Normal 25669 2 1 2009-05-25T12:45:00Z 2009-05-25T12:45:00Z 1 11235 64045 TBMM 533 150 75130 11.9999 Clean Clean 0 0 nk 0 nk 0 0 false false false 0 nk 0 nk MicrosoftInternetExplorer4

DÖNEM: 23                            CİLT: 44                    YASAMA YILI: 3

 

 

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

81’inci Birleşim

23 Nisan 2009 Perşembe

 

(Bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge aslına uygun olarak yazılmıştır.)

İ Ç İ N D E K İ L E R

 

   I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

  II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) ÇEŞİTLİ İŞLER

1.- Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Genel Kurulu teşrifleri

 

IV.- ÖZEL GÜNDEM

A) 23 Nisan Görüşmeleri

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 89’uncu yıl dönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın kutlanması, günün önem ve anlamının belirtilmesi görüşmeleri

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu saat 14.02’de açılarak yedi oturum yaptı.

 

İzmir Milletvekili Canan Arıtman, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı münasebetiyle, erken yaşta zorla evlendirmelere ilişkin gündem dışı bir konuşma yaptı.

 

İstanbul Milletvekili Atila Kaya’nın, Türkiye-Azerbaycan arasındaki son gelişmelere ilişkin gündem dışı konuşmasına Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek,

İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen’in, kot kumlama işinde çalışan işçilerin silikozis hastalığına yakalanmaları ve ölümlerine ilişkin gündem dışı konuşmasına Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik,

Cevap verdiler.

 

Sri Lanka Parlamentosu Başkanı W.J.M Lokubandara ve beraberindeki heyetin, 26 Nisan-1 Mayıs 2009 tarihlerinde ülkemizi ziyaret etmelerine ilişkin Başkanlık tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

 

Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir’in (6/1133, 6/1174, 6/1175, 6/1196, 6/1220) esas numaralı sözlü sorularını geri aldığına ilişkin önergesi okundu, sözlü soruların geri verildiği bildirildi.

 

Siirt Milletvekili Osman Özçelik’in, Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonundan çekildiğine ilişkin önergesi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

 

Mardin Milletvekili Ahmet Türk ve 19 milletvekilinin, güvenlik güçlerine yönelik toplumsal olaylarda orantısız güç kullanımı iddialarının araştırılması (10/347),

Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve 19 milletvekilinin, kanser hastalığının boyutlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/348),

Tekirdağ Milletvekili Kemalettin Nalcı ve 21 milletvekilinin, süt sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/349),

Amacıyla birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

 

Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonunda açık bulunan ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna düşen üyeliğe grubunca aday gösterilen Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan seçildi.

 

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:

1’inci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96) görüşmeleri komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.

2’nci sırasında bulunan, Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu’nun (1/675) (S. Sayısı: 330),

3’üncü sırasında bulunan, Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Kırklareli Milletvekili Tansel Barış’ın; Çorum Milletvekili Agah Kafkas’ın; İstanbul Milletvekili Ufuk Uras’ın; Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal ve 14 Millet-vekilinin; İzmir Milletvekili Bülent Baratalı ve 16 Milletvekilinin; İstanbul Milletvekili Mustafa Özyürek’in; İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın; Bilecik Milletvekili Yaşar Tüzün’ün Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ve İçişleri Komisyonu Raporu’nun (1/690, 2/176, 2/212, 2/213, 2/215, 2/225, 2/420, 2/421, 2/430) (S. Sayısı: 354),

Görüşmeleri tamamlanarak yapılan oylamalardan sonra kabul edildi.

 

Alınan karar gereğince, 23 Nisan 2009 Perşembe günü saat 14.00’te toplanmak üzere, birleşime 23.19’da son verildi.

 

 

 

Şükran Güldal MUMCU

 

 

 

Başkan Vekili

 

 

 

 

 

 

Yusuf COŞKUN

 

Canan CANDEMİR ÇELİK

 

Bingöl

 

Bursa

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

No.: 86

II.- GELEN KÂĞITLAR

23 Nisan 2009 Perşembe

 

Raporlar

1.- Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı ile Bulgaristan Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı Arasında İşbirliği Konusunda Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/418) (S. Sayısı: 356) (Dağıtma tarihi: 23.4.2009) (GÜNDEME)

2.- Türkiye Cumhuriyeti ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Arasında Akdedilen 27 Nisan 1988 Tarihli Konsolosluk Sözleşmesinin Bazı Maddelerinin Tadiline İlişkin Türkiye Cumhuriyeti ile Rusya Federasyonu Arasında Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/587) (S. Sayısı: 357) (Dağıtma tarihi: 23.4.2009) (GÜNDEME)

23 Nisan 2009 Perşembe

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.00

BAŞKAN: Köksal TOPTAN

KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN (Bingöl), Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa)

 

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 81’inci Birleşimini açıyorum.

İstiklal Marşı’mız okunacak.

(İstiklal Marşı)

III.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Çeşitli İşler

1.- Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Genel Kurulu teşrifleri

BAŞKAN – Sayın Cumhurbaşkanımız dinleyici locasındaki yerlerini alarak yüce Meclisimizi onurlandırmışlardır. Kendilerine, yüce heyetiniz adına “Hoş geldiniz.” diyorum. (AK PARTİ, MHP ve DTP sıralarından alkışlar)

IV.- ÖZEL GÜNDEM

A) 23 Nisan Görüşmeleri

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 89’uncu yıl dönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın kutlanması, günün önem ve anlamının belirtilmesi görüşmeleri

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, gündemimize göre, Genel Kurulun 21/4/2009 tarihli 79’uncu Birleşiminde alınan karar uyarınca, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 89'uncu yıl dönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nın kutlanması ve günün önem ve anlamının belirtilmesi amacıyla yapacağımız görüşmelere başlıyoruz.

Sayın milletvekilleri, millî iradenin hayat bulduğu Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışının 89’uncu yılını büyük bir coşku ve heyecanla kutluyoruz.

Oturumun başında, kısa süre önce elim bir helikopter kazası sonucu kaybettiğimiz Sivas Milletvekilimiz ve Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Sayın Muhsin Yazıcıoğlu’nun yokluğundan duyduğum derin üzüntüyü bir kez daha belirtmek istiyorum. Mücadelelerle geçen ömrünü milletimize ve ülkemize hizmete adayan merhum Yazıcıoğlu siyasi hayatı boyunca demokrasimize önemli katkılarda bulunmuştur. Yine bu dönem kaybettiğimiz İstanbul Milletvekillerimiz Sayın Osman Yağmurdereli ve Gündüz Suphi Aktan ile yüce Meclisimizin 11’inci Başkanı Sabit Osman Avcı’yı rahmetle ve özlemle anıyorum.

Sayın milletvekilleri, 23 Nisan 1920, Meclisimizin büyük milletimizin kaderine el koyduğu tarihtir. Milletimizin tarih yolculuğunda bir dönüm noktası, yeni bir başlangıcın, yeniden dirilişin ifadesidir. İlk Meclis ve onun dayandığı millî irade bütün varlığımızın çıkış noktası ve yaşam kaynağımızdır. Aziz Atatürk’ün “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” ilkesi böylelikle hayat bulmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’ni de kuran, devrimleri de hayata geçiren bu Meclistir.

Gazi Meclis, savaş yönetmenin dışında, dünyanın yeniden şekillendiği bir dönemde demokrasiyi yeşertmeyi başarmış, cumhuriyeti kurmuştur. Bir çağdaşlaşma projesi olan cumhuriyetimiz millî egemenlik ilkesinin doğal bir sonucu olduğu kadar başarının da asıl nedenidir.

Yüce Meclisimiz seksen dokuz yıl önce olduğu gibi bugün de demokrasimizin kalbi, milletimizin ümit kaynağıdır. Cumhuriyetimizin, demokrasimizin, devletimizin ve millet olarak geleceğimizin en büyük güvencesidir. Yüce Meclisimiz, kurucu iradeden aldığı güçle, bugün de aynı sorumluluk içerisinde, aynı coşku ve kararlılıkla yoluna devam etmektedir.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, yüksek temsil oranıyla ve bu kadar çeşitli yapısıyla Meclisimizin çözemeyeceği sorun, aşamayacağı engel yoktur. Çünkü gücünü bağımsızlığı için eşsiz mücadeleler vermiş olan yüce Türk milletinden almaktadır.

Her şartta ve her dönemde devletin bölünmez bütünlüğü, milletin huzuru, güvenliği ve kalkınması için iktidar ve muhalefetiyle büyük sorumluluk ve dikkat gösteren Meclisimiz, bu kararlılığını hiç kimse kuşku duymasın ki bundan sonra da göstermeye devam edecektir.

Türkiye'nin sahip olduğu genç ve eğitimli insan gücü, girişimcileri, köklü kurumları, sivil toplum örgütleri ve her alandaki zengin potansiyeli bu çabalarımızı hayata geçirmede bizlere eşsiz bir güç vermektedir.

Güvenilir enerji yolu olması özelliği başta olmak üzere her alandaki avantaj ve stratejik önemi de Türkiye’yi başkalarına göre farklı ve güçlü kılmaktadır. Bu coğrafya bizden sorulur demem ama Orta Doğu’da, Kafkaslar’da, Balkanlar’da bizimle yapılacak iş birliğinin sağlam ve kalıcı olduğunu da herkes bilmek durumundadır.

Sayın milletvekilleri, halk iradesinin kullanıldığı bu çatı, toplumsal beklentilere cevap veren, sorunlara çözüm üreten ve ülkemizin önünü açan en yüce kurumdur. İhtiyacımız olan temel düzenlemelerin uzlaşma ortamı içerisinde hep beraber hayata geçirilebilmesi için gerekli zeminlerin oluşturulması, iktidarıyla muhalefetiyle hepimizin ortak sorumluluğudur. Uzlaşma, iş birliği ve diyalog zemininde gerçekleştirilecek ortak çalışmalar hem Meclisimize hem de siyaset kurumuna duyulan güveni artıracak ve ülkemizi daha ilerilere taşıyacaktır.

Yapıldığı dönemin izlerini taşıyan mevcut Anayasa’mızın ülkemize artık yetmediği ve toplumumuzun ulaştığı demokratik düzeye cevap verme konusunda yetersiz kaldığı yolunda çok geniş bir mutabakatın olduğunu görüyoruz. Bugüne kadar çok önemli Anayasa değişikliklerini ve yasal düzenlemeleri yapan Meclisimizin, bundan sonra da katılımcı ve uzlaşmacı bir anlayışla önemli adımlar atacağına inanıyorum.

Milletimizin değerli temsilcileri, hepimizin ortak çabası, özgürlükleri ve demokrasisi güçlenmiş, ekonomisi gelişmiş, vatandaşlarının yüzü gülen, huzur ve barışın hâkim olduğu bir Türkiye içindir. Türkiye'nin yüce Meclisimizin katkılarıyla imkânsızlıklar içerisinde bağımsızlık mücadelesi veren bir durumdan dünyanın öncü ve önder bir ülkesi konumuna gelmesinin onurunu ve gururunu hep birlikte yaşıyoruz.

Cumhuriyetimizi kuran ve bizlere emanet eden Büyük Önderin “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına ‘Türk milleti’ denir.”  ifadesiyle dile getirdiği “Türk milleti” kavramı, etnik bir ayrışmayı değil birlikteliği vurgulamaktadır. Tarih boyunca bu topraklarda bir arada yaşayan, tüm unsurları içine alan ve buluşturan ortak bir ruhla özgürlük mücadelesi verilmiştir. Toplumumuzun tüm kesimlerinin birbirleriyle iletişimini, duygu ve düşüncelerini aktarmasını sağlayan dilimiz de sahip olduğumuz bu ortak zeminin ayrılmaz bir parçasıdır. Sahip olduğumuz müşterek değerlerin etnik bir anlayışla bozulmaya çalışılması, ülkemize ve tarih boyunca bir arada barış ve huzur içerisinde yaşamış, akrabalık bağları kurmuş olan milletimize yapılabilecek en büyük kötülüktür. Tüm farklılıklarımızı ayrışma değil zenginlik olarak görmeliyiz.

Saygıdeğer milletvekilleri, hepimizin sahip olduğu müşterek değerlerin başında hiç kuşkusuz çağın yükselen değeri olan demokrasi gelmektedir. Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye, aradan geçen seksen dokuz yılda bölgesine ve tüm dünyaya örnek bir ülke hâline gelmiştir. Gelişen ve güçlenmekte olan demokrasisiyle Türkiye Cumhuriyeti, Avrupa Birliğine tam üye olma yolunda kararlılıkla ilerlemektedir. Çağdaş dünyanın saygın bir üyesi ve aktörü olan Türkiye, bugün küresel ve bölgesel boyutta barış ve istikrara katkıda bulunan, çok yönlü bir dış politika izleyen, geniş bir coğrafyada etkinlik gösteren ve dostluğu aranan bir ülkedir.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, Meclisimizin açıldığı bu kutlu gün, aynı zamanda Büyük Önder tarafından çocuklarımıza bayram olarak armağan edilmiştir. 23 Nisan her ülkeden gelen çocukların sevgi ve dostluk duygularıyla kaynaştığı evrensel bir bayram hâline gelmiştir.

Büyük Atatürk, yokluklar içerisinde var edilen Meclisi ve genç Türkiye Cumhuriyeti’ni hepimizin umutları, yarınları olan çocuklarımıza emanet etmiştir. Cumhuriyetin onların omuzlarında yükseleceğine inancını birçok kez vurgulamıştır. Meclisimiz, hepinizin katkısıyla, çocukların sorunlarının çözümü, her türlü şiddet ve baskıdan uzak bir ortamda çok daha iyi koşullarda eğitimli bireyler olarak yetiştirilmeleri için çaba harcamaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, çocuk haklarının geliştirilmesi yönünde yaptığı çalışmaları kurumsal bir hâle getirerek “Çocuk Hakları İzleme Komitesi” oluşturmuştur.

Toplumumuzun kanayan yarası olan suça itilen çocuklarla ilgili devlet ve millet olarak el birliğiyle gayret etmemiz çok büyük önem taşımaktadır. Ülkemizin geleceği olan çocukların hayatlarının en güzel dönemlerinde suça itilmesi, toplumsal vicdanı yaralayan ve hepimizin çözmesi gereken ortak bir sorundur. Toplumsal barışımızı ve huzurumuzu zedeleyen bu önemli sorunun çözümü konusunda başta ailelere, eğitim kurumlarına ve yöneticilere önemli görevler düşmektedir.

Bizlere millî birliğimizi kazandıran, bağımsız bir vatan bırakan Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere gazi Meclisin kahraman üyelerini, milletimizin huzuru, güveni ve vatanımızın bölünmez bütünlüğü için hayatlarını feda eden aziz şehitlerimizi rahmet, minnet ve saygıyla anıyorum.

Aziz milletimizin, siz değerli milletvekillerimizin ve sevgili çocuklarımızın 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı tebrik ediyorum. Sayın milletvekili arkadaşlarıma sağlık içerisinde başarılı çalışmalar diler, yüce Meclisi en içten duygularımla saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ederim. (Alkışlar)

Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil edilen siyasi parti gruplarının grup başkanlarına ve grubu bulunmayıp da Mecliste üyesi bulunan siyasi partilerin genel başkanlarının görevlendirdiği bir milletvekiline onar dakikayı geçmemek üzere söz vereceğim.

Söz sırasını okuyorum: Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Deniz Baykal, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Devlet Bahçeli, Demokratik Toplum Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Ahmet Türk, Demokratik Sol Parti Genel Başkanı adına Sayın Hasan Erçelebi, Özgürlük ve Dayanışma Partisi Genel Başkanı adına Sayın Ufuk Uras.

İlk söz Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın.

Buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından ayakta alkışlar)

ADALET VE KALKINMA PARTİSİ GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu anlamlı günde yüce Meclisimizi ve siz değerli üyelerini saygıyla selamlıyorum.

Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 89’uncu yıl dönümünü milletçe büyük bir coşkuyla kutluyoruz. Seksen dokuz yıl önce Ankara’da Ulus’taki ilk binasında dualarla açılan Meclis, Kurtuluş Savaşı’mızı sevk ve idare etmiş, İstiklal Savaşı’mızı zaferle sonuçlandırmış, ardından da Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna zemin hazırlamıştır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi bu ülkenin ve bu milletin gururudur. Meclis haklı gururumuz olmasının yanında milletimizin uzun ve şanlı tarihi boyunca elde ettiği en önemli kazanımlarından biridir.

Misakımillî sınırları içinde Türkiye halkını oluşturan her kesim, dil, din, etnik köken ve mezhep ayrımı yapılmaksızın Büyük Millet Meclisinde temsil edilmiş ve bu Meclis millet iradesinin kalbi olmuştur.

23 Nisan 1920’ye yani Türkiye Büyük Millet Meclisinin kurulmasına uzanan yol son derece meşakkatli bir yol olmuştur. Bu meşakkatli yolculuğun tüm safhalarını ülkemizin tüm fertlerinin, özellikle de yeni nesillerin çok iyi kavraması, anlaması ve her an hatırlarında bulundurması son  derece önemlidir.

Balkanlarda, Hicaz’da, Kanal’da, Çanakkale’de, Sarıkamış’ta ve benzeri birçok cephede verdiğimiz şehitleri anlamadan, çatısı altında bulunduğumuz bu yüce Meclisin değerini yeterince anlamak elbette mümkün değildir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışına giden yol, vatanın dört bir köşesinde hemen her aileden en az bir şehidin, bir gazinin mübarek kanları üzerine inşa edilmiştir.

Bu aziz Meclisin sevk ve idaresinde yürütülen İstiklal Savaşı’mız ise bu milletin en zor zamanlarında bile nasıl kenetlendiğinin, nasıl bir ve bütün olduğunun  en müşahhas göstergesidir.

71,5 milyon vatandaşımızı aynı çatı altında toplayan, her birinin hedef, arzu ve iradesini bünyesinde barındıran, bizi bir millet olarak birbirimize sımsıkı bağlayan bu yüce Meclistir.

Bizim Çanakkale Muharebemizi anlayamayan nasıl bir millet olduğumuzu anlayamaz. Bizim Sakarya Muharebemizi kavrayamayan nasıl bir halk olduğumuzu kavrayamaz. 23 Nisanı, Türkiye Büyük Millet Meclisinin nasıl ve ne şartlarda kurulduğunu bilmeyen bu milletin büyüklüğünü anlayamaz. Onun içindir ki milletimizi çıkmaz mecralara ve tehlikeli maceralara sürüklemek isteyenlerin çabaları beyhudedir. Aramıza nifak sokmaya, bizi birbirimize küstürmeye, bizi birbirimizden uzaklaştırmaya çalışanların gayretleri boştur. İstikrar ve güven zeminini zedeleyip bizi zayıflatmaya çalışanlar her zaman kaybetmiştir, bundan sonra da kaybetmeye mahkûmdur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, değerli konuklar; millî egemenlik kavramı Türkiye Cumhuriyeti devletinin demokratik meşruiyet temelinde kurulduğunun en açık ifadesidir. Cumhuriyetimizin kurucusu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin ilk başkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk Millî Mücadele’nin en zor şartlarında bile her meselede Meclisin iradesine başvurmuştur. Kurtuluş Savaşı sürecinde kimi kişi ve kurumların Meclis iradesinin üzerinde tutma çabalarını bizzat Gazi Mustafa Kemal Atatürk engellemiştir. Egemenliğin de, siyasi temsil yetkisinin de, meşruiyetin de kaynağı millet olmuştur.

Aradan geçen seksen dokuz yılda çok büyük tecrübeler kazandık. Bugün millî egemenlik kavramıyla birlikte demokrasimiz daha ileri noktalara ulaşmış, daha gelişmiş durumdadır. Çok partili demokratik hayatın başladığı andan itibaren millî iradeyi ve demokrasiyi tartışma konusu yapanlar, millî iradenin tecelli ettiği demokratik seçimlerde aziz milletimizden en anlamlı cevabı almışlardır. Unutmamak gerekir ki demokrasiyi ve millî iradeyi zayıflatmak Türk milletini ve Türkiye Cumhuriyeti’ni zayıflatmakla eş anlamlıdır. Hiç şüphesiz ki daha çağdaş, daha modern, daha müreffeh bir Türkiye, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan cumhuriyetimizin Avrupa Birliği sürecinde reformcu bir çizgide ilerlemesiyle, küresel rekabet gücünü daha da artırmasıyla mümkün olacaktır.

Şunu burada bir kez daha hatırlatmakta fayda görüyorum: Bugün dünyanın 17’nci büyük ekonomisi hâline gelmiş bir Türkiye var. Bugün 742 milyar dolar gayrisafi yurt içi hasıla büyüklüğüne ulaşmış bir Türkiye var. Bugün 132 milyar dolar ihracat hacmine, 334 milyar dolar dış ticaret hacmine ulaşmış bir Türkiye var. Bugün komşularıyla meselelerini çözüm yoluna koymuş, bölgesinde ve dünyada barışa katkı sağlayan, küresel meselelerde ağırlığı olan, saygınlığını yeniden kazanmış bir Türkiye var ve bugün Avrupa Birliğine tam üyelik yolunda kararlılıkla ilerleyen, gecikmiş reformlarını cesaretle yapan, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti yapısıyla bölgesine örnek teşkil eden bir Türkiye var. Bu Türkiye, işte bu yüce Meclisin eseridir. Bu Türkiye, millî iradeye ve demokrasiye samimiyetle sahip çıkan bu milletin eseridir. Millî irade ve demokrasiye yönelik her türlü girişim, aynı zamanda Türkiye'nin büyümesine, ilerlemesine, kalkınmasına, güçlü ve saygın bir ülke olmasına yönelik engelleyici bir girişim olarak algılanacaktır. Bu aziz millet ve bu yüce Meclis elbette ki bu tür olumsuz girişimler karşısında, tarihi boyunca olduğu gibi bugün ve bundan sonra da kararlı ve tutarlı bir duruş sergileyecektir, çünkü Türk milletinin karakteri bağımsızlıktır, hür iradesine ve onuruna sonuna kadar sahip çıkmaktır. Her türlü baskı ve haksızlığa karşı amansız bir duruş sergilemektir. Her türlü hukuk dışı teşebbüs, her türlü karanlık girişim, Türkiye Büyük Millet Meclisini ve demokrasiyi hedef alan her türlü yeraltı örgütlenmesi, demokrasi ve hukuk çerçevesinde mutlaka bertaraf edilecektir, çünkü çocuklarımıza aydınlık bir gelecek emanet etmek, onlara güçlü bir Türkiye teslim etmek gibi bir sorumluluğumuz, bir yükümlülüğümüz var. Bugün aydınlık bir Türkiye için ter dökmeyenler, fedakârlıkta bulunmayanlar, cesaret sergilemeyenler çocuklarımıza bugünkünden daha iyi bir Türkiye emanet edemezler. Bugün karanlıkları aydınlığa kavuşturmak için samimi bir tavır ortaya koyamayanlar, yarın çocuklarımızın yüzüne bakmakta zorlanırlar. Dünyanın ilk ve tek çocuk bayramı olan 23 Nisan’da çocuklarımıza bugünkünden daha iyi bir Türkiye teslim edeceğimize dair kararlılığımızın altını bir kez daha çiziyorum.

Sözlerime son verirken, Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere bütün istiklal kahramanlarımızı, şehit ve gazilerimizi, bu Mecliste görev yapmış bütün siyasetçilerimizi şükranla anıyorum.

Huzurlarınızdan ayrılırken, yüksek heyetinizi ve sizlerin şahsında aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Başbakan.

Söz sırası Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Genel Başkan ve Grup Başkanı Sayın Deniz Baykal’da.

Buyurun. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)

CUMHURİYET HALK PARTİSİ GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI DENİZ BAYKAL (Antalya) -  Sayın Başkan, Sayın Cumhurbaşkanı, sayın milletvekilleri, saygıdeğer konuklar, 23 Nisan’ın ve geleceğimizin gerçek sahibi sevgili çocuklarımız, sevgili yurttaşlarım; hepinizi şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi adına sevgilerle, saygılarla selamlıyorum.

Bütün halkımızın Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutluyorum. Ülkemizin barış, mutluluk, refah ve bağımsızlık içinde daha nice bayramlar geçirmesini diliyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışını gerçekleştiren Gazi Mustafa Kemal’i ve Birinci Meclisten başlayarak bugüne kadar bu kutsal çatı altında görev yapmış tüm millet temsilcilerini saygıyla selamlıyorum.

Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışının 89’uncu yılını kutluyoruz. Parlamentomuzun arkasında bıraktığı bu seksen dokuz yıl dünya tarihinin en büyük değişimleri, dönüşümleri yaşadığı bir dönem olmuştur.

İkinci Dünya Savaşı bu dönemde gerçekleşmiş, devletler batmış, devletler kurulmuş, dünyanın siyasi dengeleri altüst olmuştur. Büyük ideolojik çatışmalar, soğuk savaş dönemleri, isyanlar, ihtilaller, darbeler, bölgesel savaşlar, 1929 ekonomik bunalımı, bilimsel ve teknolojik devrimler, totaliter rejim uygulamaları hep bu dönemde gerçekleşmiştir. Dünyanın siyasi ve ekonomik haritası değişmiş, rejimler, siyasi kurumlar ve ülkeler altüst olmuştur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi işte böyle bir dönemde ve üstelik bir kargaşa coğrafyasında seksen dokuz yıldan beri bir temel istikrar unsuru olarak varlığını sürdürmektedir. Bu dönem içinde iki defa, önce 1960’da bir buçuk yıl, sonra 1980’de üç yıl Türkiye Büyük Millet Meclisinin askıya alınmış olması bunu gerçekleştirenlerin en büyük utancı olarak tarihteki yerini almıştır. (CHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Türkiye Büyük Millet Meclisi dünyanın en eski ve en köklü on parlamentosundan birisidir. Türkiye Büyük Millet Meclisini sadece Türkiye’de değil dünyada da en itibarlı, en güvenilir bir barış, istikrar ve meşruiyet kurumu olarak yaşatmak en büyük görevimizdir.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin milletimizin şerefini ve onurunu temsil eden bir kurum olduğunu hiçbir zaman unutmamalıyız. Unutulmasına da izin vermemeliyiz.

Türkiye Büyük Millet Meclisi bir askerî zaferin eseri değildir, tam tersine askerî zafer Türkiye Büyük Millet Meclisinin eseridir. Bu niteliğiyle de Türkiye Büyük Millet Meclisi belki dünyanın tek “Gazi” parlamentosudur. Türkiye Büyük Millet Meclisinden önce ne bir devlet ne bir cumhuriyet ne de bir ordu vardır. Devleti de cumhuriyeti de orduyu da Türkiye Büyük Millet Meclisi kurmuştur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, işgal kuvvetlerinin ana vatandaki varlığına son veren askerî harekâtı Gazi Mustafa Kemal’in şahsında, yokluklar ve zorluklar içinde başarıyla yönetmiş ve zaferle sonuçlandırmıştır. Savaşı kazanan Türkiye Büyük Millet Meclisi Lozan Anlaşması’nı da gerçekleştirerek barışı, istikrarı ve uluslararası düzeyde tanınmayı da güvence altına almıştır. Böylece milletimizin Anadolu’daki siyasi varlığına son vermeyi amaçlayan “Sevr komplosu” yırtılıp atılmıştır. Lozan Anlaşması içeriden, dışarıdan, sistemli tüm yıpratma çabalarına rağmen ulusal devletimizin temel dayanağı olmaya devam etmektedir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi daha sonra siyaset, hukuk, eğitim, kültür ve ekonomi alanlarında çok köklü değişimler gerçekleştirmiştir. Saltanatı ve hilafeti bu Meclis ilga etmiştir. Cumhuriyeti bu Meclis ilan etmiştir. Medeni Kanun’u, Ceza Kanunu’nu, usul hukukunu, Ticaret Kanunu’nu çağın en ileri ölçülerine göre bu Meclis düzenlemiştir. Dinin ve devlet işlerinin ayrılmasını temel alan, dinin istismarını ve devlet işlerinin dine dayandırılmasını reddeden, bütün dinlere saygı gösteren ve eşit değer veren laiklik ilkesini bu Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa’mıza yerleştirmiştir. Kadınların seçme ve seçilme hakkı birçok Avrupa ülkesinden önce gene bu Meclis tarafından tanınmıştır. Basına özgürlük, yargıçlara güvence, üniversitelere özerklik; çalışanlara, işçilere sendika, toplu sözleşme ve grev hakkı Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından verilmiştir. Türkiye’yi tek partili sistemden çok partili yaşama, valileri “parti temsilcisi” olmaktan çıkarıp “devletin valisi” konumuna bu Meclis geçirmiştir. Üstelik bütün bu köklü atılımlar yapılırken ortada ne Avrupa Birliği vardır ne de herhangi bir ülkenin siyasi komiserleri! (CHP sıralarından alkışlar)

Türkiye Büyük Millet Meclisi ülkemizi bir demokrasi ve hukuk altyapısına kavuşturmaya çalışırken Almanya’da Nazi yönetimi, İtalya’da faşizm, İspanya’da Franco ve Portekiz’de Salazar yönetimi altında otoriter, totaliter ideolojiler egemendi. Avrupa’dan kaçan Musevi üniversite hocaları, aydınlar, sanatçılar, Türkiye'nin köy enstitüleriyle, halk evleriyle çocuklarını eğitmek, insanlarını aydınlatmak için yokluklar ortasında verdiği büyük mücadeleye saygı duyuyorlar, fedakârca destek veriyorlardı. Bütün bu atılımlar, reformlar hiç şüphe yok ki Türkiye Büyük Millet Meclisinin Türkiye’yi ileriye götürme, modernleştirme mücadelesinin şeref sayfalarıdır.

Bu çerçeve içinde iki önemli konuya daha değinmezsem Türkiye Büyük Millet Meclisinin şeref defterinin eksik kalacağını düşünürüm. Bunlardan birisi, 1974’te yapılan Kıbrıs Barış Harekâtı’dır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Kıbrıs’taki Türk toplumuna yapılan saldırıları, varlığını ve haklarını güvence altına alarak önlemek için, kimseden icazet arayışına girmeksizin, uluslararası hukuka uygun olarak Türkiye'nin çıkarları doğrultusunda tarihî bir müdahale kararı almış ve başarıyla uygulamıştır. Bu konu elbette Türkiye Büyük Millet Meclisi tarihinin en şerefli sayfalarından birisini oluşturmaktadır.

Gene Türkiye Büyük Millet Meclisinin bir diğer tarihî kararı da 1 Mart 2003’teki Hükûmet tezkeresinin reddedilmesi kararıdır. Bu karar, Türkiye’yi Irak’a yönelik bir askerî harekâtın karargâhı ve cephesi olmaktan, topraklarını bir yabancı ülke silahlı kuvvetlerinin işgali altına sokma tehlikesinden kurtarmıştır; Türkiye’yi 100 binlerce Müslüman’ın ölümünden sorumlu bir ülke olmaktan kurtarmıştır. Bugün Amerika Birleşik Devletleri’nin de geldiği bu noktada Türkiye Büyük Millet Meclisinin Hükûmete rağmen nasıl bir ileri görüşlülükle Türkiye'nin ve bölgenin barışına, istikrarına ve uzun dönemli çıkarlarına uygun davrandığı bugün çok daha iyi anlaşılmaktadır. (CHP sıralarından alkışlar) Türkiye Büyük Millet Meclisinin 1 Mart 2003’te Irak Savaşı konusunda aldığı Hükûmet tezkeresini reddetme kararı şüphesiz Türkiye Büyük Millet Meclisi şeref defterinin seçkin bir sayfasını oluşturmaktadır. Ülkemizin örnek ve model olarak bütün dünyada ilgiyle izlenen bu modernleşme tarihinin temelinde iki temel siyasi ilke vardır.

Birincisi: Irk, kan, kafatası ölçülerini reddeden ve etnik kimlikleri, yerel, yöresel bağımlılıkları aşan bir ulusal kimlik anlayışı. Etnik ve sosyolojik kimliği inkâr etmeden ama onun tutsağı da olmadan daha yüksek bir ulusal kimliğe geçiş. Etnik kimlik herkesin kendi şerefidir ama etnik kimliğimiz ne olursa olsun hepimiz Türk milletinin eşit birer parçasıyız. (CHP sıralarından alkışlar) Bizim modernleşme deneyimimizin temelinde böyle bir uluslaşma anlayışı vardır.

İkinci temel ilke, din, siyaset ve laiklik anlayışıyla ilgilidir. Müslüman bir toplumda en geniş din ve ibadet özgürlüğü ile laik bir devlet düzeninin birlikte sürdürülebilmesi, pek çok kişinin gözünde Türkiye’yi örnek bir ülke hâline getirmektedir. Aslında İslamiyet ile laikliğin beraberliği, Türkiye'nin modernleşme başarısının temel dayanağıdır. Etnik kimliğimiz ne olursa olsun hepimiz Türk milletinin birer parçası olarak eşitlik ve kardeşlik içerisinde beraber yaşacağız. Dinî inancımız, mezhebimiz ne olursa olsun hepimiz laik Türkiye Cumhuriyeti’nin birer parçası olarak eşitlik ve kardeşlik içinde yine bir arada yaşayacağız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bunu başarabilirsek Türkiye istikrar içinde, demokrasi içinde ilerler. Böyle bir parlak geleceği etnik ayrımcılık ve terör tehdidinin gölgelemesine izin vermemeliyiz. Aynı şekilde din temelinde ayrışmaların, cemaatleşmelerin, eğitimi, hukuku, yargıyı, emniyeti yönlendirmeye başlaması, böyle bir sürece göz yumulması, seyirci kalınması tarihî bir gaflet olacaktır. (CHP sıralarından alkışlar) Demokrasinin sağladığı olanakları, cumhuriyetin ve devletin millî ve laik kimliğini ortadan kaldırmak için kullanmak, eğer bir ihanet projesi değilse tam bir aymazlıktır. (CHP sıralarından alkışlar)

Millî irade bir bütündür. İktidar da muhalefet de millet iradesinin bir parçasıdır. Türk halkının millî iradesini de Kuzey Kıbrıs halkının millî iradesini de aynı saygıyla karşılayamazsanız, millî irade konusunda samimi değilsiniz demektir. (CHP sıralarından alkışlar) Millî irade ya da millî egemenlik, tek başına “demokrasi” demek değildir. Millî egemenliğin demokrasiye dönüşebilmesi için, gerçekten bağımsız, güçlü bir yargıya ve hukukun üstünlüğü anlayışına ihtiyaç vardır; insan hak ve özgürlüklerinin kâğıt üzerinde kalmamasına, güçlü ve etkin bir basın ve medya denetimine gereklilik vardır. Yoksa millî egemenlik ve millî irade anlayışı kolayca bir parlamento egemenliğine, parlamento egemenliği de bir parti çoğunluğunun diktasına, parti çoğunluğu da bir liderin keyfî hegemonyasına dönüşebilir. (CHP sıralarından alkışlar)

Duvarlarda “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” sözlerinin yazılı olması gerçekte bir lider hegemonyasının yaşanmakta olduğu gerçeğini maskelemeye yetmez. Böyle bir durumda da memleketin dürüst, namuslu insanları, vatansever aydınları sabaha karşı evleri basılıp neyle suçlandıklarını bile bilmeden aylarca tutuklanabilirler. Herkesin telefonları, bilgisayarları izlenebilir. İnsanlar, dizi film senaryoları gibi ucu açık iddianamelerle, gizli tanık ifadeleriyle, işkence altında sağlanan suçlamalarla, sahte haham ifşaatlarıyla, emniyette ya da savcılıkta sanıklarla pazarlık yapılarak oluşturulan delillerle yargılanabilirler. Muhalefet eden gazete ve medyaları, televizyonları susturmak için ekonomik ve mali baskı ve yıldırma yöntemleri acımasızca uygulanabilir.

İktidarların seçimden çıkmış olması demokrasiyi güvence altına almaya yetmez. Demokrasilerde iktidarlar denetlenebilir olmalıdır. Denetimi de hem siyaset hem yargı yapacaktır. Yargıyı ve basın, medya kuruluşları gibi siyasal denetim kurumlarını devletin gücünü kullanarak etkisiz kılmak, yargıyı siyasallaştırmak, yargıda kadrolaşmak, medyayı sindirmek, demokratik meşruiyete değil, lider hegemonyasına hizmet eder.

Gerçek demokrasilerde, yargıdan kaçan, dokunulmazlık zırhının arkasında saklanan başbakanlara, bakanlara, milletvekillerine yer yoktur.

Gene, kendi suçları için af çıkaran bakanlara, milletvekillerine gerçek demokrasilerde yer yoktur.

İktidar olanaklarıyla kendi yakınlarına ihale ayarlamak demokrasilerde yoktur.

İktidar olanaklarıyla devlet bankalarını kullanarak yakınlarına yandaş medya satın almak demokrasilerde yoktur.

Devletin en önemli yönetim birimlerini tarikat-cemaat örgütlenmelerine teslim etmek demokrasilerde yoktur.

BAŞKAN – Süreyi çok aştınız Sayın Baykal.

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Polisi, emniyet güçlerini kendi siyasal amaçları için bir yıldırma ve intikam mangası gibi kullanmaya demokrasilerde yer yoktur. (CHP sıralarından alkışlar)

Devletin mali yetkilerini şirketlere karşı bir tehdit ve şantaj silahı gibi kullanmaya demokrasilerde yer yoktur.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin, seksen dokuz yıl önce millî irade ve millî egemenlik kavramlarıyla çıktığı yolculuğunu gerçek bir demokrasi hedefine ulaştırabilmek için, öyle anlaşılıyor ki siyaseti etkin bir hukuk ve kamuoyu denetimine sokacak düzenlemelere ihtiyaç vardır. Hukuku siyasetin emrine girmekten çıkarıp, siyaseti denetleyebilecek bir noktaya taşımak işin özüdür. Gerçek demokrasi, siyaseti hukuk kullanırsa değil, hukuk siyaseti denetlerse sağlanır.

Sayın milletvekilleri, 23 Nisanı, sadece Türkiye Büyük Millet Meclisinin geçmiş başarılarını saygıyla hatırlayarak değil, aynı zamanda geleceğe yönelik görevlerimizi, sorumluluklarımızı umutla sahiplenerek selamlıyorum. Bu güzel günü bütün dünya çocuklarıyla paylaşmaktan mutluluk duyuyorum.

Yüce Meclisi sevgilerle, saygılarla selamlıyorum. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Baykal.

Söz sırası Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’de.

Buyurun efendim. (MHP sıralarından ayakta alkışlar)

MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI DEVLET BAHÇELİ (Osmaniye) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; temsilcisi olmaktan onur duyduğumuz büyük Türk milletini ve yüksek heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. Sizlere hitap etme imkânı bulduğum bu en büyük millet eserinin ve kutlu mekânın kurucusu olan ecdadımıza şükranlarımızı arz ediyorum. Bugünün armağan edildiği sevgili çocuklarımızı ve aziz milletimizi en samimi duygularımla kutluyorum.

Değerli milletvekilleri, takdir edersiniz ki tarihî olayları hatırlamanın gerçek değeri, onlardan çıkaracağımız ders ve sonuçlar ile kazanacağımız ilham ve heyecanın bugünümüzü aydınlatması ve geleceğimize ışık tutmasında yatmaktadır. Aksi hâlde tarihe yalnızca geride kalmış olaylar olarak bakmak, birbirinden irtibatsız yaşantılar olarak yorumlamak, geçmiş ile gelecek arasındaki bağı, dün, bugün ve yarın arasındaki terkibi anlamaktan bizleri uzaklaştıracaktır.

Bu yaklaşımla döneminde mütevazı bir Anadolu kenti olan Ankara’da 1920 yılı Nisanının 23’üncü gününde yaşanan muazzam olayı bütün yönleriyle dile getirirken gözden kaçırmamamız gereken en önemli husus, bu tarihin bir son değil, bir başlangıç olduğu gerçeğidir. Bu tarihte neyin başladığını anlamak ise ecdadımızın Anadolu’yu yurt tutmak üzere ayak bastığı 1000’li yıllardan bugüne uzanan çizgide bu topraklarda tutunabilmek için verdiğimiz zorlu mücadelenin tamamını ve Türklüğün Anadolu’dan uzaklaştırılması için sergilenen senaryoları bilmekten ve doğru okumaktan geçmektedir. Özellikle asırlar sonra ilk toprak kaybımızın gerçekleştiği 1699 yılından 1920 yılına kadar geçen zorlu iki yüz yirmi yılın muhasebesinin hem vicdanlarda hem de şuurlarda bir kez daha yapılması ve tazelenmesi şarttır. Geniş bir zaman aralığını bütüncül bakışla okuyacağımız böylesi derin ve kapsamlı muhasebe, milletimizin yüzyıllardır  mücadelesini verdiği gerçeklerin günümüze kadar ulaşmış yeni boyutunu ve şeklini de doğru anlamamızı sağlayacaktır. Bu itibarla, küresel gelişmelerin Türkiye’ye sunduğu fırsatları veya getireceği riskleri tahlil ederken Büyük Millet Meclisinin hangi şartlar altında hangi olayların sonucunda hangi imkânlarla, kimlerin mücadelesiyle kurulmuş olduğunu, azim milletimizin yüzyıllarca nasıl bir bedel karşılığında bu sonuca ulaştığını dikkate almamız, bir millî sorumluluk olarak karşımızdadır.

Değerli milletvekilleri, 23 Nisan 1920 tarihi elbette ki üç yıl sonra varlığını ve bağımsızlığını bütün dünyaya ilan edecek olan Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi ve hukuki altyapısının hazırlandığı bir dönemin başlangıcıdır. Bu yönüyle ilk Meclis Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu iradesidir ve değeri asla tartışılmaz. Yine bu tarih, varlığıyla övündüğümüz millet iradesinin en büyük tecelli mekânı olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin temelinin atıldığı gündür. Bu yönüyle de demokrasi ve millî egemenliğe doğru attığımız ilk adımdır ve anlamı çok büyüktür ve inkâr edilemez bir gerçektir ki yine bu tarih, vatanın bağımsızlığı ve milletin varlığı için yüreğini ortaya koymuş muhteşem kadroların Büyük Atatürk önderliğinde tarihe damgasını vurduğu dönüm noktasıdır. Bu yönüyle ise bu olay yeni Türk devletinin habercisidir. Ancak bütün bunlara ilave olarak 23 Nisan 1920 tarihine anlam ve özel değer katan bir başka husus daha vardır. Bu tarihî gün, Osmanlı devletinin hâkimiyet havzalarını birer birer kaybederek Türklüğün yaşama alanının Anadolu’ya sıkıştığı vahim ve ıstırapla dolu bir tablo içinde, milletimizin o dönemdeki en son ve en etkili hamlesinin adıdır. Yıllardır geniş coğrafyalarda evlatlarını kaybetmiş, sayısız göçlerle büyük acılar çekmiş Türk milleti için, artık, dönülecek toprak parçasının, izlenecek göç yolunun, kaptırılacak vatan köşesinin kalmadığının nihai kararıdır. Ankara’nın Ulus Meydanı’ndaki tek katlı taş binadan ortaya çıkan sonuç, yaklaşık iki asrı aşan elem ve çile dolu geri çekilmenin artık son bulacağının, bugünkü coğrafyamız üzerinde sonsuza kadar yaşamaya devam edeceğimizin, vereceğimiz tavizin nihai sınırları olarak kalpgâhımız olan Anadolu’yu sonuna kadar koruyacağımızın, akıl, hesap, irade, iman ve süngüyle birleşen bir mücadeleyle Türklüğün makûs talihini döndüreceğimizin bütün insanlığa ilanıdır. (MHP sıralarından alkışlar)

Bu itibarla, Meclisimizin açılışı, milletler mücadelesinin acımasızca sürdüğü bir dönemde, milletimizin tam bir mutabakatla millî kimlikte ve millî hedefte buluşmasının, yıllardır süren kayıpların çöküntüsünü atarak güç ve moral toplamasının, teslimiyet ve tavizlere son vererek, silkinerek doğrulmasının, silahla verilen bir mücadele bile toplumsal mutabakatlarla sağlanan millî meşruiyetin nirengi ve dönüm noktasıdır. İzzetinefsi ve haysiyetiyle oynanmayı reddeden Türk milletinin topyekûn ayağa kalktığı bir diriliş ve yükseliş abidesidir. Ne kadar övünsek azdır.

Değerli milletvekilleri, Büyük Millet Meclisinin açılması, aziz milletimizin varlığına ve bekasına yönelmiş olan ve sabırları zorlayan dayatma ve gelişmeler karşısında neleri göze alıp nasıl başarabileceğinin de emsalsiz bir örneğini teşkil etmiştir. Gerek Büyük Millet Meclisinin açılış destanı ve şartları gerekse sonradan yaşanan siyasi, sosyal gelişmelerin tamamı, bizleri küçümseyen, onurumuza ve mukaddesatımıza el ve dil uzatmaya yeltenen, gücümüzü sınamaya kalkışanları nasıl bir akıbetin beklediğini anlamaları açısından da tarihî bir ibret ve ihtar belgesi olmuştur.

Bu nedenle, Millet Meclisimizin açılmasıyla başlayan sürecin manasını ayrıntılarıyla bilmenin, devlet ve millet hayatımızda yeniden karşımıza çıkan benzer tehditlerin ve gelişmelerin doğru anlaşılması bakımından da çok önemli olduğuna inanıyorum. En karamsar ortamda, en müşkül anlarda bile Türk milletine gücü yetmeyenlerin bugün yeni maceralarla ve yollarla şanslarını bir kez daha denemeye çalışmaları bu açıdan beyhude bir gayret olacaktır.

Büyük Millet Meclisinin açılması ile milletimiz son sözü o tarihte söylemiştir. Bu son sözün karşılığı 1915 Çanakkale’sinden 1922 İzmir’ine kadar karış karış savunulan vatan toprakları ve dökülen şehit kanlarıyla tescil edilmiş ve bedeli ödenmiştir. Tercihini bin yıllık kardeşlikten ve kaynaşmadan yana kullanan, tam bağımsızlıktan başka hiçbir arayışı olmayan, alnı açık, bahtı açık, yolu açık millet temsilcileri tarafından bu konu 23 Nisan 1920’de bir daha açılmamak üzere kapatılmıştır. (MHP sıralarından alkışlar) Bu nedenle, tarihin acı ve tatlı hatıralarla kapanmış sayfalarının son bulmayan öç ve intikam duygularıyla asla hak etmediğimiz insanlık dışı iftiraların “yüzleşme” adı altında canlı tutulmaya çalışılması, dikkat etmemiz gereken bir konu olarak tekrar karşımızdadır. Aksi takdirde Türk Milletinin Selçuklu Sultanı Alparslan adına Romen Diyojen’den, Osmanlı Padişahı Fatih adına Konstantin’den ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk adına ise yedi düvelden özür dilemeye kadar götürecek olan suçlamaların ve hesaplaşmaların kapısının aralanmasını kim engelleyecektir? (MHP sıralarından alkışlar) Buna fırsat tanımamız ve bu dayatmaları kabul etmemiz asla ve asla mümkün değildir. Büyük Millet Meclisinin manevi mirası da buna kesinlikle izin vermez. Unutmayalım ki inancımızın ve iddialarımızın devamı ancak dayanma gücümüz, dik duruşumuz ve savunabilme direncimiz kadar olabilecektir. Bunun en güzel örneği de Büyük Millet Meclisinin açılışıdır.

Değerli milletvekilleri, bu toprakları vatan yapan ecdadımızdan devraldığımız mirasın omuzlarımıza yüklediği görev elbette ağırdır. Ancak, bu kutlu vazifeyi yerine getirmek için ihtiyacımız olan cesaret ve ilham ise tarihimizin şanlı sayfalarında fazlasıyla mevcuttur. Türkiye'nin yükselişi de tıpkı 23 Nisan 1920’de tecelli eden şuurda anlamını bulduğu gibi, sorunlara yalnızca başkent Ankara’dan bakan, ayrışmayı değil birleşmeyi, dağılmayı değil buluşmayı, parçalanmayı değil kucaklaşmayı, farklılaşmayı değil bütünleşmeyi hedefleyen kolektif anlayışla mümkün olabilecektir.

23 Nisan 1920’nin aziz hatıralarını aramak ve anlamak için çok uzaklara gitmeye gerek yoktur. 19 Mayıs ruhunda tecelli etmiş yüksek ülkülerde, isli gaz lambalarının ışığında kaleme alınan kararlarda, ardı arkası gelmeyen sararmış telgraflarda, heyecanla buluşulan kongre salonlarında, asker götüren katarların boş, loş vagonlarında, mermi taşıyan kağnıların teknelerinde, uykusuz gecelerle geçen Meclis sıralarında ve nihayet şehadetlerle dolu vatan topraklarında onu anlamak ve tanımak isteyenler için kutlu anıları ve belgeleri canlılığını hâlâ korumaktadır.

Bugün de dün olduğu gibi kardeşliğimize musallat olan gelişmeler karşısında en önemli direnç ve dayanma gücümüz, yüreklerinin vatan ve millet sevgisiyle dolu olduğunu düşündüğüm siz muhterem milletvekillerinin yüksek iradesinde saklıdır. Aziz milletvekillerinin atacakları her adımda, verecekleri her kararda mensubu oldukları gazi Meclisin tarihine, şerefine, namusuna ve anlamına uygun hareket edeceklerine olan inancım tamdır.

Değerli milletvekilleri, cumhuriyetimizden üç yıl önce açılmış olan yüce Meclisimiz nasıl ki yeni Türk devletinin doğuşunu müjdelemişse pırıl pırıl çocuklarımız da ülkemizin onurlu ve yüksek geleceğini müjdelemektedir. Bu kutlu günün çocuklarımıza armağan edilmesinin en önemli nedeni ve gerekçesi de bu olsa gerektir. Milletimiz bağrından yetişen yeni nesillerle varlığını sürdürecek, devletimiz genç kuşaklarla geleceğe umutla ve aydınlıkla bakmaya devam edecektir.

Bu vesileyle, çocuklarımızın ve bugünün kendilerine ithaf edildiği dünyadaki bütün çocukların bayramını en içten dileklerimle kutluyorum, gerçek ve kalıcı barış, huzur, mutluluk ve kardeşlik diliyorum. Yüzyıllarca hüküm sürdüğümüz coğrafyalarda varlığını feda ederek huzur içinde yatan milyonlarca meçhul kahramanın aziz hatıralarını hürmet ve hayranlıkla yâd ediyorum. Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisinde hayat ve vücut bulmamızı sağlayan kahraman evlatlarımızı, bu kutlu Meclisi emanet eden büyük Atatürk’ü, dava arkadaşlarını ve bugün hayatta olmayan Türkiye Büyük Millet Meclisinin aziz mensuplarını şükran duygularımla, minnet ve rahmetle anıyorum, yüce heyetinize bir kez daha sevgilerimi ve saygılarımı sunuyorum. (MHP sıralarından ayakta alkışlar, AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bahçeli.

Söz sırası Demokratik Toplum Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Ahmet Türk’te.

Sayın Türk, buyurun. (DTP sıralarından alkışlar)

DEMOKRATİK TOPLUM PARTİSİ GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI AHMET TÜRK (Mardin) – Sayın Başkan, Sayın Cumhurbaşkanı, değerli milletvekilleri, değerli konuklar; hepinizi şahsım ve grubum adına saygıyla selamlıyorum.

Bugün 23 Nisan 1920 tarihinde kurulan parlamenter demokratik düzenimizin 89’uncu yıl dönümünü kutluyoruz. Bu yıl dönümünün geçtiğimiz yıllardan ayrı bir önemi ve özelliği bulunmaktadır. Dolayısıyla Meclisimize yüklediği sorumluluklar hayati önem arz etmektedir. Bu yıl dönümü vesilesiyle yeni bir Anayasa, demokratikleşme, sorunların uzlaşı ve diyalog ile çözümü konularında düşüncelerimizi sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Öncelikle çocuklarımız başta olmak üzere bütün yurttaşlarımızın Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutluyorum.

Değerli milletvekilleri, yıl dönümü kutlamaları tarihe yeniden gitmemiz ve her seferinde doğruya daha yakın bir bakış açısıyla değerlendirmeler yapmamız için önemli fırsatlar oluşturur. Hele hele bu durum Büyük Millet Meclisimizin kuruluş yıl dönümü ise ve ülkemiz 89’uncu yılında büyük bir demokratik açmaz ve ekonomik kriz ile yüz yüzeyse daha derinlikli ve kapsamlı bir tarihî analizi gerektirmektedir.

Bildiğiniz gibi, 89 yıl önce bugün Büyük Millet Meclisi çoğulcu temsiliyet ilkesi temelinde kuruldu. Bütün kimliklerin ve kültürlerin, Kürt’ün, Türk’ün, Laz’ın, Çerkez’in temsilde ifadesini buldukları bir ulusal meclis oluştu. Amaç, ülke üzerinde yaşayan tüm halkların oluşturduğu demokratik bir ulusal varlık kurmaktı. Birinci Meclisin kabul ettiği 1921 Anayasası’nda ademimerkeziyetçilik temel bir prensip olarak yer aldı. Bildiğiniz gibi, 11’inci maddeyle illerin mahallî işlerinde özerk olmaları garanti altına alınmıştı. Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal’in 16 Ocak 1923 İzmit konuşmasında şöyle demektedir: “Ayrı bir Kürtlük düşünmektense, Anayasamız gereğince zaten bir tür mahallî özerklikler oluşacaktır; o hâlde, hangi vilayetin halkı Kürt ise onlar da kendi kendilerini özerk olarak idare edebileceklerdir.”

Bunun gibi birçok belge ve örnekle, kuruluş döneminin demokratik zihniyeti açıklanabilinir. Öyle ki seksen dokuz yıl önceki demokratik sistemimizle karşılaştırdığımızda, bugün yaşadığımız ortam çok da geride seyretmektedir. O dönemin demokrasi ve özgürlük anlayışı, maalesef, aradan seksen dokuz yıl geçmesine rağmen, günümüzden çok daha ilerideydi. Bu bakımdan, yıldönümünü kutlamakta olduğumuz, halkımızın iradesi olan yüce Meclisimizin kuruluş özünü ve ilk yıllarını sürekli olarak yeniden hatırlamak durumundayız. Bilinmelidir ki o demokratik ruha, o her farklılığın bir zenginlik olarak tanınıp garanti altına alındığı zihniyete yeniden dönme uğraşı içerisinde olmazsak eğer, devraldığımız mirasa karşı büyük bir gaflet ve kötü niyet içinde oluruz. Dolayısıyla yeni bir anayasayla katılımcı demokratik sistemini oturtmuş bir Türkiye’de ne Kürt sorunu ne düşünce ve inanç sorunu ne de gelir adaletsizliği sorunu kalır. Tam tersine, 70 milyonluk nüfusuyla, tam demokratik, kapsayıcı, aktif ve kalkınan bir ülke ortaya çıkar. Demokrasi ile seküler yapısı ile özgürlükçü toplumu ile hem bölgesinde örnek bir ülke olur hem de Avrupa üyeliği ile Doğu-Batı çelişkisini ortadan kaldıran tarihî bir devrimi gerçekleştirmiş olur. Bizim mücadelemiz de rüyamız da hayalimiz de budur.

Değerli milletvekilleri, kendilerini sürekli olarak yenilemeyen sistemler, cumhuriyet rejimi ile yönetiliyor olsa bile otoriter olmaya mahkûmdurlar. Bu ülkeler gittikçe demokrasiden uzaklaşır, yoksullaşır ve otokratik bir düzen hâlini alırlar. Küresel hegemonyaların kendi çıkarları doğrultusunda kullandıkları bir ülke durumuna düşerler. Yurttaşları ve halkları büyük trajedilerle ve dramlarla yüz yüze kalırlar. Bunun tarihsel birçok örneğini gösterebiliriz.

Bu bağlamda, Birinci Meclisten devraldığımız ülkemizin demokratik parlamenter sisteminin gidişatı çok da iç açıcı değildir. 1924 Anayasası ile kuruluşundaki demokratik ruhun tam zıttı olan otoriter ve merkeziyetçi bir sisteme dönüşen cumhuriyetimiz hâlen demokratikleşeceği günlerin sancılarını çekmektedir. Askerî vesayet ve seçkinci yönetim anlayışı bir türlü demokrasimizin yakasından düşmemektedir. Kurumsal statüko “iç düşman, dış düşman” tanımları ile “tek millet, tek dil” söylemleriyle otoriter ve vesayetçi yönetimi sürdürmeye devam etmektedir. Bu yaklaşımın, yıl dönümünü kutladığımız parlamenter sistemimizin kuruluş özüyle uzaktan, yakından bir ilgisi yoktur. Tarihi çarpıtarak ve kendi otoriter yaklaşımları için kullanarak meşruluk talep eden seçkinci anlayışa karşı demokratik mücadelemizi sürdürmeye her zaman olduğu gibi bugün de devam edeceğiz. (DTP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, hepinizin bildiği gibi, bir küresel altüst oluş döneminden geçiyoruz. Dünyanın gelişmiş kapitalist ülkeleri neoliberal politikalar ekseninde demokrasilerini rafa kaldırdıkça sistem krize doğru yuvarlandı. Sosyal bilimciler, sınıflar arasındaki uçurumun ve gelir adaletsizliğinin tarihin hiçbir döneminde bu kadar artmadığını, manipülatif yönetim anlayışıyla yurttaşların hiçbir zaman bu denli depolitize olmadığını dile getiriyorlar. Liberal aydınlar bile kapitalizmin tarihi boyunca bu derece etikten yoksun olmadığının altını çiziyorlar. Bu küresel krizin üstesinden gelmek için tam bir seferberlik hâlinde hareket eden gelişmiş ülke ve yönetimleri ilk elden demokrasilerini güçlendirmeye ve yıllardır bastırdıkları çelişkilerini uzlaşı ve diyalog ile çözmeye girişiyorlar. Yaptıkları hatalardan dolayı özür diliyorlar. Hakikatlerin ortaya çıkıp vicdanlarını rahatlatması için bağımsız inisiyatiflerin önünü açıyorlar. Bu eylemin yıllarca süreceğini de görebiliriz.

Bir örnek vermek gerekirse, ülkemizdeki kurumsal statükonun sürekli olarak kendisine referanslarda bulunarak meşruiyetini kanıtlamaya çalıştığı Amerika Birleşik Devletleri, baş aşağı gidişini durdurmak için yeniden bölgesel states demokrasisini güçlendirmeye çalışıyor. Kurucularından olan Jefferson’ı daha fazla anmaya ve dolayısıyla ademimerkeziyetçi özünü yeniden canlandırmaya çabalıyor. Daha fazla katılımcı demokrasi ve daha fazla kapsayıcı yurttaşlık ile krizin üstesinden gelmeye çalışıyorlar. Aynı şekilde, Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi, kurucu belgelerini ve sözleşmelerini yeniden raflardan indirmeye başlıyorlar. Yerel ve bölgesel meclise daha fazla önem veriyorlar. Ne var ki bizde siyaset alanı, parlamenter demokrasi, pragmatist hedeflerinin peşine düşmüş bir şekilde, inisiyatif almaktan ve demokrasi lehine müdahale etmekten son derece âciz durumdadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AHMET TÜRK (Devamla) – 23’üncü Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisinin içinden geçtiği en büyük sınav da budur. Bu sınavı siyaset alanını güçlendirerek geçmek zorundayız. Bu yıl dönümüne layık olmanın en büyük sorumluluğunun bu olduğu inancındayım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin on yıllardan beri yaşadığı demokratik açmaz ile günümüzde olan ekonomik krizi bir arada düşündüğümüzde bu şekilde devam edemeyeceğimiz apaçık ortadadır. Demokratik yollardan çözülmesi dışında hiçbir alternatifin kalmadığı Kürt sorunu başta olmak üzere, 1924’ten beri cebelleştiğimiz inanç ve ifade özgürlüğü sorunlarını da bu dönemde çözmek zorundayız. Kanla, bastırmayla, göz yaşıyla hiçbir sorunun çözülmediği geçmiş acılı deneyimlerimizde yeteri kadar açığa çıkmıştır. Çağın demokratik değerleri doğrultusunda, birilerinin dediği gibi “tekçi ulus devlet” dogması şeklinde değil, demokratik, çoğulcu bir ulusal anlayışla yeni bir anayasadan başlayarak sorunlarımızı demokrasi içinde çözmek zorundayız. Bu, tercih değildir. Geçmişin mirasına sadakat anlamında bir tarihî zorunluluktur. Demokratik ulusal egemenliğimizi pekiştirmenin tek yolu budur.

Takdir edersiniz ki çocuklarımıza demokratik ve özgür bir ülke oluşturmanın yolu onları hapislere tıkamaktan ve olur olmaz cezalar vermekten geçmez. Hiçbir demokraside olmayan bir çocuk bayramına sahip olmamıza rağmen çocuklarımıza reva gördüğümüz uygulamalar, ne durumda olduğumuzu en açık bir şekilde ifade etmektedir. Partilerüstü bir anlayışla bu sorunları çözeceğimiz, seçkinci devleti demokratik, çoğulcu bir cumhuriyete dönüştüreceğimiz umudunu koruyorum.

Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı vesilesiyle, 23’üncü Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisini, uzlaşı ve diyaloğun Meclisi yapma ve çocuklarımıza her günü bayram tadında bir gelecek armağan etme umuduyla hepinize sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. (DTP sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Türk.

Söz sırası Demokratik Sol Parti Genel Başkanı adına Denizli Milletvekili Sayın Hasan Erçelebi’de.

Sayın Erçelebi, buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

DEMOKRATİK SOL PARTİ GENEL BAŞKANI ADINA HASAN ERÇELEBİ (Denizli) – Sayın Başkan, vatanının ve milletinin kurtuluş savaşını başarıyla yöneterek zafere ulaşan Gazi Meclisin değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi ve bizi izleyen milletimizi Demokratik Sol Parti ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Yüce Meclisimizin 89’uncu kuruluş yıl dönümü hepimize ve milletimize kutlu olsun.

Dünyada çocuklara armağan edilen tek bayram olan 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, çocuklarımıza, dünyanın dört bir yanından gelen tüm çocuklara kutlu olsun.

Dünyanın bütün ülkelerinden “Yurtta barış, dünyada barış.” diyen Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ülkesine hoş geldiniz. Türkiye Büyük Millet Meclisi, işgal edilmiş bir vatandan düşmanı kovmak için halkı ile bütünleşerek bir taraftan zafere koşan, öte yandan yokluklara ve çaresizliklere rağmen ülkeyi yöneten, dünyada başka örneği olmayan çılgın Türklerden oluşan bu Gazi Meclistir.

Atatürk, bir taraftan cephelerde düşmanla savaşırken, aynı zamanda ülkenin geleceğinin eğitimle biçimleneceğini düşünüyordu. Kurtuluş Savaşı devam ederken, Polatlı sırtlarında Türk ve Yunan topçularının atış sesleri Ankara’dan duyulurken, 15 Temmuz 1921’de Maarif Kongresi toplandı. Atatürk, Kongre’den Türkiye'nin millî maarifini kurmasını istedi ve millî maarifi şöyle açıkladı: “Şimdiye kadar takip olunan tahsil ve terbiye usullerinin milletimizin gerileme tarihinde en önemli etken olduğu kanaatindeyim. Onun için, eski devrin batıl inançlarından ve doğuştan sahip olduğumuz özelliklerle hiç ilgisi olmayan  yabancı fikirlerden, Doğu’dan ve Batı’dan gelebilen tüm etkilerden tamamen uzak, millî ve tarihî özelliğimizle uyumlu bir kültür istiyorum.” Atatürk, Maarif Kongresinde öğretmenlere “Askerî ordularımızın zaferi kesin. Ancak zaferi sizin irfan ordularınızın zaferi ile perçinleyemezsek kazanılmış sayılmayacaktır. Öğretmenler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır.” demiştir.

Aradan geçen seksen sekiz yıl sonra, şimdi de irfan ordularımızın kazanacağı zaferlere ihtiyaç vardır. Atatürk’ün gösterdiği hedef olan çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkmak için çocuklarımıza ve gençlerimize kaliteli, sürekli ve çağdaş eğitim vermek zorundayız. O yüzden zorunlu eğitim on iki yıla çıkarılmalıdır. İlk yıllarda anaokulu, son yıllarda meslek eğitimi zorunlu eğitim kapsamına alınmalıdır. Hiçbir genç mesleksiz kalmamalıdır. Meslek eğitimi memleket meselesi hâline getirilmelidir. Eğitim, üretim için yapılmalıdır. Bu konuda köy enstitüleri deneyiminden de yararlanılmalıdır. Kent enstitüleri mutlaka kurulmalıdır.

Sayıları 8 milyona yaklaşan engelli yurttaşlarımızın 4 milyonu eğitimin ışığından mahrumdur. Unutmayalım ki en önemli engel eğitimsizliktir. Bu yurttaşlarımızı eğitmeliyiz.

Öğretmenlik mesleği zedelenmemelidir. Sözleşmeli öğretmenliğe son verilmelidir. Öğretmenlik mesleği mevsimlik işçilikten çıkarılmalıdır. Mesleğin de eğitimin de sürekliliği sağlanarak eğitimin bir süreç olduğu akıldan çıkarılmamalıdır.

Öğretmen maaşları açlık sınırından kurtarılmalıdır. Öğretmenlerin ve diğer eğitim çalışanlarının özlük hakları iyileştirilmelidir. Sorunları çözülmemiş bir öğretmen derste verimli olamaz.

Ortaöğretim sistemi yeniden düzenlenmelidir. Ortaöğretim kurumları bir arada toplanarak kampuslu ya da diğer adıyla avlulu eğitim kurumları hâline getirilerek fiziki mekânlardan, öğretmenlerden, kültürel ve sportif alanlardan optimal yarar sağlanmalı, eğitimde kalite ve verimlilik artırılmalıdır.

Yükseköğretime girişte ÖSS zulmüne son verilmelidir. Ortaöğretimi bitirmiş tek bir genç bile dışarıda kalmamalıdır. Unutmayalım ki eğitimin insan harcama gibi bir amacı olamaz.

Ezberci değil araştıran, kabullenen değil sorgulayan, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.” diyen yeni nesiller yetiştirmek eğitim programlarımızın hedefi olmalıdır.

Yükseköğretimde zaman geçirmeden mutlaka insan gücü planlaması yapılmalıdır. Öğrenci kontenjanları bu planlamaya göre düzenlenmelidir. YÖK, esas görevi olan planlama ve eş güdüm görevini yerine getirmelidir.

Üniversitelerdeki öğrencilerimizin barınma, beslenme ve akademik eğitim sorunları kimseye muhtaç olmayacak şekilde çözülmelidir.

Başta yeni kurulan üniversitelerimizin ihtiyacı olan akademik eleman yetiştirme programları daha ciddi ve ivedi olarak planlanmalıdır.

Devletimiz ve Hükûmetimiz eğitime gerekli hassasiyeti göstermeli, yeterli ekonomik kaynakları ayırmalıdır. Eğitim sorunlarını çözememiş bir ülke başka hiçbir sorununu çözemez.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; eğitim ile ekonomi arasında sıkı bir ilişki vardır. Ekonominin ihtiyaç duyduğu nitelikli insan gücünü eğitim yetiştirir, eğitimin ihtiyaç duyduğu maddi kaynakları ekonomi sağlar. O hâlde yaşamakta olduğumuz ekonomik krizden kurtulmanın yolu üretim için eğitimden geçer. “Kriz bize teğet geçti.”, “Geçecek” gibi boş sözlerden vazgeçerek eğitim programlarımızı üretime yönelik olarak yeniden düzenleyelim. Meslek eğitimine önem verelim.

Kadınlarımızı ve gençlerimizi özgürleştirmek için onları iş güç sahibi yapalım. İş özgürlüktür. Ekonomik özgürlüğü olmayan bir insanın hiçbir özgürlüğü yoktur.

Sosyal güvenlikten mahrum hiçbir vatandaşımız kalmasın. Zenginlikte sosyal adalet hepimizin hedefi olsun. İnsanlarımız umutsuz olmasın, geleceğe umutla ve güvenle baksın.

Vatandaşlarımızın adalet duyguları zedelenmesin. Yargı bağımsızlığı sağlansın. Hukukun üstünlüğü hepimizin ortak paydası olsun.

Anayasa’mızın 2’nci maddesinde ifade edilen “Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.” kavramı günlük yaşamımızda kendisini daha çok hissettirsin. Bu konuda hiçbir yurttaşımızın gönlünde ve beyninde kuşku veya korku kalmasın.

Dış politikada, Meclisimizin ve cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış.” sözü temel ilkemiz olmalıdır. Anlık heyecanlarla verilen tepkiler ile diplomatlarımızı ve diplomasiyi dışlayan davranışlarla dış politikada başarılı olmamız mümkün değildir. Dış politikadaki yanlışlıkların telafisi uzun zaman mümkün olmayabilir.

Son bir örnek olarak, NATO Genel Sekreteri seçiminde Başbakanımızın alışılmış fevri davranışı, diplomasiye zaman ve zemin tanımaması ülkemizi sıkıntıya sokmuştur. Bize verildiği söylenen özür, Roj TV’nin yayınlarının durdurulması, NATO Genel Sekreter Yardımcılığı kadrosu söylemi hep boş çıkmıştır, geriye Afganistan’da üst düzey bir görev sözü kalmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HASAN ERÇELEBİ (Devamla) – Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde boş vaatlerin gerçekleşmediğini gören seçmenler vatanına sahip çıkarak “ver kurtul” siyasetine dur dediler, Kıbrıs’ta iki devletin varlığına, siyasi eşitliğe, eşit egemenliğe dayalı bir çözüm için oy verdiler. Hükûmetimizin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti üzerindeki dayanılmaz ve haksız ambargoların kaldırılmasının önemini, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki gençlerin uluslararası spor karşılaşmalarına bile gidemediklerini dünyaya duyurmasını istiyoruz.

Son dönemde artan Türkiye-Ermenistan ilişkileri kardeş Azerbaycan’la olan ilişkilerimizi zora sokmuştur. Hükûmetin Azerbaycan’ın mağdur edilmesinin söz konusu olmadığı açıklaması bizi biraz olsun rahatlatmıştır.

Her 24 Nisanda “sözde Ermeni soykırımı” iddiasının tekrar tekrar gündeme gelmesi bizim millet olarak asabımızı iyice bozmaktadır. Bu konu artık gündemden çıkarılmalıdır. Hiç kimse bizim atalarımızı ağır bir suçlama olan soykırımla suçlayamaz. Ulusal çıkarlara dayalı, bölge merkezli dış politika mutlaka uygulanmalıdır. Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış.” sözü çerçevesinde tüm komşularımızla barış, huzur içerisinde yaşamak bizim vazgeçilmez ilkemiz olmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AB ile ilişkilerimiz daha akılcı, daha hakkaniyete uygun, Türkiye'nin büyüklüğüne yaraşır bir şekilde ele alınmalıdır. AB ile müzakereler diğer aday ülkelerle eşit şartlarda, siyasi ön koşul olmadan yürütülmelidir. Bazı AB üyelerinin ısrarla dile getirdiği ucu açık müzakereler ve imtiyazlı ortaklık kavramları asla kabul edilemez.

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Sayın Obama’nın göreve geldiği ilk günlerde ülkemizi ziyareti önemlidir. Türkiye-ABD ilişkilerinin yeniden normalleşmesi için bölgemizi yakından ilgilendiren konularda ülkemizin görüşlerinin alınması ve hassasiyetlerimizin dikkate alınması büyük önem arz etmektedir. ABD yetkilileri terörle mücadelede samimi olduklarını eylemleriyle desteklemelidirler.

Enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi ve güvenliğinin sağlanması için ülkemiz önemli konumdadır. Doğu ve Batı arasında köprü olarak nitelendirilen bu coğrafyada ülkemizin öneminin hissettirilmesinde laik, demokratik rejimimizin önemi büyüktür. Bu hâliyle Türkiye, bölgede rol model olmaktadır.

İçeride ve dışarıdaki sorunlarımızın çözüm yeri Türkiye Büyük Millet Meclisidir. O nedenle, Parlamentomuzun itibarı artırılmalı ve korunmalıdır. Bunun için, uzlaşma komisyonlarında Parlamentoda üyesi bulunan tüm partiler eşit üye ile temsil edilmelidirler. Milletvekili dokunulmazlıkları kürsü dokunulmazlığıyla sınırlanmalıdır. Çağdaş ve demokratik bir siyasi partiler kanunu ile seçim kanunu çıkarılmalıdır.

Laik cumhuriyetimizin ve demokrasimizin varlık sebebi Türkiye Büyük Millet Meclisinin 89’uncu kuruluş yıl dönümü ile Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ulusumuza kutlu olsun. Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşundan bu yana hizmet etmiş, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, tüm milletvekillerimizden ebediyete intikal edenlere Allah’tan rahmet diliyorum, hayatta olanlara sağlık ve mutluluklar diliyorum.

Yüce heyetinize saygılar sunuyorum. (DSP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Erçelebi.

Sayın milletvekilleri, söz sırası Özgürlük ve Dayanışma Partisi Genel Başkanı adına İstanbul Milletvekili Sayın Ufuk Uras’ta.

Sayın Uras buyurun. (DTP sıralarından alkışlar)

ÖZGÜRLÜK VE DAYANIŞMA PARTİSİ GENEL BAŞKANI ADINA MEHMET UFUK URAS (İstanbul) – Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Başkan, Sayın  Başbakan, değerli milletvekilleri; dünyanın en zorlu coğrafyalarının birinde büyük bir dünya savaşının ardından güç şartlarda ve nice canlar pahasına kurulan cumhuriyetin 85’inci yılını, onun kuruluşunu gerçekleştiren Meclisimizin 89’uncu yılını geride bıraktık. Dileğimiz, daha nice 23 Nisanları barış, refah, mutluluk, özgürlük, kardeşlik ve demokrasinin hüküm sürdüğü bir ülkede eşit koşullarda bir arada yaşamaktır.

Türkiye Cumhuriyeti, 20’nci yüzyılın ilk çeyreğinde bir imparatorluğun enkazı arasından yükselerek çok dinli, çok dilli, çok kültürlü, çok kimlikli ve elbette çok sorunlu bir coğrafyada kendine yer açmıştır. Meclisin kuruluşundan bu yana gelişmeler katetmiş ve dünya ülkeleri arasında önemli bir konum elde etmiş olmasına karşın, bir başka açıdan, insan uygarlığının uzun macerası içerisinde hâlen emekleme dönemini yaşayan bir ülke durumunda olduğumuzu da ifade etmemiz abartılı olmayacaktır. Hem Meclis ve Anayasa hem de siyasi partiler sistemine dayalı demokrasi modeli bakımından Birleşmiş Milletler çatısı altında birçok ülke ile kıyaslanmayacak kadar deney sahibi ve birçok başlangıç sorununu geride bırakmış durumdayız ancak bir devlet politikası olarak benimsendiği ileri sürülen Batılı demokratik ülkeler topluluğu içinde yer almak hedefinin epey uzağında bulunduğumuz da bir gerçektir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin, halk iradesinin tecelli ettiği kurum olduğuna dair ortak bir söylem genel kabul görse de yetkilerini layıkıyla kullanabildiği hâlâ çok tartışmalıdır. Sık sık askerî darbelere veya muhtıralara muhatap olduğu gibi, kendi uhdesinde bulunan demokratik bir anayasa yapma yetkisini bile tam olarak kullanamamaktadır.

Yirmi dokuz yıldır Türkiye'nin örtülü vesayet rejimi altında yaşamasının nedeni olan 12 Eylül 1982 darbe Anayasası’nı esastan değiştirmek hâlâ mümkün olmamıştır. Bu militarist özlü Anayasa’yı değiştirme yönünde bazı sınırlı adımlar atılmıştır ama bu görevin esası hâlen önümüzde durmaktadır. Bu dönemin milletvekilleri ve partileri olarak Türkiye'nin siyasi tarihinde anlamlı bir iz bırakmak istiyorsak bu Anayasa’yı değiştirme konusunda bahanelere sığınmadan iktidarı ve muhalefeti ile birlikte hareket etmeliyiz. Az hukuk devleti üzerine birazcık demokrasi anlayışı ile Türkiye olsa olsa yeni sorunlar yaşar. Az demokrasili cumhuriyet de az demokrasili laiklik de Türkiye’ye uymaz. Yurttaşların bizden beklediği, güçlü bir demokratikleşme hamlesiyle ülkenin sorunlarını derhâl çözmektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; elbette Anayasa değişikliği denince ilk akla gelen, siyasal rejimin her türlü vesayetten kurtarılmasıdır. Türkiye demokrasisinin kendine has bir yönü olduğundan söz edilecekse bunun da ne yazık ki bir vesayet demokrasisi olduğunu artık kabul etmeliyiz. Meclisten beklenen kararlılık ve cesaret bu noktada gösterilmelidir. Seçimle gelip seçimle gidebilen, açıkça denetlenebilen ve hesap verebilen kurumlar sistematiğine dayalı, yasama, yürütme, yargı ve askeriyenin çarpık ilişkisinden kurtarılmış bir demokrasiye ülkemiz kavuşturulmalıdır.

Anayasa değişikliğinden söz etmişken “vatandaşlık” kavramının, mevcut hâliyle, tarihimizde devraldığımız büyük bir sorunun yani Kürt sorunun demokratik ölçüler içerisinde, eşitlik temelinde ve barışçı yollarla çözümüne hiçbir katkıda bulunmadığını da açıkça görmeliyiz. Bu konuda çok çektik, çok insanımızı kaybettik. Kendi aramızda demokratik yollardan çözmeyi beceremediğimiz için dış müdahalelere açık hâle geldik. Bin yıldır bir arada yaşadığımız insanlarımızın bir bölümünün dilini, kültürünü, kimliğini bir türlü içimize sindiremedik, onlara kendi kafamıza göre kimlikler uydurmaya kalktık, bu tür garipliklerle yıllar kaybettik. Şimdi, Kürt’e Kürt demeden, kendi dilini konuşmasını, öğrenmesini, yazmasını, hayatın her alanında kullanmasını sağlamadan, bunun anayasal ve yasal güvencelerini ortaya koymadan daha fazla adım atamayacağımız belli değil midir. O hâlde, herhangi bir etnisiteyi ima etmeyen bir anayasal vatandaşlık tanımı getirmeli, herkesin kendi dilini ve kültürünü öğrenmesi, öğretmesi, kullanabilmesi için modern dünyanın bulduğu çözüm yollarının bizde de uygulama alanı ve fırsatı bulması için gerekli anayasal ve yasal adımlar gecikmeden atılmalıdır.

Alevi yurttaşlarımız da hâlen son derece haklı beklentiler içindedir. İlköğrenimde din dersleri mecburiyeti, bütün tartışmalara ve yargı kararlarına rağmen hâlâ sürdürülmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı, bugünkü adaletsiz yapısıyla tartışmanın tam göbeğinde yer almaktadır. Bu sorunda da çözüm adımları atılamamaktadır. Artık, Kürt ve Alevi yurttaşlarımızın kültürel talepleri ve hakları, insanlık tarihinin bu konudaki kazanımlarına denk gelecek şekilde düzenlenmelidir. Yapılacak demokratik düzenlemeler Türkiye Cumhuriyeti’ni zayıflatmaz, tam tersine, bağımsızlığın da egemenliğin de demokrasinin de cumhuriyetin de güçlenmesine yol açar, herkesin gönüllü yurttaş olmasını sağlar, bir arada yaşama iradesini güçlendirir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu konuların önemi ve aciliyeti ortadayken başarılı bir yerel seçim geçiren Demokratik Toplum Partisine karşı bütün Türkiye’de sürdürülen operasyona değinmeden geçmek mümkün değildir. İktidarın niyetinin sorgulanmasına neden olacak kadar zamanlaması dikkat çekici bir operasyonla karşı karşıyayız. Adalete intikal etmiş bir konu olduğu için üzerinde derinlemesine mülahazalarda bulunmak mümkün değildir. Ancak bu adımın, önümüzdeki aylarda Kürt sorununun içine girmesi öngörülen yeni mecraya dair her türlü barışçıl umut ve beklentiyi tersine çevirdiği aşikârdır.

Diyarbakır’ı fethetmeye girişmek, bölgedeki seçim sonuçlarını Ermenistan sınırına dayanmış bir risk olarak yorumlamak ne kadar hataysa, Kürt sorununu adli bir mesele hâline indirgemeye devam etmek de o kadar hatalı olacaktır. Ne Kürt yurttaşlarımızın ne de Türkiye toplumunun meselenin bu tür yollarla hallolacağına dair hiçbir inancı yoktur.

Kürt sorununun çözümünde son derece önemli bir partner bu çatının altında şu sıralarda oturuyorken, konuyu savcılara, askere, ABD’ye havale etmek aklın, vicdanın ve siyasi mantığın kabul edebileceği bir şey değildir. (DTP sıralarından alkışlar) Kimlikleri tek tipleştirmenin, asimilasyonun, askerî ve polisiye tedbirlerle sorunu çözermiş gibi yapmanın zamanı çoktan geçmiştir.

Sevgili Başkan, değerli milletvekilleri; son aylarımızı yoğun olarak meşgul eden bir başka önemli konu da yine adalete intikal etmiş olan Ergenekon davasıdır. Bu davanın kapsamını elbette görevli savcılar çizecektir. Bizim ilgilendiğimiz yönü, bu davanın Türkiye'nin yarım yüzyıllık tarihinin karanlık yönleriyle olan ilişkisinin devamlılık ve sistematik bir bağ gösteren korkunç muhtevasıdır.

Bildiğiniz gibi Türkiye, son elli yılın siyasal ve toplumsal hayatını olgun bir demokrasinin olağan ve durağan iklimi içerisinde geçirmiş bir ülke değildir. Özellikle NATO’ya girişini takip eden yıllardan itibaren siyasal süreçleri olağandışı müdahalelerle rotasından çıkaran, yasal düzlemde görünmeyen kimi odak ve çevrelerin karmaşık ilişkiler ağı içerisinde kanlı olayların sahnelendiği ve belli projeksiyonlar altında oradan oraya sürüklendiği bir ülke olduk. Her türlüsünden darbeler ve muhtıralar birbirini kovaladı. Mahiyeti ve gerçek sorumluları bir türlü ortaya çıkmayan siyasi suikastlar ve kanlı olaylar sahnelendi. Bu karmaşık ve karanlık ilişkiler ağı içerisinde devletin üniformalı ve üniformasız, silahlı ve silahsız kimi kurum ve mensuplarının da yer aldığı yıllardır belgeli ve belgesiz şekilde ileri sürülmektedir. Son on yılımızda bu konular daha fazla konuşulur ve tartışılır olmuştur. Seçimler yoluyla iktidara gelenleri arkasına sivil toplum kurumlarının ve koşullandırılmış halkın desteğini alarak asker zoruyla iktidardan düşürme hedefini güden projeler “günlükler” adıyla basına düşmüştür.

Olayın bunlarla sınırlı olmadığı, infial yaratacak olayların da planlandığı herkesçe bilinmektedir. Bu dava, devlet kurumları ve sivil toplum açısından yıllardır hesabı verilmeyen ve vicdanları ezen ağırlıklardan kurtulma fırsatıdır. Gerçek manada denetlenebilir, demokratik ve şeffaf bir devlet yapılanması ve hesap veren bir rejim inşa edilebilmesi bakımından geçilmesi zorunlu hâle gelmiş bir köprüdür.

Siyasal ve toplumsal hayatımızı kuşatmış, ardına devlet gücünü almış, hukuksuz ve kanlı, habis bir urun bünyeden atılması gerekir. O nedenle, bu konuyu sağcı-solcu, şeriatçı-laik, AB’ci-ulusalcı, diktatör-özgürlükçü gibi saflaşmalarla kurban etmemek büyük ölçüde bu Meclisin çatısı altında toplananların elindedir arkadaşlar.

Çetelere, derin devlete, darbecilere, gladyoya veya suç örgütlerine karşı soruşturma yürütülmesi, bunların yargılanması ve cezalandırılması on yıllardır dillendirdiğimiz bir taleptir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET UFUK URAS (Devamla) – Ancak Ergenekon ve benzeri örgütlenmelerin tasfiyesinin nasıl yapıldığı en az tasfiyenin kendisi kadar önemlidir. Bu tasfiye hukuk içinde, demokratik yollarla yapılmalı, yeni hukuksuzluklar yaratılmamalıdır. Onlarca yıldır sola ve toplumsal muhalefete reva görülen baskıcı, hukuksuz ve antidemokratik yöntemlerin uygulanmasına asla göz yumulmamalıdır. Evet, insanların haksızlığa uğramasına, teşhir edilmelerine, siyaseten karşı karşıya gelinen çevrelere gözdağı verilmesi anlamına gelen uygulamalara, hâlen mali ve özellikle de siyasi ayaklarına dokunulmamasına, demokratik hukuk ilkelerinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihatlarının ve kararlarının çiğnenmesine ve hırpalanmasına izin vermeyelim. Daha davanın kendisi sonuçlanmadan halkın vicdanında kaybedilmesine yol açmayalım. Meclis olarak savcılık ya da avukatlığa soyunmayı bir yana bırakıp temsil ettiğimiz halkın vicdanı olalım. Yakın tarihimiz de gösterdi ki Türkiye toplumu fikir mücadelelerinin kör dövüşüne dönüştürüldüğü demokrasi dışı darbe dönemlerinden çok çekmiştir. Meclis iradesi bu tür dönemlere ve girişimlere yol vermeyecek kararlılığı ve yaratıcılığı bugün mutlaka göstermelidir. Bu konuları örtbas etmek yerine araştırılmasına önayak olunmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'nin  tarihten devraldığı sorunların kimi belli bir zaman dilimi içerisinde çözüme kavuşsa bile bazıları daha sancılı olarak varlığını sürdürüyor. Ermenistan’la olan ilişkimiz de böyledir. 1915’te yaşanan ve insanlığın taşımakta güçlük çekeceği ağır olaylar bu küçük ve yoksul komşumuzla ilişkilerimizin olağan bir mecraya girmesini hep önlemiştir. Bu tarihle yüzleşmenin yakıcılığı iktidarları etkin tutumlar geliştirmekten alıkoymuştur. Her 24 Nisan geldiğinde bazı ülkelerin alması muhtemel tavır Türkiye’de hep gerilime neden oldu. Bu tablonun artık değişmesi gereklidir. Cesur adımların atılmasına ve güçlendirilmesine ağırlık verilmelidir. 1915 ortak acısının doksan dördüncü yılında sınır kapılarını açalım ve tarih ve kültür bakımından birçok şeyi paylaştığımız Ermenistan’ın kardeş halkıyla yeniden kucaklaşalım. Elbette bu, bir komşuyla olan ilişkilerin düzeltilmesi, diğer dost ve kardeş ülkelerle ilişkilerin bozulması üzerinden inşa edilemez. Bu bakımdan Azerbaycan’la münasebetimizin güçlendirilmesi ve geliştirilmesi için de aynı zamanda yoğun bir çaba sarf etmeliyiz.

Sayın Başkan, değerli vekiller; dünyanın bütün çocuklarının tek bir örgütü vardır, onların tertemiz vicdanları ve pırıl pırıl yürekleri. O yüzden, cezaevinde olan tutuklu çocuklarımız ve bütün çocuklarımız, genç ve gelecek kuşaklara mutluluk, refah, demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet içerisinde yaşayan bir toplum ve ülke bırakma sorumluluğumuz var. Bu çatı altında aldığımız her kararın ve çıkardığımız her yasanın Türkiye’yi böyle bir hedefe ne ölçüde yaklaştırdığını sıkı sıkıya takip etmek ve gereğini yerine getirmek yükümlülüğüyle karşı karşıyayız.

Bu vesileyle Türkiye Büyük Millet Meclisinin yurttaşlarımızın gönlündeki saygın konumunu daha da geliştirecek ve güçlendirecek gelişmelere imza atmasını diliyor, beni sabırla dinlediğiniz için Sayın Başkan size ve sayın milletvekillerine saygılarımı sunuyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Uras.

Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 89’uncu yıl dönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın kutlanması ve günün önem ve anlamının belirtilmesi amacıyla yapılan konuşmalar tamamlanmıştır.

Sizin, aziz milletimizin yeniden bayramını kutluyorum ve sözlü soru önergeleri ile diğer denetim konularını sırasıyla görüşmek için 28 Nisan 2009 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 15.38