbette ki
Mustafa Reşit Paşa’nın, Mehmet Ali Paşa’nın, Fuat Paşa’nın ve Mithat Paşa’nın
siyasal hayatımıza katkılarının olduğunu inkâr edemeyiz. Ne var ki aynı
şahısların Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkıma kadar götüren sürecin mimarları
arasında olduklarını da gözden kaçırmamak lazımdır.
Tanzimatla başlayan süreç
hiç kuşkusuz ki milletimizi tebaadan vatandaşa, monarşiden cumhuriyete ve mutlakiyetten demokrasiye doğru ilerleten sürecin başlangıcıdır
ancak aynı süreç farklı kimliklerin İmparatorluk’tan
hızla kopmasının da başlangıcı olmuştur. Temennimiz yanlıştan tez dönülerek
Türkiye Cumhuriyeti’nin Türk milleti kimliği ile demokrasinin güvencesiyle
sonsuza kadar bir ve beraber yaşamasıdır.
Değerli
arkadaşlarım, bildiğiniz gibi “açılım” denilen sürecin ilk ortaya çıkışından
itibaren partimiz bu konuda kesin ve kararlı bir duruş göstermiştir. Bu
tavrımızdaki temel kaygımız, sürecin millet bütünlüğünü parçalayarak yeni
kimlikler oluşturmasıdır. Ortaya çıkan bu kimlikler kendilerine yeni idari
çekim merkezleri bulacak ve millet yapısı parçalanarak millî ve üniter devlet çökme noktasına gelecektir.
Biz siyasetimizi
birleştirme ve uzlaştırma üzerine inşa ederken Hükûmetin
tercihi ayrıştırma ve farklılaştırma üzerine olmuştur. Siz milleti oluşturmuş
alt kültürleri tekerleme hâlinde bir bir sayarken,
konuşmamda da vurguladığım gibi “Türk milleti” kavramında ısrarımın ve
tekrarımın nedeni budur ve ortaya çıkan bu sonuç, Hükûmeti
başından beri Milliyetçi Hareket Partisinin sahiplendiği millî kimlik, millî
devlet, millî dil ve millî tarih merkezinden hızla uzaklara götürmüştür. Oysaki
millet varlığını korumak, geliştirmek, birleştirmek ve ilerletmek görevi,
öncelikle Hükûmet olmak üzere hepimize aittir.
Unutmayalım ki,
ülke, birbirleriyle müşterek oluşturamayacak kadar farklı insanların kafesler,
duvarlar veya tel örgüler arkasında birbirleriyle zorla ve temassız yaşadıkları
toprak parçası değildir.
Devlet,
insanların farklılıkları üzerine inşa edilerek ve farklılıkları korumak ve
artırmak için örgütlenmiş yapılar demek değildir.
Millet ise
farklılıklarını korumak isteyen, hatta farklılıklarını artırmayı amaçlayan
insanların topluluk oluşturduğu beşerî yığın demek hiç değildir.
Tarih, çağdaş
devletlerin ortak duyuş ve düşünüş için bir araya gelmiş, beraber yaşamayı arzu
eden insanların oluşturdukları uzlaşma alanları olduğunu ortaya koymaktadır. Bu
uzlaşmanın günümüzdeki yöntemi elbette ki demokratik kurallar ve temel hak ve
hürriyetlere riayettir.
Yine, tarih,
toplumla uzlaşacak müşterekleri azalmış olanların milletten koparak aynı
geleceği paylaşmaktan uzaklaştığının örnekleriyle doludur.
Elbette ki bir
arada yaşamanın, insanlığın ulaştığı medeni seviye itibarıyla baskı, zulüm,
eritme veya yok etmeyle sağlanamayacağı da açıktır.
Bu itibarla,
bugün Hükûmetin bir görevi, belki de en önemlisi
vatandaşlık hukukuyla kendisine bağlı saydığı insanların benzeştiği yönleri
bireysel tercihlerine saygı göstermek şartıyla artırmaktır, ayrıştırmak
değildir.
Siyaset kurumu
eliyle toplumda ortaya çıkacak olan benzeşmeyle barış, refah, huzur ve gelecek
üzerinde ittifak sağlanabilir. Böylesi bir kaynaşma sürecinin devam etmesiyle
bir devlet çatısı altında ve millet kimliğiyle yaşama arzusu güçlü ve kalıcı
hâlde tutulabilir.
Bugün dünyanın
millete dayalı güçlü ülkelerinin tamamına yakını, yeni kimlik oluşturacak ve
kolektif ayrılıklara yol açacak girişimleri reddeden anlayışları
geliştirmişlerdir.
Kaynaşmayla bir
arada yaşama, farklılaşma ile ayrışma arasında istense de istenmese de
yakınlaşma ve doğal paralellik olacaktır.
Kısaca,
aykırılıkların ayrılıklara, benzeşmelerin birleşmelere temayül göstermesi
kaçınılmazdır.
Farklılıklar
sürekli vurgulanarak, körüklenerek, kışkırtılarak birlikte yaşama imkânı nasıl
sağlanacaktır? Önce üniter yapı içinde otonomi, sonra
federasyon ve sonra bağımsız devlet kurma talepleri nasıl önlenecektir?
Yıllardan beri Avrupa Birliğinin dayatmaları ile aydınların oluşturduğu iş
birlikçi lobilerin baskısıyla bitmek bilmeyen taleplere karşı verilecek tavizin
son sınırı nerede çekilecektir? Aldıkça iştahı kabaran ve adım adım emellerine yaklaşan bölücülüğün duracağı yer neresi
olacaktır? Hükûmetin direnci nerede ortaya
çıkacaktır?
Birilerinin
ayrıştırmaya, bölmeye yönelik talepleri demokrasi içinde görülecekse
bilinmelidir ki, bizim misli ile göstereceğimiz tepkiler de aynı demokratik
çerçevede olacaktır.
Dikkatinize
sunmak isterim: Kesinlikle vermek istemeyenlerle ısrarla almak isteyenler
arasındaki engeller zayıfladığında, mesafeler kısaldığında, taraflar görüş
menziline girdiğinde ortaya çıkabilecek gelişmeler hakkında aranızda bir fikri
olan veya öngörü geliştiren var mı?
Özellikle açılım
sürecini farklılıklar üzerine oturtmaya çalışanlar, PKK taleplerine göz
kırpanlar bu sorulara gerçekçi bir cevap vermek durumundadırlar. Bu cevapları
vermeleri gerekenlerin hiçbir hazırlıkları yoksa,
hatırlatmak isterim ki, hayatın müştereklerinin bağlayıcı kuvveti
farklılıkların zayıflatıcı etkisinden mutlaka üstündür.
Aslolan, bir arada
bulunmayı isteyen, toplumsal düzeyde aynı değil ama benzer düşünmeyi sağlamış,
teşekkül etmiş millî vicdanı nedeniyle benzer tepkiler veren, aynı kültürden
beslenen kimliğe ve kişiliğe sahip toplumlar oluşturabilmektir. Özellikle,
dildeki farklılaşmanın resmiyet kazanması, başkalaşmayı ve birlikten
uzaklaşmayı doğuracaktır ki, bu süreçten önce bir dilin etrafında oluşmuş bütün
değerlerin tartışmaya açılması kaçınılmaz hâle gelecektir.
Bizlerin bir
devlet çatısı altında buluşmuş olmamızdan maksat, tarihî sosyolojik sürecin
akışı içinde bir arada yaşamayı istemiş olmamızdır ve ortak bir coğrafyayı,
bizi var eden değerler etrafında sürdürme arzumuzdan doğan doğal bir uzlaşmadır;
devletin de görevi bir arada yaşamak için uzlaşmış bu siyasi yapıyı
güçlendirmektir. Yine bu amaçla sevinçte, kıvançta ve tasada ortak duyguları
uyandırmak, uyandırılmasının önünü açmak ve elbette ki birbirleriyle
bütünleşmesini sağlamaktır.
Bu bütünleşmenin
en güçlü vasıtası, ortak kültürel hazinemiz, resmî dilimiz ve eğitim dilimiz
olan Türkçedir. Herkes anasının dilini konuşup konuşmamak hususunda serbesttir.
Bu doğal ve haklı durum, gündelik hayattaki özel münasebetlerin kurulmasında
bir engel değildir, mâni olacak kimse de yoktur. Ancak resmî dilimizin
dışındaki ikinci bir dilin kamusal alanda resmiyet kazanması, milletin birlik
ve devamlılığını durduracaktır.
Eğer Türkçemiz
hepimizin günlük iletişim dili olmaktan çıkarsa, bilimin, sanatın, yargının,
eğitimin, idarenin dili olmaktan da adım adım çekilir
ve sonunda yönetim gücü ortadan kalkar.
Bu itibarla,
hiçbirimizin soyut bir demokrasi putu peşinde ve sanal açılım paketleriyle
milletimizin ufalanmasına göz yummamız ve millet birliğinden vazgeçmemiz asla
mümkün olmayacaktır.
Değerli
milletvekilleri, bugün üzerinde tartışmaya açılan vahim süreç ve gelişmelerle
ilgili olarak düşüncelerimiz ve yorumlarımız bu kısa oturumda şimdilik
bunlardan ibarettir.
Son olarak,
haftalardan beri ekranlarda, köşelerinde, koltuklarında bizim görüşümüzü
merakla bekleyen bazı siyasi parti yöneticilerine, sözde aydınlara, iş birlikçi
lobilere, merak ettikleri duruş ve görüşümüzün özetini huzurunuzda
tekrarlamakta yarar görüyorum.
Bu sözde açılım
projesi, bölgemizdeki su ve enerjiyi ele geçirmek, kontrol altında tutmak ve
stratejik olarak rezerve etmek isteyen küresel gücün yazdığı Büyük Orta Doğu
Projesi’nin dayatmasıdır.
Tarihî kökleri
itibarıyla sömürgeciliğe karşı duruşu ve mazlum İslam ülkelerinde mücadelesi
bilinen siyasi İslamcılığın bugünkü fason sahipleri, bu projeyle küresel oyunun
parçası hâline gelmiş ve ırkçı noktaya sürüklenmişlerdir.
İmralı, PKK, AKP,
peşmerge ve ABD’nin birlikte oynadığı bu oyunun
sonunda milletimizin birliğinin, devletimizin tekliğinin, bin yıllık
kardeşliğimizin devamı asla mümkün değildir.
“Farklılıklarımız
zenginliğimizdir.” bahanesiyle kurcalanan kimliklerin tahrikiyle uyanacak etnik
ayrımcılığın sosyolojik zeminde tutunmasıyla birlikte ne anayasalar ne yasaklar
ne tavsiye kararları ne de sözde demokratik açılımlar bu yıkımı durdurmaya
yetmeyecektir. Bu aşamaya kadar bile PKK terör örgütünün yirmi beş yılda
yapamadığı ayrışma ve husumeti Hükûmet kısa sürede
başarmış ve terör örgütü ile kahraman, fedakâr şehitlerimizi, gazilerimizi ve
aziz yöre halkını aynı kefeye oturtmuştur. Türk milleti adıyla oluşmuş millî
kimliğin kırılmasıyla sonuçlanacak süreçte, alt kültürlerin kimlik hâline
gelmesiyle derin bir ayrışma ve husumetin tohumları atılmaya başlanmıştır.
Bu gelişmelerle
birlikte, vatan topraklarını ve kardeşliğimizi canı pahasına savunan vefakâr ve
fedakâr yöre halkının ve korucuların çaresizleştirilerek, PKK’nın insafına ve
zulmüne teslim edilmesi tehlikesi ortaya çıkmıştır.
Vatana bağlılığı
şüphe götürmeyen, iş, aş ve mülk edinmiş; vergisini veren, vatan borcunu
ödeyen, ödemeye devam etmek isteyen ve Türk milleti kimliğinde buluşmuş yüz
binlerce kardeşimizin birlikte yaşama şartları, ortamı ve huzuru da bu
ayrıştırma süreciyle tehlikeye atılmıştır.
Geri gidiş
yaşayan sosyolojik süreçleri ara istasyonlarda cebrî tedbirlerle durduracağını
zannederek kendinde güç vehmedenler var ise, insanlığın tecrübesine aykırı olan
bu niyetin sonuç alamayacağını bilmeleri gerekli olacaktır.
Milliyetçi
Hareket, oyunu görmüş, okumuş ve bozmuştur. Başbakanın geri adım atarak,
sıkıştığı anlarda sığındığı takiye alışkanlığıyla
milletin, devletin, bayrağın ve vatanın tekliğine vurgu yapmak zorunda
kalmasının nedeni de budur.
Milliyetçi Hareket Partisi, millet varlığına ve millî kimliğe açık
tehdit oluşturan bu siyasi sapmalara sonuna kadar karşı çıkmaya devam
edecektir, (MHP sıralarından alkışlar) kardeşliğimizi ve birliğimizi korumak
isteyen aziz vatandaşlarımıza baskı kurmak için oluşturulan şer cephesine karşı
duracaktır, toplumda teslimiyet ve bıkkınlık dalgası yaratarak milletimizin
direncini kırmak isteyen gelişmeleri engelleyecektir. Partimiz, düşüncelerini milleti ile açıkça paylaşacak,
mücadelesini millet huzurunda sürdürecektir. Milliyetçi Hareket Partisi bu
oyunun içinde, yanında veya yakınında asla yer almayacaktır. Yeni yöntem, hile
ve hülle arayışları da kesinlikle sonuç vermeyecektir. Türk milletinin
birliğiyle, haysiyetiyle ve geleceğiyle oynayan, Türkiye’yi yıkıma götüren
küresel aktörlerin, siyaset tüccarlarının, menfaat çetelerinin ve bölücü ihanet
odaklarının oyununu bozmak ise vazgeçilmez millî görevimiz ve namus borcumuz
olacaktır. (MHP sıralarından alkışlar)
Milliyetçi
Hareket Partisi bu sorumluluğun takipçisi olacak, hesap vakti geldiğinde de bu
yıkımın müsebbiplerinin yakalarına mutlaka yapışacaktır. Ancak her şeye rağmen
girdiğiniz yoldan dönmemekte ısrarlı iseniz, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki
sandalye sayınız yeterlidir. Açılım ortağınızla birlikte el ele veriniz ve
hodri meydan, bölünme yasalarını çıkartabiliyorsanız çıkartınız. (MHP
sıralarından alkışlar)
AHMET YENİ (Samsun) – Yok öyle bir şey.
DEVLET BAHÇELİ
(Devamla) – Sayın milletvekilleri, Türkiye’nin bütünlüğünün ve birliğinin
tartışılmaya çalışıldığı bugünlerde şu gerçeklerin bir kez daha
hatırlatılmasında yarar vardır:
Çanakkale
savunması ve cumhuriyetin ilanı ile imza altına alınan Lozan Anlaşması, bin
yıllık vatan toprağımız olan Anadolu’nun nihai senedidir. Türk milleti
sınırları ve millî kimliği ile ilgili son sözünü o tarihte söylemiştir. Bu son
sözün karşılığı, 1915 Çanakkalesi’nden 1922 İzmiri’ne kadar adım adım, karış karış savunulan vatan toprakları ve dökülen şehit
kanlarıyla tescil edilmiş ve bedeli ödenmiştir. Yıllardır terörle mücadelede
verdiğimiz şehitlerimiz ve gazilerimiz de bu son sözün şahitleridir. Yüz yıl
önce en umutsuz ortamda bile Türk milletine gücü yetmeyenlerin, bugün yeni
ihanetlerle şanslarını denemeye çalışmaları beyhude bir gayrettir. Bilinmelidir
ki tercihini millî kimlikten, kardeşlikten ve bağımsızlıktan yana kullanan
milliyetçi hareket için bu konu bir daha açılmamak üzere kapanmıştır.
Bu vatanın
kurucusu ve sahibi aziz millet varlığına hep birlikte vücut veren büyük Türk
milleti ailesidir. Türk milleti bu fırtınalı badireleri de atlatacaktır. Tarih
ihanetleri de kahramanları da geçmişte kaydetmiştir, şimdi de kaydedecektir. Bu
millet bugün de kendine ihanet edenlerle kahramanları ayırarak kaydedecek ve
asla unutmayacaktır. (MHP sıralarından alkışlar)
AHMET YENİ (Samsun) – Doğru.
DEVLET BAHÇELİ
(Devamla) – Girdikleri yanlış yolda sonuna kadar gideceğini söyleyenler çok iyi
bilmelidir ki Milliyetçi Hareket Partisi Türkiye'nin geleceğinin ateşe
atılmasını, bedeli ne olursa olsun, nasıl ödenecekse ödensin önlemeye azimli ve
kararlıdır. Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından ayakta
alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
Bahçeli, teşekkür ederim.
Sayın
milletvekilleri, şimdi de gruplar adına, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı
ve Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal.
Sayın Baykal,
buyurunuz. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)
Süreniz altmış
dakikadır efendim.
CHP GRUBU ADINA
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; genel görüşme
önergesi dolayısıyla, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşuyorum. Bu
vesileyle kendi adıma, Cumhuriyet Halk Partisi adına sizleri saygıyla
selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlarım, tarihî bir oturum gerçekleştirmekte olduğumuz açıktır. Bu
tespiti, sadece önümüze getirilmiş olan düzenlemelerle ilgili olarak ifade
etmiyorum. Ama, üç buçuk aydan beri Türkiye’de bir
açılım tartışması topluma dayatılmıştır. Bu açılım tartışmasının seyrini, yönetiliş
biçimini, bu süreç içinde ortaya çıkan tabloları ve toplumda dile getirilen
açılım taleplerini ve son olarak da bugün İçişleri Bakanının konuşmasıyla bu
söylemin içinden resmileştirilmesi kararı alınmış olduğu anlaşılan önerileri
dikkate alarak bu değerlendirmemi yapıyorum.
Gerçekten tarihî
bir oturumdur. İlk kez Türkiye Büyük Millet Meclisi, 1920’de başlayan büyük
tarihi içinde, uluslaşma mücadelesini tersine çevirmeye yönelik, millî devlet
kimliğini, ulus devleti kimliğini tahrip etmeye yönelik açılımları, Hükûmet eliyle, iktidar aracılığıyla Türkiye Büyük Millet
Meclisi gündemine taşımıştır. Elbette bu tablo, bu oturumu tarihî bir oturum
hâline dönüştürmüştür. İlk kez, bugüne kadar izlemiş
olduğumuz ve Anadolu coğrafyasında bir millet oluşturma doğrultusunda katetmiş olduğumuz önemli mesafeyi tersine çevirmeye
yönelik bir arayışın resmî himaye altına alındığını şartların el verdiği
ölçüde, imkân bulabildikleri, gerçekleştirebileceklerini düşündükleri ölçüde,
ne yapabilirlerse o çerçevede o hedefe dönük olarak bir programı uygulama
anlayışı içine iktidarın girdiğini Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak tespit
ediyoruz. Bu, elbette çok önemli bir kırılmadır ve bu buluşmayı tarihî
hâle getirmektedir.
Değerli
arkadaşlarım, üç buçuk aydır, 1 Ağustos Polis Akademisi buluşmasından sonra
bugüne kadar pek çok toplantı gerçekleştirildi. Sayın İçişleri Bakanının,
Başbakanın gayretleriyle, çabalarıyla, söylemleriyle Türkiye tarihî bir adım
atacak duygusu içine yerleştirildi. Bu arayışın temel hedefi olarak topluma
“anaların gözyaşını dindirmek” bir temel amaç olarak konuldu. Yani ne
yapılacaksa anaların gözyaşını dindirmek için yapacağız. “İstemez misiniz
anaların gözyaşının dinmesini?”
SIRRI SAKIK (Muş)
– Sizde yöntem var, Dersim yöntemi!
DENİZ BAYKAL
(Devamla) - “Bunu elbette sağlamalıyız. Bunun için ne gerekirse yapmalıyız.”
bekleyişi, duygusu toplumda yaratıldı. Peki, bunu nasıl sağlayacaksınız? Ne
yapacaksınız? Neyle bunu gerçekleştireceğinizi düşünüyorsunuz? Kiminle
gerçekleştirmeyi öngörüyorsunuz? Bunun kararını siz mi aldınız? Birileriyle mi
müzakere ettiniz? Bu güven nereden geliyor? Bu sorular akıllarımızda, bu süreci
ilgiyle ve kaygıyla izledik. Sayın Cumhurbaşkanı, tarihî bir fırsatla karşı
karşıya olduğumuzu söyledi. Bu fırsat kaçırılırsa bazı dış güçlerin bize
dayatmalar yapacağını söyledi ve Meclisin yasama yılının açılış konuşmasında,
yeni yöntemler geliştirme kapasitesine, terörü sona erdirecek, can kaybı
yaşamadan, maddi kayıp yaşamadan terörü sona erdirecek yöntemler geliştirme
kapasitesine Türkiye'nin ulaşmış olduğunu söyledi. Tabii, hepimiz heyecanla
bekledik; nedir, ne oluyor?
Değerli
arkadaşlarım, bu süreç -ilgiyle anlamaya çalıştık- bir defa gizli bir süreç
olarak götürüldü. Yani ne yapılacağını söylememeye iktidar olağanüstü dikkatli
ve kararlı davrandı, ne yapacağıyla ilgili hiçbir açıklamayı hiçbir yetkili
ifade edemedi. Yapılan görüşmelerde bu doğrultuda hiçbir anlamlı, somut öneri,
teklif dile getirilmedi. Sadece, temenniler, iyi niyet ifadeleri, anaların göz yaşına son verme arzusu, bunun paylaşılması, bunun
etrafında bir dayanışma geliştirilmesi bu yöntemin ana karakteristiği oldu.
Gizli bir süreç işletildi. Bu süreç “ucu açık bir süreç” olarak söylendi.
Tabii, “ucu açık bir süreç” dedikleri zaman, elbette, hepimiz haklı olarak “Ne
oluyoruz?” dedik. Yani ne yapacağına daha karar verilmiş bir şey yok; yapılacak
şeyler sınırsız, sonsuz, her şey olabilir. Ne bekliyorsa birileri, onların da
mümkün olabileceği izlenimini vermeyi bir politika olarak tercih ettikleri
anlaşıldı. Kimseyi küstürmeye niyet yok. Türkiye üzerinde kim, ne bekleyişe
sahipse o da olabilir imajını, izlenimini vermenin kararlaştırılmış olduğu
ortaya çıktı.
Bu süreçte Sayın
İçişleri Bakanı “Anayasa değişikliği olmayacak.” dedi, iki gün sonra Sayın
Başbakan çıktı “Hayır, Anayasa değişikliği var.” dedi. Anlaşıldı ki Sayın
İçişleri Bakanının da bu sürecin ne getireceği konusunda tam bir bilgisi
yoktur. Sayın Başbakan “Anayasa değişikliği uzun vadede vardır, masadadır.”
dedi. Yani Türkiye'de, Anayasa’da Türkiye'yi etnik ayrıştırmaya taşımak, millî
bütünlüğü tahrip etmek için bir mücadeleye götürmekte olan çevrelere “Merak
etmeyin, uzun dönemde Anayasa değişikliğini sizin istediğiniz doğrultuda da
masada tutuyoruz.” mesajı bilinçli olarak verildi ve samimi olmayan,
aldatmacaya yönelik bir süreç götürüldü. Nereden çıkarıyorum bunu? Başbakan
dedi ki: “Hazmettire hazmettire söyleyeceğiz.” Yani
kendisi hazmetmiş Başbakan. Başbakan kendisi yapacağı şeyleri hazmetmiş, içine
sindirmiş, ama yukarıdan, tepeden millete bakarak diyor ki: “Ben hazmettim ama
siz hazmedemezsiniz; zamanı var, sizi alıştıra alıştıra,
hazmettire hazmettire bunları size taşıyacağım.” (CHP
sıralarından alkışlar) Bu, samimiyetsizliğin ve aldatmaca amacının resmen bu
projenin içinde yer almış olduğunu bize gösterdi.
Değerli
arkadaşlarım, peki bu süreci iktidar tek başına kendisi mi söylüyordu? Bu
sürecin etrafında bir dayanışma geliştirmeyi aramadı mı? Böyle bir dayanışmayı
kimlerle geliştirdi? Anaların gözyaşına sadece Hükûmet
bu söylemle mi son verecek? İktidarın, anaların gözyaşına son vermesi konusunda
onunla kim işbirliği yapacak, kim el ele verecek, kim onunla birlikte
çalışacak?
AHMET YENİ
(Samsun) – Millet millet…
BAŞKAN – Lütfen
sayın milletvekilleri…
DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Bu, bir türlü netlik kazanmadı, ama bir süre sonra, 19 Ekimde, gene
bir oldubittiyle Türkiye bu sürecin içinde nelerin kotarıldığını, nasıl
kotarıldığını görmek ve değerlendirmek imkânını buldu. 19 Ekim günü, Kandil’den
8 PKK’lı ve Mahmur’dan 26 ya da 28 kişi sınıra geldiler ve içeriye girdiler. Tabii önemli bir olay, Türkiye’ye karşı bir büyük terör mücadelesi
veren bir karargâhın içinden birilerinin oradan ayrılıp, mücadeleyi bırakıp
Türkiye’ye gelme kararını almış olması elbette fevkalade sevindirici,
memnuniyet verici bir olay, ama birdenbire gördük ki buraya gelenler terör
mücadelesini bırakarak, terör örgütünden ayrılarak, terörle bir yere
varılmayacağını tespit ederek, pişmanlık duyarak, o geçmişten koparak gelme
anlayışı içinde değildirler; buraya gelenler ellerinde mektuplarıyla
gelmişlerdir, elçi olarak geldiklerini ifade etmişlerdir ve buraya kendilerini
PKK’nın lideri Öcalan’ın onları gönderdiğini ifade etmişlerdir. “Emirle
geliyoruz, Öcalan adına geliyoruz, liderimiz Öcalan” demişlerdir ve PKK
örgütünün bir üyesi olduklarını, olmaya devam ettiklerini iftiharla ifade
etmişlerdir.
Değerli
arkadaşlarım, bu tablo karşısında tabii, çok enteresan bir manzara ortaya
çıkmıştır. Birdenbire görülmüştür ki bunlar tek başına gelmiş değildir, aynı
anda -İçişleri Bakanının Müsteşarı, Emniyet Genel Müdürü, MİT Müsteşarı-
devletin bütün önde gelen kadroları onları karşılamak üzere Silopi’dedir. Aynı
anda görülmüştür ki onların sorgulamasını yapmak, onların ifadelerini almak ve
onları derhâl yargılayıp tahliye etmek üzere oluşturulmuş bir savcı ve hâkim
kadrosu PKK üyesi bu kişilerin ayağına, Silopi’ye taşınmıştır ve gece yarısı yargılamalarıyla,
arada krizler çıkarak, krizler çıktığı zaman gizli soruşturmayı rayına
oturttursun diye bir siyasi partimizin sayın genel başkanının soruşturma süreci
içine dâhil olması suretiyle, ifade alınırken, ifade tespit edilirken gelen
kişilerin ikna edilmesi ihtiyacı çıktığı zaman -siyasetçi, hâkim, savcı, terör
örgütü üyesi- maaile çalışmışlardır ve sonucunda bunların Ceza Kanunu’muzun 221’inci maddesine göre herhangi bir suç
işlemiş olduklarına dair bir tespit yapılamamış olduğu tespit edilerek, ellerini
kollarını sallayarak ülkeye girmeleri sağlanmıştır ve arkasından, daha önceden
orada çadırlar kurarak büyük hazırlıklar yapmış olan binlerce, on binlerce
insan onları sahiplenerek parti otobüsünün üstünde PKK bayrakları, PKK
amblemleri, Öcalan posterleri, büyük bir alayişle,
âlâyı vâlâ ile Türkiye’ye taşınmıştır ve Hükûmet bunu seyretmiştir.
Bu manzara
karşısında -bu, 19’unda olmuştur- 20 Ekim günü, Sayın Başbakan bu tabloyla
ilgili olarak şunları söylemiştir: “Dün Habur Sınır
Kapısı’nda yaşanan manzara karşısında umutlanmamak mümkün mü? Bu bir umuttur.
Türkiye’de bir şeyler oluyor; iyi, güzel şeyler oluyor, umut verici gelişmeler
oluyor.” Bunu Sayın Başbakan 20 Ekim günü söylemiştir AKP
grup toplantısında ve o gün akşama doğru milletin infiali ortaya çıkınca, bu
tablonun kabul edilemezliği ortaya çıkınca, bu manzara sorgulanmaya başlanınca,
bu defa, Sayın Başbakan, DTP yöneticilerini suçlamaya başlamış, “Şov
yapıyorsunuz, gerilla elbiseleriyle buraya geliyorsunuz, bunu kabul etmem
mümkün değildir.” diyerek konumunu yeniden tanzim etmeye çalışmıştır.
Değerli
arkadaşlarım, bakınız ne olmuştur? Bu süreç içinde Türkiye'nin hukuk sistemi
-çok üzülerek ifade ediyorum, samimi kanaatimdir- resmen katledilmiştir, hukuk
sistemi katledilmiştir. Yani hangi mantıkla, hangi hukuki
cambazlıkla, 25 bin kişinin ölümünden sorumlu bir terör örgütüne mensup olduğunu,
bu örgütün liderinin mesajını, mektubunu getirdiğini söyleyerek Türkiye'nin
sınırına dayanan bir grup insana, bizim hukuk sistemimiz, nasıl olur da bunun
bir suç teşkil etmediği anlayışıyla kararlar alır, kararlar üretir, gece yarısı
orada ayağa taşınmış bir gezici mahkeme ile bir mobil mahkemeyle, bir çadır
yargılaması ile nasıl olur da Türkiye’de böyle bir hüküm verilir. Bunun
hukuki bir dayanağının bulunabileceğini düşünmek kimse için mümkün değildi.
Peki, nasıl oluyor da bu oluyor? Nasıl oluyor da oradan gelenler bunun
olabileceğini bilerek sınıra geliyorlar? Nasıl oluyor da birileri söz
verebiliyor, Türk adliyesi üzerinden söz verebiliyor, kanunların üzerinden söz
verebiliyor ve bu uygulanabiliyor? Bu, gerçekten çok acı bir manzara olmuştur
ve birdenbire bu olayın iç yüzü ortaya çıkmaya başlamıştır. Demek ki, ortada
bir müşterek çalışma var. Çalışmanın hiç kuşkusuz bir iktidar ayağı var ama
onun karşısında bir de muhatabı var, oraya o insanları gönderen muhatabı var. O
“Birlikte gidin” diyor, onun talimatıyla geliyorlar. Bir
tarafta iktidar, bir tarafta İmralı. İktidar İmralı iş birliği içinde bu
gidiyor.
Sayın Başbakan, DTP’nin Sayın Genel Başkanını ziyaret ediyor, konuşuyorlar.
DTP’nin Sayın Genel Başkanı diyor ki: “Muhatap
Öcalan’dır, Öcalan’la konuşun.” Değerli arkadaşlarım ve Öcalan’la konuşuluyor.
Yani, resmen telefonla konuşuluyor değil ama mutabakat sağlanıyor ve bu
mutabakatın sonucunda Türkiye'nin müsteşarları, genel müdürleri, savcıları,
hâkimleri sınıra geliyor belli bir anda ve o mutabakatın sonucu olarak da,
İmralı’nın talimatı doğrultusunda oraya birileri geliyor.
Değerli arkadaşlarım, bu, milletten saklanarak
götürülmüş bir süreçtir. Bu, gizlilik içinde hazırlanmış kotarılmış bir
süreçtir. Şimdi, ben merak ediyorum, Sayın İçişleri Bakanı, konuştuğu bunca
sivil toplum örgütünden herhangi birisine “Biz böyle bir hazırlık yapıyoruz.”
diye bilgi vermiş midir? Onlarla yaptığı konuşmaların iyi niyet beyanlarının
iyimser ortamından yola çıkarak bu emrivakiyi
Türkiye’ye dayatmaya kalkmıştır ve bu toplumumuzun ciddi tepkisiyle karşı
karşıya kalmıştır.
Değerli
arkadaşlarım, şimdi, bu iş birliği var, bu beraber çalışma var, PKK ve Hükûmet bir dirsek teması içine girmişlerdir; çok açık, çok
net; başka türlü izah edilmesi mümkün değil, birlikte kotarılmıştır bu. Şimdi,
böyle bir iş birliği var. Peki, bu iş birliğinin şartı olarak, mesela PKK’nın
terörü bırakması, silahtan vazgeçmesi, bir daha silahlı mücadele yapmayacağına,
inandırıcı şekilde bunu kanıtlayarak, dünyaya söz vermesi gibi bir durum var
mı? Silahtan vazgeçtiği için, terörden vazgeçtiği için mi böyle bir temas yapılmış,
bir anlayış sergilenmek istenmiştir? Böyle bir durum mu var? Hayır. Çok açık
bir şekilde “Biz silahı bırakmayı kesinlikle düşünmüyoruz.” diye resmî
açıklamalar birbiri ardından yapılıyor. Yani PKK silah bırakmayacak, bizim
meşru Hükûmetimiz onunla temas kuracak, yasalarımıza
göre suçlu olan insanları burada bizim kurduğumuz seyyar mahkemeler
aklayacaklar ve bu bir barış süreci olacak, bir hukuk süreci olacak, bir
kardeşlik süreci olacak! Böyle bir şey olabilir mi?
Değerli
arkadaşlarım, bu insanlara tutuklanmayacakları sözü verilmiştir, hukukçular
tarafından değil siyasetçiler tarafından verilmiştir, hukuk katledilerek
verilmiştir ve bunun gereği de yerine getirilmiştir.
Bu süreci
destekleyen bir gazeteci geçenlerde yazıyor, diyor ki: “Ya, bu böyle olmaz,
yani tanıdık dost hâkimlerle bu işi götüremezsiniz, bir an önce kanunları bu
uygulamayı mümkün kılacak şekilde değiştirin.”
Değerli
arkadaşlarım, bu manzara ortadaki çalışmanın ayaklarından birisinin iktidar,
öbürünün İmralı ve PKK olduğu gerçeğini önümüze net bir şekilde koymuştur.
Terörü terk etme kararını almadığı hâlde iktidar PKK’yı fiilen muhatap almıştır
ve iş birliği içine girmiştir.
Değerli
arkadaşlarım, bu, işin temel yanlışıdır. Yani görüntüsel olaylar, yok niye
mutlu oldunuz, niye şenlik yap… Elbette şenlik yapacak. Yirmi beş yıl mücadele
etmiş. Yirmi beş yıl mücadele ettikten sonra buraya elini kolunu sallayarak geliyor
ve senin müsteşarın, hâkimin, savcın “Buyur kardeşim.” diyor. Bu manzara
karşısında sen olsan sevinmez misin? Elbette sevinecekler. “Niye sevinç
duyuyorsun?” Senin verdiğin imkânlardan dolayı sevinç duyuyor, onu sen
yaşattığın için sevinç duyuyor!
SIRRI SAKIK (Muş)
– Öldürsün mü, ne yapsın? Dersim’in katliamı mı
yapılsın, ne yapılsın? (CHP sıralarından “otur.” sesleri)
HAMİT GEYLANİ
(Hakkâri) – Onur Bey’in söylediğini mi yapsın?
BAŞKAN – Sayın Sakık, lütfen… Lütfen Hatibe söz atmayalım. Sükûnetle dinleyelim
değerli milletvekilleri.
Buyurun Sayın
Baykal.
DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Değerli arkadaşlarım, şimdi, bu süreç ne sevinç tablosu dolayısıyla
yanlıştır ne de kılık kıyafetten dolayı yanlıştır. İşin özü yanlıştır. Nedir
işin özü? Elinde silah olanla, terör yapanla hiçbir hükûmet
müzakere etmez, (CHP sıralarından alkışlar) dünyada da etmemiştir. İngiltere
etmemiştir, IRA silahı bıraktığını resmen ilan edip uluslararası mercilere
silahlarını teslim edinceye kadar muhatap almamıştır. İspanya etmemiştir;
İspanya, Bask terörünü Fransa’nın iş birliğini sağlayarak, Fransa’ya kaçmış
olan, Fransa’da himaye gören Basklıları Fransa’nın İspanya’ya iade etmesini
sağlayarak ve silahın bırakılmasını güvence altına alarak çözmüştür. Şimdi,
dünyada ilk kez bir hükûmet, kendisine silahı
doğrulttuğu hâlde ve doğrultmaya devam edeceğini ilan ettiği hâlde, “Bu
hakkımdan vazgeçmem.” dediği hâlde onu muhatap almakta, onunla birlikte
müzakere yapmakta, kanunlarını çiğnemekte, onlara yaranmaya çalışmaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
yanlış olan budur. Terörle mücadele edilir terörle müzakere edilmez. (CHP
sıralarından alkışlar) Barış isteyenlerin sağlaması gereken temel hedef, en
kısa zamanda, derhâl PKK’nın silah bırakmasını sağlamaktır; derhâl PKK’nın
terörden vazgeçtiğini ilan etmesini sağlamaktır. Eğer barışı gerçekten
istiyorsanız “Muhatabınız Öcalan.” diyeceğinize PKK’nın silahı bırakması
gerektiğini çıkarsınız söylersiniz. (CHP sıralarından alkışlar) Ha, “Onu
söylemem, onun silah kullanmak hakkıdır derim ve Hükûmete
de sen çatışmalara son ver ve sen o silahı bırakmadığı hâlde hukukunu çiğne,
bizimle iş birliği yap derim, Barış adımı at derim…”
Değerli
arkadaşlarım, bu süreçte önce bu beraberlik ortaya çıkmıştır ve gene bu süreçte
ortaya çıkan PKK’nın siyasi projesinin değişmemiş olduğudur. Yani bir süre
öncesine kadar bazı çevrelerde bir iyimser umut yaratılmak isteniyordu “Canım,
kimse böyle ülkeyi bölecek, parçalayacak bir talep içinde değil. Hepimiz normal
demokratik haklarımızı talep ediyoruz. Bunun ötesinde bir şey söz konusu
değil.” anlayışı Türkiye’ye kabul ettirilmek isteniyordu. Çok açıkça
görülmüştür ki projede değişen bir şey yoktur, hedefler aynıdır. Hedef…
SIRRI SAKIK (Muş)
– Demokratik cumhuriyet…
DENİZ BAYKAL
(Devamla) - …Türk Milletinin içinden yeni bir millet çıkarmaktır; millî
ayrışmayı, millî parçalanmayı gerçekleştirmektir. O ortaya çıkarılacak olan
yeni millî ayrışmaya ayrı bir siyasî teşkilatlanma, ayrı bir egemenlik sağlama
projesi çok açık bir biçimde ortadadır.
Şimdi bakınız,
uzun süre 15 Ağustosa kadar İmralı’dan gelecek yol haritası beklendi. Yol
haritası geldi. Yol haritasını biz görmedik, kamuoyumuz bilmiyor. Yani ne var
orada, ne var acaba? Yani PKK’yla yıllarca mücadele etmiş, bu uğurda
evlatlarını vermiş olan anaların, babaların şimdi, bugün “İmralı ne istiyor
Türkiye’den?” bunu öğrenmeye hakları yok mudur? Niye Türkiye’den saklıyorsunuz?
Ha, Türkiye’ye
bunu söylersek, belki Türkiye’yi yanıltmak o kadar kolayca mümkün olmaz,
taleplerin iç yüzü ortaya çıkar… E, siz milletin üstünde misiniz? Bazı
gerçekleri siz bileceksiniz millet bilmeyecek, millet adına siz karar
vereceksiniz, milleti siz güdeceksiniz; sonra da bunu “demokrasi” diye
yapacaksınız! Var mı böyle bir şey? Çıkın, söyleyin; nedir talep, ne isteniyor.
Hepimiz çok iyi
görüyoruz ki değişen hiçbir şey yoktur. Millî ayrıştırma, temel hedef olmaya
devam etmektedir.
Değerli
arkadaşlarım, bu manzara artık milletimiz tarafından tespit edilmiştir.
Milletimiz buna karşı tepkisini ortaya koymuştur. Bu tepki karşısında Hükûmet çok şaşırtıcı biçimde, bu tepkiyi gösteren
insanları sindirmeye ve susturmaya gayret etmiştir. PKK bayrakları, Öcalan posterleri
emniyet güçlerinin gözü önünde dolaştırılırken ölmüş evladının emaneti diye
Türk Bayrağı’nı eline alıp bu gelişmeyi protesto etmek için sokaklara çıkmış
olan yaşlı kadınlar Hükûmetin, güvenlik güçlerinin
baskısına maruz kalmışlardır. (CHP sıralarından alkışlar)
Bir bayrak
alerjisi ortaya çıkmıştır Hükûmette. Yani hangi komplekstir, hangi rahatsızlıktır? Bayrak gördüğü anda
rahatsız olmaktadır. Meclisin kapısına gelmiş şehit anneleri, şehit aileleri
ellerindeki bayrakları teslim etmeye mecbur bırakılmış. Bunlar üzüntü verici
tablolar. Bir baktık ki “Anaların gözyaşına son vereceğiz.” diye bir yola
çıkılmış ama analar, evlatlarını şehit vermiş analar bu defa maruz kaldıkları
bu haksızlık karşısında ağlamak durumunda bırakılmışlardır.
Değerli arkadaşlarım,
bu manzara çok temel bir sıkıntıyı ortaya koymaktadır. Türkiye’de terörün
arkasında neyin yattığını, nerelerden kaynaklandığını çok iyi
değerlendirmeliyiz. Bu konuda çok ilgi çekici deneyimler yaşadık. Biliyorsunuz,
önce Suriye’nin himayesinde bir terör dönemi yaşadık. Bu olay karşısında
Türkiye etkili bir mücadele verdi ve o mücadele sonucunda PKK Suriye’deki
karargâhından ayrılmak zorunda bırakıldı. Buna paralel olarak da Türkiye’deki
PKK saldırıları etkisini çok ciddi ölçüde kaybetti ve bu iktidara Türkiye
teslim edildiği zaman hemen hemen fiilen önemini
kaybetmiş bir tablo vardı. 2002 yılındaki şehit sayısı sadece 6 idi. Bugün
şimdi onun 23-24 katı bir terör tablosuyla karşı karşıyayız ve bu açılım
sürecinin başladığı tarihten günümüze kadar 2002 yılında verilmiş olan şehit
sayısının 4 katı şehit verilmiştir.
Değerli
arkadaşlarım, terörle mücadelenin kararlılıkla sürdürülmesi elbette temeldir
ama olayın sadece bundan ibaret olmadığı çok açıktır ama terörle mücadelede
zafiyet gösterenlerin bu mücadeleyi başarıya götürmesi çok güçtür. Bakınız, bu
iktidarın bu konuda çok ciddi yanlışlıkların içinden geçtiğini hatırlatmak
istiyorum. 2006 yılında Terörle Mücadele Yasası’nın 6’ncı maddesine Öcalan’ın
tahliyesini mümkün kılan bir madde konulmuştu; hatırlayacaksınız, açıkça ilan
edilmeden konulmuştu. Bu doğrultuda çok büyük bir mücadele verildi. Bu mücadele
sonucunda önce bunun doğru olmadığı iddia edildi. Biz de bu tablo karşısında “O
zaman çıkarınız bu yasayı da görelim bakalım.” dedik. Sonra tek taraflı bir
kararla iktidar bunu çıkarmaktan vazgeçti. Yani Öcalan’la temas kurma, Öcalan’ı
tatmin etme, onu gerekirse tahliye etme doğrultusunda bir arayışı bu iktidarın
çok uzun süreden beri takip etmekte olduğunu biz çok iyi biliyoruz.
Dubai’de bir
anlaşma imzaladı bu Hükûmet, o zamanki Dışişleri
Bakanı, dedi ki: “1 Milyar dolar bize verin, Kuzey Irak’ta Türkiye’ye yönelik
teröre karşı bir askerî harekât yapmayacağız.” Böyle bir
anlaşma imzalandı ama o anlaşmayı Türkiye Büyük Millet Meclisine taşıyamadılar;
Türkiye Büyük Millet Meclisi onay vermediği için, vermeyeceği için de yürürlüğe
koyamadılar ama bir şey görüldü: Bu iktidar Kuzey Irak’tan Türkiye’ye yönelik
terör tehdidi gelebileceğini, bu tehdide karşı Türkiye’nin kendisini savunmak
durumunda kalabileceğini, bu hakkını mutlaka koruması gerektiğini kesinlikle
düşünmüyor, bunu yok sayabiliyor, bambaşka bir anlayış içindedir. Şimdi,
böylesine bir zihniyetle, anlayışla bu Hükûmetin
terör mücadelesini götürmekte olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Bu, o
konudaki zafiyetin ana nedenlerinden birisidir.
Değerli arkadaşlarım, terörle mücadele elbette devam edecektir ama
bugün karşı karşıya bulunduğumuz tabloyu doğru değerlendirmek için, bizim
önümüze getirilen sorunun arkasında ne yatıyor konusuna şu şekilde bakmamız
gerekir diye düşünüyorum: Türkiye olarak biz bu konuyu aşabilmek için, önce,
bir defa terörle hiçbir şekilde müzakere etmemeyi temel bir politika hâline
getirmeliyiz. Bu bize özgü bir karar değil,
dünyanın gerçeğidir. Ancak ne yaptığını bilmeyen şaşkın iktidarlar, elinde
silah olanların gözüne girerek teröre son verme gayreti sergilerler. (CHP
sıralarından alkışlar) Bunun hiçbir geçerliliği olmadığını anlamalıyız. Teröre
yaranarak bir yere varılmaz ama Türkiye’de bir sorun, sıkıntı varsa o sorunla
sıkıntıya da çare bulmak lazımdır. Nedir o sorun, sıkıntı?
Değerli
arkadaşlarım, bakınız, Türkiye’de biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak yirmi yıl
önce kamuoyunun önüne bir raporla çıktık, yirmi yıl önce. Bu rapor bir önemli
iddiayı ortaya koyuyordu ve o zaman da var olan sorunlara yönelik bir proje
olarak ifade edilmişti. Neydi o zaman var olan sorunlar? O zaman bir insanın
“Ben Kürt’üm.” demesi yasal olarak mümkün değildi. Kürtçenin konuşulması
yasaktı. Çerkezce konuşmak mümkündü, Arapça konuşmak mümkündü, Arnavutça
konuşmak mümkündü, “Ben Arnavut’um.” demek mümkündü, “Ben Çerkez’im.” demek
mümkündü ama “Ben Kürt’üm.” demek mümkün değil idi. Bu Türkiye gerçeği. Bu
gerçek karşısında biz bu gerçeği istismar etme yerine ne yapılması gerektiğine
inanıyorsak onu çıktık ilan ettik. Yirmi yıl önce, 1989 yılında ve dedik ki:
“Türkiye bir ırk devleti, bir kan devleti, bir kafatası devleti değildir. Bizim
milletimizin içinde elbette birbirinden farklı etnik kimliklere mensup insanlar
vardır. Onların kendi ana dillerini konuşmak temel haklarıdır; kendi
kimliklerini yaşatmak temel haklarıdır, onunla iftihar etmek haklarıdır; kimse
onların kimliklerini ifade etmesini engelleyemez, kimse onların ana dilini
konuşmasını engelleyemez.” dedik ve bu raporu yazdık. (CHP sıralarından
alkışlar)
SIRRI SAKIK (Muş)
– Arkasından Kürt milletvekillerini de partiden ihraç ettiniz. Sana rağmen
yapıldı o program. Kürt milletvekillerini kim ihraç etti, siz etmediniz mi?
DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Ve 1991 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisine ilk kez, ilk kez
benim imzamla ve diğer 38 arkadaşımın imzasıyla Kürtçenin de konuşmasının
önündeki yasal engelin kaldırılması amacıyla bir kanun teklifi verildi.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – O raporda biz vardık ama sonradan Dersim modeline geldiniz.
DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Şimdi, bunları dinlemekten rahatsız olmayın…
BAŞKAN – Lütfen…
Sayın milletvekilleri…
DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Bunları dinlemekten rahatsız olmayın. Sorunlarınızı bize aktarın,
konuşuruz. (DTP sıralarından gürültüler)
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Ben de vardım…
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen Hatibi dinleyelim.
DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Şimdi, ben bu konuya nasıl baktığımı anlatıyorum. Sabırla dinleyin.
Biz sizi dinledik, siz de bizi dinleyin.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Buyurun, okuyun. Arkasında durur imza atarız.
DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Yani bu sözlerden telaşlanarak, tepki göstererek bir yere
varamazsınız. (DTP sıralarından gürültüler)
HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Söylediklerinizin arkasında durun, o lafların arkasında durun.
DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bunlar tarihî gerçekler. Bu, işin özüdür.
Yani biz o zaman çıkmışız demişiz ki: “Kimsenin etnik kimliğine yasak
koyamazsınız.” ve ayrıca demişiz ki: “Devlet hiçbir zaman vatandaşının etnik
kimliğini fark edemez, etnik kimliğini göremez, etnik kör olmak zorundadır.”
SEBAHAT TUNCEL
(İstanbul) – Şimdi?
DENİZ BAYKAL
(Devamla) – “Kimsenin etnisitesiyle devlet
uğraşmasın, kimsenin etnisitesine karışmasın,
kimsenin etnisitesine yaranmaya çalışarak bir yere
gidebileceğini zannetmesin. Etnik konuları o anlayışa mensup olan insanlara
bırakın. Sivil toplum olarak her türlü faaliyeti özgürce yapma imkânını
sağlayın, gerisine de karışmayın. Etnisiteye
karışırsan bu işin altında kalırsın, çok ciddi zarar verirsin.” demişiz. O
zaman demişiz. (CHP sıralarından alkışlar).
Yani demişiz ki o
zaman: “Her etnik kesim kendi televizyonunu kursun, radyosunu kursun ama devlet
karışmasın.” demişiz. Devlet eğitim işine karışmasın, etnik eğitim işine
karışmasın.” demişiz.
M. NURİ YAMAN
(Muş) – Özel okullar…
DENİZ BAYKAL
(Devamla) – “Herkes kendi etnik kimliği içinde özel çalışmalarını yapsın,
derneklerini kursun ama eğitime etnik dili karıştırmayın.” demişiz.
Şimdi, bu, bizim
o zaman koyduğumuz çizgi ve bence çok büyük bir hizmet. Bunu yaptığımız zaman
biz DGM’ye verildik. O zamanki devlet güvenlik mahkemeleri bizi hesap vermek
üzere çağırdı “Ne yapıyorsunuz? Türkiye’yi bölüyorsunuz.” diye. “Siz o
kanunlarla Türkiye’yi bölüyorsunuz.” dedik biz. “Bir etnik kesime ana dilini
konuşma hakkını nasıl tanımazsın? Bir insanın kimliğini ifade etmek hakkını
nasıl yasaklarsın? Bu, kabul edilemez” dedik. Bunun mücadelesini biz yirmi yıl
önce verdik.
Şimdi değerli
arkadaşlarım, geldiğimiz noktada olay başka. Şimdi, deniliyor ki: “Bu etnik
kimlikten yola çıkarak…” Yani biz ne diyorduk o zaman? Türkiye’de bir Çerkez
hangi hakka sahipse Kürt de o hakka sahip olacaktır; bir Arnavut hangi hakka
sahipse Kürt de o hakka sahip olacaktır; olmalıdır. Bunu sağlamalıyız. Bunun
hukuku geride bıraktığımız yirmi yıllık süreç içinde gerçekleştirildi ve bugün
Türkiye’de hukuk bakımından en azından bu konuda bir problem yok ama yaşanan
gerçek hâline hâlâ dönüşmemiştir. Bu hukuki düzenleme hayatın bir gerçeği
hâline Türkiye’nin her yerinde tam dönüşmemiştir. Türkiye’de bürokraside bu
anlayışın yerleştirilmesine ihtiyaç vardır, bunun samimiyetle benimsenmesine
ihtiyaç vardır ve bu zihniyetin bütün ülkemizde paylaşılmasını sağlamaya
ihtiyaç vardır. Bunlar önümüzdeki problemler ama bunun sağlanmasına, etnik
kimliğe özgürlük…
Ha şimdi
geldiğimiz noktada bazıları diyor ki: “Yetmez.” Ee ne
yapacağız? “Bu etnik kimliği bir ayrı millete dönüştüreceğiz. Türkiye’de ayrı
bir millete dönüştüreceğiz, ayrı bir millet olarak bizi kabul edeceksiniz ve
biz ayrı millet olarak bir Çerkez’in, bir Arnavut’un, bir Arap’ın, bir
Gürcü’nün sahip olduğundan daha farklı, imtiyazlı bir statüye sahip olacağız.”
Bu söyleniyor şimdi.
Değerli
arkadaşlarım, bu yanlıştır. Bu, Kürt kökenli insanlarımız için yanlıştır; bu,
hepimiz için yanlıştır; bu, bölgenin barışı, istikrarı, huzuru için yanlıştır.
O istikamete girdik mi ne olacağını merak ediyorsanız Irak’a bakınız, Irak’a
bakınız, diğer Orta Doğu ülkelerine bakınız. Böyle bir
tehlikeye Türkiye’nin sürüklenmesini önlemek için etnik kimliğe saygı
göstereceğiz ama bunu bir millî ayrıştırmaya dönüştürmek isteyen ve bunu da
silahla dayatmak isteyen, içeriden, dışarıdan birilerinin desteklerini
ayarlayarak, her birisinin kendi hesabını göz önünde bulundurarak, içerde mayın
patlatarak, masum insanları öldürerek, şiddetle, terör tehdidiyle millî
ayrıştırmayı dayatmaya kalkmak kabul edilemezdir! (CHP sıralarından
alkışlar)
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, buradaki mesele şu: Elbette herkes kendi kimliğine sahip olacak
ama o kadar. Bizim bir devletimiz var. Devletimizin adı “Türk
devleti”, milletimizin adı “Türk milleti.” “Bu, bir etnik dayatma.”
diyor değerli arkadaşlarım. İnsaf ediniz! Yani bu etnik dayatmayı Türkiye’de
Çerkezler hissetmiyor, Araplar hissetmiyor, Arnavutlar hissetmiyor, milyonlarca
Kürt kökenli vatandaşımız hissetmiyor da PKK hissediyor diye biz de öyle
hissetmek zorunda mıyız? (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
SIRRI SAKIK (Muş)
– Benim sorunum değil ki! Ben hissediyorum.
DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Değerli arkadaşlarım, buradaki “Türk milleti” lafı etnik bir anlam
taşımaz. Bu, bize dünyanın verdiği bir addır, dünyanın verdiği bir ad. Bize
“Türk” diyorlar. Yani “Türk” derken Kürt’ünü, Arap’ını ayırmadan diyor. “Siz
Ermenileri kestiniz.” diyor, “Türkler, Ermenileri kesti.” diyor. “Türkler
Ermenileri kesti.” derken onlar, acaba, Kürtler kesmedi de etnik Türkler kesti
mi demek istiyor? Ne alakası var?
AHMET YENİ (Samsun) – Yanlış.
DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Yanlış bunlar tabii. Bunlar yanlış. Bu yanlışın Kürt-Türk ayırmadan
bize yönelik yapıldığının altını çizmek istiyorum.
SELAHATTİN
DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Kesmenin kendisi yanlış.
DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Yani, Bosna’da Boşnaklar var. Gidin, Boşnaklara bir sorun bakalım,
Sırplar, diğerleri onlara ne diyor? “Boşnak.” Dili farklı. “Türk” diyor.
Değerli
arkadaşlarım, burada Arnavutlar yaşıyor, burada yaşayan Arnavutlar var,
“Arnavutluk” diye de bir ayrı devlet var. Türkiye’de Araplar var, Suriye’de
Arap var, Mısır’da Arap var, Irak’ta Arap var…
SIRRI SAKIK (Muş)
– Kardeşim, biz bu toprakların sahibiydik, biz sonradan gelenler değiliz.(CHP
sıralarından “Dinle, dinle!” sesleri)
İSA GÖK (Mersin)
– Dinle, hiç mi kültür yok!
BAŞKAN – Lütfen
sayın milletvekilleri…
DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Yani, Türkiye’deki her etnik kimliği bir ayrı siyasi devlet hâline
dönüştürme yaklaşımı içine mi gireceğiz? Biz, burada bir millî devlet
oluşturmuşuz. Bu millî devlet kimsenin etnik kimliğini sorgulama hakkına sahip
değil. Herkesin etnik kimliğine herkes saygı göstermek
zorunda. Bu konuda geçmişte yanlışların yapıldığı doğrudur,
haksızlıkların yapıldığı doğrudur ama onları kaldırmak için biz öncülük
yapmışız, yirmi yıl önce bunun mücadelesini vermişiz. Bunları aşacağız ama
şimdi geldikten sonra “Millî ayrışmayı getirelim, ayrı bir millî devlet
kuralım…” Yok böyle bir şey. Bunda kimsenin yararı
yok. Bunun modası geçti, bu 19’uncu yüzyılın projesi, bitti bu iş. Şimdi burada
hepimiz bir millî devlet olarak beraberiz. Türkiye’de yaşayan Arnavut Türk
milletinin Arnavut’udur, Türkiye’de yaşayan Çerkez Türk milletinin Çerkez’idir,
Türkiye’de yaşayan Kürt de Türk milletinin Kürt’üdür, hiç şüphe yok. (CHP
sıralarından alkışlar)
70 milyon
insanız. Güneydoğuda yaşayanların çok daha fazlası Türkiye'nin diğer yerlerinde
Kürt kökenli vatandaşlarımız olarak yaşıyorlar. Türkiye’de çapraz evlilikler
yaşanmış, yüz binlerce çapraz evlilik yaşanmış, milyonlarca insan gitmiş
ülkenin değişik coğrafyalarında hayat kurmuş, evlenmişler, iş tutmuşlar, çoluk
çocuk sahibi olmuşlar, ticaret yapıyorlar. Hayatın bir
parçası. Şimdi onlara diyeceğiz ki: “Etnik kökenin dolayısıyla gel seni
ayrıştıracağız.” Var mı böyle yağma? Bunda kimin yararı var? Onlar hayatlarını
kurmuşlar, çocuklarını okutacaklar, yetiştirecekler “Hayır, sen gel etnik
kökenin dolayısıyla seni ayrı bir milletin parçası hâline getireceğiz…”
Değerli
arkadaşlarım, bunu demokrasi adına kim söylüyorsa yanlış söylüyor. Demokraside
böyle bir şey yok. (CHP sıralarından alkışlar) Demokraside hiçbir millî devlet
kendi içindeki insanların millî ayrışmasını teşvik edecek uygulamalara
kesinlikle izin vermez. Ne Avrupa Birliğinin müktesebatı ne uluslararası hukuki
sözleşmeler, insan hakları sözleşmeleri; her etnik kimliğe ayrı bir millî
devlet hâline dönüşme yolunu açacaksın, kendi ana dilinde ayrı bir eğitim
düzeni kuracaksın… Yok böyle bir şey. Bunlar bizi
ayrıştırır.
Değerli
arkadaşlarım, şimdi bakınız, bu Hükûmetin getirdiği
bu projelerin içinde maalesef bütün bunlar birer mayın olarak yerleşmiştir.
Tabii, Hükûmet yılmış, kamuoyunun yükselen tepkisini
görmüş, sessizce, işte orada “seçmelik dersler” falan diye üniversitede
götürecek. O seçmelik dersi Sayın İçişleri Bakanı, Anayasa’nın 42’nci maddesi
karşısında nasıl uygulayacaksın, nasıl uygulayacaksın? Anayasa’nın 42’nci
maddesiyle nasıl bağdaştıracaksın onu?
SIRRI SAKIK (Muş)
– Peki sizin raporunuz nasıl uygulanacak?
DENİZ BAYKAL
(Devamla) - Bütün bunlar… “Onu değiştireceğiz…” Anayasa’yı niçin değiştirmek
istediğiniz bu vesileyle de bir ayrı kez ortaya çıkmış oluyor.
Değerli
arkadaşlarım, bakınız, bu bölgede yapılması gereken şey, hiç şüphe yok herkesin
kimliğine saygı göstermektir, devletin bütün unsurlarının ona o saygıyı
göstermesini güvence altına almaktır, kimsenin etnik kimliğinden dolayı hiçbir
baskıya maruz olmayacağının güvencesini ortaya koymaktır, herkesin etnik
kimliğinin kendi şerefi olduğunu kabul etmektir.
Türkiye’de “Ben
Kürt’üm.” diyebilmek o insanların elbette şerefidir, şanıdır, onurudur,
hakkıdır, hiç şüphe yok. (CHP sıralarından alkışlar) Bu konuda hiçbir
tartışmayı kabul etmemiz mümkün değildir. Etnik kimlik herkesin şanıdır,
şerefidir, onurudur ve onu yaşatmak, ana dilini kullanmak, özgürce kullanmak
hakkıdır.
Türkiye’de bir
başka etnik kesim hangi hakka sahipse Kürtler de o hakkın tümüne sahip
olacaklardır. Dünyadaki bir ulus devlette bir etnik kimliğe tanınan
özgürlüklerin tümü Türkiye’de de bizdeki bütün etnik kimliklere tanınacaktır.
Bu konularda bir problem yok ama bu demek değildir ki “Biz ayrıyız, bak terör
anaları ağlatıyor, gel analar ağlamasın, benim istediğimi ver, biz de
ayrışalım.” Yok böyle bir şey! Yok
böyle bir şey!
SIRRI SAKIK (Muş)
– Sen istesen de ayrışmaz.
DENİZ BAYKAL
(Devamla) - Üzüntü verici olan tabii, Türkiye’de iktidarın bu anlayışa
kendisini teslim etmeye başlamış olmasıdır. Bu çok üzüntü verici bir tablodur.
Hâlbuki yapılması gereken şey, bizim bir an önce bakış açımızı değiştirmektir.
Hükûmet PKK’ya bakıyor, Hükûmet PKK’yla iş birliği yapmaya çalışıyor, bu konuda
aracıları kullanmaya çalışıyor. Dış aracılar zaten onu telkin ediyorlar, onlar
zaten devrede, içerideki insanların da katkılarını alarak, PKK’yla iş birliği
yaparak bu işi kontrol etmeye çalışıyor. Çıkmaz yoldur, hiçbir yere götürmez.
Yapılması gereken
şey: Açılım yapacaksanız yapacağınız açılım PKK açılımı olmayacak, gerçekten
Kürt açılımı olacak, Kürt kökenli insanlarımıza yönelik açılım yapacaksınız, o
insanlara bakacaksınız. O insanlara baktığınız zaman ne göreceksiniz? Çok açık
bir şekilde orada çok büyük bir ekonomik ve sosyal reformlara ihtiyaç var.
İşsizlik
olağanüstü. İşsizlik, değerli arkadaşlarım, her işin başı, bütün kötülüklerin
anası. İşsizlik aileyi çökertiyor, sosyal dokuyu çökertiyor; işsizlik gençleri,
insanları geleceksiz bırakıyor ve onları çaresiz bırakıyor. Bu
çaresizlik duygusunu ortadan kaldırmak lazım.
Bölgeye çok ciddi
bir ekonomik program uygulamak lazım, öyle böyle değil. Laf ola bütçe görüşmelerinde
şunu yaptık, bunu yaptık ölçüsünde değil, sırf bu iş için büyük kaynak ayırarak
Türkiye’nin Güneydoğu Anadolusu’nu ayağa kaldıracak
çok ciddi ekonomik atılımlar yapmak lazım. Hâlâ GAP’ı bitiremedik değerli
arkadaşlarım, kırk yıllık işimiz. Sulamanın hâlâ yüzde 13’ü yapılmış hâlde.
Bölgeyi en kolay olumlu etkileyecek, halkın refahını yükseltecek proje; bir an
önce bitirmek lazım. Konuşuyoruz, “12 milyar dolar ayırdık.” dedi daha önce Hükûmet, ortada hiçbir şey yok. Hangi ihaleleri yaptınız? Hâlâ Mardin ovası susuz. Barajlarda toplanmış sular ama o
suları toprağa taşıyacak sulama projeleri bir türlü harekete geçirilemiyor.
Buna bir an önce son vermek lazımdır.
Orada değerli
arkadaşlarım, teşvik uygulamasıyla, bugüne kadarki anlayış içinde, ekonomik
yapıyı değiştirmek mümkün değildir çünkü teşvik, yolsuzluğu finanse eden bir
uygulamadır. Teşviki alanlar, o bölgede aldıkları parayı götürüyorlar
Türkiye’nin batısına, oraya yatırım yapıyorlar ve bölgenin kalkınmasına destek
vermiyorlar. Bunun önüne bir türlü geçilememiştir. Yapılması gereken iş,
doğrudan devleti oraya sokmaktır. (CHP sıralarından alkışlar) Doğrudan devleti
Güneydoğu Anadolu’nun kalkınması için devreye sokmaktan başka çare yoktur.
İtalya bunu geçmişte uygulamıştır. Biz, kendi kalkınmamız için geçmişte bunu
uyguladık. Şimdi, Güneydoğu için bunu uygulamak kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Oraya fabrikaları kuracaksınız, Etibanklar, Sümerbanklar, Et-Balık Kurumları hepsi
kapatıldı; o bölgede kuracaksınız. O bölgenin madenini işleteceksiniz. O
bölgenin ürünlerini değerlendireceksiniz ve orada insanlar binlerce, on
binlerce insan orada iş sahibi olacak. 11 çocuğu var, işi yok, çocuklarına
yiyecek alacak imkânı kalmamış. Böyle bir aile düzeni içinde, elbette, teröre giden
insanları kendi elimizle ortaya koyuyoruz. Bunu değiştirecek en etkin yol, o
insanlara geçim kapısını açmaktır. “E, canım, zarar ediyor devlet teşkilatı,
kurarsak, devlet ekonomik işletmesi kurarsak.” Zarar ederse, zarar etsin. Bu,
ekonomik hesap işi değil, finansman, hesap işi değil, bunun gereğini
yapacaksınız, bu bir barış projesi, mutlaka uygulayacaksınız. (CHP sıralarından
alkışlar)
Bakınız, bir
mayından temizlenme söz konusu. O işte dahi o bölgeye onu düşünemedik. O işi
dahi, kim yaparsa ona vermek için Hükûmet çırpındı
durdu, neyse ki Anayasa Mahkemesinin kararıyla önledik. O mayından temizlenecek
araziler mutlaka o bölgenin refahı için, kalkınması için harcanmalıdır, mutlaka
bunun yolu ve yöntemi bulunmalıdır.
Aynı şekilde,
bölgeye yönelik olarak çok ciddi bir eğitim hamlesi yapmaya ihtiyaç var.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de devlet eğitimi bilinçli bir şekilde
çökertildi. Bugün, ancak, cebinde parası olanlar, çocuklarını kolejlerde ya da
dershanelerde hazırlayarak, yetiştirerek doğru dürüst okullara gönderme
imkânına sahip. Yoksa, devlet okullarından, eskiden
olduğu gibi, halk çocuklarının gelip yetişme şansı maalesef kalmamıştır. O
bölgeye, bütün bu anlayışları ortadan kaldıran bir yaklaşım içinde ciddi bir
eğitim projesiyle girmek lazımdır. Türkiye’nin en başarılı okulları, kolejleri,
Anadolu liseleri, fen liseleri, Türkiye’nin en değerli öğretmenleri, en iyi
teşvikler onlara sağlanarak, her birisi, Güneydoğu’daki o illerde, ikişer, üçer
tane, en başarılı okullar olarak kurulmalıdır, mutlaka bu
gerçekleştirilmelidir. O bölgedeki çocukların gelecekte Türkiye’nin tümüne
hükmedebilecekleri, Türkiye’nin tümüne yönelik söz sahibi olabilecekleri güven
onlara mutlaka verilmelidir. Şimdi, okulda hoca yok, matematikçi yok, yabancı
dil yok, bilmem fen dersleri yok, oralarda oyalanıyor, sonra da yıl sonunda ÖSYM’lerde tabloyu görüyoruz. Okulu birincilikle
bitirmiş ama sıfır çekmiş bilmem ÖSYM sınavında. Bu tabloyu değiştirmek lazım
değerli arkadaşlarım. Bu, terörle mücadele yöntemi işte. Anaların
gözyaşına son vermek istiyorsanız oradaki çocuklara sahip çıkacaksınız, oradaki
insanlara iş vereceksiniz. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım,
kadın projesi fevkalade önemli. Kadın, Güneydoğu Anadolu’nun
özü. O insanlara sahip çıkacaksınız. Aileleri güçlendireceksiniz. Öyle,
yeşil kart uygulamasıyla ya da arada sırada ramazanda poşet dağıtarak falan
değil, sosyal güvenlik sistemini oturtarak, onlara gerekli desteği vererek,
onların devletlerine güvenmelerini, çocuklarını doğru dürüst yetiştirmelerini
mümkün kılacak şekilde çok ciddi kaynak ayıracaksınız, teşkilat kuracaksınız,
Güneydoğu’daki kızlarımıza, kadınlarımıza sahip çıkacaksınız. Bütün bunlar
kaçınılmaz temel ihtiyaçlar olarak gözüküyor. Bunları mutlaka gerçekleştirmemiz
lazım.
Ekonomiye ve reformlara bölgede girmek lazım.
Kimlik konusunda
bir tereddüdü zihinlerden söküp çıkarmak lazım ve PKK’yı etkisizleştirmek için
bir programı etkili bir biçimde kullanmak lazım. Diplomasiyi
seferber ederek kullanmak lazım; Irak’la iş birliği olanaklarını seferber
ederek kullanmak lazım.
Değerli
arkadaşlarım, bakınız, son zamanlarda Dışişleri Bakanımız Erbil’e
gitti. Kuzey Irak yönetimiyle bir araya geldi; kapsamlı bir ekonomik iş birliği
projeleri açıkladı; yakın bir iş birliği içine girmemiz öngörüldü. Peki, Kuzey
Irak’ın Türkiye’ye yönelik yapması gereken bir şey yok mu? Yani bizim Kuzey
Irak’tan ve Irak’tan yapmamız gereken bir talep yok mu? Çok afaki
bir şekilde “PKK’yı tasfiye et.” sözünü kastetmiyorum mesela, PKK’nın bir terör
örgütü olarak ilan edilmesini sağlayamaz mıyız? Hâlâ Kuzey Irak, PKK’nın bir
terör örgütü olduğunu söyleyememiştir. Mesela, örgütün elebaşılarından
bazılarının Türkiye’ye teslim edilmesini sağlayamaz mıyız? Sağlamamız
gerekmiyor mu? Bakın, Amerika ilan etti. 3 kişi uyuşturucu yolsuzluğuyla
uluslararası suçlu ilan edildi. Bari, bunları onlardan
almanın bir yolunu bulamıyor musunuz? Koca Türkiye… O kadar geniş paketlerle
gittiniz, Erbil’i Dışişleri Bakanı olarak ziyaret
ediyorsunuz, olağanüstü önemli bir adım. Bunun karşılığında ne aldığınızı
doğrusu çok merak ediyorum. PKK’yı terör örgütü olarak ilan ettirebildiniz mi?
Onlardan, örgütün elebaşılarının teslimini sağlayabildiniz
mi? PKK örgütünün siyasi büroları hâlâ faaliyet hâlindedir Kuzey Irak’ta.
“Kandil’e ulaşmak mümkün değil, çok güç…” Peki, Kandil’e ulaşmak mümkün değil
de, Kandil’e giden yolları tutmak mümkün değil mi? O yollar kimin kontrolünde?
SIRRI SAKIK (Muş)
– Git, tut!
DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Kandil’in lojistik ihtiyaçları, yiyeceği, içeceği, silahı, ilacı,
cephanesi nereden geçiyor? Kaç yoldan geçiyor? O yolları kim denetliyor? Bunu
sağlamak mümkün değil mi? Bu sağlanabilmiş diyebilir miyiz?
Değerli
arkadaşlarım, yani bizden birileri bir şey istiyor, yapıyoruz. Ee, biz de birilerinden bir şey isteyelim Allah aşkına!
PKK’yı etkisizleştirecek bir politikayı kararlılıkla ortaya koyun; diplomasiyle
uygulayın, ekonomik imkânlarla, ekonomik iş birliğiyle uygulayın, uluslararası
hukuku seferber ederek uygulayın, Türkiye'nin gücünü ortaya koyarak bunu
sağlayın. Sağlayın… (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım “PKK’yla biz anlaşırız, Kandil’le biz müzakere ediyoruz, İmralı
bize bu bağlantıyı sağlıyor” diyorsanız, buradan bir yere varmanız mümkün
değildir çünkü -PKK’yı- elbette dünya şartları onun giderek artık orada
varlığını sürdürmesini imkânsız kılacak yönde gelişiyor. PKK’nın orada kendini
devam ettirmesi Amerika’nın buradan ayrılışından sonra elbette kolay değil ama
unutmayın, PKK’yı kendi amaçları için orada kullanmaya hazır yerel güçler var.
Kuzey Irak’ta, PKK’yı gerekirse Türkiye’ye karşı kullanmak, pazarlık etmek için
kullanmak, Kerkük sorunu için kullanmak amacıyla besleyen, destekleyen güçler
var. O güçlerle işinizi halledin. Bu doğrultuda bir çalışmanın maalesef hiçbir
işaretini göremiyoruz, bundan da çok büyük üzüntü duyuyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bir defa, şunu hepimizin çok iyi bilmesi
lazım: Türkiye'nin terörle mücadelesini başarıya ulaştıracak olan temel unsur,
hiç kuşku yok o bölgedeki insanı kazanmaktır, o bölgedeki insana, Türkiye'nin
bütünselliği içinde diğer farklı etnik kökenlere sahip olanlar gibi hak ve
hukuk sahibi olduğu duygusunu onlara vermektir; onları, dışlanmışlık, tecrit
edilmişlik duygusundan çekip çıkarmaktır, lafla değil uygulamayla bunu
yapmaktır. Bu, yapmak zorunda olduğumuz bir
şeydir, yapılabilecek olan bir şeydir ve bunu yapmalıyız.
Elbette, bizim
çok acı geçmiş anılarımız var, bu bölgede yaşadığımız olumlu olumsuz günler
var, çekilmiş ıstıraplar var. İlişkilerimizi kurarken birbirimizin
duyarlılıklarına saygı göstermek en temel sorumluluğumuz olmalıdır. Kimse
kimseyi peşin olarak mahkûm etmemelidir, kimse kimseyi dışlamamalıdır. Herkesin
duygularına, düşüncesine, anlayışına, acılarına, anılarına saygı göstermelidir.
Bu konuda hiçbirimiz geçmiş acıları kaşıyarak, kurcalayarak, birbirimize fatura
ederek bir yarar sağlayamayacağımızı bilmeliyiz. Birbirimizin gönlünü kazanmak
durumundayız, birbirimize saygı göstermek durumundayız. Yaşadığımız acı olaylar
ne olursa olsun artık el ele, birlikte yaşamak zorunda olduğumuzu birbirimize
hatırlatmak zorundayız. O nedenle, ben, ta bin yıllık bir tarih içinde Selçuklu
döneminde, Osmanlı döneminde, cumhuriyet döneminde yaşanmış acıların tümüne
saygı gösteriyorum. O acıları yaşayan insanların duygularına, hassasiyetlerine
saygı gösteriyorum ve onların hiçbir zaman bir siyasi çekişme konusu hâline
getirilmemesinin olağanüstü önem taşıdığını bir kez daha ifade etmek istiyorum.
Artık, biz yüzümüzü geleceğe yönelteceğiz, el ele vereceğiz ve birlikte
yürüyeceğiz. Geçmişte elbette –Sayın Türk, konuşmasında söyledi- hiçbir şekilde
kabul edilemez çok acı ifadeler kullanılmıştır, çok yakışıksız değerlendirmeler
yapılmıştır ama o anıların üzerinden geleceğe bakamayız, onlar artık unutulmuş.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın
Baykal, süreniz doldu, ne kadar bir süreye ihtiyacınız var tamamlayabilmeniz
için?
DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Kısa bir süre.
BAŞKAN – Tamam,
açıyorum.
DENİZ BAYKAL
(Devamla) – O nedenle, geçmişi bu acı anılarıyla birbirimize fatura ederek
değil, onları geride bırakma kararlılığı içinde yeni bir geleceğe yüzümüzü
döndürmeliyiz diye düşünüyorum. Biz, bu doğrultuda bakıyoruz, bu anlayışla
bakıyoruz. Bu doğrultuda, Türkiye'nin tümünü, etnik kimliği ne olursa olsun,
etnik özelliği ne olursa olsun, bütün vatandaşlarımızın ortak vatanı olarak
düşünüyoruz. Türkiye'nin yetmiş iki milyon tapusu var. Bu tapunun her biri,
teker teker her bir vatandaşımızın elindedir (CHP
sıralarından alkışlar) ve kimse onların etnik kimliğini sorgulamak hakkına
sahip değildir. Etnik kimliği devletin görme hakkı yoktur, görmesi mümkün
değildir. Kimse de “Biz şu etnik kimliğe sahip olanlar.” diye ayrı baş çekmeye,
ayrışmaya, kümeleşmeye yönelmemelidir. Hepimizin bireysel hakkı ve hukuku eşit
olarak en yüksek düzeyde güvence altına alınmalıdır, alınacaktır ama hiçbir
zaman, Türkiye’yi ayrıştıracak, parçalayacak bir sürecin parçası hâline kimse
dönüşmemelidir.
Bu yaklaşımın
temel çıkış anlayışı olduğuna inanıyorum. Türkiye bunu başaracaktır. Buradaki
ana nokta, Hükûmetin Türkiye’ye bir bütün olarak
değil etnik kimlikler penceresinden bakma anlayışını artık bırakması gereğidir.
Maalesef, çok uzun süre, Sayın Başbakan, işte, yirmi sekiz ya da otuz sekiz
kimliği birbiri ardından söyleyerek Türkiye tarifi yapmayı çok önemli
saymıştır. Bu, fevkalade yanlış bir yaklaşımdır. Elbette herkesin kendi etnik
kimliği vardır ama siyasetçilerin bunları diline dolaması doğru değildir, uygun
değildir. Siyasetçinin görevi, bütün etnik kimliklere mensup olanlara eşit
bakmaktır ve onların bir bütünün parçası olduğunu ifade etmektir. O bütünün
adını söylemekten de hiçbir zaman Türkiye’yi yönetenler geride kalmamalıdır.
Şöyle yüreğini doldura doldura, ben, Başbakanın “Türk
milleti” dediğini duymak istiyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
Bu konudaki
zafiyetin Türkiye’yi ayrıştırmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürdüğünü, onlara
fırsat verdiğini kesinlikle unutmamalıyız. Şunu net bir şekilde söylemeliyim:
Ben, Hükûmetin bugün mahcup mahcup
açıklamaya başladığı ama temelinde etnik ayrıştırmayı millî eğitime taşımaya
yönelik o projelerini görerek bunun çok sakıncalı bir istikamet olduğuna
kesinlikle inanıyorum. Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz, ulus devletimizi,
uluslaşma sürecimizi, millet olma mücadelemizi sahiplenmeye devam edeceğiz; bu
doğrultudaki arayışlara hiçbir zaman katkı ve destek vermeyeceğiz; onları ve iş
birliği yaptığı insanları tarihî sorumluluklarıyla baş başa bırakacağız.
Hepinize teşekkür
ederim, sevgiler, saygılar sunarım. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, genel görüşme önergesi üzerinde şimdi de gruplar adına son
konuşmayı yapmak üzere, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Adana
Milletvekili Ömer Çelik. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurun, hoş
geldiniz.
AK PARTİ GRUBU
ADINA ÖMER ÇELİK (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce Meclisi
ve aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.
Biz burada,
bugün, aslında milletin iradesini gösteren, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
gündemine hâkim olduğunu gösteren çok önemli bir tartışma yapıyoruz.
IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Çeşitli İşler
- Gösteri ve Protestolar
1.- İki dinleyicinin slogan atması nedeniyle dinleyici
locasından dışarı çıkarılması
(Dinleyici localarından iki dinleyici
“Amerikancı açılımlara geçit vermeyeceğiz!” diye bağırdı.)
(Dinleyici
localarını ayıran perde kapatılmaya başlandı.)
III.- GENEL GÖRÜŞME (Devam)
A) Görüşmeler (Devam)
1.- Hükûmet adına Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan’ın, demokratik açılım konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin
önergesi (8/11) (Devam)
BAŞKAN – Siz
devam edin efendim.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Bu görüşme, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine hâkim
olduğunu gösterdiği gibi, milletimizin de gündemine hâkim olduğunu gösteriyor.
Şimdi, bakınız,
çok basit bir mesele var, deniliyor ki… Sanki biz bu meseleyi gündemimize
almasaydık, sanki biz bu meseleyi Türkiye'nin gündemine getirmeseydik bu tip
meseleler yokmuş, sanki biz bu meseleleri gündeme getirerek milletin gündemine
yeni meseleler sokmuşuz gibi davranılıyor. Çok basit bir eylemle, çok basit bir
tavırla şunu görmek mümkündür: Buradan çıkın ya da vatandaşlarımızdan bir
tanesi… (CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın
Çelik, bir saniye...
Dinleyici
locasında bulunan… (CHP sıralarından “Perdeyi kapatmasınlar.” sesleri)
MEHMET ŞEVKİ KULKULOĞLU
(Kayseri) – Sayın Başkan, perdeyi kapatmasınlar.
BAŞKAN – Şimdi,
görevli arkadaşlar, lütfen perdeyi kapatmayın. Lütfen… Açın... Lütfen…
(Dinleyici
localarını ayıran perde açıldı.)
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Sayın Başkan, ara verin.
MEHMET ŞANDIR (Mersin)
– Sayın Başkan, bir ara verin lütfen.
BAŞKAN –
Dinleyici locasındaki misafirlerimiz için İç Tüzük’ün 169’uncu maddesini
okuyorum, bilmeyenlere hatırlatıyorum: “Dinleyiciler, birleşimin devamı
süresince kendilerine ayrılan yerlerde sükûnet içinde oturmak zorundadırlar.
Dinleyiciler
görüşmelerde, kabul veya ret yönünde söz, alkış yahut herhangi bir hareketle
kendi düşüncelerini ortaya koyamazlar.
Bu yasağa
uymayanlar, o yerin düzenini korumakla görevli olanlar tarafından hemen dışarı
çıkarılırlar.”
Görevli
arkadaşlarımızı bu konuda duyarlı olmaya davet ediyorum.
Buyurun Sayın
Çelik.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Tabii,
vatandaşlarımızın bu tip eylemler yapmaması için öncelikle Türkiye Büyük Millet
Meclisinin bu konuda örnek olması lazım, Türkiye Büyük Millet Meclisinde korsan
eylem yapma geleneğinin söz konusu olmaması lazım. (AK PARTİ ve DTP
sıralarından alkışlar)
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Sen Apo posterlerine bak!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Şimdi, bakınız, herhangi bir kitabevine
giriniz, yolunuzun üstündeki herhangi bir kitabevine
giriniz, siyasal kitaplar bölümüne dönünüz, yüzlerce, hatta binlerce Kürt
sorunu, Alevilik, azınlıklar, inanç hürriyeti, kadın-erkek eşitsizliği,
darbeler, çeteler, insan hakları, güvenlik pratikleri, güvenlik perspektifiyle
ilgili müthiş bir külliyat oluştuğunu göreceksiniz. Ortada bir sorun yoksa,
çeşitli kesimlerin eksik demokrasi uygulamalarından dolayı herhangi bir
rahatsızlığı yoksa şunu soralım: Bu kadar literatür
niye ortaya çıkıyor? Deniyor ki: “Hükûmet bu konuyu
gündeme getirdiği için ortaya çıkıyor?” Peki, Hükûmet
obeziteyi gündeme getirseydi -iki ayda bu
bahsettiğimiz demokratik sorunlar, seksen altı yıldan daha fazla konuşuldu-
aynı konuşmalar yapılacak mıydı? Hayır. Çünkü,
Türkiye’de demokrasi meselesinde çok ciddi sıkıntılar olagelmiştir ve demokrasi
meselesinde olagelen sıkıntıların çok büyük bir kaynağı da Meclisteki, aslında,
siyasi partiler tarafından büyük bir mutabakatla üzerinde uzlaşmaya varılmış,
tespit edilmiştir, bugün ortaya çıkmış bir mesele değil. Bakınız, ta Abdülhamit
zamanından beri bu meseleler tartışılıyor. İttihat Terakki ve Ahrar Partisinin programlarına baktığınızda Kürtçeye nasıl
bir statü verileceğiyle ilgili uzun tartışmalar olduğunu görürsünüz.
Bu ülkede, inanç
gruplarından etnik gruplara kadar pek çok kesimin çok ciddi insan hakları
meselesi olması, demokratikleşmeden kaynaklanan sıkıntıları olması siyasetçilere
şöyle bir sorumluluk yükler: Siyasetçiler, bu sorunları sümen
altı etmekle sorumluluklardan kaçamazlar, bunları çözmek zorundadırlar. Bu tip
meseleler, artık büyük meseleler hâline gelmiştir, sıradan demokratikleşme
sorunları değildir. Bunlar, yüksek siyasi sorumluluk, gerçek bir cesaret ve
siyasi vizyon gerektirmektedir. Bu vizyona
sahip olanlar, geleceğin büyük Türkiye’sini gerçekleştirmek, kurmak üzere
bugünkü riskleri seve seve göze alırlar ve biz AK
PARTİ olarak bu riskleri seve seve göze alıyoruz,
bunlardan hiçbir şekilde kaçmıyoruz, bunlarla yüzleşiyoruz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Büyük bir vizyona sahip
olmayanlar, Türkiye'nin meselelerine kulak tıkayanlar ise bu meseleleri risk
almamak adına sümen altı ederler ve yaptıkları iş
sadece milletin zarar görmesine yol açar. Asıl, millî birlik ve beraberlik için
tehlike: “Evet, demokrasi güzeldir.” dedikten sonra, o güzel dedikleri şeyle
ilgili uygulamaya dönük adımlar atılmasına sıra geldiğinde bir sürü engeller
çıkartmak, demokrasiyi raporlarla, sözlerle savunmak ama demokratikleşme
konusunda adım atılacağı zaman bunun önüne engeller çıkarmaktır. Asıl, asıl,
millî birliği sıkıntıya sokacak gelişmelere zemin hazırlayacak olan da budur.
Bakınız, burada
bir sürü risklere dikkat çekiliyor ama dikkat ediyor musunuz, sorunu çözme
iradesine sahip bir Hükûmetin adım attığı konulardaki
risklere dikkat çekiliyor.
Peki, şu risklere
hiç kimse dikkat çekiyor mu: Her zerresine kadar millî ve yerli olan bu süreci
aksatmaya çalışan yabancı gizli servislerin, Türkiye'nin vizyonunun
başarısız olması için çalıştığının farkına varıyor muyuz?
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Allah Allah!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) - Türkiye'nin çözüm iradesini yabancı odaklara bağlayanlar, bu sorunu
palazlandıran yabancı servislerin faaliyetlerini akamete uğratmak üzere
iktidarları döneminde ne yaptıklarını iki cümleyle burada anlatabiliyorlar mı?
(AK PARTİ sıralarından alkışlar) Soruyu daha da basitleştirelim, daha da
basitleştirelim: Türkiye demokrasi yoluyla bu sorunları çözmezse bundan kim
kazançlı çıkacaktır? Bu sorunu çözersek kazançlı çıkacak olan odak biziz,
çözmezsek kim kazançlı çıkacaktır? Yabancı literatürleri
AK PARTİ aleyhine iki tane cümle bulmak için tarayanlar, biraz da bunun için
tarasınlar.
Şimdi, bakınız,
hiç utanmadan Hükûmetimize “Damat Ferit Hükûmeti” diyenler çıktı. Ekranları başında bizi izleyen
özellikle milliyetçi gençlere sesleniyorum…
ALİM IŞIK (Kütahya) –
Hop, hop!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Damat Ferit Hükûmeti, Anadolu insanları
binlerce sorunun, binlerce meşakkatin içinde boğulurken sadece İstanbul’da
sarayın çıkarlarını ve konforunu düşünen bir hükûmetti.
Bugün Damat Ferit Hükûmeti yakıştırması, hiçbir riske
girmeyip partizanlık yaparak demokratikleşmeye körü körüne karşı çıkanlara
yakışır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Türkiye'nin her tarafını tarayan, her
noktasına ayak basan, her yerinde teşkilatlanmış olan AK PARTİ ise ancak ve
ancak Kuvayımilliyeye benzetilebilir.(AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Şimdi, biraz
evvel hemen hemen konuşmaların kahir ekseriyetinde
şöyle bir tespit yapıldı, denildi ki: “Millet içinde millet yaratmayın.” Yani
demokratikleşme yoluyla verilecek hakları ülkenin bir kesimine vererek orada,
ülkenin o kesiminde farklı bir uygulamaya gitmeyin, milleti birbirinden
duvarlarla ayırmayın. Şimdi, burası çok güzel bir nokta.
Bakınız, bizi
güya, haksız bir şekilde, üniter devlet yapısını
bozmak ve federasyona kapı aralamakla suçlayanlar şunu düşünsünler: Türkiye’de
şimdiye kadar federasyona benzeyen tek yapı olağanüstü hâl yönetimidir. (AK PARTİ ve DTP sıralarından alkışlar) Bu konunun özüne vâkıf
olmayanlar tecrübeli siyasetçilere sorsunlar, o dönemde görev yapan
bürokratlara sorsunlar, siyaset bilimcilere sorsunlar: Yirmi beş yıl boyunca idare
kuralları Türkiye'nin genelinden farklı, memurlara ödenen maaş sistemi farklı,
yasal tedbirleri Türkiye'nin genelinden farklı, güvenlik uygulamaları farklı bu
yapı fiilî bir federasyon değildi de neydi? (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Güneydoğu ve Doğu’daki
kardeşlerimizle aramıza alaturka Berlin duvarı örenler bu yapının o zamanki
sonuçlarına niye dikkat çekmediler? Peki, şunu soralım: Millî birlik ve
kardeşliği tesis etmek üzere bu alaturka Berlin duvarını kim kaldırdı ortadan?
AK PARTİ Hükûmeti kaldırdı. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Peki, nasıl oldu
da bu sorunlar yıllar içerisinde bu kadar ihmal edildi ve bugün karşı karşıya
geldiğimiz kötü tablo ortaya çıktı? Bakınız, Sayın Deniz
Baykal’ın merhum devlet adamımız ve siyaset adamımız İsmail Cem’le birlikte
kaleme aldığı “Yeni Sol” kitabından şu ifadeleri dikkatinize sunarım, Sayfa
117: “Devletin, yurttaşlarının sahip olduğu etnik yapıların birini ön plana
çıkarması, diğer etnik yapıdaki yurttaşlara eşitsiz davranışı, kendilerini
ifade etme haklarını onlara tanımayışı, bir etnik yapıyı kutsarcasına
yaklaşımlar içerisinde oluşu, bu amaca dönük asimilasyon politika ve
uygulamalarını kabul etmek doğru değildir.”
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Doğru.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Aynen söyledik.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Eleştirmek için söylemiyorum.
“Bu çerçevede
kafatasçılık, ırkçılık, tek bir etnik yapı anlayışı üzerinden şekillenen
milliyetçilik anlayışı yaşanan gerçeklere uymamaktadır. Savunulması gereken,
çağa ve günümüz koşullarına uyan yurttaşlık kavramıdır.”
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Tabii.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Altına imza atıyoruz. Fakat buradaki mesele şudur: Buradaki
tespitlerin gereğini yapmak üzere ne yapılacaktır? Demokratikleşmeden başka bir
yol var mıdır? Eğer demokratikleşme gündeme geldiğinde, bazı
CHP sözcüleri tutup da şöyle bir ifade kullanırlarsa: “Siz, millet içerisinde
millet yaratacaksınız.” derlerse veyahut da “Siz, burada da ifade edilen
‘anayasal vatandaşlık’ kavramını esas aldığımızda, ‘Türk’ kelimesini kaldırmak
ve yerine ‘anayasal vatandaşlık’ koymak istiyorsunuz.” diye bizi suçlamaya
başlarlarsa o zaman burada büyük bir çelişki ortaya çıkmaz mı?
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) - Çelişki yok.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Neden?
ÖMER ÇELİK
(Devamla) - Bakınız değerli milletvekilleri, devlet nihayetinde bir
mekanizmadır. Peki, bu mekanizmayı işleten ve bu işin sorumluluğuna sahip
olanlar kimdi? Bakınız, yine bu sorumluluğa sahip olanların kim olduğu daha az
tartışılan Tunceli Raporu’nda ifade ediliyor, CHP’nin. 1996’da yayımlanmış, çok
kapsamlı fikirler var burada. Sorumluyu şöyle ifade ediyor: “Bugüne değin
çözüm, âdeta taşeron kullanılırcasına güvenlik güçlerine havale edilmiştir.
Çözümün sorumlusu güvenlik güçleri değil siyasetçilerdir.” Demek ki bu
demokratikleşme adımlarını atmayan, bu sorunu çözmek üzere irade koymayan,
sadece teorik düzeyde birtakım laflar söyleyen siyasetçiler sorumluluklarını
yerine getirmiyorlar. Tam tersine, adım atan, siyasi inisiyatif
alan, bu riskleri yönetmeye kalkan siyasetçiler bu gidişe son vermek üzere sorumluluklarını
yerine getiriyorlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bakınız, bugün Hükûmetin başlattığı bu Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi,
aslında demokratikleşme bağlamında, demokratikleşme süreci bağlamında bu
raporlarda ifade edilen ana eksenin dışında bir şey söylemiyor.
Zaten burada
anlaşılmayan bir husus da şudur: Türkçenin resmî dil olmaktan çıkarılması gibi
bir seçeneğin söz konusu olmadığı, AK PARTİ’nin bütün
sözcüleri, Hükûmetin bütün unsurları tarafından
söylenmişken hâlâ böyle bir şeyden bahsediliyor.
OKTAY VURAL
(İzmir) – Ucu açık… Ucu açık…
ÖMER ÇELİK
(Devamla) - İkincisi, federasyon ya da üniter yapı
içerisinde özerklik anlamına gelecek herhangi bir yapıya Hükûmetin
hiçbir şekilde izin vermeyeceği açıkça ifade edilmesine rağmen bir federasyon
tehlikesinden bahsediliyor. Peki, bu olağanüstü hâl rejimi varken niye
federasyon tartışması yapmadınız? Bir ülkenin içerisinde yönetim sistemi, maaş
sistemi, güvenlik uygulamaları farklı olan bir yapıya niçin karşı çıkmadınız?
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Karşı çıkmışız, karşı... Bak, iyi oku o elindekini.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Sayın Anadol, benim okuduğumu, iyi
okuduğumu siz bilirsiniz.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Yazıyor bak.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Raporlar… Var, o rapora da geleceğim.
K. KEMAL ANADOL (İzmir)
– Var burada.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Geleceğim… Var, benim yanımda var. Hatta ben o raporu on sene evvel
okumuştum.
Şimdi, esas şu
meseleye gelelim: Bugün için ne öneriyorsunuz? Bugün için ne öneriyorsunuz?
Salı günü bu öneriyi aldık. Salı günü Sayın Onur Öymen
Dersim’den bahsetti. Ekranları başında bilmeyen
vatandaşlarımız için söyleyelim, bugünkü Tunceli. Konuşan CHP Sözcüsü bugünkü
toplumsal sorunların çözümünde Dersim olaylarını bugünkü sorunların çözümü için
örnek olarak gösteriyor.
AHMET YENİ
(Samsun) – Genel Başkan Yardımcısı…
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Bakın, üstelik o konuşmasında, o zamanlar işgal kuvveti olan Yunan
birliklerine karşı verilen mücadele ile Türkiye içerisinde kendi
vatandaşlarımıza yönelik müdahaleleri eşit tutuyor ve “analar ağlamasın” sözünü
çürütmek için güya bunu yapıyor. “O zaman analar ağladı, bu tedbirler alınırken
kimse ‘analar ağlamasın’ demedi.” diyor. Kendi milletine ve kendi tarihine
karşı bu kadar yabancılaşmış bir gözle bakılabilir mi? (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Bir emekli
diplomat Türk devletine ve Türk milletine neyi öneriyor biliyor musunuz? “Yunan
Devleti İskeçe’nin ismini değiştirdi, isim değiştirmek bizim de hakkımızdır.”
diyor. Böyle bir mantık olabilir mi? Yani biz uygulamalarımızda Türkiye'nin
içindeki vatandaşlarımıza karşı Yunan Devleti’nin Türklere yaptığı
haksızlıkların aynısını örnek alacağız! Böyle bir mantık söz konusu olabilir
mi?
GÜLTAN KIŞANAK
(Diyarbakır) – Olmaz, olmaz…
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Şimdi, bakınız Dersim olayları, Dersim olayları gibi olaylar
tarihin acı hatıralarıdır. Bırakın bunların tekerrür etmesini, biz kendi
vicdanımızda bunları hatırlamak istemeyiz, acı hatıralar olarak bir kenarda
kalsın isteriz.
SIRRI SAKIK (Muş)
– Özür borcu var, özür borcu var!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Bugün için örnek gösterilmesi tam bir basiretsizliktir. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Size çok net bir
örnek vereceğim: Orgeneral Muhsin Batur, ayrıntılı bir şekilde anlattığı
“Anılar ve Görüşler” kitabında Dersim meselesine gelince şunu söylüyor: “İki
aya yakın Dersim’de görev yaptım. Okuyucularımdan
özür diliyorum ve yaşantımın bu bölümünü anlatmaktan kaçınıyorum.”
Okuyucularımdan özür diliyorum ve Dersim’le ilgili
yaşantımın bu bölümünü anlatmaktan kaçınıyorum…
SIRRI SAKIK (Muş)
– O sıralarda oturan Dersimlilere söyle!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Şimdi, bir asker olarak Muhsin Batur’un gösterdiği bu hassasiyeti
bir diplomatın ve bir milletvekilinin göstermemesi ne kadar vahimdir. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
SIRRI SAKIK (Muş)
– İttihat ve Terakkinin geleneği…
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Bizim, Dersim’den aklımızda kalan sadece
şu sestir…
ŞEVKET KÖSE
(Adıyaman) – Bugüne gel! Duygu sömürüsü yapma. Dersim geride kaldı. Bugüne
kadar ne yaptınız? (AK PARTİ sıralarından “Dinle, dinle” sesleri)
Dersim’i bilir misin
sen?
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Vallahi sizin duygularınız olmayabilir ama bizim duygularımız var.
ŞEVKET KÖSE
(Adıyaman) – Dersimlileri benim kadar sevemezsin.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Bakın, bakın, bakın…
BAŞKAN – Sayın
Çelik, siz Genel Kurula hitap edin efendim.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – O günden aklımızda kalması gereken tek ses şudur, deniyor ki :
“Evladı Kerbela’yız, bunu hak etmedik.” (AK PARTİ ve
DTP sıralarından alkışlar)
Ümit ederiz ki… O
sebeple “Bugüne gel, duygu sömürüsü yapma.” diyenler önce Alevi
kardeşlerimizden özür dilesinler. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, DTP
sıralarından “Bravo” sesleri,alkışlar) Ümit ederiz ki
bundan sonra siyasette bu tip siyasi nekrofili
anlamına gelecek örnekler değil, hayatı ve mutluluğu kutsayan örnekler ortaya
koyarız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bakın, rapor
yayınlamak yetmiyor. Hatta geçende bir CHP sözcüsü dedi ki: ”Biz bu kadar rapor
yayınladık, Kürtler bize oy vermedi, bizden özür dilesinler.”
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Kim dedi?
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Şimdi bakın, ona verilecek cevap, Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun
dediği gibi “Halkın terini daha çok koklamalıyız, halkın arasına karışmalıyız.”
diyor, ona verilecek cevap budur. Rapor yayınlamak yetmiyor çünkü rapor yayınlayarak
çok ilerici görüşler ortaya koyarsınız…
IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
A) Çeşitli İşler (Devam)
- Gösteri ve Protestolar
2.- Bir izleyicinin Türk Bayrağı açma girişiminde bulunması
nedeniyle dinleyici locasından dışarı çıkarılması
(Dinleyici
locasından bir izleyici “Vatan için…” diyerek Türk Bayrağı açmaya çalıştı.)
III.- GENEL GÖRÜŞME (Devam)
A) Görüşmeler (Devam)
1.- Hükûmet adına Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan’ın, demokratik açılım konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin
önergesi (8/11) (Devam)
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – …fakat uygulamaya geldiğinde son derece gerici bir davranış
içerisine girebilirsiniz. (CHP ve MHP sıralarından “Bak, bak…” sesleri,
gürültüler)
OSMAN ERTUĞRUL
(Aksaray) – Bak, sana bağırıyor sana!
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Sana bağırıyorlar sana!
KADİR URAL
(Mersin) – Özür dileyeceğiniz adamlar orada. Onlardan özür dileyin.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Şehit anaları, bak…
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Değerli milletvekilleri…
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, niye tepki gösteriyorsunuz? Bizim misafir localarımız gösteri
yeri midir? Lütfen…
KADİR URAL
(Mersin) – “Onlardan özür dile.” diyoruz Sayın Başkan.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Değerli milletvekilleri, size bir örnek vereceğim.
Arkadaşlar,
sükûneti bozmaya gerek yok, sakin olalım.
OSMAN ERTUĞRUL (Aksaray)
– Türk milletini ne hâle getirdiniz?
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Arkadaşlar, sükûneti bozmaya gerek yok, sakin olalım, dinleyelim.
Sonuçta…
HÜSEYİN YILDIZ
(Antalya) – Konuya gel konuya. Ne istiyorsunuz, anlatın da anlayalım. Sabahtan
beri maval okuyorsun.
İÇİŞLERİ BAKANI
BEŞİR ATALAY (Ankara) – Sabahtan beri anlatıyoruz. Anlamadıysan ne yapalım?
BAŞKAN – Sayın
Milletvekili, kürsüdeki hatibe siz hangi hakla müdahale ediyorsunuz? Öyle bir
hakkınız yok.
HÜSEYİN YILDIZ
(Antalya) – Var.
BAŞKAN – Yok. İç
Tüzük’ü okuyun. Bak, grup başkan vekiliniz önünüzdedir. İç Tüzük’ü okuyun. Bu
zamana kadar konuşan hatiplere kimse müdahale etmemeye özen gösterdi. Siz de
aynı titizliği göstereceksiniz.
Sayın Çelik,
buyurun.
KADİR URAL
(Mersin) – Sayın Başkan, AKP’nin Meclis Başkanı değilsiniz; Türkiye Büyük
Millet Meclisinin Başkanısınız.
BAŞKAN – Gayet
tabii, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı olarak söylüyorum.
KADİR URAL
(Mersin) – Niye müdahale etmiyorsunuz o zaman?
İÇİŞLERİ BAKANI
BEŞİR ATALAY (Ankara) – Ayıp, ayıp! Bahçeli konuşurken bizden çıt çıkmadı.
BAŞKAN – Lütfen…
Sayın Çelik,
buyurun.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Arkadaşlar, bakın bu tabloyu da siyasi tarihimizde bir yere
koyalım. Bu kürsünün özgürlüğünü düşman kuvvetlerine karşı milletvekilleri
savunmuştur, milletvekilleri bu kürsünün özgürlüğüne müdahale etmemiştir. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Milletvekilinin
görevi bu kürsünün özgürlüğünü korumaktır, bu kürsünün özgürlüğüne kim müdahale
ederse etsin.
ALİ KOÇAL
(Zonguldak) – Konuya gel, konuya.
OKTAY VURAL
(İzmir) – Konuşuyorsun, daha ne olsun. Konuşmanı engelleyen mi var?
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Zaten elinizden gelse onu da yapacaksınız herhâlde ama mümkün
değil.
OKTAY VURAL
(İzmir) – Burada milletvekilini dövmeye kalkmadınız mı?
BAŞKAN – Sayın
Çelik, siz Genel Kurula hitap edin lütfen.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Gelelim… Devam edelim.
HÜSEYİN YILDIZ
(Antalya) – Milletvekilini dövmeye kalkan sizsiniz, biz değil.
AYŞE NUR
BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Sakin olun. Lütfen sakin olur
musunuz.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Bakınız, Cumhuriyet Halk Partisinin Tunceli Raporu’nun girişindeki
şu ifadeye dikkatinizi çekiyorum. Bu ifade çok önemli bir ifade, diyor ki:
“İster güvenlik güçlerimiz ve askerlerimiz olsun ister ona silah doğrultan
kandırılmış gençler olsun hepsi bizim çocuklarımızdır. Akmakta olan kan kardeş kanıdır.” Böyle diyen bir CHP’nin açılıma itiraz
etmesinin rasyonel bir açıklaması var mı? Bir daha okuyalım: “İster güvenlik
güçlerimiz ve askerlerimiz olsun ister ona silah doğrultan gençlerimiz olsun,
hepsi bizim çocuklarımızdır. Akmakta olan kan kardeş kanıdır.”
Biz, görüyorsunuz bu konuda yapılmış bütün çalışmaları didik didik ediyoruz, okuyoruz ve faydalanmaya çalışıyoruz.
Şimdi, bu
yaklaşımı getiren Cumhuriyet Halk Partisinin, Habur’da
ortaya çıkan görüntüler dolayısıyla AK PARTİ Hükûmetini
ve AK PARTİ’yi bölücülükle suçlamasının herhangi bir
manası olabilir mi?
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Olmaz olur mu ya!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Devlet ve siyaset adamları ellerinde delil olmaksızın…
AKİF AKKUŞ
(Mersin) – Başbakan söylüyor, Başbakan!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – …bölücülük, vatana ihanet ya da İmralı’yla iş birliği gibi birtakım
haksız, mesnetsiz iddiaları havada savururlarsa…
ŞENOL BAL (İzmir)
– Yalan mı?
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – …yarın bir gün birilerinin de çıkıp, aynı şekilde “Çetelerle mi iş
birliği yapıyorsunuz?”, “Ergenekon’la mı iş birliği yapıyorsunuz?” diyerek sizi
suçlaması da haklı olmaz mı? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Zaten söylüyorsunuz!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Ama bu tip konularda konuşurken çok dikkat etmek lazım, lafın
nereye gittiğinin çok farkına varmak lazım, hele de Türkiye Cumhuriyeti
Başbakanı hakkında konuşurken çok titiz olmak lazım. (CHP sıralarından
gürültüler)
Büyük Önder Gazi
Mustafa Kemal’in yerini ayrı tutarak söylüyorum, yurt dışında Türk
bayraklarıyla ismine miting yapılan tek lider Sayın Başbakanımızdır. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Şimdi, Tunceli
Raporu’nda şu teşhis ve ifadeler de yer alıyor. Çok önemli. Çünkü Hükûmetin bugünkü yapmak istediklerine işaret eden ifadeler
bunlar. Diyor ki: “Terör sorununa karşı yeni güvenlik politikaları, Kürt
sorununa karşı demokratikleşme.” Doğru. Kürt sorunu ayrı bir toplumsal
sorundur, terör sorunu ayrı bir sorundur, güvenlik sorunudur. Hatta deniyor ki:
“Tek çıkış yolu demokrasidir.” Ve bugün bize “Demokratikleşme adımlarını
atıyorsunuz. Peki, terörü bitireceğinizin garantisi var mı? Eğer terörü
bitireceğinin garantisi yok da bu adımları atıyorsanız, bu açılımı
yapıyorsanız, o zaman İmralı’yla iş birliği yapıyorsunuz.” diyen CHP’li
siyasetçiler, bakın, bize yönelttikleri eleştirinin tam tersini Tunceli
Raporu’nda nasıl söylüyorlar: “Demokratikleşme adımları atılmadan terörle
mücadelenin başarı şansı yoktur.” Demek ki, öncelikli olan demokratikleşmedir.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Şimdi, bir rapor
hazırlayıp da arkasından o raporda yazılı fikirlerin uygulanmasının engellenmesi
yönünde bir sürü gerekçe ortaya dizerseniz…
Bakın, bu mantığı
yine aynı kitapta merhum İsmail Cem şöyle açıklıyor: “1980 Türkiyesi’nde
CHP’ye sahip çıkmak SHP’nin seçim otobüsünün plakasına ‘C’, ‘H’ ve ‘P’
harflerini koydurtmak değildir. Birer harf olarak ‘C’, ‘H’, ‘P’ soyuttur ve
anlamsızdır.” Yani, Sayın İsmail Cem’in kasdettiği
şu: CHP bir politikaya dönüşmediği sürece sadece üç tane harften ibarettir.
Bu kadar şey
söylendikten sonra, biz, hâlâ, “Hükümetin atacağı adım nedir?” dendikten sonra,
bu kadar rapor yayımlayan, bu meseleye bu kadar ilgi duyan bir partinin…
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Hayret bir şey ya!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) - “Hükûmetin her yaptığı yanlıştır, hatta Hükûmetin yaptığının özü de yanlıştır.” dedikten sonra,
peki, bu kanı durdurmak için söylediği somut bir şey önümüze geliyor mu?
Gelmiyor.
AHMET BUKAN
(Çankırı) - Sen söyle!
ÖMER ÇELİK (Devamla) - Sadece temenni. Nedir o temenni? Dağdakilere söyleyin, silahlarını bıraksınlar.
Buyurun, Irak’a ziyaret yapın, siz söyleyin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – İktidarsınız, önce siz buyurun.
MEHMET ŞEVKİ
KULKULOĞLU (Kayseri) – Bir buçuk saattir dinliyoruz, hâlâ anlayamadık.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Bakınız, çok güzel bir lafı vardır merhum Mehmet Akif’in ”Eskiler
Aristo gibi düşünür, babaannem gibi anlatırdı; şimdikiler de babaannem gibi
düşünüp Aristo gibi anlatıyor.”
ALİ İHSAN KÖKTÜRK
(Zonguldak) – İyi dinle, iyi.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) - O “Anlamıyorum” diye laf atanların bu cümle üzerinde biraz
düşünmesi lazım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bu konunun
ileride yaratacağı sorunların farkına vararak toplumsal tansiyonu düşürmeye
çalışan büyük devlet adamlarımızdan bir tanesi de merhum Türkeş’tir. Merhum
Türkeş, Faruk Bildirici’nin “Yemin Gecesi” adlı
kitabında aktarılan şu diyalogları kurmuştur: “1992 yılının olaylı geçen Nevruz
kutlamalarıyla beraber Türkiye’de siyasi tansiyon iyice yükselmiş, Halkın Emek
Partisine karşı ciddi bir toplumsal muhalefet yükselmişti. Nevruz kutlamalarına
tepki olarak ülkenin batısında Türkler ve Kürtler arasında ciddi gerginlik
yaşanıyordu. Çatışmalarda şehit olan bir yüzbaşının Fethiye’deki cenazesinde
çıkan olaylar gerginliğin had safhaya ulaştığını gösteriyordu.
Olayları yerinde
incelemek üzere Fethiye’ye giden HEP heyeti yaptığı incelemeler sonucunda,
Türk-Kürt çatışması ihtimaline dikkat çektiler ve bunu parti liderlerine
anlatmak istediler. (Birtakım görüşmeleri anlatıyor)
HEP heyetinin en
ilginç görüşmesi MHP lideri Alparslan Türkeş ile oldu. Yarım saatlik randevu
bir buçuk saate uzamış ve Türkeş, Halkın Emek Partisi yetkilileriyle yakından
ilgilenmişti. Türkeş, sohbet boyunca daha çok ‘kızım’ dediği Leyla Zana’yı muhatap aldı ve Türkler ile Kürtlerin
kardeşliğinden bahsetti. Türkeş heyete ‘Biz dokuz yüz yıldır kardeşiz. Benim
yeğenlerim Kürttür. Kız kardeşim Kürtle
evli...’ ”
OKTAY VURAL
(İzmir) – Aferin, aferin, bunları söyle. İyi şeyler söylüyor... İyi, iyi… 36’ya
bölmüyor değil mi?
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – “ ‘…bizim birbirimizden
ayrılmamız mümkün değildir.’ diyerek heyeti rahatlatan bir konuşma yaptı.
Türkeş, yükselen
toplumsal gerilimle ilgili ‘Bu ülke Türk ve Kürt çatışmasıyla bölünür.’ ”
OKTAY VURAL
(İzmir) – Fitneyi anlatmıyor, değil mi? 36’ya bölmüyor, değil mi?
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – “ ‘Kürtlere karşı reaksiyonun ülkücülerden geleceği hesaplanıyor.
Ben tabanıma hâkimim ve sözümü geçiriyorum. Siz de tabanınıza hâkim olun. Bu
tür çatışmaları el birliğiyle engelleyelim.’ ”
OKTAY VURAL
(İzmir) – Elbette işte, fitneyi uyandıran sizsiniz. Uyuyan fitneyi uyandıran
sizsiniz.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – “ ‘Size telefon numaramı veriyorum. Eğer bir olay çıkarsa öncelikle
beni arayın, yirmi dört saat arayabilirsiniz. Bize düşen Türkiye’yi dış
güçlerin müdahale edebilecekleri bir iç savaş alanı olmaktan çıkarmaktır.’
dedi.”
OKTAY VURAL (İzmir) – Elbette işte. Evet, aynı şeyi yapıyoruz… Dış güçlerin taşeronu olarak
çalışıyorsunuz. İyi çalışmışsınız!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – “Türkeş’in bu olumlu ve sıcak tavrı HEP tarafından şaşkınlıkla
karşılanırken, Türkeş’in heyeti kapıya kadar uğurlaması tam bir sürpriz oldu.
Fethiye ve Alanya’daki çatışmalar bitti.”
OKTAY VURAL
(İzmir) – İyi çalışmışsın, aferin! Biraz daha oku, biraz daha, iyi anlarsın!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Peki, aynı şeyden bahsediyorsanız, dağa çıkmak ne anlama geliyor?
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
OKTAY VURAL
(İzmir) – Biraz daha oku, biraz daha!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – “Bu işi engellemek için her şeyi yaparız.” ne anlama geliyor? (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Gördüğünüz gibi Sayın Türkeş dağa çıkmaktan
bahsetmiyor.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri…
OKTAY VURAL
(İzmir) – Türkeş ve MHP kardeşlik türküsünü söylüyor.
OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Elini kolunu sallama!
OKTAY VURAL
(İzmir) – Uyuyan fitneyi uyandırıyorsun. 36’ya bölüyorsunuz.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Sayın Vural, Dağlık Karabağ’a, Dağlık Karabağ’a, Dağlık Karabağ’a
gidin… (MHP sıralarından gürültüler)
Bakın, size çok
daha ilginç bir anekdottan bahsedeceğim.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen Hatibi dinleyelim.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Çok daha ilginç anekdottan bahsedeceğim.
(MHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN –
Yerimizden müdahale yapmayalım. Sayın Vural…
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Milletimiz, ekranları başında bizi dinleyen aziz milletimiz,
lütfen, evinde kitabı olanlar baksın. Evinde kitabı olmayanlar İnternet’e
girsin, Merhum Türkeş’in “Millî Ahlak” makalesini okusun, sonra burada atılan
lafları değerlendirsin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
OKTAY VURAL
(İzmir) – Aferin, oku bakayım! Okumaya devam edeceksiniz! Bizi okumaya devam
edeceksiniz!
ÖMER ÇELİK (Devamla)
– Gördüğünüz gibi ta o zaman merhum Türkeş Kürt meselesiyle terör meselesini
iki ayrı sorun olarak ele almıştır.
OKTAY VURAL
(İzmir) – MHP’yi okumaya devam edeceksiniz!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Bakın, size çok daha enteresan bir şey okuyacağım, bakın bu çok
daha enteresan, bakın… (MHP sıralarından gürültüler)
OSMAN ERTUĞRUL
(Aksaray) – Sen Devlet Bahçeli’yi de iyi oku, onu iyi anla!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Ha, şimdi beraber okuyalım Sayın Devlet Bahçeli’yi. Sayın Devlet
Bahçeli’nin 19 Aralık 2008’de basın mensuplarıyla yaptığı kahvaltıda söylediği
sözler, hep beraber iyi okuyalım, tekrarda fayda var. “Etnik tartışmalarla…”
OSMAN ERTUĞRUL
(Aksaray) – Yorumlama kapasiten var mı? Sen nasıl yorumlayacaksın?
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, niye müdahale edip duruyorsunuz.
ŞENOL BAL (İzmir)
– Provokasyon yapıyor Sayın Başkan!
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri…
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Yorumsuz vereceğim, yorumsuz. (MHP sıralarından gürültüler)
HÜSEYİN YILDIZ
(Antalya) – Hatibe bir şey demiyorsun…
BAŞKAN – Böyle
bir şey olabilir mi, böyle bir görüşme usulü olabilir mi?
HÜSEYİN YILDIZ
(Antalya) – Böyle bir hakkın yok! (MHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Hatip
nasıl konuşacağını size mi soracak!
HÜSEYİN YILDIZ
(Antalya) – Biz sana mı soracağız!
BAŞKAN – Lütfen…
OKTAY VURAL
(İzmir) – Hatip adına cevap veremezsiniz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Efendim,
niye müdahale ediyorsunuz?
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Benim konuşmama karışmayın efendim
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Terbiyesiz herif! Böyle bir şey olur mu!
OKTAY VURAL
(İzmir) – Müdahale etmeyin!
BAŞKAN – Sayın
Vural, lütfen… (MHP sıralarından gürültüler)
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Bakın arkadaşlar…
BAŞKAN –
Fikirlerini söyleyecek tabii.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Arkadaşlar, siz kendi teşkilatınızda seçim kampanyalarında “Otur,
kalk” diye emir verebilirsiniz, bu kürsüye emir veremezsiniz! (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Haddinizi bilin, haddinizi bilin! (MHP sıralarından
gürültüler)
Otur sen oradan!
BAŞKAN – Sayın
Çelik, lütfen siz Genel Kurula hitap ediniz.
OKTAY VURAL
(İzmir) – Sayın Başkan…
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Sayın Devlet Bahçeli’nin ifadesi şudur.
BAŞKAN – Sayın
Çelik, lütfen siz Genel Kurula hitap ediniz.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Diyor ki Sayın Devlet Bahçeli… (MHP sıralarından gürültüler)
OKTAY VURAL
(İzmir) – Sayın Başkan…
BAŞKAN –
Arkadaşlar, lütfen oturun yerinize.
NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) – Sayın Başkan, biz onları dinledik. Tahrik eden bunlar Sayın Başkan.
Biz onları…
MEHMET ŞANDIR (Mersin)
– Sayın Başkan, bu arkadaş konuşmaya mı çıktı provokatörlüğe
mi? Ne yapmak istiyor? Böyle bir şey olur mu?
OKTAY VURAL
(İzmir) – Sayın Başkanım, el kol işareti yapmasın!
BAŞKAN – Sayın
Vural, lütfen yerinize oturun
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – El kol işareti yapan orasıdır Sayın Başkan.
NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) – AK PARTİ Grubu son derece sakin bir şekilde…
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Siz kendi görüşlerinizi anlatın.
BAŞKAN – Bakın,
siz Grup Başkan Vekilisiniz. Grup başkan vekilleri milletvekillerine örnek olacak
arkadaşlarımızdır. Lütfen…
NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) – Tahrik eden onlar Sayın Başkan.
BAŞKAN – Lütfen…
(MHP sıralarından gürültüler)
NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) – Hem suçlular… Özellikle Meclisi germeye çalışıyorlar.
OKTAY VURAL
(İzmir) – Uyarın!
BAŞKAN – Yerinize
oturun efendim.
Sayın Çelik,
lütfen Genel Kurula hitap edin. Kişisel muhatap görüntüsü vermeyiniz lütfen.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Sayın Başkan…
NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) – Sayın Başkan, söz atanların da, laf atanların da uyarılması lazım.
Bu Meclisin huzurunu bozmaya çalışanların da uyarılması lazım. Esas tahrik
edenler bunlar.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – …Mehmet Şandır, yaşı benden büyük olmasına rağmen “Hadi oradan!”
diyerek el kol hareketi yapmıştır. Ben kendisi büyüğüm olduğu hâlde bu el kol
hareketini…
BAŞKAN – Sayın
Çelik, lütfen, siz…
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Kamera kayıtlarına bakınız, el kol hareketi oradan geliyor.
OKTAY VURAL
(İzmir) – Meclis Başkanına öyle el kol hareketi çekme Meclis Başkanına yahu!
Dön Meclise!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Ve sizden istirhamım da şudur: Konuşmama dönük korsan yayınları
engelleyiniz. Kürsü özgürlüğünü sağlayınız Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın
Çelik, siz konuşmanızı Genel Kurulu muhatap alarak yapmaya devam ediniz lütfen.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Bakınız, Sayın Bahçeli’nin görüşleri şunlar, gazetecilerle yaptığı
kahvaltılı basın toplantısında şunu söylüyor: “Etnik tartışmalarla birlikte…”
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Bu Genel Kurulun huzurunu bozmaya görevli mi bu arkadaş! Niye bozuyor?
BAŞKAN – Efendim,
niye müdahale ediyorsunuz?
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – “…götürülmek istenen mezhep tartışmalarına da…”
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Yani şu ana kadar…
BAŞKAN – Lütfen
Sayın Şandır...
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – “…beka sorunu yaratmadan çözüm bulmalıyız.”
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Şimdi niye bozuyor?
BAŞKAN – Lütfen
Sayın Şandır…
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – “Bunun yeri sokaklar olmamalı.” (MHP sıralarından “Evet” sesleri)
“Bunun yeri Türkiye Büyük Millet Meclisidir.” (MHP sıralarından “Doğru” sesleri)
Biraz evvel “talihsizlik” dedi Sayın Bahçeli “bunun burada görüşülmesi.”
Hangisi doğru?
OKTAY VURAL
(İzmir) – Bu Kürt meselesine ayrımcılık getirmek talihsizliktir. Evet.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Kendi Genel Başkanınızı da mı dinlemiyorsunuz!
OKTAY VURAL
(İzmir) – Polis akademisindeki…
ÖMER ÇELİK
(Devamla) - Ve diyor ki: “Teklif getirme sorumluluğu da iktidarındır. Etnik ve
mezhep tartışmaları, işsizlik sorunu gibi, Türkiye'nin bekasını tehdit eden
algılamalar olarak görülmektedir, gelişmektedir.” Bakın, şu dağa çıkma
açıklamasıyla ilgili, onu reddeden Sayın Bahçeli’nin bir ifadesi var. “Bu konular
Meclis dışına taşarsa, intifadadan başlar, çocuklarla gelişir, ayaklanmayla
devam eder, iç çatışmayla iyi veya kötü şekillenir. Türkiye için yazık olur.”
OKTAY VURAL
(İzmir) – Yazık olur tabii, yazık ediyorsunuz!
BAŞKAN – Sayın
Vural…
OKTAY VURAL (İzmir)
– Habur’a götürdünüz, Habur’a
kadar… Milleti birbirine kırdırdınız.
BAŞKAN – Sayın
Vural…
AHMET YENİ
(Samsun) – Dinle! Dinle!
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Yanlış söylüyor Sayın Başkan?
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Şimdi, bakınız, deniyor ki bize: “Küresel güçlerin talimatıyla…”
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sokaklarda taş atan çocukları hapse attınız. Yalan mı?
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – “Küresel güçlerin talimatıyla bu işleri yapıyorsunuz.” deniyor.
Şimdi, ben size…
HÜSEYİN YILDIZ
(Antalya) – Devlet Bahçeli’nin adını ağzına alabilmen için abdest al gel,
abdest!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) - Vallahi abdestten bahsettiğinize göre bir kere Mescidi Aksa’ya yapılanları protesto edin de bir görelim bakalım.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Provokatör herif!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) - Bakınız, ben size bir metin okuyacağım. Bu
metinde dış unsurlarla bağlantı var mı yok mu ya da bu metnin sahipleri bir
başkasını dış unsurla bağlantılı gösterebilirler mi? “Koalisyonu oluşturan DSP,
MHP ve ANAP’ın genel başkanları, bugün Başbakanlıkta yaptıkları toplantıda, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin, terörist başı Abdullah Öcalan hakkındaki
kesinleşmiş idam cezasının infazının bir süre ertelenmesine ilişkin ihtiyati
tedbir kararını ayrıntılarıyla değerlendirmişlerdir.” AİHM kararını
değerlendiriyor koalisyon başkanı.
AHMET DURAN BULUT
(Balıkesir) – Gazetenin yorumu…
ÖMER ÇELİK
(Devamla) - Hayır, protokolü okuyorum.
OKTAY VURAL
(İzmir) – Oku, oku!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) - Altında imzalar… Hepsi… Göstereceğim.
OKTAY VURAL
(İzmir) – Evet… Evet…
ÖMER ÇELİK
(Devamla) - Bakın, “Bilindiği gibi Türkiye’de…”
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Oku… Anla ama!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) - “…Türkiye'nin de yargı yetkisini kabul etmiş olduğu Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin Türk yargısınca verilmiş kararları değiştirmesi hiçbir
şekilde söz konusu değildir.”
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Evet. Burada ne yanlış var?
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – “Anayasa’mızdan ve uluslararası taahhütlerimizden kaynaklanan süreç
tamamlandığında, dosya gereği için ivedilikle TBMM’ye gönderilecektir.”
OKTAY VURAL (İzmir) - Evet.
ÖMER ÇELİK (Devamla)
– “Genel başkanlar, hukuka saygı içinde aldıkları bu kararın terör örgütü ve
yandaşı çevrelerce milleti ve devletiyle Türkiye'nin yüksek menfaatleri
aleyhine kullanılmak istendiğinin değerlendirilmesi hâlinde…” Yani muhatap
kimdir? (MHP sıralarından gürültüler)
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – PKK terörü devam ederse…
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – “Sus da kararını değiştirmeyelim, terör yapma da kararını
değiştirmeyelim.” diye konuşulan kimdir? “...erteleme süreci kesilerek infaz
sürecine derhâl geçilmesi hususunda görüş birliğine varmışlardır.”
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Komik oluyor, komik!
OKTAY VURAL
(İzmir) – Tam babaannemin mantığıyla konuşuyor.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – “Bülent Ecevit, Devlet Bahçeli, Mesut Yılmaz” imzalarıyla birlikte.
Şimdi, bakınız… (MHP sıralarından gürültüler)
OKTAY VURAL
(İzmir) – Babaanneme de hakaret olur, babaanneme!
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, hatip konuşurken böyle bir usulümüz var mı bizim?
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Başkan, burada genel görüşme mi yapıyoruz, bir tiyatro mu oynuyoruz?
BAŞKAN – Sayın
Şandır, lütfen…
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Biraz evvel Sayın Bahçeli burada bir ifade kullandı.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Nedir bu?
BAŞKAN – Lütfen
oturunuz.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Diyor ki: “Taviz vermek isteyenlerle bunu almak isteyenler
arasındaki duvar inceldiğinde olacakları tahmin edin.” Bakın, taviz vermek
isteyenlerle taviz almak isteyenlerin hepsi küçük azınlıklardır. Peki, büyük
millet, bir arada yaşamak isteyen bin yıllık kardeşlik, bugün hakkaniyet ve
adalet içerisinde haklarının teslim edilmesini isteyen büyük millet, bir arada
yaşamak isteyen büyük çoğunluğun huzuru ve geleceği ne olacak? “Muhterem
ecdadımıza ne deriz?” diye soru soruyorlar. Peki, gelecek nesillere ne
söyleyeceğiz?
OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – PKK dostu sizsiniz!
KADİR URAL
(Mersin) – PKK’yla yaptığınız mutabakatı açıklayın o zaman!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – PKK’yla mutabakat yapan birini tanımak istiyorsanız, kapıdan
çıkacaksınız, karşıda bir ayna var ona bakacaksınız. Orada gördüğünüz fotoğraf
size gerçeği anlatır.
OKTAY VURAL
(İzmir) – Barış elçilerini kim kabul etti?
KADİR URAL
(Mersin) – Yol haritası…
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Terörsüz bir Türkiye teslim ettik biz size!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Şimdi, gelelim “Biz, size terörsüz bir Türkiye terk ettik.” sözlerine.
Bakın, şu elimde bütün bu sürecin istatistikleri var ama insan hayatını
istatistiklerle göstermek istemediğim için bu tabloları göstermiyorum. (MHP sıralarından “Göster, göster!” sesleri.
OKTAY VURAL
(İzmir) – Göster, göster!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Bakınız, 2002 yılında…
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Diyarbakır’ın sokaklarında bayram yapılıyordu, şimdi Başbakanları
gidiyor, kepenkler açılmıyor. Ne söylüyorsun?
NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) – Sayın Başkan, bu Meclis, tarihinde bu kadar rahatsız edilmedi, bu kadar
provoke edilmedi!
ÖMER ÇELİK (Devamla) – Tam tersi. Bu bayram meselesi gelmişken bir şey söyleyeyim size: Biraz evvel
okuduğum protokol imzalandığı zaman, şehit aileleri yurt çapında protestolar
düzenlemişti ve bunlar polis zoruyla engellenmişti o zamanın Hükûmeti tarafından. (MHP sıralarından gürültüler)
HÜSEYİN YILDIZ
(Antalya) – Şimdi ne yapıyorsunuz?
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Bakınız, gazeteler açık, arşivler açık, her şey açık, her şey
ortada. Bu Meclisi demokrasi bölmez, bu Meclisi kardeşlik bölmez ama bu Meclisi
demokrasi karşıtlığı böler. (MHP sıralarından gürültüler) Bu Meclisi hak ve
hürriyetlerin engellenmesi böler. Bu Meclisi hakkaniyetin ve adaletin
engellenmesi böler.
HÜSEYİN YILDIZ
(Antalya) – Ne yapacaksan onu söyle! O onu dedi, bu bunu dedi…
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Şimdi, çok açık bir süreç…
En ibretlik
konulardan bir tanesi de…
HÜSEYİN YILDIZ
(Antalya) – Kimin ne dediğini ne yapacaksın? Siz ne diyorsunuz onu söyle! Dedikoduyu
bırak!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – En ibretlik konulardan bir tanesi de Türklük adına…
HÜSEYİN YILDIZ
(Antalya) – Herkes ne söylediğini biliyor.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) - Bakın, Sayın Bahçeli’nin görüşlerini okuyorum, Genel Başkanlarının
görüşlerine “Dedikodu.” diyorlar. (MHP sıralarından gürültüler)
HÜSEYİN YILDIZ
(Antalya) – İki senede bir defa geliyorsun buraya…
ÖMER ÇELİK
(Devamla) - “Bugün saygıyla andığımız devlet büyüklerimizin hemen hepsi
Türklüğü her zaman başkalarının haklarına saygı, millî birliğin, büyüklük ve
adaletin hakkını teslim etmenin, farklılıklara saygı içinde bütünleşmenin ismi
olarak gördüler.”
OKTAY VURAL
(İzmir) - Bölücülük zırva götürmez!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – “Türklüğe hiçbir zaman ırkçı bir anlam yüklemediler ve bu milletin kızıl
elması hiçbir zaman ırkçılık olmadı, hakkaniyet ve adalet olmuştur.” (AK PARTİ
sıralarından alkışlar, MHP sıralarından gürültüler)
En ibretlik konu
da bu terör örgütünün bitmesi dediğiniz mesele. Türkiye, o
zamanki Hükûmet tarafından ağır bir ekonomik buhranın
içine sokulmuş, bölgemizde en büyük savaş çıkmış, Irak savaşı vesilesiyle terör
örgütü yeniden toparlanmak üzere güçlerini Irak’ın içlerine çektiğini söylemiş,
terör örgütünün strateji olarak uyguladığı ve bütün güvenlik analistlerinin de
bu şekilde teyit ettiği bir meseleyi “Biz size sıfır terörle bir memleket
bıraktık.” diye yalan yanlış ifade ediyorlar burada. (MHP sıralarından
gürültüler)
KADİR URAL
(Mersin) – Sen kızıl elmayı Amasya elması zannediyorsun herhâlde. Kızıl elmadan
haber ver sen.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Bakın, en ibretlik konulardan bir tanesi de, şanlı tarihten, büyük
devlet geleneğimizden bahsederken, Kuzey Irak üzerinden Türkiye’yi korkutma
girişimidir. Bu ülkemize biraz güvenmek lazım. Ülkeye
güvenmek demek sadece “Jeopolitiğin bize yüklediği birtakım görevler vardır.”
diyerek yan gelip yatmak demek değildir. (MHP sıralarından gürültüler)
HÜSEYİN YILDIZ
(Antalya) – Şehitlere de öyle demiştiniz zaten.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Bakın, bakın, bu ülkeye güvenmek demek, bu coğrafyayı savunmak
demek, savunmacı bir refleksle olmaz. Coğrafya, aktif politikalarla ve
jeopolitiğin ruhuna uygun bir stratejiyle savunulur.
KAMİL ERDAL
SİPAHİ (İzmir) – Sen ne anlarsın be!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Bu coğrafyanın, etkili bir vizyona
kavuşmaksızın sadece jeopolitikle savunulması mümkün değildir. Anadolu
coğrafyasının etkili bir güvenlik perspektifi kadar…
OKTAY VURAL
(İzmir) – Büyük Orta Doğu Projesi’yle yaparsınız!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – …çok güçlü bir demokrasiye, kardeş içinde yaşamaya da güvenliği
bakımından ihtiyacı vardır. O sebeple demokratikleşme bir fantezi değildir, hem
vatandaşlarımızın hakkıdır hem de millî güvenliğimizin teminatıdır. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Niye getirmediniz, yedi yıldır iktidardasınız?
OKTAY VURAL
(İzmir)- Mister David Phillips
konuşuyor!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Bakın, Lübnan’dan Irak’a, Suriye’den Afganistan’a, Bosna’dan
Kosova’ya kadar bu geniş coğrafyada etkinlik gösteren Türkiye artık bölgede bir
barış yapıcı unsur olarak ele alınmaktadır. Şimdi diyorlar ki… Muhalefetin bir
çelişkisi de şurada gözüküyor: Bize diyorlar ki: “Bu proje dış kaynaklıdır.”
(MHP sıralarından “Evet, öyle” sesleri)
OKTAY VURAL
(İzmir)- BOP Eş Başkanı daha iyi bilir!
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Dış kaynaklıdır.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Ondan sonra da diyorlar ki, bölgeye açılım yaptığımız zaman da
“Türkiye’yi Batı’dan koparmak istiyorsunuz” diyorlar. Şimdi biz Batı’dan emir
alarak mı bu projeyi yapıyoruz yoksa Türkiye’yi Batı’dan mı koparmak istiyoruz?
Bir tanesine karar verin.
OKTAY VURAL
(İzmir) – Ne projesi, ortada proje yok, bir şey yok ya!
ÖMER ÇELİK (Devamla) – Eğer herhangi bir yerden, dışarıdan emir
alacak bir hükûmet olsaydık –ki, biz bütün Türkiye
Cumhuriyeti hükûmetlerini bundan tenzih etmek isteriz
teorik olarak en azından- o zaman komşularımızla, İran’la ve diğer
komşularımızla barış ve kardeşlik temelinde kurduğumuz ilişkilere itiraz
edenlerin seslerini dinlerdik ama bu sesleri kulak arkası ediyoruz, bu bölgede
barışı kurmaya kararlıyız.
AHMET DURAN BULUT
(Balıkesir) – Önce gel şu açılımı bir anlat!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Türkiye’yi bir eksen kayması içinde suçlayanlar, Türkiye’nin büyüklüğünü
anlamayanlardır. Türkiye şu ya da bu eksene göre değerlendirilecek bir ülke
değildir, Türkiye eksen kuran bir ülkedir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu
eksen de işte çatısı altında bulunduğumuz bu yapıdır, Türkiye Büyük Millet
Meclisidir, Türkiye Büyük Millet Meclisinin temsil ettiği iradedir.
Değerli
milletvekilleri, süreci olumsuz etkileyen bir başka unsur da Kürt kimliğinin
demokratik haklara kavuşması için siyaset yaptığını iddia edenlerin yaptığı
bazı girişimler ve hareketlerdir.
AHMET DURAN BULUT
(Balıkesir) – Meclisi oyalıyorsunuz boşuna!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Legal ve demokratik ortamda siyaset yapanlar terör örgütünü
meşrulaştıramazlar. Dünya siyaset tarihinde kendi kendini yok sayan, “Beni
değil dağdakileri muhatap alın.” diyen tek parti Türkiye’den çıkmıştır.
SELAHATTİN
DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Hadi canım sen de!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Daha da kötüsü bunu devlete karşı bir çözüm şartı olarak dayatma
yanlışlığına girmişlerdir.
Siyasi parti
olmak demek, demokrasiyi gerçekleştirmek için iddia sahibi olmak demektir.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Siz ne yapacaksınız, onu anlatın.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Fakat ilk defa bir siyasi parti kendisinin hiç olduğunu ve
dağdakilerin muhatap alınması gerektiğini söylüyor. Bunun hiçbir şekilde kabul
edilmesi mümkün değildir.
GÜLTAN KIŞANAK
(Diyarbakır) – Bu Mecliste çözüm politikasını bu kürsüden okuyan tek parti
bizim partimizdir.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Demokratikleşme sürecinin zemini Türkiye Büyük Millet Meclisidir.
Muhatabı millettir.
SELAHATTİN
DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Son seçimde gördük!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Demokrasi adına Türkiye’yi suni kamplara bölmeye çalışanlar, “Bugün
dilimizi aldık, yarın da toprağımızı alacağız.” densizliği içerisine girenler
demokratik siyasetle ve siyasetle asla bağdaştırılamaz, AK PARTİ tarafından
bunların tavırları asla meşru görülemez. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Ve özellikle Kürt
kökenli vatandaşlarımıza sesleniyorum: Bunların tavırları Kürt kökenli
vatandaşlarımızın temel hak ve hürriyetlerden yararlanması değil, kendi
kurumsal çıkarlarını korumaktır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bize göre millî
birlik ve kardeşlik daha çok demokrasi demektir.
SELAHATTİN
DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – İki yılda bir defa muhalefet lideriyle görüşen bir
başbakan var mı?
BAŞKAN – Lütfen,
sayın milletvekilleri…
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Birileri bu denklemin millî birlik ve beraberlik kısmına sahip
çıkma adına demokratikleşmeye alerji duyuyor.
SELAHATTİN
DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – İki yıl boyunca muhalefet liderine randevu vermeyen bir
başbakan var mı? “Ben görüşmem.” diyen var mı?
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Evet, evet… Bakın arkadaşlar, çok güzel örnekler var. Başka başbakanların
ayağına Almanya’ya, Fransa’ya giden belediye başkanları Türkiye Cumhuriyeti
Başbakanını karşılamama densizliğine düştüler. Bunu niye kaydetmiyorsunuz? (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
SELAHATTİN
DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – AKP Genel Başkanını karşılamamıştır.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı onun ilini ziyaret ederken Türkiye
Cumhuriyeti Başbakanını kabul etmeyip başka başbakanların önünde el pençe divan
duranların bu sözleri söylemeye hakkı var mı? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
SELAHATTİN
DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Sizin Genel Başkanınızı karşılamamıştır, Genel
Başkanınızı! AKP’nin Genel Başkanını karşılamamıştır.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Siz, Başbakanı değil de AKP’nin Genel Başkanını karşılamadık
diyorsanız, DTP’nin Genel Başkanına da randevu
verilmemiş olur eğer mesele bundan ibaretse.
GÜLTAN KIŞANAK
(Diyarbakır) –“Ya sev ya terk et.” diyenleri hiçbir zaman karşılamayacağız.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) - Bakınız, Türkiye’deki sorun işte burada gördüğümüz tablodur. Bu
tabloyu iyi analiz edelim. AK PARTİ’nin, “millî
birlik ve kardeşlik eşittir daha çok demokrasi” derken ne kadar doğru bir iş
yaptığı görülüyor. Daha çok demokrasi kısmını sahiplenenler millî birliğe karşı
çıkıyor, millî birliği sahiplenenler demokrasiden alerji duyuyor. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Kürt sorunu,
Alevi sorunu, azınlıklar sorunu faili meçhul sorunlar değildir. Bunlar, yönetim
sorumluluğunu yerine getirmeyenlerin, bugün de bu süreci engellemeye
çalışanların seleflerinin ürettikleri sorunlardır, kesinlikle faili meçhul
değildir. O sebeple bu oturumlar tarihî oturumlardır. Bu oturumlarda kimin
milletin sorunlarını çözmek üzere milletin karşısına çıktığını, kiminse sadece
engellemek ve itiraz etmek yoluyla bu süreci tıkamaya çalıştığını bütün millet
çok açık bir biçimde görüyor.
SELAHATTİN
DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Haksızlık yapıyorsunuz. Vicdanlı olun biraz!
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Ömer Bey, neyi açıkladınız?
SELAHATTİN
DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Biraz vicdanınız sızlasın Ömer Bey!
BAŞKAN – Sayın Demirtaş, lütfen…
ÖMER ÇELİK
(Devamla) - Bakınız, Kürt meselesi yıllardır farklı dönemlerde farklı
dinamiklerle beslendi ve bugüne geldi. Bugün…
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Neyi açıkladı?
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Şimdi bana “Ne açıklıyorsunuz?” diyorsunuz. Ben açıklasam
diyeceksiniz ki “AK PARTİ’nin projesi.” Benim görevim
değil ki. Hükûmet açıklıyor işte. Bu bir devlet
projesi diyoruz. Hükümetin görevi o.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Hükûmetin dediğini ne yapacaksın… Grup
olarak ne söyleyeceksin?
ÖMER ÇELİK
(Devamla) - AK PARTİ’nin buradaki pozisyonu, Hükûmetimizin yürüttüğü bir devlet ve Türkiye projesi olan
demokratikleşme açılımına tam destek vermek üzere görüşlerini açıklamaktan
ibarettir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Neye destek verdiğinizi bir anlayalım.
SEVAHİR
BAYINDIR(Şırnak) –Tek başınıza asla başaramazsınız.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) - Kürt meselesi yıllardır farklı dönemlerde farklı dinamiklerle
beslendi ve bugüne geldi. Bakın, bununla ilgili çok ileri adımlar atıldı, çok
ileri şeyler söylendi. Hatta CHP’nin raporlarında eğitimin, kültürün ve
sağlığın yerel yönetimlere devredilmesi konusunda, yerel yönetimlere yetki
genişliği verilmesi konusunda ifadeler vardır. Buna eğitim de dâhildir. Peki,
bütün bu görüşler ortaya koyulurken ne söylenmek istenmiştir?
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Siz neredeydiniz o zaman?
ÖMER ÇELİK
(Devamla) - Söylenen açıktır: Büyük bir sorun var ve buna ivedilikle, son
derece acil bir şekilde müdahale edilmesi gerekir. O sebeple bize bugün “Bunu
niye bugün gündeme getirdiniz?” diyenlerin, asıl, yedi yıl boyunca her gün bunu
gündeme getirin diye bu Meclis kürsüsünden konuşması gerekirdi. Her gün bu
gündemin çözülmesi için, Alevi sorununun çözülmesi için, azınlık…
YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) – Aç da arşivlere bak, tutanaklara bak yavrum, sen yenisin daha.
Senede bir gelirsen öğrenemezsin.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) - …vatandaşlarımızın haklarından yararlanması için, inanç gruplarının
sıkıntılarının çözülmesi için, Kürt sorununun çözülmesi için muhalefetin
aslında çok güçlü bir iradeyle Hükûmeti sıkıştırması
gerekirdi. Şimdi Hükûmet bu iradeyi koyuyor ama
muhalefetten ses gelmiyor, sadece itiraz geliyor.
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Ömer Bey, bu açılımın ne olduğunu siz de bilmiyorsunuz.
BAŞKAN – Sayın Öztürk, lütfen…
ÖMER ÇELİK
(Devamla) - Bakın, bu saatten sonra, bugün bu meseleleri tek bir dinamikle
tarif edemeyiz, fotoğrafı eksik görmeyelim. Ne siyasal reformlar ne ekonomik
önlemler ne de güvenlik tedbirleri tek başına bu sorunu çözebilir. Bu sorunun
çözümü, çoğulculuğu yok saymak, çağdaş demokratik sistemleri tehdit eden
uygulamalar karşısında vatandaşlarımızın çağdaş demokratik uygulamalar olmaması
sebebiyle incinmiş mensubiyet duygularını yeniden tamir etmektir. Asıl bu
adımlar atılmazsa millet içinde millet adacıkları oluşma ihtimalî vardır. Bu
adımların her biri bu millet adacıkları oluşturacak sosyal uyuşmazlıkları
ortadan kaldırmak üzeredir.
Bakın, 90’lı
yıllar boyunca… 80’li yıllarda…
AKİF AKKUŞ
(Mersin) – 90 mı,
ÖMER ÇELİK
(Devamla) - … “Bu ekonomik problemdir.” denildi, daha sonra “Siyasal
problemdir.” denildi, daha sonra bu mesele bir sosyal uyuşmazlık oluşturma
noktasına geldi. Bunu bir şekilde çözmek zorundayız. Üstelik bu sorunu yaratan
da biz değiliz, gidip de bunu ihaleyle de almadık. Yönetme sorumluluğu bizim bu
soruna el atmamızı mecbur kılıyor.
Bakın, özellikle
genç kardeşlerim, Türkiye'nin bu noktaya nasıl geldiğini bilmiyorsanız, burada
kuru kuruya bir eleştiri yapıldığını zannediyorsanız, bir sorumsuzluk
yapıldığını zannediyorsanız…
YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) – Aynaya bak, aynaya.
SEBAHAT TUNCEL
(İstanbul) – Nasıl çözeceksiniz, onu söyleyin.
AKİF AKKUŞ
(Mersin) – Meclise hitap et.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) - …“Bu Kalp Seni Unutur mu” diye bir dizi var. Oradaki Diyarbakır
Cezaevi sahnelerini aklınıza getirin.
SEVAHİR BAYINDIR
(Şırnak) – Onların durumlarını görmeden densiz densiz
konuşma.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) - Bu ülkede Kürt olsun, Alevi olsun, azınlık olsun, inanç grubu olsun
bizim bütün acı çeken vatandaşlarımıza söylediğimiz şudur: AK PARTİ’nin kalbi sizi unutmaz, AK PARTİ’nin
iradesi sizin arkanızdadır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Demokratikleşme
süreci bir açılım, bir devlet projesidir. Milletimizin farklı kesimleri ile bu
ülkenin vatandaşı olma duygusu arasına giren fitne ve fesatları ortadan
kaldırma girişimidir. Bunun iki boyutu var: Birincisi eksik demokrasiden
kaynaklanan haksızlıkları gidermek ve haksızlığa uğrayan kesimlerin demokratik
taleplerini karşılamaktır…
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Daha çok telefon dinlemek!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – …diğeri ise terörle mücadele bağlamında terör örgütünün, PKK’nın silahsızlandırılması
ve etkisizleştirilmesidir. Bu süreçte devletin terörle mücadeleden vazgeçtiği iddiası
bir yalandır.
Bakınız, esasında
demokratikleşme, bütün dünyanın da kabul ettiği gibi en etkili terörle mücadele
yöntemidir. Fakat demokratikleşmeyi teröre taviz vermek olarak algılayanların
esasında terörle mücadele konusunda da ne kadar eksik ve duyarsız kaldıkları
görülüyor çünkü demokratikleşmeyi teröre taviz verme olarak algılayanlar
terörle mücadeleyi sadece teröristle mücadele zannedenlerdir.
AHMET DURAN BULUT
(Balıkesir) – Biliyorsanız yedi senede bitirseydiniz. Yedi sene ne yaptınız?
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Oysa terörle mücadele çok daha kapsamlı, çok daha boyutlu bir
meseledir. Biz siyasi sorumluluğumuzu, millî iradenin bize verdiği iktidar
partisi olma konumumuzu…
HÜSEYİN YILDIZ
(Antalya) – Sayın Vekilim, on dakika kaldı hâlâ bir şey söylemediniz.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – …olayın tüm boyutlarını ele alarak ortaya koyuyoruz, bu nedenle de
başkalarının risk gördüğü konuları Türkiye'nin geleceği için fırsata
dönüştürüyoruz. Bu birlik ve dirlik çabalarının…
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Ömer Bey, ortaya ne koydunuz?
AHMET DURAN BULUT
(Balıkesir) – Ömer Bey, şu açılımı bir aç!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – …tek hedefi vardır: Devletimiz ile milletimiz arasında adalet ve
hukuk köprüsü inşa etmek.
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Açılım da fos çıktı, fos!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Uzun yıllar devletimiz ile milletimizin huzur içinde var olmasını
engelleyen bütün yanlış uygulamalar ortadan kaldırılacaktır.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Yedi yılda neyi kaldırdınız?
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Hukuksuzluk asla başını alıp gidemeyecektir.
AHMET DURAN BULUT
(Balıkesir) – Açılımı açmadın, hâlâ bekliyoruz.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Vatandaşların huzur içerisinde yaşamasına kasteden bütün adımlar
anında engellenecektir. Milletin vicdanını yaralayan her türlü yasak, anayasal
düzenin gerekleri içerisinde ortadan kaldırılacaktır. AK PARTİ’nin
destek verdiği süreç budur. Maddelerin belirlenmesi Hükûmet
tarafından gerçekleştiriliyor ve bu konuda da muhalefetin katkılarına açık
olunduğu defalarca söylendi. Bu konuda gerekenin, muhalefetin katkılarının,
eleştirilerinin alınması konusunda ısrarcı olundu fakat bu bile bir zaaf olarak
görüldü. Sanki biz bir mahcubiyet içerisindeymişiz, bir yanlış yapıyormuşuz da
muhalefeti yanımıza katmak için bir faaliyet içerisindeymişiz gibi gözüktü. Çok
açık söyleyeyim: Biz AK PARTİ olarak bu sorunun başladığı günden bugün çok daha
fazla kararlıyız ve böyle bir sorunu çözme iradesi gösterdiğimiz için bir
mahcubiyet ve tereddüt içerisinde değiliz. Tam tersine, milletimize acı veren
bu uygulamaları ortadan kaldırma girişimi bize nasip olduğu için Allah’a hamdediyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Israrla gelen bir
soru var: “Bunu niye şimdi getiriyorsunuz?” Bakın, toplumsal mutabakat ortada,
devlet mutabakatı ortada, biraz evvel liderlerin bahsettiği dış konjonktürün Türkiye'nin millî menfaatleriyle paralel
gelmesi ortada ama burada asıl sorulması gereken soru şudur: Yedi yıl boyunca
niye her gün getirmediniz? Her seferinde tarih olarak bize 30 Şubatı verdiniz,
olmayan bir tarihi verdiniz! (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Memleketin
meselesi bizim meselemizdir. Bu doğru bir süreçtir, doğru bir açılımdır.
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Açılım nedir açılım? Açılımı anlat açılımı!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) - Destek verenler, memleketin sorununu çözmek üzere millete karşı
sorumluluklarını yerine getireceklerdir. Destek vermeyenlerse zannetmesinler ki
bu yolla AK PARTİ’nin iradesini akamete uğratacaklar.
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Hadi canım sen de!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) - AK PARTİ tek başına kalsa bile, Türkiye'nin her bölgesinde var olan
bir parti olarak…
AHMET DENİZ
BÖLÜKBAŞI (Ankara) – Hodri meydan! Hodri meydan!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) - …bu milletten aldığı iradeyle, milletin gösterdiği teveccühle bu
yoluna şartsız, kayıtsız ve daha büyük bir iradeyle devam edecektir.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Dersine iyi çalışmamışsın, dersine!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Bakınız, burada güç aldığımız en önemli mesele, siyaset
felsefemizdir. Biz cumhuriyetin zenginliğine inanıyoruz. Cumhuriyetin kırılgan,
savunmacı bir refleksle savunulmayacağını düşünüyoruz. Bize göre “yurtta sulh,
cihanda sulh” pasif bir yaklaşım değildir. “Yurtta sulh, cihanda sulh”, inisiyatif alarak, irade koyarak gerçekleştirilmesi gereken
bir yaklaşımdır. “Yurtta sulh ve cihanda sulh”un öncelikli ilkesi de “yurtta
demokrasi, dünyada demokrasi”dir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Esas durduğumuz
yer… Meseleye duyguyla bakmayı küçümseyenler şu duygu üzerinde empati kursunlar: Vergisini verirken, askere giderken ayrıma
uğramayan hiçbir vatandaşımız, hiçbir sebepten dolayı ayrıma uğramayan
vatandaşımız başka konularda da ayrıma uğramamalıdır, bu ayrım kaldırılmalıdır.
Bakınız, burada maalesef çok kötü örnekler veriliyor. Evet, şark planını
biliyoruz…
BEHİÇ ÇELİK
(Mersin) – Şark planı değil, şark meselesi. Bunu bile bilmiyorsun.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) - …çocukluğumuzdan beri duyuyoruz. Batılıların şark planının
ayrıntılarını okuduk.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Şark planı değil şark meselesi, yanlış söyledin.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Şark meselesinin bütün tehditlerinin farkındayız, adını biliyoruz
ama size bir şey soracağım: Şark meselesinin tehditlerini ortadan kaldırmanın
yolu şark ıslahat planı değildir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Tam tersine
vatandaşlarımızın bir kısmı… Deniyor ki kanunlar eşit, asimilasyon yok, şu yok,
bu yok. Peki, o zaman, yirmi beş yıl boyunca olağanüstü hâl bölgesinde niçin
farklı idari tedbirler uygulandı, niçin farklı güvenlik tedbirleri uygulandı?
Bir nesil niçin terörün bölgesinde büyüdü? Hadi ondan da vazgeçtik.
ALİ KOÇAL
(Zonguldak) – Çuvalladın, çuvalladın.
ÖMER ÇELİK (Devamla) - Son iki ay içerisinde
seksen altı yıldan daha fazla fikir bu konuda niye üretildi? Bu kadar aydın, bu
kadar insan durduk yerde fantezi mi yapıyor, yoksa bu sürece karşı çıkanlar
hayal âleminde yaşayıp siyasi sorumluluklarını yerine getirmekten mi
kaçınıyorlar?
OSMAN ERTUĞRUL
(Aksaray) - Çorba yaptın çorba! Dersine çalışmamışsın.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Son sözlerim şudur: Milletimizin demokratik taleplerine kulak
tıkayanların, bu demokrasi iradesini görmezden gelenlerin bilmesi gereken bir
şey var, bizim kitabımızda olmayan tek şey var: Hiçbir konuda “Böyle gelmiş,
böyle gitsin.” demeyiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) - Kopyaya bak kopyaya!
ÖMER ÇELİK
(Devamla) – Türkiye günlerdir -bence çok verimli bir tartışma, bütün taraflar
görüşlerini söylemeli- genetiği değiştirilmiş gıdaları konuşuyor. Şu genetiği
değiştirilmiş demokrasiyi, genetiği değiştirilmiş milliyetçilik anlayışını da
biraz konuşalım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) - Genetiği değiştirilmiş millî görüş!
AKİF AKKUŞ
(Mersin) - İslam’ı bile değiştirmeye kalktınız.
ÖMER ÇELİK
(Devamla) - Milletimiz müsterih olsun. Devletin sahibi var, milletin sahibi
var, demokrasinin sahibi var, özgürlüklerin sahibi var. (CHP ve MHP
sıralarından gürültüler)
Kardeşlik
içerisinde geleceğe umutla bakarak, kol kola girerek, herkesin hakkını ve
hukukunu tam olarak aldığı, kimsenin hakkını ve hukukunu almak için mücadele
etmek zorunda kalmadığı, hakkın ve hukukun oksijen ve su kadar helal ve doğal
olduğu bir ülke olma yolunda yaşasın Türkiye Cumhuriyeti! (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
Çelik, teşekkür ederim.
SELAHATTİN DEMİRTAŞ
(Diyarbakır) – Sayın Başkan…
FARUK BAL (Konya)
– Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, birleşime on beş dakika ara veriyorum efendim.
Kapanma Saati: 17.13
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 17.33
BAŞKAN : Mehmet Ali ŞAHİN
KÂTİP ÜYELER: Murat ÖZKAN (Giresun), Harun TÜFEKCİ (Konya)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 18’inci Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
FARUK BAL (Konya)
– Sayın Başkan…
BAŞKAN – Hükûmet burada.
FARUK BAL (Konya)
– Sayın Başkan…
BAŞKAN -
Saygıdeğer arkadaşlarım, görüşmelere kaldığımız yerden devam edeceğiz.
FARUK BAL (Konya)
– Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun.
FARUK BAL (Konya)
– Oturumu kapatmadan önce konuşan Sayın Hatip, benim de Bakan olarak görev
yaptığım 57’nci Hükûmetle ilgili yanıltıcı bir
beyanda bulunmuştur. Düzeltmek için söz istiyorum.
NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) – Sayın Başkan, 69’uncu maddeye göre aynı oturum içinde söz talep
edilebilir, o oturum tamamlanmıştır. 69’uncu maddenin ikinci fıkrasına göre
böyle bir söz talebinde bulunulamaz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Siz
sataşma nedeniyle söz istiyorsunuz değil mi, 69’uncu maddeye göre?
FARUK BAL (Konya) – Evet.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – 73, 69 değil.
GÜLTAN KIŞANAK
(Diyarbakır) – Demokratik Toplum Partisi olarak biz de söz istiyoruz.
NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) – Sayın Başkanım ikinci fıkraya göre söz talep edilemez.
BAŞKAN – Okuyalım
efendim 69’u:
”Şahsına
sataşılan veya ileri sürmüş olduğu görüşten farklı bir görüş kendisine atfolunan Hükümet, komisyon, siyasî parti grubu veya
milletvekilleri, açıklama yapabilir ve cevap verebilir.
Açıklama ve
cevaplar için Başkan, aynı oturum içinde olmak üzere söz verme zamanını takdir
eder.”
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Efendim, geri çekiyoruz.
SELAHATTİN
DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun.
SELAHATTİN
DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Sayın Başkan, Hatip konuşmasında partimizi, grubumuzu
densizlikle itham etmiştir.
BAŞKAN – Sayın Demirtaş, siz de sanıyorum sataşma nedeniyle, 69’a göre söz
istiyorsunuz.
SELAHATTİN
DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Sayın Başkan, grubumuza sataşma var, o nedenle başka
bir sataşmaya mahal vermeden cevaplamak istiyorum.
BAŞKAN – Ancak,
eğer 69’a göre istiyorsanız…
SELAHATTİN
DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Evet. Ben önceki oturumda talep etmiştim Başkanım, ara
vermeden önce talep etmiştim.
BAŞKAN – Bana
böyle bir başvuru gelmedi, yazılı da gelebilirdi.
SELAHATTİN
DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Sayın Başkanım, bir önceki oturumu kapatmadan önce söz
almaya çalıştım. Bir açıklama yapmama izin verin.
BAŞKAN – Sayın Demirtaş, bakın siz Grup Başkan Vekilisiniz, hukukçu bir
arkadaşımızsınız… İzin verirseniz ben tabii İç Tüzük’ü uygulamak zorundayım. İç
Tüzük “…aynı oturum içinde olmak üzere…” diyor.
SELAHATTİN
DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Sayın Başkan, bakın, oturumu kapatmadan önce ben söz
istedim.
BAŞKAN – Ama bana
böyle bir başvurunuz gelmedi.
SELAHATTİN
DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Sayın Başkan, oturumu kapatmadan önce söz istedim. Yeni
bir sataşmaya mahal vermeden bir açıklama yapmak istiyorum.
BAŞKAN –
Tutanakları getirteyim Selahattin Bey. Sayın Demirtaş,
tutanakları getirteyim, bir bakacağım.
Lütfen oturunuz yerinize.
SELAHATTİN
DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Oturum bittikten sonra söz verirseniz bir anlamı
kalmaz.
BAŞKAN – Zaten
bitti oturum, yeni bir oturumdayız.
SELAHATTİN
DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Ben önce söz istedim. Bir dakikayla açıklayayım Sayın
Başkan.
BAŞKAN –
Tutanaklara bakacağım, aynı birleşim içerisinde söz vermem mümkün mü değil mi
onu değerlendireceğim ama tutanaklar bir gelsin. Çok teşekkür ederim,
oturabilirsiniz.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Genç.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Sayın Başkan, şimdi bu kişisel söz sırası bende. Nasıl bende? Dün
AKP’nin genel görüşme önergesinin gündeme alınmasına ilişkin Genel Kurul karar
verdikten sonra ilk söz isteyen ben oldum. Buna buradaki herkes şahit. Fakat
sizin Meclisi yöneten Başkan Vekiliniz o kadar basiretsiz bir kişi ki hemen
orayı terk etti. Hiç “Ara veriyorum.” da demedi.
BAŞKAN – Lütfen…
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Bir dakika efendim… Beni dinler misiniz.
BAŞKAN – Sayın
Genç, Başkan Vekilimize “basiretsiz” diyemezsiniz.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Basiret göstermeyen insanlara “basiretsiz” derim ben.
BAŞKAN – Bakın,
siz Meclis Başkan Vekilliği yaptınız.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Yaptım da onun için söylüyorum. Çünkü o kürsüyü yönetmediği için…
BAŞKAN – Bir şey
söyleyeceğim şimdi. Bakın, bir saniye, geçmeyin, bir dakika…
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Efendim ama bakın ilk sözü ben istedim. Ondan sonra bana söz
vermemek için AKP’den 50 tane milletvekili sonradan getirildi.
BAŞKAN – Hayır
bir dakika… Bir dakika… Hayır…
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Sayın Başkan, dinliyor musunuz beni?
BAŞKAN – Bakın,
siz Meclis Başkan Vekilime “basiretsiz” ifadesini kullandınız, hakaret ettiniz.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Orada adaletli davranmadı.
BAŞKAN – Bakın,
siz Başkan Vekilliği yaptınız. Başkan Vekiline hakaret etmek…
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Hakaret değil ki Sayın Başkan; bu, hakaret değil Sayın Başkan.
BAŞKAN – …üç gün
Meclisten uzaklaştırmayı gerektirecek bir disiplin suçudur. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Peki, hakaret ettim. Bana ceza ver. Ben söz istiyorum.
BAŞKAN – Lütfen
yerinize oturun.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Hakaret ettim. Bana ceza
ver. Söz istiyorum.
BAŞKAN – Başkan
Vekilimize hakaret edemezsiniz. Yerinize oturun.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Yani bana o zaman söz ver, ben kendimi savunayım.
BAŞKAN – Disiplin
hükümlerini uygularım hakkınızda.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Disiplin cezasını uygula. Ben söz istiyorum.
BAŞKAN – Meclis
Başkan Vekiline bu şekilde hakaret etmek İç Tüzük’e göre disiplin suçu teşkil
eder. Lütfen yerinize oturun.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Tamam, o zaman bana ceza ver Sayın Başkan.
BAŞKAN – Bana onu
uygulatmayın. Yerinize oturun.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – AKP’li Ömer çıkmış diyor ki, Dersim olaylarından bahsediyor.
Sivas’ı yakan kimler oldu, Maraş’ı kimler yaktı? Burada çıkıp da insanları
böyle kandırmaya gerek var mı?
BAŞKAN – Lütfen
yerinize oturun Sayın Genç.
Sayın
milletvekilleri, kimlerin kişisel sözlerini ifade edecekleriyle ilgili çalışma
yapıldı. İki arkadaşımız; şimdi ilkini çağırıyorum.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Sayın Başkan, bakın, Başkanlığınız zamanında çok keyfî olaylar
oldu.
BAŞKAN – Lütfen
yerinize oturun.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Sırf bana söz vermemek için AKP getiriyor, 50 tane milletvekilini
oraya veriyor. Kaç tane söz istenmiş onları okur musunuz? Efendim, kaç kişi söz
istemişse kişisel, okuyun orada.
BAŞKAN – Sayın
Genç, siz burada üç yılı aşkın süre Meclisi yönettiniz.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Üç değil yedi yıl, yedi yıl.
BAŞKAN - Kişisel
söz talepleriyle ilgili ne yapılıyor burada?
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Yedi yıl yönettim, yedi yıl.
BAŞKAN - Ne
yapılıyor? Aynı anda başvuranlar arasında kura çekiliyor. Kurayı çekmiş, iki
arkadaşımız çıkmış.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Efendim, hayır… Söz isteyen kişileri okuyun.
BAŞKAN - Lütfen
yerinize oturun.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır. Sırayla okuyun efendim.
BAŞKAN - Sayın
Genç, lütfen yerinize oturun.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır.
BAŞKAN – Bakın,
sizi uyarıyorum.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Efendim, uyarmanız haklı ise beni uyarın ama söz isteyenleri okuyun
efendim.
BAŞKAN - Lütfen…
Lütfen oturunuz.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Söz isteyenleri okuyun efendim.
BAŞKAN - Lütfen
oturunuz. Ben size söz vermedim, lütfen yerinize oturun.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Benim doğal hakkım, söz isteyenleri okuyacaksınız. Söz isteyenleri
okuyacaksınız.
BAŞKAN - Lütfen
yerinize oturun, ben onu değerlendiririm. Siz oturun yerinize.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Okuyun.
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, şimdi söz sırası, şahsı adına söz isteyen İstanbul
Milletvekili Sayın Ufuk Uras’a ait.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Efendim, söz isteyenleri okutacaktınız.
BAŞKAN - Sayın
Uras buyurun. (DTP sıralarından alkışlar)
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Yani olur mu böyle? AKP’nin talimatıyla hareket ediyorsunuz.
BAŞKAN – Sayın
Genç, yerinize oturur musunuz lütfen.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Tayyip Bey size talimat veriyor, ona göre hareket ediyorsunuz.
Böyle Başkanlık olmaz ya!
BAŞKAN – Oturun
yerinize. Oturun yerinize.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Tayyip Erdoğan geliyor, sana talimat veriyor, sen ona göre hareket
ediyorsun!
BAŞKAN – Oturun
yerinize.
Sayın Uras,
süreniz on dakika.
Buyurun.
MEHMET UFUK URAS
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cumhuriyetin kuruluşundan
seksen altı yıl sonra, aradan geçen bunca yıla ve alınmış nice olumlu mesafeye
rağmen hâlen bazı temel sorunları çözememiş olmamız hepimize büyük acılar
yaşatıyor. Olumsuzluklar geçmiş yılları olduğu gibi geleceğimizi de teslim alma
işaretleri taşıyor.
Konu malum. İster
20’nci yüzyılın ilk dönemlerinde olduğu gibi Vilayeti Şarkiye veya Şarkî
Anadolu ya da bugünkü gibi Doğu ve Güneydoğu Anadolu deyin, isterseniz kalkınmada
öncelikli yöreler veya eski OHAL bölgesi deyin, orada bir sorun var. Buna
isterseniz de bizim gibi Kürt sorunu deyin. Sorunun yeri de belli, sorundan
etkilenenler de, hatta sorunun nedenleri, sonuçları ve tezahür ediş biçimleri
de. İşte cumhuriyet tarihi boyunca katlanarak büyüyen ve bir bölgeden tüm
ülkeye yayılan bu sorunu aşmanın yolu demokratik, siyasal, sosyal ve kültürel
çözümler üretmekten geçiyor.
Çok uzun zamandır
biliyoruz ki, Kürt sorunu tek başına bir asayiş sorunu olmadığı gibi, yargının
veya askerin çözeceği bir sorun da değildir ve bu konuya sadece ekonomik
kalkınma anlayışıyla yaklaşmanın mevcut sorunların çözümüne yardımcı olmadığı
da yine uzun yıllardır biliniyor. Sorun, Türkiye toplumunun tarihsel ve güncel
bir sorunudur.
Onlarca yıl
boyunca ve devletin egemen anlayışına göre bir Kürt sorunu yoktu. Yıllar
boyunca mürtecilerin, eşkıyaların, şeyhlerin ve ağaların kışkırtmalarından söz
edildi. Kimi zaman yabancı devletlerin çeşitli sebeplerle kışkırttığı
anlatıldı. Ayaklananlar ya kandırılmışlar ya da devlete sadakatsizdiler.
Cumhuriyetin kuşakları hep bu resmî anlayışla eğitildi. Yirmi sekiz isyan
yaşandı. Bunlar ağır şekilde bastırıldı. Asimilasyon sistematik, sürekli ve en
fazla enerji harcanan tercih oldu ama görüldü ki fazla mesafe alınamadı. Kürtçe
konuşmak yasaklandı. 83’te çıkan 2932 sayılı Yasa’yla da bu daha da
sıkılaştırıldı. Soyadları, yer adları ve köy isimleri değiştirildi. 72’de çıkan
1587 sayılı Yasa ile çocuklara Kürtçe isim verilmesi yasaklandı. Ama Kürt
sorunu yok olmadı. İnkâr siyaseti iflas etti. Orada insanların yaşadığı, kendi
dilleri olduğu, kendi kültürleri olduğu, kendilerine ait bir kimlik taşıdıkları
anlaşılana kadar on binlerce insan öldü.
Geçen seksen altı
yıl içerisinde Türkiye toplumunun hak ettiği demokratik, barışçı, adil ve
kapsamlı çözümleri tartışamadık. Çok insanımızı kaybettik. Kendi aramızda
demokratik yollardan çözmeyi beceremediğimiz için dış müdahalelere açık hâle
geldik. Bin yıldır bir arada yaşadığımız insanların bir bölümünün dilini,
kültürünü, kimliğini bir türlü içimize sindiremedik. Onlara kendi kafamıza göre
kimlikler uydurmaya kalktık. Bu tür garipliklerle yılları kaybettik. Şimdi
Kürt’e “Kürt” demeden, kendi dilini yani Kürtçeyi konuşmasını, öğrenmesini,
yazmasını, hayatın her alanında kullanmasını sağlamadan, bunun anayasal ve
yasal güvencelerini ortaya koymadan daha fazla adım atamayacağımız belli değil
mi? Bence anlayanlar için belli.
Hep söyledik:
“Türkiye’de Kürt sorununun çözümü için atılacak adımlar; toplumun ve ülkenin
demokratik kuruluşlarının, demokratik kamuoyunun, Meclisin ve siyasi partilerin
aklıselim sahibi ve demokrat yurttaşların işi olmalıdır.” dedik. İşte şimdi bu
gerçeğin açığa çıktığı bir dönemi yaşıyoruz. Yeni açılımların tartışılması yeni
çözümler, modeller ve sonuçlar üretecektir. Kürt sorununun çözüm yolu
demokratikleşme ve hoşgörüdür; farklı kültüre saygı göstererek eşit yurttaşlık
ilişkilerinin geliştirilmesidir; eşit koşullarda bir arada yaşama iradesinin
güçlenmesi ve şiddet ortamının kesinlikle sona erdirilmesidir. Toplumda iç
barışın sağlanması ve kültürlerin yakınlaşması, birbirini daha fazla tanıması,
önyargıların aşılarak bir arada yaşam kültürünün geliştirilmesi, sorunların
çözümü doğrultusunda önemli adımlar olacaktır.
Elbette her şeyin
bir anda gerçekleşmesini beklemek doğru değildir ama güven artırıcı tutumların
geliştirilmesi önemlidir. Artan güven yeni adımların atılabilmesini de
kolaylaştıracaktır. Gündelik yaşamda normalleşmenin artması, Doğu ve Güneydoğu
illerinde yaşayan yurttaşların insanca yaşam hakkından yararlanma ortamının
geliştirilmesi, ihmal edilmişlik duygusunun ortadan kalkması için de çok önemli
bir adım olacaktır.
Yapılması
gerekenler, artık tarihte kalması gereken birtakım endişe ve korkular ileri
sürülerek asla ertelenemez. Hiçbir hukuksal, askerî ve benzeri neden bu konuda
gerekli olan açılımları geciktirmeyi meşru kılamaz. Bugüne kadar neredeyse
bütün liderler “Biz bu kimliği tanıyoruz.” dediler. Hatta kimi kuvvet
komutanları bile “Biz yanılmışız.” dediler. Peki sonuç? Tanıdınız da ne
yaptınız? Ama şimdi bir şeyler yapmak zamanıdır ve peki neler yapılabilir?
Şimdi, bir
Türkiye örneği yaratmamız gerekiyor. Sorun bütün Türkiye’nin, dolayısıyla çözüm
de bütün Türkiye için iyi ve yararlı olacaktır. Sorunun çözümü üzerinde
gerçekçi ve uygulanabilir bir yöntem ve topyekûn bir iradeyle herkes
çalışmalıdır çünkü çözüm herkese kazandıracaktır. Çözümsüzlük ise insani,
siyasi, ekonomik ve toplumsal maliyet olarak hepimizi olumsuz etkileyecektir.
Çözümsüzlüğün maliyetinin çözümün maliyetinden daha yüksek olduğunu giderek
daha fazla algılıyoruz.
Bugün Sayın
Baykal’ın yirmi yıl önceki raporlara gönderme yapması son derece önemlidir
çünkü o raporlara baktığınızda Dersim katliamı çözümü yoktur, Muğlalı çözümü
yoktur, “Uluslararası süreç tamamlanmadı.” diye yüzde 10 barajını savunması hiç
yoktur. Türkiye’de bazı etnik kimliklere karşı Türkiye’de imtiyazlı statü talep
edildiği iddiası tamamıyla asparagastır, tamamıyla
gölge boksudur. Gerçek boks 2011 seçimlerinde yaşanacaktır ve kimin havlu
atacağını hep beraber yaşayıp göreceğiz. (DTP sıralarından alkışlar)
Bence çözüme üç
aşamada geçilebilir.
Birincisi:
İspanya, İrlanda, Fransa gibi başarılı dünya örneklerinden ders alınmalıdır.
Söylendiğinin aksine reformlarla şiddet ortamının çıkmasında bir senkronizasyon oralarda başarılmıştır.
İkincisi:
Türkiye’nin özgün koşullarını ve niteliklerini dünyanın başarılı örneklerinin
bilgi ve dersleriyle birleştiren bir model sürdürülmelidir. “Çok kültürlü
anayasal vatandaşlık” kavramı bunu sağlayabilir. Bu vatandaşlık, hakları ve
özgürlüklerin alanını genişleten, farklılıkları koruyup herkese eşit yurttaşlık
getiren bir devrim kavramı olarak görülebilir.
Üçüncüsü: Çözümü
sürdürülebilir kılmak için toplumsal desteği sağlayacak adımlar atılmalıdır.
Yani Türkiye demokrasisinin demokratikleştirilmesi, siyasal, kültür ve yaşam
tarzı itibarıyla güçlendirilmesi, Kürt sorununun çözümü sürecinin
sürdürülebilirliğini garanti altına alabilir. Çözüme dönük gerçekçi ve
inandırıcı bir iradenin görülmesi ve sürdürülmüş olması önemlidir. Sürecin
olumsuzlukları, provokasyonları, baltalamaları ve
çatışmaları da içereceğini göz ardı etmemek gerekiyor. Yani çözüm süreci son
derece karmaşık, inişli ve çıkışlı bir süreçtir. Bugün Susurluk’tan
Ergenekon’a, kontrgerillanın, cuntacıların, darbecilerin süreci yavaşlattırıcı,
ket vurucu hamleleri karşısında, teşebbüsleri karşısında son derece dikkatli
olmalıyız.
Toplumun çözüm
sürecini desteklemesi için topluma istikrarlı bir şekilde güvence verilmelidir.
Bu çerçevede
tartışılması ve yapılması gereken bazı noktaları şöyle sıralayabiliriz:
Birincisi:
Toplumumuzun yapısı çok dilli ve çok kültürlüdür. Kürtçenin ve diğer dillerin
gündelik yaşamda etkin bir şekilde kullanımı bu yapıyı daha da
güçlendirecektir. Bu bakımdan, ilköğrenimden başlayarak bu dillerin
öğrenilmesini, yerel birimlerdeki hizmetlerin halka götürülmesini daha da
kolaylaştıran dilsel düzenlemelerin yapılması gerekiyor. “Git dilini anandan
öğren.” denilemez.
İkincisi: Adı
ister af olsun ister başka bir şey, yeni bir sayfa açılabilmesi bakımından
gerek Kuzey Irak gerekse Türkiye dağlarındaki ve cezaevlerindeki binlerce
insanın yeniden olağan ve demokratik toplumsal yaşama katılımının yollarının
açılması gerekiyor. Bedel ödetme psikolojisini canlı tutarak elde edilebilecek
çok fazla bir şey olmadığını dünya örnekleri de gösteriyor. Bizim de bunları
anlamamız gerekiyor. Eve dönüşleri sağlayan, toplumsal ve siyasal yaşama dâhil
olmayı öngören kapsamlı bir düzenleme yapılmalıdır ikinci olarak.
Üçüncüsü: Yerel
yönetim reformu, yerel yönetimler ile merkezî idare arasındaki etkin ve uyumlu
bir iş birliğinin tesis edilmesinin zeminini güçlendirecektir. Demokratik
katılımcılık ilkesi çerçevesinde yerinden yönetim anlayışının ön plana
çıkarılarak bölgesel ve kentsel sorunların çözümü için merkezi yönetimin
vesayeti ortadan kaldırılmalıdır.
Dördüncüsü: 12
Eylül Anayasası’nın sırtımızdaki yüklerinden kurtularak, Türkiye’nin
gerçeklerine ve ihtiyaçlarına uyan demokratik bir anayasaya sahip olmamız
gerekiyor. Siyaset ve demokrasi yaratıcıdır. Eşit koşullarda birlikte yaşamayı
gerçekleştirecek bir çözüm modeli, cumhuriyetin demokratikleşmesine dayanan
eşit-özgür yurttaşlık hukuku ve sistemidir. Türkiye’de tarihten miras aldığımız
çok dilli, çok dinli ve çok kültürlü toplum yapımızın bir gerilim ve çatışma
değil, zenginlik ve güç kaynağı olarak görülebilmesi için, yasal bakımdan
güçlendirilmiş “anayasal vatandaşlık” kavramının içselleştirilmesi gerekiyor.
Anayasa, Siyasi
Partiler ve Seçim Yasaları demokratikleştirilmeli, anadilde siyaset yapma
konusundaki engeller ortadan kaldırılmalı; Türkiye Cumhuriyeti toprağına bağlı
bir anayasal yurttaşlık tanımı oluşturulmalı, Anayasa bütün kültürlerin
demokratik bir şekilde varlığını ve kendini ifade etmesini içermelidir.
Beşinci olarak da
Doğu ve Güneydoğu’nun güçlü bir plan dâhilinde yeniden ayağa kaldırılması gerekiyor.
Bunun için, bölge halkının mevcut örgütleriyle iş birliği gerekir…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
TACİDAR SEYHAN
(Adana) – Bir on dakika daha konuşsun!
BAŞKAN – Sayın
Uras, süreniz doldu, size makul bir süre daha veriyorum. İki dakikada
toparlayabilir misiniz?
MEHMET UFUK URAS
(Devamla) – Tabii, hemen bitiriyorum.
ŞAHİN MENGÜ
(Manisa) – On dakika daha verin.
MEHMET UFUK URAS
(Devamla) – Efendim, bağırmaya gerek yok. Bağıranlar en haklı olsaydı otobüs
terminallerindeki çığırtkanların en haklı meslek grubu olması gerekirdi. (AK
PARTİ ve DTP sıralarından alkışlar)
ŞAHİN MENGÜ
(Manisa) – Saygısızlık etme!
MEHMET UFUK URAS
(Devamla) – Çok özür dilerim. Yani biz, 10 Kasım gibi bir özel günde milletvekilliğimizi
unutup “aç aç” gecesinde kendimizi zanneden
milletvekillerinden değiliz. (AK PARTİ ve DTP sıralarından alkışlar)
Altıncısı:
Husumet bloklaşmasına…
MUHARREM İNCE
(Yalova) – AKP’nin alkışlamasından çok memnunsun galiba! Yazıklar olsun sana!
MEHMET UFUK URAS
(Devamla) – Bağırmayın Arkadaşım!
Husumet
bloklaşmasına ve suç kaynağına dönüşen koruculuk sistemi böyle devam edemez.
Bu meselede sizin
itirazınızda sorun Millî Eğitim Bakanıdır. Mantık derslerine müfredatta biraz
daha ağırlık verse böyle manzaralarla karşılaşmayız. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
Uras, siz Genel Kurula hitap edin.
MEHMET UFUK URAS
(Devamla) – Yedincisi: Türkiye’de yakın tarih gösteriyor ki parti kapatma var
olan siyasal ve toplumsal sorunların çözümüne çare olmuyor. Üstelik yargı
yollarını kullanarak toplumsal ve siyasal sorunlara çözüm arayan zihniyetlerin
de demokrat olmadığı görülüyor. Bu nedenle Demokratik Toplum Partisinin Anayasa
Mahkemesi tarafından kapatılması sorunu ağırlaştırmaktan başka bir işe
yaramayacaktır. DTP gibi bir partinin varlığı hem sorunun anlaşılmasını hem de
karşılıklı birbirini anlamayı kolaylaştıran, demokratik normlara ve işleyişe
ortak sadakati adım adım gerçekleştiren barışçı bir
sürece ciddi bir imkân sunmaktadır. Parti kapatmayı güçleştiren yasal
değişiklikler bir an önce yapılmalıdır.
Son olarak
sekizinci: Sokak gösterilerinde tutuklanarak yaşlarının katlarınca ceza
istemiyle yargılanan çocuklarla ilgili yasal düzenleme bir an önce yapılmalı,
bu çocuklarımızın olması gereken yerlerine, okullarına dönüşü sağlanmalıdır.
Toplumumuz bu ve
benzeri adımların yaratacağı barış, dostluk ve kardeşlik iklimine nicedir
hasret kaldı. Çok dilli, çok kültürlü ve çok kimlikli ortak bir tarihten
geliyoruz, böyle bir geleceğe birlikte neden yürümeyelim? Türkiye’de cumhuriyet
tarihi, görmek isteyen herkese göstermiştir ki, demokrasisiz cumhuriyet toplumu
çağdaşlığa götüren bir yol değildir, bundan sonra da olmayacaktır. Bütün bu
sorunları demokrasi içinde çözebiliriz. İnsanlığın bilgi dağarcığında yer alan
çözüm modellerini…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUHARREM İNCE
(Yalova) – ÖDP’yi bitirdin yakında AKP’ye geçersin
sen, belli oldu.
BAŞKAN – İlave
süreniz de doldu Sayın Uras.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – ÖDP’yi kapattın, AKP’ye geçeceksin sen,
kesin. Sen kesin AKP’ye geçiyorsun. (Gürültüler)
BAŞKAN – Sayın
Uras, sadece selamlama için açıyorum mikrofonunuzu.
MEHMET UFUK URAS
(Devamla) – Seyit Rıza demiş: “Her şeyle baş ettim, sizin yalanlarınızla baş
edemedim.” Hâlâ yalan söylemeye devam ediyorsunuz. (AK PARTİ ve DTP
sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, genel görüşme… (CHP ve DTP sıralarından gürültüler)
ZEKERİYA AKINCI
(Ankara) – Alkışlayanlara bak!
BAŞKAN – Lütfen
sayın milletvekilleri… Lütfen…
Sayın
milletvekilleri, genel görüşme önergesi üzerindeki görüşmelerimize devam
ediyoruz. (CHP ve DTP sıralarından gürültüler)
Sayın
milletvekilleri, lütfen…
Şimdi de söz
sırası Hükûmet adına Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan’ın.
Buyurun Sayın
Erdoğan. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyor, millî birlik ve kardeşlik sürecimizi ele almak
üzere yaptığımız genel görüşmenin ülkemiz, milletimiz ve demokrasimiz için
hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum.
Üç gün önce
vefatının 71’inci yıl dönümünde minnetle andığımız Gazi Mustafa Kemal, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin açılış öncesinde yayınladığı tebliğde, o günden yani 23
Nisan 1920’den itibaren askerî ve sivil bütün makamlarla, bütün milletin tek
mercisinin Büyük Millet Meclisi olacağını ifade etmişti.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi o günden itibaren bu aziz milletin tek mercisi olmuştur. Bu
Meclis gazi bir meclistir. Bu Meclis Kurtuluş Savaşı’mızı
sevk ve idare eden meclistir. Bu Meclis millet iradesinin tezahür ettiği,
tecessüm ettiği meclistir.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Ne iradesi ya!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bu Meclis, açıldığı 23 Nisan 1920’de bu ülkenin
bütün renklerini, bütün çiçeklerini, bütün kokularını, bu ülkenin topyekûn
sesini, nefesini bünyesinde toplamış, bu ülkeyi teşkil eden, cumhuriyeti kuran
bütün unsurları çatısı altında birleştirmiş bir Meclistir.
1920’de ilk Mecliste Ankara Mebusu Mustafa Kemal var, Afyonkarahisar’dan Ömer Lütfi Argeşo
var, Ardahan’dan Filibeli Hilmi var, Balıkesir’den Abdülgafur
Efendi var, Bilecik’ten Mostarlı Boşnak Ahmet Lakşe
var, Bitlis’ten Derviş Sepunç var, Burdur’dan Mehmet Âkif Ersoy var, Çankırı’dan Müştak Torbo
var, Diyarbakır’dan Abdülhamid Hamdi var, Manisa’dan
Çerkez Reşit var, Dersim’den Diyap
Ağa var.
Kurtuluş
Savaşı’na başkumandanlık yapan, Türkiye Cumhuriyeti’ni inşa eden ruh ve irade,
Türkiye’nin tüm unsurlarını işte bu Mecliste cem etmiştir.
Atatürk’ün en
büyük başarılarından biri, her türlü farklılığı önce Türkiye Büyük Millet
Meclisi çatısı altında, ardından Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı paydasında
birleştirmek, millet olma bilincini güçlendirmek olmuştur. İlk Meclisin
açılışında Gazi’nin dile getirdiği şu ifadeler her an hatırda
bulundurulmalıdır. Daha önce de ifade ettim yine bu kürsüde, ama biliyorsunuz
tekrarda fayda vardır: “Efendiler, burada maksut olan ve Meclisi âlinizi teşkil
eden zevat, yalnız Türk değildir, yalnız Çerkez değildir, yalnız Kürt değildir,
yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mürekkep anasırı İslamiye’dir,
samimi bir mecmuadır.”
Bu Meclis, aziz
milletimizin hamurunu “çokluk içinde birlik” anlayışıyla yoğurmuş, milletimizin
birlik ve bütünlük ruhunu tesis etmiştir.
Büyük Millet
Meclisinin Kayseri’ye taşınması teklifi karşısında söz alan ve “Biz buraya
Ankara’dan kaçmak için gelmedik, savaşmaya, dövüşerek ölmeye geldik.” diyen
Dersim Mebusu Diyap Ağa, bu cumhuriyetin hangi ruh ve
ideal üzerine inşa edildiğinin en somut abidelerinden yalnızca bir tanesidir.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Seksen dokuz yıl
boyunca da bu Meclis hep milletin Meclisi olarak kalmıştır ve evvel Allah,
bundan sonra da hep öyle kalacaktır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Türkiye’nin her meselesinin çözüm yeri burasıdır. Türkiye’de her meselenin
cesaretle, samimiyetle açık seçik konuşulacağı zemin işte bu Meclistir. Bu
Meclis seksen dokuz yıl öncesinin gerisine düşemez. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Bu Meclis, seksen dokuz yıl önce, renklilik üzerine, özgürlük
üzerine, en önemlisi de demokrasi üzerine inşa ettiği temellerinden ve
ilkelerinden taviz veremez. Varlık yokluk mücadelesi veren, istiklal mücadelesi
veren bir milleti küllerinden ayağa kaldıran bu şanlı Meclis, elbette, her
türlü sorunu ele alabilecek, her türlü sorunu çözüm yoluna koyabilecek bir
tarihî geçmişe, derin bir tecrübe ve sağduyuya sahiptir. Türkiye’nin en önemli
sorun alanlarıyla ilgili meseleleri de elbette Mecliste konuşmak, tartışmak
durumundayız, bu amaçla genel görüşme yapılmasını istedik. Bundan daha doğal,
daha tabii ne olabilir. Her meselenin özgürce konuşulduğu, cesaretle
konuşulduğu, millet adına konuşulduğu, nezaketle, edeple, adapla, karşılıklı
saygıyla, hoşgörüyle ele alındığı ilk Meclis, bugünkü Meclis için bir model
olmak, bir ilham kaynağı olmak zorundadır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, iktidar kadar muhalefet de demokrasinin olmazsa olmaz unsurudur.
Muhalefetin iktidarla her konuda bire bir aynı düşünmesi asla teklif edilemez,
düşünülemez de, her konuda ittifak etmesini asla bekleyemeyiz. Bu, demokrasinin
de doğasına aykırıdır ancak her konuya, sırf iktidarın önerisidir, fikridir,
girişimidir diyerek karşı çıkmak, yapıcı bir öneri, yapıcı bir eleştiri
getirmek yerine, temelden her meselenin karşısında durmak millet istifadesine
değildir, ülkemizin istifadesine değildir. Demokrasinin en temel şartı
diyalogdur, müzakeredir, uzlaşı aramaktır. Her konuda uzlaşmak, her konuda aynı
düşünmek demokrasinin bir gereği değildir ama her türlü farklılığa rağmen
konuşmak, tartışmak, sorunlara çözüm aramak demokrasinin bir gereğidir. Konunun
özüne dönük görüş beyan etmek, eleştiri getirmek yerine “Hükûmet
kendisini anlatmasın.” diye çaba göstermek, farklı polemiklerle
konuyu saptırmaya çalışmak bir muhalefet tarzı olamaz.
Bizler bu
Mecliste yeni değiliz. Uzun yıllardır bu Mecliste olan milletvekilleri var. Bu
Meclisin kurulduğu günden beri tutanakları var. Bugün Türkiye'nin her tarafında
bizi izleyen -ekranları başında- aziz vatandaşlarımız siyasette tutarlılık
istiyor. İzleyici tribünlerine eli tutularak getirilenler olursa, bunlar bu
Meclisin asaletiyle bağdaşmaz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Milletin
Meclisindeki üslup, elbette çocuklara, elbette gençlere, elbette tüm bir
millete örnek teşkil edecek bir üslup olmalı, sağduyuyu ve aklıselimi yansıtan
bir üslup olmalıdır.
Değerli
milletvekilleri, seksen altı yıl önce birlik, beraberlik ve dayanışma üzerine
inşa ettiğimiz cumhuriyet, seksen altı yıl boyunca gelişerek, güçlenerek,
bölgesinde ve dünyada tarihine, kültürüne, medeniyete yaraşır bir ağırlık
kazanarak bugünlere ulaşmıştır. Cumhuriyet, seksen altı yıl boyunca dünyadaki
değişime ayak uydurduğu ölçüde, demokrasisini ilerlettiği ölçüde, kendisini
yenilediği, reformları hayata geçirdiği ölçüde ilerlemiş ve kalkınmıştır.
Şu hususa da özellikle dikkatlerinizi çekmek istiyorum:
Trablusgarp Savaşı’nda Tobruk ve Derne’de
savaşan, Balkan Savaşı’nda Gelibolu, Bolayır, Dimetoka ve Edirne’yi savunan, Çanakkale Savaşı’nda
Anafartalar Grup Komutanı olarak zafere imza atan ve Kurtuluş Savaşı’mızın Başkumandanı olarak bu ülkeyi istiklaline
kavuşturan Gazi Mustafa Kemal, cumhuriyetin ilanının hemen ardından, savaştığı
tüm ülkelerle diplomatik ilişkileri geliştirmenin gayreti içinde olmuştur. Atatürk kin gütmemiş, intikam hissi içinde olmamış, küsmemiş,
husumet beslememiş, tam tersine, işgalci ülkelere Kurtuluş Savaşı’nda gereken
cevabın verildiği düşüncesiyle yeni bir dönem başlatmıştır.
Gazi Mustafa
Kemal, ülkenin etrafına duvarlar örmemiş, ülkenin ufkunu daraltmamış, tam
tersine, “yurtta sulh, cihanda sulh” diyerek, Türkiye’yi büyütmenin mücadelesine,
istikbal mücadelesine yoğunlaşmıştır.
Soruyorum: Yurtta
sulhu tesis edemeyenler, cihanda sulhu tesis edebilir mi? Bunun başarılması
lazım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bugünün ulusal ve
uluslararası meselelerini dar kalıplar üzerinde inşa edenler, meselelere hissi
yaklaşanlar, ulusal ve uluslararası problemleri kin, nefret ve intikam
duygusuyla mülahaza edenler cumhuriyetin kuruluş ruhuna ve kurucusuna haksızlık
ederler.
Biz, “Türkiye'nin
üç tarafı denizlerle, dört tarafı düşmanlarla çevrili” diyen bir anlayışla
değil, “yurtta sulh, cihanda sulh” anlayışıyla hareket ediyoruz. Biz, düşman
üretmek değil, dost kazanmak anlayışıyla bir yaklaşım üretiyoruz. Bizim
barışçı, aktif dış politikamızı eleştiren anlayış eğer o gün var olsaydı, ne
Kurtuluş Savaşı son bulurdu ne Lozan olurdu ne cumhuriyet ayakları üzerinde
doğrulurdu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Emin olun ki bu anlayış,
Atatürk’ün diplomatik temaslarına da, dünyada sulh anlayışına da karşı gelir,
ayak diretirdi.
Türkiye
Cumhuriyeti 29 Ekim 1923’te ne kadar büyük düşündüyse bugün de o kadar büyük
düşünmek durumundadır. Bu devlete ve bu millete büyük düşünmek yaraşır. Bizler,
küçük meselelere takılıp kalamayız. Hükûmet olarak
ülkemiz için, millet olarak, devlet olarak tarih boyunca her zaman büyük
düşündük, büyük adımlar attık, büyük hedefler belirledik ve büyük ideallerin
peşinde olduk. Bugün de aynı ruh ve aynı heyecanla büyük düşünmek ve büyük
hedeflere doğru kararlı adımlarla ilerlemek bizim ve tabii ki bu yüce Meclisin
asli vazifesidir. Bu yüce Meclis, memleketin meselelerine çözüm üretecek güce
sahip bir Meclistir. Hiçbir ülke, hiçbir topluluk, hiçbir grup ya da zümre
milletin bu aziz Meclisine hiçbir şey dayatamaz. (AK PARTİ sıralarında
alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, bu Meclis yıllar yılı hayalî tehditlerle meşgul edilmiştir, şimdi
olduğu gibi; içini bildikleri için değil, gerçekleri bildikleri için değil, dış
güçlerin talimatlarıyla, oralardan verilen emirlerle, “Büyük Orta Doğu Projesi”
gibi ifadelerle.
MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) – Eş Başkanı değil miydin, yalan mı?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “Nedir?” diye sorsanız, “İçeriğinde ne var?” diye
sorsanız bilmezler, söyledikleri bir şey de zaten yok. Hiçbir zaman bir
belgeye, bir delile bağlı olarak da konuşamazlar çünkü o kapasiteleri de yok.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar) Böyle bir durumları var.
Bu ülkenin
enerjisi, var olmayan tehditler nedeniyle ne yazık ki israf edildi.
NECATİ ÖZENSOY
(Bursa) – Obama’yı ayakta siz alkışladınız.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Dünya değişirken, dönüşürken, gelişirken bu ülke
sonu gelmeyen tartışmalarla, çözüm üretilmeyen meselelerle oyalandı,
duraklatıldı, geri bırakıldı.
BEHİÇ ÇELİK
(Mersin) – Sayenizde!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bugün, o eski anlayışla, o eski siyaset tavrıyla,
artık tedavülden kalkmış siyasi üslupla Türkiye’yi, yeni tehditler, yeni
korkular, var olmayan ve var olmayacak yeni düşmanlar üretmek suretiyle
kimsenin sanal tehditler üretmeye hakkı yoktur. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
ÇETİN SOYSAL
(İstanbul) – Terör de mi sanal, PKK da mı sanal?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Hükûmet olarak yedi yıldır
bu ülkenin kronik meselelerini çöze çöze bugünlere
geldik.
Enflasyondan
faizlere, dış ticaretten uluslararası yatırımlara, turizm gelirlerinden
ücretlere, bölünmüş yollardan dersliklere…
ALİ KOÇAL
(Zonguldak) – Millet aç, millet aç!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – …modern teknolojiyle donatılmış okullardan
üniversitelere, yüksek standartlı demokrasiden dış politikaya kadar her alanda
ezberleri bozduk, statükoyu değiştirdik ve ülkemize
yeni bir ufuk çizdik. (MHP sıralarından “Telekulak
başladı.” sesi)
Herkes görevini
yapıyor, merak etme.
Yedi yıl boyunca
ekonomiyi, toplumsal yaşamı, dış politikayı, sağlam bir zeminde yüceltmek ve
büyütmek için demokratik hak ve özgürlükleri olabildiğince genişlettik ve bu
iktidar döneminde, temel hak ve özgürlüklerin almış olduğu irtifa hiçbir
dönemde olmamıştır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bugün,
çağdaşlığın da modernliğin de evrensel değerlerle buluşmanın da yolu
demokrasiden, daha ileri, daha gelişmiş bir demokratik standarda ulaşmaktan
geçiyor. Ülkemizdeki tüm sorun alanlarına el atmak, sıkıntıları hafifletmek,
demokrasiyi her alanda hâkim kılmak için demokratik açılım sürecini başlattık.
Yani, bu olayı, sadece terör sorunu olarak algılamak veya anlatmak ayrı bir
yanlıştır, sadece Kürt sorunu olarak algılamak veya anlatmak ayrı bir
yanlıştır.
Değerli
arkadaşlarım, bakınız, hedef, millî birlik ve kardeşlik projesidir. Süreç,
demokratik açılım sürecidir.
Değerli
arkadaşlarım ve burada tabii ki öncelikli sorun, terörle, terör sorunuyla
mücadeledir, etnik unsurların sorunlarıyla mücadeledir. Bunun içinde Kürt
sorunu da vardır, Arnavut sorunu da vardır, benim Türk vatandaşımın sorunu da
vardır, Laz, Abaza, Arnavut, Roman, hepsinin sorunları vardır kendilerine göre.
Bunları çözmek durumundayız.
Bunun yanında
azınlıkların da sorunları var…
AKİF AKKUŞ
(Mersin) – Öyle bir sorun yok.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - …inanç gruplarının sorunları var.
Sana gelmiyor,
bana geliyor bunlar. Bu sorunlar bana geliyor.
AKİF AKKUŞ
(Mersin) – AKP sorunu var.
BAŞKAN – Lütfen
sayın milletvekilleri…
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Size gelmiyor çünkü kimse sizi zaten muhatap olarak
kabul etmez. Sizin irapta yeriniz yok. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Ve özellikle bir
şeyi ifade etmek istiyorum. Bu sorunlar, şöyle tarihe baktığımız zaman…
Bakıyorsunuz, taa Ziya Gökalp döneminde, cumhuriyetin
ilk yıllarında buna yönelik projeler üretilmiş. Sayın Baykal az önce “Bakın,
yirmi yıl önce biz bunu yaptık.” diyor. Neyi? Kürt sorunuyla ilgili bir proje
ifade etmiş. Ama bakıyorsunuz ki şimdiki konuşmalarla onun arasında değişik
farklılıklar var.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Yok, yok. Hiçbir fark yok. Anlamamışsın.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bu da çok enteresan.
Notlar elimde
var. Tutanaklar da var, notlar da var.
DENİZ BAYKAL
(Antalya) – Anlamamışsın, hiç anlamamışsın. Farkında bile değilsin. Zaten sorun
da o.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – İstiyoruz ki her sorun alanı, demokratik
standartların yükselmesiyle…
DENİZ BAYKAL
(Antalya) – Sen farkında değilsin o
işin.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – …temel hak ve özgürlüklerin gelişmesiyle…
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Anlama kapasiten yok.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – …adalet ve hakkaniyetin her alanda, her vatandaşı
kuşatmasıyla, ezilen, horlanan, dışlanan herkesin kucaklanmasıyla aza insin.
Değerli
arkadaşlarım, yedi yıl boyunca bu anlayıştan, bu yaklaşımdan, bu kucaklayıcı
tavırdan taviz vermedik. 72 milyon vatandaşımızın her birinin sofrasındaki
ekmeğin özellikle büyütülmesi gayreti içerisinde olduk. Her bir vatandaşımızın
derdini dinledik. Çare üretmenin, derman bulmanın mücadelesi içinde olduk. (CHP
ve MHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Lütfen
sayın milletvekilleri…
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Tabii, tabii, sadaka kültürü.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Sayın Başkan, şahsım ve grubum, diğer liderler
konuşurken en ufak bir müdahalede bulunmadılar. Bakın, şu anda, maalesef,
şurada, bakıyorum, özellikle iki muhalif grup sürekli laf atıyor.
ALİ KOÇAL
(Zonguldak) – Konuşma üslubunuzu ona göre ayarlayın.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bakın, ben hem Hükûmet adına
hem de grubumun Başkanı sıfatıyla konuşuyorum. Lütfen, anlayın ki
anlatabilesiniz. Dinlemesini öğrenin. Dinlemediğiniz sürece de hiçbir şeyi
anlatamazsınız bu ülkede. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
Erdoğan, siz Genel Kurula hitap edin.
Değerli
arkadaşlarım, lütfen Hatibi dinleyelim.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Çözüm üretmeyen bir siyaset, sorunları ele almayan,
hafifletmeyen bir demokrasi, halkın taleplerine duyarsız kalan bir devlet
anlayışı olamaz. İşte bu noktadan hareketle bizler dedik ki: “İnsanı yaşat ki
devlet yaşasın, insanı yücelt ki devlet yücelsin.”
Demokrasiden hiç
kimsenin korkusu, çekincesi, tereddüdü olmasın. Demokrasi bu ülkeyi bozmaz,
merak etmeyin. Tam tersine, birleştirir, bütünleştirir, kardeşliğimizi daha da
pekiştirir. Demokrasi korkuların -özellikle söylüyorum- pazarı değil,
panzehiridir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Demokrasi en temel meşruiyet
zeminidir. Meşru siyasetin görevi, iktidarıyla, muhalefetiyle, bütün sivil
mekanizmalarıyla meşruiyet alanını genişletmektir. Vatandaşların…
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Bir araçtır.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Evet, aynen öyledir! Aynen öyledir!
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Tramvaydır.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Aynen öyledir! Bütün sistemler, dinler, hepsi
insanın mutluluğu için birer araçtır. Amaç insanın mutluluğudur, bunu öğren!
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bizim demokratik
açılımdan, millî birlik ve kardeşlik projesinden kastımız budur, yani
sorunların minimize olduğu bir Türkiye, her yönüyle. Bunun için de bizim
muhatabımız, ele aldığımız bu devlet projesiyle, millettir -destek veren olur,
olmayan olur, millettir- ve biz bugün milletimizin vekillerinin huzurunda bunu
konuşuyoruz ve yarından itibaren milletimize gidiyoruz ve seksen bir vilayette
milletimize anlatacağız.
RAHMİ GÜNER
(Ordu) – İçinde ne var acaba?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) –Yani, Sivas’ın ötesine gitmemek gibi bir durumumuz,
kaygımız yok, seksen birin seksen birine de gideceğiz. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Aksini iddia edenler, bize eski yöntemleri önerenler, “Yangını niye
söndürmek istiyorsunuz? Bırakın devam etsin, bırakın bu yara açıkta kalsın,
kanama devam etsin.” demiş olmuyorlar mı? Hayır, doğru yol bu değil, aklın ve
vicdanın yolu bu değil, demokrasinin yolu bu değil. Biz diyoruz ki: “Peki,
nedir? Onu söyleyin.” Biz diyoruz ki: “Türkiye’ye güvenin, demokrasiye
güvenin.” Bakın, birçok başlıkları -az önce- İçişleri Bakanım hepsini başlıklar
hâlinde burada ifade etti ama siz anlamakta zorlanıyorsanız benim söyleyecek
bir şeyim yok.
Bakınız, değerli
arkadaşlarım, farklılık zenginliktir, farklılık renktir. Gökkuşağı ne kadar
güzelse, ne kadar muhteşemse, ne kadar etkileyici ise farklılık da o kadar
güzeldir, o kadar muhteşemdir, o kadar etkileyicidir. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Bu ülkenin
dağlarını, Ağrı’yı, Munzur’u, Kaçkar’ı, Erciyes’i, Uludağ’ı, bütün o döşeyen
binlerce, 10 binlerce çiçek, farklılıklarıyla, farklı renkleri, farklı
kokuları, farklı güzellikleriyle bizi mest eder. Hepsinin kökü bu topraktadır.
Burada herhangi bir sıkıntısı benim grubumun yok ama bunu benim grubuma sormaya
da kimsenin hakkı yok. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Her biri suyunu,
Kızılırmak’tan alır, Dicle’den alır, Fırat’tan alır, Yeşilırmak’tan, bu ülkenin
tüm nehirlerinden alır. Hepsi bu toprakların çiçeğidir, hepsi bizim
çiçeğimizdir. Hep beraber… Derdimiz bu zaten.
Biz, yanı
başımızdaki komşumuzun derdini biliriz, hastalığını biliriz, ihtiyaçlarını
biliriz ama etnik kökenini bilmeyiz, bilsek de inkâr etmeyiz, hor görmeyiz,
sadece saygı duyarız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Biz millet olarak öyle
bir medeniyetten geliyoruz. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.”
anlayışıyla bir tas çorbayı komşumuzla paylaşabilme anlayışını gösterebilen bir
halkız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bunu küçümsemeye de kimsenin hakkı
yok. Bu farklı bir alicenaplıktır, farklı bir
kadirşinaslıktır.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Komşunun sandalı yoksa benim gemim olsun mu?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Kimse de bunu
bir sadaka kültürü olarak vasıflandıramaz. Burada da bir dalalet var, bir
gaflet var. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Çok önemli bir şey bu.
Biz, insanı insan
olduğu için, açık konuşuyorum, ne Türk olduğu için ne Kürt olduğu için ne Laz olduğu
için ne Gürcü, Abaza, Pomak, vesaire
–neyse- olduğu için sevmiyoruz. Biz, yaratılanı Yaradan’dan ötürü
seviyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Doğrusu, zaman zaman benim alındığım, gücendiğim bazı durumlar olur bazı
topluluklarda. Örneğin…
YILDIRIM TUĞRUL
TÜRKEŞ (Ankara) – Meclis Başkanı mesela...
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)- …Kürt kökenli vatandaşıma birisi kalkar şu Kürt, şu
Laz, şu Türk… Arkadaşlar, yani bu tür ifadeleri yakıştırmak bile yanlış. Sanki
o ifadeyle orada bir küçümseme mantığı yatıyor. Bunlardan bir
defa kurtulmak lazım. (MHP sıralarından gürültüler.) Sen söyleme ya, ben
duyduklarımı, bildiklerimi, gördüklerimi söylüyorum, bu gerçekleri söylüyorum.
Zaten sıkıntının altında bu var.
YILDIRIM TUĞRUL
TÜRKEŞ (Ankara) – “75 Kürt milletvekili var.” dediniz.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Geçenlerde benim İçişleri Bakanım bir şey söyledi,
burada kıyamet kopardınız. Ben söylüyorum: Bakınız son seçimlere, ondan önceki
22 Temmuz seçimlerine sizler seçim neticesi olarak dikkat edin, Güneydoğu ve
Doğu’da aldığınız oylar ortadadır ve sizlerin oralarda bir bölge partisi
olduğunuz ortadadır. Benim milletim size niçin oralarda oy vermiyor, ortadadır.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar) Biz oraların birinci partisiyiz. Güneydoğu
Anadolu’da da birinci partiyiz, Doğu Anadolu’da da birinci partiyiz, toplamında
da birinci partiyiz, yedi siyasi bölgenin yedisinde de birinci partiyiz,
yedisinde de. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Seksen bir vilayetin sekseninde
milletvekili çıkartan tek parti biziz; niçin? Çünkü halkımızın tümünü
kucaklıyoruz. Dışlamak bizim anlayışımızda yok, ayrımcılık bizim anlayışımızda
yok. Dedim ya, yaratılanı Yaradan’dan ötürü seviyoruz, bizim anlayışımız bunun
üzerine inşa edilmiş. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Halepçe’de katledilen masum
yavruların, masum insanların acısını ta yüreğinde hisseden yegâne millet, evet,
Türk milletidir. Onlara olduğu gibi, 1991’de yerinden yurdundan, köyünden,
toprağından edilen 1 milyon Iraklı Kürt kardeşimize kucak açan yegâne millet
biz olduk. Ben o dönemde, İstanbul’da bir partinin Başkanıydım ve tırlarla ilaç götürdüm, yiyecek götürdüm, gıda götürdüm.
Niye?
ŞAHİN MENGÜ
(Manisa) – Hangi parti?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Sana ne ya! Bir partinin o zamanlar işte ben İl
Başkanıydım. Ne yapacaksın? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Eğer sen, yakın
siyasi tarihi bilmiyorsan ben ne yapayım. Aç biraz, araştır, bak. Siyasetçisin,
politikacısın, nerede siyaset yaptığımı bilirsin, araştır, bak. (CHP
sıralarından gürültüler)
Bizim tarihimiz
bir, kültürümüz bir, medeniyetimiz bir, türkülerimiz bir, acılarımız,
sevinçlerimiz de bir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli
kardeşlerim, “Sarı Gelin” türküsü çalındığında, sözleri hangi dilde olursa
olsun ezgisiyle, evet, yürekleri titreyen biziz.
Hazreti Hüseyin Kerbela’da sahraya düşenden beri gözyaşı döken hep birlikte
biziz.
Sema ile elini
göğe ve yere açan da biziz. Semah ile kâinat gibi dönen de biziz.
MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) – Yalansın, yalan!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Genel Başkanınla beraberdik ya! Semaları beraber
izledik ya! Ne densizsin ya! (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen Hatibe müdahale etmeyin.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Siperlerde yan yana düşerek bu toprakların
kardeşliğini parçalanamaz şekilde birleştiren şehitlerimiz var. Malazgirt’te
nasıl bir ve berabersek, bütün haçlı seferlerine karşı da bir ve beraber olduk,
aynı sancak altında toplandık.
Biz artık bu
ülkenin kronik meselelerine, ekonomik sorunlarına, işsizliğe, teröre, hiçbir
demokratik hak ve özgürlük talebine karşı kulaklarımızı tıkayamayız.
BEHİÇ ÇELİK
(Mersin) – Açılıma gel, açılıma!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Yaklaşık yirmi beş yıldır devam eden terör
meselesine tutucu, statükocu, ezberini değiştirmeyen,
tek boyutlu bir anlayışla çözüm üretemeyiz. Statükoyu devam ettirmenin
ülkemize, milletimize menfaati varsa devam ettirelim ama görüyoruz ki yok.
Türkiye’yi daha büyük tehlikelere, daha büyük risklere sokacak olan bir statükoyu benimsemek ne aklen ne mantıken ne vicdanen
mümkündür.
Statükoyu
sürdürebilmek mümkünse, buyurun, sürdürelim ama geçmişin yanlış
politikalarının, bildik ezberlerin artık sürdürülebilir bir tarafı kalmamıştır.
Sürdürülemez bir yaklaşımda ısrar etmek büyük devletlere yakışmaz. Yakın
tarihimiz bize şunu çok net olarak göstermiştir: Sorunları yok saymak sorunları
ortadan kaldırmıyor, tam tersine, değerli arkadaşlarım, daha da karmaşık hâle
getiriyor.
Yaklaşık yirmi
beş yıldır salt bir güvenlik meselesi olarak, terörle mücadele görülmüştür.
Yirmi beş yıl boyunca acaba güvenlik sorunu olarak ele aldığımız terörle
mücadelede, dağlar bombalandı mı? Bombalandı. Sınır ötesi operasyonlar yapıldı
mı? Yapıldı. Peki, terör sıfırlandı mı? Hayır, devam ediyor.
ERGÜN AYDOĞAN
(Balıkesir) – Sizden önce sıfırlandı.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Demek ki terörle mücadele, salt olarak, güven sorunu
olarak sadece güvenlik güçleriyle çözülebilecek bir sorun değil. Bunun
psikolojik boyutu var, bunun sosyolojik boyutu var, bunun diplomatik boyutu
var, bunun ekonomik boyutu var. Bütün bunların üzerinde yoğunlaşmamız
gerekiyor. İşte bizler, 2005 yılında Diyarbakır konuşmamdan itibaren yoğun bir
çalışmayı bu alanlar üzerinde geliştirmeye başladık. Ve sadece bizim Güneydoğu
ve Doğu’da yaptığımız yatırımlar –ekonomik olarak söylüyorum- eğitimde,
sağlıkta, adalette, emniyette, enerjide, tarımda, bütün toplu konut
yatırımlarında yaklaşık 15 katrilyonu bulmuştur. Bunlar cumhuriyet tarihinde bu
bölgede görülmemiş yatırımlardır.
Ben, tabii,
burada yine ifade edeyim, Sayın Baykal lütfederlerse Güneydoğu’ya filan
gittiklerinde, özellikle Hakkâri’yi şöyle bir ziyaret ederlerse…
ERGÜN AYDOĞAN
(Balıkesir) – Sizden çok gidiyor.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - …Hakkâri’de, bir tane Yüksekova’da, bir tane de
Hakkâri merkezde gayet modern iki tane hastanenin olduğunu göreceksiniz.
Oradaki okullarımızı da bizzat kendim gidip açtım. Oradaki okullarımızda
bilişim teknolojisi sınıflarını göreceksiniz. Bakın, bütün bunlarla beraber,
oralarda atılan bu adımlar ve şu anda da yapılan yol çalışmalarıyla birlikte,
Van-Hakkâri arasında bu yolların yapılmasıyla biz ihmal edilmiş olan böyle bir
ilimizi ele aldık.
Bakınız, çok daha
enteresan bir şey söyleyeyim sizlere. Yine, aynı şekilde, Şemdinli’nin suyu
yoktu, kendim bizzat gittim ve Şemdinli’nin susuzluğunu giderdik. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Ve bütün bunları anlatırken, değerli arkadaşlar,
Ankara’dan izlemiyorum veya bana gelen bilgilerle hareket etmiyorum; ama ben,
muhalefetin de, lütfetsinler de şöyle bir oraları dolaşsınlar diyorum. Gidin
bir gezin oraları da, ne var, ne yok diye bir görün. Görmeden olmuyor bu işler.
Okullarda neler var, neler yok… Size anlatılanlarla konuşmayın, bizzat yerinde
inceleyin, ne var ne yok, neler yapılmış buralarda.
MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) – Çok şey yapılmış, çok!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ben sana anlatmak durumunda değilim zaten, çünkü
diyorum ya: Kulağın var, duymuyorsun, gözün var, görmüyorsun, dilin var,
doğruyu söyleyemiyorsun. Ne yapayım ben? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, ben, bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı olarak yüce
heyetinize, milletimin temsilcilerine, milletimin vekillerine konuşurken, sizin
kutsal emanetini taşıdığınız aziz milletime de ekranlar başında hitap ediyorum.
Ben, bugün sizlerin vekâletiyle seksen bir , ülkemin
780 bin kilometrekaresine, 72 milyon vatandaşıma konuşuyorum. Ben, bugün gözü
yaşlı, yüreği yaralı annelere konuşuyorum. Canından can kopmuş, canparelerini yitirmiş, yürekleri dağlanmış analara
sesleniyorum.
HÜSEYİN ÜNSAL
(Amasya) – Biraz önce yukarıdaydılar!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Nişanlısından mektup beklerken şehadet
haberini alan, ölüm haberini alan bacılara, hanım kardeşlerime sesleniyorum.
Değerli
arkadaşlar, bakınız, bu Meclis, Şırnak’taki asker oğlunu bekleyen Ayşe Hanım’a
da, yıllardır haber alamadığı dağlarda oğlunu yitiren Fatma Hanım’a da bugün
bir şeyler söylemek zorundadır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Artık, bebekler,
çocuklar, gençler, kaybettikleri yakınlarının acısını büyüterek, intikam
hissini kabartarak, kinine kin katarak büyümemelidir. Birileri, kabaran bu
hissiyatı biraz daha kabartmak, bilenen hissiyatı biraz daha bilemek,
kızgınlığa kızgınlık katmak isteyebilir. Yangına körükle gitmeyi siyasetine
uygun görenler de olabilir, ama böyle bir siyaset milletimizin birlik ve
bütünlüğüne güç katmaz. Böyle bir siyaset, sevgi ve barış dolu bir geleceğe
hizmet etmez.
Ne Hükûmet olarak ne AK PARTİ olarak, gündelik ve popülist siyaset kaygılarıyla hareket etmiyoruz. Türkiye'nin
derdi bizim derdimizdir. Türkiye'nin meselesi bizim meselemizdir. Bu ülkenin
her neresinde olursa olsun sorunu olan, derdi olan, acısı olan her bir
vatandaşımın vebali bizim üzerimizdedir. İşte onun için, biz görmezden
gelemeyiz, duymazdan gelemeyiz, bilmezden gelemeyiz. Başımızı kuma gömüp
kendimizi karanlığa mahkûm edip, ışığa, aydınlığa gözümüzü kapatamayız. Gün,
bağırıp çağırma günü değildir; gün, sesi en yüksek çıkanın rantı
toplayacağı gün de değildir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Gün, oy kaygısıyla,
koltuk sevdasıyla ülkenin sancıya, ateşe, ağrıya, sızıya terk edileceği gün hiç
değildir. Gün, değerli arkadaşlarım, büyük düşünme günüdür, kucaklayıcı ve
kuşatıcı düşünme günüdür. Nezih bir üslupla, yapıcı bir üslupla, birleştirici
bir söylemle, ortaya millet adına, memleket adına bir vizyon
koyma günüdür. Ne güzel ifade etmiş şair Orhan Veli: “Neler yapmadık şu vatan
için!/ Kimimiz öldük;/ Kimimiz nutuk söyledik.” İşte gün, hamaset dolu, heyecan
dolu, tahrik dolu nutuklar atma değil ölümlere çare bulma günüdür. Herkes elini
vicdanına koysun ve lütfen, sadece ve sadece vicdanıyla konuşsun.
Bir çocuk, bir
bebek anne ve babasının ırkından olduğu için, mezhebinden olduğu için, annesinin
dilini konuştuğu için dışlanabilir mi, eleştirilebilir mi; mağdur bırakılır,
ötelenebilir mi, itilip kakılabilir mi?
BEHİÇ ÇELİK
(Mersin) – Nerede olmuş bunlar?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - İnsanlar etnik aidiyetlerinden, dillerinden,
dinlerinden, mezheplerinden dolayı ikinci sınıf, üçüncü sınıf vatandaş muamelesi
görebilir mi? Böyle bir tavır hakkaniyete sığar mı?
AKİF AKKUŞ
(Mersin) – Böyle bir şey mi var Sayın Başbakan?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Değerli milletvekili arkadaşlarım, bizim güvenlik
güçlerimiz yirmi beş yıldır terörle mücadele ediyor, başarıyla mücadele ediyor.
Sonuna kadar da mücadele edecekler. Ancak, terörle mücadelenin ötesinde sinsi
bir öfkenin, sinsi bir intikam duygusunun, sinsi bir kin ve nefretin gizliden
gizliye bu toplumun kardeşliğini, birlik ve bütünlüğünü kemirmeye çalıştığını
daha ne kadar görmezden gelebiliriz?
Terör belası
yüzünden komşuların, akrabaların, kardeşlerin birbirine kuşku duymaya
başladığını daha ne kadar inkâr edebiliriz?
Siyasetçilere,
aydınlara, medyaya sirayet etmiş olan farklı dil ve üslubun, tahrik edici
tavırların toplumun değişik tabakalarında dalga dalga
ayrışmayı körüklediğini daha ne kadar kayıtsızlıkla izleyebiliriz?
Ülkenin
sorunlarını bölen, gündemini bölen, hassasiyetlerini bölen, hissiyatını bölen
bir anlayış nasıl bölücülükten yakınabilir?
Değerli
arkadaşlarım, yirmi beş yıl bu sorun görmezden gelindi. Güneydoğu’nun,
Doğu’nun, Karadeniz’in belli bölgelerinde aynı sıkıntıları hep gördük, Orta
Anadolu’nun belli bölgelerinde hep gördük. Onun için de yola çıkarken bir şey
söyledik, o da şu: Dedik ki: “Biz, etnik milliyetçiliğe karşıyız. Biz, bölgesel
milliyetçiliğe karşıyız. Biz, dinsel milliyetçiliğe karşıyız.”
ALİ UZUNIRMAK
(Aydın)- Neye karşısınız? Milliyetçiliğe…
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Hah neyi kapsıyor biliyor musun? Neyi kapsıyor
biliyor musun? İşte bunu kapsıyor.
Bu ülkede -az
önce de söyledim- biz, bütün etnik unsurları -kaç adet olursa olsun fark
etmez.- Türkü’yle Kürt’üyle, Laz’ıyla Çerkez’iyle, Gürcü’süyle Abaza’sıyla
Roman’ıyla ile hepsiyle... Hepsine saygı duyarız, sevgi duyarız. Dedim ya
Yaradan’dan ötürü severiz. Hepsini de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığında
topladık, topluyoruz, toplarız ve bundan dolayı da bu üst kimlikle hareket
ederiz. Olay budur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
İkincisi; biz,
bölgesel milliyetçiliğe de karşıyız. O da nedir? Güneydoğu, Doğu, Doğu
Karadeniz; acaba buralara bugüne kadar, ne kadar yatırım yapıldı hiç
incelediniz mi? Hiç üzerinde durdunuz mu? Bunları tabii, en iyi yaşayan, o
bölgede yaşayan vatandaşlarım. Bütün o çileleri onlar çektiler ama şu anda 11
bin kilometre bölünmüş yolla biz Güneydoğu’nun, Doğu’nun, Doğu Karadeniz’in bu
karanlık talihini evvel Allah ortadan kaldırdık ve oralara şimdi bölünmüş
yollarla ulaşabiliyoruz. Oralarda havaalanları… Adı vardı kendisi yoktu, şimdi
artık havadan ulaşım da orada var. Ağrı’ya git, bakıyorsun, çalışıyor; Kars,
bakıyorsun, çalışıyor; Van çalışıyor.
OSMAN ÖZÇELİK
(Siirt) – Siirt çalışmıyor.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Siirt’te pisti uzatıyoruz, uzattıktan sonra daha
rahat ineceksin; o da devam ediyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) İnşallah,
şimdi, Hakkâri’dekinin de adımları atıldı, orada da havaalanını göreceğiz.
Bütün bunlarla
birlikte, Türkiye modern bir dünyanın yakaladığı imkânlar neyse bu imkânları
bizim dönemimizde yakaladı ve yakalamaya devam ediyor. İnanın
şu anlattıklarımdan muhalefetin haberi yok biliyor musunuz! Böyle bir
şey var mı yok mu haberleri yok ve olamaz da. Yani bu ülkede bir hızlı tren var
mı yok mu bunların haberi yoktur! Şöyle bir, Ankara’dan Eskişehir’e bir bin
git, bir tadını gör. (AK PARTİ sıralarından gülüşmeler)
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Var, var, raydan çıktı! Kaç kişi öldü?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Sen öyle zannediyorsun, raydan filan çıkmadı, aynen
yoluna devam ediyor.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Raydan çıktı raydan!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Aynen yoluna devam ediyor; raydan çıkan sensin, sen;
raydan çıkan sensin! (AK PARTİ sıralarından gülüşmeler, alkışlar)
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Raydan çıktı, raydan! Öldü, adam öldü! Kaç kişi öldü!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Kimse ölmedi.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Yalan söylüyorsunuz o zaman. Tren raydan çıktı, adam öldü.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Dünyanın her yerinde kazalar mukadderdir, olur.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Mukadderdir, tamam!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Amerika’sında
da olur, her yerinde, Avrupa’sında da, her yerinde… Kazanın olmadığı, bu tür
şeylerin olmadığı yer var mı? Her yerde var.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Takdiriilahi tamam!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Dolayısıyla kalkıp da sataşmak için kendine malzeme
arama ve bu ülkenin hangi coğrafi bölgesinde, hangi ilinde olursa olsun biz
bölgesel ayrımcılıkları ortadan kaldırdık. Dinsel milliyetçiliğe de karşıyız. Ülkemizin Yüzde 99’u Müslüman. Yüzde 1 farklı inançlarda
insanlar var. Yüzde 99 Müslüman’ın içinde farklı mezhep, meşreplerde olanlar
var. Bakın, şu anda biz Alevi çalıştaylarını
başlattık; 5’incisi bitti.
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Dinî milliyetçilik nasıl oluyor Sayın Başbakan, bir anlatın!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Rahatsız olma!
MUHARREM İNCE
(Yalova) – Dinî milliyetçilik nasıl oluyor?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Siz yapamadınız biz yaptık, devam ediyor. Bundan
sonra da kararını vereceğiz, rahatsız olma! (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Rahatsız olma!
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Geçen hafta reddettiniz…
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Yapamadıklarınızı biz yapıyoruz…
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) - “Cemevleri ibadethane olsun.” dedik,
reddettiniz.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - …onun için rahatsız oluyorsunuz.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – “Cemevleri ibadethane olsun.” dedik,
reddettiniz geçen hafta.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Zaten sıkıntının altında
yatan temel esas bu. AK PARTİ sizin
yapamadıklarınızı yaptığı için rahatsız oluyorsunuz. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Daha on gün önce cemevlerinin ibadethane
olmasını reddettiniz.
MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) – “Madımak müze olsun.” dedik, niye yapmadınız Sayın Başbakan?
BAŞKAN – Lütfen
sayın milletvekilleri…
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, soruyorum.
MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) – “Madımak müze olsun.” dedik yapmadınız. Niye yapmadınız?
BAŞKAN – Lütfen…
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bugün, hangi coğrafi bölgede, hangi ilde olursa,
hangi etnik kökene, hangi mezhebe, hangi siyasi görüşe sahip olursa olsun, her
bir vatandaşım kendisini ötekinin yerine koysun ve düşünsün. (CHP sıralarından
gürültüler)
MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) – Düşünmekle… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın
Özdemir, lütfen…Sayın Özdemir...
MEHMET ERDOĞAN
(Gaziantep) – Genel Başkanınıza saygınız yok mu? Deniz Baykal’a saygınız yok
mu?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Sayın Baykal, lütfen grubunuza hâkim olun! Bakın,
edep, adaptan uzak hareket ediyorlar. Ben grubuma siz konuşurken böyle bir
saygısızlık yaptırttım mı? Lütfen grubunuza hâkim olun! (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Lütfen...
Değerli
arkadaşlarım, sizlerin hiç köyleri boşaltıldı mı? Sizin ekip biçtiğiniz
tarlalarınız, hayvanlarınızın otladığı yaylalarınız yasak bölge ilan edildi mi?
Gece yarısı köyünüzü teröristler sarıp camide namaz kılanların üzerine kurşun
yağdırdı mı? Oğlunuzu, kızını, malınızı mülkünüzü aldı mı? Sizden haraç topladı
mı?
ŞEVKET KÖSE
(Adıyaman) – Tabii ki…
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Köylerinizin yollarına mayın döşendi mi? “Analar
tabii ki ağlayacak.” diyenler, sesleniyorum şimdi: Sizin hiç oğlunuz, yavrunuz
öldü mü? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Öldü… Öldü…
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Biliyorum ben nelerin öldüğünü. (Gürültüler)
BAŞKAN – Lütfen,
sayın milletvekilleri…
OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Utanın! Utanın! Bu soruyu sorarken utanmalısınız!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Dersim’de olanları
savunanları ben insanlık noktasında nasibini almamış olarak değerlendiriyorum,
öyle değerlendiriyorum. (AK PARTİ ve DTP sıralarından alkışlar)
Benim aziz
milletimin her bir ferdi bu soruları kendisine sorsun. Kendisini ötekinin
yerine koysun, samimi bir şekilde vicdan muhasebesi yapsın. Terör örgütüne
yönelik öfke, tüm bir etnik gruba veya toplumun bir bölümüne yöneliyorsa bu son
derece hatalı bir bakış açısıdır. Terör örgütüyle -lütfen burayı iyi
dinleyelim- benim Kürt kökenli vatandaşlarımı, kardeşlerimi bir araya
getiremezsiniz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Sen getiriyorsun!
RAHMİ GÜNER
(Ordu) – Kim getiriyor, kim?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Kürt kökenli vatandaşlarımın, kardeşlerimin sorunu
farkıdır, terör örgütü farklıdır
BEYTULLAH ASİL
(Eskişehir) – Bu millete iftira ediyorsun!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ve ne yazık ki burada, bu kürsüde Sayın Bahçeli’nin
AK PARTİ’yi terör örgütüyle el ele, kol kola âdeta,
benzetmesini yapmasını çok sakil buluyorum ve bunu tabii kendi grup
toplantılarında da çok yaptılar. Ama bunların hepsini hukuka havale ettim ve
hukukta bunlar görüşülüyor, zaten orada devam edecek. Çünkü buna içinden
kendisi de inanmıyor, bunu biliyorum. İçinden buna inanmıyor ama buradan
nemalanıyor, nemalanıyor; mesele bu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Her milletin
kutsal değerleri vardır. Bizim toprağımız, vatanımız, Bayrağımız, İstiklal Marşı’mız, cumhuriyetimiz tartışmaya açamayacağımız
kutsallardır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Biz bunu bir kere söylemedik ki,
yüzlerce, binlerce kez söyledik ve bunun için de zaten siz bizi test
edemezsiniz. Bizim mazimiz, tarihimiz bunun en açık ifadesidir. Benim hangi
kültürle, hangi değerlerle yetiştiğimi benim mazim ortaya koyar. Onu siz test
edemezsiniz, onu edecek kalitede ve vasıfta da değilsiniz! (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Ve tabii, bu konuda bize bu şekilde saldıranlar, benim milletimden
gerekli olan dersi, cevabı, vakti geldiğinde alacaklardır.
Bölünmekten
bahsetmek, ihanetten bahsetmek, bu milletin en hassas olduğu konuları tamamen
bir hayal ürünü olarak sürekli gündeme getirmek vatanseverlik de olamaz,
milliyetçilik de olamaz.
BEHİÇ ÇELİK
(Mersin) – Hem vatansever hem milliyetçiyiz ama siz nasibinizi almamışsınız!
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Başbakan, Cengiz Çandar yanlış mı
söylüyor?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bakınız, bu sürece karşı çıkanları da
kabaca ben üçe ayırıyorum.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Cengiz Çandar yanlış mı söylüyor?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Onu sen kendine sakla kendine, sana lazım olur.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Yanlış mı söylüyor?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Birincisi, bu açılım sürecine, içeriğini bilmediği
için karşı çıkanlar var. Onları bilgilendirmek boynumuzun borcudur.
Benimle beraber
seyahat ediyorsun. Taa Orhun Abidelerinden Karakurum’a olan, orada yapılanları gören sen değil miydin,
sen değil miydin?
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Göreviniz, yapacaksınız!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Siz üç buçuk yıl iktidar oldunuz. Üç buçuk yıllık
iktidarda, soruyorum sizlere, Türk cumhuriyetlerinin hangisine hangi yardımı
götürdünüz? (AK PARTİ
sıralarından ”Bravo” sesleri alkışlar) Hangisine hangi yardımı götürdünüz?
Bıkmadan,
usanmadan; Edirne’den Ardahan’a kadar karış karış,
mahalle mahalle, sokak sokak,
ev ev dolaşıp bunları anlatacağız.
İkincisi, bu
açılımın sonunda rant kapıları kapanacak. Değerli
arkadaşlar, şimdi, bu açılımın sonunda rant kapıları
kapanacak olan istismarcılar var. Şiddet üzerinden, şehit cenazeleri üzerinden
siyaset yaptığını zannedenler var. Bunlar, tabii ki bu sürece karşı çıkıyorlar.
Hatta “Şehitler gelsin de biraz daha fazla bağıralım.” diye bekleyenler var.
Bunlar var. (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)
ZEKİ ERTUGAY
(Erzurum) – Yazıklar olsun, ayıp!
ERKAN AKÇAY
(Manisa) – İçimiz kan ağlıyor, yazıklar olsun size!
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen…
ERKAN AKÇAY
(Manisa) – Yazıklar olsun size be!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Siz yapmıyorsanız niye alınıyorsunuz? Yapmıyorsanız
niye alınıyorsunuz? Alınmayın, rahat olun. (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)
ERKAN AKÇAY
(Manisa) – Yazıklar olsun!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Yaa, niye rahatsız
oluyorsun; niye rahatsız oluyorsun? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) (CHP
milletvekilleri Genel Kurul salonunu terk etti) Niye rahatsız oluyorsun?
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Ayıp be ayıp! Başbakansın, ayıp!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ben, Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna “güle güle” diyorum. Siz olmadan daha rahat konuşuruz, güle güle. Ben burada grubumla, kalanlarla beraber yola devam
ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bunların tahammülü yok. Bunların
düşünceye tahammülü yok. Bunların meseleleri konuşmaya tahammülü yok. Bunlar
izleyici tribününü provoke edenleri buraya getirenlerdir, anlayış bu. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Bunlar budur. Bakınız, parti programımızda partimiz bu
sorunun…(Gürültüler)
BAŞKAN – Lütfen
sayın milletvekilleri…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – …toplum hayatımızda neden olduğu olumsuzlukların bilinciyle
bölge halkının mutluluğunu, refahını, hak ve özgürlüklerini gözeten,
Türkiye’nin bütünlüğü ve üniter devlet yapısıyla
birlikte bölgeyi tehdit eden terörün önlenmesinde zaaf yaratmayacak bir şekilde
kalıcı, tüm toplumun duyarlılıklarına saygılı, etkili ve sorunları kökünden
çözmeye yönelik bir politika izleyecektir…
BEHİÇ ÇELİK
(Mersin) – Sizin kalbiniz mühürlü.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ne zaman? Partiyi kurduğumuz zaman programımıza bunu
koyduk. Yeni başlamadı bu.
Değerli
kardeşlerim, dönemimizde bölgede yaptığımız kamu yatırımlarını inşallah,
GAP’ta, DAP’ta, KOP’ta çok
daha farklı bir noktaya - hedefimiz 2013
inşallah- götürüyoruz, götüreceğiz. Tabii, hepsinden güzeli, köy, kimse ulaşamadı ama biz ulaştık…
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Açılımı anlat da bir de ben anlayayım.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – …ve KÖYDES’le biz köylere
gittik. Yolu olmayan köylere gittik, suyu olmayan köylere gittik, buralarda
yatırımlarımızla kendimizi gösterdik.
Değerli
kardeşlerim, Beşir Bey, aslında bütün başlıkları söyledi, ben onların üzerinde
fazla duracak değilim, onları hemen süratle geçeyim istiyorum, çünkü sizlerle
dertleşeceğim başka konular da var. Fakat Doğu ve Güneydoğu’daki tüm illerimiz
kazanırken hiç şüphesiz diğer tüm seksen bir vilayetimiz de bu atılan
adımlardan olumlu etkilendi.
Bakınız, biz
gelmeden önce Doğu ve Güneydoğu’nun ihracatı 800 küsur milyon, şimdi 5 milyar. Nereden
nereye geldik! Bu, bir hareketlenmeyi gösteriyor. Yeterli mi?
Değil. Daha da hareketlenecek.
Sayın Baykal
diyor ki: “Terör bu işin engeli değil.” Nasıl engeli değil canım! Bir defa
ekonomide bir kaide var. Nedir o? Yatırımcı güven arar, istikrar arar. Güvenin
olmadığı yere, istikrarın olmadığı yere yatırımcı gelmez. Fakat bütün bunlara
rağmen, bizim girişimcimiz orada bu yatırımları, sağ olsun, yaptılar ve şu anda
bu noktaya geldik.
Bakınız şimdi
televizyonlarla ilgili yeni bir düzenleme, hamdolsun, ortaya koyuyoruz.
Eylemlerde istismar edilen çocukların hukuki durumunu yeniden gözden geçirdik
ve üniversitelerimizin attığı adımlar, hakikaten bizleri de bu atılan adımlar
doğrusu imrendiriyor.
Bütün bunların
yanında şimdi yeni hedeflerimiz var, daha büyük hedeflerimiz var ve bu bir
süreç ve bu süreç içerisinde gelişmelerle bizler o sorun alanlarını minimize
edeceğiz. Bunlar bir anda hemen çözülecek veya bir anda neticeye kavuşturulacak
sorunlar değil. Dünya değişiyor, dönüşüyor; bu değişim, dönüşüm içerisinde
tabii ki karşınıza farklı anlarda farklı sorunlar çıkabiliyor ve bu sorunları
da çıktıkça çözüme kavuşturacak olan biziz.
Ve söyleyeyim,
bakınız bu meseleler ilk defa bu dönemde ortaya çıkmadı. Ta Gazi Mustafa
Kemal’e kadar uzanan bir geçmişi var ve şimdi de bizimle devam ediyor ancak biz
diyoruz ki bunları minimize edelim, gelecek nesillere sorunun çok daha azalmış
olarak kaldığı bir Türkiye bırakalım. Derdimiz bu.
Ve sevgili
kardeşlerim, bakınız, burada liderlerin geçmişte söyledikleri bazı sözler var.
Tabii, gıyabında konuşmak işime gelmez ama maalesef kaçıp gittiği için söylemek
zorundayım. 1989’da SHP Genel Sekreteri Sayın Deniz Baykal
tarafından hazırlanmış SHP raporundan aynen alınmış ifadeyi söylüyorum: “Kürt
kökenli yurttaşlarımız da dil, kültür, folklor ve kimliklerini koruma,
geliştirme ve açıklayabilme, kendi ana dillerinde yazılı basın, radyo ve
televizyon dâhil her türlü medya aracılığıyla yayın yapabilme, özel okullarda
–burası çok önemli- kendi ana dilleriyle eğitim yapabilme, Kürt dil ve kültürü
üzerinde araştırma yapacak enstitüler ve benzeri kurumların kurulabileceği
haklarına kavuşmalıdır.” diyor ama bugün başka söylüyor. Bakınız,
nereden nereye! Sıkıntı burada. Tutanaklar yanımda, onlar da var.
Az önce yine
grubum adına konuşan Ömer Bey birçok şeyi söyledi, onun üzerinde de fazla
duracak değilim, onları da geçiyorum.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, tabii ki özellikle Sayın
Bahçeli’nin Başbakan Yardımcısı olarak görev yaptığı Koalisyon Hükûmeti tarafından atılmış adımlar var ama Sayın Bahçeli,
bütün bunlar olurken, meseleyi, yine kendi dilinden “Üniversite sınavında bir
soruya takılıp kalmazsınız, onu atlar, diğer sorulara geçersiniz dil
konusunda.” diyerek izah etmiş ama o atladığı soruya geri dönmeyi asla
düşünmemiştir. Burada böyle bir sıkıntı var.
Yine, bu, o
dönemde yabancı dil eğitimi ve öğretimi kanunu değişiklikleriyle Türk
vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil
ve lehçeleri öğrenmelerinin önündeki hukuki engeller kaldırılması konusu.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye siyaseti popülizmden
kendisini kurtarmalıdır. Bunu beraber çözeceğiz. Yani, burada sizin bir
öneriniz yok mu? Bu öneriyi ortaya sürmek suretiyle bunları çözemez miyiz?
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Yine aynı şeyi konuşuyoruz.
BAŞKAN – Sayın
Erdoğan, altmış dakikalık süreniz doldu, size ilave süre vereceğim.
Lütfen
toparlayınız efendim.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Teşekkür ediyorum.
Biliyoruz ki,
açık yaraları kanatmak isteyenlerin işi kolaydır ama bu yarayı sarmak
isteyenlerin işi zordur. Söyleyeceğimiz her sözün, atacağımız her adımın,
alacağımız her kararın bu ülkenin hangi köşesinde nasıl yankılanacağını hesap etmek
durumundayız. Biz, Türkiye ölçeğinde, dünya ölçeğinde büyük düşünmeye devam
edeceğiz. Dört aydır siyasi bir terbiyeyle, nezaketle, tevazu ile bu süreci
muhalefete anlatmak, bu tarihî süreçten onların da mutabakatını almak için
gayret gösterdik ama masaya gelmediler veyahut da kendi merkezlerine kabul
buyurmadılar, lütfetmediler.
Şehitleri
istismar eden bir tavır var ortada, gazileri istismar eden bir tavır var
ortada, şehit ve gazi derneklerini tahrik eden bir tavır var ortada, Atatürk’ü
istismar eden bir tavır var ortada, hıyaneti, ihaneti, bölünmeyi, Sevr’i
dilinden düşürmeyen, vehim ve korku üreten, toplumu geren ve provoke eden bir
tavır. Bu tavrın, ne aziz milletimize ne memleketimize ne devletimize bir
faydası var.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkiye için hayati bir süreç başlattık. Türkiye'nin
büyümesine, gelişmesine, ilerlemesine engel teşkil eden kronik meseleleri
çözmek için cesur bir adım attık. Son derece samimiyiz. 72 milyon
vatandaşımızın her biri bu süreçte kazanacak. Türkiye için çok daha geniş
ufuklar açılacak. İnanıyorum ki cumhuriyetimizin 100’üncü Kuruluş Yıldönümünü,
2023’ü Türkiye bambaşka, çok farklı bir Türkiye olarak karşılayacak. Umudumuz
var, heyecanımız var, coşkumuz var, aşkla, sevda ile barış ve kardeşlik içinde
hep birlikte yarınların Türkiye’sini inşa edeceğiz. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Kimseyi kırmak istemiyoruz. Duyguları örselemek istemiyoruz. Elimizde
tarihî bir imkân var. Milletimiz bizimle, milletimizin hayır duaları bizimle.
Bizim yolumuz, bizim üslubumuz ise milletin yoludur, milletin üslubudur. Bu
ülke Türkiye, 72 milyon vatandaşımızın vatanı. Bu bayrak 72 milyon
vatandaşımızın bayrağı. Bu istiklal Marşı hepimizin ama hepimizin İstiklalinin,
bağımsızlığının sembolüdür. Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan
Türkiye, cumhuriyetimizin, evet, güvencesidir. Devlet ile millet arasındaki
kaynaşma duygusunu yediden yetmişe bütün vatandaşlarımızın yürekten hissetmesi
en büyük rüyamızdır. Herkes emin olsun ki Türkiye bu yolda emniyet içinde
mesafe alıyor.
Evet, bugün yeni
bir gün ve yeni bir şeyler söylemeliyiz. Ben bugünün Türkiye için bir milat,
bir yeni başlangıç kabul edilmesi gerektiğine inanıyorum. Bugün sıfır kilometre
değil, bu işin geçmişi var…
BEHİÇ ÇELİK
(Mersin) – Zillet, zillet!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Çok çirkin oluyor Değerli Arkadaşım. Yani sen zillet
içindeysen onu bilemem ama bu toplum, bu milletvekilleri asla zillet içinde
değildirler. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Yarın Türkiye
geleceğe daha umutla bakan bir Türkiye olarak uyanacaktır. Buna gönülden inanıyorum.
Şuna bütün kalbimle inanıyorum: Biz, birlikte Türkiye’yiz.
Allah yâr ve
yardımcımız olsun diyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
ayakta alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
Erdoğan, teşekkür ederim.
Sayın
milletvekilleri, şimdi genel görüşme önergesinin görüşmelerine devam ediyoruz.
Şahıslar adına
ikinci söz Denizli Milletvekili Sayın Hasan Erçelebi’ye
aittir.
Sayın Erçelebi, buyurun.
Sayın Erçelebi, süreniz on dakikadır efendim.
HASAN ERÇELEBİ
(Denizli) – Sayın Başkanım, salonda bir sükûnet sağlayabilirseniz sevinirim. Bu
durumda insicamım bozuluyor.
BAŞKAN – Evet.
Sayın milletvekilleri, görüşmeler devam ediyor. Lütfen hatibi dinleyelim efendim.
Sayın Erçelebi, buyurun.
HASAN ERÇELEBİ
(Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Demokratik Sol Parti ve
şahsım adına yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün sizlerle
toplumsal bir sorunun genel görüşmesini yapıyoruz. Toplumsal sorunları görmezden
gelmek, yok saymak, zamanı boşa harcamak, sorunları halının altına süpürmek
demektir. Biz Demokratik Sol Parti olarak hiçbir zaman sorunun bir parçası
olmadık, her zaman çözümün önderi olduk. O yüzden, Hükûmet
bizden randevu istediği zaman “Buyurun gelin.” dedik. Sayın Bakan partimize
“Kürt sorunu.” diye girdi, “Yanlış yapıyorsunuz.” dedik, “Demokratik açılım.”
diye çıktı.
Biz, terörle
mücadele ile demokratik açılımın birbirinden ayrılmasını istiyoruz. Terör,
demokratik açılımın nedeni ve temeli olmamalıdır. Eğer öyle olursa çözüm kalıcı
olmaz, bir işe yaramaz, soruna çare olmaz. Terörle mücadele için terörün
ekonomik kaynaklarını kesmek, mühimmat yollarını kesmek ve sınır güvenliğini
sağlamak gerekir. Ayrıca, güvenlik güçlerinin moralini bozmamak gerekir, şehit
ve gazilerimizi incitmemek gerekir. Demokratik açılım ise tüm Türkiye’yi
kapsayarak tüm yurttaşlarımızın özgürlüğünü ve taleplerini kapsar nitelikte
olmalıdır. Bölgesel ve etnik demokratik açılım olmaz.
Eğer Amerika
Birleşik Devletleri’nin Irak’tan çekiliyor olması olmasaydı Hükûmet
harekete geçmeyecekti ve bugün bu görüşmeyi yapıyor olmayacaktık. Bugünkü
görüşmenin yapılmasının temelinde Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak’tan
askerlerini yakın bir zamanda çekiyor olması yatmaktadır. Oysa biz demokratik
açılımı dışarıdan bize yapılan dayatmalarla değil kendi isteğimiz için
yapmalıyız.
İşte Demokratik
Sol Parti, doğrultu, tutarlılığı çerçevesinde 1987 yılından bu yana Doğu ve
Güneydoğu’da yaşayan insanlarımızın sorunları için çözüm yollarını halkımızla
paylaşmıştır. Bakın, Partimizin 1987 seçim bildirgesinden çok kısa bir pasaj
okuyacağım sizlere: 30 Haziran 1987, Demokratik Sol Parti Merkez ve Karar
Yönetim Kurulunun Güneydoğu Anadolu’da Güvenlik, Gelişme Sorunlarına Kapsamlı
Çözüm Programı, “Güneydoğu Anadolu’daki güvenlik önlemlerinin yetersizliği
halkın devlete güvenini sarsıcı, içeride ve dışarıda devlet saygınlığına gölge
düşürücü ölçülere varmıştır. Güvenlik önlemleri demokratik hukuk devleti
kuralları içinde süratle etkili duruma getirilemezse yalnız bölge halkı için
değil tüm ulusumuz için çok ciddi sorunlar ortaya çıkabilir ve Türkiye yeni ve
ağır bir rejim bunalımına sürüklenebilir. Ancak Güneydoğu’da halkın can
güvenliği yalnızca güvenlik önlemleriyle sağlanamaz. Uzun, orta ve kısa vadeli
ve çok yönlü sosyal, ekonomik ve kültürel önlemlerin ve uluslararası
ilişkilerin de güvenlik önlemleriyle bir bütün olarak ele alınması gerekir. O
nedenle, önerimizi ‘Kapsamlı Çözüm Programı’ diye adlandırıyoruz ve önerdiğimiz
çözümleri güvenlikle, doğrudan ve dolaylı ilgili çözümler ve dışa dönük
önlemler olarak üç bölümde sunuyoruz.” diyor.
Demokratik Sol
Parti iktidara gelince de önerdiği çözümleri hayata geçirmiştir. OHAL’in uygulandığı on üç ilden sıkıyönetimi kaldırarak
normal yönetime geçilmiştir.
Bakın, iktidar
sözcüleri sanki AKP Hükûmetinden önce hiç Türkiye’de Hükûmet yokmuş gibi davranıyorlar. Oysa size bir metin
okuyacağım. 24 Kasım 2002, yani seçimler henüz bitmiş, AKP İktidarı tebrikleri
kabul ediyor. Radikal gazetesinden Ahmet Şık diyor ki: “Diyarbakır gün sayıyor.
Ekim ayı olmasına rağmen hayli sıcak bir hava var Diyarbakır’da. Otomobil
gürültüleri arasında yürümeye çalışan insanlar, şakalaşan kızlı erkekli gençler
sokaklarda. Diyarbakır’a her gelişimizde kullandığımız taksinin şoförü Yılmaz,
‘Kuzey Irak’a mı gideceksin?’ sorusuna olumsuz yanıt alınca anlamsız gözlerle
bakıp ‘Bir şey de yok ki niye geldin?’ diyor. Gerçekten de bölgede
gazetecilerin dolaşmasını gerektirecek o eski çatışma ve olaylar yaşanmıyor
artık. Diyarbakır sokaklarında her yanında Kürtçe şarkılar, türküler duyuluyor.
Yaşanan rahatlığın yanı sıra son yasa değişikliğinin de etkisiyle tüm
kasetçilerden yükselen ezgiler Kürtçe. On yıldır ağabeyiyle birlikte kaset
satan Yakup Çiftçi çok memnun: ‘Üç ay içinde on beş kadar Kürtçe müzik yapan
yeni grup çıktı, satışlarda ise yüzde 90 oranında artış var. Eskiden Kürtçe müzik
çalmamız engelleniyordu ya da korka korka kendimiz
duyabilecek kadar bir sesle çalıyorduk ama artık rahatız, hatta müşterilerimiz
arasında polis ve askerler de var.”
İşte, değerli
milletvekilleri, biz AKP İktidarına böyle bir Türkiye bıraktık. Oysa şimdi
“Terörü ortadan kaldıracağız.” diye bir pazarlık masası söz konusu.
Bu dönemde
kültürel açılım yapılmış, kurslar serbest bırakılmıştır, idam cezası
kaldırılmıştır. Devlet Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun en büyük yatırımı olan
GAP’ı yapmıştır. Ama toprak reformu tarım reformuyla desteklenmediği için
amacına ulaşamamıştır.
Genel Başkanımız
Sayın Masum Türker birkaç gün önce Diyarbakır yöresindeydi. Yarın Partimizin
24’üncü kuruluş yıl dönümü. İl başkanlarımız, parti meclis üyelerimiz şu anda
genel merkezimizde. Onlarla oluşturduğumuz ortak akıl diyor ki: “Demokratik
açılım yoksulluğu ortadan kaldıracak şekilde olmalıdır.”
Yöre halkı iş ve
aş istemektedir. Bunun için devlet, yatırım yapacak yatırımlar yapmalıdır, yöre
insanının karnı doyurulmalıdır, gençler eğitilmeli, iş güç sahibi yapılmalıdır.
Şimdi soruyorum:
Var mısınız buna?
DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Varız.
HASAN ERÇELEBİ
(Devamla) – Varız… Evet, Hükûmet varmış.
Toprak reformu,
tarım reformu yapılmalıdır. Mayınlı araziler temizlenerek hazine arazileri
topraksız çiftçilere verilmeli, mülkiyet tabana yayılmalı, halka yayılmalıdır.
Tarımsal sanayi geliştirilmelidir. Buna da var mısınız?
DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Varız.
HASAN ERÇELEBİ
(Devamla) – Peki.
İfade ve
örgütlenme özgürlüğünü sağlamak için seçim barajları kaldırılmalıdır, Siyasi
Partiler ve Seçim Kanunu demokratikleştirilmelidir. Buna da var mısınız?
DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Kısmen varız.
HASAN ERÇELEBİ
(Devamla) – Kısmen varsınız… İşte, öyle kaçmak yok. Öyle çağ dışı seçim
barajlarının arkasına sığınarak yüzde 34’le yüzde 65 Meclisi işgal etmek yok.
(DSP sıralarından alkışlar) Hadi gelin bakayım, buna da “Varım.” deyin.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Erçelebi, süreniz doldu, size de sözlerinizi
tamamlayabilmeniz için ilave süre veriyorum.
Buyurun.
HASAN ERÇELEBİ
(Devamla) – Ben biraz geç başladım, üç dakika olursa iyi olur.
Evet, yargı bağımsızlığı için Adalet Bakanının
ve Müsteşarının Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulundan çıkarılması için yasal
düzenlemeye var mısınız? Yoksunuz. Peki.
Bölge merkezli
dış politikayı güçlendirerek komşularımızla iyi ilişkiler geliştirmeliyiz. Buna
varsınız değil mi efendim? Peki.
Ülkemizi ve
halkımızı sıkıntıya sokacak, bölünme tehlikesini ima dahi edecek herhangi bir
açılım ve davranışın yanında DSP olarak olmayacağız, yüreğimizi ikiye
böldürmeyeceğiz. Bugün yapılan bu toplantı dışarıdan yapılan bir baskının
sonucudur. Dışarıdan baskı yapılmasa da “Bu yapılmalıdır.” diye biz 1987’den bu
yana söylüyoruz ve 87’den bu yana sorunları çözmek için her türlü girişimi yaptık
ve sonuçları da aldık.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; sorun, insanlık sorunudur. Diyarbakır sokaklarında
yalın ayaklarıyla araba camlarını silen çocuklar hepimizin yüreğini
acıtmaktadır. Okula gidemediği için ağlayan o küçük çocukların gözyaşları bizim
de yüreğimizi dağlamaktadır. Soğuk suyla kirli çamaşırlarını yıkayan o ananın
çatlak elleri bizim de yüreğimizi sızlatmaktadır. Bizim bu yürek
sızıntılarımızın çözümü ekonomik kalkınmayla son bulacaktır. Türkiye’nin de
düzgün gelir dağılımını sağladığımız zaman bu sorunlar son bulacaktır. Dolar
milyarderlerimizle övünmek yerine gelir adaletimizin düzgünlüğüyle övündüğümüz
zaman sorunlarımız son bulacaktır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Erçelebi, ilave süreniz de doldu. Son cümleleriniz için
tekrar mikrofonunuzu açıyorum.
HASAN ERÇELEBİ
(Devamla) – Sözlerimi yüce Meclisin ve Demokratik Sol Partinin saygınlığına
uygun gelecek şekilde tamamlamak istiyorum:
“Gelin tanış
olalım,
İşi kolay
kılalım,
Sevelim,
sevilelim,
Dünya kimseye
kalmaz.”
Hepinize teşekkür
ediyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Erçelebi.
Sayın
milletvekilleri, demokratik açılım konusundaki genel görüşme tamamlanmıştır.
Alınan karar
gereğince, kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri
sırasıyla görüşmek için 17 Kasım 2009 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere
birleşimi kapatıyorum.