Normal 44156 3 0 2009-09-02T08:28:00Z 2009-09-02T08:28:00Z 1 52414 298760 TBMM 2489 700 350474 11.9999 0 0 nk 0 nk 0 0 false false false 0 nk 0 nk MicrosoftInternetExplorer4

DÖNEM: 23                            CİLT: 47                    YASAMA YILI: 3

 

 

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

108’inci Birleşim

23 Haziran 2009 Salı

 

(Bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge aslına uygun olarak yazılmıştır.)

İ Ç İ N D E K İ L E R

 

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - YOKLAMA

IV. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün’ün, 732’nci Türk Dil Bayramı’na ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, Balıkesir ilinin ulaşım ve bazı sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu’nun, belediyelerin içinde bulunduğu sıkıntılara ilişkin gündem dışı konuşması

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Suudi Arabistan Şûra Meclisi Başkanı Dr. Abdullah bin Muhammed bin İbrahim Al-Alsheikh ve beraberindeki heyetin ülkemizi ziyaret etmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/848)

2.- Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü bünyesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin 5 Eylül 2009 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL Harekâtı’na iştirak etmesine izin verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/839)

B) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Manisa Milletvekili Mustafa Enöz ve 23 milletvekilinin, toplum içerisinde artan şiddet olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/411)

2.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut ve 23 milletvekilinin, TOKİ tarafından üretilen konutlardaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/412)

3.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut ve 24 milletvekilinin, ziraat mühendisliği mesleğinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/413)

VI.- ÖNERİLER

A) Danışma Kurulu Önerileri

1.- Gündemdeki sıralama ile Genel Kurulun çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine; 410 ve 412 sıra sayılı kanun tasarılarının İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak ve bölümler halinde görüşülmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)

2.- Kat Mülkiyeti Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Adalet Komisyonları Raporları (1/717) (S. Sayısı: 409)

3.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarıları ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/688, 1/703, 1/684, 1/696) (S. Sayısı: 384)

4.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile İslam Konferansı Örgütüne Bağlı İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar ve Eğitim Merkezi (SESRIC) Arasında Ankara/Oran Diplomatik Sitede Arsa Tahsisine İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/705) (S. Sayısı: 394)

VIII.- OYLAMALAR

1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile İslam Konferansı Örgütüne Bağlı İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar ve Eğitim Merkezi (SESRIC) Arasında Ankara/Oran Diplomatik Sitede Arsa Tahsisine İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın oylaması

IX.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- İzmir Milletvekili Bülent Baratalı’nın, hâkim ve savcıların dinlendiği iddialarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/7525)

2.- Hakkâri Milletvekili Hamit Geylani’nin, siyasi tutuklu ve hükümlülere kötü muamele iddialarına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/7590)

3.- Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, Anayasa Mahkemesinin önündeki heykele ve telefon dinlemelerine ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/7703)

4.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın, belediye başkan ve yardımcılarının bir ek ödemeden yararlandırılmasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/7830)

5.- İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun, çiftçilerin desteklenmesine,

- İzmir Milletvekili Kamil Erdal Sipahi’nin, pamuk tarımında alınabilecek bazı tedbirlere,

Bir kanun tasarısı taslağına gönderilen görüşe,

- Bursa Milletvekili H. Hamit Homriş’in, tarım kredi kooperatiflerinin bazı uygulamalarına,

İlişkin soruları ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı (7/7862),(7/7863),(7/7864),(7/7865)

6.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, 2009 yılı bütçesindeki değişiklik ihtiyacına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/7868)

7.- Gaziantep Milletvekili Akif Ekici’nin, kriz nedeniyle SGK’ya yapılan ödemelerin azalmasına ilişkin Başbakandan  sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in cevabı (7/7876)

8.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, esnafın idari para cezalarının affına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in cevabı (7/7890)

9.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’in, sinema ve televizyon sektöründeki çalışma koşullarına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in cevabı (7/7892)

10.- Hakkâri Milletvekili Hamit Geylani’nin, Hakkâri-Van kara yolunda bal yüklü araçların denetimine ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın cevabı (7/7909)

11.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut’un, Vakıflar bölge müdürlüklerinin yüklenicilere ödeme yapmamasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın cevabı (7/7961)

12.- İzmir Milletvekili Bülent Baratalı’nın, Urla Teknokent Projesi’ne ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın cevabı (7/7968)

13.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, sosyal güvencesi olmayan hamilelerin sağlık giderlerinin karşılanmamasına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in cevabı (7/8110)

14.- Gaziantep Milletvekili Akif Ekici’nin, sosyal güvencesi olmayan hamilelerin sağlık giderlerinin karşılanmamasına ilişkin sorusu ve  Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in cevabı (7/8111)

15.- Edirne Milletvekili Rasim Çakır’ın, Edirne’nin sınır ticaret merkezi kapsamına alınmamasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı (7/8174)

16.- Bursa Milletvekili H. Hamit Homriş’in, TOKİ ödemelerinde yaşanan sıkıntıya ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/8185)

17.- Van Milletvekili Kayhan Türkmenoğlu’nun, ödenmeyen sevk ücretlerine ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in cevabı (7/8198)

18.- Kars Milletvekili Gürcan Dağdaş’ın, Kars’a sınır ticaret merkezi kurulup kurulmayacağına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı (7/8232)

19.- İzmir Milletvekili Oğuz Oyan’ın, Adalet ve Kalkınma Partisinin kısaltılmış adı ile ilgili konuşmasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/8393)

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 13.00’te açılarak sekiz oturum yaptı.

 

İstanbul Milletvekili Mehmet Ufuk Uras, 15-16 Haziran işçi direnişinin yıl dönümüne ve emek hareketinin sorunlarına,

Gümüşhane Milletvekili Yahya Doğan, Türk Kızılayının kuruluşunun 141’inci yıl dönümüne,

Kütahya Milletvekili Alim Işık, İslami holdingler ve İhlas Finans mağdurlarının durumlarına,

İlişkin gündem dışı birer konuşma yaptılar.

 

İzmir Milletvekili Oktay Vural,

İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu,

Giresun Milletvekili Nurettin Canikli,

Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın gündem dışı konuşmasına ilişkin birer açıklamada bulundular.

 

İstanbul Milletvekili Çetin Soysal ve 28 milletvekilinin, işsizlik sorununun (10/408),

Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 21 milletvekilinin, işçi güvenliği ve işçi sağlığı konusunun (10/409),

Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 19 milletvekilinin, şaraplık üzüm yetiştiriciliğindeki sorunların (10/410),

Araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

 

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:

1’inci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),

3’üncü sırasında bulunan, Kütahya Milletvekili Soner Aksoy’un, Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu’nun (2/340) (S. Sayısı: 395),

4’üncü sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile İslam Konferansı Örgütüne Bağlı İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar ve Eğitim Merkezi (SESRIC) Arasında Ankara/Oran Diplomatik Sitede Arsa Tahsisine İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun (1/705) (S. Sayısı: 394),

6’ncı sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu Raporu’nun (1/704) (S. Sayısı: 383),

7’nci sırasında bulunan, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarıları ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu’nun (1/688, 1/703, 1/684, 1/696) (S. Sayısı: 384),

Görüşmeleri komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.

2’nci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türkiye İhracatçılar Meclisi ile İhracatçı Birliklerinin Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu’nun (1/607) (S. Sayısı: 408) görüşmeleri tamamlanarak,

5’inci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Gümrük Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/602) (S. Sayısı: 324) görüşmelerini müteakip, yapılan açık oylama sonucunda,

Kabul edildi.

 

23 Haziran 2009 Salı günü, saat 15.00’te toplanmak üzere birleşime 19.43’te son verildi.

 

                                                                       Meral AKŞENER

                                                                         Başkan Vekili

 

                           Harun TÜFEKCİ                                                             Yusuf COŞKUN

                                    Konya                                                                              Bingöl

                                 Kâtip Üye                                                                        Kâtip Üye

 

                   Canan CANDEMİR ÇELİK                                                       Yaşar TÜZÜN

                                     Bursa                                                                               Bilecik

                                 Kâtip Üye                                                                        Kâtip Üye

                                        

       

       

 

 

 

 

No.: 124

II.- GELEN KÂĞITLAR

19 Haziran 2009 Cuma

Tezkere

1.- Sayıştayda Açık Bulunan 6 Sayıştay Üyeliği İçin Yapılacak Seçime Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/840) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 18.6.2009)

Rapor

1.- Kat Mülkiyeti Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Adalet Komisyonları Raporları (1/717) (S. Sayısı: 409) (Dağıtma tarihi: 19.6.2009) (GÜNDEME)

No.: 125

22 Haziran 2009 Pazartesi

Tasarılar

1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuveyt Devleti Hükümeti Arasında Sınai İhracatın Geliştirilmesi Alanında Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/719) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2009)

2.- Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı ile Çin Halk Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı Arasında Sağlık Alanında İşbirliğine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/720) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2009)

3.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuveyt Devleti Hükümeti Arasında Ekonomik ve Teknik İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/721) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2009)

4.- Türkiye Cumhuriyeti ve Suriye Arap Cumhuriyeti Arasında Hükümlülerin Nakline Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/722) (Adalet ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2009)

Teklifler

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve Yalova Milletvekili İlhan Evcin’in; İş Kanunu, İşsizlik Sigortası Kanunu ve Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/476) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler; Avrupa Birliği Uyum ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.6.2009)

2.- Hakkâri Milletvekili Hamit Geylani’nin; Türk Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/477) (İçişleri ile Adalet Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.6.2009)

3.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın; 6343 Sayılı “Veteriner Hekimlik Mesleğinin İcrasına, Türk Veteriner Hekimleri Birliği ile Odalarının Teşekkül Tarzına ve Göreceği İşlere Dair Kanun”un 19. ve 41. Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/478) (Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.6.2009)

4.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin; 4733 Sayılı Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/479) (Tarım, Orman ve Köyişleri ile Adalet Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.6.2009)

Tezkereler

1.- Batman Milletvekilleri Ayla Akat Ata ve Bengi Yıldız ile Siirt Milletvekili Osman Özçelik’in Yasama Dokunulmazlıklarının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/841) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2009)

2.- Mardin Milletvekilleri Emine Ayna ve Ahmet Türk’ün Yasama Dokunulmazlıklarının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/842) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2009)

3.- Mardin Milletvekili Emine Ayna’nın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/843) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2009)

4.- Van Milletvekili Özdal Üçer’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/844) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2009)

5.- Bitlis Milletvekili Vahit Kiler’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/845) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2009)

6.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/846) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 18.6.2009)

7.- Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/847) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 18.6.2009)

Raporlar

1.- Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/691) (S. Sayısı: 410) (Dağıtma tarihi: 22.6.2009) (GÜNDEME)

2.- Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile İstanbul Milletvekili Esfender Korkmaz’ın; Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve 4 Milletvekilinin; İstanbul Milletvekili Esfender Korkmaz’ın; Adana Milletvekili Yılmaz Tankut ve 13 Milletvekilinin; Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/718, 2/307, 2/392, 2/406, 2/416, 2/424) (S. Sayısı: 411) (Dağıtma tarihi: 22.6.2009) (GÜNDEME)

3.- Avrupa Birliği Genel Sekreterliği Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum ile Dışişleri Komisyonları Raporları (1/716) (S. Sayısı: 412) (Dağıtma tarihi: 22.6.2009) (GÜNDEME)

Süresi İçinde Cevaplanmayan Yazılı Soru Önergeleri

1.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, bir bakım ve rehabilitasyon merkezindeki engelli çocukların destek eğitimlerine ilişkin Devlet Bakanından (Nimet Çubukçu) yazılı soru önergesi (7/7566)

2.-  İzmir Milletvekili Bülent Baratalı’nın, memur ve emeklilere bir defaya mahsus ödeme sözüne ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7817) 

3.- Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, TRT’nin bir ihalesine ve bazı vericilere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7819)

4.- Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, Türk Telekom’un yönetimine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7820)

5.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, ABD’de bulunan iki kuruluşun verdiği ödüllere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7822)

6.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, İsrail’in Mescid-i Aksa çevresinde gerçekleştirdiği kazılara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7823)

7.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, İsrail’e gönderilen gizli özel temsilciye ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7824)

8.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, yeşil kart uygulamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7825)

9.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, MEDULA Programına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7826)

10.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, Balıkesir Belediyesinin borçlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7827)

11.- Muğla Milletvekili Fevzi Topuz’un, TRT’nin yaptırdığı bir diziyle zarara uğratıldığı iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7829)

12.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Muş’ta depremle ilgili çalışmalara ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanından yazılı soru önergesi (7/7834)

13.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Sakarya’da depremle ilgili çalışmalara ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanından yazılı soru önergesi (7/7835)

14.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, sosyal güvenlik sistemine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/7836)

15.- Hatay Milletvekili Abdulaziz Yazar’ın, kısa çalışma ödeneğinden yararlanan firmalara ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/7837)

16.- Hatay Milletvekili Abdulaziz Yazar’ın, Hatay’da kısa çalışma ödeneğinden yararlanan firmalara ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/7838)

17.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, çocuk işçiliğine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/7839)

18.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, geçici işçi kadro tahsislerine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/7840)

19.- Hatay Milletvekili Abdulaziz Yazar’ın, kredi kartı kullanımına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/7845)

20.- Hatay Milletvekili Abdulaziz Yazar’ın, Hatay’daki kredi kartı borçlularına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/7846)

21.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, IMF ile ilişkilere ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/7847)

22.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, iç talebin canlandırılmasına ve IMF ile görüşmelere ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/7848)

23.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, nükleer enerji santrali yapımına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/7849)

24.- İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun, İzmir’deki enerji ihtiyacına ve OSB’lerin sorunlarına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/7850)

25.- İzmir Milletvekili Şenol Bal’ın, enerji alanında faaliyet gösteren KİT’lerin borç ve alacaklarına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/7851)

26.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, toplumsal olaylara müdahalelerde biber gazı kullanılmasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7852)

27.- İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin metrobüslerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7853)

28.- İstanbul Milletvekili Sacid Yıldız’ın, İstanbul’daki kentsel yaşam kalitesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7854)

29.- Bartın Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya’nın, Türkiye Belediyeler Birliği yönetimine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7855)

30.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, kaçak göçmen sorununa ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7856)

31.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, 1 Mayıs’taki olaylarda polisin bir müdahalesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7857)

32.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Bingöl-Yedisu-Erzincan yolunun asfaltlanmasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7858)

33.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, öğretmenlerin kesilen ek ders ücretlerine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7859)

34.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, Balıkesir’deki öğrenci yurdu yapımına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7860)

35.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in, Devlet parasız yatılılık ve bursluluk sınavındaki bir soruya ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7861)

36.- Edirne Milletvekili Cemaleddin Uslu’nun, acil arama servisinin etkinleştirilmesine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/7866)

37.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, bir beldeden geçen karayolunun oluşturduğu sorunlara ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/7867)

38.- Niğde Milletvekili Mümin İnan’ın, Ermenistan ile ilişkilere ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7869)

39.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, İstanbul Boğazı çevresindeki gayrimenkul alımlarıyla ilgili iddialara ilişkin Milli Savunma Bakanından yazılı soru önergesi (7/7870)

No.: 126

23 Haziran 2009 Salı

Sözlü Soru Önergeleri

1.- Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı yönetimine ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından sözlü soru önergesi (6/1457) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/06/2009)

2.- Manisa Milletvekili Mustafa Enöz’ün, tütün sektörüne ve özelleştirilen sigara fabrikaları çalışanlarına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1458) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/06/2009)

3.- Manisa Milletvekili Mustafa Enöz’ün, kaçak ve sahte tütün mamulleriyle mücadeleye ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1459) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/06/2009)

4.- Manisa Milletvekili Mustafa Enöz’ün, tütün sektörüne ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1460) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/06/2009)

5.- Manisa Milletvekili Mustafa Enöz’ün, hububat fiyatlarına ve TMO alım merkezlerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1461) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/06/2009)

6.- Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, Şahinbey Belediyesiyle ilgili bazı iddialara ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1462) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

Yazılı Soru Önergeleri

1.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut’un, TBMM İnternet Sitesinde erişim alanlarının artırılmasına ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/8443) (Başkanlığa geliş tarihi: 09/06/2009)

2.- Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi’nin, dar ve sabit gelirlilerinin durumlarının iyileştirilmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8444) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/06/2009)

3.- Balıkesir Milletvekili Hüseyin Pazarcı’nın, açıklanan teşvik paketine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8445) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/06/2009)

4.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, yurt dışı gezilerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8446) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/06/2009)

5.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, bir TOKİ projesindeki konutların teslimine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8447) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/06/2009)

6.- Eskişehir Milletvekili Fehmi Murat Sönmez’in, çiftçilerin kredi borçlarının yeniden yapılandırılmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8448) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/06/2009)

7.- İzmir Milletvekili Bülent Baratalı’nın, İzmir ve Ege Bölgesindeki teşvik uygulamalarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8449) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/06/2009)

8.- İzmir Milletvekili Bülent  Baratalı’nın, İzmir’de kapanan işyerlerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8450) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/06/2009)

9.- Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, Genel Kurmay Başkanıyla 2007 yılında yaptığı bir görüşmeye ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8451) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/06/2009)

10.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, Balıkesir’deki teşvik uygulamalarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8452) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/06/2009)

11.- Niğde Milletvekili Mümin İnan’ın, bir konuşmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8453) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/06/2009)

12.- Niğde Milletvekili Mümin İnan’ın, gizli anlaşmalar konusundaki açıklamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8454) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/06/2009)

13.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Altıntaş ilçesinde iptal edilen TOKİ projesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8455) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/06/2009)

14.- Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, hakkında suç duyurusunda bulunulan bir emniyet amirinin durumuna ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8456) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

15.- Denizli Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, Denizli’nin sorunlarına ve teşvik uygulamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8457) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

16.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, tarım ve hayvancılığın teşvikine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8458) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

17.- Gaziantep Milletvekili Akif Ekici’nin, Denizli’de düzenlenen bir yemeğe ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8459) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

18.- Kocaeli Milletvekili Cevdet Selvi’nin, TMO’nun hububat alım ve satış esaslarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8460) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

19.- Tekirdağ Milletvekili Enis Tütüncü’nün, IMF ile yapılan görüşmelere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8461) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

20.- Zonguldak Milletvekili Ali Koçal’ın, TTK’nın kamu kurumlarına kömür satışına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8462) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

21.- Zonguldak Milletvekili Ali Koçal’ın, seramik, karo ve maden sektörlerine yönelik teşvike ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8463) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

22.- Hatay Milletvekili Fuat Çay’ın, borçlu çiftçilerin elektriğinin kesilmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8464) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

23.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’in, Şanlıurfa E Tipi Cezaevindeki kadın tutukluların sorunlarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/8465) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/06/2009)

24.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Bursa’daki icra dairelerinin personel durumuna ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/8466) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/06/2009)

25.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Bursa’daki icra takiplerine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/8467) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/06/2009)

26.- Niğde Milletvekili Mümin İnan’ın, İmralı Cezaevine mahkum nakli yapılıp yapılmayacağına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/8468) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/06/2009)

27.- Bursa Milletvekili Onur Öymen’in, TCK’nın 301. maddesine göre verilen yargılama izinlerine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/8469) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

28.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, İstanbul’daki icra dairelerinin personel durumuna ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/8470) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

29.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Şanlıurfa’daki icra takiplerine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/8471) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

30.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, bazı yazarların yargılanmasına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/8472) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

31.- Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, özelleştirme mağduru işçilerin istihdamına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/8473) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/06/2009)

32.- Kırıkkale Milletvekili Turgut Dibek’in, Pınarhisar’daki çimento fabrikasında işten çıkarılan işçilere ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/8474) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/06/2009)

33.- Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, kadına yönelik şiddetin önlenmesine ve kadın istihdamına ilişkin Devlet Bakanından (Selma Aliye Kavaf) yazılı soru önergesi (7/8475) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

34.- Gaziantep Milletvekili Akif Ekici’nin, çocuklarda artan şiddet eğilimine ilişkin Devlet Bakanından (Selma Aliye Kavaf) yazılı soru önergesi (7/8476) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

35.- İstanbul Milletvekili Şinasi Öktem’in, zeytinlik alanlardaki madencilik faaliyetlerine ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/8477) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/06/2009)

36.- İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, enerji ihtiyacının karşılanmasına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/8478) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

37.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut’un, özel güvenlik görevlilerinin yetki süreleriyle ilgili bir soruna ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/8479) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/06/2009)

38.- Artvin Milletvekili Metin Arifağaoğlu’nun, Artvin’deki bazı yolların yapımına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/8480) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

39.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, düzenlenen ve desteklenen film festivallerine ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/8481) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/06/2009)

40.- Kırklareli Milletvekili Tansel Barış’ın, Ankara Sanat Tiyatrosunun kapanacağı haberlerine ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/8482) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/06/2009)

41.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin, Nemrut Dağı’na yönelik çalışmalara ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/8483) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

42.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin, Adıyaman’da turizme yönelik çalışmalara ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/8484) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

43.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin, bir antik kentteki çalışmalara ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/8485) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

44.- İzmir Milletvekili Bülent Baratalı’nın, belediyelere afet yardımı ödeneği verilmesine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/8486) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/06/2009)

45.- Manisa Milletvekili Mustafa Enöz’ün, Tedavi Yardımına İlişkin Uygulama Tebliğine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/8487) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/06/2009)

46.- Manisa Milletvekili Mustafa Enöz’ün, bazı tıbbi ürünlerin bedelinin karşılanmasına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/8488) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/06/2009)

47.- Manisa Milletvekili Mustafa Enöz’ün, tedavi katılım payındaki uygulamalara ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/8489) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/06/2009)

48.- Eskişehir Milletvekili Beytullah Asil’in, büyükşehir belediyelerine pay ödemelerindeki kesintiye ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/8490) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/06/2009)

49.- Eskişehir Milletvekili Beytullah Asil’in, Ankara Büyükşehir Belediyesinin başlattığı icra takibine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/8491) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/06/2009)

50.- Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, borç nedeniyle araçların bağlanmasına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/8492) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

51.- Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, Van ilindeki eğitim sorunlarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/8493) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/06/2009)

52.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, 657 Sayılı Kanunun 76. maddesine göre yapılan yönetici atamalarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/8494) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/06/2009)

53.- Eskişehir Milletvekili Fehmi Murat Sönmez’in, bir lise müdür yardımcısı ve öğretmeni hakkındaki iddialara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/8495) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

54.- Erzincan Milletvekili Erol Tınastepe’nin, ikili eğitime geçen okullara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/8496) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

55.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, öğretmenlerin alan değişikliklerine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/8497) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

56.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin, 9 yıllık zorunlu eğitimde pilot uygulama yapılacak illere ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/8498) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

57.- Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, Samsun’daki anne, çocuk ve kadın sağlığı hizmetlerine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/8499) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/06/2009)

58.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, Çiftlikköy Aile Sağlığı Merkezine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/8500) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/06/2009)

59.- Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, Kırım-Kongo kanamalı ateşi hastalığına karşı alınan önlemlere ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/8501) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/06/2009)

60.- Bursa Milletvekili Onur Öymen’in, Bursa’daki hastane yangınına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/8502) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

61.- Denizli Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, Acıpayam Devlet Hastanesi binasının güçlendirilmesine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/8503) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

62.- Kocaeli Milletvekili Hikmet Erenkaya’nın, atıl durumdaki Gebze Devlet Hastanesine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/8504) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

63.- Tekirdağ Milletvekili Enis Tütüncü’nün, buğday fiyatına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/8505) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/06/2009)

64.- Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, Kırım-Kongo kanamalı ateşi hastalığına karşı alınan önlemlere ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/8506) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/06/2009)

65.- Muğla Milletvekili Fevzi Topuz’un, zeytin ve zeytinyağı üreticilerinin desteklenmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/8507) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

66.- Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, Çeltik ilçesinde bir destek programı uygulamasında ayrımcılık yapıldığı iddiasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/8508) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

67.- Kayseri Milletvekili Mehmet Şevki Kulkuloğlu’nun, TMO’nun Kayseri’deki ürün alımlarına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/8509) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

68.- Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, buğday ithalatına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/8510) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

69.- Edirne Milletvekili Bilgin Paçarız’ın, hububat piyasasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/8511) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

70.- İzmir Milletvekili Selçuk Ayhan’ın, amaç dışı kullanılan tarım arazilerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/8512) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

71.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut’un, Adana-Mersin treninin Tarsus’taki duraklamalarına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/8513) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/06/2009)

72.- Artvin Milletvekili Metin Arifağaoğlu’nun, Artvin’deki bazı belediyelere ayrımcı uygulama yapıldığı iddialarına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/8514) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

73.- İstanbul Milletvekili Mustafa Özyürek’in, Almanya Büyükelçisinin bir açıklama ve başvurusuna ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/8515) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/06/2009)

74.- Isparta Milletvekili Mevlüt Coşkuner’in, Eğirdir Gölü çevresindeki yapılaşma sorununa ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanından yazılı soru önergesi (7/8516) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

75.- Antalya Milletvekili Tayfur Süner’in, Beydağları Sahil Milli Parkındaki uygulamalara ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/8517) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

76.- Kayseri Milletvekili Mehmet Şevki Kulkuloğlu’nun, Kayseri’deki insan hakları ihlali başvurularına ve incelemelerine ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Cemil Çiçek) yazılı soru önergesi (7/8518) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)

Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Manisa Milletvekili Mustafa Enöz ve 23 Milletvekilinin, toplum içerisinde artan şiddet olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/411) (Başkanlığa geliş tarihi: 09.06.2009 )

2.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut ve 23 Milletvekilinin, TOKİ tarafından üretilen konutlardaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/412) (Başkanlığa geliş tarihi: 09.06.2009)

3.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut ve 24 Milletvekilinin, ziraat mühendisliği mesleğinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/413) (Başkanlığa geliş tarihi: 09.06.2009)

 

23 Haziran 2009 Salı

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Fatma SALMAN KOTAN (Ağrı)

BAŞKAN – Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 108’inci Birleşimini açıyorum.

III.- YOKLAMA

BAŞKAN – Elektronik cihazla yoklama yapacağım.

Yoklama için üç dakika süre veriyorum ve yoklama işlemini başlatıyorum.

 (Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, 732’nci Türk Dil Bayramı münasebetiyle söz isteyen Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün’e aittir.

Sayın Akgün, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün’ün, 732’nci Türk Dil Bayramı’na ilişkin gündem dışı konuşması

MEVLÜT AKGÜN (Karaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Karaman’da kutlanmakta olan 732’nci Yıl Türk Dil Bayramı etkinlikleri konusunda gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

13’üncü yüzyılda Anadolu’da Moğol istilasının yaşanması ve beylikler döneminin başlaması nedeniyle Türk birliği zorlu bir dönemece girmişti. Diğer yandan, Anadolu Selçuklu Devleti döneminde sarayda Farsçanın hâkim olması ve edebiyatta Arapçanın yaygınlaşması halk arasında kullanılan Türkçenin zayıflamasına sebep olmuştu. İşte, böyle buhranlı bir dönemde Karamanoğlu Mehmet Bey, bundan tam yedi yüz otuz iki yıl önce “Bugünden sonra hiç kimse sarayda, divanda, meclislerde ve seyranda Türk dilinden başka dil kullanmaya.” fermanını yayınlayarak Türkçeyi yeniden devlet dili olarak ilan etmiştir. Mehmet Bey, bu fermanını diğer Türk beyliklerine de göndermek suretiyle güzel Türkçemizin Anadolu’da köklü bir çınar hâline gelmesinin yolunu açmıştır. Tarih boyunca yaşadığı buhranlı dönemlerinde milletimiz Yunusları, Karacaoğlanları, Âşık Paşaları, Ahi Evranları, Hacı Bektaş Velileri ile Türk milletinin bekası için gönülleri yeniden imar ve inşa eden nice değerler çıkarmıştır. Bu kutlu ve şanlı insanlar Türk dili ve kültürünü yeniden hayata döndürüp gelecek nesillere armağan etmişlerdir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dil, insanlar arasında duygu, düşünce ve istekleri anlatma aracıdır. Aynı zamanda, dil, insana ait her türlü ürünün taşıyıcısı ve nesiller arasında köprüdür. Millet olmanın en önemli unsuru ortak dildir. Dil bu anlamda milletlerin kalbi, ruhu ve hayat damarıdır. Tarih boyunca dilini muhafaza eden milletler ayakta kalmış ancak dili yok olan topluluklar ise varlığını, istiklalini ve hürriyetlerini kaybetmişlerdir. Ağzımızda anamızın ak sütü kadar helal olan güzel Türkçemiz bizim millî kimliğimizdir.

Türkçemiz coğrafyaları aşan kimliğiyle sevgi ve barış dili olarak bugün 200 milyondan fazla insanın konuştuğu, dünyanın en büyük ve zengin dilleri arasındadır. Bugün Türkiye Türkçesinin söz varlığı 600 bini aşmıştır. Radyo ve televizyon yayınları ile dünyanın en ücra köşelerinde Türkçenin ses bayrağı dalgalanmaktadır. Bu genişleme Türk kültürünün ve Türkçenin önünde yeni ufuklar açılmasını sağlamış ve Türkçe bu hâliyle bir dünya dili hâline gelmiştir.

Türkçenin en güçlü dönemini yaşadığı bu aşamaya gelmesinde hiç kuşkusuz Büyük Önder Atatürk’ün cumhuriyetle birlikte giriştiği devrimler ve kurduğu kurumların büyük etkisi vardır. Atatürk “Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” der. Bu, aynı zamanda, dildeki yabancılaşmaya ve yozlaşmaya karşı tedbir almanın gerekliliğini vurgulamaktır.

Bugün, başta radyo ve televizyon yayınları olmak üzere, ticari reklam ve tabelalarda, ürün adlarında, günlük konuşmalarımızda ve yaşamımızın maalesef her alanında Türkçenin gittikçe artan bir biçimde bozulma, yabancılaşma ve yozlaşmayla karşı karşıya kaldığını görmekteyiz. Türkçemizin doğru, güzel ve etkin bir biçimde öğretilmesi ve kullanılmasını sağlamak için aileden ve okul çağlarından başlayan ve bütün toplumu kuşatan bir Türkçe bilinci geliştirmeliyiz. Bu başarıyı yakalamak için devletimizin bütün kurumlarını seferber edecek millî bir dil politikasına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu konuda 22’nci ve 23’üncü Dönem Meclislerimizde kurulmuş olan Türkçe komisyonlarının hazırladığı raporlar, dilimizdeki yabancılaşma ve yozlaşmanın sebepleri, sonuçları ve alınacak önlemler konusunda aslında bütün devlet kurumlarımıza ışık tutacak zenginliktedir. Bu raporların tozlu raflardan indirilerek hayata geçirilmesi dilimizin geleceği açısından büyük önem arz etmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Karaman ilimiz, bir Türkçe sevdasıyla her yıl Dil Bayramı’nı değişik etkinliklerle kutlamaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Akgün, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

MEVLÜT AKGÜN (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Bu yıl, Sayın Cumhurbaşkanımızın iştirak ettiği açılış töreninden sonra, Türkçenin çeşitli sorunları bilimsel toplantılarla ele alınmakta olup aynı zamanda Türk dünyasından gelen sanatçılar, şiir, tiyatro, resim ve gösteri dalında sunuşlar yapmaktadır. Törenler, 26 Haziran Cuma günü Sayın Meclis Başkanımızın katılımı ile son bulacaktır. Etkinliklerin düzenlenmesinde emeği geçen herkese teşekkür ediyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Akgün.

Gündem dışı ikinci söz, Balıkesir ilinin ulaşım sorunları hakkında söz isteyen Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’a aittir.

Sayın Aydoğan, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

2.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, Balıkesir ilinin ulaşım ve bazı sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Sayın Başkan, yüce Meclisin değerli üyeleri; Balıkesir ilimizin ulaşım ve bazı sorunlarını konuşmak için söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Balıkesir ilimiz, alan olarak ülke genelinde 13’üncü sırada, nüfus bakımından 17’nci sırada olan, iki tarafı denizlerle çevrili, tarımıyla, hayvancılığıyla sanayisiyle, turizmiyle, üniversitesiyle, sosyal yaşamıyla, yer altı-yer üstü zenginlikleriyle ülkemiz için önemli olan illerimizdendir. İlimizin en önemli sorunlarından birisi ulaşımdır. Hükûmetin özellikle duble yol konusunda bu kadar iddialı olmasına rağmen, Balıkesir ilimiz duble yoldan en az pay alan illerdendir. Ulaşımı en zor olan ilimiz otobüsle yaklaşık dokuz saat, trenle on bir saat, özel araçla yedi saat civarında tutmaktadır. Hava yolu ulaşımı olmayan, hızlı tren projesi teğet geçen, kara yolu yetersiz olan ilimiz bu ulaşım konusunda ne yazık ki ciddi sorunlar yaşamaktadır. Yıllardır bitmeyen Bandırma-Susurluk-Balıkesir/Çanakkale-Ayvalık-İzmir-Manisa-Balıkesir ve de en önemlisi Balıkesir-Körfez yolları gerçekten önemli bir sorundur. Manisa’dan geldiğimizde, Balıkesir il sınırına girdiğimizde duble yolun bittiğini görüyoruz. Bu da gösteriyor ki Balıkesir ilinin ciddi anlamda önemli ulaşım sorunu vardır.

Körfez yolunun yaz aylarında gerçekten inanılmaz bir trafik yoğunluğu yaşadığını biliyoruz fakat Körfez yolunun özellikle bağlantı yolu sayılması nedeniyle şimdiye kadar geciktirildiğini, özellikle yaz aylarında tarım araçlarının da yolu kullanmasıyla can ve mal kayıplarının arttığını biliyoruz. Havran kavşağında geçtiğimiz hafta ölümlü bir trafik kazasının yaşandığı, on dördüncü ölümlü trafik kazası olduğunu burada üzüntüyle sizlerle paylaşıyorum.

Elbette bütün ülke için önemli olmakla birlikte bu bölgede yaşayan bizler için Körfez yolumuz son derece önemlidir. Bunun bir an önce hızlandırılmasını diliyorum.

Yine burada, yapımı hızlandırılan Bandırma-Aksakal içinden geçen yol yapımında da ciddi hataların olduğunu, Aksakal’da yaşayanların unutulduğunu, traktör yolunun ve mezarlık yoluna geçişin yapılmadığını, Çayır yoluna Susurluk gidişte sola dönüş verilmediğini, bu traktör yolu yapılmıyor ve orada yaşayanlara yol verilmiyorken o bölgemizde bulunan eski Maliye bakanımızın şirketine özel dönüş yolu verildiğini de buradan görüyoruz.

Değerli milletvekilleri, değerli arkadaşlar, gerçekten Balıkesir ilinin, önemli olmakla birlikte ulaşımda özellikle ciddi sıkıntılar yaşadığını sizlerle paylaştım. Burada Körfez yolu yapıma girdiğinde, aynen Aksakal’ın unutulduğu gibi, önümüzdeki dönemde Gökçeyazı beldesinin de unutulmamasını diliyorum. Çünkü burada projelerin bitirildiğini, dönüşlerin ve kavşakların yapılmadığını oradaki arkadaşlarımız bize aktardılar.

Değerli milletvekilleri, Balıkesir’in en önemli sorunu ulaşım olmakla birlikte, son dönemde açıklanan teşvik paketinde de Balıkesir’in unutulduğunu, Balıkesir’in komşu illerle olan benzerliğinin göz ardı edildiğini görüyoruz. Balıkesir’in ekonomide ve sosyal yaşamdaki bu kadar önemine rağmen, Hükûmetin uzun çalışmalar sonrasında açıklamış olduğu teşvik paketinde komşu il Manisa üçüncü grupta yer alırken Balıkesir’in ikinci grupta yer alması, Balıkesir’de yaşayan bizleri ve sanayicimizi ve yatırımcımızı gerçekten üzmüştür. Biz, Balıkesir Milletvekili olarak Balıkesir’in sorunlarının çözülmesini bekliyoruz ve burada nasıl ki ulaşımda unutulduğunu iddia ediyorsak bir an önce teşvik paketinde bu sorunun giderilmesini diliyoruz.

Değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri; yine burada, son günlerde kamuoyunda ve basında da çıkan önemli bir sorunumuzun daha olduğunu sizlerle paylaşmak istiyorum. Balıkesir’in Akarsu köyünde bir göletin yapıldığı, bu gölet projesinin çok eski bir proje olmakla birlikte, oradan Batı Anadolu enerji nakil hattının geçtiğini, Batı Anadolu enerji nakil hattı direklerinin de göletin içinde kaldığını…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Aydoğan.

ERGÜN AYDOĞAN (Devamla) – …bizzat giderek yerinde incelemiş bulunuyorum. Değerli arkadaşlar, TEİAŞ ve İl Özel İdaresi bunun önemli olduğunu biliyorlar. Bu konuda o Akarsu Köyü Muhtarına yazı yazarak gölet suyunun düşürülmesi önerisinde bulunuyorlar.

Değerli milletvekilleri, bu kadar önemli ve büyük bir sorunu köy muhtarının çözmesini beklemek gerçeklerden uzak bir yaklaşımdır. Bir iddiaya göre, bu elektrik nakil hattının taşıyıcı direklerinin taşınması konusunda ödeneğin ayrıldığını ama bu ayrılan ödeneğin başka alanlarda kullanıldığını öğrenmiş bulunuyoruz. Bunun doğru olup olmadığını bilmiyoruz ama ilimizdeki bu sorunun bir an önce giderilmesini ilimiz adına talep ediyorum.

Balıkesir’deki ulaşım, teşvik paketi ve Akarsu göletinde yaşanan bu çok önemli, öncelikli sorunların bir an önce giderilmesini diliyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aydoğan.

Gündem dışı üçüncü söz, belediyelerin sorunları hakkında söz isteyen Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu’na aittir. (MHP sıralarından alkışlar)

Sayın Serdaroğlu, buyurun efendim.

3.- Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu’nun, belediyelerin içinde bulunduğu sıkıntılara ilişkin gündem dışı konuşması

MEHMET SERDAROĞLU (Kastamonu) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; belediyelerimizin, içinde bulunduğu sıkıntıları dile getirmek üzere gündem dışı söz aldım. Sizleri en iyi dileklerimle selamlıyorum.

Bu sene içerisinde belediyelerimizle ilgili iki adet kanun teklifi verdim. Bunlardan biri, nüfusu 2 binin altına düşen belediyelere İller Bankasından 2 bin nüfus esas alınarak pay gönderilmesini içermektedir. Diğeri ise, belediye meclisinde kontenjan üyeliğinin seçim şeklinin yeniden düzenlenmesiyle ilgilidir.

Ben de eski bir belediye başkanıyım. Görüştüğüm belediye başkanları sıkıntılarının Meclis kürsüsünden dile getirilmesini ve özellikle iktidarın bu noktada uyarılmasını ve bilgilendirilmesini istediler. Gerçekten de ister iktidar ister muhalefet belediyelerinin büyük bir çoğunluğu çeşitli zorluklarla karşı karşıyadır.

Değerli milletvekilleri, 29 Mart seçimlerinde adaylar seçildikleri takdirde gerçekleştirecekleri projeleri ortaya koymuş, belde halkına söz vermişlerdir. Ancak belediyelerin içinde bulunduğu kaynak sıkıntısı, verdikleri sözlerin tutulmasını maalesef engellemektedir. Bildiğiniz gibi, belediyeler, bütçelerinin en büyük gelir kısmını İller Bankası gelirlerinden elde etmektedir. Belediyelere genel bütçe vergisi gelirlerinden nüfuslarına göre pay verilmektedir. Ekonomik krizle birlikte toplanan vergi gelirlerinin önemli oranda azalması, belediyelere ayrılan kaynağın da azalmasına neden olmuştur. Bununla da kalmayıp, ekonomik kriz, belediyelerin diğer gelirlerine de büyük darbe vurmuştur. Krizle birlikte belediyelerin kira gelirleri, ilan ve reklam vergisi gelirleri, hatta su paralarından elde ettikleri gelirler bile azalmıştır. Vatandaşın ödeme gücü kalmadığı için emlak vergisi tahsilatı yapılamaz noktaya gelmiştir. Maalesef, inşaat sektöründe yaşanan gerileme de belediyelere büyük katkı sağlayan imar ve inşaat işlerinin çeşitli kalemlerinden elde edilen gelirleri de düşürmüştür. Ayrıca, beldesinde geçinemeyen vatandaşlarımızın farklı yerlere göç etmesi sonucu küçük beldelerin nüfusları iyice azalmış, dolayısıyla göç veren beldeler ve ilçelerin İller Bankasından aldıkları paylar da düşmüştür. Belli bir nüfusa göre organize olmuş, ona göre personel çalıştıran belediyeler, nüfusun azalıp gelirin düşmesiyle maalesef tıkanıp kalmışlardır çünkü gelirlerin azalmasıyla birlikte belediyeler personel sayılarını azaltamamakta, maaş ödemeye aynen devam etmektedirler. Seçim öncesinde, etik olmamasına rağmen, 2007 Nisanında, belediyelerde çalışan geçici işçilerin daimî kadroya alınmaları doğru olmuştur ancak bu kadroların mali ihtiyaçlarını karşılayacak kaynağın belediyelere aktarılmaması belediyeleri daha da zor bir durumda bırakmıştır. Belediyeler, gelişen diğer şartlarla birlikte maalesef iflas noktasına doğru sürüklenmektedir. Belediyeler, bırakınız hizmet üretmeyi, proje geliştirmeyi, personel maaşlarını karşılayamaz durumdadırlar. Birçok belediyenin piyasaya trilyonluk borçları vardır. Özellikle 29 Mart seçimlerinden sonra iktidar partisinden devralınan belediyelerin ödenemeyecek miktarda borçları bulunmaktadır. Belediyelerin borçlarını ödemeleri bu şartlar altında mümkün gözükmüyor.

Bakınız, bugünkü Hürriyet gazetesinden size bir haber okumak istiyorum: “Bize para lazım Sayın Bakanım.’ Antalya'da düzenlenen belediye başkanları bilgilendirme toplantısına katılan Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, etrafını saran belediye başkanlarının ricasından yürüyemez hâle geldi. Maliye Bakanını gören borçlarından yakındı ve çözüm istedi.” Demek ki söylemek istediklerimiz doğrudur.

Değerli milletvekilleri, Hükûmetiniz, hepimizin Hükûmeti ekonomik krize karşı önlemler geliştirmeye çalışırken belediyelerin içinde bulunduğu durumdan bihaber hareket etmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Serdaroğlu, konuşmanızı tamamlayınız.

MEHMET SERDAROĞLU (Devamla) – Belediyelerin iflas noktasına gelmesi beldelerinde borçlandıkları esnafı da batağa sürüklemektedir. Bugün gelirlerine haciz konulmamış belediye bulmak neredeyse imkânsızdır.

Değerli milletvekilleri, ister kabul edin, ister etmeyin, belediyelerin içinde bulunduğu durum yedi yıllık İktidarınızın bir sonucudur. İktidar - muhalefet hiçbir ayrım yapmadan söylüyorum: Belediyelere aktarılan kaynakların derhâl ama derhâl artırılması gerekmektedir. Aksi takdirde, iflas noktasına gelmiş belediyeler yeni sosyal ve siyasal sorunlara neden olacaktır.

Muhalefet görevimi yaparak sizin de çok iyi bildiğiniz ancak duymazdan, görmezden geldiğiniz bir sorunu daha dikkatlerinize sunmuş oluyorum. Yine muhalefet konuşuyor diye belediyelerin içinde bulunduğu gerçekten zor ve vahim durumu lütfen göz ardı etmeyiniz.

Bana söz veren Değerli Başkanıma huzurlarınızda bir kere daha teşekkür ediyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Serdaroğlu.

Sayın milletvekilleri, gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup bilgilerinize sunacağım.

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Suudi Arabistan Şûra Meclisi Başkanı Dr. Abdullah bin Muhammed bin İbrahim Al-Alsheikh ve beraberindeki heyetin ülkemizi ziyaret etmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/848)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı’nın 10 Haziran 2009 tarih ve 50 sayılı Kararı ile Suudi Arabistan Şura Meclisi Başkanı Dr. Abdullah bin Muhammad bin İbrahim Al-Alsheikh ve beraberindeki heyetin ülkemizi ziyaret etmesi uygun bulunmuştur.

Sözkonusu heyetin ülkemizi ziyareti, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanun’un 7. Maddesi gereğince Genel Kurul’un bilgilerine sunulur.

                                                                                              Köksal Toptan

                                                                                  Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                   Başkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:

B) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Manisa Milletvekili Mustafa Enöz ve 23 milletvekilinin, toplum içerisinde artan şiddet olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/411)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Son günlerde toplumumuzda meydana gelen şiddet, yaralama ve öldürme olaylarının artması toplumsal dokumuzun zedelenmesine yol açmakta, insanlarımızda infial duyguları yaratmaktadır. Bu nev'i olayların her geçen gün toplumun her kesimine yayılması ve artması bize neler oluyor sorusunun araştırılmasını gündeme getirmektedir. Bu olayların sebeplerinin araştırılarak yapılacak yasal düzenlemeler de dahil olmak üzere alınacak önlemlerin tespiti amacıyla Anayasanın 98'nci ve TBMM İçtüzüğünün 104 ve 105. maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz.

1) Mustafa Enöz                                          (Manisa)

2) Oktay Vural                                            (İzmir)

3) Erkan Akçay                                           (Manisa)

4) Reşat Doğru                                            (Tokat)

5) Metin Çobanoğlu                                    (Kırşehir)

6) Mehmet Şandır                                       (Mersin)

7) Ali Uzunırmak                                        (Aydın)

8) Ahmet Orhan                                          (Manisa)

9) Kadir Ural                                               (Mersin)

10) Mümin İnan                                          (Niğde)

11) Cemaleddin Uslu                                  (Edirne)

12) D. Ali Torlak                                        (İstanbul)

13) Recep Taner                                          (Aydın)

14) Kemalettin Nalcı                                   (Tekirdağ)

15) Zeki Ertugay                                         (Erzurum)

16) Mehmet Akif Paksoy                            (Kahramanmaraş)

17) Mustafa Kalaycı                                    (Konya)

18) Gürcan Dağdaş                                     (Kars)

19) Yıldırım Tuğrul Türkeş                         (Ankara)

20) Akif Akkuş                                           (Mersin)

21) Muharrem Varlı                                    (Adana)

22) İsmet Büyükataman                              (Bursa)

23) S. Nevzat Korkmaz                               (Isparta)

24) Atila Kaya                                             (İstanbul)

Gerekçe

Yıllardır tekrarlanan önce ekonomik kriz, sonra siyasal istikrasızlık ve nihayetinde toplumsal bunalım döngüsü, ülkemizde barış ve demokrasinin gelişmesine, sağlam ve milli bir ekonomik yapının oluşmasına, hakkaniyetli gelir paylaşımı ile ahlaki bir sistemin yerleşmesinin önündeki en önemli engellerdir. İşsizlik, durgunluk, hayat standardının düşmesi ve benzeri açmazlar sosyal patlamalara çok müsait bir ortam hazırlamaktadır.

Bütün dünyada derinden hissedilen finansal kriz ülkemizde AKP hükümetinin yanlış ekonomik politikaları ile kendisini göstermiş, sanayi durma noktasına gelmiş, halkımızın alım gücünün düşmesi ile piyasadaki ekonomik hareketlilik de azalmıştır. Krizin Türkiye'de en önemli ve hayati göstergesi işsizliktir, işsizlik maalesef ülkemizde tarihi rekor kırmıştır. Ülkemizde işsizlik son aylarda yüzde 16,2'lik oranla, dünyada Güney Afrika'nın ardından ikinci sıraya yükselmiştir. Ülkemiz Avrupa'da ise işsizlikte birinci sıraya oturmuştur.

Genç nüfusta işsizlik oranı yüzde 30'lara kadar dayanmıştır. Daha önceleri, “her dört gençten biri işsiz” derken ülkemizde son istatistiklerle, neredeyse “her üç gençten biri işsiz” noktasına gelmiştir.

AKP hükümeti iç ve dış konjonktürdeki gelişmeleri değerlendirerek ekonomide gerekli tedbirleri almamıştır. Uygulanan yanlış politikalar ve zamanında alınmayan tedbirler neticesinde ülkemiz ekonomisinin iç ve dış dengeleri hızla bozulmuş, işsizlik yükselmiş, ekonomik büyüme durmuştur. Bu durumda insanlarımız yarınından ümidini kesmiş, güvenini kaybetmiştir.

Bir tarafta insanlarımız yoksullaşırken diğer tarafta hükümetin desteği ile AKP yandaşı mutlu bir zengin azınlık türetilmiştir. Ülkemizde on dokuz milyon insan yoksulluk, bir milyon insan açlık sınırındadır. Gelir dağılımı ve adaleti bozulmuş, insanlarımız sosyal patlamaların eşiğine getirilmiştir. Bir tarafta sefalet bir tarafta sefahat. Toplumumuz artık cinnet geçirmektedir. Bu cinnetin en önemli nedeni AKP hükümetinin yanlış ekonomi politikalarıdır.

Cinayetlerin hem faillerinin hem de mağdurlarının sayısı eğitim seviyesi düştükçe artmaktadır. Eğitim sisteminde düşüncesizce yapılan değişiklikler eğitimdeki millilik vasfının giderek azalması manevi olguların ve kabullerin erozyona uğraması gibi sonuçları beraberinde getirmiştir.

Toplum içerisinde yaşanan bu trajedik olaylarda taraflardan herkes kadın, erkek, çocuk bütün vatandaşlarımız mağdur olmaktadır.

Bu cinayetlere ilişkin cezaların arttırılması veya yüksekliği bu fiilleri işleyen veya işleyecek kişiler üzerinde yeterince caydırıcı etki yaratmamaktadır.

Cinayetlerle mücadelede eğitim ve bilinçlendirme faaliyetleri için, tüm kurumların birlikte çalışma yapmaları gereği vardır. Cinayetlerin ve böyle şiddetlerin önlenmesine yönelik eğitim ve bilinç arttırma faaliyetlerinde, hedef kitlenin anlam dünyasından, yaşanılan kültürel değerlerden hareket edilmesi gerekmektedir.

Özellikle televizyonlarda gösterilen silahlı ve insan öldürmeye yönelik dizilerin çocuklarımız üzerinde olumsuz etki yaptığı herkes tarafından kabul edilmektedir.

İnsanlarımızın daha fazla acı çekmelerinin önüne geçilmesi ve gerekli tedbirlerin alınması amacıyla bir Meclis Araştırması açılması gerekmektedir.

2.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut ve 23 milletvekilinin, TOKİ tarafından üretilen konutlardaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/412)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Başbakanlık Toplu Konut İdaresi (TOKİ) tarafından yürütülen çalışmalar kapsamında değişik bölge ve illerde üretilen konutların inşası, teslimi ve kullanımındaki sorunların tespiti ve bu sorunların çözümü amacıyla Anayasanın 98. Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz.

1) Yılmaz Tankut                                        (Adana)

2) Mehmet Şandır                                       (Mersin)

3) Oktay Vural                                            (İzmir)

4) Necati Özensoy                                       (Bursa)

5) Kadir Ural                                               (Mersin)

6) Şenol Bal                                                (İzmir)

7) Kamil Erdal Sipahi                                  (İzmir)

8) Gürcan Dağdaş                                       (Kars)

9) Ahmet Deniz Bölükbaşı                          (Ankara)

10) Muharrem Varlı                                    (Adana)

11) Hüseyin Yıldız                                      (Antalya)

12) Bekir Aksoy                                         (Ankara)

13) Alim Işık                                               (Kütahya)

14) Hakan Coşkun                                      (Osmaniye)

15) Zeki Ertugay                                         (Erzurum)

16) Mehmet Akif Paksoy                            (Kahramanmaraş)

17) Mustafa Kalaycı                                    (Konya)

18) Hasan Özdemir                                     (Gaziantep)

19) Beytullah Asil                                       (Eskişehir)

20) Kürşat Atılgan                                      (Adana)

21) Behiç Çelik                                           (Mersin)

22) Mümin İnan                                          (Niğde)

23) Abdülkadir Akcan                                (Afyonkarahisar)

24) Recep Taner                                          (Aydın)

Gerekçe:

Günümüzde barınma ve konut edindirme sorunu, özellikle gelişmekte olan ülkelerin çözmekte zorlandıkları en önemli sorunların başında gelir. Hiç şüphesiz pek çok kesimin de malumu olduğu üzere ülkemizin en önemli sıkıntılarından birisi de konut sorunudur. Bu sorun hâlen yaygın olarak devam etmektedir ve hâlen de milyonlarca insanımızı ilgilendirmektedir. TOKİ, bu sıkıntıları azaltmak amacıyla faaliyete geçmiş ve birçok bölgede önemli çalışmalar yapmıştır, yapmaya da devam etmektedir.

Ancak TOKİ, ilk başlangıç zamanlarında ortaya koyduğu ciddi ve verimli çalışmalarını maalesef artık devam ettirememektedir. Bunu, özellikle teslim edilen ve halen devam eden projelerde ortaya çıkan, vatandaşlarımızın memnuniyetsizliğinden, mağduriyetinden ve haklı olarak yaptıkları şikayetlerinden anlamaktayız.

Bugün hemen yer yerde TOKİ’nin hizmetlerinden, projelerinden şikâyetler gelmektedir. Yazılı ve görsel basında hemen hemen her gün bu konularda haberlerin çıkması bu sorunların arttığının bir göstergesi olmaktadır. Mağdur olan insanların tepkileri çığ gibi yükselmektedir. TOKİ projelerinden şikâyetler ve tepkiler her geçen gün, azalacağı yerde maalesef artmaktadır.

TOKİ ile ilgili sorunları başlıklar halinde kısaca özetlersek;

1- Teslim edilen veya teslim sürecinde olan konutlarda sorunlar bulunmaktadır.

2- Çevre düzeni nitelikli şekilde yapılmamaktadır.

3- Sosyal donatılar çok yetersiz yapılmaktadır.

4- Bazı yerlerde PTT, Sağlık ocağı gibi zorunlu hizmet birimlerinin yokluğu vatandaşlarımızı büyük ölçüde mağdur etmektedir.

5- Konutlar yapılan protokolün aksine zamanında teslim edilmemektedir. İleriye dönük planlama yapan çoğu kiracı olan vatandaşımız bu yüzden büyük sıkıntılara düşmektedirler.

6- TOKİ, teslim edilen sitelere genelde aynı şirket üzerinden geçici yönetim atamaktadır. Bu yönetim site sakinlerinden çok yüksek aidatlar, gider avansı, masraf adı altında ücretler almaktadır.

7 - Site sakinlerinin kendi yönetimlerini kurmalarında zorluklar çıkarılmaktadır.

8- TOKİ'nin müteahhitlerine ödemelerini yapamamasının veya geç yapmasının yarattığı sıkıntılar, işçilerin ve taşeron firma çalışanlarının mağduriyetleri ve mağdur olanların kızgınlıkla inşaatlara verdikleri zararlar her geçen gün fazlalaşmaktadır.

9- TOKİ müteahhitlerine ve taşeron firmalarına mal satan esnafın ödemelerini alamamalarının meydana getirdiği sıkıntılar yöre esnaf ve insanlarının dayanamayacağı noktalara ulaşmıştır.

Ayrıca TOKİ'nin yapacağı 1+1 modelindeki 35-40 m² civarında konutların, özellikle çocuklu aileler başta olmak üzere, ülkemiz kültürü ve yaşam tarzı için uygun olmayacağı bir gerçektir. Bu tür konutların en az 2+1 olması bir gereklilik olup, projelerin bu yönde düzeltilmesinde fayda olacaktır.

Büyük umutlarla çoluk çocuğunun nafakasından keserek başını sokabilecek bir yuva sahibi olabilmek için TOKİ ye başvuran ve konutlarında yukarıda özetlemeye çalıştığımız sıkıntılarla boğuşarak ikamet eden insanlarımızın sıkıntılarının acil olarak çözülmesi gerekmektedir.

Netice olarak;

Yukarıda anlatılmaya çalışılan gerçekler çerçevesinde; Başbakanlık Toplu Konut İdaresi (TOKİ) tarafından yürütülen çalışmalar kapsamında değişik bölge ve illerde üretilen konutların inşası, teslimi ve kullanımındaki sorunların tespiti ve bu sorunların çözümü amacıyla Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasını arz ederiz.

3.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut ve 24 milletvekilinin, ziraat mühendisliği mesleğinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/413)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın son yıllarda gerçekleştirdiği bazı uygulamalar ile uygulanması düşünülen yeni uygulamalar sonucunda Ziraat Mühendisliği mesleğini etkileyen sorunların tespiti ve bu sorunların çözümü amacıyla Anayasanın 98., Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104. ve 105. maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz.

1) Yılmaz Tankut                                        (Adana)

2) Mehmet Şandır                                       (Mersin)

3) Oktay Vural                                            (İzmir)

4) Süleyman Nevzat Korkmaz                    (Isparta)

5) Şenol Bal                                                (İzmir)

6) Kamil Erdal Sipahi                                  (İzmir)

7) Necati Özensoy                                       (Bursa)

8) Gürcan Dağdaş                                       (Kars)

9) Kadir Ural                                               (Mersin)

10) Muharrem Varlı                                    (Adana)

11) Ahmet Deniz Bölükbaşı                        (Ankara)

12) Bekir Aksoy                                         (Ankara)

13) Alim Işık                                               (Kütahya)

14) Mehmet Akif Paksoy                            (Kahramanmaraş)

15) Hakan Coşkun                                      (Osmaniye)

16) Zeki Ertugay                                         (Erzurum)

17) Beytullah Asil                                       (Eskişehir)

18) Kürşat Atılgan                                      (Adana)

19) Hasan Özdemir                                     (Gaziantep)

20) Abdülkadir Akcan                                (Afyonkarahisar)

21) Mümin İnan                                          (Niğde)

22) Behiç Çelik                                           (Mersin)

23) Mustafa Kalaycı                                    (Konya)

24)  Recep Taner                                         (Aydın)

25)Hüseyin Yıldız                                       (Antalya)

Gerekçe:

24/01/1992 tarih ve 21121 nolu Resmi Gazetede yayınlanan "Ziraat Mühendislerinin Görev ve Yetkilerine İlişkin Tüzük”te Ziraat Fakültelerini bitiren Ziraat Yüksek Mühendisleriyle Ziraat Mühendislerinin görev ve yetkileri gösterilmiştir.

Bu tüzüğün ikinci bölümünde; Tohumculuk, Kimyasal Gübre, Zirai Mücadele, Zirai Karantina ve Tarım İlaçları, Yem Sanayi ve Yem Kontrolü, Çevre Koruma, Tarım İşletmelerinin Planlanması ve Projelendirilmesi, Tarımsal Eğitim ve Yayım, Araştırma Kurumları, Laboratuvar Kurma ve İşletme, Tarım Ürünlerinin İthal ve İhracı, Tarım Kooperatifleri, Tarımsal Kredilendirme ve Kredi Kontrolü İşleri, Tarım Sigortası, Tarımsal Danışmanlık Büroları Açma, Bilirkişilik konuları ile Genel Çalışma Alanları, Görev ve Yetkileri tanımlanmıştır.

Aynı tüzüğün üçüncü bölümünde ise; Toprak Etütleri, Sulama, Drenaj ve Tarımsal Yapılar, Tarım Alet ve Makineleri, Zootekni, Su Ürünleri, Peyzaj Mimarlığı, Gıda Bilimi ve Teknolojisi konuları ile Lisans ve Uzmanlık Alanlarına göre görev ve yetkileri tanımlanmıştır.

Yukarıda özeti verilen Ziraat Mühendislerinin Genel Çalışma Alanları Görev ve Yetkilerini düzenleyen ikinci kısmında Zirai Mücadele, Zirai Karantina ve Tarım İlaçları bölümünde; "Tarım ürünlerinin yetiştirilmesi, hasadı, işlenmesi, depolanması, ambalajlanması ve pazarlanması aşamalarında; her türlü hastalık ve zararlılar konusunda teşhis, ilaç ve metot önerisi, mücadele, planlama ve uygulamaların denetlenmesi, gazlama (fümigasyon) gibi faaliyetler Ziraat Mühendisleri tarafından yürütülür" denilmektedir.

Ülkemizde bir taraftan okuryazarların -ilkokul mezunlarının dahi zirai mücadele ilacı satmasına izin verilirken; diğer taraftan Ziraat Mühendislerine hem bitki koruma ürünü satma hem de reçete yazma konusunda sınav zorunluluğunun getirilmesi anlaşılır gibi değildir.

Yeni Gıda Yasa Tasarısı ile Gıda işletmelerinde gıda güvenliğini ve halk sağlığını güvence altına almak için çalışan Ziraat Mühendisi sorumlu yöneticileri çalıştırma zorunluluğunun kaldırılacak olmasını anlamak mümkün değildir. Bakanlık tarafından hazırlanan bu yasa tasarısı ile binlerce gıda işletmesinde çalışan Gıda, Kimya, Ziraat Mühendislerinin sorumlu yöneticilik uygulamasının kalkmasıyla işsizler ordusuna binlerce mühendisinin eklenmesinin yanında halk sağlığı açısından vatandaşlarımız çok önemli ve yeni risklerle karşı karşıya bırakılacaktır.

Ekonomik krizin etkilerinin en çok hissedildiği bu dönemde alınan bu karar, seçimlerden hemen sonraki süreçte, halen sorumlu yönetici olarak çalışan binlerce ziraat mühendisi yanında, çok sayıda gıda ve kimya mühendisinin de işini kaybetmesine neden olacaktır.

Ülkemizde Ziraat Fakültelerinin sayısının çokluğu, kamunun Ziraat Mühendisi istihdamını azaltması ve yukarıda açıklamaya çalıştığımız yanlış uygulamalar sonucu işsiz Ziraat Mühendisi sayısı çığ gibi artmaya devam etmektedir. Ayrıca geçtiğimiz yıllarda uygulanmaya başlanılan Tarım Danışmanlarının sorunları çığ gibi büyümektedir. Bu mühendislerin şartlarında hiçbir iyileştirme yapılmamaktadır.

Netice olarak;

Yukarıda anlatılmaya çalışılan gerçekler çerçevesinde; Tarım Bakanlığının son yıllarda gerçekleştirdiği bazı uygulamalar ile yapılması düşünülen yeni uygulamalar sonucunda Ziraat Mühendisliği mesleğini etkileyen sorunların tespiti ve bu sorunların çözümü amacıyla Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasını arz ederiz.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.

Sayın milletvekilleri, Başbakanlığın, Anayasa’nın 92’nci maddesine göre verilmiş bir tezkeresi vardır; önce okutup işleme alacağım, sonra da oylarınıza sunacağım.

Başbakanlık tezkeresini okutuyorum:

A) Tezkereler (Devam)

2.- Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü bünyesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin 5 Eylül 2009 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL Harekâtı’na iştirak etmesine izin verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/839)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 11 Ağustos 2006 tarihinde kabul ettiği 1701 (2006) sayılı Karar ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 5/9/2006 tarihli ve 880 sayılı Kararı ile bir yıl için verdiği izin çerçevesinde, Türkiye, Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü (UNIFIL)'ne Silahlı Kuvvetleri unsurlarıyla katkı sağlamıştır. Söz konusu iznin süresi son olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 8/7/2008 tarihli ve 925 sayılı Kararıyla 5 Eylül 2008 tarihinden itibaren bir yıl uzatılmıştır.

Türkiye UNIFIL kara harekâtına ve Deniz Görev Gücü'ne yaptığı katkılarla barışı koruma harekâtının etkin biçimde icrasında önemli bir işlev üstlenmiş, böylece gerek Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeliğimize paralel olarak Birleşmiş Milletler sistemi içinde, gerek bölgesel ve küresel ölçekte görünürlüğünün artmasını ve sahip olduğu saygın konumun pekişmesini sağlamıştır. Türkiye'nin UNIFIL'e katılımı, bölgede barış ve istikrarın korunmasına yönelik politikasının sürdürülmesine önemli katkıda bulunmuştur.

UNIFlL'in görev süresi 31 Ağustos 2009 tarihinde sona erecek olup, görev süresinin 31 Ağustos 2009 tarihinden sonraki dönem için yenilenmesi yönünde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından bir kararın kabul edilmesi beklenmektedir.

Lübnan'daki siyasi ve güvenlik ortamının ülkedeki askeri unsurlarımızın görevlerini sürdürmeleri bakımından uygun olduğu düşünülmektedir.

Bu hususlar ışığında ve Lübnan makamlarının doğrudan talepleri ve bölgedeki güvenlik koşulları da dikkate alınarak, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin UNIFIL'in görev süresinin uzatılması yönünde karar alması durumunda; hudut, şümul ve miktarı Hükûmetçe belirlenecek Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, 1701 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ve 880 sayılı TBMM Kararı ile tespit edilen ilkeler kapsamında 5 Eylül 2009 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL Harekâtına iştirak etmesi ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Hükümet tarafından yapılması için Anayasa’nın 92 nci maddesi uyarınca izin verilmesini arz ederim.

                                                                                        Recep Tayyip Erdoğan

                                                                                                  Başbakan

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Başbakanlık tezkeresi üzerinde İç Tüzük’ün 72’nci maddesine göre görüşme açacağım. Gruplara, Hükûmete ve şahsı adına 2 üyeye söz vereceğim.

Konuşma süreleri gruplar ve Hükûmet için yirmişer dakika, şahıslar için onar dakikadır.

Tezkere üzerinde söz alan, Başkanlığımıza intikal eden sayın milletvekillerin isimlerini okuyorum:

Gruplar adına: Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Sayın Behiç Çelik.

BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Yaşar Yakış…

BAŞKAN – Şahsı adına: Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam, Adıyaman Milletvekili Sayın Ahmet Aydın.

Hükûmet adına: Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu.

İlk söz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Behiç Çelik’e aittir.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, isterseniz önce Hükûmet açıklama yapsaydı.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Çelik. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 11 Ağustos 2006 gün ve 1701 sayılı Kararı ile Lübnan’da kalıcı barış ve istikrarın sağlanması için Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü UNIFIL oluşturulmuştur. Türkiye’den talep üzerine, geçen yıl 8 Temmuz 2008 tarihinde 925 sayılı Karar’la Türkiye Büyük Millet Meclisi ilk uzatmayı yapmıştır ancak UNIFIL’in görev süresi 31 Ağustos 2009 tarihinde dolacağından, Başbakanlığın 15 Haziran tarihli Bakanlar Kurulu prensip kararının süre uzatımına ilişkin talebi Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca Genel Kurula intikal ettirilmiştir. Konuyu görüşmek üzere toplanmış olan yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, Orta Doğu coğrafyası maalesef netameli, matruşkayı andıran iç içe geçmiş sorunlar yumağı bir coğrafyadır. Burada barışı sağlamak oldukça güç ve hatta imkânsızdır çünkü 1916 yılında İngiliz yayılmacılığının, müstemlekeciliğinin ağır şartlarında yerli unsurlara barış yapma hakkı asla tanınmamıştır ve tanınmamaktadır.

İstenen şudur: Dinî ve etnik ayrılıklar alabildiğine kaşınsın, hasım hâle getirilsin, barış içinde bir arada yaşama imkânı kalmasın, karşılıklı güven ve istikrar kaybolsun, Orta Doğu coğrafyası paramparça olarak birbirine diş bileyen unsurların zulüm alanı hâline gelsin; böylece “böl ve yönet” siyasasının uygulama merkezi hâline getirilsin. Nitekim başarılmıştır.

Birinci Dünya Savaşı yani paylaşım savaşı, tek dişi kalmış canavarın yani Batı hegamonlarının burayı at oynattığı bir alana çevirirken acz içinde kıvranan Orta Doğu halklarının çığlıklarının yeri göğü inlettiğine tüm dünya tanık olmaktadır.

Dört yüz iki yıl Osmanlı egemenliğinde kalan Suriye, İsrail, Lübnan bölgesinin günümüze kadar uzanan feryatları Anadolu’ya yankılanmaktadır. Dört yüz iki yıl barış, güven ve istikrar içinde her dinden her dilden toplulukları bir arada tutan güç öyle zannediyorum ki Osmanlı’nın adaleti, hakkaniyeti, toleransı idi. Böyle bir dönem, bir saadet devri ne yazık ki görünmüyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Lübnan karmaşası aslında Hıristiyan ile Müslüman’ın, İsrail ile Arap dünyasının, etnik farklılıkların, muhtelif inanç gruplarının karmaşasıdır; onlarca irili ufaklı devletin müdahale alanının karmaşasıdır; 10.500 kilometrekarelik bir coğrafyada imdat çığlıklarının karmaşasıdır; büyüklerin güç gösteri alanının karmaşasıdır; iş birlikçilerin, ajanların, operasyonların, terörün, cinayetlerin karmaşasıdır. Yaklaşık üç yıl önce burada başlayan Hizbullah-İsrail savaşı İsrail için bir hayal kırıklığı yaratmıştır. İlk kez İsrail Lübnan’da kendini karşılayacak bir direnişin acı tadını tatmıştır. Ne var ki yerleşim birimleri ve Beyrut altyapısıyla birlikte çökmüş, 4 milyon nüfuslu ülke harabeye dönmüştür; 1 milyon insan evini barkını terk etmiştir.  Bu yıkıma rağmen, Lübnan sınırının İsrail için ölümcül etkilerinin olacağı endişesi çeşitli mahfilleri rahatsız etmiş ve acil çözüm yoluna gidilmesi yönünde diplomatik faaliyetlere hız verilmiştir. Girişilen çabalar sonucunda, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 11 Ağustos 2006 günü, bahsettiğimiz 1701 sayılı Kararı’nı alarak çatışmayı durdurmuştur. 2 bin kadar olan Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücünün 15 bine çıkarılması bu arada istenirken, otuza yakın ülkenin katılımı sağlanmış ve birliklerin Güney Lübnan’daki Mavi Hat ile Litani Nehri arasındaki tampon alana yerleşmesi temin edilmiştir.

Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü temel olarak bölgede çatışmaların durdurulması, İsrail’in Güney Lübnan’dan çekilmesini sağlayacaktır.

Ayrıca ek olarak 1701 sayılı Karar’ın tüm yönleriyle uygulanmasını sağlayacak olan UNIFIL’e mevcut görev yönergesinde ek olarak görevler tevdi edilmiştir. Tabii ki en önemli görevi çatışmaların durdurulmasını gözlemlemek, sağlamak, İsrail kuvvetleri Lübnan’dan çekilirken Lübnan Silahlı Kuvvetlerinin Mavi Hat boyunca olan bölgeler dâhil bütün Güney Lübnan’a konuşlanmasına nezaret etmek ve destek vermek, bu konudaki faaliyetlerini İsrail ve Lübnan hükûmetleriyle koordine etmek, sivil halka insani yardım ulaştırılmasına ve yerlerinden olmuş kişilerin gönüllü ve güvenlik içinde geri dönüşlerine yardımcı olmak, tampon bölgenin oluşturulması için atılacak adımlarda yine Lübnan ordusuna yardımcı olmak, Lübnan Hükûmetinin talebi üzerine Lübnan’ın sınırlarının ve diğer giriş noktalarının silah veya bağlantılı maddelerin girişine karşı güvenlikli hâle getirilmesine yardımcı olmak, bunun yanı sıra UNIFIL birliklerinin konuşlu bulunduğu alanlarda ve yeteneklerinin el verdiği değerlendirilmesi hâlinde operasyon sahasının çatışma amaçlı faaliyetler için kullanılmasını sağlamak üzere gerekli bütün önlemleri almaya Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi görev yönergesi altında yürüttüğü faaliyetleri engellemeye dönük teşebbüslere güç kullanarak karşı koymaya, Birleşmiş Milletler personeli tesislerini korumaya ve personelin ve insani yardım çalışanlarının güvenliğini ve hareket özgürlüğünü teminat altına almaya, ani fiziki şiddet tehdidi altında bulunan sivilleri korumaya yetkili kılınmıştır.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin bu kararı İsrail ve Lübnan hükûmetleri ile bu hükûmetleri oluşturan bütün koalisyon ortakları ve liderleri tarafından da kabul edilmiştir.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin anılan kararında yer alan Görev Yönergesi ve bilahare hazırlanan harekât konsepti ve çatışma kuralları, UNIFIL’in meşru savunma ve çok istisnai durumlar dışında muharip görev üstlenmesini ve çatışmalara girmesini öngörmektedir.

Temel amacı Lübnan ve İsrail arasındaki istikrar ortamının sürmesine katkıda bulunmak olan Birleşmiş Milletler Görev Gücü’nün temel işlevi, Lübnan Hükûmetinin egemenliğinin tüm ülke sathında tesisinde ve Güney Lübnan’daki güvenlik sorumluluklarını yerine getirmesinde Lübnan ordusuna yardımcı olmak olacaktır.

Söz konusu karar uyarınca, tüm devletlerin vatandaşları tarafından veya toprakları üzerinden ya da bandıralarını taşıyan gemiler ve uçaklarla Lübnan’a, Lübnan Hükûmetinin ya da UNIFIL’in yetkilendirmediği her türlü silah, mühimmat veya benzeri maddelerin de satışını veya ulaşımını engellemek için gerekli önlemleri almaları ve bu tür teçhizatın kullanımına ilişkin teknik eğitim sağlanmasının da engellenmesi istenmektedir. Hükûmetin daha önceki tezkere metninde bunlar da vurgulanmıştı.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kısaca tekrar etmek gerekirse:

1) İsrail’in bölgeden çekilmesini temin edecek,

2) Çatışmaları durdurmak için gözlemcilik yapacak,

3) İsrail’in boşattığı alana Lübnan ordusunun yerleşmesini sağlayacak,

4) Söz konusu çalışmaları İsrail ve Lübnan hükûmetleriyle koordine edecek,

5) İnsani yardımların ulaştırılmasına ve yerlerini terk etmiş kişilerin dönüşlerine yardımcı olacak,

6) Lübnan ordusunun tampon oluşturmasına yardımcı olacak.

7) Lübnan Hükûmetinin silah ve mühimmat girişleriyle ilgili taleplerini karşılayacak olan bir birlik.

Tüm bunlara ilaveten, Görev Yönergesi’nde bahsedilen faaliyetlerinin hepsini yapma üzerine bir metin.

Değerli milletvekilleri, ne yapılırsa yapılsın, Orta Doğu’da, gördüğümüz kadarıyla kalıcı barışın sağlanması istenmemektedir, yaratılan kaotik ortam devam ettirilecek gibi gözüküyor. Yakın geçmişte inanılmaz zulümler altında inim inim inleyen Irak bunun acıklı bir örneğidir. İnsan kanının oluk oluk aktığı, 1 milyon Iraklının hayatını kaybettiği bu ülke, işgalciler için yüz karasıdır. Davos’ta Filistin için efelenenler, Irak için demokrasi getirildiğinden bahisle, işgalcilere övgüler düzebilmektedir. Daha iki gün önce “Kerkük’te Türkmen katliamı: 80 ölü.” diye başlık atan gazetelerimizin bu haberi karşısında hiç ses çıkarılmamakta, fakat Davos aslanlarının aslında Davos serçeleri olarak tarihe geçecekleri de bu şekilde kanıtlanmış olmaktadır; tıpkı, 2003 Temmuzunda Türk askerinin başına çuval geçirilirken mantı ziyafetine devam etmeleri gibi ya da nota ve müzik notası icat etmeleri gibi.

Değerli milletvekilleri, bakınız, bir örnek sunmak istiyorum: Geçen hafta Genel Kurul gündemine getirilmiş olan bir teklif vardı, Kütahya Milletvekili Sayın Soner Aksoy’un yenilenebilir enerji kaynaklarıyla ilgili bir kanun teklifi ve Komisyonun raporu. Bu, Genel Kurul gündemine girdi 395 sıra sayısıyla. Bu ne sağlıyor? Türkiye'nin rüzgârından, güneşinden, atığından, termalinden enerji elde edilecek. İktidar bunu istiyor, AKP Grubu, Komisyon istiyor, muhalefet istiyor, bürokratlar istiyor, tam bir mutabakat var ama Sayın Ali Babacan istemiyor, diyor ki: “Amerika’da Shell ve BP gibi şirketlerin ve Amerikan Enerji Ajansının başkanlarıyla görüştüm. ‘Yenilenebilir enerji gereksizdir.’ dediler.

Fosil yakıtın patronu olan ABD orijinli enerji patronlarının Türkiye’yi enerjide bağımsızlaştırma yoluna sokacak bir faaliyette baskı uygulayacağı muhakkaktır.

Şimdi, bu durumda Sayın Babacan’a sormak lazım: Acaba siz, Türkiye’de ABD Enerji Ajansının ve petrol şirketlerinin mümessili, malum kuruluşların Hükûmetteki komiseri misiniz?

Bu arada, 20 Haziran 2009 tarihli Zaman gazetesinde çıkan “Yerli enerjiyi teşvik yasası rötar yaptı” haberini de dikkatlerinize sunuyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri: 2008 yılında, tezkere görüşmelerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan Vekili Sayın Mehmet Şandır’ın bir konuşması söz konusu. Onu da burada ifade etmeden geçemeyeceğim. Diyor ki Sayın Şandır: “İşte, biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak Hükûmeti bu noktada uyarıyoruz. Bu konularda Türkiye merkezli, Türkiye’nin misyonu, tarihî müktesebatının gereği, Türkiye’nin çıkarlarının gereği bir pozisyon alarak samimi ve güveni zedelemeden dürüstçe, bu sorunlara yabancı da kalmadan taraf olunmasında veya bu sorunlarla ilgilenilmesinde fayda var, ama burada mesela bir şey dikkatimizi çekiyor. Sayın Milletvekili geçen seneki konuşmasına benzer bir konuşma yaptı, ama şu sorunun cevabı verilemedi: Lübnan Hükûmeti Türkiye’nin bu yoğun katkısına ve samimi duruşuna rağmen deniz altındaki petrol rezervlerinin işlenmesini pazarlarken Türkiye’yi hiç aklına getirmedi. Lübnan Hükûmeti Türkiye için çok önemli olan Ermeni soykırımı, sözde Ermeni soykırımı konusunda bir başka devletten farklı davranmadı. Hatta daha da aşırı davrandı. 1923’ü de kapsayan şekilde 1915 yıllarında yaşanan o hadiselerin bir soykırım kapsamında kabul edilmesine Meclisinde karar aldı.” diyor. Şimdi ben bunu tekrar tezkere gündeme gelmişken burada dikkatlerinize sunmak istedim.

Değerli milletvekilleri, Lübnan’daki göreceli barışın tesisi yönünde, gittiği her ülkede takdir hisleri uyandıran, vazifesinin fevkinde, yüksek görev şuuruna sahip, namus ve şerefin timsali, belki de bu anlamda dünyada eşsiz, kahraman Türk ordusu üstün başarılara imza atmıştır. Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü bünyesinde almış olduğu ve başardığı görevden dolayı kahraman ordumuza şükran hislerimi ifade etmek istiyorum.

Hükûmetin Türkiye Büyük Millet Meclisine tevdi etmiş olduğu tezkerenin, biraz önce ifade etmiş olduğum hususlar da dikkate alınarak yeniden ele alınmasını Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak fevkalade önemsiyoruz. Burada belirtmek istediğimiz husus: Orta Doğu’ya sadece Lübnan ve İsrail meselesi olarak değil, Filistinlileri, Irak’ı, hatta Suriye’yi de katarak, bölgede kalıcı istikrar yapısının oluşturulması konusunda Hükûmetin elinden gelen çabayı göstermesi yönünde özellikle ikazda bulunmak istiyoruz. Biraz önce ifade etmiş olduğum, Lübnan Hükûmeti nezdinde -yeni, seçimle gelen bir Hükûmet şu anda iş başında- özellikle Lübnan’ın ekonomisinde Türkiye'nin de kuvvetli bir şekilde var olması yönünde Recep Tayyip Erdoğan Hükûmetinin gerekli girişimde bulunmasını özellikle hatırlatmak isteriz.

Diğer bir konu da yine ifade etmiş olduğum üzere, sözde Ermeni soykırımı konusunda Lübnan Parlamentosunun almış olduğu karardır. Bu kararı Lübnan Hükûmetinin yeniden gözden geçirmesi ve bu kararı etkisiz kılması yönünde Türk Hükûmetinin faaliyete geçmesi, girişimde bulunmasını özellikle vurgulamak istiyoruz.

Lübnan bizim için yabancı değil, bize uzak bir bölge değil. Türkiye ekonomisiyle bütünleşik, Türkiye'nin kültürüyle, insan unsuruyla, demografik yapısıyla, ekonomisiyle rahatlıkla ulaşabileceği önemli bir coğrafyadır. Burada tabii ki Türkiye olarak ve Türk milleti olarak, Türk devleti olarak, Türk Hükûmeti olarak bizler kalıcı barışı ve istikrarı her zaman savunuyoruz. Bu yönde görüşlerimizi de müteaddit defalar ifade etmiş olduk.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmetin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına tevdi etmiş olduğu 15 Haziran 2009 tarih ve 2559 sayılı Tezkere’ye olumlu baktığımızı, olumlu oy vereceğimizi ifade ediyor, hepinize en derin saygılarımı sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Çelik, teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Şükrü Elekdağ.

Sayın Elekdağ, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının Lübnan’da görevli Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü (UNIFIL) komutasına verilmesine ilişkin ilk tezkerenin Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabulünden bu yana geçen üç yıl içinde Lübnan’da çok önemli olaylar cereyan etti. Önce, uzun bir siyasi kriz patlak verdi. Bunu kanlı olaylar ve bir iç savaş izledi. Doha Anlaşması’yla savaşa son verilip istikrar koşulları yaratıldıktan sonra 7 Haziran 2009’da genel seçimler yapıldı. Hizbullah’ın Başkanı Nasrullah’ın seçim sonuçlarını kabul etmesiyle de ülkede istikrarlı bir dönem yaşanabileceği umudu canlandı. Ancak bu bir hayli zor değerli arkadaşlarım, çünkü İsrail, İran’ın Akdeniz kıyılarındaki vurucu gücü olarak gördüğü Hizbullah ile bu örgütün elindeki menzilleri 300 kilometreye kadar olan 30 bin adet füzeden son derece rahatsızlık duyuyor ve bu silahların imhası için fırsat arıyor. Yani değerli arkadaşlarım, Lübnan’da maalesef senaryo değişmiyor. Anımsayacaksınız, bu filmi üç yıl önce, 2006 Temmuzunda görmüştük. Lübnan’ın güneyini on sekiz yıl işgal altında tutan, fakat Hizbullahın direnişi karşında çekilmek zorunda kalan İsrail, 2006 Temmuzunda Amerika’nın siyasi desteğini arkasına alarak Lübnan’a saldırdığı zaman hem Lübnan’dan kovuluşunun rövanşını almayı hem de Hizbullahı çökerterek elindeki füzeleri yok etmeyi tasarlıyordu ama dünyanın 5’inci güçlü ordusu olarak lanse edilen İsrail bunda başarılı olamadı. Buna mukabil, İsrail kuvvetlerine direnen Hizbullah tüm Arap âleminin kahramanı hâline geldi. Hizbullahın zaferini yüzünde patlayan bir şamar olarak gören Bush yönetimi, hışımla devreye girdi ve Hizbullahın karşısına Birleşmiş Milletler Barış Gücünün konuşlanmasını sağlayarak İsrail’in daha fazla yıpranmasını önlemeye çalıştı.

Değerli arkadaşlarım, ancak bu Barış Gücünün bir başka amacı daha vardır, bu da ileride Hizbullaha karşı tekrar bir saldırıya girişildiği takdirde bu Gücün İsrail’e koruyucu kalkanlık yapması ve İsrail’in uğrayacağı hasarı azaltmasıdır.

Evet, değerli milletvekilleri, Birleşmiş Milletler Lübnan Barış Gücünün amacı, Lübnan’ın istikrarını sağlamak ve Orta Doğu barışına katkıda bulunmak gibi bir insani görevden ibaret değildir. Esas amaç, Hizbullahı bölgeden söküp atmayı öngören bir askerî operasyonun zeminini şimdiden hazırlamaktır.

Değerli arkadaşlarım, buraya kadar söylediklerim, Lübnan’ın Orta Doğu’daki sorunlar yumağının tam göbeğinde yer aldığını gösterdiği gibi bu bölgenin Başkan Obama’nın Kahire’de yaptığı konuşmada açıkladığı yapıcı ve umut verici yaklaşımlara da ne denli ihtiyacı olduğunu ortaya koyuyor. Obama’nın Kahire konuşması, Bush yönetiminin kötü mirasını silme amacını güttüğü gibi Amerika’nın İslam coğrafyasına yönelik politikasında uygulamayı öngördüğü köklü ve yapıcı bir zihinsel değişikliği de yansıtıyor. Obama, İslam âlemiyle karşılıklı saygı ve çıkar temelinde hoşgörü ve adalet ilkelerine dayalı ilişkiler kurmak istediğini vurguluyor ve Amerikan politikasını bu ilkeler ışığında şekillendireceği vaadinde bulunuyor. Obama’nın konuşmasını Kur’an’dan ayetlerle süslenmiş, zengin retorikten ibaret bir metin olarak değerlendiren çevreler var. Bu görüşleri doğru bulmuyoruz zira, Obama, bu konuşması ile Müslüman ülkelere yönelik somut bir politikanın ilkelerini belirlemiş, oldukça kapsamlı bir eğitim ve teknolojik destek programı yükümlülüğü altına girmiş ve Orta Doğu’nun çetin sorunlarının çözümü için yapıcı nitelikte yaklaşımlar önermiştir. Nitekim, Orta Doğu’da sorunların anası olarak belirtilen Filistin sorununun çözümü için Obama’nın önerdiği yaklaşımın, İsrail Hükûmetinin kuvvetle karşı çıkmasına rağmen, hem Filistinliler hem de Arap dünyası tarafından temkinli olmakla birlikte hayli olumlu karşılanması bir müzakere zemini oluşturduğu umudunu yaratıyor.

Önemli olan bir diğer husus da, Obama’nın, İran’ın nükleer silah üretimine yönelik faaliyetinden kaynaklanan sorunu, Orta Doğu’da bir nükleer silah yarışını engelleme temeline oturtmasıdır. Obama, bu bağlamda, İsrail’in Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması’na taraf olmasını sorgulamaktadır. Obama bununla da yetinmemekte, İsrail’in nükleer silaha sahip olması imtiyazını da sorgulamaktadır. Bu şekilde Obama, çözüm için yeni kapılar açmakla kalmayıp, örneğin Orta Doğu’da nükleer silahlardan arınmış bir bölge kurulması gibi, İsrail’i karşısına almayı da göze alarak, Başkan Eisenhower döneminden bu yana hiçbir Amerikalı başkanın gösteremediği bir siyasi cesaret sergilemiş olmaktadır. Tabiatıyla, İsrail’deki sağcı Hükûmet ve Amerika’daki etkili Yahudi lobisi, Obama’nın Filistin sorununa yönelik çözüm inisiyatifine karşı güçlü engeller oluşturmaktadır.

Aynı şekilde, İran’daki başkanlık seçiminden sonra tırmanan gerginliğin bu ülkeyi henüz hangi yöne savuracağını ve İran’ın bölgesel nüfuzunu nasıl etkileyeceğini bilmiyoruz. Gelişmelerin, Obama’nın İran’la diyalog yolunu açma inisiyatifini sekteye uğratmasından endişeliyiz. Obama’nın Kahire konuşmasıyla çizdiği stratejik peyzajda bazı boşluk ve tutarsızlıklar yok değildir. Tabi olduğumuz zaman kısıtlaması bunlardan sadece biri üzerinde durmamıza imkân veriyor. Bu da Obama’nın, Amerika’nın Irak’ın toprakları ve kaynakları üzerinde hiçbir talebi olmadığı ve Irak’taki tüm Amerikan askerî kuvvetlerinin 2012 yılına kadar geri çekileceği hususunda verdiği güvencedir.

Değerli arkadaşlarım, asker çekme takviminin uygulanabileceği hususunda ciddi kuşkularımız var, çünkü Amerika’nın küresel stratejisinin öncelikli hedefi, her türlü imkândan yararlanarak ve gerekirse kuvvet kullanarak Hazar ve Körfez bölgelerinin enerji kaynaklarını denetlemek ve bu kaynakların Batı’ya ulaşım yollarının güvenliğini sağlamaktır. Oysa bugünün koşullarında Amerika’nın Irak’taki askerî mevcudiyetine tümüyle son vermesi şu üç gelişmeye yol açar:

Birincisi, Irak’ta doğacak boşluğun derhâl İran tarafından doldurulmasına davetiye çıkarır ve Körfez Bölgesi’nin Amerika’nın çıkarlarına meydan okuyan, hegemon bir devlet konumundaki İran’ın hâkimiyetine bırakılması sonucunu doğurur.

İkincisi, Orta Doğu’daki tüm jeopolitik dengelerin temelinden sarsılarak Amerika’nın aleyhine dönüşmesine ve Amerika’nın bölgedeki çıkarlarının tehlikeye düşmesine yol açar.

Üçüncüsü de, güçlenen ve bölge üzerindeki etkinliği artan bir İran’ın nükleer silahlara sahip olma iradesini kırmak çok daha zorlaşır.

Bu bakımdan, Obama’nın Irak’a yönelik olarak açıkladığı yaklaşım Amerika’nın “grand strategy” denilen büyük stratejisine ters düşer ve Amerika’nın süper güç olma hedefinden vazgeçtiği anlamına gelir. Oysa Obama Amerikası’nın da tarihteki bütün emperyal devletler gibi fanatik bir dürtüyle dünyada tek süper güç olma konumundan ve küresel hegemonya hedefinden vazgeçmesi söz konusu değildir. Bu noktada hemen belirtelim ki, Obama’nın Türkiye’yi ziyareti de söz konusu büyük stratejisinde öngördüğü hedefleri gerçekleştirmek ihtiyacından doğmuştur. Obama, Amerika’nın büyük Orta Doğu coğrafyasında karşılaştığı sorunların hallinde Türkiye’yi güvenilir bir müttefik olarak yanında görmek istiyor ve böyle bir iş birliğiyle bu sorunları çözme şansının artacağını düşünüyor. Bu görüşle de, Türk-Amerikan iş birliğinin diğer bölge devletlerinin esinlenebileceği model bir ortaklık oluşturmasını öneriyor.

Peki, Amerika’nın stratejik değer skalasında Türkiye’ye yüksek bir değer verdiği anlaşılan Başkan Obama, Türkiye’nin ulusal çıkarlarına bu değerle orantılı bir hassasiyet göstermeye hazır mı? Bu soruyu yanıtlamadan önce, Başkan Bush döneminde Türk-Amerikan ilişkilerinin dibe vurmasının nedenleri üzerinde kısaca durmamız gerekiyor. Bu dönemde Bush yönetimi, 1 Mart tezkeresinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde reddedilmesi üzerine Türk Hükûmeti tarafından aldatıldığı hissine kapılarak Türkiye’yi cezalandırma politikası uygulamıştır. Bu politika bağlamında, Bush yönetimi, bölgesel Kürt yönetiminin başındaki Barzani’nin çıkarlarına Türkiye’ninkilere nazaran öncelik vermiş ve Kürt liderin PKK’yı barındırmasına ve himaye etmesine göz yummuş, hatta desteklemiştir. Bu suretle, Washington, Türkiye’nin ulusal ve toprak bütünlüğünü tehdit eden hasmane bir politika izlemiştir.

Türk askerlerinin başına çuval geçirilmesi senaryosu, Türkmenlere karşı ağır mezalime göz yumulması, bölgesel Kürt yönetiminin göz diktiği Kerkük’te demografik dengeyi kitlesel biçimde Kürtler lehine değiştirmesine izin verilmesi de, yine o dönemde Washington’da Türk Hükûmetine karşı duyulan infialin tezahürleridir.

Bush yönetimi, Türkiye’ye karşı bu hasmane yaklaşımını, 2007 Ekimine kadar dört yıldan fazla bir süre sürdürmüştür. Türk-Amerikan ilişkilerinin kırılma noktasına geldiği bu tarihte ise, Bush yönetimi, Türk Hava Kuvvetlerinin PKK hedeflerine kısıtlı hava operasyonları yapmasına izin vermeyi kabul etmek suretiyle söz konusu politikasını yetersiz de olsa bir ölçüde değiştirmiştir. Ne var ki Türk Silahlı Kuvvetlerinin, can alıcı PKK hedeflerine kendi iradesi ve planlamasıyla kara ve hava operasyonları yapmasına kısıtlamalar getiren Amerikan politikası nedeniyle iki yıldır terör örgütünün Türk uçaklarıyla havadan vurulması PKK’nın vurucu gücünde beklendiği ölçüde ağır bir hasar yaratmamıştır.

Şimdi Türkiye'nin yanıt aradığı temel soruya gelelim. Bu soru şudur: Başkan Obama PKK’nın tasfiyesi için Türkiye’ye tam destek vermeye hazır mıdır? Obama’nın Türkiye Büyük Millet Meclisinde yaptığı konuşmayı ve İstanbullu gençlerle görüşmesini bu açıdan incelediğimizde beklediğimiz desteğin belirtilerini göremiyoruz değerli arkadaşlarım. Şöyle ki: Birincisi, Obama, Türkiye ile Amerika’nın karşılaştığı terör tehditleri arasında fark gözetmektedir. Nitekim Obama, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki konuşmasında El Kaide’nin Pakistan’la Afganistan’dan güvenli bir bölge olarak yararlanmasına müsaade edilemeyeceğini ve hedefin El Kaide’yi yok etmek olduğunu vurgulamıştır, buna mukabil PKK konusunda değişik bir görüş ortaya koymuştur. Obama, Türkiye Büyük Millet Meclisinde her ne kadar Amerika’nın Türkiye’ye PKK ile mücadelesinde destek vereceğini söylemişse de PKK’nın tasfiye edilmesinden ve Kuzey Irak’ın PKK için güvenli bir bölge olmaktan çıkarılmasından söz etmekten kaçınmıştır.

İkincisi, Türkiye Büyük Millet Meclisi konuşmasında Obama, Türkiye’ye, PKK sorununu Irak’ın Kürt liderleriyle iş birliği çerçevesinde çözmesini önermiştir. Bu, son derece hatalı bir yaklaşımdır. PKK’yı besleyenlerle iş birliği yapmak suretiyle terör örgütünün çökertilmesini önermek Türkiye'nin karşılaştığı sorunu hiç anlamamak demektir. Mesut Barzani, PKK’yı silahlı bir güç olarak elinin altında tutmak ve icabında bu örgütü bir pazarlık unsuru olarak Türkiye’ye karşı kullanmak istemektedir. Barzani, PKK’yı bağımsız Kürt devletinin ilanında ve Kerkük sorununa arzusu doğrultusunda bir çözüm gerçekleştirmek için Türkiye’ye karşı bir koz olarak kullanma hesabı içindedir. Başkan Obama’nın Türkiye Büyük Millet Meclisinde bu gerçekleri bilmezden gelerek konuşması aynen Başkan Bush gibi bölgesel Kürt yönetiminin çıkarlarını Türkiye'nin çıkarlarının önüne koyabileceği endişesini yaratıyor.

Üçüncüsü, Obama, Tophane-i Âmire’de öğrencilerle yaptığı toplantıda “Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devletine izin verir misiniz?” sorusunu yanıtlamaktan kaçınmıştır. Obama’nın bu tutumu iki açıdan hatalı bir davranış olmuştur. Obama, bu davranışıyla hem Kuzey Irak’lı Kürt liderler üzerinde bağımsız Kürt devletine yeşil ışık yakabileceği algılamasını yaratmış hem de Amerika’nın resmî politikası olan Irak’ın ulusal ve toprak bütünlüğü tezine ters düşmüştür.

Değerli arkadaşlarım, bu söylediklerim şu iki önemli noktayı ortaya koymaktadır:

Birincisi, Dışişlerimizin temel eksenini oluşturan Türk-Amerikan ilişkilerinde bir iletişim eksikliği vardır; bunu muhakkak kapatmak gerekiyor.

İkincisi de Türkiye ile Obama yönetimi arasında temel sorun, Irak’ın kuzeyindeki PKK unsurlarının tasfiyesi ve etnik bazda Kürt bölücülüğü meselesinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenlerle Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni bir sayfanın açılmasının öngörüldüğü ve Amerika’nın karşılaştığı sorunlar açısından birçok alanda Türkiye'nin iş birliğine ve desteğine ihtiyaç duyduğu şu dönemde, Türk Hükûmeti, ulusal çıkarları açısından yaşamsal nitelikteki şu dört önerisinin Obama yönetimi tarafından kabul edilmesini sağlamalıdır.

1) El Kaide terör örgütü Amerika açısından neyse Türkiye açısından da PKK örgütü aynı şeydir. PKK örgütü, Türkiye'nin toprak bütünlüğüne ve üniter yapısına en büyük tehdidi oluşturmaktadır. Bunun anlamı, nasıl ki terörle mücadelede Amerika için nihai hedef El Kaide örgütünün tümüyle imhasıdır, PKK ile mücadelede de esas amaç PKK’nın tasfiyesi ve Kuzey Irak’ın terör örgütü için bir üs olmaktan tamamen çıkarılmasıdır.

2) Türkiye, ulusal bekasını ilgilendiren bu alanda uluslararası hukuktan doğan meşru savunma hakkı çerçevesinde PKK’yı Irak’ın kuzeyindeki üslerinden söküp atmak ve tasfiye etmek amacıyla terör hedeflerine karadan ve havadan sivillere zarar vermemenin dışında hiçbir kısıtlamaya tabi olmadan operasyon yapma hakkına sahiptir. Amerika, Türkiye'nin bu hakkını tanımalı ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin operasyonlarına her türlü desteği vermeli ve istihbarat bilgilerini sağlamalıdır.

3) PKK sorununun çözümü bağlamında Bush yönetimi Türkiye’ye siyasi bir çözüm dayatmıştır. Genel bir affı da içeren bu çözüm, Türkiye'nin bu konuda bölgesel Kürt yönetimini resmî muhatap olarak almasını, sınır güvenliği ve Kuzey Irak’taki PKK unsurlarının geleceğini Barzani ile görüşmesini, yani müzakere etmesini önermektedir. Bu yaklaşım birçok nedenle Türkiye'nin ulusal çıkarlarıyla çatışmaktadır değerli arkadaşlarım. Bu nedenlerin başında, siyasi çözüm çerçevesinde Barzani’yle iş birliğini geliştirmek amacıyla 2008’de Bağdat’a giden zamanın Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın Barzani’ye iletilmek üzere Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari’ye verdiği talep listesindeki taleplerin bugüne kadar yerine getirilmemesi gelmektedir.

Bu talep listesi şu hususları kapsamaktaydı: PKK’nın terör örgütü olarak ilan edilmesi. PKK’nın Irak’ın kuzeyini üs olarak kullanmasına son verilmesi ve kampların kapatılması. PKK’nın hareket ve eylem kabiliyetinin daraltılması. Lojistik desteğinin tamamen kesilmesi. PKK’nın lider kadrosunun yakalanıp, Türkiye’ye teslim edilmesi. Evet, Ankara’nın yalvar yakar olarak peşinden koşmasına rağmen Barzani Türkiye'nin bu taleplerini yerine getirmemiştir. Bu süre zarfında da PKK’yı himaye etmeye devam etmiştir.

Diğer bir neden değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin esas muhatabının Bağdat’taki hükûmetin olması gerektiğidir. Barzani’nin Irak Hükûmetinin sorumluluklarını üstlenmesi ve Irak’ı temsil eden ikinci bir otorite olarak Türkiye’ye muhatap olması, Bağdat’ın otoritesini yitirmesine yol açar. Böyle bir gelişme ne Irak’ın ne de Türkiye'nin yararınadır. Nihayet sınır güvenliği ve Irak’ın kuzeyindeki PKK unsurlarının geleceği için Türkiye'nin Barzani’yle görüşmesi fahiş bir hata olur. Bu şekilde hareket edilirse hem PKK hem de Türkiye’deki etnik bazda Kürt bölücülüğü sorununun nasıl çözümleneceği hakkında Barzani’ye söz hakkı tanınmış olur ki, bu da son derece tehlikeli gelişmelere zemin hazırlar. Bu nedenle Hükûmet Obama yönetimine siyasi çözümü kabul etmeyeceğini belirtmelidir.

4) Irak’ı işgal harekâtına başladığı 2003 yılından bu yana Amerika’nın politikası Orta Doğu stratejisi bağlamında bölgesel Kürt yönetiminin çıkarlarına Türkiye’ninkilere nazaran öncelik vermek, ancak kaybetmek istemediği Türkiye’yi de, tabiri caizse, idare etmek şeklinde olmuştur. Washington’un bu konudaki ikileminin ve Barzani’ye kol kanat germesinin nedeni, Irak parçalandığı takdirde kuzeyde kurulacak bağımsız Kürt devletine Amerika’nın üsleriyle yerleşme seçeneğini elinde tutmak istemesinden kaynaklanmaktadır. Barzani’nin bugüne kadar PKK terörüne destek verme iradesinin kırılamamasının temel nedeni de budur. Bu bakımdan, Washington, Türkiye ile karşılıklı çıkar ortaklığına ve güvene dayalı ilişkiler kurmak istiyorsa bir tercih yapmak ve Türkiye’nin çıkarlarına öncelik vermek durumundadır.

Sonuç olarak, Başkan Obama, eğer Türkiye Büyük Millet Meclisindeki konuşmasında açıkladığı gibi Türkiye ile ilişkilerini model ortaklık bazında yürütmek istiyorsa belirtmiş olduğumuz bu dört öneriyi kabul etmelidir.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye, devasa ve giderek ağırlaşan bir sorunla karşı karşıyadır. Sorunun iç boyutu olan etnik bazda Kürt bölücülüğü de Türkiye’nin ayağında bir prangadır. Bundan kurtulmadan Türkiye ekonomik ve sosyal alanlarda ciddi bir atılım yapamaz. Türkiye, kendi ulusal stratejisini en geniş siyasi tabanın desteğiyle oluşturup bu soruna çözüm bulma cesaretini gösteremediğinden durumu kendi çıkarları doğrultusunda istismar etmek isteyen dış müdahalelere davetiye çıkarmaktadır. Bize göre bu sorunun hâlli ancak PKK örgütünün koşulsuz silah bırakması ve üniter devlet yapısı içinde, etnik temele dayanmayan geniş bir demokratikleşme ve kamu yatırımlarının öncülük edeceği ekonomik sosyal kalkınma atılımlarını içeren bir ulusal entegrasyon projesinin yaşama geçirilmesiyle mümkündür.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Elekdağ.

ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (Devamla) Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Bunun için de ilk şart, Kuzey Irak’taki PKK unsurlarının tasfiye edilmesidir.

Teşekkür ediyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Elekdağ.

AK PARTİ Grubu adına Düzce Milletvekili Sayın Yaşar Yakış.

Sayın Yakış, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA YAŞAR YAKIŞ (Düzce) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’nin Lübnan’daki Birleşmiş Milletler Gücüne asker göndermesi için Meclisimizin verdiği yetkinin bir yıl daha uzatılması hakkındaki Hükûmet tezkeresi konusunda AK PARTİ Grubunun görüşlerini sizlerle paylaşmak için huzurunuzdayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’nin 2006 yılından itibaren katkıda bulunmaya başladığı Lübnan’daki Birleşmiş Milletler Gücünün otuz yıldan fazla süren bir geçmişi vardır. Söz konusu Birleşmiş Milletler Gücü, Güvenlik Konseyinin 1978 yılında aldığı bir kararla kurulmuştu ve bu güce “UNIFIL” adı verilmektedir.

Anılan karar Birleşmiş Milletler Gücünün amaçlarını o tarihte şöyle belirlemişti: Bir, İsrail’in Lübnan’dan çekilmesini sağlamak; iki, uluslararası barış ve güvenliğin tesisine ve Lübnan Hükûmetinin bölgede etkin biçimde otorite kurmasına yardım etmek.

1978 yılında kurulmuş olan bu Birleşmiş Milletler Gücü zaman içinde faaliyetlerine daraltarak devam ederken, 2006 yılında Lübnan’da, hepimizin hafızasında taze olduğunu sandığım acı gelişmeler olmuştur. İsrail 2006 yılının Temmuz ayında Lübnan’ın önemli bir bölümünü bir kez daha istila etmiştir. Güvenlik Konseyi bunun üzerine, 11 Ağustos 2006 tarihinde aldığı 1701 sayılı Karar’la Lübnan’daki Birleşmiş Milletler Gücünün Görev Yönergesi’nin ve faaliyetlerinin kapsamını genişletmiştir. Asker sayısını da 15 bine kadar çıkartmaya karar vermiştir.

2006 yılındaki 1701 sayılı Güvenlik Konseyi Kararı UNIFIL’e şu yeni görevleri vermiştir:

Bir, çatışmaların durdurulmasını gözlemlemek,

İkincisi, İsrail kuvvetleri Lübnan’dan çekilirken Lübnan Silahlı Kuvvetlerinin Güney Lübnan’da konuşlanmasına nezaret etmek ve ona destek olmak,

Üçüncüsü, bu konudaki faaliyetlerini Lübnan ve İsrail hükûmetleriyle koordine etmek,

Dördüncüsü, sivil halka insani yardım ulaştırılmasına ve yerinden edilmiş kişilerin istedikleri takdirde güvenlik içinde yerlerine dönüşlerine yardımcı olmak,

Beşincisi, tampon bölgenin oluşturulması için atılacak adımlarda Lübnan ordusuna yardımcı olmak ve altıncı yeni hedef de Lübnan Hükûmetinin talep etmesi hâlinde Lübnan’a kaçak silah sokulmasını önleyici faaliyetlere yardımcı olmaktır.

Gördüğünüz gibi, bu görevler arasında bizleri -yani oraya askerlerimizi gönderen Türk milleti adına bizleri- endişeye sevk edecek riskli bir görev yoktur.

1701 sayılı Karar’la UNIFIL’e kara kuvvetleri dışında deniz birlikleri de eklenmiştir ve bu genişleme operasyonunun bir önemi de şudur: Birleşmiş Milletler, bu operasyonla ilk kez bir deniz gücü kurmuş olmaktadır.

Bugün söz konusu Birleşmiş Milletler kuvveti 12.500 personelden oluşmaktadır. Bu kuvvet Türkiye’yle birlikte otuza yakın ülkeden gelmektedir.

Sabrınızı taşırmadan bu ülkeleri de saymak istiyorum çünkü değerli milletvekillerimizin aklına “Kuvvet gönderen ülkelerin arasında neden Müslüman ülkeler yok, neden Batı ülkeleri yok, neden büyük ülkeler yok, neden küçük ülkeler yok?” gibi sorular gelebilir. Saydığım zaman göreceğiniz üzere kuvvet gönderen ülkeler arasında her kategoriden ülkeler var.

Söz konusu ülkeler şunlardır: Almanya, Belçika, Brunei, Çin, El Salvador, Endonezya, Fransa, Gana, Güney Kıbrıs Rum kesimi, Guatemala, Hırvatistan, Hindistan, İrlanda, İspanya, İtalya, Katar, Kore, Macaristan, Makedonya, Malezya, Nepal, Norveç, Polonya, Portekiz, Sierra Leone, Slovenya, Tanzanya ve Yunanistan.

Bu listedeki bir hususu değerli dikkatlerinize getirmek istiyorum: Türkiye dışında hiçbir Orta Doğu ülkesi bu otuz ülkenin arasında yer almıyor. Neden yer almıyor? Çünkü istikrarsızlığa konu olan devletin makamları ve de uluslararası öteki aktörler bölge ülkelerinin bu tür operasyonlara katılmasından hazzetmezler. Bunun tek istisnası Türkiye’dir. Türkiye’nin bir Orta Doğu ülkesi olmasına rağmen Lübnan’a asker göndermesine ilgili taraflardan hiçbiri itiraz etmemiştir. Bu, Türkiye adına son derece övünç ve sevinç duyulacak bir durumdur.

Birleşmiş Milletler Gücündeki bu genişlemeden sonra Lübnan ile İsrail arasında herhangi bir çatışma ortaya çıkmamıştır. Bu da, böyle bir güç oluşturmak suretiyle Birleşmiş Milletlerin ne kadar doğru bir iş yaptığını ortaya koymaktadır. Öte yandan, yüce Meclisimizin de böyle başarılı bir misyona katkıda bulunmaya karar vermekle ne kadar doğru iş yapmış olduğunu ortaya koymuş olmaktadır.

Değerli milletvekilleri, Hükûmetimiz, UNIFIL’e katkıda bulunmaya karar verirken hem talep eden taraflar açısından hem de göndermeye karar verme konusunda en geniş mutabakatı sağlamak için azami gayreti göstermiştir. Türkiye’den asker talep edilmesi uluslararası camianın bir beklentisi olarak ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine Hükûmetimiz Lübnan Hükûmetinin de eğilimini öğrenmeye çalışmış, içinde Hizbullah Partisinin iki bakanının da bulunduğu Lübnan Hükûmeti, Türkiye’nin asker göndermesini istediğini açıkça belirtmiştir. Lübnan’daki güçlü Dürzi cemaatinin lideri Sayın Velid Canbulat da Türk askerini Lübnan’da görmekten memnun olacağını açıklamıştır. Şimdi, belki diyeceksiniz ki: “Ama Lübnan’daki mesela Ermeni cemaati Türkiye’nin asker göndermesini istemez.” Herhâlde, kimse, Ermenilerin bu tutumuna bakarak Türkiye’nin Lübnan’a asker göndermekten sarfınazar etmesini beklemeyecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; işte, yüce Meclisimiz, Türkiye’nin Lübnan’daki Birleşmiş Milletler kuvvetine asker göndermesine 2006 yılında bu koşullarda karar vermişti. Bu katkımız için Hükûmetimize verdiğimiz yetki 5 Eylül 2009 tarihinde sona erecektir. Güvenlik Konseyi kararının geçerlilik süresi de 31 Ağustos 2009 tarihinde sona erecektir. Birleşmiş Milletlerin, en geç bu sene 31 Ağustos tarihine kadar bu süreyi bir yıl daha uzatması beklenmektedir. Dolayısıyla hem yüce Meclisimizin Hükûmetimize verdiği yetkinin süresinin dolması hem de Güvenlik Konseyinin kendi kararını uzatması Meclisimizin tatilde olacağı döneme rastlayacaktır. Hükûmetimiz, bu nedenle tezkereyi şimdiden huzurunuza getirmiş bulunmaktadır.

Güvenlik Konseyinin henüz bir uzatma kararı almamış olması karşısında değerli milletvekillerimizin aklına şöyle bir soru gelebilir: Güvenlik Konseyi Lübnan’la ilgili kendi kararını uzatmamışken Türkiye’nin böyle bir tezkereyi kabul etmesi usulen doğru mudur? Böyle bir tereddüde kapılmış olabilecek değerli milletvekillerimizin endişelerini karşılamak üzere tezkere metnine şöyle bir ibare eklenmiştir: “Güvenlik Konseyinin UNIFIL’in görev süresini uzatma yönünde karar alması durumunda geçerli olmak üzere.” Yani bu ibarenin eklenmesiyle, eğer Güvenlik Konseyi Lübnan’la ilgili kararını uzatmazsa, Hükûmetimiz de yüce Meclisimizin verdiği bu yetkiyi kullanamayacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdiye kadar belirttiğim hususlar, tezkereyi yüce Meclisin onayına sunarken Hükûmetimizin teknik olarak yapması gereken her şeyi yapmış olup olmadığıyla alakalıydı. Şimdi de böyle bir tezkere sevk etmeye Hükûmetimizin neden gerek gördüğünü irdelemekte yarar var. Başka bir deyişle, Türkiye UNIFIL’e neden asker gönderme ihtiyacını duymuştur, bu ihtiyaç nereden kaynaklanmıştır?

Saygıdeğer milletvekilleri, Türkiye gibi bölgesel güç olan bir devlet kendisine bu kadar yakın bir coğrafyaya sırtını çeviremez. Türkiye bölgeyi çok yakından tanıyan bir ülkedir. Bölge halklarıyla çok yakın tarihî, kültürel ve akrabalık ilişkileri vardır. Böyle bir ülkede meydana gelen gelişmeleri  sanki başka bir kıtada cereyan eden olaylarmış gibi uzaktan seyretmekle yetinemeyiz.

Lübnan’ı yakından tanıyan milletvekillerimiz gayet iyi bilirler, Lübnan âdeta bir mikrokozmos yani küçük bir kâinat gibidir. Orta Doğu’da mevcut her türlü ırkın, mezhebin, kültürün, siyasi eğilimin Lübnan toplumunda mutlaka bir temsilcisi vardır. Bu nedenle, Orta Doğu’daki her türlü gelişmeler Lübnan’daki iç dengeleri etkiler. Aynı şekilde, Lübnan’daki dengelerde meydana gelecek gelişmeler de Orta Doğu’daki dengeleri etkiler. Lübnan’da yazılı olmayan bir anayasaya göre, her ırkın ve mezhebin bu iç  dengedeki yeri hassas bir şekilde belirlenmiştir. Buna göre, örneğin, Lübnan’ın Devlet Başkanının mutlaka Maruni bir Hristiyan olması gerekir, Başbakanının Sünni bir Müslüman olması gerekir, Meclis Başkanının Şii bir Müslüman olması gerekir, Başbakan Yardımcısının bir Ortodoks Hristiyan olması gerekir. Bazen bu yazılmamış anayasa hükümlerini biraz daha genişleterek Merkez Bankası Başkanının, polis teşkilatı başının hangi mezhepten olması gerektiğine kadar teşmil edenler de vardır. Âdeta müzminleşmiş istikrarsızlık ve belirsizlik ortamına rağmen,  Lübnan’daki hassas dengeler her şeye rağmen korunabilmektedir. Bunun nedeni, Lübnan’ın eğitimli, çalışkan, yaratıcı halkıdır ve dünyanın her tarafında kendi ülkesine, vatanına çok bağlı diasporasıdır.

Her şeye rağmen bu dengeler bozulur da Lübnan istikrarsızlığa düşerse bundan Orta Doğu bölgesindeki dengelerin de etkilenmesi, benden önceki konuşmacıların da değinmiş olduğu gibi, ihtimal dâhilindedir, belki de kaçınılmazdır. Türkiye'nin elinde böyle bir gelişmeyi önleyebilecek imkânı veya bu yöndeki çabalara katkıda bulunma imkânı varsa bu katkıyı yapmaktan geri kalmamalıdır. Nitekim 2006 Ekim ayında Lübnan Kabinesindeki iki Şii bakanın istifa etmesiyle bir siyasi kriz baş göstermişti. Bu kriz daha sonra ülke içinde silahlı bir çatışmaya dönüştü. Türk milleti, bunun üzerine derhâl harekete geçerek bu gelişmeler karşısında krizin tarafı olan grupların Katar’ın başkenti Doha’da bir araya gelmeleri ve bir mutabakata varmaları için aktif rol oynamıştır. Türkiye'nin bu çabalarının gerek Lübnanlı taraflarca gerekse uluslararası aktörlerce takdirle karşılandığını hatırlarsınız herhâlde.

Sayın Başbakanımız Lübnan Meclis Başkanının daveti üzerine Cumhurbaşkanının seçilmesi ve yemin törenine katılmak için 25 Mayıs 2008’de Beyrut’a gitmişti. Sayın Dışişleri Bakanımız da kendisine refakat ediyordu. Bu tören, ülkemizin Lübnan bağlamındaki özel konumunu teyit eden bir gelişme olmuştur. Daha sonra da 7 Haziran 2009’da Lübnan’da genel seçimler yapılırken Lübnan tarafı Türkiye’den gözlemci gönderilmesini özel olarak talep etmiş ve bu talep Türkiye tarafından yerine getirilmiştir. Lübnan’ın böyle bir talepte bulunmuş olması Türkiye’ye karşı olan güveninin bir göstergesidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Lübnan’da görev yapan Türk askerleri Birleşmiş Milletlerin komutasında olmakla birlikte, o komutanlığın isteyeceği her şeyi yapacak değildir. Türkiye, ulusal politikası nedeniyle kendi askerlerinin yapacağı işlere bazı kısıtlamalar getirmiştir. Bunlar, güvenlikle ilgili kısıtlamalar ve Güney Kıbrıs Rum yönetimi ile ilgili bazı kısıtlamalardır. Bir başka deyişle “Ulusal politikamıza halel getirebilecek bir sürprizle karşılaşabilir miyiz?” şeklindeki bir endişeye mahal yoktur. Hepimizin de gördüğü üzere ne deniz ne de kara birliklerimiz bugüne kadar herhangi bir saldırıya veya tecavüze veya tacize maruz kalmamıştır. Bunda birliklerimizin güvenliği amacıyla aldığımız önlemlerin büyük payı vardır.

Kara birliğimiz Birleşmiş Milletler denetlemesinde örnek birlik seçilmiştir. Birliğimiz Lübnan’daki ulusal makamlarla ve yerel makamlarla yakın iş birliği ve iletişim içindedir, bölge halkının güvenini kazanmıştır, bölgede yararlı altyapı çalışmaları gerçekleştirmektedir.

Elde edilen bu sonuçların Türkiye'nin uluslararası alandaki görünülürlüğüne nasıl önemli bir katkı yaptığını tüm milletvekillerimizin takdir edeceğinden eminim. İşte bu nedenlerle, AK PARTİ Grubu Hükûmetimizin bu tezkeresine olumlu oy verecektir.

Konuşmama son verirken yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Yakış, teşekkür ediyorum.

Şahsı adına Balıkesir Milletvekili Sayın Hüseyin Pazarcı.

Sayın Pazarcı, buyurun efendim.

HÜSEYİN PAZARCI (Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün görüştüğümüz Türk Silahlı Kuvvetlerinin UNIFIL’e katkısının bir yıl süreyle daha uzatılması konusunda Demokratik Sol Parti ve şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Türk Silahlı Kuvvetlerinin UNIFIL’e katılımı iki açıdan partimiz ve şahsım tarafından olumlu mütalaa edilmektedir. En başta, Birleşmiş Milletler çerçevesinde uluslararası barış ve güvenliğin sağlanmasında Türkiye’nin de bir rol alması, bu harekette topluma, uluslararası topluma katkı yapmasını tabii ki, ülkemiz adına hoş bir şekilde karşılıyoruz. Ama bunun ötesinde, bölgemizdeki bir önemli olayda, gelişmelerde Türkiye’nin bu bölgede hazır bulunmasının her bakımdan uygun olacağını, bu bölgedeki gelişmeleri yakından izlemesinin her bakımdan uygun olacağını da düşünüyoruz. Özellikle Doğu Akdeniz’de genel olarak gelişmelerin ışığında ve Orta Doğu’daki genel gelişmelerin ışığında Türkiye’nin bu bölgede varlığının uygun olduğunu düşünüyoruz. Ama öte yandan Doğu Akdeniz’deki, Kıbrıs’taki gelişmeler ve deniz alanlarına ilişkin gelişmelerle ilgili olarak da yine bu bölgede bulunmamızın ve bütün ortamı kontrol edebilmemizin dış politika açısından yerinde olduğunu düşünüyoruz. Ancak, bu çerçevede, tabii ki “Bunun şümulü Hükûmetimiz tarafından değerlendirilecektir.” diye bir hükümle bu yetki Hükûmete tanınırken şu konularda da çok dikkatli olmamız gerektiğini zannediyoruz:

Birincisi, Güvenlik Konseyi kararında, Lübnan’da, eğer silahların toplanması konusunda Lübnan Hükûmetinin birtakım zorluklarla karşılaşması söz konusu olursa, bu çerçevede, UNIFIL’in kendisine yardımcı olması da öngörülmüş durumda. Dolayısıyla, bu açıdan bir görevle görevlendirilme söz konusu olduğunda, bunun, özellikle o bölgede çok önemli bir gücü oluşturan Hizbullah ile karşı karşıya gelinmesi riskini taşıdığını unutmamamız gerekiyor.

Ancak bunun dışında -Sayın Elekdağ da çok yerinde olarak dikkatimize sundu- Lübnan’da, birinci izin verildiğinden beri, birinci tezkereden beri bir hayli gelişmeler var ve bu gelişmeler çerçevesinde, Orta Doğu sorununa ilişkin, konunun kaydırılması riski söz konusu olabilir. Özellikle, günümüz dünyasında, İran’ın nükleer silah gücüne sahip olma çabaları bir yandan göz önünde tutulduğunda ve İran’daki bugünkü gelişmeler ve durum söz konusu olduğunda, bunun Türk dış politikasını ve bölgenin tüm politikasını etkilemesi riski bulunmaktadır ve bu çerçevede, bizim, yine değişik gelişmeleri hesaba katabilecek şekilde Hükûmetimizin dikkatli olması ve görevi bugün Meclisimizden alacağı yetki çerçevesini aşmayacak şekilde kullanması büyük önem arz etmektedir.

Ve yine, bizim, Türkiye ile ilişkili olarak, güneydoğuda ve doğuda, ülkeye karşı PKK’nın verdiği bazı -Türkiye’ye karşı- mücadelelerde Türkiye'nin de vereceği cevabı daha iyi sağlayabilmesi bakımından, Amerika Birleşik Devletleri’yle bu yaptığımız katkılarda Türkiye'nin lehine olabilecek birtakım sonuçları daha iyi elde edebilecek şekilde hareket edilmesine dikkat etmemiz de gerekli olmaktadır.

Partimiz ve şahsım adına sizlere bu görüşlerimi kısaca sunmada yarar gördüm. Hepinizi saygıyla selamlıyorum ve biz lehinde oy kullanacağız. (DSP, AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Pazarcı, teşekkür ediyorum.

Hükûmet adına Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu.

Sayın Bakanım, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi içtenlikle selamlıyor, yüce Meclisimize saygılarımı arz ediyorum.

Bildiğiniz gibi, 2006 yılının Temmuz ayında başlayan Lübnan-İsrail savaşı sonrasında, savaş daha sürerken, 11 Ağustos 2006 tarihinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi toplanarak 1701 sayılı bir Karar almış ve Lübnan’da görev yapmakta olan Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü UNIFIL’in görev süresinin kapsamını genişletmiştir. Bu kapsam genişletilmesi sonrasında, yüce Meclisimiz, Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca 5 Eylül 2006 tarihinde bu güce katkıda bulunma kararı almıştır. Bu katkı, yine yüce Meclisimizin 2007 ve 2008 yıllarında aldığı uzatma süreleriyle tekrar uzatılmıştır. Bu çerçevede, Türkiye Büyük Millet Meclisinin verdiği son yetkinin süresi 5 Eylül 2009 tarihinde dolmaktadır.

Lübnan’daki durum çerçevesinde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin -UNIFIL’e duyduğu ihtiyaç dolayısıyla- 31 Ağustos 2009 tarihinde, bir yıllık dönem için bu UNIFIL’in görev süresinin yenilenmesi yönünde karar alması beklenmektedir. Bu çerçevede, yüce Meclisimizin çalışma programını da göz önünde tutarak, ülkemizin katkısının süresinin UNIFIL’inkine paralel olarak uzatılabilmesi için Anayasa’mızın 92’nci maddesi uyarınca yüce Meclisimizden şimdiden izin istemiş bulunmaktayız. Bu konuda takdim edilmiş bulunan tezkereye ilişkin olarak sunumda bulunmak için huzurunuzdayım.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; bu vesile ile konuyu sadece Lübnan’ın ve Lübnan’da görev yapmakta olan Silahlı Kuvvetlerimizin UNIFIL’e yaptığı katkının ele alınması çerçevesinde değil, Türk dış politikasının temel stratejik açılımları ve bu açılımlar çerçevesinde Orta Doğu’ya bakışımız bağlamında ele almak istiyorum.

Aslında, Lübnan, Türk dış politikasının son dönemde takip etmekte olduğu temel açılım politikalarının en önemli örnek olaylarından birini teşkil etmektedir. Türk dış politikasının temel hedefi, şu anda Türkiye’nin küresel ve bölgesel alanda, etkin aktörlerin arasında, ciddi katkı sağlayan en önemli ülkeler arasında bulunmasını temin etmektir. Dolayısıyla, bu karar, bugün yüce Meclisimizin uzatma kararı sadece Lübnan’la ilgili bir karar olmanın ötesinde anlamlar taşımaktadır. Bu kararı Türkiye'nin küresel ve bölgesel barış sağlama misyonu ve bu misyonun dayandığı bütüncül bir strateji çerçevesinde ele alma zarureti vardır.

Bu stratejimizin temel esasları nelerdir? Türkiye, Cumhuriyetimizin en temel dış politika ilkelerinden birisi olarak “Yurtta sulh, cihanda sulh”u sağlamak ve bu çerçevede küresel ve bölgesel barışa katkıda bulunmak amacıyla şu ana kadar temel olarak üç ana stratejik çerçeve etrafında harekete geçmiştir. Birincisi, krizlerin çıkmasından önce ön alıcı tedbirlerle krizlerin çıkışını engellemek ve krizleri önceden hissederek bu krizlerin ortaya çıkmasına engel olucu diplomasiyi takip etmek. Bunun en çarpıcı örneğini Irak’ta Sünnilerin siyasi sürece katılmalarında gördük 2005 yılının sonbaharında.

İkinci olarak, “Eğer krizi çıkmadan önce önlemek mümkün değilse kriz çıktığı zaman aktif olarak neler yapabiliriz?” sorusunu Türkiye her zaman gündeminde tutmuştur ve bölgede çıkan her krize en önce tepki veren, en önce o krizlerin etkilerini ortadan kaldırmak için çaba gösteren bir politika benimsemiştir. Lübnan krizinde gösterdiğimiz politikanın temeli budur. Yine Gazze savaşı esnasında da Türkiye krizin sürdüğü dönem içinde aktif diplomasi takip ederek ateşkesin sağlanmasına katkıda bulunmuştur.

Üçüncü ana yöntemimiz ise bu çerçevede, krizlerle bağlantısız olarak kurucu, düzen kurucu ve bölgede genel çerçeve içinde düzeni sağlayıcı misyonlar üstlenmektir. Bunun en çarpıcı örnekleri ise Irak’ta Komşu Ülkeler Platformu’nun kurulması, Suriye-İsrail barış görüşmelerine aracılık etmemiz, Afganistan-Pakistan-Türkiye zirveleri ile daha ortada bu anlamda, ülkeler arasında krizin görünür sonuçları yokken dahi mümkün olduğu kadar olumlu bir çaba ile krizleri engelleyecek düzen kurucu bir rol üstlenme çabasını Türkiye her zaman göstermiştir.

Peki, küresel ve bölgesel barışı sağlamak yönündeki bu temel stratejik hedefin araçları nelerdir? Birinci ve en kapsamlı araç diplomatik, ekonomik, kültürel unsurları kullanarak ülkenin “yumuşak gücü” de tabir ettiğimiz etkinliğini genişletme çabasıdır. Türkiye son dönemde bu çerçevede bölgedeki etkinliğini, diplomatik, ekonomik ve kültürel etkinliğini artırmıştır. Sadece bu bölgede değil Kafkaslar’da, Balkanlar’da, dünyanın her köşesinde diplomasinin etkin bir şekilde kullanılmasına önem vermiştir.

İkinci önemli yöntemimiz, askerî kapasitemizin kullanılarak barış kurucu, barış koruyucu misyonlarda yer almamızdır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylarıyla Türk Silahlı Kuvvetlerimiz dünyanın birçok köşesinde Birleşmiş Milletler misyonu çerçevesinde görevler üstlenmiş, Lübnan’da olduğu gibi, komşu ve dost ülkelerin barış ve istikrarına katkıda bulunmaya çalışmıştır. Yine buna paralel olarak uluslararası örgütlerde etkin rol almıştır ülkemiz. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeliğimiz, 2006 yılında Büyük Millet Meclisimizin aldığı karardan sonraki en önemli gelişmelerden biridir ki bugün Türkiye'nin UNIFIL’de üstlendiği görevi sadece Lübnan bağlamında değil, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi olarak da üstlendiğimiz görevin bir parçası olarak telakki etmek icap eder.

Bu çerçevede yine, Arap Birliğiyle kurduğumuz ilişkiler, Körfez İşbirliği Konseyiyle geliştirdiğimiz stratejik iş birliği, İslam Konferansı Örgütündeki etkin tutumumuz, Afrika Birliğindeki gözlemci statümüz, hep uluslararası örgütlerin küresel ve bölgesel barış bağlamında kullanılmasının en çarpıcı örneklerini teşkil etmektedir.

Bu temel stratejik çerçeve içinde Türkiye, Orta Doğu bölgesine herhangi bir ülke nazarıyla bakmamaktadır. Aksine, Orta Doğu’daki her gelişme, ülkemizin doğrudan çıkarını ilgilendiren, ülkemizin tarihî ve kültürel sorumluluk çerçevesinde ele alması gereken bir konu olarak değerlendirilmektedir.

Orta Doğu bölgesine yaklaşırken dört ana temel ilkeyi dış politikamızın esası olarak görmekteyiz.

Birincisi, herkes için güvenlik ilkesi. Orta Doğu bölgesinin, etnik ve mezhebî kökeni ne olursa olsun, dinî tercihleri ne olursa olsun, bütün toplumlar ve bütün ülkeler için bir güvenlik alanı hâline dönüşmesini hedefliyoruz. Bu çerçevede çok yoğun çaba gösteriyoruz ve göstermeye devam edeceğiz.

İkinci önemli ilkemiz Orta Doğu’ya yaklaşırken, üst düzey siyasi diyalogların sürdürülmesi ve bütün taraflarla her düzeyde kriz çözücü yöntemleri uygulamak üzere yoğun ilişki içine girilmesi. Bu çerçevede, Türkiye şu anda bölgemizdeki bütün ülkelerle en yakın teması olan, düzen kurucu bir ülke konumundadır ve hangi ülkeyi alırsanız alın, bu ülkeler içindeki hangi toplulukları alırsanız alın, Türkiye bütün bu topluluklarla ve ülkelerle yakın iş birliği içindedir.

Lübnan bağlamında bakıldığında, Lübnan’da ihtilaf eden bütün gruplar Türkiye'nin dostluğu konusunda müttefiktirler. Türkiye'nin oradaki mevcudiyetinden rahatsızlık duyan herhangi bir topluluk, siyasi, mezhebî, dinî veya etnik bir grup yoktur. Bu, Lübnan’da böyle olduğu gibi, Irak’ta da böyledir, bölgemizdeki diğer ihtilaf bölgelerinde de, Filistin’de de bu şekildedir. Türkiye bütün bu problemlerin çözüm yollarının siyasi diyalog olduğu inancıyla bölgemizdeki bütün aktörlerle ilişkilerini derinleştirmeye devam edecektir.

Yine bu çerçevede, üçüncü olarak, ekonomik karşılıklı bağımlılığı ve bölgedeki değişik ihtilaf konularının birbirleriyle olan ilişkilerini gözeten bir politika takip ediyoruz. Bu çerçevede, bölgemizin bir refah alanı hâline dönüşmesi, dış politikamızın temel hedefleri arasındadır. Nihayet birçok etnik, mezhebî, dinî farklılıkların bir arada yaşadığı Orta Doğu bölgesinde bu farklılıkların uyum içinde, birlikte, bir barış düzeni hâline dönüşmesi konusunda da Türkiye ciddi bir çaba içindedir.

Bu çerçeve içinde baktığımızda, Lübnan’a yaklaşımımız aslında bir laboratuvar niteliği taşımaktadır. Türkiye'nin küresel ve bölgesel barışı sağlama misyonu ve bu misyonu yerine getirmek için kullandığı araçlar, aslında doğrudan Lübnan krizine yaklaşımında da tesirli olmuştur. Türkiye'nin Lübnan politikası anlaşıldığında, aslında Orta Doğu’da yapmak istedikleri, dünyada küresel barışı sağlarken yapmak istedikleri de daha doğru anlaşılabilir.

Türkiye, bu çerçevede, Lübnan’da ilk savaş patlak verdiği zaman, 2006’dan itibaren, bu savaşı takip edip sadece savaşı kritik eden veya tarafların takındığı tutumları kınayan ya da teenni tavsiyesinde bulunan bir politika benimsememiştir. Aksine, kriz esnasında yoğun bir diplomatik çaba göstermiş, 1701 sayılı Karar çıktıktan sonra da bu karar çerçevesinde kapsamlı bir eylem planını harekete geçirmiştir.

Aslında 1701 sayılı Karar’ın hemen sonrasında Türkiye Büyük Millet Meclisine Hükûmetimizin sunduğu tezkereyle birlikte kapsamlı bir askerî katkı çerçevesi ortaya çıkmıştır. Bu askerî katkımız: Birleşmiş Milletler Gücünün deniz gücüne 2 hücumbot sağlanması, Sur şehri yakınlarında, Şatiye’de 261 kişilik bir istihkâm birliğinin kurulması -ki bendeniz defaatle bu istihkâm birliğimizi ziyaret ettim ve orada sadece askerî bir birlik olarak değil, sivil faaliyet de gösteren bir birim olarak ne kadar etkin bir vazife yürüttüğünü bizzat müşahede etme imkânı buldum- UNIFIL karargâhında 3, Birleşmiş Milletler karargâhında 1, karargâh gemisinde 1 personel bulundurmak, Mersin Limanı’nı UNIFIL operasyonlarında katkıda bulunacak ülkelerin istifadesine açmak şeklinde bir askerî katkı çerçevesi oluşmuştur.

Buna paralel olarak yine dış politikamızın bütün bu unsurlarını -yani askerî unsurlarla sivil unsurlar- birlikte kullanarak gittiğimiz yerde, sadece oranın istikrarını değil, refahını da gözeten kapsamlı bir strateji geliştirme ilkesine bağlı olarak kapsamlı bir sivil eylem planı ortaya konmuş, bu dönem içinde 41 okul inşa edilmiştir Türkiye tarafından, 5 çocuk parkı inşa edilmiş, 16 okulun inşası sürmekte -ve eylül ayına kadar bu inşaatlar tamamlanacaktır- 2 sağlık ocağı inşaatı sürmekte ve nihayet, geçtiğimiz ay içinde Sayda şehrinde travma ve rehabilitasyon hastanesinin temel atma töreni yapılmış, 20 milyon dolara mal olacak bu hastaneyle savaştan etkilenen kişilerin doğrudan bakımı konusunda Türkiye  özel bir sorumluluk üstlenmiştir. Lübnan’a bu çerçevede yaptığımız yardımların toplamı 50 milyon doları bulmaktadır.

Sadece askerî ve sivil bağlamda değil, diplomatik bağlamda da Lübnan’la ilişkimizi hiçbir zaman kesmedik. Son üç yıl içinde, 1701 sayılı Karar’dan sonra Lübnan’a çok yoğun bir şekilde ilgi gösterdik. Üst düzey ziyaretlerimiz devam etti ve Lübnan’daki gelişmeleri neredeyse gün gün değil, saat saat takip eden bir diplomatik aktivite gösterdik. Lübnan savaşı sonrasında ülke içinde çıkan krize paralel olarak Şii bakanların hükûmetten istifa etmesi sonrasında yaşanan parçalanma ve siyasi gerilim ve cumhurbaşkanlığı krizi esnasında Türkiye her aşamasında devrede bulunmuş, Sayın Başbakanımızın çok yoğun telefon diplomasisiyle taraflar arasındaki görüş ayrılıkları giderilmeye çalışılmıştır. Bu çerçevede 2006 Aralığından 2008 Mayısına kadar son derece aktif bir diplomasi takip edilmiş, 2008 Mayıs ayında, 5 ve 8 Mayıs tarihleri arasında ortaya çıkan çatışmalarda da Türkiye çatışmaların engellenebilmesi için bizzat alanda yoğun bir gayret içinde olmuştur. Bu çerçevede, çatışmaların yoğunlaşması sonrasında Katar ile birlikte Doha Anlaşması’na giden süreçte katkıda bulunduk ve 20 Mayıs 2008’de Doha Anlaşması’nın sağlanmasında Türkiye doğrudan müdahil olmuştur.

Bu sebepledir ki 28 Mayıs 2008’de yeni Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman’ın yemin töreninde -ki Mişel Süleyman’ın seçimi için yapılan diplomatik temaslarda ve ara bulucuk görüşmelerinde de Türkiye aktif olarak rol almıştır, bu sebeple- Sayın Başbakanımız Lübnan Meclisinde yapılan törene davet edilmiş ve orada en üst düzeyde temsili ile bu sürece yaptığı katkı dolayısıyla Lübnan Meclisince takdir edilmiştir.

Şu anda bulunduğumuz noktaya geldiğimizde, Lübnan’da Doha Anlaşması’yla sağlanan ulusal diyalog uzlaşma çerçevesi 7 Haziran 2009’da yapılan seçimlerle yeni bir aşamaya gelmiş bulunmaktadır. 7 Haziran 2009 seçimleri Lübnan’da demokratik bir hoşgörü ve anlayış içinde yapılmış, bu seçimlerin gerçeklemesi için ülkemiz de orada gözlemci bulundurmuş, daha sonra da taraflarla seçim sonrasında oluşacak hükûmetin mümkün olduğu kadar bütün tarafları kuşatan kapsayıcı bir nitelikte olması için  temaslarını sürdürmüştür ve bu temaslarımız devam etmektedir.

Bu arada Lübnan ile Suriye arasında geçen sene yürütülen görüşmelerde Lübnan-Suriye ilişkilerinin düzeltilmesi konusunda Türkiye doğrudan devreye girmiş ve her iki taraf nezdindeki çabaları sonucunda Lübnan ile Suriye’nin karşılıklı olarak diplomatik ilişkilerini yeniden kurmasını temin eden bir sürece aktif olarak katılmıştır.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Orta Doğu bölgesi, tek bir olayın, tek bir ülkenin bu bütün bölgenin dengelerinden ayrıştırılarak incelenmesi sonucunda geliştirilecek politikalarla yürütülecek bir bölge değildir. Son derece dinamik, bütün uluslararası ilişkilerin aktif olarak aktörlerinin içinde bulunduğu ve her bir gelişmenin diğerini etkilediği dinamik bir çerçeve içinde olaylar seyretmektedir. Lübnan’daki bir olay Irak’ı, Irak’taki bir olay İran’ı, İran’daki bir gelişme Orta Doğu barış sürecini doğrudan etkileyebilmektedir. Bunun için Türkiye olarak Hükûmetimiz, son derece kapsamlı ve bütün bölgeyi kuşatan bir politika takip etmektedir ve etmeye devam edecektir. Sizin onaylarınızla Türk Silahlı Kuvvetlerinin UNIFIL’e yapmış olduğu katkının devam etmesi, bu bağlamda sadece tek bir olayın ve tek bir olaya bağlı olarak bir iznin verilmesi değil, çok kapsamlı bir bölgesel stratejinin uygulanmasına katkıda bulunmak anlamına gelecektir. Bundan sonra da Türkiye, bölgedeki her süreci yakından takip etmeye devam edecek ve gelişmeleri bir bütün olarak değerlendirmek suretiyle küresel ve bölgesel barışa katkıda bulunmayı sürdürecektir. Lübnan’daki barış, aslında Türkiye’nin tarihî sorumluluklarının, tarihî etki alanının doğal sonucu olan bir sorumluluk alanıdır. Lübnan bu anlamda bize uzak olan, bizim sınırlarımızın uzağında bulunan bir ülke değil, aksine Lübnan’daki her gelişme bizi doğrudan etkileyebilecek özellikler taşımakta ve Lübnan’da üstlendiğimiz misyonun yerine getirilmesi durumunda da bölgedeki etkinliğimizin azami düzeye çıkarılmasını sağlamak mümkün olacaktır.

Son olarak, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi olan Türkiye, bölgede birinci derecede sorumluluk hissetmekte ve bölgeye dönük çabalarına, bundan sonra da barış doğrultusundaki çabalarına devam edecektir.

Değerli milletvekilleri, yukarıda belirttiğim hususlar muvacehesinde UNIFIL’e sağladığımız katkının süresinin bir yıl uzatılmasının bölgemizde barış ve istikrarın korunması ve ülkemizin bölgedeki etkinliğinin ve konumunun pekiştirilmesi bakımından büyük önem taşıdığını değerlendiriyoruz. Bu çerçevede keyfiyeti yüce Meclisin onayına sunuyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakanım.

Şahsı adına Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın.

Sayın Aydın, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli üyeler; görüşülmekte olan tezkereyle ilgili söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Türkiye, Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü olan UNIFIL’e silahlı kuvvetler unsurlarıyla ciddi manada katkı sağlamaktadır. Türkiye, kara harekâtına ve deniz görev gücüne yaptığı bu katkılarla barışı koruma amacının etkin biçimde icrasına önemli bir görev üstlenmiş durumdadır.

Değerli milletvekilleri, artık küresel bir aktör olan Türkiye, dünyada gündem belirleyen bir ülke konumuna gelmiştir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeliğimize paralel olarak Birleşmiş Milletler sistemi içinde yine bölgesel ve küresel ölçekte daha aktif bir rol alarak sahip olduğu saygın konumun pekişmesini sağlamış ve dünyadaki gücümüzün artmasına da vesile olmuştur.

Yine, değerli arkadaşlar, görüşülmekte olan söz konusu tezkereyle ilgili olarak şu anda hâlihazırdaki, Lübnan’daki mevcut siyasi ve güvenlik ortamı da ülkedeki askerî katkımızın sürdürülmesi bakımından uygun bir durumdadır. Bu nedenlerle, söz konusu tezkerenin kabulüyle 5 Eylül 2009 tarihinden itibaren bir yıl süreyle uzatılması gerekmektedir.

Görüşülmekte olan tezkereyle ilgili değerli konuşmacılar çok değerli görüşler ifade ettiler diye düşünüyorum. Tüm bu duygu ve düşüncelerle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Aydın, teşekkür ediyorum.

Sayın Sakık, bir söz talebiniz mi var?

SIRRI SAKIK (Muş) – Evet.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

SIRRI SAKIK (Muş) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Ben Sayın Bakanımı kutluyorum, yeni görevinde başarılar diliyorum.

Geçen gün Yunanistan cezaevlerinden bir telefon aldım. Uzun süredir Yunanistan’a gidip ve orada tutuklanıp gözaltına alınan, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan bir sürü insanın büyük cezalarla karşı karşıya olduklarını, hatta bir buçuk yıl, iki yıldır mahkemelere gidip geldiğini ve bazı vatandaşların on beş-yirmi yıl arasında ceza aldıklarını bize söylediler. Sayın Bakanımız bununla ilgilenirse çok sevinirim.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Sakık.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, Başbakanlık tezkeresi üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, tezkereyi tekrar okutup oylarınıza sunacağım:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 11 Ağustos 2006 tarihinde kabul ettiği 1701 (2006) sayılı Karar ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 5/9/2006 tarihli ve 880 sayılı Kararı ile bir yıl için verdiği izin çerçevesinde, Türkiye, Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü (UNIFIL)'ne Silahlı Kuvvetleri unsurlarıyla katkı sağlamıştır. Söz konusu iznin süresi son olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 8/7/2008 tarihli ve 925 sayılı Kararıyla 5 Eylül 2008 tarihinden itibaren bir yıl uzatılmıştır.

Türkiye UNIFIL kara harekâtına ve Deniz Görev Gücü'ne yaptığı katkılarla barışı koruma harekâtının etkin biçimde icrasında önemli bir işlev üstlenmiş, böylece gerek Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeliğimize paralel olarak Birleşmiş Milletler sistemi içinde, gerek bölgesel ve küresel ölçekte görünürlüğünün artmasını ve sahip olduğu saygın konumun pekişmesini sağlamıştır. Türkiye'nin UNIFIL'e katılımı, bölgede barış ve istikrarın korunmasına yönelik politikasının sürdürülmesine önemli katkıda bulunmuştur.

UNIFlL'in görev süresi 31 Ağustos 2009 tarihinde sona erecek olup, görev süresinin 31 Ağustos 2009 tarihinden sonraki dönem için yenilenmesi yönünde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından bir kararın kabul edilmesi beklenmektedir.

Lübnan'daki siyasi ve güvenlik ortamının ülkedeki askeri unsurlarımızın görevlerini sürdürmeleri bakımından uygun olduğu düşünülmektedir.

Bu hususlar ışığında ve Lübnan makamlarının doğrudan talepleri ve bölgedeki güvenlik koşulları da dikkate alınarak, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin UNIFIL'in görev süresinin uzatılması yönünde karar alması durumunda; hudut, şümul ve miktarı Hükûmetçe belirlenecek Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, 1701 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ve 880 sayılı TBMM Kararı ile tespit edilen ilkeler kapsamında 5 Eylül 2009 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL Harekâtına iştirak etmesi ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Hükümet tarafından yapılması için Anayasa’nın 92 nci maddesi uyarınca izin verilmesini arz ederim.

                                                                                        Recep Tayyip Erdoğan

                                                                                                  Başbakan

BAŞKAN – Tezkereyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Tezkere kabul edilmiştir.

Danışma Kurulunun bir önerisi vardır, okutup oylarınıza sunacağım:

VI.- ÖNERİLER

A) Danışma Kurulu Önerileri

1.- Gündemdeki sıralama ile Genel Kurulun çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine; 410 ve 412 sıra sayılı kanun tasarılarının İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak ve bölümler halinde görüşülmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi

Danışma Kurulu Önerisi

                                                                                                          Tarihi:23.06.2009

Danışma Kurulunun 23 Haziran 2009 Salı günü (bugün) yaptığı toplantıda, aşağıdaki önerilerin Genel Kurulun onayına sunulması uygun görülmüştür.

                                                      Eyyüp Cenap Gülpınar

                                                Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                            Başkanı Vekili

                   Bekir Bozdağ                                                              Hakkı Suha Okay

         Adalet ve Kalkınma Partisi                                               Cumhuriyet Halk Partisi

              Grubu Başkanvekili                                                       Grubu Başkanvekili

                  Mehmet Şandır                                                           Selahattin Demirtaş

          Milliyetçi Hareket Partisi                                             Demokratik Toplum Partisi

              Grubu Başkanvekili                                                       Grubu Başkanvekili

Öneriler:

Gündemin kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işler kısmında bulunan 409, 384, 394 ve 397 sıra sayılı kanun tasarılarının bu kısmın 2, 3, 4 ve 5 inci sıralarına, Gelen Kağıtlar listesinde yayınlanan ve bastırılarak dağıtılan 411, 412 ve 410 Sıra Sayılı kanun tasarılarının ise 48 saat geçmeden bu kısmın 6, 7 ve 8 inci sırasına alınması ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesi

Genel Kurulun, 23 Haziran 2009 Salı günkü (bugün) birleşiminde 394 Sıra Sayılı Kanun Tasarısının görüşmelerinin tamamlanmasına kadar; 24 Haziran 2009 Çarşamba günkü birleşiminde 412 Sıra Sayılı Kanun Tasarısının görüşmelerinin tamamlanmasına kadar; 25 Haziran 2009 Perşembe günkü birleşiminde ise 410 Sıra Sayılı Kanun Tasarısının görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışmalarını sürdürmesi;

410 ve 412 sıra sayılı Kanun Tasarılarının İç Tüzüğün 91. maddesine göre Temel Kanun olarak görüşülmesi ve bölümlerinin ekteki cetveldeki şekliyle olması;

Önerilmiştir.

412 Sıra Sayılı Avrupa Birliği Genel Sekreterliği Teşkilat ve Görevleri

Hakkında Kanun Tasarısı (1/716)

Bölümler                                              Bölüm Maddeleri               Bölümdeki Madde Sayısı

1.Bölüm                                                         1-11                                           11

2.Bölüm                                                        12-20

                                                (Geçici 1, 2 ve 3. maddeler dâhil)                    12

                                                         Toplam Madde Sayısı                             23

410 Sıra Sayılı Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve

KHK.lere Eklenmesi ile Bazı Kanun ve KHK. lerde Değişiklik Yapılması

Hakkında Kanun Tasarısı (1/691)

BÖLÜMLER                                 BÖLÜM MADDELERİ                 BÖLÜMDEKİ

MADDE SAYISI

1. BÖLÜM                                                   1 - 25                                          25

2. BÖLÜM                                                  26 - 47

                                       (Çerçeve 26. madde; Geçici Madde 8, 9 ve 10

                                         Çerçeve 33. madde; Geçici Madde 20 ve 21            26

                                           Çerçeve 47. madde; Geçici Madde 3 ve 4

                                                       olarak dikkate alınmıştır)                            

3. BÖLÜM                                                  48 - 50

                                            (Çerçeve 48. madde; 19 madde olarak)                22

                                                         (Geçici Madde 1 dahil)                               

                                                         Toplam Madde Sayısı                             73

BAŞKAN – Danışma Kurulu önerisi aleyhinde Tayfun İçli, Eskişehir Milletvekili.

Sayın İçli, buyurun efendim.

H. TAYFUN İÇLİ (Eskişehir) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, yine bir Salı günü ve 3 Haziran 2009 tarihinde kabul edilen AKP grup önerisinin bu haftada değiştirildiğini görüyoruz, bu kez Danışma Kurulu önerisiyle.

Değerli arkadaşlarım, sizin de dikkatinizi çekmiştir, kâtip üye arkadaşımız, Danışma Kurulu önerisini okurken özellikle 412 sıra sayılı Avrupa Birliği Genel Sekreterliğiyle ilgili kanun tasarısının bir temel kanun olarak görüşüleceğini, birinci bölümünün 1 ila 11 şeklinde olduğunu, ikinci bölümünün 12 ila 20’nci maddeler olduğunu ifade etti.

Şimdi, Sayın Başkan, siz de görüyorsunuz, burada ciddi bir maddi hata yapılmış. Bir kere ikinci bölümde okunacak olan 12’nci ve 20’nci maddelerin toplamı 8’dir, yani toplam 23 maddeden oluşmamaktadır, toplam 19 maddeden oluşmaktadır ama basılıp dağıtılan kanun tasarısında ise 20 madde olarak gözükmektedir.

Şimdi, lütfen bu konulara gereken hassasiyeti gösterelim. Çünkü tutanaklara o şekilde geçti, o şekilde okundu. Yani en basit bir toplama, çıkarma konusunu bile aceleye getirerek, Türkiye Büyük Millet Meclisinin geleneklerine, saygınlığına aykırı birtakım davranışlar içine girilmesini kabul etmek mümkün değil. Bunları lütfen dikkate alınız.

Şimdi, yine bu Danışma Kurulu önerisinde, Anayasa’nın 98’inci maddesi gereğince her hafta yapılması gereken Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetleme ve bilgi edinme hakkının ihlal edildiğini görüyoruz. Birazdan hangi konunun gündeme alınmasının gerekli olduğu konusundaki görüşlerimi açıklarken bu konuya tekrar değineceğim ama özellikle değerli arkadaşlarım, önümüze getirilen bu kanun tasarıları hakkında teknik anlamdaki itirazlarımı belirtmek isterim.

Şimdi, bu Danışma Kurulu önerisiyle 410 sıra sayılı Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı’nın temel kanun olarak görüşülmesi istenmektedir ve sizlerin oylarınıza sunulmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, defalarca ifade ettim, İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanunların ne şekilde olacağı çok açık hüküm altına alınmıştır. Bir hukuk dalını sistematik olarak bütünüyle veya kapsamlı olarak değiştirecek biçimde bir kanun geldiği zaman -yani bir Borçlar Kanunu, bir Ticaret Kanunu- kapsamlı, çok çok maddeleri olan ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışmasını kilitleyecek derecede olan kanun tasarılarının ve İç Tüzük’te belirtilen kanun tasarılarının temel kanun olarak görüşüleceği belirtilmektedir.

Şimdi, bu kanuna bakıyorsunuz, 50 madde. 50 maddelik kanunun sadece 10 maddesi 2009 Bütçe Kanunu’yla ilgili. Diğerleri ne, biliyor musunuz arkadaşlar? Bilmiyorsunuz, çünkü sizlere dağıtılmadı, çünkü, elinizdeki gündemde en son 409 sıra sayılı Kanun Tasarısı yazılı, 410, 411, 412 yok. Şimdi, siz bunları okumadınız, siz bunu incelemediniz. Hangi kanunları değiştiriyor, biliyor musunuz arkadaşlar? Bütçe kanunu filan değil. İçine aldığı çerçeve maddelerle, bakın, Dâhiliye Memurları Kanunu’ndaki değişiklik yani kaymakamların sınavıyla ilgili Danıştay kararını baypas eden bir kanunu bu kanunun içine koymuşlar çerçeve maddeyle, bu görüşülüyor. Başka? Başka, söyleyeyim: İller Bankası Kanunu’yla ilgili bir kanun tasarısı. Başka? Belediye Gelirleri Kanunu. Başka? Posta Kanunu. Başka? 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu.

Arkadaşlar, Türkiye Büyük Millet Meclisinin şimdiye kadar uyguladığı teamüllerin dışına çıkarak böyle 50 maddenin 40 maddesi başka kanunları değiştiren çerçeve maddeleri nasıl temel kanun olarak burada görüşürüz? Yazık, gerçekten yazık! Peki, bunu geçtim. Bu başka bir kanun. Elimizde başka bir kanun tasarısı var, 412 sıra sayılı. Yine bu gündemde yazılı değil, bundan da bilginiz yok. Daha matbaadan yeni getirttim kavas arkadaştan rica etmek suretiyle. Bu kanun, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği Teşkilatı Hakkında Kanun. Biraz evvel maddi hata yapıldı, düzelttirdim ya. Arkadaşlar, elimizde bu toplam 20 madde. Yürürlük ve yürütme maddesini çıkarın, 18 madde. İki bölüme bölmüşler. Birinci bölümde 1 ila 11’inci maddeler bölüm hâlinde görüşülecek, madde madde görüşülmeyecek, ikinci bölümde de 8 madde. Bu 8 maddenin de 2 maddesi yürürlük ve yürütme maddesi, yani 6 madde.

Değerli arkadaşlar, bizden, milletvekillerinden ne kaçırılıyor? Niye maddeleri teker teker görüşmüyoruz diğer kanunlardaki gibi? Avrupa Birliği Genel Sekreterliği Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı’nı İç Tüzük’ün 91’inci maddesinde yazılan kanun tasarısının yerine nasıl yorumluyorsunuz? O zaman güvercinleri koruma kanun tasarısı da temel kanun. Yani herhangi bir kanun tasarısını buradan alelacele geçirmek için ve çerçeve kanunlar içine başka kanunları değiştiren maddeleri de katmak suretiyle temel kanun olarak görüşün, geçin.

E peki, burada, komisyonlarda uzman arkadaşlarımız var. Halk sizi uzmanlık alanınızda halk yararına maddeler geçirsin diye, kanun yapsın diye buraya gönderdi, beni de onun için gönderdi ama arkadaşlar “Kabul edenler… Etmeyenler…” elli madde, otuz madde birlikte bir madde olarak görüşülüyor. Yazıktır, yani bu alışkanlıklardan süratle vazgeçelim. Halk nezdinde küçük düşüyoruz, kendimize olan saygımızı yitiriyoruz. Yapmayın lütfen.

Değerli arkadaşlarım, konunun ikinci bölümüne gelelim.

Şimdi, Anayasa’nın 98’inci maddesi gereğince ve İç Tüzük’ün 96’ncı maddesi gereğince bu Türkiye Büyük Millet Meclisinin asli görevleri arasında olan, kanun yapmanın dışında olan denetleme ve bilgi edinme görevi vardır. Bir aydır Türkiye Büyük Millet Meclisi denetleme ve bilgi edinme görevini yerine getirmemektedir. Bu tür grup önerileri, Danışma Kurulu önerileriyle görevimiz yerine gelmemektedir.

Şimdi, bakın, herkes karnından konuşuyor. Ortada bir belge var, değil mi? Sahte mi, değil mi? Ama bu belge üzerinde konferanslarda, Abant’ta, konferanslarda devletin valileri karnından konuşuyor, devletin Başbakan Yardımcısı karnından konuşuyor. Neymiş? Darbeler… 80’e gidiyoruz, cumhuriyet kurulmadan önceki İttihat ve Terakki’ye kadar gidiyoruz.

Kardeşim, karnınızdan konuşmayın. Anayasa’mız da 98’inci maddede bize yetki vermiş. Ne yetkisi vermiş? Ne yetkisi vermiş? Sözlü soru sorabilirsiniz. Başka? Başka ne?

AHMET YENİ (Samsun) –  Biraz saygılı konuşun, saygılı.

H. TAYFUN İÇLİ (Devamla) – Saygılı konuşuyorum saygılı. Karnınızdan konuşmayacaksınız.

AHMET YENİ (Samsun) – Ne demek karnından konuşmak!

H. TAYFUN İÇLİ (Devamla) - Grup toplantılarında konuşuyorsunuz, televizyonlara çıkıp konuşuyorsunuz, il kongrelerinde konuşuyorsunuz ama bunun arkasındaki ne olması gerektiği konusunu Türkiye Büyük Millet Meclisinde konuşmuyorsunuz. Türkiye Büyük Millet Meclisinde konuşmak gerekir. “Genel görüşme” diyor, İç Tüzük’ümüzde ve Anayasa’mızda hükümler var. Türkiye Büyük Millet Meclisinde halkın seçtiği temsilciler bu tür tuzakları, bu tür kepazelikleri konuşmayacak da kim konuşacak? İşte, saygılı, onun için saygılı konuşuyorum.

Şimdi Sayın Bakan buradaydı. Her şey İstanbul’da özel yetkili savcıya ve mahkemeye havale edilmeye çalışılıyor. Türkiye'nin bütün karanlık noktaları… Kardeşim, Türkiye'de seksen bir vilayet var, Ankara başkent. Askerî yargıya güvenmeyeceğiz, İstanbul’a güveneceğiz. İstanbul’daki 12’nci Ağır Ceza Mahkemesi Yargıcı “kurumsal baskı”dan söz ediyor. E demek ki oradaki bütün yargıçlara ve savcılara kurumsal baskı yapılıyor. Kim yapıyor bunu?

Bir belge sızdırılıyor soruşturmacılarda olması gereken. Peki, Adalet Bakanı oradaki savcılar hakkında soruşturma açıyor mu, açmıyor mu? Peki, İçişleri Bakanı emniyet görevlileri hakkında soruşturma açıyor mu, açmıyor mu? Peki, Genelkurmayla Hükûmeti, devletin kurumlarını karşı karşıya getiren bu belgenin ne olduğunu Türkiye Büyük Millet Meclisi bilmeyecek de kim bilecek? Karnınızdan konuşmayın. İşte burada Türkiye Büyük Millet Meclisinde konuşulacak bunlar. Genel görüşme…

KAYHAN TÜRKMENOĞLU (Van) – Danışma Kuruluyla bunun ne alakası var?

H. TAYFUN İÇLİ (Devamla) – İşte Anayasa’nın bize emrettiği denetleme hakkını kullanabilsek, Hükûmet bu işlerden kaçmasa… Ben tek başıma genel görüşmeyi veremiyorum, en az 20 milletvekilinin imzası gerekli. Verin AKP olarak, verin. Eğer darbe korkunuz varsa darbelere hepimiz karşıyız, eğer demokrasi kesintiye uğrayacaksa evet, karşısındayız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın İçli, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

H. TAYFUN İÇLİ (Devamla) – E araştıralım. Kaçmakla, toplum üzerinde korku yaratmakla, evham yaratmakla, oradan başka nemalanmak, siyasi çıkar sağlamakla kendinize de yarar sağlayamazsınız, ülkeye de büyük zarar getirirsiniz. Bakın, bu belge yüzünden bu ülkenin güzide ordusu sıkıntı içindedir. Emniyet mensupları -çok değerli- aynı Güneydoğu’da Mehmetçik gibi canını feda eden emniyet mensupları teşkilatı zan altındadır, bu tür belge ve daha önce “Ergenekon” adı verilen soruşturmalarla sızdırılan belgeler nedeniyle Türk yargı sistemi zan altındadır. 12’nci Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı -davadan çekilen-, hakkında soruşturma açan Adalet Bakanı niye diğerleri hakkında soruşturma açmamaktadır? Bu belgeler neden sızdırıldı? Bu ülkenin ordusuna, bu ülkenin emniyet teşkilatına, bu ülkenin yargısına niye zarar veriliyor diye niye soruşturma açmamaktadır? Değerli arkadaşlarım, bunları konuşmamız lazım, gündeme bunları getirmemiz lazım.

Teşekkür ediyorum, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın İçli.

Danışma Kurulu önerisinin aleyhinde Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç.

Sayın Genç, buyurun.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir Danışma Kurulu önerisi üzerinde, aleyhte söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, aşağı yukarı bir ay sonra, 23'üncü Dönem milletvekillerinin seçilmesi iki seneyi dolduruyor. Bu iki sene zarfında Türkiye Büyük Millet Meclisinin sarf ettiği mesailerin büyük bir kesimi fuzuli mesai, israf edilen bir zaman. Şimdi, bu israf etmenin en başta nedeni de AKP Grubunun yetersiz bir, basiretsizlik içinde olmasıdır, yeterli bir basireti göstermemesidir.

Şimdi, bakın, o Mayın Kanunu buraya geldi, durup dururken AKP bir grup önerisi getirdi, tam üç gün bu Meclisi dört beş saat fuzuli meşgul etti.

Şimdi, biraz önce Başbakanlık tezkeresini müzakere ettik. Daha Güvenlik Konseyinin Lübnan’daki askeri birliklerin süresini uzatıp uzatmayacağı belli değil, iki saat bununla uğraştık. Yahu, dur bakalım, evvela Güvenlik Konseyi bunun süresini uzatsın, ondan sonra biz gelelim, buna karar verelim. Bu acelelik niye? Şimdi, bu, bir milletin itibarını da zedeler. Yani sen -evvela kardeşim- daha Güvenlik Konseyi böyle bir karar vermemiş, burada getiriyorsun, karar alıyorsun.

Şimdi, öyle bir hükûmet var ki başta, her yönüyle, idaresiyle güvensiz. Şimdi, üç gün önce veya iki gün önce otoyolda bir kaza oldu. 11 tane, bugün dediler 10 tane genç kızımız, üniversitede okuyan gençlerimiz o kazada hayatını kaybetti. Kendilerine Allah’tan rahmet diliyorum. Hemen malum basın ne dedi: “Efendim, Abant’tan piknikten dönüyorlardı.” Yokmuş böyle bir şey. Abant’tan piknikten dönmüyorlardı. Burada bir izlenim yaratmaya çalışıyorlar. O saatte bir defa piknikten dönülmüyor yani ikide, üçte. Bize intikal eden olaylara göre, doğru mu bilmiyoruz tabii... Hükûmet yok ortada. Doğru bilgi verilmiyor. O kızlar bir cemaat toplantısından geliyorlarmış. Nitekim araba devrildikten sonra bir sürü dinî yayınlar dökülmüş, bu arada Kur'an-ı Kerim yayılmış.

Şimdi, arkadaşlar, bazı gerçekleri insanlardan saklamayalım. Nedir? Yani şu izlenim yaratılıyor: “Efendim, işte siz pikniklere gider gelirseniz, bakın kazada ölürsünüz.” Yani her şeyi doğru söylersek daha iyi olur. Ama tabii bu memlekette her şey saklanıyor, her şey gizleniyor. Dolayısıyla tabii Hükûmet de başta yok.

Şimdi, bir havaya girmiş AKP. Şimdi, arkadaşlar, buraya, bugün mesai için getirdiğiniz, bugünkü mesaiye getirdiğiniz kanunlar bir haftada çıkması, hatta bir ayda çıkması gereken kanunlar. Kaç kanun çıkarıyorsunuz? Dört beş tane kanun bugün çıkaracaksınız. Ne acelesiniz var? Hani Genel Başkanınız Tayyip Bey diyor ki: “Halkın menfaati gerekirse üç yüz altmış gün, altı saat çalışacağız.” E, halkın karşısına çıkıp da bunu söylüyorsunuz, ondan sonra da hemen “30’unda tatil edelim.” diyorsunuz. Niye bu? Çünkü bu Meclis açık olduğu zaman siz bundan rahatsızlık duyuyorsunuz. Bu kürsüde bazı gerçekler söylenince, tabii ki siz rahatsızlık duyuyorsunuz. E, bu kürsüde de bazı gerçeklerin söylenmesi lazım. Basını susturmuşsunuz. Yargıyı tehdit etmişsiniz.

Şimdi, bir belgedir ortaya çıktı. Belge nerede? Savcının önünde. İşte burada AKP Grup Başkan Vekili oturuyor. Savcıya gidiyor, suç duyurusunda bulunuyor. Yahu zaten belge savcının elinde. Sen neyi bildiriyorsun? Ha, sen iktidar gücünü kullanarak diyorsun ki: “Ey Savcı, sen bu Türk Silahlı Kuvvetlerini iyice suçlu duruma sokmak zorundasın, yoksa ben senin hakkında tahkikat açarım.” Yani iktidar gücünü kullanarak savcıya, yargıya talimat veriyorlar.

Bakın değerli milletvekilleri, Bülent Arınç “Artık darbeler olmadı, olmaz.” diyor. Yani zaten olması mümkün değil. Hangi aklı çalışmayan komutan çıkacak da AKP’nin bu memlekette yarattığı bu ekonomik kriz, bu buhran ve kaos ortamında ihtilal yapacak, mümkün değil. Şimdi, eğer bu ciddi bir devlet yönetimi olsa ve hakikaten Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı saygı içinde olan bir hükûmet olsa böyle bir belge ortaya çıktıysa Genelkurmay Başkanıyla konuşur; hakikaten böyle bir şey var mıdır, yok mudur? Varsa suçlular hakkında soruşturma açarsınız, gerekliyse de ceza verirsiniz. Hatta biliyorsunuz bir ara bir hükûmet başkanı demişti ki: “Ben istersem orduyu yedek subaylarla yönetirim.” Hatta siz şöyle de yapabilirsiniz: Tayyip Bey’in oğlu hani askerlikten muaf raporunu aldı ya, tekrar askere gönderirsiniz, yedek subay yaparsınız, kuvvet komutasını onlardan teşekkül ettirirsiniz. Yani yedek subaylarla memleketi yönetmeye çalışırsınız yani madem güç sizde. Bakın, bir memleketin kurumları bu kadar tahrip edilmez. Bu memleketin ciddi ve güçlü bir orduya ihtiyacı var, itibar sahibi bir orduya ihtiyacı var. Burada birtakım belgeler ortaya atarak, bu memleketin temel kurumları böyle düşürülemez, böyle bir hâle düşürülemez.

Değerli milletvekilleri, şimdi, Tayyip Bey çıkıyor diyor ki: “Yaşar Büyükanıt’la yaptığımız konuşma gizlidir, mezara kadar gider.” Ee, nedir bu konuştuğunuz? “Sıkıysa çıksın konuşsun.” diyor. Buyur, böyle denir mi: “Çıksın konuşsun.” O zaman niye tehdit ediyorsun? Evvela bu Mecliste gerekirse bir kapalı oturum yapalım. Ne konuştular bunlar? Bunlar ne konuştularsa onları burada açıklamamız lazım.

Şimdi, bugün kanunları çıkaracaksınız. “Efendim, salı günü de aç kapa yapalım.” diyorsunuz, Meclisi tatil ediyorsunuz. Niye bu Meclis tatil olsun ki? Meclis burada çalışsın çünkü Türkiye’de ciddi sıkıntılar var.

Bakın, Türkiye’de doğru dürüst denetim yapılmıyor. İşte Sosyal Güvenlik Kurumu borçlu firmaları açıklamış. Sabah ve atv grubunun 1 trilyon lira borcu var. Size yakın olan bu kurumların borçları niye tahsil edilmiyor?

Yine, Antep eski başkanınıza tekrar aday olmaması için 120 milyon euro on yıllık ödemesiz ve faizsiz kredi verildiği söylendi bize; doğru mu, yanlış mı?

Yahu, devletin kaynaklarını yandaşlarınıza o kadar haksızca peşkeş çektiriyorsunuz ki böyle bir yönetim görülmemiştir, böyle bir sorumsuzluk içinde hareket eden kişiler görülmemiştir. İşte bugün bakıyorsunuz, Meclis Başkanı Rusya’da, Çankaya’daki Çin’de, ötekisi bilmem nerede… Yahu, devlet zaten ekonomik yönden çökmüş bir devlet, işsizlik almış yürümüş. Ben anlamıyorum. Yani her gün, insanlar, o kadar acınacak telefonlar açıyor ki bize, adam diyor ki: “Geldim Ankara’dayım, ekmeğim yok.”

Ben geçen hafta Tunceli’ye gittim -bu pazar günü- Tunceli Üniversitesinin birinci açılış yıl dönümü var. Orada, şimdi öğrenci alacaklar     -20 defa söyledik burada- yurt yok. E ne olacak bu çocuklar, nerede okuyacak? Orada yeteri kadar bina da yok. E ne var yani, şimdi, barakadan, hiç olmazsa oraya alınacak öğrenci sayısı kadar yurt yapılsa ne kaybeder? Hüseyin Çelik, geçen sene ilkbaharda, yani daha 2008’de bana dedi ki: “Tunceli’de 500 kişilik yurt yapacağız.” Devletin belirli bir makamını işgal eden insanlar, eğer hakikaten sözünüzün eriyseniz arkadaş, yalan söylemeyin yahu! Aradan bir buçuk sene geçti, hâlâ yurtla ilgili en ufak bir icraat yok. Böyle, bir devlet tahrip edilemez ki… Bazı bürokratlar, bir yerlerde yandaş bürokratlarınızı getirmişsiniz, o devletin kaynaklarını da onlar çarçur ediyor. Ondan sonra, devlet, maalesef, doğru dürüst işlemiyor.

Onun için, değerli milletvekilleri, bakın, devri Hükûmetinizde, zamanınızda, Türkiye'de birçok kurum yok edildi, tahrip edildi; devletin ana ekseni, kuruluş felsefesi yok edildi ve böylece bu devletin geleceğinin ne olacağından herkes kuşku içinde. İşte gördünüz, geçen hafta İstanbul Havaalanı’nda hacca giden bir kişiyi uğurlamak için gelenlerin o kıyafetlerini gördünüz. Yani o kıyafetler, İstanbul Havaalanı’ndaki o kıyafetler ne Suudi Arabistan’da var ne İran’da vardı. İşte, Türkiye'yi getirdiğiniz durum bu. Haa şimdi ”Biz zaten öyle bir yönetim tasvip ediyoruz.” diyorsanız, çıkın arkadaş, açık söyleyin. Yani, bir yandan demokrasiden, laiklikten bahsedip de bir yandan da devletin temel unsurlarını bu yöne sevk etmeyin.

Kanunları buradan müzakeresiz geçiriyorsunuz. Bakın, geçen gün ben burada müdahale etmesem bir kanunun bir sayfası okunmadan geçiyordu. Yani, böyle bir Meclis olur mu? Burada 550 milletvekili var, kanunlar okunmadan da oylanıyor. Geçmişte de böyle bir şey olmuş. Burada, komisyon metni okunacağına hükûmet metni okunmuş, aradan bir süre geçtikten sonra tutmuşlar Resmî Gazete’de düzeltme yapmışlar. Bu, Meclis için en ayıplanacak bir şey. Şimdi kanunlar burada okunmuyor, getirilmiyor. Biraz önce arkadaşımız şey etti. Yani, 410 sıra sayılı kanunu getirmişsiniz, yirmi tane kanunda değişiklik yapıyor. Bilmem, yükseköğretim kurumunda okuyan öğrencilerin aldığı burslarla, ondan sonra, Harcırah Kanunu’yla, şunla bunla getiriyorsunuz bunu temel kanun zannediyorsunuz. Arkadaşlar, bu, temel kanun olur mu ya? Şimdi, şeyle ilgili…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun, konuşmanızı tamamlayınız.

KAMER GENÇ (Devamla) – …bursların geri ödemesiyle ilgili bir konuyla, Harcırah Kanunu’yla, efendim, Başbakanın merkez teşkilatında çalışan memuruna verilen fazla mesaiyle, bütçedeki borçlanma miktarını artıran kanun maddelerinde ne bir bağlantı var ki siz bunları temel kanun şey ediyorsunuz?

O zaman bir şey verin, yani nasıl olsa çoğunluğunuz var, “ya, Mecliste hiçbir şey müzakere edilmeden geçirelim” derseniz, bence daha isabetli hareket edersiniz, dürüst olan bu.

Onun için, Meclisi çalıştırmaz duruma sokuyorsunuz, zamanını boşa alıyorsunuz, ne Anayasa’yı nazara alıyorsunuz, ne İç Tüzük’ü nazara alıyorsunuz; böyle bir Meclis zaten işlese de hiçbir şey ifade etmez. Kanunlar müzakeresiz geçiyor, ülkede sıkıntı almış yürümüş; böyle bir hükûmetin, bu memleketin sonunu felakete getireceği konusunda ciddi kuşkularım var, halk da zaten böyle, ama size bir iki sene daha herhâlde tahammül edecek. Onun için aleyhindeyim.

Saygılar sunuyorum efendim.

Karar yeter sayısını istiyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Evet, Danışma Kurulu önerisini oylarınıza sunacağım, karar yeter sayısını arayacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmiştir.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 16.41

 

 

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 17.53

BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Fatma SALMAN KOTAN (Ağrı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 108’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Alınan karar gereğince sözlü soru önergeleri ve diğer denetim konularını görüşmüyor, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

1'inci sırada yer alan, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)

BAŞKAN - Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2'nci sıraya alınan, Kat Mülkiyeti Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Adalet komisyonları raporlarının görüşmelerine başlayacağız.

2.- Kat Mülkiyeti Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Adalet Komisyonları Raporları (1/717) (S. Sayısı: 409) (x)

BAŞKAN - Komisyon? Yerinde.

Hükûmet? Yerinde.

Komisyon raporu 409 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde, Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Hamit Geylani, Hakkâri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Osman Ertuğrul, Aksaray; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ali Rıza Öztürk, Mersin milletvekilleri.

Şahısları adına, Ahmet Aydın, Ahmet Gökhan Sarıçam, Azize Sibel Gönül, Suat Kılıç, Ramazan Başak, Gülşen Orhan.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Aksaray Milletvekili Osman Ertuğrul.

Buyurun Sayın Ertuğrul (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA OSMAN ERTUĞRUL (Aksaray) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 409 sıra sayılı Kat Mülkiyeti Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı’nı görüşmek üzere Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyor, yüce Meclisimize çalışmalarında başarılar diliyorum.

Kanun Tasarısı ile ilgili konuşmama başlamadan önce, Kerkük’ün güneyinde Türkmenlerin yoğun olarak yaşadığı bölgedeki Türkmen kardeşlerimize yapılan kalleşçe saldırı sonucu 80’e yakın kardeşimizin öldüğü, 200’e yakın Türkmen kardeşimizin de yaralandığı patlamayı esefle kınıyor, oradaki kardeşlerimizin acılarını paylaşıyoruz.

Iraklı grupların açıkça ve kararlı bir şekilde uyarılmaları artık kaçınılmaz bir mecburiyet hâline gelmiştir. Irak’taki Türkmen varlığını yok etmeye, esir almaya kimsenin gücü yetmeyecektir. Anadolu Türklüğü buna kesinlikle rıza göstermeyecektir. Hükûmetimizi bu konularda daha duyarlı olmaya ve Irak Hükûmetine karşı daha da dik durmaya davet ediyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; malumunuz üzere, şehirlerdeki iş imkânlarının kırsala göre daha çok oluşu sebebiyle, şehir nüfusunun artması, şehirlerdeki arsa fiyatlarının yüksek olması, güvenlik ve bunun gibi başkaca sebepler yüzünden şehirlerdeki yapılaşma yataydan dikeye dönüşmüştür. Yaşadığımız yerler tek parsel, tek yapıdan apartmanlara, apartmanlardan bloklara, bloklardan ise sitelere dönüşmüştür.

Burada üzerinde durmak istediğim bir başka konu, vatandaş veya müteahhitler konut yapacak olduklarında o kadar karmaşık ve uzun bir mevzuat ile karşılaşıyorlar ki asıl buna çare bulmamız gerekmektedir. Bunun içindir ki bu yasanın 3194 sayılı İmar Kanunu ile birlikte ele alınması çok daha uygun olacaktır. Yoksa, ileride, 634 sayılı Kat Mülkiyeti Yasası tekrar önümüze gelecektir.

Sayın Bayındırlık Bakanımızdan isteğimiz, bürokratlarının İmar ve Kat Mülkiyeti Kanunu üzerinde tekrar ciddi bir çalışma yaparak gözden geçirilmesidir.

Bir inşaatın yapım aşamasında arsa belirlendikten sonra inşaat yapım ruhsatı, uygulama projesi, kat irtifakı, yapı kullanma belgesi, kat mülkiyeti işlemleri yapılır ve en son tapu alınarak işlemler tamamlanır ve vatandaş konut sahibi olur.

Yukarıda özetlemeye çalıştığım aşamalar aslında sanıldığı kadar kolay değildir, bir yığın bürokratik aşamadır. Kontrol tabii ki olacaktır ancak mevzuatın daha kolay ve yürütülebilir hâle getirilmesi de şarttır.

Vatandaşlarımızın sıkıntı duydukları bir başka konu ise: Gerek inşaata başlamadan gerekse inşaat aşamasında, yapı bitmeden müteahhitlerin satış yapma yetkisi vardır. Vatandaşımız bu safhalarda da müteahhitlerden konut satın almaktadır, ola ki bitirilemeyen inşaat sebebiyle de zaman zaman mağdur olmaktadır ya da iskânı alınmamış binalara oturarak müteahhidin inşaat sırasında kullandığı ve çoğu zaman tutarları oldukça yüksek olan birikmiş elektrik ve su gibi giderlerinden de sorumlu tutulmaktadır.

Vatandaşın derdi bir an önce konuta oturmaktır ancak kanunlarımızın yeterli olmayışı nedeniyle, yeterli derecede de bilgi sahibi olamayan konut sahibi veya bina sahiplerini müteahhitlerin, kooperatif yönetimlerinin veya site yönetimlerinin inisiyatifine bırakarak mağdur etmektedir. Bu yönde de gerekli çözümler en kısa zamanda alınmalı ve çaresi bulunmalıdır. Mesela, kat karşılığı, bir müteahhit ile anlaşan bir arsa sahibi, noterden yapacağı inşaat sözleşmesini mutlaka yetki verdiği bir avukat nezaretinde yapmalıdır. Bu, zorunlu hâle getirilmelidir. Hayatında ilk defa sözleşme yapan birçok arsa sahibi müteahhitlerin inisiyatifine terk edilmemelidir. Buralardaki yaşamı düzenleyen bir yasanın gerekliliği ve bu yasanın da günümüz şartlarına göre düzenlenmesi gerekmektedir. Bundan hareketle, bu Meclis 14/11/2007 tarihinde Kat Mülkiyeti Kanunu’muzda aksayan ve hüküm bulunmayan hususlar üzerinde birtakım değişiklikler yapmıştır. Ne var ki yapılan ve yasalaşan bu değişikliklerin uygulanması pek de kolay olmamıştır ki, şimdi bizler söz konusu Kanun üzerinde yeniden uğraşmaktayız.

Milliyetçi Hareket Partisi, muhalefet partisi olarak, önümüze gelen önerileri, teklifleri ve yasaları doğru ve faydalı bulduğumuz oranda destek olduğumuzu, bunların içinde de eksik ve yanlışlıklar var ise uyarıda bulunduğumuzu, bu uyarılarımızın dikkate alınmasını beklemekteyiz. Bu Kanun bize bir kez daha göstermiştir ki, oy çokluğuna güvenip acele edilerek gerekli araştırma ve bilgiler olgunlaştırılmadan çıkarılacak yasaların ömrü kısa olmaktadır. Hükûmet milletvekillerini bu konularda daha duyarlı olmaya davet ediyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2007 Kasım ayında yapılan kanun değişikliğinde Hükûmetin amacı Kat Mülkiyeti Kanunu’nun aksayan, hüküm bulunmayan, hükmü bulunmayan yerlerinin tadili ve ıslahıydı. Ancak aradan geçen bir buçuk yılda, tadil edilen ve yeni eklenen yerlerden istenilen verim alınamamış, belediyelerde ve tapu dairelerinde yığılmalar olmuştur. Hâlbuki bir kanun tasarısı yasalaştığında ne gibi aksaklıkların olabileceğinin zamanında öngörülmesi gerekirdi. Yasanın altyapısı hazırlanırken bir buçuk yılda yeniden düzenlenmeye gidilmemesi için  konunun uzmanları, bürokratları, siyasetçiler ve sivil toplum örgütleriyle oturularak istişare edilseydi şimdi tekrar bu yasayı ele almamış olacaktık. “Benim dediğim olsun.” mantığıyla gerekli özen ve hassasiyet gösterilmeden uygulamaya konulan bu yasa değişikliği vatandaşı bürokrasiyle boğuşmak zorunda bırakmış, vatandaş uğraştığı gibi kamu görevlileri de işin içinden çıkamamış ve sanki aradan geçen süre bir buçuk yıl değil de otuz kırk yıl olmuş gibi şimdi tadilin tadiline uğraşmaktayız. Adalet ve Kalkınma Partisi bu mantığından vazgeçmeli, yasaları yazboz tahtası olmaktan kurtarmalıdır.

Bütün bunlara rağmen hâlen tasarının bazı yerlerinde yine eksiklikler olduğu aşikârdır. Şöyle ki: Tasarıda, hâlen kullanılmakta olan, ancak yapı kullanma izin belgesi alınmamış binaların sorunlarını çözecek açık bir hüküm yoktur. Aslında bu yasa 3194 sayılı İmar Kanunu’yla birlikte ele alınıp birbiriyle uyumlu hâle getirilmeliydi. Zaman içinde başkaca sıkıntıların olacağına hepimiz yine şahit olacağız. Apartman, site ve toplu konutlarda vatandaşlarımızın toplu yaşam kurallarını yeteri kadar bilmediği ya da kanunların yeterli olmayışı sebebiyle bir kısım sakinlerin birçok yerde keyfiyete dayalı hareketlerde bulunduğu, yasal yola başvurulsa bile bunun göstermelik yaptırımlar olduğu ve kanun dışı hareketin yapanın yanına kâr olduğunu hepimiz görmekteyiz. Buralarda daha müspet değişikliklere gidilebilirdi. Öte yandan “Bu kanunun yürürlüğe girmesinden önce kat irtifakı kurulmuş ve üzerindeki yapılar tamamlanıp yapı kullanma izin belgesi alınmış yapılarda, kat irtifakına sahip ortak maliklerden birinin başvurusu veya yapı kullanma izin belgesinin yetkili idarece tapu idaresine gönderilmesi üzerine, kat mülkiyetine resen geçilir.” gibi hükümleri de vatandaşımızın işini kolaylaştıracaktır.

Esasen, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldikleri günden beri, Mecliste oy çokluğu sebebiyle birçok konuya gerekli özeni göstermemiş, “Nasılsa çoğunluğumuz var.” denilerek ya da başkaca sebeplerle, çok hassas konularda dahi gerekli özen ve ihtimam bir türlü gösterilmemektedir. Onlar için en önemli şey sayısal çoğunluğun korunması ve ne pahasına olursa olsun iktidarı kaybetmemektir. Ne zaman AK PARTİ’yle ilgili yanlışlıklar ve acizlikler ortaya dökülse, mutlaka kamuoyunu oyalayacak bir şeyler bulunmaktadır.

Yüzyılların devlet birikimine sahip bu ülkede özellikle son iki yıldır kan kaybeden iktidarca, hükûmet olmanın verdiği güçle vatandaşın kafası iyice karıştırılmış, milletin psikolojisi bozulmuştur. Milletin yalnız psikolojisi bozulmamış, milletin esasen en önemlisi, işi de bozulmuştur. İşi bozulanların psikolojisi hâliyle bozulacaktır. Tüm dünyayı etkileyen ve geleceği belli olan ekonomik kriz karşısında gerekli önlemler “Bize bir şey olmaz.” anlayışıyla zamanında alınmamış, milletin işi de bozulmuştur. İşi bozulan birçok insanın yuvası da bozulmuştur. Son iki yılda, geçmiş yıllara oranla boşanan aile sayısı, kredi kart mağdurları, kapanan fabrikalar, işsizlerin sayısı 2 kat artmıştır. Bütün bu mağdurların sorumlusu, kendilerinden başkasına kulak tıkayan, öneri ya da uyarıda bulunanlara “Siz işinize bakın.” diyen iktidardır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın başında dile getirdiğim üzere, Kat Mülkiyeti Kanunu yeni düzenlemesi konusunda “Zararın neresinden dönersen kârdır.” demiştik. Ziyanı yok, vatandaşımızın işi kolaylaşsın, biz de uğraşalım, düzeltelim ancak yeter ki dönülebilecek, düzeltilebilecek kanunlar olsun. Ya bu Meclisten geçen ulusal güvenliğimizle veya millî servetlerimizle ilgili dönülemeyecek, tadil edilemeyecek, Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesi, 5555 sayılı Vakıflar Yasası ve mayınlı arazilerin temizlenmesi gibi kanunlar ne olacak? Onların telafisi nasıl olacak? Onları da torunlarımız tadil eder, tabii ki edebilirlerse.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; eksiklerine rağmen Kat Mülkiyeti Kanunu’nun hayırlı olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Ertuğrul, teşekkür ediyorum.

Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Hakkâri Milletvekili Sayın Hamit Geylani.

Sayın Geylani, buyurun efendim. (DTP sıralarından alkışlar)

DTP GRUBU ADINA HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan tasarının tümü üzerinde Demokratik Toplum Partisi Grubu adına söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, 634 sayılı Kat Mülkiyeti Yasası 23 Haziran 1965 tarihinde kabul edilmiş, Ocak 1966’da yürürlüğe girmiş ve günümüze gelinceye kadar bazı değişikliklere uğramıştır. 2007 yılında ise kapsamlı değişiklik yapılmış ve kat mülkiyetine geçiş için zorlayıcı hükümler getirilmiştir. Buna göre, yasanın yürürlüğe girdiği tarihten önce kat irtifakı kurulmuş ve üzerindeki yapılar tamamlanıp yapı kullanma izin belgesi alınmış ve ana gayrimenkullerde yasanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en geç iki yıl içinde kat mülkiyetine geçilmesi zorunluluğu getirilmiştir. Belirlenen süre içinde irtifak hakkı sahiplerinden birinin veya varsa yöneticinin kat mülkiyetinin kurulması için gerekli olan belgelerden eksik olanların tamamlanması için diğer kat irtifak hakkı sahiplerinden her birine yazılı bildirimde bulunulmasını gerektiriyordu. Yazılı bildirime rağmen gereğini yerine getirmeyen kat irtifak hakkı sahiplerinden her birine bin Türk lirası idari para cezası verileceği hüküm altına alınmıştı.

Yine, aynı Yasa’nın yürürlüğe girdiği tarih olan 28/11/2007 tarihinden sonra yapıları tamamlanmış olan kat irtifaklı ana gayrimenkuller için de bir düzenleme yapılmış, buna göre yapı kullanma izin belgesinin alındığı tarihten itibaren bir yıl içinde kat mülkiyetine geçilmesi zorunluluğu getirilmiştir.

Belirtilen süreler içinde kat irtifak hakkı sahiplerinden birinin veya varsa yöneticinin yazılı uyarısı gerekmekteydi. Uyarıya rağmen kat mülkiyetinin kurulması için Yasa’nın 12’nci maddesinde belirtilen ve tapu idaresine verilmesi gereken belgelerden eksik olanları tamamlamaktan veya imzalanması gerekenleri imzalamaktan kaçınanlar için de yine idari para cezası öngörülmekteydi. Düzenlemeye göre, kat irtifak hakkı sahiplerinden her birine kendine ait her bağımsız bölüm için bin Türk lirası idari para cezası verileceği hüküm altına alınmaktaydı. Görüldüğü üzere bu yasayla da yine de yurttaş cezalandırılmaktadır bir biçimiyle.

Değerli arkadaşlar, bu tasarıyı ve yapılacak değişiklikleri önemsediğimizi belirtiyor, yurttaşın sorunlarını çözecek her düzenlemeyi de destekleyeceğimizi ifade ediyoruz. Ancak bu Yasa’nın üzerinden henüz bir buçuk yıl gibi kısa bir süre geçmesine rağmen aynı Yasa’da yeni bir değişiklik yapılma ihtiyacının duyulması, Hükûmetin yasa yaparken gerekli özeni göstermemesi ve kamuoyunu, özellikle Meclisteki muhalefetin görüş ve önerilerini de dikkate almadığının bir ifadesi olarak görüyoruz. Ne yazık ki Hükûmet yasa yaparken, muhalefetin -demin söylediğim- ve sivil toplum örgütlerinin de görüşünü dikkate almak durumundadır.

Görüştüğümüz tasarıyla her ne kadar uygulamada ortaya çıkmış olan aksaklıkların giderilmesi, kırtasiyeciliğin ve bürokrasinin mümkün olduğunca azaltılması suretiyle vatandaşların yükünün hafifletilmesi hedeflenmiş ise de anılan tasarının bu amacı gerçekleştirmek için yeterli olmadığı düşüncesindeyiz. Zira Kat Mülkiyeti Yasası’nda, bütünlüğü bozacak şekilde parça parça değişiklikler yapmak yerine, imar hukuku ile de bağlantıları gözetilerek yeni bir düzenleme yapılmasının daha faydalı olacağı düşüncesindeyiz. Zira imar hukuku, kat mülkiyetinin temelini ve özünü ifade etmektedir.

Değerli arkadaşlar, kat irtifakı ve kat mülkiyetine bağlı verilen tapuyu yurttaşın ayrıntılı bir biçimde irdelemesi beklenmemelidir. Ne var ki yurttaş, devletin verdiği tapuyu yine devletin güvencesinde gördüğünden ayrıntılarla ilgilenmez ve ilgilenmek zorunda da bırakılmaması gerekiyor. Öte yandan kat irtifakına göre aldığı taşınmaza yapı kullanım izin belgesi verilmediğinde yapının kaçak konumuna gireceğini bilmemektedir. Kaçak yapının kat mülkiyetine geçemeyeceği gibi elektrik, su, telefon ve diğer hizmetleri normalde İmar Yasası hükümlerine göre alamayacağını da sonradan öğrenmektedir.

Ayrıca, yapı kullanım izin belgesi için belediye-valilik tarafından istenen Sosyal Sigortalar Kurumu ilişkisiz belgesinden binayı yapan müteahhidin değil de maliklerinin sorumlu olduğunu da bilmemektedir vatandaş.

Müteahhit tarafından çalıştırılan işçiler adına yatırılması gerekli SSK primi borçlarından kendisinin sorumlu olabileceği konusunda da açıklayıcı bir bilgi yoktur tasarıda.

Diğer taraftan, inşası tamamlanan binaların ölçümü yapılarak kadastro paftasına işlenmediğinde hem kadastro paftasında hem de tapu kütüğünde ilgili parsel boş görülmekte ve güncel durumu da yansıtmamaktadır. Mülkiyet durumunu gösteren belgelerin güncel olması son derece önemlidir. Aksi takdirde, iktisadi ve sosyal yapının yanında her türlü mühendislik projelerinin uygulanmasında ve kent bilgi sistemlerinin kurulmasında sağlıklı adımların atılamayacağı ve çözümü güç sorunlarla karşılaşılacağı da bilinen bir gerçekliktir.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde yaklaşık yirmi milyon civarında bulunan konut sayısı ile kentsel yerleşimlerde ruhsatlı konut oranının yüzde 60 düzeyinde olduğu ve kat mülkiyetine geçiş oranının yüksek olmadığı da bilinen bir realite. Yapı kullanma izin belgesi almamış yapıların yoğun olduğunu düşündüğümüzde bu durumdaki binalarda Sosyal Sigortalar Kurumu borçları büyük bir meblağ tutmaktadır. Ayrıca, ruhsat yenileme ücretlerinin belediyeye gelir sağlama adına yüksek tutulması yurttaşı hayli zor durumda bırakmaktadır.

Bu süreçte vurgulanması gereken en önemli konu ise plan, proje ve ruhsat eklerine aykırı artan yapılaşma öne sürülerek bir imar affı sürecini yaratacak girişimlerden, popülist yaklaşımlardan gerçekten uzak durmak gerekiyor. Siyasi iktidarlarca bugüne değin on beşin üzerinde imar affı çıkartılmış, kente karşı işlenen suçlar affedilerek kaçak yapılaşma teşvik edilmiş ve kentlerimiz kentleşme olgusundan yoksun bırakılmıştır ve en önemlisi, yıkılan binaların enkazında yitirdiğimiz yurttaşları ve kalanların acılarını da unutmamak gerekir bu bağlamda.

Çağdaş ve gelişmiş ülkelerdeki kentleşmeye bakıldığında, ülkemizde imar affı çıkartan siyasal iktidarların kente ve ülkeye ne kadar kötülük ettiklerini ve yurttaşların geleceğini nasıl kararttıklarını daha da açık bir şekilde görebilmekteyiz. Yıllardır yerel yönetimler oy uğruna kaçak yapılara, iskânsız yapılara tüm altyapı hizmetlerini götürmüşlerdir. Bu hâliyle söz konusu binalar çeyrek asırdan beri kullanılmaktadır. Bu konutların çoğu el değiştirmemiştir. Onun için yaşanan sıkıntıların şu anda söz konusu binalarda oturanlar ile doğrudan bir ilgisi de bulunmamaktadır.

Yıllardan beri tapu sicilindeki ana kütükteki kayıtlı parsel üzerine inşa edilen yapının her aşamasında gerekli işlemler zamanında yerine getirilmemiş, ilgili kurumlar tarafından izlenmemiş ve kontrol edilmemiştir. Bu nedenle birçok sorun günümüze kadar taşınmıştır. Gerek İmar Yasası’nda ve gerekse Sosyal Sigortalar Kurumu ve Kat Mülkiyeti Yasası’nda sorumlu kişi olarak parsel sahibi malik ve malikler tutulmaktadır. Bu konuda yurttaşın gereği gibi bilinçlendirilmeden sorumlu tutulması, günümüzde büyük sıkıntıların yaşanmasına neden olmaktadır. Belediyeler yasa gereği yükümlülüklerini yerine getirmeyenlerin binalarına altyapı hizmetlerini sunarak özünde onları meşru ve haklı kabul etmektedirler. Kaçak ve iskânsız yapıların yapılacak bir düzenlemeyle af şeklinde değil ama yurttaşı da mağdur etmeyecek şekilde yasal hâle getirilmesi gerektiği kanısındayız.

Değerli milletvekilleri, konuya bilim ve teknolojinin hızla geliştiği ve kent bilgi sistemlerinin kurularak hayata geçirildiği çağdaş bir sistem yönünden bakıldığında doğal olarak kat mülkiyetine geçişin hemen yapılması ve kurulan bilgi sistemlerinden gerekli yararın sağlanması için bilgi sisteminin güncel olması gerekmektedir.

Ana gayrimenkulde cins tashihi mutlaka yapılmalı ve yapı kullanma izin belgesi alınmasından önce bu işlem tamamlanmalıdır. Dolayısıyla belediye, valilikler yapı kullanma izin belgelerinin bir nüshasını tapu siciline göndermeli ve daha önce tapu siciline kaydedilen kat irtifakına göre tapu sicil müdürlükleri resen kat mülkiyetine geçiş işlemlerini tamamlamalıdırlar. Bu işleyiş ise hem yurttaşların tapu sicil müdürlüklerinde yığılmalarını ve zaman kaybını önleyecek hem de yurttaşına hizmet eden kurumsal işleyişin önünü açacaktır. Yapı kullanım izin belgesi alınmasında gündeme gelen “SSK ilişiksiz” belgesine ilişkin işçilik dosyası ve diğer borçların tahsilindeki sorunlar da böylece çözüme kavuşmuş olacaktır.

Gerekli yasal düzenleme yapılarak yapım işini yüklenen müteahhidin sorumlu olması sağlanmalı ve yurttaşın mağduriyeti bu çerçevede önlenmelidir. Belediyeler yapı ruhsatı, planı ve projelerine ilişkin yenileme, kontrollük onama ve diğer işlemlerde aldıkları aşırı yüksek ücretleri de mutlaka ama mutlaka aşağıya çekmek durumundadırlar. Kamu hizmeti veren merkezî ve yerel yönetimler kendilerini ticari şirket, yurttaşı müşteri ve ülkeyi pazar olarak görmemelidirler.

Değerli milletvekilleri, tasarıyla 634 sayılı Yasa’nın 12’nci maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi yürürlükten kaldırılmaktadır. Böylece kat irtifakından kat mülkiyetine geçilmesi bağlamında noterler tarafından yapılan tasdik şartı da ortadan kaldırılmaktadır. Bu bendin yürürlükten kaldırılması durumunda uygulamada ciddi sıkıntılar ortaya çıkacağı kuşkusuzdur. Aksine, noterler tarafından onaylanma şartı uygulanmaya devam edildiği takdirde olası ihtilafların önüne geçilmesinin kolay olacağı kanısındayız. Çıkabilecek ihtilaflarda ise usul ekonomisi açısından kolaylık sağlanacak ve böylece yargılamalar daha kısa sürede çözümlenecektir. Bu nedenlerden dolayı ispat hukuku açısından önemli niteliğe sahip bu düzenlemenin yürürlükten kaldırılması gerektiği düşüncesindeyiz.

Özce sunduğumuz bu görüş ve düşüncelerle, Genel Kurulu bir kez daha saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Geylani, teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk.

Sayın Öztürk, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 634 sayılı Kat Mülkiyeti Yasası’nda değişiklik yapılmasına dair Hükûmet tasarısı ve Adalet Komisyonu raporu üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, konuşmamıza başlamadan önce bu kanun tasarısında çok geçen “kat mülkiyeti” ve “kat irtifakı” ifadelerinin tanımlamasını yaparak sözlerime başlamak istiyorum çünkü halkımız bu “kat mülkiyeti” ve “kat irtifakı” kelimelerini çok duyuyor, bunların ne olduğunu karıştırıyorlar.

Kat mülkiyeti, bağımsız bölümler üzerinde kurulan mülkiyet hakkıdır; yani tamamlanmış bir yapının kat, daire, iş bürosu, dükkân, mağaza, mahzen, depo gibi bölümlerinden ayrı ayrı ve başlı başına kullanılmaya elverişli olan bölümleri üzerinde kurulan bir mülkiyet türüdür. Kat irtifakı ise, arsa payına bağlı bir irtifak çeşididir; bir arsa üzerinde, ileride kat mülkiyetine konu olmak üzere yapılacak veya yapılmakta olan bir veya birden çok yapının bağımsız bölümleri için o arsanın maliki tarafından kurulan irtifak hakkıdır. Kat irtifakı başlı başına bağımsız bir mülkiyet türü değildir, aslolan kat mülkiyetidir.

Nüfusun hızla artması, köylerden kentlere göçlerin artması, özellikle büyük yerleşim merkezlerinde iş yeri ya da konut ihtiyacını karşılayacak yer teminindeki güçlükler, kentlerde arsa fiyatlarının yüksekliği gibi nedenlerle bir arsa üzerinde tek katlı binalar yerine birçok kişinin yararlanacağı çok katlı yapıların yapılması toplumsal bir zorunluluk hâline gelmişti. Sosyal ve kültürel yönden birbirinden farklı insanların aynı yapının dairelerinde birlikte yaşamaları doğal olarak pek çok sorunu doğurmuştur. Bu sorunları çözmek, beliren toplumsal gereksinimleri gidermek için 23/6/1965 tarih ve 634 sayılı Kat Mülkiyeti Yasası çıkarılmış, bu 634 sayılı Kat Mülkiyeti Yasası 2/7/1965 tarihinde yürürlüğe girmiştir. O tarihten bugüne kadar, birisi, 11/2/1991 tarihli 431 sayılı Kanun Hükmünde Kararname, yedisi de yasa olmak üzere bu 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu sekiz kez değişikliğe uğramıştır. En son, 1/7/2005 tarihinde 5378 sayılı Yasa, 18/4/2007 tarihinde 5627 sayılı Yasa, 14/11/2007 tarihinde 5711 sayılı Yasa olmak üzere, 2005-2007 yılları arasında üç kez değiştirilmiştir, hatta 2007’de iki kez bu yasa değişikliğe uğramıştır.

634 sayılı Yasa, tek parsel üzerinde tek yapı rejimi üzerine oturmaktayken, 13/04/1983 tarihinde çıkarılan 2814 sayılı Yasa’yla tek parsel üzerinde birden çok yapı rejimine geçilmiş; 14/11/2007 tarihinde çıkarılan 5711 sayılı Yasa’yla da komşu parseller üzerinde birden çok yapı rejimine geçilmiştir.

Öncelikle belirtelim ki, görüldüğü gibi, orasından burasından yapılan parça parça değişikliklerle, 634 sayılı Kat Mülkiyeti Yasası artık bir yasa olmaktan çıkmış, yamalı bohça hâline gelmiş; Yasa’nın ruhu, iskeleti dağılmıştır.

634 sayılı Kanun çok önemlidir. Türkiye’deki uyuşmazlıkların çok büyük bir kesimi bu Yasa’dan kaynaklanmaktadır. Toplu yapılar, büyük şehirlerden kasabalara, hatta köylere kadar gelmiştir. Şehirlerde ve kasabalarda 634 sayılı Yasa’dan dolayı uyuşmazlık ve sorunu olmayan, bunlarla ilgisi bulunmayan hemen hemen hiçbir kişi yok gibidir. Bu Yasa herkesi ilgilendirir hâle gelmiştir. Sorunları çözmek için yapılan her değişiklik mevcut sorunları çözmediği gibi yeni yeni sorunlar üretmiştir.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak, burada yapılması gereken, acilen yapılması gereken olayın, bu Yasa’yı parça parça değiştirmek değil, bu alandaki sorunları çözecek, Türkiye'nin gerçeklerini göz önüne alan, İmar Kanunu’ndaki hassasiyetleri de dikkate alarak ikisini bir bütünlük içerisinde, yeni baştan, sıfırdan bir kat mülkiyeti yasasını çıkarmak olmalıdır diye düşünüyoruz.

Kat Mülkiyeti Kanunu’nda değişiklik yapan 14/11/2007 tarih 5711 sayılı Yasa’nın kabul edilmesinin üzerinden henüz iki yıl geçmedi değerli milletvekilleri. İki yıl geçmeden, hatta o Yasa’nın hükümleri uygulama olanağı bulmadan yeniden bu Meclise geldi. Biz, 5711 sayılı Kat Mülkiyeti Yasası görüşülürken Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri olarak hassasiyetlerimizi, eksik gördüğümüz hususları açıkça bu kürsüden dile getirmiştik ancak Hükûmetin, muhalefetin önerilerini hiçbir zaman kulak verme, onları dinleme alışkanlığı olmadığı için o itirazlarımızı göz önüne almayı bile gerek görmedi. Ama şimdi burada, 5711 sayılı Yasa’da bizim bu kürsüde Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri olarak söylediğimiz eksiklikleri gidermek için yeni bir yasayla geliyorlar.

Bakın, değerli arkadaşlarım, biz bu kürsüde düşüncelerimizi söylerken, 14/11/2007 tarihinde Cumhuriyet Halk Partisi adına yaptığım konuşmada aynen şunu söylemişiz: “Yalnız, ben bu maddede ve geçmişte geçen, dün kabul edilen 7’nci maddede yanlış gördüğüm eksikliği belirtmek istiyorum.

Şimdi, kanun maddesini aynen okuyorum: ‘Belirtilen süre içerisinde yani, iki yıllık süre içerisinde kat irtifakı sahiplerinden birinin veya varsa yöneticinin, kat mülkiyetinin kurulması için gerekli olan belgelerden eksik olanların tamamlanması için diğer kat irtifakı sahiplerinden her birine yazılı bildirimde bulunmasına rağmen, gereğini yerine getirmeyen kat irtifak hakkı sahiplerinden her birisine, bin TL idarî para cezası verilir.’ hükmündedir. Şimdi, madde metninden açıkça anlaşılacağı gibi…” demişiz ve buradaki eksikliklerimizi “soru 1”, “soru 2”, “soru 3” diye açıkça sormuşuz. “Bu eksiklikler burada giderilmedi.” demişiz.

Devam ediyoruz: “Burada bir karmaşa var, burada eksiklik var. Aslında bunların giderilmesi gerekirdi. Bunlar, sanıyorum, gözden kaçtı. Bu yazılı bildirim nereden olacak?” demişiz.

Devam ediyoruz: “Bu belirsizliklerin, bu karışıklıkların ortadan kaldırılması gerekiyordu.” demişiz.

Devam etmişiz: “Bu yasanın uygulanması sırasında eksiklikler ortaya çıkacaktır.” demişiz.

Değerli arkadaşlarım, şimdi biz o gün söylediklerimizin bugün burada gerçekleşmiş olmasından dolayı -ben sevinemiyorum- üzülüyoruz çünkü Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemini yazboz tahtasına çevirerek, böyle sürekli bir yıl önce yaptığımız yasayı bir yıl sonra tekrar yeni baştan düzenlemek durumunda kalmak zaman savurganlığıdır. Nitekim, Türk Ceza Kanunu’nda da aynı şey yapıldı. 2005 yılından önceki bir madde, 2005 yılındaki değişiklikle kaldırıldı. Bu yasama yılı içerisinde, tekrar o maddeyle ilgili bu kürsüde biz yeniden bir kanun çıkarttık ve aynı eleştirileri ben o zaman da söylemiş oldum.

Değerli arkadaşlarım, bugünkü tasarının gerekçesinde belirtilen hususlara katılmak mümkün değil. Öncelikle ben onu söylemek istiyorum. Çünkü, burada açıkça söylenildiği gibi, tasarının gerekçesinde, 5711 sayılı Yasa’nın halk tarafından anlaşılamadığı nedenle bu yasanın getirildiği, yine tapu idaresinin, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün çok dolu olması nedeniyle bu yasanın getirildiği söyleniliyor.

Değerli milletvekilleri, çok üzücüdür, bir kanun teklifinin gerekçesi… O yasanın halk tarafından anlaşılamamış olması nedeniyle kanun teklifi gelmez. Eğer o kanun doğruysa, o kanun ihtiyaçlara cevap veriyor ise, yapılması gereken, o yasayı halka anlatmaktır. Eğer o yasa halkın ihtiyaçlarına cevap veremez nitelikteyse, sürdürülebilir özelliği yoksa, kanun kanun değilse, elbette ki buraya bu tasarıyı getirmek zorunda olur. Burada çıkıp yüreklice söylenilmesi gereken şey şudur: “Biz, 5711 sayılı Yasa’yı çıkarırken halkın ihtiyaçlarını dikkate almadık, muhalefet partisinin görüşlerini dikkate almadık ve bu eksiklikleri gördük, bundan dolayı kusurumuz var.” deyip tüm Meclisten özür dilemektir.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, bu yasayla, 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 3’üncü maddesinde, 12’nci maddesinde, 20’nci maddesinde ve bir geçici madde eklenerek geçici maddesinde olmak üzere toplam dört maddede değişiklik yapılıyor. Arkasından Komisyonda, eleştirilerimiz de dikkate alınarak bir geçici madde ilave edilmiş, bir yürütme maddesi var, bir de yürürlük maddesi var.

Şimdi, 1’inci maddede, 5711 sayılı Yasa’yla değişiklik yapılan 3’üncü maddenin üçüncü fıkrasında değişiklik var. Buradaki değişiklik, yapı kullanma iznine, yani ana gayrimenkulün tamamına dayalı bir yapı kullanma izin belgesine dayanarak kat mülkiyeti geçişine imkân tanıyan bir düzenlemedir ki olması gereken bir düzenlemeydi. Bunun bugün değil, 2007’de olması lazımdı.

Yine,  bize göre -birazdan açıklayacağım- tasarının 2’nci maddesinde yapılan değişiklik, kat mülkiyetinin kurulması ve istenen belgeler konusundadır. Burada 12’nci maddede bir değişiklik yapılıyor. Aslında burada yapılan şu: (c) bendindeki birtakım cümleler alınıyor, (a) bendine ilave ediliyor, (c) bendi yürürlükten kaldırılıyor. Yani (a) bendi, (c) bendinin karışımı ve burada liste olayı kaldırılıyor ve “…birden çok yapılarda yerleşimlerini gösteren vaziyet plânı ile yapı kullanma izin belgesi…” diyor. Yani vaziyet planını da kaldırıyor.

Bu doğru bir uygulama değil. Hem teknik açıdan doğru değil hem hukuki açıdan doğru değil. Çünkü vaziyet planıyla mimari proje ayrı ayrı kavramlardır. Toplu yapılarda vaziyet planı olmazsa olmazdır. Çünkü vaziyet planı yapıların bir parsel üzerindeki konumlarını gösterir, durumlarını gösterir, duruşlarını gösterir. Adı üzerindedir. Yani Meclisin dağılımı bile vaziyettir. İşte AKP milletvekilleri burada oturuyor, CHP orada oturuyor, MHP orada oturuyor. Yani bu bir vaziyettir. Siz eğer bunu kaldırırsanız, sadece mimari projeyle yetinirseniz baştan daha bu yasa ölü doğuyor demektir.

Umuyorum ve diliyorum ki Hükûmet bu konudaki vaziyet planını tekrar tasarıya ekleyecektir diye düşünüyorum. Yine, Hükûmet bu 2’nci maddede yapmak istediği değişikliği umuyorum ve diliyorum ki çekecektir. Çekmesi gerekir. Tekniken ve hukuken de bir zorunluluktur.

Yine tasarının 3’üncü maddesiyle bir değişiklik getiriliyor. Burada da bu değişiklikle bir ceza kaldırılma olayı var. Bir de yine birbirine eklemeler olayı var. Bu konuda da bizim bir önergemiz olacak. Sayın Hükûmetin de veya Sayın Bakanın da bu konuda herhâlde değişiklik önergeleri olacak bizim konuşmalarımızdan sonra, onları da dikkate alacaklar. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, zaten, yazdığımız muhalefet şerhinde, çok açık ve seçik bir şekilde düşüncelerimizi anlattık.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, burada asıl sıkıntı… Yapı kullanma izin belgesi olanların kat mülkiyetine geçişinde bir sıkıntı yok. Yani şöyle bir sıkıntı yok: Bunların belirli prosedürü yerine getirerek kat mülkiyetine geçme imkânı var. Ama burada asıl sıkıntı, yapı kullanma izin belgesi olmayan ama oturan… Yani, bir yapı projesine uygun olarak, mimari projesine uygun olarak yapılmış, inşaat ruhsatları alınmış ancak sonuçta yapı kullanma izin belgesi alınmamış ve müteahhit de ortadan kaçıp gitmiş.

Şimdi, bu insan tapu dairesine gittiği zaman, orada dairesinin bir sürü eksikliği olduğunu öğreniyor. Yapı kullanma izin belgesi olmadığı nedenle ilişiksiz belgesi sigortadan ve Maliyeden aranıyor. On beşe yakın evrak aranıyor. Adam bir bakıyor ki, işin içine giriyor, bir daha da işin içinden çıkamaz hâle geliyor.

Değerli arkadaşlarım, esas bunun çözümlenmesi gerekiyordu, bu çözümlenmemiştir. Biz, toplumsal gelişim süreci içerisinde yeni gereksinimlerin belirmesi sonucu gereksinimleri karşılayacak yeni yasa yapma ya da mevcut yasalarda değişiklik yapma zorunluluğu doğduğu zaman, yasama organının, bu yasama faaliyetini sürdürürken, yasa yapılmasını gerektiren nedenleri, amaçları, yasanın sürdürülebilir olmasını gözetmek durumunda olduğuna inanıyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi kişilerin, toplumun, halkımızın gereksinimlerini karşılamaya, kişilerin ve toplumun hakkını, hukukunu korumaya, geliştirmeye yönelik yasal düzenlemeleri öteden beri savunmakta ve bunları, hiçbir siyasi ön yargıya kapılmaksızın, açıkça desteklemektedir. Bundan böyle de bu tür yasal düzenlemeleri savunmayı ve desteklemeyi sürdürecektir. Bu nedenledir ki 634 sayılı Kat Mülkiyeti Yasası’nın kat irtifaklı taşınmazlarda kat mülkiyetine geçilmemiş olmasını ceza yaptırımına bağlayan 14’üncü maddesinin dördüncü fıkrasının yürürlükten kaldırılmasına ve ceza yaptırımına ilişkin geçici 1’inci maddede değişiklik yapılmasına ilişkin tasarı hükümlerinin ve 634 sayılı Yasa’nın 3’üncü maddesinin üçüncü fıkrasında değişiklik getiren tasarının 1’inci maddesinde, yapının tamamı için düzenlenecek yapı kullanma izin belgesine dayanarak kat irtifakının kat mülkiyetine resen çevrilmesini öngören hükmü ve resen geçişin yanında kişiye istem hakkı sağlayan dönüşümü açık bir şekilde desteklemektedir. Ne var ki siyasal iktidar, zaman içinde toplumda beliren ve yasal düzenleme gerektiren bir gereksinimi karşılarken, anlaşılmaz bir acelecilik içerisinde “bu da olsun” anlayışı ile hareket ederek düzenleme yaptığı için bir bütünün belli parçalarında değişiklik yaparak yasanın bütünsel iskeletini bozmayı alışkanlık hâline getirmiştir. Bu görüşümüzün de en somut teyit edici örneği bu Hükûmet tasarısıdır.

634 sayılı Kat Mülkiyeti Yasası’nda işbu tasarı ile değiştirilmesi ve kaldırılması öngörülen hükümlerin büyük bir kısmı, aynı Hükûmet döneminde kabul edilen ve 28/11/2007 tarihinde yürürlüğe giren 5711 sayılı Yasa’nın Adalet Komisyonunda görüşülmesi sırasında kabul edilen ve CHP’li üyelerin tüm haklı itirazlarına rağmen kabul edilen, İç Tüzük’ün 77’nci maddesi uygulanarak kabul edilen bu olaylardır.  Eğer bu itirazlar yerine gelmiş olsaydı bugün bu meseleleri tartışmıyor olacaktık.

Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak çok açık bir şekilde tasarının 2’nci maddesinin bu tasarı metninden çıkarılmasını istiyoruz. Çünkü bu işin uygulaması olan Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin görüşü açık ve kesin şekilde budur değerli arkadaşlarım. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi tasarının 2’nci maddesiyle getirilmek istenilen düzenlemenin uygulamada kaos yaratacağına ve bu olayın uygulanamaz hâle geleceğine inanmaktadır.

Yine, 3’üncü maddede ise bizim önerimiz: Birinci ve üçüncü fıkradaki değiştirilmeye gerek yoktur. Sadece burada dördüncü fıkranın yürürlükten kaldırılması yani cezaya ilişkin hükmün yürürlükten kaldırılması yeterlidir, ihtiyaçlara cevap verebilir niteliktedir.

Tasarının 4’üncü maddesinde de bir değişiklik gelmiş. Burada da yapılan düzenlemede olay doğrudur. Yalnız geçici 1’inci maddeye biz bir hususun da eklenmesini istiyoruz değerli arkadaşlarım. O da “Deprem sigorta poliçesi ve başka hiçbir belge aranmaksızın.” ibaresinin eklenmesini istiyoruz. Nedeni şu: Değerli arkadaşlarım, bugün yapı kullanma izni İmar Kanunu’nun 30’uncu maddesine göre veriliyor. Şimdi burada bu kanunun getiriliş amacı halkımıza kolaylık sağlamak. Ancak uygulamada, yapı kullanma izni cins tahsis belgesinin yanında, bu Yasa’da yazılmamasına rağmen, “deprem sigorta poliçesi” kelimesi yazılmamasına rağmen uygulamada tapu daireleri tarafından deprem sigorta poliçesi aranmaktadır. Dolayısıyla 30 bağımsız bölümlü bir yer düşünün, 28 tanesinin siz poliçesini bulun, 2 tanesini bulamadığınız zaman bunu gerçekleştiremiyorsunuz, o zaman bu yasayla yapmaya çalıştığınız kolaylık ortadan kalkıyor. Fiilen kat irtifak sahiplerinin hepsinin toplanma zorunluluğu doğuyor. O zaman sizin ileri sürdüğünüz iddia ortadan kaldırılmış oluyor. Çünkü tapu daireleri 587 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 12’nci maddesinde “Kamu kuruluşları, zorunlu deprem sigortasının yaptırılmış ve priminin ödenmiş olduğu belgelenmedikçe bu sigortaya tabi binalarla ilgili tapu tescil işlemleri dahil hiçbir işlem yapamazlar.” Şimdi, değerli arkadaşlarım, bu, Kanun Hükmünde Kararname, yani değeri kanuna eşit. Şimdi, bu konuyu siz bir genelgeyle çözemezsiniz. Ben tapu müdürü olsam, buna göre benim önüme iş gelse, ben deprem sigorta poliçesi isterim.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Öztürk, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) – O nedenle, olayı çözmek için, kanunun amacına uygun bir şekilde olayı sağlamak için geçici maddeye aynen şunu eklemek lazım: “Deprem sigorta poliçesi dâhil başkaca belge aranmaz.” Zaten geçici maddede düzenliyoruz, zaten buna ilişkindir. Ana maddede düzenleyemeyiz. Yani, deprem sigorta poliçesinin kaldırılması zaten doğru değildir. O nedenle, sadece kat irtifaklı yapılarda kat mülkiyetine geçiş sırasında, o geçici maddede, bunun düzenlenmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Muhalefet şerhimizde belirttiğimiz ve açıkladığımız hususlar Hükûmet tarafından, Sayın Bakan tarafından ve AKP Grubu tarafından dikkate alınırsa olayı kazasız belasız götürürüz, bir daha bu yasa tasarısı tekrar Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemini işgal etmez. Söylediğimiz hususların dinlenileceğine, kulak verileceğine inanıyoruz. Biz sadece teknik nedenlerle bu olaya baktık, hiçbir siyasi ön yargımız yoktur.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Öztürk, teşekkür ediyorum.

AK PARTİ Grubu adına, Bartın Milletvekili Sayın Yılmaz Tunç, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 409 sıra sayılı Kat Mülkiyeti Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı’nın geneli üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Nüfusun ve şehirleşmenin hızla artması, arsa fiyatlarının özellikle şehirlerde küçük müstakil ev yapımına imkân vermemesi kanun koyucuyu çeşitli ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de kat mülkiyetini düzenlemeye, bir yapının ayrı ayrı ve başlı başına kullanılmaya elverişli kat, daire, dükkân gibi bağımsız bölümlerinin müstakil mülkiyete konu olmasını kabule zorlamış ve bu amaçla hazırlanan 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu 1966 tarihinde yürürlüğü konulmuştur.

1966 tarihinden itibaren Kat Mülkiyeti Kanunu’muzda günümüz ihtiyaçlarını karşılayacak değişiklikler 2007 yılına kadar maalesef gerçekleştirilememiştir. AK PARTİ hükûmetleri döneminde Türkiye Büyük Millet Meclisi, diğer bütün konularda olduğu gibi, kat mülkiyeti mevzuatını da ele almış ve Kat Mülkiyeti Kanunu’nda uygulamada ortaya çıkan sorunları giderecek önemli değişikliklerin gerçekleştirilmesi sağlanmıştır.

2007 yılında yapılan değişiklikle 634 sayılı Kanun’da “tek parsel, tek yapı” düşüncesinden hareketle düzenlenen mülkiyet hakkı, ortak yerler ve onlardan faydalanma, gayrimenkulün yönetimi, ortak giderlere katılma gibi hususlar, toplu konut uygulaması göz önünde bulundurularak yeniden düzenlenmiştir.

Yine, 2007 yılındaki değişiklikle kat irtifakından kat mülkiyetine geçişi hızlandırmak, tapu sicilinin güncel tutulmasını sağlamak ve bir kısım mali kayıpların giderilmesi amacıyla da önemli değişiklikler yapılmıştır.

634 sayılı Kanun’un 14’üncü maddesinin dördüncü fıkrasında 28 Kasım 2007 tarihinden sonra yapıları tamamlanmış olan kat irtifaklı ana gayrimenkulde yapı kullanma izin belgesi alındığı tarihten itibaren bir yıl içinde kat mülkiyetine geçilmesi zorunluluğu getirilmiş, bu kanunun geçici 1’inci maddesiyle de 28 Kasım 2007 tarihinden önce tamamlanmış binalar için de iki yıl içinde kat mülkiyetine geçilme mecburiyeti getirilmiştir.

14’üncü maddenin dördüncü fıkrası ve geçici 1’inci maddede belirtilen süreler içinde kat irtifakı hakkı sahiplerinden birinin veya yöneticinin yazılı uyarısına rağmen, gerekli belgeleri vermeyen kat irtifakı hakkı sahiplerinden her birine belediye veya mülki amir tarafından bin Türk lirası idari para cezası verilmesi hükmü getirilmiştir.

Bu hükümlerin getirilmesiyle hedeflenen, kat irtifakından kat mülkiyetine geçişi hızlandırmaktır çünkü kat irtifakından kat mülkiyetine geçilememesi hâlinde tapu kayıtları güncellenememektedir. Bu durum gerek tapu sicil kayıtlarının gerçeğe uygun tutulmamasına ve gerekse diğer kamu kurum ve kuruluşlarıyla yargı mercilerinde tereddütlere ve zaman kayıplarına sebep olmaktadır. Tapu kayıtlarında arsa olarak görülen yerler üzerinde evler hatta bloklar yapılmasına rağmen sağlıklı bilgilere ulaşılamamaktadır. Diğer yandan, kayıtlar güncellenemediği için belediyeler vergi alacağı kayıplarına uğramaktadır.

İşte bu amaçlarla hazırlanan tasarı 22’nci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisinde Adalet Komisyonunda rapora bağlanmış ve İç Tüzük 77’nci maddesi gereğince de Adalet Komisyonumuzca benimsenerek bu dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülerek kanunlaşmıştır.

Kanunun getirdiği düzenlemelerin uygulamada, hayata geçirilmesinde bazı aksamaların olduğu görülmüştür. Kat mülkiyetine geçme işlemlerinin birkaç safhadan ibaret olması sebebiyle işlem süreci uzun olmaktadır. Vergi dairesinden ilişik kesme belgesinin alınması, kadastro müdürlüğünde cins değişikliği yapılması, DASK poliçesinin yapılması ve tapu sicil müdürlüğündeki işlemler uzun zaman almaktadır. Her bağımsız bölüm için DASK poliçesinin ayrı ayrı yapılması mecburiyeti bulunduğundan, bağımsız bölüm maliklerinin tamamına ulaşmak mümkün olamamakta ve DASK poliçesi olmadan da diğer belgeler olsa dahi işlem sonuçlandırılamamaktadır.

Geçici 1’inci maddedeki sürenin bitmesine yaklaşık beş ay kaldığı için, yoğun talep sebebiyle tapu sicil ve kadastro müdürlüklerinin ve belediyelerin iş yükünün artması söz konusudur. Bu süre içerisinde bütün kat mülkiyetine çevirme taleplerinin karşılanması mümkün görülmemektedir ve bu işlemlerin süresinde yapılamaması sebebiyle vatandaşlarımız ceza ödemek durumuyla karşı karşıya kalabilecektir. Bir kat maliki kat mülkiyetine geçiş işlemlerini kendisi yaptırmak istese dahi, diğer maliklerden herhangi birinin istememesi veya herhangi birine ulaşılamaması hâlinde işlem gerçekleştirilememektedir. Bu nedenlerle kat mülkiyetine geçişi daha da kolaylaştıracak değişikliklerin yapılması zorunlu hâle gelmiştir.

Bu tasarı, kanunda belirtilen yükümlülükleri yapmak istemesine rağmen tüm kat maliklerine ulaşamayan vatandaşların, süresi içerisinde kat mülkiyetine geçememeleri nedeniyle idari para cezasına muhatap olmaktan kurtaracaktır.

Yine bu tasarı, Kat Mülkiyeti Kanunu’nun geçici 1’inci maddesinde öngörülen sürenin dolmasına kısa bir süre kalması nedeniyle, belediyeler, tapu sicil müdürlükleri ve kadastro müdürlüklerinde oluşan yoğunluğun, bu yerlerde görülmekte olan kamu hizmetlerinin önemli ölçüde aksamasının önüne geçecektir.

Bu tasarı, kat irtifakından kat mülkiyetine geçişi kolaylaştırması açısından önemli bir tasarıdır.

Bürokrasinin mümkün olduğunca bertaraf edilmesi suretiyle vatandaşların yükünün azaltılması ve Türk Medeni Kanunu’nun öngördüğü tapu sicilinin güncel tutulmasını sağlayacak ve bu alanda devletin herhangi bir mali kayba uğramaması amacıyla kat irtifakı tesis edilmiş yapılar için resen kat mülkiyetine geçilebilmesi hususunda reform denilecek bir düzenleme yapılmaktadır.

634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu’nun sadece 14’üncü maddesinin dördüncü fıkrası ile geçici 1’inci maddesinin yürürlükten kaldırılmasıyla bu maddelerde öngörülen cezalar ve kat irtifakından kat mülkiyetine geçmek için belirlenen bir ve iki yıllık süreler ortadan kaldırılarak vatandaşlarımız para cezalarına muhatap olmaktan kurtarılmaktadır.

Kat irtifakı veya kat mülkiyeti kurulurken talep edilen noter tasdikli listenin kaldırılması da önemli ve gerekli bir değişikliktir. 2007 tarihli değişikliğin Hükûmet tasarısında da bulunan ancak komisyonda tasarı metninden çıkarılan bu husus görüşmekte olduğumuz tasarıyla çözüme kavuşmaktadır. Noter tasdikli listenin özellikle yargıya yansıyan hâllerde ispat hukuku bakımından önemli olduğu, noter masrafının çok fazla olmadığı, dolayısıyla vatandaşa önemli bir mali külfet getirmediği gerekçeleriyle bu listenin kaldırılmasını muhalefete mensup arkadaşlarımız istemediklerini ifade etmişlerdir. Arkadaşlarımızın üzerinde ısrarla durdukları ve noter tasdikli listenin kat mülkiyetine geçişte mutlaka istenmesi yönündeki görüşlerinin hukuki bir gerekçesinin olmadığı kanaatindeyim. Kat irtifakı ve kat mülkiyeti kurulurken, talep edilen noter tasdikli listede her bağımsız bölümün arsa payı, kat, daire, iş bürosu gibi nevi ve bunların 1’den başlayıp sırayla giden numarası, varsa eklentisi gösterilmekte ve bu liste ana gayrimenkulün maliki veya bütün paydaşları tarafından noter huzurunda imzalanmaktadır. Hazırlanan tasarıda bu listenin kaldırılması öngörülmektedir. Çünkü, noter tasdikli listede yer alan bilgilerin tamamı kat irtifakı veya kat mülkiyeti kurulurken tapu idaresine verilen mimari proje kapağında da yer almakta ve ana gayrimenkulün maliki veya bütün paydaşları tarafından imzalanmaktadır.

634 sayılı Kanun’un 10’uncu maddesine göre kat irtifakı ve kat mülkiyeti resmî senetle ve tapu siciline tescil ile doğmaktadır. Tapu idaresi kat irtifakını veya kat mülkiyetini kurarken düzenlediği resmî senede yine noter tasdikli listede yer alan bilgileri yazmakta ve ana gayrimenkulün maliki veya bütün paydaşları tarafından bu resmî senet tapu memuru huzurunda imzalanmaktadır. Yani mevcut uygulamada malikler hem noter tasdikli listede hem mimari projede hem de tapu memurunca düzenlenen resmî senette gösterilmektedir. Noter sadece listeyi değil, aynı zamanda maliklere ait nüfus bilgilerini ve vekâletnameleri de onayladığından bu işlemlerin yapılması vatandaşlarımıza önemli bir mali külfet getirmektedir.

Ayrıca, bütün kat maliklerinin noter huzuruna gitmesinin gerekmesi bakımından da vatandaş için bir külfet getirdiği açıktır.

Noter tasdikli listenin özellikle yargıya yansıyan hâllerde ispat hukuku bakımından önemli olduğu ileri sürülse de yargıya yansıyan hâllerde tapu memuru tarafından düzenlenen resmî senet de ispat bakımından yeterli olmaktadır.

Diğer taraftan, malikler listesi tapu memurunca resmî senede yazılırken mimari projeye göre işlem yapılmaktadır. Hem mimari projede hem de tapu memurunca düzenlenen resmî senette maliklerin listesi yer aldığından ayrıca noter tasdikli listenin istenmesi vatandaşlarımıza gereksiz yere yük getirmekte olup, bu değişiklikle vatandaşlara işlem kolaylığı sağlanmış olacak, gereksiz bürokratik işlemlerin önüne geçilecektir.

Tasarıya göre, 634 sayılı Kanun’un mevcut 12/a maddesinde yer alan “vaziyet planı” ibaresi madde metninden çıkarılmakta ve kat irtifakı veya kat mülkiyeti kurulurken mimari projenin tapu idaresine verilmesi öngörülmektedir.

Yine, muhalefete mensup milletvekillerimiz özellikle toplu yapılarda vaziyet planının tapu idaresine verilmesinin önemli olduğunu öne sürerek bu değişikliğe itiraz etmektedirler.

Vaziyet planı mimari projenin eki olduğu için “vaziyet planı” ibaresi 12/a maddesinden, madde metninden çıkarılmıştır. Mimari proje tapu idaresine verildiğinde bu projenin ekleri, dolayısıyla vaziyet planı bu proje ile birlikte tapu idaresine verilecektir.

“12/a maddesinde mimari projenin diğer ekleri sayılmadığından vaziyet planı da sayılmasın.” mantığı ile söz konusu değişiklik yapılmıştır.

Ayrıca, toplu yapı uygulamasında kat mülkiyetinin ve kat irtifakının tesisine, aranacak belgelere, tapuda yapılacak işlemlere ilişkin hususlar ilgili yönetmeliğe göre yapılmaktadır. Bu yüzden vaziyet planının toplu yapılar bakımından önem arz ettiği gerekçesiyle 12/a maddesine “vaziyet planı” ibaresinin eklenmesinin istenilmesi gereksizdir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu tasarının kanunlaşmasından sonra, yapı kullanma izin belgesi alacak yapıların yapı kullanma izin belgesinin belediyece tapu idaresine gönderilmesi üzerine kat mülkiyetine geçişin kadastro ve tapu müdürlüklerince resen yapılması, böylece tapu sicilinin güncellenmesi hızlanmış olacaktır. Bu tasarının kanunlaşmasından önce yapı kullanma izin belgesi alan yapıların sahiplerinin müracaatı veya yapı kullanma izin belgesinin belediyece tapu idaresine gönderilmesi üzerine kat mülkiyetine geçişin kadastro ve tapu müdürlüklerince resen yapılması bir reformdur. Vatandaşlarımızın üç ayrı taleple yapmak zorunda oldukları işlemler kaldırılıp işlem sürecinde önemli bir iyileşme olacaktır.

Sonuç olarak tasarının yasalaşmasıyla vatandaşımız yapı kullanma izin belgesi olduğu hâlde kadastro ve tapu sicil müdürlüğüne toplamda 3 defa müracaat edip işlem yaptırmaktan, araç tutup memur götürmekten, her seferinde döner sermaye ücreti ödemekten, apartmandaki daire maliklerini yurt içi-yurt dışı aramaktan, anayasal hakkı olduğu hâlde mülküne, mülkiyetini yansıtamamaktan, kurumlar arası kuryelikten, süreye bağlanmış işlemi yetiştirememekten, devletinin kendisine ceza kestiği düşüncesinden kurtulacaktır. Diğer taraftan da tapu ve kadastro kayıtlarının güncellenmesi ve dolayısıyla vergi tahakkukunun gayrimenkulün gerçek değeri üzerinden yapılması sağlanacaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle tapuda vatandaşlarımıza büyük kolaylıklar getiren bu tasarının yasalaşarak ülkemize, milletimize hayırlı olmasını diliyor, tasarının hazırlanmasında emeği geçenlere teşekkür ediyor, hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz.

Buyurun Sayın Işık.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, bildiğiniz gibi, Bakanlığınız gerek il müdürlükleri gerekse tapu ve kadastro müdürlüklerinde personel sıkıntısı had safhadadır. Gerçekten, Kütahya Bayındırlık İskân İl Müdürlüğü ve Tapu Kadastro Müdürlüklerine ben bizzat gittim, gördüm; ciddi anlamda bir iş yükü yoğunluğu var. Bu konuda Bakanlığınızın hangi çalışmaları var? Bu personel sıkıntısını nasıl çözebileceğiz?

İki: Bu tasarı kanunlaştığında, kat irtifakının kat mülkiyetine resen çevrilmesiyle vatandaşlarımız herhangi mali yük altına girecekler mi? Yani, sonradan bir ekonomik sıkıntı yine gündeme gelecek mi?

Son sorum da mahkemelik gayrimenkullerdeki kat mülkiyetine geçişte yaşanacak sorunlar nasıl çözülecek? Mahkemelik olanlar, mahkemelik durumdaki gayrimenkullerdeki bu mülkiyet problemini nasıl çözeceksiniz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Taner, buyurun.

RECEP TANER  (Aydın) – Sayın Bakan, görüşmekte olduğumuz Kat Mülkiyeti Kanunu ile bugüne kadar iki yetkili birimden noter tamamen kaldırılmakta. Noterle ilgili yargıya düşmüş olan ihtilaflarda, çözüm noktasında sıkıntı olacağı kanaatine katılmıyor musunuz?

İki: Hâlen oturulmakta olan ama yapı kullanma izin belgesi olmayan binalarla ilgili ne tür bir düzenleme düşünüyorsunuz? Burada kanunun herhangi bir şeyi yok. O konuda bilgi verirseniz memnun olurum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, buyurun.

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI MUSTAFA DEMİR (Samsun) – Sayın Başkanım çok teşekkür ediyorum.

Öncelikle ilk soruya… Personel  sıkıntısı noktasında çalışmalarımız devam ediyor. İlave personel alımları yapılacak fakat bu arada, yeni bir personel değerlendirmesi konusunda bir çalışmamız var. Belli yerlerde personel sıkıntısı var. Kısa zamanda bunları giderme gayreti içerisinde olacağız.

“Kat irtifakından, kat mülkiyetine geçişte ilave bir mali yük binecek mi?” Binmiyor. Döner sermaye olarak alınan harçları da bu süreçle alakalı olarak kaldırmış oluyoruz. Mahkemelik olan gayrimenkullerle ilgili eğer kat irtifakından, kat mülkiyetine geçişini engelleyecek bir mahiyeti varsa, dolayısıyla mahkeme neticelenene kadar işlem yapılamayacağı açıktır.

Sayın Taner’in sorusu itibarıyla, “Bağımsız bölüm listelerinin noterlerden onaylanmasının kaldırılması durumunda yani noter onaylı bağımsız bölüm listesinin kat irtifakı aşamasında istenmemesi durumunda bir sıkıntı doğar mı?” Doğmaz. Çünkü tapu dairelerinde zaten resmî senet olarak o bağımsız bölüm listeleri çok detaylı olarak bizzat tanzim ediliyor, malikler tarafından aynen tapu takriri alırcasına imza altına alınıyor. İzin belgesi olmayan meskenlerle ilgili yapı kullanma izin kâğıdı olmayan kat irtifakı kurulmuş bağımsız bölümlerle alakalı burada yaptığımız düzenleme onu kapsamıyor. Bununla ilgili ileride bir çalışma şu anda yapıyoruz. Oradaki özel durumlarla ilgili önümüze ne çıkacağını yapılan çalışma neticesinde anlayacağız, ona göre bir düzenleme yapma imkânı olabilir.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Görüşmeler tamamlanmıştır. Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1’inci maddeyi okutuyorum:

KAT MÜLKİYETİ KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA İLİŞKİN

KANUN TASARISI

MADDE 1- 23/6/1965 tarihli ve 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanununun 3 üncü maddesinin üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“Kat irtifakı arsa payına bağlı bir irtifak çeşidi olup, yapının tamamı için düzenlenecek yapı kullanma izin belgesine dayalı olarak, bu Kanunda gösterilen şartlar uyarınca kat mülkiyetine resen çevrilir. Bu işlem, arsa malikinin veya kat irtifakına sahip ortak maliklerden birinin istemi ile dahi gerçekleştirilebilir.”

BAŞKAN –Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Afyonkarahisar Milletvekili Halil Ünlütepe.

Buyurun Sayın Ünlütepe. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA HALİL ÜNLÜTEPE (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 409 sıra sayılı Kat Mülkiyeti Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, nüfus artışı, kentleşme, arsa üretimindeki sıkıntılar insanları toplu yaşamaya yönlendirmiş, bunun getirdiği sonuçlar için de sorunları çözmek amacıyla 634 sayılı Kat Mülkiyeti Yasası 1965 yılında yürürlüğe girmiştir. Değişim sonucu yeni doğan sorunlar nedeniyle ve Yasa’nın da yeterince ihtiyaçları karşılayamaması gerekçesiyle bu Yasa’da 1969 yılında, 1983 yılında, 1992 yılında, 2000 ve 2007 yıllarında ciddi kapsamlı değişiklikler yapılmıştır. Şimdi yapılan değişikliklerle de Yasa, hemen hemen yamalı bir bohça hâline dönüşmüş durumdadır. Elbette bu Yasa yürürlüğe girdikten sonra, çeşitli tarihlerde ihtiyaçlardan kaynaklanan değişiklikler de yapılmış. Kat Mülkiyeti Yasası’nda bütünlüğü bozacak şekilde parça parça değişiklikler yapmak yerine, imar hukuku ile bağlantıları gözetilerek yeni bir düzenleme yapılmasının daha faydalı olacağı tartışmasızdır. Kat Mülkiyeti Yasası, günümüz koşullarında uygulaması yönünden herkesi yakinen ilgilendiren bir yasadır, uygulaması en yaygın olan bir yasadır. Bu nedenle, anlaşılabilir, uygulanabilirliği basit olan yeni bir düzenleme daha uygun olacaktır diye düşünüyorum.

Sevgili arkadaşlar, Kat Mülkiyeti Yasası üzerinde bundan bir buçuk yıl önce yirmi dört maddede değişiklik yapmıştık. Kapsam genişti ama yasa tasarısı, bir buçuk yıl önce, Parlamentonun gündemine İç Tüzük’ün 77’nci maddesi gerekçe gösterilerek, bir de temel yasa kapsamı içinde yeterince tartışılmadan geçmiştir ve aradan bir buçuk yıl geçiyor, bir buçuk yıl önce değiştirdiğimiz kanun maddelerini bugün tekrar, yeniden değiştirme ihtiyacı duyuyoruz. Elbette, Kat Mülkiyeti Yasası’nın getirdiği değişiklikler zamana uyum sağlayabilmek amacıyladır ama eğer bir yasa bir buçuk yıl sonra tekrar Parlamentonun gündemine getiriliyorsa o yasanın ilk hazırlanışında ciddi aksaklıkların olduğunu da düşünmek zorundayız. Bir parlamento bir buçuk yıl sonrasını göremiyorsa, o parlamento yasa yapma tekniği açısından ciddi sıkıntılara düşmüş demektir.

Bakın, biraz sonra görüşeceğimiz 2’nci maddeyle ilgili, aynı tasarı, bir buçuk yıl önce Parlamentonun gündemine getirilmiş, Komisyonda tartışılmış, Komisyonda -o zaman Adalet Komisyonu Başkanı Sayın Köksal Toptan- bilim adamları dinlenmiş -Parlamentoda o dönem iki siyasi parti var- iki siyasi partinin grup temsilcileri o maddeyi tartışmış, Yargıtay düşüncesini söylemiş ve Sayın Köksal Toptan’ın sözleriyle “Kat Mülkiyeti Kanunu’ndaki 12’nci madde, 634 sayılı Kanun’un 12’nci maddesi aynen korunmalıdır, hiçbir değişikliğe gidilmemelidir.” demiştir.

Bir buçuk yıl geçiyor, bir buçuk yıl sonra, bu tasarı gene aynen Komisyonun gündemine ve şimdi de Genel Kurulun gündemine getiriliyor. Bir buçuk yıldır bu Yasa’nın uygulanmasında ne tür aksaklıklar doğdu? Hangi gerekçeler var? Bu gerekçelerin hiçbirisi yok. Görüşmelerde Yargıtay gene, ısrarla, eski düşüncesinde duruyor. Buna rağmen uygulamada ne tür aksaklık doğduğu ileri sürülmemesine rağmen ısrarlı bir şekilde bu yasanın tekrar görüşülmesi isteniyor. Bunu Sayın Bakanla görüştüm. Perşembe günü, Sayın Bakanla Meclis Genel Kurulunda görüştüm. Eğer bu konuda hukuksal açıdan bir sıkıntı olursa 2’nci maddeyi geri çekeceğini söyledi. Bir bakanın sözüne güvenmeyip de kimin sözüne güveneceksiniz ki? Şimdi, görüşüyorum, Sayın Bakan “Ben bu konuda ısrarlıyım, geçirilmesinden yanayım.” diyor! Peki, Sayın Bakan, bir buçuk yıl önce bu yasa taslağı Komisyona geldiğinde, Komisyonda, bu tasarının yanlış olduğunu hem Adalet ve Kalkınma Partisinin 22’nci Dönem milletvekilleri hem Cumhuriyet Halk Partisinin 22’nci Dönem milletvekilleri toptancı bir görüşle, ittifakla kabul etmişlerdi; şimdi, hangi gerekçeleri ileri sürerek bunu kaldırma ihtiyacı duyuyoruz?

Siyaset ciddi bir iştir. Siyaset adamı kolay yetişmez ama bir siyasetçi perşembe günü bir parlamentere “Ben bu yasanın 2’nci maddesini çekiyorum.” deyip de bugün “Çekmiyorum.” diyorsa… Sayın Bakan, çabucak eskidiniz, çabucak. Bakanın sözüne güven duyulur. bakanın sözüne güven duyulur. O sözü vermeseydiniz keşke. O düşüncelerinizi keşke bizimle paylaşmasaydınız. O konuda ısrarcı olabilirsiniz. O ısrarcı davranışınıza saygı duyarım sonuna kadar ama bir bakan, perşembe günü Meclisin içinde “peki” demesine rağmen bugün farklı düşünüyorsa… Sayın Bakan, bir hafta on beş gün sonra başka bir değişiklikle gelmeyeceğinizin bana ne tür garantisini verebilirsiniz ki? Nasıl güven duyulabilir ki bu Hükûmete? Nasıl güven duyulabilir ki bu Hükûmetin getirdiği bürokratlara? Yani, bu işin bir ciddiyeti olur, yasa yapmanın bir tekniği olur. Bunlar yok. Bunlar yok. Yenisiniz Sayın Bakan ama daha önce komisyon başkanlığı yaptınız, onun getirdiği olanakları iyi değerlendirmeniz lazımdı. Bir parlamenter, bir siyasetçi söz vermişse, o sözü yanlış da olsa arkasında durur. Durmanız gerekir Sayın Bakan, durmanız gerekirdi daha doğrusu. Ama, tabii ki siz farklı düşünebilirsiniz. Çünkü dün siyasette “Dün dündür, bugün bugündür.” diyenleri gördük. Peki, bir buçuk yıl önce bu Kat Mülkiyeti Kanunu’nun yirmi dört maddesinde değişiklik yapılırken Cumhuriyet Halk Partili milletvekilleri olarak bizler, getirdiğiniz kat irtifakından kat mülkiyetine geçişteki cezaların yanlış olduğunu 22’nci Dönemde hem Parlamentoda hem Komisyonda söyledik. Şimdi, bizim dediğimize bir buçuk yıl sonra geliyorsunuz. Bu yurttaşa bu kadar ezayı, cefayı çektirmek sizi üzmedi mi? Bir buçuk yıl sonra bizim dediğimize geliyorsunuz. Bu cezaları kaldırıyoruz bugün. Peki, bir buçuk yıldır niçin bu kat sakinlerine bu cezayı uygun gördünüz? Bunun gerekçesi nedir? O gün de Cumhuriyet Halk Partili milletvekilleri Adalet Komisyonunda bu tür bir düzenlemenin yanlış olduğunu söyledi. O tür bir düzenleme Anayasa’nın mülkiyet hakkına karşıdır. Benim kendi mülkiyetimde ne tür davranışlar içerisinde olacağıma, ne tür hareket edeceğime dair yasal bir düzenleme yapamazsınız, yapamazsınız! Ama o gün de birileri size, o günkü Sayın Bakana bir şeyler söyledi, ikna ettiler, cezai yaptırım.. Tabii ki o cezai yaptırımdan dolayı başınız ağrıdı, bizim de devamlı, bir buçuk yıldır başımız ağrıyordu ve biz bir buçuk yıldır kamuoyunda onu söylüyorduk, “Bunu yapan Adalet ve Kalkınma Partililer.” diyorduk, “Biz onları uyardık, bu Yasa’da değişiklik gerekir.” diyorduk. Şimdi, bu Yasa’nın değiştirilmesi yönünde sizlerle hemfikiriz ama 12’nci maddede yapılan o değişiklik konusunda hukuksal açıdan ciddi endişelerimiz var, onu paylaşmaya çalıştık.

Bazı şeylerde, hukuk kurallarında maddi ölçüler düşünemezsiniz. İspat hukuku açısından gerekli olan koşullar var. Kat Mülkiyeti Kanunu’nda ciddi değişiklikler yapılmadı ama bu tür bir değişikliğin getireceği faydalar dilerim iyi olur ama hakikaten hukuksal alanda uygulanması açısından sıkıntılar göreceğinizi hissediyorum ve görüyorum.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Parlamentonun çalışma programının bitmesine yakın olan günlerde gelen yasalardan birini görüşüyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla) – Bağlıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Ünlütepe.

HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla) – Elbette her madde üzerinde görüşmeler yapılsaydı çok daha yararlı olurdu ama geneline baktığımızda toplumun lehine olan yasalar, geneline baktığımızda Cumhuriyet Halk Partisinin bir buçuk yıl önce söylediği bu cezaların verilmesinin yanlışlığını bir buçuk yıl sonra düzeltiyorsunuz. İşte, Türkiye’yi bizim en az bir buçuk yıl gerimizden idare etmeye kalkıyorsunuz ve öyle yönetiyorsunuz.

Açıkçası bu konuda size desteğiz ama güven duygusu açısından baktığınızda Sayın Bakan, bakanın sözüne güvenilmelidir, bir bakan siyaset yapıyorsa, siyaset adamıysa çok daha ciddi davranışlar içinde olmalıdır diyorum.

Bu yasanın hem toplumumuz için hem yüce Meclisimiz için hayırlı ve uğurlu olması dileğiyle, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Gruplar adına başka söz talebi? Yok.

Şahısları adına? Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

2’nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2- 634 sayılı Kanunun 12 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi aşağıdaki şekilde de-ğiştirilmiş ve (c) bendi yürürlükten kaldırılmıştır.

“a) Anagayrimenkulde, yapı veya yapıların dış cepheler ve iç taksimatı bağımsız bölüm, eklenti, or-tak yerlerinin ölçüleri ve bağımsız bölümlerin konum ve büyüklüklerine göre hesaplanan değerleriyle oranlı arsa payları, kat, daire, iş bürosu gibi nevi ile bunların birden başlayıp sırayla giden numarası ve bağımsız bölümlerin yapı inşaat alanı da açıkça gösterilmek suretiyle, proje müellifi mimar tarafından yapılan ve anagayrimenkulün maliki veya bütün paydaşları tarafından imzalanan, yetkili kamu kurum ve kuruluşlarınca onaylanan mimarî proje ile yapı kullanma izin belgesi.”

BAŞKAN – Madde üzerinde söz talebi? Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

3’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3- 634 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve dördüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır.

“Henüz yapı yapılmamış veya yapısı tamamlanmamış bir arsa üzerinde kat irtifakının kurulması ve tapu siciline tescil edilmesi için o arsanın malikinin veya bütün paydaşlarının buna ait istem ile birlikte 12 nci maddenin (a) bendine uygun ola-rak düzenlenen proje ile (b) bendindeki yönetim plânını tapu idaresine vermeleri lazımdır. Kat mülkiyetine geçişte ayrıca yönetim plânı istenmez.”

“Yapının tamamlanmasından sonra kat irtifakının kat mülkiyetine çevrilmesi, kat irtifakının tesciline ait resmi senede ve 12 nci maddede yazılı belgelere dayalı olarak, yetkili idarece yapı kullanma izin belgesinin verildiği tarihten itibaren altmış gün içinde ilgili tapu idaresine gönderilmesi üzerine resen yapılır.”

BAŞKAN – Madde üzerinde söz talebi? Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

4’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 4- 634 sayılı Kanunun geçici 1 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiş-tirilmiştir.

“GEÇİCİ MADDE 1- Bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce kat irtifakı kurulmuş ve üzerindeki yapılar tamamlanıp yapı kullanma izin belgesi alınmış yapılarda, kat irtifakına sahip ortak maliklerden birinin başvurusu veya yapı kullanma izin belgesinin yetkili idarece tapu idaresine gönderilmesi üzerine kat mülkiyetine resen geçilir.”

BAŞKAN – Madde üzerinde söz talebi? Yok.

Bir adet önerge vardır, önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 409 sıra sayılı Kat Mülkiyeti Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının çerçeve 4 üncü maddesi maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                  Ali Rıza Öztürk                  Halil Ünlütepe               Ferit Mevlüt Aslanoğlu

                        Mersin                        Afyonkarahisar                           Malatya

                   Turgut Dibek                                                                  Şevket Köse

                       Kırklareli                                                                       Adıyaman

"Madde 4- 634 sayılı Kanunun geçici 1 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

Geçici Madde 1- Bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce kat irtifakı kurulmuş ve üzerindeki yapılar tamamlanıp yapı kullanma izin belgesi alınmış yapılarda, kat irtifakına sahip ortak maliklerden birinin başvurusu veya yapı kullanma izin belgesinin yetkili idarece tapu idaresine gönderilmesi üzerine zorunlu deprem sigortası poliçesi dâhil başkaca hiçbir belge aranmaksızın kat mülkiyetine resen geçilir."

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Yeter sayı nedeniyle takdire bırakıyoruz.

BAŞKAN – Hükûmet?

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI MUSTAFA DEMİR (Samsun) – Katılıyoruz.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Kat irtifakından kat mülkiyetine geçişi kolaylaştırmak amacıyla kat mülkiyetine geçişte ana gayrimenkulün yapı kullanma izin belgesi yeterli ve gerekli koşul görülmüş iken uygulamada tapu dairelerinin 587 sayılı Zorunlu Deprem Sigortasına Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin 12 nci maddesinin ikinci fıkrasındaki " ... kamu kuruluşları zorunlu deprem sigortasının yaptırılmış ve priminin ödenmiş olduğu belgelenmedikçe bu sigortaya tabi binalarla ilgili tapu tescil işlemleri dâhil hiçbir işlem yapmazlar." Hükmüne dayanarak her bağımsız bölüm için zorunlu deprem sigortası yaptırıldığına dair sigorta poliçesi istemektedirler. Bu da uygulamada kat mülkiyetini geçiş sırasında kat irtifak sahiplerinin tümünün aranıp bulunmasını zorunlu hale getirmektedir. Böylece kat irtifak sahiplerinin tamamı olmadan geçişi mümkün kılan bu kanuni düzenlemenin pratik olarak geçersiz kalması sonucu doğmaktadır. Bu da bu Tasarının getiriliş temel amacına esaslı bir aykırılık oluşturmaktadır. Önerge ile getirilmesi istenilen değişiklik ile geçici 1 inci maddenin " … gönderilmesi üzerine" ibaresinden sonra "zorunlu deprem sigortası poliçesi dahil başkaca hiçbir belge aranmaksızın" ibaresi eklendiği takdirde adı geçen 587 sayılı kanun Hükmünde Kararnameye dayanarak her bağımsız bölüm için zorunlu deprem sigortası poliçesi istenilmeyecek, kat mülkiyetine geçişte bütün kat irtifak sahiplerinin aranıp bulunulması söz konusu olmayacak, vatandaşlar da gereksiz bir yükten kurtulacak ve böylece Tasarının getiriliş amacı gerçekleştirilmiş olacaktır.

BAŞKAN – Gerekçesini dinlediğiniz, Hükûmetin katıldığı, Komisyonun takdire bıraktığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Kabul edilen önerge doğrultusunda 4’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

5’inci maddeyi okutuyorum:

Madde 5- 634 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

“GEÇİCİ MADDE 2- 28/11/2007 tarihinden önce kurulan toplu yapılara ait yönetim planlarının bu Kanun hükümlerine uyarlanması amacıyla yapılacak ilk değişiklik için mevcut kat malikleri kurulunun salt çoğunluğu yeterlidir. Mevcut toplu yapı yönetimleri, değiştirilen yönetim planına göre yeni yöneticiler seçilinceye kadar geçici yönetim olarak görevini sürdürür. Toplu yapı yöneticisi seçimi, en geç yönetim planının değiştirilmesini takip eden üç ay içinde yapılır.”

BAŞKAN – Madde üzerinde söz talebi? Yok.

Bir adet önerge vardır, önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Kat Mülkiyeti Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının 5 inci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

Halil Ünlütepe

Ali Rıza Öztürk

Turgut Dibek

 

Afyonkarahisar

Mersin

Kırklareli

 

Ferit Mevlüt Aslanoğlu

 

Şahin Mengü

 

Malatya

 

Manisa

“Madde 5- 634 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

Geçici Madde 2- Bu Kanunun yürürlük tarihinden önce kurulan toplu yapılara ait yönetim planlarının, bu Kanun hükümlerine uyarlanması amacıyla yapılacak ilk değişiklik için mevcut kat malikleri kurulunun salt çoğunluğu yeterlidir. Mevcut toplu yapı yönetimleri, değiştirilen yönetim planına göre yeni yöneticiler seçilinceye kadar geçici yönetim olarak görevini sürdürür. Toplu yapı yöneticisi seçimi, en geç yönetim planının değiştirilmesini takip eden üç ay içinde yapılır.”

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Yüksek takdire bırakıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükûmet?

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI MUSTAFA DEMİR (Samsun) - Katılıyoruz Başkanım.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

5711 sayılı Kanunun Geçici 3 üncü maddesi, Kanunun yürürlüğe girmesinden önce kurulan toplu yapılara ait yönetim planlarını, altı aylık süre içinde 634 sayılı Kanuna uyarlama olanağını sağlayan bir düzenleme olup, bu sürenin dolmuştur.

Tasarının 5 inci maddesi ile Kanuna eklenmesi öngörülen Geçici 2 nci maddede; yönetim planlarının bu Kanun hükümlerine uyarlanmasının, 28/11/2007 tarihinden önce kurulan toplu yapılar yerine, bugüne kadar geçen süre içinde kurulan toplu yapılara uygulanması ile bir boşluğun oluşmasını önlemek amacıyla bu değişiklik önergesi verilmiştir.

BAŞKAN – Gerekçesini dinlediğiniz, Hükûmetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Kabul edilen önerge istikametinde 5’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

6’ncı maddeyi okutuyorum:

MADDE 6- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Madde üzerinde söz talebi? Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

7’nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 7- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Madde üzerinde söz talebi? Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Böylece tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır. Milletimiz için hayırlı olmasını diliyorum.

Saat 20.15’te toplanmak üzere birleşime ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 19.25

 

 

 

 

 

 

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 20.21

BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN (Bingöl), Fatma SALMAN KOTAN (Ağrı)

BAŞKAN – Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 108’inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Görüşmelere devam edeceğiz.

3’üncü sıraya alınan Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarıları ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

3.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarıları ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/688, 1/703, 1/684, 1/696) (S. Sayısı: 384)(x)

BAŞKAN - Sayın Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Komisyon raporu 384 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Yalova Milletvekilimiz Muharrem İnce, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Eskişehir Milletvekili Sayın Beytullah Asil.

İlk söz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Yalova Milletvekili Muharrem İnce’ye aittir.

Sayın İnce, buyurun efendim. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama başlamadan önce, bugün burada gündem dışı olarak Karaman Milletvekili Sayın Mevlüt Akgün, 732’nci Türk Dil Bayramı’nı kutladı, ben de kutluyorum ama ne tesadüf ki bugün bu saatlerde, bu Parlamento “Medipol Üniversitesi”ni kabul edecek. Ben “Medipol”ün ne anlama geldiğini bilmiyorum, 3-4 tane doktor arkadaşıma telefon açtım, onlar da bilmiyor. Eğer bu yüce Meclis içerisinde “Medipol”ün ne anlama geldiğini bilen varsa lütfen bana açıklasın. Bence bu isim Genel Kurul aşamasında mutlaka değiştirilmeli.

Bir diğeri, yine Anadolu topraklarının en büyük değerlerinden birisi olan, hatta insanlığın en büyük değerlerinden birisi olan “Mevlânâ” isminin bir vakıf üniversitesine verilmesini de doğru bulmuyorum. Bu bir devlet üniversitesi olabilirdi, çok da şık olurdu, çok da doğru olurdu, biz de gönül rızasıyla bunu desteklerdik. Ben, Genel Kurulda “Mevlânâ Üniversitesi” isminin ve “Medipol Üniversitesi” isminin değiştirileceği umudunu taşıyarak konuşmama başlıyorum.

Sayın milletvekilleri, yedi yılda 41 devlet üniversitesi kuruldu, 15 vakıf üniversitesi kurulmuştu, bugün de 7 tane daha kurulacak, 22 vakıf üniversitesi. Toplam 94 devlet üniversitesi ve 45 vakıf üniversitesi. Üniversite konusu, ne yazık ki hep yanlış tartışıldı. “Senin ilinde var mı, yok mu? Benim ilimin ekonomik yaşamına, ticari yaşamına ne katkı sağlayacak?” gibi dünyanın hiçbir yerinde üniversite kurulurken tartışılmayan şeyler ne yazık ki bizde böyle tartışıldı, üniversiteye hep böyle baktık. Çok ucuz bir bakış açısıydı bu ve üniversite konusunu, şöyle bir on beş yirmi yılı incelediğimizde, Meclis tutanaklarına baktığımızda, ne yazık ki milletvekilleri, muhalefet milletvekili oldukları dönemlerde çok doğru şeyler söylemişler ama iktidar milletvekili olduğu dönemlerde bu görüşlerinden vazgeçmişler. Örneğin, 1999 yılında bir sayın milletvekili, daha sonra Millî Eğitim Bakanı olan bir sayın milletvekili “Bugün vakıf üniversitelerimiz dâhil, yetmiş iki üniversitemiz vardır. Bu üniversitelerin –üzülerek söylüyorum- birçoğunun çok ciddi boyutta eksiklikleri vardır, çok ciddi boyutta aksaklıkları vardır. Ben bu tabiri kullanmak istemiyorum ama bunların bir kısmı tabela üniversiteleridir.” diyor, çok da doğru söylüyor, ama kendisi bakan olduğunda kurulan Ardahan Üniversitesinin bir tabelası bile yoktu. Bunu ne yazık ki tartışmanın dışında tutuyor.

Sayın milletvekilleri, altmış beş yeni üniversite… Peki ne yaptık, farklı bir şey yaptık mı? Aynı iktisadi ve idari birimler fakültesini, aynı mühendislik fakültelerini, aynı fen-edebiyat fakültelerini, aynı hukuk fakültelerini kurduk. Oysa dünyadaki üniversitelerin yapısı değişti. Biz bu kurduğumuz devlet üniversitelerinde de, vakıf üniversitelerinde de, hiçbirinde ne yazık ki bu değişimi yakalayamadık ve üniversite konusunu bu Mecliste tartışırken şöyle demedik: Üniversite bir araştırıcılar topluluğu mu olacak, bir yetiştirme ortamı mı olacak birey için, yoksa toplumun hizmetinde bir üniversite mi istiyoruz? Üniversite entelektüel bir kalıp mı olacak? Eğitimin ekonomik yaşamda temel bir görev üstlendiğini önemseyen bir üniversite anlayışı mı, üretim faktörüne dönüşmüş bir üniversite mi? Bu tartışmaların hiçbirini ne yazık ki burada yapmadık. “Benim ilimde ne zaman olacak, senin ilinde kaç tane var?” tartışmasının ötesine gidemedi.

Bu Meclis kürsüsünden hiçbir zaman –yedi yıldır bu Komisyonun üyesiyim- ne yazık ki üniversitelerin altyapı sorunlarını tartışmadık. Yurt, barınma sorunlarını tartışmadık ama rektör atamalarını çok tartıştık. Hatta öyle oldu ki rektör atamaları üniversite kurulmasının çok önünde oldu.

Bakınız, 2002 yılında Kredi ve Yurtlar Kurumundaki yurt kapasitemiz 185 bin, bugünkü kapasitemiz 208 bin. Sadece 23 bin artmış. 2008-2009 eğitim-öğretim yılında 552 bin öğrenci yerleştirilmiş üniversitelere, 213 bini yurt müracaatı yapmış ve bunların -213 binin- sadece 89 bini yurtlara yerleştirilmiş. Lisans düzeyindeki öğrenci sayımız 1 milyon 675 bin ve yurtların kapasitesi 375 bin. Bunun içine devlet yurtları, vakıf yurtları, özel yurtlar dâhil. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, 4 Mayıs 2009 tarihinde, Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğü, Millî Eğitimden alındı, Başbakanlığa bağlandı.

Şimdi, daha önce Başbakanlığa bağlıydı, AKP Hükûmeti  döneminde, 2002’de iktidara geldikten sonra buradan aldınız -Başbakanlıktan- Millî Eğitime bağladınız, şimdi tekrar Başbakanlığa bağlıyorsunuz. Bu değişikliğin sebebini anlayabilmiş değilim. Acaba Sayın Bakan bunu başaramaz diye mi elinden alındı, doğrusu bunu anlayabilmiş değilim.

OECD raporlarında üniversitelerin özerkliğine baktığımız zaman yedi kalemde üniversitelerin özerkliği tartışılıyor. Meclis kürsüsünden hiç tartışılmayan bu yedi özerkliği sizlerle paylaşmak istiyorum. Üniversitelerin bina ve arsa mülkiyeti var mı? Borç ve kredi alma özerkliği var mı? Hedeflerine göre bütçeyi harcama kabiliyeti nedir? Akademik yapı ve ders içeriklerini belirleme hakkı var mıdır? Akademik personeli işe alma veya işten çıkarma yeteneği nedir? Maaşları belirleme yeteneği nedir? Ne kadar öğrenci alacağına karar verebiliyor mu? OECD raporlarına göre, bu özerklik ölçütlerinde ne yazık ki Türkiye sıfır çekiyor. Bırakın sıfır çekmeyi, bir Belediye Başkanı Ankara’da -Büyükşehir Belediye Başkanı- bir üniversitenin arazisine göz dikebiliyor.

İşte bu tartışmaların arasında hiçbir zaman öğretim üyesi sorununu tartışmıyoruz. Ön lisans programlarında 658 bin öğrencimiz var ve ön lisans programlarında 658 bin öğrencimiz olmasına rağmen, 132 profesörümüz var yani 5 bin öğrenciye 1 profesör düşüyor. Lisans düzeyindeki öğrenci sayımız 1 milyon 675 bin, profesör sayımız 13 bin yani 127 öğrenciye 1 profesör düşüyor. Devlet üniversitelerinde öğrencilerin yüzde 92,5’u okuyor, vakıf üniversitelerinde yüzde 7,5’u okuyor. Öğretim üyelerine baktığımızda öğretim üyelerinin yüzde 90’ı devlet üniversitelerinde, yüzde 10’u vakıf üniversitelerinde yani vakıf üniversiteleri çok daha şanslı bir konumda burada.

Vakıf üniversiteleri, öğretim üyesi yetiştirmek için hiçbir yatırım yapmıyor, bu konuda hiçbir harcama yapmıyor. Ve şu örneği vermek istiyorum, bir futbolcuyla bir profesör örneğini vermek istiyorum: FIFA talimatlarına göre, bir futbolcunun yetişmesine katkısı olan bir kulüp yetiştirme tazminatı alıyor. Futbolcuya yetiştirme tazminatı var ama profesöre yetiştirme tazminatı yok. Devlet üniversiteleri buradan hiçbir tazminat talep edemiyor.

Sayın milletvekilleri, 1933’ten bu yana ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti, vatandaşlarının yükseköğrenim ihtiyacını karşılayamıyor, bu sorunu çözemiyor. Yükseköğrenimle ilgili tartışmalar, katsayı, türban, imam-hatip lisesi, bu tür tartışmaların dışına ne yazık ki çıkmıyor. Ülkemiz neden geri kalmış? Bu ülkede ova mı yok, akarsu mu yok, maden mi yok; yetişmiş insan gücü mü yok, genç bir nüfus mu yok; turizm mi yok? Hangisi yok? Bütün bunların hepsi var. Peki, ülkemizin geri kalmışlığının nedeni ne? Hepimiz biliyoruz ki insanımızın yeterince eğitilmemiş oluşu. Tarımımız verimsiz, sanayimizdeki vergi oranları ve enerji maliyetleri yüksek, turizmde yetişmiş elemanımız yok, madenlerimiz yetişmiş elemanımız olmadığı için katma değer üretilmeden ucuza satılıyor. İşte böyle bir ortamda ne yazık ki eğitimsiz insanlar topluluğu olduk çıktık.

Bakın ben size 1920’lerden, 1930’lardan birkaç örnek vermek istiyorum: Bugün dünya bir küresel krizle boğuşuyor. 1929’da da bir büyük kriz vardı ama unutmayınız ki bu ülkedeki Musiki Muallim Mektebi 1929’da kurulmuştur. Yani dünya bir ekonomik krizle boğuşurken bu ülkeyi yönetenler, cumhuriyeti kuranlar “Musiki Muallim Mektebi” yani bugünkü konservatuarın ilk temellerini o yıllarda atmışlardır.

Nasıl oluyor da 1920’lerde karma eğitimi, yeni Türk harflerini, 1933’teki üniversite reformunu, öğretim birliğini gerçekleştirenler, yani sorunun, ülkenin kalkınmasındaki temel sorunun eğitim olduğunu görenler çok doğru işler yapmışlar da nasıl olmuş da seksen yılda biz bu sorunları çözememişiz? İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi zulmünden kaçan bilim adamları Türkiye’ye sığınıyorlar ama bugün bizim bilim adamlarımız yurt dışına gidiyorlar. İşte bunları hep birlikte sorgulamalıyız.

Yine size tarihimizden bir güzel örnek vermek istiyorum: 10 Temmuz 1921, İnegöl işgal edilmiş; 15 Temmuz 1921, Bozüyük işgal edilmiş; 17 Temmuz 1921, Kütahya işgal edilmiş ama 15 Temmuz 1921 günü Atatürk Ankara’da Maarif Kongresi’ni topluyor. Yani ülke bir yandan işgal edilirken, o, eğitime verdiği önemden hiç vazgeçmiyor. Yani siz kriz anlarınızda, borçlu olduğunuz anlarda, ekonomik problemler yaşadığınız anlarda, az köprü, az yol, az okul, az baraj yapabilirsiniz ama az eğitim yapamazsınız.

Hep birlikte şunu sormalıyız kendimize sayın milletvekilleri: Biz neden başaramadık bu yükseköğretim problemini? Neden başaramadık? Çünkü biz tartışmalarımızı bilimsel ölçütler içerisinde yapmadık, ideolojik tartışmalarla gün geçirdik, konuya bizim takım, sizin takım meselesinden baktık. İktidarlar değişince eğitim politikaları değişti. Bırakın iktidarların değişmesini, aynı iktidarın farklı millî eğitim bakanlarının farklı uygulamalarıyla karşılaştık. Gece rüyasında gördüğü uygulamaları sabahleyin uygulamaya sokan bakanlarla karşılaştık.

Nasıl bir üniversite açılmalı, nereye, nasıl açılmalı? Bence önce bunun yasasını çıkarmalıydık. Yani üzerinde MHP’nin de, DTP’nin de, CHP’nin de, AKP’nin de hep birlikte anlaştığımız, şu şu şu ölçütler sağlandığında üniversite kurulur diye bir yasa çıkarmalıydık önce.

Sayın milletvekilleri, ülkemizin bu eğitimsiz insanlar topluluğunda, eğer hâlâ bu ülkede 7 milyon okuma yazma bilmeyen insan varsa ve bunların 5 milyonu kadınsa oturup başımızı ellerimizin arasına alıp ciddi ciddi düşünmemiz lazım: Bizim dezavantajlarımız neler, avantajlarımız neler?

İşte bizim dezavantajlarımız: ARGE eksikliklerimiz, düşük nitelikli meslek eğitimimiz, altyapı eksikliklerimiz, uzun vadeli düşünce eksikliklerimiz, beyin göçü, hızlı nüfus artışı ve kırdan kente plansız göç. Bunlar bizim en büyük dezavantajlarımız.

Peki, bizim avantajlarımız var mı? Tabii ki var. Genç ve dinamik bir nüfusumuz var, iletişim ve bilişim teknolojilerini kavrayabilecek, yeniliklere açık genç bir nüfusumuz bizim en büyük avantajımız. Dayanışmacı bir sosyal yapımızın olması en büyük avantajımız ve yurt dışında belli konularda uzmanlaşmış Türk iş gücü. İşte, bunlar da bizim avantajlarımız.

Sayın milletvekilleri, bizim hep birlikte kendimize sormamız gereken soru şu: Yüksek nitelikli insan gücünü nasıl oluşturacağız? Ülkemizin rekabet gücünü nasıl artıracağız? Bilgiyi nasıl üreteceğiz ve bilgiyi teknolojiye nasıl dönüştüreceğiz? Girişimci, demokrat, sorgulayan, ulusal hedefleri olan yurttaşları nasıl yetiştireceğiz? Eğitimi, üniversiteyi, çocuklarımızın geleceğini ideolojik tartışmaların ötesinde bilimsel platformlarda tartıştığımızda bu sorunları çözeriz diye düşünüyorum.

Bunları çözeceğiz ama gördüklerim de beni doğrusu ürkütüyor. Bakınız, şimdi sizin takdirlerinize sunacağım: Geçtiğimiz günlerde Millî Eğitim Komisyonu toplantısından sonra bir yazı, Sayın Bakan imzalı: “Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonunda göstermiş olduğunuz çaba ve katkılarınızdan dolayı teşekkür eder, saygılarımı sunarım.” diyor Sayın Bakan Komisyona katıldığım için. Ben Komisyon üyesiyim zaten, Komisyona katılmak benim görevim, yani teşekkürü hak edecek bir şey yapmadım burada. Bürokratlar bunlarla uğraşacaklarına… Bakın ardından da ne olmuş: Ben bir soru önergesi vermişim -şimdi bunu Sayın Bakanın takdirine bırakıyorum- diyorum ki soru önergemde: “Hukuk müşavirliğinin sınava başvuru yapan öğrencilerden sınav ücreti alınmayacağına dair görüşü ibaresi neden çıkarılmıştır? Duyuruda yapılan bu değişiklik 2010 yılında yapılacak olan sınava başvuran öğrencilerden sınav ücreti almaya yönelik midir?” Cevap: “Duyurunun okuyan herkesçe ne ifade edilmek istenildiğinin anlaşılacak açıklıkta olduğu değerlendirilmektedir.” Sayın Bakan, bu hiç yakışmadı. Bana diyor ki yani “Okuduğunu anlamamışsın.” Bu hiç yakışmadı. Bunu bürokratlarınız hazırlamış, siz de o arada imzalamışsınız okumadan, öyle düşünürsem daha rahatlarım ve ben bunu Meclis Başkanlığına bir dilekçeyle iade ettim. Ben burada millet iradesini temsil ediyorum, Sayın Bakan gibi. Ben onu denetlemekle görevliyim. Ben bir soru soruyorum, “Okuduğunu anlamıyor musun?” diyorsun. Ben okuduğumu anlıyorum hatta sizden çok daha çok okuduğumu da düşünüyorum ama bu, devlet kurallarıyla bağdaşmayan bir şeydir. Bunu Bakanlığınızın biraz da acemiliğine veriyorum. Böyle bir yazıyı iade ettiğimi bilmenizi istiyorum.

Yine, benim millî eğitimle ilgili takıldığım konulardan birisi: Millî Eğitim Bakanlığının öğretmenevleri var, neden bu Asya Termal Otelde, sürekli toplantılar burada yapılır anlamış değilim. Bilgisayarlı Eğitime Destek Kampanyası, MEGEB’le ilgili toplantı, Bilgilendirme Çalıştayı… Yani sizin öğretmeneviniz yok mu? Burayı kamulaştırmayı düşünüyor musunuz? Daha ucuza gelir. Yani bir baktım, şöyle bir taradım bugün, bütün toplantılar Asya Termal Otelde… Neden böyle oluyor, bunu Sayın Bakan herhâlde açıklayacaktır.

Yine bir başka konu, 76’ncı madde kapsamında yapılan yönetici atamaları -hepimiz biliyoruz ki- okullarda iş barışını bozmuştur. Bu atamaların liyakate bakılarak yapılmadığını hepimiz biliyoruz ve 76’ncı maddeyle yönetici atamasının yaklaşık bine yakın olduğunu biliyoruz. Bu konuda beş ayrı mahkeme yürütmeyi durdurdu, yürütmeyi durdurma kararı verdi, Sayın Bakan da bu atamaların hukuka uygun olduğunu söylüyor. Şimdi, yani, beş tane mahkeme kararı ortadayken siz illa bin tane mahkeme kararı mı bekliyorsunuz?

Siz hukukçusunuz Sayın Bakan, Millî Eğitim Bakanlığı geçtiğimiz dönemde hukukun çiğnendiği bir yer oldu, hukukun hiçe sayıldığı bir yer oldu, lütfen bunlara izin vermeyiniz.

Yine bir başka konu, bugünlerde öğretmen arkadaşlarımızı çokça ilgilendiren, sıkça ilgilendiren bir konu: Bakın, önce 2006’dan bir örnek vereyim: 2006 sonunda Bakanlık, yayımladığı bir genelgeyle, diyor ki Bakan  “Öğretmenlerin ders ve ek derslerine ilişkin esaslarda sınava hiç öğrenci gelmezse o sınavda görevli öğretmene ücret ödenmez.” Konu mahkemeye gidiyor, Danıştay bu hükmün yürütmesini durduruyor. Şimdi, böyle bir şey olabilir mi? Siz öğretmene görev yazıyorsunuz, diyorsunuz ki: “Şu gün saat 10.00’da sınavda görevlisin.” 10 tane de çocuk kalmış, o sınava girecek. Öğretmen geliyor, sorularını hazırlıyor, tutanağını tutuyor, orada bekliyor, hiçbir çocuk gelmiyor, diyorsunuz ki: “Öğrenci gelmedi, sana ders ücreti vermem.” Bu angaryadır. Bu angaryadır. Böyle bir şey olur mu? Öğretmen oraya gelmiş, sorularını hazırlamış. Gelseydi çocuklar. Devlet bu kadar ucuz işlerle, devlet bu kadar ufak işlerle uğraşmaz. Zaten geçim sıkıntısı içinde öğretmenlerimiz, aldıkları ücret zaten 1 milyar 200 milyon lira civarında. Yani siz öğretmene diyeceksiniz ki: “Öğrenci gelmezse sana ders ücreti ödemem.” Böyle bir mantık olamaz değerli arkadaşlar.

Yine son günlerde yaşadığımız, Personel Genel Müdürlüğünün İstanbul Millî Eğitim Müdürlüğünün istediği görüşe istinaden yazdığı bir yazı var, o da şu: 2009/36 no.lu genelge. Diyor ki… Biliyorsunuz, lise son öğrencilerine kırk beş gün izin veriliyor. O derslere… Öğretmenler okula gidiyor ama bu lise 3’lerin, lise sonların tümü izinli değil ki. Yani bu son kırk beş günden önce, kırk beş gün devamsızlık hakkını tamamlayan öğrenciler var. Onlar geliyor. O hakkını tamamlamayanlar, son günlerde, son kırk beş günde izinli sayılıyor, gidiyor. Öğretmenler orada bekliyor, okulda bekliyor. Diyorsunuz ki: “Ben öğrencilerin bir kısmına izin verdim, sen okula gel…”

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın İnce, konuşmanızı tamamlayınız.

MUHARREM İNCE (Devamla) – Yani açıkçası şu: Son sınıf öğrencilerinin tümünü tatil ilan eden bir genelge değil bu, sadece o izni kullanmak isteyenlere yönelik uygulanan bir emir. Ve siz, okulda öğretmeni orada tutacaksınız, okula gelmek ve yıllık planına göre hazırlığını yapmak zorunda kalacak öğretmen, o gün o saatte okulda olduğuna göre, siz hangi hakla öğretmenin ders ücretini kesiyorsunuz?

Bu da mahkemeden dönecektir. Bu yanlıştan vazgeçin diyorum ve hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın İnce.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Eskişehir Milletvekili Beytullah Asil.

Sayın Asil, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini ifade etmek için söz aldım. Bu vesileyle yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, 384 sıra sayılı Yasa Tasarısı’nın genel gerekçesini sizlerle paylaşarak bazı hususlar üzerine dikkatinizi çekmek istiyorum.

Bilgiyi üreten ve etkin kullanan saygın ülkeler arasında yer alabilmek, özellikle yükseköğretimde nicelik ve nitelik açısından sağlanan başarıyla mümkün olabilmektedir.

Anayasa’mızın 130’uncu maddesinde, çağdaş eğitim ve öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde, milletin ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirmek amacıyla, ortaöğretime dayalı çeşitli düzeylerde eğitim ve öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık yapmak, ülkeye ve insanlığa hizmet etmek üzere çeşitli birimlerden oluşan, kamu tüzel kişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip üniversitelerin devlet tarafından kanunla kurulacağı hükmü yer almakta olup, aynı maddede, kanunda gösterilen usul ve esaslara göre, kazanç amacına yönelik olmamak şartıyla vakıflar tarafından devletin gözetim ve denetimine tabi yükseköğretim kurumlarının kurulabileceği hususu düzenlenmiştir.

Değerli milletvekilleri, bugün, bu, Anayasa’nın 130’uncu maddesindeki hüküm gereği vakıf üniversitelerinin kurulmasıyla ilgili yasa tasarısını onaylayacağız.

Şimdi, burada, son karar mercisi Türkiye Büyük Millet Meclisi olduğuna göre, bu kararı verecek, vakıf üniversitelerinin kurulmasıyla ilgili kararı verecek son kurum Türkiye Büyük Millet Meclisi ve bu Parlamentoda milletimizi temsil eden milletvekilleri olduğuna göre, değerli arkadaşlarım, bu üniversitelerin mal varlıklarıyla ilgili, bu üniversitelerin kurulduğunda bu işi çekip çevirebilecekleriyle ilgili, Anayasa’mızdaki amir hükümleri yerine getirip getiremeyecekleriyle ilgili acaba kaç tanemizin bilgisi var, bu konuda bilgi sahibiyiz? Bu konunun mutlaka irdelenmesi lazım.

Devamla şöyle diyor: “Bu doğrultuda ülkemizde, 94’ü Devlet, 38’i vakıf -bugün, bu sayı aşılmıştır- toplam 132 üniversite bulunmaktadır… Vakıf üniversitelerinin hızla artmasına rağmen, bu üniversitelerde öğrenim gören öğrenci sayısı henüz yüzde 7 civarındadır.”

Değerli arkadaşlarım, açılan vakıf üniversitelerinin sayı itibarıyla devlet üniversitelerine oranı üçte 1 düzeyindedir ancak okuttukları öğrenci sayısına baktığımızda, yetiştirdikleri öğretim üyesi sayısına baktığımızda, maalesef, bu özel öğretim veya vakıf üniversitelerinin kuruluş amacına, Anayasa’mızdaki amir hükümlere uygun düşmediği de açıkça görülmektedir.

Yine burada dikkat çeken bir bölümü sizlerle paylaşmak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, OECD verilerinde 2001 yılı itibarıyla yurt dışında öğrencisi bulunan ülkeler sıralamasında ülkemiz 44.204 öğrenci ile 8’inci sırada yer almaktadır.

2001 yılı verileri… Bir yasa tasarısı Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk ediliyor, bir yasa tasarısı görüşülecek ve bu yasa tasarısının genel gerekçesinde kullanılan veri 2001 yılı verisi. Bu kadar ciddiyetsizlik olmaz diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, tabii, bu ciddiyetsizlik içerisinde, yedi yıla yaklaşan AKP İktidarı döneminde yükseköğretim kurumlarının sorunlarının ne boyutlarda olduğu, bugün neleri konuşmamız gerektiği hususları üzerinde de yüce heyetinizi bilgilendirmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, üniversiteye giriş sisteminde adaletli bir çözümü amaçlayan çalışmalar yapılmamış ve oluşan karmaşa maalesef giderilememiştir. Üniversitelerin önünde oluşan yığılmaları önleyici, gerçekçi ve kalıcı çözümler ortaya konulamamıştır. Mevcut yasalar yükseköğretimi düzenleme çalışmalarında ihtiyaca cevap vermemekte ve bu durum kurumlar arasında zaman zaman karmaşa ve çatışma ortamına yol açmaktadır. Ülkemizin insan kaynakları iyi bir şekilde planlanamadığı için rastgele açılan üniversite, fakülte ve yüksekokullardan mezun olan gençlerin istihdamında güçlükler yaşanmaktadır. Çağın gereklerine ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun fakülteler ve yüksekokullar yerine ihtiyaç, gereği olmayan fakülteler açılarak mevcut sorunlara yeni sorunlar eklenmektedir. Mevcutların sorunlarının çözümü ve ıslahı yönünde bir gayret de maalesef görülememektedir. Nüfus artışına ve üniversiteler önündeki yığılmaya paralel olarak okullaşmada ve öğretim üyesi açısından yeterli sayıya ulaşılamamıştır. Bu konuda adil ve kalıcı çözümler geliştirilememiştir.

Mevcut sistem yapısı içerisinde hem kamu kaynaklarının dağıtımında hem de kullanımında aşırı merkeziyetçi, bürokratik işlemleri yoğun, sınırlayıcı, çalışanlar ile yöneticilerini motive etmeyen, üretimi engelleyen ve akademik çalışma ortamını özendirmeyen bir durum söz konusudur. Üniversitelere ayrılan kamu kaynakları yeterli miktarda değildir. Bu durum üniversitelerin çağın gereklerine uygun donanıma sahip olmasını engellemektedir.

Devlet üniversitelerindeki öğretim elemanları diğer mesleklere göre oransal olarak sürekli gelir kaybı içindedir ve sağladıkları gelir ile toplumsal konumlarına uygun bir hayat sürmeleri mümkün değildir. Bu nedenle de öğretim elemanlığı mesleğinin cazibesi giderek hızlı bir şekilde azalmaktadır.

AKP İktidarının yedi yıldır üniversitelerimize karşı gösterdiği ilgisizlik, kadrosuzluk ve kaynak sağlamaktaki yetersizlik ve buna bağlı olarak yıldan yıla gelişen yılgınlık üniversiteleri çalışamaz konuma getirmiştir. Üniversite öğretim elemanları yoksulluk sınırındaki maaşlarla çalışmaktadırlar. Ek derslerden, ikili öğretimden gelir sağlamaya ve piyasada ek işler aramakla geçimlerini sağlamaya çalışmaktadırlar. Öğretim üyeleri otuz saate kadar derse girmeye zorlanmaktadır. Bütün enerjisini ve vaktini para kazanmak için iş bulmaya harcayan öğretim elemanları artık bilim yapamaz konuma getirilmiştir. Bu duruma artık daha fazla katlanmak mümkün değildir.

Mevcut Türk millî eğitim sistemi, yükseköğretimin önündeki yığılmaları önleyecek, yapılmakta olan eğitimin kalitesini artıracak, öğretim elemanlarının durumlarını iyileştirecek ve bilimde çağı yakalayabilecek bir yapıya mutlaka kavuşturulmalıdır. Meslek lisesi ve meslek yüksekokulları cazibelerini kaybettiği için, “iş bulabilmenin yolunun üniversite mezunu olmaktan geçtiği” şeklinde bir kanaat kamuoyuna hâkim olmuş, bu durum, meslek liselerine ve meslek yüksekokullarına rağbeti azaltmıştır. Türk millî eğitim sistemi içerisinde ve kamuoyunda, “dershaneye gitmeyen üniversiteye giremez” şeklindeki kanaat çok yaygın bir hâl almış ve bu kanaati değiştirmek için de herhangi bir tedbir alınmamaktadır. Değerli milletvekilleri, işte, yükseköğretimin sorunları mutlaka bu minvalde görüşülmeli, konuşulmalı ve çözüm yolları aranmalıdır.

Değerli milletvekilleri, Sayın Millî Eğitim Bakanımız da buradayken birkaç hususun üzerinde de durmak istiyorum: Benden önce konuşan Cumhuriyet Halk Partisi sözcüsünün de ifade ettiği gibi, maalesef son zamanlarda yapılan kadrolaşma çalışmaları, Millî Eğitim Bakanlığında, ortaöğretim kurumlarında çalışma barışını bozmaktadır. Liyakate dayalı olmayan, genelgelere aykırı yapılan atamalar -yönetici atamaları- maalesef eğitim-öğretimin okullardaki kalitesini de hızla aşağıya doğru çekmektedir.

Değerli arkadaşlarım, son zamanlarda icat edilen, kadrolaşma adına icat edilen bir yeni metot daha var. Benim seçim bölgem Eskişehir’de, Millî Eğitim Müdürlüğü müdür yardımcıları ve şube müdürleri kadrolarının tamamı dolu. Son olarak, 5 tane daha şube müdürü vekili… Böyle kadrolar ihdas edilmek suretiyle, olmayan kadrolar ihdas edilmek suretiyle çalışma barışı ve eğitim-öğretimin kalitesi hızla aşağıya doğru çekilmektedir. Bu konuda mutlaka Sayın Bakanın tedbir alması gerekmektedir diyor, bu vesileyle yüce heyeti saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Asil, teşekkür ediyorum.

AK PARTİ Grubu adına Muğla Milletvekili Yüksel Özden.

Sayın Özden, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA YÜKSEL ÖZDEN (Muğla) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan kanun tasarısı üzerine AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlarım.

Uzun zamandır, en azından benim de Mecliste bulunduğum iki yıldır defalarca üniversiteleri konuştuk ve her bir seferinde yeni bir üniversite açmak veya üniversitelerin kendi içlerinde yıllardır çözülemeyen üniversite açmakla ilgili sorunlarının çözümü, bu konudaki teşebbüslerin önlerinin açılması konularında burada görüştük. Bunları yaparken, yeni yeni üniversite açarken bir heyecanla ülkemizde yoğun olarak arzu edilen bir üniversite eğitimini karşılamak için çalışıyoruz. Neden yeni üniversite açıyoruz? Neden bu kadar gayret gösteriyoruz? En temelinde, bizim ülkemizde bir yaş grubunda 1 milyon 300 bine yakın çocuğumuz var. Yani ilerleyen yaş içerisinde biraz, ölümleri düşsek bile, başka şekilde azalmaları kabul etsek bile bir yaş diliminde 1 milyon 300 bin kadar çocuğumuz var. Daha genel bir rakam verecek olursak bu ülkedeki nüfusun yarısı yirmi sekiz yaşın altında. Yani bizim, eğitim ihtiyacını karşılamak durumunda olduğumuz milyonlarca genç var. Bütün bunları her sene yaşıyoruz zaten. Yıllardır ÖSS’ye, üniversiteye giriş sınavlarına 1,5 milyon civarında çocuğumuzun, gencimizin girdiğini ve bunlardan da yaklaşık 175-200 bininin örgün eğitime yerleştiğini, 2 katının açık öğretime yerleştiğini biliyoruz. Yani ülkedeki ihtiyaca baktığımızda şu an açılan üniversitelerin on yıl sonrasında yetmeyeceğini görmek için o kadar çok fazla düşünmeye gerek yok. Yani çok yakın bir zaman içerisinde, şu an işte şu sayıdan şu sayıya çıktı, ikiye katladık, vakıf üniversiteleriyle birlikte baktığımızda yüz kırkı aşan bir rakamdayız. Ben inanıyorum ki 2010, 2015, 2020 yıllarında üç yüz adet üniversite bu ülkenin ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanacaktır.

İSA GÖK (Mersin) – Bunlar vakıf üniversitesi, devlet değil; yanlış söylüyorsunuz.

YÜKSEL ÖZDEN (Devamla) – Biraz önce değerli milletvekillerimizden bir arkadaşımız, dışarıda 50 bine yakın öğrencimizin üniversite eğitimi almak için çaba gösterdiğini paylaştı. Gerçekten bugün Balkan ülkelerine gittiğimizde, Orta Asya’daki ülkelerde, Avrupa’nın diğer ülkelerinde çok yoğun bir şekilde neredeyse Türkiye’den giden öğrencilerle ayakta kalan bölümler, üniversiteler var veya onların kendi işleyişleri içerisinde çok önemli bir grup, Türk öğrenci grubu. Biz, bu öğrencilerimizin dışarıda daha iyi eğitim almalarının veya tercihleri doğrultusunda eğitim almalarının önüne geçmek istemeyiz ama bir defa, bunun tercihen olmasını isteriz. Ayrıca daha büyük beklentimiz de o kadar öğrenci Türkiye’ye gelsin. Biz buradaki arzı o kadar genişletelim, buradaki imkânları o kadar genişletelim ki küresel bir güç olma arzumuzu üniversiteler sayesiyle de bir kez daha ortaya koyalım ve gerçekleştirelim.

Diğer yanda bu üniversite sayılarının artmasını zorunlu kılan başka bir şey, belki kendi dönemimizde üniversiteye gittiğimiz yıllarla karşılaştırdığımızda bugün farklılaşan bir durum şudur: Daha önceleri üniversite eğitimini elit bir grubun alması yeterli sayılıyordu. Çok iyi biliyorsunuz, bir zamanlar yüzde 3-5 ve çok yakın bir zamana kadar da üniversite eğitimi alanların sayısı yüzde 10 civarındaydı, yüzde 10-15 oldu ve bu kimseyi de çok fazla rahatsız etmiyordu. Ancak bugün, dünyada, üniversite eğitimi bir elit eğitimi olmaktan yıllar önce çıkmış ve kitle eğitimi hâlini almıştır. Gelişmiş ülkeler içerisinde yaş grubuna eğitim sunma bakımından yüzde 40’ı, 50’yi, 60’ı aşan ülkeler vardır. Hatta Amerika Birleşik Devletleri'nde yaş grubunun üniversite eğitimi alma oranı yüzde 80 civarındadır ve biz daha -örgün eğitim ve hepsini birlikte topladığımızda- yüzde 30 civarındayız.

Bundan dolayı, üniversite açılışlarında, gerçekten, şu ana kadar yaptığımız gibi, bir tarafta devlet imkânlarını zorlamak diğer tarafta da böylesine niyetleri, çalışmaları, çabaları olan kurum ve kuruluşları, vakıfları teşvik etmek durumundayız. Yine imkânlar ve fırsatlar açısından baktığımızda, düzleşen, yani mekânların iş imkânları açısından, uzaklıkların iş imkânları açısından insanlar için bir engel olma durumunun kalkması durumunu ifade etmek için söylüyorum: Biz eğer kendi gençlerimizi üniversite eğitimi vererek daha iyi eğitilmelerinin ve dünyanın herhangi bir yerinde en iyi şirketlerde, en iyi kurumlarda çalışabilecek şekilde yetişmelerinin önünü açmazsak bırakalım gençlerimizin başka ülkelerde çalışmalarını, kendi evimizdeki işleri bile yapamaz, yerine getiremez hâle geleceklerdir.

Biraz önce söylediğim gibi, biz, sahip olduğumuz vizyonla, gerçekten, Türkiye’nin, bölgenin eğitim merkezi olabileceğine inanıyoruz. Türkiye sahip olduğu eğitim deneyimiyle, birikimiyle, üniversiteleriyle, öğretim üyeleriyle, imkânlarıyla eğer genişletilirse, şu an sadece kendi ülkemizdeki kendi gençlerimize eğitim verme derdinden kısmen kurtulur, daha geniş bir bölgeye, çevreye eğitim verebilecek hâle gelirse, bu, bizim bir küresel güç olmamızın da önünü açacak ve ülkemizin çok daha hızlı ilerlemesini de sağlayacaktır.

Şimdi, bu konuda ne yaptığımız, neler yaptığımız zaman zaman gündeme geldi, konuşuluyor. Sadece geçen yıl sağlanan imkânlarla bu yıl üniversite sınavına girenlerin sayısı azalmıştır. Şimdi hepimizin derdi, hem bu ülkede yaşayan bir insan olarak hem milletvekili olarak… Bu ülkede dershaneye gitmeden üniversiteye gidilememesi kadar ağır bir durum yok. Eğer üniversitede okumak, çocukların, gençlerin zekâlarına, akıllarına, cesaretlerine, öz güvenlerine, gayretlerine bağlı değil de babalarının onları dershaneye gönderme gücüne bağlıysa bu haksızlıktır, bu yanlıştır ve bizim için de ülke için de uzun dönemde kayıptır. Ancak bunu çözmek lafla olmuyor. Üniversite imkânlarını genişletmediğinizde, bir tarafta bir buçuk milyon genç sırada beklerken siz öbür tarafta üniversite kontenjanlarını yıllardır çok az az ilerleterek ülkedeki nüfus artışının bile çok gerisinde kalan bir oranda tutarsanız dershaneler ortada, olacaktır. Ancak bu imkânlar genişletildiğinde, geçen yılki kontenjan artışları ve bu yılkiyle birlikte eminim 650 bin, 700 bin civarına yaklaşacaktır üniversite okuyabilenler. Çünkü herkes örgün eğitimde çok iyi, elit “top” üniversitelere, en tepedeki üniversitelere gitmek istemiyor. Birçoğunun istediği şey, bir üniversite diplomasına sahip olmak, iki yıllığa sahip olmak.

Bu  konuda birçok kez buraya geldik, konuştuk. Mesela, hatırlatalım: Bu ülkenin ihtiyacı olan insan gücünün çok büyük oranda ara eleman olduğu, ara insan gücü olduğu söylenir yani dört yıllık eğitim değil, iki yıllık eğitim mezunları olduğu söylenir. Hatırlarsanız, çok yakın bir zaman içerisinde, biz, piyasada olan, kendi sektörlerindeki ihtiyaçları karşılamak için bir araya gelmiş olan kuruluşların, vakıfların, peş peşe üniversite açılışında olması gereken fakülteleri kurmaksızın en çok ihtiyaç olduklarına inandıkları yüksekokulu açabilmelerinin yolunu açtık. Daha önce yüksekokul açmak için Üniversite Kuruluş Kanunu gereği olan tüm fakülteleri açmak zorundaydınız ki bunlardan birini değiştirdik, herkes fen-edebiyat fakültesi açmak zorundaydı. İstihdamı büyük sorun ve sayıları piyasanın  karşılamayacağı kadar yüksek, artmış, onu kaldırdık ve arkasından da -eğer bir vakıf çıkıyor diyorsa ki- “Ben sektördeyim, ülkenin ihtiyaçlarını çok iyi biliyorum ve ben  sadece ve sadece bir yüksekokul açmak istiyorum.” diyenlerin de yolunu açtık.

Değerli milletvekilleri, çok fazla zamanınızı almak istemiyorum ama birkaç şeyi daha ifade etmek durumundayım.

Üniversite açıldığında haklı olarak en çok gündeme gelen konu şu: Peki, bu kadar üniversite açıyorsunuz, tamam ama üniversitede görev yapacak, oradaki gençleri eğitecek olan öğretim elemanı konusunda ne yapıyorsunuz, bu konuda niye çalışmıyorsunuz? 2006 yılından bu yana biz, bu ülkedeki gençlerden üniversite mezunu, akademik kariyer düşünen veya düşünmeyen -biz aklına sokarak- bin öğrencimizi, bin gencimizi yurt dışına gönderme programı başlattık. Yani bu sayı… Mesela ben kendi gittiğim döneme bakıyorum, o zaman 87 kişi gitmiştik. Türkiye 87 kişiyi yurt dışına göndermişti bir yılda. Biz bu kapasiteyi bin sayısına çıkardık ve bunu da beş yıl uygulama kararlılığıyla. Bunu görmemiz gerekiyor. Bu arkadaşlarımız… Dolduramadık, bin öğrenci müracaat etmediği için, yeterli sayıda müracaat olmadığı için bin sayısına ulaşamadık ama biz kaç yıldır 500, 600, 700 civarındaki gencimizi yurt dışına gönderiyoruz yüksek lisans eğitimi almaları, doktora eğitimi almaları için. Onlar da beş, altı, yedi sene sonra bu ülkeye dönecekler. Bu üniversiteler bir tarafta bina ihtiyaçlarını karşılarken diğer tarafta kuruluşuyla ilgili diğer fiziki altyapıyı oluştururken o gençler de bu ülkeye dönmüş bulunacaklar.

Vakıf üniversiteleriyle ilgili bir konunun altını ben de çizmek istiyorum. Bu kadar vakıf üniversitesi öğretim üyesi ihtiyacını nereden karşılıyor? Mevcut devlet üniversitelerinden alarak, çalarak, kısmen alarak veya emekliliğinden yararlanarak. Şimdi, eğer biz vakıf üniversitelerinin yükseköğretim sistemi içerisinde önemli bir kısmı, önemli bir bölümü oluşturmasını öngörüyor, bu doğrultuda çalışıyorsak bence vakıf üniversitelerinin öğretim üyesi yetiştirmek için ellerini taşın altına koymalarının zamanı gelmiştir. Çünkü bu kadar yüksek sayıdaki vakıf üniversitesi mevcut öğretim üyelerini başka yerlerden transfer ederek işleyemez, yürüyemez. Aynı devletimizin yaptığı gibi, bu üniversiteler de belli bir program çerçevesinde, belli kriterler çerçevesinde yurt dışında veya yurt içinde öğretim üyesi yetişmesine katkıda bulunmalıdırlar diye düşünüyorum.

Bu kadar vakıf üniversitesi olmasına rağmen, oralardaki öğrenci sayısının az olduğu hepinizin dikkatini çekmiştir ancak şunu belirtmek gerekiyor: Biz devlet üniversitelerinde okuyan öğrenci sayılarını alırken… Her biri kuruluşunun en az 50’nci yılını kutlamış olan beş tane üniversitede zaten 50’şer, 60’ar bin öğrenci var. Bu üniversitelerin en eskisi 1980’li yıllarda kuruldu. Kaldı ki o zaman birkaç üniversiteydi. Çoğu son on yıl içerisinde kuruldu ve eminim 2020 yılı itibarıyla, o zamana geldiğimizde bu üniversitelerde hem kuruluşlarını gerçekleştirecekler hem tüm imkânlarını, altyapılarını tamamlamış olacaklar ve daha yüksek oranda üniversite gencine eğitim vermek durumunda kalacaklardır. Onların maddi yeterliliğiyle, bu işi ne kadar yapacaklarıyla ilgili hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Tamamen arz-talep dengesinde işleyen bu sektörde iyiyseniz, hele hele üniversite sayısının iki yüz, iki yüz elli, üç yüzü bulduğu durumda iyiyseniz orada olacaksınız ama değilseniz zaten yaşayamayacaksınız.

Bir cümleyle tamamlayacağım. Vakıf üniversitelerinin bundan sonraki kısmında “Bu doğrultuda plan var mı, vizyon var mı?” diye konuşuluyor. Biz vakıf üniversitelerinin ihtisas üniversiteleri olması gerekliliğine inanıyoruz ve esasen bugün görüşeceğimiz üniversitelerden bazıları da bu ihtisas üniversitesi olma doğrultusunda bir yapılanma gerçekleştirmişlerdir. Yani siz “Ben sağlık alanında varım ve o alanda çalışmak istiyorum, fakültelerim de öyledir.” diyeceksiniz, demek zorunda kalacaksınız ve esasen de gelenler bu şekildedir.

Değerli milletvekilleri, ben bu üniversitelerin ülkemize, gençlerimize hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis.

Sayın Halis, buyurun efendim. (DTP sıralarından alkışlar)

DTP GRUBU ADINA ŞERAFETTİN HALİS (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarıları üzerine Demokratik Toplum Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Sizleri saygıyla selamlıyorum.

Tasarıya ilişkin görüşlerime geçmeden önce ülkemizde gündemden düşmeyen, sivil siyaseti ve demokrasiyi tehdit eden darbe girişimleri üzerinde görüş sunmak istiyorum.

Ülkemizde son elli yıldan bu yana on yıllık aralıklarla sivil siyaset alanına müdahale eden askerî güçler, son on yıllık süreçte daha da yakın aralıklarla varlık göstermeye başladılar. Son günlerde gündemi yoğunca işgal eden bir belgenin sahiciliği ve sahteciliği tartışılıyor. Tartışılan belge sahte olsa bile bu, ülkemizde darbe girişimlerinin olmadığı anlamına gelmez. Çünkü bundan önce de sayısını bilmediğimiz andıçların, 28 Şubat muhtırası ve e-muhtıraların demokrasiye giden yolu nasıl engellemeye çalıştıklarını biliyoruz. Bir de bilemediklerimizin, gün ışığına çıkmamışların da olabileceğini düşünüyoruz hâliyle. Bugüne kadar 12 Eylül darbesinden şikâyetçi olanlar, darbe üzerine samimi şekilde analizler yapıp sorumluları için yargı sürecini başlatmış olsaydı, bugün bunları hâliyle konuşmamış olacaktık.

Bugün 12 Eylül darbesinin yaratmış olduğu ağır travmayı hâlen yaşıyor ülkemiz. 12 Eylülün yönetsel kurum ve kurulları ne yazık ki Anayasa’sıyla beraber hâlâ devam etmektedir. 12 Eylül askerî darbesiyle başlayan dönemde başta yaşam hakkı olmak üzere tüm hak ve özgürlükler yoğun şekilde ihlal edilmişti. Bu dönemin bazı uygulamalarına bakarsak Parlamento ve hükûmet feshedilmiş, milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırılmış, tüm yurtta sıkıyönetim ilan edilmişti. Tüm siyasi partiler kapatılarak menkul ve gayrimenkullerine el konulmuştu. Böylece mülkiyet hakkı gasbedilmişti. 650 bin kişi gözaltına alınmış ve doksan güne varan gözaltı sürelerinde ağır işkenceler görülmüştü. 171 kişinin gözaltında işkenceden öldüğü belgelerle kanıtlanmıştı ve bu sayının çok daha yüksek olduğu biliniyor. Askerî savcılar 6.530 kişi hakkında idam talebinde bulunmuş ve aralarında on sekiz yaşından küçük olan Erdal Eren de olmak üzere 18’i solcu, 8’i sağcı, 23’ü adli mahkûm, 1’i ASALA örgütü üyesi olmaktan 50 kişi idam edilmişti. Yasama, yürütme ve yargı erkleri tek elde toplanarak Anayasa’nın kuvvetler ayrılığı ilkesi çiğnenmişti. Darbeciler, işlediği suçu yapmış oldukları Anayasa’yla, Anayasa’nın geçici 15’inci maddesiyle kendilerini korumaya almıştı. Kendisi meşru olmayan bir yönetimin çıkardığı yasaların hukuki ve meşru olduğu da düşünülemez. Bu nedenle, darbecilerin kendilerini yargılanmaktan muaf kılan Anayasa’nın geçici 15’inci maddesinin de hukuki bir temeli yoktur. Bunu kabul etmek 12 Eylül darbesini meşru görmek anlamına gelir. Dolayısıyla, darbeciler yargılanmadığı içindir ki askerî yapılanma içinde mevcut olan darbe potansiyeli, fırsat ve olanak buldukça, muhtıralarla, e-muhtıralarla, andıçlarla ve benzeri durumlarla darbe girişimi olarak kendisini dışa vuracaktır. Çeşitli ülkelerde, darbe yapanlar yargılandıkları içindir ki sonraki dönemlerde de darbe olmamış, bu ülkelerde demokrasi kök salmıştır. Yunanistan, Portekiz, Arjantin, Şili gösterilebilecek en uygun örneklerdir. Bugüne kadar yargılanmamış olan 12 Eylül darbecilerinin yargılanması, demokrasi için bir zorunluluktur.

Anayasa’nın 6’ncı maddesi “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” diye düzenleme getirmiştir. Darbeciler Anayasa’ya aykırı davrandıkları gibi, fiillerinde TCK’ya da çağdaş hukuk sistemlerine göre de suç işlemişlerdir. Dolayısıyla, darbecileri korumanın hukuki bir dayanağı da yoktur. Ülkemiz demokrasisinin inşası için, 12 Eylül darbesini gerçekleştirenlerin yargılanmasının tarihî bir görev ve zorunluluk olduğu kanaatindeyiz. Darbeciler yargılanmadan gerçek manada bir demokrasinin inşa edilemeyeceğini dünya pratiği bize göstermiştir. Başta dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve Millî Güvenlik Konseyi üyeleri olmak üzere 12 Eylül darbecileri yargılanmadıkça daha çok darbe girişimleriyle karşılaşacağız bu ülkede.

Bu Mecliste, 12 Eylül darbesinden nasibini almış çok sayıda milletvekili olduğunu biliyoruz. Yine, bu dönemde idam edilen 50 insanın 38’i Danışma Meclisi, 2’si de 12 Eylül darbesinden sonra kurulan Hükûmet döneminde idam edilmişti. Mecliste o dönemlerde görev yapmış 23 milletvekili bulunuyor şu an bu salonda. Yani, ister 12 Eylül darbesinin mağduru olalım, ister mağduriyete yol açmış olalım, artık günümüz Türkiye’sinde darbeye yol açacak hiçbir olanağın kalmaması için Meclis olarak görev yapmak durumu haizdir. Bu bizim başta gelen sorumluluklarımız arasındadır. Tekrar ediyorum: Darbeciler yargılanmadıkça darbe girişimcileri her zaman olacaktır.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde 94’ü devlet, 38’i vakıf olmak üzere toplam 132 üniversite bulunmaktadır. Her yıl üniversite diplomalı işsizler ordusuna yeni diplomalı işsizler eklenmektedir. Öyle ki ne eğitim stratejisi ne de istihdam stratejisi bulunmadığından üniversite mezunu işsizlerin durumu sosyal bir sorun hâline gelmiştir. Bin bir zorlukla üniversiteyi kazananlar neşe içinde, gülerek kayıt yaptırmakta, kendilerini bekleyen işsiz bir geleceğin bilinciyle, hüzün içinde, ağlamaklı mezun olmaktadırlar.

Ülkemizde üniversite mezunu işsizlerin oranı yüzde 40 dolaylarındadır. YÖK kaynaklarına göre, 2007-2008 yılları itibarıyla üniversitelerde okuyan öğrenci sayısı 2 milyon 497 bin 473 olarak bildirilmiştir. Yine, yükseköğretimde okullaşma oranı 2006-2007 yılları itibarıyla yüzde 20,14’tür. Bu oran Belçika’da yüzde 56, Fransa’da yüzde 51, Almanya’da yüzde 46, Güney Kore’de yüzde 52’dir. Okullaşma oranı itibarıyla gelişmiş ülkelere göre gerilerde olmamıza rağmen, üniversiteden mezun olanların işsizlik oranı sosyal bir sorun olarak ürkütücü boyuttadır, günden güne de artmaktadır.

Ülkemizde ne eğitim planlama ve stratejisi ne de istihdam planlama ve stratejisinin olmadığını söyledim. Şimdi, yalnızca felsefe grubu öğretmenlerine ilişkin durumu sunarak durumun ne boyutta olduğunu gözler önüne sermeye çalışacağım: Üniversitelerin eğitim fakülteleri bölümünden yılda 500 öğrenci mezun olmaktadır felsefe grubu öğretmenleriyle ilgili. Her yıl ataması yapılan felsefe grubu öğretmen sayısı 100’dür. Buna karşılık, her yıl üniversitelerin eğitim fakültelerinin felsefe grubu öğretmenliği bölümüne alınan öğrenci sayısı 3.500’dür. Bugün okullarda istihdam edilen 18 bin din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenine karşılık felsefe grubu öğretmenleri sayısı sadece 5.900’dür. Tarih öğretmeni 13 bin, biyoloji öğretmeni 8 bin, fizik öğretmeni 8 bin, kimya öğretmeni 7 bin civarındadır. İşsizlik, planlama, strateji bir yana, felsefe, tarih, fizik, kimya, biyoloji dersleri din kültürü ve ahlak bilgisi dersine göre, önem sırası itibarıyla, geri sıralarda yer almaktadır. Son beş yılda atanan din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni sayısı yaklaşık 6 bin civarındayken felsefe grubu öğretmenleri yalnızca 500 dolayındadır. Felsefe grubu öğretmenliği mezunları, günümüzde gereğine inanılan kendi yan dallarında, psikoloji, sosyoloji, ahlak felsefesi, insan hakları ve demokrasi eğitimi için değerlendirilmeliydi oysaki. Rehberlik alanlarında da ayrıca çok ciddi bir ihtiyacın olduğu bilinmektedir.

Yine, üniversitelerimizin nitelik durumuna gelirsek: Yüksekeğitim kalitesinin dünya standartlarının altında olduğu bilinmesine rağmen, iyileştirmeye yeterince destek sağlanmadığı bilinmektedir. Üniversiteler, nitelikli kurumsal hizmet vermek açısından, taşra ve merkez üniversiteleri olmak üzere ayrışmış durumdadırlar. Siyasi amaç ve hesaplarla bakkal dükkânı açar gibi her ile bir üniversite, bazı illere birden fazla üniversite anlayışı üniversiteleri olması gereken niteliklerinden uzaklaştırmıştır. Üniversite sayısı arttıkça, dolayısıyla öğrenci, eğitim elemanı sayısı ve altyapı ihtiyaçlarının da artmış olmasına rağmen, son yıllarda üniversitelere ayrılmış olan bütçe paylarında kayda değer bir artışa rastlanmamıştır. 2002 yılında yüzde 0,89 olan bütçe payı, 2008 yılında ancak yüzde 1,02’ye yükseltilebilmiştir. Oysaki 2002 yılı ile 2008 yılı arasında onlarca üniversite ve yüksekokul açılmıştır. Her bir üniversitenin altyapı yatırım maliyetinin 30 milyon doları geçtiği düşünülürse durumun ciddiyeti daha da net anlaşılır.

Yükseköğretim öğrencilerine kişi başına yapılan harcamada OECD ülkeleri arasında son sıralarda yer almaktayız. Öyle ki Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Yunanistan’ın gerisindeyiz. Yeterli kadro ve altyapı olanaklarının olmadığı yerlere sadece siyasi amaçlarla üniversiteler açılmakta, nitelikli bir eğitime kavuşturmanın hesabı ne yazık ki yapılamamaktadır. Bunun acısını herkesten önce ve daha çok öğrenciler ve öğretim elemanları çekmektedir.

Bugün hâlâ 12 Eylül kurumu olan YÖK hem öğrenciler hem de eğitim elemanları üzerinde bir korku kaynağı olarak durmaktadır. Dolayısıyla, üniversitelerin özgür araştırma ve tartışmaların olduğu yerler olarak tanımlanması hâlâ olanaklı değildir. Akademisyenler devletten, dinden, sermayeden bağımsız, özgür akademisyen kimliğine ne yazık ki tam olarak kavuşamamışlardır.

YÖK, öğretim elemanı yetiştirme konusunda da yetersiz kalmıştır. Üniversitelerde öğretim elemanları ağır bir ders yüküyle de karşı karşıyadırlar. Eğitim-Sen’in araştırmalarına göre eğitim elemanı başına haftada yirmi ders saati düşmektedir. Bu durum, YÖK Stratejisi Raporuna ölçü alınan sekiz saatin 2,5 katıdır. Öğretim elemanlarının yaklaşık 39 binini öğretim üyesi oluşturmakta, geleceğin öğretim üyesi olacak yaklaşık 35 bin araştırma görevlisinin sefalet ücretiyle çalıştırılıyor olması eğitime verilen değerin bir ölçüsü olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani bilim toplumu geçim derdine düşecek kadar yoksullaştırılmıştır.

YÖK, öğretim elemanlarının kendilerini geliştirmelerini bir özlük hakkı olarak görmüyor, yabancı dil edinmeye ilişkin yeterli destek ve yurt dışı olanakları sunmuyor ya da sunmak istemiyor. Yapılan araştırmalara göre, öğretim elemanları, ücret yetersizliği, araştırma altyapısının yetersizliği, akademik yönetim yapısının sorunları ve akademik yükselme ölçütlerinin yarattığı baskıyı en temel sorunları olarak görmektedir. Akademik özgürlük ve akademik özerklik en büyük beklentileri hâline gelmiştir. Yine, üniversitelerde idari personel de mağdur durumdadır. Özlük haklarından yoksunluk, personel azlığı, iş fazlalığı, öte yandan üniversite içinde özel şirketlerce istihdam edilen işçilerin zor koşullarda az parayla çalıştırılması, çağa uymayan bir durum olarak görüntü vermektedir.

12 Eylül darbesinden bu yana, eğitimin tüm kademelerindeki sorunlar, serbest piyasaya, serbest piyasanın vicdanına havale edilmiştir. Oysaki eğitim, sermayenin vicdanına havale edilmeyecek kadar önemlidir. Devletin liseleri eğitim için nitelik anlamında yetmiyor olacak ki her yerde mantar gibi dershaneler türemektedir. Öyle ki 2009 yılı itibarıyla, seksen bir ilde dershanelerin toplamı, ortaöğretim okullarının toplamından çok daha fazladır.

Değerli milletvekilleri, bir ülkede ilk ve ortaöğretim sorunluysa doğal olarak yüksekeğitim de sorunlu olacaktır. Eğitimdeki bu sorunlar, ülkenin doğusuyla batısı arasında çok açık bir arayla farklılık göstermektedir. Aynı farka, aynı bölgede bulunan alanlar arasında da rastlanmaktadır. ÖSS sınavlarında Kürtlerin yoğunluklu yaşadığı illerin, başarı listesinin son sıralarında yer alması bir tesadüf değildir. Nedenlerinin başında, ana dilde eğitim gelmektedir. İkinci olarak iktidarların bölgeye yaklaşımlarıdır. İlk ve ortaeğitimlerini ana dilleriyle göremeyenler, ana dilleriyle eğitim görenlere oranla daha başarısız olurlar. Kürt çocuklarının başarısızlığındaki ana faktör, ana dilleriyle eğitim görememeleridir. Kürtçenin okul öncesi eğitimle başlayarak eğitim dili olma hakkının verilmesi, uluslararası sözleşmelere imza atmış Türkiye'nin görevidir, barış ve huzur için de gereklidir. Bölgeler arası dengesizlik yani doğunun geri bıraktırılmışlığı, başarısızlıkta ikinci etkendir.

ÖSS’yle öğrenciler bir yandan yarış atı hâline getirilirken bir yandan da bir nevi kobay olarak kullanılmaktadırlar. Her yıl ya da birkaç yıl arayla yeni yöntemler denenerek sınavlar yapılmaktadır. Ancak durum her gün daha da geriye gitmekte, uygun bir formata ulaşılamamaktadır.

Tabii, üniversiteye girme başarısı gösteren öğrencilerin de yığınlarca sorunları var. Üniversite ve yüksekokul öğrencilerinin sorunlarının birkaç tanesini sıralamaya çalışırsak üniversiteyi kazanmış öğrencilerin temel sorunları arasında başta maddi olanaksızlıklar ve barınma sorunu yani yurt sorununun olduğunu görürüz.

Açılan üniversitelerin yurt sorunu özellikle giderilmemekte, öğrencilerin cemaat ve tarikatların avucuna düşmesi için bir nevi ortam ve olanak sunulmaktadır. Öyle ki üniversitelerin bulunduğu illerde YURTKUR’un yurtlarından çok daha fazla tarikat ve cemaat yurtları bulunmaktadır. Artık klasik propagandayla örgütlenme ve adam kazanma yerine, çok daha kolay olan bir yolla, olanaksız bırakılan insanlara olanak sunularak örgütlenme yapılmaktadır. AKP’nin de yapmaya çalıştığı budur. Önce yoksul bırak, kendine muhtaç kıl, sonra az bir lütufla kendine bağla.

Yine, verilen devlet bursları yetersiz kalmakta, sudan bahanelerle çoğu kez öğrenci daha mezun olmadan bursları kesilmektedir. Millî Eğitim Bakanlığı ve YURTKUR’un öğrencilere verdiği kredi borçlarını ödeyemeyen işsiz, mezun öğrencilerden haciz yoluyla geri alma girişiminde bulunulmuştur.

Ulaşım sorununda yine gerekli çözümler bulunamamış, belediye otobüslerinin olduğu güzergâhlardan yararlanan öğrencilere kıymeti olmayan küçük indirimler yapılmıştır.

Kampüs içerisinde çoğu kez öğrencilerin can güvenlikleri sağlanamamakta, satırlı, silahlı grupların kampüslere girip öğrencileri darp ettikleri, hatta öldürdükleri, kamuoyunun tanık olduğu olaylardandır.

Tabii, Tunceli’de de geçen yıl bir üniversite kuruldu. Bugüne kadar 300 öğrencisi olan yüksekokulların öğrencilerini barındırma sorunu çözülmezken, bu yıl 1.500 kontenjan ayrıldı Tunceli Üniversitesine. Ancak, 1.500 kontenjan ayrılmış olmasına rağmen, yurt yapmaya yönelik hiçbir girişimin olmadığı bilinmekle beraber, askeriyeye verilmiş olan öğrenci yurdu da hâlâ geri alınmış değildir. Eğer gerçekten üniversiteler noktasında bir samimiyet, hassasiyet olacaksa AKP tarafından, öncelikle üniversite açılmış ya da açılacak olan illerde yurt sorununun çözülmesi gerekmektedir ve birinci önceliktir.

Değerli milletvekilleri, yeni açılacak üniversitelere prensipte karşı olmadığımızın, ancak üniversitelerin her yönüyle mevcut durumlarına itirazımızın olduğunun bilinmesi dileğiyle sizleri saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Şahsı adına Tunceli Milletvekili Kamer Genç.

Sayın Genç, buyurun.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 384 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı’nın tümü üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum ve hepinize saygılar sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, tabii ki eğitim bir toplumun temel taşıdır, can damarıdır. Eğitimi en çağdaş, mantıklı, bilim doğrultusunda en iyi şekilde yapan bütün devletler elbette ki gelecekleri aydınlık olan devletlerdir. Gençlerini sağlıklı bir eğitimden, bilim süzgecinden geçirmeyen toplumlar da her zaman için sıkıntılarla karşı karşıya kalmak durumunda olan toplumlardır. Sağlıklı bir eğitim almış, altyapısı güçlü, bilgisi olan her kişi ve her fert, topluma ve ülkesine ve milletine en faydalı olan kişidir. Cehaletle bir yere gelinmez. Bizim Türkiye Cumhuriyeti devletinin  kurucusunda da temel hedef çağdaş bilimdir, çağdaş ilimdir. Bu çağdaş bilim ve çağdaş ilim seviyesine ulaşma konusunda eğer kurumlar gayret sarf etselerdi birçok olumsuz olaylar yaşanmazdı. Esas itibarıyla, tabii, üniversiteler bir ülkenin doğan güneşidir, o toplumu aydınlatan bilim yuvalarıdır. Bu bilim yuvalarının, kendi fonksiyonlarını en iyi şekilde yapacak kadrolarla teçhiz edilmeleri, ekonomik güçlere kavuşturulmaları ve Anayasa’da belirtilen statü içinde eğitim ve öğretim görevlerini yapmaları gerekir. Böyle bir statü içinde üniversiteler görev yaptıkları takdirde herhâlde o ülke için en faydalı bir kurum hâline gelirler. Ama, tabii, maalesef şimdiye kadar  birçok siyasi iktidarlar eğitimi kendi düşünceleri doğrultusunda yozlaştırdılar. Bu yolda eğitimi kendi rayından saptırdılar. Böyle saptırmalar da olunca maalesef Türkiye’de sağlıklı bir eğitim düzeni kurulamadı.

Eskiden, 1950’lerde, 60’larda işte öğrencilerin yürüyüşünden rahatsız olan iktidarlar öğrencileri hapishaneye alıyorlardı, şimdi üniversite hocaları alınıyor. Düşünebiliyor musunuz yani bir ülkede eğer üniversitenin dekanları, rektörleri, profesörleri fikir beyan ettikleri için eğer içeriye alınıyor ve hayat tehlikesi geçiriyorsa o ülkede artık her şey tükenmiş demektir yani fikir özgürlüğü denilen bir şey yok.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Yargı…

KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, yargı margı, bir şey yok.

Beyler, bir profesör gidip de ihtilal yapmaz. Birilerinin kafasının bunu alması lazım. İhtilalin kim tarafından yapıldığı bellidir. Geçmişte Türkiye ihtilallerden nasibini almış bir ülkedir. Hiçbir üniversite hocası yani bir Mustafa Yurtkuran, Uludağ Üniversitesi Rektörü yani gidip de hangi güçle ihtilal yapacaktır? Elbette ki üniversitedeki hocalar, işte Türkiye’nin meselelerini bilen insanlar fikirlerini söyleyeceklerdir, bu ülkenin sorunlarının sağlıklı olarak kaydedilmesi için, bu ülkenin daha çağdaş, daha ilerici, bu ülkede soygunların, haksızlıkların, işkencelerin sona ermesi için, iktidarları dürüst bir zeminde iktidar yapmaları için gerekli olan düşünceleri söyleyeceklerdir.

Bugün Mehmet Haberal günde belki 3-5 tane insanın hayatını kurtarıyordu, karaciğer naklini yapıyordu, böbrek naklini yapıyordu. Yani bir yerde bir fikir söyledi diye bu insanı getirip de o hastaları ölüme mahkûm etmek kadar vicdana aykırı düşen bir davranış biçimi var mıdır? Bir Mustafa Yurtkuran, koskoca üniversite rektörü. Ondan sonra bunun gibi, Erol Manisalı gibi hukuk konusunda otoriter olan insanları getirip de “Efendim, siz ihtilal yapacaksınız.” diye sonu belli olmayan davalarla, gerekçesi belli olmayan nedenlerle içeriye attıktan sonra o memlekette fikir özgürlüğü olur mu? Beyler, korkaklar korku içinde olurlar. Yani insanlar düşüncelerini söylerler. Varsa, siz iktidarsınız… Ben, sabah yaptığım konuşmada da, varsa bir şey, çıkın, üzerine gidin. Bu memlekette ihtilali hiç kimse istemez ama yani ihtilal korkusu içinde yaşayarak memleketi yöneten insanlar âciz insanlardır, korkak insanlardır. Yani bunu her vesileyle söylemek lazım: Memlekette bir korku imparatorluğu yarattınız.

Şimdi, üniversiteler…  İşte geçen pazar günü Tunceli Üniversitesinin mezuniyet yılıydı ve birinci açılış yıl dönümüydü. Kaç defa burada söyledim. Bakın, bir yüksekokul var, öteden beri orada faaliyette bulunuyor -geçen sene burada 10 defa ifade ettim- 500 küsur öğrencisi var, yurt yok. Geçmişte bir yurt yapıldı. Oradaki o yüksekokuldaki yöneticilerin politikası nedeniyle o yurda taşınmadı, Millî Savunma Bakanlığına verildi. Ben Millî Savunma Bakanına rica ettim. “Sayın Bakan, yani mümkünse -askeriyenin imkânları çok geniş- oraya hiç olmazsa bir prefabrik ev yapın, yani bu insanlar, bu öğrenciler kalsın.” dedim. Ben kışın gittim, bu öğrencilerin perişan hâlini gördüm.

Değerli milletvekilleri, yani, kız öğrenciler var, erkek öğrenciler var. Çok anormal şartlarda eğitim yapılır mı? Bunun amacı ne? Tunceli Üniversitesine öğrenci gitmesin, orayı kazananlar dondursun kayıtlarını. Bütün mesele art niyetli, hain düşünceli insanların orada uyguladıkları politikalardan kaynaklanıyor bu. Yani, onun için…

Yani, beyler, Tunceli üzerinde maalesef çok büyük oyun oynanıyor. Tunceli halkı gerçekten… Yani, bazı topraklarda, mesela Bursa’da iyi şeftali yetişir, mesela Malatya’da iyi kayısı yetişir ama Tunceli’nin coğrafyasında da çok zeki insanlar yetişir, bunu bilesiniz.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Kamer Bey, yani bizde zeki insan yok mu?

KAMER GENÇ (Devamla) – Bir dakika canım, neyse… Sen konuşma şimdi.

Ama, o zeki insanların orada yetişmemesi için, maalesef ötede, uluslararası -geçenlerde de söyledim- bazı güç odakları işte 1960’larda, 1970’lerde barış gönüllüleri gönderdiler. Oradaki eğitimdeki o yetişen genç, zeki insanlara engel olmak için “Okumayın, devrimin militanı olun.” dediler. Şimdi, AKP İktidarı zamanında da eğitimin seviyesi Tunceli’de çok düşürüldü.

Yani, şimdi, değerli arkadaşlarım, bakın, ben imam-hatiplere karşı değilim ama imam hatipli, o efendim gitsin camide imamlık yapsın, hatiplik yapsın. Ben milletvekiliyken bir arkadaşı da kendi danışmanımı da imam-hatipli arkadaş seçtim, yani ben kimseye karşı da değilim.

AHMET YENİ (Samsun) – Güveniyorsunuz yani, güveniyorsunuz.

KAMER GENÇ (Devamla) – Ama, şimdi bakın, Tunceli’ye din kültürü ve ahlak öğretmeni 3-5 arkadaş atıyorsunuz öğretmen, bir sene sonra bir bakıyorsunuz bir lise müdürünü atıyorsunuz, ondan sonra millî eğitim müdürüne vekâleten atıyorsunuz, milli eğitim müdürü atıyorsunuz. Arkadaşlar, Tunceli’de yirmi beş senelik, otuz senelik yetişmiş, bilgili, tarafsız, eğitimin özünü benimsemiş o kadar kıymetli yöneticiler var ki, yani şart mıdır oradaki insanları bu şekilde şey etmek. Ondan sonra, öğrencilere doğru dürüst ders verilmiyor arkadaşlar, çocukların seviyesi ortada.

Onun için, rica ediyorum, yani bizim bu ilimiz üzerinde oynamasın kimse. Eğitimimizin seviyesinin yükselmesi için… Sonra şöyle bir şey, yani bir atamalar yapılıyor, Tunceli’ye ilk mezun atananlar atılıyor ama orada işte ekseriye memurların eşleri atanıyor, işte subaylar, polisler orada iki sene kalıyor, ondan sonra başka yere gidince o kadrolar orada dolu görünüyor, başka yerlere tayin ediliyor.

Onun için, yani istediğimiz evvela bir: Tunceli Üniversitesine en kısa zamanda -Sayın Bakan burada- bir yurt yapılmalıdır. Bu sene 1.500 tane öğrenci alınıyor oraya, üniversiteye, 500 küsur da yüksekokulda var, 2 bin tane öğrenci. Her ne suretle olursa olsun bunlara bir şey yapılmalıdır, yurt yapılmalıdır.

Ayrıca, değerli milletvekilleri, üniversite yapmak bir şey ifade etmiyor. Bakın, geçen gün tıp fakültesini bitirip mezun olan öğrencileri gördünüz. Birinciliği kazanan  tıp fakültesindeki öğrenci diyor ki: “Ben tıp fakültesini birincilikle okudum ama ben hasta olan anamı, babamı buradan mezun olan öğrencilere emanet etmem.” Beyler bu çok önemli bir şey.

Evvela sağlıklı bilim kadrosunu oluşturmak lazım. Profesör olacak, orada öğrenciler deney yapacak, uygulama yapacak, iyi yetişecek. Yoksa ki tıp fakültesini bitirmiş hiçbir şeyden anlamıyor… Ben Danıştaydayken  hukuk fakültesini bitirmiş arkadaşımız, avukat geliyor, dilekçe yazmasını bilmiyordu. Tıp fakültesini bitirmiş insanlar bir bakıyorsun bazı yerlerde tansiyon ölçmesini bilmiyor, iğne yapmasını bilmiyor. Türkiye'nin gerçeği bunlar arkadaşlar.

Bakın gülünecek şeyler söylemiyorum. Bakın bu Türkiye’ye çok büyük ihanet ediliyor. Türkiye'nin çok sağlıklı bir eğitim politikasını izlemesi lazım. Yani çok okul açın, her tarafa okul açın ama o okullarda şey yoksa…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Genç, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

KAMER GENÇ (Devamla) - …eğer o okullarda sağlıklı öğretim elemanı yoksa, hoca yoksa, laboratuvar yoksa ne olacak oradan mezun olan insanlar?

Bakın, sizin devri zamanınızda yüksekokulu bitirenlerin üçte 1’i açıkta kalıyor, işsizlik almış yürümüş, çok büyük sıkıntılar doğuyor. Şimdi, bunların çaresini düşünmek lazım. Gülmek çok kolay, gülmek basit insanların işi, her şeye güler çünkü deli, bir şeyden anlamaz ki ama onurlu, ülkesinin geleceğini düşünen, gerçeklerini kavrayan insanlar gülmez çünkü her söylenen sözün altında gerçekler var. İşte uygulaması ortada, tıp fakültesini birincilikle bitiren bir öğrenci çıkıp diyorsa ki: “Ben anamı, babamı buradan mezun olan doktora emanet etmiyorum.” Siz de buna gülüyorsanız, e gülün bakalım, gülmekle nereye varılır?

Onun için, değerli milletvekilleri, aslında bu üniversitelerin açılması yerinde ama bunlara iyi bir kadro oluşturmak lazım. Bir de bunlar kazanç amacıyla bunu yapıyorlar. Anayasa’nın 130’uncu maddesine göre vakıflar kazanç amacıyla üniversite kuramaz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KAMER GENÇ (Devamla) - Peki. Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Genç.

Sayın milletvekilleri, soru-cevap işlemini gerçekleştireceğiz.

Sayın ışık, buyurun efendim.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Öncelikle, kurulacak olan üniversitelerimizin hem illerimize hem de ülkemize hayırlı olmasını diliyorum.

Sayın Bakan, yeni YÖK Başkanımız atandığından bu yana “personel planlaması çalışması” adı altında yürütülen çalışma her nedense bir türlü sonuçlandırılamadığı için üniversitelerimizde akademik yükselme sınavlarını geçmiş ve gerekli ölçütleri yerine getirmiş birçok öğretim elemanı hak ettikleri kadrolara atanamamışlardır. Örneğin, doktorasını bitirenler yardımcı doçent olamazken yardımcı doçentler doçent, doçentler de profesör kadrolarına bir türlü atanamıyor. Binlerce öğretim elemanının mağdur olduğu bu konu ne zaman çözülecek?

İki: Yardımcı doçentlerin yabancı dil engeli ve birinci dereceye indirilememe problemi ne zaman sona erecek? İki yıldır soruyorum bu soruyu. Her bütçe görüşmesinde, hemen halledilecek bir konu olmasına rağmen hâlâ birinci dereceye indiremedik bu öğretim üyelerini.

Üniversite genel sekreterleri, daire başkanları ve hukuk müşavirlerinin eş değerlerine göre ek göstergeleri düşük, bu ne zaman çözülecek?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Dibek…

TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Sayın Bakanım, ben iki soru soracağım. Birincisi, sözleşmeli öğretmenlerle ilgili: Sözleşmeli öğretmenlere kadro verileceği açıklanmıştı daha önce. Tabii, binlerce sözleşmeli öğretmen bu kadrolarla ilgili açıklamalarınızı bekliyor. Ne zaman sözleşmeli öğretmenlere bu kadrolar verilecek? Öncelikle bunu öğrenmek istiyorum.

Diğeri de benim ilimle ilgili, Kırklareli: Cumartesi günü itibarıyla Kırklareli’nde Bakanlığınıza bağlı Millî Eğitim Müdürü ve 2 şube müdürü Valilik emriyle açığa alındılar. Bu konuda basında haberler yer aldı, ancak gerekçeleri, hangi nedenle alındığına dair bizlerin bir bilgisi yok. Bu konuda size bir bilgi ulaştı mı? Hangi gerekçeyle, gerek İl Millî Eğitim Müdürü gerekse 2 şube müdürü açığa alınmıştır? Haklarında bir soruşturma mı başlatılmıştır? Bir de bunu öğrenmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Dibek.

Sayın Emek…

ATİLA EMEK (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, üniversitelerde öğretim elemanlarının yetişmesini sağlamak için araştırma görevlilerinin atanmasında uygulanan yönteme baktığımızda, dünyanın hiçbir ülkesinde, özellikle Avrupa Birliği ülkelerinde, tamamen ana bilim dalı ile öğretim üyesi ile araştırma görevlisinin kendi arasında oluşturacağı ilgiyle bu atamalar yapılırken, bizde “ALES” diye bir sınav yapılmakta ve bu sınavda üniversiteler arası giriş, hatta ilginçtir Anadolu lisesi sınavlarındaki sorular sorulmaktadır. Aradan yıllar geçtikten sonra, doksan dakikalık bir süre içinde, genel kültüre dayalı ve öğretim elemanı olarak yetiştireceğimiz araştırma görevlisinin akademik çalışmasıyla ilgili olmayan bu sınavın kaldırılmasını düşünüyor musunuz? Bu konuda düşündüğünüz bir yeni yöntem ve uygulama olacak mıdır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Tankut…

YILMAZ TANKUT (Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Adana’da önemli çalışmalara imza atan, kentimizin ticari faaliyetlerine ve ekonomisine hizmet eden Adana Ticaret Odasının öncülüğünde ATO Adana Vakıf Üniversitesinin kurulmasıyla ilgili üç yıl önce başlatılan çalışmalarda hiçbir ilerleme sağlanamamış ve bu durum, maalesef büyük bir hayal kırıklığına sebep olmuştur. Yapılan açıklamalarda, bütün girişimlere rağmen üniversite için henüz yer tahsisinin bile yapılamadığı, YÖK, Millî Eğitim Bakanlığı, Maliye Bakanlığı ve Devlet Planlama Teşkilatına yapılan başvurulardan da bir sonuç alınamadığı ifade edilmektedir. Adana’nın ikinci bir üniversiteye ihtiyacı olduğu Valilik, Büyükşehir, diğer belediyeler ve sivil toplum örgütlerince de ittifakla dile getirilmektedir.

Bu bilgiler çerçevesinde, Adana’ya ikinci üniversite kurulmasıyla ilgili girişim ve sorunlardan haberiniz var mıdır? Bu girişimin kesintiye uğramasının en önemli nedenleri nelerdir?

Adana’ya ikinci bir üniversite kurulmasıyla ilgili bir müjdeyi ve zamanını buradan verebilir misiniz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Genç…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Efendim, açık ve net cevap istiyorum.

Bu sene Tunceli’de üniversitede ve yüksekokulda okuyan öğrencilere yurt nasıl temin edilecektir? Birinci sorum bu.

İkinci sorum: Şimdi, artık bütün seksen bir ilde üniversite açıldı. Acaba bir ildeki üniversite, mesela Eskişehir’deki üniversite kendisine bağlı Bursa’da bir fakülte açabilir mi? Bu YÖK Kanunu buna müsait midir? Bunu öğrenmek istiyorum. Yani, bütün illerde üniversite olduğuna göre bir üniversite kendi il sınırları dışında o üniversiteye bağlı başka bir fakülte açabilir mi?

Üçüncü sorum: Hüseyin Çelik Millî Eğitim Bakanlığından ayrıldığı zaman dedi ki: “Ben millî eğitimi otomatik pilota bağladım.” Sayın Bakan, otomatik pilot siz misiniz?

Onun zamanında 76’ncı maddeye göre atanan 700 tane haksız atama var, yönetici ataması var. bunlar hakkında ne yapmayı düşünüyorsunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Paksoy…

MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, her ile üniversite açtık, yeni üniversiteler de açıyoruz ama daha önce kurulmuş olan üniversitelerimizin bazılarının kadroları verilmiyor. Örneğin, seçim bölgem olan Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi 1996 yılında kurulmuş, 1998 yılından beri eğitim-öğretim yapmasına rağmen kadroları hâlen verilmemiştir. Kahramanmaraş Tıp Fakültemizin kadrolarını ne zaman vereceksiniz? Ülkemizde on bir yıl eğitim-öğretim yapılıp da kadrosu verilmeyen kaç fakülte vardır?

Teşekkür ederim. 

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Kışanak…

GÜLTAN KIŞANAK (Diyarbakır) – Sayın Başkan, aracılığınızla Sayın Bakanımıza sormak istiyorum.

Kamuoyunda çokça spekülasyonu yapılan bir konu var. Kürt dili ve edebiyatı bölümü ya da Kürdoloji enstitüsü açılması gündemde midir? Bakanlığın bu yönde bir hazırlığı var mıdır? Varsa hangi üniversitelerde bu bölümlerin açılması düşünülmektir? Bu konuyla ilgili herhangi bir yasal düzenleme yapma ihtiyacı var mıdır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Halis…

ŞERAFETTİN HALİS (Tunceli) – Sayın Bakanım, öğretmen atamalarında çeşitli zorlukların yaşandığı bilinmektedir. Özellikle eşlerin ayrı yerlerde görev yapmalarından doğan ciddi sıkıntılar olmaktadır. Eş durumu mazeretinden atamalarda kolaylıklar sağlanamaz mı? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

İkinci olarak, sözleşmeli öğretmenlerin diğer kadrolu öğretmenlerle aynı haklara kavuşturulmasını düşünüyor musunuz?

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Halis.

Sayın Bakanım, buyurun.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bazı sorulara yazılı olarak cevap vereceğim ama kısmen, not alabildiğim kadarıyla cevaplandırmaya çalışacağım.

ALES sınavına ilişkin olarak “Kaldırmayı düşünüyor musunuz?” şeklinde bir soru soruldu kapsamlı olarak.

Her şeyden önce, akademik yükselmeye yönelik olarak veya akademik kariyer yapmaya yönelik olarak yapılan sınavların üniversiteler bünyesinde yapıldığı dönemlerde meydana gelen şikâyetler ve ortaya çıkan rahatsızlıklar bu sınavın da merkezî bir şekilde, objektif, eşit ve adil bir şekilde düzenlenmesi gereğinden hareketle yola çıkıldı ve bu düşünceyle oluşturulan bu sınav bugün işlerliğini koruyor ve fakat sınavla ilgili olarak, sınav sistemiyle ilgili olarak, sorularla ilgili olarak şikâyetler konusunda da elbette ki bir değerlendirme yapılabilir ama sınavın merkezî sistem olarak yapılması konusunda bir değişiklik düşünmüyoruz.

Özellikle üniversiteler ve üniversitelerin kadrolarına ilişkin genel bir soru soruldu. YÖK’ün personel planlamasından hemen sonra eksiklik olan kadroların hemen hemen tamamını vereceğiz.

ALİM IŞIK (Kütahya) – İki yıldır bekleyen arkadaşlarımız var.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Sözleşmeli öğretmenlere ilişkin genel bir soru soruldu. Birkaç kez tekrar edildi, soruldu soru.

Şu anda Maliye nezdinde birtakım çalışmalarımızı yürütüyoruz. Sözleşmeli öğretmenlerin kadroya alınması konusunda çalışmalarımız tamamlandıktan hemen sonra bunu da kadroya alacağız.

“Üniversite öğrencilerine bu yıl yurt temin edilebilecek mi?” diye bir soru soruldu. Bu da tamamen planlandı, rakamlarıyla da önümde. Hem yapılmakta olanlar hem de yapılan, tamamlananlarla üniversiteye yerleşen her öğrencimiz bir şekilde yurt hizmetinden yararlanabilecek şekilde planlandı.

Bir başka soru “Üniversiteler başka bir ile fakülte açabilir mi?” idi. Evet, buna yasal bir engel yok, üniversiteler bunu planladıktan sonra açabilirler.

“Adana’ya ikinci bir üniversite kurulmasını düşünüyor musunuz?” dendi. Üniversitelerin bölünmesini biliyorsunuz üniversitelerin kendilerine bıraktık. Çukurova Üniversitesi ikiye bölünerek de çoğalabilir. Yeni bir üniversite kurulması konusunda herhangi bir başvuru da yok.

YILMAZ TANKUT (Adana) – Efendim, vakıf üniversitesi olarak talep var, üç yıldan beri talep var.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Vakıf üniversitesi olarak da söylüyorum. Eğer bu…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – YÖK’te bekliyor.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Böyle bir -şu anda YÖK Temsilcimiz de söylüyor- hiçbir şekilde YÖK’e intikal etmiş Adana’da kurulması düşünülen bir vakıf üniversitesi söz konusu değil. Geldiği takdirde zaten diğerleri hangi koşullarda değerlendiriliyorsa hızla değerlendirilip sonuçlandırılacaktır.

YILMAZ TANKUT (Adana) – Peki efendim, iki hafta içinde gelirler, YÖK’e başvururlar; elden getirirler hem de.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Tabii, memnuniyetle. Çünkü biz vakıf üniversitelerinin kurulmasının özellikle yükseköğrenim çağına gelmiş çok sayıda üniversite öğrencisi olan, okuma şansı olan, okul bulamayan öğrencilerimiz için çok ciddi bir alternatif oluşturduğunu biliyoruz. Bu nedenle de destekliyoruz.

Yine, sözleşmeli öğretmenlere yönelik, zannediyorum eş durumundan tayin ve diğer koşullar soruldu. Bu da mümkün yani eğer o şartları uygunsa bu tayin de mümkün.

Kürdoloji bölümünün kurulmasına ilişkin olarak da: Buna da üniversiteler karar verir, bu konuda bizim bir olumsuz tutumumuz yok.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. 

Madde 1’e bağlı Ek Madde 111’i okutuyorum:

YÜKSEKÖĞRETİM KURUMLARI TEŞKİLATI KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK

YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1- 28/3/1983 tarihli ve 2809 sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununa aşağıdaki ek maddeler eklenmiştir.

“Toros Üniversitesi

EK MADDE 111- Mersin’de Mersin Eğitim Vakfı tarafından 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine tabi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip Toros Üniversitesi adıyla bir vakıf üniversitesi kurulmuştur.

Bu Üniversite, Rektörlüğe bağlı olarak;

a) Mühendislik Fakültesinden,

b) İktisadi-İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesinden,

c) Güzel Sanatlar Fakültesinden,

ç) İletişim Fakültesinden,

d) Teknoloji ve İşletme Yüksekokulundan,

e) Yabancı Diller Yüksekokulundan,

f) Meslek Yüksekokulundan,

g) Fen Bilimleri Enstitüsünden,

ğ) Sosyal Bilimler Enstitüsünden,

oluşur.

BAŞKAN – Madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Akif Akkuş.

Sayın Akkuş, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 384 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın ek 111’inci maddesi üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu ve şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Ayrıca, sözlerime başlarken geçtiğimiz günlerde Kerkük Tazehurmatu’da katledilen Türkmenlere ve yakınlarına başsağlığı diliyor, katilleri nefretle kınıyorum.

Değerli milletvekilleri, eğitim, kısaca, bir milletin geleceğinin planlanmasıdır. Millî Eğitim Bakanlığına bağlı ilköğretim okulları, anaokulları ve liseler bulunmakta, bunun yanında Yükseköğretim Kurumuna bağlı da üniversiteler yer almaktadır. İlk ve ortaöğretim kurumları genellikle üniversitelere hazırlık mahiyetinde olan, üniversitelere öğrenci hazırlayan ve onları daha çok kültürel açıdan eğiten kurumlardır. Üniversitelere geldiğimiz zaman, üniversiteler genellikle gençlere bir meslek edinme doğrultusunda çalışmalar yaptırırlar, onları o şekilde eğitirler. Tabii, bu cümleden olmak üzere, ilköğretimden üniversiteye kadar geçen sürede nitelik ve nicelik açısından sağlanan ve sağlanacak olan başarı, milletimizi dünya milletleri arasında saygın bir yere sahip kılacak ve dünya genelinde saygı duyulan, gıpta edilen bir toplum hâline getirecektir.

Üniversiteler Anayasa’mızın 130’uncu maddesine göre kurulmaktadır. Bu, genellikle “Üniversiteler devlet tarafından kurulur.” diye belirtir, 130’uncu madde. Buna ilaveten bir de vakıf üniversitelerinin kurulabileceğini amirdir ve vakıf üniversiteleri için “Kâr gayesi güdülmez.” diye belirtilir.

Böylece, bugün ülkemizde 94’ü devlet, 38’i de vakıf üniversitesi olmak üzere 132 tane üniversite kurulmuş bulunmaktadır. Vakıf üniversiteleri son birkaç yılda hızla artmış ve sayı olarak devlet üniversitelerinin yaklaşık üçte 1’ine ulaşmıştır. Ancak öğrencilerine baktığımız zaman, yükseköğretimde okuyan, vakıf üniversitelerinde okuyan öğrencilerin miktarı üniversite öğrencileri içerisinde ancak yüzde 6-7 civarında bulunmaktadır.

Ülkemiz genç nüfusa sahip bir ülkedir. Gençlerimiz üniversitede okumaya oldukça heveslidir ve bu sevinilecek bir durumdur. Ancak bu öğrencilerimizin iyi yetişmesi ve kaliteli elemanlar hâline gelmesi de arzulanan ve istenen bir durumdur. Bugün ülkemizde 1 milyon 700 bin civarında gencimiz üniversitelerde eğitim-öğretim görmektedir. Bunların ancak 124 bin kadarı vakıf üniversitelerinde bulunmakta, diğerleri belirttiğim gibi devlet üniversitelerinde yer almaktadır. Bu bakımdan, vakıf üniversitelerinin kurulması uygundur. Ancak vakıf üniversiteleri kurulurken özellikle dikkat edilmesi gereken birtakım konuların olduğu da bir gerçektir. Önümüze gelen, özellikle Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonunun önüne gelen vakıf üniversitesi kurulmasıyla ilgili isteklere baktığımızda, genellikle bu vakfı kuranların isimleri var ama onların mal varlıkları hakkında bilgiler oldukça sınırlı. Mesela, bir vakıf üniversitesine bakıyorsunuz, diyor ki: 240 dönümlük arazisi var, bir de 32 bin dolar parası var.

E, arkadaşlar, değerli milletvekilleri, bununla üniversite kurulması mümkün değil, bununla üniversite kurulması aslında söz konusu olmamalı ama, maalesef, bunlara da izin veriyoruz ve bu üniversiteler kuruluyor. Peki, bu üniversiteler gelirlerini nereden temin edecek? Mademki bu şekilde bir gelir kaynakları yok, öğrencilerden alacak, belki yine öğrencilere sarf edecek. Ama geçtiğimiz yıllarda bu şekilde kurulmuş bazı yüksekokulların öğrencilerden topladıkları paraları kendi şirketlerine aktardıkları da malumdur. Dolayısıyla, bunlara son derece dikkat edilmesi gerekmektedir diyorum.

Bir de şunu hatırlatmak istiyorum değerli milletvekilleri: 1970’li yılları düşünün, özel okullar vardı, yani devlet akademilerine karşılık gelmek üzere özel okullar kurulmuştu. Ülkemizin büyük şehirlerinin birçoğunda vardı bunlar ama sonra biz bu okullarda gerçekten bir sendrom yaşadık, yani bu okullar artık üniversiter eğitim vermekten uzaklaştılar ve diploma dağıtan yerler hâline geldiler. Ben, tabii, bu konuda şunu belirtmek istiyorum: Vakıf üniversiteleri mutlaka kurulmalı ama bunların kontrolü devamlı ve periyodik bir şekilde mutlaka yapılmalıdır.

Değerli milletvekilleri, şimdi benim üzerinde duracağım ek madde, Mersin’de, Mersin Eğitim Vakfı tarafından “Toros Üniversitesi” adı altında bir üniversite kurulmasını sağlıyor. Dolayısıyla, burada, bakıyoruz, mühendislik fakültesi, iktisadi ve idari ve sosyal bilimler fakültesi, güzel sanatlar fakültesi, iletişim fakültesi, üç tane yüksekokul ve iki tane de enstitüden mürekkep bir üniversite. Burada, tabii, iktisadi, idari ve sosyal bilimler fakültesi benim dikkatimi çekti. Dolayısıyla, son yıllarda ülkemizde sosyal bilimler liseleri kuruldu. Bu liselerin gidebileceği, tercih edebileceği fakülteler olmasına rağmen, bir de onların aldıkları nosyona bağlı olarak bu fakültenin açılmış olması fevkalade dikkate şayan bir konudur.

Tabii, bunun yanında vakıf üniversitelerinden bir şikâyetim var. Bu da genellikle öğretim elemanlarını devlet üniversitelerinden almaları. Ayrıca, bunlar devlet üniversitesinden alındıktan sonra, devlet üniversitesinde verilen maaşın hemen hemen 2 katına yakın bir de maaş  ödenmekte, dolayısıyla buralar cazip hâle getirilmekte. Bakıyoruz, eski üniversitelerimizin bazı fakülteleri, bu bakımdan, öğretim üyesi açığı vermektedir. Bunlara da tabii dikkat edilmesi gerekiyor. Bunun için, bu vakıf üniversitelerinden, mutlaka, öğretim elemanı yetiştirilmesine dair birtakım programların istenmesi uygun olur kanaatindeyim.

Bütün bunlardan sonra, Toros Üniversitesinin, başta Mersin ilimize olmak üzere bütün ülkemize ve dünya medeniyetine katkılar sağlamasını, Türk yükseköğretimine katkılar  sağlamasını ve eğitim kurumları içerisindeki yerini almasını diliyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Akkuş.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu.

Buyurun efendim.

CHP GRUBU ADINA FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; YÖK’e soruyorum: Kaç müracaat var sizde, kaç üniversitenin müracaatı var? Bu müracaatlar hangi tarihten beri bekliyor, bugün de dün de? Acaba bu kurduğunuz üniversiteler ne zaman müracaat etti? Acaba üç yıldır, beş yıldır, yedi yıldır, müracaat etmiş, hâlâ avutulan insanların hakkını niye vermiyorsunuz? Nedir bunların özelliği? Hak eden kim varsa verelim. Hak eden, eğer üniversite hak ediyorsa verelim ama benim bildiğim, otuz küsur tane üniversite müracaatı var. Ama her ne hikmetse değerlendirilmiyor bunlar ve insanlara denilmiyor ki, arkadaş, sen üniversite kuramazsın, ben sana izin vermiyorum, objektif kriterle, şunun için, şunun için, şunun için vermiyorum. Ama bir kuruş parası olmayan, daha arazisi olmayan, yeri yurdu olmayan, hiçbir şeyi olmayan insanlara izin veriyorsunuz. Hak, adalet yönünden YÖK’ü bu konuda kınıyorum. İnsanları objektif kriterlerle değerlendirmeden ve bu üniversitelerin gelecekte iyi öğrenci yetiştirmeleri açısından belli kriterleri ileride oluşacak projelerle değerlendirip -ama orada 35 tane müracaat var, acaba bunların hiçbirine, hiçbirine acaba neden izin vermiyorsunuz?- bu insanlara deyin ki, arkadaş, ben sana izin vermiyorum, senin şu objektif kriterle hakkın yok, alamazsın bunu, bizim şablonumuz bu. Ama bir ay önce, on beş gün önce, yirmi gün önce müracaat eden insanlara şak diye izin veriyorsunuz. Acaba bunun sebebi hikmeti nedir arkadaşlar? Bunu bilmek istiyorum. Yani hakikaten ben üniversite kurulmasına karşı değilim ama sebebi hikmetini bilmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, daha hazineden yer kiralayıp “Ben burada kampüs kuracağım.” diyen insanlara izin verdiniz. Ben bunun örneklerini size verebilirim, bunun örneklerini verebilirim ama orada malı, mülkü, vakfı olan bir sürü bekleyen müracaat var.

Demin Adana’yla ilgili arkadaşlarım söyledi, benim de garibime gitti. Ben aradım, bulamadım Adana Ticaret Odası Başkanını. Eğer bizi duyuyorsa… “Müracaatı yok.” dediniz.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Müracaatı yok.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Ama arkadaşlarım diyor ki, Adana milletvekilleri -ben bilmiyorum-: “Adana Ticaret Odası müracaat etti.” Acaba Adana Ticaret Odasının sizin nezdinizde itibarı yok mu?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Var.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, burada objektif kriter uygulamıyorsunuz, sözüm YÖK’edir.

İki: Millî Eğitim Bakanlığına ve Millî Eğitim Komisyonuna da bir lafım var. “Arkadaş, getir bakalım sizdeki şu müracaatları, bunlara niye izin vermiyorsunuz?” Onlara sormak da sizin sorumluluğunuzdadır Komisyon Başkanım ve Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Biliyoruz.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Ama objektif kriter uygulamadan, orada dün de… Dünkü yönetim, bugünkü yönetim değil, YÖK’ün kurumsal kişiliğine söylüyorum. Ama sizin döneminizde, yeni, iki yılda en çok vakıf üniversitesi kurulan bir YÖK oldunuz. O zaman müracaatçıların hepsine yarın sabah deyin ki: “Arkadaş, ben sana izin vermiyorum.” Soruyorum insanlara: “Niye izin alamıyorsunuz?” “Vallahi, ‘Bekle.’ diyorlar.”

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Kime soruyorsunuz?

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Niye bekletiyorsunuz ya? Buna hakkınız yok, hakkınız yok. İnsanları oyalamak… İnsanların objektif kriteri yoksa, varsa açık açık söyleyeceksiniz. Onun için bu sözüm YÖK’edir.

İkinci sözüm: Değerli arkadaşlarım, yabancı dil -yine söylüyorum ama ben bunu bir türlü anlatamıyorum- çocuklarımızın geleceğinin, dünyayla birlikte ekmek bulmaları için -altını çiziyorum-… Biz bizim çocuklarımıza yasak savan eğitim veriyoruz. Bunu geçen dönem de söyledim, Sayın Bakanım, bu dönem de söylüyorum, eğer biz bu çocuklarımızla üniversiteyi bitirmiş diplomalı işsiz yaratıyorsak, hukuk fakültesi mezunu bir kardeşimiz eğer zabıt kâtipliği sınavına giriyorsa bu sorunu biz kendimizde mutlaka aramalıyız.

SELAMİ UZUN (Sivas) – Onun beceriksizliği yok mu? Hukuk fakültesi mezunu, zabıt kâtipliği sınavına giriyor.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Siz insanları beceriksiz yapıyorsunuz!

SELAMİ UZUN (Sivas) – Kendin söylüyorsun, “Hukuk fakültesi okumuş.” diyorsun ya!

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Siz beceriksiz yapıyorsunuz! Yapmayın, buradan geçerken, bu kadar hukuk fakültesi açarken, onun için…

SELAMİ UZUN (Sivas) – Hâkimlik sınavına girsin!

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Hâkimlik imtihanında objektif kriter uyguluyor musun! Şimdi benim ağzımı açtırmayın! (AK PARTİ sıralarından “Açsana, açsana!” sesleri)

SELAMİ UZUN (Sivas) – İnsaf et ya!

MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) – Yakışmıyor Mevlüt Bey, ayıp oluyor!

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Ayıp olmuyor, ayıp olan hiçbir şey yok! Ben çocuklarımız için konuşuyorum.

MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) – Ayıp oluyor, bu şekilde konuşmak sana yakışmıyor, ayıp oluyor!

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Hayır, ayıp olan hiçbir şey yok!

Sayın Bakan, tarihe geçin, biz ilköğretimden başlayarak lise sona kadar bir yabancı dili çocuklarımıza öğretmekten âciz miyiz? Bunun planını, bunun programını yapmaktan âciz miyiz? Sadece size söylemiyorum yani yirmi yıl önce de bu işler… Arkadaşlar, gidin Amerika’ya, hastanelere bakın, orada çalışanların yüzde 70’i Hindistanlı. Bu çocuklarımızın ekmeğini yok ediyoruz. Bu çocuklarımıza sadece Türkiye’de lisan eğitimi vermeden... Gelin, biz bir şeyi aşalım arkadaşlar. Yani her çocuğumuza liseyi bitirdiği zaman bir yabancı dili, üniversiteyi bitirdiği zaman ikinci yabancı dili öğretmiş olmaktan biz âciz değiliz arkadaşlar ama buna vizyon lazım. Çocuklarımızın ekmek parası için… Dünyanın her tarafında ekmeklerini bu çocuklar bulur. Üniversiteyi bitiren, iki yabancı dili olan bir arkadaşım ekmeğini her tarafta bulur arkadaşlar. Ben bunu dün de söyledim, bugün de söylüyorum: Sayın Bakan, lütfen, ilköğretimde -ben pedagog değilim- hangi sınıftan itibaren bir yabancı dil öğreteceksek, gerekirse her gün bir saat fazla eğitim vererek, lise sonda, liseyi bitiren bir çocuğumuza… Siz diplomadan önce yabancı dil bilen bir çocuk yetiştirin, o ekmeğini her tarafta bulur ama liseyi bitiren, hiçbir dil bilmeyen bir çocuk hiçbir şeyde hiçbir işe yaramıyor arkadaşlar. Dost acı söyler! Dost acı söyler! Yani her şeyi tozpembe göstermeyelim. Tamam, üniversite açalım ama sadece diploma veren üniversite açmışız ne işe yarar?

Değerli arkadaşlar, ayrıca üniversitelerin döner sermayeleri… Sayın Bakan, üniversitelerin döner sermayeleri üniversitelerin ihtiyaçlarını gidermek amacıyla zamanından itibaren kurulmuştur, üniversitelerimizin bilimsel ve teknik ihtiyaçlarını karşılamak için kurulmuştur, üniversitelerin her türlü araştırmaları, gerek öğrencilerin gerek öğretim görevlilerinin her türlü araştırmaları için bir kaynak olarak kurulmuştur ama arkadaşlar, üniversite döner sermayelerini şirketlere hizmetli olarak ihale edilen temizlik işçisi, ebe, hemşire, sağlık memuru, altını çiziyorum, üniversitelere dışarıdan temizlik işsizi adı altında alınan ebe, hemşire, sağlık memuru, şoför, bunların maaşını ödemek için kullanıyorsunuz. Devlet, üniversitede kim çalışıyorsa, o üniversitenin kime ihtiyacı varsa o kadroyu vermek zorundadır.

Demin arkadaşım söyledi: ”Adana’da ikinci bir üniversite için kanun teklifi verdim. -Hulusi Bey söyledi- Adana 5 Ocak üniversitesi bir gün bile dile getirilmedi.” Bazı illerimizin artık üniversite ihtiyacı had safhadadır.

Sayın Bakan, üniversitede belli hizmetler ihale edilemez. Devletin, sosyal devletin görevidir, oradaki ihtiyaçları gidermek sosyal devletin görevidir. Bazı hizmetler satılamaz, satın alınamaz. Özellikle tıp fakültelerinde temizlik şirketi adı altında aldığınız kişiyi siz hemşire, sağlık memuru adı altında çalıştıramazsınız. Bu, sosyal devletin sosyal anlayışına aykırıdır. Bu nedenle, özellikle üniversite döner sermayeleri üniversitenin bilimsel yönüne kullanılmalı ama yine söylüyorum, bir kez daha YÖK’e sesleniyorum: Bizim hepimizin, şahsen benim vicdanımda kaç üniversite hangi tarihte müracaat etmiş…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun, toparlayınız.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Niye izin vermediniz arkadaşlar? Niye izin vermediniz? Sebebi hikmetini burada bilmek istiyorum.

Bu nedenle, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Diyarbakır Milletvekili Gültan Kışanak. (DTP sıralarından alkışlar)

Sayın Kışanak, buyurun efendim.

DTP GRUBU ADINA GÜLTAN KIŞANAK (Diyarbakır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Doğrusu, bu son bir yıl içerisinde üniversitelerin durumuyla ilgili hem bütçe görüşmeleri sırasında hem Yükseköğretim Kanunu’nda yapılan değişiklik nedeniyle, farklı illerde üniversite kurulmasına yol açan yasal düzenleme nedeniyle hem de bugün bu yasal düzenleme nedeniyle ayrıntılı konuşmalar yapıyoruz ve ülkemizdeki üniversite eğitiminin içinde bulunduğu durumu hepimiz bütün açıklığıyla görüyoruz ve biliyoruz.

Ben size başka bir gerçekten, yine üniversiteyle bağlantılı başka bir gerçekten bahsetmek istiyorum: Geçen hafta Diyarbakır’da yine aralarında DTP’li belediye başkan yardımcılarının, meclis üyelerinin de bulunduğu 9 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar içerisinde, arasında Dicle Üniversitesi öğretim üyelerinden de değerli bir öğretim üyemiz vardı. Bu öğretim üyemiz neden kovuşturmaya uğradı, neden böyle bir operasyonda gözaltına alındı sorusunun cevabını savcılığa çıktığında öğrendik. Sorun şuydu: Geçen yıl bütçe görüşmeleri sırasında üniversitelerin bütçesi görüşülürken ben kendisini arayıp “Hocam, üniversitelerin bütçesi görüşülüyor, Dicle Üniversitesinin de varsa bir sorunu, sıkıntısı, bunları bizimle paylaşırsanız ben de burada Mecliste bu konuyu gündeme getiririm.” diye sormuştum. Bu ülkenin bir milletvekili, bu ülkenin bir öğretim üyesini arıyor ve o öğretim üyesinin görev yaptığı üniversitenin sorunlarını soruyor. Bu ülkenin emniyet müdürlüğü ve polisleri bu telefon görüşmesini dinliyor, kayda alıyor “suç unsurudur” diyerek savcılığın önüne koyuyor ve o savcı da utanmadan bu öğretim üyesine “Siz neden DTP’li Milletvekiliyle görüştünüz? Ona Dicle Üniversitesi hakkında ne bilgiler verdiniz?” diye soru soruyor. Böyle bir ülkede beş değil beş bin tane üniversite kursak da aydınlanmayı sağlayamayız. Böyle bir zihniyetle yönetilen bir ülkede aydınlanmayı sağlamak için kâğıt üstünde üniversite açmak değil, kafaları açmak gerekir.

Yine, aynı öğretim üyemize savcılığın sorduğu sorulardan birisi de şu: Partimizin Grup Başkan Vekili ve Diyarbakır Milletvekili Sayın Selahattin Demirtaş Hocamızı arıyor, diyor ki: “Hocam, sizin, seviye belirleme sınavları ve üniversiteye giriş sınavlarıyla ilgili Diyarbakır’ın durumu üzerine, Diyarbakır’daki öğrencilerin başarı düzeyine ilişkin bir araştırmanız var, bunun bilgilerini bizimle paylaşır mısınız?” diyor ve bu öğretim üyemiz o bilgileri Grup Başkan Vekilimiz Sayın Selahattin Demirtaş’a gönderiyor, kendisi de bu bilgiler ışığında soru önergesi hazırlayarak ilgili bakanlığa soruyor. İşte, polisler bu telefon görüşmesini de kayda alıyorlar, üşenmeyip bunu çözüyorlar “suç unsuru” diye savcının önüne koyuyorlar, savcı da bunu soruyor: “Sen Selahattin Demirtaş’la, DTP Milletvekiliyle niye konuştun? Ona niye yaptığın araştırmanın bilgilerini gönderdin?” diye.

Değerli milletvekilleri, kimse kimseyi kandırmasın. Bu tür hukuk dışı uygulamalar, Hükûmetin, ilgili bakanlıkların bilgisi ve onayı dışında yaşanmaz. AKP Hükûmeti demokrasi mücadelesi verdiğini söylüyor. Eğer demokrasi mücadelesi verecekse öncelikle demokrasinin herkes için geçerli olduğunu, hak ve özgürlüklerin herkes için geçerli olduğunu, buraya seçilip gelen milletvekillerinin her birinin en az kendileri kadar meşru olduğunu kabul etmelidir, bu zihniyeti kafasından silmelidir. Bu soruşturmaların sorumlusu AKP Hükûmetinin ve Sayın Başbakanın DTP’ye yönelik tutumunun bir yansımasıdır, sorumlusu bunlardır. Eğer AKP Hükûmeti DTP milletvekiline elini vermeyen emniyet müdürünü zamanında görevinden alsaydı, polis memuru da bu telefon görüşmelerini suç unsuru diye kaydedip savcının önüne koymazdı. Eğer AKP Hükûmeti DTP milletvekillerine yönelik fiilî saldırıda bulunan, müdahalede bulunan, şiddet uygulayan polis memurlarını Batman’da, Urfa’da görevden alsa, haklarında soruşturma açsaydı, bugün bu polis memuru da DTP milletvekiliyle bir öğretim görevlisi arasındaki telefon görüşmesini suç kabul ederek kaydetmez, çözmez ve savcının önüne koymazdı ve o savcı da bunu sanki bir suçmuş gibi o öğretim üyesine sormazdı, utanırdı. Hukuk böyle sağlanmaz, adalet böyle sağlanmaz, demokrasi mücadelesi böyle sağlanmaz. Önce sizin kendi kafanızda herkesin hakkını teslim eden, demokrasiyi ve insan haklarını herkes için gerekli olan bir kural olarak kabul eden bir anlayışa gelmeniz lazım. Onun ötesinde yürüttüğünüz demokrasi mücadelesi sahtedir. Kimsenin buna inanacak tarafı da artık kalmamıştır.

Bugün kalkıp biz konuyu görüştüğümüzde “DTP’ye yönelik operasyon hukuki bir operasyondur. Savcılar gerekli soruşturmayı yapıyorlar. Yasalar ne gerektiriyorsa…”  Bunu diyorlar. Yasalar bunu mu diyor? Yasalar bir öğretim üyesinin bir milletvekiliyle görüşmesini suç mu sayıyor? O milletvekili Kürtse, o milletvekili DTP’liyse, halktan 60 bin oyu alarak buraya gelmişse bile onu meşru saymamayı mı öngörüyor? Böyle bir yasa varsa gelin, önce bunu buradan kaldıralım. Böyle bir yasal düzenleme yok. Bunlar zihniyet sorunudur. Bunlar iktidarın uygulama sorunlarıdır ve iktidar bu tür uygulamaların sorumluluklarından kaçınamaz.

Onun için, diyorum ki burada, böyle, kâğıt üstünde üniversiteler açmakla uğraşacağımıza, önce zihinlerimizi temizleyelim, demokrasiye gerçekten inanalım, herkes için demokrasi diyelim, herkes için insan hakları diyelim, herkes için özgürlük diyelim. Bunu demediğimiz müddetçe beş değil beş bin tane üniversite açsak da bu ülke bu karanlık zihniyetten kurtulamayacaktır diyorum, hepinize teşekkür ediyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Ek madde 111’i oylarınıza arz ediyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Ek madde 112’yi okutuyorum:

İstanbul Medipol Üniversitesi

EK MADDE 112- İstanbul’da Medipolitan Eğitim ve Sağlık Vakfı tarafından 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine tabi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip İstanbul Medipol Üniversitesi adıyla bir vakıf üniversitesi kurulmuştur.

Bu Üniversite, Rektörlüğe bağlı olarak;

a) Eğitim Fakültesinden,

b) Tıp Fakültesinden,

c) Diş Hekimliği Fakültesinden,

ç) Eczacılık Fakültesinden,

d) Sağlık Bilimleri Fakültesinden,

e) İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinden,

f) Hukuk Fakültesinden,

g) İletişim Fakültesinden,

ğ) Güzel Sanatlar Fakültesinden

h) Yabancı Diller Yüksekokulundan,

ı) Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulundan,

i) Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulundan,

j) Sağlık Bilimleri Enstitüsünden,

k) Sosyal Bilimler Enstitüsünden,

l) Mühendislik-Mimarlık Fakültesinden

oluşur.

BAŞKAN – Şahsı adına Sayın Ensar Öğüt.

Sayın Öğüt, konuşacak mısınız?

BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Konuşmayacaktınız Sayın Öğüt.

ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) – Peki, konuşmuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Evet, Sayın Öğüt konuşmasından vazgeçti.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Ek madde 113’ü okutuyorum:

KTO- Karatay Üniversitesi

EK MADDE 113- Konya’da Konya Ticaret Odası Eğitim ve Sağlık Vakfı tarafından 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine tabi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip KTO-Karatay Üniversitesi adıyla bir vakıf üniversitesi kurulmuştur.

Bu Üniversite, Rektörlüğe bağlı olarak;

a) Fen-Edebiyat Fakültesinden,

b) Mühendislik Fakültesinden,

c) İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinden,

ç) Güzel Sanatlar Fakültesinden,

d) Hukuk Fakültesinden,

e) Uygulamalı Bilimler Yüksekokulundan,

f) Sosyal Bilimler Enstitüsünden,

g) Fen Bilimleri Enstitüsünden,

oluşur.

BAŞKAN – Madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı.

Buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MUSTAFA KALAYCI (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 384 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi ile 2809 sayılı Kanun’a eklenen ek 113’üncü maddeye ilişkin Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere huzurlarınızdayım. Bu vesileyle hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Milletler ve medeniyetler arası yarışın tüm hızıyla devam ettiği günümüzde bilime, bilimin güvenilir rehberliğine her zamankinden daha çok ihtiyaç vardır. Bir toplumun başı dik ve refah içinde yaşayabilmesi önemli ölçüde bilim ve teknolojideki gücüne bağlıdır. Teknoloji, bilimsel bilginin uygulama alanına aktarılmasıdır. Bilim, bilimsel zihniyet ve yeteri kadar bilgi üretimi olmadan teknolojide ve uygulama alanlarında ilerleme olmaz. Bilim üretilmeden, yeterli bilgi birikimi olmadan sadece teknoloji ithali yoluyla milletler arasında devam eden baş döndürücü siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik yarışı sürdürmek ve medeniyetler yarışını kazanmak şöyle dursun, mevcut durumumuzu ve yerimizi korumak bile mümkün değildir.

Üniversiteler, yüksek düzeyde eğitim ve öğretim yaparak seçkin kadrolar yetiştiren, bilimsel ve teknolojik araştırmalar yapan ve araştırma sonuçlarını toplum yararına sunarak sosyal ve ekonomik kalkınmaya hizmet eden kuruluşlardır. Ülkemizde bugün üniversitelerin sayısı, 94’ü devlet, 38’i vakıf olmak üzere 132’ye ulaşmıştır. Bu tasarının kanunlaşmasını müteakip bu sayı 137’ye, hatta 139’a çıkacaktır. Ancak, sayısal olarak sıralanan bu artış, kalitede aynı oranda sağlanamamış, hatta nitelik oldukça düşmüştür.

Üniversiteler, yaptığı araştırmalarla ülke kalkınmasına önemli katkılar sağlar, teori ve uygulamanın eleştirilmesini sağlayarak bilgilerin üretime yansımasını gerçekleştirirler. Bu açıdan ülke kalkınmasında lokomotif görevi yapacak olan üniversitelerimizin bilinen sorunları mutlaka giderilmelidir. İyi eğitim iyi araştırma ortamında yapılacağından, üniversitelerimizin araştırma fonları artırılmalıdır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak parti programımızda, üniversitelerin ülkemizin ihtiyaç duyduğu insan gücünü yetiştiren, araştırma yaparak bilim ve teknoloji üreten, toplumsal gelişmeye önderlik eden, bilimsel yöntemlerle meselelere çözüm üreten ve dünya üniversiteleriyle yarışan eğitim kurumları hâline getirilmesi esas alınmıştır.

Değerli milletvekilleri, bu tasarı ile Konya ilimizde, Konya Ticaret Odası Karatay Üniversitesi ve Mevlana Üniversitesi adlarıyla iki yeni üniversite kurulması öngörülmektedir. Konya Ticaret Odası Karatay Üniversitesi, Konya Ticaret Odası Eğitim ve Sağlık Vakfı tarafından kurulmaktadır. Konya’nın tarihî misyonuyla yeniden kavuşması açısından Konya Ticaret Odası Karatay Üniversitesi son derece önemlidir. Fiziki yapılanması hızla devam eden ve kaba inşaatı biten Konya Ticaret Odası Karatay Üniversitesinin açılmasıyla birlikte, yine bir sonraki maddede kurulması öngörülen Mevlana Üniversitesinin açılmasıyla, Konya üniversiteler şehri olma yolunda önemli mesafe katedecektir. Mevlana Üniversitesi de Gevher Sultan Eğitim Araştırma Kültür ve Sağlık Vakfı tarafından kurulmaktadır. Konya’ya yeni üniversitelerin açılması ve Konya’nın bir üniversite kenti olması için çaba sarf eden, girişimde bulunan Konya Ticaret Odası yönetimini ve Konya Ticaret Odası Eğitim ve Sağlık Vakfı Mütevelli Heyetini, yine, Gevher Sultan Eğitim Araştırma Kültür ve Sağlık Vakfı yönetimini ve Mütevelli Heyetini bu girişimlerinden dolayı kutluyor, kendilerine ve tüm emeği geçenlere Konyalı hemşehrilerim adına teşekkürlerimi arz ediyorum.

Konya tarihine bakarsak, Konya’nın Selçuklu ve Osmanlı döneminde bir üniversiteler şehri olduğunu görürüz. Osmanlının en kötü zamanlarında bile Konya beş yüzden fazla medreseyle eğitime devam etmiş bir şehirdir. Bu bağlamda, üniversite kurma çalışmaları Konya’nın tarihî misyonuna yeni bir başlangıç olarak nitelendirilebilir.

Bu çerçevede Konya’da devlet üniversitelerinin de sayısı artırılmalıdır. Bugün itibarıyla, Selçuk Üniversitesi gibi, 1’i teknik olmak üzere 2 yeni devlet üniversitesinin kurulmasını karşılayacak gerekli altyapısı bulunmaktadır. Hatta Konya’nın üniversite kurulabilecek potansiyele sahip ilçeleri bile bulunmaktadır.

Konya, sanayi yapısı itibarıyla aynı anda birçok alanda faaliyet gösteren sektörleri içerisinde barındırmaktadır. Bu yapı dönemsel gelişmelere ve değişimlere uyum sağlama konusunda avantajlar sağlarken, önemli olarak gösterilebilecek sayılı sektörlerde uzmanlaşma eksiği nedeniyle, kurulu firmaların belirli bir büyüklükte kalmasına neden olmaktadır.

Bu gerçekler ışığında Konya’nın artık daha büyük üretim kapasitesine sahip büyük yatırımlara ihtiyacı vardır. Konya sanayisini ancak teknik bilgi sahibi uzman kişiler kalkındıracaktır. Bu bakımdan eğitimin ve teknik üniversitenin önemi oldukça büyüktür. Konya’da bu kanunla kurulan Konya Ticaret Odası Karatay Üniversitesi ve devlet üniversitesi olarak kurulması gereken teknik üniversite Konya sanayisinin iş yapma kapasitesini artıracak, yapacağı araştırma ve atılımlar ile dünya ile rekabet edebilecek konuma gelme noktasında sanayicimizin önünü açacaktır.

Konya’mızda kurulmakta olan iki yeni üniversitenin Konya’mıza ve ülkemize hayırlar getirmesi temennisiyle, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kalaycı.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Ek madde 114’ü okutuyorum:

Mevlana Üniversitesi

EK MADDE 114 - Konya’da Gevher Sultan Eğitim Araştırma Kültür ve Sağlık Vakfı tarafından 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine tabi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip Mevlana Üniversitesi adıyla bir vakıf üniversitesi kurulmuştur.

Bu Üniversite, Rektörlüğe bağlı olarak;

a) Eczacılık Fakültesinden,

b) Mühendislik Fakültesinden,

c) Hukuk Fakültesinden,

ç) İşletme Fakültesinden,

d) Eğitim Fakültesinden,

e) Tıp Fakültesinden,

f) Sağlık Hizmetleri Yüksekokulundan,

g) Meslek Yüksekokulundan,

ğ) Fen Bilimleri Enstitüsünden,

h) Sosyal Bilimler Enstitüsünden,

ı) Sağlık Bilimleri Enstitüsünden,

oluşur.

BAŞKAN – Madde üzerinde bize intikal eden bir söz talebi yok.

Madde üzerinde iki adet önerge vardır, önergeleri okutuyorum:

T.B.M.M. Başkanlığı’na

Görüşülmekte olan 384 sıra sayılı yasa tasarısının Ek Madde: 114’deki Mevlana Üniversitesi isminin Meram Üniversitesi  olarak değiştirilmesini arz ederiz.

Saygılarımızla.

                Hakkı Suha Okay                   Atilla Kart                           Şevket Köse

                        Ankara                              Konya                                Adıyaman          

               Esfender Korkmaz                                                      Ferit Mevlüt Aslanoğlu

                        İstanbul                                                                          Malatya

T.B.M.M. Başkanlığı’na

Görüşülmekte olan 384 sıra sayılı yasa tasarısının Ek: 114. maddesindeki Mevlana Üniversitesi’nde belirtilen fakülteler içerisinde yer alan (c) bendindeki Hukuk Fakültesi’nin madde metninden çıkartılmasını arz ederiz.

Saygılarımızla.

                                    Muharrem İnce                      Ferit Mevlüt Aslanoğlu

                                           Yalova                                         Malatya

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR  KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan. Birine katılıyoruz… İki önerge okuttunuz.

BAŞKAN – Hayır son önergeyi soruyorum efendim. Yani, hukuk fakültesinin çıkarılmasıyla ilgili…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Katılmıyor musunuz?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR  KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Takdire bırakıyoruz.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Takdire bırakıyoruz.

BAŞKAN – Takdire bırakıyorsunuz.

Evet, gerekçeyi mi okutayım efendim?

BEKİR BOZDAĞ – Gerekçe…

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum.

Gerekçe:

Ülkemizdeki hukuk fakültelerinin, iş gücü planlamasında yeterince öğrenci alması nedeniyle.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

BEKİR BOZDAĞ (Yozgat)  – Kabul edilmiş olması lazım Sayın  Başkan.

BAŞKAN - Diğer önergeyi okutuyorum:

T.B.M.M. Başkanlığı’na

Görüşülmekte olan 384 sıra sayılı yasa tasarısının Ek Madde: 114’deki Mevlana Üniversitesi isminin Meram Üniversitesi olarak değiştirilmesini arz ederiz.

Saygılarımızla.

                                                                        Hakkı Suha Okay (Ankara) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR  KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Kart, buyurun efendim.

ATİLLA KART (Konya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; tarafımızdan verilen önerge hakkında görüşlerimizi beyan etmek üzere söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, kurulacak bu üniversitelerin öncelikle bölgelerine yararlı hizmetler sunması, çağdaş eğitime katkı sağlaması, toplumsal yapıda ve sanayide istihdama yönelik nitelikli eleman yetiştirilmesinde üstlenmesi gereken rolü ifade etmek istiyorum: Bu üniversitelerin siyasi, sosyal ve kültürel alanlarda ve elbette akademik alanlarda, idari ve mali yönetimlerinde özerk ve özgür olmalarını sağlamamız gerekmektedir. Acaba bunları gerçekleştirebiliyor muyuz? Bu noktada çalışmalarımız var mı? Altyapı çalışması söz konusu mu?

Bu tasarının bu amaçlara hizmet edip etmeyeceğini sorgulamamız gerekiyor. Özerk ve özgür olma aşamalarının nasıl bir süreçte tamamlanacağını önceden öngörmek ve planlamak gerekiyor.

Bu değerlendirmeler yapıldığı zaman şunu görüyoruz değerli arkadaşlarım: Bir taraftan üniversitelerin niteliğini lise düzeyine düşüren bir yapılanmayı görüyoruz, bir taraftan da bu üniversiteleri toplumda ayrışmaya yol açan ideolojilere teslim ettiğimizi görüyoruz. Muvazaalı ilişkiler içerisinde kurulan sermaye gruplarına bu üniversitelerin teslim edildiğini görüyoruz. Böyle bir süreçte bu ilişkilere direnemeyen bir hükûmet kimliğini görüyoruz.

Değerli arkadaşlarım, Selçuk Üniversitesi, Konya’da yirmi beş yıldan bu yana faaliyet gösteren Selçuk Üniversitesi, aradan geçen bu süre içinde hem kampüs olarak hem fiziki anlamda çok büyük bir gelişme gösterdi. Konyalı hayırseverler bu aşamada her anlamda katkılarını sağladılar, üniversiteyi her anlamda sahiplendiler. Bu üniversitenin kurulması ve gelişmesi sayesinde Konya için ekonomik ve sosyal anlamda bir büyüme ve değişim ortamı yaratıldı, kültür alışverişine yol açmak suretiyle sosyal yapıya olumlu katkılar sağlandı. 80 bin civarındaki öğrenciye eğitim veren bu üniversitemiz, maalesef akademik anlamda istenen gelişmeyi gösteremedi. Bunun da temel sebebi, 80 bin üniversite öğrencisinin bulunması ve fiziki anlamda çok büyümüş olması sebebiyle idari yönetim alanında yaşanan sorunlardı.

İşte, değerli arkadaşlarım, geldiğimiz aşamada, geldiğimiz süreçte böylesine büyük bir potansiyele sahip olan Selçuk Üniversitesi bünyesinden felsefe, mantık, ilahiyat, sanat ve kültür ağırlıklı sosyal bilimler üniversitesinin kurulması ve böyle bir üniversiteye “Mevlana” isminin verilmesi her bakımdan uygun olacaktır. Bunu yapmayıp da evrensel bir değeri, evrensel bir kavramı, toplumun ötekileşmesi, ayrıştırılması konusunda bir algılama yaratan ya da kanaat yaratan bir düşünce grubuna bu ismin bir sembol olarak verilmesi en başta Mevlânâ’nın temsil ettiği değerlerle bağdaşmaz değerli arkadaşlarım. Bunu önemle takdirlerinize sunuyorum, sağduyunuza sunuyorum.

“Mevlânâ” kavramını ve değerlerini belli bir düşünce kalıbının içine hapsetmeye hiç kimsenin hakkı yok değerli arkadaşlarım. Bu tasarıyla kurulması öngörülen Karatay Üniversitesi için bu anlattığım anlamda bir eleştirimizin olmadığını, bir endişemizin olmadığını önemle ifade ediyorum. Ancak, Mevlana Üniversitesi için bu anlattığım çerçevede endişe ve eleştirilerimin bulunduğunu üzülerek ifade ediyorum. Bunu yapmaya hakkımız yok. Bu noktada sadece bugünün konjonktürü içinde hareket etmenin son derece yanlış ve ileride telafisi mümkün olmayacak birtakım sonuçlar yaratacağını şimdiden öngörmemiz gerekiyor.

Ben bu düşüncelerle ve bu ihtirazi kayıtlarla önergemize de destek verilmesi gereğini takdirlerinize sunuyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Kart, teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza arz ediyorum: Kabul edenler…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayalım efendim.

BAŞKAN – Kabul etmeyenler…

ATİLLA KART (Konya) – Kabul edilmiştir.

BAŞKAN – Önerge kabul edilmemiştir.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Kabul edilmiştir, sayın, efendim.

BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

ATİLLA KART (Konya) – Sayın Başkan, tereddütlü bir rakam var. Son derece tereddütlü bir rakam var.

BAŞKAN – Sayın Kart, bakınız, şuradaki milletvekilli arkadaşlarımı, el kaldıranları sayarsanız, Genel Kurulu… Ben bakıyorum, arkadaşlarım da bakıyor, bir ihtilaf yok yani o konuda.

ATİLLA KART (Konya) – Bu aşamadan sonra elbette çoğunluk sağlanır.

BAŞKAN – Ek madde 115’i okutuyorum:

Nuh Naci Yazgan Üniversitesi

EK MADDE 115- Kayseri’de Kayseri Yükseköğrenim ve Yardım Vakfı tarafından 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine tabi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip Nuh Naci Yazgan Üniversitesi adıyla bir vakıf üniversitesi kurulmuştur.

Bu Üniversite, Rektörlüğe bağlı olarak;

a) Fen-Edebiyat Fakültesinden,

b) Mühendislik Fakültesinden,

c) İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinden,

ç) Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesinden,

d) Meslek Yüksekokulundan,

e) Sosyal Bilimler Enstitüsünden,

f) Fen Bilimleri Enstitüsünden,

oluşur.”

BAŞKAN – Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Kayseri Milletvekili Şevki Kulkuloğlu.

Sayın Kulkuloğlu, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MEHMET ŞEVKİ KULKULOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi grubum adına saygıyla selamlıyorum.

Burada, Kayseri’de, Kayseri Yükseköğrenim ve Yardım Vakfının kurmakta olduğu bir vakıf üniversitesini görüşüyoruz. Kayseri Yükseköğrenim ve Yardım Vakfı yıllar önce merhum Profesör Doktor Bedii Feyzioğlu ve Profesör Doktor Feyzi Feyzioğlu’nun önderliğinde, rahmetlik babamın da -buradan hepsini rahmetle anıyorum, bütün kurucuları- kurucusu olduğu bir vakıftır ve Kayseri’de Erciyes Üniversitesinin kuruluşunda önderlik yapmış ve kuruluşta her aşamada hükûmetle el ele kuruluşu gerçekleştirmiş, bugüne kadar da yaşamasına katkı vermiştir. Bugüne kadar 10 binlerce öğrenciye burs vermiştir. Bugün de yine, bugünkü değerli yöneticileri aracılığıyla, bir üniversite kenti olmasını hayal ettiğimiz ve dilediğimiz Kayseri’nin bu yöndeki ilerleyişine katkı vermek adına, Kayseri’ye yine çok büyük emekleri geçmiş Kayseri eski Valisi Nuh Naci Yazgan’ın adını vererek bir üniversite kurulmaktadır. Burada emeği geçen, bu vakfın kuruluşunda emeği geçen, bugüne kadar maddi-manevi katkı sağlayan herkese yüce Meclisin huzurunda teşekkür ediyor, inşallah bu üniversitenin ülkemize hayırlı evlatlar, hayırlı meslek sahipleri yetiştireceğini umuyor ve başarılı olmasını diliyorum. Ayrıca emeği geçenlere teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, burada bir konuya daha kürsüye gelmişken değinmek istiyorum. 14 Haziran 2009 günü yağan dolu nedeniyle Kayseri ili Melikgazi ve Kocasinan ilçe sınırları içerisinde yer alan Emmiler köyünde 8 bin  dekar, Dadağı köyünde 7 bin dekar, Kemer köyünde 6 bin dekar, Ebiç köyünde 6 bin dekar, Mahzemin köyünde 4 bin dekar, Elagöz köyünde 6 bin dekar, Hasanarpa köyünde 6 bin dekar, Yeşilyurt köyünde 2 bin dekar, Turan köyünde 3 bin dekar, Subaşı köyünde 5 bin dekar, Küçükbürüngüz köyünde 5 bin dekar olmak üzere yaklaşık toplam 58 bin dekar alanda bulunan tarla, bağ ve bahçenin yüzde 20 ila yüzde 100’ü arasında, ürünlerinde, hasar oluştuğu tespit edilmiştir. Bu nedenle, 2009 yılı hasadı yapamayacakları, yani parasız kalıp geçim sıkıntısı çekecekleri, borçlarını ödeyemeyecek, düğünlerini yapamayacakları ve hatta 2010 yılı için ekim yapamayacakları aşikâr olan bu hemşehrilerimizin yaptığı müracaatlarda, devletin, Hükûmetin kapıları hep “3090 sayılı Yasa kapsamında sigorta ettirseydiniz kardeşim.” diyerek yüzlerine kapatılmıştır. Buradan yetkililere ve Sayın Başbakana sizler aracılığınızla seslenmek istiyorum: Binlerce çiftçi ailenin sıkıntıya uğradığı bu konuyu derhâl Bakanlar Kurulu gündemine alarak, bu bölgeyi afet alanı ilan ederek, geçim sıkıntısı içerisinde olan ve parasızlıktan ürününü sigortalatamayan köylülerimizin dertlerine devlet çare olmalıdır. Vatandaşa “Sosyal devlet prensibiyle hareket ediyoruz.” diyerek mart ayında kömür dağıtmakla değil, yaşadığı sıkıntıda, uğradığı afette gereğini yaparak sosyal devleti hayata geçirebilirsiniz. Afete uğramış hemşehrilerim adına yetkililere hatırlatmak istiyorum.

Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Kulkuloğlu, teşekkür ediyorum.

Ek madde 115’i oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Saygıdeğer milletvekilleri, yeni madde ihdasına dair bir önerge vardır. Malumlarınız olduğu üzere, görüşülmekte olan tasarı veya teklife konu kanunun, komisyon metninde bulunmayan ancak tasarı veya teklif ile çok yakın ilgisi bulunan bir maddesinin değiştirilmesini isteyen ve komisyonun salt çoğunlukla katıldığı önergeler üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açılacağı İç Tüzük’ün 87’nci maddesinin dördüncü fıkrası hükmüdür. Bu nedenle, önergeyi okutup Komisyona soracağım. Komisyon önergeye  salt çoğunlukla, 13 üyesiyle katılırsa önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açacağım, Komisyonun salt çoğunlukla katılmaması hâlinde ise önergeyi işlemden kaldıracağım.

Şimdi önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 384 Sıra Sayılı Kanun Tasarısının 1 inci maddesine aşağıdaki ek maddenin ilave edilmesini arz ve teklif ederiz.

                   Bekir Bozdağ                 Yuzuf Ziya İrbeç                  Nusret Bayraktar

                        Yozgat                              Antalya                                 İstanbul

                   Mustafa Elitaş                   Yusuf Coşkun                        Güldal Akşit

                        Kayseri                              Bingöl                                  İstanbul

                                                              Fatma Şahin

                                                                Gaziantep

“Turgut Özal Üniversitesi

Ek Madde 116- Ankara’da Turgut Özal Düşünce ve Hamle Vakfı tarafından 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine tabi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip Turgut Özal Üniversitesi adıyla bir vakıf üniversitesi kurulmuştur.

Bu Üniversite, Rektörlüğe bağlı olarak;

a) İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinden,

b) Hukuk Fakültesinden,

c) Mühendislik Fakültesinden,

ç) Tıp Fakültesinden,

d) Fen Bilimleri Enstitüsünden,

e) Sosyal Bilimler Enstitüsünden,

f) Sağlık Bilimleri Enstitüsünden,

oluşur.”

BAŞKAN – Sayın Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılıyor musunuz?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılıyoruz Sayın Başkan. Salt çoğunluğumuz vardır.

BAŞKAN – Evet, 13 kişiyi arayacağım…

Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılmış olduğundan, önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açıyorum.

Söz isteyen? Yok.

Ek madde 116’yı oylarınıza arz ediyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Saygıdeğer milletvekilleri, yeni madde ihdasına dair bir önerge daha vardır. Yine bu önergede de Komisyonun salt çoğunlukla katılmasını arayacağım. Komisyona soracağım, salt çoğunlukla katılmışsa önerge üzerinde yeni bir madde olarak işlem yapacağım, eğer katılmamışsa önergeyi işlemden kaldıracağım.

Önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 384 Sıra Sayılı Kanun Tasarısının 1 inci maddesine aşağıdaki ek maddenin ilave edilmesini arz ve teklif ederiz.

                   Bekir Bozdağ                   Mustafa Elitaş                     Nusret Bayraktar

                        Yozgat                              Kayseri                                 İstanbul

                Hakkı Suha Okay                  Fatma Şahin                         Şahin Mengü

                        Ankara                            Gaziantep                                Manisa

                  Mehmet Şandır                   Güldal Akşit                      Yusuf Ziya İrbeç

                        Mersin                              İstanbul                                 Antalya

                                                            Yusuf Coşkun

                                                                  Bingöl

“TED Üniversitesi

Ek Madde 117- Ankara’da Türk Eğitim Derneği Yükseköğrenim Vakfı tarafından 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine tabi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip TED Üniversitesi adıyla bir vakıf üniversitesi kurulmuştur.

Bu Üniversite, Rektörlüğe bağlı olarak;

a) Eğitim Fakültesinden,

b) Mühendislik ve Mimarlık Fakültesinden,

c) İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinden,

ç) Sanat ve Tasarım Fakültesinden,

d) Fen Bilimleri Enstitüsünden,

e) Sosyal Bilimler Enstitüsünden,

f) Eğitim Bilimleri Enstitüsünden,

oluşur.”

BAŞKAN – Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Çoğunluk var.

Yeni bir madde olarak görüşme açıyorum.

Madde üzerinde söz isteyen? Yok.

Maddeyi oylarınıza arz ediyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, ek maddelerden 111, 112, 113, 114, 115, 116 ve 117’nin bağlı olduğu çerçeve madde 1’i oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Madde 2’yi okutuyorum:

MADDE 2- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN –Söz talebi yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Madde 3’ü okutuyorum:

MADDE 3-Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Söz talebi yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.

Ülkemiz için, vakıflar için ve öğrencilerimiz için hayırlı olmasını diliyorum.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, 4’üncü sıraya alınan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile İslam Konferansı Örgütüne Bağlı İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar ve Eğitim Merkezi Arasında Ankara/Oran Diplomatik Sitede Arsa Tahsisine İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

4.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile İslam Konferansı Örgütüne Bağlı İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar ve Eğitim Merkezi (SESRIC) Arasında Ankara/Oran Diplomatik Sitede Arsa Tahsisine İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/705) (S. Sayısı: 394)(x)

BAŞKAN – Sayın Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Komisyon raporu 394 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde söz talebi yoktur.

Tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

1’inci maddeyi okutuyorum:

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE İSLAM KONFERANSI ÖRGÜTÜNE

BAĞLI İSLAM ÜLKELERİ İSTATİSTİK, EKONOMİK VE SOSYAL ARAŞTIRMALAR

 VE EĞİTİM MERKEZİ (SESRIC) ARASINDA ANKARA/ORAN DİPLOMATİK SİTEDE ARSA TAHSİSİNE İLİŞKİN PROTOKOLÜN ONAYLANMASININ

UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1- (1) 13 Mart 2009 tarihinde Ankara’da imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile İslam Konferansı Örgütüne Bağlı İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar ve Eğitim Merkezi (SESRIC) Arasında Ankara/Oran Diplomatik Site’de Arsa Tahsisine İlişkin Protokol”ün onaylanması uygun bulunmuştur.

BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

2’nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2- (1) Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

3’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3- (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü açık oylamaya tabidir.

Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Oylama için üç dakika süre vereceğim. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen üç dakikalık süre içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekâleten oy kullanacak Sayın Bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadıyla imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, 394 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile İslam Konferansı Örgütüne Bağlı İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar ve Eğitim Merkezi (SESRIC) Arasında Ankara/Oran Diplomatik Sitede Arsa Tahsisine İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı açık oylama sonucunu arz ediyorum:

Kullanılan oy sayısı                   : 203

Kabul                                         : 203 (x)

Böylece tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır, hayırlar getirmesini diliyorum, hepinize hayırlı akşamlar diliyorum.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, alınan karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 24 Haziran 2009 Çarşamba günü saat 13.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati: 22.59