DÖNEM: 23 CİLT: 47 YASAMA YILI: 3
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
108’inci
Birleşim
23 Haziran 2009 Salı
(Bu
Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür
belge aslına uygun olarak yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L
E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III.
- YOKLAMA
IV.
- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Karaman
Milletvekili Mevlüt Akgün’ün, 732’nci Türk Dil Bayramı’na ilişkin gündem dışı
konuşması
2.- Balıkesir
Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, Balıkesir ilinin ulaşım ve bazı sorunlarına
ilişkin gündem dışı konuşması
3.- Kastamonu
Milletvekili Mehmet Serdaroğlu’nun, belediyelerin içinde bulunduğu sıkıntılara
ilişkin gündem dışı konuşması
V.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Tezkereler
1.- Suudi
Arabistan Şûra Meclisi Başkanı Dr. Abdullah bin Muhammed bin İbrahim
Al-Alsheikh ve beraberindeki heyetin ülkemizi ziyaret etmesine ilişkin
Başkanlık tezkeresi (3/848)
2.- Birleşmiş
Milletler Geçici Görev Gücü bünyesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin 5 Eylül 2009
tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL Harekâtı’na iştirak etmesine izin
verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/839)
B) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Manisa
Milletvekili Mustafa Enöz ve 23 milletvekilinin, toplum içerisinde artan şiddet
olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/411)
2.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut ve 23 milletvekilinin, TOKİ tarafından üretilen
konutlardaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/412)
3.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut ve 24 milletvekilinin, ziraat mühendisliği
mesleğinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/413)
VI.-
ÖNERİLER
A) Danışma Kurulu Önerileri
1.- Gündemdeki
sıralama ile Genel Kurulun çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine; 410 ve
412 sıra sayılı kanun tasarılarının İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel
kanun olarak ve bölümler halinde görüşülmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi
VII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Türk Ticaret
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)
2.- Kat Mülkiyeti
Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Bayındırlık, İmar,
Ulaştırma ve Turizm ile Adalet Komisyonları Raporları (1/717) (S. Sayısı: 409)
3.- Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarıları ile
Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/688, 1/703, 1/684,
1/696) (S. Sayısı: 384)
4.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile İslam Konferansı Örgütüne Bağlı İslam Ülkeleri
İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar ve Eğitim Merkezi (SESRIC) Arasında
Ankara/Oran Diplomatik Sitede Arsa Tahsisine İlişkin Protokolün Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/705) (S.
Sayısı: 394)
VIII.-
OYLAMALAR
1.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile İslam Konferansı Örgütüne Bağlı İslam Ülkeleri
İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar ve Eğitim Merkezi (SESRIC) Arasında
Ankara/Oran Diplomatik Sitede Arsa Tahsisine İlişkin Protokolün Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın oylaması
IX.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- İzmir
Milletvekili Bülent Baratalı’nın, hâkim ve savcıların dinlendiği iddialarına
ilişkin Başbakandan sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/7525)
2.- Hakkâri
Milletvekili Hamit Geylani’nin, siyasi tutuklu ve hükümlülere kötü muamele
iddialarına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/7590)
3.- Şırnak
Milletvekili Hasip Kaplan’ın, Anayasa Mahkemesinin önündeki heykele ve telefon
dinlemelerine ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/7703)
4.- Burdur
Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın, belediye başkan ve yardımcılarının bir ek
ödemeden yararlandırılmasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet
Şimşek’in cevabı (7/7830)
5.- İzmir
Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun, çiftçilerin desteklenmesine,
- İzmir
Milletvekili Kamil Erdal Sipahi’nin, pamuk tarımında alınabilecek bazı
tedbirlere,
Bir kanun
tasarısı taslağına gönderilen görüşe,
- Bursa
Milletvekili H. Hamit Homriş’in, tarım kredi kooperatiflerinin bazı
uygulamalarına,
İlişkin soruları
ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı
(7/7862),(7/7863),(7/7864),(7/7865)
6.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır’ın, 2009 yılı bütçesindeki değişiklik ihtiyacına
ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/7868)
7.- Gaziantep
Milletvekili Akif Ekici’nin, kriz nedeniyle SGK’ya yapılan ödemelerin
azalmasına ilişkin Başbakandan sorusu ve
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in cevabı (7/7876)
8.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır’ın, esnafın idari para cezalarının affına ilişkin
sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in cevabı (7/7890)
9.- İstanbul
Milletvekili Sebahat Tuncel’in, sinema ve televizyon sektöründeki çalışma
koşullarına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in
cevabı (7/7892)
10.- Hakkâri
Milletvekili Hamit Geylani’nin, Hakkâri-Van kara yolunda bal yüklü araçların
denetimine ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın cevabı (7/7909)
11.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut’un, Vakıflar bölge müdürlüklerinin yüklenicilere
ödeme yapmamasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent
Arınç’ın cevabı (7/7961)
12.- İzmir
Milletvekili Bülent Baratalı’nın, Urla Teknokent Projesi’ne ilişkin Başbakandan
sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın cevabı (7/7968)
13.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, sosyal güvencesi olmayan hamilelerin sağlık
giderlerinin karşılanmamasına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı Ömer Dinçer’in cevabı (7/8110)
14.- Gaziantep
Milletvekili Akif Ekici’nin, sosyal güvencesi olmayan hamilelerin sağlık
giderlerinin karşılanmamasına ilişkin sorusu ve
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in cevabı (7/8111)
15.- Edirne
Milletvekili Rasim Çakır’ın, Edirne’nin sınır ticaret merkezi kapsamına
alınmamasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı
(7/8174)
16.- Bursa
Milletvekili H. Hamit Homriş’in, TOKİ ödemelerinde yaşanan sıkıntıya ilişkin
Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in
cevabı (7/8185)
17.- Van
Milletvekili Kayhan Türkmenoğlu’nun, ödenmeyen sevk ücretlerine ilişkin sorusu
ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in cevabı (7/8198)
18.- Kars
Milletvekili Gürcan Dağdaş’ın, Kars’a sınır ticaret merkezi kurulup
kurulmayacağına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı
(7/8232)
19.- İzmir
Milletvekili Oğuz Oyan’ın, Adalet ve Kalkınma Partisinin kısaltılmış adı ile
ilgili konuşmasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/8393)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu
saat 13.00’te açılarak sekiz oturum yaptı.
İstanbul
Milletvekili Mehmet Ufuk Uras, 15-16 Haziran işçi direnişinin yıl dönümüne ve
emek hareketinin sorunlarına,
Gümüşhane
Milletvekili Yahya Doğan, Türk Kızılayının kuruluşunun 141’inci yıl dönümüne,
Kütahya
Milletvekili Alim Işık, İslami holdingler ve İhlas Finans mağdurlarının
durumlarına,
İlişkin gündem
dışı birer konuşma yaptılar.
İzmir
Milletvekili Oktay Vural,
İstanbul
Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu,
Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli,
Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın gündem dışı konuşmasına ilişkin birer açıklamada
bulundular.
İstanbul Milletvekili
Çetin Soysal ve 28 milletvekilinin, işsizlik sorununun (10/408),
Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 21 milletvekilinin, işçi güvenliği ve işçi
sağlığı konusunun (10/409),
Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 19 milletvekilinin, şaraplık üzüm
yetiştiriciliğindeki sorunların (10/410),
Araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla birer Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin
gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı
açıklandı.
Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:
1’inci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),
3’üncü sırasında
bulunan, Kütahya Milletvekili Soner Aksoy’un, Yenilenebilir Enerji
Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii
Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu’nun (2/340) (S. Sayısı: 395),
4’üncü sırasında
bulunan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile İslam Konferansı Örgütüne Bağlı İslam
Ülkeleri İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar ve Eğitim Merkezi (SESRIC)
Arasında Ankara/Oran Diplomatik Sitede Arsa Tahsisine İlişkin Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu’nun (1/705) (S. Sayısı: 394),
6’ncı sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Kamu Düzeni ve Güvenliği
Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ve İçişleri
Komisyonu Raporu’nun (1/704) (S. Sayısı: 383),
7’nci sırasında
bulunan, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarıları ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu
Raporu’nun (1/688, 1/703, 1/684, 1/696) (S. Sayısı: 384),
Görüşmeleri
komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.
2’nci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türkiye İhracatçılar Meclisi
ile İhracatçı Birliklerinin Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ile
Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu
Raporu’nun (1/607) (S. Sayısı: 408) görüşmeleri tamamlanarak,
5’inci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Gümrük Kanunu ile Bazı Kanun
ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve
Avrupa Birliği Uyum ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/602) (S.
Sayısı: 324) görüşmelerini müteakip, yapılan açık oylama sonucunda,
Kabul edildi.
23 Haziran 2009
Salı günü, saat 15.00’te toplanmak üzere birleşime 19.43’te son verildi.
Meral AKŞENER |
Başkan
Vekili |
|
Harun
TÜFEKCİ Yusuf
COŞKUN |
Konya
Bingöl
|
Kâtip
Üye Kâtip
Üye |
|
Canan
CANDEMİR ÇELİK Yaşar
TÜZÜN |
Bursa
Bilecik |
Kâtip
Üye Kâtip
Üye |
|
No.: 124
II.- GELEN KÂĞITLAR
19 Haziran 2009 Cuma
Tezkere
1.- Sayıştayda
Açık Bulunan 6 Sayıştay Üyeliği İçin Yapılacak Seçime Dair Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi (3/840) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi:
18.6.2009)
Rapor
1.- Kat Mülkiyeti
Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Bayındırlık, İmar,
Ulaştırma ve Turizm ile Adalet Komisyonları Raporları (1/717) (S. Sayısı: 409)
(Dağıtma tarihi: 19.6.2009) (GÜNDEME)
No.: 125
22
Haziran 2009 Pazartesi
Tasarılar
1.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuveyt Devleti Hükümeti Arasında Sınai İhracatın
Geliştirilmesi Alanında Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı (1/719) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve
Teknoloji ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2009)
2.- Türkiye
Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı ile Çin Halk Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı Arasında
Sağlık Alanında İşbirliğine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı (1/720) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile
Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2009)
3.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuveyt Devleti Hükümeti Arasında Ekonomik ve Teknik
İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
(1/721) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ile
Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2009)
4.- Türkiye
Cumhuriyeti ve Suriye Arap Cumhuriyeti Arasında Hükümlülerin Nakline Dair
Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/722) (Adalet
ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2009)
Teklifler
1.- Adalet ve
Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve
Yalova Milletvekili İlhan Evcin’in; İş Kanunu, İşsizlik Sigortası Kanunu ve
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi (2/476) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler; Avrupa
Birliği Uyum ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
19.6.2009)
2.- Hakkâri
Milletvekili Hamit Geylani’nin; Türk Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/477) (İçişleri ile Adalet
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.6.2009)
3.- Burdur
Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın; 6343 Sayılı “Veteriner Hekimlik Mesleğinin
İcrasına, Türk Veteriner Hekimleri Birliği ile Odalarının Teşekkül Tarzına ve
Göreceği İşlere Dair Kanun”un 19. ve 41. Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi (2/478) (Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonuna) (Başkanlığa
geliş tarihi: 12.6.2009)
4.- Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse’nin; 4733 Sayılı Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme
Kurumu Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifi (2/479) (Tarım, Orman ve Köyişleri ile Adalet Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 12.6.2009)
Tezkereler
1.- Batman
Milletvekilleri Ayla Akat Ata ve Bengi Yıldız ile Siirt Milletvekili Osman
Özçelik’in Yasama Dokunulmazlıklarının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık
Tezkeresi (3/841) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2009)
2.- Mardin
Milletvekilleri Emine Ayna ve Ahmet Türk’ün Yasama Dokunulmazlıklarının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/842) (Anayasa ve Adalet
Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi:
17.6.2009)
3.- Mardin
Milletvekili Emine Ayna’nın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/843) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2009)
4.- Van
Milletvekili Özdal Üçer’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/844) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2009)
5.- Bitlis
Milletvekili Vahit Kiler’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/845) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2009)
6.- İstanbul
Milletvekili Sebahat Tuncel’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/846) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 18.6.2009)
7.- Tunceli
Milletvekili Şerafettin Halis’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/847) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 18.6.2009)
Raporlar
1.- Bütçe
Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelere Eklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/691) (S. Sayısı: 410) (Dağıtma tarihi: 22.6.2009) (GÜNDEME)
2.- Banka
Kartları ve Kredi Kartları Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı
ile İstanbul Milletvekili Esfender Korkmaz’ın; Tokat Milletvekili Reşat Doğru
ve 4 Milletvekilinin; İstanbul Milletvekili Esfender Korkmaz’ın; Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut ve 13 Milletvekilinin; Ardahan Milletvekili Ensar
Öğüt’ün Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii
Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/718, 2/307, 2/392, 2/406,
2/416, 2/424) (S. Sayısı: 411) (Dağıtma tarihi: 22.6.2009) (GÜNDEME)
3.- Avrupa
Birliği Genel Sekreterliği Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ve
Avrupa Birliği Uyum ile Dışişleri Komisyonları Raporları (1/716) (S. Sayısı:
412) (Dağıtma tarihi: 22.6.2009) (GÜNDEME)
Süresi İçinde Cevaplanmayan Yazılı Soru Önergeleri
1.- Yalova
Milletvekili Muharrem İnce’nin, bir bakım ve rehabilitasyon merkezindeki
engelli çocukların destek eğitimlerine ilişkin Devlet Bakanından (Nimet
Çubukçu) yazılı soru önergesi (7/7566)
2.- İzmir Milletvekili Bülent Baratalı’nın, memur
ve emeklilere bir defaya mahsus ödeme sözüne ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/7817)
3.- Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, TRT’nin bir ihalesine ve bazı vericilere ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7819)
4.- Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, Türk Telekom’un yönetimine ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/7820)
5.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, ABD’de bulunan iki kuruluşun verdiği ödüllere
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7822)
6.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, İsrail’in Mescid-i Aksa çevresinde gerçekleştirdiği
kazılara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7823)
7.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, İsrail’e gönderilen gizli özel temsilciye ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7824)
8.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, yeşil kart uygulamasına ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/7825)
9.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, MEDULA Programına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/7826)
10.- Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, Balıkesir Belediyesinin borçlarına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7827)
11.- Muğla
Milletvekili Fevzi Topuz’un, TRT’nin yaptırdığı bir diziyle zarara uğratıldığı
iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7829)
12.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Muş’ta depremle ilgili çalışmalara ilişkin
Bayındırlık ve İskan Bakanından yazılı soru önergesi (7/7834)
13.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Sakarya’da depremle ilgili çalışmalara ilişkin
Bayındırlık ve İskan Bakanından yazılı soru önergesi (7/7835)
14.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır’ın, sosyal güvenlik sistemine ilişkin Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/7836)
15.- Hatay
Milletvekili Abdulaziz Yazar’ın, kısa çalışma ödeneğinden yararlanan firmalara
ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/7837)
16.- Hatay
Milletvekili Abdulaziz Yazar’ın, Hatay’da kısa çalışma ödeneğinden yararlanan
firmalara ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi
(7/7838)
17.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır’ın, çocuk işçiliğine ilişkin Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/7839)
18.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır’ın, geçici işçi kadro tahsislerine ilişkin Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/7840)
19.- Hatay Milletvekili
Abdulaziz Yazar’ın, kredi kartı kullanımına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/7845)
20.- Hatay
Milletvekili Abdulaziz Yazar’ın, Hatay’daki kredi kartı borçlularına ilişkin
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi
(7/7846)
21.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır’ın, IMF ile ilişkilere ilişkin Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/7847)
22.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, iç talebin canlandırılmasına ve IMF ile
görüşmelere ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan)
yazılı soru önergesi (7/7848)
23.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır’ın, nükleer enerji santrali yapımına ilişkin Enerji
ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/7849)
24.- İzmir
Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun, İzmir’deki enerji ihtiyacına ve
OSB’lerin sorunlarına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru
önergesi (7/7850)
25.- İzmir
Milletvekili Şenol Bal’ın, enerji alanında faaliyet gösteren KİT’lerin borç ve
alacaklarına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi
(7/7851)
26.- Muş
Milletvekili Sırrı Sakık’ın, toplumsal olaylara müdahalelerde biber gazı
kullanılmasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7852)
27.- İstanbul
Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin
metrobüslerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7853)
28.- İstanbul
Milletvekili Sacid Yıldız’ın, İstanbul’daki kentsel yaşam kalitesine ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7854)
29.- Bartın
Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya’nın, Türkiye Belediyeler Birliği
yönetimine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7855)
30.- Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, kaçak göçmen sorununa ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/7856)
31.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, 1 Mayıs’taki olaylarda polisin bir
müdahalesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7857)
32.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Bingöl-Yedisu-Erzincan yolunun asfaltlanmasına
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7858)
33.- Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, öğretmenlerin kesilen ek ders ücretlerine
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7859)
34.- Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, Balıkesir’deki öğrenci yurdu yapımına
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7860)
35.- Kırklareli
Milletvekili Turgut Dibek’in, Devlet parasız yatılılık ve bursluluk sınavındaki
bir soruya ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7861)
36.- Edirne
Milletvekili Cemaleddin Uslu’nun, acil arama servisinin etkinleştirilmesine
ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/7866)
37.- Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, bir beldeden geçen karayolunun oluşturduğu
sorunlara ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/7867)
38.- Niğde
Milletvekili Mümin İnan’ın, Ermenistan ile ilişkilere ilişkin Dışişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/7869)
39.- Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, İstanbul Boğazı çevresindeki gayrimenkul
alımlarıyla ilgili iddialara ilişkin Milli Savunma Bakanından yazılı soru
önergesi (7/7870)
No.: 126
23 Haziran 2009 Salı
Sözlü Soru Önergeleri
1.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı
yönetimine ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından sözlü soru önergesi (6/1457)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10/06/2009)
2.- Manisa
Milletvekili Mustafa Enöz’ün, tütün sektörüne ve özelleştirilen sigara
fabrikaları çalışanlarına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1458)
(Başkanlığa geliş tarihi: 11/06/2009)
3.- Manisa
Milletvekili Mustafa Enöz’ün, kaçak ve sahte tütün mamulleriyle mücadeleye
ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1459) (Başkanlığa geliş tarihi:
11/06/2009)
4.- Manisa
Milletvekili Mustafa Enöz’ün, tütün sektörüne ilişkin Başbakandan sözlü soru
önergesi (6/1460) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/06/2009)
5.- Manisa
Milletvekili Mustafa Enöz’ün, hububat fiyatlarına ve TMO alım merkezlerine
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1461) (Başkanlığa
geliş tarihi: 11/06/2009)
6.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, Şahinbey Belediyesiyle ilgili bazı iddialara
ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1462) (Başkanlığa geliş tarihi:
12/06/2009)
Yazılı Soru Önergeleri
1.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut’un, TBMM İnternet Sitesinde erişim alanlarının
artırılmasına ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru
önergesi (7/8443) (Başkanlığa geliş tarihi: 09/06/2009)
2.- Denizli
Milletvekili Hasan Erçelebi’nin, dar ve sabit gelirlilerinin durumlarının
iyileştirilmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8444) (Başkanlığa
geliş tarihi: 10/06/2009)
3.- Balıkesir
Milletvekili Hüseyin Pazarcı’nın, açıklanan teşvik paketine ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/8445) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/06/2009)
4.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, yurt dışı gezilerine ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/8446) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/06/2009)
5.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, bir TOKİ projesindeki konutların teslimine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8447) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/06/2009)
6.- Eskişehir
Milletvekili Fehmi Murat Sönmez’in, çiftçilerin kredi borçlarının yeniden
yapılandırılmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8448)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10/06/2009)
7.- İzmir
Milletvekili Bülent Baratalı’nın, İzmir ve Ege Bölgesindeki teşvik uygulamalarına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8449) (Başkanlığa geliş tarihi:
10/06/2009)
8.- İzmir
Milletvekili Bülent Baratalı’nın,
İzmir’de kapanan işyerlerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8450)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10/06/2009)
9.- Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, Genel Kurmay Başkanıyla 2007 yılında yaptığı bir
görüşmeye ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8451) (Başkanlığa geliş
tarihi: 10/06/2009)
10.- Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, Balıkesir’deki teşvik uygulamalarına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8452) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/06/2009)
11.- Niğde
Milletvekili Mümin İnan’ın, bir konuşmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/8453) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/06/2009)
12.- Niğde
Milletvekili Mümin İnan’ın, gizli anlaşmalar konusundaki açıklamasına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8454) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/06/2009)
13.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Altıntaş ilçesinde iptal edilen TOKİ projesine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8455) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/06/2009)
14.- Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, hakkında suç duyurusunda bulunulan bir emniyet
amirinin durumuna ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8456) (Başkanlığa
geliş tarihi: 12/06/2009)
15.- Denizli
Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, Denizli’nin sorunlarına ve teşvik
uygulamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8457) (Başkanlığa
geliş tarihi: 12/06/2009)
16.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, tarım ve hayvancılığın teşvikine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8458) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)
17.- Gaziantep
Milletvekili Akif Ekici’nin, Denizli’de düzenlenen bir yemeğe ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8459) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)
18.- Kocaeli
Milletvekili Cevdet Selvi’nin, TMO’nun hububat alım ve satış esaslarına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8460) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)
19.- Tekirdağ
Milletvekili Enis Tütüncü’nün, IMF ile yapılan görüşmelere ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/8461) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)
20.- Zonguldak
Milletvekili Ali Koçal’ın, TTK’nın kamu kurumlarına kömür satışına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8462) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)
21.- Zonguldak
Milletvekili Ali Koçal’ın, seramik, karo ve maden sektörlerine yönelik teşvike
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8463) (Başkanlığa geliş tarihi:
12/06/2009)
22.- Hatay
Milletvekili Fuat Çay’ın, borçlu çiftçilerin elektriğinin kesilmesine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/8464) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)
23.- İstanbul
Milletvekili Sebahat Tuncel’in, Şanlıurfa E Tipi Cezaevindeki kadın
tutukluların sorunlarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi
(7/8465) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/06/2009)
24.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Bursa’daki icra dairelerinin personel durumuna
ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/8466) (Başkanlığa geliş
tarihi: 10/06/2009)
25.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Bursa’daki icra takiplerine ilişkin Adalet
Bakanından yazılı soru önergesi (7/8467) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/06/2009)
26.- Niğde
Milletvekili Mümin İnan’ın, İmralı Cezaevine mahkum nakli yapılıp
yapılmayacağına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/8468)
(Başkanlığa geliş tarihi: 11/06/2009)
27.- Bursa
Milletvekili Onur Öymen’in, TCK’nın 301. maddesine göre verilen yargılama
izinlerine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/8469) (Başkanlığa
geliş tarihi: 12/06/2009)
28.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, İstanbul’daki icra dairelerinin personel
durumuna ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/8470) (Başkanlığa
geliş tarihi: 12/06/2009)
29.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Şanlıurfa’daki icra takiplerine ilişkin Adalet
Bakanından yazılı soru önergesi (7/8471) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)
30.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, bazı yazarların yargılanmasına ilişkin Adalet
Bakanından yazılı soru önergesi (7/8472) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)
31.- Samsun
Milletvekili Osman Çakır’ın, özelleştirme mağduru işçilerin istihdamına ilişkin
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/8473) (Başkanlığa
geliş tarihi: 10/06/2009)
32.- Kırıkkale
Milletvekili Turgut Dibek’in, Pınarhisar’daki çimento fabrikasında işten
çıkarılan işçilere ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru
önergesi (7/8474) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/06/2009)
33.- Zonguldak
Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, kadına yönelik şiddetin önlenmesine ve kadın
istihdamına ilişkin Devlet Bakanından (Selma Aliye Kavaf) yazılı soru önergesi
(7/8475) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)
34.- Gaziantep
Milletvekili Akif Ekici’nin, çocuklarda artan şiddet eğilimine ilişkin Devlet
Bakanından (Selma Aliye Kavaf) yazılı soru önergesi (7/8476) (Başkanlığa geliş
tarihi: 12/06/2009)
35.- İstanbul
Milletvekili Şinasi Öktem’in, zeytinlik alanlardaki madencilik faaliyetlerine
ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/8477)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10/06/2009)
36.- İstanbul
Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, enerji ihtiyacının karşılanmasına ilişkin
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/8478) (Başkanlığa
geliş tarihi: 12/06/2009)
37.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut’un, özel güvenlik görevlilerinin yetki süreleriyle
ilgili bir soruna ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/8479)
(Başkanlığa geliş tarihi: 11/06/2009)
38.- Artvin
Milletvekili Metin Arifağaoğlu’nun, Artvin’deki bazı yolların yapımına ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/8480) (Başkanlığa geliş tarihi:
12/06/2009)
39.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, düzenlenen ve desteklenen film festivallerine
ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/8481) (Başkanlığa
geliş tarihi: 10/06/2009)
40.- Kırklareli
Milletvekili Tansel Barış’ın, Ankara Sanat Tiyatrosunun kapanacağı haberlerine
ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/8482) (Başkanlığa
geliş tarihi: 10/06/2009)
41.- Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse’nin, Nemrut Dağı’na yönelik çalışmalara ilişkin Kültür
ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/8483) (Başkanlığa geliş tarihi:
12/06/2009)
42.- Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse’nin, Adıyaman’da turizme yönelik çalışmalara ilişkin
Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/8484) (Başkanlığa geliş
tarihi: 12/06/2009)
43.- Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse’nin, bir antik kentteki çalışmalara ilişkin Kültür ve
Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/8485) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)
44.- İzmir
Milletvekili Bülent Baratalı’nın, belediyelere afet yardımı ödeneği verilmesine
ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/8486) (Başkanlığa geliş
tarihi: 10/06/2009)
45.- Manisa
Milletvekili Mustafa Enöz’ün, Tedavi Yardımına İlişkin Uygulama Tebliğine
ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/8487) (Başkanlığa geliş
tarihi: 11/06/2009)
46.- Manisa
Milletvekili Mustafa Enöz’ün, bazı tıbbi ürünlerin bedelinin karşılanmasına
ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/8488) (Başkanlığa geliş
tarihi: 11/06/2009)
47.- Manisa
Milletvekili Mustafa Enöz’ün, tedavi katılım payındaki uygulamalara ilişkin
Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/8489) (Başkanlığa geliş tarihi:
11/06/2009)
48.- Eskişehir
Milletvekili Beytullah Asil’in, büyükşehir belediyelerine pay ödemelerindeki
kesintiye ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/8490) (Başkanlığa
geliş tarihi: 11/06/2009)
49.- Eskişehir
Milletvekili Beytullah Asil’in, Ankara Büyükşehir Belediyesinin başlattığı icra
takibine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/8491) (Başkanlığa
geliş tarihi: 11/06/2009)
50.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, borç nedeniyle araçların bağlanmasına ilişkin
Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/8492) (Başkanlığa geliş tarihi:
12/06/2009)
51.- Van
Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, Van ilindeki eğitim sorunlarına ilişkin Milli
Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/8493) (Başkanlığa geliş tarihi:
10/06/2009)
52.- Bursa
Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, 657 Sayılı Kanunun 76. maddesine göre
yapılan yönetici atamalarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/8494) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/06/2009)
53.- Eskişehir
Milletvekili Fehmi Murat Sönmez’in, bir lise müdür yardımcısı ve öğretmeni
hakkındaki iddialara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/8495) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)
54.- Erzincan
Milletvekili Erol Tınastepe’nin, ikili eğitime geçen okullara ilişkin Milli
Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/8496) (Başkanlığa geliş tarihi:
12/06/2009)
55.- Bursa
Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, öğretmenlerin alan değişikliklerine ilişkin
Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/8497) (Başkanlığa geliş tarihi:
12/06/2009)
56.- Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse’nin, 9 yıllık zorunlu eğitimde pilot uygulama
yapılacak illere ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/8498)
(Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)
57.- Samsun
Milletvekili Osman Çakır’ın, Samsun’daki anne, çocuk ve kadın sağlığı
hizmetlerine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/8499)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10/06/2009)
58.- Yalova
Milletvekili Muharrem İnce’nin, Çiftlikköy Aile Sağlığı Merkezine ilişkin
Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/8500) (Başkanlığa geliş tarihi:
10/06/2009)
59.- Van
Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, Kırım-Kongo kanamalı ateşi hastalığına karşı
alınan önlemlere ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/8501)
(Başkanlığa geliş tarihi: 11/06/2009)
60.- Bursa
Milletvekili Onur Öymen’in, Bursa’daki hastane yangınına ilişkin Sağlık
Bakanından yazılı soru önergesi (7/8502) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)
61.- Denizli
Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, Acıpayam Devlet Hastanesi binasının
güçlendirilmesine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/8503)
(Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)
62.- Kocaeli
Milletvekili Hikmet Erenkaya’nın, atıl durumdaki Gebze Devlet Hastanesine
ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/8504) (Başkanlığa geliş
tarihi: 12/06/2009)
63.- Tekirdağ
Milletvekili Enis Tütüncü’nün, buğday fiyatına ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/8505) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/06/2009)
64.- Van
Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, Kırım-Kongo kanamalı ateşi hastalığına karşı
alınan önlemlere ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/8506) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/06/2009)
65.- Muğla
Milletvekili Fevzi Topuz’un, zeytin ve zeytinyağı üreticilerinin
desteklenmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/8507) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)
66.- Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, Çeltik ilçesinde bir destek programı uygulamasında
ayrımcılık yapıldığı iddiasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/8508) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)
67.- Kayseri
Milletvekili Mehmet Şevki Kulkuloğlu’nun, TMO’nun Kayseri’deki ürün alımlarına
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/8509) (Başkanlığa
geliş tarihi: 12/06/2009)
68.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, buğday ithalatına ilişkin Tarım ve
Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/8510) (Başkanlığa geliş tarihi:
12/06/2009)
69.- Edirne
Milletvekili Bilgin Paçarız’ın, hububat piyasasına ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/8511) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)
70.- İzmir
Milletvekili Selçuk Ayhan’ın, amaç dışı kullanılan tarım arazilerine ilişkin
Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/8512) (Başkanlığa geliş
tarihi: 12/06/2009)
71.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut’un, Adana-Mersin treninin Tarsus’taki
duraklamalarına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/8513)
(Başkanlığa geliş tarihi: 11/06/2009)
72.- Artvin
Milletvekili Metin Arifağaoğlu’nun, Artvin’deki bazı belediyelere ayrımcı
uygulama yapıldığı iddialarına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru
önergesi (7/8514) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)
73.- İstanbul
Milletvekili Mustafa Özyürek’in, Almanya Büyükelçisinin bir açıklama ve
başvurusuna ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/8515)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10/06/2009)
74.- Isparta
Milletvekili Mevlüt Coşkuner’in, Eğirdir Gölü çevresindeki yapılaşma sorununa
ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanından yazılı soru önergesi (7/8516)
(Başkanlığa geliş tarihi: 12/06/2009)
75.- Antalya
Milletvekili Tayfur Süner’in, Beydağları Sahil Milli Parkındaki uygulamalara
ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/8517) (Başkanlığa
geliş tarihi: 12/06/2009)
76.- Kayseri
Milletvekili Mehmet Şevki Kulkuloğlu’nun, Kayseri’deki insan hakları ihlali
başvurularına ve incelemelerine ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısından (Cemil Çiçek) yazılı soru önergesi (7/8518) (Başkanlığa geliş
tarihi: 12/06/2009)
Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Manisa
Milletvekili Mustafa Enöz ve 23 Milletvekilinin, toplum içerisinde artan şiddet
olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/411) (Başkanlığa geliş tarihi:
09.06.2009 )
2.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut ve 23 Milletvekilinin, TOKİ tarafından üretilen
konutlardaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/412) (Başkanlığa geliş
tarihi: 09.06.2009)
3.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut ve 24 Milletvekilinin, ziraat mühendisliği
mesleğinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/413) (Başkanlığa geliş
tarihi: 09.06.2009)
23
Haziran 2009 Salı
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 15.00
BAŞKAN:
Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Fatma SALMAN KOTAN (Ağrı)
BAŞKAN –
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 108’inci
Birleşimini açıyorum.
III.-
YOKLAMA
BAŞKAN –
Elektronik cihazla yoklama yapacağım.
Yoklama için üç
dakika süre veriyorum ve yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden
önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk
söz, 732’nci Türk Dil Bayramı münasebetiyle söz isteyen Karaman Milletvekili
Mevlüt Akgün’e aittir.
Sayın Akgün,
buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
IV.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.-
Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün’ün, 732’nci Türk Dil Bayramı’na ilişkin
gündem dışı konuşması
MEVLÜT AKGÜN
(Karaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Karaman’da kutlanmakta olan
732’nci Yıl Türk Dil Bayramı etkinlikleri konusunda gündem dışı söz almış
bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
13’üncü yüzyılda
Anadolu’da Moğol istilasının yaşanması ve beylikler döneminin başlaması
nedeniyle Türk birliği zorlu bir dönemece girmişti. Diğer yandan, Anadolu
Selçuklu Devleti döneminde sarayda Farsçanın hâkim olması ve edebiyatta
Arapçanın yaygınlaşması halk arasında kullanılan Türkçenin zayıflamasına sebep
olmuştu. İşte, böyle buhranlı bir dönemde Karamanoğlu Mehmet Bey, bundan tam
yedi yüz otuz iki yıl önce “Bugünden sonra hiç kimse sarayda, divanda,
meclislerde ve seyranda Türk dilinden başka dil kullanmaya.” fermanını
yayınlayarak Türkçeyi yeniden devlet dili olarak ilan etmiştir. Mehmet Bey, bu
fermanını diğer Türk beyliklerine de göndermek suretiyle güzel Türkçemizin
Anadolu’da köklü bir çınar hâline gelmesinin yolunu açmıştır. Tarih boyunca
yaşadığı buhranlı dönemlerinde milletimiz Yunusları, Karacaoğlanları, Âşık
Paşaları, Ahi Evranları, Hacı Bektaş Velileri ile Türk milletinin bekası için
gönülleri yeniden imar ve inşa eden nice değerler çıkarmıştır. Bu kutlu ve
şanlı insanlar Türk dili ve kültürünü yeniden hayata döndürüp gelecek nesillere
armağan etmişlerdir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; dil, insanlar arasında duygu, düşünce ve istekleri
anlatma aracıdır. Aynı zamanda, dil, insana ait her türlü ürünün taşıyıcısı ve
nesiller arasında köprüdür. Millet olmanın en önemli unsuru ortak dildir. Dil
bu anlamda milletlerin kalbi, ruhu ve hayat damarıdır. Tarih boyunca dilini
muhafaza eden milletler ayakta kalmış ancak dili yok olan topluluklar ise
varlığını, istiklalini ve hürriyetlerini kaybetmişlerdir. Ağzımızda anamızın ak
sütü kadar helal olan güzel Türkçemiz bizim millî kimliğimizdir.
Türkçemiz
coğrafyaları aşan kimliğiyle sevgi ve barış dili olarak bugün 200 milyondan
fazla insanın konuştuğu, dünyanın en büyük ve zengin dilleri arasındadır. Bugün
Türkiye Türkçesinin söz varlığı 600 bini aşmıştır. Radyo ve televizyon
yayınları ile dünyanın en ücra köşelerinde Türkçenin ses bayrağı
dalgalanmaktadır. Bu genişleme Türk kültürünün ve Türkçenin önünde yeni ufuklar
açılmasını sağlamış ve Türkçe bu hâliyle bir dünya dili hâline gelmiştir.
Türkçenin en
güçlü dönemini yaşadığı bu aşamaya gelmesinde hiç kuşkusuz Büyük Önder
Atatürk’ün cumhuriyetle birlikte giriştiği devrimler ve kurduğu kurumların
büyük etkisi vardır. Atatürk “Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter
ki bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk
milleti dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” der. Bu, aynı
zamanda, dildeki yabancılaşmaya ve yozlaşmaya karşı tedbir almanın
gerekliliğini vurgulamaktır.
Bugün, başta
radyo ve televizyon yayınları olmak üzere, ticari reklam ve tabelalarda, ürün
adlarında, günlük konuşmalarımızda ve yaşamımızın maalesef her alanında
Türkçenin gittikçe artan bir biçimde bozulma, yabancılaşma ve yozlaşmayla karşı
karşıya kaldığını görmekteyiz. Türkçemizin doğru, güzel ve etkin bir biçimde
öğretilmesi ve kullanılmasını sağlamak için aileden ve okul çağlarından
başlayan ve bütün toplumu kuşatan bir Türkçe bilinci geliştirmeliyiz. Bu
başarıyı yakalamak için devletimizin bütün kurumlarını seferber edecek millî
bir dil politikasına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu konuda 22’nci ve 23’üncü Dönem
Meclislerimizde kurulmuş olan Türkçe komisyonlarının hazırladığı raporlar,
dilimizdeki yabancılaşma ve yozlaşmanın sebepleri, sonuçları ve alınacak
önlemler konusunda aslında bütün devlet kurumlarımıza ışık tutacak
zenginliktedir. Bu raporların tozlu raflardan indirilerek hayata geçirilmesi dilimizin
geleceği açısından büyük önem arz etmektedir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Karaman ilimiz, bir Türkçe sevdasıyla her yıl Dil
Bayramı’nı değişik etkinliklerle kutlamaktadır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın
Akgün, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
MEVLÜT AKGÜN
(Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Bu yıl, Sayın
Cumhurbaşkanımızın iştirak ettiği açılış töreninden sonra, Türkçenin çeşitli
sorunları bilimsel toplantılarla ele alınmakta olup aynı zamanda Türk
dünyasından gelen sanatçılar, şiir, tiyatro, resim ve gösteri dalında sunuşlar
yapmaktadır. Törenler, 26 Haziran Cuma günü Sayın Meclis Başkanımızın katılımı
ile son bulacaktır. Etkinliklerin düzenlenmesinde emeği geçen herkese teşekkür
ediyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Akgün.
Gündem dışı
ikinci söz, Balıkesir ilinin ulaşım sorunları hakkında söz isteyen Balıkesir
Milletvekili Ergün Aydoğan’a aittir.
Sayın Aydoğan,
buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
2.-
Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, Balıkesir ilinin ulaşım ve bazı
sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması
ERGÜN AYDOĞAN
(Balıkesir) – Sayın Başkan, yüce Meclisin değerli üyeleri; Balıkesir ilimizin
ulaşım ve bazı sorunlarını konuşmak için söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, Balıkesir ilimiz, alan olarak ülke genelinde 13’üncü sırada,
nüfus bakımından 17’nci sırada olan, iki tarafı denizlerle çevrili, tarımıyla,
hayvancılığıyla sanayisiyle, turizmiyle, üniversitesiyle, sosyal yaşamıyla, yer
altı-yer üstü zenginlikleriyle ülkemiz için önemli olan illerimizdendir.
İlimizin en önemli sorunlarından birisi ulaşımdır. Hükûmetin özellikle duble
yol konusunda bu kadar iddialı olmasına rağmen, Balıkesir ilimiz duble yoldan
en az pay alan illerdendir. Ulaşımı en zor olan ilimiz otobüsle yaklaşık dokuz
saat, trenle on bir saat, özel araçla yedi saat civarında tutmaktadır. Hava
yolu ulaşımı olmayan, hızlı tren projesi teğet geçen, kara yolu yetersiz olan
ilimiz bu ulaşım konusunda ne yazık ki ciddi sorunlar yaşamaktadır. Yıllardır
bitmeyen Bandırma-Susurluk-Balıkesir/Çanakkale-Ayvalık-İzmir-Manisa-Balıkesir
ve de en önemlisi Balıkesir-Körfez yolları gerçekten önemli bir sorundur. Manisa’dan
geldiğimizde, Balıkesir il sınırına girdiğimizde duble yolun bittiğini
görüyoruz. Bu da gösteriyor ki Balıkesir ilinin ciddi anlamda önemli ulaşım
sorunu vardır.
Körfez yolunun
yaz aylarında gerçekten inanılmaz bir trafik yoğunluğu yaşadığını biliyoruz
fakat Körfez yolunun özellikle bağlantı yolu sayılması nedeniyle şimdiye kadar
geciktirildiğini, özellikle yaz aylarında tarım araçlarının da yolu
kullanmasıyla can ve mal kayıplarının arttığını biliyoruz. Havran kavşağında
geçtiğimiz hafta ölümlü bir trafik kazasının yaşandığı, on dördüncü ölümlü
trafik kazası olduğunu burada üzüntüyle sizlerle paylaşıyorum.
Elbette bütün
ülke için önemli olmakla birlikte bu bölgede yaşayan bizler için Körfez yolumuz
son derece önemlidir. Bunun bir an önce hızlandırılmasını diliyorum.
Yine burada,
yapımı hızlandırılan Bandırma-Aksakal içinden geçen yol yapımında da ciddi
hataların olduğunu, Aksakal’da yaşayanların unutulduğunu, traktör yolunun ve
mezarlık yoluna geçişin yapılmadığını, Çayır yoluna Susurluk gidişte sola dönüş
verilmediğini, bu traktör yolu yapılmıyor ve orada yaşayanlara yol
verilmiyorken o bölgemizde bulunan eski Maliye bakanımızın şirketine özel dönüş
yolu verildiğini de buradan görüyoruz.
Değerli
milletvekilleri, değerli arkadaşlar, gerçekten Balıkesir ilinin, önemli olmakla
birlikte ulaşımda özellikle ciddi sıkıntılar yaşadığını sizlerle paylaştım.
Burada Körfez yolu yapıma girdiğinde, aynen Aksakal’ın unutulduğu gibi,
önümüzdeki dönemde Gökçeyazı beldesinin de unutulmamasını diliyorum. Çünkü burada
projelerin bitirildiğini, dönüşlerin ve kavşakların yapılmadığını oradaki
arkadaşlarımız bize aktardılar.
Değerli
milletvekilleri, Balıkesir’in en önemli sorunu ulaşım olmakla birlikte, son
dönemde açıklanan teşvik paketinde de Balıkesir’in unutulduğunu, Balıkesir’in
komşu illerle olan benzerliğinin göz ardı edildiğini görüyoruz. Balıkesir’in
ekonomide ve sosyal yaşamdaki bu kadar önemine rağmen, Hükûmetin uzun
çalışmalar sonrasında açıklamış olduğu teşvik paketinde komşu il Manisa üçüncü
grupta yer alırken Balıkesir’in ikinci grupta yer alması, Balıkesir’de yaşayan
bizleri ve sanayicimizi ve yatırımcımızı gerçekten üzmüştür. Biz, Balıkesir
Milletvekili olarak Balıkesir’in sorunlarının çözülmesini bekliyoruz ve burada
nasıl ki ulaşımda unutulduğunu iddia ediyorsak bir an önce teşvik paketinde bu
sorunun giderilmesini diliyoruz.
Değerli
arkadaşlar, değerli milletvekilleri; yine burada, son günlerde kamuoyunda ve
basında da çıkan önemli bir sorunumuzun daha olduğunu sizlerle paylaşmak
istiyorum. Balıkesir’in Akarsu köyünde bir göletin yapıldığı, bu gölet
projesinin çok eski bir proje olmakla birlikte, oradan Batı Anadolu enerji
nakil hattının geçtiğini, Batı Anadolu enerji nakil hattı direklerinin de
göletin içinde kaldığını…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Aydoğan.
ERGÜN AYDOĞAN
(Devamla) – …bizzat giderek yerinde incelemiş bulunuyorum. Değerli arkadaşlar,
TEİAŞ ve İl Özel İdaresi bunun önemli olduğunu biliyorlar. Bu konuda o Akarsu
Köyü Muhtarına yazı yazarak gölet suyunun düşürülmesi önerisinde bulunuyorlar.
Değerli
milletvekilleri, bu kadar önemli ve büyük bir sorunu köy muhtarının çözmesini
beklemek gerçeklerden uzak bir yaklaşımdır. Bir iddiaya göre, bu elektrik nakil
hattının taşıyıcı direklerinin taşınması konusunda ödeneğin ayrıldığını ama bu
ayrılan ödeneğin başka alanlarda kullanıldığını öğrenmiş bulunuyoruz. Bunun
doğru olup olmadığını bilmiyoruz ama ilimizdeki bu sorunun bir an önce
giderilmesini ilimiz adına talep ediyorum.
Balıkesir’deki
ulaşım, teşvik paketi ve Akarsu göletinde yaşanan bu çok önemli, öncelikli
sorunların bir an önce giderilmesini diliyor, yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Aydoğan.
Gündem dışı
üçüncü söz, belediyelerin sorunları hakkında söz isteyen Kastamonu Milletvekili
Mehmet Serdaroğlu’na aittir. (MHP sıralarından alkışlar)
Sayın Serdaroğlu,
buyurun efendim.
3.-
Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu’nun, belediyelerin içinde bulunduğu
sıkıntılara ilişkin gündem dışı konuşması
MEHMET SERDAROĞLU
(Kastamonu) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; belediyelerimizin, içinde
bulunduğu sıkıntıları dile getirmek üzere gündem dışı söz aldım. Sizleri en iyi
dileklerimle selamlıyorum.
Bu sene
içerisinde belediyelerimizle ilgili iki adet kanun teklifi verdim. Bunlardan
biri, nüfusu 2 binin altına düşen belediyelere İller Bankasından 2 bin nüfus
esas alınarak pay gönderilmesini içermektedir. Diğeri ise, belediye meclisinde
kontenjan üyeliğinin seçim şeklinin yeniden düzenlenmesiyle ilgilidir.
Ben de eski bir
belediye başkanıyım. Görüştüğüm belediye başkanları sıkıntılarının Meclis
kürsüsünden dile getirilmesini ve özellikle iktidarın bu noktada uyarılmasını
ve bilgilendirilmesini istediler. Gerçekten de ister iktidar ister muhalefet
belediyelerinin büyük bir çoğunluğu çeşitli zorluklarla karşı karşıyadır.
Değerli
milletvekilleri, 29 Mart seçimlerinde adaylar seçildikleri takdirde
gerçekleştirecekleri projeleri ortaya koymuş, belde halkına söz vermişlerdir.
Ancak belediyelerin içinde bulunduğu kaynak sıkıntısı, verdikleri sözlerin
tutulmasını maalesef engellemektedir. Bildiğiniz gibi, belediyeler,
bütçelerinin en büyük gelir kısmını İller Bankası gelirlerinden elde
etmektedir. Belediyelere genel bütçe vergisi gelirlerinden nüfuslarına göre pay
verilmektedir. Ekonomik krizle birlikte toplanan vergi gelirlerinin önemli
oranda azalması, belediyelere ayrılan kaynağın da azalmasına neden olmuştur.
Bununla da kalmayıp, ekonomik kriz, belediyelerin diğer gelirlerine de büyük
darbe vurmuştur. Krizle birlikte belediyelerin kira gelirleri, ilan ve reklam
vergisi gelirleri, hatta su paralarından elde ettikleri gelirler bile
azalmıştır. Vatandaşın ödeme gücü kalmadığı için emlak vergisi tahsilatı
yapılamaz noktaya gelmiştir. Maalesef, inşaat sektöründe yaşanan gerileme de
belediyelere büyük katkı sağlayan imar ve inşaat işlerinin çeşitli
kalemlerinden elde edilen gelirleri de düşürmüştür. Ayrıca, beldesinde
geçinemeyen vatandaşlarımızın farklı yerlere göç etmesi sonucu küçük beldelerin
nüfusları iyice azalmış, dolayısıyla göç veren beldeler ve ilçelerin İller
Bankasından aldıkları paylar da düşmüştür. Belli bir nüfusa göre organize
olmuş, ona göre personel çalıştıran belediyeler, nüfusun azalıp gelirin
düşmesiyle maalesef tıkanıp kalmışlardır çünkü gelirlerin azalmasıyla birlikte
belediyeler personel sayılarını azaltamamakta, maaş ödemeye aynen devam
etmektedirler. Seçim öncesinde, etik olmamasına rağmen, 2007 Nisanında,
belediyelerde çalışan geçici işçilerin daimî kadroya alınmaları doğru olmuştur
ancak bu kadroların mali ihtiyaçlarını karşılayacak kaynağın belediyelere
aktarılmaması belediyeleri daha da zor bir durumda bırakmıştır. Belediyeler,
gelişen diğer şartlarla birlikte maalesef iflas noktasına doğru
sürüklenmektedir. Belediyeler, bırakınız hizmet üretmeyi, proje geliştirmeyi,
personel maaşlarını karşılayamaz durumdadırlar. Birçok belediyenin piyasaya
trilyonluk borçları vardır. Özellikle 29 Mart seçimlerinden sonra iktidar
partisinden devralınan belediyelerin ödenemeyecek miktarda borçları bulunmaktadır.
Belediyelerin borçlarını ödemeleri bu şartlar altında mümkün gözükmüyor.
Bakınız, bugünkü
Hürriyet gazetesinden size bir haber okumak istiyorum: “Bize para lazım Sayın
Bakanım.’ Antalya'da düzenlenen belediye başkanları bilgilendirme toplantısına
katılan Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, etrafını saran belediye başkanlarının
ricasından yürüyemez hâle geldi. Maliye Bakanını gören borçlarından yakındı ve
çözüm istedi.” Demek ki söylemek istediklerimiz doğrudur.
Değerli
milletvekilleri, Hükûmetiniz, hepimizin Hükûmeti ekonomik krize karşı önlemler
geliştirmeye çalışırken belediyelerin içinde bulunduğu durumdan bihaber hareket
etmektedir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Serdaroğlu, konuşmanızı tamamlayınız.
MEHMET SERDAROĞLU
(Devamla) – Belediyelerin iflas noktasına gelmesi beldelerinde borçlandıkları
esnafı da batağa sürüklemektedir. Bugün gelirlerine haciz konulmamış belediye
bulmak neredeyse imkânsızdır.
Değerli
milletvekilleri, ister kabul edin, ister etmeyin, belediyelerin içinde
bulunduğu durum yedi yıllık İktidarınızın bir sonucudur. İktidar - muhalefet
hiçbir ayrım yapmadan söylüyorum: Belediyelere aktarılan kaynakların derhâl ama
derhâl artırılması gerekmektedir. Aksi takdirde, iflas noktasına gelmiş belediyeler
yeni sosyal ve siyasal sorunlara neden olacaktır.
Muhalefet
görevimi yaparak sizin de çok iyi bildiğiniz ancak duymazdan, görmezden
geldiğiniz bir sorunu daha dikkatlerinize sunmuş oluyorum. Yine muhalefet
konuşuyor diye belediyelerin içinde bulunduğu gerçekten zor ve vahim durumu
lütfen göz ardı etmeyiniz.
Bana söz veren
Değerli Başkanıma huzurlarınızda bir kere daha teşekkür ediyor, yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Serdaroğlu.
Sayın milletvekilleri,
gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel
Kurula sunuşları vardır.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup bilgilerinize
sunacağım.
V.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Tezkereler
1.-
Suudi Arabistan Şûra Meclisi Başkanı Dr. Abdullah bin Muhammed bin İbrahim
Al-Alsheikh ve beraberindeki heyetin ülkemizi ziyaret etmesine ilişkin
Başkanlık tezkeresi (3/848)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kuruluna
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlık Divanı’nın 10 Haziran 2009 tarih ve 50 sayılı Kararı
ile Suudi Arabistan Şura Meclisi Başkanı Dr. Abdullah bin Muhammad bin İbrahim
Al-Alsheikh ve beraberindeki heyetin ülkemizi ziyaret etmesi uygun bulunmuştur.
Sözkonusu heyetin
ülkemizi ziyareti, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Dış İlişkilerinin
Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanun’un 7. Maddesi gereğince Genel Kurul’un
bilgilerine sunulur.
Köksal
Toptan
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN –
Bilgilerinize sunulmuştur.
Meclis
araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:
B) Meclis Araştırması Önergeleri
1.-
Manisa Milletvekili Mustafa Enöz ve 23 milletvekilinin, toplum içerisinde artan
şiddet olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/411)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kuruluna
Son günlerde
toplumumuzda meydana gelen şiddet, yaralama ve öldürme olaylarının artması
toplumsal dokumuzun zedelenmesine yol açmakta, insanlarımızda infial duyguları
yaratmaktadır. Bu nev'i olayların her geçen gün toplumun her kesimine yayılması
ve artması bize neler oluyor sorusunun araştırılmasını gündeme getirmektedir.
Bu olayların sebeplerinin araştırılarak yapılacak yasal düzenlemeler de dahil
olmak üzere alınacak önlemlerin tespiti amacıyla Anayasanın 98'nci ve TBMM
İçtüzüğünün 104 ve 105. maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz
ederiz.
1) Mustafa Enöz (Manisa)
2) Oktay Vural (İzmir)
3) Erkan Akçay (Manisa)
4) Reşat Doğru (Tokat)
5) Metin
Çobanoğlu (Kırşehir)
6) Mehmet Şandır (Mersin)
7) Ali Uzunırmak (Aydın)
8) Ahmet Orhan (Manisa)
9) Kadir Ural (Mersin)
10) Mümin İnan (Niğde)
11) Cemaleddin
Uslu (Edirne)
12) D. Ali Torlak (İstanbul)
13) Recep Taner (Aydın)
14) Kemalettin
Nalcı (Tekirdağ)
15) Zeki Ertugay (Erzurum)
16) Mehmet Akif
Paksoy (Kahramanmaraş)
17) Mustafa
Kalaycı (Konya)
18) Gürcan Dağdaş (Kars)
19) Yıldırım
Tuğrul Türkeş (Ankara)
20) Akif Akkuş (Mersin)
21) Muharrem
Varlı (Adana)
22) İsmet
Büyükataman (Bursa)
23) S. Nevzat
Korkmaz (Isparta)
24) Atila Kaya (İstanbul)
Gerekçe
Yıllardır
tekrarlanan önce ekonomik kriz, sonra siyasal istikrasızlık ve nihayetinde
toplumsal bunalım döngüsü, ülkemizde barış ve demokrasinin gelişmesine, sağlam
ve milli bir ekonomik yapının oluşmasına, hakkaniyetli gelir paylaşımı ile
ahlaki bir sistemin yerleşmesinin önündeki en önemli engellerdir. İşsizlik,
durgunluk, hayat standardının düşmesi ve benzeri açmazlar sosyal patlamalara
çok müsait bir ortam hazırlamaktadır.
Bütün dünyada
derinden hissedilen finansal kriz ülkemizde AKP hükümetinin yanlış ekonomik
politikaları ile kendisini göstermiş, sanayi durma noktasına gelmiş, halkımızın
alım gücünün düşmesi ile piyasadaki ekonomik hareketlilik de azalmıştır. Krizin
Türkiye'de en önemli ve hayati göstergesi işsizliktir, işsizlik maalesef
ülkemizde tarihi rekor kırmıştır. Ülkemizde işsizlik son aylarda yüzde 16,2'lik
oranla, dünyada Güney Afrika'nın ardından ikinci sıraya yükselmiştir. Ülkemiz
Avrupa'da ise işsizlikte birinci sıraya oturmuştur.
Genç nüfusta
işsizlik oranı yüzde 30'lara kadar dayanmıştır. Daha önceleri, “her dört
gençten biri işsiz” derken ülkemizde son istatistiklerle, neredeyse “her üç
gençten biri işsiz” noktasına gelmiştir.
AKP hükümeti iç
ve dış konjonktürdeki gelişmeleri değerlendirerek ekonomide gerekli tedbirleri
almamıştır. Uygulanan yanlış politikalar ve zamanında alınmayan tedbirler
neticesinde ülkemiz ekonomisinin iç ve dış dengeleri hızla bozulmuş, işsizlik
yükselmiş, ekonomik büyüme durmuştur. Bu durumda insanlarımız yarınından
ümidini kesmiş, güvenini kaybetmiştir.
Bir tarafta
insanlarımız yoksullaşırken diğer tarafta hükümetin desteği ile AKP yandaşı
mutlu bir zengin azınlık türetilmiştir. Ülkemizde on dokuz milyon insan
yoksulluk, bir milyon insan açlık sınırındadır. Gelir dağılımı ve adaleti bozulmuş,
insanlarımız sosyal patlamaların eşiğine getirilmiştir. Bir tarafta sefalet bir
tarafta sefahat. Toplumumuz artık cinnet geçirmektedir. Bu cinnetin en önemli
nedeni AKP hükümetinin yanlış ekonomi politikalarıdır.
Cinayetlerin hem
faillerinin hem de mağdurlarının sayısı eğitim seviyesi düştükçe artmaktadır.
Eğitim sisteminde düşüncesizce yapılan değişiklikler eğitimdeki millilik
vasfının giderek azalması manevi olguların ve kabullerin erozyona uğraması gibi
sonuçları beraberinde getirmiştir.
Toplum içerisinde
yaşanan bu trajedik olaylarda taraflardan herkes kadın, erkek, çocuk bütün
vatandaşlarımız mağdur olmaktadır.
Bu cinayetlere
ilişkin cezaların arttırılması veya yüksekliği bu fiilleri işleyen veya
işleyecek kişiler üzerinde yeterince caydırıcı etki yaratmamaktadır.
Cinayetlerle
mücadelede eğitim ve bilinçlendirme faaliyetleri için, tüm kurumların birlikte
çalışma yapmaları gereği vardır. Cinayetlerin ve böyle şiddetlerin önlenmesine
yönelik eğitim ve bilinç arttırma faaliyetlerinde, hedef kitlenin anlam
dünyasından, yaşanılan kültürel değerlerden hareket edilmesi gerekmektedir.
Özellikle
televizyonlarda gösterilen silahlı ve insan öldürmeye yönelik dizilerin
çocuklarımız üzerinde olumsuz etki yaptığı herkes tarafından kabul
edilmektedir.
İnsanlarımızın
daha fazla acı çekmelerinin önüne geçilmesi ve gerekli tedbirlerin alınması
amacıyla bir Meclis Araştırması açılması gerekmektedir.
2.-
Adana Milletvekili Yılmaz Tankut ve 23 milletvekilinin, TOKİ tarafından
üretilen konutlardaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/412)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Başbakanlık Toplu
Konut İdaresi (TOKİ) tarafından yürütülen çalışmalar kapsamında değişik bölge ve
illerde üretilen konutların inşası, teslimi ve kullanımındaki sorunların
tespiti ve bu sorunların çözümü amacıyla Anayasanın 98. Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını
arz ederiz.
1) Yılmaz Tankut (Adana)
2) Mehmet Şandır (Mersin)
3) Oktay Vural (İzmir)
4) Necati Özensoy (Bursa)
5) Kadir Ural (Mersin)
6) Şenol Bal (İzmir)
7) Kamil Erdal
Sipahi (İzmir)
8) Gürcan Dağdaş (Kars)
9) Ahmet Deniz
Bölükbaşı (Ankara)
10) Muharrem
Varlı (Adana)
11) Hüseyin
Yıldız (Antalya)
12) Bekir Aksoy (Ankara)
13) Alim Işık (Kütahya)
14) Hakan Coşkun (Osmaniye)
15) Zeki Ertugay (Erzurum)
16) Mehmet Akif
Paksoy (Kahramanmaraş)
17) Mustafa
Kalaycı (Konya)
18) Hasan Özdemir (Gaziantep)
19) Beytullah
Asil (Eskişehir)
20) Kürşat
Atılgan (Adana)
21) Behiç Çelik (Mersin)
22) Mümin İnan (Niğde)
23) Abdülkadir
Akcan (Afyonkarahisar)
24) Recep Taner (Aydın)
Gerekçe:
Günümüzde barınma
ve konut edindirme sorunu, özellikle gelişmekte olan ülkelerin çözmekte
zorlandıkları en önemli sorunların başında gelir. Hiç şüphesiz pek çok kesimin
de malumu olduğu üzere ülkemizin en önemli sıkıntılarından birisi de konut
sorunudur. Bu sorun hâlen yaygın olarak devam etmektedir ve hâlen de
milyonlarca insanımızı ilgilendirmektedir. TOKİ, bu sıkıntıları azaltmak
amacıyla faaliyete geçmiş ve birçok bölgede önemli çalışmalar yapmıştır,
yapmaya da devam etmektedir.
Ancak TOKİ, ilk
başlangıç zamanlarında ortaya koyduğu ciddi ve verimli çalışmalarını maalesef
artık devam ettirememektedir. Bunu, özellikle teslim edilen ve halen devam eden
projelerde ortaya çıkan, vatandaşlarımızın memnuniyetsizliğinden,
mağduriyetinden ve haklı olarak yaptıkları şikayetlerinden anlamaktayız.
Bugün hemen yer
yerde TOKİ’nin hizmetlerinden, projelerinden şikâyetler gelmektedir. Yazılı ve
görsel basında hemen hemen her gün bu konularda haberlerin çıkması bu
sorunların arttığının bir göstergesi olmaktadır. Mağdur olan insanların
tepkileri çığ gibi yükselmektedir. TOKİ projelerinden şikâyetler ve tepkiler
her geçen gün, azalacağı yerde maalesef artmaktadır.
TOKİ ile ilgili
sorunları başlıklar halinde kısaca özetlersek;
1- Teslim edilen
veya teslim sürecinde olan konutlarda sorunlar bulunmaktadır.
2- Çevre düzeni
nitelikli şekilde yapılmamaktadır.
3- Sosyal
donatılar çok yetersiz yapılmaktadır.
4- Bazı yerlerde
PTT, Sağlık ocağı gibi zorunlu hizmet birimlerinin yokluğu vatandaşlarımızı
büyük ölçüde mağdur etmektedir.
5- Konutlar
yapılan protokolün aksine zamanında teslim edilmemektedir. İleriye dönük
planlama yapan çoğu kiracı olan vatandaşımız bu yüzden büyük sıkıntılara
düşmektedirler.
6- TOKİ, teslim
edilen sitelere genelde aynı şirket üzerinden geçici yönetim atamaktadır. Bu
yönetim site sakinlerinden çok yüksek aidatlar, gider avansı, masraf adı
altında ücretler almaktadır.
7 - Site
sakinlerinin kendi yönetimlerini kurmalarında zorluklar çıkarılmaktadır.
8- TOKİ'nin
müteahhitlerine ödemelerini yapamamasının veya geç yapmasının yarattığı
sıkıntılar, işçilerin ve taşeron firma çalışanlarının mağduriyetleri ve mağdur
olanların kızgınlıkla inşaatlara verdikleri zararlar her geçen gün
fazlalaşmaktadır.
9- TOKİ
müteahhitlerine ve taşeron firmalarına mal satan esnafın ödemelerini
alamamalarının meydana getirdiği sıkıntılar yöre esnaf ve insanlarının
dayanamayacağı noktalara ulaşmıştır.
Ayrıca TOKİ'nin
yapacağı 1+1 modelindeki 35-
Büyük umutlarla
çoluk çocuğunun nafakasından keserek başını sokabilecek bir yuva sahibi
olabilmek için TOKİ ye başvuran ve konutlarında yukarıda özetlemeye
çalıştığımız sıkıntılarla boğuşarak ikamet eden insanlarımızın sıkıntılarının
acil olarak çözülmesi gerekmektedir.
Netice olarak;
Yukarıda
anlatılmaya çalışılan gerçekler çerçevesinde; Başbakanlık Toplu Konut İdaresi
(TOKİ) tarafından yürütülen çalışmalar kapsamında değişik bölge ve illerde
üretilen konutların inşası, teslimi ve kullanımındaki sorunların tespiti ve bu
sorunların çözümü amacıyla Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasını arz ederiz.
3.-
Adana Milletvekili Yılmaz Tankut ve 24 milletvekilinin, ziraat mühendisliği
mesleğinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/413)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Tarım ve
Köyişleri Bakanlığı'nın son yıllarda gerçekleştirdiği bazı uygulamalar ile
uygulanması düşünülen yeni uygulamalar sonucunda Ziraat Mühendisliği mesleğini
etkileyen sorunların tespiti ve bu sorunların çözümü amacıyla Anayasanın 98.,
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104. ve 105. maddeleri gereğince
Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz.
1) Yılmaz Tankut (Adana)
2) Mehmet Şandır (Mersin)
3) Oktay Vural (İzmir)
4) Süleyman
Nevzat Korkmaz (Isparta)
5) Şenol Bal (İzmir)
6) Kamil Erdal
Sipahi (İzmir)
7) Necati Özensoy (Bursa)
8) Gürcan Dağdaş (Kars)
9) Kadir Ural (Mersin)
10) Muharrem
Varlı (Adana)
11) Ahmet Deniz
Bölükbaşı (Ankara)
12) Bekir Aksoy (Ankara)
13) Alim Işık (Kütahya)
14) Mehmet Akif
Paksoy (Kahramanmaraş)
15) Hakan Coşkun (Osmaniye)
16) Zeki Ertugay (Erzurum)
17) Beytullah
Asil (Eskişehir)
18) Kürşat
Atılgan (Adana)
19) Hasan Özdemir (Gaziantep)
20) Abdülkadir
Akcan (Afyonkarahisar)
21) Mümin İnan (Niğde)
22) Behiç Çelik (Mersin)
23) Mustafa
Kalaycı (Konya)
24) Recep Taner (Aydın)
25)Hüseyin Yıldız (Antalya)
Gerekçe:
24/01/1992 tarih
ve 21121 nolu Resmi Gazetede yayınlanan "Ziraat Mühendislerinin Görev ve
Yetkilerine İlişkin Tüzük”te Ziraat Fakültelerini bitiren Ziraat Yüksek
Mühendisleriyle Ziraat Mühendislerinin görev ve yetkileri gösterilmiştir.
Bu tüzüğün ikinci
bölümünde; Tohumculuk, Kimyasal Gübre, Zirai Mücadele, Zirai Karantina ve Tarım
İlaçları, Yem Sanayi ve Yem Kontrolü, Çevre Koruma, Tarım İşletmelerinin
Planlanması ve Projelendirilmesi, Tarımsal Eğitim ve Yayım, Araştırma
Kurumları, Laboratuvar Kurma ve İşletme, Tarım Ürünlerinin İthal ve İhracı,
Tarım Kooperatifleri, Tarımsal Kredilendirme ve Kredi Kontrolü İşleri, Tarım
Sigortası, Tarımsal Danışmanlık Büroları Açma, Bilirkişilik konuları ile Genel
Çalışma Alanları, Görev ve Yetkileri tanımlanmıştır.
Aynı tüzüğün
üçüncü bölümünde ise; Toprak Etütleri, Sulama, Drenaj ve Tarımsal Yapılar,
Tarım Alet ve Makineleri, Zootekni, Su Ürünleri, Peyzaj Mimarlığı, Gıda Bilimi
ve Teknolojisi konuları ile Lisans ve Uzmanlık Alanlarına göre görev ve
yetkileri tanımlanmıştır.
Yukarıda özeti
verilen Ziraat Mühendislerinin Genel Çalışma Alanları Görev ve Yetkilerini
düzenleyen ikinci kısmında Zirai Mücadele, Zirai Karantina ve Tarım İlaçları
bölümünde; "Tarım ürünlerinin yetiştirilmesi, hasadı, işlenmesi,
depolanması, ambalajlanması ve pazarlanması aşamalarında; her türlü hastalık ve
zararlılar konusunda teşhis, ilaç ve metot önerisi, mücadele, planlama ve
uygulamaların denetlenmesi, gazlama (fümigasyon) gibi faaliyetler Ziraat
Mühendisleri tarafından yürütülür" denilmektedir.
Ülkemizde bir
taraftan okuryazarların -ilkokul mezunlarının dahi zirai mücadele ilacı
satmasına izin verilirken; diğer taraftan Ziraat Mühendislerine hem bitki
koruma ürünü satma hem de reçete yazma konusunda sınav zorunluluğunun
getirilmesi anlaşılır gibi değildir.
Yeni Gıda Yasa
Tasarısı ile Gıda işletmelerinde gıda güvenliğini ve halk sağlığını güvence
altına almak için çalışan Ziraat Mühendisi sorumlu yöneticileri çalıştırma
zorunluluğunun kaldırılacak olmasını anlamak mümkün değildir. Bakanlık
tarafından hazırlanan bu yasa tasarısı ile binlerce gıda işletmesinde çalışan
Gıda, Kimya, Ziraat Mühendislerinin sorumlu yöneticilik uygulamasının
kalkmasıyla işsizler ordusuna binlerce mühendisinin eklenmesinin yanında halk
sağlığı açısından vatandaşlarımız çok önemli ve yeni risklerle karşı karşıya
bırakılacaktır.
Ekonomik krizin
etkilerinin en çok hissedildiği bu dönemde alınan bu karar, seçimlerden hemen
sonraki süreçte, halen sorumlu yönetici olarak çalışan binlerce ziraat
mühendisi yanında, çok sayıda gıda ve kimya mühendisinin de işini kaybetmesine
neden olacaktır.
Ülkemizde Ziraat
Fakültelerinin sayısının çokluğu, kamunun Ziraat Mühendisi istihdamını
azaltması ve yukarıda açıklamaya çalıştığımız yanlış uygulamalar sonucu işsiz
Ziraat Mühendisi sayısı çığ gibi artmaya devam etmektedir. Ayrıca geçtiğimiz
yıllarda uygulanmaya başlanılan Tarım Danışmanlarının sorunları çığ gibi
büyümektedir. Bu mühendislerin şartlarında hiçbir iyileştirme yapılmamaktadır.
Netice olarak;
Yukarıda
anlatılmaya çalışılan gerçekler çerçevesinde; Tarım Bakanlığının son yıllarda
gerçekleştirdiği bazı uygulamalar ile yapılması düşünülen yeni uygulamalar
sonucunda Ziraat Mühendisliği mesleğini etkileyen sorunların tespiti ve bu
sorunların çözümü amacıyla Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasını arz ederiz.
BAŞKAN – Bilgilerinize
sunulmuştur.
Önergeler
gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki
görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.
Sayın
milletvekilleri, Başbakanlığın, Anayasa’nın 92’nci maddesine göre verilmiş bir
tezkeresi vardır; önce okutup işleme alacağım, sonra da oylarınıza sunacağım.
Başbakanlık
tezkeresini okutuyorum:
A) Tezkereler (Devam)
2.-
Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü bünyesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin 5
Eylül 2009 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL Harekâtı’na iştirak etmesine
izin verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/839)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi'nin 11 Ağustos 2006 tarihinde kabul ettiği 1701
(2006) sayılı Karar ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 5/9/2006 tarihli ve 880
sayılı Kararı ile bir yıl için verdiği izin çerçevesinde, Türkiye, Birleşmiş
Milletler Geçici Görev Gücü (UNIFIL)'ne Silahlı Kuvvetleri unsurlarıyla katkı
sağlamıştır. Söz konusu iznin süresi son olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin
8/7/2008 tarihli ve 925 sayılı Kararıyla 5 Eylül 2008 tarihinden itibaren bir
yıl uzatılmıştır.
Türkiye UNIFIL
kara harekâtına ve Deniz Görev Gücü'ne yaptığı katkılarla barışı koruma
harekâtının etkin biçimde icrasında önemli bir işlev üstlenmiş, böylece gerek
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeliğimize paralel olarak Birleşmiş
Milletler sistemi içinde, gerek bölgesel ve küresel ölçekte görünürlüğünün
artmasını ve sahip olduğu saygın konumun pekişmesini sağlamıştır. Türkiye'nin
UNIFIL'e katılımı, bölgede barış ve istikrarın korunmasına yönelik
politikasının sürdürülmesine önemli katkıda bulunmuştur.
UNIFlL'in görev
süresi 31 Ağustos 2009 tarihinde sona erecek olup, görev süresinin 31 Ağustos
2009 tarihinden sonraki dönem için yenilenmesi yönünde Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi tarafından bir kararın kabul edilmesi beklenmektedir.
Lübnan'daki
siyasi ve güvenlik ortamının ülkedeki askeri unsurlarımızın görevlerini
sürdürmeleri bakımından uygun olduğu düşünülmektedir.
Bu hususlar
ışığında ve Lübnan makamlarının doğrudan talepleri ve bölgedeki güvenlik
koşulları da dikkate alınarak, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin
UNIFIL'in görev süresinin uzatılması yönünde karar alması durumunda; hudut,
şümul ve miktarı Hükûmetçe belirlenecek Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının,
1701 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ve 880 sayılı TBMM
Kararı ile tespit edilen ilkeler kapsamında 5 Eylül 2009 tarihinden itibaren
bir yıl daha UNIFIL Harekâtına iştirak etmesi ve bununla ilgili gerekli
düzenlemelerin Hükümet tarafından yapılması için Anayasa’nın 92 nci maddesi
uyarınca izin verilmesini arz ederim.
Recep
Tayyip Erdoğan
Başbakan
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Başbakanlık tezkeresi üzerinde İç Tüzük’ün 72’nci maddesine
göre görüşme açacağım. Gruplara, Hükûmete ve şahsı adına 2 üyeye söz vereceğim.
Konuşma süreleri
gruplar ve Hükûmet için yirmişer dakika, şahıslar için onar dakikadır.
Tezkere üzerinde
söz alan, Başkanlığımıza intikal eden sayın milletvekillerin isimlerini
okuyorum:
Gruplar adına:
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Sayın Behiç Çelik.
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Sayın Yaşar Yakış…
BAŞKAN – Şahsı
adına: Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam, Adıyaman Milletvekili
Sayın Ahmet Aydın.
Hükûmet adına:
Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu.
İlk söz,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Behiç Çelik’e
aittir.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Sayın Başkan, isterseniz önce Hükûmet açıklama yapsaydı.
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Çelik. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA
BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyinin 11 Ağustos 2006 gün ve 1701 sayılı Kararı ile
Lübnan’da kalıcı barış ve istikrarın sağlanması için Birleşmiş Milletler Geçici
Görev Gücü UNIFIL oluşturulmuştur. Türkiye’den talep üzerine, geçen yıl 8
Temmuz 2008 tarihinde 925 sayılı Karar’
Değerli
arkadaşlar, Orta Doğu coğrafyası maalesef netameli, matruşkayı andıran iç içe
geçmiş sorunlar yumağı bir coğrafyadır. Burada barışı sağlamak oldukça güç ve
hatta imkânsızdır çünkü 1916 yılında İngiliz yayılmacılığının,
müstemlekeciliğinin ağır şartlarında yerli unsurlara barış yapma hakkı asla
tanınmamıştır ve tanınmamaktadır.
İstenen şudur:
Dinî ve etnik ayrılıklar alabildiğine kaşınsın, hasım hâle getirilsin, barış
içinde bir arada yaşama imkânı kalmasın, karşılıklı güven ve istikrar
kaybolsun, Orta Doğu coğrafyası paramparça olarak birbirine diş bileyen
unsurların zulüm alanı hâline gelsin; böylece “böl ve yönet” siyasasının
uygulama merkezi hâline getirilsin. Nitekim başarılmıştır.
Birinci Dünya
Savaşı yani paylaşım savaşı, tek dişi kalmış canavarın yani Batı hegamonlarının
burayı at oynattığı bir alana çevirirken acz içinde kıvranan Orta Doğu
halklarının çığlıklarının yeri göğü inlettiğine tüm dünya tanık olmaktadır.
Dört yüz iki yıl
Osmanlı egemenliğinde kalan Suriye, İsrail, Lübnan bölgesinin günümüze kadar
uzanan feryatları Anadolu’ya yankılanmaktadır. Dört yüz iki yıl barış, güven ve
istikrar içinde her dinden her dilden toplulukları bir arada tutan güç öyle
zannediyorum ki Osmanlı’nın adaleti, hakkaniyeti, toleransı idi. Böyle bir
dönem, bir saadet devri ne yazık ki görünmüyor.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Lübnan karmaşası aslında Hıristiyan ile Müslüman’ın,
İsrail ile Arap dünyasının, etnik farklılıkların, muhtelif inanç gruplarının
karmaşasıdır; onlarca irili ufaklı devletin müdahale alanının karmaşasıdır; 10.500
kilometrekarelik bir coğrafyada imdat çığlıklarının karmaşasıdır; büyüklerin
güç gösteri alanının karmaşasıdır; iş birlikçilerin, ajanların, operasyonların,
terörün, cinayetlerin karmaşasıdır. Yaklaşık üç yıl önce burada başlayan
Hizbullah-İsrail savaşı İsrail için bir hayal kırıklığı yaratmıştır. İlk kez
İsrail Lübnan’da kendini karşılayacak bir direnişin acı tadını tatmıştır. Ne
var ki yerleşim birimleri ve Beyrut altyapısıyla birlikte çökmüş, 4 milyon
nüfuslu ülke harabeye dönmüştür; 1 milyon insan evini barkını terk
etmiştir. Bu yıkıma rağmen, Lübnan
sınırının İsrail için ölümcül etkilerinin olacağı endişesi çeşitli mahfilleri
rahatsız etmiş ve acil çözüm yoluna gidilmesi yönünde diplomatik faaliyetlere
hız verilmiştir. Girişilen çabalar sonucunda, Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi 11 Ağustos 2006 günü, bahsettiğimiz 1701 sayılı Kararı’nı alarak
çatışmayı durdurmuştur. 2 bin kadar olan Birleşmiş Milletler Geçici Görev
Gücünün 15 bine çıkarılması bu arada istenirken, otuza yakın ülkenin katılımı
sağlanmış ve birliklerin Güney Lübnan’daki Mavi Hat ile Litani Nehri arasındaki
tampon alana yerleşmesi temin edilmiştir.
Birleşmiş
Milletler Geçici Görev Gücü temel olarak bölgede çatışmaların durdurulması,
İsrail’in Güney Lübnan’dan çekilmesini sağlayacaktır.
Ayrıca ek olarak
1701 sayılı Karar’ın tüm yönleriyle uygulanmasını sağlayacak olan UNIFIL’e
mevcut görev yönergesinde ek olarak görevler tevdi edilmiştir. Tabii ki en
önemli görevi çatışmaların durdurulmasını gözlemlemek, sağlamak, İsrail
kuvvetleri Lübnan’dan çekilirken Lübnan Silahlı Kuvvetlerinin Mavi Hat boyunca
olan bölgeler dâhil bütün Güney Lübnan’a konuşlanmasına nezaret etmek ve destek
vermek, bu konudaki faaliyetlerini İsrail ve Lübnan hükûmetleriyle koordine
etmek, sivil halka insani yardım ulaştırılmasına ve yerlerinden olmuş kişilerin
gönüllü ve güvenlik içinde geri dönüşlerine yardımcı olmak, tampon bölgenin
oluşturulması için atılacak adımlarda yine Lübnan ordusuna yardımcı olmak,
Lübnan Hükûmetinin talebi üzerine Lübnan’ın sınırlarının ve diğer giriş
noktalarının silah veya bağlantılı maddelerin girişine karşı güvenlikli hâle
getirilmesine yardımcı olmak, bunun yanı sıra UNIFIL birliklerinin konuşlu
bulunduğu alanlarda ve yeteneklerinin el verdiği değerlendirilmesi hâlinde
operasyon sahasının çatışma amaçlı faaliyetler için kullanılmasını sağlamak
üzere gerekli bütün önlemleri almaya Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi görev
yönergesi altında yürüttüğü faaliyetleri engellemeye dönük teşebbüslere güç
kullanarak karşı koymaya, Birleşmiş Milletler personeli tesislerini korumaya ve
personelin ve insani yardım çalışanlarının güvenliğini ve hareket özgürlüğünü
teminat altına almaya, ani fiziki şiddet tehdidi altında bulunan sivilleri
korumaya yetkili kılınmıştır.
Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyinin bu kararı İsrail ve Lübnan hükûmetleri ile bu
hükûmetleri oluşturan bütün koalisyon ortakları ve liderleri tarafından da
kabul edilmiştir.
Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyinin anılan kararında yer alan Görev Yönergesi ve
bilahare hazırlanan harekât konsepti ve çatışma kuralları, UNIFIL’in meşru
savunma ve çok istisnai durumlar dışında muharip görev üstlenmesini ve
çatışmalara girmesini öngörmektedir.
Temel amacı
Lübnan ve İsrail arasındaki istikrar ortamının sürmesine katkıda bulunmak olan
Birleşmiş Milletler Görev Gücü’nün temel işlevi, Lübnan Hükûmetinin
egemenliğinin tüm ülke sathında tesisinde ve Güney Lübnan’daki güvenlik
sorumluluklarını yerine getirmesinde Lübnan ordusuna yardımcı olmak olacaktır.
Söz konusu karar
uyarınca, tüm devletlerin vatandaşları tarafından veya toprakları üzerinden ya
da bandıralarını taşıyan gemiler ve uçaklarla Lübnan’a, Lübnan Hükûmetinin ya
da UNIFIL’in yetkilendirmediği her türlü silah, mühimmat veya benzeri
maddelerin de satışını veya ulaşımını engellemek için gerekli önlemleri
almaları ve bu tür teçhizatın kullanımına ilişkin teknik eğitim sağlanmasının
da engellenmesi istenmektedir. Hükûmetin daha önceki tezkere metninde bunlar da
vurgulanmıştı.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; kısaca tekrar etmek gerekirse:
1) İsrail’in
bölgeden çekilmesini temin edecek,
2) Çatışmaları
durdurmak için gözlemcilik yapacak,
3) İsrail’in
boşattığı alana Lübnan ordusunun yerleşmesini sağlayacak,
4) Söz konusu
çalışmaları İsrail ve Lübnan hükûmetleriyle koordine edecek,
5) İnsani
yardımların ulaştırılmasına ve yerlerini terk etmiş kişilerin dönüşlerine
yardımcı olacak,
6) Lübnan
ordusunun tampon oluşturmasına yardımcı olacak.
7) Lübnan
Hükûmetinin silah ve mühimmat girişleriyle ilgili taleplerini karşılayacak olan
bir birlik.
Tüm bunlara
ilaveten, Görev Yönergesi’nde bahsedilen faaliyetlerinin hepsini yapma üzerine
bir metin.
Değerli
milletvekilleri, ne yapılırsa yapılsın, Orta Doğu’da, gördüğümüz kadarıyla
kalıcı barışın sağlanması istenmemektedir, yaratılan kaotik ortam devam
ettirilecek gibi gözüküyor. Yakın geçmişte inanılmaz zulümler altında inim inim
inleyen Irak bunun acıklı bir örneğidir. İnsan kanının oluk oluk aktığı, 1
milyon Iraklının hayatını kaybettiği bu ülke, işgalciler için yüz karasıdır.
Davos’ta Filistin için efelenenler, Irak için demokrasi getirildiğinden
bahisle, işgalcilere övgüler düzebilmektedir. Daha iki gün önce “Kerkük’te
Türkmen katliamı: 80 ölü.” diye başlık atan gazetelerimizin bu haberi
karşısında hiç ses çıkarılmamakta, fakat Davos aslanlarının aslında Davos
serçeleri olarak tarihe geçecekleri de bu şekilde kanıtlanmış olmaktadır;
tıpkı, 2003 Temmuzunda Türk askerinin başına çuval geçirilirken mantı
ziyafetine devam etmeleri gibi ya da nota ve müzik notası icat etmeleri gibi.
Değerli milletvekilleri,
bakınız, bir örnek sunmak istiyorum: Geçen hafta Genel Kurul gündemine
getirilmiş olan bir teklif vardı, Kütahya Milletvekili Sayın Soner Aksoy’un
yenilenebilir enerji kaynaklarıyla ilgili bir kanun teklifi ve Komisyonun
raporu. Bu, Genel Kurul gündemine girdi 395 sıra sayısıyla. Bu ne sağlıyor?
Türkiye'nin rüzgârından, güneşinden, atığından, termalinden enerji elde
edilecek. İktidar bunu istiyor, AKP Grubu, Komisyon istiyor, muhalefet istiyor,
bürokratlar istiyor, tam bir mutabakat var ama Sayın Ali Babacan istemiyor,
diyor ki: “Amerika’da Shell ve BP gibi şirketlerin ve Amerikan Enerji Ajansının
başkanlarıyla görüştüm. ‘Yenilenebilir enerji gereksizdir.’ dediler.
Fosil yakıtın
patronu olan ABD orijinli enerji patronlarının Türkiye’yi enerjide
bağımsızlaştırma yoluna sokacak bir faaliyette baskı uygulayacağı muhakkaktır.
Şimdi, bu durumda
Sayın Babacan’a sormak lazım: Acaba siz, Türkiye’de ABD Enerji Ajansının ve
petrol şirketlerinin mümessili, malum kuruluşların Hükûmetteki komiseri
misiniz?
Bu arada, 20
Haziran 2009 tarihli Zaman gazetesinde çıkan “Yerli enerjiyi teşvik yasası
rötar yaptı” haberini de dikkatlerinize sunuyorum.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri: 2008 yılında, tezkere görüşmelerinde Milliyetçi
Hareket Partisi Grup Başkan Vekili Sayın Mehmet Şandır’ın bir konuşması söz
konusu. Onu da burada ifade etmeden geçemeyeceğim. Diyor ki Sayın Şandır:
“İşte, biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak Hükûmeti bu noktada uyarıyoruz.
Bu konularda Türkiye merkezli, Türkiye’nin misyonu, tarihî müktesebatının
gereği, Türkiye’nin çıkarlarının gereği bir pozisyon alarak samimi ve güveni
zedelemeden dürüstçe, bu sorunlara yabancı da kalmadan taraf olunmasında veya
bu sorunlarla ilgilenilmesinde fayda var, ama burada mesela bir şey dikkatimizi
çekiyor. Sayın Milletvekili geçen seneki konuşmasına benzer bir konuşma yaptı,
ama şu sorunun cevabı verilemedi: Lübnan Hükûmeti Türkiye’nin bu yoğun
katkısına ve samimi duruşuna rağmen deniz altındaki petrol rezervlerinin
işlenmesini pazarlarken Türkiye’yi hiç aklına getirmedi. Lübnan Hükûmeti
Türkiye için çok önemli olan Ermeni soykırımı, sözde Ermeni soykırımı konusunda
bir başka devletten farklı davranmadı. Hatta daha da aşırı davrandı. 1923’ü de
kapsayan şekilde 1915 yıllarında yaşanan o hadiselerin bir soykırım kapsamında
kabul edilmesine Meclisinde karar aldı.” diyor. Şimdi ben bunu tekrar tezkere
gündeme gelmişken burada dikkatlerinize sunmak istedim.
Değerli
milletvekilleri, Lübnan’daki göreceli barışın tesisi yönünde, gittiği her
ülkede takdir hisleri uyandıran, vazifesinin fevkinde, yüksek görev şuuruna
sahip, namus ve şerefin timsali, belki de bu anlamda dünyada eşsiz, kahraman
Türk ordusu üstün başarılara imza atmıştır. Birleşmiş Milletler Geçici Görev
Gücü bünyesinde almış olduğu ve başardığı görevden dolayı kahraman ordumuza
şükran hislerimi ifade etmek istiyorum.
Hükûmetin Türkiye
Büyük Millet Meclisine tevdi etmiş olduğu tezkerenin, biraz önce ifade etmiş
olduğum hususlar da dikkate alınarak yeniden ele alınmasını Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu olarak fevkalade önemsiyoruz. Burada belirtmek istediğimiz husus:
Orta Doğu’ya sadece Lübnan ve İsrail meselesi olarak değil, Filistinlileri,
Irak’ı, hatta Suriye’yi de katarak, bölgede kalıcı istikrar yapısının
oluşturulması konusunda Hükûmetin elinden gelen çabayı göstermesi yönünde
özellikle ikazda bulunmak istiyoruz. Biraz önce ifade etmiş olduğum, Lübnan
Hükûmeti nezdinde -yeni, seçimle gelen bir Hükûmet şu anda iş başında-
özellikle Lübnan’ın ekonomisinde Türkiye'nin de kuvvetli bir şekilde var olması
yönünde Recep Tayyip Erdoğan Hükûmetinin gerekli girişimde bulunmasını
özellikle hatırlatmak isteriz.
Diğer bir konu da
yine ifade etmiş olduğum üzere, sözde Ermeni soykırımı konusunda Lübnan
Parlamentosunun almış olduğu karardır. Bu kararı Lübnan Hükûmetinin yeniden
gözden geçirmesi ve bu kararı etkisiz kılması yönünde Türk Hükûmetinin
faaliyete geçmesi, girişimde bulunmasını özellikle vurgulamak istiyoruz.
Lübnan bizim için
yabancı değil, bize uzak bir bölge değil. Türkiye ekonomisiyle bütünleşik, Türkiye'nin
kültürüyle, insan unsuruyla, demografik yapısıyla, ekonomisiyle rahatlıkla
ulaşabileceği önemli bir coğrafyadır. Burada tabii ki Türkiye olarak ve Türk
milleti olarak, Türk devleti olarak, Türk Hükûmeti olarak bizler kalıcı barışı
ve istikrarı her zaman savunuyoruz. Bu yönde görüşlerimizi de müteaddit defalar
ifade etmiş olduk.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Hükûmetin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
tevdi etmiş olduğu 15 Haziran 2009 tarih ve 2559 sayılı Tezkere’ye olumlu
baktığımızı, olumlu oy vereceğimizi ifade ediyor, hepinize en derin saygılarımı
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
Çelik, teşekkür ediyorum.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Şükrü Elekdağ.
Sayın Elekdağ,
buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlarım, Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının Lübnan’da görevli Birleşmiş
Milletler Geçici Görev Gücü (UNIFIL) komutasına verilmesine ilişkin ilk
tezkerenin Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabulünden bu yana geçen üç
yıl içinde Lübnan’da çok önemli olaylar cereyan etti. Önce, uzun bir siyasi
kriz patlak verdi. Bunu kanlı olaylar ve bir iç savaş izledi. Doha
Anlaşması’yla savaşa son verilip istikrar koşulları yaratıldıktan sonra 7
Haziran 2009’da genel seçimler yapıldı. Hizbullah’ın Başkanı Nasrullah’ın seçim
sonuçlarını kabul etmesiyle de ülkede istikrarlı bir dönem yaşanabileceği umudu
canlandı. Ancak bu bir hayli zor değerli arkadaşlarım, çünkü İsrail, İran’ın
Akdeniz kıyılarındaki vurucu gücü olarak gördüğü Hizbullah ile bu örgütün
elindeki menzilleri 300 kilometreye kadar olan 30 bin adet füzeden son derece
rahatsızlık duyuyor ve bu silahların imhası için fırsat arıyor. Yani değerli
arkadaşlarım, Lübnan’da maalesef senaryo değişmiyor. Anımsayacaksınız, bu filmi
üç yıl önce, 2006 Temmuzunda görmüştük. Lübnan’ın güneyini on sekiz yıl işgal
altında tutan, fakat Hizbullahın direnişi karşında çekilmek zorunda kalan
İsrail, 2006 Temmuzunda Amerika’nın siyasi desteğini arkasına alarak Lübnan’a
saldırdığı zaman hem Lübnan’dan kovuluşunun rövanşını almayı hem de Hizbullahı
çökerterek elindeki füzeleri yok etmeyi tasarlıyordu ama dünyanın 5’inci güçlü
ordusu olarak lanse edilen İsrail bunda başarılı olamadı. Buna mukabil, İsrail
kuvvetlerine direnen Hizbullah tüm Arap âleminin kahramanı hâline geldi.
Hizbullahın zaferini yüzünde patlayan bir şamar olarak gören Bush yönetimi,
hışımla devreye girdi ve Hizbullahın karşısına Birleşmiş Milletler Barış
Gücünün konuşlanmasını sağlayarak İsrail’in daha fazla yıpranmasını önlemeye
çalıştı.
Değerli
arkadaşlarım, ancak bu Barış Gücünün bir başka amacı daha vardır, bu da ileride
Hizbullaha karşı tekrar bir saldırıya girişildiği takdirde bu Gücün İsrail’e
koruyucu kalkanlık yapması ve İsrail’in uğrayacağı hasarı azaltmasıdır.
Evet, değerli
milletvekilleri, Birleşmiş Milletler Lübnan Barış Gücünün amacı, Lübnan’ın
istikrarını sağlamak ve Orta Doğu barışına katkıda bulunmak gibi bir insani
görevden ibaret değildir. Esas amaç, Hizbullahı bölgeden söküp atmayı öngören
bir askerî operasyonun zeminini şimdiden hazırlamaktır.
Değerli
arkadaşlarım, buraya kadar söylediklerim, Lübnan’ın Orta Doğu’daki sorunlar
yumağının tam göbeğinde yer aldığını gösterdiği gibi bu bölgenin Başkan
Obama’nın Kahire’de yaptığı konuşmada açıkladığı yapıcı ve umut verici
yaklaşımlara da ne denli ihtiyacı olduğunu ortaya koyuyor. Obama’nın Kahire
konuşması, Bush yönetiminin kötü mirasını silme amacını güttüğü gibi
Amerika’nın İslam coğrafyasına yönelik politikasında uygulamayı öngördüğü köklü
ve yapıcı bir zihinsel değişikliği de yansıtıyor. Obama, İslam âlemiyle
karşılıklı saygı ve çıkar temelinde hoşgörü ve adalet ilkelerine dayalı ilişkiler
kurmak istediğini vurguluyor ve Amerikan politikasını bu ilkeler ışığında
şekillendireceği vaadinde bulunuyor. Obama’nın konuşmasını Kur’an’dan ayetlerle
süslenmiş, zengin retorikten ibaret bir metin olarak değerlendiren çevreler
var. Bu görüşleri doğru bulmuyoruz zira, Obama, bu konuşması ile Müslüman
ülkelere yönelik somut bir politikanın ilkelerini belirlemiş, oldukça kapsamlı
bir eğitim ve teknolojik destek programı yükümlülüğü altına girmiş ve Orta
Doğu’nun çetin sorunlarının çözümü için yapıcı nitelikte yaklaşımlar
önermiştir. Nitekim, Orta Doğu’da sorunların anası olarak belirtilen Filistin
sorununun çözümü için Obama’nın önerdiği yaklaşımın, İsrail Hükûmetinin
kuvvetle karşı çıkmasına rağmen, hem Filistinliler hem de Arap dünyası
tarafından temkinli olmakla birlikte hayli olumlu karşılanması bir müzakere
zemini oluşturduğu umudunu yaratıyor.
Önemli olan bir
diğer husus da, Obama’nın, İran’ın nükleer silah üretimine yönelik
faaliyetinden kaynaklanan sorunu, Orta Doğu’da bir nükleer silah yarışını engelleme
temeline oturtmasıdır. Obama, bu bağlamda, İsrail’in Nükleer Silahların
Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması’na taraf olmasını sorgulamaktadır. Obama
bununla da yetinmemekte, İsrail’in nükleer silaha sahip olması imtiyazını da
sorgulamaktadır. Bu şekilde Obama, çözüm için yeni kapılar açmakla kalmayıp,
örneğin Orta Doğu’da nükleer silahlardan arınmış bir bölge kurulması gibi,
İsrail’i karşısına almayı da göze alarak, Başkan Eisenhower döneminden bu yana
hiçbir Amerikalı başkanın gösteremediği bir siyasi cesaret sergilemiş
olmaktadır. Tabiatıyla, İsrail’deki sağcı Hükûmet ve Amerika’daki etkili Yahudi
lobisi, Obama’nın Filistin sorununa yönelik çözüm inisiyatifine karşı güçlü
engeller oluşturmaktadır.
Aynı şekilde,
İran’daki başkanlık seçiminden sonra tırmanan gerginliğin bu ülkeyi henüz hangi
yöne savuracağını ve İran’ın bölgesel nüfuzunu nasıl etkileyeceğini bilmiyoruz.
Gelişmelerin, Obama’nın İran’la diyalog yolunu açma inisiyatifini sekteye
uğratmasından endişeliyiz. Obama’nın Kahire konuşmasıyla çizdiği stratejik
peyzajda bazı boşluk ve tutarsızlıklar yok değildir. Tabi olduğumuz zaman
kısıtlaması bunlardan sadece biri üzerinde durmamıza imkân veriyor. Bu da
Obama’nın, Amerika’nın Irak’ın toprakları ve kaynakları üzerinde hiçbir talebi
olmadığı ve Irak’taki tüm Amerikan askerî kuvvetlerinin 2012 yılına kadar geri
çekileceği hususunda verdiği güvencedir.
Değerli
arkadaşlarım, asker çekme takviminin uygulanabileceği hususunda ciddi
kuşkularımız var, çünkü Amerika’nın küresel stratejisinin öncelikli hedefi, her
türlü imkândan yararlanarak ve gerekirse kuvvet kullanarak Hazar ve Körfez
bölgelerinin enerji kaynaklarını denetlemek ve bu kaynakların Batı’ya ulaşım
yollarının güvenliğini sağlamaktır. Oysa bugünün koşullarında Amerika’nın
Irak’taki askerî mevcudiyetine tümüyle son vermesi şu üç gelişmeye yol açar:
Birincisi,
Irak’ta doğacak boşluğun derhâl İran tarafından doldurulmasına davetiye çıkarır
ve Körfez Bölgesi’nin Amerika’nın çıkarlarına meydan okuyan, hegemon bir devlet
konumundaki İran’ın hâkimiyetine bırakılması sonucunu doğurur.
İkincisi, Orta
Doğu’daki tüm jeopolitik dengelerin temelinden sarsılarak Amerika’nın aleyhine
dönüşmesine ve Amerika’nın bölgedeki çıkarlarının tehlikeye düşmesine yol açar.
Üçüncüsü de,
güçlenen ve bölge üzerindeki etkinliği artan bir İran’ın nükleer silahlara
sahip olma iradesini kırmak çok daha zorlaşır.
Bu bakımdan,
Obama’nın Irak’a yönelik olarak açıkladığı yaklaşım Amerika’nın “grand
strategy” denilen büyük stratejisine ters düşer ve Amerika’nın süper güç olma
hedefinden vazgeçtiği anlamına gelir. Oysa Obama Amerikası’nın da tarihteki
bütün emperyal devletler gibi fanatik bir dürtüyle dünyada tek süper güç olma
konumundan ve küresel hegemonya hedefinden vazgeçmesi söz konusu değildir. Bu
noktada hemen belirtelim ki, Obama’nın Türkiye’yi ziyareti de söz konusu büyük
stratejisinde öngördüğü hedefleri gerçekleştirmek ihtiyacından doğmuştur.
Obama, Amerika’nın büyük Orta Doğu coğrafyasında karşılaştığı sorunların
hallinde Türkiye’yi güvenilir bir müttefik olarak yanında görmek istiyor ve
böyle bir iş birliğiyle bu sorunları çözme şansının artacağını düşünüyor. Bu
görüşle de, Türk-Amerikan iş birliğinin diğer bölge devletlerinin
esinlenebileceği model bir ortaklık oluşturmasını öneriyor.
Peki, Amerika’nın
stratejik değer skalasında Türkiye’ye yüksek bir değer verdiği anlaşılan Başkan
Obama, Türkiye’nin ulusal çıkarlarına bu değerle orantılı bir hassasiyet
göstermeye hazır mı? Bu soruyu yanıtlamadan önce, Başkan Bush döneminde
Türk-Amerikan ilişkilerinin dibe vurmasının nedenleri üzerinde kısaca durmamız
gerekiyor. Bu dönemde Bush yönetimi, 1 Mart tezkeresinin Türkiye Büyük Millet
Meclisinde reddedilmesi üzerine Türk Hükûmeti tarafından aldatıldığı hissine
kapılarak Türkiye’yi cezalandırma politikası uygulamıştır. Bu politika
bağlamında, Bush yönetimi, bölgesel Kürt yönetiminin başındaki Barzani’nin
çıkarlarına Türkiye’ninkilere nazaran öncelik vermiş ve Kürt liderin PKK’yı
barındırmasına ve himaye etmesine göz yummuş, hatta desteklemiştir. Bu suretle,
Washington, Türkiye’nin ulusal ve toprak bütünlüğünü tehdit eden hasmane bir
politika izlemiştir.
Türk askerlerinin
başına çuval geçirilmesi senaryosu, Türkmenlere karşı ağır mezalime göz
yumulması, bölgesel Kürt yönetiminin göz diktiği Kerkük’te demografik dengeyi
kitlesel biçimde Kürtler lehine değiştirmesine izin verilmesi de, yine o
dönemde Washington’da Türk Hükûmetine karşı duyulan infialin tezahürleridir.
Bush yönetimi,
Türkiye’ye karşı bu hasmane yaklaşımını, 2007 Ekimine kadar dört yıldan fazla
bir süre sürdürmüştür. Türk-Amerikan ilişkilerinin kırılma noktasına geldiği bu
tarihte ise, Bush yönetimi, Türk Hava Kuvvetlerinin PKK hedeflerine kısıtlı
hava operasyonları yapmasına izin vermeyi kabul etmek suretiyle söz konusu
politikasını yetersiz de olsa bir ölçüde değiştirmiştir. Ne var ki Türk Silahlı
Kuvvetlerinin, can alıcı PKK hedeflerine kendi iradesi ve planlamasıyla kara ve
hava operasyonları yapmasına kısıtlamalar getiren Amerikan politikası nedeniyle
iki yıldır terör örgütünün Türk uçaklarıyla havadan vurulması PKK’nın vurucu
gücünde beklendiği ölçüde ağır bir hasar yaratmamıştır.
Şimdi Türkiye'nin
yanıt aradığı temel soruya gelelim. Bu soru şudur: Başkan Obama PKK’nın
tasfiyesi için Türkiye’ye tam destek vermeye hazır mıdır? Obama’nın Türkiye
Büyük Millet Meclisinde yaptığı konuşmayı ve İstanbullu gençlerle görüşmesini
bu açıdan incelediğimizde beklediğimiz desteğin belirtilerini göremiyoruz
değerli arkadaşlarım. Şöyle ki: Birincisi, Obama, Türkiye ile Amerika’nın
karşılaştığı terör tehditleri arasında fark gözetmektedir. Nitekim Obama,
Türkiye Büyük Millet Meclisindeki konuşmasında El Kaide’nin Pakistan’
İkincisi, Türkiye
Büyük Millet Meclisi konuşmasında Obama, Türkiye’ye, PKK sorununu Irak’ın Kürt
liderleriyle iş birliği çerçevesinde çözmesini önermiştir. Bu, son derece
hatalı bir yaklaşımdır. PKK’yı besleyenlerle iş birliği yapmak suretiyle terör
örgütünün çökertilmesini önermek Türkiye'nin karşılaştığı sorunu hiç anlamamak
demektir. Mesut Barzani, PKK’yı silahlı bir güç olarak elinin altında tutmak ve
icabında bu örgütü bir pazarlık unsuru olarak Türkiye’ye karşı kullanmak
istemektedir. Barzani, PKK’yı bağımsız Kürt devletinin ilanında ve Kerkük
sorununa arzusu doğrultusunda bir çözüm gerçekleştirmek için Türkiye’ye karşı
bir koz olarak kullanma hesabı içindedir. Başkan Obama’nın Türkiye Büyük Millet
Meclisinde bu gerçekleri bilmezden gelerek konuşması aynen Başkan Bush gibi
bölgesel Kürt yönetiminin çıkarlarını Türkiye'nin çıkarlarının önüne
koyabileceği endişesini yaratıyor.
Üçüncüsü, Obama,
Tophane-i Âmire’de öğrencilerle yaptığı toplantıda “Kuzey Irak’ta bağımsız bir
Kürt devletine izin verir misiniz?” sorusunu yanıtlamaktan kaçınmıştır.
Obama’nın bu tutumu iki açıdan hatalı bir davranış olmuştur. Obama, bu
davranışıyla hem Kuzey Irak’lı Kürt liderler üzerinde bağımsız Kürt devletine
yeşil ışık yakabileceği algılamasını yaratmış hem de Amerika’nın resmî
politikası olan Irak’ın ulusal ve toprak bütünlüğü tezine ters düşmüştür.
Değerli
arkadaşlarım, bu söylediklerim şu iki önemli noktayı ortaya koymaktadır:
Birincisi,
Dışişlerimizin temel eksenini oluşturan Türk-Amerikan ilişkilerinde bir
iletişim eksikliği vardır; bunu muhakkak kapatmak gerekiyor.
İkincisi de
Türkiye ile Obama yönetimi arasında temel sorun, Irak’ın kuzeyindeki PKK
unsurlarının tasfiyesi ve etnik bazda Kürt bölücülüğü meselesinden
kaynaklanmaktadır. Bu nedenlerle Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni bir sayfanın
açılmasının öngörüldüğü ve Amerika’nın karşılaştığı sorunlar açısından birçok
alanda Türkiye'nin iş birliğine ve desteğine ihtiyaç duyduğu şu dönemde, Türk
Hükûmeti, ulusal çıkarları açısından yaşamsal nitelikteki şu dört önerisinin
Obama yönetimi tarafından kabul edilmesini sağlamalıdır.
1) El Kaide terör
örgütü Amerika açısından neyse Türkiye açısından da PKK örgütü aynı şeydir. PKK
örgütü, Türkiye'nin toprak bütünlüğüne ve üniter yapısına en büyük tehdidi
oluşturmaktadır. Bunun anlamı, nasıl ki terörle mücadelede Amerika için nihai
hedef El Kaide örgütünün tümüyle imhasıdır, PKK ile mücadelede de esas amaç
PKK’nın tasfiyesi ve Kuzey Irak’ın terör örgütü için bir üs olmaktan tamamen
çıkarılmasıdır.
2) Türkiye,
ulusal bekasını ilgilendiren bu alanda uluslararası hukuktan doğan meşru
savunma hakkı çerçevesinde PKK’yı Irak’ın kuzeyindeki üslerinden söküp atmak ve
tasfiye etmek amacıyla terör hedeflerine karadan ve havadan sivillere zarar
vermemenin dışında hiçbir kısıtlamaya tabi olmadan operasyon yapma hakkına
sahiptir. Amerika, Türkiye'nin bu hakkını tanımalı ve Türk Silahlı
Kuvvetlerinin operasyonlarına her türlü desteği vermeli ve istihbarat
bilgilerini sağlamalıdır.
3) PKK sorununun
çözümü bağlamında Bush yönetimi Türkiye’ye siyasi bir çözüm dayatmıştır. Genel
bir affı da içeren bu çözüm, Türkiye'nin bu konuda bölgesel Kürt yönetimini
resmî muhatap olarak almasını, sınır güvenliği ve Kuzey Irak’taki PKK
unsurlarının geleceğini Barzani ile görüşmesini, yani müzakere etmesini
önermektedir. Bu yaklaşım birçok nedenle Türkiye'nin ulusal çıkarlarıyla
çatışmaktadır değerli arkadaşlarım. Bu nedenlerin başında, siyasi çözüm
çerçevesinde Barzani’yle iş birliğini geliştirmek amacıyla 2008’de Bağdat’a giden
zamanın Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın Barzani’ye iletilmek üzere Irak
Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari’ye verdiği talep listesindeki taleplerin bugüne
kadar yerine getirilmemesi gelmektedir.
Bu talep listesi
şu hususları kapsamaktaydı: PKK’nın terör örgütü olarak ilan edilmesi. PKK’nın
Irak’ın kuzeyini üs olarak kullanmasına son verilmesi ve kampların kapatılması.
PKK’nın hareket ve eylem kabiliyetinin daraltılması. Lojistik desteğinin
tamamen kesilmesi. PKK’nın lider kadrosunun yakalanıp, Türkiye’ye teslim
edilmesi. Evet, Ankara’nın yalvar yakar olarak peşinden koşmasına rağmen
Barzani Türkiye'nin bu taleplerini yerine getirmemiştir. Bu süre zarfında da
PKK’yı himaye etmeye devam etmiştir.
Diğer bir neden
değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin esas muhatabının Bağdat’taki hükûmetin olması
gerektiğidir. Barzani’nin Irak Hükûmetinin sorumluluklarını üstlenmesi ve
Irak’ı temsil eden ikinci bir otorite olarak Türkiye’ye muhatap olması,
Bağdat’ın otoritesini yitirmesine yol açar. Böyle bir gelişme ne Irak’ın ne de Türkiye'nin
yararınadır. Nihayet sınır güvenliği ve Irak’ın kuzeyindeki PKK unsurlarının
geleceği için Türkiye'nin Barzani’yle görüşmesi fahiş bir hata olur. Bu şekilde
hareket edilirse hem PKK hem de Türkiye’deki etnik bazda Kürt bölücülüğü
sorununun nasıl çözümleneceği hakkında Barzani’ye söz hakkı tanınmış olur ki,
bu da son derece tehlikeli gelişmelere zemin hazırlar. Bu nedenle Hükûmet Obama
yönetimine siyasi çözümü kabul etmeyeceğini belirtmelidir.
4) Irak’ı işgal
harekâtına başladığı 2003 yılından bu yana Amerika’nın politikası Orta Doğu
stratejisi bağlamında bölgesel Kürt yönetiminin çıkarlarına Türkiye’ninkilere
nazaran öncelik vermek, ancak kaybetmek istemediği Türkiye’yi de, tabiri
caizse, idare etmek şeklinde olmuştur. Washington’un bu konudaki ikileminin ve
Barzani’ye kol kanat germesinin nedeni, Irak parçalandığı takdirde kuzeyde
kurulacak bağımsız Kürt devletine Amerika’nın üsleriyle yerleşme seçeneğini
elinde tutmak istemesinden kaynaklanmaktadır. Barzani’nin bugüne kadar PKK
terörüne destek verme iradesinin kırılamamasının temel nedeni de budur. Bu
bakımdan, Washington, Türkiye ile karşılıklı çıkar ortaklığına ve güvene dayalı
ilişkiler kurmak istiyorsa bir tercih yapmak ve Türkiye’nin çıkarlarına öncelik
vermek durumundadır.
Sonuç olarak, Başkan
Obama, eğer Türkiye Büyük Millet Meclisindeki konuşmasında açıkladığı gibi
Türkiye ile ilişkilerini model ortaklık bazında yürütmek istiyorsa belirtmiş
olduğumuz bu dört öneriyi kabul etmelidir.
Değerli
arkadaşlarım, Türkiye, devasa ve giderek ağırlaşan bir sorunla karşı
karşıyadır. Sorunun iç boyutu olan etnik bazda Kürt bölücülüğü de Türkiye’nin
ayağında bir prangadır. Bundan kurtulmadan Türkiye ekonomik ve sosyal alanlarda
ciddi bir atılım yapamaz. Türkiye, kendi ulusal stratejisini en geniş siyasi
tabanın desteğiyle oluşturup bu soruna çözüm bulma cesaretini gösteremediğinden
durumu kendi çıkarları doğrultusunda istismar etmek isteyen dış müdahalelere
davetiye çıkarmaktadır. Bize göre bu sorunun hâlli ancak PKK örgütünün koşulsuz
silah bırakması ve üniter devlet yapısı içinde, etnik temele dayanmayan geniş
bir demokratikleşme ve kamu yatırımlarının öncülük edeceği ekonomik sosyal
kalkınma atılımlarını içeren bir ulusal entegrasyon projesinin yaşama
geçirilmesiyle mümkündür.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Elekdağ.
ŞÜKRÜ MUSTAFA
ELEKDAĞ (Devamla) Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Bunun için de ilk
şart, Kuzey Irak’taki PKK unsurlarının tasfiye edilmesidir.
Teşekkür
ediyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Elekdağ.
AK PARTİ Grubu
adına Düzce Milletvekili Sayın Yaşar Yakış.
Sayın Yakış,
buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU
ADINA YAŞAR YAKIŞ (Düzce) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’nin
Lübnan’daki Birleşmiş Milletler Gücüne asker göndermesi için Meclisimizin
verdiği yetkinin bir yıl daha uzatılması hakkındaki Hükûmet tezkeresi konusunda
AK PARTİ Grubunun görüşlerini sizlerle paylaşmak için huzurunuzdayım. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye’nin 2006 yılından itibaren katkıda bulunmaya başladığı
Lübnan’daki Birleşmiş Milletler Gücünün otuz yıldan fazla süren bir geçmişi
vardır. Söz konusu Birleşmiş Milletler Gücü, Güvenlik Konseyinin 1978 yılında
aldığı bir kararla kurulmuştu ve bu güce “UNIFIL” adı verilmektedir.
Anılan karar
Birleşmiş Milletler Gücünün amaçlarını o tarihte şöyle belirlemişti: Bir,
İsrail’in Lübnan’dan çekilmesini sağlamak; iki, uluslararası barış ve
güvenliğin tesisine ve Lübnan Hükûmetinin bölgede etkin biçimde otorite
kurmasına yardım etmek.
1978 yılında
kurulmuş olan bu Birleşmiş Milletler Gücü zaman içinde faaliyetlerine
daraltarak devam ederken, 2006 yılında Lübnan’da, hepimizin hafızasında taze
olduğunu sandığım acı gelişmeler olmuştur. İsrail 2006 yılının Temmuz ayında
Lübnan’ın önemli bir bölümünü bir kez daha istila etmiştir. Güvenlik Konseyi
bunun üzerine, 11 Ağustos 2006 tarihinde aldığı 1701 sayılı Karar’
2006 yılındaki
1701 sayılı Güvenlik Konseyi Kararı UNIFIL’e şu yeni görevleri vermiştir:
Bir, çatışmaların
durdurulmasını gözlemlemek,
İkincisi, İsrail
kuvvetleri Lübnan’dan çekilirken Lübnan Silahlı Kuvvetlerinin Güney Lübnan’da
konuşlanmasına nezaret etmek ve ona destek olmak,
Üçüncüsü, bu
konudaki faaliyetlerini Lübnan ve İsrail hükûmetleriyle koordine etmek,
Dördüncüsü, sivil
halka insani yardım ulaştırılmasına ve yerinden edilmiş kişilerin istedikleri
takdirde güvenlik içinde yerlerine dönüşlerine yardımcı olmak,
Beşincisi, tampon
bölgenin oluşturulması için atılacak adımlarda Lübnan ordusuna yardımcı olmak
ve altıncı yeni hedef de Lübnan Hükûmetinin talep etmesi hâlinde Lübnan’a kaçak
silah sokulmasını önleyici faaliyetlere yardımcı olmaktır.
Gördüğünüz gibi,
bu görevler arasında bizleri -yani oraya askerlerimizi gönderen Türk milleti
adına bizleri- endişeye sevk edecek riskli bir görev yoktur.
1701 sayılı
Karar’
Bugün söz konusu
Birleşmiş Milletler kuvveti 12.500 personelden oluşmaktadır. Bu kuvvet
Türkiye’yle birlikte otuza yakın ülkeden gelmektedir.
Sabrınızı
taşırmadan bu ülkeleri de saymak istiyorum çünkü değerli milletvekillerimizin
aklına “Kuvvet gönderen ülkelerin arasında neden Müslüman ülkeler yok, neden
Batı ülkeleri yok, neden büyük ülkeler yok, neden küçük ülkeler yok?” gibi
sorular gelebilir. Saydığım zaman göreceğiniz üzere kuvvet gönderen ülkeler
arasında her kategoriden ülkeler var.
Söz konusu
ülkeler şunlardır: Almanya, Belçika, Brunei, Çin, El Salvador, Endonezya,
Fransa, Gana, Güney Kıbrıs Rum kesimi, Guatemala, Hırvatistan, Hindistan,
İrlanda, İspanya, İtalya, Katar, Kore, Macaristan, Makedonya, Malezya, Nepal,
Norveç, Polonya, Portekiz, Sierra Leone, Slovenya, Tanzanya ve Yunanistan.
Bu listedeki bir
hususu değerli dikkatlerinize getirmek istiyorum: Türkiye dışında hiçbir Orta
Doğu ülkesi bu otuz ülkenin arasında yer almıyor. Neden yer almıyor? Çünkü
istikrarsızlığa konu olan devletin makamları ve de uluslararası öteki aktörler
bölge ülkelerinin bu tür operasyonlara katılmasından hazzetmezler. Bunun tek
istisnası Türkiye’dir. Türkiye’nin bir Orta Doğu ülkesi olmasına rağmen
Lübnan’a asker göndermesine ilgili taraflardan hiçbiri itiraz etmemiştir. Bu,
Türkiye adına son derece övünç ve sevinç duyulacak bir durumdur.
Birleşmiş
Milletler Gücündeki bu genişlemeden sonra Lübnan ile İsrail arasında herhangi
bir çatışma ortaya çıkmamıştır. Bu da, böyle bir güç oluşturmak suretiyle
Birleşmiş Milletlerin ne kadar doğru bir iş yaptığını ortaya koymaktadır. Öte
yandan, yüce Meclisimizin de böyle başarılı bir misyona katkıda bulunmaya karar
vermekle ne kadar doğru iş yapmış olduğunu ortaya koymuş olmaktadır.
Değerli
milletvekilleri, Hükûmetimiz, UNIFIL’e katkıda bulunmaya karar verirken hem
talep eden taraflar açısından hem de göndermeye karar verme konusunda en geniş
mutabakatı sağlamak için azami gayreti göstermiştir. Türkiye’den asker talep
edilmesi uluslararası camianın bir beklentisi olarak ortaya çıkmıştır. Bunun
üzerine Hükûmetimiz Lübnan Hükûmetinin de eğilimini öğrenmeye çalışmış, içinde
Hizbullah Partisinin iki bakanının da bulunduğu Lübnan Hükûmeti, Türkiye’nin
asker göndermesini istediğini açıkça belirtmiştir. Lübnan’daki güçlü Dürzi
cemaatinin lideri Sayın Velid Canbulat da Türk askerini Lübnan’da görmekten
memnun olacağını açıklamıştır. Şimdi, belki diyeceksiniz ki: “Ama Lübnan’daki
mesela Ermeni cemaati Türkiye’nin asker göndermesini istemez.” Herhâlde, kimse,
Ermenilerin bu tutumuna bakarak Türkiye’nin Lübnan’a asker göndermekten
sarfınazar etmesini beklemeyecektir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; işte, yüce Meclisimiz, Türkiye’nin Lübnan’daki
Birleşmiş Milletler kuvvetine asker göndermesine 2006 yılında bu koşullarda
karar vermişti. Bu katkımız için Hükûmetimize verdiğimiz yetki 5 Eylül 2009
tarihinde sona erecektir. Güvenlik Konseyi kararının geçerlilik süresi de 31
Ağustos 2009 tarihinde sona erecektir. Birleşmiş Milletlerin, en geç bu sene 31
Ağustos tarihine kadar bu süreyi bir yıl daha uzatması beklenmektedir.
Dolayısıyla hem yüce Meclisimizin Hükûmetimize verdiği yetkinin süresinin
dolması hem de Güvenlik Konseyinin kendi kararını uzatması Meclisimizin tatilde
olacağı döneme rastlayacaktır. Hükûmetimiz, bu nedenle tezkereyi şimdiden
huzurunuza getirmiş bulunmaktadır.
Güvenlik
Konseyinin henüz bir uzatma kararı almamış olması karşısında değerli
milletvekillerimizin aklına şöyle bir soru gelebilir: Güvenlik Konseyi
Lübnan’la ilgili kendi kararını uzatmamışken Türkiye’nin böyle bir tezkereyi
kabul etmesi usulen doğru mudur? Böyle bir tereddüde kapılmış olabilecek
değerli milletvekillerimizin endişelerini karşılamak üzere tezkere metnine
şöyle bir ibare eklenmiştir: “Güvenlik Konseyinin UNIFIL’in görev süresini
uzatma yönünde karar alması durumunda geçerli olmak üzere.” Yani bu ibarenin
eklenmesiyle, eğer Güvenlik Konseyi Lübnan’la ilgili kararını uzatmazsa,
Hükûmetimiz de yüce Meclisimizin verdiği bu yetkiyi kullanamayacaktır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; şimdiye kadar belirttiğim hususlar, tezkereyi yüce
Meclisin onayına sunarken Hükûmetimizin teknik olarak yapması gereken her şeyi
yapmış olup olmadığıyla alakalıydı. Şimdi de böyle bir tezkere sevk etmeye
Hükûmetimizin neden gerek gördüğünü irdelemekte yarar var. Başka bir deyişle,
Türkiye UNIFIL’e neden asker gönderme ihtiyacını duymuştur, bu ihtiyaç nereden
kaynaklanmıştır?
Saygıdeğer
milletvekilleri, Türkiye gibi bölgesel güç olan bir devlet kendisine bu kadar
yakın bir coğrafyaya sırtını çeviremez. Türkiye bölgeyi çok yakından tanıyan
bir ülkedir. Bölge halklarıyla çok yakın tarihî, kültürel ve akrabalık
ilişkileri vardır. Böyle bir ülkede meydana gelen gelişmeleri sanki başka bir kıtada cereyan eden
olaylarmış gibi uzaktan seyretmekle yetinemeyiz.
Lübnan’ı yakından
tanıyan milletvekillerimiz gayet iyi bilirler, Lübnan âdeta bir mikrokozmos yani
küçük bir kâinat gibidir. Orta Doğu’da mevcut her türlü ırkın, mezhebin,
kültürün, siyasi eğilimin Lübnan toplumunda mutlaka bir temsilcisi vardır. Bu
nedenle, Orta Doğu’daki her türlü gelişmeler Lübnan’daki iç dengeleri etkiler.
Aynı şekilde, Lübnan’daki dengelerde meydana gelecek gelişmeler de Orta
Doğu’daki dengeleri etkiler. Lübnan’da yazılı olmayan bir anayasaya göre, her
ırkın ve mezhebin bu iç dengedeki yeri
hassas bir şekilde belirlenmiştir. Buna göre, örneğin, Lübnan’ın Devlet
Başkanının mutlaka Maruni bir Hristiyan olması gerekir, Başbakanının Sünni bir
Müslüman olması gerekir, Meclis Başkanının Şii bir Müslüman olması gerekir,
Başbakan Yardımcısının bir Ortodoks Hristiyan olması gerekir. Bazen bu
yazılmamış anayasa hükümlerini biraz daha genişleterek Merkez Bankası
Başkanının, polis teşkilatı başının hangi mezhepten olması gerektiğine kadar
teşmil edenler de vardır. Âdeta müzminleşmiş istikrarsızlık ve belirsizlik
ortamına rağmen, Lübnan’daki hassas dengeler
her şeye rağmen korunabilmektedir. Bunun nedeni, Lübnan’ın eğitimli, çalışkan,
yaratıcı halkıdır ve dünyanın her tarafında kendi ülkesine, vatanına çok bağlı
diasporasıdır.
Her şeye rağmen
bu dengeler bozulur da Lübnan istikrarsızlığa düşerse bundan Orta Doğu
bölgesindeki dengelerin de etkilenmesi, benden önceki konuşmacıların da
değinmiş olduğu gibi, ihtimal dâhilindedir, belki de kaçınılmazdır. Türkiye'nin
elinde böyle bir gelişmeyi önleyebilecek imkânı veya bu yöndeki çabalara
katkıda bulunma imkânı varsa bu katkıyı yapmaktan geri kalmamalıdır. Nitekim
2006 Ekim ayında Lübnan Kabinesindeki iki Şii bakanın istifa etmesiyle bir
siyasi kriz baş göstermişti. Bu kriz daha sonra ülke içinde silahlı bir
çatışmaya dönüştü. Türk milleti, bunun üzerine derhâl harekete geçerek bu
gelişmeler karşısında krizin tarafı olan grupların Katar’ın başkenti Doha’da
bir araya gelmeleri ve bir mutabakata varmaları için aktif rol oynamıştır.
Türkiye'nin bu çabalarının gerek Lübnanlı taraflarca gerekse uluslararası
aktörlerce takdirle karşılandığını hatırlarsınız herhâlde.
Sayın
Başbakanımız Lübnan Meclis Başkanının daveti üzerine Cumhurbaşkanının seçilmesi
ve yemin törenine katılmak için 25 Mayıs 2008’de Beyrut’a gitmişti. Sayın
Dışişleri Bakanımız da kendisine refakat ediyordu. Bu tören, ülkemizin Lübnan
bağlamındaki özel konumunu teyit eden bir gelişme olmuştur. Daha sonra da 7
Haziran 2009’da Lübnan’da genel seçimler yapılırken Lübnan tarafı Türkiye’den
gözlemci gönderilmesini özel olarak talep etmiş ve bu talep Türkiye tarafından
yerine getirilmiştir. Lübnan’ın böyle bir talepte bulunmuş olması Türkiye’ye
karşı olan güveninin bir göstergesidir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Lübnan’da görev yapan Türk askerleri Birleşmiş
Milletlerin komutasında olmakla birlikte, o komutanlığın isteyeceği her şeyi
yapacak değildir. Türkiye, ulusal politikası nedeniyle kendi askerlerinin
yapacağı işlere bazı kısıtlamalar getirmiştir. Bunlar, güvenlikle ilgili
kısıtlamalar ve Güney Kıbrıs Rum yönetimi ile ilgili bazı kısıtlamalardır. Bir
başka deyişle “Ulusal politikamıza halel getirebilecek bir sürprizle
karşılaşabilir miyiz?” şeklindeki bir endişeye mahal yoktur. Hepimizin de
gördüğü üzere ne deniz ne de kara birliklerimiz bugüne kadar herhangi bir
saldırıya veya tecavüze veya tacize maruz kalmamıştır. Bunda birliklerimizin
güvenliği amacıyla aldığımız önlemlerin büyük payı vardır.
Kara birliğimiz
Birleşmiş Milletler denetlemesinde örnek birlik seçilmiştir. Birliğimiz
Lübnan’daki ulusal makamlarla ve yerel makamlarla yakın iş birliği ve iletişim
içindedir, bölge halkının güvenini kazanmıştır, bölgede yararlı altyapı
çalışmaları gerçekleştirmektedir.
Elde edilen bu
sonuçların Türkiye'nin uluslararası alandaki görünülürlüğüne nasıl önemli bir
katkı yaptığını tüm milletvekillerimizin takdir edeceğinden eminim. İşte bu
nedenlerle, AK PARTİ Grubu Hükûmetimizin bu tezkeresine olumlu oy verecektir.
Konuşmama son
verirken yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
Yakış, teşekkür ediyorum.
Şahsı adına
Balıkesir Milletvekili Sayın Hüseyin Pazarcı.
Sayın Pazarcı,
buyurun efendim.
HÜSEYİN PAZARCI
(Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün görüştüğümüz Türk
Silahlı Kuvvetlerinin UNIFIL’e katkısının bir yıl süreyle daha uzatılması
konusunda Demokratik Sol Parti ve şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, Türk Silahlı Kuvvetlerinin UNIFIL’e katılımı iki açıdan
partimiz ve şahsım tarafından olumlu mütalaa edilmektedir. En başta, Birleşmiş
Milletler çerçevesinde uluslararası barış ve güvenliğin sağlanmasında
Türkiye’nin de bir rol alması, bu harekette topluma, uluslararası topluma katkı
yapmasını tabii ki, ülkemiz adına hoş bir şekilde karşılıyoruz. Ama bunun
ötesinde, bölgemizdeki bir önemli olayda, gelişmelerde Türkiye’nin bu bölgede
hazır bulunmasının her bakımdan uygun olacağını, bu bölgedeki gelişmeleri
yakından izlemesinin her bakımdan uygun olacağını da düşünüyoruz. Özellikle
Doğu Akdeniz’de genel olarak gelişmelerin ışığında ve Orta Doğu’daki genel
gelişmelerin ışığında Türkiye’nin bu bölgede varlığının uygun olduğunu
düşünüyoruz. Ama öte yandan Doğu Akdeniz’deki, Kıbrıs’taki gelişmeler ve deniz
alanlarına ilişkin gelişmelerle ilgili olarak da yine bu bölgede bulunmamızın
ve bütün ortamı kontrol edebilmemizin dış politika açısından yerinde olduğunu
düşünüyoruz. Ancak, bu çerçevede, tabii ki “Bunun şümulü Hükûmetimiz tarafından
değerlendirilecektir.” diye bir hükümle bu yetki Hükûmete tanınırken şu
konularda da çok dikkatli olmamız gerektiğini zannediyoruz:
Birincisi,
Güvenlik Konseyi kararında, Lübnan’da, eğer silahların toplanması konusunda
Lübnan Hükûmetinin birtakım zorluklarla karşılaşması söz konusu olursa, bu
çerçevede, UNIFIL’in kendisine yardımcı olması da öngörülmüş durumda.
Dolayısıyla, bu açıdan bir görevle görevlendirilme söz konusu olduğunda, bunun,
özellikle o bölgede çok önemli bir gücü oluşturan Hizbullah ile karşı karşıya
gelinmesi riskini taşıdığını unutmamamız gerekiyor.
Ancak bunun
dışında -Sayın Elekdağ da çok yerinde olarak dikkatimize sundu- Lübnan’da, birinci
izin verildiğinden beri, birinci tezkereden beri bir hayli gelişmeler var ve bu
gelişmeler çerçevesinde, Orta Doğu sorununa ilişkin, konunun kaydırılması riski
söz konusu olabilir. Özellikle, günümüz dünyasında, İran’ın nükleer silah
gücüne sahip olma çabaları bir yandan göz önünde tutulduğunda ve İran’daki
bugünkü gelişmeler ve durum söz konusu olduğunda, bunun Türk dış politikasını
ve bölgenin tüm politikasını etkilemesi riski bulunmaktadır ve bu çerçevede,
bizim, yine değişik gelişmeleri hesaba katabilecek şekilde Hükûmetimizin
dikkatli olması ve görevi bugün Meclisimizden alacağı yetki çerçevesini
aşmayacak şekilde kullanması büyük önem arz etmektedir.
Ve yine, bizim,
Türkiye ile ilişkili olarak, güneydoğuda ve doğuda, ülkeye karşı PKK’nın
verdiği bazı -Türkiye’ye karşı- mücadelelerde Türkiye'nin de vereceği cevabı
daha iyi sağlayabilmesi bakımından, Amerika Birleşik Devletleri’yle bu
yaptığımız katkılarda Türkiye'nin lehine olabilecek birtakım sonuçları daha iyi
elde edebilecek şekilde hareket edilmesine dikkat etmemiz de gerekli
olmaktadır.
Partimiz ve
şahsım adına sizlere bu görüşlerimi kısaca sunmada yarar gördüm. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum ve biz lehinde oy kullanacağız. (DSP, AK PARTİ ve CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
Pazarcı, teşekkür ediyorum.
Hükûmet adına
Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu.
Sayın Bakanım,
buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
DIŞİŞLERİ BAKANI
AHMET DAVUTOĞLU – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi içtenlikle
selamlıyor, yüce Meclisimize saygılarımı arz ediyorum.
Bildiğiniz gibi,
2006 yılının Temmuz ayında başlayan Lübnan-İsrail savaşı sonrasında, savaş daha
sürerken, 11 Ağustos 2006 tarihinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi
toplanarak 1701 sayılı bir Karar almış ve Lübnan’da görev yapmakta olan
Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü UNIFIL’in görev süresinin kapsamını
genişletmiştir. Bu kapsam genişletilmesi sonrasında, yüce Meclisimiz,
Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca 5 Eylül 2006 tarihinde bu güce katkıda
bulunma kararı almıştır. Bu katkı, yine yüce Meclisimizin 2007 ve 2008
yıllarında aldığı uzatma süreleriyle tekrar uzatılmıştır. Bu çerçevede, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin verdiği son yetkinin süresi 5 Eylül 2009 tarihinde
dolmaktadır.
Lübnan’daki durum
çerçevesinde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin -UNIFIL’e duyduğu ihtiyaç
dolayısıyla- 31 Ağustos 2009 tarihinde, bir yıllık dönem için bu UNIFIL’in
görev süresinin yenilenmesi yönünde karar alması beklenmektedir. Bu çerçevede,
yüce Meclisimizin çalışma programını da göz önünde tutarak, ülkemizin
katkısının süresinin UNIFIL’inkine paralel olarak uzatılabilmesi için
Anayasa’mızın 92’nci maddesi uyarınca yüce Meclisimizden şimdiden izin istemiş
bulunmaktayız. Bu konuda takdim edilmiş bulunan tezkereye ilişkin olarak sunumda
bulunmak için huzurunuzdayım.
Sayın Başkan,
saygıdeğer milletvekilleri; bu vesile ile konuyu sadece Lübnan’ın ve Lübnan’da
görev yapmakta olan Silahlı Kuvvetlerimizin UNIFIL’e yaptığı katkının ele
alınması çerçevesinde değil, Türk dış politikasının temel stratejik açılımları
ve bu açılımlar çerçevesinde Orta Doğu’ya bakışımız bağlamında ele almak
istiyorum.
Aslında, Lübnan,
Türk dış politikasının son dönemde takip etmekte olduğu temel açılım
politikalarının en önemli örnek olaylarından birini teşkil etmektedir. Türk dış
politikasının temel hedefi, şu anda Türkiye’nin küresel ve bölgesel alanda,
etkin aktörlerin arasında, ciddi katkı sağlayan en önemli ülkeler arasında
bulunmasını temin etmektir. Dolayısıyla, bu karar, bugün yüce Meclisimizin
uzatma kararı sadece Lübnan’la ilgili bir karar olmanın ötesinde anlamlar
taşımaktadır. Bu kararı Türkiye'nin küresel ve bölgesel barış sağlama misyonu
ve bu misyonun dayandığı bütüncül bir strateji çerçevesinde ele alma zarureti
vardır.
Bu stratejimizin
temel esasları nelerdir? Türkiye, Cumhuriyetimizin en temel dış politika
ilkelerinden birisi olarak “Yurtta sulh, cihanda sulh”u sağlamak ve bu
çerçevede küresel ve bölgesel barışa katkıda bulunmak amacıyla şu ana kadar
temel olarak üç ana stratejik çerçeve etrafında harekete geçmiştir. Birincisi,
krizlerin çıkmasından önce ön alıcı tedbirlerle krizlerin çıkışını engellemek
ve krizleri önceden hissederek bu krizlerin ortaya çıkmasına engel olucu
diplomasiyi takip etmek. Bunun en çarpıcı örneğini Irak’ta Sünnilerin siyasi sürece
katılmalarında gördük 2005 yılının sonbaharında.
İkinci olarak,
“Eğer krizi çıkmadan önce önlemek mümkün değilse kriz çıktığı zaman aktif
olarak neler yapabiliriz?” sorusunu Türkiye her zaman gündeminde tutmuştur ve
bölgede çıkan her krize en önce tepki veren, en önce o krizlerin etkilerini
ortadan kaldırmak için çaba gösteren bir politika benimsemiştir. Lübnan
krizinde gösterdiğimiz politikanın temeli budur. Yine Gazze savaşı esnasında da
Türkiye krizin sürdüğü dönem içinde aktif diplomasi takip ederek ateşkesin
sağlanmasına katkıda bulunmuştur.
Üçüncü ana
yöntemimiz ise bu çerçevede, krizlerle bağlantısız olarak kurucu, düzen kurucu
ve bölgede genel çerçeve içinde düzeni sağlayıcı misyonlar üstlenmektir. Bunun
en çarpıcı örnekleri ise Irak’ta Komşu Ülkeler Platformu’nun kurulması,
Suriye-İsrail barış görüşmelerine aracılık etmemiz, Afganistan-Pakistan-Türkiye
zirveleri ile daha ortada bu anlamda, ülkeler arasında krizin görünür sonuçları
yokken dahi mümkün olduğu kadar olumlu bir çaba ile krizleri engelleyecek düzen
kurucu bir rol üstlenme çabasını Türkiye her zaman göstermiştir.
Peki, küresel ve
bölgesel barışı sağlamak yönündeki bu temel stratejik hedefin araçları
nelerdir? Birinci ve en kapsamlı araç diplomatik, ekonomik, kültürel unsurları
kullanarak ülkenin “yumuşak gücü” de tabir ettiğimiz etkinliğini genişletme
çabasıdır. Türkiye son dönemde bu çerçevede bölgedeki etkinliğini, diplomatik,
ekonomik ve kültürel etkinliğini artırmıştır. Sadece bu bölgede değil
Kafkaslar’da, Balkanlar’da, dünyanın her köşesinde diplomasinin etkin bir
şekilde kullanılmasına önem vermiştir.
İkinci önemli
yöntemimiz, askerî kapasitemizin kullanılarak barış kurucu, barış koruyucu
misyonlarda yer almamızdır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylarıyla Türk
Silahlı Kuvvetlerimiz dünyanın birçok köşesinde Birleşmiş Milletler misyonu
çerçevesinde görevler üstlenmiş, Lübnan’da olduğu gibi, komşu ve dost ülkelerin
barış ve istikrarına katkıda bulunmaya çalışmıştır. Yine buna paralel olarak
uluslararası örgütlerde etkin rol almıştır ülkemiz. Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi üyeliğimiz, 2006 yılında Büyük Millet Meclisimizin aldığı
karardan sonraki en önemli gelişmelerden biridir ki bugün Türkiye'nin UNIFIL’de
üstlendiği görevi sadece Lübnan bağlamında değil, Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi üyesi olarak da üstlendiğimiz görevin bir parçası olarak telakki etmek
icap eder.
Bu çerçevede
yine, Arap Birliğiyle kurduğumuz ilişkiler, Körfez İşbirliği Konseyiyle
geliştirdiğimiz stratejik iş birliği, İslam Konferansı Örgütündeki etkin
tutumumuz, Afrika Birliğindeki gözlemci statümüz, hep uluslararası örgütlerin
küresel ve bölgesel barış bağlamında kullanılmasının en çarpıcı örneklerini
teşkil etmektedir.
Bu temel
stratejik çerçeve içinde Türkiye, Orta Doğu bölgesine herhangi bir ülke
nazarıyla bakmamaktadır. Aksine, Orta Doğu’daki her gelişme, ülkemizin doğrudan
çıkarını ilgilendiren, ülkemizin tarihî ve kültürel sorumluluk çerçevesinde ele
alması gereken bir konu olarak değerlendirilmektedir.
Orta Doğu
bölgesine yaklaşırken dört ana temel ilkeyi dış politikamızın esası olarak
görmekteyiz.
Birincisi, herkes
için güvenlik ilkesi. Orta Doğu bölgesinin, etnik ve mezhebî kökeni ne olursa
olsun, dinî tercihleri ne olursa olsun, bütün toplumlar ve bütün ülkeler için
bir güvenlik alanı hâline dönüşmesini hedefliyoruz. Bu çerçevede çok yoğun çaba
gösteriyoruz ve göstermeye devam edeceğiz.
İkinci önemli
ilkemiz Orta Doğu’ya yaklaşırken, üst düzey siyasi diyalogların sürdürülmesi ve
bütün taraflarla her düzeyde kriz çözücü yöntemleri uygulamak üzere yoğun
ilişki içine girilmesi. Bu çerçevede, Türkiye şu anda bölgemizdeki bütün
ülkelerle en yakın teması olan, düzen kurucu bir ülke konumundadır ve hangi
ülkeyi alırsanız alın, bu ülkeler içindeki hangi toplulukları alırsanız alın,
Türkiye bütün bu topluluklarla ve ülkelerle yakın iş birliği içindedir.
Lübnan bağlamında
bakıldığında, Lübnan’da ihtilaf eden bütün gruplar Türkiye'nin dostluğu
konusunda müttefiktirler. Türkiye'nin oradaki mevcudiyetinden rahatsızlık duyan
herhangi bir topluluk, siyasi, mezhebî, dinî veya etnik bir grup yoktur. Bu,
Lübnan’da böyle olduğu gibi, Irak’ta da böyledir, bölgemizdeki diğer ihtilaf
bölgelerinde de, Filistin’de de bu şekildedir. Türkiye bütün bu problemlerin
çözüm yollarının siyasi diyalog olduğu inancıyla bölgemizdeki bütün aktörlerle
ilişkilerini derinleştirmeye devam edecektir.
Yine bu
çerçevede, üçüncü olarak, ekonomik karşılıklı bağımlılığı ve bölgedeki değişik
ihtilaf konularının birbirleriyle olan ilişkilerini gözeten bir politika takip
ediyoruz. Bu çerçevede, bölgemizin bir refah alanı hâline dönüşmesi, dış
politikamızın temel hedefleri arasındadır. Nihayet birçok etnik, mezhebî, dinî
farklılıkların bir arada yaşadığı Orta Doğu bölgesinde bu farklılıkların uyum
içinde, birlikte, bir barış düzeni hâline dönüşmesi konusunda da Türkiye ciddi
bir çaba içindedir.
Bu çerçeve içinde
baktığımızda, Lübnan’a yaklaşımımız aslında bir laboratuvar niteliği
taşımaktadır. Türkiye'nin küresel ve bölgesel barışı sağlama misyonu ve bu
misyonu yerine getirmek için kullandığı araçlar, aslında doğrudan Lübnan
krizine yaklaşımında da tesirli olmuştur. Türkiye'nin Lübnan politikası
anlaşıldığında, aslında Orta Doğu’da yapmak istedikleri, dünyada küresel barışı
sağlarken yapmak istedikleri de daha doğru anlaşılabilir.
Türkiye, bu
çerçevede, Lübnan’da ilk savaş patlak verdiği zaman, 2006’dan itibaren, bu
savaşı takip edip sadece savaşı kritik eden veya tarafların takındığı tutumları
kınayan ya da teenni tavsiyesinde bulunan bir politika benimsememiştir. Aksine,
kriz esnasında yoğun bir diplomatik çaba göstermiş, 1701 sayılı Karar çıktıktan
sonra da bu karar çerçevesinde kapsamlı bir eylem planını harekete geçirmiştir.
Aslında 1701
sayılı Karar’ın hemen sonrasında Türkiye Büyük Millet Meclisine Hükûmetimizin
sunduğu tezkereyle birlikte kapsamlı bir askerî katkı çerçevesi ortaya
çıkmıştır. Bu askerî katkımız: Birleşmiş Milletler Gücünün deniz gücüne 2
hücumbot sağlanması, Sur şehri yakınlarında, Şatiye’de 261 kişilik bir istihkâm
birliğinin kurulması -ki bendeniz defaatle bu istihkâm birliğimizi ziyaret
ettim ve orada sadece askerî bir birlik olarak değil, sivil faaliyet de
gösteren bir birim olarak ne kadar etkin bir vazife yürüttüğünü bizzat müşahede
etme imkânı buldum- UNIFIL karargâhında 3, Birleşmiş Milletler karargâhında 1,
karargâh gemisinde 1 personel bulundurmak, Mersin Limanı’nı UNIFIL
operasyonlarında katkıda bulunacak ülkelerin istifadesine açmak şeklinde bir
askerî katkı çerçevesi oluşmuştur.
Buna paralel
olarak yine dış politikamızın bütün bu unsurlarını -yani askerî unsurlarla
sivil unsurlar- birlikte kullanarak gittiğimiz yerde, sadece oranın istikrarını
değil, refahını da gözeten kapsamlı bir strateji geliştirme ilkesine bağlı
olarak kapsamlı bir sivil eylem planı ortaya konmuş, bu dönem içinde 41 okul
inşa edilmiştir Türkiye tarafından, 5 çocuk parkı inşa edilmiş, 16 okulun
inşası sürmekte -ve eylül ayına kadar bu inşaatlar tamamlanacaktır- 2 sağlık
ocağı inşaatı sürmekte ve nihayet, geçtiğimiz ay içinde Sayda şehrinde travma
ve rehabilitasyon hastanesinin temel atma töreni yapılmış, 20 milyon dolara mal
olacak bu hastaneyle savaştan etkilenen kişilerin doğrudan bakımı konusunda
Türkiye özel bir sorumluluk
üstlenmiştir. Lübnan’a bu çerçevede yaptığımız yardımların toplamı 50 milyon
doları bulmaktadır.
Sadece askerî ve
sivil bağlamda değil, diplomatik bağlamda da Lübnan’la ilişkimizi hiçbir zaman
kesmedik. Son üç yıl içinde, 1701 sayılı Karar’dan sonra Lübnan’a çok yoğun bir
şekilde ilgi gösterdik. Üst düzey ziyaretlerimiz devam etti ve Lübnan’daki
gelişmeleri neredeyse gün gün değil, saat saat takip eden bir diplomatik
aktivite gösterdik. Lübnan savaşı sonrasında ülke içinde çıkan krize paralel
olarak Şii bakanların hükûmetten istifa etmesi sonrasında yaşanan parçalanma ve
siyasi gerilim ve cumhurbaşkanlığı krizi esnasında Türkiye her aşamasında
devrede bulunmuş, Sayın Başbakanımızın çok yoğun telefon diplomasisiyle
taraflar arasındaki görüş ayrılıkları giderilmeye çalışılmıştır. Bu çerçevede
2006 Aralığından 2008 Mayısına kadar son derece aktif bir diplomasi takip edilmiş,
2008 Mayıs ayında, 5 ve 8 Mayıs tarihleri arasında ortaya çıkan çatışmalarda da
Türkiye çatışmaların engellenebilmesi için bizzat alanda yoğun bir gayret
içinde olmuştur. Bu çerçevede, çatışmaların yoğunlaşması sonrasında Katar ile
birlikte Doha Anlaşması’na giden süreçte katkıda bulunduk ve 20 Mayıs 2008’de
Doha Anlaşması’nın sağlanmasında Türkiye doğrudan müdahil olmuştur.
Bu sebepledir ki
28 Mayıs 2008’de yeni Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman’ın yemin töreninde -ki Mişel
Süleyman’ın seçimi için yapılan diplomatik temaslarda ve ara bulucuk
görüşmelerinde de Türkiye aktif olarak rol almıştır, bu sebeple- Sayın
Başbakanımız Lübnan Meclisinde yapılan törene davet edilmiş ve orada en üst
düzeyde temsili ile bu sürece yaptığı katkı dolayısıyla Lübnan Meclisince
takdir edilmiştir.
Şu anda
bulunduğumuz noktaya geldiğimizde, Lübnan’da Doha Anlaşması’yla sağlanan ulusal
diyalog uzlaşma çerçevesi 7 Haziran 2009’da yapılan seçimlerle yeni bir aşamaya
gelmiş bulunmaktadır. 7 Haziran 2009 seçimleri Lübnan’da demokratik bir hoşgörü
ve anlayış içinde yapılmış, bu seçimlerin gerçeklemesi için ülkemiz de orada
gözlemci bulundurmuş, daha sonra da taraflarla seçim sonrasında oluşacak
hükûmetin mümkün olduğu kadar bütün tarafları kuşatan kapsayıcı bir nitelikte
olması için temaslarını sürdürmüştür ve
bu temaslarımız devam etmektedir.
Bu arada Lübnan
ile Suriye arasında geçen sene yürütülen görüşmelerde Lübnan-Suriye
ilişkilerinin düzeltilmesi konusunda Türkiye doğrudan devreye girmiş ve her iki
taraf nezdindeki çabaları sonucunda Lübnan ile Suriye’nin karşılıklı olarak
diplomatik ilişkilerini yeniden kurmasını temin eden bir sürece aktif olarak
katılmıştır.
Sayın Başkan,
saygıdeğer milletvekilleri; Orta Doğu bölgesi, tek bir olayın, tek bir ülkenin
bu bütün bölgenin dengelerinden ayrıştırılarak incelenmesi sonucunda
geliştirilecek politikalarla yürütülecek bir bölge değildir. Son derece
dinamik, bütün uluslararası ilişkilerin aktif olarak aktörlerinin içinde
bulunduğu ve her bir gelişmenin diğerini etkilediği dinamik bir çerçeve içinde
olaylar seyretmektedir. Lübnan’daki bir olay Irak’ı, Irak’taki bir olay İran’ı,
İran’daki bir gelişme Orta Doğu barış sürecini doğrudan etkileyebilmektedir.
Bunun için Türkiye olarak Hükûmetimiz, son derece kapsamlı ve bütün bölgeyi
kuşatan bir politika takip etmektedir ve etmeye devam edecektir. Sizin
onaylarınızla Türk Silahlı Kuvvetlerinin UNIFIL’e yapmış olduğu katkının devam
etmesi, bu bağlamda sadece tek bir olayın ve tek bir olaya bağlı olarak bir
iznin verilmesi değil, çok kapsamlı bir bölgesel stratejinin uygulanmasına
katkıda bulunmak anlamına gelecektir. Bundan sonra da Türkiye, bölgedeki her
süreci yakından takip etmeye devam edecek ve gelişmeleri bir bütün olarak
değerlendirmek suretiyle küresel ve bölgesel barışa katkıda bulunmayı sürdürecektir.
Lübnan’daki barış, aslında Türkiye’nin tarihî sorumluluklarının, tarihî etki
alanının doğal sonucu olan bir sorumluluk alanıdır. Lübnan bu anlamda bize uzak
olan, bizim sınırlarımızın uzağında bulunan bir ülke değil, aksine Lübnan’daki
her gelişme bizi doğrudan etkileyebilecek özellikler taşımakta ve Lübnan’da
üstlendiğimiz misyonun yerine getirilmesi durumunda da bölgedeki etkinliğimizin
azami düzeye çıkarılmasını sağlamak mümkün olacaktır.
Son olarak,
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi olan Türkiye, bölgede birinci
derecede sorumluluk hissetmekte ve bölgeye dönük çabalarına, bundan sonra da
barış doğrultusundaki çabalarına devam edecektir.
Değerli
milletvekilleri, yukarıda belirttiğim hususlar muvacehesinde UNIFIL’e
sağladığımız katkının süresinin bir yıl uzatılmasının bölgemizde barış ve
istikrarın korunması ve ülkemizin bölgedeki etkinliğinin ve konumunun
pekiştirilmesi bakımından büyük önem taşıdığını değerlendiriyoruz. Bu çerçevede
keyfiyeti yüce Meclisin onayına sunuyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Bakanım.
Şahsı adına
Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın.
Sayın Aydın,
buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AHMET AYDIN
(Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli üyeler; görüşülmekte olan tezkereyle ilgili
söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye, Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü olan UNIFIL’e
silahlı kuvvetler unsurlarıyla ciddi manada katkı sağlamaktadır. Türkiye, kara
harekâtına ve deniz görev gücüne yaptığı bu katkılarla barışı koruma amacının
etkin biçimde icrasına önemli bir görev üstlenmiş durumdadır.
Değerli
milletvekilleri, artık küresel bir aktör olan Türkiye, dünyada gündem
belirleyen bir ülke konumuna gelmiştir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi
üyeliğimize paralel olarak Birleşmiş Milletler sistemi içinde yine bölgesel ve
küresel ölçekte daha aktif bir rol alarak sahip olduğu saygın konumun
pekişmesini sağlamış ve dünyadaki gücümüzün artmasına da vesile olmuştur.
Yine, değerli
arkadaşlar, görüşülmekte olan söz konusu tezkereyle ilgili olarak şu anda
hâlihazırdaki, Lübnan’daki mevcut siyasi ve güvenlik ortamı da ülkedeki askerî
katkımızın sürdürülmesi bakımından uygun bir durumdadır. Bu nedenlerle, söz
konusu tezkerenin kabulüyle 5 Eylül 2009 tarihinden itibaren bir yıl süreyle
uzatılması gerekmektedir.
Görüşülmekte olan
tezkereyle ilgili değerli konuşmacılar çok değerli görüşler ifade ettiler diye
düşünüyorum. Tüm bu duygu ve düşüncelerle yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Teşekkür
ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
Aydın, teşekkür ediyorum.
Sayın Sakık, bir
söz talebiniz mi var?
SIRRI SAKIK (Muş)
– Evet.
BAŞKAN – Buyurun
efendim.
SIRRI SAKIK (Muş)
– Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Ben Sayın
Bakanımı kutluyorum, yeni görevinde başarılar diliyorum.
Geçen gün
Yunanistan cezaevlerinden bir telefon aldım. Uzun süredir Yunanistan’a gidip ve
orada tutuklanıp gözaltına alınan, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan bir sürü
insanın büyük cezalarla karşı karşıya olduklarını, hatta bir buçuk yıl, iki
yıldır mahkemelere gidip geldiğini ve bazı vatandaşların on beş-yirmi yıl
arasında ceza aldıklarını bize söylediler. Sayın Bakanımız bununla ilgilenirse
çok sevinirim.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Sakık.
Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, Başbakanlık tezkeresi üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Şimdi, tezkereyi
tekrar okutup oylarınıza sunacağım:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi'nin 11 Ağustos 2006 tarihinde kabul ettiği 1701
(2006) sayılı Karar ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 5/9/2006 tarihli ve 880
sayılı Kararı ile bir yıl için verdiği izin çerçevesinde, Türkiye, Birleşmiş
Milletler Geçici Görev Gücü (UNIFIL)'ne Silahlı Kuvvetleri unsurlarıyla katkı
sağlamıştır. Söz konusu iznin süresi son olarak Türkiye Büyük Millet
Meclisi'nin 8/7/2008 tarihli ve 925 sayılı Kararıyla 5 Eylül 2008 tarihinden
itibaren bir yıl uzatılmıştır.
Türkiye UNIFIL
kara harekâtına ve Deniz Görev Gücü'ne yaptığı katkılarla barışı koruma
harekâtının etkin biçimde icrasında önemli bir işlev üstlenmiş, böylece gerek
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeliğimize paralel olarak Birleşmiş
Milletler sistemi içinde, gerek bölgesel ve küresel ölçekte görünürlüğünün
artmasını ve sahip olduğu saygın konumun pekişmesini sağlamıştır. Türkiye'nin
UNIFIL'e katılımı, bölgede barış ve istikrarın korunmasına yönelik
politikasının sürdürülmesine önemli katkıda bulunmuştur.
UNIFlL'in görev
süresi 31 Ağustos 2009 tarihinde sona erecek olup, görev süresinin 31 Ağustos
2009 tarihinden sonraki dönem için yenilenmesi yönünde Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi tarafından bir kararın kabul edilmesi beklenmektedir.
Lübnan'daki
siyasi ve güvenlik ortamının ülkedeki askeri unsurlarımızın görevlerini
sürdürmeleri bakımından uygun olduğu düşünülmektedir.
Bu hususlar
ışığında ve Lübnan makamlarının doğrudan talepleri ve bölgedeki güvenlik
koşulları da dikkate alınarak, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin UNIFIL'in
görev süresinin uzatılması yönünde karar alması durumunda; hudut, şümul ve
miktarı Hükûmetçe belirlenecek Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, 1701
sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ve 880 sayılı TBMM Kararı
ile tespit edilen ilkeler kapsamında 5 Eylül 2009 tarihinden itibaren bir yıl
daha UNIFIL Harekâtına iştirak etmesi ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin
Hükümet tarafından yapılması için Anayasa’nın 92 nci maddesi uyarınca izin
verilmesini arz ederim.
Recep
Tayyip Erdoğan
Başbakan
BAŞKAN –
Tezkereyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Tezkere
kabul edilmiştir.
Danışma Kurulunun
bir önerisi vardır, okutup oylarınıza sunacağım:
VI.-
ÖNERİLER
A) Danışma Kurulu Önerileri
1.-
Gündemdeki sıralama ile Genel Kurulun çalışma saatlerinin yeniden
düzenlenmesine; 410 ve 412 sıra sayılı kanun tasarılarının İç Tüzük’ün 91’inci
maddesine göre temel kanun olarak ve bölümler halinde görüşülmesine ilişkin
Danışma Kurulu önerisi
Danışma Kurulu Önerisi
Tarihi:23.06.2009
Danışma Kurulunun
23 Haziran 2009 Salı günü (bugün) yaptığı toplantıda, aşağıdaki önerilerin
Genel Kurulun onayına sunulması uygun görülmüştür.
Eyyüp
Cenap Gülpınar
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Vekili
Bekir
Bozdağ Hakkı
Suha Okay
Adalet ve Kalkınma
Partisi Cumhuriyet
Halk Partisi
Grubu
Başkanvekili Grubu
Başkanvekili
Mehmet
Şandır Selahattin
Demirtaş
Milliyetçi Hareket
Partisi Demokratik Toplum Partisi
Grubu
Başkanvekili Grubu
Başkanvekili
Öneriler:
Gündemin kanun
tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işler kısmında bulunan 409,
384, 394 ve 397 sıra sayılı kanun tasarılarının bu kısmın 2, 3, 4 ve 5 inci
sıralarına, Gelen Kağıtlar listesinde yayınlanan ve bastırılarak dağıtılan 411,
412 ve 410 Sıra Sayılı kanun tasarılarının ise 48 saat geçmeden bu kısmın 6, 7
ve 8 inci sırasına alınması ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül
ettirilmesi
Genel Kurulun, 23
Haziran 2009 Salı günkü (bugün) birleşiminde 394 Sıra Sayılı Kanun Tasarısının
görüşmelerinin tamamlanmasına kadar; 24 Haziran 2009 Çarşamba günkü
birleşiminde 412 Sıra Sayılı Kanun Tasarısının görüşmelerinin tamamlanmasına
kadar; 25 Haziran 2009 Perşembe günkü birleşiminde ise 410 Sıra Sayılı Kanun
Tasarısının görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışmalarını sürdürmesi;
410 ve 412 sıra
sayılı Kanun Tasarılarının İç Tüzüğün 91. maddesine göre Temel Kanun olarak
görüşülmesi ve bölümlerinin ekteki cetveldeki şekliyle olması;
Önerilmiştir.
412 Sıra Sayılı Avrupa Birliği Genel
Sekreterliği Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Tasarısı (1/716)
Bölümler Bölüm
Maddeleri Bölümdeki Madde
Sayısı
1.Bölüm 1-11 11
2.Bölüm 12-20
(Geçici
1, 2 ve 3. maddeler dâhil) 12
Toplam
Madde Sayısı 23
410 Sıra Sayılı Bütçe Kanunlarında Yer
Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve
KHK.lere Eklenmesi ile Bazı Kanun ve
KHK. lerde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Tasarısı (1/691)
BÖLÜMLER BÖLÜM
MADDELERİ BÖLÜMDEKİ
MADDE SAYISI
1. BÖLÜM 1
- 25 25
2. BÖLÜM 26
- 47
(Çerçeve
26. madde; Geçici Madde 8, 9 ve 10
Çerçeve
33. madde; Geçici Madde 20 ve 21 26
Çerçeve
47. madde; Geçici Madde 3 ve 4
olarak
dikkate alınmıştır)
3. BÖLÜM 48
- 50
(Çerçeve
48. madde; 19 madde olarak) 22
(Geçici
Madde 1 dahil)
Toplam
Madde Sayısı 73
BAŞKAN – Danışma
Kurulu önerisi aleyhinde Tayfun İçli, Eskişehir Milletvekili.
Sayın İçli,
buyurun efendim.
H. TAYFUN İÇLİ
(Eskişehir) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi şahsım adına saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, yine bir
Salı günü ve 3 Haziran 2009 tarihinde kabul edilen AKP grup önerisinin bu
haftada değiştirildiğini görüyoruz, bu kez Danışma Kurulu önerisiyle.
Değerli
arkadaşlarım, sizin de dikkatinizi çekmiştir, kâtip üye arkadaşımız, Danışma
Kurulu önerisini okurken özellikle 412 sıra sayılı Avrupa Birliği Genel
Sekreterliğiyle ilgili kanun tasarısının bir temel kanun olarak görüşüleceğini,
birinci bölümünün 1 ila 11 şeklinde olduğunu, ikinci bölümünün 12 ila 20’nci
maddeler olduğunu ifade etti.
Şimdi, Sayın
Başkan, siz de görüyorsunuz, burada ciddi bir maddi hata yapılmış. Bir kere
ikinci bölümde okunacak olan 12’nci ve 20’nci maddelerin toplamı 8’dir, yani
toplam 23 maddeden oluşmamaktadır, toplam 19 maddeden oluşmaktadır ama basılıp
dağıtılan kanun tasarısında ise 20 madde olarak gözükmektedir.
Şimdi, lütfen bu
konulara gereken hassasiyeti gösterelim. Çünkü tutanaklara o şekilde geçti, o
şekilde okundu. Yani en basit bir toplama, çıkarma konusunu bile aceleye
getirerek, Türkiye Büyük Millet Meclisinin geleneklerine, saygınlığına aykırı
birtakım davranışlar içine girilmesini kabul etmek mümkün değil. Bunları lütfen
dikkate alınız.
Şimdi, yine bu
Danışma Kurulu önerisinde, Anayasa’nın 98’inci maddesi gereğince her hafta
yapılması gereken Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetleme ve bilgi edinme
hakkının ihlal edildiğini görüyoruz. Birazdan hangi konunun gündeme alınmasının
gerekli olduğu konusundaki görüşlerimi açıklarken bu konuya tekrar değineceğim
ama özellikle değerli arkadaşlarım, önümüze getirilen bu kanun tasarıları hakkında
teknik anlamdaki itirazlarımı belirtmek isterim.
Şimdi, bu Danışma
Kurulu önerisiyle 410 sıra sayılı Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin
İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı’nın temel
kanun olarak görüşülmesi istenmektedir ve sizlerin oylarınıza sunulmaktadır.
Değerli
arkadaşlarım, defalarca ifade ettim, İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel
kanunların ne şekilde olacağı çok açık hüküm altına alınmıştır. Bir hukuk
dalını sistematik olarak bütünüyle veya kapsamlı olarak değiştirecek biçimde
bir kanun geldiği zaman -yani bir Borçlar Kanunu, bir Ticaret Kanunu- kapsamlı,
çok çok maddeleri olan ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışmasını
kilitleyecek derecede olan kanun tasarılarının ve İç Tüzük’te belirtilen kanun
tasarılarının temel kanun olarak görüşüleceği belirtilmektedir.
Şimdi, bu kanuna
bakıyorsunuz, 50 madde. 50 maddelik kanunun sadece 10 maddesi 2009 Bütçe
Kanunu’yla ilgili. Diğerleri ne, biliyor musunuz arkadaşlar? Bilmiyorsunuz,
çünkü sizlere dağıtılmadı, çünkü, elinizdeki gündemde en son 409 sıra sayılı
Kanun Tasarısı yazılı, 410, 411, 412 yok. Şimdi, siz bunları okumadınız, siz
bunu incelemediniz. Hangi kanunları değiştiriyor, biliyor musunuz arkadaşlar?
Bütçe kanunu filan değil. İçine aldığı çerçeve maddelerle, bakın, Dâhiliye
Memurları Kanunu’ndaki değişiklik yani kaymakamların sınavıyla ilgili Danıştay
kararını baypas eden bir kanunu bu kanunun içine koymuşlar çerçeve maddeyle, bu
görüşülüyor. Başka? Başka, söyleyeyim: İller Bankası Kanunu’yla ilgili bir
kanun tasarısı. Başka? Belediye Gelirleri Kanunu. Başka? Posta Kanunu. Başka?
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu.
Arkadaşlar,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin şimdiye kadar uyguladığı teamüllerin dışına
çıkarak böyle 50 maddenin 40 maddesi başka kanunları değiştiren çerçeve
maddeleri nasıl temel kanun olarak burada görüşürüz? Yazık, gerçekten yazık!
Peki, bunu geçtim. Bu başka bir kanun. Elimizde başka bir kanun tasarısı var,
412 sıra sayılı. Yine bu gündemde yazılı değil, bundan da bilginiz yok. Daha
matbaadan yeni getirttim kavas arkadaştan rica etmek suretiyle. Bu kanun,
Avrupa Birliği Genel Sekreterliği Teşkilatı Hakkında Kanun. Biraz evvel maddi
hata yapıldı, düzelttirdim ya. Arkadaşlar, elimizde bu toplam 20 madde.
Yürürlük ve yürütme maddesini çıkarın, 18 madde. İki bölüme bölmüşler. Birinci
bölümde 1 ila 11’inci maddeler bölüm hâlinde görüşülecek, madde madde
görüşülmeyecek, ikinci bölümde de 8 madde. Bu 8 maddenin de 2 maddesi yürürlük
ve yürütme maddesi, yani 6 madde.
Değerli
arkadaşlar, bizden, milletvekillerinden ne kaçırılıyor? Niye maddeleri teker
teker görüşmüyoruz diğer kanunlardaki gibi? Avrupa Birliği Genel Sekreterliği
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı’nı İç Tüzük’ün 91’inci maddesinde
yazılan kanun tasarısının yerine nasıl yorumluyorsunuz? O zaman güvercinleri
koruma kanun tasarısı da temel kanun. Yani herhangi bir kanun tasarısını
buradan alelacele geçirmek için ve çerçeve kanunlar içine başka kanunları
değiştiren maddeleri de katmak suretiyle temel kanun olarak görüşün, geçin.
E peki, burada,
komisyonlarda uzman arkadaşlarımız var. Halk sizi uzmanlık alanınızda halk
yararına maddeler geçirsin diye, kanun yapsın diye buraya gönderdi, beni de
onun için gönderdi ama arkadaşlar “Kabul edenler… Etmeyenler…” elli madde, otuz
madde birlikte bir madde olarak görüşülüyor. Yazıktır, yani bu alışkanlıklardan
süratle vazgeçelim. Halk nezdinde küçük düşüyoruz, kendimize olan saygımızı
yitiriyoruz. Yapmayın lütfen.
Değerli
arkadaşlarım, konunun ikinci bölümüne gelelim.
Şimdi,
Anayasa’nın 98’inci maddesi gereğince ve İç Tüzük’ün 96’ncı maddesi gereğince
bu Türkiye Büyük Millet Meclisinin asli görevleri arasında olan, kanun yapmanın
dışında olan denetleme ve bilgi edinme görevi vardır. Bir aydır Türkiye Büyük
Millet Meclisi denetleme ve bilgi edinme görevini yerine getirmemektedir. Bu
tür grup önerileri, Danışma Kurulu önerileriyle görevimiz yerine gelmemektedir.
Şimdi, bakın,
herkes karnından konuşuyor. Ortada bir belge var, değil mi? Sahte mi, değil mi?
Ama bu belge üzerinde konferanslarda, Abant’ta, konferanslarda devletin
valileri karnından konuşuyor, devletin Başbakan Yardımcısı karnından konuşuyor.
Neymiş? Darbeler… 80’e gidiyoruz, cumhuriyet kurulmadan önceki İttihat ve
Terakki’ye kadar gidiyoruz.
Kardeşim,
karnınızdan konuşmayın. Anayasa’mız da 98’inci maddede bize yetki vermiş. Ne
yetkisi vermiş? Ne yetkisi vermiş? Sözlü soru sorabilirsiniz. Başka? Başka ne?
AHMET YENİ
(Samsun) – Biraz saygılı konuşun,
saygılı.
H. TAYFUN İÇLİ
(Devamla) – Saygılı konuşuyorum saygılı. Karnınızdan konuşmayacaksınız.
AHMET YENİ
(Samsun) – Ne demek karnından konuşmak!
H. TAYFUN İÇLİ
(Devamla) - Grup toplantılarında konuşuyorsunuz, televizyonlara çıkıp
konuşuyorsunuz, il kongrelerinde konuşuyorsunuz ama bunun arkasındaki ne olması
gerektiği konusunu Türkiye Büyük Millet Meclisinde konuşmuyorsunuz. Türkiye
Büyük Millet Meclisinde konuşmak gerekir. “Genel görüşme” diyor, İç
Tüzük’ümüzde ve Anayasa’mızda hükümler var. Türkiye Büyük Millet Meclisinde
halkın seçtiği temsilciler bu tür tuzakları, bu tür kepazelikleri konuşmayacak
da kim konuşacak? İşte, saygılı, onun için saygılı konuşuyorum.
Şimdi Sayın Bakan
buradaydı. Her şey İstanbul’da özel yetkili savcıya ve mahkemeye havale
edilmeye çalışılıyor. Türkiye'nin bütün karanlık noktaları… Kardeşim,
Türkiye'de seksen bir vilayet var, Ankara başkent. Askerî yargıya
güvenmeyeceğiz, İstanbul’a güveneceğiz. İstanbul’daki 12’nci Ağır Ceza
Mahkemesi Yargıcı “kurumsal baskı”dan söz ediyor. E demek ki oradaki bütün
yargıçlara ve savcılara kurumsal baskı yapılıyor. Kim yapıyor bunu?
Bir belge
sızdırılıyor soruşturmacılarda olması gereken. Peki, Adalet Bakanı oradaki
savcılar hakkında soruşturma açıyor mu, açmıyor mu? Peki, İçişleri Bakanı
emniyet görevlileri hakkında soruşturma açıyor mu, açmıyor mu? Peki,
Genelkurmayla Hükûmeti, devletin kurumlarını karşı karşıya getiren bu belgenin
ne olduğunu Türkiye Büyük Millet Meclisi bilmeyecek de kim bilecek? Karnınızdan
konuşmayın. İşte burada Türkiye Büyük Millet Meclisinde konuşulacak bunlar.
Genel görüşme…
KAYHAN
TÜRKMENOĞLU (Van) – Danışma Kuruluyla bunun ne alakası var?
H. TAYFUN İÇLİ
(Devamla) – İşte Anayasa’nın bize emrettiği denetleme hakkını kullanabilsek,
Hükûmet bu işlerden kaçmasa… Ben tek başıma genel görüşmeyi veremiyorum, en az
20 milletvekilinin imzası gerekli. Verin AKP olarak, verin. Eğer darbe korkunuz
varsa darbelere hepimiz karşıyız, eğer demokrasi kesintiye uğrayacaksa evet,
karşısındayız.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın
İçli, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
H. TAYFUN İÇLİ
(Devamla) – E araştıralım. Kaçmakla, toplum üzerinde korku yaratmakla, evham
yaratmakla, oradan başka nemalanmak, siyasi çıkar sağlamakla kendinize de yarar
sağlayamazsınız, ülkeye de büyük zarar getirirsiniz. Bakın, bu belge yüzünden
bu ülkenin güzide ordusu sıkıntı içindedir. Emniyet mensupları -çok değerli-
aynı Güneydoğu’da Mehmetçik gibi canını feda eden emniyet mensupları teşkilatı
zan altındadır, bu tür belge ve daha önce “Ergenekon” adı verilen
soruşturmalarla sızdırılan belgeler nedeniyle Türk yargı sistemi zan
altındadır. 12’nci Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı -davadan çekilen-, hakkında
soruşturma açan Adalet Bakanı niye diğerleri hakkında soruşturma açmamaktadır?
Bu belgeler neden sızdırıldı? Bu ülkenin ordusuna, bu ülkenin emniyet
teşkilatına, bu ülkenin yargısına niye zarar veriliyor diye niye soruşturma
açmamaktadır? Değerli arkadaşlarım, bunları konuşmamız lazım, gündeme bunları
getirmemiz lazım.
Teşekkür ediyorum,
hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın İçli.
Danışma Kurulu
önerisinin aleyhinde Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç.
Sayın Genç,
buyurun.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir Danışma Kurulu önerisi
üzerinde, aleyhte söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, aşağı yukarı bir ay sonra, 23'üncü Dönem milletvekillerinin
seçilmesi iki seneyi dolduruyor. Bu iki sene zarfında Türkiye Büyük Millet
Meclisinin sarf ettiği mesailerin büyük bir kesimi fuzuli mesai, israf edilen
bir zaman. Şimdi, bu israf etmenin en başta nedeni de AKP Grubunun yetersiz
bir, basiretsizlik içinde olmasıdır, yeterli bir basireti göstermemesidir.
Şimdi, bakın, o
Mayın Kanunu buraya geldi, durup dururken AKP bir grup önerisi getirdi, tam üç
gün bu Meclisi dört beş saat fuzuli meşgul etti.
Şimdi, biraz önce
Başbakanlık tezkeresini müzakere ettik. Daha Güvenlik Konseyinin Lübnan’daki
askeri birliklerin süresini uzatıp uzatmayacağı belli değil, iki saat bununla
uğraştık. Yahu, dur bakalım, evvela Güvenlik Konseyi bunun süresini uzatsın,
ondan sonra biz gelelim, buna karar verelim. Bu acelelik niye? Şimdi, bu, bir
milletin itibarını da zedeler. Yani sen -evvela kardeşim- daha Güvenlik Konseyi
böyle bir karar vermemiş, burada getiriyorsun, karar alıyorsun.
Şimdi, öyle bir
hükûmet var ki başta, her yönüyle, idaresiyle güvensiz. Şimdi, üç gün önce veya
iki gün önce otoyolda bir kaza oldu. 11 tane, bugün dediler 10 tane genç
kızımız, üniversitede okuyan gençlerimiz o kazada hayatını kaybetti.
Kendilerine Allah’tan rahmet diliyorum. Hemen malum basın ne dedi: “Efendim,
Abant’tan piknikten dönüyorlardı.” Yokmuş böyle bir şey. Abant’tan piknikten
dönmüyorlardı. Burada bir izlenim yaratmaya çalışıyorlar. O saatte bir defa
piknikten dönülmüyor yani ikide, üçte. Bize intikal eden olaylara göre, doğru
mu bilmiyoruz tabii... Hükûmet yok ortada. Doğru bilgi verilmiyor. O kızlar bir
cemaat toplantısından geliyorlarmış. Nitekim araba devrildikten sonra bir sürü
dinî yayınlar dökülmüş, bu arada Kur'an-ı Kerim yayılmış.
Şimdi,
arkadaşlar, bazı gerçekleri insanlardan saklamayalım. Nedir? Yani şu izlenim
yaratılıyor: “Efendim, işte siz pikniklere gider gelirseniz, bakın kazada
ölürsünüz.” Yani her şeyi doğru söylersek daha iyi olur. Ama tabii bu
memlekette her şey saklanıyor, her şey gizleniyor. Dolayısıyla tabii Hükûmet de
başta yok.
Şimdi, bir havaya
girmiş AKP. Şimdi, arkadaşlar, buraya, bugün mesai için getirdiğiniz, bugünkü
mesaiye getirdiğiniz kanunlar bir haftada çıkması, hatta bir ayda çıkması
gereken kanunlar. Kaç kanun çıkarıyorsunuz? Dört beş tane kanun bugün
çıkaracaksınız. Ne acelesiniz var? Hani Genel Başkanınız Tayyip Bey diyor ki:
“Halkın menfaati gerekirse üç yüz altmış gün, altı saat çalışacağız.” E, halkın
karşısına çıkıp da bunu söylüyorsunuz, ondan sonra da hemen “30’unda tatil
edelim.” diyorsunuz. Niye bu? Çünkü bu Meclis açık olduğu zaman siz bundan
rahatsızlık duyuyorsunuz. Bu kürsüde bazı gerçekler söylenince, tabii ki siz
rahatsızlık duyuyorsunuz. E, bu kürsüde de bazı gerçeklerin söylenmesi lazım.
Basını susturmuşsunuz. Yargıyı tehdit etmişsiniz.
Şimdi, bir
belgedir ortaya çıktı. Belge nerede? Savcının önünde. İşte burada AKP Grup
Başkan Vekili oturuyor. Savcıya gidiyor, suç duyurusunda bulunuyor. Yahu zaten
belge savcının elinde. Sen neyi bildiriyorsun? Ha, sen iktidar gücünü
kullanarak diyorsun ki: “Ey Savcı, sen bu Türk Silahlı Kuvvetlerini iyice suçlu
duruma sokmak zorundasın, yoksa ben senin hakkında tahkikat açarım.” Yani
iktidar gücünü kullanarak savcıya, yargıya talimat veriyorlar.
Bakın değerli
milletvekilleri, Bülent Arınç “Artık darbeler olmadı, olmaz.” diyor. Yani zaten
olması mümkün değil. Hangi aklı çalışmayan komutan çıkacak da AKP’nin bu
memlekette yarattığı bu ekonomik kriz, bu buhran ve kaos ortamında ihtilal
yapacak, mümkün değil. Şimdi, eğer bu ciddi bir devlet yönetimi olsa ve
hakikaten Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı saygı içinde olan bir hükûmet olsa
böyle bir belge ortaya çıktıysa Genelkurmay Başkanıyla konuşur; hakikaten böyle
bir şey var mıdır, yok mudur? Varsa suçlular hakkında soruşturma açarsınız,
gerekliyse de ceza verirsiniz. Hatta biliyorsunuz bir ara bir hükûmet başkanı
demişti ki: “Ben istersem orduyu yedek subaylarla yönetirim.” Hatta siz şöyle
de yapabilirsiniz: Tayyip Bey’in oğlu hani askerlikten muaf raporunu aldı ya,
tekrar askere gönderirsiniz, yedek subay yaparsınız, kuvvet komutasını onlardan
teşekkül ettirirsiniz. Yani yedek subaylarla memleketi yönetmeye çalışırsınız
yani madem güç sizde. Bakın, bir memleketin kurumları bu kadar tahrip edilmez.
Bu memleketin ciddi ve güçlü bir orduya ihtiyacı var, itibar sahibi bir orduya
ihtiyacı var. Burada birtakım belgeler ortaya atarak, bu memleketin temel
kurumları böyle düşürülemez, böyle bir hâle düşürülemez.
Değerli
milletvekilleri, şimdi, Tayyip Bey çıkıyor diyor ki: “Yaşar Büyükanıt’la
yaptığımız konuşma gizlidir, mezara kadar gider.” Ee, nedir bu konuştuğunuz?
“Sıkıysa çıksın konuşsun.” diyor. Buyur, böyle denir mi: “Çıksın konuşsun.” O
zaman niye tehdit ediyorsun? Evvela bu Mecliste gerekirse bir kapalı oturum
yapalım. Ne konuştular bunlar? Bunlar ne konuştularsa onları burada açıklamamız
lazım.
Şimdi, bugün
kanunları çıkaracaksınız. “Efendim, salı günü de aç kapa yapalım.” diyorsunuz,
Meclisi tatil ediyorsunuz. Niye bu Meclis tatil olsun ki? Meclis burada
çalışsın çünkü Türkiye’de ciddi sıkıntılar var.
Bakın, Türkiye’de
doğru dürüst denetim yapılmıyor. İşte Sosyal Güvenlik Kurumu borçlu firmaları
açıklamış. Sabah ve atv grubunun 1 trilyon lira borcu var. Size yakın olan bu
kurumların borçları niye tahsil edilmiyor?
Yine, Antep eski
başkanınıza tekrar aday olmaması için 120 milyon euro on yıllık ödemesiz ve
faizsiz kredi verildiği söylendi bize; doğru mu, yanlış mı?
Yahu, devletin kaynaklarını
yandaşlarınıza o kadar haksızca peşkeş çektiriyorsunuz ki böyle bir yönetim
görülmemiştir, böyle bir sorumsuzluk içinde hareket eden kişiler görülmemiştir.
İşte bugün bakıyorsunuz, Meclis Başkanı Rusya’da, Çankaya’daki Çin’de, ötekisi
bilmem nerede… Yahu, devlet zaten ekonomik yönden çökmüş bir devlet, işsizlik
almış yürümüş. Ben anlamıyorum. Yani her gün, insanlar, o kadar acınacak
telefonlar açıyor ki bize, adam diyor ki: “Geldim Ankara’dayım, ekmeğim yok.”
Ben geçen hafta
Tunceli’ye gittim -bu pazar günü- Tunceli Üniversitesinin birinci açılış yıl
dönümü var. Orada, şimdi öğrenci alacaklar
-20 defa söyledik burada- yurt yok. E ne olacak bu çocuklar, nerede
okuyacak? Orada yeteri kadar bina da yok. E ne var yani, şimdi, barakadan, hiç
olmazsa oraya alınacak öğrenci sayısı kadar yurt yapılsa ne kaybeder? Hüseyin
Çelik, geçen sene ilkbaharda, yani daha 2008’de bana dedi ki: “Tunceli’de 500
kişilik yurt yapacağız.” Devletin belirli bir makamını işgal eden insanlar,
eğer hakikaten sözünüzün eriyseniz arkadaş, yalan söylemeyin yahu! Aradan bir
buçuk sene geçti, hâlâ yurtla ilgili en ufak bir icraat yok. Böyle, bir devlet
tahrip edilemez ki… Bazı bürokratlar, bir yerlerde yandaş bürokratlarınızı
getirmişsiniz, o devletin kaynaklarını da onlar çarçur ediyor. Ondan sonra,
devlet, maalesef, doğru dürüst işlemiyor.
Onun için,
değerli milletvekilleri, bakın, devri Hükûmetinizde, zamanınızda, Türkiye'de
birçok kurum yok edildi, tahrip edildi; devletin ana ekseni, kuruluş felsefesi
yok edildi ve böylece bu devletin geleceğinin ne olacağından herkes kuşku
içinde. İşte gördünüz, geçen hafta İstanbul Havaalanı’nda hacca giden bir
kişiyi uğurlamak için gelenlerin o kıyafetlerini gördünüz. Yani o kıyafetler,
İstanbul Havaalanı’ndaki o kıyafetler ne Suudi Arabistan’da var ne İran’da
vardı. İşte, Türkiye'yi getirdiğiniz durum bu. Haa şimdi ”Biz zaten öyle bir
yönetim tasvip ediyoruz.” diyorsanız, çıkın arkadaş, açık söyleyin. Yani, bir
yandan demokrasiden, laiklikten bahsedip de bir yandan da devletin temel unsurlarını
bu yöne sevk etmeyin.
Kanunları buradan
müzakeresiz geçiriyorsunuz. Bakın, geçen gün ben burada müdahale etmesem bir
kanunun bir sayfası okunmadan geçiyordu. Yani, böyle bir Meclis olur mu? Burada
550 milletvekili var, kanunlar okunmadan da oylanıyor. Geçmişte de böyle bir
şey olmuş. Burada, komisyon metni okunacağına hükûmet metni okunmuş, aradan bir
süre geçtikten sonra tutmuşlar Resmî Gazete’de düzeltme yapmışlar. Bu, Meclis
için en ayıplanacak bir şey. Şimdi kanunlar burada okunmuyor, getirilmiyor.
Biraz önce arkadaşımız şey etti. Yani, 410 sıra sayılı kanunu getirmişsiniz,
yirmi tane kanunda değişiklik yapıyor. Bilmem, yükseköğretim kurumunda okuyan
öğrencilerin aldığı burslarla, ondan sonra, Harcırah Kanunu’yla, şunla bunla
getiriyorsunuz bunu temel kanun zannediyorsunuz. Arkadaşlar, bu, temel kanun
olur mu ya? Şimdi, şeyle ilgili…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun,
konuşmanızı tamamlayınız.
KAMER GENÇ
(Devamla) – …bursların geri ödemesiyle ilgili bir konuyla, Harcırah Kanunu’yla,
efendim, Başbakanın merkez teşkilatında çalışan memuruna verilen fazla
mesaiyle, bütçedeki borçlanma miktarını artıran kanun maddelerinde ne bir
bağlantı var ki siz bunları temel kanun şey ediyorsunuz?
O zaman bir şey
verin, yani nasıl olsa çoğunluğunuz var, “ya, Mecliste hiçbir şey müzakere
edilmeden geçirelim” derseniz, bence daha isabetli hareket edersiniz, dürüst
olan bu.
Onun için,
Meclisi çalıştırmaz duruma sokuyorsunuz, zamanını boşa alıyorsunuz, ne
Anayasa’yı nazara alıyorsunuz, ne İç Tüzük’ü nazara alıyorsunuz; böyle bir
Meclis zaten işlese de hiçbir şey ifade etmez. Kanunlar müzakeresiz geçiyor,
ülkede sıkıntı almış yürümüş; böyle bir hükûmetin, bu memleketin sonunu
felakete getireceği konusunda ciddi kuşkularım var, halk da zaten böyle, ama
size bir iki sene daha herhâlde tahammül edecek. Onun için aleyhindeyim.
Saygılar
sunuyorum efendim.
Karar yeter
sayısını istiyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ederim.
Evet, Danışma
Kurulu önerisini oylarınıza sunacağım, karar yeter sayısını arayacağım.
Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmiştir.
Birleşime on
dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 16.41
İKİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 17.53
BAŞKAN:
Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Fatma SALMAN KOTAN (Ağrı)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 108’inci Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
Alınan karar
gereğince sözlü soru önergeleri ve diğer denetim konularını görüşmüyor,
gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmına geçiyoruz.
1'inci sırada yer
alan, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
VII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.-
Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)
BAŞKAN -
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2'nci sıraya
alınan, Kat Mülkiyeti Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı
ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Adalet komisyonları raporlarının
görüşmelerine başlayacağız.
2.-
Kat Mülkiyeti Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve
Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Adalet Komisyonları Raporları
(1/717) (S. Sayısı: 409) (x)
BAŞKAN -
Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
Komisyon raporu
409 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü
üzerinde, Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Hamit Geylani, Hakkâri;
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Osman Ertuğrul, Aksaray; Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Ali Rıza Öztürk, Mersin milletvekilleri.
Şahısları adına,
Ahmet Aydın, Ahmet Gökhan Sarıçam, Azize Sibel Gönül, Suat Kılıç, Ramazan
Başak, Gülşen Orhan.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Aksaray Milletvekili Osman Ertuğrul.
Buyurun Sayın
Ertuğrul (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA
OSMAN ERTUĞRUL (Aksaray) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 409 sıra
sayılı Kat Mülkiyeti Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı’nı
görüşmek üzere Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım.
Hepinizi saygıyla selamlıyor, yüce Meclisimize çalışmalarında başarılar
diliyorum.
Kanun Tasarısı
ile ilgili konuşmama başlamadan önce, Kerkük’ün güneyinde Türkmenlerin yoğun
olarak yaşadığı bölgedeki Türkmen kardeşlerimize yapılan kalleşçe saldırı
sonucu 80’e yakın kardeşimizin öldüğü, 200’e yakın Türkmen kardeşimizin de
yaralandığı patlamayı esefle kınıyor, oradaki kardeşlerimizin acılarını
paylaşıyoruz.
Iraklı grupların
açıkça ve kararlı bir şekilde uyarılmaları artık kaçınılmaz bir mecburiyet
hâline gelmiştir. Irak’taki Türkmen varlığını yok etmeye, esir almaya kimsenin
gücü yetmeyecektir. Anadolu Türklüğü buna kesinlikle rıza göstermeyecektir.
Hükûmetimizi bu konularda daha duyarlı olmaya ve Irak Hükûmetine karşı daha da
dik durmaya davet ediyoruz.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; malumunuz üzere, şehirlerdeki iş imkânlarının kırsala
göre daha çok oluşu sebebiyle, şehir nüfusunun artması, şehirlerdeki arsa
fiyatlarının yüksek olması, güvenlik ve bunun gibi başkaca sebepler yüzünden
şehirlerdeki yapılaşma yataydan dikeye dönüşmüştür. Yaşadığımız yerler tek
parsel, tek yapıdan apartmanlara, apartmanlardan bloklara, bloklardan ise
sitelere dönüşmüştür.
Burada üzerinde
durmak istediğim bir başka konu, vatandaş veya müteahhitler konut yapacak
olduklarında o kadar karmaşık ve uzun bir mevzuat ile karşılaşıyorlar ki asıl
buna çare bulmamız gerekmektedir. Bunun içindir ki bu yasanın 3194 sayılı İmar
Kanunu ile birlikte ele alınması çok daha uygun olacaktır. Yoksa, ileride, 634
sayılı Kat Mülkiyeti Yasası tekrar önümüze gelecektir.
Sayın Bayındırlık
Bakanımızdan isteğimiz, bürokratlarının İmar ve Kat Mülkiyeti Kanunu üzerinde
tekrar ciddi bir çalışma yaparak gözden geçirilmesidir.
Bir inşaatın
yapım aşamasında arsa belirlendikten sonra inşaat yapım ruhsatı, uygulama
projesi, kat irtifakı, yapı kullanma belgesi, kat mülkiyeti işlemleri yapılır
ve en son tapu alınarak işlemler tamamlanır ve vatandaş konut sahibi olur.
Yukarıda
özetlemeye çalıştığım aşamalar aslında sanıldığı kadar kolay değildir, bir
yığın bürokratik aşamadır. Kontrol tabii ki olacaktır ancak mevzuatın daha
kolay ve yürütülebilir hâle getirilmesi de şarttır.
Vatandaşlarımızın
sıkıntı duydukları bir başka konu ise: Gerek inşaata başlamadan gerekse inşaat
aşamasında, yapı bitmeden müteahhitlerin satış yapma yetkisi vardır.
Vatandaşımız bu safhalarda da müteahhitlerden konut satın almaktadır, ola ki
bitirilemeyen inşaat sebebiyle de zaman zaman mağdur olmaktadır ya da iskânı
alınmamış binalara oturarak müteahhidin inşaat sırasında kullandığı ve çoğu
zaman tutarları oldukça yüksek olan birikmiş elektrik ve su gibi giderlerinden
de sorumlu tutulmaktadır.
Vatandaşın derdi
bir an önce konuta oturmaktır ancak kanunlarımızın yeterli olmayışı nedeniyle,
yeterli derecede de bilgi sahibi olamayan konut sahibi veya bina sahiplerini
müteahhitlerin, kooperatif yönetimlerinin veya site yönetimlerinin
inisiyatifine bırakarak mağdur etmektedir. Bu yönde de gerekli çözümler en kısa
zamanda alınmalı ve çaresi bulunmalıdır. Mesela, kat karşılığı, bir müteahhit
ile anlaşan bir arsa sahibi, noterden yapacağı inşaat sözleşmesini mutlaka
yetki verdiği bir avukat nezaretinde yapmalıdır. Bu, zorunlu hâle
getirilmelidir. Hayatında ilk defa sözleşme yapan birçok arsa sahibi
müteahhitlerin inisiyatifine terk edilmemelidir. Buralardaki yaşamı düzenleyen
bir yasanın gerekliliği ve bu yasanın da günümüz şartlarına göre düzenlenmesi
gerekmektedir. Bundan hareketle, bu Meclis 14/11/2007 tarihinde Kat Mülkiyeti
Kanunu’muzda aksayan ve hüküm bulunmayan hususlar üzerinde birtakım
değişiklikler yapmıştır. Ne var ki yapılan ve yasalaşan bu değişikliklerin
uygulanması pek de kolay olmamıştır ki, şimdi bizler söz konusu Kanun üzerinde
yeniden uğraşmaktayız.
Milliyetçi
Hareket Partisi, muhalefet partisi olarak, önümüze gelen önerileri, teklifleri
ve yasaları doğru ve faydalı bulduğumuz oranda destek olduğumuzu, bunların
içinde de eksik ve yanlışlıklar var ise uyarıda bulunduğumuzu, bu
uyarılarımızın dikkate alınmasını beklemekteyiz. Bu Kanun bize bir kez daha
göstermiştir ki, oy çokluğuna güvenip acele edilerek gerekli araştırma ve
bilgiler olgunlaştırılmadan çıkarılacak yasaların ömrü kısa olmaktadır. Hükûmet
milletvekillerini bu konularda daha duyarlı olmaya davet ediyoruz.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2007 Kasım ayında yapılan kanun değişikliğinde
Hükûmetin amacı Kat Mülkiyeti Kanunu’nun aksayan, hüküm bulunmayan, hükmü
bulunmayan yerlerinin tadili ve ıslahıydı. Ancak aradan geçen bir buçuk yılda,
tadil edilen ve yeni eklenen yerlerden istenilen verim alınamamış,
belediyelerde ve tapu dairelerinde yığılmalar olmuştur. Hâlbuki bir kanun
tasarısı yasalaştığında ne gibi aksaklıkların olabileceğinin zamanında
öngörülmesi gerekirdi. Yasanın altyapısı hazırlanırken bir buçuk yılda yeniden
düzenlenmeye gidilmemesi için konunun
uzmanları, bürokratları, siyasetçiler ve sivil toplum örgütleriyle oturularak
istişare edilseydi şimdi tekrar bu yasayı ele almamış olacaktık. “Benim dediğim
olsun.” mantığıyla gerekli özen ve hassasiyet gösterilmeden uygulamaya konulan
bu yasa değişikliği vatandaşı bürokrasiyle boğuşmak zorunda bırakmış, vatandaş
uğraştığı gibi kamu görevlileri de işin içinden çıkamamış ve sanki aradan geçen
süre bir buçuk yıl değil de otuz kırk yıl olmuş gibi şimdi tadilin tadiline
uğraşmaktayız. Adalet ve Kalkınma Partisi bu mantığından vazgeçmeli, yasaları
yazboz tahtası olmaktan kurtarmalıdır.
Bütün bunlara
rağmen hâlen tasarının bazı yerlerinde yine eksiklikler olduğu aşikârdır. Şöyle
ki: Tasarıda, hâlen kullanılmakta olan, ancak yapı kullanma izin belgesi
alınmamış binaların sorunlarını çözecek açık bir hüküm yoktur. Aslında bu yasa
3194 sayılı İmar Kanunu’yla birlikte ele alınıp birbiriyle uyumlu hâle
getirilmeliydi. Zaman içinde başkaca sıkıntıların olacağına hepimiz yine şahit
olacağız. Apartman, site ve toplu konutlarda vatandaşlarımızın toplu yaşam
kurallarını yeteri kadar bilmediği ya da kanunların yeterli olmayışı sebebiyle
bir kısım sakinlerin birçok yerde keyfiyete dayalı hareketlerde bulunduğu,
yasal yola başvurulsa bile bunun göstermelik yaptırımlar olduğu ve kanun dışı
hareketin yapanın yanına kâr olduğunu hepimiz görmekteyiz. Buralarda daha
müspet değişikliklere gidilebilirdi. Öte yandan “Bu kanunun yürürlüğe
girmesinden önce kat irtifakı kurulmuş ve üzerindeki yapılar tamamlanıp yapı
kullanma izin belgesi alınmış yapılarda, kat irtifakına sahip ortak maliklerden
birinin başvurusu veya yapı kullanma izin belgesinin yetkili idarece tapu
idaresine gönderilmesi üzerine, kat mülkiyetine resen geçilir.” gibi hükümleri
de vatandaşımızın işini kolaylaştıracaktır.
Esasen, Adalet ve
Kalkınma Partisi iktidara geldikleri günden beri, Mecliste oy çokluğu sebebiyle
birçok konuya gerekli özeni göstermemiş, “Nasılsa çoğunluğumuz var.” denilerek
ya da başkaca sebeplerle, çok hassas konularda dahi gerekli özen ve ihtimam bir
türlü gösterilmemektedir. Onlar için en önemli şey sayısal çoğunluğun korunması
ve ne pahasına olursa olsun iktidarı kaybetmemektir. Ne zaman AK PARTİ’yle
ilgili yanlışlıklar ve acizlikler ortaya dökülse, mutlaka kamuoyunu oyalayacak
bir şeyler bulunmaktadır.
Yüzyılların
devlet birikimine sahip bu ülkede özellikle son iki yıldır kan kaybeden
iktidarca, hükûmet olmanın verdiği güçle vatandaşın kafası iyice karıştırılmış,
milletin psikolojisi bozulmuştur. Milletin yalnız psikolojisi bozulmamış,
milletin esasen en önemlisi, işi de bozulmuştur. İşi bozulanların psikolojisi
hâliyle bozulacaktır. Tüm dünyayı etkileyen ve geleceği belli olan ekonomik
kriz karşısında gerekli önlemler “Bize bir şey olmaz.” anlayışıyla zamanında
alınmamış, milletin işi de bozulmuştur. İşi bozulan birçok insanın yuvası da
bozulmuştur. Son iki yılda, geçmiş yıllara oranla boşanan aile sayısı, kredi
kart mağdurları, kapanan fabrikalar, işsizlerin sayısı 2 kat artmıştır. Bütün
bu mağdurların sorumlusu, kendilerinden başkasına kulak tıkayan, öneri ya da
uyarıda bulunanlara “Siz işinize bakın.” diyen iktidardır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; konuşmamın başında dile getirdiğim üzere, Kat
Mülkiyeti Kanunu yeni düzenlemesi konusunda “Zararın neresinden dönersen
kârdır.” demiştik. Ziyanı yok, vatandaşımızın işi kolaylaşsın, biz de
uğraşalım, düzeltelim ancak yeter ki dönülebilecek, düzeltilebilecek kanunlar
olsun. Ya bu Meclisten geçen ulusal güvenliğimizle veya millî servetlerimizle ilgili
dönülemeyecek, tadil edilemeyecek, Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesi, 5555
sayılı Vakıflar Yasası ve mayınlı arazilerin temizlenmesi gibi kanunlar ne
olacak? Onların telafisi nasıl olacak? Onları da torunlarımız tadil eder, tabii
ki edebilirlerse.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; eksiklerine rağmen Kat Mülkiyeti Kanunu’nun hayırlı
olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
Ertuğrul, teşekkür ediyorum.
Demokratik Toplum
Partisi Grubu adına Hakkâri Milletvekili Sayın Hamit Geylani.
Sayın Geylani,
buyurun efendim. (DTP sıralarından alkışlar)
DTP GRUBU ADINA
HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte
olan tasarının tümü üzerinde Demokratik Toplum Partisi Grubu adına söz aldım.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, 634 sayılı Kat Mülkiyeti Yasası 23 Haziran 1965 tarihinde
kabul edilmiş, Ocak 1966’da yürürlüğe girmiş ve günümüze gelinceye kadar bazı
değişikliklere uğramıştır. 2007 yılında ise kapsamlı değişiklik yapılmış ve kat
mülkiyetine geçiş için zorlayıcı hükümler getirilmiştir. Buna göre, yasanın
yürürlüğe girdiği tarihten önce kat irtifakı kurulmuş ve üzerindeki yapılar
tamamlanıp yapı kullanma izin belgesi alınmış ve ana gayrimenkullerde yasanın
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en geç iki yıl içinde kat mülkiyetine
geçilmesi zorunluluğu getirilmiştir. Belirlenen süre içinde irtifak hakkı
sahiplerinden birinin veya varsa yöneticinin kat mülkiyetinin kurulması için
gerekli olan belgelerden eksik olanların tamamlanması için diğer kat irtifak
hakkı sahiplerinden her birine yazılı bildirimde bulunulmasını gerektiriyordu.
Yazılı bildirime rağmen gereğini yerine getirmeyen kat irtifak hakkı
sahiplerinden her birine bin Türk lirası idari para cezası verileceği hüküm
altına alınmıştı.
Yine, aynı
Yasa’nın yürürlüğe girdiği tarih olan 28/11/2007 tarihinden sonra yapıları
tamamlanmış olan kat irtifaklı ana gayrimenkuller için de bir düzenleme
yapılmış, buna göre yapı kullanma izin belgesinin alındığı tarihten itibaren
bir yıl içinde kat mülkiyetine geçilmesi zorunluluğu getirilmiştir.
Belirtilen
süreler içinde kat irtifak hakkı sahiplerinden birinin veya varsa yöneticinin
yazılı uyarısı gerekmekteydi. Uyarıya rağmen kat mülkiyetinin kurulması için
Yasa’nın 12’nci maddesinde belirtilen ve tapu idaresine verilmesi gereken
belgelerden eksik olanları tamamlamaktan veya imzalanması gerekenleri
imzalamaktan kaçınanlar için de yine idari para cezası öngörülmekteydi.
Düzenlemeye göre, kat irtifak hakkı sahiplerinden her birine kendine ait her
bağımsız bölüm için bin Türk lirası idari para cezası verileceği hüküm altına
alınmaktaydı. Görüldüğü üzere bu yasayla da yine de yurttaş
cezalandırılmaktadır bir biçimiyle.
Değerli
arkadaşlar, bu tasarıyı ve yapılacak değişiklikleri önemsediğimizi belirtiyor,
yurttaşın sorunlarını çözecek her düzenlemeyi de destekleyeceğimizi ifade
ediyoruz. Ancak bu Yasa’nın üzerinden henüz bir buçuk yıl gibi kısa bir süre
geçmesine rağmen aynı Yasa’da yeni bir değişiklik yapılma ihtiyacının
duyulması, Hükûmetin yasa yaparken gerekli özeni göstermemesi ve kamuoyunu,
özellikle Meclisteki muhalefetin görüş ve önerilerini de dikkate almadığının
bir ifadesi olarak görüyoruz. Ne yazık ki Hükûmet yasa yaparken, muhalefetin
-demin söylediğim- ve sivil toplum örgütlerinin de görüşünü dikkate almak
durumundadır.
Görüştüğümüz
tasarıyla her ne kadar uygulamada ortaya çıkmış olan aksaklıkların giderilmesi,
kırtasiyeciliğin ve bürokrasinin mümkün olduğunca azaltılması suretiyle
vatandaşların yükünün hafifletilmesi hedeflenmiş ise de anılan tasarının bu
amacı gerçekleştirmek için yeterli olmadığı düşüncesindeyiz. Zira Kat Mülkiyeti
Yasası’nda, bütünlüğü bozacak şekilde parça parça değişiklikler yapmak yerine,
imar hukuku ile de bağlantıları gözetilerek yeni bir düzenleme yapılmasının
daha faydalı olacağı düşüncesindeyiz. Zira imar hukuku, kat mülkiyetinin
temelini ve özünü ifade etmektedir.
Değerli
arkadaşlar, kat irtifakı ve kat mülkiyetine bağlı verilen tapuyu yurttaşın
ayrıntılı bir biçimde irdelemesi beklenmemelidir. Ne var ki yurttaş, devletin
verdiği tapuyu yine devletin güvencesinde gördüğünden ayrıntılarla ilgilenmez
ve ilgilenmek zorunda da bırakılmaması gerekiyor. Öte yandan kat irtifakına
göre aldığı taşınmaza yapı kullanım izin belgesi verilmediğinde yapının kaçak
konumuna gireceğini bilmemektedir. Kaçak yapının kat mülkiyetine geçemeyeceği
gibi elektrik, su, telefon ve diğer hizmetleri normalde İmar Yasası hükümlerine
göre alamayacağını da sonradan öğrenmektedir.
Ayrıca, yapı
kullanım izin belgesi için belediye-valilik tarafından istenen Sosyal
Sigortalar Kurumu ilişkisiz belgesinden binayı yapan müteahhidin değil de
maliklerinin sorumlu olduğunu da bilmemektedir vatandaş.
Müteahhit
tarafından çalıştırılan işçiler adına yatırılması gerekli SSK primi
borçlarından kendisinin sorumlu olabileceği konusunda da açıklayıcı bir bilgi
yoktur tasarıda.
Diğer taraftan,
inşası tamamlanan binaların ölçümü yapılarak kadastro paftasına işlenmediğinde
hem kadastro paftasında hem de tapu kütüğünde ilgili parsel boş görülmekte ve
güncel durumu da yansıtmamaktadır. Mülkiyet durumunu gösteren belgelerin güncel
olması son derece önemlidir. Aksi takdirde, iktisadi ve sosyal yapının yanında
her türlü mühendislik projelerinin uygulanmasında ve kent bilgi sistemlerinin
kurulmasında sağlıklı adımların atılamayacağı ve çözümü güç sorunlarla
karşılaşılacağı da bilinen bir gerçekliktir.
Değerli
milletvekilleri, ülkemizde yaklaşık yirmi milyon civarında bulunan konut sayısı
ile kentsel yerleşimlerde ruhsatlı konut oranının yüzde 60 düzeyinde olduğu ve
kat mülkiyetine geçiş oranının yüksek olmadığı da bilinen bir realite. Yapı
kullanma izin belgesi almamış yapıların yoğun olduğunu düşündüğümüzde bu
durumdaki binalarda Sosyal Sigortalar Kurumu borçları büyük bir meblağ
tutmaktadır. Ayrıca, ruhsat yenileme ücretlerinin belediyeye gelir sağlama
adına yüksek tutulması yurttaşı hayli zor durumda bırakmaktadır.
Bu süreçte
vurgulanması gereken en önemli konu ise plan, proje ve ruhsat eklerine aykırı
artan yapılaşma öne sürülerek bir imar affı sürecini yaratacak girişimlerden,
popülist yaklaşımlardan gerçekten uzak durmak gerekiyor. Siyasi iktidarlarca
bugüne değin on beşin üzerinde imar affı çıkartılmış, kente karşı işlenen
suçlar affedilerek kaçak yapılaşma teşvik edilmiş ve kentlerimiz kentleşme
olgusundan yoksun bırakılmıştır ve en önemlisi, yıkılan binaların enkazında
yitirdiğimiz yurttaşları ve kalanların acılarını da unutmamak gerekir bu
bağlamda.
Çağdaş ve
gelişmiş ülkelerdeki kentleşmeye bakıldığında, ülkemizde imar affı çıkartan
siyasal iktidarların kente ve ülkeye ne kadar kötülük ettiklerini ve
yurttaşların geleceğini nasıl kararttıklarını daha da açık bir şekilde
görebilmekteyiz. Yıllardır yerel yönetimler oy uğruna kaçak yapılara, iskânsız
yapılara tüm altyapı hizmetlerini götürmüşlerdir. Bu hâliyle söz konusu binalar
çeyrek asırdan beri kullanılmaktadır. Bu konutların çoğu el değiştirmemiştir.
Onun için yaşanan sıkıntıların şu anda söz konusu binalarda oturanlar ile
doğrudan bir ilgisi de bulunmamaktadır.
Yıllardan beri
tapu sicilindeki ana kütükteki kayıtlı parsel üzerine inşa edilen yapının her
aşamasında gerekli işlemler zamanında yerine getirilmemiş, ilgili kurumlar
tarafından izlenmemiş ve kontrol edilmemiştir. Bu nedenle birçok sorun günümüze
kadar taşınmıştır. Gerek İmar Yasası’nda ve gerekse Sosyal Sigortalar Kurumu ve
Kat Mülkiyeti Yasası’nda sorumlu kişi olarak parsel sahibi malik ve malikler
tutulmaktadır. Bu konuda yurttaşın gereği gibi bilinçlendirilmeden sorumlu
tutulması, günümüzde büyük sıkıntıların yaşanmasına neden olmaktadır.
Belediyeler yasa gereği yükümlülüklerini yerine getirmeyenlerin binalarına
altyapı hizmetlerini sunarak özünde onları meşru ve haklı kabul etmektedirler.
Kaçak ve iskânsız yapıların yapılacak bir düzenlemeyle af şeklinde değil ama
yurttaşı da mağdur etmeyecek şekilde yasal hâle getirilmesi gerektiği
kanısındayız.
Değerli
milletvekilleri, konuya bilim ve teknolojinin hızla geliştiği ve kent bilgi
sistemlerinin kurularak hayata geçirildiği çağdaş bir sistem yönünden
bakıldığında doğal olarak kat mülkiyetine geçişin hemen yapılması ve kurulan
bilgi sistemlerinden gerekli yararın sağlanması için bilgi sisteminin güncel
olması gerekmektedir.
Ana gayrimenkulde
cins tashihi mutlaka yapılmalı ve yapı kullanma izin belgesi alınmasından önce
bu işlem tamamlanmalıdır. Dolayısıyla belediye, valilikler yapı kullanma izin
belgelerinin bir nüshasını tapu siciline göndermeli ve daha önce tapu siciline
kaydedilen kat irtifakına göre tapu sicil müdürlükleri resen kat mülkiyetine
geçiş işlemlerini tamamlamalıdırlar. Bu işleyiş ise hem yurttaşların tapu sicil
müdürlüklerinde yığılmalarını ve zaman kaybını önleyecek hem de yurttaşına
hizmet eden kurumsal işleyişin önünü açacaktır. Yapı kullanım izin belgesi
alınmasında gündeme gelen “SSK ilişiksiz” belgesine ilişkin işçilik dosyası ve
diğer borçların tahsilindeki sorunlar da böylece çözüme kavuşmuş olacaktır.
Gerekli yasal
düzenleme yapılarak yapım işini yüklenen müteahhidin sorumlu olması sağlanmalı
ve yurttaşın mağduriyeti bu çerçevede önlenmelidir. Belediyeler yapı ruhsatı,
planı ve projelerine ilişkin yenileme, kontrollük onama ve diğer işlemlerde
aldıkları aşırı yüksek ücretleri de mutlaka ama mutlaka aşağıya çekmek
durumundadırlar. Kamu hizmeti veren merkezî ve yerel yönetimler kendilerini
ticari şirket, yurttaşı müşteri ve ülkeyi pazar olarak görmemelidirler.
Değerli
milletvekilleri, tasarıyla 634 sayılı Yasa’nın 12’nci maddesinin birinci
fıkrasının (c) bendi yürürlükten kaldırılmaktadır. Böylece kat irtifakından kat
mülkiyetine geçilmesi bağlamında noterler tarafından yapılan tasdik şartı da
ortadan kaldırılmaktadır. Bu bendin yürürlükten kaldırılması durumunda
uygulamada ciddi sıkıntılar ortaya çıkacağı kuşkusuzdur. Aksine, noterler
tarafından onaylanma şartı uygulanmaya devam edildiği takdirde olası
ihtilafların önüne geçilmesinin kolay olacağı kanısındayız. Çıkabilecek
ihtilaflarda ise usul ekonomisi açısından kolaylık sağlanacak ve böylece
yargılamalar daha kısa sürede çözümlenecektir. Bu nedenlerden dolayı ispat
hukuku açısından önemli niteliğe sahip bu düzenlemenin yürürlükten kaldırılması
gerektiği düşüncesindeyiz.
Özce sunduğumuz
bu görüş ve düşüncelerle, Genel Kurulu bir kez daha saygıyla selamlıyorum. (DTP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
Geylani, teşekkür ediyorum.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk.
Sayın Öztürk,
buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 634 sayılı
Kat Mülkiyeti Yasası’nda değişiklik yapılmasına dair Hükûmet tasarısı ve Adalet
Komisyonu raporu üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi adına söz almış bulunuyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, konuşmamıza başlamadan önce bu kanun tasarısında çok geçen
“kat mülkiyeti” ve “kat irtifakı” ifadelerinin tanımlamasını yaparak sözlerime
başlamak istiyorum çünkü halkımız bu “kat mülkiyeti” ve “kat irtifakı”
kelimelerini çok duyuyor, bunların ne olduğunu karıştırıyorlar.
Kat mülkiyeti,
bağımsız bölümler üzerinde kurulan mülkiyet hakkıdır; yani tamamlanmış bir
yapının kat, daire, iş bürosu, dükkân, mağaza, mahzen, depo gibi bölümlerinden
ayrı ayrı ve başlı başına kullanılmaya elverişli olan bölümleri üzerinde
kurulan bir mülkiyet türüdür. Kat irtifakı ise, arsa payına bağlı bir irtifak
çeşididir; bir arsa üzerinde, ileride kat mülkiyetine konu olmak üzere
yapılacak veya yapılmakta olan bir veya birden çok yapının bağımsız bölümleri
için o arsanın maliki tarafından kurulan irtifak hakkıdır. Kat irtifakı başlı
başına bağımsız bir mülkiyet türü değildir, aslolan kat mülkiyetidir.
Nüfusun hızla
artması, köylerden kentlere göçlerin artması, özellikle büyük yerleşim
merkezlerinde iş yeri ya da konut ihtiyacını karşılayacak yer teminindeki
güçlükler, kentlerde arsa fiyatlarının yüksekliği gibi nedenlerle bir arsa
üzerinde tek katlı binalar yerine birçok kişinin yararlanacağı çok katlı
yapıların yapılması toplumsal bir zorunluluk hâline gelmişti. Sosyal ve
kültürel yönden birbirinden farklı insanların aynı yapının dairelerinde
birlikte yaşamaları doğal olarak pek çok sorunu doğurmuştur. Bu sorunları
çözmek, beliren toplumsal gereksinimleri gidermek için 23/6/1965 tarih ve 634
sayılı Kat Mülkiyeti Yasası çıkarılmış, bu 634 sayılı Kat Mülkiyeti Yasası
2/7/1965 tarihinde yürürlüğe girmiştir. O tarihten bugüne kadar, birisi,
11/2/1991 tarihli 431 sayılı Kanun Hükmünde Kararname, yedisi de yasa olmak
üzere bu 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu sekiz kez değişikliğe uğramıştır. En
son, 1/7/2005 tarihinde 5378 sayılı Yasa, 18/4/2007 tarihinde 5627 sayılı Yasa,
14/11/2007 tarihinde 5711 sayılı Yasa olmak üzere, 2005-2007 yılları arasında
üç kez değiştirilmiştir, hatta 2007’de iki kez bu yasa değişikliğe uğramıştır.
634 sayılı Yasa,
tek parsel üzerinde tek yapı rejimi üzerine oturmaktayken, 13/04/1983 tarihinde
çıkarılan 2814 sayılı Yasa’yla tek parsel üzerinde birden çok yapı rejimine
geçilmiş; 14/11/2007 tarihinde çıkarılan 5711 sayılı Yasa’yla da komşu
parseller üzerinde birden çok yapı rejimine geçilmiştir.
Öncelikle
belirtelim ki, görüldüğü gibi, orasından burasından yapılan parça parça
değişikliklerle, 634 sayılı Kat Mülkiyeti Yasası artık bir yasa olmaktan
çıkmış, yamalı bohça hâline gelmiş; Yasa’nın ruhu, iskeleti dağılmıştır.
634 sayılı Kanun
çok önemlidir. Türkiye’deki uyuşmazlıkların çok büyük bir kesimi bu Yasa’dan
kaynaklanmaktadır. Toplu yapılar, büyük şehirlerden kasabalara, hatta köylere
kadar gelmiştir. Şehirlerde ve kasabalarda 634 sayılı Yasa’dan dolayı
uyuşmazlık ve sorunu olmayan, bunlarla ilgisi bulunmayan hemen hemen hiçbir
kişi yok gibidir. Bu Yasa herkesi ilgilendirir hâle gelmiştir. Sorunları çözmek
için yapılan her değişiklik mevcut sorunları çözmediği gibi yeni yeni sorunlar üretmiştir.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu olarak, burada yapılması gereken, acilen yapılması gereken
olayın, bu Yasa’yı parça parça değiştirmek değil, bu alandaki sorunları
çözecek, Türkiye'nin gerçeklerini göz önüne alan, İmar Kanunu’ndaki
hassasiyetleri de dikkate alarak ikisini bir bütünlük içerisinde, yeni baştan,
sıfırdan bir kat mülkiyeti yasasını çıkarmak olmalıdır diye düşünüyoruz.
Kat Mülkiyeti
Kanunu’nda değişiklik yapan 14/11/2007 tarih 5711 sayılı Yasa’nın kabul
edilmesinin üzerinden henüz iki yıl geçmedi değerli milletvekilleri. İki yıl
geçmeden, hatta o Yasa’nın hükümleri uygulama olanağı bulmadan yeniden bu
Meclise geldi. Biz, 5711 sayılı Kat Mülkiyeti Yasası görüşülürken Cumhuriyet
Halk Partisi milletvekilleri olarak hassasiyetlerimizi, eksik gördüğümüz
hususları açıkça bu kürsüden dile getirmiştik ancak Hükûmetin, muhalefetin
önerilerini hiçbir zaman kulak verme, onları dinleme alışkanlığı olmadığı için
o itirazlarımızı göz önüne almayı bile gerek görmedi. Ama şimdi burada, 5711
sayılı Yasa’da bizim bu kürsüde Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri olarak
söylediğimiz eksiklikleri gidermek için yeni bir yasayla geliyorlar.
Bakın, değerli
arkadaşlarım, biz bu kürsüde düşüncelerimizi söylerken, 14/11/2007 tarihinde
Cumhuriyet Halk Partisi adına yaptığım konuşmada aynen şunu söylemişiz:
“Yalnız, ben bu maddede ve geçmişte geçen, dün kabul edilen 7’nci maddede
yanlış gördüğüm eksikliği belirtmek istiyorum.
Şimdi, kanun
maddesini aynen okuyorum: ‘Belirtilen süre içerisinde yani, iki yıllık süre içerisinde
kat irtifakı sahiplerinden birinin veya varsa yöneticinin, kat mülkiyetinin
kurulması için gerekli olan belgelerden eksik olanların tamamlanması için diğer
kat irtifakı sahiplerinden her birine yazılı bildirimde bulunmasına rağmen,
gereğini yerine getirmeyen kat irtifak hakkı sahiplerinden her birisine, bin TL
idarî para cezası verilir.’ hükmündedir. Şimdi, madde metninden açıkça
anlaşılacağı gibi…” demişiz ve buradaki eksikliklerimizi “soru
Devam ediyoruz:
“Burada bir karmaşa var, burada eksiklik var. Aslında bunların giderilmesi
gerekirdi. Bunlar, sanıyorum, gözden kaçtı. Bu yazılı bildirim nereden olacak?”
demişiz.
Devam ediyoruz:
“Bu belirsizliklerin, bu karışıklıkların ortadan kaldırılması gerekiyordu.”
demişiz.
Devam etmişiz:
“Bu yasanın uygulanması sırasında eksiklikler ortaya çıkacaktır.” demişiz.
Değerli
arkadaşlarım, şimdi biz o gün söylediklerimizin bugün burada gerçekleşmiş
olmasından dolayı -ben sevinemiyorum- üzülüyoruz çünkü Türkiye Büyük Millet
Meclisinin gündemini yazboz tahtasına çevirerek, böyle sürekli bir yıl önce
yaptığımız yasayı bir yıl sonra tekrar yeni baştan düzenlemek durumunda kalmak
zaman savurganlığıdır. Nitekim, Türk Ceza Kanunu’nda da aynı şey yapıldı. 2005
yılından önceki bir madde, 2005 yılındaki değişiklikle kaldırıldı. Bu yasama
yılı içerisinde, tekrar o maddeyle ilgili bu kürsüde biz yeniden bir kanun
çıkarttık ve aynı eleştirileri ben o zaman da söylemiş oldum.
Değerli arkadaşlarım,
bugünkü tasarının gerekçesinde belirtilen hususlara katılmak mümkün değil.
Öncelikle ben onu söylemek istiyorum. Çünkü, burada açıkça söylenildiği gibi,
tasarının gerekçesinde, 5711 sayılı Yasa’nın halk tarafından anlaşılamadığı
nedenle bu yasanın getirildiği, yine tapu idaresinin, Tapu ve Kadastro Genel
Müdürlüğünün çok dolu olması nedeniyle bu yasanın getirildiği söyleniliyor.
Değerli
milletvekilleri, çok üzücüdür, bir kanun teklifinin gerekçesi… O yasanın halk
tarafından anlaşılamamış olması nedeniyle kanun teklifi gelmez. Eğer o kanun
doğruysa, o kanun ihtiyaçlara cevap veriyor ise, yapılması gereken, o yasayı
halka anlatmaktır. Eğer o yasa halkın ihtiyaçlarına cevap veremez nitelikteyse,
sürdürülebilir özelliği yoksa, kanun kanun değilse, elbette ki buraya bu
tasarıyı getirmek zorunda olur. Burada çıkıp yüreklice söylenilmesi gereken şey
şudur: “Biz, 5711 sayılı Yasa’yı çıkarırken halkın ihtiyaçlarını dikkate
almadık, muhalefet partisinin görüşlerini dikkate almadık ve bu eksiklikleri
gördük, bundan dolayı kusurumuz var.” deyip tüm Meclisten özür dilemektir.
Değerli
arkadaşlarım, şimdi, bu yasayla, 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 3’üncü
maddesinde, 12’nci maddesinde, 20’nci maddesinde ve bir geçici madde eklenerek
geçici maddesinde olmak üzere toplam dört maddede değişiklik yapılıyor.
Arkasından Komisyonda, eleştirilerimiz de dikkate alınarak bir geçici madde
ilave edilmiş, bir yürütme maddesi var, bir de yürürlük maddesi var.
Şimdi, 1’inci
maddede, 5711 sayılı Yasa’yla değişiklik yapılan 3’üncü maddenin üçüncü
fıkrasında değişiklik var. Buradaki değişiklik, yapı kullanma iznine, yani ana
gayrimenkulün tamamına dayalı bir yapı kullanma izin belgesine dayanarak kat
mülkiyeti geçişine imkân tanıyan bir düzenlemedir ki olması gereken bir düzenlemeydi.
Bunun bugün değil, 2007’de olması lazımdı.
Yine, bize göre -birazdan açıklayacağım- tasarının
2’nci maddesinde yapılan değişiklik, kat mülkiyetinin kurulması ve istenen
belgeler konusundadır. Burada 12’nci maddede bir değişiklik yapılıyor. Aslında
burada yapılan şu: (c) bendindeki birtakım cümleler alınıyor, (a) bendine ilave
ediliyor, (c) bendi yürürlükten kaldırılıyor. Yani (a) bendi, (c) bendinin
karışımı ve burada liste olayı kaldırılıyor ve “…birden çok yapılarda
yerleşimlerini gösteren vaziyet plânı ile yapı kullanma izin belgesi…” diyor.
Yani vaziyet planını da kaldırıyor.
Bu doğru bir
uygulama değil. Hem teknik açıdan doğru değil hem hukuki açıdan doğru değil.
Çünkü vaziyet planıyla mimari proje ayrı ayrı kavramlardır. Toplu yapılarda
vaziyet planı olmazsa olmazdır. Çünkü vaziyet planı yapıların bir parsel
üzerindeki konumlarını gösterir, durumlarını gösterir, duruşlarını gösterir.
Adı üzerindedir. Yani Meclisin dağılımı bile vaziyettir. İşte AKP
milletvekilleri burada oturuyor, CHP orada oturuyor, MHP orada oturuyor. Yani
bu bir vaziyettir. Siz eğer bunu kaldırırsanız, sadece mimari projeyle
yetinirseniz baştan daha bu yasa ölü doğuyor demektir.
Umuyorum ve
diliyorum ki Hükûmet bu konudaki vaziyet planını tekrar tasarıya ekleyecektir
diye düşünüyorum. Yine, Hükûmet bu 2’nci maddede yapmak istediği değişikliği
umuyorum ve diliyorum ki çekecektir. Çekmesi gerekir. Tekniken ve hukuken de
bir zorunluluktur.
Yine tasarının
3’üncü maddesiyle bir değişiklik getiriliyor. Burada da bu değişiklikle bir
ceza kaldırılma olayı var. Bir de yine birbirine eklemeler olayı var. Bu konuda
da bizim bir önergemiz olacak. Sayın Hükûmetin de veya Sayın Bakanın da bu
konuda herhâlde değişiklik önergeleri olacak bizim konuşmalarımızdan sonra,
onları da dikkate alacaklar. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, zaten,
yazdığımız muhalefet şerhinde, çok açık ve seçik bir şekilde düşüncelerimizi
anlattık.
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, burada asıl sıkıntı… Yapı kullanma izin belgesi olanların kat
mülkiyetine geçişinde bir sıkıntı yok. Yani şöyle bir sıkıntı yok: Bunların
belirli prosedürü yerine getirerek kat mülkiyetine geçme imkânı var. Ama burada
asıl sıkıntı, yapı kullanma izin belgesi olmayan ama oturan… Yani, bir yapı
projesine uygun olarak, mimari projesine uygun olarak yapılmış, inşaat
ruhsatları alınmış ancak sonuçta yapı kullanma izin belgesi alınmamış ve
müteahhit de ortadan kaçıp gitmiş.
Şimdi, bu insan
tapu dairesine gittiği zaman, orada dairesinin bir sürü eksikliği olduğunu
öğreniyor. Yapı kullanma izin belgesi olmadığı nedenle ilişiksiz belgesi
sigortadan ve Maliyeden aranıyor. On beşe yakın evrak aranıyor. Adam bir
bakıyor ki, işin içine giriyor, bir daha da işin içinden çıkamaz hâle geliyor.
Değerli
arkadaşlarım, esas bunun çözümlenmesi gerekiyordu, bu çözümlenmemiştir. Biz,
toplumsal gelişim süreci içerisinde yeni gereksinimlerin belirmesi sonucu
gereksinimleri karşılayacak yeni yasa yapma ya da mevcut yasalarda değişiklik
yapma zorunluluğu doğduğu zaman, yasama organının, bu yasama faaliyetini
sürdürürken, yasa yapılmasını gerektiren nedenleri, amaçları, yasanın
sürdürülebilir olmasını gözetmek durumunda olduğuna inanıyoruz. Cumhuriyet Halk
Partisi kişilerin, toplumun, halkımızın gereksinimlerini karşılamaya, kişilerin
ve toplumun hakkını, hukukunu korumaya, geliştirmeye yönelik yasal
düzenlemeleri öteden beri savunmakta ve bunları, hiçbir siyasi ön yargıya
kapılmaksızın, açıkça desteklemektedir. Bundan böyle de bu tür yasal
düzenlemeleri savunmayı ve desteklemeyi sürdürecektir. Bu nedenledir ki 634
sayılı Kat Mülkiyeti Yasası’nın kat irtifaklı taşınmazlarda kat mülkiyetine
geçilmemiş olmasını ceza yaptırımına bağlayan 14’üncü maddesinin dördüncü
fıkrasının yürürlükten kaldırılmasına ve ceza yaptırımına ilişkin geçici 1’inci
maddede değişiklik yapılmasına ilişkin tasarı hükümlerinin ve 634 sayılı
Yasa’nın 3’üncü maddesinin üçüncü fıkrasında değişiklik getiren tasarının
1’inci maddesinde, yapının tamamı için düzenlenecek yapı kullanma izin
belgesine dayanarak kat irtifakının kat mülkiyetine resen çevrilmesini öngören
hükmü ve resen geçişin yanında kişiye istem hakkı sağlayan dönüşümü açık bir
şekilde desteklemektedir. Ne var ki siyasal iktidar, zaman içinde toplumda
beliren ve yasal düzenleme gerektiren bir gereksinimi karşılarken, anlaşılmaz
bir acelecilik içerisinde “bu da olsun” anlayışı ile hareket ederek düzenleme
yaptığı için bir bütünün belli parçalarında değişiklik yaparak yasanın bütünsel
iskeletini bozmayı alışkanlık hâline getirmiştir. Bu görüşümüzün de en somut
teyit edici örneği bu Hükûmet tasarısıdır.
634 sayılı Kat
Mülkiyeti Yasası’nda işbu tasarı ile değiştirilmesi ve kaldırılması öngörülen
hükümlerin büyük bir kısmı, aynı Hükûmet döneminde kabul edilen ve 28/11/2007
tarihinde yürürlüğe giren 5711 sayılı Yasa’nın Adalet Komisyonunda görüşülmesi
sırasında kabul edilen ve CHP’li üyelerin tüm haklı itirazlarına rağmen kabul
edilen, İç Tüzük’ün 77’nci maddesi uygulanarak kabul edilen bu olaylardır. Eğer bu itirazlar yerine gelmiş olsaydı bugün
bu meseleleri tartışmıyor olacaktık.
Biz Cumhuriyet
Halk Partisi olarak çok açık bir şekilde tasarının 2’nci maddesinin bu tasarı
metninden çıkarılmasını istiyoruz. Çünkü bu işin uygulaması olan Yargıtay 18.
Hukuk Dairesinin görüşü açık ve kesin şekilde budur değerli arkadaşlarım.
Yargıtay 18. Hukuk Dairesi tasarının 2’nci maddesiyle getirilmek istenilen
düzenlemenin uygulamada kaos yaratacağına ve bu olayın uygulanamaz hâle
geleceğine inanmaktadır.
Yine, 3’üncü
maddede ise bizim önerimiz: Birinci ve üçüncü fıkradaki değiştirilmeye gerek
yoktur. Sadece burada dördüncü fıkranın yürürlükten kaldırılması yani cezaya
ilişkin hükmün yürürlükten kaldırılması yeterlidir, ihtiyaçlara cevap verebilir
niteliktedir.
Tasarının 4’üncü
maddesinde de bir değişiklik gelmiş. Burada da yapılan düzenlemede olay
doğrudur. Yalnız geçici 1’inci maddeye biz bir hususun da eklenmesini istiyoruz
değerli arkadaşlarım. O da “Deprem sigorta poliçesi ve başka hiçbir belge
aranmaksızın.” ibaresinin eklenmesini istiyoruz. Nedeni şu: Değerli
arkadaşlarım, bugün yapı kullanma izni İmar Kanunu’nun 30’uncu maddesine göre
veriliyor. Şimdi burada bu kanunun getiriliş amacı halkımıza kolaylık sağlamak.
Ancak uygulamada, yapı kullanma izni cins tahsis belgesinin yanında, bu Yasa’da
yazılmamasına rağmen, “deprem sigorta poliçesi” kelimesi yazılmamasına rağmen
uygulamada tapu daireleri tarafından deprem sigorta poliçesi aranmaktadır.
Dolayısıyla 30 bağımsız bölümlü bir yer düşünün, 28 tanesinin siz poliçesini
bulun, 2 tanesini bulamadığınız zaman bunu gerçekleştiremiyorsunuz, o zaman bu
yasayla yapmaya çalıştığınız kolaylık ortadan kalkıyor. Fiilen kat irtifak
sahiplerinin hepsinin toplanma zorunluluğu doğuyor. O zaman sizin ileri
sürdüğünüz iddia ortadan kaldırılmış oluyor. Çünkü tapu daireleri 587 sayılı
Kanun Hükmünde Kararnamenin 12’nci maddesinde “Kamu kuruluşları, zorunlu deprem
sigortasının yaptırılmış ve priminin ödenmiş olduğu belgelenmedikçe bu
sigortaya tabi binalarla ilgili tapu tescil işlemleri dahil hiçbir işlem
yapamazlar.” Şimdi, değerli arkadaşlarım, bu, Kanun Hükmünde Kararname, yani
değeri kanuna eşit. Şimdi, bu konuyu siz bir genelgeyle çözemezsiniz. Ben tapu
müdürü olsam, buna göre benim önüme iş gelse, ben deprem sigorta poliçesi
isterim.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın
Öztürk, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Devamla) – O nedenle, olayı çözmek için, kanunun amacına uygun bir şekilde
olayı sağlamak için geçici maddeye aynen şunu eklemek lazım: “Deprem sigorta
poliçesi dâhil başkaca belge aranmaz.” Zaten geçici maddede düzenliyoruz, zaten
buna ilişkindir. Ana maddede düzenleyemeyiz. Yani, deprem sigorta poliçesinin
kaldırılması zaten doğru değildir. O nedenle, sadece kat irtifaklı yapılarda
kat mülkiyetine geçiş sırasında, o geçici maddede, bunun düzenlenmesi
gerektiğini düşünüyoruz.
Muhalefet
şerhimizde belirttiğimiz ve açıkladığımız hususlar Hükûmet tarafından, Sayın
Bakan tarafından ve AKP Grubu tarafından dikkate alınırsa olayı kazasız belasız
götürürüz, bir daha bu yasa tasarısı tekrar Türkiye Büyük Millet Meclisinin
gündemini işgal etmez. Söylediğimiz hususların dinlenileceğine, kulak
verileceğine inanıyoruz. Biz sadece teknik nedenlerle bu olaya baktık, hiçbir
siyasi ön yargımız yoktur.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
Öztürk, teşekkür ediyorum.
AK PARTİ Grubu
adına, Bartın Milletvekili Sayın Yılmaz Tunç, buyurun. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
AK PARTİ GRUBU
ADINA YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 409 sıra
sayılı Kat Mülkiyeti Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun
Tasarısı’nın geneli üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu
vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Nüfusun ve
şehirleşmenin hızla artması, arsa fiyatlarının özellikle şehirlerde küçük
müstakil ev yapımına imkân vermemesi kanun koyucuyu çeşitli ülkelerde olduğu
gibi ülkemizde de kat mülkiyetini düzenlemeye, bir yapının ayrı ayrı ve başlı
başına kullanılmaya elverişli kat, daire, dükkân gibi bağımsız bölümlerinin
müstakil mülkiyete konu olmasını kabule zorlamış ve bu amaçla hazırlanan 634
sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu 1966 tarihinde yürürlüğü konulmuştur.
1966 tarihinden
itibaren Kat Mülkiyeti Kanunu’muzda günümüz ihtiyaçlarını karşılayacak
değişiklikler 2007 yılına kadar maalesef gerçekleştirilememiştir. AK PARTİ
hükûmetleri döneminde Türkiye Büyük Millet Meclisi, diğer bütün konularda
olduğu gibi, kat mülkiyeti mevzuatını da ele almış ve Kat Mülkiyeti Kanunu’nda
uygulamada ortaya çıkan sorunları giderecek önemli değişikliklerin
gerçekleştirilmesi sağlanmıştır.
2007 yılında yapılan
değişiklikle 634 sayılı Kanun’da “tek parsel, tek yapı” düşüncesinden hareketle
düzenlenen mülkiyet hakkı, ortak yerler ve onlardan faydalanma, gayrimenkulün
yönetimi, ortak giderlere katılma gibi hususlar, toplu konut uygulaması göz
önünde bulundurularak yeniden düzenlenmiştir.
Yine, 2007
yılındaki değişiklikle kat irtifakından kat mülkiyetine geçişi hızlandırmak,
tapu sicilinin güncel tutulmasını sağlamak ve bir kısım mali kayıpların
giderilmesi amacıyla da önemli değişiklikler yapılmıştır.
634 sayılı
Kanun’un 14’üncü maddesinin dördüncü fıkrasında 28 Kasım 2007 tarihinden sonra
yapıları tamamlanmış olan kat irtifaklı ana gayrimenkulde yapı kullanma izin
belgesi alındığı tarihten itibaren bir yıl içinde kat mülkiyetine geçilmesi
zorunluluğu getirilmiş, bu kanunun geçici 1’inci maddesiyle de 28 Kasım 2007
tarihinden önce tamamlanmış binalar için de iki yıl içinde kat mülkiyetine
geçilme mecburiyeti getirilmiştir.
14’üncü maddenin
dördüncü fıkrası ve geçici 1’inci maddede belirtilen süreler içinde kat
irtifakı hakkı sahiplerinden birinin veya yöneticinin yazılı uyarısına rağmen,
gerekli belgeleri vermeyen kat irtifakı hakkı sahiplerinden her birine belediye
veya mülki amir tarafından bin Türk lirası idari para cezası verilmesi hükmü
getirilmiştir.
Bu hükümlerin
getirilmesiyle hedeflenen, kat irtifakından kat mülkiyetine geçişi
hızlandırmaktır çünkü kat irtifakından kat mülkiyetine geçilememesi hâlinde
tapu kayıtları güncellenememektedir. Bu durum gerek tapu sicil kayıtlarının
gerçeğe uygun tutulmamasına ve gerekse diğer kamu kurum ve kuruluşlarıyla yargı
mercilerinde tereddütlere ve zaman kayıplarına sebep olmaktadır. Tapu
kayıtlarında arsa olarak görülen yerler üzerinde evler hatta bloklar
yapılmasına rağmen sağlıklı bilgilere ulaşılamamaktadır. Diğer yandan, kayıtlar
güncellenemediği için belediyeler vergi alacağı kayıplarına uğramaktadır.
İşte bu amaçlarla
hazırlanan tasarı 22’nci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisinde Adalet
Komisyonunda rapora bağlanmış ve İç Tüzük 77’nci maddesi gereğince de Adalet Komisyonumuzca
benimsenerek bu dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülerek
kanunlaşmıştır.
Kanunun getirdiği
düzenlemelerin uygulamada, hayata geçirilmesinde bazı aksamaların olduğu
görülmüştür. Kat mülkiyetine geçme işlemlerinin birkaç safhadan ibaret olması
sebebiyle işlem süreci uzun olmaktadır. Vergi dairesinden ilişik kesme
belgesinin alınması, kadastro müdürlüğünde cins değişikliği yapılması, DASK
poliçesinin yapılması ve tapu sicil müdürlüğündeki işlemler uzun zaman
almaktadır. Her bağımsız bölüm için DASK poliçesinin ayrı ayrı yapılması
mecburiyeti bulunduğundan, bağımsız bölüm maliklerinin tamamına ulaşmak mümkün
olamamakta ve DASK poliçesi olmadan da diğer belgeler olsa dahi işlem
sonuçlandırılamamaktadır.
Geçici 1’inci
maddedeki sürenin bitmesine yaklaşık beş ay kaldığı için, yoğun talep sebebiyle
tapu sicil ve kadastro müdürlüklerinin ve belediyelerin iş yükünün artması söz
konusudur. Bu süre içerisinde bütün kat mülkiyetine çevirme taleplerinin
karşılanması mümkün görülmemektedir ve bu işlemlerin süresinde yapılamaması
sebebiyle vatandaşlarımız ceza ödemek durumuyla karşı karşıya kalabilecektir.
Bir kat maliki kat mülkiyetine geçiş işlemlerini kendisi yaptırmak istese dahi,
diğer maliklerden herhangi birinin istememesi veya herhangi birine
ulaşılamaması hâlinde işlem gerçekleştirilememektedir. Bu nedenlerle kat
mülkiyetine geçişi daha da kolaylaştıracak değişikliklerin yapılması zorunlu
hâle gelmiştir.
Bu tasarı,
kanunda belirtilen yükümlülükleri yapmak istemesine rağmen tüm kat maliklerine
ulaşamayan vatandaşların, süresi içerisinde kat mülkiyetine geçememeleri
nedeniyle idari para cezasına muhatap olmaktan kurtaracaktır.
Yine bu tasarı,
Kat Mülkiyeti Kanunu’nun geçici 1’inci maddesinde öngörülen sürenin dolmasına
kısa bir süre kalması nedeniyle, belediyeler, tapu sicil müdürlükleri ve
kadastro müdürlüklerinde oluşan yoğunluğun, bu yerlerde görülmekte olan kamu
hizmetlerinin önemli ölçüde aksamasının önüne geçecektir.
Bu tasarı, kat
irtifakından kat mülkiyetine geçişi kolaylaştırması açısından önemli bir
tasarıdır.
Bürokrasinin
mümkün olduğunca bertaraf edilmesi suretiyle vatandaşların yükünün azaltılması
ve Türk Medeni Kanunu’nun öngördüğü tapu sicilinin güncel tutulmasını
sağlayacak ve bu alanda devletin herhangi bir mali kayba uğramaması amacıyla
kat irtifakı tesis edilmiş yapılar için resen kat mülkiyetine geçilebilmesi
hususunda reform denilecek bir düzenleme yapılmaktadır.
634 sayılı Kat
Mülkiyeti Kanunu’nun sadece 14’üncü maddesinin dördüncü fıkrası ile geçici
1’inci maddesinin yürürlükten kaldırılmasıyla bu maddelerde öngörülen cezalar
ve kat irtifakından kat mülkiyetine geçmek için belirlenen bir ve iki yıllık
süreler ortadan kaldırılarak vatandaşlarımız para cezalarına muhatap olmaktan
kurtarılmaktadır.
Kat irtifakı veya
kat mülkiyeti kurulurken talep edilen noter tasdikli listenin kaldırılması da
önemli ve gerekli bir değişikliktir. 2007 tarihli değişikliğin Hükûmet
tasarısında da bulunan ancak komisyonda tasarı metninden çıkarılan bu husus
görüşmekte olduğumuz tasarıyla çözüme kavuşmaktadır. Noter tasdikli listenin
özellikle yargıya yansıyan hâllerde ispat hukuku bakımından önemli olduğu,
noter masrafının çok fazla olmadığı, dolayısıyla vatandaşa önemli bir mali
külfet getirmediği gerekçeleriyle bu listenin kaldırılmasını muhalefete mensup
arkadaşlarımız istemediklerini ifade etmişlerdir. Arkadaşlarımızın üzerinde
ısrarla durdukları ve noter tasdikli listenin kat mülkiyetine geçişte mutlaka
istenmesi yönündeki görüşlerinin hukuki bir gerekçesinin olmadığı kanaatindeyim.
Kat irtifakı ve kat mülkiyeti kurulurken, talep edilen noter tasdikli listede
her bağımsız bölümün arsa payı, kat, daire, iş bürosu gibi nevi ve bunların
1’den başlayıp sırayla giden numarası, varsa eklentisi gösterilmekte ve bu
liste ana gayrimenkulün maliki veya bütün paydaşları tarafından noter huzurunda
imzalanmaktadır. Hazırlanan tasarıda bu listenin kaldırılması öngörülmektedir.
Çünkü, noter tasdikli listede yer alan bilgilerin tamamı kat irtifakı veya kat
mülkiyeti kurulurken tapu idaresine verilen mimari proje kapağında da yer
almakta ve ana gayrimenkulün maliki veya bütün paydaşları tarafından
imzalanmaktadır.
634 sayılı
Kanun’un 10’uncu maddesine göre kat irtifakı ve kat mülkiyeti resmî senetle ve
tapu siciline tescil ile doğmaktadır. Tapu idaresi kat irtifakını veya kat
mülkiyetini kurarken düzenlediği resmî senede yine noter tasdikli listede yer
alan bilgileri yazmakta ve ana gayrimenkulün maliki veya bütün paydaşları
tarafından bu resmî senet tapu memuru huzurunda imzalanmaktadır. Yani mevcut
uygulamada malikler hem noter tasdikli listede hem mimari projede hem de tapu
memurunca düzenlenen resmî senette gösterilmektedir. Noter sadece listeyi
değil, aynı zamanda maliklere ait nüfus bilgilerini ve vekâletnameleri de
onayladığından bu işlemlerin yapılması vatandaşlarımıza önemli bir mali külfet
getirmektedir.
Ayrıca, bütün kat
maliklerinin noter huzuruna gitmesinin gerekmesi bakımından da vatandaş için
bir külfet getirdiği açıktır.
Noter tasdikli
listenin özellikle yargıya yansıyan hâllerde ispat hukuku bakımından önemli
olduğu ileri sürülse de yargıya yansıyan hâllerde tapu memuru tarafından
düzenlenen resmî senet de ispat bakımından yeterli olmaktadır.
Diğer taraftan,
malikler listesi tapu memurunca resmî senede yazılırken mimari projeye göre işlem
yapılmaktadır. Hem mimari projede hem de tapu memurunca düzenlenen resmî
senette maliklerin listesi yer aldığından ayrıca noter tasdikli listenin
istenmesi vatandaşlarımıza gereksiz yere yük getirmekte olup, bu değişiklikle
vatandaşlara işlem kolaylığı sağlanmış olacak, gereksiz bürokratik işlemlerin
önüne geçilecektir.
Tasarıya göre,
634 sayılı Kanun’un mevcut 12/a maddesinde yer alan “vaziyet planı” ibaresi
madde metninden çıkarılmakta ve kat irtifakı veya kat mülkiyeti kurulurken
mimari projenin tapu idaresine verilmesi öngörülmektedir.
Yine, muhalefete
mensup milletvekillerimiz özellikle toplu yapılarda vaziyet planının tapu
idaresine verilmesinin önemli olduğunu öne sürerek bu değişikliğe itiraz
etmektedirler.
Vaziyet planı
mimari projenin eki olduğu için “vaziyet planı” ibaresi 12/a maddesinden, madde
metninden çıkarılmıştır. Mimari proje tapu idaresine verildiğinde bu projenin
ekleri, dolayısıyla vaziyet planı bu proje ile birlikte tapu idaresine
verilecektir.
“12/a maddesinde
mimari projenin diğer ekleri sayılmadığından vaziyet planı da sayılmasın.”
mantığı ile söz konusu değişiklik yapılmıştır.
Ayrıca, toplu
yapı uygulamasında kat mülkiyetinin ve kat irtifakının tesisine, aranacak
belgelere, tapuda yapılacak işlemlere ilişkin hususlar ilgili yönetmeliğe göre
yapılmaktadır. Bu yüzden vaziyet planının toplu yapılar bakımından önem arz
ettiği gerekçesiyle 12/a maddesine “vaziyet planı” ibaresinin eklenmesinin
istenilmesi gereksizdir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bu tasarının kanunlaşmasından sonra, yapı kullanma
izin belgesi alacak yapıların yapı kullanma izin belgesinin belediyece tapu
idaresine gönderilmesi üzerine kat mülkiyetine geçişin kadastro ve tapu
müdürlüklerince resen yapılması, böylece tapu sicilinin güncellenmesi hızlanmış
olacaktır. Bu tasarının kanunlaşmasından önce yapı kullanma izin belgesi alan
yapıların sahiplerinin müracaatı veya yapı kullanma izin belgesinin belediyece
tapu idaresine gönderilmesi üzerine kat mülkiyetine geçişin kadastro ve tapu
müdürlüklerince resen yapılması bir reformdur. Vatandaşlarımızın üç ayrı
taleple yapmak zorunda oldukları işlemler kaldırılıp işlem sürecinde önemli bir
iyileşme olacaktır.
Sonuç olarak
tasarının yasalaşmasıyla vatandaşımız yapı kullanma izin belgesi olduğu hâlde
kadastro ve tapu sicil müdürlüğüne toplamda 3 defa müracaat edip işlem
yaptırmaktan, araç tutup memur götürmekten, her seferinde döner sermaye ücreti
ödemekten, apartmandaki daire maliklerini yurt içi-yurt dışı aramaktan,
anayasal hakkı olduğu hâlde mülküne, mülkiyetini yansıtamamaktan, kurumlar
arası kuryelikten, süreye bağlanmış işlemi yetiştirememekten, devletinin
kendisine ceza kestiği düşüncesinden kurtulacaktır. Diğer taraftan da tapu ve
kadastro kayıtlarının güncellenmesi ve dolayısıyla vergi tahakkukunun gayrimenkulün
gerçek değeri üzerinden yapılması sağlanacaktır.
Bu duygu ve
düşüncelerle tapuda vatandaşlarımıza büyük kolaylıklar getiren bu tasarının
yasalaşarak ülkemize, milletimize hayırlı olmasını diliyor, tasarının
hazırlanmasında emeği geçenlere teşekkür ediyor, hepinizi sevgiyle, saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim.
Soru-cevap işlemi
gerçekleştireceğiz.
Buyurun Sayın
Işık.
ALİM IŞIK
(Kütahya) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım,
bildiğiniz gibi, Bakanlığınız gerek il müdürlükleri gerekse tapu ve kadastro
müdürlüklerinde personel sıkıntısı had safhadadır. Gerçekten, Kütahya
Bayındırlık İskân İl Müdürlüğü ve Tapu Kadastro Müdürlüklerine ben bizzat
gittim, gördüm; ciddi anlamda bir iş yükü yoğunluğu var. Bu konuda
Bakanlığınızın hangi çalışmaları var? Bu personel sıkıntısını nasıl
çözebileceğiz?
İki: Bu tasarı
kanunlaştığında, kat irtifakının kat mülkiyetine resen çevrilmesiyle
vatandaşlarımız herhangi mali yük altına girecekler mi? Yani, sonradan bir ekonomik
sıkıntı yine gündeme gelecek mi?
Son sorum da
mahkemelik gayrimenkullerdeki kat mülkiyetine geçişte yaşanacak sorunlar nasıl
çözülecek? Mahkemelik olanlar, mahkemelik durumdaki gayrimenkullerdeki bu
mülkiyet problemini nasıl çözeceksiniz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ederim.
Sayın Taner,
buyurun.
RECEP TANER (Aydın) – Sayın Bakan, görüşmekte olduğumuz
Kat Mülkiyeti Kanunu ile bugüne kadar iki yetkili birimden noter tamamen
kaldırılmakta. Noterle ilgili yargıya düşmüş olan ihtilaflarda, çözüm
noktasında sıkıntı olacağı kanaatine katılmıyor musunuz?
İki: Hâlen
oturulmakta olan ama yapı kullanma izin belgesi olmayan binalarla ilgili ne tür
bir düzenleme düşünüyorsunuz? Burada kanunun herhangi bir şeyi yok. O konuda
bilgi verirseniz memnun olurum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Sayın Bakanım,
buyurun.
BAYINDIRLIK VE
İSKÂN BAKANI MUSTAFA DEMİR (Samsun) – Sayın Başkanım çok teşekkür ediyorum.
Öncelikle ilk
soruya… Personel sıkıntısı noktasında
çalışmalarımız devam ediyor. İlave personel alımları yapılacak fakat bu arada,
yeni bir personel değerlendirmesi konusunda bir çalışmamız var. Belli yerlerde
personel sıkıntısı var. Kısa zamanda bunları giderme gayreti içerisinde
olacağız.
“Kat
irtifakından, kat mülkiyetine geçişte ilave bir mali yük binecek mi?” Binmiyor.
Döner sermaye olarak alınan harçları da bu süreçle alakalı olarak kaldırmış
oluyoruz. Mahkemelik olan gayrimenkullerle ilgili eğer kat irtifakından, kat
mülkiyetine geçişini engelleyecek bir mahiyeti varsa, dolayısıyla mahkeme
neticelenene kadar işlem yapılamayacağı açıktır.
Sayın Taner’in
sorusu itibarıyla, “Bağımsız bölüm listelerinin noterlerden onaylanmasının
kaldırılması durumunda yani noter onaylı bağımsız bölüm listesinin kat irtifakı
aşamasında istenmemesi durumunda bir sıkıntı doğar mı?” Doğmaz. Çünkü tapu
dairelerinde zaten resmî senet olarak o bağımsız bölüm listeleri çok detaylı
olarak bizzat tanzim ediliyor, malikler tarafından aynen tapu takriri
alırcasına imza altına alınıyor. İzin belgesi olmayan meskenlerle ilgili yapı
kullanma izin kâğıdı olmayan kat irtifakı kurulmuş bağımsız bölümlerle alakalı
burada yaptığımız düzenleme onu kapsamıyor. Bununla ilgili ileride bir çalışma
şu anda yapıyoruz. Oradaki özel durumlarla ilgili önümüze ne çıkacağını yapılan
çalışma neticesinde anlayacağız, ona göre bir düzenleme yapma imkânı olabilir.
Teşekkür ediyorum
Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Teşekkür
ederim.
Görüşmeler
tamamlanmıştır. Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
1’inci maddeyi
okutuyorum:
KAT
MÜLKİYETİ KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA İLİŞKİN
KANUN
TASARISI
MADDE 1-
23/6/1965 tarihli ve 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanununun 3 üncü maddesinin
üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Kat irtifakı
arsa payına bağlı bir irtifak çeşidi olup, yapının tamamı için düzenlenecek
yapı kullanma izin belgesine dayalı olarak, bu Kanunda gösterilen şartlar
uyarınca kat mülkiyetine resen çevrilir. Bu işlem, arsa malikinin veya kat
irtifakına sahip ortak maliklerden birinin istemi ile dahi
gerçekleştirilebilir.”
BAŞKAN –Madde
üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Afyonkarahisar Milletvekili Halil
Ünlütepe.
Buyurun Sayın
Ünlütepe. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA
HALİL ÜNLÜTEPE (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 409
sıra sayılı Kat Mülkiyeti Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun
Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, nüfus artışı, kentleşme, arsa üretimindeki sıkıntılar
insanları toplu yaşamaya yönlendirmiş, bunun getirdiği sonuçlar için de
sorunları çözmek amacıyla 634 sayılı Kat Mülkiyeti Yasası 1965 yılında
yürürlüğe girmiştir. Değişim sonucu yeni doğan sorunlar nedeniyle ve Yasa’nın da
yeterince ihtiyaçları karşılayamaması gerekçesiyle bu Yasa’da 1969 yılında,
1983 yılında, 1992 yılında, 2000 ve 2007 yıllarında ciddi kapsamlı
değişiklikler yapılmıştır. Şimdi yapılan değişikliklerle de Yasa, hemen hemen
yamalı bir bohça hâline dönüşmüş durumdadır. Elbette bu Yasa yürürlüğe
girdikten sonra, çeşitli tarihlerde ihtiyaçlardan kaynaklanan değişiklikler de
yapılmış. Kat Mülkiyeti Yasası’nda bütünlüğü bozacak şekilde parça parça
değişiklikler yapmak yerine, imar hukuku ile bağlantıları gözetilerek yeni bir
düzenleme yapılmasının daha faydalı olacağı tartışmasızdır. Kat Mülkiyeti
Yasası, günümüz koşullarında uygulaması yönünden herkesi yakinen ilgilendiren
bir yasadır, uygulaması en yaygın olan bir yasadır. Bu nedenle, anlaşılabilir,
uygulanabilirliği basit olan yeni bir düzenleme daha uygun olacaktır diye
düşünüyorum.
Sevgili
arkadaşlar, Kat Mülkiyeti Yasası üzerinde bundan bir buçuk yıl önce yirmi dört
maddede değişiklik yapmıştık. Kapsam genişti ama yasa tasarısı, bir buçuk yıl
önce, Parlamentonun gündemine İç Tüzük’ün 77’nci maddesi gerekçe gösterilerek,
bir de temel yasa kapsamı içinde yeterince tartışılmadan geçmiştir ve aradan
bir buçuk yıl geçiyor, bir buçuk yıl önce değiştirdiğimiz kanun maddelerini
bugün tekrar, yeniden değiştirme ihtiyacı duyuyoruz. Elbette, Kat Mülkiyeti
Yasası’nın getirdiği değişiklikler zamana uyum sağlayabilmek amacıyladır ama
eğer bir yasa bir buçuk yıl sonra tekrar Parlamentonun gündemine getiriliyorsa
o yasanın ilk hazırlanışında ciddi aksaklıkların olduğunu da düşünmek
zorundayız. Bir parlamento bir buçuk yıl sonrasını göremiyorsa, o parlamento
yasa yapma tekniği açısından ciddi sıkıntılara düşmüş demektir.
Bakın, biraz
sonra görüşeceğimiz 2’nci maddeyle ilgili, aynı tasarı, bir buçuk yıl önce
Parlamentonun gündemine getirilmiş, Komisyonda tartışılmış, Komisyonda -o zaman
Adalet Komisyonu Başkanı Sayın Köksal Toptan- bilim adamları dinlenmiş
-Parlamentoda o dönem iki siyasi parti var- iki siyasi partinin grup
temsilcileri o maddeyi tartışmış, Yargıtay düşüncesini söylemiş ve Sayın Köksal
Toptan’ın sözleriyle “Kat Mülkiyeti Kanunu’ndaki 12’nci madde, 634 sayılı
Kanun’un 12’nci maddesi aynen korunmalıdır, hiçbir değişikliğe gidilmemelidir.”
demiştir.
Bir buçuk yıl
geçiyor, bir buçuk yıl sonra, bu tasarı gene aynen Komisyonun gündemine ve
şimdi de Genel Kurulun gündemine getiriliyor. Bir buçuk yıldır bu Yasa’nın
uygulanmasında ne tür aksaklıklar doğdu? Hangi gerekçeler var? Bu gerekçelerin
hiçbirisi yok. Görüşmelerde Yargıtay gene, ısrarla, eski düşüncesinde duruyor. Buna
rağmen uygulamada ne tür aksaklık doğduğu ileri sürülmemesine rağmen ısrarlı
bir şekilde bu yasanın tekrar görüşülmesi isteniyor. Bunu Sayın Bakanla
görüştüm. Perşembe günü, Sayın Bakanla Meclis Genel Kurulunda görüştüm. Eğer bu
konuda hukuksal açıdan bir sıkıntı olursa 2’nci maddeyi geri çekeceğini
söyledi. Bir bakanın sözüne güvenmeyip de kimin sözüne güveneceksiniz ki?
Şimdi, görüşüyorum, Sayın Bakan “Ben bu konuda ısrarlıyım, geçirilmesinden
yanayım.” diyor! Peki, Sayın Bakan, bir buçuk yıl önce bu yasa taslağı
Komisyona geldiğinde, Komisyonda, bu tasarının yanlış olduğunu hem Adalet ve
Kalkınma Partisinin 22’nci Dönem milletvekilleri hem Cumhuriyet Halk Partisinin
22’nci Dönem milletvekilleri toptancı bir görüşle, ittifakla kabul etmişlerdi;
şimdi, hangi gerekçeleri ileri sürerek bunu kaldırma ihtiyacı duyuyoruz?
Siyaset ciddi bir
iştir. Siyaset adamı kolay yetişmez ama bir siyasetçi perşembe günü bir
parlamentere “Ben bu yasanın 2’nci maddesini çekiyorum.” deyip de bugün
“Çekmiyorum.” diyorsa… Sayın Bakan, çabucak eskidiniz, çabucak. Bakanın sözüne
güven duyulur. bakanın sözüne güven duyulur. O sözü vermeseydiniz keşke. O
düşüncelerinizi keşke bizimle paylaşmasaydınız. O konuda ısrarcı olabilirsiniz.
O ısrarcı davranışınıza saygı duyarım sonuna kadar ama bir bakan, perşembe günü
Meclisin içinde “peki” demesine rağmen bugün farklı düşünüyorsa… Sayın Bakan,
bir hafta on beş gün sonra başka bir değişiklikle gelmeyeceğinizin bana ne tür
garantisini verebilirsiniz ki? Nasıl güven duyulabilir ki bu Hükûmete? Nasıl
güven duyulabilir ki bu Hükûmetin getirdiği bürokratlara? Yani, bu işin bir
ciddiyeti olur, yasa yapmanın bir tekniği olur. Bunlar yok. Bunlar yok.
Yenisiniz Sayın Bakan ama daha önce komisyon başkanlığı yaptınız, onun
getirdiği olanakları iyi değerlendirmeniz lazımdı. Bir parlamenter, bir
siyasetçi söz vermişse, o sözü yanlış da olsa arkasında durur. Durmanız gerekir
Sayın Bakan, durmanız gerekirdi daha doğrusu. Ama, tabii ki siz farklı
düşünebilirsiniz. Çünkü dün siyasette “Dün dündür, bugün bugündür.” diyenleri
gördük. Peki, bir buçuk yıl önce bu Kat Mülkiyeti Kanunu’nun yirmi dört
maddesinde değişiklik yapılırken Cumhuriyet Halk Partili milletvekilleri olarak
bizler, getirdiğiniz kat irtifakından kat mülkiyetine geçişteki cezaların
yanlış olduğunu 22’nci Dönemde hem Parlamentoda hem Komisyonda söyledik. Şimdi,
bizim dediğimize bir buçuk yıl sonra geliyorsunuz. Bu yurttaşa bu kadar ezayı,
cefayı çektirmek sizi üzmedi mi? Bir buçuk yıl sonra bizim dediğimize
geliyorsunuz. Bu cezaları kaldırıyoruz bugün. Peki, bir buçuk yıldır niçin bu
kat sakinlerine bu cezayı uygun gördünüz? Bunun gerekçesi nedir? O gün de
Cumhuriyet Halk Partili milletvekilleri Adalet Komisyonunda bu tür bir
düzenlemenin yanlış olduğunu söyledi. O tür bir düzenleme Anayasa’nın mülkiyet
hakkına karşıdır. Benim kendi mülkiyetimde ne tür davranışlar içerisinde
olacağıma, ne tür hareket edeceğime dair yasal bir düzenleme yapamazsınız,
yapamazsınız! Ama o gün de birileri size, o günkü Sayın Bakana bir şeyler
söyledi, ikna ettiler, cezai yaptırım.. Tabii ki o cezai yaptırımdan dolayı
başınız ağrıdı, bizim de devamlı, bir buçuk yıldır başımız ağrıyordu ve biz bir
buçuk yıldır kamuoyunda onu söylüyorduk, “Bunu yapan Adalet ve Kalkınma
Partililer.” diyorduk, “Biz onları uyardık, bu Yasa’da değişiklik gerekir.”
diyorduk. Şimdi, bu Yasa’nın değiştirilmesi yönünde sizlerle hemfikiriz ama
12’nci maddede yapılan o değişiklik konusunda hukuksal açıdan ciddi
endişelerimiz var, onu paylaşmaya çalıştık.
Bazı şeylerde,
hukuk kurallarında maddi ölçüler düşünemezsiniz. İspat hukuku açısından gerekli
olan koşullar var. Kat Mülkiyeti Kanunu’nda ciddi değişiklikler yapılmadı ama
bu tür bir değişikliğin getireceği faydalar dilerim iyi olur ama hakikaten
hukuksal alanda uygulanması açısından sıkıntılar göreceğinizi hissediyorum ve
görüyorum.
Sayın Başkan,
değerli arkadaşlarım; Parlamentonun çalışma programının bitmesine yakın olan
günlerde gelen yasalardan birini görüşüyoruz.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HALİL ÜNLÜTEPE
(Devamla) – Bağlıyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun
Sayın Ünlütepe.
HALİL ÜNLÜTEPE
(Devamla) – Elbette her madde üzerinde görüşmeler yapılsaydı çok daha yararlı
olurdu ama geneline baktığımızda toplumun lehine olan yasalar, geneline
baktığımızda Cumhuriyet Halk Partisinin bir buçuk yıl önce söylediği bu
cezaların verilmesinin yanlışlığını bir buçuk yıl sonra düzeltiyorsunuz. İşte,
Türkiye’yi bizim en az bir buçuk yıl gerimizden idare etmeye kalkıyorsunuz ve
öyle yönetiyorsunuz.
Açıkçası bu
konuda size desteğiz ama güven duygusu açısından baktığınızda Sayın Bakan,
bakanın sözüne güvenilmelidir, bir bakan siyaset yapıyorsa, siyaset adamıysa
çok daha ciddi davranışlar içinde olmalıdır diyorum.
Bu yasanın hem
toplumumuz için hem yüce Meclisimiz için hayırlı ve uğurlu olması dileğiyle,
yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim.
Gruplar adına
başka söz talebi? Yok.
Şahısları adına?
Yok.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2’nci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 2- 634
sayılı Kanunun 12 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi aşağıdaki şekilde
de-ğiştirilmiş ve (c) bendi yürürlükten kaldırılmıştır.
“a)
Anagayrimenkulde, yapı veya yapıların dış cepheler ve iç taksimatı bağımsız
bölüm, eklenti, or-tak yerlerinin ölçüleri ve bağımsız bölümlerin konum ve
büyüklüklerine göre hesaplanan değerleriyle oranlı arsa payları, kat, daire, iş
bürosu gibi nevi ile bunların birden başlayıp sırayla giden numarası ve
bağımsız bölümlerin yapı inşaat alanı da açıkça gösterilmek suretiyle, proje
müellifi mimar tarafından yapılan ve anagayrimenkulün maliki veya bütün
paydaşları tarafından imzalanan, yetkili kamu kurum ve kuruluşlarınca onaylanan
mimarî proje ile yapı kullanma izin belgesi.”
BAŞKAN – Madde
üzerinde söz talebi? Yok.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3’üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 3- 634
sayılı Kanunun 14 üncü maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları aşağıdaki şekilde
değiştirilmiş ve dördüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır.
“Henüz yapı
yapılmamış veya yapısı tamamlanmamış bir arsa üzerinde kat irtifakının
kurulması ve tapu siciline tescil edilmesi için o arsanın malikinin veya bütün
paydaşlarının buna ait istem ile birlikte 12 nci maddenin (a) bendine uygun
ola-rak düzenlenen proje ile (b) bendindeki yönetim plânını tapu idaresine
vermeleri lazımdır. Kat mülkiyetine geçişte ayrıca yönetim plânı istenmez.”
“Yapının
tamamlanmasından sonra kat irtifakının kat mülkiyetine çevrilmesi, kat
irtifakının tesciline ait resmi senede ve 12 nci maddede yazılı belgelere
dayalı olarak, yetkili idarece yapı kullanma izin belgesinin verildiği tarihten
itibaren altmış gün içinde ilgili tapu idaresine gönderilmesi üzerine resen
yapılır.”
BAŞKAN – Madde
üzerinde söz talebi? Yok.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
4’üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 4- 634
sayılı Kanunun geçici 1 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiş-tirilmiştir.
“GEÇİCİ MADDE 1-
Bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce kat irtifakı kurulmuş ve üzerindeki
yapılar tamamlanıp yapı kullanma izin belgesi alınmış yapılarda, kat irtifakına
sahip ortak maliklerden birinin başvurusu veya yapı kullanma izin belgesinin
yetkili idarece tapu idaresine gönderilmesi üzerine kat mülkiyetine resen
geçilir.”
BAŞKAN – Madde
üzerinde söz talebi? Yok.
Bir adet önerge
vardır, önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan
409 sıra sayılı Kat Mülkiyeti Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun
Tasarısının çerçeve 4 üncü maddesi maddesinin aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Ali Rıza
Öztürk Halil Ünlütepe Ferit Mevlüt Aslanoğlu
Mersin Afyonkarahisar Malatya
Turgut
Dibek Şevket
Köse
Kırklareli Adıyaman
"Madde 4-
634 sayılı Kanunun geçici 1 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
Geçici Madde 1-
Bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce kat irtifakı kurulmuş ve üzerindeki
yapılar tamamlanıp yapı kullanma izin belgesi alınmış yapılarda, kat irtifakına
sahip ortak maliklerden birinin başvurusu veya yapı kullanma izin belgesinin
yetkili idarece tapu idaresine gönderilmesi üzerine zorunlu deprem sigortası
poliçesi dâhil başkaca hiçbir belge aranmaksızın kat mülkiyetine resen
geçilir."
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU
BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Yeter sayı nedeniyle takdire bırakıyoruz.
BAŞKAN – Hükûmet?
BAYINDIRLIK VE
İSKÂN BAKANI MUSTAFA DEMİR (Samsun) – Katılıyoruz.
BAŞKAN –
Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Kat irtifakından
kat mülkiyetine geçişi kolaylaştırmak amacıyla kat mülkiyetine geçişte ana
gayrimenkulün yapı kullanma izin belgesi yeterli ve gerekli koşul görülmüş iken
uygulamada tapu dairelerinin 587 sayılı Zorunlu Deprem Sigortasına Dair Kanun
Hükmünde Kararnamenin 12 nci maddesinin ikinci fıkrasındaki " ... kamu
kuruluşları zorunlu deprem sigortasının yaptırılmış ve priminin ödenmiş olduğu
belgelenmedikçe bu sigortaya tabi binalarla ilgili tapu tescil işlemleri dâhil
hiçbir işlem yapmazlar." Hükmüne dayanarak her bağımsız bölüm için zorunlu
deprem sigortası yaptırıldığına dair sigorta poliçesi istemektedirler. Bu da
uygulamada kat mülkiyetini geçiş sırasında kat irtifak sahiplerinin tümünün
aranıp bulunmasını zorunlu hale getirmektedir. Böylece kat irtifak sahiplerinin
tamamı olmadan geçişi mümkün kılan bu kanuni düzenlemenin pratik olarak
geçersiz kalması sonucu doğmaktadır. Bu da bu Tasarının getiriliş temel amacına
esaslı bir aykırılık oluşturmaktadır. Önerge ile getirilmesi istenilen
değişiklik ile geçici 1 inci maddenin " … gönderilmesi üzerine" ibaresinden
sonra "zorunlu deprem sigortası poliçesi dahil başkaca hiçbir belge
aranmaksızın" ibaresi eklendiği takdirde adı geçen 587 sayılı kanun
Hükmünde Kararnameye dayanarak her bağımsız bölüm için zorunlu deprem sigortası
poliçesi istenilmeyecek, kat mülkiyetine geçişte bütün kat irtifak sahiplerinin
aranıp bulunulması söz konusu olmayacak, vatandaşlar da gereksiz bir yükten
kurtulacak ve böylece Tasarının getiriliş amacı gerçekleştirilmiş olacaktır.
BAŞKAN –
Gerekçesini dinlediğiniz, Hükûmetin katıldığı, Komisyonun takdire bıraktığı
önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Kabul edilen
önerge doğrultusunda 4’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
5’inci maddeyi
okutuyorum:
Madde 5- 634 sayılı Kanuna aşağıdaki
geçici madde eklenmiştir.
“GEÇİCİ MADDE 2-
28/11/2007 tarihinden önce kurulan toplu yapılara ait yönetim planlarının bu
Kanun hükümlerine uyarlanması amacıyla yapılacak ilk değişiklik için mevcut kat
malikleri kurulunun salt çoğunluğu yeterlidir. Mevcut toplu yapı yönetimleri,
değiştirilen yönetim planına göre yeni yöneticiler seçilinceye kadar geçici
yönetim olarak görevini sürdürür. Toplu yapı yöneticisi seçimi, en geç yönetim
planının değiştirilmesini takip eden üç ay içinde yapılır.”
BAŞKAN – Madde
üzerinde söz talebi? Yok.
Bir adet önerge
vardır, önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
Kat Mülkiyeti Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının 5 inci
maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
|
Halil Ünlütepe |
Ali Rıza Öztürk |
Turgut Dibek |
|
Afyonkarahisar |
Mersin |
Kırklareli |
|
Ferit Mevlüt Aslanoğlu |
|
Şahin Mengü |
|
Malatya |
|
Manisa |
“Madde 5- 634
sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
Geçici Madde 2-
Bu Kanunun yürürlük tarihinden önce kurulan toplu yapılara ait yönetim
planlarının, bu Kanun hükümlerine uyarlanması amacıyla yapılacak ilk değişiklik
için mevcut kat malikleri kurulunun salt çoğunluğu yeterlidir. Mevcut toplu yapı
yönetimleri, değiştirilen yönetim planına göre yeni yöneticiler seçilinceye
kadar geçici yönetim olarak görevini sürdürür. Toplu yapı yöneticisi seçimi, en
geç yönetim planının değiştirilmesini takip eden üç ay içinde yapılır.”
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU
BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Yüksek takdire bırakıyoruz efendim.
BAŞKAN – Hükûmet?
BAYINDIRLIK VE
İSKÂN BAKANI MUSTAFA DEMİR (Samsun) - Katılıyoruz Başkanım.
BAŞKAN –
Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
5711 sayılı Kanunun
Geçici 3 üncü maddesi, Kanunun yürürlüğe girmesinden önce kurulan toplu
yapılara ait yönetim planlarını, altı aylık süre içinde 634 sayılı Kanuna
uyarlama olanağını sağlayan bir düzenleme olup, bu sürenin dolmuştur.
Tasarının 5 inci
maddesi ile Kanuna eklenmesi öngörülen Geçici 2 nci maddede; yönetim
planlarının bu Kanun hükümlerine uyarlanmasının, 28/11/2007 tarihinden önce
kurulan toplu yapılar yerine, bugüne kadar geçen süre içinde kurulan toplu
yapılara uygulanması ile bir boşluğun oluşmasını önlemek amacıyla bu değişiklik
önergesi verilmiştir.
BAŞKAN –
Gerekçesini dinlediğiniz, Hükûmetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Kabul edilen
önerge istikametinde 5’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
6’ncı maddeyi
okutuyorum:
MADDE 6- Bu Kanun
yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN – Madde
üzerinde söz talebi? Yok.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
7’nci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 7- Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN – Madde
üzerinde söz talebi? Yok.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Tasarının tümünü
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Böylece tasarı
kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır. Milletimiz için hayırlı olmasını diliyorum.
Saat 20.15’te
toplanmak üzere birleşime ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 19.25
ÜÇÜNCÜ
OTURUM
Açılma
Saati: 20.21
BAŞKAN:
Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER: Yusuf COŞKUN (Bingöl), Fatma SALMAN KOTAN (Ağrı)
BAŞKAN –
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 108’inci
Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
Görüşmelere devam
edeceğiz.
3’üncü sıraya
alınan Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarıları ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu’nun
görüşmelerine başlayacağız.
3.-
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarıları ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/688,
1/703, 1/684, 1/696) (S. Sayısı: 384)(x)
BAŞKAN - Sayın
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon raporu
384 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü
üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Yalova Milletvekilimiz Muharrem
İnce, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Eskişehir Milletvekili Sayın
Beytullah Asil.
İlk söz
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Yalova Milletvekili Muharrem İnce’ye aittir.
Sayın İnce,
buyurun efendim. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA
MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Konuşmama
başlamadan önce, bugün burada gündem dışı olarak Karaman Milletvekili Sayın
Mevlüt Akgün, 732’nci Türk Dil Bayramı’nı kutladı, ben de kutluyorum ama ne
tesadüf ki bugün bu saatlerde, bu Parlamento “Medipol Üniversitesi”ni kabul
edecek. Ben “Medipol”ün ne anlama geldiğini bilmiyorum, 3-4 tane doktor
arkadaşıma telefon açtım, onlar da bilmiyor. Eğer bu yüce Meclis içerisinde
“Medipol”ün ne anlama geldiğini bilen varsa lütfen bana açıklasın. Bence bu
isim Genel Kurul aşamasında mutlaka değiştirilmeli.
Bir diğeri, yine
Anadolu topraklarının en büyük değerlerinden birisi olan, hatta insanlığın en
büyük değerlerinden birisi olan “Mevlânâ” isminin bir vakıf üniversitesine
verilmesini de doğru bulmuyorum. Bu bir devlet üniversitesi olabilirdi, çok da
şık olurdu, çok da doğru olurdu, biz de gönül rızasıyla bunu desteklerdik. Ben,
Genel Kurulda “Mevlânâ Üniversitesi” isminin ve “Medipol Üniversitesi” isminin
değiştirileceği umudunu taşıyarak konuşmama başlıyorum.
Sayın
milletvekilleri, yedi yılda 41 devlet üniversitesi kuruldu, 15 vakıf
üniversitesi kurulmuştu, bugün de 7 tane daha kurulacak, 22 vakıf üniversitesi.
Toplam 94 devlet üniversitesi ve 45 vakıf üniversitesi. Üniversite konusu, ne
yazık ki hep yanlış tartışıldı. “Senin ilinde var mı, yok mu? Benim ilimin
ekonomik yaşamına, ticari yaşamına ne katkı sağlayacak?” gibi dünyanın hiçbir
yerinde üniversite kurulurken tartışılmayan şeyler ne yazık ki bizde böyle
tartışıldı, üniversiteye hep böyle baktık. Çok ucuz bir bakış açısıydı bu ve
üniversite konusunu, şöyle bir on beş yirmi yılı incelediğimizde, Meclis
tutanaklarına baktığımızda, ne yazık ki milletvekilleri, muhalefet milletvekili
oldukları dönemlerde çok doğru şeyler söylemişler ama iktidar milletvekili
olduğu dönemlerde bu görüşlerinden vazgeçmişler. Örneğin, 1999 yılında bir
sayın milletvekili, daha sonra Millî Eğitim Bakanı olan bir sayın milletvekili
“Bugün vakıf üniversitelerimiz dâhil, yetmiş iki üniversitemiz vardır. Bu
üniversitelerin –üzülerek söylüyorum- birçoğunun çok ciddi boyutta eksiklikleri
vardır, çok ciddi boyutta aksaklıkları vardır. Ben bu tabiri kullanmak istemiyorum
ama bunların bir kısmı tabela üniversiteleridir.” diyor, çok da doğru söylüyor,
ama kendisi bakan olduğunda kurulan Ardahan Üniversitesinin bir tabelası bile
yoktu. Bunu ne yazık ki tartışmanın dışında tutuyor.
Sayın
milletvekilleri, altmış beş yeni üniversite… Peki ne yaptık, farklı bir şey
yaptık mı? Aynı iktisadi ve idari birimler fakültesini, aynı mühendislik
fakültelerini, aynı fen-edebiyat fakültelerini, aynı hukuk fakültelerini
kurduk. Oysa dünyadaki üniversitelerin yapısı değişti. Biz bu kurduğumuz devlet
üniversitelerinde de, vakıf üniversitelerinde de, hiçbirinde ne yazık ki bu
değişimi yakalayamadık ve üniversite konusunu bu Mecliste tartışırken şöyle
demedik: Üniversite bir araştırıcılar topluluğu mu olacak, bir yetiştirme
ortamı mı olacak birey için, yoksa toplumun hizmetinde bir üniversite mi
istiyoruz? Üniversite entelektüel bir kalıp mı olacak? Eğitimin ekonomik
yaşamda temel bir görev üstlendiğini önemseyen bir üniversite anlayışı mı,
üretim faktörüne dönüşmüş bir üniversite mi? Bu tartışmaların hiçbirini ne
yazık ki burada yapmadık. “Benim ilimde ne zaman olacak, senin ilinde kaç tane
var?” tartışmasının ötesine gidemedi.
Bu Meclis
kürsüsünden hiçbir zaman –yedi yıldır bu Komisyonun üyesiyim- ne yazık ki
üniversitelerin altyapı sorunlarını tartışmadık. Yurt, barınma sorunlarını
tartışmadık ama rektör atamalarını çok tartıştık. Hatta öyle oldu ki rektör
atamaları üniversite kurulmasının çok önünde oldu.
Bakınız, 2002
yılında Kredi ve Yurtlar Kurumundaki yurt kapasitemiz 185 bin, bugünkü
kapasitemiz 208 bin. Sadece 23 bin artmış. 2008-2009 eğitim-öğretim yılında 552
bin öğrenci yerleştirilmiş üniversitelere, 213 bini yurt müracaatı yapmış ve
bunların -213 binin- sadece 89 bini yurtlara yerleştirilmiş. Lisans düzeyindeki
öğrenci sayımız 1 milyon 675 bin ve yurtların kapasitesi 375 bin. Bunun içine
devlet yurtları, vakıf yurtları, özel yurtlar dâhil. Bütün bunlar yetmiyormuş
gibi, 4 Mayıs 2009 tarihinde, Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğü, Millî
Eğitimden alındı, Başbakanlığa bağlandı.
Şimdi, daha önce
Başbakanlığa bağlıydı, AKP Hükûmeti
döneminde, 2002’de iktidara geldikten sonra buradan aldınız
-Başbakanlıktan- Millî Eğitime bağladınız, şimdi tekrar Başbakanlığa
bağlıyorsunuz. Bu değişikliğin sebebini anlayabilmiş değilim. Acaba Sayın Bakan
bunu başaramaz diye mi elinden alındı, doğrusu bunu anlayabilmiş değilim.
OECD raporlarında
üniversitelerin özerkliğine baktığımız zaman yedi kalemde üniversitelerin
özerkliği tartışılıyor. Meclis kürsüsünden hiç tartışılmayan bu yedi özerkliği
sizlerle paylaşmak istiyorum. Üniversitelerin bina ve arsa mülkiyeti var mı?
Borç ve kredi alma özerkliği var mı? Hedeflerine göre bütçeyi harcama
kabiliyeti nedir? Akademik yapı ve ders içeriklerini belirleme hakkı var mıdır?
Akademik personeli işe alma veya işten çıkarma yeteneği nedir? Maaşları
belirleme yeteneği nedir? Ne kadar öğrenci alacağına karar verebiliyor mu? OECD
raporlarına göre, bu özerklik ölçütlerinde ne yazık ki Türkiye sıfır çekiyor.
Bırakın sıfır çekmeyi, bir Belediye Başkanı Ankara’da -Büyükşehir Belediye
Başkanı- bir üniversitenin arazisine göz dikebiliyor.
İşte bu
tartışmaların arasında hiçbir zaman öğretim üyesi sorununu tartışmıyoruz. Ön
lisans programlarında 658 bin öğrencimiz var ve ön lisans programlarında 658
bin öğrencimiz olmasına rağmen, 132 profesörümüz var yani 5 bin öğrenciye 1
profesör düşüyor. Lisans düzeyindeki öğrenci sayımız 1 milyon 675 bin, profesör
sayımız 13 bin yani 127 öğrenciye 1 profesör düşüyor. Devlet üniversitelerinde
öğrencilerin yüzde 92,5’u okuyor, vakıf üniversitelerinde yüzde 7,5’u okuyor.
Öğretim üyelerine baktığımızda öğretim üyelerinin yüzde 90’ı devlet
üniversitelerinde, yüzde 10’u vakıf üniversitelerinde yani vakıf üniversiteleri
çok daha şanslı bir konumda burada.
Vakıf
üniversiteleri, öğretim üyesi yetiştirmek için hiçbir yatırım yapmıyor, bu
konuda hiçbir harcama yapmıyor. Ve şu örneği vermek istiyorum, bir futbolcuyla
bir profesör örneğini vermek istiyorum: FIFA talimatlarına göre, bir
futbolcunun yetişmesine katkısı olan bir kulüp yetiştirme tazminatı alıyor.
Futbolcuya yetiştirme tazminatı var ama profesöre yetiştirme tazminatı yok.
Devlet üniversiteleri buradan hiçbir tazminat talep edemiyor.
Sayın
milletvekilleri, 1933’ten bu yana ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti,
vatandaşlarının yükseköğrenim ihtiyacını karşılayamıyor, bu sorunu çözemiyor.
Yükseköğrenimle ilgili tartışmalar, katsayı, türban, imam-hatip lisesi, bu tür
tartışmaların dışına ne yazık ki çıkmıyor. Ülkemiz neden geri kalmış? Bu ülkede
ova mı yok, akarsu mu yok, maden mi yok; yetişmiş insan gücü mü yok, genç bir
nüfus mu yok; turizm mi yok? Hangisi yok? Bütün bunların hepsi var. Peki,
ülkemizin geri kalmışlığının nedeni ne? Hepimiz biliyoruz ki insanımızın
yeterince eğitilmemiş oluşu. Tarımımız verimsiz, sanayimizdeki vergi oranları
ve enerji maliyetleri yüksek, turizmde yetişmiş elemanımız yok, madenlerimiz
yetişmiş elemanımız olmadığı için katma değer üretilmeden ucuza satılıyor. İşte
böyle bir ortamda ne yazık ki eğitimsiz insanlar topluluğu olduk çıktık.
Bakın ben size
1920’lerden, 1930’lardan birkaç örnek vermek istiyorum: Bugün dünya bir küresel
krizle boğuşuyor. 1929’da da bir büyük kriz vardı ama unutmayınız ki bu
ülkedeki Musiki Muallim Mektebi 1929’da kurulmuştur. Yani dünya bir ekonomik
krizle boğuşurken bu ülkeyi yönetenler, cumhuriyeti kuranlar “Musiki Muallim
Mektebi” yani bugünkü konservatuarın ilk temellerini o yıllarda atmışlardır.
Nasıl oluyor da
1920’lerde karma eğitimi, yeni Türk harflerini, 1933’teki üniversite reformunu,
öğretim birliğini gerçekleştirenler, yani sorunun, ülkenin kalkınmasındaki
temel sorunun eğitim olduğunu görenler çok doğru işler yapmışlar da nasıl olmuş
da seksen yılda biz bu sorunları çözememişiz? İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi
zulmünden kaçan bilim adamları Türkiye’ye sığınıyorlar ama bugün bizim bilim
adamlarımız yurt dışına gidiyorlar. İşte bunları hep birlikte sorgulamalıyız.
Yine size
tarihimizden bir güzel örnek vermek istiyorum: 10 Temmuz 1921, İnegöl işgal
edilmiş; 15 Temmuz 1921, Bozüyük işgal edilmiş; 17 Temmuz 1921, Kütahya işgal
edilmiş ama 15 Temmuz 1921 günü Atatürk Ankara’da Maarif Kongresi’ni topluyor.
Yani ülke bir yandan işgal edilirken, o, eğitime verdiği önemden hiç
vazgeçmiyor. Yani siz kriz anlarınızda, borçlu olduğunuz anlarda, ekonomik
problemler yaşadığınız anlarda, az köprü, az yol, az okul, az baraj
yapabilirsiniz ama az eğitim yapamazsınız.
Hep birlikte şunu
sormalıyız kendimize sayın milletvekilleri: Biz neden başaramadık bu
yükseköğretim problemini? Neden başaramadık? Çünkü biz tartışmalarımızı
bilimsel ölçütler içerisinde yapmadık, ideolojik tartışmalarla gün geçirdik,
konuya bizim takım, sizin takım meselesinden baktık. İktidarlar değişince
eğitim politikaları değişti. Bırakın iktidarların değişmesini, aynı iktidarın
farklı millî eğitim bakanlarının farklı uygulamalarıyla karşılaştık. Gece
rüyasında gördüğü uygulamaları sabahleyin uygulamaya sokan bakanlarla
karşılaştık.
Nasıl bir
üniversite açılmalı, nereye, nasıl açılmalı? Bence önce bunun yasasını
çıkarmalıydık. Yani üzerinde MHP’nin de, DTP’nin de, CHP’nin de, AKP’nin de hep
birlikte anlaştığımız, şu şu şu ölçütler sağlandığında üniversite kurulur diye
bir yasa çıkarmalıydık önce.
Sayın
milletvekilleri, ülkemizin bu eğitimsiz insanlar topluluğunda, eğer hâlâ bu
ülkede 7 milyon okuma yazma bilmeyen insan varsa ve bunların 5 milyonu kadınsa
oturup başımızı ellerimizin arasına alıp ciddi ciddi düşünmemiz lazım: Bizim
dezavantajlarımız neler, avantajlarımız neler?
İşte bizim
dezavantajlarımız: ARGE eksikliklerimiz, düşük nitelikli meslek eğitimimiz,
altyapı eksikliklerimiz, uzun vadeli düşünce eksikliklerimiz, beyin göçü, hızlı
nüfus artışı ve kırdan kente plansız göç. Bunlar bizim en büyük
dezavantajlarımız.
Peki, bizim
avantajlarımız var mı? Tabii ki var. Genç ve dinamik bir nüfusumuz var,
iletişim ve bilişim teknolojilerini kavrayabilecek, yeniliklere açık genç bir
nüfusumuz bizim en büyük avantajımız. Dayanışmacı bir sosyal yapımızın olması
en büyük avantajımız ve yurt dışında belli konularda uzmanlaşmış Türk iş gücü.
İşte, bunlar da bizim avantajlarımız.
Sayın milletvekilleri,
bizim hep birlikte kendimize sormamız gereken soru şu: Yüksek nitelikli insan
gücünü nasıl oluşturacağız? Ülkemizin rekabet gücünü nasıl artıracağız? Bilgiyi
nasıl üreteceğiz ve bilgiyi teknolojiye nasıl dönüştüreceğiz? Girişimci,
demokrat, sorgulayan, ulusal hedefleri olan yurttaşları nasıl yetiştireceğiz?
Eğitimi, üniversiteyi, çocuklarımızın geleceğini ideolojik tartışmaların
ötesinde bilimsel platformlarda tartıştığımızda bu sorunları çözeriz diye
düşünüyorum.
Bunları çözeceğiz
ama gördüklerim de beni doğrusu ürkütüyor. Bakınız, şimdi sizin takdirlerinize
sunacağım: Geçtiğimiz günlerde Millî Eğitim Komisyonu toplantısından sonra bir
yazı, Sayın Bakan imzalı: “Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonunda
göstermiş olduğunuz çaba ve katkılarınızdan dolayı teşekkür eder, saygılarımı
sunarım.” diyor Sayın Bakan Komisyona katıldığım için. Ben Komisyon üyesiyim
zaten, Komisyona katılmak benim görevim, yani teşekkürü hak edecek bir şey
yapmadım burada. Bürokratlar bunlarla uğraşacaklarına… Bakın ardından da ne
olmuş: Ben bir soru önergesi vermişim -şimdi bunu Sayın Bakanın takdirine
bırakıyorum- diyorum ki soru önergemde: “Hukuk müşavirliğinin sınava başvuru
yapan öğrencilerden sınav ücreti alınmayacağına dair görüşü ibaresi neden
çıkarılmıştır? Duyuruda yapılan bu değişiklik 2010 yılında yapılacak olan
sınava başvuran öğrencilerden sınav ücreti almaya yönelik midir?” Cevap:
“Duyurunun okuyan herkesçe ne ifade edilmek istenildiğinin anlaşılacak
açıklıkta olduğu değerlendirilmektedir.” Sayın Bakan, bu hiç yakışmadı. Bana
diyor ki yani “Okuduğunu anlamamışsın.” Bu hiç yakışmadı. Bunu bürokratlarınız
hazırlamış, siz de o arada imzalamışsınız okumadan, öyle düşünürsem daha
rahatlarım ve ben bunu Meclis Başkanlığına bir dilekçeyle iade ettim. Ben burada
millet iradesini temsil ediyorum, Sayın Bakan gibi. Ben onu denetlemekle
görevliyim. Ben bir soru soruyorum, “Okuduğunu anlamıyor musun?” diyorsun. Ben
okuduğumu anlıyorum hatta sizden çok daha çok okuduğumu da düşünüyorum ama bu,
devlet kurallarıyla bağdaşmayan bir şeydir. Bunu Bakanlığınızın biraz da
acemiliğine veriyorum. Böyle bir yazıyı iade ettiğimi bilmenizi istiyorum.
Yine, benim millî
eğitimle ilgili takıldığım konulardan birisi: Millî Eğitim Bakanlığının
öğretmenevleri var, neden bu Asya Termal Otelde, sürekli toplantılar burada
yapılır anlamış değilim. Bilgisayarlı Eğitime Destek Kampanyası, MEGEB’le
ilgili toplantı, Bilgilendirme Çalıştayı… Yani sizin öğretmeneviniz yok mu?
Burayı kamulaştırmayı düşünüyor musunuz? Daha ucuza gelir. Yani bir baktım,
şöyle bir taradım bugün, bütün toplantılar Asya Termal Otelde… Neden böyle
oluyor, bunu Sayın Bakan herhâlde açıklayacaktır.
Yine bir başka
konu, 76’ncı madde kapsamında yapılan yönetici atamaları -hepimiz biliyoruz ki-
okullarda iş barışını bozmuştur. Bu atamaların liyakate bakılarak yapılmadığını
hepimiz biliyoruz ve 76’ncı maddeyle yönetici atamasının yaklaşık bine yakın
olduğunu biliyoruz. Bu konuda beş ayrı mahkeme yürütmeyi durdurdu, yürütmeyi
durdurma kararı verdi, Sayın Bakan da bu atamaların hukuka uygun olduğunu
söylüyor. Şimdi, yani, beş tane mahkeme kararı ortadayken siz illa bin tane
mahkeme kararı mı bekliyorsunuz?
Siz hukukçusunuz
Sayın Bakan, Millî Eğitim Bakanlığı geçtiğimiz dönemde hukukun çiğnendiği bir
yer oldu, hukukun hiçe sayıldığı bir yer oldu, lütfen bunlara izin vermeyiniz.
Yine bir başka
konu, bugünlerde öğretmen arkadaşlarımızı çokça ilgilendiren, sıkça
ilgilendiren bir konu: Bakın, önce 2006’dan bir örnek vereyim: 2006 sonunda
Bakanlık, yayımladığı bir genelgeyle, diyor ki Bakan “Öğretmenlerin ders ve ek derslerine ilişkin
esaslarda sınava hiç öğrenci gelmezse o sınavda görevli öğretmene ücret
ödenmez.” Konu mahkemeye gidiyor, Danıştay bu hükmün yürütmesini durduruyor.
Şimdi, böyle bir şey olabilir mi? Siz öğretmene görev yazıyorsunuz, diyorsunuz
ki: “Şu gün saat 10.00’da sınavda görevlisin.” 10 tane de çocuk kalmış, o
sınava girecek. Öğretmen geliyor, sorularını hazırlıyor, tutanağını tutuyor,
orada bekliyor, hiçbir çocuk gelmiyor, diyorsunuz ki: “Öğrenci gelmedi, sana ders
ücreti vermem.” Bu angaryadır. Bu angaryadır. Böyle bir şey olur mu? Öğretmen
oraya gelmiş, sorularını hazırlamış. Gelseydi çocuklar. Devlet bu kadar ucuz
işlerle, devlet bu kadar ufak işlerle uğraşmaz. Zaten geçim sıkıntısı içinde
öğretmenlerimiz, aldıkları ücret zaten 1 milyar 200 milyon lira civarında. Yani
siz öğretmene diyeceksiniz ki: “Öğrenci gelmezse sana ders ücreti ödemem.”
Böyle bir mantık olamaz değerli arkadaşlar.
Yine son günlerde
yaşadığımız, Personel Genel Müdürlüğünün İstanbul Millî Eğitim Müdürlüğünün
istediği görüşe istinaden yazdığı bir yazı var, o da şu: 2009/36 no.lu genelge.
Diyor ki… Biliyorsunuz, lise son öğrencilerine kırk beş gün izin veriliyor. O
derslere… Öğretmenler okula gidiyor ama bu lise 3’lerin, lise sonların tümü izinli
değil ki. Yani bu son kırk beş günden önce, kırk beş gün devamsızlık hakkını
tamamlayan öğrenciler var. Onlar geliyor. O hakkını tamamlamayanlar, son
günlerde, son kırk beş günde izinli sayılıyor, gidiyor. Öğretmenler orada
bekliyor, okulda bekliyor. Diyorsunuz ki: “Ben öğrencilerin bir kısmına izin
verdim, sen okula gel…”
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun
Sayın İnce, konuşmanızı tamamlayınız.
MUHARREM İNCE
(Devamla) – Yani açıkçası şu: Son sınıf öğrencilerinin tümünü tatil ilan eden
bir genelge değil bu, sadece o izni kullanmak isteyenlere yönelik uygulanan bir
emir. Ve siz, okulda öğretmeni orada tutacaksınız, okula gelmek ve yıllık
planına göre hazırlığını yapmak zorunda kalacak öğretmen, o gün o saatte okulda
olduğuna göre, siz hangi hakla öğretmenin ders ücretini kesiyorsunuz?
Bu da mahkemeden
dönecektir. Bu yanlıştan vazgeçin diyorum ve hepinize saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın İnce.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Eskişehir Milletvekili Beytullah Asil.
Sayın Asil,
buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA
BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı üzerinde Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini ifade etmek için
söz aldım. Bu vesileyle yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlarım, 384 sıra sayılı Yasa Tasarısı’nın genel gerekçesini sizlerle
paylaşarak bazı hususlar üzerine dikkatinizi çekmek istiyorum.
Bilgiyi üreten ve
etkin kullanan saygın ülkeler arasında yer alabilmek, özellikle yükseköğretimde
nicelik ve nitelik açısından sağlanan başarıyla mümkün olabilmektedir.
Anayasa’mızın
130’uncu maddesinde, çağdaş eğitim ve öğretim esaslarına dayanan bir düzen
içinde, milletin ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirmek
amacıyla, ortaöğretime dayalı çeşitli düzeylerde eğitim ve öğretim, bilimsel
araştırma, yayın ve danışmanlık yapmak, ülkeye ve insanlığa hizmet etmek üzere
çeşitli birimlerden oluşan, kamu tüzel kişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip
üniversitelerin devlet tarafından kanunla kurulacağı hükmü yer almakta olup,
aynı maddede, kanunda gösterilen usul ve esaslara göre, kazanç amacına yönelik
olmamak şartıyla vakıflar tarafından devletin gözetim ve denetimine tabi
yükseköğretim kurumlarının kurulabileceği hususu düzenlenmiştir.
Değerli
milletvekilleri, bugün, bu, Anayasa’nın 130’uncu maddesindeki hüküm gereği
vakıf üniversitelerinin kurulmasıyla ilgili yasa tasarısını onaylayacağız.
Şimdi, burada,
son karar mercisi Türkiye Büyük Millet Meclisi olduğuna göre, bu kararı
verecek, vakıf üniversitelerinin kurulmasıyla ilgili kararı verecek son kurum
Türkiye Büyük Millet Meclisi ve bu Parlamentoda milletimizi temsil eden
milletvekilleri olduğuna göre, değerli arkadaşlarım, bu üniversitelerin mal
varlıklarıyla ilgili, bu üniversitelerin kurulduğunda bu işi çekip
çevirebilecekleriyle ilgili, Anayasa’mızdaki amir hükümleri yerine getirip
getiremeyecekleriyle ilgili acaba kaç tanemizin bilgisi var, bu konuda bilgi
sahibiyiz? Bu konunun mutlaka irdelenmesi lazım.
Devamla şöyle
diyor: “Bu doğrultuda ülkemizde, 94’ü Devlet, 38’i vakıf -bugün, bu sayı
aşılmıştır- toplam 132 üniversite bulunmaktadır… Vakıf üniversitelerinin hızla
artmasına rağmen, bu üniversitelerde öğrenim gören öğrenci sayısı henüz yüzde 7
civarındadır.”
Değerli
arkadaşlarım, açılan vakıf üniversitelerinin sayı itibarıyla devlet
üniversitelerine oranı üçte 1 düzeyindedir ancak okuttukları öğrenci sayısına
baktığımızda, yetiştirdikleri öğretim üyesi sayısına baktığımızda, maalesef, bu
özel öğretim veya vakıf üniversitelerinin kuruluş amacına, Anayasa’mızdaki amir
hükümlere uygun düşmediği de açıkça görülmektedir.
Yine burada
dikkat çeken bir bölümü sizlerle paylaşmak istiyorum.
Değerli
arkadaşlarım, OECD verilerinde 2001 yılı itibarıyla yurt dışında öğrencisi
bulunan ülkeler sıralamasında ülkemiz 44.204 öğrenci ile 8’inci sırada yer
almaktadır.
2001 yılı
verileri… Bir yasa tasarısı Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk ediliyor, bir
yasa tasarısı görüşülecek ve bu yasa tasarısının genel gerekçesinde kullanılan
veri 2001 yılı verisi. Bu kadar ciddiyetsizlik olmaz diye düşünüyorum.
Değerli
arkadaşlarım, tabii, bu ciddiyetsizlik içerisinde, yedi yıla yaklaşan AKP
İktidarı döneminde yükseköğretim kurumlarının sorunlarının ne boyutlarda
olduğu, bugün neleri konuşmamız gerektiği hususları üzerinde de yüce heyetinizi
bilgilendirmek istiyorum.
Değerli
arkadaşlarım, üniversiteye giriş sisteminde adaletli bir çözümü amaçlayan
çalışmalar yapılmamış ve oluşan karmaşa maalesef giderilememiştir.
Üniversitelerin önünde oluşan yığılmaları önleyici, gerçekçi ve kalıcı çözümler
ortaya konulamamıştır. Mevcut yasalar yükseköğretimi düzenleme çalışmalarında
ihtiyaca cevap vermemekte ve bu durum kurumlar arasında zaman zaman karmaşa ve
çatışma ortamına yol açmaktadır. Ülkemizin insan kaynakları iyi bir şekilde
planlanamadığı için rastgele açılan üniversite, fakülte ve yüksekokullardan
mezun olan gençlerin istihdamında güçlükler yaşanmaktadır. Çağın gereklerine ve
ülkenin ihtiyaçlarına uygun fakülteler ve yüksekokullar yerine ihtiyaç, gereği
olmayan fakülteler açılarak mevcut sorunlara yeni sorunlar eklenmektedir.
Mevcutların sorunlarının çözümü ve ıslahı yönünde bir gayret de maalesef
görülememektedir. Nüfus artışına ve üniversiteler önündeki yığılmaya paralel
olarak okullaşmada ve öğretim üyesi açısından yeterli sayıya ulaşılamamıştır.
Bu konuda adil ve kalıcı çözümler geliştirilememiştir.
Mevcut sistem
yapısı içerisinde hem kamu kaynaklarının dağıtımında hem de kullanımında aşırı
merkeziyetçi, bürokratik işlemleri yoğun, sınırlayıcı, çalışanlar ile
yöneticilerini motive etmeyen, üretimi engelleyen ve akademik çalışma ortamını
özendirmeyen bir durum söz konusudur. Üniversitelere ayrılan kamu kaynakları
yeterli miktarda değildir. Bu durum üniversitelerin çağın gereklerine uygun
donanıma sahip olmasını engellemektedir.
Devlet
üniversitelerindeki öğretim elemanları diğer mesleklere göre oransal olarak
sürekli gelir kaybı içindedir ve sağladıkları gelir ile toplumsal konumlarına
uygun bir hayat sürmeleri mümkün değildir. Bu nedenle de öğretim elemanlığı
mesleğinin cazibesi giderek hızlı bir şekilde azalmaktadır.
AKP İktidarının
yedi yıldır üniversitelerimize karşı gösterdiği ilgisizlik, kadrosuzluk ve
kaynak sağlamaktaki yetersizlik ve buna bağlı olarak yıldan yıla gelişen
yılgınlık üniversiteleri çalışamaz konuma getirmiştir. Üniversite öğretim
elemanları yoksulluk sınırındaki maaşlarla çalışmaktadırlar. Ek derslerden,
ikili öğretimden gelir sağlamaya ve piyasada ek işler aramakla geçimlerini
sağlamaya çalışmaktadırlar. Öğretim üyeleri otuz saate kadar derse girmeye
zorlanmaktadır. Bütün enerjisini ve vaktini para kazanmak için iş bulmaya
harcayan öğretim elemanları artık bilim yapamaz konuma getirilmiştir. Bu duruma
artık daha fazla katlanmak mümkün değildir.
Mevcut Türk millî
eğitim sistemi, yükseköğretimin önündeki yığılmaları önleyecek, yapılmakta olan
eğitimin kalitesini artıracak, öğretim elemanlarının durumlarını iyileştirecek
ve bilimde çağı yakalayabilecek bir yapıya mutlaka kavuşturulmalıdır. Meslek
lisesi ve meslek yüksekokulları cazibelerini kaybettiği için, “iş bulabilmenin
yolunun üniversite mezunu olmaktan geçtiği” şeklinde bir kanaat kamuoyuna hâkim
olmuş, bu durum, meslek liselerine ve meslek yüksekokullarına rağbeti
azaltmıştır. Türk millî eğitim sistemi içerisinde ve kamuoyunda, “dershaneye
gitmeyen üniversiteye giremez” şeklindeki kanaat çok yaygın bir hâl almış ve bu
kanaati değiştirmek için de herhangi bir tedbir alınmamaktadır. Değerli
milletvekilleri, işte, yükseköğretimin sorunları mutlaka bu minvalde
görüşülmeli, konuşulmalı ve çözüm yolları aranmalıdır.
Değerli
milletvekilleri, Sayın Millî Eğitim Bakanımız da buradayken birkaç hususun
üzerinde de durmak istiyorum: Benden önce konuşan Cumhuriyet Halk Partisi
sözcüsünün de ifade ettiği gibi, maalesef son zamanlarda yapılan kadrolaşma
çalışmaları, Millî Eğitim Bakanlığında, ortaöğretim kurumlarında çalışma
barışını bozmaktadır. Liyakate dayalı olmayan, genelgelere aykırı yapılan
atamalar -yönetici atamaları- maalesef eğitim-öğretimin okullardaki kalitesini
de hızla aşağıya doğru çekmektedir.
Değerli
arkadaşlarım, son zamanlarda icat edilen, kadrolaşma adına icat edilen bir yeni
metot daha var. Benim seçim bölgem Eskişehir’de, Millî Eğitim Müdürlüğü müdür
yardımcıları ve şube müdürleri kadrolarının tamamı dolu. Son olarak, 5 tane
daha şube müdürü vekili… Böyle kadrolar ihdas edilmek suretiyle, olmayan
kadrolar ihdas edilmek suretiyle çalışma barışı ve eğitim-öğretimin kalitesi
hızla aşağıya doğru çekilmektedir. Bu konuda mutlaka Sayın Bakanın tedbir
alması gerekmektedir diyor, bu vesileyle yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.
(MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
Asil, teşekkür ediyorum.
AK PARTİ Grubu
adına Muğla Milletvekili Yüksel Özden.
Sayın Özden,
buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU
ADINA YÜKSEL ÖZDEN (Muğla) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri;
görüşülmekte olan kanun tasarısı üzerine AK PARTİ Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlarım.
Uzun zamandır, en
azından benim de Mecliste bulunduğum iki yıldır defalarca üniversiteleri
konuştuk ve her bir seferinde yeni bir üniversite açmak veya üniversitelerin
kendi içlerinde yıllardır çözülemeyen üniversite açmakla ilgili sorunlarının
çözümü, bu konudaki teşebbüslerin önlerinin açılması konularında burada
görüştük. Bunları yaparken, yeni yeni üniversite açarken bir heyecanla
ülkemizde yoğun olarak arzu edilen bir üniversite eğitimini karşılamak için çalışıyoruz.
Neden yeni üniversite açıyoruz? Neden bu kadar gayret gösteriyoruz? En
temelinde, bizim ülkemizde bir yaş grubunda 1 milyon 300 bine yakın çocuğumuz
var. Yani ilerleyen yaş içerisinde biraz, ölümleri düşsek bile, başka şekilde
azalmaları kabul etsek bile bir yaş diliminde 1 milyon 300 bin kadar çocuğumuz
var. Daha genel bir rakam verecek olursak bu ülkedeki nüfusun yarısı yirmi
sekiz yaşın altında. Yani bizim, eğitim ihtiyacını karşılamak durumunda
olduğumuz milyonlarca genç var. Bütün bunları her sene yaşıyoruz zaten.
Yıllardır ÖSS’ye, üniversiteye giriş sınavlarına 1,5 milyon civarında
çocuğumuzun, gencimizin girdiğini ve bunlardan da yaklaşık 175-200 bininin
örgün eğitime yerleştiğini, 2 katının açık öğretime yerleştiğini biliyoruz.
Yani ülkedeki ihtiyaca baktığımızda şu an açılan üniversitelerin on yıl
sonrasında yetmeyeceğini görmek için o kadar çok fazla düşünmeye gerek yok.
Yani çok yakın bir zaman içerisinde, şu an işte şu sayıdan şu sayıya çıktı,
ikiye katladık, vakıf üniversiteleriyle birlikte baktığımızda yüz kırkı aşan
bir rakamdayız. Ben inanıyorum ki 2010, 2015, 2020 yıllarında üç yüz adet
üniversite bu ülkenin ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanacaktır.
İSA GÖK (Mersin)
– Bunlar vakıf üniversitesi, devlet değil; yanlış söylüyorsunuz.
YÜKSEL ÖZDEN
(Devamla) – Biraz önce değerli milletvekillerimizden bir arkadaşımız, dışarıda
50 bine yakın öğrencimizin üniversite eğitimi almak için çaba gösterdiğini
paylaştı. Gerçekten bugün Balkan ülkelerine gittiğimizde, Orta Asya’daki
ülkelerde, Avrupa’nın diğer ülkelerinde çok yoğun bir şekilde neredeyse
Türkiye’den giden öğrencilerle ayakta kalan bölümler, üniversiteler var veya
onların kendi işleyişleri içerisinde çok önemli bir grup, Türk öğrenci grubu.
Biz, bu öğrencilerimizin dışarıda daha iyi eğitim almalarının veya tercihleri
doğrultusunda eğitim almalarının önüne geçmek istemeyiz ama bir defa, bunun
tercihen olmasını isteriz. Ayrıca daha büyük beklentimiz de o kadar öğrenci
Türkiye’ye gelsin. Biz buradaki arzı o kadar genişletelim, buradaki imkânları o
kadar genişletelim ki küresel bir güç olma arzumuzu üniversiteler sayesiyle de
bir kez daha ortaya koyalım ve gerçekleştirelim.
Diğer yanda bu
üniversite sayılarının artmasını zorunlu kılan başka bir şey, belki kendi
dönemimizde üniversiteye gittiğimiz yıllarla karşılaştırdığımızda bugün
farklılaşan bir durum şudur: Daha önceleri üniversite eğitimini elit bir grubun
alması yeterli sayılıyordu. Çok iyi biliyorsunuz, bir zamanlar yüzde 3-5 ve çok
yakın bir zamana kadar da üniversite eğitimi alanların sayısı yüzde 10
civarındaydı, yüzde 10-15 oldu ve bu kimseyi de çok fazla rahatsız etmiyordu.
Ancak bugün, dünyada, üniversite eğitimi bir elit eğitimi olmaktan yıllar önce
çıkmış ve kitle eğitimi hâlini almıştır. Gelişmiş ülkeler içerisinde yaş
grubuna eğitim sunma bakımından yüzde 40’ı, 50’yi, 60’ı aşan ülkeler vardır.
Hatta Amerika Birleşik Devletleri'nde yaş grubunun üniversite eğitimi alma
oranı yüzde 80 civarındadır ve biz daha -örgün eğitim ve hepsini birlikte
topladığımızda- yüzde 30 civarındayız.
Bundan dolayı,
üniversite açılışlarında, gerçekten, şu ana kadar yaptığımız gibi, bir tarafta
devlet imkânlarını zorlamak diğer tarafta da böylesine niyetleri, çalışmaları,
çabaları olan kurum ve kuruluşları, vakıfları teşvik etmek durumundayız. Yine
imkânlar ve fırsatlar açısından baktığımızda, düzleşen, yani mekânların iş
imkânları açısından, uzaklıkların iş imkânları açısından insanlar için bir
engel olma durumunun kalkması durumunu ifade etmek için söylüyorum: Biz eğer
kendi gençlerimizi üniversite eğitimi vererek daha iyi eğitilmelerinin ve
dünyanın herhangi bir yerinde en iyi şirketlerde, en iyi kurumlarda
çalışabilecek şekilde yetişmelerinin önünü açmazsak bırakalım gençlerimizin
başka ülkelerde çalışmalarını, kendi evimizdeki işleri bile yapamaz, yerine
getiremez hâle geleceklerdir.
Biraz önce
söylediğim gibi, biz, sahip olduğumuz vizyonla, gerçekten, Türkiye’nin,
bölgenin eğitim merkezi olabileceğine inanıyoruz. Türkiye sahip olduğu eğitim
deneyimiyle, birikimiyle, üniversiteleriyle, öğretim üyeleriyle, imkânlarıyla
eğer genişletilirse, şu an sadece kendi ülkemizdeki kendi gençlerimize eğitim
verme derdinden kısmen kurtulur, daha geniş bir bölgeye, çevreye eğitim
verebilecek hâle gelirse, bu, bizim bir küresel güç olmamızın da önünü açacak
ve ülkemizin çok daha hızlı ilerlemesini de sağlayacaktır.
Şimdi, bu konuda
ne yaptığımız, neler yaptığımız zaman zaman gündeme geldi, konuşuluyor. Sadece
geçen yıl sağlanan imkânlarla bu yıl üniversite sınavına girenlerin sayısı
azalmıştır. Şimdi hepimizin derdi, hem bu ülkede yaşayan bir insan olarak hem
milletvekili olarak… Bu ülkede dershaneye gitmeden üniversiteye gidilememesi
kadar ağır bir durum yok. Eğer üniversitede okumak, çocukların, gençlerin
zekâlarına, akıllarına, cesaretlerine, öz güvenlerine, gayretlerine bağlı değil
de babalarının onları dershaneye gönderme gücüne bağlıysa bu haksızlıktır, bu
yanlıştır ve bizim için de ülke için de uzun dönemde kayıptır. Ancak bunu
çözmek lafla olmuyor. Üniversite imkânlarını genişletmediğinizde, bir tarafta
bir buçuk milyon genç sırada beklerken siz öbür tarafta üniversite
kontenjanlarını yıllardır çok az az ilerleterek ülkedeki nüfus artışının bile
çok gerisinde kalan bir oranda tutarsanız dershaneler ortada, olacaktır. Ancak
bu imkânlar genişletildiğinde, geçen yılki kontenjan artışları ve bu yılkiyle
birlikte eminim 650 bin, 700 bin civarına yaklaşacaktır üniversite
okuyabilenler. Çünkü herkes örgün eğitimde çok iyi, elit “top” üniversitelere,
en tepedeki üniversitelere gitmek istemiyor. Birçoğunun istediği şey, bir
üniversite diplomasına sahip olmak, iki yıllığa sahip olmak.
Bu konuda birçok kez buraya geldik, konuştuk.
Mesela, hatırlatalım: Bu ülkenin ihtiyacı olan insan gücünün çok büyük oranda
ara eleman olduğu, ara insan gücü olduğu söylenir yani dört yıllık eğitim
değil, iki yıllık eğitim mezunları olduğu söylenir. Hatırlarsanız, çok yakın
bir zaman içerisinde, biz, piyasada olan, kendi sektörlerindeki ihtiyaçları
karşılamak için bir araya gelmiş olan kuruluşların, vakıfların, peş peşe
üniversite açılışında olması gereken fakülteleri kurmaksızın en çok ihtiyaç
olduklarına inandıkları yüksekokulu açabilmelerinin yolunu açtık. Daha önce
yüksekokul açmak için Üniversite Kuruluş Kanunu gereği olan tüm fakülteleri
açmak zorundaydınız ki bunlardan birini değiştirdik, herkes fen-edebiyat
fakültesi açmak zorundaydı. İstihdamı büyük sorun ve sayıları piyasanın karşılamayacağı kadar yüksek, artmış, onu
kaldırdık ve arkasından da -eğer bir vakıf çıkıyor diyorsa ki- “Ben
sektördeyim, ülkenin ihtiyaçlarını çok iyi biliyorum ve ben sadece ve sadece bir yüksekokul açmak
istiyorum.” diyenlerin de yolunu açtık.
Değerli
milletvekilleri, çok fazla zamanınızı almak istemiyorum ama birkaç şeyi daha
ifade etmek durumundayım.
Üniversite
açıldığında haklı olarak en çok gündeme gelen konu şu: Peki, bu kadar
üniversite açıyorsunuz, tamam ama üniversitede görev yapacak, oradaki gençleri
eğitecek olan öğretim elemanı konusunda ne yapıyorsunuz, bu konuda niye
çalışmıyorsunuz? 2006 yılından bu yana biz, bu ülkedeki gençlerden üniversite
mezunu, akademik kariyer düşünen veya düşünmeyen -biz aklına sokarak- bin
öğrencimizi, bin gencimizi yurt dışına gönderme programı başlattık. Yani bu
sayı… Mesela ben kendi gittiğim döneme bakıyorum, o zaman 87 kişi gitmiştik.
Türkiye 87 kişiyi yurt dışına göndermişti bir yılda. Biz bu kapasiteyi bin
sayısına çıkardık ve bunu da beş yıl uygulama kararlılığıyla. Bunu görmemiz
gerekiyor. Bu arkadaşlarımız… Dolduramadık, bin öğrenci müracaat etmediği için,
yeterli sayıda müracaat olmadığı için bin sayısına ulaşamadık ama biz kaç
yıldır 500, 600, 700 civarındaki gencimizi yurt dışına gönderiyoruz yüksek
lisans eğitimi almaları, doktora eğitimi almaları için. Onlar da beş, altı,
yedi sene sonra bu ülkeye dönecekler. Bu üniversiteler bir tarafta bina
ihtiyaçlarını karşılarken diğer tarafta kuruluşuyla ilgili diğer fiziki
altyapıyı oluştururken o gençler de bu ülkeye dönmüş bulunacaklar.
Vakıf
üniversiteleriyle ilgili bir konunun altını ben de çizmek istiyorum. Bu kadar
vakıf üniversitesi öğretim üyesi ihtiyacını nereden karşılıyor? Mevcut devlet
üniversitelerinden alarak, çalarak, kısmen alarak veya emekliliğinden
yararlanarak. Şimdi, eğer biz vakıf üniversitelerinin yükseköğretim sistemi
içerisinde önemli bir kısmı, önemli bir bölümü oluşturmasını öngörüyor, bu
doğrultuda çalışıyorsak bence vakıf üniversitelerinin öğretim üyesi yetiştirmek
için ellerini taşın altına koymalarının zamanı gelmiştir. Çünkü bu kadar yüksek
sayıdaki vakıf üniversitesi mevcut öğretim üyelerini başka yerlerden transfer
ederek işleyemez, yürüyemez. Aynı devletimizin yaptığı gibi, bu üniversiteler
de belli bir program çerçevesinde, belli kriterler çerçevesinde yurt dışında
veya yurt içinde öğretim üyesi yetişmesine katkıda bulunmalıdırlar diye
düşünüyorum.
Bu kadar vakıf
üniversitesi olmasına rağmen, oralardaki öğrenci sayısının az olduğu hepinizin
dikkatini çekmiştir ancak şunu belirtmek gerekiyor: Biz devlet
üniversitelerinde okuyan öğrenci sayılarını alırken… Her biri kuruluşunun en az
50’nci yılını kutlamış olan beş tane üniversitede zaten 50’şer, 60’ar bin
öğrenci var. Bu üniversitelerin en eskisi 1980’li yıllarda kuruldu. Kaldı ki o
zaman birkaç üniversiteydi. Çoğu son on yıl içerisinde kuruldu ve eminim 2020
yılı itibarıyla, o zamana geldiğimizde bu üniversitelerde hem kuruluşlarını
gerçekleştirecekler hem tüm imkânlarını, altyapılarını tamamlamış olacaklar ve
daha yüksek oranda üniversite gencine eğitim vermek durumunda kalacaklardır.
Onların maddi yeterliliğiyle, bu işi ne kadar yapacaklarıyla ilgili hiç
kimsenin kuşkusu olmasın. Tamamen arz-talep dengesinde işleyen bu sektörde
iyiyseniz, hele hele üniversite sayısının iki yüz, iki yüz elli, üç yüzü
bulduğu durumda iyiyseniz orada olacaksınız ama değilseniz zaten
yaşayamayacaksınız.
Bir cümleyle
tamamlayacağım. Vakıf üniversitelerinin bundan sonraki kısmında “Bu doğrultuda
plan var mı, vizyon var mı?” diye konuşuluyor. Biz vakıf üniversitelerinin
ihtisas üniversiteleri olması gerekliliğine inanıyoruz ve esasen bugün
görüşeceğimiz üniversitelerden bazıları da bu ihtisas üniversitesi olma doğrultusunda
bir yapılanma gerçekleştirmişlerdir. Yani siz “Ben sağlık alanında varım ve o
alanda çalışmak istiyorum, fakültelerim de öyledir.” diyeceksiniz, demek
zorunda kalacaksınız ve esasen de gelenler bu şekildedir.
Değerli
milletvekilleri, ben bu üniversitelerin ülkemize, gençlerimize hayırlı olmasını
temenni ediyorum.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Demokratik Toplum
Partisi Grubu adına Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis.
Sayın Halis,
buyurun efendim. (DTP sıralarından alkışlar)
DTP GRUBU ADINA
ŞERAFETTİN HALİS (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarıları üzerine Demokratik Toplum Partisi Grubu adına söz almış
bulunmaktayım. Sizleri saygıyla selamlıyorum.
Tasarıya ilişkin
görüşlerime geçmeden önce ülkemizde gündemden düşmeyen, sivil siyaseti ve
demokrasiyi tehdit eden darbe girişimleri üzerinde görüş sunmak istiyorum.
Ülkemizde son
elli yıldan bu yana on yıllık aralıklarla sivil siyaset alanına müdahale eden
askerî güçler, son on yıllık süreçte daha da yakın aralıklarla varlık
göstermeye başladılar. Son günlerde gündemi yoğunca işgal eden bir belgenin
sahiciliği ve sahteciliği tartışılıyor. Tartışılan belge sahte olsa bile bu,
ülkemizde darbe girişimlerinin olmadığı anlamına gelmez. Çünkü bundan önce de
sayısını bilmediğimiz andıçların, 28 Şubat muhtırası ve e-muhtıraların
demokrasiye giden yolu nasıl engellemeye çalıştıklarını biliyoruz. Bir de bilemediklerimizin,
gün ışığına çıkmamışların da olabileceğini düşünüyoruz hâliyle. Bugüne kadar 12
Eylül darbesinden şikâyetçi olanlar, darbe üzerine samimi şekilde analizler
yapıp sorumluları için yargı sürecini başlatmış olsaydı, bugün bunları hâliyle
konuşmamış olacaktık.
Bugün 12 Eylül
darbesinin yaratmış olduğu ağır travmayı hâlen yaşıyor ülkemiz. 12 Eylülün
yönetsel kurum ve kurulları ne yazık ki Anayasa’sıyla beraber hâlâ devam
etmektedir. 12 Eylül askerî darbesiyle başlayan dönemde başta yaşam hakkı olmak
üzere tüm hak ve özgürlükler yoğun şekilde ihlal edilmişti. Bu dönemin bazı
uygulamalarına bakarsak Parlamento ve hükûmet feshedilmiş, milletvekillerinin
dokunulmazlıkları kaldırılmış, tüm yurtta sıkıyönetim ilan edilmişti. Tüm
siyasi partiler kapatılarak menkul ve gayrimenkullerine el konulmuştu. Böylece
mülkiyet hakkı gasbedilmişti. 650 bin kişi gözaltına alınmış ve doksan güne
varan gözaltı sürelerinde ağır işkenceler görülmüştü. 171 kişinin gözaltında
işkenceden öldüğü belgelerle kanıtlanmıştı ve bu sayının çok daha yüksek olduğu
biliniyor. Askerî savcılar 6.530 kişi hakkında idam talebinde bulunmuş ve
aralarında on sekiz yaşından küçük olan Erdal Eren de olmak üzere 18’i solcu,
8’i sağcı, 23’ü adli mahkûm, 1’i ASALA örgütü üyesi olmaktan 50 kişi idam
edilmişti. Yasama, yürütme ve yargı erkleri tek elde toplanarak Anayasa’nın
kuvvetler ayrılığı ilkesi çiğnenmişti. Darbeciler, işlediği suçu yapmış
oldukları Anayasa’yla, Anayasa’nın geçici 15’inci maddesiyle kendilerini
korumaya almıştı. Kendisi meşru olmayan bir yönetimin çıkardığı yasaların
hukuki ve meşru olduğu da düşünülemez. Bu nedenle, darbecilerin kendilerini
yargılanmaktan muaf kılan Anayasa’nın geçici 15’inci maddesinin de hukuki bir
temeli yoktur. Bunu kabul etmek 12 Eylül darbesini meşru görmek anlamına gelir.
Dolayısıyla, darbeciler yargılanmadığı içindir ki askerî yapılanma içinde
mevcut olan darbe potansiyeli, fırsat ve olanak buldukça, muhtıralarla,
e-muhtıralarla, andıçlarla ve benzeri durumlarla darbe girişimi olarak
kendisini dışa vuracaktır. Çeşitli ülkelerde, darbe yapanlar yargılandıkları
içindir ki sonraki dönemlerde de darbe olmamış, bu ülkelerde demokrasi kök
salmıştır. Yunanistan, Portekiz, Arjantin, Şili gösterilebilecek en uygun
örneklerdir. Bugüne kadar yargılanmamış olan 12 Eylül darbecilerinin
yargılanması, demokrasi için bir zorunluluktur.
Anayasa’nın 6’ncı
maddesi “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet
yetkisi kullanamaz.” diye düzenleme getirmiştir. Darbeciler Anayasa’ya aykırı
davrandıkları gibi, fiillerinde TCK’ya da çağdaş hukuk sistemlerine göre de suç
işlemişlerdir. Dolayısıyla, darbecileri korumanın hukuki bir dayanağı da
yoktur. Ülkemiz demokrasisinin inşası için, 12 Eylül darbesini
gerçekleştirenlerin yargılanmasının tarihî bir görev ve zorunluluk olduğu
kanaatindeyiz. Darbeciler yargılanmadan gerçek manada bir demokrasinin inşa
edilemeyeceğini dünya pratiği bize göstermiştir. Başta dönemin Genelkurmay
Başkanı Kenan Evren ve Millî Güvenlik Konseyi üyeleri olmak üzere 12 Eylül
darbecileri yargılanmadıkça daha çok darbe girişimleriyle karşılaşacağız bu
ülkede.
Bu Mecliste, 12
Eylül darbesinden nasibini almış çok sayıda milletvekili olduğunu biliyoruz.
Yine, bu dönemde idam edilen 50 insanın 38’i Danışma Meclisi, 2’si de 12 Eylül
darbesinden sonra kurulan Hükûmet döneminde idam edilmişti. Mecliste o
dönemlerde görev yapmış 23 milletvekili bulunuyor şu an bu salonda. Yani, ister
12 Eylül darbesinin mağduru olalım, ister mağduriyete yol açmış olalım, artık
günümüz Türkiye’sinde darbeye yol açacak hiçbir olanağın kalmaması için Meclis
olarak görev yapmak durumu haizdir. Bu bizim başta gelen sorumluluklarımız
arasındadır. Tekrar ediyorum: Darbeciler yargılanmadıkça darbe girişimcileri
her zaman olacaktır.
Değerli
milletvekilleri, ülkemizde 94’ü devlet, 38’i vakıf olmak üzere toplam 132
üniversite bulunmaktadır. Her yıl üniversite diplomalı işsizler ordusuna yeni
diplomalı işsizler eklenmektedir. Öyle ki ne eğitim stratejisi ne de istihdam
stratejisi bulunmadığından üniversite mezunu işsizlerin durumu sosyal bir sorun
hâline gelmiştir. Bin bir zorlukla üniversiteyi kazananlar neşe içinde, gülerek
kayıt yaptırmakta, kendilerini bekleyen işsiz bir geleceğin bilinciyle, hüzün
içinde, ağlamaklı mezun olmaktadırlar.
Ülkemizde
üniversite mezunu işsizlerin oranı yüzde 40 dolaylarındadır. YÖK kaynaklarına
göre, 2007-2008 yılları itibarıyla üniversitelerde okuyan öğrenci sayısı 2
milyon 497 bin 473 olarak bildirilmiştir. Yine, yükseköğretimde okullaşma oranı
2006-2007 yılları itibarıyla yüzde 20,14’tür. Bu oran Belçika’da yüzde 56,
Fransa’da yüzde 51, Almanya’da yüzde 46, Güney Kore’de yüzde 52’dir. Okullaşma
oranı itibarıyla gelişmiş ülkelere göre gerilerde olmamıza rağmen,
üniversiteden mezun olanların işsizlik oranı sosyal bir sorun olarak ürkütücü
boyuttadır, günden güne de artmaktadır.
Ülkemizde ne
eğitim planlama ve stratejisi ne de istihdam planlama ve stratejisinin
olmadığını söyledim. Şimdi, yalnızca felsefe grubu öğretmenlerine ilişkin
durumu sunarak durumun ne boyutta olduğunu gözler önüne sermeye çalışacağım:
Üniversitelerin eğitim fakülteleri bölümünden yılda 500 öğrenci mezun
olmaktadır felsefe grubu öğretmenleriyle ilgili. Her yıl ataması yapılan
felsefe grubu öğretmen sayısı 100’dür. Buna karşılık, her yıl üniversitelerin
eğitim fakültelerinin felsefe grubu öğretmenliği bölümüne alınan öğrenci sayısı
3.500’dür. Bugün okullarda istihdam edilen 18 bin din kültürü ve ahlak bilgisi
öğretmenine karşılık felsefe grubu öğretmenleri sayısı sadece 5.900’dür. Tarih
öğretmeni 13 bin, biyoloji öğretmeni 8 bin, fizik öğretmeni 8 bin, kimya
öğretmeni 7 bin civarındadır. İşsizlik, planlama, strateji bir yana, felsefe,
tarih, fizik, kimya, biyoloji dersleri din kültürü ve ahlak bilgisi dersine
göre, önem sırası itibarıyla, geri sıralarda yer almaktadır. Son beş yılda
atanan din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni sayısı yaklaşık 6 bin
civarındayken felsefe grubu öğretmenleri yalnızca 500 dolayındadır. Felsefe
grubu öğretmenliği mezunları, günümüzde gereğine inanılan kendi yan dallarında,
psikoloji, sosyoloji, ahlak felsefesi, insan hakları ve demokrasi eğitimi için
değerlendirilmeliydi oysaki. Rehberlik alanlarında da ayrıca çok ciddi bir
ihtiyacın olduğu bilinmektedir.
Yine,
üniversitelerimizin nitelik durumuna gelirsek: Yüksekeğitim kalitesinin dünya
standartlarının altında olduğu bilinmesine rağmen, iyileştirmeye yeterince
destek sağlanmadığı bilinmektedir. Üniversiteler, nitelikli kurumsal hizmet
vermek açısından, taşra ve merkez üniversiteleri olmak üzere ayrışmış
durumdadırlar. Siyasi amaç ve hesaplarla bakkal dükkânı açar gibi her ile bir
üniversite, bazı illere birden fazla üniversite anlayışı üniversiteleri olması
gereken niteliklerinden uzaklaştırmıştır. Üniversite sayısı arttıkça,
dolayısıyla öğrenci, eğitim elemanı sayısı ve altyapı ihtiyaçlarının da artmış
olmasına rağmen, son yıllarda üniversitelere ayrılmış olan bütçe paylarında
kayda değer bir artışa rastlanmamıştır. 2002 yılında yüzde 0,89 olan bütçe
payı, 2008 yılında ancak yüzde 1,02’ye yükseltilebilmiştir. Oysaki 2002 yılı
ile 2008 yılı arasında onlarca üniversite ve yüksekokul açılmıştır. Her bir
üniversitenin altyapı yatırım maliyetinin 30 milyon doları geçtiği düşünülürse
durumun ciddiyeti daha da net anlaşılır.
Yükseköğretim
öğrencilerine kişi başına yapılan harcamada OECD ülkeleri arasında son sıralarda
yer almaktayız. Öyle ki Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Yunanistan’ın
gerisindeyiz. Yeterli kadro ve altyapı olanaklarının olmadığı yerlere sadece
siyasi amaçlarla üniversiteler açılmakta, nitelikli bir eğitime kavuşturmanın
hesabı ne yazık ki yapılamamaktadır. Bunun acısını herkesten önce ve daha çok
öğrenciler ve öğretim elemanları çekmektedir.
Bugün hâlâ 12
Eylül kurumu olan YÖK hem öğrenciler hem de eğitim elemanları üzerinde bir
korku kaynağı olarak durmaktadır. Dolayısıyla, üniversitelerin özgür araştırma
ve tartışmaların olduğu yerler olarak tanımlanması hâlâ olanaklı değildir.
Akademisyenler devletten, dinden, sermayeden bağımsız, özgür akademisyen
kimliğine ne yazık ki tam olarak kavuşamamışlardır.
YÖK, öğretim
elemanı yetiştirme konusunda da yetersiz kalmıştır. Üniversitelerde öğretim
elemanları ağır bir ders yüküyle de karşı karşıyadırlar. Eğitim-Sen’in
araştırmalarına göre eğitim elemanı başına haftada yirmi ders saati
düşmektedir. Bu durum, YÖK Stratejisi Raporuna ölçü alınan sekiz saatin 2,5
katıdır. Öğretim elemanlarının yaklaşık 39 binini öğretim üyesi oluşturmakta,
geleceğin öğretim üyesi olacak yaklaşık 35 bin araştırma görevlisinin sefalet
ücretiyle çalıştırılıyor olması eğitime verilen değerin bir ölçüsü olarak
karşımıza çıkmaktadır. Yani bilim toplumu geçim derdine düşecek kadar
yoksullaştırılmıştır.
YÖK, öğretim
elemanlarının kendilerini geliştirmelerini bir özlük hakkı olarak görmüyor,
yabancı dil edinmeye ilişkin yeterli destek ve yurt dışı olanakları sunmuyor ya
da sunmak istemiyor. Yapılan araştırmalara göre, öğretim elemanları, ücret
yetersizliği, araştırma altyapısının yetersizliği, akademik yönetim yapısının
sorunları ve akademik yükselme ölçütlerinin yarattığı baskıyı en temel
sorunları olarak görmektedir. Akademik özgürlük ve akademik özerklik en büyük
beklentileri hâline gelmiştir. Yine, üniversitelerde idari personel de mağdur
durumdadır. Özlük haklarından yoksunluk, personel azlığı, iş fazlalığı, öte
yandan üniversite içinde özel şirketlerce istihdam edilen işçilerin zor
koşullarda az parayla çalıştırılması, çağa uymayan bir durum olarak görüntü
vermektedir.
12 Eylül
darbesinden bu yana, eğitimin tüm kademelerindeki sorunlar, serbest piyasaya,
serbest piyasanın vicdanına havale edilmiştir. Oysaki eğitim, sermayenin vicdanına
havale edilmeyecek kadar önemlidir. Devletin liseleri eğitim için nitelik
anlamında yetmiyor olacak ki her yerde mantar gibi dershaneler türemektedir.
Öyle ki 2009 yılı itibarıyla, seksen bir ilde dershanelerin toplamı,
ortaöğretim okullarının toplamından çok daha fazladır.
Değerli
milletvekilleri, bir ülkede ilk ve ortaöğretim sorunluysa doğal olarak
yüksekeğitim de sorunlu olacaktır. Eğitimdeki bu sorunlar, ülkenin doğusuyla
batısı arasında çok açık bir arayla farklılık göstermektedir. Aynı farka, aynı
bölgede bulunan alanlar arasında da rastlanmaktadır. ÖSS sınavlarında Kürtlerin
yoğunluklu yaşadığı illerin, başarı listesinin son sıralarında yer alması bir
tesadüf değildir. Nedenlerinin başında, ana dilde eğitim gelmektedir. İkinci
olarak iktidarların bölgeye yaklaşımlarıdır. İlk ve ortaeğitimlerini ana
dilleriyle göremeyenler, ana dilleriyle eğitim görenlere oranla daha başarısız
olurlar. Kürt çocuklarının başarısızlığındaki ana faktör, ana dilleriyle eğitim
görememeleridir. Kürtçenin okul öncesi eğitimle başlayarak eğitim dili olma
hakkının verilmesi, uluslararası sözleşmelere imza atmış Türkiye'nin görevidir,
barış ve huzur için de gereklidir. Bölgeler arası dengesizlik yani doğunun geri
bıraktırılmışlığı, başarısızlıkta ikinci etkendir.
ÖSS’yle öğrenciler
bir yandan yarış atı hâline getirilirken bir yandan da bir nevi kobay olarak
kullanılmaktadırlar. Her yıl ya da birkaç yıl arayla yeni yöntemler denenerek
sınavlar yapılmaktadır. Ancak durum her gün daha da geriye gitmekte, uygun bir
formata ulaşılamamaktadır.
Tabii,
üniversiteye girme başarısı gösteren öğrencilerin de yığınlarca sorunları var.
Üniversite ve yüksekokul öğrencilerinin sorunlarının birkaç tanesini sıralamaya
çalışırsak üniversiteyi kazanmış öğrencilerin temel sorunları arasında başta
maddi olanaksızlıklar ve barınma sorunu yani yurt sorununun olduğunu görürüz.
Açılan
üniversitelerin yurt sorunu özellikle giderilmemekte, öğrencilerin cemaat ve
tarikatların avucuna düşmesi için bir nevi ortam ve olanak sunulmaktadır. Öyle
ki üniversitelerin bulunduğu illerde YURTKUR’un yurtlarından çok daha fazla
tarikat ve cemaat yurtları bulunmaktadır. Artık klasik propagandayla örgütlenme
ve adam kazanma yerine, çok daha kolay olan bir yolla, olanaksız bırakılan
insanlara olanak sunularak örgütlenme yapılmaktadır. AKP’nin de yapmaya
çalıştığı budur. Önce yoksul bırak, kendine muhtaç kıl, sonra az bir lütufla
kendine bağla.
Yine, verilen
devlet bursları yetersiz kalmakta, sudan bahanelerle çoğu kez öğrenci daha
mezun olmadan bursları kesilmektedir. Millî Eğitim Bakanlığı ve YURTKUR’un
öğrencilere verdiği kredi borçlarını ödeyemeyen işsiz, mezun öğrencilerden
haciz yoluyla geri alma girişiminde bulunulmuştur.
Ulaşım sorununda
yine gerekli çözümler bulunamamış, belediye otobüslerinin olduğu güzergâhlardan
yararlanan öğrencilere kıymeti olmayan küçük indirimler yapılmıştır.
Kampüs içerisinde
çoğu kez öğrencilerin can güvenlikleri sağlanamamakta, satırlı, silahlı
grupların kampüslere girip öğrencileri darp ettikleri, hatta öldürdükleri,
kamuoyunun tanık olduğu olaylardandır.
Tabii, Tunceli’de
de geçen yıl bir üniversite kuruldu. Bugüne kadar 300 öğrencisi olan
yüksekokulların öğrencilerini barındırma sorunu çözülmezken, bu yıl 1.500
kontenjan ayrıldı Tunceli Üniversitesine. Ancak, 1.500 kontenjan ayrılmış
olmasına rağmen, yurt yapmaya yönelik hiçbir girişimin olmadığı bilinmekle
beraber, askeriyeye verilmiş olan öğrenci yurdu da hâlâ geri alınmış değildir.
Eğer gerçekten üniversiteler noktasında bir samimiyet, hassasiyet olacaksa AKP
tarafından, öncelikle üniversite açılmış ya da açılacak olan illerde yurt
sorununun çözülmesi gerekmektedir ve birinci önceliktir.
Değerli
milletvekilleri, yeni açılacak üniversitelere prensipte karşı olmadığımızın,
ancak üniversitelerin her yönüyle mevcut durumlarına itirazımızın olduğunun
bilinmesi dileğiyle sizleri saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim.
Şahsı adına
Tunceli Milletvekili Kamer Genç.
Sayın Genç,
buyurun.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 384 sıra sayılı
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin
Kanun Tasarısı’nın tümü üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum ve hepinize
saygılar sunuyorum.
Değerli
milletvekilleri, tabii ki eğitim bir toplumun temel taşıdır, can damarıdır.
Eğitimi en çağdaş, mantıklı, bilim doğrultusunda en iyi şekilde yapan bütün
devletler elbette ki gelecekleri aydınlık olan devletlerdir. Gençlerini
sağlıklı bir eğitimden, bilim süzgecinden geçirmeyen toplumlar da her zaman
için sıkıntılarla karşı karşıya kalmak durumunda olan toplumlardır. Sağlıklı
bir eğitim almış, altyapısı güçlü, bilgisi olan her kişi ve her fert, topluma
ve ülkesine ve milletine en faydalı olan kişidir. Cehaletle bir yere gelinmez.
Bizim Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusunda
da temel hedef çağdaş bilimdir, çağdaş ilimdir. Bu çağdaş bilim ve çağdaş ilim
seviyesine ulaşma konusunda eğer kurumlar gayret sarf etselerdi birçok olumsuz
olaylar yaşanmazdı. Esas itibarıyla, tabii, üniversiteler bir ülkenin doğan
güneşidir, o toplumu aydınlatan bilim yuvalarıdır. Bu bilim yuvalarının, kendi
fonksiyonlarını en iyi şekilde yapacak kadrolarla teçhiz edilmeleri, ekonomik
güçlere kavuşturulmaları ve Anayasa’da belirtilen statü içinde eğitim ve
öğretim görevlerini yapmaları gerekir. Böyle bir statü içinde üniversiteler
görev yaptıkları takdirde herhâlde o ülke için en faydalı bir kurum hâline
gelirler. Ama, tabii, maalesef şimdiye kadar
birçok siyasi iktidarlar eğitimi kendi düşünceleri doğrultusunda
yozlaştırdılar. Bu yolda eğitimi kendi rayından saptırdılar. Böyle saptırmalar
da olunca maalesef Türkiye’de sağlıklı bir eğitim düzeni kurulamadı.
Eskiden,
1950’lerde, 60’larda işte öğrencilerin yürüyüşünden rahatsız olan iktidarlar
öğrencileri hapishaneye alıyorlardı, şimdi üniversite hocaları alınıyor.
Düşünebiliyor musunuz yani bir ülkede eğer üniversitenin dekanları, rektörleri,
profesörleri fikir beyan ettikleri için eğer içeriye alınıyor ve hayat
tehlikesi geçiriyorsa o ülkede artık her şey tükenmiş demektir yani fikir
özgürlüğü denilen bir şey yok.
YILMAZ TUNÇ
(Bartın) – Yargı…
KAMER GENÇ
(Devamla) – Efendim, yargı margı, bir şey yok.
Beyler, bir
profesör gidip de ihtilal yapmaz. Birilerinin kafasının bunu alması lazım.
İhtilalin kim tarafından yapıldığı bellidir. Geçmişte Türkiye ihtilallerden
nasibini almış bir ülkedir. Hiçbir üniversite hocası yani bir Mustafa
Yurtkuran, Uludağ Üniversitesi Rektörü yani gidip de hangi güçle ihtilal
yapacaktır? Elbette ki üniversitedeki hocalar, işte Türkiye’nin meselelerini
bilen insanlar fikirlerini söyleyeceklerdir, bu ülkenin sorunlarının sağlıklı
olarak kaydedilmesi için, bu ülkenin daha çağdaş, daha ilerici, bu ülkede
soygunların, haksızlıkların, işkencelerin sona ermesi için, iktidarları dürüst
bir zeminde iktidar yapmaları için gerekli olan düşünceleri söyleyeceklerdir.
Bugün Mehmet
Haberal günde belki 3-5 tane insanın hayatını kurtarıyordu, karaciğer naklini
yapıyordu, böbrek naklini yapıyordu. Yani bir yerde bir fikir söyledi diye bu
insanı getirip de o hastaları ölüme mahkûm etmek kadar vicdana aykırı düşen bir
davranış biçimi var mıdır? Bir Mustafa Yurtkuran, koskoca üniversite rektörü.
Ondan sonra bunun gibi, Erol Manisalı gibi hukuk konusunda otoriter olan
insanları getirip de “Efendim, siz ihtilal yapacaksınız.” diye sonu belli olmayan
davalarla, gerekçesi belli olmayan nedenlerle içeriye attıktan sonra o
memlekette fikir özgürlüğü olur mu? Beyler, korkaklar korku içinde olurlar.
Yani insanlar düşüncelerini söylerler. Varsa, siz iktidarsınız… Ben, sabah
yaptığım konuşmada da, varsa bir şey, çıkın, üzerine gidin. Bu memlekette
ihtilali hiç kimse istemez ama yani ihtilal korkusu içinde yaşayarak memleketi
yöneten insanlar âciz insanlardır, korkak insanlardır. Yani bunu her vesileyle
söylemek lazım: Memlekette bir korku imparatorluğu yarattınız.
Şimdi,
üniversiteler… İşte geçen pazar günü
Tunceli Üniversitesinin mezuniyet yılıydı ve birinci açılış yıl dönümüydü. Kaç
defa burada söyledim. Bakın, bir yüksekokul var, öteden beri orada faaliyette
bulunuyor -geçen sene burada 10 defa ifade ettim- 500 küsur öğrencisi var, yurt
yok. Geçmişte bir yurt yapıldı. Oradaki o yüksekokuldaki yöneticilerin
politikası nedeniyle o yurda taşınmadı, Millî Savunma Bakanlığına verildi. Ben
Millî Savunma Bakanına rica ettim. “Sayın Bakan, yani mümkünse -askeriyenin
imkânları çok geniş- oraya hiç olmazsa bir prefabrik ev yapın, yani bu
insanlar, bu öğrenciler kalsın.” dedim. Ben kışın gittim, bu öğrencilerin
perişan hâlini gördüm.
Değerli
milletvekilleri, yani, kız öğrenciler var, erkek öğrenciler var. Çok anormal
şartlarda eğitim yapılır mı? Bunun amacı ne? Tunceli Üniversitesine öğrenci
gitmesin, orayı kazananlar dondursun kayıtlarını. Bütün mesele art niyetli,
hain düşünceli insanların orada uyguladıkları politikalardan kaynaklanıyor bu.
Yani, onun için…
Yani, beyler,
Tunceli üzerinde maalesef çok büyük oyun oynanıyor. Tunceli halkı gerçekten…
Yani, bazı topraklarda, mesela Bursa’da iyi şeftali yetişir, mesela Malatya’da
iyi kayısı yetişir ama Tunceli’nin coğrafyasında da çok zeki insanlar yetişir,
bunu bilesiniz.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) – Kamer Bey, yani bizde zeki insan yok mu?
KAMER GENÇ
(Devamla) – Bir dakika canım, neyse… Sen konuşma şimdi.
Ama, o zeki
insanların orada yetişmemesi için, maalesef ötede, uluslararası -geçenlerde de
söyledim- bazı güç odakları işte 1960’larda, 1970’lerde barış gönüllüleri
gönderdiler. Oradaki eğitimdeki o yetişen genç, zeki insanlara engel olmak için
“Okumayın, devrimin militanı olun.” dediler. Şimdi, AKP İktidarı zamanında da
eğitimin seviyesi Tunceli’de çok düşürüldü.
Yani, şimdi,
değerli arkadaşlarım, bakın, ben imam-hatiplere karşı değilim ama imam hatipli,
o efendim gitsin camide imamlık yapsın, hatiplik yapsın. Ben milletvekiliyken
bir arkadaşı da kendi danışmanımı da imam-hatipli arkadaş seçtim, yani ben
kimseye karşı da değilim.
AHMET YENİ
(Samsun) – Güveniyorsunuz yani, güveniyorsunuz.
KAMER GENÇ
(Devamla) – Ama, şimdi bakın, Tunceli’ye din kültürü ve ahlak öğretmeni 3-5
arkadaş atıyorsunuz öğretmen, bir sene sonra bir bakıyorsunuz bir lise müdürünü
atıyorsunuz, ondan sonra millî eğitim müdürüne vekâleten atıyorsunuz, milli
eğitim müdürü atıyorsunuz. Arkadaşlar, Tunceli’de yirmi beş senelik, otuz
senelik yetişmiş, bilgili, tarafsız, eğitimin özünü benimsemiş o kadar kıymetli
yöneticiler var ki, yani şart mıdır oradaki insanları bu şekilde şey etmek.
Ondan sonra, öğrencilere doğru dürüst ders verilmiyor arkadaşlar, çocukların
seviyesi ortada.
Onun için, rica
ediyorum, yani bizim bu ilimiz üzerinde oynamasın kimse. Eğitimimizin
seviyesinin yükselmesi için… Sonra şöyle bir şey, yani bir atamalar yapılıyor,
Tunceli’ye ilk mezun atananlar atılıyor ama orada işte ekseriye memurların
eşleri atanıyor, işte subaylar, polisler orada iki sene kalıyor, ondan sonra
başka yere gidince o kadrolar orada dolu görünüyor, başka yerlere tayin
ediliyor.
Onun için, yani
istediğimiz evvela bir: Tunceli Üniversitesine en kısa zamanda -Sayın Bakan
burada- bir yurt yapılmalıdır. Bu sene 1.500 tane öğrenci alınıyor oraya,
üniversiteye, 500 küsur da yüksekokulda var, 2 bin tane öğrenci. Her ne suretle
olursa olsun bunlara bir şey yapılmalıdır, yurt yapılmalıdır.
Ayrıca, değerli
milletvekilleri, üniversite yapmak bir şey ifade etmiyor. Bakın, geçen gün tıp
fakültesini bitirip mezun olan öğrencileri gördünüz. Birinciliği kazanan tıp fakültesindeki öğrenci diyor ki: “Ben tıp
fakültesini birincilikle okudum ama ben hasta olan anamı, babamı buradan mezun
olan öğrencilere emanet etmem.” Beyler bu çok önemli bir şey.
Evvela sağlıklı
bilim kadrosunu oluşturmak lazım. Profesör olacak, orada öğrenciler deney
yapacak, uygulama yapacak, iyi yetişecek. Yoksa ki tıp fakültesini bitirmiş
hiçbir şeyden anlamıyor… Ben Danıştaydayken
hukuk fakültesini bitirmiş arkadaşımız, avukat geliyor, dilekçe
yazmasını bilmiyordu. Tıp fakültesini bitirmiş insanlar bir bakıyorsun bazı
yerlerde tansiyon ölçmesini bilmiyor, iğne yapmasını bilmiyor. Türkiye'nin
gerçeği bunlar arkadaşlar.
Bakın gülünecek
şeyler söylemiyorum. Bakın bu Türkiye’ye çok büyük ihanet ediliyor. Türkiye'nin
çok sağlıklı bir eğitim politikasını izlemesi lazım. Yani çok okul açın, her
tarafa okul açın ama o okullarda şey yoksa…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın
Genç, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
KAMER GENÇ
(Devamla) - …eğer o okullarda sağlıklı öğretim elemanı yoksa, hoca yoksa,
laboratuvar yoksa ne olacak oradan mezun olan insanlar?
Bakın, sizin
devri zamanınızda yüksekokulu bitirenlerin üçte 1’i açıkta kalıyor, işsizlik
almış yürümüş, çok büyük sıkıntılar doğuyor. Şimdi, bunların çaresini düşünmek
lazım. Gülmek çok kolay, gülmek basit insanların işi, her şeye güler çünkü
deli, bir şeyden anlamaz ki ama onurlu, ülkesinin geleceğini düşünen,
gerçeklerini kavrayan insanlar gülmez çünkü her söylenen sözün altında
gerçekler var. İşte uygulaması ortada, tıp fakültesini birincilikle bitiren bir
öğrenci çıkıp diyorsa ki: “Ben anamı, babamı buradan mezun olan doktora emanet
etmiyorum.” Siz de buna gülüyorsanız, e gülün bakalım, gülmekle nereye varılır?
Onun için,
değerli milletvekilleri, aslında bu üniversitelerin açılması yerinde ama
bunlara iyi bir kadro oluşturmak lazım. Bir de bunlar kazanç amacıyla bunu
yapıyorlar. Anayasa’nın 130’uncu maddesine göre vakıflar kazanç amacıyla
üniversite kuramaz.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KAMER GENÇ
(Devamla) - Peki. Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Genç.
Sayın
milletvekilleri, soru-cevap işlemini gerçekleştireceğiz.
Sayın ışık,
buyurun efendim.
ALİM IŞIK
(Kütahya) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Öncelikle,
kurulacak olan üniversitelerimizin hem illerimize hem de ülkemize hayırlı
olmasını diliyorum.
Sayın Bakan, yeni
YÖK Başkanımız atandığından bu yana “personel planlaması çalışması” adı altında
yürütülen çalışma her nedense bir türlü sonuçlandırılamadığı için
üniversitelerimizde akademik yükselme sınavlarını geçmiş ve gerekli ölçütleri
yerine getirmiş birçok öğretim elemanı hak ettikleri kadrolara
atanamamışlardır. Örneğin, doktorasını bitirenler yardımcı doçent olamazken
yardımcı doçentler doçent, doçentler de profesör kadrolarına bir türlü atanamıyor.
Binlerce öğretim elemanının mağdur olduğu bu konu ne zaman çözülecek?
İki: Yardımcı
doçentlerin yabancı dil engeli ve birinci dereceye indirilememe problemi ne
zaman sona erecek? İki yıldır soruyorum bu soruyu. Her bütçe görüşmesinde,
hemen halledilecek bir konu olmasına rağmen hâlâ birinci dereceye indiremedik
bu öğretim üyelerini.
Üniversite genel
sekreterleri, daire başkanları ve hukuk müşavirlerinin eş değerlerine göre ek
göstergeleri düşük, bu ne zaman çözülecek?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Dibek…
TURGUT DİBEK
(Kırklareli) – Sayın Bakanım, ben iki soru soracağım. Birincisi, sözleşmeli
öğretmenlerle ilgili: Sözleşmeli öğretmenlere kadro verileceği açıklanmıştı
daha önce. Tabii, binlerce sözleşmeli öğretmen bu kadrolarla ilgili
açıklamalarınızı bekliyor. Ne zaman sözleşmeli öğretmenlere bu kadrolar
verilecek? Öncelikle bunu öğrenmek istiyorum.
Diğeri de benim
ilimle ilgili, Kırklareli: Cumartesi günü itibarıyla Kırklareli’nde
Bakanlığınıza bağlı Millî Eğitim Müdürü ve 2 şube müdürü Valilik emriyle açığa
alındılar. Bu konuda basında haberler yer aldı, ancak gerekçeleri, hangi
nedenle alındığına dair bizlerin bir bilgisi yok. Bu konuda size bir bilgi
ulaştı mı? Hangi gerekçeyle, gerek İl Millî Eğitim Müdürü gerekse 2 şube müdürü
açığa alınmıştır? Haklarında bir soruşturma mı başlatılmıştır? Bir de bunu
öğrenmek istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Dibek.
Sayın Emek…
ATİLA EMEK
(Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan,
üniversitelerde öğretim elemanlarının yetişmesini sağlamak için araştırma
görevlilerinin atanmasında uygulanan yönteme baktığımızda, dünyanın hiçbir
ülkesinde, özellikle Avrupa Birliği ülkelerinde, tamamen ana bilim dalı ile
öğretim üyesi ile araştırma görevlisinin kendi arasında oluşturacağı ilgiyle bu
atamalar yapılırken, bizde “ALES” diye bir sınav yapılmakta ve bu sınavda
üniversiteler arası giriş, hatta ilginçtir Anadolu lisesi sınavlarındaki
sorular sorulmaktadır. Aradan yıllar geçtikten sonra, doksan dakikalık bir süre
içinde, genel kültüre dayalı ve öğretim elemanı olarak yetiştireceğimiz
araştırma görevlisinin akademik çalışmasıyla ilgili olmayan bu sınavın
kaldırılmasını düşünüyor musunuz? Bu konuda düşündüğünüz bir yeni yöntem ve
uygulama olacak mıdır?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ederim.
Sayın Tankut…
YILMAZ TANKUT
(Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan,
Adana’da önemli çalışmalara imza atan, kentimizin ticari faaliyetlerine ve
ekonomisine hizmet eden Adana Ticaret Odasının öncülüğünde ATO Adana Vakıf
Üniversitesinin kurulmasıyla ilgili üç yıl önce başlatılan çalışmalarda hiçbir
ilerleme sağlanamamış ve bu durum, maalesef büyük bir hayal kırıklığına sebep
olmuştur. Yapılan açıklamalarda, bütün girişimlere rağmen üniversite için henüz
yer tahsisinin bile yapılamadığı, YÖK, Millî Eğitim Bakanlığı, Maliye Bakanlığı
ve Devlet Planlama Teşkilatına yapılan başvurulardan da bir sonuç alınamadığı
ifade edilmektedir. Adana’nın ikinci bir üniversiteye ihtiyacı olduğu Valilik,
Büyükşehir, diğer belediyeler ve sivil toplum örgütlerince de ittifakla dile
getirilmektedir.
Bu bilgiler
çerçevesinde, Adana’ya ikinci üniversite kurulmasıyla ilgili girişim ve
sorunlardan haberiniz var mıdır? Bu girişimin kesintiye uğramasının en önemli
nedenleri nelerdir?
Adana’ya ikinci
bir üniversite kurulmasıyla ilgili bir müjdeyi ve zamanını buradan verebilir
misiniz?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ederim.
Sayın Genç…
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Efendim, açık ve
net cevap istiyorum.
Bu sene
Tunceli’de üniversitede ve yüksekokulda okuyan öğrencilere yurt nasıl temin
edilecektir? Birinci sorum bu.
İkinci sorum:
Şimdi, artık bütün seksen bir ilde üniversite açıldı. Acaba bir ildeki
üniversite, mesela Eskişehir’deki üniversite kendisine bağlı Bursa’da bir
fakülte açabilir mi? Bu YÖK Kanunu buna müsait midir? Bunu öğrenmek istiyorum.
Yani, bütün illerde üniversite olduğuna göre bir üniversite kendi il sınırları
dışında o üniversiteye bağlı başka bir fakülte açabilir mi?
Üçüncü sorum:
Hüseyin Çelik Millî Eğitim Bakanlığından ayrıldığı zaman dedi ki: “Ben millî
eğitimi otomatik pilota bağladım.” Sayın Bakan, otomatik pilot siz misiniz?
Onun zamanında
76’ncı maddeye göre atanan 700 tane haksız atama var, yönetici ataması var.
bunlar hakkında ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ederim.
Sayın Paksoy…
MEHMET AKİF
PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, her
ile üniversite açtık, yeni üniversiteler de açıyoruz ama daha önce kurulmuş
olan üniversitelerimizin bazılarının kadroları verilmiyor. Örneğin, seçim
bölgem olan Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi 1996 yılında
kurulmuş, 1998 yılından beri eğitim-öğretim yapmasına rağmen kadroları hâlen
verilmemiştir. Kahramanmaraş Tıp Fakültemizin kadrolarını ne zaman
vereceksiniz? Ülkemizde on bir yıl eğitim-öğretim yapılıp da kadrosu verilmeyen
kaç fakülte vardır?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ederim.
Sayın Kışanak…
GÜLTAN KIŞANAK
(Diyarbakır) – Sayın Başkan, aracılığınızla Sayın Bakanımıza sormak istiyorum.
Kamuoyunda çokça
spekülasyonu yapılan bir konu var. Kürt dili ve edebiyatı bölümü ya da
Kürdoloji enstitüsü açılması gündemde midir? Bakanlığın bu yönde bir hazırlığı
var mıdır? Varsa hangi üniversitelerde bu bölümlerin açılması düşünülmektir? Bu
konuyla ilgili herhangi bir yasal düzenleme yapma ihtiyacı var mıdır?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür
ederim.
Sayın Halis…
ŞERAFETTİN HALİS
(Tunceli) – Sayın Bakanım, öğretmen atamalarında çeşitli zorlukların yaşandığı
bilinmektedir. Özellikle eşlerin ayrı yerlerde görev yapmalarından doğan ciddi
sıkıntılar olmaktadır. Eş durumu mazeretinden atamalarda kolaylıklar sağlanamaz
mı? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
İkinci olarak,
sözleşmeli öğretmenlerin diğer kadrolu öğretmenlerle aynı haklara
kavuşturulmasını düşünüyor musunuz?
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Halis.
Sayın Bakanım,
buyurun.
MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bazı sorulara
yazılı olarak cevap vereceğim ama kısmen, not alabildiğim kadarıyla
cevaplandırmaya çalışacağım.
ALES sınavına
ilişkin olarak “Kaldırmayı düşünüyor musunuz?” şeklinde bir soru soruldu
kapsamlı olarak.
Her şeyden önce,
akademik yükselmeye yönelik olarak veya akademik kariyer yapmaya yönelik olarak
yapılan sınavların üniversiteler bünyesinde yapıldığı dönemlerde meydana gelen
şikâyetler ve ortaya çıkan rahatsızlıklar bu sınavın da merkezî bir şekilde,
objektif, eşit ve adil bir şekilde düzenlenmesi gereğinden hareketle yola
çıkıldı ve bu düşünceyle oluşturulan bu sınav bugün işlerliğini koruyor ve
fakat sınavla ilgili olarak, sınav sistemiyle ilgili olarak, sorularla ilgili
olarak şikâyetler konusunda da elbette ki bir değerlendirme yapılabilir ama
sınavın merkezî sistem olarak yapılması konusunda bir değişiklik düşünmüyoruz.
Özellikle üniversiteler
ve üniversitelerin kadrolarına ilişkin genel bir soru soruldu. YÖK’ün personel
planlamasından hemen sonra eksiklik olan kadroların hemen hemen tamamını
vereceğiz.
ALİM IŞIK
(Kütahya) – İki yıldır bekleyen arkadaşlarımız var.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Sözleşmeli öğretmenlere ilişkin genel bir soru
soruldu. Birkaç kez tekrar edildi, soruldu soru.
Şu anda Maliye
nezdinde birtakım çalışmalarımızı yürütüyoruz. Sözleşmeli öğretmenlerin kadroya
alınması konusunda çalışmalarımız tamamlandıktan hemen sonra bunu da kadroya
alacağız.
“Üniversite
öğrencilerine bu yıl yurt temin edilebilecek mi?” diye bir soru soruldu. Bu da
tamamen planlandı, rakamlarıyla da önümde. Hem yapılmakta olanlar hem de
yapılan, tamamlananlarla üniversiteye yerleşen her öğrencimiz bir şekilde yurt
hizmetinden yararlanabilecek şekilde planlandı.
Bir başka soru
“Üniversiteler başka bir ile fakülte açabilir mi?” idi. Evet, buna yasal bir
engel yok, üniversiteler bunu planladıktan sonra açabilirler.
“Adana’ya ikinci
bir üniversite kurulmasını düşünüyor musunuz?” dendi. Üniversitelerin
bölünmesini biliyorsunuz üniversitelerin kendilerine bıraktık. Çukurova
Üniversitesi ikiye bölünerek de çoğalabilir. Yeni bir üniversite kurulması
konusunda herhangi bir başvuru da yok.
YILMAZ TANKUT
(Adana) – Efendim, vakıf üniversitesi olarak talep var, üç yıldan beri talep
var.
MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Vakıf üniversitesi olarak da söylüyorum. Eğer
bu…
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) – YÖK’te bekliyor.
MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Böyle bir -şu anda YÖK Temsilcimiz de
söylüyor- hiçbir şekilde YÖK’e intikal etmiş Adana’da kurulması düşünülen bir
vakıf üniversitesi söz konusu değil. Geldiği takdirde zaten diğerleri hangi
koşullarda değerlendiriliyorsa hızla değerlendirilip sonuçlandırılacaktır.
YILMAZ TANKUT
(Adana) – Peki efendim, iki hafta içinde gelirler, YÖK’e başvururlar; elden
getirirler hem de.
MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Tabii, memnuniyetle. Çünkü biz vakıf üniversitelerinin
kurulmasının özellikle yükseköğrenim çağına gelmiş çok sayıda üniversite
öğrencisi olan, okuma şansı olan, okul bulamayan öğrencilerimiz için çok ciddi
bir alternatif oluşturduğunu biliyoruz. Bu nedenle de destekliyoruz.
Yine, sözleşmeli
öğretmenlere yönelik, zannediyorum eş durumundan tayin ve diğer koşullar
soruldu. Bu da mümkün yani eğer o şartları uygunsa bu tayin de mümkün.
Kürdoloji
bölümünün kurulmasına ilişkin olarak da: Buna da üniversiteler karar verir, bu
konuda bizim bir olumsuz tutumumuz yok.
Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Teşekkür
ederim.
Görüşmeler
tamamlanmıştır.
Maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Madde 1’e bağlı
Ek Madde 111’i okutuyorum:
YÜKSEKÖĞRETİM
KURUMLARI TEŞKİLATI KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK
YAPILMASINA
DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1-
28/3/1983 tarihli ve 2809 sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununa
aşağıdaki ek maddeler eklenmiştir.
“Toros
Üniversitesi
EK MADDE 111-
Mersin’de Mersin Eğitim Vakfı tarafından 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun
vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine tabi olmak üzere, kamu
tüzel kişiliğine sahip Toros Üniversitesi adıyla bir vakıf üniversitesi
kurulmuştur.
Bu Üniversite,
Rektörlüğe bağlı olarak;
a) Mühendislik
Fakültesinden,
b) İktisadi-İdari
ve Sosyal Bilimler Fakültesinden,
c) Güzel Sanatlar
Fakültesinden,
ç) İletişim
Fakültesinden,
d) Teknoloji ve
İşletme Yüksekokulundan,
e) Yabancı Diller
Yüksekokulundan,
f) Meslek
Yüksekokulundan,
g) Fen Bilimleri
Enstitüsünden,
ğ) Sosyal
Bilimler Enstitüsünden,
oluşur.
BAŞKAN – Madde
üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Akif Akkuş.
Sayın Akkuş,
buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA
AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 384 sıra sayılı
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı’nın ek 111’inci maddesi üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu ve
şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Ayrıca, sözlerime
başlarken geçtiğimiz günlerde Kerkük Tazehurmatu’da katledilen Türkmenlere ve
yakınlarına başsağlığı diliyor, katilleri nefretle kınıyorum.
Değerli
milletvekilleri, eğitim, kısaca, bir milletin geleceğinin planlanmasıdır. Millî
Eğitim Bakanlığına bağlı ilköğretim okulları, anaokulları ve liseler
bulunmakta, bunun yanında Yükseköğretim Kurumuna bağlı da üniversiteler yer
almaktadır. İlk ve ortaöğretim kurumları genellikle üniversitelere hazırlık
mahiyetinde olan, üniversitelere öğrenci hazırlayan ve onları daha çok kültürel
açıdan eğiten kurumlardır. Üniversitelere geldiğimiz zaman, üniversiteler
genellikle gençlere bir meslek edinme doğrultusunda çalışmalar yaptırırlar,
onları o şekilde eğitirler. Tabii, bu cümleden olmak üzere, ilköğretimden
üniversiteye kadar geçen sürede nitelik ve nicelik açısından sağlanan ve
sağlanacak olan başarı, milletimizi dünya milletleri arasında saygın bir yere
sahip kılacak ve dünya genelinde saygı duyulan, gıpta edilen bir toplum hâline
getirecektir.
Üniversiteler
Anayasa’mızın 130’uncu maddesine göre kurulmaktadır. Bu, genellikle
“Üniversiteler devlet tarafından kurulur.” diye belirtir, 130’uncu madde. Buna
ilaveten bir de vakıf üniversitelerinin kurulabileceğini amirdir ve vakıf üniversiteleri
için “Kâr gayesi güdülmez.” diye belirtilir.
Böylece, bugün
ülkemizde 94’ü devlet, 38’i de vakıf üniversitesi olmak üzere 132 tane
üniversite kurulmuş bulunmaktadır. Vakıf üniversiteleri son birkaç yılda hızla
artmış ve sayı olarak devlet üniversitelerinin yaklaşık üçte 1’ine ulaşmıştır.
Ancak öğrencilerine baktığımız zaman, yükseköğretimde okuyan, vakıf
üniversitelerinde okuyan öğrencilerin miktarı üniversite öğrencileri içerisinde
ancak yüzde 6-7 civarında bulunmaktadır.
Ülkemiz genç
nüfusa sahip bir ülkedir. Gençlerimiz üniversitede okumaya oldukça heveslidir
ve bu sevinilecek bir durumdur. Ancak bu öğrencilerimizin iyi yetişmesi ve
kaliteli elemanlar hâline gelmesi de arzulanan ve istenen bir durumdur. Bugün
ülkemizde 1 milyon 700 bin civarında gencimiz üniversitelerde eğitim-öğretim
görmektedir. Bunların ancak 124 bin kadarı vakıf üniversitelerinde bulunmakta,
diğerleri belirttiğim gibi devlet üniversitelerinde yer almaktadır. Bu
bakımdan, vakıf üniversitelerinin kurulması uygundur. Ancak vakıf
üniversiteleri kurulurken özellikle dikkat edilmesi gereken birtakım konuların
olduğu da bir gerçektir. Önümüze gelen, özellikle Millî Eğitim, Kültür, Gençlik
ve Spor Komisyonunun önüne gelen vakıf üniversitesi kurulmasıyla ilgili
isteklere baktığımızda, genellikle bu vakfı kuranların isimleri var ama onların
mal varlıkları hakkında bilgiler oldukça sınırlı. Mesela, bir vakıf
üniversitesine bakıyorsunuz, diyor ki: 240 dönümlük arazisi var, bir de 32 bin
dolar parası var.
E, arkadaşlar,
değerli milletvekilleri, bununla üniversite kurulması mümkün değil, bununla
üniversite kurulması aslında söz konusu olmamalı ama, maalesef, bunlara da izin
veriyoruz ve bu üniversiteler kuruluyor. Peki, bu üniversiteler gelirlerini
nereden temin edecek? Mademki bu şekilde bir gelir kaynakları yok,
öğrencilerden alacak, belki yine öğrencilere sarf edecek. Ama geçtiğimiz
yıllarda bu şekilde kurulmuş bazı yüksekokulların öğrencilerden topladıkları
paraları kendi şirketlerine aktardıkları da malumdur. Dolayısıyla, bunlara son derece
dikkat edilmesi gerekmektedir diyorum.
Bir de şunu
hatırlatmak istiyorum değerli milletvekilleri: 1970’li yılları düşünün, özel
okullar vardı, yani devlet akademilerine karşılık gelmek üzere özel okullar
kurulmuştu. Ülkemizin büyük şehirlerinin birçoğunda vardı bunlar ama sonra biz
bu okullarda gerçekten bir sendrom yaşadık, yani bu okullar artık üniversiter
eğitim vermekten uzaklaştılar ve diploma dağıtan yerler hâline geldiler. Ben,
tabii, bu konuda şunu belirtmek istiyorum: Vakıf üniversiteleri mutlaka
kurulmalı ama bunların kontrolü devamlı ve periyodik bir şekilde mutlaka
yapılmalıdır.
Değerli
milletvekilleri, şimdi benim üzerinde duracağım ek madde, Mersin’de, Mersin
Eğitim Vakfı tarafından “Toros Üniversitesi” adı altında bir üniversite kurulmasını
sağlıyor. Dolayısıyla, burada, bakıyoruz, mühendislik fakültesi, iktisadi ve
idari ve sosyal bilimler fakültesi, güzel sanatlar fakültesi, iletişim
fakültesi, üç tane yüksekokul ve iki tane de enstitüden mürekkep bir
üniversite. Burada, tabii, iktisadi, idari ve sosyal bilimler fakültesi benim
dikkatimi çekti. Dolayısıyla, son yıllarda ülkemizde sosyal bilimler liseleri
kuruldu. Bu liselerin gidebileceği, tercih edebileceği fakülteler olmasına
rağmen, bir de onların aldıkları nosyona bağlı olarak bu fakültenin açılmış
olması fevkalade dikkate şayan bir konudur.
Tabii, bunun
yanında vakıf üniversitelerinden bir şikâyetim var. Bu da genellikle öğretim
elemanlarını devlet üniversitelerinden almaları. Ayrıca, bunlar devlet
üniversitesinden alındıktan sonra, devlet üniversitesinde verilen maaşın hemen
hemen 2 katına yakın bir de maaş
ödenmekte, dolayısıyla buralar cazip hâle getirilmekte. Bakıyoruz, eski
üniversitelerimizin bazı fakülteleri, bu bakımdan, öğretim üyesi açığı
vermektedir. Bunlara da tabii dikkat edilmesi gerekiyor. Bunun için, bu vakıf
üniversitelerinden, mutlaka, öğretim elemanı yetiştirilmesine dair birtakım
programların istenmesi uygun olur kanaatindeyim.
Bütün bunlardan
sonra, Toros Üniversitesinin, başta Mersin ilimize olmak üzere bütün ülkemize
ve dünya medeniyetine katkılar sağlamasını, Türk yükseköğretimine katkılar sağlamasını ve eğitim kurumları içerisindeki
yerini almasını diliyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Akkuş.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu.
Buyurun efendim.
CHP GRUBU ADINA
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; YÖK’e
soruyorum: Kaç müracaat var sizde, kaç üniversitenin müracaatı var? Bu
müracaatlar hangi tarihten beri bekliyor, bugün de dün de? Acaba bu kurduğunuz
üniversiteler ne zaman müracaat etti? Acaba üç yıldır, beş yıldır, yedi yıldır,
müracaat etmiş, hâlâ avutulan insanların hakkını niye vermiyorsunuz? Nedir bunların
özelliği? Hak eden kim varsa verelim. Hak eden, eğer üniversite hak ediyorsa
verelim ama benim bildiğim, otuz küsur tane üniversite müracaatı var. Ama her
ne hikmetse değerlendirilmiyor bunlar ve insanlara denilmiyor ki, arkadaş, sen
üniversite kuramazsın, ben sana izin vermiyorum, objektif kriterle, şunun için,
şunun için, şunun için vermiyorum. Ama bir kuruş parası olmayan, daha arazisi
olmayan, yeri yurdu olmayan, hiçbir şeyi olmayan insanlara izin veriyorsunuz.
Hak, adalet yönünden YÖK’ü bu konuda kınıyorum. İnsanları objektif kriterlerle
değerlendirmeden ve bu üniversitelerin gelecekte iyi öğrenci yetiştirmeleri
açısından belli kriterleri ileride oluşacak projelerle değerlendirip -ama orada
35 tane müracaat var, acaba bunların hiçbirine, hiçbirine acaba neden izin
vermiyorsunuz?- bu insanlara deyin ki, arkadaş, ben sana izin vermiyorum, senin
şu objektif kriterle hakkın yok, alamazsın bunu, bizim şablonumuz bu. Ama bir
ay önce, on beş gün önce, yirmi gün önce müracaat eden insanlara şak diye izin
veriyorsunuz. Acaba bunun sebebi hikmeti nedir arkadaşlar? Bunu bilmek
istiyorum. Yani hakikaten ben üniversite kurulmasına karşı değilim ama sebebi
hikmetini bilmek istiyorum.
Değerli
arkadaşlarım, daha hazineden yer kiralayıp “Ben burada kampüs kuracağım.” diyen
insanlara izin verdiniz. Ben bunun örneklerini size verebilirim, bunun
örneklerini verebilirim ama orada malı, mülkü, vakfı olan bir sürü bekleyen
müracaat var.
Demin Adana’yla
ilgili arkadaşlarım söyledi, benim de garibime gitti. Ben aradım, bulamadım
Adana Ticaret Odası Başkanını. Eğer bizi duyuyorsa… “Müracaatı yok.” dediniz.
MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Müracaatı yok.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) – Ama arkadaşlarım diyor ki, Adana milletvekilleri -ben
bilmiyorum-: “Adana Ticaret Odası müracaat etti.” Acaba Adana Ticaret Odasının
sizin nezdinizde itibarı yok mu?
MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Var.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, burada objektif kriter
uygulamıyorsunuz, sözüm YÖK’edir.
İki: Millî Eğitim
Bakanlığına ve Millî Eğitim Komisyonuna da bir lafım var. “Arkadaş, getir
bakalım sizdeki şu müracaatları, bunlara niye izin vermiyorsunuz?” Onlara
sormak da sizin sorumluluğunuzdadır Komisyon Başkanım ve Sayın Bakan.
MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Biliyoruz.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) – Ama objektif kriter uygulamadan, orada dün de… Dünkü
yönetim, bugünkü yönetim değil, YÖK’ün kurumsal kişiliğine söylüyorum. Ama
sizin döneminizde, yeni, iki yılda en çok vakıf üniversitesi kurulan bir YÖK
oldunuz. O zaman müracaatçıların hepsine yarın sabah deyin ki: “Arkadaş, ben
sana izin vermiyorum.” Soruyorum insanlara: “Niye izin alamıyorsunuz?”
“Vallahi, ‘Bekle.’ diyorlar.”
MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Kime soruyorsunuz?
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) – Niye bekletiyorsunuz ya? Buna hakkınız yok, hakkınız yok.
İnsanları oyalamak… İnsanların objektif kriteri yoksa, varsa açık açık
söyleyeceksiniz. Onun için bu sözüm YÖK’edir.
İkinci sözüm:
Değerli arkadaşlarım, yabancı dil -yine söylüyorum ama ben bunu bir türlü
anlatamıyorum- çocuklarımızın geleceğinin, dünyayla birlikte ekmek bulmaları
için -altını çiziyorum-… Biz bizim çocuklarımıza yasak savan eğitim veriyoruz.
Bunu geçen dönem de söyledim, Sayın Bakanım, bu dönem de söylüyorum, eğer biz
bu çocuklarımızla üniversiteyi bitirmiş diplomalı işsiz yaratıyorsak, hukuk
fakültesi mezunu bir kardeşimiz eğer zabıt kâtipliği sınavına giriyorsa bu
sorunu biz kendimizde mutlaka aramalıyız.
SELAMİ UZUN
(Sivas) – Onun beceriksizliği yok mu? Hukuk fakültesi mezunu, zabıt kâtipliği
sınavına giriyor.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) – Siz insanları beceriksiz yapıyorsunuz!
SELAMİ UZUN
(Sivas) – Kendin söylüyorsun, “Hukuk fakültesi okumuş.” diyorsun ya!
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) – Siz beceriksiz yapıyorsunuz! Yapmayın, buradan geçerken,
bu kadar hukuk fakültesi açarken, onun için…
SELAMİ UZUN
(Sivas) – Hâkimlik sınavına girsin!
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) – Hâkimlik imtihanında objektif kriter uyguluyor musun! Şimdi
benim ağzımı açtırmayın! (AK PARTİ sıralarından “Açsana, açsana!” sesleri)
SELAMİ UZUN
(Sivas) – İnsaf et ya!
MUZAFFER BAŞTOPÇU
(Kocaeli) – Yakışmıyor Mevlüt Bey, ayıp oluyor!
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) – Ayıp olmuyor, ayıp olan hiçbir şey yok! Ben çocuklarımız
için konuşuyorum.
MUZAFFER BAŞTOPÇU
(Kocaeli) – Ayıp oluyor, bu şekilde konuşmak sana yakışmıyor, ayıp oluyor!
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) – Hayır, ayıp olan hiçbir şey yok!
Sayın Bakan,
tarihe geçin, biz ilköğretimden başlayarak lise sona kadar bir yabancı dili
çocuklarımıza öğretmekten âciz miyiz? Bunun planını, bunun programını yapmaktan
âciz miyiz? Sadece size söylemiyorum yani yirmi yıl önce de bu işler…
Arkadaşlar, gidin Amerika’ya, hastanelere bakın, orada çalışanların yüzde 70’i
Hindistanlı. Bu çocuklarımızın ekmeğini yok ediyoruz. Bu çocuklarımıza sadece
Türkiye’de lisan eğitimi vermeden... Gelin, biz bir şeyi aşalım arkadaşlar.
Yani her çocuğumuza liseyi bitirdiği zaman bir yabancı dili, üniversiteyi
bitirdiği zaman ikinci yabancı dili öğretmiş olmaktan biz âciz değiliz
arkadaşlar ama buna vizyon lazım. Çocuklarımızın ekmek parası için… Dünyanın
her tarafında ekmeklerini bu çocuklar bulur. Üniversiteyi bitiren, iki yabancı
dili olan bir arkadaşım ekmeğini her tarafta bulur arkadaşlar. Ben bunu dün de
söyledim, bugün de söylüyorum: Sayın Bakan, lütfen, ilköğretimde -ben pedagog
değilim- hangi sınıftan itibaren bir yabancı dil öğreteceksek, gerekirse her
gün bir saat fazla eğitim vererek, lise sonda, liseyi bitiren bir çocuğumuza…
Siz diplomadan önce yabancı dil bilen bir çocuk yetiştirin, o ekmeğini her
tarafta bulur ama liseyi bitiren, hiçbir dil bilmeyen bir çocuk hiçbir şeyde
hiçbir işe yaramıyor arkadaşlar. Dost acı söyler! Dost acı söyler! Yani her
şeyi tozpembe göstermeyelim. Tamam, üniversite açalım ama sadece diploma veren
üniversite açmışız ne işe yarar?
Değerli
arkadaşlar, ayrıca üniversitelerin döner sermayeleri… Sayın Bakan,
üniversitelerin döner sermayeleri üniversitelerin ihtiyaçlarını gidermek
amacıyla zamanından itibaren kurulmuştur, üniversitelerimizin bilimsel ve
teknik ihtiyaçlarını karşılamak için kurulmuştur, üniversitelerin her türlü
araştırmaları, gerek öğrencilerin gerek öğretim görevlilerinin her türlü
araştırmaları için bir kaynak olarak kurulmuştur ama arkadaşlar, üniversite
döner sermayelerini şirketlere hizmetli olarak ihale edilen temizlik işçisi,
ebe, hemşire, sağlık memuru, altını çiziyorum, üniversitelere dışarıdan
temizlik işsizi adı altında alınan ebe, hemşire, sağlık memuru, şoför, bunların
maaşını ödemek için kullanıyorsunuz. Devlet, üniversitede kim çalışıyorsa, o
üniversitenin kime ihtiyacı varsa o kadroyu vermek zorundadır.
Demin arkadaşım
söyledi: ”Adana’da ikinci bir üniversite için kanun teklifi verdim. -Hulusi Bey
söyledi- Adana 5 Ocak üniversitesi bir gün bile dile getirilmedi.” Bazı
illerimizin artık üniversite ihtiyacı had safhadadır.
Sayın Bakan,
üniversitede belli hizmetler ihale edilemez. Devletin, sosyal devletin
görevidir, oradaki ihtiyaçları gidermek sosyal devletin görevidir. Bazı
hizmetler satılamaz, satın alınamaz. Özellikle tıp fakültelerinde temizlik
şirketi adı altında aldığınız kişiyi siz hemşire, sağlık memuru adı altında
çalıştıramazsınız. Bu, sosyal devletin sosyal anlayışına aykırıdır. Bu nedenle,
özellikle üniversite döner sermayeleri üniversitenin bilimsel yönüne
kullanılmalı ama yine söylüyorum, bir kez daha YÖK’e sesleniyorum: Bizim
hepimizin, şahsen benim vicdanımda kaç üniversite hangi tarihte müracaat etmiş…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun,
toparlayınız.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) – Niye izin vermediniz arkadaşlar? Niye izin vermediniz?
Sebebi hikmetini burada bilmek istiyorum.
Bu nedenle,
hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim.
Demokratik Toplum
Partisi Grubu adına Diyarbakır Milletvekili Gültan Kışanak. (DTP sıralarından
alkışlar)
Sayın Kışanak,
buyurun efendim.
DTP GRUBU ADINA
GÜLTAN KIŞANAK (Diyarbakır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de
öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Doğrusu, bu son
bir yıl içerisinde üniversitelerin durumuyla ilgili hem bütçe görüşmeleri
sırasında hem Yükseköğretim Kanunu’nda yapılan değişiklik nedeniyle, farklı
illerde üniversite kurulmasına yol açan yasal düzenleme nedeniyle hem de bugün
bu yasal düzenleme nedeniyle ayrıntılı konuşmalar yapıyoruz ve ülkemizdeki
üniversite eğitiminin içinde bulunduğu durumu hepimiz bütün açıklığıyla
görüyoruz ve biliyoruz.
Ben size başka
bir gerçekten, yine üniversiteyle bağlantılı başka bir gerçekten bahsetmek
istiyorum: Geçen hafta Diyarbakır’da yine aralarında DTP’li belediye başkan
yardımcılarının, meclis üyelerinin de bulunduğu 9 kişi gözaltına alındı.
Gözaltına alınanlar içerisinde, arasında Dicle Üniversitesi öğretim üyelerinden
de değerli bir öğretim üyemiz vardı. Bu öğretim üyemiz neden kovuşturmaya
uğradı, neden böyle bir operasyonda gözaltına alındı sorusunun cevabını
savcılığa çıktığında öğrendik. Sorun şuydu: Geçen yıl bütçe görüşmeleri
sırasında üniversitelerin bütçesi görüşülürken ben kendisini arayıp “Hocam,
üniversitelerin bütçesi görüşülüyor, Dicle Üniversitesinin de varsa bir sorunu,
sıkıntısı, bunları bizimle paylaşırsanız ben de burada Mecliste bu konuyu
gündeme getiririm.” diye sormuştum. Bu ülkenin bir milletvekili, bu ülkenin bir
öğretim üyesini arıyor ve o öğretim üyesinin görev yaptığı üniversitenin
sorunlarını soruyor. Bu ülkenin emniyet müdürlüğü ve polisleri bu telefon
görüşmesini dinliyor, kayda alıyor “suç unsurudur” diyerek savcılığın önüne
koyuyor ve o savcı da utanmadan bu öğretim üyesine “Siz neden DTP’li
Milletvekiliyle görüştünüz? Ona Dicle Üniversitesi hakkında ne bilgiler
verdiniz?” diye soru soruyor. Böyle bir ülkede beş değil beş bin tane
üniversite kursak da aydınlanmayı sağlayamayız. Böyle bir zihniyetle yönetilen
bir ülkede aydınlanmayı sağlamak için kâğıt üstünde üniversite açmak değil,
kafaları açmak gerekir.
Yine, aynı
öğretim üyemize savcılığın sorduğu sorulardan birisi de şu: Partimizin Grup
Başkan Vekili ve Diyarbakır Milletvekili Sayın Selahattin Demirtaş Hocamızı
arıyor, diyor ki: “Hocam, sizin, seviye belirleme sınavları ve üniversiteye
giriş sınavlarıyla ilgili Diyarbakır’ın durumu üzerine, Diyarbakır’daki
öğrencilerin başarı düzeyine ilişkin bir araştırmanız var, bunun bilgilerini
bizimle paylaşır mısınız?” diyor ve bu öğretim üyemiz o bilgileri Grup Başkan
Vekilimiz Sayın Selahattin Demirtaş’a gönderiyor, kendisi de bu bilgiler
ışığında soru önergesi hazırlayarak ilgili bakanlığa soruyor. İşte, polisler bu
telefon görüşmesini de kayda alıyorlar, üşenmeyip bunu çözüyorlar “suç unsuru”
diye savcının önüne koyuyorlar, savcı da bunu soruyor: “Sen Selahattin
Demirtaş’la, DTP Milletvekiliyle niye konuştun? Ona niye yaptığın araştırmanın
bilgilerini gönderdin?” diye.
Değerli
milletvekilleri, kimse kimseyi kandırmasın. Bu tür hukuk dışı uygulamalar,
Hükûmetin, ilgili bakanlıkların bilgisi ve onayı dışında yaşanmaz. AKP Hükûmeti
demokrasi mücadelesi verdiğini söylüyor. Eğer demokrasi mücadelesi verecekse
öncelikle demokrasinin herkes için geçerli olduğunu, hak ve özgürlüklerin
herkes için geçerli olduğunu, buraya seçilip gelen milletvekillerinin her
birinin en az kendileri kadar meşru olduğunu kabul etmelidir, bu zihniyeti
kafasından silmelidir. Bu soruşturmaların sorumlusu AKP Hükûmetinin ve Sayın
Başbakanın DTP’ye yönelik tutumunun bir yansımasıdır, sorumlusu bunlardır. Eğer
AKP Hükûmeti DTP milletvekiline elini vermeyen emniyet müdürünü zamanında
görevinden alsaydı, polis memuru da bu telefon görüşmelerini suç unsuru diye
kaydedip savcının önüne koymazdı. Eğer AKP Hükûmeti DTP milletvekillerine
yönelik fiilî saldırıda bulunan, müdahalede bulunan, şiddet uygulayan polis
memurlarını Batman’da, Urfa’da görevden alsa, haklarında soruşturma açsaydı,
bugün bu polis memuru da DTP milletvekiliyle bir öğretim görevlisi arasındaki
telefon görüşmesini suç kabul ederek kaydetmez, çözmez ve savcının önüne
koymazdı ve o savcı da bunu sanki bir suçmuş gibi o öğretim üyesine sormazdı,
utanırdı. Hukuk böyle sağlanmaz, adalet böyle sağlanmaz, demokrasi mücadelesi
böyle sağlanmaz. Önce sizin kendi kafanızda herkesin hakkını teslim eden,
demokrasiyi ve insan haklarını herkes için gerekli olan bir kural olarak kabul
eden bir anlayışa gelmeniz lazım. Onun ötesinde yürüttüğünüz demokrasi
mücadelesi sahtedir. Kimsenin buna inanacak tarafı da artık kalmamıştır.
Bugün kalkıp biz
konuyu görüştüğümüzde “DTP’ye yönelik operasyon hukuki bir operasyondur.
Savcılar gerekli soruşturmayı yapıyorlar. Yasalar ne gerektiriyorsa…” Bunu diyorlar. Yasalar bunu mu diyor? Yasalar
bir öğretim üyesinin bir milletvekiliyle görüşmesini suç mu sayıyor? O
milletvekili Kürtse, o milletvekili DTP’liyse, halktan 60 bin oyu alarak buraya
gelmişse bile onu meşru saymamayı mı öngörüyor? Böyle bir yasa varsa gelin,
önce bunu buradan kaldıralım. Böyle bir yasal düzenleme yok. Bunlar zihniyet
sorunudur. Bunlar iktidarın uygulama sorunlarıdır ve iktidar bu tür
uygulamaların sorumluluklarından kaçınamaz.
Onun için,
diyorum ki burada, böyle, kâğıt üstünde üniversiteler açmakla uğraşacağımıza,
önce zihinlerimizi temizleyelim, demokrasiye gerçekten inanalım, herkes için
demokrasi diyelim, herkes için insan hakları diyelim, herkes için özgürlük
diyelim. Bunu demediğimiz müddetçe beş değil beş bin tane üniversite açsak da
bu ülke bu karanlık zihniyetten kurtulamayacaktır diyorum, hepinize teşekkür
ediyorum. (DTP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum.
Ek madde 111’i
oylarınıza arz ediyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Ek madde 112’yi
okutuyorum:
İstanbul Medipol
Üniversitesi
EK MADDE 112-
İstanbul’da Medipolitan Eğitim ve Sağlık Vakfı tarafından 2547 sayılı
Yükseköğretim Kanununun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine
tabi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip İstanbul Medipol Üniversitesi
adıyla bir vakıf üniversitesi kurulmuştur.
Bu Üniversite,
Rektörlüğe bağlı olarak;
a) Eğitim
Fakültesinden,
b) Tıp
Fakültesinden,
c) Diş Hekimliği
Fakültesinden,
ç) Eczacılık
Fakültesinden,
d) Sağlık
Bilimleri Fakültesinden,
e) İktisadi ve
İdari Bilimler Fakültesinden,
f) Hukuk
Fakültesinden,
g) İletişim
Fakültesinden,
ğ) Güzel Sanatlar
Fakültesinden
h) Yabancı Diller
Yüksekokulundan,
ı) Sağlık
Hizmetleri Meslek Yüksekokulundan,
i) Sosyal
Bilimler Meslek Yüksekokulundan,
j) Sağlık
Bilimleri Enstitüsünden,
k) Sosyal
Bilimler Enstitüsünden,
l) Mühendislik-Mimarlık
Fakültesinden
oluşur.
BAŞKAN – Şahsı
adına Sayın Ensar Öğüt.
Sayın Öğüt,
konuşacak mısınız?
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Konuşmayacaktınız Sayın Öğüt.
ENSAR ÖĞÜT
(Ardahan) – Peki, konuşmuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Evet, Sayın
Öğüt konuşmasından vazgeçti.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Ek madde 113’ü
okutuyorum:
KTO- Karatay
Üniversitesi
EK MADDE 113-
Konya’da Konya Ticaret Odası Eğitim ve Sağlık Vakfı tarafından 2547 sayılı
Yükseköğretim Kanununun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine
tabi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip KTO-Karatay Üniversitesi adıyla
bir vakıf üniversitesi kurulmuştur.
Bu Üniversite,
Rektörlüğe bağlı olarak;
a) Fen-Edebiyat
Fakültesinden,
b) Mühendislik
Fakültesinden,
c) İktisadi ve
İdari Bilimler Fakültesinden,
ç) Güzel Sanatlar
Fakültesinden,
d) Hukuk
Fakültesinden,
e) Uygulamalı
Bilimler Yüksekokulundan,
f) Sosyal
Bilimler Enstitüsünden,
g) Fen Bilimleri
Enstitüsünden,
oluşur.
BAŞKAN – Madde
üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Konya Milletvekili Mustafa
Kalaycı.
Buyurun. (MHP
sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA
MUSTAFA KALAYCI (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte
olan 384 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi ile 2809 sayılı Kanun’a
eklenen ek 113’üncü maddeye ilişkin Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun
görüşlerini açıklamak üzere huzurlarınızdayım. Bu vesileyle hepinizi
saygılarımla selamlıyorum.
Milletler ve
medeniyetler arası yarışın tüm hızıyla devam ettiği günümüzde bilime, bilimin
güvenilir rehberliğine her zamankinden daha çok ihtiyaç vardır. Bir toplumun
başı dik ve refah içinde yaşayabilmesi önemli ölçüde bilim ve teknolojideki
gücüne bağlıdır. Teknoloji, bilimsel bilginin uygulama alanına aktarılmasıdır.
Bilim, bilimsel zihniyet ve yeteri kadar bilgi üretimi olmadan teknolojide ve
uygulama alanlarında ilerleme olmaz. Bilim üretilmeden, yeterli bilgi birikimi
olmadan sadece teknoloji ithali yoluyla milletler arasında devam eden baş
döndürücü siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik yarışı sürdürmek ve medeniyetler
yarışını kazanmak şöyle dursun, mevcut durumumuzu ve yerimizi korumak bile
mümkün değildir.
Üniversiteler,
yüksek düzeyde eğitim ve öğretim yaparak seçkin kadrolar yetiştiren, bilimsel
ve teknolojik araştırmalar yapan ve araştırma sonuçlarını toplum yararına
sunarak sosyal ve ekonomik kalkınmaya hizmet eden kuruluşlardır. Ülkemizde
bugün üniversitelerin sayısı, 94’ü devlet, 38’i vakıf olmak üzere 132’ye
ulaşmıştır. Bu tasarının kanunlaşmasını müteakip bu sayı 137’ye, hatta 139’a
çıkacaktır. Ancak, sayısal olarak sıralanan bu artış, kalitede aynı oranda
sağlanamamış, hatta nitelik oldukça düşmüştür.
Üniversiteler,
yaptığı araştırmalarla ülke kalkınmasına önemli katkılar sağlar, teori ve
uygulamanın eleştirilmesini sağlayarak bilgilerin üretime yansımasını
gerçekleştirirler. Bu açıdan ülke kalkınmasında lokomotif görevi yapacak olan
üniversitelerimizin bilinen sorunları mutlaka giderilmelidir. İyi eğitim iyi
araştırma ortamında yapılacağından, üniversitelerimizin araştırma fonları
artırılmalıdır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak parti programımızda,
üniversitelerin ülkemizin ihtiyaç duyduğu insan gücünü yetiştiren, araştırma
yaparak bilim ve teknoloji üreten, toplumsal gelişmeye önderlik eden, bilimsel
yöntemlerle meselelere çözüm üreten ve dünya üniversiteleriyle yarışan eğitim
kurumları hâline getirilmesi esas alınmıştır.
Değerli
milletvekilleri, bu tasarı ile Konya ilimizde, Konya Ticaret Odası Karatay
Üniversitesi ve Mevlana Üniversitesi adlarıyla iki yeni üniversite kurulması
öngörülmektedir. Konya Ticaret Odası Karatay Üniversitesi, Konya Ticaret Odası
Eğitim ve Sağlık Vakfı tarafından kurulmaktadır. Konya’nın tarihî misyonuyla
yeniden kavuşması açısından Konya Ticaret Odası Karatay Üniversitesi son derece
önemlidir. Fiziki yapılanması hızla devam eden ve kaba inşaatı biten Konya
Ticaret Odası Karatay Üniversitesinin açılmasıyla birlikte, yine bir sonraki
maddede kurulması öngörülen Mevlana Üniversitesinin açılmasıyla, Konya
üniversiteler şehri olma yolunda önemli mesafe katedecektir. Mevlana
Üniversitesi de Gevher Sultan Eğitim Araştırma Kültür ve Sağlık Vakfı
tarafından kurulmaktadır. Konya’ya yeni üniversitelerin açılması ve Konya’nın
bir üniversite kenti olması için çaba sarf eden, girişimde bulunan Konya
Ticaret Odası yönetimini ve Konya Ticaret Odası Eğitim ve Sağlık Vakfı
Mütevelli Heyetini, yine, Gevher Sultan Eğitim Araştırma Kültür ve Sağlık Vakfı
yönetimini ve Mütevelli Heyetini bu girişimlerinden dolayı kutluyor,
kendilerine ve tüm emeği geçenlere Konyalı hemşehrilerim adına teşekkürlerimi
arz ediyorum.
Konya tarihine
bakarsak, Konya’nın Selçuklu ve Osmanlı döneminde bir üniversiteler şehri
olduğunu görürüz. Osmanlının en kötü zamanlarında bile Konya beş yüzden fazla
medreseyle eğitime devam etmiş bir şehirdir. Bu bağlamda, üniversite kurma
çalışmaları Konya’nın tarihî misyonuna yeni bir başlangıç olarak
nitelendirilebilir.
Bu çerçevede
Konya’da devlet üniversitelerinin de sayısı artırılmalıdır. Bugün itibarıyla,
Selçuk Üniversitesi gibi, 1’i teknik olmak üzere 2 yeni devlet üniversitesinin
kurulmasını karşılayacak gerekli altyapısı bulunmaktadır. Hatta Konya’nın
üniversite kurulabilecek potansiyele sahip ilçeleri bile bulunmaktadır.
Konya, sanayi
yapısı itibarıyla aynı anda birçok alanda faaliyet gösteren sektörleri
içerisinde barındırmaktadır. Bu yapı dönemsel gelişmelere ve değişimlere uyum
sağlama konusunda avantajlar sağlarken, önemli olarak gösterilebilecek sayılı
sektörlerde uzmanlaşma eksiği nedeniyle, kurulu firmaların belirli bir
büyüklükte kalmasına neden olmaktadır.
Bu gerçekler
ışığında Konya’nın artık daha büyük üretim kapasitesine sahip büyük yatırımlara
ihtiyacı vardır. Konya sanayisini ancak teknik bilgi sahibi uzman kişiler
kalkındıracaktır. Bu bakımdan eğitimin ve teknik üniversitenin önemi oldukça
büyüktür. Konya’da bu kanunla kurulan Konya Ticaret Odası Karatay Üniversitesi
ve devlet üniversitesi olarak kurulması gereken teknik üniversite Konya
sanayisinin iş yapma kapasitesini artıracak, yapacağı araştırma ve atılımlar
ile dünya ile rekabet edebilecek konuma gelme noktasında sanayicimizin önünü
açacaktır.
Konya’mızda
kurulmakta olan iki yeni üniversitenin Konya’mıza ve ülkemize hayırlar
getirmesi temennisiyle, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP ve AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Kalaycı.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Ek madde 114’ü
okutuyorum:
Mevlana
Üniversitesi
EK MADDE 114 -
Konya’da Gevher Sultan Eğitim Araştırma Kültür ve Sağlık Vakfı tarafından 2547
sayılı Yükseköğretim Kanununun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin
hükümlerine tabi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip Mevlana Üniversitesi
adıyla bir vakıf üniversitesi kurulmuştur.
Bu Üniversite,
Rektörlüğe bağlı olarak;
a) Eczacılık
Fakültesinden,
b) Mühendislik
Fakültesinden,
c) Hukuk
Fakültesinden,
ç) İşletme
Fakültesinden,
d) Eğitim
Fakültesinden,
e) Tıp
Fakültesinden,
f) Sağlık
Hizmetleri Yüksekokulundan,
g) Meslek
Yüksekokulundan,
ğ) Fen Bilimleri
Enstitüsünden,
h) Sosyal
Bilimler Enstitüsünden,
ı) Sağlık
Bilimleri Enstitüsünden,
oluşur.
BAŞKAN – Madde
üzerinde bize intikal eden bir söz talebi yok.
Madde üzerinde
iki adet önerge vardır, önergeleri okutuyorum:
T.B.M.M. Başkanlığı’na
Görüşülmekte olan
384 sıra sayılı yasa tasarısının Ek Madde: 114’deki Mevlana Üniversitesi
isminin Meram Üniversitesi olarak
değiştirilmesini arz ederiz.
Saygılarımızla.
Hakkı Suha
Okay Atilla Kart Şevket Köse
Ankara Konya Adıyaman
Esfender
Korkmaz Ferit
Mevlüt Aslanoğlu
İstanbul Malatya
T.B.M.M. Başkanlığı’na
Görüşülmekte olan
384 sıra sayılı yasa tasarısının Ek: 114. maddesindeki Mevlana Üniversitesi’nde
belirtilen fakülteler içerisinde yer alan (c) bendindeki Hukuk Fakültesi’nin
madde metninden çıkartılmasını arz ederiz.
Saygılarımızla.
Muharrem
İnce Ferit Mevlüt
Aslanoğlu
Yalova Malatya
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM,
KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU
BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan. Birine
katılıyoruz… İki önerge okuttunuz.
BAŞKAN – Hayır
son önergeyi soruyorum efendim. Yani, hukuk fakültesinin çıkarılmasıyla ilgili…
MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN –
Katılmıyor musunuz?
MİLLÎ EĞİTİM,
KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU
BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Takdire bırakıyoruz.
MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Takdire bırakıyoruz.
BAŞKAN – Takdire
bırakıyorsunuz.
Evet, gerekçeyi
mi okutayım efendim?
BEKİR BOZDAĞ –
Gerekçe…
BAŞKAN –
Gerekçeyi okutuyorum.
Gerekçe:
Ülkemizdeki hukuk
fakültelerinin, iş gücü planlamasında yeterince öğrenci alması nedeniyle.
BAŞKAN – Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir.
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Kabul edilmiş olması lazım
Sayın Başkan.
BAŞKAN - Diğer
önergeyi okutuyorum:
T.B.M.M. Başkanlığı’na
Görüşülmekte olan
384 sıra sayılı yasa tasarısının Ek Madde: 114’deki Mevlana Üniversitesi
isminin Meram Üniversitesi olarak değiştirilmesini arz ederiz.
Saygılarımızla.
Hakkı
Suha Okay (Ankara) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM,
KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU
BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın
Kart, buyurun efendim.
ATİLLA KART
(Konya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; tarafımızdan verilen önerge
hakkında görüşlerimizi beyan etmek üzere söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlarım, kurulacak bu üniversitelerin öncelikle bölgelerine yararlı
hizmetler sunması, çağdaş eğitime katkı sağlaması, toplumsal yapıda ve sanayide
istihdama yönelik nitelikli eleman yetiştirilmesinde üstlenmesi gereken rolü
ifade etmek istiyorum: Bu üniversitelerin siyasi, sosyal ve kültürel alanlarda
ve elbette akademik alanlarda, idari ve mali yönetimlerinde özerk ve özgür
olmalarını sağlamamız gerekmektedir. Acaba bunları gerçekleştirebiliyor muyuz?
Bu noktada çalışmalarımız var mı? Altyapı çalışması söz konusu mu?
Bu tasarının bu
amaçlara hizmet edip etmeyeceğini sorgulamamız gerekiyor. Özerk ve özgür olma
aşamalarının nasıl bir süreçte tamamlanacağını önceden öngörmek ve planlamak
gerekiyor.
Bu
değerlendirmeler yapıldığı zaman şunu görüyoruz değerli arkadaşlarım: Bir
taraftan üniversitelerin niteliğini lise düzeyine düşüren bir yapılanmayı
görüyoruz, bir taraftan da bu üniversiteleri toplumda ayrışmaya yol açan
ideolojilere teslim ettiğimizi görüyoruz. Muvazaalı ilişkiler içerisinde
kurulan sermaye gruplarına bu üniversitelerin teslim edildiğini görüyoruz.
Böyle bir süreçte bu ilişkilere direnemeyen bir hükûmet kimliğini görüyoruz.
Değerli
arkadaşlarım, Selçuk Üniversitesi, Konya’da yirmi beş yıldan bu yana faaliyet
gösteren Selçuk Üniversitesi, aradan geçen bu süre içinde hem kampüs olarak hem
fiziki anlamda çok büyük bir gelişme gösterdi. Konyalı hayırseverler bu aşamada
her anlamda katkılarını sağladılar, üniversiteyi her anlamda sahiplendiler. Bu
üniversitenin kurulması ve gelişmesi sayesinde Konya için ekonomik ve sosyal
anlamda bir büyüme ve değişim ortamı yaratıldı, kültür alışverişine yol açmak
suretiyle sosyal yapıya olumlu katkılar sağlandı. 80 bin civarındaki öğrenciye
eğitim veren bu üniversitemiz, maalesef akademik anlamda istenen gelişmeyi
gösteremedi. Bunun da temel sebebi, 80 bin üniversite öğrencisinin bulunması ve
fiziki anlamda çok büyümüş olması sebebiyle idari yönetim alanında yaşanan
sorunlardı.
İşte, değerli
arkadaşlarım, geldiğimiz aşamada, geldiğimiz süreçte böylesine büyük bir
potansiyele sahip olan Selçuk Üniversitesi bünyesinden felsefe, mantık,
ilahiyat, sanat ve kültür ağırlıklı sosyal bilimler üniversitesinin kurulması
ve böyle bir üniversiteye “Mevlana” isminin verilmesi her bakımdan uygun
olacaktır. Bunu yapmayıp da evrensel bir değeri, evrensel bir kavramı, toplumun
ötekileşmesi, ayrıştırılması konusunda bir algılama yaratan ya da kanaat yaratan
bir düşünce grubuna bu ismin bir sembol olarak verilmesi en başta Mevlânâ’nın
temsil ettiği değerlerle bağdaşmaz değerli arkadaşlarım. Bunu önemle
takdirlerinize sunuyorum, sağduyunuza sunuyorum.
“Mevlânâ”
kavramını ve değerlerini belli bir düşünce kalıbının içine hapsetmeye hiç
kimsenin hakkı yok değerli arkadaşlarım. Bu tasarıyla kurulması öngörülen
Karatay Üniversitesi için bu anlattığım anlamda bir eleştirimizin olmadığını,
bir endişemizin olmadığını önemle ifade ediyorum. Ancak, Mevlana Üniversitesi
için bu anlattığım çerçevede endişe ve eleştirilerimin bulunduğunu üzülerek
ifade ediyorum. Bunu yapmaya hakkımız yok. Bu noktada sadece bugünün
konjonktürü içinde hareket etmenin son derece yanlış ve ileride telafisi mümkün
olmayacak birtakım sonuçlar yaratacağını şimdiden öngörmemiz gerekiyor.
Ben bu
düşüncelerle ve bu ihtirazi kayıtlarla önergemize de destek verilmesi gereğini
takdirlerinize sunuyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
Kart, teşekkür ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza arz ediyorum: Kabul edenler…
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayalım efendim.
BAŞKAN – Kabul
etmeyenler…
ATİLLA KART
(Konya) – Kabul edilmiştir.
BAŞKAN – Önerge
kabul edilmemiştir.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Kabul edilmiştir, sayın, efendim.
BAŞKAN – Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
ATİLLA KART
(Konya) – Sayın Başkan, tereddütlü bir rakam var. Son derece tereddütlü bir
rakam var.
BAŞKAN – Sayın
Kart, bakınız, şuradaki milletvekilli arkadaşlarımı, el kaldıranları
sayarsanız, Genel Kurulu… Ben bakıyorum, arkadaşlarım da bakıyor, bir ihtilaf
yok yani o konuda.
ATİLLA KART
(Konya) – Bu aşamadan sonra elbette çoğunluk sağlanır.
BAŞKAN – Ek madde
115’i okutuyorum:
Nuh Naci Yazgan
Üniversitesi
EK MADDE 115-
Kayseri’de Kayseri Yükseköğrenim ve Yardım Vakfı tarafından 2547 sayılı
Yükseköğretim Kanununun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine
tabi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip Nuh Naci Yazgan Üniversitesi
adıyla bir vakıf üniversitesi kurulmuştur.
Bu Üniversite,
Rektörlüğe bağlı olarak;
a) Fen-Edebiyat
Fakültesinden,
b) Mühendislik
Fakültesinden,
c) İktisadi ve
İdari Bilimler Fakültesinden,
ç) Güzel Sanatlar
ve Tasarım Fakültesinden,
d) Meslek
Yüksekokulundan,
e) Sosyal
Bilimler Enstitüsünden,
f) Fen Bilimleri
Enstitüsünden,
oluşur.”
BAŞKAN – Madde
üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Kayseri Milletvekili Şevki
Kulkuloğlu.
Sayın Kulkuloğlu,
buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA
MEHMET ŞEVKİ KULKULOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
hepinizi grubum adına saygıyla selamlıyorum.
Burada,
Kayseri’de, Kayseri Yükseköğrenim ve Yardım Vakfının kurmakta olduğu bir vakıf
üniversitesini görüşüyoruz. Kayseri Yükseköğrenim ve Yardım Vakfı yıllar önce
merhum Profesör Doktor Bedii Feyzioğlu ve Profesör Doktor Feyzi Feyzioğlu’nun
önderliğinde, rahmetlik babamın da -buradan hepsini rahmetle anıyorum, bütün
kurucuları- kurucusu olduğu bir vakıftır ve Kayseri’de Erciyes Üniversitesinin
kuruluşunda önderlik yapmış ve kuruluşta her aşamada hükûmetle el ele kuruluşu
gerçekleştirmiş, bugüne kadar da yaşamasına katkı vermiştir. Bugüne kadar 10
binlerce öğrenciye burs vermiştir. Bugün de yine, bugünkü değerli yöneticileri
aracılığıyla, bir üniversite kenti olmasını hayal ettiğimiz ve dilediğimiz
Kayseri’nin bu yöndeki ilerleyişine katkı vermek adına, Kayseri’ye yine çok
büyük emekleri geçmiş Kayseri eski Valisi Nuh Naci Yazgan’ın adını vererek bir
üniversite kurulmaktadır. Burada emeği geçen, bu vakfın kuruluşunda emeği
geçen, bugüne kadar maddi-manevi katkı sağlayan herkese yüce Meclisin huzurunda
teşekkür ediyor, inşallah bu üniversitenin ülkemize hayırlı evlatlar, hayırlı
meslek sahipleri yetiştireceğini umuyor ve başarılı olmasını diliyorum. Ayrıca
emeği geçenlere teşekkür ediyorum.
Sayın
milletvekilleri, burada bir konuya daha kürsüye gelmişken değinmek istiyorum.
14 Haziran 2009 günü yağan dolu nedeniyle Kayseri ili Melikgazi ve Kocasinan
ilçe sınırları içerisinde yer alan Emmiler köyünde 8 bin dekar, Dadağı köyünde 7 bin dekar, Kemer
köyünde 6 bin dekar, Ebiç köyünde 6 bin dekar, Mahzemin köyünde 4 bin dekar,
Elagöz köyünde 6 bin dekar, Hasanarpa köyünde 6 bin dekar, Yeşilyurt köyünde 2
bin dekar, Turan köyünde 3 bin dekar, Subaşı köyünde 5 bin dekar, Küçükbürüngüz
köyünde 5 bin dekar olmak üzere yaklaşık toplam 58 bin dekar alanda bulunan
tarla, bağ ve bahçenin yüzde 20 ila yüzde 100’ü arasında, ürünlerinde, hasar
oluştuğu tespit edilmiştir. Bu nedenle, 2009 yılı hasadı yapamayacakları, yani
parasız kalıp geçim sıkıntısı çekecekleri, borçlarını ödeyemeyecek, düğünlerini
yapamayacakları ve hatta 2010 yılı için ekim yapamayacakları aşikâr olan bu
hemşehrilerimizin yaptığı müracaatlarda, devletin, Hükûmetin kapıları hep “3090
sayılı Yasa kapsamında sigorta ettirseydiniz kardeşim.” diyerek yüzlerine
kapatılmıştır. Buradan yetkililere ve Sayın Başbakana sizler aracılığınızla
seslenmek istiyorum: Binlerce çiftçi ailenin sıkıntıya uğradığı bu konuyu
derhâl Bakanlar Kurulu gündemine alarak, bu bölgeyi afet alanı ilan ederek,
geçim sıkıntısı içerisinde olan ve parasızlıktan ürününü sigortalatamayan
köylülerimizin dertlerine devlet çare olmalıdır. Vatandaşa “Sosyal devlet
prensibiyle hareket ediyoruz.” diyerek mart ayında kömür dağıtmakla değil,
yaşadığı sıkıntıda, uğradığı afette gereğini yaparak sosyal devleti hayata
geçirebilirsiniz. Afete uğramış hemşehrilerim adına yetkililere hatırlatmak
istiyorum.
Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın
Kulkuloğlu, teşekkür ediyorum.
Ek madde 115’i
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Saygıdeğer
milletvekilleri, yeni madde ihdasına dair bir önerge vardır. Malumlarınız
olduğu üzere, görüşülmekte olan tasarı veya teklife konu kanunun, komisyon
metninde bulunmayan ancak tasarı veya teklif ile çok yakın ilgisi bulunan bir
maddesinin değiştirilmesini isteyen ve komisyonun salt çoğunlukla katıldığı
önergeler üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açılacağı İç Tüzük’ün 87’nci
maddesinin dördüncü fıkrası hükmüdür. Bu nedenle, önergeyi okutup Komisyona
soracağım. Komisyon önergeye salt
çoğunlukla, 13 üyesiyle katılırsa önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme
açacağım, Komisyonun salt çoğunlukla katılmaması hâlinde ise önergeyi işlemden
kaldıracağım.
Şimdi önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan
384 Sıra Sayılı Kanun Tasarısının 1 inci maddesine aşağıdaki ek maddenin ilave
edilmesini arz ve teklif ederiz.
Bekir
Bozdağ Yuzuf Ziya İrbeç Nusret Bayraktar
Yozgat
Antalya İstanbul
Mustafa
Elitaş Yusuf Coşkun Güldal Akşit
Kayseri
Bingöl İstanbul
Fatma
Şahin
Gaziantep
“Turgut Özal
Üniversitesi
Ek Madde 116-
Ankara’da Turgut Özal Düşünce ve Hamle Vakfı tarafından 2547 sayılı
Yükseköğretim Kanununun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine
tabi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip Turgut Özal Üniversitesi adıyla
bir vakıf üniversitesi kurulmuştur.
Bu Üniversite,
Rektörlüğe bağlı olarak;
a) İktisadi ve
İdari Bilimler Fakültesinden,
b) Hukuk Fakültesinden,
c) Mühendislik
Fakültesinden,
ç) Tıp
Fakültesinden,
d) Fen Bilimleri
Enstitüsünden,
e) Sosyal
Bilimler Enstitüsünden,
f) Sağlık
Bilimleri Enstitüsünden,
oluşur.”
BAŞKAN – Sayın
Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılıyor musunuz?
MİLLÎ EĞİTİM,
KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) –
Katılıyoruz Sayın Başkan. Salt çoğunluğumuz vardır.
BAŞKAN – Evet, 13
kişiyi arayacağım…
Komisyon önergeye
salt çoğunlukla katılmış olduğundan, önerge üzerinde yeni bir madde olarak
görüşme açıyorum.
Söz isteyen? Yok.
Ek madde 116’yı
oylarınıza arz ediyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Saygıdeğer
milletvekilleri, yeni madde ihdasına dair bir önerge daha vardır. Yine bu
önergede de Komisyonun salt çoğunlukla katılmasını arayacağım. Komisyona
soracağım, salt çoğunlukla katılmışsa önerge üzerinde yeni bir madde olarak
işlem yapacağım, eğer katılmamışsa önergeyi işlemden kaldıracağım.
Önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan
384 Sıra Sayılı Kanun Tasarısının 1 inci maddesine aşağıdaki ek maddenin ilave
edilmesini arz ve teklif ederiz.
Bekir
Bozdağ Mustafa Elitaş Nusret Bayraktar
Yozgat Kayseri İstanbul
Hakkı Suha
Okay Fatma Şahin Şahin Mengü
Ankara Gaziantep Manisa
Mehmet
Şandır Güldal Akşit Yusuf Ziya İrbeç
Mersin İstanbul Antalya
Yusuf
Coşkun
Bingöl
“TED Üniversitesi
Ek Madde 117-
Ankara’da Türk Eğitim Derneği Yükseköğrenim Vakfı tarafından 2547 sayılı
Yükseköğretim Kanununun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine
tabi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip TED Üniversitesi adıyla bir vakıf
üniversitesi kurulmuştur.
Bu Üniversite,
Rektörlüğe bağlı olarak;
a) Eğitim
Fakültesinden,
b) Mühendislik ve
Mimarlık Fakültesinden,
c) İktisadi ve
İdari Bilimler Fakültesinden,
ç) Sanat ve
Tasarım Fakültesinden,
d) Fen Bilimleri
Enstitüsünden,
e) Sosyal
Bilimler Enstitüsünden,
f) Eğitim
Bilimleri Enstitüsünden,
oluşur.”
BAŞKAN – Komisyon
önergeye salt çoğunlukla katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR,
GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılıyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Çoğunluk
var.
Yeni bir madde
olarak görüşme açıyorum.
Madde üzerinde
söz isteyen? Yok.
Maddeyi
oylarınıza arz ediyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, ek maddelerden 111, 112, 113, 114, 115, 116 ve 117’nin bağlı
olduğu çerçeve madde 1’i oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
Madde 2’yi
okutuyorum:
MADDE 2- Bu Kanun
yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN –Söz
talebi yok.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Madde 3’ü
okutuyorum:
MADDE 3-Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN – Söz
talebi yok.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Tasarının tümünü
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Tasarı kabul edilmiş ve
kanunlaşmıştır.
Ülkemiz için,
vakıflar için ve öğrencilerimiz için hayırlı olmasını diliyorum.
Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, 4’üncü sıraya alınan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti
ile İslam Konferansı Örgütüne Bağlı İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik ve
Sosyal Araştırmalar ve Eğitim Merkezi Arasında Ankara/Oran Diplomatik Sitede
Arsa Tahsisine İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
4.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile İslam Konferansı Örgütüne Bağlı İslam Ülkeleri
İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar ve Eğitim Merkezi (SESRIC) Arasında
Ankara/Oran Diplomatik Sitede Arsa Tahsisine İlişkin Protokolün Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/705) (S.
Sayısı: 394)(x)
BAŞKAN – Sayın
Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada.
Komisyon raporu
394 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü
üzerinde söz talebi yoktur.
Tasarının
maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
1’inci maddeyi
okutuyorum:
TÜRKİYE
CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE İSLAM KONFERANSI ÖRGÜTÜNE
BAĞLI
İSLAM ÜLKELERİ İSTATİSTİK, EKONOMİK VE SOSYAL ARAŞTIRMALAR
VE EĞİTİM MERKEZİ (SESRIC) ARASINDA
ANKARA/ORAN DİPLOMATİK SİTEDE ARSA TAHSİSİNE İLİŞKİN PROTOKOLÜN ONAYLANMASININ
UYGUN
BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1- (1) 13
Mart 2009 tarihinde Ankara’da imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile İslam
Konferansı Örgütüne Bağlı İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik ve Sosyal
Araştırmalar ve Eğitim Merkezi (SESRIC) Arasında Ankara/Oran Diplomatik Site’de
Arsa Tahsisine İlişkin Protokol”ün onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN – Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2’nci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 2- (1) Bu
Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN – Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3’üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 3- (1) Bu
Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN – Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, tasarının tümü açık oylamaya tabidir.
Açık oylamanın
elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Oylama için üç
dakika süre vereceğim. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik
personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen
üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen üç dakikalık süre içinde
Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Ayrıca, vekâleten
oy kullanacak Sayın Bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını,
oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadıyla imzasını da taşıyan oy pusulasını,
yine, oylama için öngörülen üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Oylama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik
cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN –
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, 394 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile İslam Konferansı Örgütüne Bağlı İslam Ülkeleri İstatistik,
Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar ve Eğitim Merkezi (SESRIC) Arasında Ankara/Oran
Diplomatik Sitede Arsa Tahsisine İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı açık oylama sonucunu arz ediyorum:
Kullanılan oy
sayısı : 203
Kabul : 203
(x)
Böylece tasarı
kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır, hayırlar getirmesini diliyorum, hepinize
hayırlı akşamlar diliyorum.
Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, alınan karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini
sırasıyla görüşmek için, 24 Haziran 2009 Çarşamba günü saat 13.00’te toplanmak
üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma
Saati: 22.59